BIM 2 2 2003-05-16T08:09:00Z 2003-05-16T08:09:00Z 55 36794 209726 TBMM 1747 419 257558 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 13       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

73 üncü Birleşim

30 . 4 . 2003 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı'nın, bürokratik formalitelerin asgariye indirilmesine, ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı'nın, mobilya sektörü ve Siteler esnafının sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere, ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa gereğince görevleri sona eren; Güldal Akşit'in Devlet Bakanlığına, Erkan Mumcu'nun da Kültür ve Turizm Bakanlığına atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/254)

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/69)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/70)

IV.- ÖNERİLER

A) SİyasÎ Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Genel Kurulun çalışma saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı: 73)

2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/583) (S. Sayısı : 128)

3.- Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 29.10.1989 Tarihli ve 389 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443 Sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/546, 1/63, 1/142, 1/151, 1/180) (S. Sayısı: 127)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu'nun, Kırklareli Demirköy Fatih Dökümhanesinin turizme kazandırılmasına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/362)


I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.

Kayseri Milletvekili Muharrem Eskiyapan'ın, Kayseri İlinin ekonomik, sosyal ve güncel sorunları ile alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen,

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, Tekel’in özelleştirilmesinin getireceği sorunlara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener,

Cevap verdiler.

Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez, Mardin İlinin kültür ve inanç zenginliğine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Şefik Dzaferovic'in vaki davetine icabetle bu ülkeye gidecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülenç Arınç'a refakat edecek milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Avrupa Kıtası Habitat Global Parlamenterleri Bölgesel Konsey Başkanı Peter Götz'ün, TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Münir Erkal'ı Habitat Dördüncü Dünya Parlamenterler Forumuna davetine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Muğla Milletvekili Ali Cumhur Yaka'nın (6/331) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/23), İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci sırasında bulunan (6/139),

2 nci          "                         "                         (6/140),

Esas numaralı sorular üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; 1 inci sıradaki soru sahibi de görüşlerini açıkladı;

3 üncü sırasında bulunan (6/146),

4 üncü       "                         "                         (6/154),

5 inci         "                         "                         (6/158),

6 ncı          "                         "                         (6/160),

7 nci          "                         "                         (6/161),

9 uncu       "                         "                         (6/166),

10 uncu     "                         "                         (6/172),

11 inci       "                         "                         (6/173),

12 nci        "                         "                         (6/174),

13 üncü     "                         "                         (6/175),

15 inci       "                         "                         (6/178),

17 nci        "                         "                         (6/180),

19 uncu     "                         "                         (6/183),

20 nci        "                         "                         (6/184),

21 inci       "                         "                         (6/185),

22 nci        "                         "                         (6/186),

23 üncü     "                         "                         (6/188),

24 üncü     "                         "                         (6/189),

25 inci       "                         "                         (6/190),

26 ncı        "                         "                         (6/191),

Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

8 inci sırada bulunan (6/165),

14 üncü     "                         "                         (6/176),

18 inci       "                         "                         (6/182),

27 nci        "                         "                         (6/192),

Esas numaralı sorulara, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü,

16 ncı sırada bulunan (6/179) esas numaralı soruya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili İsmail Alptekin,

Cevap verdiler, soru sahipleri de karşı görüşlerini açıkladılar.

Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 54 milletvekilinin, esnaf ve sanatkârlar ile KOBİ'lerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin (10/24) öngörüşmeleri tamamlandı, yapılan oylamadan sonra, önergenin kabul edilmediği açıklandı.

Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 24 milletvekilinin, Pamukbankın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi ile ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin (10/10) öngürüşmeleri, Hükümetin Genel Kurulda hazır bulunmaması nedeniyle, bir defaya mahsus olmak üzere, ertelendi.

30 Nisan 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.14'te son verildi.

                               

 

 

Yılmaz Ateş

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Suat Kılıç

 

Enver Yılmaz

 

Samsun

 

Ordu

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 


     No.: 101

II.– GELEN KAĞITLAR

30.4.2003 ÇARŞAMBA

Raporlar

1.- Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/388) (S. Sayısı: 55'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 30.4.2003) (GÜNDEME)

2.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı: 73'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 30.4.2003) (GÜNDEME)

3.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/583)           (S. Sayısı: 128) (Dağıtma tarihi: 30.4.2003) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Fransa'da soykırımı temsil ettiği iddia edilen bir anıtın açılışı karşısında Türkiye'nin tavrına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/429) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2003)

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 4325 sayılı teşvikle ilgili Kanunun süresinin sona ermesi nedeniyle yeni bir uygulama yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/430) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2003)

Yazılı Soru Önergesi

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Fona devredilen bankaların sahiplerine ve devlete olan borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (6/472) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2003)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/69) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2003)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/70) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2003)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.00

30 Nisan 2003 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Suat KILIÇ (Samsun)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 73 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar konusunda söz isteyen Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'a aittir.

Buyurun Sayın Erbatur. (CHP sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

NEVİN GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarın 1 Mayıs; bundan tam 117 yıl önce, işçilerin günlük çalışma saatlerinin sekiz saatle sınırlandırılması istemiyle haklarını aradıkları Uluslararası İşçi Günü. 1 Mayıs, uzun ve zahmetli bir tarihî mücadelenin sembolü; dünyanın dört bir yanında, sadece tarihî önemi için değil, çalışanların, sorunları etrafında kenetlendikleri bir gün olarak kutlanıyor. Ben de, çalışanlar, emekçiler için böylesine önemli bir günün öncesinde, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunları dile getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk ve işsizlik her geçen gün derinleşirken, bu durum en fazla kadınları etkiliyor. Kalkınmanın gerçekleştiricisi ve yararlanıcısı olarak kadın potansiyelinin değerlendirilmesi gerektiği geniş kabul görmüş bir tespit olmasına rağmen, bu potansiyeli değerlendirme konusunda özel çaba sarf edildiğini söylemek mümkün değildir.

Kadınların çalışma yaşamına girişleri, çalışma biçimleri, çalışma yaşamında kalma ve kariyerde yükselmeleri önemli sorun alanlarıdır.

Kadınlar, toplumun genellikle daha az eğitim almış bir kesimini oluştururlar. Bu nedenle, ev kadınlarının "ücretsiz aile çalışanı" olarak emekleri görmezden gelinir. Çalışma yaşamına girmeyi başaracak kadar şanslıların ise, aile ve iyi iş yaşamını uyumlaştırma gibi bir sorumlulukları vardır; yani, hem evde hem işte çalışırlar. İş yaşamında kendilerine biçilmiş görevlerin devamı sayılan mesleklere yönlendirilirler. Mesleklerinde ilerlemeleri, geleneksel değer sistemi içerisinde çok zordur. Aile sorumlulukları nedeniyle, onlara, çalışma yaşamında gelip geçici gözüyle bakılır; hatta, bu durum, yasal düzenlemelerle teşvik edilir.

Yukarıdaki tespitleri teyit etmek üzere sayısal verilere baktığımızda, Türkiye'de istihdamın yüzde 45'inin hâlâ tarım kesiminde olduğunu, dörtte 3'ünü esas olarak tarım kesiminde çalışan kadınların oluşturduğu "ücretsiz aile işçiliği" kategorisinin toplam istihdam içerisindeki payının yüzde 20,6 olduğunu görürüz.

Çalışma yaşamında kadınları büyük sorunlar beklemektedir. Aile ve çalışma yaşamını uyumlaştırmak onların görevidir. Bir taraftan aile sorumluluklarını yerine getirecek, bir taraftan işinde başarılı olacaktır. Hamile kalmasını bir yana bırakın, hamile kalma ihtimalinin olması, özellikle özel sektör tarafından tercih edilmemesini getirir. Hamilelik, çocuk ve yaşlı bakımı nedeniyle işinden uzak kaldığında, zaten çok zor açılan kariyer kapıları yüzüne kapanmış olur. Çalışma yaşamına geri dönüşünde hizmetiçi eğitim alma olanağı bulamaz. Küreselleşen ve bilgi toplumları oluşturmaya yönelen dünyada, teknolojik gelişimi izleme olanağı erkeklere göre çok daha az olan kadın, bu nedenle rekabete eksiden başlar. Yeni üretim biçimleri de onun lehine çalışmaz, onu, evinde çalışmaya teşvik eder. Parça başına düşük ücretle ve uzun çalışma saatlerine dayalı çalışma biçimi kadının kendisi ve toplum tarafından onay görür. Kadın evde kalarak, evinde çocuklarına göz kulak olacaktır; çünkü, dışarıda çalıştığında, çocuğunu bırakacak gündüz bakımevleri, kreşler, çocuk kulüpleri gibi olanaklar yoktur, varsa da pahalıdır.

İş Yasasında belirli sayıda kadın işçi çalıştıran işyerlerine kreş ve emzirme odası açma zorunluluğu gibi getirilen yasal düzenlemeler, ya daha az sayıda kadın işçi çalıştırılarak ya da evli olmayan kadınlar istihdam edilerek, uygulanmamaktadır. Bu toplumsal nedenler, kadını hem evde tuttuğu hem de aile bütçesine katkıda bulunmasını sağladığı için rasyonel bir çözüm gibi gözükür ve geleneksel değer sistemi tarafından desteklenir. Oysa, kadın emeğinin sömürülmesinden başka bir şey değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; formal piyasada çalışan kadınlar, tehlikeli işlerde çalışma yasağı ve benzeri düzenlemelerle kısmen korunuyor olsa da, örneğin, annelik durumunda çoklu bir ayırımcılıkla karşılaşır. En basit örnek, doğum izinleri farklı yasalarda farklı şekilde tanımlanmaktadır. Avrupa normlarına göre en az 14 hafta olması gereken ücretli doğum izni, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda 9 hafta, 1475 sayılı İş Kanununda 12 haftadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erbatur; sözlerinizi tamamlar mısınız.

NEVİN GAYE ERBATUR (Devamla) - Bu karmaşayı ortadan kaldırarak, izin süresini en az 14 haftaya çıkarmak gerekmektedir. 183 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü Annelik Korunması Sözleşmesinde yer alan zaman sınırı da budur.

Öte yandan, süt iznine ilişkin düzenlemelerin de bir örnek hale getirilerek, kadın işçiye süt izni saatlerini belirleme hakkının verilmesi gerekir.

Ücretsiz izin için, yine, benzeri bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Anayasanın 41 inci maddesi "Aile toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır" der. O nedenle, çocuk büyütmenin de, kadının ve erkeğin ortak sorumluluğu olduğu noktasından hareketle, ücretsiz izinlerin ebeveyn iznine dönüştürülmesi gerekir. Daha da önemlisi, doğumun, iş akdinin feshedilme nedeni olarak algılanmasının önüne geçilmesi de, yapılması gereken değişikliklerdendir.

Anayasamızın laik, sosyal bir hukuk devleti tanımının gereği yerine getirilerek, kreş, gündüz bakımevi, yaşlı bakımevleri gibi destekleyici mekanizmaların kurularak ve mevcutların güçlendirilerek, kadının işgücü piyasasına girişi ve orada kalışının şartları oluşturulmalıdır. Ayrıca, eşit değerdeki işe eşit ücret ilkesi hayata geçirilmeli ve iş değerlendirme sistemleri, cinsiyetten arındırılmış yeni bir anlayışla ele alınmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nüfusun yarısını oluşturan, ancak, hak ettiği statüyü bir türlü elde edemeyen kadınlar, çalışma yaşamında, yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım hakları talep etmektedirler. Kadınlar, doğanın onlara verdiği tek ayrıcalığın, anneliğin korunmasını istemektedirler ve 183 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü Annelik Korunması Sözleşmesinin ülkemiz tarafından imzalanmasını talep etmektedirler.

Kadınlar, kadın oldukları için çalışma yaşamında ayrımcılığa uğramak istememektedirler. Kadınlar, kendilerinin tam ve eşit katılımı olmaksızın demokrasinin gerçekleştirilemeyeceğini bilerek, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, mevcut düzenlemelerin hayata geçirilmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını istemektedirler.

Kadınların giderek yüksek sesle dillendirdikleri, çığlıktan haykırışa dönüşen isteklerine, Yüce Meclisin kulak vereceğine, gerekeni yapacağına olan inancımı belirtiyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Erbatur.

Gündemdışı ikinci söz, bürokrasiyle mücadele konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Muharrem Karslı'ya aittir.

Buyurun Sayın Karslı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı'nın, bürokratik formalitelerin asgariye indirilmesine, ilişkin gündemdışı konuşması

MUHARREM KARSLI (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bürokrasiyle mücadele konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bildiğimiz gibi, memleketimiz iktisadî olarak büyük sıkıntılar içinde. Bu sıkıntılarla baş etmek üzere, gerek siyasî partilerin gerekse devletin iktisatçı uzman kadroları gece gündüz çalışıyorlar ve bunlar birtakım ince hesaplar yapıyorlar, iktisadî dengeleri kurmaya çalışıyorlar; fakat, memleketimizde öyle durumlar, öyle meseleler var ki, bunları görmek, bunlara çözüm bulmak, bunları çözmek için iktisatçı olmaya da pek gerek yok. Bunlardan birisi, bizim seçim kampanyasında seçmenlerimize hep söylediğimiz gibi, yolsuzluklardır. Türkiye'de sadece batan bankaların iki üç sene içinde götürdüğü 20 milyar dolar olarak söyleniyor.

Ayrıca, ikinci kalem olarak, birtakım devlet israfları var; yersiz yatırımlar, isabetsiz yatırımlar... Geçen gün televizyonda gördüm; muazzam bir hapishane binası yapılmış, yarım kalmış; hastane binaları yapılmış, yarım kalmış. Bunların da memleket ekonomisine verdiği zarar en az bir o kadar daha; belki bir 20 milyar dolar da onlar tutar.

Nihayet, üçüncü kalem olarak, bürokrasinin ekonomiye verdiği zararı söyleyebiliriz ki, bunun da rakamsal değeri -belki hesaplanması çok zor ama- onlardan aşağı değildir.

Bürokrasi deyince, biliyorsunuz, Türkçede iki manası var. Ben, devlet bürokrasisini kastetmiyorum; bürokrasi demek, bir anlamda, devlet teşkilatı demektir; ama, diğer anlamda da, kırtasiyecilik anlamını taşıyor. Benim üzerinde duracak olduğum, kırtasiyecilik anlamındaki bürokrasidir. Benim gördüğüm kadarıyla, bu bürokrasinin, yani, kırtasiyecilik anlamındaki, işleri yavaşlatan, ağır bürokrasi diye anlattığımız bürokrasinin üç kaynağı var. Bunlardan biri, bürokraside yetkilerin hep tepelerde toplanmış olması, her şeyin üst makamlara gitmesidir.

Ben size kendimden örnek vereyim: Yazlık evimin önünde 10 metre boyunda küçük bir iskele yapmak için, mahallî liman başkanlığına başvurdum; mahallî liman başkanlığı, Çanakkale'deki bölge müdürlüğüne dosyamı gönderdi; benim dosyam, oradan, Ankara'daki Denizcilik Müsteşarlığına havale edildi; Denizcilik Müsteşarlığından da bir sayfalık bir ruhsat geldi ve bu da 6 ay sürdü. Yani, bir evin önünde denize atlamak için yapılan 10 metre boyundaki küçük bir iskelenin ruhsatı Ankaralardan isteniliyorsa, işte orada böyle bir problem var demektir.

Bürokrasinin ikinci kaynağı, devlet teşkilatında gereksiz ara kademelerin kurulmasıdır. Biliyorsunuz, sevk ve idare tekniğinde "Parkinson Kanunu" diye bir şey var. Bu Parkinson Kanunu gereğince, siz bir yerde bir bürokrasi kurduğunuzda, o bürokrasi mantar gibi ürer, birtakım kademeler çıkar, araya başka kademeler girer ve en alt kademe ile en üst kademe arasında gereksiz bir sürü kademe ve dolayısıyla bir sürü formalite ortaya çıkar.

Nihayet, bürokrasinin üçüncü kaynağı da, gereksiz belge ve doküman talepleridir. Genellikle bürokratlar, kendi sorumluluklarını düşünerek, kendilerini sorumluluktan korumak amacıyla, iş sahiplerinden gereksiz belgeler isteler -git Tarım Bakanlığından bir belge getir, git filan yerden bir belge getir- o belgelerin hepsi dosyaya konulduğunda bürokratın sorumluluğu azalmış, belki de asgariye inmiş olur diye.

Şimdi bu anlattığım üç kaynaktan ilk ikisi, idarî reformla çözülecektir ve gerek partimizin gerekse hükümetimizin idarî reform konusunda, yerel yönetimler konusunda geniş çaplı çalışmaları vardır.

Fakat, benim üzerinde durmak istediğim nokta, daha ziyade, gereksiz belgelerin ve gereksiz iş akımlarının yaratılmasıdır ve bu da, devlet teşkilatında iş ve iş akımı analizleriyle çözülecek bir konudur.

Rahmetli Turgut Özal, biliyorsunuz, iktidara geldikten bir süre sonra bürokrasiyle uğraşmaya başladı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Karslı.

MUHARREM KARSLI (Devamla) - Teşekkür ederim.

Ehliyet ve pasaport işlemlerini basitleştiren birkaç işlemden sonra -ki, onlar faydalı olmuştur, ama- unutuldu gitti. Demek ki, bürokrasiyle mücadelede kurumsal çalışmak lazım, bir de süreklilik lazım.

Kurumsallık için benim önerim, Türkiye'de bir bürokrasiyle mücadele enstitüsünün kurulmasıdır. Şimdi, bana diyeceksiniz ki, hem bürokrasiyle mücadele ediyorsun hem de yeni bürokrasi kuruyorsun. Aslında böyle değil, kurulacak bürokrasiyle mücadele enstitüsünün 10-15 kişilik bir çekirdek kadrosu vardır. Bu, başka memleketlerde uygulanmıştır. Bu çekirdek kadroyla, artı, hangi kurumun, hangi kuruluşun, hangi bakanlığın bürokrasisiyle ilgileniliyorsa, onun analizleri yapılıyorsa, o teşkilattan genç müfettişler davet edilir, kadro bunlarla takviye edilir. Onlar kendi bakanlıklarındaki ya da kurumlarındaki işlemleri gayet iyi bilirler; ayrıca, genç oldukları için bürokrasiye şartlanmış değillerdir ve ayrıca da bu işin heyecanını duyarlar. Ben, vaktiyle bankacılık yaptığım sıralarda böyle bir çalışmanın içinde bulundum. Bir de o teşkilatlara otokritik bültenleri dağıtılır, herkesin kendi kendini tenkit etmesi, kendi teşkilatında yapılacak iş basitleştirme işlemlerine ait öneriler vermesi istenir. Bunlardan da çok geniş çapta yararlanılmıştır.

Fakat, önemli olan sürekliliktir; çünkü, bürokrasi ayrıkotuna benzer; siz bahçenizi ayrıkotundan temizlersiniz, bir ay başka yere gidersiniz, döndüğünüz zaman bir de bakarsınız ki, bahçeyi ayrıkotları tekrar sarmış. Bürokrasi de aynen böyledir. Siz, bürokrasiyi temizlediğinizi zannederken, aradan geçen zaman içinde bir de bakarsınız, bürokrasi yeni yeni bürokrasi üretmiş!.. Dolayısıyla, bürokrasiyle mücadelenin kurumsal bir şekilde yapılması halinde, bu, süreklilik de temin edecektir; aynı zamanda, bilimsel metotlarla iş analizleri yapılacaktır, iş akımı analizleri yapılacaktır. Bu iş akımı analizleri sayesinde, hangi işlemlerin gerekli, hangi formalitelerin gereksiz, hangi dokümanların lüzumsuz olduğu kararına varılacaktır ve bunlar azaltılacaktır. Nitekim, rahmetli Turgut Özal'ın yaptığı bu müdahale ki, hem kurumsal değildi hem sürekli değildi; fakat, palyatif de olsa, ehliyet almayı, iki fotoğraf ve bir form doldurmaya, pasaport almayı da yine iki fotoğraf ve bir form doldurmaya kadar indirgemeye muvaffak olmuş bir çalışmaydı. İşte bu çalışmaların, iş analizleriyle, sürekli ve kurumsal hale getirilmesi halinde, Türkiye'de, bürokratik formalitelerin asgarîye indirilmesi ve bu yüzden ekonominin gördüğü zararların azaltılması mümkün hale gelebilecektir.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karslı.

Gündemdışı üçüncü söz, mobilya sektörü ve Sitelerin sorunları ile çözüm önerileri konusunda söz isteyen Ankara Milletvekili Sayın Zekeriya Akıncı'ya aittir.

Buyurun Sayın Akıncı. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı'nın, mobilya sektörü ve Siteler esnafının sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere, ilişkin gündemdışı konuşması

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mobilya sektörümüzün, özelde de Türk mobilyacılığının kalbi olduğuna inandığımız Ankara Mobilyacılar Sitesinin sorunlarını sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Amacım, kısa bir süre içinde olsa da, belki de ilk kez Meclis kürsüsünde, onbinlerce işyeri ve yüzbinlerce çalışanıyla ülkemiz ekonomisinde önemli bir yer tuttuğuna inandığım bu sektörümüzün sorunlarına, başta Yüce Meclisimiz olmak üzere, kamuoyumuzun ve medyamızın dikkatini çekebilmektir; çünkü, Sitelerimiz, taşıdığı önem ve ağırlığa karşın, hak ettiği ilgi ve desteği, ne yazık ki, bir türlü, ne yerel yönetimlerden ne de hükümetlerden ve kamuoyumuzdan, bugüne kadar görememiştir.

Siteler, birçok siyaset adamı için ise, arada bir Siteler Merkez Camiinde cuma namazı kılarak ya da seçimlerden önce bol vaatler vererek oyları alınabilecek seçmen yığınından öte bir anlam taşımamıştır. Umut ederim ki, bundan sonra Siteler, hepimizin arzu ettiği ilgi ve desteği her kesimde bulabilsin. Bunu, aynı zamanda yıllarca esnaflık yaptığım Sitelerin ve mobilya camiasının çoktan hak ettiğine inanmaktayım.

Sevgili arkadaşlarım, Siteler, 1960'lı yıllarda Marangozlar Odasının önderliğinde kurulmuş, bugün 5 000 dönüm arazi üzerinde faaliyet gösteren ve Türkiye mobilya üretiminin yaklaşık yüzde 75'ini gerçekleştiren büyük bir organize sanayi bölgesidir. Aynı zamanda Anadolu'nun her yerinde mobilya sektörünün gelişip büyümesine öncülük etmiş ve bu alanda üstün başarılar sağlamıştır; ancak, son yıllarda yaşanan olumsuz gelişmeler Siteler esnafını da etkilemiş ve bugüne kadar sorunlarını kendi içinde çözmeye çalışan esnafımız, geleneksel yapısını aşarak, belki de tarihinde ilk kez Ankara sokaklarına çıkmış, elinden tutacak, yol gösterecek bir makam aramaya koyulmuştur.

Yaşadığımız kriz, Siteler ve civarında 1997 öncesi 45 000'in üzerinde esnaf varken, yaprak dökümü sonucunda 10 000'in üzerinde esnafın -ki, bu sayı giderek artmaktadır- kepenk kapatmasıyla sonuçlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın Akıncı, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda bir uğultu var; lütfen, arkadaşlarımızın kendi aralarında sohbet etmemelerini rica ediyorum.

Buyurun Sayın Akıncı.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sevgili arkadaşlarım, bu kan kaybının durdurulması gerekmektedir; çünkü, Sitelerin önemi sadece Ankara'yla sınırlı olmayan, ülkemizin dört bir yanına mobilya pazarlayan, hatta kendi olanaklarıyla ihracata yönelmiş olan önemli bir merkezdir. Başta AKP iktidarı olmak üzere, bugün için hepimizin, Siteler esnafına, sorunlarının çözümüne dönük borcumuz ve sorumluluklarımız vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mobilya üreticilerimizin en büyük sorunu, hammadde temininde yaşadıkları güçlüklerdir. Tomruk ağaç ve sunta fiyatlarının yüksek olması, bu ürünlerin monopol piyasadan temin edilmesi zorunluluğu, serbest piyasa şartlarında esnafımızın rekabet gücünü sarsmaktadır. Mevcut ihale sisteminin, küçük esnaf ve sanatkârlara tercihli tahsis uygulaması sağlayacak biçimde düzenlenmesi de bir temel ihtiyaçtır.

Bu sektörümüz, aynı zamanda, kredi ve finans olarak da en az desteklenen kesimlerdendir. Yeterli işletme sermayesi olmayan esnafımız, Halk Bankası yoluyla da ucuz kredi bulamadığından, kirasını, vergisini, işçi parasını ödemek için dahi, ne yazık ki, tefecilerin eline düşmektedir. Bu yüzden, kolay ve ucuz kredi temini, esnafımızın yıllardır çözümünü beklediği bir başka önemli sorunudur.

Halk Bankasının, ihtisas bankacılığına yönelmesi, en köklü çözüm görülmektedir. Bu, sadece Siteler esnafımızın değil, tüm esnaflarımızın kredi ve işletme sermayesi anlamında rahatlayabilmesinin temel çıkış noktası olarak görülmelidir.

Sigorta prim ve vergilerinin yüksekliği, tüm sektörlerde olduğu gibi, mobilya sektöründe de sigortasız işçi çalıştırmayı körüklemektedir. Primlerinin yüksekliği, aksine, emekli maaşının düşüklüğü nedeniyle, Bağ-Kurlu olmak da esnafımız için artık zül olmuştur. Sosyal güvenlik sistemlerinin bir çatı altında toplanması, tüm esnaflarımızın ve Siteler esnafımızın temel özlemidir. Bunun yanında, Siteler esnafı, tüm esnaflarımız gibi, Bağ-Kur ve sigorta borçları için de, faizleri indirilmiş bir affı, sabırsızlıkla beklemektedir.

Sevgili arkadaşlarım, KDV oranının yüksekliği bir başka büyük sorundur mobilya sektöründe.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun Sayın Akıncı.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla)- Bir dönem, beyaz eşya ve otomotiv sektöründe KDV indirimine gidilerek pazarda yaratılan hareketlilik, mobilya sektörü için de geçici bir rahatlık sağlama amacıyla denenmelidir diye düşünüyorum.

Mevcut sıkıntıları yetmezmiş gibi, vergi barışı sürecinde Siteler esnafının matrah artırımına zorlanması ve 2003 yılı bütçesindeki ekvergiler, insanlarımızın omzunda yeni kamburlar oluşturmuştur.

Ayrıca, ilkokulu güçlükle bitirebilen insanlarımızın, işletmeciliği bilemiyor olması nedeniyle büyük zorluklar yaşadıklarını gözönünde tutarak, bu alanda Millî Eğitim Bakanlığımızın önderliğinde bir eğitim programına ihtiyaç duyulduğunu da dikkatinize sunmak isterim; çünkü, bu sektörümüzün yüzde 90'ını küçük işletmeler oluşturuyor. Üstüne üstlük, ülke genelinde yaşanan kriz nedeniyle, tüm Anadolu piyasasındaki çek ve senet protestolarının yükünü, ne yazık ki, nihaî olarak, Siteler esnafı çekiyor; bu, onların ticaret alanındaki bir başka talihsizliğidir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; esnafımızın bu sıkıntılardan kurtulabilmesi için, içpazarda kısmî rahatlamaların sağlanmasına dönük uygulamaların yanında, artık esnafımızın ihracat olanaklarının da yükseltilmesi gerekiyor; bunun için koşullar uygundur. Fabrikasyon mobilya üreten Avrupa'da söz sahibi firmalarla rekabet olanaklarımız sınırlı olsa da, natürel malzeme kullanılan elişçiliği ağırlıklı ürünlerde şansımız son derece yüksektir. Doğu Avrupa ülkelerinin, Avrupa Birliğine girmeleri nedeniyle standartlarını yükseltmeleri, bu nedenle de ucuz üretim noktasında cazibelerini kaybetmeleri ve euronun Türk parası karşısında sürekli değer kazanması, mobilya sektörümüzün Avrupa'da kendisine ciddî bir pazar yaratabilmesinin önünü açmaktadır. Tabiî ki, Türkiye'de bütün bunları başarabilmek için, bizim de yapmamız gereken işler var; örneğin, kullanmakta olduğumuz suntaları E1 normuna çıkararak, yüzey cilalarımızda natürel bazlı boyalar kullanarak, havalı naylon ve mukavva ambalaj sistemini geliştirerek, modelde renk ve kalite devamlılığını sağlayarak, nakliye sorununa kalıcı çözümler getirerek standartlarımızı yükseltebiliriz; ki, bilmenizi istiyorum, tüm bunların altyapısı ülkemizde vardır ve maliyetleri de yüksek değildir.

Ayrıca, yerel yönetimlerin, yolları, otoparkları aydınlatması, kaldırımların, parkların, lokal ve dinlence yerleri ile Sitelerimizin ve bütün sanayi sitelerinin çevre düzenlemesini yapması, aynı zamanda, buraların modern bir alışveriş merkezi olarak yaratılmasına katkı sunmaları gerekmektedir. Burada, bu vesileyle, yerel yöneticilerimizi, bir kez daha, sanayi sitelerine ve özellikle Ankara Mobilyacılar Sitesine özel bir önem vermeye çağırıyorum.

Bunların yanı sıra, pazar payımızı artırabilmek için, girişimcilerimize yeni olanaklar yaratabiliriz. Sürekli açık, sabit fuar alanları ve bu fuarlar için sağlanacak organizasyon kolaylıkları, atılım yapmamıza fırsat yaratacaktır. Kısacası, mobilya ihracatını, esnafımızın tek tük ve kendi kişisel becerilerine bırakmadan, odamızın ve hükümetimizin ciddî ve sorumlu bir önderliğiyle artırabileceğimizi düşünüyoruz.

BAŞKAN - Sayın Akıncı, sözlerinizi toparlar mısınız.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim, son sözlerim.

Sevgili arkadaşlarım, bu sorunların çözümüne, hepinizin katkısını bekliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi arkadaşlarımı, yurttaşlarımızı, özel sektör ve kamu kuruluşlarını, Türk mobilyasını, Ankara mobilyasını tanımaya, tanıtmaya ve kullanmaya davet ediyorum. Medyamızı, Ankara Siteler'i daha yakından izlemeye ve bu merkezimizde üretilen güzide ürünlerimizin tanıtımına yardımcı olmaya çağırıyorum.

Nereye elimizi atsak, ne yana dönüp baksak, mutlaka, bu insanlarımızın üretmiş olduğu şık bir mobilyayı göreceğiz. Öyleyse, gelin, bu güzellikleri yaratan ülkemizin bu büyük sanayiine, bu büyük sektörüne, onun emektarlarına, çalışanlarına ve ailelerine karşı, hep birlikte, görevimizi yapalım. Bakınız -çok iyi bilerek söylüyorum- yarım ekmekarası 50 gram helva ya da 2 yumurtayla öğlen yemeğini geçiştiren çırak ve kalfasına, parmaklarını kaybetme ve sakatlanma pahasına ömrünü makinelerinin başında, sunta ve kereste içinde tüketen ustalarımıza, hamalımıza, nakliyecimize, hammadde ve mamul madde pazarlayan ticaret erbabımıza, büyük yatırımlar yaparak mobilya üretimini fabrikasyon düzeyine çıkarabilmiş işadamlarımıza, kısacası, bu sektörün içindeki herkese, borcumuzu ödemenin zamanı artık gelmiştir.

Bu duygularla, Sitelerimizin ve mobilya dünyamızın emektar insanlarını ve tümünüzü saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Tezkere ve önergeleri, Divan Üyemizin, yerinde oturarak, Genel Kurula arz etmelerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ederim.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum.

Buyurun.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa gereğince görevleri sona eren; Güldal Akşit'in Devlet Bakanlığına, Erkan Mumcu'nun da Kültür ve Turizm Bakanlığına atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/254)

29 Nisan 2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 14 Mart 2003 günlü, B.01.0.KKB.01-08-3-2003-329 sayılı yazımız.

29 Nisan 2003 günlü, 25093 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa gereğince görevleri sona eren;

1. Güldal Akşit Devlet Bakanlığına

2. Erkan Mumcu Kültür ve Turizm Bakanlığına,

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 uncu maddesi gereğince atanmışlardır.

Bilgilerinize sunarım.

Ahmet Necdet Sezer

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; birincisini okutuyorum.

Buyurun.

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/69)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde yaklaşık 20 000 orman köyümüzde yaşayan 7,5 milyon orman köylümüzün sorunlarını ve çözüm yollarını tespit etmek amacıyla Anayasanın 98 inci Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

  1.- Ahmet Küçük                                 (Çanakkale)

  2.- İsmail Özay                                 (Çanakkale)

  3.- Mehmet Küçükaşık                                 (Bursa)

  4.- Yavuz Altınorak                                 (Kırklareli)

  5.- Nejat Gencan                                 (Edirne)

  6.- Rasim Çakır                                 (Edirne)

  7.- Erdoğan Kaplan                                 (Tekirdağ)

  8.- Mehmet Siyam Kesimoğlu                                 (Kırklareli)

  9.- Mustafa Sayar                                 (Amasya)

10.- Nail Kamacı                                 (Antalya)

11.- Özlem Çerçioğlu                                 (Aydın)

12.- Abdürrezzak Erten                                 (İzmir)

13.- Mehmet Işık                                 (Giresun)

14.- Kazım Türkmen                                 (Ordu)

15.- Mehmet Semerci                                 (Aydın)

16.- Şefik Zengin                                 (Mersin)

17.- Mehmet Boztaş                                 (Aydın)

18.- Yılmaz Kaya                                 (İzmir)

19.- Kemal Demirel                                 (Bursa)

20.- Orhan Ziya Diren                                 (Tokat)

21.- Nadir Saraç                                 (Zonguldak)

22.- Sıdıka Aydoğan                                 (İstanbul)

23.- Mustafa Özyurt                                 (Bursa)

24.- Yaşar Tüzün                                 (Bilecik)

25.- Türkan Miçooğulları                                 (İzmir)

26.- Mehmet Yıldırım                                 (Kastamonu)

27.- Şevket Arz                                 (Trabzon)

28.- Orhan Eraslan                                 (Niğde)

29.- Feridun Fikret Baloğlu                                 (Antalya)

30.- Atilla Kart                                 (Konya)

31.- Atila Emek                                 (Antalya)

32.- Hakkı Ülkü                                 (İzmir)

33.- Tuncay Ercenk                                 (Antalya)

34.- Şevket Gürsoy                                (Adıyaman)

35.- Vezir Akdemir                                 (İzmir)

36.- Mevlüt Coşkuner                                (Isparta)

37.- Kemal Sağ                                (Adana)

38.- İsmail Değerli                                (Ankara)

39.-Ramazan Kerim Özkan                                 (Burdur)

40.- Selami Yiğit                                (Kars)

41.- Fahrettin Üstün                                 (Muğla)

42.- Hüseyin Ekmekçioğlu                                (Antalya)

43.- Nezir Büyükcengiz                                (Konya)

44.- Ali Arslan                                (Muğla)

45.- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

46.- Ufuk Özkan                                 (Manisa)

47.- İsmet Atalay                                (İstanbul)

48.- Ersoy Bulut                                (Mersin)

49.- Mesut Özakcan                                (Aydın)

50.- Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

51.- Orhan Sür                                (Balıkesir)

52.- Halil Ünlütepe                                (Afyon)

53.- Necati Uzdil                                (Osmaniye)

54.- Emin Koç                                 (Yozgat)

55.- İdris Sami Tandoğdu                                (Ordu)

56.- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu                                (Ankara)

57.- Mustafa Yılmaz                                (Gaziantep)

58.- Ahmet Yılmazkaya                                (Gaziantep)

59.- Erdal Karademir                                (İzmir)

60.- Hüseyin Özcan                                (Mersin)

61.- Engin Altay                                (Sinop)

62.- Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

63.- Vahit Çekmez                                (Mersin)

64.- Osman Özcan                                (Antalya)

65.- Güldal Okuducu                                (İstanbul)

Gerekçe:

Ormanlarımız, doğanın en zengin biyolojik çeşitlilik kaynağıdır. Ülkemizde halen orman rejimi altındaki orman alanları 20,7 milyon hektar olup, ülke alanının yaklaşık yüzde 27'sini oluşturmaktadır.

Orman alanlarının sadece yarısı normal verimli orman örtüsü taşımakta olup diğer yarısı üzerindeki orman örtüsü bozuk ve verimsiz durumdadır. Orman alanları üzerindeki toplam odun hacmi 1,2 milyar metreküp ve yıllık toplam hacim artımı 34 milyon metreküptür.

Türkiye'de yaklaşık 20 000 orman köyünde toplam 7-7,5 milyon civarında bir nüfus yaşamakta olup toplam nüfusun yüzde 11'ini, kırsal nüfusun ise yaklaşık yarısını teşkil etmektedir.

Ülke nüfusunun en düşük gelire sahip kısmını oluşturan orman köylülerinden şehirlere mevsimlik ve devamlı genç nüfus göçünün büyük oranlarda devam etmekte olması, ülkemizin en önemli sosyal sorunlarından birisini oluşturmaktadır.

Orman köylülerinin ekonomik, altyapı, sağlık, eğitim imkânları da toplumun diğer kesimlerine nazaran düşük ve yetersiz durumdadır.

Ayrıca orman köylerimizde nüfusun her geçen gün azalması, ormanlarımız için ciddî bir tehdit haline gelmektedir. Bu tehlikeli göç süreci bu hızla devam ettiği takdirde, ormanlarımızı koruyacak kimse bulmakta güçlük çekmemiz kaçınılmazdır. Bu nedenle, orman köylümüzü kendi köyünde kalkındırmak için yeni projeler geliştirilmeli ve mevcut projelerle ilgili sorunlar ivedilikle giderilerek yaşama geçirilmelidir.

Orman köylülerinin yaşadığı yörelerin ana doğal kaynağı durumundaki ormanlar, alanları ve kaynaklarının yüzde 99'unun üzerindeki kısmı devlet mülkiyetinde olup, koruma, yönetim ve faydalanmanın düzenlenmesi görev ve yetkisi Devlet Orman Teşkilatına verilmiştir.

Unutulmamalıdır ki, orman köylüsü korunmadan ormanlarımız korunamaz, orman köylüsü yok sayılarak ormancılığımız ve ormanlarımız geliştirilemez.

Bu nedenle; orman köylerimizin ve köylülerimizin yaşam standartlarının yükseltilmesi konusunda ve doğal akciğerlerimiz olan ormanlarımızın mülkiyet, koruma, yönetim ve faydalandırma hakları konusunda gerekli yasal düzenlemelere rehberlik edebilecek bir Meclis araştırması açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

İkinci Meclis araştırması önergesini okutuyorum:

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/70)

        28.4.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 23 Mart 2003 tarihinde verilen soru önergesine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener imzasıyla 17 Nisan 2003 günü verdiği yanıtta, özetle "Hükümet Programı kapsamında yapılacak anayasa çalışmaları, elbette yasama dokunulmazlığı hususunu da yeniden düzenleyecektir" diyor.

Başbakan, bu yanıtıyla, AKP Programına, 3 Kasım seçimlerinden önce değişik düzlemlerde verdiği sözlere ve Hükümet Programında dokunulmazlık konusunda yazılanlara bağlı kalmamış olmaktadır.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığına dokunulmamasının nedenlerinin neler olduğu, kamuoyunun yanıtlanmasını istediği en temel sorulardan biridir.

Bu çerçevede:

1- Dokunulmazlığın sınırlandırılmasının ertelenmesinin iç ve dış nedenlerinin açıklık kazanması,

2- Ertelemenin ekonomik ve siyasal boyutlarının belirlenmesi,

3- Yapılacak yeni düzenlemelerin ulusal ve uluslararası karşılaştırmalarla çerçevesinin çizilmesi,

4- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin yapılacak yeni düzenlemeler karşısında durumlarının saptanması,

Amacıyla, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını istiyoruz.

Saygılarımızla.

  1.- Yakup Kepenek                                (Ankara)

  2.- Muharrem Toprak                                (İzmir)

  3.- Halil Tiryaki                                (Kırıkkale)

  4.- Muharrem Eskiyapan                                (Kayseri)

  5.- Mehmet Sefa Sirmen                                (Kocaeli)

  6.- Mehmet Uğur Neşşar                                (Denizli)

  7.- Ahmet Güryüz Ketenci                                (İstanbul)

  8.- Muharrem İnce                                (Yalova)

  9.- Salih Gün                                (Kocaeli)

10.- Muhsin Koçyiğit                                (Diyarbakır)

11.- Sedat Pekel                                (Balıkesir)

12.- Bülent Hasan Tanla                                (İstanbul)

13.- Bülent Baratalı                                (İzmir)

14.- Osman Kaptan                                (Antalya)

15.- Ali Kemal Deveciler                                (Balıkesir)

16.- Mehmet Işık                                (Giresun)

17.- Erdal Karademir                                (İzmir)

18.- Yılmaz Kaya                                (İzmir)

19.- İdris Sami Tandoğdu                                (Ordu)

20.- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu                                (Ankara)

21.- Atila Emek                                (Antalya)

22.- Atilla Kart                                (Konya)

23.- Mehmet Boztaş                                (Aydın)

24.- Mehmet Semerci                                (Aydın)

25.- Mehmet Küçükaşık                                (Bursa)

26.- Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

27.- Kemal Demirel                                (Bursa)

28.- Vezir Akdemir                                (İzmir)

29.- Bihlun Tamaylıgil                                (İstanbul)

30.- Sıdıka Aydoğan                                (İstanbul)

31.- Uğur Aksöz                                (Adana)

32.- Orhan Sür                                (Balıkesir)

33.- Halil Akyüz                                (İstanbul)

34.- Mehmet Yıldırım                                (Kastamonu)

35.- Özlem Çerçioğlu                                (Aydın)

36.- Abdürrezzak Erten                                (İzmir)

37.- Turan Tüysüz                                (Şanlıurfa)

38.- Memduh Hacıoğlu                                (İstanbul)

39.- İsmail Özay                                (Çanakkale)

40.- Şevket Gürsoy                                (Adıyaman)

41.- İsmet Atalay                                (İstanbul)

42.- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

43.- Ufuk Özkan                                (Manisa)

44.- Hakkı Ülkü                                (İzmir)

45.- İzzet Çetin                                (Kocaeli)

Gerekçe:

Hiç kuşku yok ki, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasının ertelenmesi, toplum yaşamını derinden etkileyecek çok önemli bir politika değişikliğidir.

Bu nedenle, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin Anayasa düzenlemelerinin yeni anayasa hazırlığına bırakılmasının nedenleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ele alınmalıdır.

Sayın Başbakan yanıtında, birtakım hükümleri sürekli değiştirilmek zorunda olan bir Anayasa yerine yeni bir anayasa yapmaktan söz etmektedir. Oysa, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasanın 76 ncı ve 78 inci maddeleri değiştirilmiştir. Bugünlerde de, 76 ncı, 169 uncu ve 170 inci maddelerin değiştirilmesine çalışılmaktadır. Bunları, doğal olarak, Anayasanın kimi maddelerinin değiştirilmesi önerileri izleyebilecektir.

Çok önemli olduğu hemen her kesim tarafından kabul edilen milletvekili dokunulmazlığı konusunun bu değişiklikler içine alınmayıp ertelenmesinin de önemli nedenleri olabilir. Bu nedenleri bilmek, kamuoyunun ve milletvekillerinin en doğal haklarıdır.

Kaldı ki, eğer milletvekilliği gibi yaşamsal bir konu ertelenebiliyor, buna karşılık, en azından kuramsal olarak 4,5 yıl sonra uygulanabilecek olan milletvekili seçilme yaşının düşürülmesine ilişkin olarak Anayasa değişikliği "orman" konusu ile birleştirilerek gündeme getiriliyorsa, ertelemenin nedenlerinin açıklık kazanmasının önemi bir kat daha artmaktadır.

Çünkü, temiz siyasete, temiz ekonomiye ve temiz topluma giden yolun ilk adımı milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasıdır. Dokunulmazlığın sınırlandırılmasıyla, siyasetin aklanarak yeniden toplumun güvenini kazanmasının; siyasetin topluma hizmet üretmesinin önündeki en büyük engel kaldırılmış olacaktır.

Kirli siyaset, doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlakî değerleri yıkmakta, toplumsal dokuyu zedelemektedir. Aynı zamanda, ekonomide oluşması kesin bir zorunluluk olan güven ortamını yok edici etkiler yapmakta, risk artırıcı etkisiyle, devletin borçlanma faizlerinin yükselmesine yol açmakta, halkın borç yükünü daha da artırmaktadır. Yüksek faizin ise, yatırımlar üzerinde çok olumsuz bir etkisinin bulunduğu, bunun da üretimsizlik ve işsizliği daha da artırdığı bilinen gerçeklerdir.

Kısaca, temiz siyasetin, temiz ekonominin ve temiz toplumun önündeki en büyük engel olan milletvekili dokunulmazlığı sınırlandırılmadıkça, alınacak hiçbir önlemin, yapılacak hiçbir uygulamanın anlamı da değeri de yoktur.

Meclis araştırması önergemizin onaylanması, yalnız milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda kamuoyunun beklediği sorulara yanıt verilmesini sağlamakla kalmayacak, bununla birlikte, bu önemli sorunun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ele alınmasını da kolaylaştıracaktır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, önergeler gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

IV.- ÖNERİLER

A) SİyasÎ Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Genel Kurulun çalışma saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Sayı: 170          30.4.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 30 Nisan 2003 Çarşamba günü saat 13.00'de yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, aşağıdaki Grup önerimizin Genel Kurulda okunarak oylanmasını saygılarımla arz ederim.

      Faruk Çelik

AK Parti Grubu Başkanvekili

Grup Önerisi:

30 Nisan 2003 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesi, daha önce Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan, 128 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması; gündemin 39 uncu sırasındaki 127 sıra sayılı tasarının ise gündemin 3 üncü sırasına alınması,

Genel Kurulun, 30 Nisan Çarşamba günkü birleşiminde saat 20.00'ye kadar, 1 Mayıs Perşembe günkü birleşiminde ise 127 sıra sayılı tasarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma sürelerinin uzatılmasının,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Aleyhte olmak üzere, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun efendim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bugün, yine, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Meclisin gündemine ilişkin Danışma Kurulunda kabul edilmeyen bir önerisiyle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu öneriyle, zannediyorum, pek çok milletvekilimizin eline bile geçmemiş olan Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanununda değişiklik yapılmasını öngören bir tasarının, öncelikle görüşülmesi istenilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma yöntemi ve milletvekillerimizin, görüşmekte olduğumuz konulara bilerek nüfuz ederek bu yasaların kabul edilmesi konusunda, burada, sürekli konuşmak zorunda kaldığım için üzgünüm; ancak, yine, daha önce gerçekleştirilen, yasa teklif ve tasarılarını, hızlı bir şekilde, madde madde değil bölüm bölüm görüşmek suretiyle sonuçlandırma arzusu, dün, Anayasa Mahkemesinden dönmüştür. Anayasa Mahkemesi tarafından, oybirliğiyle, İçtüzüğün 91 inci maddesinde yapılmak istenilen değişikliğin, hem yürürlüğünün durdurulmasına hem de iptaline karar verilmiştir.

O görüşmeler sırasında da ifade ettiğimiz gibi, çoğunluğun, İktidar Partisinin -Meclisi, âdeta by-pass eder şekilde- milletvekillerinin görüşülmekte olan konulara katkısını önleyen şekilde çalışmasından, gerçekten, son derece üzüntü duyuyoruz ve bu yol, altı aydır devam eden bu yol aynen böyle sürecekse, inanmanızı isterim ki, bu Meclisin, ne iş yaptığı, hangi konuya ne kadar katkı vereceği, son derece tartışmalı hale gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, düşünebiliyor musunuz; bugün, bir saat, iki saat önce dağıtılmış olan bir komisyon raporu, burada, alelacele görüşülecek, değerlendirilecek ve eller kalkarak kanunlaşacak. Bu, kesinlikle, Meclisin katkısını istememe yöntemidir. O zaman, buna daha pratik bir yöntem bulmalıyız. Hiçbir milletvekilimiz boşu boşuna burada yorulmasın; hepimiz, yetkilerimizi birkaç kişiye verelim ve gidip işimize bakalım; durum, o hale gelmiştir.

Yine, arkasından, Orman Bakanlığı ile Çevre Bakanlığının birleştirilmesine dair kanun tasarısı da bunun peşinden görüşülecektir ve yarın, çalışmalar sonuçlanıncaya kadar, çalışma saatleri uzatılacaktır.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, bu yolu bırakmamız lazım. Her milletvekili bilmeli ki, bir hafta önceden, önümüzdeki hafta neleri konuşacağız, ne gün konuşacağız; ilgi duyan arkadaşlarımız da bu konuda hazırlıklarını yapmalılar ve gelip, burada katkılarını sunmalılar; ama, bir saat önce, iki saat önce, yarım saat önce dağıtılan bir rapor üzerinde, bir kanun tasarısı üzerinde anlamlı bir katkı yapmak, gerçekten mümkün değildir. "Bu katkıya lüzum yok, bizim hükümetimiz her şeyin iyisini bilir" anlayışı son derece yanlıştır; aksi takdirde, Meclise gerek kalmazdı, Bakanlar Kurulu her türlü yetkiyi kullanır, sonuçlandırırdı.

Değerli arkadaşlarım, biraz sonra görüşeceğimiz, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat Kanununda yapılmak istenen değişiklik son derece önemlidir. Arkadaşlarımız, elbette, iki partiye mensup milletvekilleri de bu konudaki görüşlerini anlatacaklardır; ama, yapılmak istenen şudur, değerli arkadaşlarım: Özellikle Millî Eğitim Bakanlığındaki üst düzey bürokratların görevlendirilmesindeki esaslar, usuller, yöntemler, şu anda yürürlükte bulunan kanuna göre, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan bir yönetmelikle belirlenmektedir. Getirilmek istenilen tasarıyla ise, Bakanlığın hazırlayacağı, Bakanlığın yürürlüğe koyacağı bir yönetmelikle her türlü atama yapılabilecektir.

Yine, şu anda yürürlükte bulunan Teşkilat Kanununun 56 ncı maddesinde, hangi nitelikte bürokratların nasıl görevlendirileceğine dair ayrıntılı hükümler vardır ve Bakanlar Kurulundan geçecek olan yönetmelikte bu ayrıntıların yer alıp almaması son derece önemlidir; ama, şimdi, bir maddeyle, yetki, bütünüyle Bakana verilmektedir ve Bakan, dilediği şekilde hazırlayacağı bir yönetmelikle her türlü atamayı yapabilecektir.

Değerli arkadaşlarım, kamu yönetimi ve kamu görevlileriyle ilgili konuların objektif esaslara bağlanması gerekir. Keyfî bir şekilde, her bakanın istediğine göre değişecek yönetmelikle atamaları yaparsanız, üst düzey kimseleri görevden alırsanız, üst düzey kimseleri dilediğiniz şekilde görevlendirirseniz, orada kamu yararı kalmaz, orada düzen kalmaz, orada huzur kalmaz. Bunu, ille, belli bakanların partizanlık yapacağı şeklinde anlamamak lazım. Her bakanın takdirine bırakılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, son günlerin, son zamanların en önemli konusu kadrolaşma meselesidir. Teşkilat Kanununda yapılmak istenilen değişiklikte, kadrolaşma açısından Bakanlığa, Millî Eğitim Bakanına sonsuz yetki verilmektedir.

HALUK İPEK (Ankara) - Kadrolaşmayı bir tarif et!..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Böylesine bir yetkiyi niçin alıyorsunuz? Niçin mevcut maddeyi değiştiriyorsunuz? Kendi bakanlarınıza mı güvenmiyorsunuz?! Bakanlar Kurulundan geçen yönetmelik ile bakanlık tarafından oluşturulan yönetmelik arasında ne fark var? Fark şudur değerli arkadaşlarım; Bakanlar Kurulunun hazırlayacağı yönetmelik, Cumhurbaşkanının onayıyla kesinleşir. Oysa, burada, sadece bakanın imzasıyla yönetmelik hazırladığınız zaman, bütün yetkileri, atama yetkilerini, terfi yetkilerini, görevden alma yetkilerini Sayın Bakanın takdirine bırakıyorsunuz. Bu, objektif değil; bu, hukukî değil; bu, anayasal değil değerli arkadaşlarım.

Onun için, böyle alelacele nedir?.. Yani, şu anda bulunan görevliler, Millî Eğitim Bakanlığında çalışan görevliler, aylardır, yıllardır orada çalışan insanlar o bakanlığı tahrip etmemişler de, üç günde, beş günde mi tahrip edecekler?! Nedir bu telaş, nedir bu acele?! Bırakalım, kanun, normal zamanında görüşülsün; bırakalım, yönetmelik, normal zamanında çıkarılsın. Bir telaş... Bizim vücut dilimizden anlamayan bürokratların hepsini biz görevden alacağız anlayışı. Böyle bir anlayış olmaz değerli arkadaşlarım. Vücut dilinden anlayan bürokrat bulunmaz. Bürokrat, devletin memurudur. Son zamanlarda bir yanlış anlayışı da bu topluma egemen kılmaya çalışıyorsunuz; biz, mademki seçimle geldik, memurları da dilediğimiz gibi değiştiririz!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Biz, mademki seçimle geldik; öyleyse, istediğimiz bürokratı alırız, istediğimiz bürokratı atarız!..

Değerli arkadaşlarım, bürokrat, partinin memuru değildir; bürokrat, hükümetin memuru değildir; kamunun, devletin memurudur. Bir bürokratı göreve getirirken ve görevden alırken, orada mutlaka kamu yararı olması gerekir; yoksa "benden değil, benim vücut dilimi anlamıyor, öyleyse, ben onunla çalışmam" demek, keyfiliğe davetiye çıkarmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, kuralların egemen olduğu bir devlettir. Böyle bir devlette, eğer, siz, kuralları bir kenara atar, hukuku, Anayasayı bir kenara atar "biz, dilediğimiz gibi kadro kurarız" diyorsanız, bu "biz, keyfî iş yapacağız, bizden olanları göreve getireceğiz, bizden olmayanları görevden alacağız" demektir. Bu, ülkeyi, öncelikle bürokratlardan başlayarak, bizden-sizden diye bölmektir, ikiye ayırmaktır. Buna hiç kimsenin hakkı yok.

Türkiye'nin birliğe ihtiyacı var, Türkiye'nin bütünlüğe ihtiyacı var, Türkiye'nin birbirini sevmeye ihtiyacı var. Ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, başta Genel Başkanı olmak üzere, bu söylemi tekrarlıyorlar; ama, uygulamada, öncelikle, kendilerine uzak varsaydıkları bürokratların hepsini görevden alıyorlar; arkasından, yine, kendilerinin dışında olan bir muhalefet partisinin hiçbir önerisine itibar etmiyorlar; sonra da diyorlar ki: "Biz, toplumun bütün kesimleriyle barışmak, kucaklaşmak istiyoruz." Bu nasıl barıştır, bu nasıl kucaklaşmadır, bu nasıl dostluktur?!.

İşte, diyebilirsiniz ki, canım, siz de keyfinizin istediğini, dilediğinizi söylüyorsunuz. Hayır, değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinden İçtüzükle ilgili değişiklik oybirliğiyle döndü. Biz, burada, bunun yanlış olduğunu, hukuka aykırı olduğunu, böyle yanlış bir yola gidilmemesi gerektiğini söyledik; hiç itibar etmediniz. Şimdi, Cumhurbaşkanından dönüyor; diyorsunuz ki: "Cumhurbaşkanı da çok oldu, onun da yetkilerini kısacağız." Anayasa Mahkemesinden dönüyor, Anayasa Mahkemesine itiraz ediyorsunuz. Doğrusu, şu Meclisi kurallara uygun, Anayasaya uygun, demokrasiye uygun bir şekilde çalıştırabilmek için ne yapmamız gerektiği konusunda biz âciz kaldık. Yapacağımız tek şey, millete şikâyettir; bu yol, yol değildir. Meclise, konuları, tasarıları yeteri kadar inceleme süresi tanıyınız; Meclisi by-pass etmeyiniz, muhalefetin sesini kısmaya çalışmayınız. "Bu toplumda, sadece, Adalet ve Kalkınma Partisi ve ona sadakat gösterecek bürokratlar var, onun dışında hiç kimseye biz hayat hakkı tanımıyoruz" anlayışı, inanınız ki, doğru bir anlayış değildir. Hep söylüyorum; partizanlıkla hiçbir iktidar bir yere gitmemiştir; partizanlık yapan iktidarların sonu hiç de güzel olmamıştır.

Geliniz -tekrar rica ediyorum, istirham ediyorum- bu yanlıştan dönünüz. Şu Meclisi, itibarına uygun, kurallara uygun çalıştırınız ve şu bürokratları da "sizden-bizden" diye bölmeyiniz. Bürokrat ömrünü buraya vermiş, yirmibeş sene... Bu, bana yakın değil; öyleyse, alayım!..

Değerli arkadaşlarım, devletin memuru olarak yetişen, yetişmek isteyen, istikbalini buna bağlayan binlerce bürokrat var, sizin çevrenizde de var. Çocuklarınız bürokrasiyi seçiyor, bürokrasiyi seçen çocuklarınız her bakan değiştiğinde görevden alınacaksa, nasıl görev yapacak, nasıl yetişecek, kaliteli insanları nasıl bir araya getireceksiniz?!

BAŞKAN - Sayın Özyürek, toparlar mısınız.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Onun için, bu yolun, yol olmadığını söylüyorum. Tekrar, Türkiye'yi "bizden, bizden olmayan" diye bölmekten vazgeçmenizi diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyürek.

Başka söz isteyen?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534)      (S. Sayısı: 73)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/583) (S. Sayısı : 128) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 128 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Çankırı Milletvekili Sayın Hikmet Özdemir'e aittir.

Buyurun Sayın Özdemir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, AK Parti adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Kamu hizmetlerinin sağlıklı, etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesinin, kamu hizmeti yapan kurumların, yasalarının öngördüğü çerçevede uygulanabilir bir planlama doğrultusunda teşkilatlanmaları ve yapıcı personel politikaları tespit ederek bunları hayata geçirmeleriyle mümkün olacağı, bilinen bir gerçektir. Gelişmiş ülkeler arasında yer alabilmenin önşartının bilgiye dayalı bir toplum oluşturabilmeye bağlı olduğu, bilgi toplumunu oluşturacak genç kuşaklara millî ve çağdaş temellere dayanan değer ve düşünceler ile kalıcı, üstün becerilerin kazandırılmasının da ancak eğitim yoluyla mümkün olacağı dikkate alınarak, eğitim-öğretim hizmetinin daha etkili ve verimli bir şekilde sürdürülmesinin sağlanması gereği kaçınılmazdır.

Bununla birlikte, Millî Eğitim Bakanlığı personelinin görevde yükselmeleri, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 56 ncı maddesinin son fıkrasında yer alan hüküm doğrultusunda düzenlenen 99/12654 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde yapılmakta, bu da, ülke genelinde bu yönde sağlanması amaçlanan uygulamada birlik ve paralelliğin dışında kalınmasına neden oluşturarak bazı güçlüklerin yaşanması sonucunu doğurmaktadır.

Diğer taraftan, eğitim-öğretim hizmetleri, belli bir plan ve program içerisinde yürütülmesi gereken, ertelenmesi mümkün olmayan bir kamu hizmetidir. Bu hizmetin yerine getirilmesinde gerekli olan en önemli unsurun öğretmeler olduğu da kuşkusuzdur. İşte, bu tasarıdaki 1 inci maddeyle, Millî Eğitim Bakanlığının yönetim görevlerine atanacaklarda aranacak nitelik ve diğer şartların Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmektedir.

Malumunuz olduğu gibi, Bakanlar Kurulunun kendisine özgü işleri vardır. Bakanlar Kurulu, aynı zamanda, yoğun çalışmaktadır. Dolayısıyla, Millî Eğitim Bakanının, kendi uzmanlarıyla birlikte, eğitimin ve öğretimin daha verimli bir duruma getirilmesi için gereken düzenlemeleri yapması gerekir. Zira, diğer bakanlıkların hepsinde, bu tür yönetmelikleri bakanlar ve bakanların uzmanları yapmaktadır; Anayasaya uygundur, kanunlara uygundur yapılan yönetmelikler, onun dışına çıkılması da mümkün görülmemektedir. Bu yönden, Bakanlıkça yönetmeliğin düzenlenmesi, iş akışı, verimlilik açısından daha önde gelmektedir.

Buradaki değişiklik üç maddeden oluşuyor. 2 nci maddeyle, şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin yer değiştirme suretiyle atanmalarında hizmet puanı ve sıra esasının uygulanmayacağı hükmü getirilmektedir. Daha önceki genelgeye göre, norm kadro meselesinden dolayı böyle bir uygulama mümkün görülmüyor, uygulama yapılamıyor; dolayısıyla, çok kişi mağdur oluyor, bu mağduriyetin giderilmesi amaçlanmaktadır.

3 üncü maddeyle, öğretmenlerin kanunî izin, geçici görev, disiplin cezası uygulaması veya görevden uzaklaştırma nedenleriyle görevlerinden geçici olarak ayrılmaları durumunda oluşacak öğretmen ihtiyacının karşılanması ve şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin atanmalarında kullanılmak üzere her ilin öğretmen norm kadro sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere il millî eğitim müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilmesi öngörülmektedir. Dolayısıyla, burada kimsenin hakkına da tecavüz yoktur; boş kadrolar, norm kadrolar değerlendirilmiş olacaktır. Bu düzenlemeyle, görevini tam manasıyla yapmakta sıkıntı çeken ve bu konuda şikâyette bulunan birçok kimsenin sıkıntısı ve şikâyeti giderilmiş olacaktır.

Kadrolaşma meselesine gelince; keşke, kadrolaşma olabilse diye düşünüyor insan; çünkü, kadrolaşma konusu çok konuşuluyor. Bizim kendi milletvekili arkadaşlarımızdan ve dışarıdaki arkadaşlarımızdan, sayın bakanlarımız hakkında çok büyük şikâyetler var. Sayın bakanlarımızın, özellikle AK Partide hizmet etmiş olan, AK Partili olan veya hizmeti belirlenmiş olan insanları tayin etmedikleri, dışarıdan birçok insanı değerlendirdikleri söylenilmektedir. Bizim bakanlarımız hakkında, bu konuda büyük şikâyet vardır. Biz böyle bir kadrolaşmayı görmüyoruz ve duymuyoruz. Belki birkaç tane olmuşsa da, onlar, bakanın yakinen çalışabileceği uzman kişilerdir. Bu da, tabiî bir haktır; yani, AK Partinin kadrolaşma konusunda böyle bir çalışması mevcut değildir, böyle bir isteği mevcut değildir.

Ben şahsen, bana gelen tüm insanlara, hiçbir şekilde partisini sormuyorum. Odama geliyorlar, konuşuyoruz -çoğu memleketimizden oluyor, İstanbul'dan, Ankara'dan oluyor, geliyorlar arkadaşlarımız- istekleri var; hiçbirisine, hangi partidensin, hangi partiye hizmet ettin demiyoruz ve gereken kolaylığın gösterilmesi için kendilerine tavassutta bulunuyoruz. Yani, bu, benden örnektir. Ben, diğer arkadaşlarıma da sordum; bu şekilde..

Hatta, mesela, bugün, bir bakanımızdan şikâyet geldi. Bir arkadaş bir bakanlıkta çalışıyor; bu arkadaşı görevinde yükseltin şeklinde, bu arkadaşımıza tavassutta bulunmuş olduk. Sonra, dosyası açıldığında, işte, malum dosyalarda, bu arkadaşın da imzası çıktı. Dolayısıyla, ben, özür diledim; ben, bilmeyerek... Bize geldiği için, herhalde, il teşkilatımızdan birisinin akrabasıdır, o söylemiştir, biz de uygulamışızdır. Yani, böyle bir gayretimiz, böyle bir düşüncemiz de yoktur. Diğer arkadaşlarım da benim gibi düşünmektedir. Onun için, burada CHP'li arkadaşlarımızın müsterih olmalarını öneriyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz, eğitim üzerinde çok titiz olmalıyız, çok dikkatli olmalıyız. Eğitimi düzenleyen idareci kadroların, tabiî ki, yönetici olmaları hasebiyle "bu çalışmaları en verimli şekilde nasıl yapabiliriz, nasıl yaptırabiliriz" düşüncesi içerisinde olmaları gerekir. Onun için "21 inci Yüzyıla girdiğimiz bu çağda nasıl bir eğitim düşünebiliriz" diye birkaç satır kaleme almıştım, onları size arz etmeye çalışacağım.

İnsanların gelişmesinde olduğu gibi, toplumların gelişmesinde de önceki olaylarla sonraki olaylar arasında ciddî bir ilişki vardır. İnsanlığın yeryüzündeki uzun serüveni boyunca art arda gelen olaylar, birbirinin sebep ve sonuçları olmuştur. 19 uncu Yüzyılda başlayan birçok olay 20 nci Yüzyılda sonuçlanmıştır. Şöyle ki: İmparator, kral ve sultan gibi, gücü temsil eden büyük imparatorlukların yerlerini ulus devletler almıştır. Koca Osmanlı İmparatorluğu bile yıkılmış, İstiklal Savaşı sonunda ancak millî egemenliğe dayalı Türkiye Cumhuriyetine dönüşebilmiştir.

20 nci Yüzyılın başında ve ortasında, özellikle Avrupa'da büyük savaşlar olmuştur. Bu savaşlar diğer devletleri etkilediği kadar Osmanlıyı da etkilemiştir. Osmanlı, hem içte hem de dışta savaşmak zorunda kalmıştır. 1945'ten sonra dünya iki blok oldu. Kutuplar, silah teknolojisi ve uzay yarışında Rusya'nın geri kalmasıyla dağıldı. Savaşlar, açlık, yoksulluk ve bölgesel çatışmalara sebep oldu. Dünyada barışı sağlamak gayesiyle herkesin kabul ettiği ortak ilkeler oluştu, NATO ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu, İnsan Hakları Bildirgesi imzalandı. Bu sözleşmeye göre, eğitim, herkes için bir insan hakkı oldu. Tüm ülkeler, kendilerine göre eğitim öğretim konularına ağırlık verdiler. Cumhuriyetin ilk yıllarında çoğunluğu köyde yaşayan ve tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahip olan Türkiye, bugün, çoğunluğu kentte yaşayan; ama, hâlâ kentleşmeyi sağlayamamış ve tam olarak sanayileşmemiş bir ülke durumundadır. Sorunlar dağ gibi birbiri üstüne yığılmıştır. Ekonomik ve sosyal sebeplerle boşalan köyler, kapanan okullar ve sağlık problemleri devamlı sorun olmakta devam etmektedir. Çağın başında yenilik olarak ortaya çıkan teknolojiler -telefon, radyo-televizyon ve benzerleri gibi- insan yaşamına girmiştir.

20 nci Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilgisayar, kıtaları birbirine yaklaştırmıştır. Bu hızlı iletişim sayesinde dünyanın bir yerindeki olay diğerlerini de etkilemeye başlamıştır. Önceki yüzyılda başlayan bilimsel gelişmeler 20 nci Yüzyılda da devam etmiş, teknolojinin yeni ürünlerini hayatlarına en hızlı uygulayanlar, ulaştığı bilgiyi en iyi kullanabilenler diğerlerine avantaj sağlamış ve fark atmışlardır.

Eskiden çok bilen insan makbuldü; bu değişti, bilgiyi gerektiğinde nasıl bulacağını ve nasıl kullanacağını bilen insan tipi ortaya çıktı. Bilginin kalıcı ve değişmez olduğuna inanan insan yerine, bilginin kısa sürede değişip eskidiğine inanan, sürekli yeni bilgiler edinmeye çalışan insan ortaya çıktı. Geçmiş yüzyılların uslu çocuk, itaatkâr insan yetiştirme kavramı, kendi kendine karar verebilen, kararlarının sonucuna katlanabilen, hak ve sorumluluklarını dengeli bir şekilde taşıyabilen insan yetiştirme kavramıyla yer değiştirdi. Eğitimde otoriter yaklaşım, yerini karşılıklı etkileşmeye dayalı demokratik yaklaşıma bıraktı. Eğitimin içeriği de değişti. Çok bilen insan yetiştirme yerine, bilgiye kolayca erişmenin yollarını bilen, bilgiyi yaşamını kolaylaştırmada bir araç olarak kullanabilen insan yetiştirme önplana çıktı. Demokratikleşme, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de başladı; henüz, tam anlamıyla gelmediyse de, uluslararası anlaşmalar bunu zorlar hale geldi. Türk Halkı da, demokrasiyi, bir yaşam koşulu olarak kabul etme yolunda ilerlemektedir. Ülke, bu tür insanlar yetiştirmek için çok çaba sarf ediyor.

Tüm ülkelerde olduğu gibi, kalkınmada eğitimi önemli gören Türkiye'de de eğitim temel insan haklarından sayılmıştır; bu sebeple, eğitim zorunlu hale getirilmiştir. Tıbbın gelişmesi ortalama insan ömrünü artırmıştır; bu nedenle, Türkiye'deki yaş ortalaması da artmıştır. Avrupa'da genç nüfus azalırken, Türkiye'de ise hâlâ artmaktadır; bu durum, eğitim işlerini güçleştirmektedir.

Teknoloji, bir taraftan kolaylık sağlarken, diğer taraftan bilinçsiz kullanım sebebiyle, dünyanın her yerinde etkili olan çevre kirliliğine sebep olmuştur. Bugün, çevre bilinci oluşturmak için, herkes çalışmaktadır.

20 nci Yüzyıldan 21 inci Yüzyıla aktarılan değerler arasında küreselleşme, çok dilli ve kültürlü olma, hayat boyunca eğitim, çok kanallı eğitim, öğretme yerine öğrenme, öğrenen merkezli eğitim bulunmaktadır.

Küreselleşme, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen sosyal, siyasal ya da ekonomik olayın yakın veya uzaktaki yerlerde de kendini hissettirmesidir.

Eğitim açısından küreselleşme, birbiriyle bu kadar yakın ilişkide olan dünya toplulukları arasında, rahatça çalışabilecek, dolaşabilecek, hatta, farklı ortamlarda yaşayabilecek insanın yetiştirilmesidir. Eğitimin bugünkü görevi, yalnız ulusal sınırlar içerisinde değil, farklı kültür ve coğrafyalara uyum sağlayabilecek, başarılı olabilecek insanlar yetiştirmektir. Yarının insanını yetiştirmek esas olmalıdır; öyleyse, bugünden itibaren, eğitimin yönetiminde olduğu kadar, muhteviyatında da değişiklikler yapmak gerekecektir.

Küreselleşme, bir nevi, dünyanın bir köye dönüşmesidir. Okullar, büyük şehir yaşamı gereği, fabrika tipi eğitimden, yani, kimsenin birbiriyle ilgilenmediği ve sorumlu olmadığı programlanmış bilgiler veren okul tipinden, bu yeni okul tipine dönüşecektir. Böylece, eğitim, zaman, mekân ve programlar yönünden sınırsız bir düzeye ulaşacaktır.

Küreselleşme ve dünyalaşma, bir yönüyle tekdüzeliği, benzeşmeyi, bir yönüyle de çokkültürlülüğü, çokyönlülüğü ve zenginliği çağrıştıran bir kültürdür.

Eğitim açısından küreselleşme, ortak bir dil, herkese kolayca ulaştırılacak ortak bilgi ve doğrular, ortak inanç ve ortak yaşam tarzı sunmaktır. Eğitim açısından küreselleşme, tekdüzelik değil, farklı toplumsal kimliklerin, kültürel zenginliklerin tanıtılması ve paylaştırılmasıdır.

Buradaki en önemli öğe, her toplumun, öncelikle, kendisinin olmaktan gurur duyacağı ulusal bir dil, kültür ve eğitimden geçmesinin sağlanmasıdır. Kendi dilini iyi bilen, kendi kültür ve değerlerinin bilincinde olan ve başkalarının dil kültürlerini de bilip, onlara saygılı olabilen bir toplum oluşturmaktır.

Çok dilli ve çokkültürlü yapı: Dil, bir kültür taşıyıcısıdır. İnsan ne kadar çok dil bilirse, o kadar çok kültürü tanır. Birey, diğer dilleri öğrenirken, kendi dili ve kültürünü de çok iyi bilmelidir; kültürlerin birbirinden farklılığını kabul ederken, bununla beraber, başka kültürleri de tanımanın bir zenginlik olduğunu kabul etmelidir. Artık, eğitimlerde çokdillilik ve çokkültürlülük hâkim olmaya başlamıştır.

Hayat boyu eğitim: Eğitim, yaşam boyu süren bir süreçtir. Şimdilerde, uzaktan eğitim, insanlara, hayatlarının herhangi bir döneminde, ilgi duyduğu bir alana yönelme veya o zamana kadar fark etmediği bir niteliği keşfetme imkânı verdi. Bu sebeple, bilgi, yalnız okullarda öğretmenler tarafından verilen bir bilgi olmaktan çıkmıştır. Bu kavram, UNESCO'nun ve UNICEF'in gündeminde de mevcuttur.

Örgün eğitimin ulaşamadığı yerlerde yaygın eğitim devreye girmektedir. İnsanın ortalama yaşının 50'lerden 70'lere ulaşması, bireyin yaygın eğitime ve uzaktan eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu da ortaya çıkarmaktadır.

Eğitimde bilişim teknolojisinin kullanılması baş döndürücü gelişmelere sahne oldu. Bu hızlı değişme, kısa bir süre önce imkânsız gibi görünen bazı şeylerin, bugün, artık, olağan kabul edilmelerine sebep oldu. Bugün, artık, bankaya gitmeden, internet yoluyla, bütün bankacılık işlemlerinizi yapabilirsiniz; dünyanın herhangi bir yerinde yayımlanmış bir kitabı, bilgisayarınız aracılığıyla, evinizden sipariş verebilirsiniz; bir dergideki makaleyi anında kopyalayabilirsiniz; kilometrelerce uzaktaki bir yakınınızla haberleşebilir, hatta, görüntülü konuşabilirsiniz. Uydu alıcılarının kullanılmasıyla, dünyanın her yerinden, eşzamanlı olarak bilgiye ulaşma fırsatı doğmuştur.

Çokkanallı eğitim imkânlarının artması, okul, öğretmen, hatta, kitapların işlevini önemli ölçüde değiştirecektir. Öğretmen tek bilgi kaynağı değildir, okul tek bilgi mekânı değildir; ders kitaplarının ise, çok sayıda bilgi kaynağıyla rekabet edebilmek için, sık sık değişmesine ve yeniden yazılmasına ihtiyaç duyulacaktır.

Görüldüğü gibi, binlerce yıldır süregelen okul-öğretmen-öğrenci üçgeni içerisinde varlığını sürdüren eğitim öğretim, yeni teknolojilerin hayata girmesiyle çokyönlü, çokkanallı ve alternatifli olma mecburiyetindedir. Hedef, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmaktır; öyleyse, düşünen, bilgi üreten, öğrenirken sorgulayan, olayları geniş perspektiften irdeleyen, kendine güvenen ve mucit vasfına sahip bireyler yetiştirmek için çalışmaktır. Bu çalışma, köyden kente, kentten köye, her yerde, her fırsatta ve her zaman olmalıdır.

Ben, rahmetli annemin, tarlada ekin biçerken okuduğu, karşıdaki bir bayana attığı bir mâniyi söylemek istiyorum burada... Benim memleketim, hepinizin bildiği gibi, Çankırı Kurşunlu İlçesi Taşkaracalar Köyü; tam dağ başında bir köy. Şu anda suyumuz yok; hanımefendiler, yarım saatlik yerden sırtlarında su taşımaktadırlar. Köylerimizin çoğunun yolu yok. Doğu ve güneydoğulu arkadaşlarımız devamlı burada serzenişte bulunuyorlar; ama, şu yakınınızda, Ankara'nın biraz ilerisinde, 120-130 kilometre mesafedeki Çankırı denilen yerde çoğu köylerin suyu yok, çoğu köylerin de yolu yok; maalesef böyle; ama, biz sesimizi duyuramadık.

Bizim annelerimiz şöyle diyordu:

"A benim bahtı yârim,

Gönlümün tahtı yârim,

Gözünde göz izi var,

Sana kim baktı yârim."

Şimdi, yâr demek, sevgili demektir, dost demektir. Onun için, Çankırı'da yarenler vardır, yaren meclisi vardır. Biz, bu meclislerde yetiştik. Burada bir başağa olur, başağaya itaat vardır. Devlete itaat orada öğretilir. Onun için, Çankırı'da devletine saygısız olan, itaat etmeyen insan da yetişmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdemir.

HİKMET ÖZDEMİR (Devamla) - Yâr, tabiî ki, bir insanın bahtıdır. Sevgiliye kavuşmak, sevgiliyi elde etmek insanın kendi çabasıyla olan bir şey değildir; bazen, çabanın dışında, istemediği bir anda, gönüldeki ateşlenmeden ibarettir. Bu, kişinin bahtıdır. Tabiî ki, bu yârin, bu dostun, bu sevgilinin, bu eşin insanın gönlünde taht kurması gerekir. O zaman, gönlünde bir taht olacak, taht.

Sevgili o kadar ileridir ki, o kadar önemlidir ki, onu başkasıyla paylaşmak mümkün değildir. Buradaki halk ozanı diyor ki "Gözünde göz izi var, Sana kim baktı yârim" Yani, gözünde bile, bir göz izi olduğunu, kendisine bakıldığını; ama, bakmalardan kendisini kıskandığını burada ifade ediyor.

Şimdi, bizim sevgilimiz ülkemizdir, memleketimizdir, devletimizdir, birbirimizdir. Bizler, birbirimizi sevmek, saymak, birbirimize anlayışlı davranmak mecburiyetindeyiz. Bu, bizim hem insanî vazifemiz hem de kendi vatandaşlık görevimizdir. Bize ilkokulda bunu öğrettiler, bu sevgi ve saygıyı öğrettiler. Küçüklere şefkât, büyüklere hürmet edilir, böyle olması lazım; fakat, toplumumuzda bu değerler yavaş yavaş yok olmaya başlayınca, birtakım sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.

İşte, Millî Eğitim Bakanlığımızın üzerine düşen en önemli görevlerinden birisi de, çocuklarımızı daha küçük yaştan itibaren önemli programlarla, onlara güzel kitaplar yazarak, onları en güzel şekilde yönlendirerek, çağdaş eğitimi vererek, aradaki açığı, mesafeyi kapatacak bir şekilde koşturarak, eğitim sistemini hazırlaması gerekir. Bize, kısır çekişmelerin, lüzumsuz çekişmelerin bir faydası yoktur; çünkü, herkes bu vatanın evladıdır, üç aşağı beş yukarı birbirimize benzeriz, eksikliklerimiz vardır; ama, birbirimizin eksiklerini tamamlamamız gerekir diyor; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının tümü üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 maddesini değiştiren yasa tasarısı, bizlere, yani, komisyona, 22.4.2003 tarihinde gönderildi, 24.4.2003 tarihinde saat 10.00'da tasarı görüşüldü. Yani, böyle bir yağmalama, talandan mal kaçırırcasına geliyor. Biraz önce Sayın Grup Başkanvekilim de bunu dile getirdi; ne acelesi varsa, bir an önce buyurun, senaryoyu okuyun ve sete çıkın. Sayın Çelik, hiçbir sektörde bu iş böyle olmadığı gibi, bu Yüce Mecliste de gerçekten olmamalı. Bu kanunları biz kendimiz için çıkarmıyoruz. Burada, asıllara görevli olan vekilleriz biz. Biz de, okuyalım, doğru bildiğimizi, yanlış bildiğimizi değerlendirelim ve burada tartışabilelim. Burada, mutlaka muhalefet yapma adına muhalefet yapmıyoruz biz. Cumhuriyet Halk Partisinin geleneğinde, disiplininde bu yoktur; ama, böyle, pazardan mal kaçırırcasına -bağışlayın- bunların getirilip dayatılması da, sanırım, sizin tarafınızdan da pek hoş görülmüyor.

Değerli arkadaşlar, komisyon üyeleri olarak yasa tasarısını inceleme zamanımız da olmadı. Millî Eğitim Bakanlığı, kamu çalışanlarının yaklaşık dörtte 1'ini oluşturan, binlerce yöneticisi bulunan, adı "millî" olan çok önemli bir bakanlıktır.

3797 sayılı Yasanın 56 ncı maddesinde yapılan değişiklikle, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği, Bakanlar Kurulundan ve Cumhurbaşkanının onayından alınarak Bakanlığa veriliyor. Bu durumda, her bakan değiştiğinde yönetmelik de değişir; kadrolaşma olur, partizanlık, kayırma ve keyfîlik doğar. Benden önce konuşan değerli hocam sayın hatip "efendim, biz tabanımızdan tepki alıyoruz, biz kadrolaşma yapamıyoruz" dedi ve hatta, bir olayı da anlattı. Pek öyle gözükmüyor; basında ve bizim bilgilerimiz dahilinde olduğu gibi, hiç öyle gözükmüyor. Ben 43 yaşındayım; bugüne kadar böyle bir kadrolaşmayı, ne Türkiye gördü ne Yüce Meclis gördü.

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Moğultay... Moğultay...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Bakınız, elimde, 27 sayfa, kadrolaşmayla ilgili isimler var ve ayrıca, kınamıyoruz, kızmıyoruz; işin doğası gereğidir, kişiler kendilerine yakın olanlarla çalışacaktır. Bu doğrudur; yani, sağında solunda, önünde arkasında bir çekirdek ekibi olacaktır; ama, bu, Türkiye'nin karakterini değiştirecek anlamda olmamalı.

Bakınız, bu atamaların karakterleri -saygı duyuyorum; hoş geldiler, sefa geldiler, burada milletvekilliği yapıyoruz- şöyle: Belediyelerden gelen 15 bakanımız ve milletvekilimiz var.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ne mahzuru var?!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Hiçbir mahzuru yok, saygı duyuyorum dedim efendim, saygı duyuyorum beyefendi; ayrıca, onur duyuyorum bundan. Ne güzel; yerel yönetimler, sizler gibi değerleri yetiştirmiş, gelmişsiniz. Çok teşekkür ederim. İsterseniz, lafım bittikten sonra buraya çıkıp bana cevap verebilirsiniz. Bir saygısızlık anlamında bunları söylemiyorum.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Anladım... Tamam...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Yani, mutlaka muhalefet olarak dinlemeyin; arz ediyorum beyefendi...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Estağfurullah...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Çok teşekkür ederim, çok sağ olun.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ben de teşekkür ederim.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Daha önce de, beni, oradan, artiste benzetmiştiniz. Ben de, sinema oyuncusu olduğumu; ama, artiste benzeyenin siz olduğunuzu söylemiştim. Bu lafları atmayın, hoş olmuyor gerçekten. Siz saygıdeğer bir insansınız, eski bir sporcusunuz değil mi efendim; örnek bir insansınız. Siz sporcunun, zeki, çevik ve ahlaklısına değer verirsiniz.

Evet efendim, bürokratlarla ilgili, büyükşehirden ve başka yerlerden gelen -isimleri vermeye gerek yok, saygısızlık olur, o isimleri vermeyelim- 15 kişi... Eş dost, akraba atamaları; bunların da isimlerini vermeye gerek yok; isterseniz vereyim. Yani, ben, Bayındırlık Bakanı isem -isimleri örnek olarak veriyorum- Kültür Bakanının yanında benim yeğenim; Kültür Bakanının yeğeni, Turizm Bakanının yanında. Yani, kadrolaşma olmamış diye şikâyet eden, belki de Hocam Sayın Özdemir, bu konulardan, Gruptan ve arkadaşlarından bilgilenemiyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak ben bilgilendireyim: Kadrolaşma yapılıyor da, belki, size düşmüyor sayın hocam!

Eş, dost, akraba atamaları, 21 tane; burada liyakat mi var, sadakat mi?.. Burada kanbağı mı var, ülke idaresi mi?.. Diyet borçlarıyla gelenler var. Zamanında arkadaşımız, İçişleri Bakanlığında müfettişlik yaparken herhangi bir belediyeyi teftişe gitmiş -malum belediyeyi- ve suçlu bulmamış. Beyefendileri şimdi, vali! Nasıl oluyorsa?! Bunun gibi, atamalarda diyet borçları da var.

Efendim, devam ediyorum, yani, üzülmeyesiniz diye, bu bazı atamalar, isimlerini vermeme gerek yok. 43 tane il sağlık müdürlüğünde değiştirilme; Sağlık Bakanlığında üstdüzeyde genel müdür, genel müdür yardımcıları, 25 kişi! Devlet Planlamada 17 kişi! Eh, burada ekonomik davranmışsınız, gerçekten, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinde sadece 3 kişiyle bu işi kotarmışsınız, gerçekten kutluyorum! Maliye Bakanlığında 9 kişi, Dış Ticaret Müsteşarlığında 17 kişi!.. Bunları uzatmaya gerek yok.

Şimdi asıl meseleye gelelim; bugün basından okudum, sanırım ki, sayın milletvekili arkadaşlarım da basından okumuştur; bu meselenin ne kadar ciddiyeti vardır, yoktur; bilmiyorum; basından okuduklarımızı da, tabiî ki, bu Yüce Mecliste dile getirmek, bizlerin hiç de tarzı olmaması gerekir; ama, izin verirseniz, bunu paylaşmak istiyorum. Türkiye'de bütün yapılanmalar içerisinde belediyeler ve taraflar bitti; efendim, işin acı tarafı, El Ezher Üniversitesinden geliyorlar!.. Biliyorsunuz, Mısır'da iki türlü eğitim vardır; bir laik eğitim, bir de şeriat eğitimi. Ben çok merak ediyorum; içinizde, yani, Yüce Meclise söylüyorum, içinizde çocuklarını Mısır'daki şeriat eğitimi veren okullara gönderen var mı?! (CHP sıralarından "Yok" sesleri, AK Parti sıralarından gürültüler) Ama, Amerika'ya, İngiltere'ye, Fransa'ya gönderenleri hepimiz biliyoruz. Yoksul çocuklar El Ezher Üniversitesinde şeriat eğitimine, sonra kadrolaşmaya; parası olanlar da başka bir yere! (AK Parti sıralarından gürültüler)

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - El Ezher bünyesinde...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyin, sizin de sözcülerinize söz veriyorum, onlar da kendi görüşlerini dile getirirler.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Soru sordu, biz de cevap verdik Sayın Başkan.

BAŞKAN - Soruyu Sayın Bakana sorarsınız, o bölüm var, istiyorsanız sorun.

Buyurun Sayın Şimşek.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; sözümün başında da arz etmeye çalıştım; sizin zarafetiniz ve benim buradan size hitabımda şu yanlışı yapmamam lazım; basında okudum ve bu, bir gün, iki gün değil, birkaç gündür... Eğer, bunun ciddiyeti yoksa, lütfen, tekzip edin, lütfen, buradan cevaplayın diye size yardımcı olmak adına söylüyorum.. Size yardımcı olmak adına söylüyorum...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hay Allah razı olsun!..

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Çok teşekkür ederim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 1999 yılında kabul edilen bugünkü yönetmelikle; yönetim aşamaları, bu aşamalarda yer alan görevler ve bu görevlerde en az çalışma süreleri, görev tanımları, atanacaklarda aranacak nitelikler, görevin gerektirdiği hizmetiçi eğitim, atanacakların seçimi, atanmaları, sınava girilecek yönetim görevleri, sınav, görevden alınma ve ayrılmaya ilişkin temel kurallar, yöneticilik formasyonu kazandıran programlar ve Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, müşavirlik, müfettişlik, uzmanlık, ataşelik gibi görevlerden yönetim aşamalarına, yönetim aşamalarından bu görevlere geçişler, okul ve kurumlarda yönetici olarak görevlendirileceklerin sayısının saptanmasına temel, esas ölçütler ve diğer öğeler ayrıntılarıyla belirtilmiştir ve kurala bağlanmıştır.

Şimdi, deniyor ki, 1041 kişi, geldiğimizde, vekil olarak verilmişti... Efendim, evet, 57 nci hükümet yanlış yapmış. Bu 1041 kişi...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - 5 000 hâkim ve savcıyı bir günde kim atadı; onları niye konuşmuyorsunuz?!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Beyefendi, çok zarifsiniz, çok teşekkür ederim, sağ olun!..

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onları niye konuşmuyorsunuz?!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, bu, şu an gündemde değil...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onları konuşun...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

Sayın Şimşek, buyurun.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Şimdi, ben, genelde, sayın milletvekilim, değerli arkadaşlarım; Yüce Meclise hitap ediyorum. Ben, cümle kurarak, kelimelerle kendimi ve hayatı ifade etmeyi sevmem. Eğer böyle bir şey varsa, sizin hakkınızdır, yarın bir yasa tasarısı üzerine konuşurken buyurun, bunu burada söyleyin. Bak, yolunu da öğreteyim size. Yolunu da öğrenin bu işlerin, fazla sinirlenmeyin.

Yani, 57 nci hükümet yanlış yapmış olabilir, 57 nci hükümet hizmetiçi eğitimi açmamış olabilir; 1 041 kişi görevden alındı ve o zaman Sayın Bakan Erkan Mumcu dediler ki: "Efendim, biz, vekâleten kimseyi atamayacağız, asıl olacaklar." Eğitim-Sen'in bize gönderdiği veya göreve, asıl değil de vekil olarak atananları bilen çevreden insanlar yüzlerce mesaj, yüzlerce faks gönderiyor; ama, bugüne kadar bunu dile getirmedik. Yani, 57 nci hükümet yanlış yaptı diye aynı yanlışın üzerine gitmek, doğruyu getirmez; yani, iki yanlış da bir doğru yapmaz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlıkça yapılacak yönetmelikte bu konuların nasıl olacağı belli değildir. Üstelik, 58 ve 59 uncu hükümet döneminde, özellikle Millî Eğitim Bakanlığında yapılan kadrolaşmalar güven vermemiştir, biraz önce arz ettiğim gibi.

11 Ocak 2003 tarih ve 24990 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğinde, Millî Eğitim Bakanlığı üst düzey yöneticilerinin atamalarında, 2003 yılı sonuna kadar yönetmelikteki koşulların aranmayacağını belirtmiştir. Buna göre birçok da atama yapılmıştır, hepinizin bilgisi dahilinde.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi bir kurallar düzenidir. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 2 nci maddesinde belirtilen hür ve bilimsel düşünme gücüne sahip kişileri yetiştirmek, ancak buna inanmış yöneticilerle olur ve ayrıca bu maddenin Anayasanın 128 inci maddesine de aykırılığı söz konusu. Anayasanın 128 inci maddesi, kamu personelinin niteliği, görevi, yetki ve görevde yükselmelerinin ancak kanunla düzenleneceğini emretmektedir. Söz konusu 56 ncı maddenin kaldırılıp, kamu personelinin bu niteliklerinin, Bakan tarafından yapılacak ve yürütülecek bir yönetmelikle düzenlenmesi, yönetmeliğe kanun gücü verir ki, bu durum, kamuda hukuksuzluğun önünü açar. Ayrıca, hazırlanacak yönetmeliğin yürütmesi Bakana ait olacağından, Bakan, her kadrolaşmak istendiğinde, bağımsızca atama yapabilecek ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 76 ncı maddesi de sık sık kullanılabilecektir. Bir önceki 57 nci hükümet döneminde, koalisyon olduğu için, kendi aralarında problemler çıktığı için 76 ncı maddeyi kullanamadılar. Yani, burada, istediğimiz gibi, masa tenisi gibi, bir öteye, bir bu tarafa gönderebileceğiz.

Şimdi, 62 nci maddeyle ilgili de bir saptamada bulunmak istiyorum. 3797 sayılı Kanunun 62 nci maddesinde yapılacak değişiklikle "öğretmen eşlerinin atanmalarında kullanılmak üzere, her ilin öğretmen norm kadro sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere, il millî eğitim müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilir"denmektedir. Ülke genelinde öğretmen dağılımında adaletsizlik olduğu gibi, il içinde ve okullar arasında da adaletsiz dağılım vardır. Kimi okullarda öğretmen yığılması ve fazlalığı görülürken, özellikle, köy ve yoksul mahallelerde öğretmen eksikliği olmaktadır. Bu yüzden, kadroların adaletli dağıtılabilmesi için, il müdürlükleri yerine, doğrudan okul müdürlüklerine verilmesi uygun olur. Hepimiz biliyoruz ki -biraz önce de arz etmeye çalıştım- il müdürlükleri, siyasetin, maalesef, sadece bugünkü 22 nci Dönem Meclisine ait değil, dünden beri bu böyle devam ettiği için, il müdürüne gelecek olan bir telefon, istendiği yere istediği kişiyi atayabilme hakkına ve durumuna sahip olacaktır. Bu da, gerçekten haksızlıklar ortaya getiriyor.

İstanbul'un merkezlerinde öğretmen fazlalıkları varken, varoşlarına gittiğinde bulamıyorsun. Yani, Bayburt'a gittiğinde bulamıyorsun, Muş'a gittiğinde bulamıyorsun. Yani, bunu, bir hak ve adalet içerisinde yapmakta fayda var. Burada, birilerini suçlamak, birilerini yok saymak, birilerini var saymak adına bunları konuşmuyoruz. Daha önce de bu kürsüyü kullanırken ifade etmeye çalıştım; biz, burada, mutlaka muhalefet anlayışıyla size bunları söylemiyoruz. Bu ülke, hepimizin ülkesi, hepimizin geleceği; bu ülkenin çocukları, hepimizin çocukları; burada bunu ifade ederken, ne olur, daha önceki yanlışlara düşmeyin. Ne idi daha önceki yanlışlar: Seçilme yaşını 25'e indirelim; bunu ifade ettik, önergeyi verdik, reddettiniz. Ee, 2/B ile beraber anayasa değişikliği olarak getirdiniz. Ekbütçe döneminde, sizlerin...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz de reddettiniz!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, arz ediyorum... İzin verirseniz sevgili vekil dostum, siz benden de büyüksünüz, küçüklerden değil de büyüklerden öğreneceğiz dinlemeyi!..

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz niye reddettiniz; ona cevap verin!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Hayır efendim, olur mu?!

Seçim beyannamenizde vardı; kandan KDV mi alınır!.. Ekbütçe çıktığı zaman dedik ki, kandan, ilaçtan KDV'yi sıfırlayalım; kalemden, defterden, kitaptan KDV'yi sıfırlayalım; onu da reddettiniz. Şimdi duyuyorum, komisyonlarda bunları konuşuyorsunuz.

Efendim, demokrasi herkese gerekli, herkese gerekli; laik demokratik cumhuriyet ise, dünyaya gerekli, Ortadoğu'ya gerekli. Bugün, düne kadar "hayır" diyenlerin işaret ettikleri bu Yüce Meclistir. Tek bir şeyi unutmayalım, unutmamaya özen gösterelim; ne idi: Sayın Özal -rahmetle anayım- diyordu ki, ben yaparsam, olur; şimdi de siz diyorsunuz ki, biz yaparsak, olur. "Biz yaparsak" dayatmasıyla ülke yönetilmez!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hükümet biziz de onun için.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, hükümet, siz değilsiniz; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümetidir! (CHP sıralarından alkışlar) İşte, problem burada; problem, AKP'nin hükümeti olması. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümeti olmayı sindirebilseniz, başımın üzerinde yeriniz var. (AK Parti sıralarından "ne alakası var" sesleri, gürültüler)

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Sindiremeyen sizsiniz!

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Yazık, yazık sana!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Yüce Meclisi... (AK Parti sıralarından gürültüler)

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Kıskançlık duymayın!

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, kelime olarak, benim değil, insanın doğasında kıskanmak vardır; ama, buradan, hiç kıskanacak tarafınızın olmadığını söyleyeyim; hiç kıskanılacak tarafınız yok! (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, Yüce Meclisi, sayın milletvekillerini, en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şimşek.

Şahsı adına, Bursa Milletvekilli Sayın Faruk Anbarcıoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve bizleri seyretmekte olan yüce halkımızı saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla, iki önemli konu önümüze gelmiş bulunmaktadır. Birincisi, Millî Eğitim Bakanlığının yönetim görevlerine atanacakların nitelik ve şartlarının, Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi hakkındadır; diğeri ise, şehitlerimizin eşlerinin atamalarında, hizmet puanı ve sıranın uygulanmaması hakkındadır.

Değerli arkadaşlar, önümüze gelen hükümet tasarısının özeti şudur: Kamu çalışanlarının görevde yükselmeleri ve atanmalarıyla ilgili Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan 15.3.1999 tarih ve 12647 sayılı kararın, her bakanlıkta olduğu gibi, Millî Eğitim Bakanlığının da, ayrıca bir işleme tabi tutulmaksızın, kendi yönetmeliğini çıkarmasıdır. 12647 sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre, her bakanlık, görevde yükselme ve atama yönetmeliklerini çıkardı; ancak, Millî Eğitim Bakanlığı için ayrı bir uygulamaya girildi; yani, Millî Eğitim Bakanlığı, çıkaracağı yönetmeliklerde, ikinci bir Bakanlar Kurulu kararıyla karşı karşıya kaldı.

Sayın milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için hantal devlet yapısının olmaması, bürokratik işlemlerin azaltılması, antidemokratik uygulamaların azamî seviyeye indirilmesi gerekir. Halbuki, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinden bir ay önce, azınlık ve seçim hükümeti tarafından, devlet memurlarının görevde yükselme ve atanmalarıyla ilgili bir Bakanlar Kurulu kararını çıkarması, zaten antidemokratik olan yasaları iyice çıkmaza itmiştir.

Böylece çıkarılacak olan yönetmeliklerin Bakanlar Kurulu şartına bağlanması, uygulamayı daha da zor bir hale sokmuştur. 1999 seçimlerinden sonra gelen koalisyon hükümeti ise, birbirlerine karşı olan güvensizlikleri nedeniyle bu demokrasi dışındaki uygulamayı kaldıramamış, tam tersine, sıkı sıkıya sarılmıştır.

3 Kasım 2002 seçimlerinde Yüce Türk Halkı, hem yolsuzlukların hem de demokrasi dışı uygulamaların biteceğine olan inancı tam olduğu için, Adalet ve Kalkınma Partisine büyük bir teveccühte bulunarak tek başına iktidara getirmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla 59 uncu cumhuriyet hükümetimiz, millî eğitim camiasına binlerce şehit veren öğretmenlerimizin eşleri ile ülkemiz için şehit olan kamu görevlilerinin atanmalarına kolaylık getirilmesini amaçlamaktadır. Bu kanunla, sürekli yer değiştirmeye tabi kamu personelinin öğretmen eşlerinin yer değiştirme suretiyle atanmalarında, hizmet ve sıra esası uygulanmaması hakkı getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; azınlık ve seçim hükümetinin Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan Görevde Yükselme ve Atanma Yönetmeliğine istinaden, her bakanlık gibi Millî Eğitim Bakanlığı da yönetmeliğini çıkardı ve 99-12654 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe girmiş oldu. Daha sonraki tarihlerde de, yine Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyacı olan konularda, her çıkan yönetmelik, Bakanlar Kurulunun onayıyla yürürlüğe girmiş oldu.

Sayın milletvekilleri, sizler de takdir edersiniz ki, Millî Eğitim Bakanlığının, her yönetmeliği Bakanlar Kuruluna götürmesinin, zaman, verimlilik ve konuların aciliyetinin göz önünde bulundurulması halinde, ne kadar yanlış bir uygulama olduğunu anlamış bulunuruz.

Size, şu ana kadar çıkmış olan, Resmî Gazetede yayımlanan bazı konulardan bahsetmek istiyorum.

Adalet Bakanlığı Görevde Yükselme Yönetmeliği, çıkış tarihi 2000; "bu yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür."

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme Yönetmeliği, madde 33, çıkış tarihi 1999; "bu yönetmelik hükümlerini Bayındırlık ve İskân Bakanı yürütür."

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Personelde Görev Yükselme Esaslarına Dair Yönetmelik; "bakan yürütür."

Çevre Bakanlığı -kısa geçmek istiyorum- "Çevre Bakanı yürütür."

Dışişleri Bakanlığındaki atamalar; "Dışişleri Bakanı yürütür."

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığındaki atamalar, yine "Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı yürütür."

Bunun gibi, tam 18 adet, bakanlık yürütmesine ilişkin tasarı varken, nedense, Millî Eğitim Bakanlığında, "Bakanlar Kurulu yürütür " gibi, anlaşılması zor bir durumla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim camiası, 60 000 kuruluşu, 18 000 000 öğrencisi, 600 000 öğretmeni ve 10 katrilyonluk bütçesiyle, büyük bir bakanlık. Uygulamada aksayan yönetmeliklerle, hem verimliliği hem etkinliği hem de başarısı, elbette düşecektir.

Gayri safî millî hâsıladaki payı hemen hemen her gün düşürülen bir Millî Eğitim bütçesi değil, tam tersine, yükselen bir Millî Eğitim Bakanlığı istiyoruz. Dolayısıyla da, böyle bir şekillenmede, çağdaş, donanımlı, bilgili, eğitimli gençleri, ancak bu kafayla yetiştirebiliriz.

Bizler, Millî Eğitimimizin önünü açmak yerine, yönetmeliklerle, önyargılarla ve çağdışı uygulamalarla, kapanmasını istemiyoruz.

Bakanlığın, 18 000 000'a yaklaşan öğrencisi ve 700 000'i bulan çalışanıyla, aktif, verimli, etkin, sorunları anında çözebilmesi için, kanunun verdiği bir hakkı, siyasî kaygılarla ve azınlık seçim hükümetinin çıkardığı bir yönetmelikle bağlayıcı kılmak ne kadar mantıklıdır; bunu takdirlerinize bırakıyorum.

Millî Eğitim gibi büyük bir bakanlığın işlerini, binlerce idareciyi vekâleten atayarak yürütmeye kalkışmak da, Türk millî eğitim sistemini felç eden en büyük unsur olmuştur. Vekâleten atanan yöneticilerin, atandığı görevlerde ne kadar kalıp kalmayacakları belirsiz durumda iken, ne kadar başarılı olabileceklerini de yine sizlerin takdirine bırakıyorum.

Şu anda, ilköğretim ve ortaöğretimde, görevini vekâleten yürüten okul müdürlerimizin oranı yüzde 45'i bulmaktadır. Türkiye çapındaki 81 ilimizin 41 millî eğitim müdürü vekâleten atanmış bulunmaktadır. İlim Bursa'daki durumu göz önüne aldığımızda, bu oranın yüzde 60'ın üzerinde olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.

Öğretmen ve yöneticilerin ders ve ekders ücretleri ve okullardaki görevli öğretmenlerin niteliklerine göre haftada okutmaları gereken ders saati sayısının tespiti için çıkarılan yönetmelik için Bakanlar Kurulunun onayına başvurulması, hantal devlet, işlemeyen bürokrasi, devlet hizmetini almaya çalışan vatandaşlarımıza illallah dedirtmekten öteye geçmemiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gayri safî millî hâsıladaki payı her yıl düşen ve sahip olduğu bütçenin yüzde 80'i personel giderlerine, yüzde 13'ü yatırımlara, yüzde 3'ü transfer giderlerine ve yüzde 3'ü, yine cari harcamalarına giden Türk millî eğitim sistemine zamanımızı, mesaimizi, kaynaklarımızı harcamak, ağır aksak yürüyen eğitimimizin önüne engeller koymak yerine, önündeki dikenleri kaldırmaktan yanayız.

AK Parti olarak, başta Millî Eğitim olmak üzere, her alanda toplumun önündeki demokrasidışı uygulamaları, yasakları, engelleri kaldırmak için, müteşebbislerimizin hür ortamda özgür bir şekilde ekonomik faaliyetlerini sürdürebilmeleri için, özgür ve daha demokratik bir Türkiye için, Avrupa Birliği standartlarına uygun bir Türkiye için çalışacağımızı Türk Halkına 3 Kasımda söz verdik ve bu sözden de caymaya hiç niyetimiz yok.

Sayın milletvekilleri, zaman zaman, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın, kadrolaşma noktasında birtakım sıkıntıları olduğunu işitiyoruz, kendi ağızlarından duyuyoruz. Ben size, 2001 yılında Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu zamanında, Teftiş Kurulunun almış olduğu bir kararı açıklamak istiyorum. Burada ismi geçen Bursa Millî Eğitim Müdürü Engin Özbek'tir. Bakın, kadrolaşma noktasında bir kere daha düşünülmesinde faydası olur inancıyla, müfettişlerin verdiği kararı aynen okuyorum.

Müfettişlerin raporundaki birinci madde: "Bursa Millî Eğitim Müdürü Engin Özbek'in, disiplin yönünden 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/C-a maddesi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezasıyla tecziyesi; idarî yönden, il millî eğitim müdürlüğü görevinin üzerinden alınarak, durumuna uygun bir okula öğretmen olarak atanmasının yapılması..." Bakın, bu, AK Parti tarafından hazırlanmış bir belge değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Anbarcıoğlu.

FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

2001 yılında, Metin Bostancıoğlu'nun müfettişlerince hazırlanan bir raporu sunuyorum size ve bu Millî Eğitim Müdürü, daha bir ay öncesine kadar, Bursa'da Millî Eğitim Müdürü olarak görevde kalmış birisidir. Söyler misiniz, kadrolaşmayı biz mi yapıyoruz yoksa başkaları mı?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Millî Eğitim Bakanlığı müfettişlerinin, görevden alınıp öğretmen olarak verilmesini istedikleri bu zat, Bursa gibi bir tarih ve kültür şehrinde, iki yıl gibi bir süre Millî Eğitim Müdürlüğünü sürdürmüş; ama, şu anda, ne yazık ki, Uludağ Üniversitesi Rektörü, yanına görevli olarak almıştır. Söyler misiniz kadrolaşmayı kim yapıyor?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Özür dilerim, selamlama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığımızın önündeki engellerin kaldırılması yolunda gelen bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi bir kez daha hatırlatarak; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Anbarcıoğlu.

Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda, Cumhuriyet Halk Partisine mensup değerli arkadaşlarımız, AK Partiye mensup değerli arkadaşlarımız, bu yapmak istediğimiz değişiklikle ilgili olarak görüşlerini ortaya koydular; bunların hepsini dikkate alarak, biz, komisyonda bazı değerlendirmeler yaptık, benzer değerlendirmeyi huzurlarınızda da yapmak istiyorum.

Aslında, bu mesele o kadar büyütüldü, o kadar egzejere edildi ki, ben de, zaman zaman, kendi kendime şöyle bir duyguya kapıldım; Allah Allah, acaba, hakikaten kötü bir şey mi yapıyoruz... Sonra, her değerlendirme yaptığımda anladım ki, hakikaten doğru bir şey yapıyoruz; niçin doğru yaptığımızı da ben arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, 1999 yılına kadar, Millî Eğitim Bakanlığında yapılan atamalar, atama ve görevde yükselmeler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun genel hükümlerine göre yapılıyordu. Bildiğiniz gibi, 1999 yılında, Başbakanlık, bir çerçeve Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliği hazırladı ve bütün bakanlıklara da, Başbakanlık tarafından bir talimat verildi. Denildi ki "her bakanlık, kendi atama ve görevde yükselme yönetmeliğini, Başbakanlığın çıkarmış olduğu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğine göre yeniden hazırlasın." Bütün bakanlıklar kendi yönetmeliklerini hazırladılar; ancak, azınlık hükümeti, Millî Eğitim Bakanlığının Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğini de hazırladı; öte yandan, bu yönetmeliğin değiştirilmesini de, burada yapılacak değişiklikleri de Bakanlar Kurulunun yetkisine verdi. Niçin verdi; bunu, doğrusunu isterseniz anlamak mümkün değil.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, idare hukukunun hükümlerine göre, bir devlette, bir devletin kurumlarında ve bir devletin bakanlıklarında, öncelikle genellik, sonra, iş ve işlemlerde paralellik ve eşitlik aranır. Bütün bakanlıklar, kendi görevde yükselme ve atama yönetmeliklerini kendileri hazırlarken, Millî Eğitim Bakanlığı uzmanlarının, üst düzey yöneticilerinin veya bakanlarının rüştüne mi güvenmiyoruz, onların bu konuda yeterli olmadığını mı düşünüyoruz ki, sadece Millî Eğitim Bakanlığının atama ve görevde yükselme yönetmeliğinin değiştirilmesini Bakanlar Kurulunun yetkisine veriyoruz?..

Bakınız, biraz önce, değerli arkadaşlarım, bunun bir kadrolaşma amacına yönelik olduğunu, üst düzey kadrolara, istediğimiz insanları getirebilmek için hazırlanmış olan bir kılıf olduğunu söylediler. Ben, bu konuda son derece müsterih olmanızı istirham ediyorum; çünkü, zaten, Ocak 2003'te, Sayın Erkan Mumcu arkadaşım Millî Eğitim Bakanı iken, yönetmelikte bir değişiklik yapılmış, bu değişiklik Bakanlar Kurulundan geçmiş ve Bakanlar Kurulundan geçen bu değişikliği de, Sayın Cumhurbaşkanımız onaylamış; yani, ben, şu anda, üst düzey kadrolara atama yapmak istediğim zaman, bu yönetmeliğin hükümleri zaten geçerli değil.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman, niye değiştiriyorsunuz Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Onu söyleyeceğim, müsaade ederseniz.

Yani, biz, merkezdeki, Bakanlığın merkez teşkilatındaki üst düzey kadrolara, istediğimiz insanları, yandaşlarımızı atayabilmek için böyle bir yönetmelik değişikliğine gitmiyoruz.

Biraz önce, değerli arkadaşım Berhan Şimşek ifade etti; dedi ki "57 nci hükümet döneminde, neredeyse bütün yöneticilikler vekâletle yürütülüyordu." Evet, doğru söylüyor. Erkan Bey geldi "bu vekâlet sisteminin kalkması gerekiyor; buraya, asaleten atamalar yapılması gerekiyor" dedi. Son derecede haklıydı. Bakın, değerli arkadaşlarım, şu anda, Millî Eğitim bakanlığı, Türkiye çapında -arkadaşlarım yüzde 60 falan diyor, ben yüzde 60 demiyorum- yüzde 85 - 90 oranında, vekâletle veya tedviren idare ediliyor. Sebep ne, onu söyleyeyim ben size. Şu anda yürürlükte olan atama ve görevde yükselme yönetmeliği, bir idarecinin atanabilmesi için, fevkalade zor şartlar getiriyor. Diyeceksiniz ki, olsun, Millî Eğitim Bakanlığına kaliteli yöneticiler getirelim. Peki, eğer bu yapılabiliyorsa, bizden önceki hükümet niçin bu atamaları yapamadı arkadaşlar. Bakınız, bir daire başkanını atayabilmeniz için, asgarî altı aylık bir süre gerekli. Hatta, geçenlerde gazetecilerle konuşurken, bana "ağırlaştırıcı hükümler nelerdir" dediler. Dedim ki: Burada istenen hükümlere bakarsanız, davul tozu, minare gölgesi, Hazreti İsa'nın nefesi türünden şartlar isteniyor. Yok; atayamıyorsunuz arkadaşlar. Millî Eğitim Bakanlığının, böyle önemli bir bakanlığın, tedviren veya vekâletle yönetilmesine benim gönlüm razı olmuyor.

Bakınız, bizden önce yapılan bir şeyi daha söyleyeyim: Eğer biz partizan davranmış olsaydık, biz, hassaten, yöneticiliklere kendi yandaşlarımızı atamak gibi bir endişe taşımış olsaydık... Bizden önceki hükümet zamanında, yani, ikibuçuk üç yıl önce bir sınav yapılmış; özellikle okul müdürlüklerine ve bazı şube müdürlüklerine atama yapılmasıyla ilgili bir sınav yapılmış ve bu sınavı 9 000 kişi kazanmış. Bakın, bizden önceki hükümetler, bu insanlar hizmet içi eğitimden geçmesine rağmen, bu sınavı kazanmış olmalarına rağmen, bunların atamasını yapmamış. Biz ne dedik; ben Bakan olduktan sonra dedim ki, devlette devamlılık vardır; bu arkadaşlar mademki sınava girmişler, bir hak kazanmışlar, bu kişiler kim olursa olsun, bunlar Türk millî eğitiminin mensuplarıdır ve ben bunların atamasını yaparım. Bir genelge yayımladık ve bu 9 000 kişinin tercih yapmasını istedik; hangi okulun hangi yöneticiliğine taliptir, hangi il veya ilçenin şube müdürlüğüne taliptir şeklinde tercih yapmalarını istedik. Bu tercihler bize gelmeye başladı ve biz, bu 9 000 kişinin atamasını yapacağız. Şimdi, partizanlık bu mu allahaşkına?! Kim bizim yerimizde olsa... Ben, şimdi, Bakan olarak, geçmişte yapılan bir uygulamadır, ben bunun üzerine çizgi çekiyorum desem ve iptal etsem, bundan dolayı kimse bana hesap falan da soramaz; çünkü, bu, Bakanlığın takdirine verilmiş olan bir meseledir. Ben, burada, keyfî davranarak bunu yapmıyorum.

Size çok daha önemli bir şey söyleyeyim, değerli arkadaşlar: Bakınız, bugüne kadar yaptığımız atamalar ortadadır. Şimdi, soruyorum size; ben, Millî Eğitim Bakanlığının dışından, bakın, üst düzeydeki yöneticiliklere şu anda çok rahatlıkla atama yapma hakkım olduğu halde, Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğinde de buna mani hiçbir hal olmamasına rağmen, şimdi, sorarım ben sizlere -Cumhuriyet Halk Partisinde, bütün atamaları takip eden değerli arkadaşlarım var; bakın, Berhan Bey de geldi; ona da soruyorum- şimdi, üst düzey yöneticiliklere atamak üzere, ben, Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatının dışından kaç insan getirip atamışım, söyler misiniz? Bakın, Berhan Beyin elindeki listede de yoktur eminim, bulamaz.

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Var efendim, var...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Yani, dışarıdan getirdiğim...

Bakın, dışarıdan getirdiğim, üniversitelerden 38'le görevlendirilmiş birkaç arkadaşım var. Malumunuz, 38'le gelenler geçici görevlendirmeyle gelirler. APK Başkanlığına, Devlet Planlama Teşkilatından bir arkadaşım atanmıştır. Bunun dışında, biz, burada, atama yaparken, elbette, kurum içerisinde liyakat, ehliyet ve kariyer sahibi olan insan varsa öncelikle onları mutlak surette tercih ediyoruz. Bizim şu anda getirdiğimiz değişiklikte de, bakın, şunu söylüyoruz arkadaşlar: "Yönetim görevlerine atanma ve bu görevlerde yükselmede kariyer ve liyakat esas alınır."

Bir şey daha söyleyeyim: Arkadaşlar, hazırlanan hangi yönetmelik yasaya aykırı olabilir?! Bizim şu anda huzurunuza getirdiğimiz bu yönetmelik Anayasaya aykırı olsa, zaten, böyle bir yönetmelik hazırlayamazsınız. Şu anda yürürlükte olan yasalara, meri kanunlara aykırı olsa, zaten, böyle bir şey yapamayız.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yasadaki kıstasları kaldırmışsınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, şunu söylüyorum: 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa aykırı bir durum söz konusu değil. 657'ye muhalefeten bir atama yapamayız, 657'ye aykırı bir atama yapamayız. Öte yandan, Başbakanlığın hazırlamış olduğu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğine aykırı bir atama yapamayız. Peki, sıkıntı ne o zaman arkadaşlar?

Tekrar söylüyorum; bakın, bir kez daha söyleyeyim; tekrarda belki fayda vardır. Zaten, üst düzey atamalarda, şu anda, bu yönetmeliğin hükümleri geçerli değil. Ben, Bakan olarak, uygun gördüğüm insanları üst düzey yöneticiliklerine zaten getirebilirim, böyle bir hakkım zaten var. Biz, taşrada, millî eğitimin, vekâlet sisteminden, vesayet sisteminden kurtulmasını istiyoruz; bütün yaptığımız budur. Şimdi, bütün bu anlatılanlardan sonra, kendi kendime bir vehme kapıldım; acaba, hakikaten mi kötü bir şey yapıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bütün bakanlıklarda bakanlara siyasî sorumluluklar yüklenmiştir. Bakınız, Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat Yasasında Millî Eğitim Bakanlığına çok ağır sorumluluklar ve yetkiler verilmiştir. Şimdi, bütün bunlar verilirken "efendim, Sayın Bakan gelirse, keyfî davranır" gibi bir endişeyle buna karşı çıkmanın anlamı yoktur.

Bakın, biraz önce Berhan Bey bir şey söyledi; dedi ki: "Eğer, böyle bir şey yapılırsa, 76 ncı madde kullanılabilecek." 76 ncı maddeyi kullanmaya mâni bir hal yok ki; şu anda da yok. Şimdi, 76 ncı maddeye mâni bir hal olmadığı gibi... Ben, size bir şey daha söyleyeyim. Bakınız, 76 ncı madde, bakanın, hiçbir şart aramaksızın, istediği insanı, istediği yere tayin etmesidir. Diyelim ki, bir öğretmenin tayini Hakkâri'ye çıktı, Iğdır'a çıktı veya Edirne'ye çıktı. Ben "görülen lüzum üzerine" ibaresini koymak üzere o öğretmeni Ankara'ya getirebilirim.

Şimdi, ben, arkadaşlarıma soruyorum: Bugüne kadar 76 ncı maddeyi bir tek sefer kullandığımı bilen var mı? Bakın arkadaşlar, bugüne kadar kesinlikle kullanılmamıştır ve arkadaşlarıma da söylüyorum. Milletvekili arkadaşlarım diyorlar ki: "Filan kez, filan yere tayin edildi; mağdur oldu, şöyle şöyle mazeretleri var. Sayın Bakan, onu filan yere tayin eder misin." Bakıyoruz, şartları uymuyor. Ben diyorum ki, arkadaşlar, 76 ncı maddeyi kullanmam.

Bakın, bu, yarın, çok zarurî bir hal olursa -neticede insanız- insanî bir mazeret söz konusu olursa, belki çok nadir hallerde kullanılabilir. Huzurlarınızda, ileride böyle bir şey olursa, burada bir taahhüt filan olarak almayın; ama, bugüne kadar tek bir sefer kullanılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, keyfî davranan bir insan, en iyi keyfîliği burada yapabilir; ama, bizim keyfî davranmak gibi bir niyetimiz yoktur arkadaşlar.

Yine, Berhan Bey konuşmasında bir noktaya temas etti, dedi ki: "Bu ülke, bu cumhuriyet, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir." Peki, bunda şüphesi olan mı var ve demokratik, laik cumhuriyetimizin, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini kabul etmeyen bir arkadaşımız mı var?!

Arkadaşlar, bunları, böyle, sık sık tekrarlamanın çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Bunun gereğini yapmamız lazım. Demokratik cumhuriyet, sonuna kadar... Laik cumhuriyet, sonuna kadar... Sosyal devlet ilkesi; beraber, sonuna kadar bunu takip edelim. Hukukun üstünlüğü; sonuna kadar bunları takip edelim; ama, bakınız, Değerli Grup Başkanvekili Mustafa Bey konuşmasında dedi ki: "Bu ne acele, bu ne telaş!.."

Mustafa Bey, acelemiz, telaşımız şundandır: Bakınız, eğitim, Türk millî eğitimi, âdeta kronik problemlerle boğuşan bir yapıya sahiptir. Nerede, hangi noktada, hangi birimde kutuyu kaldırıyorsanız, oradan küfler, oradan pis kokular çıkıyor. Türkiye'nin artık rölantide çalışmaya tahammülü yoktur.

Bakın, bu yasayı, biz, bir aydan uzun bir süre önce Başbakanlığa gönderdik; ama, takdir edersiniz ki, bu yasaların diğer bakanlıklara gitmesi, oralardan görüş gelmesi, komisyona gelmesi vesaire, epey bir zaman alıyor. Hem şu anda vekâlet sisteminin devamından şikâyet edeceğiz hem tedviren atamalardan şikâyet edeceğiz hem de Türk millî eğitimi gibi...

Mustafa Bey, bakınız, Türk millî eğitiminin meseleleri niçin çok acildir biliyor musunuz: 18 500 000 öğrencisi var bu ülkenin, 60 000 okulu var ve 700 000 küsur, 800 000'e yakın personeli var; bunun 650 000'i öğretmen ve öğretim elemanıdır. Böyle büyük bir kuruluşta olup biten her şey, 70 milyonun hepsini ilgilendiriyor. Niçin; sizin çocuğunuz olmayabilir; ama, bu çocuklardan birisi yeğeninizdir, birisi torununuzdur, birisi bir başka türlü akrabanızdır. Dolayısıyla, eğitim meselesiyle bütün 70 milyon insan ilgilidir ve dünyada eğitim konusunda alınan mesafelere baktığınız zaman da, bizim, çok, daha çok büyük mesafeler almamız gerektiği de ortadadır. Onun için, birbirimize birazcık itimat edelim arkadaşlar. Yani, biz, geleceğiz, yönetmeliği değiştireceğiz ve son derece keyfî bir şekilde atama yapacağız; böyle bir şey olabilir mi?!

Bakınız, teamüller ortadadır; kimin şube müdürü olacağı, kimin daire başkanı olacağı, genel müdür yardımcısı veya genel müdür olabileceği ortadadır. Bugüne kadar yaptığımız atamalarda kimse çıkıp bize "efendim, siz, bunlara tamamen aykırı, hiç hak etmeyen, bu şartları taşımayan falanları filanları da atadınız" gibi bir suçlama yöneltemez; çünkü, böyle bir şey bulamaz.

Değerli arkadaşlarım, onun için, ben, bu meselede kesinlikte bir tereddütünüzün olmamasını istirham ediyorum ve yapılan işlem kesinlikle daha seri, daha süratli hareket etmemizi sağlamaya yöneliktir. Bu seri hareket de -tekrar, bir kere daha ifade edeyim- kadrolaşmada serileşelim, bir an önce kendi yandaşlarımızı şu veya bu mansıplara getirelim endişesinden kaynaklanan bir serilik değildir. Ben, istediğim insanı üst düzey kadrolara şu andaki yönetmelikle zaten getirebiliyorum, Bakanlar Kurulunun gündeminde dünya kadar şey var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman niye telaş ediyorsunuz?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, bütün bakanlıklar kendi yönetmeliğini hazırlarken, siz, bizde bir eksiklik mi görüyorsunuz?! Dolayısıyla...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Hayır; o zaman aceleye ne hacet?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Müsaade edin...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Aceleye gerek yok!..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Kendi atama ve görevde yükseltme yönetmeliğimizi kendimiz hazırlayalım ve bunu hazırlarken de sizinle paylaşalım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kanunları paylaşmıyorsunuz, yönetmelikleri mi paylaşacaksınız?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, komisyonda da söyledim...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Anayasayı paylaşmıyorsunuz da yönetmeliği mi paylaşacaksınız?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Mustafa Bey, bunu bana söylerseniz... Bakın, bütün milletvekillerinin huzurunda zatıâlinize... (CHP sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz... Ben, sizden özel randevu aldım, anayasa değişikliğiyle ilgili, Grubunuzun kapısını çaldım, dedim ki: "Bakın, şu şu konularda anayasa değişikliği yapılması gerekiyor, buyurun bu anayasa değişikliğini beraber yapalım." Bana verdiğiniz cevap neydi Mustafa Bey?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - "Önce dokunulmazlıklardan başlayalım" dedim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Ben de size dedim ki: "Gelin, uzlaşma komisyonuna siz elaman verin, şu komisyonu oluşturun, ne yapılması gerekiyorsa beraber yapalım."

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Getirin, dokunulmazlığı bitirelim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, burada meseleyi, kesinlikle, kişiselleştirmenin bir anlamı yok; ama, hepinize tekrar şunu ifade ediyorum: Bu yasa değişikliğiyle ilgili yapılmak istenen şey tamamen iyi niyetli, tamamen, Türk millî eğitiminin daha seri, daha süratli çalışmasını temin etmeye yöneliktir; vekâlet ve tedvir sisteminin kaldırılarak, bir an önce işi sahiplenecek, asaleten atanacak insanların işbaşına getirilmesidir.

Değerli arkadaşlarım, birisi vekâleten görev yaptığı zaman o işi sahiplenemez; o insanı, o işe motive edemezsiniz, kendisini oranın yetkilisi olarak hissedemez; çünkü, her an, bir fiskeyle oradan alınma ihtimali var; biz, bunu gideriyoruz. Sonra ne yapıyoruz; bakınız, diğer maddede de bir itirazınızın olabileceğini sanmıyorum. "Burada eşitlik ilkesine aykırı bir durum var" diyor arkadaşlarım.

Bizim yapmaya çalıştığımız şey şudur arkadaşlar: Bir öğretmen kanunî izne ayrılıyor veya bir öğretmen askere gidiyor veya disiplin cezasıyla açığa alınıyor; bu öğretmenin yerine bugünkü norm kadro uygulamasından dolayı atama yapamıyorsunuz ve öğrenciler öğretmensiz kalıyor. Biz, her vilayete yüzde 5'lik boş kadro veriyoruz ve bu problemi gideriyoruz; artı, Türkiye'de, yasa gereği olarak, sürekli yer değiştirmeye tabi olan personel var. Kimdir bunlar; hâkimler, savcılardır, askerî personeldir, emniyet mensuplarıdır, maliyecilerdir ve daha birçok meslek grubu, yasa gereği olarak, sürekli yer değiştirmeye tabidir. Tayini Artvin'e çıkan bir polis şefine, siz diyebilir misiniz ki "Artvin'de norm kadromuz yoktur, senin eşin Mardin'de kalsın." Bu, insanî midir?! Biz, bu problemi çözüyoruz. Bununla da -tekrar ifade ediyorum- aileleri birleştirmeye yönelik bir adım atıyoruz; artı, şehit aileleriyle ilgili de bir yeni düzenleme getiriyoruz. Eşi vefat eden bir insan, norm kadrodan dolayı, kendisine sahip olabilecek, kendisini koruyabilecek yakınlarının yanına gidemiyordu; bununla ilgili bir istisna getiriyoruz ve bütün bunların, sizler tarafından da aslında makul, kabul edilen şeyler olduğunu biliyorum.

Değerli Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım yine dediler ki: "Bize yeteri kadar inceleme ve tartışma imkânı vermediniz." Berhan Bey, Grup adına konuştu; komisyon üyesi olduğu için onun zaten bu tasarıdan uzun zamandan beri haberi var ve komisyonda da bu mesele enine boyuna ele alındı. Diğer değerli arkadaşlarımın da, aslında, üzerinde uzun boylu düşünecekleri, tetkik yapabilecekleri, inceleme yapacakları bir şey yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 56 ncı maddedeki "Bakanlar Kurulu" ifadesini "Bakanlık" yapıyoruz; orada da "Bakan" yapmıyoruz "Bakanlık" yapıyoruz. Eğer, burada suiniyet ararsanız, yetki Bakanlar Kurulunda olduğu zaman da, bunu yine biz hazırlayacağız, benim istemediğim bir şey orada olmayacak zaten, Bakanlığın istemediği bir şey olmayacak. Ben, bunu, Bakanlar Kuruluna götüreceğim ve değerli arkadaşlarım da, Bakanlar Kurulu kararı olarak bunu çıkaracaklar. Yani, aklın gereği olan, rasyonel olan neyse, Bakanlık onu yapacaktır. Bakanlık olarak da bunu yaptığımız zaman, Bakanlar Kurulu olarak da yaptığımız zaman, makul, mantıklı, yasalara uygun neyse, o yapılacaktır. Bundan emin olmanızı ve bu konuda müsterih olmanızı diliyorum ve Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, şahısları adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekçioğlu'nun.

Buyurun Sayın Ekmekçioğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN EKMEKÇİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.

3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 maddesini değiştiren yasa taslağı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna gönderildi; taslak üzerinde yeterli çalışmalara fırsat verilmeden, bir oldubittiyle bu taslak görüşülerek oylanıyor ve komisyondan da acilen Genel Kurula indiriliyor. Bu acelecilik nedendir? Bunu anlamak mümkün değildir. Bu konunun alt komisyona havale edilip iyice tartışıldıktan sonra Genel Kurula indirilmesi gerekirdi. Tasarının ivedi olarak ele alınmasına karşı çıkıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı, kamu çalışanlarının yaklaşık dörtte 1'ini oluşturan, binlerce yöneticisi bulunan ve adı "Millî" olan bir bakanlıktır. 3797 sayılı Yasanın 56 ncı maddesinde yapılan değişiklikle, Millî Eğitim Bakanlığının yönetici atama, değerlendirme, göreve yükselme ve yer değiştirme yönetmeliği Bakanlar Kulunundan ve Cumhurbaşkanlığının onayından alınarak Bakanlığa veriliyor. Bu durumda, her bakan değişikliğinde yönetmelik değişirse kadrolaşma olur, partizanlık, kayırma, keyfîlik doğar. 1999 yılında kabul edilen bugünkü yönetmelikte yönetim aşamaları, bu aşamalarda yer alan görevler ve bu görevlerde en az çalışma süreleri, görev tanımları, atanacaklarda aranacak nitelikler, görevin gerektirdiği hizmetiçi eğitim, atanacakların seçimi, atamaları, sınavla getirilecek yönetim görevleri, sınav, görevden alma ve ayrılmaya ilişkin temel ve kurallar, yöneticilik formasyonu kazandırılan programlar, talim terbiye kurulu üyeliği, müşavirlik, müfettişlik, uzmanlık ve ataşelik gibi görevlerden yönetim aşamalarına, yönetim aşamalarından da bu görevlere geçişler, okul ve kurumlarda yönetici olarak görevlendirileceklerin sayısının saptanmasında temel esas ölçüler ve diğer öğeler ayrıntılarıyla belirtilmiş, kurallara bağlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Bakanlıkça yapılacak yönetmelikte bu konuların nasıl olacağı belli değildir. Üstelik, 58 inci ve 59 uncu hükümetler döneminde, özellikle Millî Bakanlığında yapılan kadrolaşmalar güven vermemiştir.

11 Ocak 2003 tarih ve 24990 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğinde, Millî Eğitim Bakanlığı üst düzey yöneticilerinin atamalarında, 2003 yılı sonuna kadar yönetmelikteki koşulların aranmayacağı belirtilmiş, buna göre birçok atama yapılmıştır. Zaten, şimdi de, 11 Ocakta askıya alınan yönetmelik, bu yasa tasarısıyla tamamen ortadan kaldırılmaktadır.

İşin doğrusu şudur: Her gelen iktidar, yasaları işine geldiği gibi değiştirmemelidir. Genel doğrular bellidir. Öyle bir gün gelir ki, bugün değiştirdiğiniz yasalara muhalefet edebilirsiniz. Yaşamış olduğumuz altı aylık sürede, 58 inci ve 59 ucu hükümetlerin buna benzer örneklerini görüp yaşadık.

Var olan yönetmeliğin işlememesi, Millî Eğitim Bakanlığı çalışanlarının ya da yöneticilerinin suçu değildir; onun gereklerini yerine getirmeyen bakanların tutumudur. Örneğin, yönetmelik çıktıktan sonra, Bakanlık, hiçbir hizmetiçi kurs açmamıştır; yöneticilik sınavını kazanan birçok kişiyi yöneticiliğe atamamıştır.

Demokrasi bir kurallar düzenidir. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 2 nci maddesinde belirtilen, hür ve bilimsel düşünce gücüne sahip kişiler yetiştirmek, ancak buna inanmış yöneticiler eliyle olur.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan 24 Nisan 2003 tarihli komisyon toplantısında yapmış olduğu konuşmada "insanlar şarap değildir ki, yıllar geçtikçe daha güzel olsun" demiştir. Bu bakış açısı çok yanlıştır. İnsanlar birikim ve deneyim sonucu daha değer ve önem kazanırlar. İnsanlar, bulundukları makamlarda, yıllar geçtikçe, kazandıkları tecrübelerin ışığında çok daha iyi hizmet yaparlar; bu süreçte, kıymet ve değerleri daha da artar.

3797 sayılı kanunun 62 nci maddesinde yapılacak değişiklikle, "...öğretmen eşlerinin atamalarında kullanılmak üzere her ilin öğretmen norm kadro sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere il millî eğitim müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilir." denilmektedir.

Ülke genelinde öğretmen dağılımında adaletsizlik olduğu gibi, il içerisinde ve okullar arasında adaletsiz dağılım vardır. Kimi okullarda öğretmen yığılması ve fazlalığı gözükürken, özellikle köy ve yoksul mahallelerde öğretmen eksikliği olmaktadır. Bu yüzden kadroların adaletli dağılması için, il müdürlükleri yerine, doğrudan okullara verilmesi gerekmektedir.

Sözlerime son verirken, bu tasarıya kişisel olarak hayır oyu vereceğimi belirtir, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ekmekçioğlu.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLÂT VE GÖREVLERİ HAKKINDA

KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI

MADDE 1. - 30.4.1992 tarihli ve 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 56 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Yöneticilerin sorumlulukları ve nitelikleri

Madde 56. - Bakanlık merkez, taşra ve yurt dışı teşkilâtının her kademesindeki yöneticiler, görevlerini mevzuata, plân, program ve emirlere uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten üst kademe yöneticilerine karşı sorumludur.

Yönetim görevlerine atanma ve bu görevlerde yükselmede kariyer ve liyakat esas alınır.

Yönetim görevlerine atanacaklarda aranacak nitelik ve diğer şartlar Bakanlıkça yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

1 inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE - (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok değerli milletvekilleri, elli yıldır eğitim trenini kaçırdık, çağın gereklerine uygun insan yetiştiremedik. Bana göre, bu ülkenin okullarında onyedi yıl öğretmenlik yapmış biri olarak, bütün iktidarlar suçlu, hepsi görevini yerine getiremedi. Böylesine büyük sorunların olduğu, eğitimle ilgili çok ciddî problemlerin olduğu bir ülkede, her yeni gelen bakan bir yeni model öneriyor, her gelen bakan bir kurtarıcı edasıyla geliyor ve Millî Eğitim Bakanına verilen yetkiler de öylesine büyük ki, sil baştan yapabiliyor, her şeyi değiştirebiliyor. Biri "kredili sistem" diyor, öbürü geliyor onu kaldırıyor; biri geliyor yabancı dil eğitimine ağırlık veriyor, öbürü onu değiştiriyor. Sorunlar böyle olunca; yani, Millî Eğitim Bakanına verilen yetki böylesine büyük olunca, ülkenin sorunları da bir türlü çözülmüyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, kadrolaşmayla ilgili, biz sürekli olarak kadrolaşma olduğunu, siz de olmadığını söylüyorsunuz; hatta, bunu o kadar güzel ifade ediyorsunuz ki, zaman zaman örgütünüzün bile tepki gösterdiğini sanıyorum. Ya, gerçekten, kadrolaşmıyor muyuz; gerçekten, kendi adamlarımızı korumuyor muyuz; bunu kendi örgütlerinizin bile sorduğunu düşünüyorum. Şimdi, ben, size bir örnek vermek istiyorum; belgeyle konuşmak istiyorum.

Çok değerli milletvekilleri, bakınız, 19 Ocak 2001 tarihinde Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu imzalı bir genelge var; deniyor ki: "Bakanlığımız kadrolarında olagelen değişiklikler ve yapılan düzenlemeler çerçevesinde personel gereksiniminin bulunduğu genel idare hizmetleri sınıfında 'memur' ve yardımcı hizmetler sınıfında 'hizmetli' kadrolarına personel nakli yapılabilecektir." Aranan niteliklerin, aranan koşulların bir maddesini okuyayım; 5 inci maddesi: "Genel lise, ticaret meslek lisesi, kız meslek lisesi, anadolu lisesi, çok programlı lise veya bunlara dayalı daha üst öğrenimli olmak." 19 Ocak 2001 tarihli genelge.

Şimdi, bir başka genelge var elimde. 17 Şubat 2003 tarihli genelge; Millî Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu. "Kurumlararası yer değişikliğine ilişkin ilgi genelgenin memur kadroları için aranacak koşulların belirlendiği 5 inci maddesi, en az ortaöğrenimli olmak şeklinde değiştirilmiştir."

Bakınız, şimdi, burada, bunun altındaki çapanoğlu nedir? Neden, hep biz bir şeyler arıyoruz? Zaman zaman, bizi çok kuşkucu olmakla eleştiriyorsunuz "yani, bu kadar iyi şeylere de karşı çıkıyorsunuz" diyorsunuz. Şimdi, ben, bunu, size açayım: Siz, Millî Eğitim Bakanlığının personeline "Meclise geçmeniz serbesttir" deseniz, Millî Eğitim personelinin tümü Meclisin memuru olmak ister; çünkü, Meclisin memurlarının özlük hakları, Millî Eğitimin memurlarının özlük haklarından daha iyidir, bunu herkes bilir. Peki, bunun tersi olur mu? Meclisin memurlarına "buyurun, Millî Eğitimin memuru olun" deseniz, geçmezler.

Şimdi, buradaki olay şu: Bir küçük ilde, bu genelgeye dayanarak, 30 imam sakın ha, küçümsemiyorum; sakın ha, yanlış anlamayın. Kimsenin...

AHMET YENİ (Samsun) - Yanlış başladın!..

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız, 30 imam, Millî Eğitim Müdürlüğünde memur olmak istiyor. Neden; çünkü, bu arkadaşlarımız, köylerde, daha alt gelir grubunun mensupları; yani, daha az ücret alıyor bunlar. Bu, doğru. İmamlar, Millî Eğitimin personeline göre daha az ücret alıyorlar; bunu biliyoruz hepimiz.

Şimdi, bu ne olacak biliyor musunuz? Mesela, altı ay içinde bu çıkacak; 5 000 imam, bu genelgeye dayanarak, Millî Eğitimde memur olmak isteyecek. Bu sefer, Diyanet İşleri Başkanlığının        5 000 imam kadrosu azalacak, 5 000 de oraya alacağız... İşte, kadrolaşma bu. O genelgenin 5 inci maddesini değiştirerek, işte bu şekilde kadrolaşma yapılıyor. Ha, kadrolaşma... Bir iktidarın buna hakkı yok mudur? Bir iktidar...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hayalî şeyler söylüyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakın, hayalî değil. O genelgeyi niye değiştiriyorsunuz?

AHMET YENİ (Samsun) - Hayalî şeyler bunlar.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Peki, neden o 5 inci madde değişiyor; şunun için...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayalini mi anlatıyorsun?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Efendim, hayal anlatmıyorum; size bunun fotokopisini vereyim.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - O imamlar hayal mi, dediğin doğru mu?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Sayın milletvekilim, burada deniliyor ki, genelgenin 5 inci maddesinin değiştirilmesinin altında yatan neden, sadece ve sadece, o arkadaşlarımızın geçişini sağlamak içindir; yoksa, neden değiştirildi?

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ne alakası var?!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Neden değiştirildi?

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hiç alakası yok. Dinlemediniz!..

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız, bir iktidar kadrolaşma yapar. Burada, hangimiz Millî Eğitim Bakanı olsa, kendi müsteşarını, kendi genel müdürünü seçme hakkı olmalıdır. Bu, doğrudur, yanlış da değildir; ama, bu, hizmetliye kadar, yardımcı memura kadar... İşte, kadrolaşmadan kastımız budur. Yoksa, siz bir genel müdürü değiştirirsiniz; kendi çalışma arkadaşlarınızı, yakın çalışma arkadaşlarınızı tercih hakkınız tabiî ki vardır... Siz, hizmetlilere kadar iniyorsunuz, memurlara kadar iniyorsunuz.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hangi gazeteden aldınız bunu?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Gazeteden almadım beyefendi, değerli milletvekilim, gazeteden almadım; Sayın Bakanın imzası var bunda. Genelge diyorum, gazeteden mi aldın diyor. Ben, Türkçe konuşuyorum. Bakanın imzası var, fotokopisini size şimdi veririm.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Arada sırada "şunlar hayalimdir" de de anlayalım.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli milletvekilleri...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu genelgede imam mı var?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - O genelgede imam mı yazılı?

BAŞKAN - Sayın Kacır...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - İmam var mı o genelgede?

BAŞKAN - Sayın Kacır, lütfen, müdahale etmeyin.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Siz, allahaşkına, şu mikrofonu, şurayı kullansanız da sizin nasıl konuştuğunuzu bir duysam. İşiniz gücünüz orada oturup sataşmak. (CHP sıralarından alkışlar) Allahaşkına, bir gün şuraya çıkın da bir konuşun.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sabırlı olun!..

MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Bakan hepsini izah etti; dinlemediniz ki!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Çok değerli milletvekilleri, şimdi, kaç tanesini aldık... Verelim o zaman listeyi; hangi ili istiyorsanız... İl il çıkardık, burada. Kim, eski görevi, yeni görevi; yani, 3 Kasımdan bu yana Millî Eğitimde neler değişti, listesi burada; son 15 günlük değişimler... Güncelleştiremedik, kusura bakmayın.

Antalya Millî Eğitim Müdürünü tanımam, etmem, bilmem, hiç bilmem; ama, şunu bilirim ben: Antalya, son beş yıldır üniversite sınavlarında ya birinci ya ilk beşte; iki gün önce görevden alındı. Herhalde, İzmir Millî Eğitim Müdürü de bugün görevden alındı. Ben bunları soruyorum. Bunları sormayacak mıyız, söylemeyecek miyiz?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, çok ciddî problemler var. Millî Eğitimin öyle ciddî problemleri var ki, sizi inandırmakta belki zorlanacağım; ama, hiçbir okulda lise 3 üncü sınıflarda ders yapılmıyor, bitmiş fiilen.

RESUL TOSUN (Tokat) - Neden?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Nedenini anlatayım. Nedeni şu: Lise 3 üncü sınıftan soru sormadığınız için, sınav sistemi... Bunu çözmemiz lazım. Bu, Meclisin en öncelikli sorunudur.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Ben size teşekkür ediyorum.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Lise 3 üncü sınıfta, çocukların hepsi hastadır, hepsi raporludur. Size gelmiyorlar mı rapor almaları için?

RESUL TOSUN (Tokat) - Haberimiz var; gelin beraber çözelim, muhalefet yapmayın.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Muhalefet yapmıyorum sayın milletvekilim; ben, bu sorunu anlatıyorum. En acil sorun bu, lise 3 üncü sınflar bitmiş.

RESUL TOSUN (Tokat) - Katılıyorum.

MUHARREM İNCE (Devamla) - 10 Mayısta öğretmenler Millî Eğitim Bakanlığının önüne gelecek; bundan haberiniz var mı?

RESUL TOSUN (Tokat) - Haberimiz var.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Hazırlık yapıyorlar, 10 Mayısta Millî Eğitim Bakanlığının önüne gelecekler.

RESUL TOSUN (Tokat) - 56 ve 61'le alakası yok konuştuğumuz maddenin.

MUHARREM İNCE (Devamla) - 56 ile 61'i bırakın, bizim adamlarımızı şube müdürü yapmayı, millî eğitim müdürü yapmayı bırakın da, lise 3 üncü sınıfların sorunlarını çözelim; 10 Mayısta öğretmenler neden oraya geliyor, onu çözelim; ekders ücretlerini 10 gün, 15 gün neden geç ödedik, onu çözelim.

Değerli arkadaşlarım, kadrolaşma yok... Öbür taraftan Talim Terbiye Kurulu başta olmak üzere, kilit kadrolar her gün yeni isimlerle değiştiriliyor.

Şimdi, bakınız, çelişki, insanların kuşkusu, korkusu, belki de uygulamalardan kaynaklanıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir saniye, Sayın İnce...

Buyurun.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Öğretmenler dörde ayrılacak; stajyer öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen. "Buna itirazınız var mı?" Benim itirazım yok; ama, nasıl belirlenecek; itirazım buna, korkum buna... Yani, bu ülkede millî eğitimin yönetici kadrolarıyla bütün siyasetçiler oynamıştır; şimdi, sıra, bir de öğretmenlere mi indi?! Nasıl belirleyeceğiz bunu; sınav mı olacak, torpil mi olacak, ne olacak; sizin takım, bizim takım mı olacak? Korkum buradan... İşin özüyle ilgili...

Ders kitapları bedava verilecekti, Sayın Erkan Mumcu öyle demişti. Şimdi, Sayın Bakanımız da, herhalde, öğretmenlere bilgisayar vereceğini söylüyor. Bu da bedava mı olacak, nasıl olacak; bunları bir konuşalım. Yoksa "millî eğitim müdürü Ahmet Bey olmuş, Ayşe Hanım olmuş, sizin takımdan olmuş, bizim takımdan olmuş" mantığında değilim; ben bunlarla uğraşmıyorum.

Değerli arkadaşlarım...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bizim takım yok. Hiçbir zaman iktidarda olmadığımız için bizim takım yok.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bizim takım... Bekliyoruz... (Gülüşmeler) Bekleriz de...

AHMET YENİ (Samsun) - Açık verdin!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Açık vermiyorum, merak etmeyin.

Ben, şunu söyleyeyim size: Bence, öyle büyük bir sorumluluğunuz var ki, son elli yılda üç büyük iktidar geldi, tek başına iktidar oldu; biri, Menderes hükümetiydi, biri Özal'ın hükümetiydi, bir de siz geldiniz. Çok güçlü geldiniz. İnanın, böylesine güçlü iktidar gelmemişti. Üç tane çok büyük iktidar oldu. Bu ciddî problemleri çözmemiz lazım.

Bana göre, kişisel düşüncem -inanın, muhalefet olsun diye söylemiyorum- biraz tribünlere oynuyorsunuz, biraz zaman dolduruyorsunuz, işin özüne yönelik iş yapmıyorsunuz. Ben, size, millî eğitimle ilgili alt alta 50 tane problem sayarım. Sayın Bakanımız açıklama yapıyor: "Bu kadar fen-edebiyat fakültesine gerek yok." Fen-edebiyat fakülteleri, her kurulan üniversite için bir zorunluluktur.

BAŞKAN - Sayın İnce, sözlerinizi toparlar mısınız.

MUHARREM İNCE (Devamla) - İşin özünü tartışalım diyorum.

Teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.

Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Bakan, toptan cevap verseydiniz, her maddede cevap verirseniz, yorulursunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ama, Sayın Başkanım, madde üzerinde konuşma yapıldığı için, ona cevap vereceğim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yalnız, daha konuşacaklarımız var madde üzerinde.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, Antalya Milletvekilimiz Sayın Muharrem İnce'nin 1 inci madde...

BAŞKAN - Yalova...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yalova Milletvekili.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Affedersiniz.

Yalova Milletvekilimizin 1 inci madde üzerinde yapmış olduğu konuşmadan sonra söz alma gereği duydum. Muharrem Bey, soy ismi gibi, soy ismiyle müsemma bir arkadaşımızdır; yani, kendisi ince bir arkadaşımızdır; ama, burada yaptığı bazı açıklamalar ve eleştirilerin, pek, soy ismi gibi olmadığını söylemek zorundayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Öncelikle, bütün Cumhuriyet Halk Partili arkadaşların söylediği bir şey var: "Eğer bu yönetmelik değişirse, gelen her bakan keyfî davranır, memleket elden gider." Arkadaşlar, eğer durum bu kadar trajikse, eğer durum bu kadar vahimse, diğer bütün bakanlıklar yandı, gitti; çünkü, hepsini bakanlık belirliyor. Yani, bu, bir tezat. Kendi kendimizle tezada düşmeyelim. Millî Eğitim Bakanlığının dışındaki bütün bakanlıklarda, bakanlık, atama ve görevde yükselme yönetmeliğini kendisi hazırlıyor. Eğer, bu mesele bu kadar ciddî bir meseleyse, gerçekten çok vahim bir durum var ortada demektir. Yok böyle bir şey; kendi kendimize böyle kuruntu yapmayalım bunları!

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Millî Savunma Bakanlığında var Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Geçelim diğer konulara.

Arkadaşım Sayın Erkan Mumcu'nun yaptığı yönetmelik değişikliğini, Muharrem Bey, burada, hiç de vaki olmamış biçimiyle anlattı. Evet, böyle bir yönetmelik değişikliği yapılmıştır. Daha doğrusu, yönetmelik değil, daha önce yayımlanan bir genelgenin bir maddesi değiştirilmiştir ve iyi yapmıştır, eline sağlık. Niye; çünkü, eşitlik ilkesine aykırı olan bir durumu düzeltmiştir.

Şimdi, diyelim ki, biz, milletvekillerimiz arasında, şu veya bu meseleyle ilgili olarak bir seçme yapsak. Efendim, ticaret lisesi mezunu olan milletvekilleri beri gelsin; ama, endüstri meslek lisesi mezunu olan milletvekilleri yerinde otursun şeklindeki bir yaklaşım, ilkel bir yaklaşımdır. Genel idarî hizmetler sınıfında çalışan memurların hangi özelliklere sahip olmaları gerektiği bellidir, yardımcı idarî hizmetler sınıfında, sağlık hizmetleri sınıfında, teknik hizmetler sınıfında çalışan insanların hangi özellikleri taşımaları gerektiği bellidir.

Şimdi, Muharrem Bey diyor ki: "Küçük bir ilimizde, 30 tane imam, Millî Eğitim teşkilatına geçmek istiyor ve bunun için böyle bir şey yapılmış." Bakınız, işte, burada bürokrat arkadaşlarım. Ne Erkan Bey döneminde ne de benim dönemimde, bırakın, 30 tane imamın, Millî Eğitim teşkilatına geçişini, bir kişi bile geçmemiştir. Muharrem Bey, bunu nereden çıkarıyorsunuz allahaşkına?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - 30 müracaat yapılmıştır Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, çok ayıp ama; bakın, çok ayıp... Muharrem Bey, 30 değil, 300 kişi de müracaat edebilir. Bakın, ben, size şunu söyleyeyim...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakan, yeni olmuş demedim, olacak dedim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, Muharrem Bey "Olacak" demek, çok ayıp bir şey. Bize imam hatip mezunu da naklen geçiş için müracaat edebilir, ticaret lisesi mezunu da, öğretmen lisesi mezunu da müracaat edebilir ve şartları uygunsa... Ben, burada, daha önce, huzurlarınızda bir şey söyledim arkadaşlar; bu imam hatip takıntısından vazgeçelim. Daha önce söyledim. Bunlar cüzamlı falan değil. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu ülkenin okullarında, Türk millî eğitim sistemi içerisinde, Türk millî eğitiminin denetimine tabi okullarımızı, böyle üvey kardeş, asıl kardeş, birisi akredite, birisi değil, birisi makbul, birisi muzur şeklinde lütfen sınıflandırmayalım. Bu doğru bir şey değil. (CHP sıralarından "Yok öyle bir şey" sesleri)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakan, öyle bir şey yok.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Bakan, o takıntı sizde, bizim öyle bir takıntımız yok.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, kelimelerin altındaki manaları bilen bir arkadaşınızım. Söylenenler işi oraya götürüyor. Biz, hangimizin ne dediğini çok iyi anlıyoruz...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım, haksızlık yapıyorsunuz; ben, o okulda üç yıl öğretmenlik yaptım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, gelelim... Muharrem Bey, müsaade eder misiniz...

Değerli arkadaşlar, Muharrem Bey dedi ki: "Ben, size Türk millî eğitiminin, şu anda, 50 tane problemini sayarım." Doğru söylüyor, Türk millî eğitimine gösterdiği ilgiden dolayı, Türk millî eğitim sistemiyle yakından ilgilendiği için, ayrıca, ben kendisine teşekkür ediyorum. Keşke, bütün milletvekili arkadaşlarımız, bu kadar yakından ilgilense; ama, sizin, o, sadece, saydığınız problemleri, ben kademe kademe çözmeye çalışıyorum ve çözüyorum. Hatta, bazı yazarlar son günlerde diyorlar ki: "Yahu, bu Hüseyin Çelik'i anlamak mümkün değil. Yıllardır Millî Eğitim Bakanı olmanın hayalini kuruyor. Gelir gelmez yirmi işe birden el attı. Korkarım ki, bu hızla işler yolunda gitmez, yanlış olur." Yavaş gitseniz, niçin yavaş gidiyor, hızlı gitseniz, niçin hızlı gidiyor... Ben nasıl gittiğimi, kaç kilometreyle gittiğimi çok iyi bilen bir arkadaşınızım.

Şunu söyleyeyim arkadaşlar: Millî Eğitim Bakanlığının farklı birimleri vardır. Örnek olarak söylüyorum size. Bakınız, vergi mevzuatında bir değişiklik yaptık; dedik ki: Bundan sonra, okul ve yurt yaptıranlar, bütün yaptıkları harcamaları masraf gösterip vergiden düşebilsinler. Biz, bununla, okul yapımında bir patlama bekliyoruz. Bu fena mı oldu?!

Öte yandan, bakınız, İmar Yasasının 18 inci maddesinde bir değişiklik yapıyoruz. Birkaç gün sonra sizin önünüze gelecek. Orada şunu getiriyoruz. Biliyorsunuz, İmar Yasasının 18 inci maddesinde, belediyelerin yapmış olduğu düzenleme, "ortaklık payı" diye bir şey var. Burada, yol, meydan, yeşil alan, çocuk parkı, mabet, öte tarafta karakol var; ama, okul yok. Bunun başına okul getiriyoruz. Yakında önünüze gelecek. Şimdi bunu yapmasa mıydık biz?! İmar Yasasında okul yeri gösterilen, vatandaşa ait arsalar var; devlet, yani, Millî Eğitim Bakanlığı, parasını verip istimlak edemiyor. Vatandaşa, kendi arazisi üzerinde bina yapmaya da izin vermiyoruz, satmaya da izin vermiyoruz. Bugüne kadar, bu, kanayan bir yara olarak devam ediyordu. Sayın Başbakanıma konuyu ilettim, Sayın Maliye Bakanıyla konuştuk ve bunu da takasla çözeceğiz. Şimdi fena mı oldu arkadaşlar?!

Lise 3 üncü sınıfların rapor alarak okula gitmediklerini, ben günlerdir söylüyorum. ÖSS sisteminde değişiklik yapılması gerektiğini söylüyorum. ÖSYM Başkanını Bakanlığa davet ettim, Sayın YÖK Başkanını Bakanlığa davet ettim. Bu problemin çözülmesi için ne yapılması gerekiyorsa, biz, uzlaşarak bunlarla bu konuyu çözmeye çalıştık; fakat "yetki bizdedir, bu doğrudur" diyorlar. Biz size diyoruz ki: Tıpkı sizin parti programınızda olduğu gibi, gelin, YÖK'ü beraber değiştirelim, bir koordinasyon kurulu haline getirelim. Biz buna çalışıyoruz, siz yan çiziyorsunuz. Şimdi, bunu yapmasa mıydık biz arkadaşlar?!

Bakın, daha neler yapıyoruz, ben size söyleyeyim. Millî Eğitimin her meselesinden haberimiz vardır, hepsiyle ilgili projelerimiz vardır ve hepsiyle ilgili en ileri adımlar atılıyor.

Türkiye'de özel okullaşma yüzde 1,3 oranındadır. Özel okullaşmayı destekleyeceğiz.

Öte taraftan, bakın, taşımalı eğitimde ciddî problemler var; bununla çok yakından ilgileniyoruz.

Müfredat meselesi... Arkadaşlar, hepimiz yıllar yılıdır hep demiyor muyuz, bu Türk millî eğitim sistemi ezbere bir sisteme, ezberci bir sisteme dayalı olarak yürüyor diye?! Biz, bunu kökünden değiştirmek için çok radikal adımlar atıyoruz; enformatif dediğimiz yöntemi terk ediyoruz, dünyada çağdaş öğretim dediğimiz, konstraktif dediğimiz inşacı bir yöntem getiriyoruz. Buna bağlı olarak, millî eğitim müfredatının yeniden ele alınması, ders kitaplarının yeniden hazırlanması için gerekli altyapı hazırlıkları hemen hemen bitti. Bununla ilgili çok ciddî adımlar atıyoruz.

Bakın, öğretmenliğin kademelendirilmesiyle ilgili olarak Muharrem Bey dedi ki: "Böyle söyleniyor; ama, nasıl yapılacak?" Arkadaşlar, ben, bunu, günlerdir televizyon programlarında anlatıyorum. Birbirimize muhalefet etmek için, lütfen, bunları yapmayalım. Bugüne kadar gelen hiçbir iktidar buna cesaret edemedi, bunu yapmadı arkadaşlar.

Bakınız, ne yapıyoruz: Bir öğretmen göreve başladığı zaman, öğretmen olarak başlıyor; 40 sene sonra emekli oluyor, yine öğretmen olarak emekli oluyor. Biz diyoruz ki, öğretmenlerimizin kendilerini sürekli yenilemeleri için, öğretmenlerimizin kendi branşlarında kendilerini yetiştirmeleri için, kitapla uğraşmaları için öğretmenliği kademelendireceğiz; sizin de saydığınız gibi, stajyer öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen diye kademelendireceğiz. Her kademede bir tez olacak, her kademede merkezî bir sınav olacak. Peki, merkezî sınav olduğu zaman, bu işin içerisinde bilimsel tez olduğu zaman, biz, bu konuda nasıl partizanlık yapabiliriz arkadaşlar?

Birbirimizin niyetini sorgulamaktan vazgeçelim. Bu, atılması gereken, Türk millî eğitim sisteminde devrim mahiyetinde bir uygulamadır arkadaşlar.(AK Parti sıralarından alkışlar)

Bakın, Muharrem Bey bir şey daha söyledi. Efendim, biz, Talim Terbiye Kurulunda yapılanma yapıyormuşuz. Bakın, ben size bir şey söyleyeyim arkadaşlar. Bugüne kadar, Talim Terbiye Kuruluna, gelen bütün iktidarlar, kendilerine yakın incelemeciler getirmiş ve özellikle, kendilerine yakın yayınevlerinin, kendilerine yakın müelliflerin kitaplarını Talim ve Terbiye Kurulundan geçirerek, onlara rant sağlamışlardır. Bu böyle midir?!.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Aynen öyledir.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Birçok dedikodunun döndüğünü de biliyor muyuz?! (AK Parti sıralarından "Doğrudur" sesleri) Eğer, biz partizanca davransaydık, bu sistemi sürdürürdük.

Bakın, biz ne yapıyoruz, onu söyleyeyim ben size: Biz, ders kitaplarının dışında, yardımcı ders kitaplarının, artık, Talim ve Terbiye Kurulundan geçmesini kaldırıyoruz ortadan.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

Bununla yapmaya çalıştığımız da şudur arkadaşlar: Eğer, bir kitapta uygunsuz bir şey varsa, cumhuriyet savcıları o kitabın müellifinin veya yayınevinin yakasına yapışsın. Zaten, okullarımızda, kitaplar kütüphanelere seçilirken bir komisyon kuruluyor. Bu kitapları Talim ve Terbiye Kurulundan geçirmenin hiçbir anlamının olmadığını düşünüyorum. Geniş bir zamanda bunun bütün detaylarını da değerli milletvekili arkadaşlarıma izah ederim.

Ders kitaplarını bedava vereceğiz dedik. Biz, bu sözümüzden vazgeçmiş değiliz ki! Ders kitaplarını bu yıl bile bedava verebilmek için gerekli para ayrılmıştır, bloke edilmiştir; ama, burada bir sıkıntı var; bir yığın kitap, birçok çeşit kitap olduğu için, Millî Eğitim Bakanlığı olarak hangi kitapları alacağız ve bunların dağıtımında yayınevlerinin, kitapçılarımızın, yani, sektörün zarar görmemesi için alınması gereken bazı tedbirler var. Talim ve Terbiye Kurulundaki arkadaşlarım ile Yayıncılar Birliği bir araya gelecekler... Bir taraftan, bu işin ekonomik bir ayağı var; esnafımızı, tüccarımızı da ezmek gibi, onları mağdur etmek gibi bir hakkımız yok. Biz bunu yapacağız. Bundan dolayı da müsterih olun.

Bakın, arkadaşlar, söylediğim gibi, bir taraftan YÖK yasası hazırlanıyor; bu, yolunda gidiyor. Yani, biz millî eğitim meselesinin şu tarafından, Millî Eğitim teşkilatının şu tarafından tutup, diğer tarafını bırakmış değiliz. Biz, bütün işimizi, gücümüzü bırakıp, atama ve görevde yükselme yönetmeliğiyle uğraşıyor değiliz.

GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Öyle görünüyor ama.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bu yasa tasarısının hazırlanması, benim 15 dakika bile zamanımı almamıştır. Onun için, bundan dolayı müsterih olun.

Üniversitelerimizin malî problemleri var. Ben, rektörlerle sürekli görüşüyorum. Bununla ilgili adımlar atmaya hazırlanıyoruz. Bakınız, fen-edebiyat fakülteleri ve eğitim fakülteleri mezunları arasında öğretmenliğe atamalarda ciddî problemler vardı. Ben, Bakan olduğumun üçüncü günü bu problem çözülmüştür. Fen-edebiyat fakültelerinin sayısı çoktur demem, Muharrem Bey tarafından, sanki, günahı kebairden birisi olarak telakki edildi.

Arkadaşlar, ben, ziraat fakültelerinin sayısı da çoktur diyorum. Türkiye'de 25 000 - 30 000 ziraat mühendisi boşken, dağa taşa, önünüze gelen yere ziraat fakültesi açarsanız, bu doğru olur mu?! Ben, fen-edebiyat fakültelerinin kurulacak bir üniversitede temel fakülte olduğunu ve olmazsa olmaz fakülte olduğunu, Muharrem Bey, en az zatıâliniz kadar bilen birisiyim; ama, ben, zaten bunu tenkit ediyorum. Bunu tenkit etmenin ne mahzuru var ki?!

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Bakan, bütün projeleri dinleyecek miyiz bugün?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Şimdi biz desek ki, arkadaş, mademki fen-edebiyat fakülteleri mezunları öğretmen olamıyor, bunların hepsi de bilim adamı olamayacağına göre, biz niçin bu insanları oyalıyoruz dediğimiz zaman, biz kendi sistemimizi sorguladığımız zaman, buradaki eksikliği, aksaklığı dile getirdiğimiz zaman, buradaki problem ne; ben onu anlayamıyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım, selamlıyorum arkadaşlarımı.

Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade ediyorum; birbirimizin yanlışlarını gördüğümüz zaman, biz, birbirimizi uyaralım. Biz yanlışlarımızı sırtımızdaki akrep olarak görürüz. Eğer bir arkadaşımız sırtımızdaki akrebi gösterirse, biz ona müteşekkir oluruz. Bu, Grup Başkanvekili olur, değerli bir milletvekili arkadaşımız olur, iktidardan olur veya muhalefetten olur, hiç fark etmez. Bakın, Türk millî eğitim sisteminin daha iyi olması için değerli görüşlerinizi sizinle paylaşmaya her zaman hazırız, katkı mahiyetinde söyleyeceğiniz her şeyi dinlemeye hazırız; ama, lütfen, hem söylediğimiz şeyler gerçeğe uygun olsun, hem de böyle muhalefet yapmış olmak için yapmayalım diyorum.

Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Şahsı adına Sayın Zekeriya Akıncı.

Buyurun Sayın Akıncı.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle, Sayın Bakanın bizim sıralarımıza bakarak imam hatip lisesi mezunlarıyla ilgili yaptığı değerlendirmelerin bize ait olmadığını bilmesini isterim. Bizim, o olumsuz sözcükler biçiminde imam hatip mezunlarına ilişkin bir değerlendirmemiz yok. Onu bilmenizi istiyorum.

Sevgili arkadaşlarım, meselenin özünü konuşmaktan biraz uzak duruyoruz gibime geliyor; çünkü, mesele çok yalın, açık. Bir yetki meselesini tartışıyoruz. Bizim iddiamız, niçin Sayın Bakanımızın ya da hükümetimizin böyle bir yetkiye ihtiyaç duyduğu noktasındadır ve biz, böyle bir yetkiye ihtiyaç olmadığı kanaatimizi ısrarla vurgulamaya çalışıyoruz. Sorun budur.

Sayın Bakan "canım, haksızlık etmeyin, bütün bakanlar, nakil, tayin, atama, yükselme ve benzeri yönetmeliklerini kendileri hazırlama hakkına sahipken, niçin Millî Eğitim Bakanlığını bundan ayrı tutuyorsunuz; bu da benim hakkım değil mi, bu böyle olmamalı mı" diye bir değerlendirme yapıyor.

Önce, bir konuya açıklık getirmek istiyorum; lütfen, yanlışsa düzeltin, peşinen özür dilerim. Bildiğim kadarıyla -biraz önce de sordum çünkü- sadece Millî Eğitim Bakanlığında değil Millî Savunma Bakanlığında da aynı uygulama var; yani, Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı onayı şartı var, bildiğim kadarıyla. Yanlışsa özür diliyorum; ama, yanlış olmadığına inanıyorum. O yüzden, sadece Millî Eğitim Bakanlığımızda değil Millî Savunma Bakanlığımızda da bu yönetmeliklerin Bakanlar Kurulundan çıkması ve Cumhurbaşkanının onayı önşartı var. Tabiî, Millî Eğitim Bakanlığının buradaki önemine dikkat çekersek, niçin böyle bir önkoşulun olduğunu, sanıyorum, çok daha kolay anlarız, anlamak istersek. Bir kere, personel açısından baktığınızda, kamu çalışanlarının üçte 1'i Millî Eğitim Bakanlığının bünyesinde. Bu bir öncelik, Millî Eğitim Bakanlığı için de bir ayrıcalık.

İkincisi; millî eğitim -kuşkusuz bütün bakanlıklar önemli; ama- bizim toplumumuz için, bütün toplumlar için kimliğinden kaynaklanan apayrı bir önemi haiz. Yani, millî eğitimin, genelde eğitimin, biz, toplumun bugününü, yarınını biçimlendirme noktasındaki önemini, yeni nesilleri biçimlendirme ve onları geleceğe hazırlama noktasındaki önemini bilmiyor muyuz?! Herhalde, böyle bir yönetmelik anlayışı ortaya koyanlar da Millî Eğitim Bakanlığının ülkemiz için taşıdığı önemi göz önünde tutarak, yönetmeliklerin Bakanlar Kurulundan ve Cumhurbaşkanından onayını istemişlerdir. O yüzden, burada, Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili niçin böyle bir uygulama sorusunun yanıtını, eğer, Millî Eğitim Bakanlığının önemini göz önünde tutarsak, sanıyorum, anlamakta ve kavramakta zorluk çekmeyeceğim. Benim inancım odur.

Sevgili arkadaşlarım, ayrıca, bakınız, bu tartışmaları biz hangi ortamda yapıyoruz; baştan beri "kadrolaşma, ekip, takım" tartışmaları var. Yani, ben, AKP'li arkadaşların ve Sayın Bakanın, bir kadrolaşma anlayışının olmadığını savunmaktaki ısrarını anlamıyorum, anlamakta zorluk çekiyorum. Yanlış bilmiyorsam, Sayın Başbakan, dün, grup konuşmasında, Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde bürokrasinin zaaflarından söz etti ve böyle bir kadrolaşmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Sayın Başbakanımız, kadrolaşmanın önemini ve gereğini vurgularken ve gereğini de yaparken, yapmaya çalışırken, siz niye ısrarla "burada bir kadrolaşma amacımız, iddiamız yok" diye savunma gereğini duyuyorsunuz ki?!. Bunu, anlamakta zorluk çekiyorum.

Üstelik, bu tartışmaları, bakın, biz, bu kadrolaşma girişimlerinin toplumun her kesiminde ciddî rahatsızlıklar yarattığı, önemli tartışmalara yol açtığı günlerde yapıyoruz. Eğer, siz, sadece Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşan arkadaşlarımızı "muhalefet partisi milletvekili, muhalefet yapmak için konuşuyor, söylediklerinin aslı astarı yok" diye değerlendirirseniz, işin içinden çıkabilir miyiz?!

Tabiî ki, muhalefet partisiyiz; tabiî ki, farklı düşüncelerimiz var; çizgimiz farklı, iddiamız farklı, anlayışımız farklı. O nedenle, bu sıralarda değil, şu sıralarda oturuyoruz. Bütün arkadaşlarımın bunu anlayışla karşılaması gerekiyor. Tabiî ki, sizinle paylaşmadığımız anlayışımızı, açık yüreklilikle, burada, Yüce Meclisle ve halkımızla paylaşmaya devam edeceğiz. Yani, bu "kadrolaşma" sözünden, sanıyorum, arkadaşların, ne anlatmaya çalıştığımızı görmeleri için, allahaşkına, herbiriniz, lütfen, rica ediyorum, danışmanlarınız var, sekreterleriniz var, kütüphanemizin bir tarama merkezi var, orada, son 6 ayda -bunu daha önce de söylemiştim- kamuoyunda, köşe yazarlarında, haberler biçiminde çıkan bu iddiaları bir isteyin, bir görün. Görmezlikten gelebilirsiniz, hakkınız; ama, bizim ne demek istediğimizi görmek istiyorsanız, lütfen, bu basın taramasını yaptırın. O zaman, sanıyorum, bizi anlamakta zorluk çekmezsiniz ve her söylediğimizde de "canım, bunu nereden çıkarıyorsunuz, bizim kadrolaşma falan diye bir iddiamız yok" itirazlarından belki vazgeçersiniz umudundayım.

Bakın, biraz önce, Berhan Şimşek arkadaşım, burada...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - ...özellikle, buradaki kadrolaşma sıkıntılarını, mümkün olabilse, 2 klasörle, aldı, geldi anlatmaya çalıştı. Ancak, AKP'li bir başka komisyon üyesi sevgili arkadaşım, Bursa Uludağ Üniversitesinden bir örnek bulmuş, "bakın, asıl kadrolaşma budur" diye anlatmaya çalışıyor. Eğer, öyle bir şey varsa istisnadır; ama, istisna kuralı bozmaz ki, istisna kuralı güçlendirir sevgili arkadaşım. Yani, siz, elinizdeki bir tane bilgi ve belgeye istinaden, burada "asıl kadrolaşma budur" diye anlatacaksınız; ama, bir arkadaşım, elinde yığınla klasörle, belgeyle çıkacak "kadrolaşma yapıyorsunuz" diyecek, siz de "canım, bunu nereden çıkarıyorsun" diyeceksiniz. Bunun bir mantığı var mı allahaşkına?! Yalnız...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Klasör değil, 2-3 tane dosyayla geldi.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sadece benim odamda 2 klasör var; gösterebilirim.

Sevgili arkadaşlarım, yalnız, yalın bir gerçek -lütfen, bizi anlayınız- AKP iktidarının uygulamaları, artık, bir iktidarın sadece aynı anlayışı ve politikalarını sürdürebilmesi için kendisine yakın gördüğü ve aynı anlayışı paylaştığı insanların görevlendirilmesinin çok ötesine geçmeye başlamıştır. Eğer, öyle olmamış olsaydı, bu, sadece Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekillerinin bu kürsüdeki itirazlarıyla sınırlı kalabilirdi; ama, inanın, artık, her kurumda, toplumun her kesiminde, bu kadrolaşma meselesi ciddî olarak tartışılmaya başlanıyor ve sizler, bunu, görmezlikten gelemezsiniz. Yani, başlangıçta, bütün atamalarda, tayinlerde çokça sözünü ettiğiniz liyakat, yerini -hepimiz biliyoruz, sizin de iddianız o- giderek sadakate bırakıyor. Yani, eğer, sadakatten kastedilen, devlete, millete, Anayasaya, laik demokratik cumhuriyete, Atatürkçülüğe ve O'nun ilkelerine sadakatse, hiç itirazımız yok; ama, bizim kaygımız, odur ki...

FARUK ÇELİK (Bursa) - Hoş değil!.. Hoş değil!..

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Kaygımı paylaşıyorum Sayın Başkan, kaygımı paylaşıyorum.

Ne yazık ki, uygulamalar ve yapılanlar, bizi, bu noktada kaygılanmaya itiyor. Bizim kaygımız odur ki, buradaki kadrolaşmada sadakat arayışı, bir düşünceye ve bir dar anlayışa sadakattir. Biz, bu düşüncelerimizi, kamuoyuyla her zaman paylaşıyoruz, sizinle de paylaşıyoruz.

AHMET YENİ (Samsun) - Hiç kaygı duymayın.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Şimdi, nasıl kaygı duymayalım?!. Arkadaşlarımız örnekledi; ama, çok somut bir örnek vermek istiyorum. Bakınız, İSO belgesi almış -bunu, Sayın Genel Başkanımız da kamuoyuyla sık sık paylaşıyor- 41 tane SSK hastanesi var ve bir gecede, 51 başhekim, çok rahatlıkla görevden alınabiliyor. Şimdi, bu noktada şöyle bir kaygı duyma hakkımız yok mu; yahu ne oluyor, ne bitiyor, bu görevden alınanlar kimdir, Sayın Bakan bunları yeteri kadar tanıma şansı bulmuş mudur, atananlar kimdir, görevden alınanların tümü yeteneksiz, yetersiz, liyakatsiz falan da, gelenlerin hepsi yetenekli, yeterli, liyakat sahibi insanlar mı?!

BAŞKAN - Sayın Akıncı, toparlar mısınız.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Müsaade edin de, hiç olmazsa, burada, bu noktada, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak, toplumun duyarlılığını, kaygılarımızı paylaşalım sizlerle.

Şimdi, 58 inci hükümetimiz döneminde, bir günde, vekâleten görev yaptığı iddia edilen 1 041 kamu görevlisi, görevden alındı; hepimiz biliyoruz. Gerekçe neydi -meselenin özünü anlayalım- gerekçe şuydu: Vekâletle devlet yönetilmez; sonra, bir baktık ki, gelenler de vekâletle. Arkadaşlarım, bunu kimse ifade etmek istemiyor, ama, sorun şu: Geçmiş bakanlar ve hükümetler, eğer, 1999'da çıkan yönetmeliğe uymuş olsalardı, kurslar açılırdı, sınavlar açılırdı ve kamu çalışanları arasında, Millî Eğitim Bakanlığında, eşit, adil bir yarışla, yükselmenin önü açılabilirdi ve insanlara, bu fırsat verilebilirdi. Şimdi, geçen hükümet, vekâleten görevle ipleri elinde tutmaya çalışıyor, bugünkü hükümet de, yönetmeliği hazırlama hakkını bana ver, ipleri ben elimde tutayım diyor. O zaman, kimi eleştireceğiz?! Mantık aynı, anlayış aynı; ipleri elde tutma çabası.

Onun için, Sayın Bakana ve hükümetimize önerimiz odur ki, eğer, kurumda bir sınav açma, kurs açma, kurum mensupları arasında eşit ve adil bir yarış hakkı yaratırsanız, ben inanıyorum ki, gerçekten objektif bir seçim olur, gerçekten liyakat sahibi insanların yükselmesinin önü açılır; benim inancım odur. Sayın Bakana, sayın hükümetimize önerim odur.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, 5 dakika oldu.

BAŞKAN - Sayın Akıncı, toparlıyorsunuz; değil mi?

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - 5+5!..

BAŞKAN - Lütfen...

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Ayrıca, 58 inci hükümetimiz döneminde, yine, yeni bir uygulama yapıldı; yönetmelikteki bazı kurallar, 2003 yılı için geçerli sayılmadı, Bakanlar Kurulunun ve Cumhurbaşkanının da imzası var, onları da biliyoruz; ama, benim kuşkum şu: O dönemde, bu genelgeyi, yönetmeliği yayımlayan Sayın Bakan, şimdi, Kültür ve Turizm Bakanı; şimdi, bir başka değerli arkadaşımız Millî Eğitim Bakanı. Biz, bir kere, nasıl bir yönetmelik hazırlanacağını bilmiyoruz. Bu yönetmeliğin Bakanlar Kurulundan geçip geçmeyeceğini, bu yönetmeliğin cumhurbaşkanınca onaylanıp onaylanmayacağını bilmiyoruz. Sayın Bakan "bize güvenin" diyor; güvenmek istiyoruz; ama, uygulamalar bizim güvenimizi sarsıyor, kimse bizden safça bir yaklaşım beklemesin lütfen; ama, benim kuşkum şu: Sayın Çelik bir yönetmelik hazırlarsa, Sayın Çelik'ten sonra bu sıralarda oturan bir başka değerli arkadaşımız bakan olursa, o değişirse ve her gelen, yeni yönetmelikler hazırlarsa, o zaman biz işin içinden nasıl çıkacağız, biz o zaman devlette devamlılığı nasıl sağlayacağız?!

BAŞKAN - Sayın Akıncı... Sayın Akıncı, son cümlenizi alalım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sayın Başkan, hoşgörünüze teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.

RESUL TOSUN (Tokat) - Aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Siz aynı şeyleri söyledikçe, biz de aynı şeyleri tekrarlayacağız.

BAŞKAN - Şahısları adına ikinci ve son söz, Ordu Milletvekili Sayın Hamit Taşçı'nın.

Buyurun Sayın Taşçı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HAMİT TAŞÇI (Ordu) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Sayın milletvekili arkadaşlar, bizlerin yetişmesinde eğitim sistemindeki artı ve eksiler bakımından bizim kusurumuz yok, sorumluluğumuz da yok. Meclise girdiğim günden bu yana, buradaki üslubu, konuşma tarzını ve birbirimizle olan ilişkileri ibretle izliyorum ve bazı şeyleri anlamakta maalesef zorlanıyorum; ama, bundan sonra, 25 yaşın altında 30 000 000'u aşkın gencimizin yetiştirilmesinde, gelecek kuşaklara aktarılmasında, bizden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yönetiminin ve ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarının teslim edilişinde, bizlerin sorumluluğu olacaktır.

Ben inanıyorum ve samimî düşüncem budur ki, AK Parti milletvekili arkadaşlarım ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarım, hep birlikte, aynı hedefe doğru, birlikte yürüyoruz; ama, üslup farkı, anlayış farkı, yaklaşım farkı, bazen, bizim birbirimizi anlamamıza engel oluyor diye düşünüyorum.

Eğitim sistemimizin bir yerlerinde bir yanlış var. Bu yanlışı, hep birlikte bulup düzeltme yükümlülüğüyle karşı karşıyayız bugün, iktidar olarak da, muhalefet olarak da.

Bunun için, son 50 yıla kısaca bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum. Yıl 1950, Türkiye'nin millî geliri 200 dolar. Aynı yıllarda, bir dünya savaşından çıkmış, 2 şehri nükleer bombalarla yerle bir olmuş Japonya'nın millî geliri 133 dolar. 2000'lere geliyoruz, Japonya'nın millî geliri    40 000 dolarlara yükselmiş; ama, Türkiye'nin millî geliri 2 500 dolarlar civarında seyrediyor.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ama, 1 Türk Lirasının 2 Amerikan Doları olduğunu unutma!

HAMİT TAŞÇI (Devamla) - Ne oldu ki, o günden bu yana, Japonya 40 000 dolarlara yükselirken, Türkiye 2 500 dolarlarda kaldı? Bunun arka planına inip incelediğimizde şunu görüyoruz: Japonya ve Doğu Asya ülkelerinin genelinde, ki, o büyük sıçramanın arka planında, nitelikli eğitim var. Nitelikli eğitim, nitelikli insanı yetiştirdi; nitelikli insanlar, nitelikli yönetimleri kurdular; nitelikli yönetimler, ülkenin her tarafında, her alanında, o büyük sıçramaları becerdiler. Sayısal olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bazı hedefleri yakaladı; ama, nitelikte, herhalde sorgulama durumuyla karşı karşıyayız.

Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerindeki o büyük sıçrayışın arka planındaki nitelikli eğitim ve nitelikli yetişmiş insangücüyle, teknolojideki yeni gelişmelerle, teknolojik üretimle hem maliyeti düşürerek hem kaliteyi artırarak dünya pazarlarına girmiş olduğunu görüyoruz. Neden, Türkiye'de aynı başarı sağlanamadı?! Neden, Türk eğitim sistemi o nitelikli insan kadrolarını yetiştiremedi?! Neden, nitelikli insan kadroları Türkiye'de o sıçramayı başaramadı, beceremedi?! Bütün bunları, hep birlikte, bu çatının altındaki bütün milletvekili arkadaşlarımızla -iktidarıyla muhalefetiyle- sorgulamak ve yeni çözüm yolları aramak durumuyla karşı karşıyayız.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Taşçı.

HAMİT TAŞÇI (Devamla) - Bizde, bir kötü alışkanlık daha gelişti sanıyorum, nedir o; kendimiz bir mevzuat yapıyoruz, içine kendimizi hapsediyoruz, onu, âdeta tabu haline getiriyoruz, oradan çıkmayı bir kutsal suç şeklinde niteliyoruz. Evet, geçmiş yönetimdeki arkadaşlar, inanıyorum ki iyi niyetle, başarılı olmak için, faydalı olmak için bir mevzuat geliştirmişlerdir; ama, geçen süreç göstermiştir ki, o mevzuat başarılı olamamıştır, aksayan yönleri vardır. Bugün yapılan işlem ise, bu aksayan yönlerin düzeltilmesi, daha iyinin arayışına yönelinmesi içindir. Neden direniyoruz?! Neden kendi yaptığımız sistemin içerisine kendimizi hapsediyoruz?! Bunu da sorgulamamız lazım.

Yönetim mühendisliği üzerinde söz sahibi olan ve çalışanlar şöyle bir tespitte bulunuyorlar: Kaliteli yöneticiler, nitelikli yöneticiler veya niteliksiz yöneticiler, başarıyı, aynı şartlarda, aynı imkânlarla, artı 40'la eksi 40 arasında seyrettirebiliyorlar; bu da, yüzde 80 yapar. Şartlar, imkânlar ve mekânlar değişmediği halde, yetişmiş yöneticilerle, iyi yöneticilerle, nitelikli yöneticilerle artı 40'a kadar varan bir başarı veya eksi 40'a kadar düşen bir başarısızlık söz konusu. Hep birlikte bunun arayışı içerisinde olmamız lazımdır diye düşünüyorum. İktidar partisindeki arkadaşlar ve muhalefetteki arkadaşlar, milyonlarca gencimizin, birçok Avrupa ülkesinin nüfusunu aşan gencimizin geleceği için hep birlikte çalışır ümidiyle, saygılarımı arz ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Taşçı.

Tasarının 1 inci maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. 1 inci madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - 3797 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

"Şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tâbi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin yer değiştirme suretiyle atanmalarında hizmet puanı ve sıra esası uygulanmaz."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

2 nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, değerli mesai arkadaşlarım; 3797 sayılı Kanun üzerinde yapılacak bazı değişikliklerle ilgili olarak getirilen tasarının 2 nci maddesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Önce, iktidar partisinin değerli grup yöneticilerine acizane bir tavsiyede bulunmak istiyorum. İçtüzüğümüzün 52 nci maddesini -nasıl olsa yeterli çoğunluğunuz da var- değiştirin, her birleşimde, 19 uncu maddeyi kullanarak, burada tartışma yaratmayın; sizin için daha pratiktir; yani, bu 48 saat meselesini İçtüzükten tamamen kaldıralım, istediğiniz kanunu buraya getirin, tasarılar da halkla ilişkiler binasındaki odamıza gelmesin, öyle bir zahmete de gerek yok; böylece, Meclisi daha seri ve pratik bir şekilde çalıştırma imkânını belki yakalarsanız diye düşünüyorum.

Değerli mesai arkadaşlarım, konuşmama başlamadan önce, yine, sizlere Anayasamızın 128 inci maddesini okumak istiyorum. Bir bölümü atlıyorum, Anayasa madde 128: "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.

Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir."

Bugüne değin öyle olmuş böyle olmuş; hoş, bundan önceki, şimdi sizin değiştireceğiniz kanunda da -yani, sizin değişiklik yapacağınız bölümlerde de- yönetmelikle en azından atamaların yapılacağıyla ilgili düzenleme var; ama, hiç değilse Bakanlar Kuruluyla ilgili var.

Yine, başlamadan, bugünkü gazetede -siz de görün- şöyle bir haber var: "Herkese özel okul."

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Gazetenin reklamı oluyor.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Millî Eğitim Bakanımızın beyanıdır; yanlışsa, zaten tekzip edecektir; ancak, burada, başlangıç olarak 10 000 öğrenciye, yıllık, öğrenci başına 3 000 000 000 liradan, özel okula ödemeyi bizzat devletin yapacağı öngörülüyor, diğer boyutta da, özel okullara gidecek öğrencilerin masrafının yarısının devletçe karşılanacağı öngörülüyor.

Sayın Bakanım, bunu böyle yapmak yerine, şayet böyle bir kaynağınız varsa, devlet okullarına aktarmak suretiyle, dökülen devlet okullarımızı çağın gereklerine uygun hale getirmeyi neden düşünmediniz, bilemiyorum.

Değerli mesai arkadaşlarım, üzerinde görüştüğümüz kanun tasarısının 1 inci maddesi, Sayın Bakanı geniş yetkilerle donatıyor. Ayrıca, yine, 3797 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinde, hizmetiçi eğitimdir, görev tanımıdır, çalışma usul ve esaslarıdır, bunlardan hiç bahsedilmiyor "kariyer ve liyakat" deniliyor. Bunun kriteri, ölçüsü nedir bilemiyorum; ama, benim anladığım şudur: "Kariyer ve liyakat eşittir sadakat" anlayışıyla, Millî Eğitim Bakanlığında, atama ve yer değiştirme işlemleri yapılacaktır. Belki böylesi daha iyi -şimdi, bizim Grubumuzdaki arkadaşlarımız şaşırabilir- inanın, belki böylesi daha iyi; çünkü, şu anda, zaten atamaları, AKP'nin il ve ilçe başkanları yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Atamaları Sayın Bakan yaparsa, hiç değilse, belli bir meslekî nosyonu vardır, deontolojisi vardır, bir parça daha sağlıklı atamalar gerçekleşebilir.

Yine, üzerinde görüştüğüm 2 nci madde, 3797 sayılı Kanunun 61 inci maddesine bir hüküm ekliyor. Doğrudur, aile bütünlüğü önemlidir, korunması da gerekir. Benim eşim de sınıf öğretmenidir, sömestr itibariyle Ankara'ya tayini yapılmıştır. Buna, elbette dikkat edeceğiz...

Sayın Tosun, ben, onbir yıl köylerde ilkokul öğretmenliği yapmış bir adamım, son iki yıl da eğitim yöneticiliği yaptım; bu işi, bir parça bilirim.

Bunu yaparken, örneğin, Sıvas'ta yirmi yıl çalışmış, 350 - 400 puanı olan bir öğretmeni, Ankara'ya geldiğinde, Ankara'nın dış semtlerinde, Sıvas'ta çalıştığı köyden daha olumsuz şartlarda çalıştırmaya da hakkımız yoktur, olmamalıdır diye düşünüyorum.

"Efendim, bir savcı beyin tayini çıktığı zaman, eşi gitmesin mi; bir hâkimin, bir subayın tayini çıktığı zaman eşini oraya almayalım mı?" Yahu, bir kere de, bir öğretmenin tayini çıktığı için, savcı peşinden gitsin. Ben öğretmenim; böyle şey olur mu?! Bir kere de, bir öğretmenin tayini çıktığı için, subay onun peşinden gitsin. Neden, özveriyi, fedakârlığı, hep Millî Eğitim Bakanlığından bekliyoruz? Böyle bir şey olabilir mi?! (Alkışlar)

RESUL TOSUN (Tokat) - Bunu alkışlıyorum.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bunu şiddetle reddediyorum, doğru bulmuyorum.

Görüştüğümüz tasarının 3 üncü maddesi, norm kadro artı yüzde 5. Mantık olarak doğrudur; bir ilde hem öğretmen çok hem bazı dersler boş geçiyor.

Şimdi, ben şunu da merak ediyorum: 2 nci maddeyle 61 inci maddede yapacağınız değişiklikle, puan ve sıra esasından muaf tuttuğunuz öğretmenler, bu 3 üncü maddedeki norm artı yüzde 5'e dahil mi değil mi? Şayet dahilse, mesele yok; bir de o dahil değilse, daha büyük bir sorun çıkacaktır.

Görevde Yükselme, Atama, Yer Değiştirme Yönetmeliği rafa kalkıyor, anladık. Bizim de beğenmediğimiz bölümleri vardır, doğrudur; ancak, her şeye rağmen, Anayasanın da öngördüğü gibi, kanunla yapılması gereken iş ve işlemleri, bir sayın bakanımızın deruhtesine bırakmak, Yüce Meclisin aslî göreviyle ne kadar ilintilidir bilemiyorum.

Değerli mesai arkadaşlarım, benim bir endişem var; Türkiye'de, lise son sınıftaki öğrencilerimiz eğitim fakültelerini tercih edeceklerse ve liderlik vasıfları varsa -biliyorsunuz, lider olunmaz, lider doğulur- bu gençlerimizin tek seçeneği var: Üniversite sınavlarında tercih yaparken, eğitim fakültesini seçecekler; ancak, din dersi öğretmenliği bölümünü seçmek zorundalar; aksi takdirde, Türk millî eğitim sisteminde, hiçbir zaman, eğitim yöneticisi olamayacaklar diye düşünüyorum.

Şimdi, gerek 58 inci cumhuriyet hükümetinin programında gerekse 59 uncu cumhuriyet hükümetinin programında, 16 tane genel müdürlüğü olan Millî Eğitim Bakanlığının, sadece ve sadece Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün adı, ismi geçmektedir.

RESUL TOSUN (Tokat) - Neden?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Evet; hepinizde vardır, benim çantamda da var. Sadece ve sadece, Din Öğretimi Genel Müdürlüğünden bahsedilmektedir, 58 inci ve 59 uncu hükümet programlarında. Olay bu işte, hadise budur. Nedenini filan Yüce Milletimiz bilir.

Değerli mesai arkadaşlarım, 80 yıllık cumhuriyet tarihimizde 59 uncu cumhuriyet hükümetini yaşıyoruz. Biraz önce, Sayın AKP Sözcüsü "neden, neden" diye bir sürü soru saydı; Türk millî eğitimi neden bu halde diye. Değerli vekilim, nedeni sizce belli değil mi?! 58 inci cumhuriyet hükümetinin Millî Eğitim Bakanı ile 59 uncu cumhuriyet hükümetinin Millî Eğitim Bakanı arasında bile çok ciddî fark yakalamadınız mı?! Her gelen sayın bakan, iz bırakmak adına, Türk millî eğitim camiasında ve sisteminde yara bırakmıştır, yara açmıştır. Mekânı cennet olsun; bu arada, Hasan Ali Yücel'i de rahmetle anmış olayım.

Değerli mesai arkadaşlarım, eğitim çok ciddî bir iştir. Eğitim, bir ülkede fevkalade ciddî bir iştir. Millî Eğitim Bakanlığımızın durumu da şudur: 59 873 eğitim kurumumuzda 18 619 000 öğrenci, 678 000 öğretmenle eğitim öğretim hizmeti almaya çalışmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu rakamlar, Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulan Millî Eğitim Bakanlığı raporuyla ilgilidir.

Değerli arkadaşlar, daha önce de bir konuşmamda söyledim. Şurada 550 kişiyiz. Bize 3 900 destek personeli destek hizmeti sunuyor; ama, 2 400 mevcutlu bir ilköğretim okulunda 6 destek personeli ve destek personelinin adı bile yok, adı... Hatta, bazıları onlara "hizmetli" der. Yeni formatta, yeni anlayışta bu insanların adı, destek personelidir. Okul müdürü kadar, öğretmen kadar değerlidir, önemlidir. Onlar olmazsa, eğitim öğretim durur. Millî Eğitim Bakanlığı, bu düzenlemeler yerine, öncelikli ve ivedi olarak destek personelinin sorununa çözüm üretmelidir. Getirin böyle şeyleri de, biz de sizinle bir parmak kaldıralım.

Okullarımız dökülüyor; demin söyledim. Özel okulları ihya etmek yerine, dökülen devlet okullarını adam edelim, fizikî kapasitelerini güçlendirelim, ekipman ve donatım itibariyle güçlendirelim, öğretmenlere moral depo edelim.

RESUL TOSUN (Tokat) - Maddede öyle bir şey yok.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - 2 nci maddeyle ilgili konuşacaksınız efendim.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Tosun, sizin keyfiniz iyi. Anlıyorum ki, siz mutlusunuz; sürekli gülüyorsunuz; ama, Türkiye'de 678 000 öğretmen mutsuz, 678 000 öğretmen kan ağlıyor

RESUL TOSUN (Tokat) - Sizi görünce keyfim yerine geliyor!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Tosun, size hiç yakışmıyor.

Sabah 9'a 10 kala dersliğe giren öğretmenin, o akşam yaşadıklarını, herhalde, siz bilmiyorsunuz. Buna rağmen, o öğretmen, öğretmen andına uygun olarak, o derslikte, o 40 dakikayı, layıkı veçhile, hakkıyla tamamlamak için kendini parçalıyor. Bu Meclisin Başkanı dahil, Büyük Atatürk dahil, sizler dahil, hepimizi yetiştiren öğretmenlere borcumuz vardır. Millî Eğitim Bakanlığının temel işi de, öğretmenlere olan bu borcun ödenmesinde rehber olmaktır, koordinatörlük yapmaktır, önayak olmaktır.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, lütfen, bu konuda hassasiyet istirham ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Altay, tamamlar mısınız...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hemen bitiriyorum.

Sayın Bakanım, okul aile birlikleri dökülüyor, formalite kurumlar olmuş. Toplam kalite yönetimi, EFQM kargaşası...Sayın Bakanın özellikle dikkatini çekiyorum; Türkiye'de, okullarda, toplam kalite yönetimi EFQM tartışması krizi vardır; bunlara bakmamız lazım.

Taşımalı eğitimde çok ciddî sorunlar var. Bana her gün telefon ediyor minibüsçü "üç aydır paramı alamadım" diyor. Özel okulları ihya edeceğimize, minibüsçünün parasını verelim önce.

Birleştirilmiş sınıflı ilköğretim okulları var bizim; köyde, beş sınıf bir arada... O öğretmenlere "bayrak bekçisi" deniliyor, bayrak bekçisi... Onlara öğretmen olduğunu hatırlatalım Millî Eğitim Bakanlığı olarak; bunlara çözüm arayalım.

"Kadrolaşma yok" deniliyor. Şimdi, bende de bir liste var. İşte, Sinop... Bakın, tam tabirle...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - 5 dakika oldu...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hemen bitiriyorum değerli arkadaşlarım. Ben öğretmenim; Millî Eğitim Bakanlığı meselesi bu.

İşte Sinop... Bunlar vatanseverler... Bunlar, uzaydan gelen Sinoplu eğitim yöneticileri!.. Bunlar gitti... "Bunlar uzaydan gelmedi" diyor Başbakan. Bunlar yeni gelenler. Bunlar da bir gecede alınanlar...

AHMET YENİ (Samsun) - Nereden geldi?!.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bunlar nereden geldi?!. Bunların hepsi pırıl pırıl adamdır, en az bunlar kadar pırıl pırıl adamlardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde bana süre yetmiyor.

ÜMMET KANDEMİR (Denizli) - Bu maddeyle ilgili görüşünüz ret mi, kabul mü?

BAŞKAN - Sayın Altay...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın milletvekili, böyle bir soru sormanız bile abesle iştigaldir.

BAŞKAN - Sayın Altay...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Maddeyle ilgili görüşümüz, elbette reddir.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.

Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanım, bir saniye...

Komisyon sıralarında oturan milletvekili olmayan arkadaşlarımızın, Meclis Genel Kurulunda herhangi bir alkış veya bir başka harekette bulunmamalarını rica ediyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ankara Milletvekilimiz Sayın Zekeriya Akıncı Beyin ve Sinop Milletvekilimiz Engin Altay Beyin konuşmaları üzerine, ben, bir iki hususu belirtmek üzere tekrar huzurlarınızdayım. Çok fazla uzatmayacağım Sayın Başkan.

Öncelikle, Sayın Akıncı, Millî Savunma Bakanlığının atama ve görevde yükseltme yönetmeliğinin de Bakanlar Kurulundan geçtiğini ifade etti.

Değerli arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığının atama ve görevde yükseltme yönetmeliği yoktur. Millî Savunma Bakanlığındaki bütün atamalar, 926 sayılı Yasaya göre yapılır. Millî Savunma Bakanlığındaki bütün personel tayin, terfi ve her türlü işlemler kendi içerisinde yapılır, 657'ye tabi değildir; biz, bunu biliyoruz. Ben, diğer bakanlıklardaki hususu dile getirdim; birincisi bu. Bunu düzeltmek istiyorum.

Sayın Altay bugün Sabah Gazetesinde çıkan haberi gösterdi, dedi ki: "Sayın Bakan demiş ki: 'Herkese özel okul.'" Değerli arkadaşlar, ben "herkese özel okul" demeyecek kadar akıllı olduğumu sanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye'de 18,5 milyon öğrenci var. Bunlara yetecek kadar zaten özel okul istesiniz de yok. Ben bütün özel okulların boş kontenjanını istedim arkadaşlar, toplam 208 000 kişilik boş kontenjanları var ve eğer haberi okursanız, orada deniliyor ki; bu sene 10 000 fakir aile çocuğunu, yani, devlet parasız yatılı sınavlarına girmeye hak kazanmış, en düşük gelir grubuna sahip ailelerin çocuklarını sınava tabi tutacağız, belli bir başarıyı yakalamaları şartıyla bunları özel okullara göndereceğiz ve parasını, Millî Eğitim Bakanlığı olarak biz vereceğiz.

Şimdi, böyle bir uygulama yapacağımız zaman, en fakir gelir grubuna sahip ailelerin çocuklarına böyle bir işlem yapacağımız zaman -biliyorsunuz, bu, parti programımızda var "hizmet satın alınması yoluna gidilerek özel öğretim kurumları teşvik edilecektir" diye, AK Partinin parti programında var- özellikle sosyal adaletçi olduğunu ifade eden Cumhuriyet Halk Partisinin bundan fevkalade memnun olacağını düşünüyorduk; çünkü, toplumda herkes "paranız varsa, basarsınız parayı, çocuğunuzu götürür özel okulda okutursunuz; ne kadar kabiliyetli olursa olsun, eğer birisinin parası yoksa, oraya gönderemiyor" demiyor mu değerli arkadaşlar?!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Okulları düzeltelim diyoruz Sayın Bakan.

MİLLî EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Onu düzelteceğiz.

Mustafa Bey, bakınız, eğitimde fırsat eşitliğini bir parça da olsa bununla sağlıyoruz; bir.

İkincisi, değerli milletvekilleri, İstanbul'da, büyük şehirlerde binlerce dersliğe ihtiyacımız var, yeni okullar yapılması gerekiyor. Bakınız, 60,70,80 kişilik sınıflarda eğitim yapılıyor. 10 000 kişi için yeni okul yapmaya kalkışırsanız -buyurun, hesap kitap ortada- harcamanız gereken asgarî para 30-40 trilyon Türk Lirasıdır. Bizim 10 000 kişiyi özel okullara hizmet satın alma yoluyla göndermemizin maliyeti de bize 15 trilyon civarındadır.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - "Herkese okul diyor" Sayın Bakan!..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi 10 katrilyon 177 trilyondur. Ben size daha ilginç bir şey söyleyeyim; devlet, destekleme yapıyor arkadaşlar. Bakınız, doğrudan gelir desteği adı altında, son ikibuçuk yılda, üretime verilen destek değil, arazi sahiplerine verilen destek 2 katrilyon 200 trilyon Türk Lirasıdır. Devletin, 2003 yılı konsolide bütçeden vakıf üniversitelerine yapacağı yardım 12 trilyon Türk Lirasıdır. Birçok sektör desteklenir. Bakınız, daha pazartesi günü Bakanlar Kurulunda imzaladık; biz, çiftçimize ucuz mazot satabilmek için 700 trilyona yakın para harcayacağız. Peki, hayvancılık ve çiftçiler söz konusu olunca destekleme yapılabilir, vakıf üniversiteleri olunca destekleme yapılabilir, filan sektöre biz destekleme yapabiliriz, (x) sektöre, (y) sektöre, (z) sektöre devlet destekleme yapabilir; niçin; çünkü, bu insanların kalkınması, gelişmesi lazım. Eğer, ben, 10 000 kişiyi devlet okullarından alır, bu okullara gönderirsem, oradaki boş sınıfları değerlendirmiş olurum ve devletin harcadığı paradan daha az bir maliyetle, bunlara, daha kaliteli eğitim sunabilirim; ama, kimse, bize, devlet okullarını tamir etmeyin, onların onarımını yapmayın, yeni okul yapmayın demiyor ki.

Bakınız arkadaşlar, eğitim kuponları adı altında, biz, medenî dünyadan, çağdaş dünyadan, çağdaş eğitimden söz etmiyor muyuz! Bugün dünyanın birçok yerinde uygulanan sistemi uyguluyorum ben. Birçok ülkede devlet diyor ki vatandaşa: "Sen çocuğunu götür özel okula yazdır; gel, paranın yüzde 50'sini benden geri al." Yani, devletler diyor ki: "Biz, talebi destekliyoruz, arzı desteklemiyoruz." Talep oluştuğu zaman arz kendiliğinden gelir ve insanlar bunun için yatırım yapar. Bu da, daha sonra düşünülmesi gereken atacağımız adımlardan birisidir. Bunu başaracağız ve göreceksiniz ki, çok çok daha iyi olacak. Ben, hiçbir platformda "herkese özel okul" demedim, buna zaten fizikî olarak da imkân yok.

Öte yandan, Sayın Altay, bir cümle sarf etti. Sayın Altay Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuştuğu için, ben, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli yöneticilerine soruyorum, kendilerine de buna katılıyor mu, katılmıyor mu; o da şudur: "Niçin, hep, öğretmenler başka mesleklerden olan eşlerinin peşinden gidiyorlar? Mesela, niçin, subayların, hâkimlerin, savcıların peşinden gidiyor öğretmenler; biraz da, onlar onların peşinden gitsin" dedi. Peki, Sayın Altay, siz, niye eşinizin peşinden gitmediniz de, onu buraya getirdiniz? (AK Parti sıralarından alkışlar) Bakın, siz, burada olmak zorundasınız.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Ne alakası var Sayın Bakan?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bir dakika.. Diyelim ki, siz, generalsiniz ve Çukurca'ya tayininiz çıkıyor, Tunceli'ye tayininiz çıkıyor...

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Uymadı Sayın Bakan...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, açıkça söylüyorum...

Arkadaşlar, bakın, subayların, şark hizmeti diye bir hizmeti var. Bakın, mülkî idare amirliklerinde, mezun olduktan sonra, beşinci sınıf ilçeden başlarlar, belli kademelere, dört, üç, iki, bir diye gelirler. Peki, şimdi, bu yapıldığı zaman, Ardahan'ın bir ilçesine tayini çıkan bir kaymakam, eşini oraya götürmeyecek de, kendisi, Yalova'daki eşinin peşine nasıl gidecek?! Sizin bu söylediğiniz, eşyanın tabiatına aykırıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bakın, hâkimlerde böyle bir durum vardır, maliyecilerde böyle bir durum vardır, subaylarda vardır, mülkî idare amirlerinde vardır. Sonra, Anayasa maddesini okuyarak "bunlar kanunla düzenlenir" falan diyorsunuz; ben buna hiç girmek istemiyorum, eminim ki, grup başkanvekilleriniz de bu söylenenleri çok fazla ciddiye almadılar.

Değerli arkadaşlar, Sayın Altay ikinci bir şey söyledi; Hasan Âli Yücel'e rahmet okudu. Ben, Türk millî eğitimine hizmet etmiş olan, bugün hayatta olmayan bütün Millî Eğitim Bakanlarını rahmetle anıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bakın, hizmeti geçen bütün Millî Eğitim Bakanlarına teşekkür ediyorum; ama, sizin kullandığınız bir cümle var; "her gelen Millî Eğitimi Bakanı, iz bırakmak adına, yara bırakmıştır" diyorsunuz. Eğer, gelen bütün değerli bakanları, bu şekilde, yara bırakan bakanlar olarak nitelendirirsek, bu, hakka uygun olmaz, gerçeğe uygun olmaz arkadaşlar. Hizmeti geçen bütün bakanları kutluyorum; yanlışları olanlar da var, o yanlışlıklarını da değişik platformlarda ayrıca tartışırız.

Bakınız, öğretmen ücretlerinden, öğretmenlerin mutlu olmamasından söz ettiniz. Biraz önceki konuşmamda söyledim; biz, öğretmenliği kademelendirirken, arkadaşlar, her üst kademede öğretmenlerin derecesi, kademesi ve maaşı da artacak; inşallah, önümüzdeki bütçede bunu gerçekleştireceğiz ve öğretmenlerimiz çok daha mutlu olacaktır diye düşünüyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, tasarının 2 nci maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - 3797 sayılı Kanun 62 nci maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Öğretmenlerin kanunî izin, geçici görev, disiplin cezası uygulaması veya görevden uzaklaştırma nedenleriyle görevlerinden geçici olarak ayrılmaları durumunda oluşacak öğretmen ihtiyacının karşılanması ve şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tâbi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin atanmalarında kullanılmak ve her ilin öğretmen norm kadro sayısının % 5'ini geçmemek üzere il millî eğitim müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilir."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Okuducu konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Okuducu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz konu, Türk millî eğitim sisteminin sahip olduğu sorunların ufak bir parçası, ufak bir örneği ve 3 Kasım seçimleri sonrasında, Türkiye'de siyasetin kendine vuran bir kasırgayla yeniden şekillendiği bir süreçte, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin önünde çok temel bir bakış açısı kullanarak ele almak zorunda olduğu büyük temel sorunlar var. Bu dönem hükümetinin geçmiş dönem hükümetlerinden bir temel farkı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin sorunları büyümüş, bardaktan taşmış, katlanılamaz ve taşınamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla, tüm bakanlıkların ve bu bakanlıklar içinde çok önemli bir yer teşkil eden Millî Eğitim Bakanlığının, Türk millî eğitim sisteminin sorunlarını ele alırken çok daha temel, çok daha bütünlükçü, kavrayıcı, ciddî bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin ve laik, demokratik temellerin öznesidir Millî Eğitim Bakanlığı diye düşünmekteyim ve karşı karşıya olduğu sorunları da bir büyük yaklaşımla ele almak zorunda. Ciddî, kapsamlı, sorunları bütün olarak gören, eğitim sistemini, altyapısıyla, üstyapısıyla bir temel dönüşüm sürecinden geçirme ihtiyacındadır bugün Türkiye Cumhuriyeti. Eğitim politikaları, eğitimin ihtiyaçları, öğretmen sorunlarından ders kitaplarına kadar, okulların fiziksel sorunlarından öğretmen ihtiyacına kadar her birinin bir bütünlük içinde ele alınması gerekmektedir diye düşünüyorum; ama, Meclisimizin gündemine, millî eğitimin temel sorunları içinde bir tek konu ayrıştırılmış ve getirilmiştir.

Sayın Bakan biraz önce burada yaptığı açıklamada da, Meclisin önüne getirilen bu yasa tasarısını onbeş dakikada hazırladığını ifade etmiştir. Bu hızı ve bu becerisi için Sayın Bakanı kutluyoruz ve bizi, bir gün boyunca meşgul edecek, üzerinde görüşlerimizi belirtme, söyleme ihtiyacı duyduğumuz bu yasal düzenleme için keşke ayıracak daha fazla vakti olsaydı ve bugün, millî eğitimin sorunlarını izlemek üzere ekranları başına oturmuş olan yurttaşlarımız da, konuyla ilgili yurttaşlarımız da, bu temel sorunlarına bir cevap alabildiklerini görebilselerdi diye düşünüyorum.

Türkiye, devrimle kurulan bir cumhuriyet ve devrim sözcüğünü bütün özellikleriyle beraber kavramış, bunu gerçekleştirmiş bir Parlamento.

Benim kanımca, Türkiye'nin devrimlerini yapanlar bellidir, Türkiye'nin devrimleri de bellidir. Bir kadro atama kolaylığını, bir keyfiyeti bir bakana bağışlayan bir uygulamanın, devrim yapan bir Parlamento kürsüsünden "devrim" diye nitelendirilmesinin biraz düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer, eğitim devrimlerinden söz edeceksek, bu ülkenin yaptığı en temel devrimin, ümmetten yurttaşa geçişte, laik, demokratik eğitimin altyapısını oluşturmada ortaya koyulan Tevhidi Tedrisat Kanunu olduğunu düşünüyorum. Şimdi Meclistekilere düşen, şimdi eğitimi yeniden yapılandırmakla görevli olanlara düşen en temel görevin de, Tevhidi Tedrisat Kanununun yaşam bulmasını sağlayacak uygulamaları gerçekleştirmek ve onun eksiklerini, ona dönük olumsuz gelişmeleri ortadan kaldıracak uygulamalara imza atmak olduğunu düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz tasarıda, 1 inci madde, işin özünü oluşturmakta. Biz, 1 inci maddeyle, hem Bakanlar Kurulunun hem de Cumhurbaşkanının onay zorunluluğundan bu atamaları çıkarmaktayız ve bunu yaparken de, kadrolaşmaya dönük, bu anlamda yeni bir yapılanmaya dönük bir yasal düzenlemeyi burada tartışırken de, öğretmenlerimizin birkaç sorununu bunun yanına ekleyerek, tıpkı, daha önce bazı yasa tasarısı görüşmelerinde olduğu gibi, meseleye bir başka boyut, bir başka içerik katma derdindeyiz diye düşünüyorum. Getirilen bu tasarıyla, getirilen bu maddeyle, objektifliğin ne kadar sağlanabileceği konusunda, kamu çalışanları üzerindeki, bürokrasi üzerindeki siyasal baskı, yönlendirme ve buna dönük kadrolaşmada yapılabilecekler konusunda, doğrusu, çok ciddî kaygılarımız vardır. Burada, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, görüşülen konularda sorun olan, sorun olmaya açık olan bazı yaklaşımları ortaya koyarken, bütünüyle, özünde ne getirilen işe sadece muhalefet etme anlayışını taşıyoruz ne de bir sorunun çözümünün önünü kesmek gibi bir derdimiz var. Millî eğitim sistemine baktığınızda, üniversiteden ilkokula kadar girift sorunlar yumağı olmuş. Devrim yapma ciddiyetindeki ve iddiasındaki bir hükümet, bir anlayış, bunu bir bütün olarak ele alma ve kangrene dönüşmüş bütün yapısal sorunları çözme özelliğini göstermek durumundadır; yani, koşulları nedeniyle daha nitelikli eğitim verildiği söylenen, onun yansıması olan özel okullara şu kadar sayıda öğrenci göndererek daha nitelikli bir eğitim yapma iddiasını dile getirmek, Türkiye'nin, Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunlar karşısında, kendine bağlı kurumlarda, millî eğitim sistemini oluşturan kurumlarda, organizasyonlarda, niteliği yükseltme görevi olan bir Millî Eğitim Bakanı açısından fazla talihli bir açıklama değildir diye düşünüyorum. Türkiye cumhuriyetinin Millî Eğitim Bakanının, Bakanlığının görevi, bu sistemi nitelikli hale getirmek, sistemi eksiklerinden arındırmak, sistemi yanlışlarından arındırmak ve ülkenin gelişmesine, kalkınmasına, ilerlemesine, ihtiyaçlarına, istihdamına cevap verecek bir altyapıyı hazırlamak, bununla övünmek olmalıdır diye düşünüyorum değerli milletvekilleri.

Bu vesileyle, kalan sürede, hepimizi çok yakından ilgilendiren ve ülkenin geleceğinin şekillenmesinde temel olan birkaç soruna dikkat çekmek istiyorum. Burada, bu tasarı maddeleriyle, öncelikli olarak hallerinde değişiklik yapılacak olan kesim öğretmenlerdir. Türkiye'nin 600 000 civarında öğretmeni vardır ve bakarsak cumhuriyet tarihine, bakarsak 1950'lerden bu yana gerçekleştirilen eğitim politikaları ve o politikaların sonucu olarak bu politikaların öğretmenlere yansımasına, orada doğru bir yol haritası göremeyiz. Orada gördüğümüz, genellikle, ekonomik açıdan kıstırılmış bir öğretmen kitlesidir, yetiştirilmesi eksik bir öğretmen kitlesidir, istihdamı doğru olmayan bir öğretmen kitlesidir. Bütün bunlara ek olarak da, bütün bunların yanı sıra da, aydınlanma devriminin izinde ve çağdaş, demokratik, laik cumhuriyetin temel değerleriyle yürümeye çalışan öğretmenlerin karşılaştıkları kıyımdır, karşılaştıkları, görevden alınmadan, cezaevine kadar dönüşebilen haksızlıklardır ve öğretmen örgütlenmesinin önündeki büyük engellerdir, ekonomik ve demokratik talepleri konusunda onların önüne konulan yüksek engellerdir.

Türkiye, demokrasiyle, çağdaşlıkla, bilimle, gelişmeyle buluşmak zorunda olan bir ülke. Türkiye, hızlı gelişen bir ülke. Türkiye, 83 yıllık geçmişiyle, bir büyük potansiyelle atılım yapma yeteneği hem de her alanda atılım yapma yeteneği çok yüksek olan bir ülke. Türkiye'nin temel sorunu eğitim; çünkü, toplumu dönüştürecek olan, toplumu bulunduğu noktadan alıp bir başka noktaya taşıyacak olan anlayışı eğitimle şekillendirme şansına sahibiz ve eğer, yeni kuşakları, çağın gerektirdiği, bilimin gerektirdiği, Mustafa Kemal aydınlanma felsefesinin gerektirdiği normlarla donatma, onlara en yüksek nitelikte, en yüksek düzeyde eğitim olanağını sağlama şansını sunamazsak, bu Parlamentonun üyeleri olarak, geleceğe dönük görevlerimizi eksik yapmışızdır, eksik yapmaktayızdır diye düşünürüm.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun.

GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)- Şimdi, önerim, Meclisimizde, Türk millî eğitim sisteminin yapısal sorunlarını, bütçeye ilişkin sorunlarını, derslikten öğretmen sorunlarına varan, ders kitabından okulun ısınmasına varan; yani, ayrıntılarını, detaylarını saatlerce konuşabileceğimiz bütün sorunlarını doğru bir bakış açısıyla, doğru bir felsefeyle zor koşullarda yaşayan, kötü koşullarda yaşayan 60 milyon insanın ve onların çocuklarının sorunlarını çözebilecek boyutlarda yapılandırmaktır. Yani, Mecliste örneğini gördüğümüz, daha önce de tartıştığımız gibi, Kredi Yurtlar Kurumunun ödeneklerini keserek yoksul halk çocuklarını sokakta bırakacak, barınma problemini büyütecek, belki de okumaları konusundaki en büyük engeli oluşturabilecek -uygulamamız olduğu için bunu ifade ediyorum- uygulamalarla bakar ve ikinci uygulama olarak da eğitime ilişkin, eğitimdeki keyfiyeti, kadrolaşmayı, sahipsizliği getirecek bir uygulamayla devam edersek, korkum odur ki, bu Parlamento, var olduğu sürece, dönemi boyunca, 22 inci Dönem boyunca, Türkiye'nin bu en derin, en önemli, gelecek açısından en temel teşkil eden sorunu konusunda bir mesafe alamayacak.

Benim dileğim, çağdaş, demokratik, bilimsel, laik, gelişmeyi, kalkınmayı, ilerlemeyi, büyümeyi sağlayacak bir Türk millî eğitim reform sisteminin hazırlanması, tartışılması ve bir ortak payda etrafında buluşularak, Meclisin bunun altına imza atmasıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Okuducu.

Şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz.

Buyurun Sayın Özyılmaz.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bugün hep bu konuyu görüştük. Gerçekten, Mecliste eğitim konuları görüşülürken ayrı bir sevinç duyduğumu ifade ederek sözlerime başlayayım. Fakat, iki hususu ifade etmek istiyorum: Bunlardan birincisi, millî eğitim demek, millî eğitimle ilgili bir konuşma yapmak demek, millî eğitimle ilgili bir çalışma yapmak demek, aslında, bir ülkenin her meselesiyle ilgili çalışma yapmak demektir; çünkü, bütün branşlardaki, bütün alanlardaki insanları yetiştiren, ülkelerin kalkınmasına ya da geri kalmasına sebep olan eğitimdeki ilerleme ya da gerilemedir. Bundan dolayı, eğitim, fevkalade önemlidir.

Bunun için, ülkemiz eğitim sistemine baktığımızda, maalesef, hiç de iç açıcı bir durumun olmadığını hepimiz görürüz. Bana göre bunun iki temel sebebi vardır. Birincisi, uzun zamandan beri, eğitim meselelerine, pek çok taraf, ideolojik yaklaşmaktadır; pek çok taraf, pek çok parti ya da grup, eğitimle ilgili konular konuşulurken, eğitimi, bilimsel olarak, objektif olarak ele almak yerine, ideolojik bir bakışla bakmakta ve ideolojik olarak konuya yaklaştığı için de, eğitimle ilgili herhangi bir meseleyi, elde edilmesi, kuşatılması, ele alınması gereken stratejik bir nokta olarak görmektedir; bu, yıllardan beri böyle sürmüştür. Bundan dolayıdır ki, hiç kimse konuya objektif olarak yaklaşmamış; gerçi, hiç kimse demek biraz abartı olur; büyük ölçüde, konuya objektif olarak yaklaşılamamış, ideolojik kalıplar içerisinde, maalesef, kıvranmış durmuşuzdur. Bundan sonra, inşallah, AK Parti hükümetimiz, eğitimin pek çok konusuyla ilgili olarak çok değişik kanun teklifleri, tasarıları getirecektir. Bana göre, hiçbirimiz, hiçbir parti, eğitim konusuna bu şekilde yaklaşmamalı, eğitim bilimleri çerçevesinde, çağdaş bilim ve anlayış çerçevesinde, ideolojik kalıplardan uzak bir şekilde eğitime yaklaşılmalıdır; bir.

İkincisi, dikkat ediyorum da, bugünden beri, Cumhuriyet Halk Partisine mensup konuşmacı arkadaşlarımız, burada, büyük ölçüde, hep kadrolaşmadan bahsettiler; yani, konuşmalarının yüzde 80'i kadrolaşmayla ilgili oldu. Değerli arkadaşlar, bakınız, kadrolaşma konusu, son günlerde en çok konuşulan konu durumuna geldi. Burada, geçtiğimiz hafta, Uluslararası Hukuk Sempozyumu yapıldı, Cumhuriyet Halk Partililer katılmadılar. Niçin; kadrolaşma var. 23 Nisan Sempozyumu oldu, Cumhuriyet Halk Partililer katılmadılar. Niçin; kadrolaşma var. Daha önce Kültür Bakanlığını konuştuk, kadrolaşma; yarın Orman Bakanlığını konuşacağız, kadrolaşma...

NAİL KAMACI (Antalya) - Doğru!.. Doğru!..

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Allahaşkına, memleketin hiçbir meselesine çözüm getirdiğiniz var mı?! Bırakın bu takıntıyı! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ben beklerdim ki, eğitimimizin o kadar büyük meseleleri var; hazır bu tasarı önümüze gelmişken, AK Partiyi de, Sayın Bakanımızı da güçlendirecek, onu daha da cesaretlendirecek, eğitim sistemimizin problemlerini, sorunlarını bir bir ortaya dökesiniz ve arkasından, kısa kısa çözüm önerilerinizi de söyleyesiniz. Bunu beklerdik, maalesef, buna yönelik hiçbir şey göremedik.

Bunu, şunun için söylüyorum... Sizi suçlamak değildir maksadım, değerli kardeşlerim, burada sizi suçlamak değildir maksadım.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Suçluyorsun!..

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Sizden istirhamım -bu, hepimiz açısından böyledir- konuya belli kalıplar içerisinde yaklaşmayalım; konuyu, eğitime yakışır, millî eğitim sistemine yakışır bir şekilde ele alalım.

Bakınız, millî eğitimimizin ne kadar sorunları var -hepimiz biliyoruz- bunları, bendeniz kısa kısa arz etmek istiyorum: Bugün, ilköğretim sistemimizin -bakın, ne güzel, sekiz yıla çıkardı daha önceki Meclis pek çok sorunu var. Zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkarmak yetmez, şu anda kıvranmakta olduğu sorunları da bir bir çözmemiz lazım; buna yönelik hangi sorunları dile getirdiniz, hangi tedbirleri söylediniz?! Ortaöğretimin yüzlerce sorunu var; bunlarla ilgili olarak hangi konuyu gündeme getirdiniz?!

ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir) - Siz ne getirdiniz?!

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Üniversiteye girişte pek çok sorun var değerli kardeşlerim. Bakanlığın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olarak... Bakın, en temel meselemiz olan eğitimde program geliştirme meselesi vardır. Bu program geliştirme ülkemizde yapılmadığı için, pek çok derste pek çok bilgi eskimiştir, çürümüştür, hiçbir işe yaramaz; ama, bizde okutulmak mecburiyetindedir. Bu tür konuları, inşallah, bugün de, bundan sonra da, kanun teklifleri geldiğinde hep birlikte görüşeceğiz.

Benim buradan istirhamım, konuya daha objektif, daha bilimsel yaklaşma gereğidir. Ülkemizin, birbirimizle kavga ederek geçirecek zamanı yoktur, hele, eğitim meselesine gelince, birbirimize kırılmak, darılmak ya da birbirimizin arkasından, önünden geçerek puan kazanmaya kalkışmak asla olmamalı ve konuları objektif olarak birlikte çözmek için gayret sarf etmeliyiz diyorum.

Değerli arkadaşlar, 3 üncü maddede, hepimizin bildiği gibi, norm kadro meselesi vardır. Bugün, ülkemizin pek çok yerinde öğretmen eksiğinin had safhada olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bir yandan, öğretmen olan, öğretmen olma niteliğini kazanmış binlerce genç vardır; eğitim fakültesi mezunları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyılmaz.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.

...fen-edebiyat fakültesi mezunları, ilahiyat fakültesi mezunları ve öğretmen yetiştiren daha pek çok fakülteden mezun olmuş ve iş bulamayan, öğretmen olmak isteyen binlerce genç var; öte yandan, binlerce, onbinlerce öğretmen açığı var. Bu problemler üzerinde durmamız ve konuşmamız gerekir.

Şu anda, 3 üncü maddeyle, her ilin norm kadrosunun yüzde 5'i oranında bir kadronun millî eğitim müdürlüklerinin elinde olması ve açık bulunan yerlerin öğretmen eksiğinin bu kadrolarla giderilmesi yönünde bir teklif getiriliyor. Bana göre, bu, fevkalade iyidir; ama, imkân olsa da, hem öğretmenliği bekleyen bu arkadaşlarımızı bir an önce görevlerinin başına göndersek hem de belki yüzbinlere varan öğretmen eksiğimizi bu vesileyle gidermeye çalışsak diyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyılmaz.

Şahsı adına ikinci ve son söz, Manisa Milletvekili Sayın Ufuk Özkan'ın.

Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)

UFUK ÖZKAN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum.

Maalesef, kadrolaşmadan bahsediyoruz. Burada da, ben, bahsetmeden geçemeyeceğim; konuşmamız millî eğitim üzerine oluyor; ama, konuştuğumuz tasarı, teşkilatın görevleri ve teşkilatlanma hakkında. Bu bile, kadrolaşmanın, nasıl acımasız bir şekilde devam ettiğinin bir göstergesi.

Sevgili arkadaşlar, 1950'li yıllardan bugüne kadar, adının önünde "millî" olmasına rağmen, millilikten her geçen gün uzaklaştığımız, her geçen gün siyasallaşan bir eğitim bakanlığı oluşmuş. Buna, sizlerin de katılacağına inanıyorum.

1950'li yıllardan bugüne kadar üreten, düşünen, konuşan, kendinden yarın için bir şeyler vermeye çalışan eğitmenlerimizi ezmiş, acımasızca, onları yaprak gibi savurmuş, atmış; bugün, millî eğitimin içerisinde bulunduğu durumu hep birlikte yaşıyoruz.

Bugüne kadar yapılan yanlış uygulamalar, bugün, köylerimizde bomboş duran eğitim, irfan yuvalarını da terk edilmiş birer fare yuvası, kuş yuvası yaptık. Her köyde aşağı yukarı birer tane okulumuz var; ama, bugün bomboş.

Taşımalı eğitim, sekiz yıllık temel eğitim mutlaka çok önemli; ama, taşımalı eğitimde, o ufacık bebelerin, o 7-8 yaşındaki ufacık bebelerin, 30-40 kilometre yol gittiğini ve buralarda yaşadıkları sıkıntıları, ıstırapları, kendilerine göre eksikliklerini hissedebiliyor musunuz, çözebiliyor muyuz; bunlarla ilgili üretimimiz, önümüze koyduğumuz bir şey var mı?!..

Sevgili arkadaşlarım, taşımalı eğitim, sadece, o bebelerin oralara gidip gelmesi değil; aynı sınıfın içerisinde, hem ilkokul 1 talebesinin olduğunu hem ilkokul 4 üncü, 5 inci sınıf talebesinin bile olduğunu, aynı öğretmenin, buradaki çocuklarımıza eğitim vermeye çalışırken neler çektiğini düşünebiliyor musunuz?!

Ankara'nın göbeğinde bile, Çankaya'da bile, bir sınıfta 50, 60, 70 tane talebenin, o öğretmenden ne gibi bir eğitim görevi, ne gibi eğitimle ilgili bir bilgi alabileceğini düşünebiliyor musunuz?! O öğretmenin, o talebelere, o hizmeti verirken, çekmiş olduğu sıkıntıları bilebiliyor musunuz?!

Sevgili arkadaşlarım, yine, bir şeye değinmeden geçemeyeceğim. Anadolu liselerimiz var. Anadolu liseleri yabancı dille eğitim veren kurumlarımız. Anadolu liselerinin bile suyunu çıkardık; burada, bırakın, İngilizce eğitim vermeyi, İngilizce'den anlamayan insanlarımızla eğitim vermeye çalışıyoruz. Bu doğrudur, bu bir gerçektir. Bakın, Anadolu liselerindeki müfredata; Anadolu liselerinde yabancı dille eğitim görülmesi gereken derslerde yabancı dili bırakın, Türkçe eğitim verecek hocalarımız maalesef yok.

Sevgili arkadaşlarım, kurumlarda, kuruluşlarda yönetici durumunda bulunan insanlarımızın, öğretmenlerimizin üzerinde kurmuş oldukları baskıyı unutmak mümkün değildir. Yine söylüyorum: Atatürkçü, devrimci, ilerici, laikliği hiçbir zaman kendinden ödün vermeden savunan insanlarımızın bugün Türkiye Cumhuriyetinde eğitim sektöründe çekmiş oldukları acıyı ve sıkıntıyı hepimiz biliyoruz, o insanların nelerle karşılaştıklarını hepimiz biliyoruz.

Millî Eğitim Bakanlığının öncelikli görevi, kamu eğitim kuruluşlarını, kurumlarını fizikî ve malî olarak iyileştirmektir; Millî Eğitim Bakanlığının görevi, nitelikli eğitim için uygun ortamı sağlamaktır, nitelikli öğretim için nitelikli hocalarımızı yetiştirmektir. Düne kadar eğitim politikasındaki yanlışlıklarımızla, bugün öğretmen kadrolarımızda da ciddî sıkıntı ve problemleri yaşadığımızı biliyorum. O öğretmenlerimizin, kendilerinden bir şeyler verebilmek için nelerle mücadele ettiğini de biliyoruz; ama, öğretmenlerimizin de eğitiminde bazı şeyleri gözden geçirmemizde fayda görüyorum.

Köy enstitülerini kapatırsak, onun yerine daha ilerici, daha Atatürkçü bir eğitim sistemini kuramaz isek ve -tekrar söylüyorum- eğitim sektörünü, tamamen, inandığımız siyasî politikanın tavrında ve tarzında hareket ettirmeye çalışacak kadrolarla oluşturursak o eğitim sektörünün millîliğinden bana bahsedebilir misiniz; o eğitim sektörünün Atatürkçülüğünden, ilericiliğinden, devrimciliğinden, aydınlık yarına bakışından bana söz edebilir misiniz?.. Hepimizin temel görevi, çocuklarımızı Atatürkçü, devrimci, laik ve yarına umutla bakan, ümitle bakan gençler olarak yetiştirmek ve o gençleri eğittikten sonra da onların yaşam alanlarını sağlayabilmek ve bir Millî Eğitim Bakanlığının görevi, özel okulların kontenjanlarını doldurmak, kiralamak değil; bir Millî Eğitim Bakanlığının görevi, her ne olursa olsun, eğitimde eşitliği sağlayarak, ülkemize, aydınlık, Atatürkçü gençleri yetiştirmektir.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay'ın "Millî Eğitim eski Bakanları iz yerine yara bıraktılar" sözü üzerine, Millî Eğitim eski Bakanlarımızdan Sayın Köksal Toptan söz talebinde bulunmuşlardır; kendisine söz vereceğim. Sayın Toptan'a da "yeni bir sataşmaya meydan vermeyecek" şeklinde bir hatırlatmayı da gereksiz buluyorum.

Buyurun Sayın Toptan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Altay, konuşmasının bir yerinde, hiçbir ayırım yapma gereği duymadan "bütün Millî Eğitim Bakanları iz bırakmak yerine yara bırakmışlardır" demek suretiyle, benim de aralarında bulunduğum bütün geçmiş Millî Eğitim Bakanları için, hiç de şık olmayan, hatta ağır sayılan bir beyanda bulunmuşlardır. Bu sözlerin, Sayın Altay gibi mesleği öğretmenlik olan bir arkadaşımdan gelmiş olması, benim için gerçekten inciticidir.

Görev yaptığım 1992-1993 yıllarında, mesleğim öğretmenlik olmamasına, eğitimcilik olmamasına rağmen, Türkiye'deki 500 000 öğretmenle çok iyi diyalog kurduğumu zannettiğim bir dönemi gururla yaşadım ve halen yaşıyorum.

Sayın Altay'a, tabiî, şükran borçluyum; ne yara bıraktım onu bilmiyorum; ama, bıraktığımı zannettiğim izlerden birkaç cümleyle bahsetmek istiyorum. Bunların başında öğretmenlerimiz gelir.

Sayın Altay, bilir ki, benim dönemimde, öğretmenler için gerçekten incitici bir uygulama olan öğretmenliğe giriş sınavı kaldırılmıştır.

Yine, öğretmenler için incitici olan 24 Kasım Öğretmenler Günü kaldırılmıştır.

Öğretmenlerin içinde bulunduğu malî zorluklar dikkate alınarak, öğretmenler için uygulanan katsayı keyfîlikten çıkarılmış ve çıkardığımız bir kanunla katsayıya bağlanmıştır ve onun sonunda öğretmenlerimiz almakta oldukları maaş kadar ekders ücreti alma imkânına kavuşmuşlardır.

Yine, dönemimizde, teknik öğretmenlerin yıllarca beklediği unvan sorunu çözülmüş ve teknik öğretmenlerimize mühendis olma yolu açılmıştır.

Yine, dönemimizde daha önceki yıllarda Türkiye'ye getirilip öğretmen olarak çalıştırılan, ama, öğretmen statüsü verilemeyen 3 000 soydaş öğretmenimizin kadro sorunu çözülmüştür.

Yine, o dönemde, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki 18 ilimizde çalışmak üzere, bir keresinde 18 000 öğretmen alımı yapılmış ve bu 18 000 öğretmen arkadaşımızın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde huzur içerisinde çalışabilmeleri için, ortaöğrenimdeki çocuklarının tümü parasız yatılı okullara alınmış, yükseköğrenimdeki çocuklarının tümüne istekleri halinde kredi ve yurt imkânı, başkaca hiçbir şart aranmaksızın sağlanmıştır.

Yine, o öğretmenlerimize, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da görev yapacak olan o öğretmenlerimize, iki yıl orada kaldıkları takdirde, istedikleri bölgeye; üç yıl orada kaldıkları takdirde de istedikleri ile, yine, başkaca hiçbir şart aranmaksızın geri gelme yolu açılmıştır. Yani, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da görev yapacak öğretmen arkadaşlarımızın istekleri, bir anlamda, karşılanmış ve bulundukları o bölgedeki çocuklarımızın gönül huzuru içerisinde eğitim-öğretim yapmalarının altyapısı sağlanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, eğitim, elbette öğretmen sorunlarının çözümüyle bitmez; ama, Sayın Altay öğretmen olduğu için mutlaka bilecektir ki, bilmelidir ki, biliyordur ki, dönemimizde, ilköğretimden yükseköğrenime kadar, cumhuriyet tarihinde ilk sayılan pek çok şey gerçekleştirilmiştir. İlk defa, dönemimizde, İlköğretim Yönetmeliği, ilköğretim öğrencilerinin de katkısıyla, ta köy okullarından başlayarak, kademe kademe, Bakanlığa kadar sağlanarak gerçekleştirilmiştir. Bu ilköğretim Yönetmeliği, aradan on yıl geçmesine karşılık, halen bugün başarıyla, birtakım değişiklikler yapılmak suretiyle uygulanmaya devam edilmektedir.

Yine, ilköğretimdeki çocuklarımıza, kitap okuma gibi, ilk sağlık dersleri gibi, trafik gibi, çevre gibi hayatta her zaman karşılaştıkları birtakım yeni derslerin zorunlu olarak okutulması sağlanmıştır.

Ortaöğrenimde ise, bugün, 1 000 000'a yakın öğrencisi olan açıklise, bizim gururla savunduğumuz, gerçekleştirdiğimiz çok güzel bir eserimizdir. Açıklise, daha sonra açıkortaokulu da içine alarak kırsal kesimde liseye gitme imkânı bulamayan pek çok insanımızı okul sahibi etmiştir. O okuldan mezun olup, hukuk fakültesini, başka fakülteleri bitiren pek çok insanla ben hayatta karşılaşıyorum; o okuldan yetmişbeş yaşında mezun olup da üniversite sınavlarına giren insanları hatırlıyorum ve nihayet ortaöğretimde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, sözlerinizi toparlar mısınız?

Buyurun.

KÖKSAL TOPTAN (Devamla) - ... o dönemde süper lise olarak uyguladığımız ve bugün Türkiye'nin her tarafına yaygın olan, aslında, yabancı dille eğitimden Türkiye'yi kurtarmak için düşündüğümüz süper lise modeli yahut başka bir ifadeyle yabancı dil ağırlıklı lise modeli bugün yine başarıyla uygulanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi toparlamak zorundayım; Sayın Başkanın müsamahasını suiistimal etmeyi aklımdan geçirmem. İlk defa, dönemimizde, Türkiye'de, Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. İlk defa, dönemimizde, Bilgisayar Eğitimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. İlk defa, dönemimizde, engelli çocuklarımızın eğitiminin Türkiye'nin gündemine taşınması için engellilerle ilgili bir genel müdürlük kurulmuştur ve bunun dışında değerli arkadaşlarım, yükseköğrenimde 21 tane yeni üniversite, 2 tane yüksek teknoloji enstitüsü kurulmuştur. Biz göreve gelene kadar Türkiye'deki toplam üniversite sayısı 25 iken, bir keresinde 23 tane yeni yükseköğrenim kurumunu Türk gençliğinin, Türk insanının emrine vermişizdir. Yine dönemimizde, üniversitelerde ikili eğitim başlamıştır. Şimdi bu üniversitelerde yaklaşık 500 000 gencimiz eğitim öğretim görmektedir. Yine dönemimizde, bizim dışımızdaki herkesin de kabul ettiği gibi, dünyanın en büyük eğitim projesi olan Türk cumhuriyetleri ve akraba topluluklarından 10 000 öğrenci Türkiye'ye getirilmiş; Türkiye'nin sistemi, bizim uyguladığımız eğitim sistemi örnek olsun diye ve Türkiye ile o ülkeler, o topluluklar arasında karşılıklı bir köprü görevi görsün diye bu çocuklarımız gelmiş ve şu anda bunların yüzde 90'ına yakını Türkiye'de eğitimlerini tamamlamak suretiyle ülkelerine dönmüş ve ülkelerinin çok etkin yerlerinde bir Türkiye sevdalısı olarak memleketlerine hizmet etmektedirler.

Daha geçen gün beni ziyaret eden Afganistan Adalet Bakanının yanındaki tercümanı çok güzel Türkçe konuştuğu için dikkatimi çekti; "bu kadar güzel Türkçeyi nerede öğrendin sen" dedim "ben, sizin 1992'de getirdiğiniz öğrencilerden biriyim" dedi. Bu gurur bana yeter. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu gururun sevgili Altay tarafından da yürekten paylaşıldığına inanmak istiyorum, inanıyorum.

Sayın Başkana ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toptan.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, söz talebim var.

BAŞKAN - 4 üncü Maddeyi okutuyorum :

MADDE 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen ?..Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN -Madde üzerinde söz talebi ?..Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, son söz, Mersin Milletvekilimiz Sayın Mustafa Özyürek'e ait.

Buyurun Sayın Özyürek (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tasarıyla ilgili olarak, oyumun rengini belli etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Burada, millî eğitim sistemimizle ilgili çok çeşitli konulara değinildi. Elbette, millî eğitimimizin çok büyük sorunları var. Sayın Bakan, resmî eğitimin, yani, kamunun verdiği eğitimin kalitesi üzerinde kuşku doğuracak bazı açıklamalarda bulundu ve özel eğitimin, daha kaliteli olduğunu çağrıştıracak beyanları oldu.

Öncelikle, bir Millî Eğitim Bakanımızın, kamu eğitiminin, yani, resmî eğitimin kalitesini nasıl yükselteceğini anlatması gerekir. Özel eğitimi öne çıkarmak, özel eğitimi daha kaliteli göstermek doğru bir yaklaşım değildir. Elbette, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, özel eğitime karşı değiliz; ama, bizim esas sistemimiz, kamunun verdiği eğitimidir, kamuda verdiğimiz eğitimdir ve buralarda oturan arkadaşlarımızın yüzde 90'ı da, resmî okullardan yetişerek buralara gelmişlerdir. Devletimizin amacı, bu okulların, ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar, belli kalitede, belli nitelikte devam etmesini sağlamaktır. Özel eğitim, istisnadır, parası olanların gideceği yerdir, yoldur; ama, büyük çoğunluk, kabul etmeliyiz ki, resmî okullarda okuyor ve oralarda 80-90 öğrencinin bir sınıfta bulunması, hepimizin yüreğini parçalıyor; bunlara, mutlaka çözüm bulmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Millî Eğitim eski Bakanımızın, doğal olarak, bir söz hakkı oldu. Biz, geçmiş dönemde emeği geçen, millî eğitime hizmet veren herkese teşekkür ederiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tabiî, herkes, kendine göre bir emek vermiş, bir çaba harcamıştır; bazıları az etkili olmuştur, bazıları çok etkili olmuştur. Sayın Köksal Toptan da, kendi döneminde, öyle inanıyorum ki, o günkü mensup olduğu partinin ilkeleri doğrultusunda, millî eğitimimizi belli bir noktaya götürme çabasında bulunmuştur; kendilerine teşekkür ederiz. Ancak, millî eğitimimizin büyük bir sorunlar yumağı içinde olduğuna da hiç kuşku yoktur; yani, gösterilen iyiniyetli çabalara rağmen, ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti, bugün, geldiği noktada, millî eğitim sorununu çözememiştir; altyapısıyla, öğretmenleriyle, öğrencileriyle, ilkokuluyla, ortaokuluyla, üniversitesiyle, ne yazık ki, millî eğitim sorununu çözememiştir. Bugün, içinde bulunduğumuz şartlarda, Türkiye'nin birinci sorunu, temel sorunu millî eğitimdir; ama, bunu çözecek, bütüncü, reformcu bir yaklaşımı, uzun zamandır, Türkiye'de, biz göremedik; bugünkü hükümetin de, böyle bir yaklaşım içinde olduğuna dair bir emare yok. Hep tartıştığımız konu, öğretmenlerimizi, nasıl, oradan oraya nakledebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, yirmibeş sene bürokraside bulunmuş bir arkadaşınız olarak söyleyeyim ki, bürokrat olmak, bugünlerde, özellikle hükümet değişikliklerinde, ıstırap verici, şansız bir olaydır. Her gelen bakan, her gelen yönetici, önce, gücünü göstermek için, o çaresiz bürokratı, nasıl, nereden nereye süreceğinin yollarını arar. Sayın Bakanımız, biz kimseyi sürmedik diyebilir; ama -bir özel talep olarak değil- geçen gün, bir öğretmenimizin, Mersin'in Bozyazı'sından Kars'ın Susuz İlçesine nasıl sürüldüğüne dair yazıyı, kendilerine takdim etmiştim. Bunun, yüzlerce, binlerce örneğini hepimiz biliyoruz. Burada, birbirimizi kandırabiliriz, diyebiliriz ki, biz, partizanlık yapmıyoruz; biz, kimseyi, bir yerden bir yere sürmüyoruz. Öyle bir değişiklik yapıyoruz ki, öğretmenleri, eş durumundan nasıl bir araya getirebiliriz, bunun için maddeler de getirdik diyorsunuz, getiriyorsunuz; ama, Sayın Bakana misal olarak verdiğim öğretmenler de, eş durumundan; biri Mersin'de kalmıştır, öbürü Kars'a sürülmüştür. Böylesine, 15 yıldır, 20 yıldır bu devlete hizmet etmiş, çocukları eğitmiş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - ... insanlar, bu vatana, bu millete ne gibi kötülükler yaptılar, bu eğitime nasıl kötülükler yaptılar da oradan oraya sürülüyorlar, eziliyorlar, kıyılıyorlar? Bunlara bir çare bulmamız lazım. Herkes, güven içinde, huzur içinde görevini yaptığı zaman, huzursuz olmayacağı, sürülmeyeceği, kıyılmayacağı inancıyla çalışmalıdır. Bunları sağlayamazsanız... Altı aydır Türkiye'de yaşadığımız dram budur değerli arkadaşlarım. Öyle bir hava verdiniz ki, biz herkesi yerinden edeceğiz havası verdiniz. Ne kadar ettiniz, ne kadar etmediniz tartışılır; ama bu huzursuzluğu, acaba beni de görevden alacaklar mı huzursuzluğunu yaydığınız, verdiğiniz anda o bürokrasiyi çalıştıramazsınız; ne yazık ki, bu huzursuzluğu vermiş bulunuyorsunuz.

Bundan sonra yapmanız gereken şey, şuna bir nokta koyun, bir çizgi çekin; artık değişim bitmiştir, bundan böyle, gelen gelmiştir, giden gitmiştir, kalanlar huzur içinde çalışsın deyin. Gidin bir resmî daireye, görün; hiç kimse görev filan yapmıyor. Kim geliyor?.. Değerli arkadaşlarım, gelenlerle ilgili değerlendirmeleri de lütfen iyiniyetle dinleyiniz, hiç kimse için, bileğinin hakkıyla oraya geldiği söylenmiyor; onun yakını olduğu için, bunun yakını olduğu için oraya geldiğini söylüyorlar. Böylesine bir anlayışın yerleştiği ortamda bürokrasiyi çalıştıramazsınız, kimseden hizmet alamazsınız. Bir huzur sağlayınız, bir güven veriniz, bu atamalara, görevden almalara bir çizgi çekiniz ve deyiniz ki, ey bürokratlar, bundan sonra huzur içinde çalışın, görevini yapana biz bir şey demeyeceğiz, kimseyi görevden almayacağız; bunları demek lazım.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan da söyledi, bazı sözcüler de sık sık Cumhuriyet Halk Partisi sıralarına dönerek, hep diyorlar ki:"Sizin bu imam hatip takıntınız nedir?"

Değerli arkadaşlarım, bizim, imam hatip takıntımız falan yoktur; ama, sizin olduğunu anlıyorum. Bizim, Türkiye'de, Anayasamızın temel ilkelerine saygı duyan hiç kimseye karşı takıntımız yoktur, ama, Anayasamızın bu temel ilkeleri bellidir; Türkiye demokratik bir devlettir, Türkiye bir cumhuriyettir, Türkiye bir hukuk devletidir ve Türkiye laik bir devlettir değerli arkadaşlar. (AK Parti sıralarından "Biliyoruz" sesleri) Bazı arkadaşlarımızın bunu bildiğinden kuşkum var da, onun için söylüyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Bu ilkelere uyan, bu ilkelere saygı duyan herkes, nereden mezun olursa olsun, bizim saygımız vardır; ama, bizim hafızamızda yer alan, bizim unutmadığımız noktalar da var; o da nedir; "imam hatipler bizim arka bahçemizdir" diyenleri de unutmadık. (CHP sıralarından alkışlar)

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Bizi ilgilendirmez!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - O nedenle, hiçbir kesimi, hiçbir okuldan mezun olanı, hiç kimse, arka bahçesi gibi görmemelidir. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, size, bununla ilgili yüzlerce demeç getiririm.

İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Bir tane getiremezsin...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Çok getiririm, hepsi var, hepsi delilli, hiç merak etmeyiniz; arşivler orada duruyor, hafızalarımız yerinde, gazete kupürleri ortada...

Diyorsanız ki, bundan sonra, biz bu anlayışta değiliz, kimseyi arka bahçemiz gibi görmek istemiyoruz; mesele yoktur; ama, bunlar hep söylenmiştir. Bizim herhangi bir imam hatip takıntımız yoktur, imam takıntımız da yoktur, kimseye karşı bir peşin hükmümüz yoktur...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Var, var...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ama, belli kesimleri kullananlara hiçbir zaman saygımız olmamıştır. Bu nedenle, bu görüşlerimizi açıkça burada belirtmek istedim.

Bu tasarıya, biz, sözcülerimizin baştan beri ifade ettiği gibi, olumsuz oy vereceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.

Tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik bir teşekkür konuşması yapacaklardır.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmüş olduğumuz tasarının yasalaşmasında emeği geçen AK Partili ve Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerine, bütün arkadaşlarıma, konuşmalarıyla katkıda bulunan bütün milletvekillerine, huzurlarınızda teşekkür ediyorum; yalnız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Güldal Okuducu, benim Genel Kurulda olmadığım bir sırada, benim, özellikle "bu yasa tasarısıyla ilgili harcadığım süre 15 dakikadır" sözünü başka taraflara çeken bir ifade kullanmış.

BAŞKAN - Sayın Bakan, tasarı kanunlaştı...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Tamam Sayın Başkan, ben bir şeyi tashih ediyorum.

Bu tasarının arkasında, bütün bürokrat arkadaşlarımın emeği vardır, Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğünden geçmiştir, Bakanlar Kurulundan geçmiştir, komisyondaki çok değerli arkadaşlarımın çok ciddî katkısı vardır. Ben, orada, sadece bununla uğraşmadığımızı ifade etmek için bu cümleyi kullandım.

Genel Kurula, bu katkılardan dolayı da teşekkür ediyorum, hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bugün çalışma süremiz saat 20.00'ye kadar; daha yarım saatlik bir zamanımız var.

3 üncü sıraya alınan, Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 29.10.1989 Tarihli ve 389 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443 Sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

3.- Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 29.10.1989 Tarihli ve 389 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443 Sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/546, 1/63, 1/142, 1/151, 1/180) (S. Sayısı: 127) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 127 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İzmir Milletvekili Sayın Canan Arıtman; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletimizin Yüce Meclisini Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesini amaçlayan Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

AKP, seçim öncesinde, hükümet programında, kararların, ilgililer ve sivil toplum örgütleriyle birlikte alınacağının sözünü vermesine rağmen, diğer tüm sözleri gibi bunu da tutmadı. Bakanlıkların birleştirilmesinde, bilim adamları, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, görüşlerini iletmek için siz AKP'lilere ulaşamadı, bu konudaki girişimleri yanıtsız kaldı; ama, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her zamanki katılımcılık anlayışımızla, bu konuda, bilim adamlarımızın, üniversitelerin, meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerini aldık. Bugün, burada söyleyeceklerimiz, hem Cumhuriyet Halk Partisinin hem de onların görüşleridir.

Değerli arkadaşlarım...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, şu gürültüye bakın, ciddiyetsizlik bu; ayıptır!

BAŞKAN - Sayın Arıtman, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, lütfen, bakanları rahat bırakalım; şu Genel Kurul çalışmalarını sürdürelim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Yani, işin ciddiyeti olur Sayın Başkan!

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Dönüp kendi tarafınıza baksanıza.

AHMET YENİ (Samsun) - Siz kendi tarafınıza bakın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Arıtman, siz buyurun.

CANAN ARITMAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütün olanaklarını sınırsızca kullandığımız bu dünyayı, yüzyıllardır, farkına varmadan hoyratça kullandık. Bu hoyratça kullanım, neticesini 1960'lı yılların başından itibaren belirgin olarak göstermeye başladı. Kontrolsüz sanayileşmeden kaynaklanan kirli hava ve atıksular doğal kaynakları tehdit etmeye, su kaynakları kirlenmeye, çöp dağları oluşmaya başladı.

Bu yüzden, dünya, 1972'de, Stockholm'de, yeni bir kavramı gündeme getirmek zorunda kaldı. Bu kavram çevre idi. Ekolojik yıkımın baş sorumlusu insanoğlu, hatasından ders çıkarmak ve bu kötü gidişe "dur" diyebilmek için, birbiri ardına konferanslar, toplantılar, zirveler düzenlemeye başladı.

1972 Stockholm Bildirgesinde "insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarına erişme temel hakkına sahiptir" ifadesiyle, çevre hakkı, evrensel bir insan hakkı olarak tescil edilmiş oldu.

Ülkemizde, 1982 Anayasasında, birey ve devletin çevre hak ve ödevleri düzenlendi; 1983'te Çevre Kanunu çıkarıldı; 1991'de ise, Çevre Bakanlığı kuruldu. Daha sonraki yıllarda, sivil toplum örgütleri kurulmuş, çevre konusunda çok duyarlı bir kamuoyu oluşmuştur.

Anayasamızın 56 ncı maddesinde yer alan çevre hakkı, üçüncü kuşak insan hakları arasında kabul edilir ve maddede "herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir" ibaresiyle yer alır.

Avrupa Birliği, çevre politikaları geliştirme ve uygulamada, dünya politikalarını etkilemede öncü rol oynamıştır; ayrıca, Avrupa Tek Senedi, Maastricht Anlaşmasıyla, çevre politikalarını, ulusal politikalar olmaktan çıkarıp, topluluğun birincil hukukunun parçası haline getirmiştir. Çevre politikaları, topluluk üst hukukunca belirlenmekte ve AB ülkeleri, bu üst politikalara uyum yapmaktadır.

Ülkemiz, AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı belgesinde, çevreyle ilgili başlıbaşına bir bölüm ayırarak taahhütte bulunmuştur. AB - Türkiye Uyum Programında, çevre, 174 direktifle yer almaktadır. 24 adet olan bu başlıkların altında, orman bölümü bulunmamaktadır.

Orman, çevresel değerlerden bir tanesidir. Orman Bakanlığı ve kuruluş amaçları, Çevre Bakanlığı kuruluş amaçları içerisinde küçük bir alanı kapsar. Zaten, geçmişte de, Orman Bakanlığı, muhtelif bakanlıklarla birleştirilmiş, kapatılmış, tekrar açılmıştır.

Oysa, bugün görüşülen kanun tasarısı, 21 inci Yüzyıl bakanlığı olan Çevre Bakanlığını, Orman Bakanlığına eklemektedir. Gerçek bir bütünleşme çabası bile yoktur; oysa, çağdaş ülke örneklerine bakılırsa, Çevre Bakanlığının, çoğunlukla, tek bir bakanlık olarak veya mekânsal planlama ve tüm doğal kaynakların yönetiminin verildiği süper bakanlık olarak kurumsallaştığı görülür. Bu tasarıda olduğu gibi, Çevre ile Orman Bakanlıklarının yama gibi birleştirilmesi, geçmişte, Tarım Bakanlığıyla yaşananlardan daha da olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Çevre Bakanlığını Orman Bakanlığıyla birleştirmek, Çevre Bakanlığını orman sorunları içerisinde kaybetmek ve odağını şaşırtmaktır.

Sayın Bakan komisyonda "bu iki bakanlık birleşirse sinerji artar" dedi. Bu mantıkla, eğer bakanlık sayısını 6'ya düşürürsek, sinerji 60 kat artmış mı olacak?! Bu anlayış yanlıştır. Dünyada entelektüel bir prestij kaybına uğrayacaksınız. Batılı çağdaş dünyanın çevreye verdiği önem ve Birleşmiş Milletlerin çevre konusundaki titizliği, önerileri doğrultusunda, yakında dünyada, müstakil çevre bakanlığı olmayan ülke kalmayacak. Batılı ülkeler neredeyse bir süper bakanlık tarzında çevre örgütlenmesi yaparken, bizim bakanlık birleştirmemiz çok ciddî bir yanlış ve prestij kaybıdır, geriye gidiştir, ülkeyi geriye götürmektir.

Kamu yönetiminde reform, devletin yeniden yapılandırılması, bakanlıkların azaltılması, daha AKP kurulmadan önce, Cumhuriyet Halk Partisi programlarında yer alan hususlardır. Bu konuda ilk adım olarak, yerel yönetimler yasası çıkarılmalıdır. Merkezî ve yerel yönetim reformu ve bunların görev dağılımı yapılmadan bakanlık sayılarının azaltılması, stratejik planlama hatasıdır.

Çevre Komisyonunda, Sayın Bakan, bu yeni oluşumda çok büyük mücadele vererek, bakanlık isminin "çevre" ile başlamasını sağladım dedi. Teselli babından, bir çeşit sus payı... Ne yazık ki, bakanlık ismini "çevre" ile başlatmakla, çevre olgusu önemsenmiş olmuyor.

Tasarıdaki genel gerekçenin giriş paragrafında "bakanlıklar, devletin üstlendiği kamu hizmetlerinin konularına göre uzmanlaşan ve örgütlenmiş birimleridir" cümlesi yer almaktadır. Bize göre de doğru olan bu tanım, konuları ayrı olduğu için ayrı uzmanlık örgütlenmeleri gerektiren orman ve çevre süreçlerinin birleştirilmesini değil, tam aksine, ayrılmasını gerektirmektedir.

Ülkemizde bakanlık sayısının fazla olduğu, benzer hizmetlerin birleştirilerek bakanlık sayısının azaltılması görüşü yerindedir. Ne var ki, analitik bir değerlendirmeyle, bu anlamda birleşmesi gereken başka bakanlıklar varken, amaç ve hizmet kapsamları çok farklı olan orman ve çevrenin birleştirilmesi doğru değildir. Tasarı, çevre hizmetini, orman-çevre ilişkisi boyutuna indirgeyen bir anlayışa dayandırılmıştır. Oysa çevre, genel yaşamı doğrudan etkileyen niteliğinden ötürü, canlıların yaşadığı doğal, yapay, kültürel, toplumsal tüm ortamları kapsayan bir kavramsallıktır. Bu özelliği nedeniyle, objesi yalnızca orman değildir. Sudan havaya, topraktan tüm canlılara uzanan obje alanı vardır. O yüzden, kırsaldan kente, üretimden tüketime, tarımdan sanayie, enerjiden turizme bütün kalkınma ve gelişme süreçlerini, tüm sektör ve hizmet alanlarını kapsamaktadır. Belirtilen nedenle, çevre hizmetini ormancılık hizmetinin bir alt birimi olarak gören tasarının bu bakış açısı, gerçekçi olmadığı gibi, bilimsel de değildir.

Çevre konusunda yaşanmakta olan görev ve yetki karmaşasının çözümü, tüm bakanlıkları yönlendiren bir çevre yönetimi anlayışıyla aşılabilir. Yaşananlar, bugün, etkin ve bütüncül bir kurumsallaşmayı gerektirirken, çevreyi ormanın etkisi altına sokarak yetki ve görev karmaşasını daha da artıracak bir düzenleme gerçekçi bulunamaz. Kaldı ki, bu taslak, Anayasada devletçe yürütülmesi gerekli görülen ormancılık çalışmalarının da aksamasına ve gündeme getirilmeye çalışılan ormansızlaştırma sürecinin hızlanmasına da yol açacaktır.

Birleştirilmelerinden ne kadar tasarruf sağlanacağı çok şüpheli olan bu zoraki izdivaçta, çevre konusu, kolu kanadı kırık iki genel müdürlükle yönetilmeye mahkûm edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, en büyük tasarruf, ülke kaynaklarının doğru kullanımı, kaynak israfının önlenmesi ve bilinçli tüketimdir. Ülkemiz, doğal kaynaklar bakımından son derece büyük bir hazinedir. Bu hazinenin doğru, rasyonel kullanımı ve planlamasından sağlanacak kâr, fayda ve maliyet analizinin düşünülmeyip, personel, bina, araç-gereç tasarrufunun, sözde sağlanacakmış gibi gösterilmesi de bilimsel ve teknik mesnetlerden son derece uzaktır. Sözde tasarruf adına, ulusal ve uluslararası bazda hayatî öneme sahip, ortak geleceğimiz olan çevreyi korumak, kontrol, kirlilik bertarafı gibi uzmanlık, deneyim ve örgütlenme gerektiren Çevre Bakanlığı, ne yazık ki, asimile edilerek yok edilmektedir. Bu, AKP'nin çevreyi bir değer olarak görmeyişinin eseridir, Türkiye'yi geriye götürmektir. Oysa, çevre, 21 inci Yüzyılın yükselen değeridir.

Unutulmamalıdır ki, bugün, ülkelerarası çatışmaların ve savaşların temelinde su ve doğal zenginlikler yatmaktadır. Çevreyi gözardı eden politikalar nedeniyle su kaynakları kirlenmiş, verimli arazileri yok edilmiş bir ülkenin zararını tahayyül etmeyi sizlerin takdirine bırakıyorum.

İdarî sistemdeki hantallaşmanın önlenmesi, bakanlıkların birleştirilmesiyle değil, kendi içlerinde daha etkin ve verimli fonksiyonlar haline dönüştürülmesiyle sağlanabilir. Aksi takdirde, iki bakanlığı birleştirerek, ucu bucağı belli olmayan, son derece hantal ve belirsiz bir yapı oluşur. Nitekim, bunun örnekleri, önceki yıllarda, Kültür ve Turizm, Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlıklarının birleştirilmelerinde yaşanmış, istenilen verim alınamadığı için, bir süre sonra tekrar bu bakanlıkları ayırma zorunluluğu hâsıl olmuştur.

İki ayrı bakanlık çatısı altında yeterince korunamayan çevre ve orman değerlerimizin birleştirilmiş yarım bakanlık bünyesinde korunmasını düşünmek, hayalden ve çocuklarımızın geleceği olan çevremizi feda etmekten başka bir şey değildir.

Bugün gelinen noktaya baktığımızda, birçok fedakârlıkla teşkilatlanması için yıllardır mücadele verilen Çevre Bakanlığının yok edilmesiyle ilgili, ileride, çocuklarımıza ve torunlarımıza verebilecek bir cevabımız olmayacaktır ve AKP iktidarı, hiç de hayırla anılmayacaktır.

Diyelim ki, bu iki bakanlık birleşti. Neyi başarmış olacaklar; korumayı mı, koordinasyonu mu, entegrasyonu mu; hiçbirini. Asıl amaç, yeni bakanlık adı altında yeni yönetim kadroları oluşturmaktır. Bu birleşmenin bilimsel bir amacı yoktur; tek amacı, siyasî kadrolaşmadır.

Çevre sorunları, su, hava, toprak gibi unsurların kirlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Artık, günümüzde, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamanın bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. Özellikle, kalkınmakta olan ülkelerde çevre yönetimi giderek daha da önem kazanmaktadır. Sürdürülebilir çevre konuları, tüm insan faaliyetlerini içerdiğine göre, ülke yönetiminde de en önplanda yer alması gereklidir.

Sürdürülebilir kalkınmanın en önemli özelliği, ekonomik kararlar ile ekolojik kararların bir arada alınmasıdır. Ülkemizdeki sorun, bu kararların ayrı ayrı alınması ve ekolojik değerlerin kolayca ekonomik değerler için feda edilebilmesidir.

Çevre Bakanlığının 2003 bütçesi itibariyle 43 trilyonluk bütçesiyle en düşük bütçeli bir bakanlık olarak, malî bir yük oluşturduğunu da söylemek mümkün değildir. Aksine, çevreyi dikkate alan bir üretim ve tüketim süreci, dışticaretteki engellemeleri aşacak ve çok değerli olan kaynaklarımızı korumamızı, bölgemizde ve dünya kaynakları yönetiminde söz sahibi olmamızı sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, çevresel sorun alanlarına kentleşme açısından baktığımızda, Türkiye, hızla kentleşen bir ülkedir. Kentlerde yaşayan nüfusun payı, 1990'da yüzde 54 iken, 2000'de yüzde 64'e çıkmıştır. Hızlı kentleşme, bu nüfusu bir dizi çevre sorunuyla karşı karşıya bırakmakta ve kaynaklar üzerinde baskı yaratmaktadır.

İnsan kaynakları açısından bakıldığında, Türkiye, dünyanın en kalabalık 20 nci ülkesi ve bütün OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızına sahip olan ülkedir. Yüksek nüfus artış hızı, doğal kaynaklar üzerinde ek baskı yaratmakta ve atık miktarını artırmaktadır.

Ekonomik açıdan ise sanayi ve turizm, ekonominin en hızlı büyüyen kesimleridir. Bu da, sanayi atıkları ve kıyılarda bozulma sorunlarını getirmektedir. Türkiye nüfusunun ancak yüzde 6'sı evsel atık su arıtımı hizmetinden yararlanabilmektedir. Oysa, OECD ortalaması yüzde 63'tür. Endüstriyel nitelikteki atık suların ancak yüzde 9'u arıtılmaktadır. İnşa edilmiş arıtma tesislerinin çoğu, enerji maliyetlerinin yüksek oluşu nedeniyle çalıştırılmamaktadır.

Organize sanayi bölgelerinin ancak yüzde 14'ü arıtma tesisine sahiptir. Turizm sektöründe bu oran yüzde 20'dir. Ülkemizde yılda 25 000 000 ton katı atık oluşmakta ve bunun ancak yüzde 5,9'u yönetmeliklere uygun olarak bertaraf edilmektedir. Ülkemizde yılda 5 500 000 ton tehlikeli atık oluşmakta, bunun ancak yüzde 1'lik kısmı bertaraf edilebilmektedir.

Aktardığımız verilerden de görüldüğü üzere, ülkemizde çevre ve insan sağlığı merkezli politikaların yeterince uygulama alanı bulamadığı ortadadır. Çevre yönetimi alanındaki yetersizliğin temel nedenleri, kaynak, yetki ve eşgüdüm eksikliğidir; ancak, bütün bunlar, Çevre Bakanlığının kamuoyuna gereksiz bir bakanlıkmış gibi gösterilmesinin nedeni olamaz.

Türkiye'nin güçlü bir çevre yönetimine ihtiyacı apaçık ortadadır. Bu ihtiyacın kaynağında, ülkemizin içinde bulunduğu koşulların yanı sıra, çevre alanının bütün dünyada kazandığı önem de yatmaktadır. Oysa, AKP'nin yapmaya kalkıştığı sözde reform çerçevesinde, ormanlarımızı satarak kurtulma amacında olan bir bakana çevreyi teslim etmekteyiz. Eh, Sayın Başbakan da tüccar siyaseti yapıyor; önce ormanlar, sonra kıyılar satılacak... Netice olarak AKP, doğayı, çevreyi satacak. Bu anlayış, ülkemiz için çok önemli, geri dönülmez sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Çevre ve Orman Bakanlıkları, yapıları gereği farklı sorumluluk alanları ve farklı bakış açıları olan, olması gereken kurumlardır. Sadece belli bir alana sıkıştırılmış bir çevre örgütlenmesinin hiçbir işlevi yoktur. Orman Bakanlığıyla birleştirme, ülkemizin çevre örgütlenmesini dar bir alana hapsetme ve ülkenin aslî meselelerinden uzak tutma girişimidir. Üstelik, hemen birleşme süreci öncesinde, Çevre Bakanlığının en birikimli kadrolarının tasfiyesine başlanmıştır. Bu koşullarda gerçekleştirilecek bir birleşme, Çevre Bakanlığının fiilen kapatılması anlamına gelecektir. Türkiye'nin güçlü bir çevre örgütlenmesine, etkin bir kuruma ihtiyacı, var olan kurumun lağvedilmesiyle giderilemez.

Dünyada gelişmiş ülkelerde, çevre bakanlığının orman bakanlığının içinde yer alması gibi bir uygulama pek görülmemektedir. Örneğin Amerika'da ormanla ilgili konular, tarım bakanlığı altında bir genel müdürlük tarafından ele alınır ve yine, Amerika'da, Çevre Koruma Ajansı olarak isimlendirilen oluşum, tüm bakanlıkların üzerinde yer alan bir yapıyla direkt Amerika Başkanına bağlı ve yetkileri son derece geniş bir kuruluştur. Pek çok Avrupa ülkesinde ise, çevre ve mekânsal planlama bakanlığı tarzında, Kanada, Japonya, İtalya, İspanya, Norveç gibi 15 ülkede ise müstakil çevre bakanlığı konumundadır. Gelişmiş ülkelerde hal böyleyken, ülkemizde, bunun aksine, Çevre Bakanlığının yetkilerini daha da kısıtlayabilecek bir durum olan bir diğer bakanlıkla birleştirme, son derece yanlıştır.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği ülkeleri için çevre, "olmazsa olmaz" bir unsurdur. AB'ye giriş çabaları içerisinde olan ülkemizde çevre konusunu ikinci plana atacak ve bizim, ülke olarak çevreye ikinci planda baktığımızın bir nevi göstergesi olacak bu bakanlık birleşmesi, Avrupa Birliğine giriş çabaları açısından da son derece zararlıdır. AB'ye üye her devlette ve aday ülkelerde de AB çevre mevzuatının uygulanmasını sağlayan çevre bakanlıklarıdır. AB aday ülkeleri uyum sağlamak üzere bakanlık yapılarında revizyona giderek çevre bakanlıklarını teşkil etmiş, güçlendirmiş ve AB fonlarından milyonlarca euroluk destek almışlardır. Bu nedenle, Çevre Bakanlığı tek yetkili olarak düzenleyici, denetleyici ve koordinatör bakanlık olmalıdır.

Ülkemizin çevre politikasının bütünsel olarak oluşturulması, mevzuatın ulusal gerçeklerimiz dikkate alınarak uluslararası mevzuata göre geliştirilmesi, çevre kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi, çevre etkilerinin izlenmesi ve denetimi, çevre envanterinin oluşturulması başta olmak üzere konuyla ilgili her türlü iş ve işlemler Çevre Bakanlığınca yürütülmelidir.

Orman arazilerinin satışına olanak sağlayan anayasa değişikliğini yapan ve böylelikle tüm toplumun malı olan ormanlarımızın talanına olanak yaratan siyasî iktidarın, bu birleştirmeyle, çevrenin korunması ve denetiminde etkinliği daha da azaltma ve yok etme anlayışında olduğu görülmektedir. Oysa, sürdürülebilir bir kalkınma için, çevrenin korunarak sanayileşmenin sağlanması gereklidir.

Bu nedenle, Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi ve çevre çalışmalarında etkinliğin azaltılmasıyla oluşacak telafisi mümkün olmayan zararların yanı sıra, söylendiği gibi, devletin küçültülmesi ve tasarrufu değil, işlevsizleşen ve hantallaşan kurumsal yapılar nedeniyle daha büyük israf yaratılacaktır. Aynen Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleştirilmesinde olduğu gibi, her şeyi ticarî meta olarak gören bir anlayışın yanında olmak mümkün değildir.

Bu bilgilendirmeler ve görüşlerimiz ışığında, çevre hakkını insan hakkı olarak görerek, ülkemizde çevrenin korunması ve geliştirilmesi için Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmemesini öneriyoruz. Çevre Bakanlığı yeniden yapılandırılarak; politikaları belirleme, mevzuatı geliştirme, koordinasyon ve planlama fonksiyonları güçlendirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Arıtman.

CANAN ARITMAN (Devamla) - Çevre politikalarının sektörler bazında uygulanmasına destek sağlamak amacıyla, Çevre Bakanının Yüksek Planlama Kuruluna üye olması mutlaka sağlanmalı ve Bakanlık, çevresel altyapı yatırımları ile çevre standartlarının tespitinden sorumlu, yetkili bir bakanlık haline dönüştürülmelidir.

Ülkemizin mevcut çevre sorunları, dünyadaki sürdürülebilir kalkınma konusundaki gelişmeler ve AB çevre müktesebatına uyum sağlanması hususları dikkate alındığında, Çevre Bakanlığının, Çevre ve Mekânsal Planlama Bakanlığı olarak güçlenmesinin en doğru düzenleme olduğu görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, netice olarak, Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısına, bu haliyle, 21 inci Yüzyıldaki çevre yönetimine ve AB uyum sürecinde öngörülen hedeflere uygun olmadığı görüşümüzle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ret oyu vereceğimizi beyan eder, saygılarımızı sunarız. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arıtman.

AK Parti Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Vahit Kirişçi; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Sayın Kirişçi'nin konuşmasının tamamlanmasına kadar Genel Kurul çalışmalarımızın uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Kirişçi.

AK PARTİ GRUBU ADINA VAHİT KİRİŞÇİ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan, 127 sıra sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının geneli üzerinde AK Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, AK Parti Grubu olarak, bu iki güzide bakanlığımızın birleştirilmesi hadisesini, biraz önceki konuşmacı arkadaşımın belirttiği gibi, bir bakanlığın bir diğer bakanlığa yamanması olarak kesinlikle düşünmüyoruz; çünkü, 58 inci ve 59 uncu hükümetlerimizin, programlarında olsun, acil eylem planımızda olsun ve biraz daha geriye gittiğimizde, seçim beyannamemizde ve biraz daha geriye gittiğimizde de parti programımızda belirttiğimiz gibi, biz, kamu yönetiminde dinamik, aktif ve bu dinamizm ve aktifliğini, bir anlamda bakanlık birimleri aracılığıyla yürütürken, burada denetimi yapan, standartları koyan ve makro düzeyde birtakım politikalar üreten birimler olarak gördük. Bu çerçevede de, bakanlıklarımızın gerek yapısal değişimini ve gerekse de bu ülkede eski bir alışkanlık olarak, geçmiş hükümetlerin yaptığı ve geri planında da o günkü şartlarda koalisyon mantığı içerisinde ne kadar çok fazla sayıda bakanlık olursa, biz, bu bakanlıklar üzerinden birtakım pazarlıkları daha rahat yaparız mantığıyla oluşturulmuş, sunî olarak oluşturulmuş bakanlıklarımız var.

Biz, bu bakanlıklarla şu ana kadar bir yere gelinemediğini gördük. 1984 yılında, genel müdürlük düzeyinde, Türkiye'de çevreyle ilgili konular gündeme gelirken, 1991 yılında bakanlığa dönüştürülmüştür. Peki, 1984 yılından bugüne, gerek genel müdürlük olarak gerekse müsteşarlık ve ardından da bakanlık olarak yapmış olduğumuz faaliyetleri, acaba, hiç kritik yaptık mı? Eğer, böyle bir kritik yapılmış olsa, bu samimî kritiğin neticesinde, bu ülkede, Çevre Bakanlığımızın, bütün iyi niyetlere rağmen -özellikle, "iyi niyetlere rağmen" ifadesinin altını çiziyorum- özellikle personel yönünden, araç-gereç yönünden ve mevzuattaki birtakım aksaklıklar yönünden yeterince etkili olamadığını ve vatandaşlarımızın gitmede mütereddit oldukları kurumlar haline dönüştüğünü biliyoruz. İşte, biz, böyle bir uygulamanın daha fazla devam etmesinin bu ülkeye yarar sağlamayacağını ve bu noktada, mutlaka, bakanlıklarımızın daha etkin ve dinamik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede de, hem bu şartı hem de bakanlıkların birleştirilmesi olayını geçmişteki taahhütlerimize dayanarak gerçekleştirmek istiyoruz. Şayet, bu zamana kadarki hükümetlerin -58 inci ve 59 uncu hükümetlerimizi hariç tutacak olur isek- başarısızlıklarını incelediğimizde, seçim çalışmaları sırasında milletine vaat ettiklerini iktidara geldiklerinde yapmamış olmalarından kaynaklanıyor. Biz, gerek hükümetimizin bakanlık sayısının azaltılması konusundaki gerekse de bakanlıkların -biraz önce belirtmiş olduğum- standart koyan, denetimi sağlayan, makro düzeyde politikalar üreten birimler haline dönüştürülmesi konusunda bir kararlılık sergiledik ve taahhütlerimizi yerine getirme noktasında böyle bir çalışmayı başlatmış olduk. Bizler, hakikaten, 22 nci Dönem milletvekilleri olarak bu konuda müteşekkir olduğumuz ifade etmeliyiz.

Oturduğum sıralarda, saat 15.00'ten bu yana, özellikle Cumhuriyet Halk Partili konuşmacıların bilhassa kadrolaşmayla ilgili, kadrolaşma konusunda kullanmış oldukları kelime sıklığını tespit etmeye çalıştım; fakat, bir noktaya geldikten sonra bıraktım. Eğer, sözü edildiği gibi, bize ithaf edildiği gibi bir kadrolaşma var ise, AK Parti iktidarlarında, AK Parti hükümetlerinde, bakanlıkların sayısının azaltılması yerine, artırılması yoluna gidilirdi. Pekâlâ -tırnak içerisinde söylenecek olursa- AK Parti hükümetlerinde, olabildiğince fazla sayıda milletvekiline, kırmızı plakalı araçlarda seyahat ve iyi tefriş edilmiş odalarda oturma imkânı sağlanabilirdi; ama, biz, böyle bir saltanat yerine, bu millete hizmeti kendimize ilke edindik ve bu çerçevede, bakanlık sayılarının azaltılması üzerinde ısrarla ve şiddetle durduk.

Diğer taraftan, 21 inci Yüzyılın, özellikle 20 nci Yüzyılın son yıllarında yükselen değer, çevre bilinci, bunu kabul ediyoruz. Çevreye son derece duyarlıyız. Çevre konusunda hassasiyetlerimizin artması gerektiği ve bu konuda, çevrenin bizlere geçmişten miras kalmadığının, gelecekten ödünç alındığının bilincindeyiz; ama, şunu da unutmamamız gerekir ki, mevcut hantal yapı, hiçbir şekilde, bizim sözünü etmiş olduğumuz düzeyde bir çevre bilincinin bu ülkede tesis edilebilmesine imkân sağlamamaktadır. Doğrudur, anayasal olarak bize verilmiş bir ödevdir; gerek hükümetlere gerekse de vatandaşlara, çevrenin korunması ve daha sağlıklı bir çevrede yaşanması mecburiyeti getirilmiştir; böyle bir ödevimiz vardır; ama, bu ödevi yerine getirirken, artık, uluslararası normlarda belirli bir hizmet kalitesini yakalayabilecek veya bu düzeyde bir hizmeti sunabilen birimler olmak mecburiyetindedir.

Bu kadrolaşma konusunda bir iki örnek daha vermek istiyorum. Biz, sadece bakanlıkların sayısını azaltmış olmadık veya bu tasarının kanunlaşmasıyla birlikte olmayacağız. Başka neyi yapacağız?.. Özellikle, Orman Bakanlığımıza bağlı bölge müdürlükleri var, bunların sayısı 9. Diğer taraftan, Orman Genel Müdürlüğümüze bağlı 27 tane de bölge müdürlüğü var. Bu bölge müdürlerini ve bölge müdürlerinin yardımcılarını da hesaba kattığımızda, merkezde tam 105 adet kadro boşalmaktadır. Peki, biz, mevcut kadroları, sizin sözünü etmiş olduğunuz şekilde doldurmak yerine, niye lağvedelim?! Böyle bir uygulamanın mantığı var mı?! Lütfen, artık, bu tür suçlamalardan vazgeçelim. Samimî olarak söylüyorum, çetele tutmaktan yoruldum; çünkü, o kadar çok kullanıldı ki bu kadrolaşma ifadesi veya kavramı, bu, çok büyük bir haksızlıktır.

Diğer taraftan, bu, Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı olarak ihdas edilecek olan il müdürlüklerinin, bilinsin ki, il müdür yardımcılıkları da yoktur. Şimdi, bunları da yan yana koyduğumuzda, bir kadrolaşmadan söz etmek, açıkçası, insafsızlıktır. Kadrolaşma bunun neresindedir diye sormak gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, böyle bir birleşmenin sağlayabileceği birtakım yararlar var. Bu yararlardan bir tanesi şu: Özellikle Çevre Bakanlığımızın, bu zamana kadar, çok sınırlı bir personelle bu faaliyetlerini yürütmek zorunda kaldığını belirttik. Eğer, böyle bir birleşme gerçekleşirse, sinerji dediğimiz hadisenin bir sonucu olarak, Orman Bakanlığındaki birtakım atıl personel kapasitesi belki bu taraflara kaydırılacak. Örneğin, çevre konusunda en önemli hadise denetimdir. Belki, denetim işi çok daha etkin olarak yapılacaktır. ÇED raporu vermenin dışında başka faaliyetleri yapmakta zorlanan bir bakanlık yerine, bu birleştirilmiş bakanlık, çok daha aktif ve dinamik birtakım uygulamaları ortaya koyacaktır.

Diğer taraftan, sadece personel yönünden bir destekleşme veyahut da birbirine yardım söz konusu değil. Bugün, çevre konusunda, ciddî manada yapılan bir araştırma-geliştirme faaliyeti yok. Şimdi, bu araştırma-geliştirmeler de hız kazanacak. Niye; çünkü, sekiz ana birimden oluşan bu yeni teşkilat yapısı içerisinde bir tanesi vardır ki, özellikle, araştırma-geliştirme faaliyetlerinin yapılmasına imkân sağlamaktadır. Dolayısıyla, bir konunun araştırılması, geliştirilmesi, bu konuda maddî destek sağlanması, denetiminin genişletilmesi hadisesini üst üste koyduğunuzda çok sağlıklı bir çevre bilincinin ve çevreyle ilgili uygulamaların olduğunu, inşallah, önümüzdeki dönemlerde göreceğiz.

Diğer taraftan, Orman Bakanlığının mevcut haliyle ilgili olarak da bir iki değerlendirmede bulunmak istiyorum. Bugün, 10 000 000 hektar alanda bir ağaçlandırma çalışmasının gerekli olduğu, bu konudaki yetkili ve etkili uzman arkadaşlarımızın görüşüdür. Peki, böyle bir ağaçlandırmayı, acaba, biz, mevcut altyapıyı, mevcut fizikî imkânları dikkate aldığımızda ne kadar bir sürede yapabiliriz diye sorduğumuzda, bu, yüzyılları bulmaktadır. Bu ne demektir; böyle bir hadise imkânsızdır. Peki, bu nasıl yapılacak; işte, böyle bir birleşmenin ortaya çıkarmış olduğu sinerjiyle oluşacaktır; bu sinerjinin, bu birleşmenin sağlayacağı bir destekle, bir yardımlaşmayla olacaktır. Dolayısıyla, önceki konuşmacı arkadaşımızın belirttiği gibi, gerçekten, o da üzüntü verici bir ifadedir; ama, Cumhuriyet Halk Partili sözcülerden, artık, biz, bunları duymaya alıştık: "Çevre satılıyor, doğa satılıyor." Allahaşkına, bunun neresi satılıyor?! Bu doğayı, bu çevreyi korumak hepimizin ortak görevi. Biraz önce de söyledim, biz, bu çevre ve doğal varlıklarımızı geçmişten miras değil, geleceğimizden ödünç aldık diyoruz. Bu bilinçle, bu şuurla birtakım gelişmeleri birlikte yapacağız, birtakım desteklere birlikte imza atacağız diyoruz. Dolayısıyla, bu çalışmanın çok sağlıklı bir çalışma olduğu, yerinde bir çalışma olduğu, özellikle, 21 inci Yüzyılda kamu hizmetlerinden yararlanan vatandaşlarımızın, daha çağdaş, daha etkin, daha verimli bir hizmet alabilmesinin önkoşulu olduğunu açıkçası düşünüyoruz. Bu çerçevede de, hazırlanmış olan bu tasarının yasalaşması konusunda AK Parti Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi ve destek olacağımızı belirtiyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kirişci.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 1 Mayıs 2003 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; iyi akşamlar diliyorum hepinize.

 

Kapanma Saati: 20.03

 

 


VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu'nun, Kırklareli Demirköy Fatih Dökümhanesinin turizme kazandırılmasına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/362)

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA