DÖNEM : 22 CİLT : 13 YASAMA
YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
73 üncü
Birleşim
30 . 4 . 2003 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, kadınların çalışma
yaşamında karşılaştıkları sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı'nın, bürokratik formalitelerin
asgariye indirilmesine, ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı'nın, mobilya sektörü ve Siteler
esnafının sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere, ilişkin gündemdışı
konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Yasa gereğince görevleri sona eren; Güldal Akşit'in Devlet
Bakanlığına, Erkan Mumcu'nun da Kültür ve Turizm Bakanlığına atandıklarına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/254)
C) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman
köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/69)
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama
dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/70)
IV.- ÖNERİLER
A) SİyasÎ
Partİ Grubu Önerİlerİ
1.- Genel Kurulun çalışma saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı: 73)
2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu (1/583) (S. Sayısı : 128)
3.- Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 29.10.1989 Tarihli ve 389 Sayılı
Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname,
18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443 Sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri
ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/546, 1/63, 1/142, 1/151, 1/180) (S.
Sayısı: 127)
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI
1.- Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu'nun, Kırklareli
Demirköy Fatih Dökümhanesinin turizme kazandırılmasına ilişkin sorusu ve Kültür
Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/362)
I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.
Kayseri Milletvekili Muharrem Eskiyapan'ın, Kayseri İlinin ekonomik,
sosyal ve güncel sorunları ile alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen,
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, Tekel’in özelleştirilmesinin
getireceği sorunlara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener,
Cevap verdiler.
Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez, Mardin İlinin kültür ve inanç
zenginliğine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.
Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Şefik Dzaferovic'in vaki
davetine icabetle bu ülkeye gidecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülenç Arınç'a refakat edecek milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Avrupa Kıtası Habitat Global Parlamenterleri Bölgesel Konsey Başkanı
Peter Götz'ün, TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Münir Erkal'ı Habitat Dördüncü
Dünya Parlamenterler Forumuna davetine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul
edildi.
Muğla Milletvekili Ali Cumhur Yaka'nın (6/331) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği
bildirildi.
Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/23), İçtüzüğün 37
nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:
1 inci sırasında bulunan (6/139),
2 nci " " (6/140),
Esas numaralı sorular üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı
soruya çevrildi; 1 inci sıradaki soru sahibi de görüşlerini açıkladı;
3 üncü sırasında bulunan (6/146),
4 üncü " " (6/154),
5 inci " " (6/158),
6 ncı " " (6/160),
7 nci " " (6/161),
9 uncu " " (6/166),
10 uncu " " (6/172),
11 inci " " (6/173),
12 nci " " (6/174),
13 üncü " " (6/175),
15 inci " " (6/178),
17 nci " " (6/180),
19 uncu " " (6/183),
20 nci " " (6/184),
21 inci " " (6/185),
22 nci " " (6/186),
23 üncü " " (6/188),
24 üncü " " (6/189),
25 inci " " (6/190),
26 ncı " " (6/191),
Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi.
8 inci sırada bulunan (6/165),
14 üncü " " (6/176),
18 inci " " (6/182),
27 nci " " (6/192),
Esas numaralı sorulara, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü,
16 ncı sırada bulunan (6/179) esas numaralı soruya, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanvekili İsmail Alptekin,
Cevap verdiler, soru sahipleri de karşı görüşlerini açıkladılar.
Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 54 milletvekilinin, esnaf ve
sanatkârlar ile KOBİ'lerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
(10/24) öngörüşmeleri tamamlandı, yapılan oylamadan sonra, önergenin kabul
edilmediği açıklandı.
Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 24 milletvekilinin,
Pamukbankın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi ile ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin (10/10) öngürüşmeleri, Hükümetin
Genel Kurulda hazır bulunmaması nedeniyle, bir defaya mahsus olmak üzere,
ertelendi.
30 Nisan 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
18.14'te son verildi.
|
|
Yılmaz Ateş |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Suat Kılıç |
|
Enver Yılmaz |
|
Samsun |
|
Ordu |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
No.: 101
II.– GELEN KAĞITLAR
30.4.2003 ÇARŞAMBA
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi
Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolun Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/388) (S.
Sayısı: 55'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 30.4.2003) (GÜNDEME)
2.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı: 73'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi:
30.4.2003) (GÜNDEME)
3.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu (1/583)
(S. Sayısı: 128) (Dağıtma tarihi: 30.4.2003) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Fransa'da soykırımı temsil
ettiği iddia edilen bir anıtın açılışı karşısında Türkiye'nin tavrına ilişkin
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/429)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2003)
2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 4325 sayılı
teşvikle ilgili Kanunun süresinin sona ermesi nedeniyle yeni bir uygulama
yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/430)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2003)
Yazılı Soru Önergesi
1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Fona devredilen bankaların
sahiplerine ve devlete olan borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(6/472) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2003)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman
köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/69) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.4.2003)
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama
dokunulmazlığı konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/70)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:15.00
30 Nisan 2003 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Suat
KILIÇ (Samsun)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 73 üncü
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları
sorunlar konusunda söz isteyen Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'a aittir.
Buyurun Sayın Erbatur. (CHP sıralarından alkışlar)
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur'un, kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlara ve alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
NEVİN GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarın
1 Mayıs; bundan tam 117 yıl önce, işçilerin günlük çalışma saatlerinin sekiz
saatle sınırlandırılması istemiyle haklarını aradıkları Uluslararası İşçi Günü.
1 Mayıs, uzun ve zahmetli bir tarihî mücadelenin sembolü; dünyanın dört bir
yanında, sadece tarihî önemi için değil, çalışanların, sorunları etrafında
kenetlendikleri bir gün olarak kutlanıyor. Ben de, çalışanlar, emekçiler için
böylesine önemli bir günün öncesinde, kadınların çalışma yaşamında
karşılaştıkları sorunları dile getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk
ve işsizlik her geçen gün derinleşirken, bu durum en fazla kadınları etkiliyor.
Kalkınmanın gerçekleştiricisi ve yararlanıcısı olarak kadın potansiyelinin değerlendirilmesi
gerektiği geniş kabul görmüş bir tespit olmasına rağmen, bu potansiyeli
değerlendirme konusunda özel çaba sarf edildiğini söylemek mümkün değildir.
Kadınların çalışma yaşamına girişleri, çalışma biçimleri, çalışma
yaşamında kalma ve kariyerde yükselmeleri önemli sorun alanlarıdır.
Kadınlar, toplumun genellikle daha az eğitim almış bir kesimini
oluştururlar. Bu nedenle, ev kadınlarının "ücretsiz aile çalışanı"
olarak emekleri görmezden gelinir. Çalışma yaşamına girmeyi başaracak kadar
şanslıların ise, aile ve iyi iş yaşamını uyumlaştırma gibi bir sorumlulukları
vardır; yani, hem evde hem işte çalışırlar. İş yaşamında kendilerine biçilmiş
görevlerin devamı sayılan mesleklere yönlendirilirler. Mesleklerinde
ilerlemeleri, geleneksel değer sistemi içerisinde çok zordur. Aile
sorumlulukları nedeniyle, onlara, çalışma yaşamında gelip geçici gözüyle
bakılır; hatta, bu durum, yasal düzenlemelerle teşvik edilir.
Yukarıdaki tespitleri teyit etmek üzere sayısal verilere baktığımızda,
Türkiye'de istihdamın yüzde 45'inin hâlâ tarım kesiminde olduğunu, dörtte 3'ünü
esas olarak tarım kesiminde çalışan kadınların oluşturduğu "ücretsiz aile
işçiliği" kategorisinin toplam istihdam içerisindeki payının yüzde 20,6
olduğunu görürüz.
Çalışma yaşamında kadınları büyük sorunlar beklemektedir. Aile ve
çalışma yaşamını uyumlaştırmak onların görevidir. Bir taraftan aile
sorumluluklarını yerine getirecek, bir taraftan işinde başarılı olacaktır.
Hamile kalmasını bir yana bırakın, hamile kalma ihtimalinin olması, özellikle
özel sektör tarafından tercih edilmemesini getirir. Hamilelik, çocuk ve yaşlı
bakımı nedeniyle işinden uzak kaldığında, zaten çok zor açılan kariyer kapıları
yüzüne kapanmış olur. Çalışma yaşamına geri dönüşünde hizmetiçi eğitim alma
olanağı bulamaz. Küreselleşen ve bilgi toplumları oluşturmaya yönelen dünyada,
teknolojik gelişimi izleme olanağı erkeklere göre çok daha az olan kadın, bu
nedenle rekabete eksiden başlar. Yeni üretim biçimleri de onun lehine çalışmaz,
onu, evinde çalışmaya teşvik eder. Parça başına düşük ücretle ve uzun çalışma
saatlerine dayalı çalışma biçimi kadının kendisi ve toplum tarafından onay
görür. Kadın evde kalarak, evinde çocuklarına göz kulak olacaktır; çünkü,
dışarıda çalıştığında, çocuğunu bırakacak gündüz bakımevleri, kreşler, çocuk
kulüpleri gibi olanaklar yoktur, varsa da pahalıdır.
İş Yasasında belirli sayıda kadın işçi çalıştıran işyerlerine kreş ve
emzirme odası açma zorunluluğu gibi getirilen yasal düzenlemeler, ya daha az
sayıda kadın işçi çalıştırılarak ya da evli olmayan kadınlar istihdam edilerek,
uygulanmamaktadır. Bu toplumsal nedenler, kadını hem evde tuttuğu hem de aile
bütçesine katkıda bulunmasını sağladığı için rasyonel bir çözüm gibi gözükür ve
geleneksel değer sistemi tarafından desteklenir. Oysa, kadın emeğinin
sömürülmesinden başka bir şey değildir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; formal piyasada çalışan kadınlar,
tehlikeli işlerde çalışma yasağı ve benzeri düzenlemelerle kısmen korunuyor
olsa da, örneğin, annelik durumunda çoklu bir ayırımcılıkla karşılaşır. En
basit örnek, doğum izinleri farklı yasalarda farklı şekilde tanımlanmaktadır.
Avrupa normlarına göre en az 14 hafta olması gereken ücretli doğum izni, 657
sayılı Devlet Memurları Kanununda 9 hafta, 1475 sayılı İş Kanununda 12
haftadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erbatur; sözlerinizi tamamlar mısınız.
NEVİN GAYE ERBATUR (Devamla) - Bu karmaşayı ortadan kaldırarak, izin
süresini en az 14 haftaya çıkarmak gerekmektedir. 183 sayılı Uluslararası
Çalışma Örgütü Annelik Korunması Sözleşmesinde yer alan zaman sınırı da budur.
Öte yandan, süt iznine ilişkin düzenlemelerin de bir örnek hale
getirilerek, kadın işçiye süt izni saatlerini belirleme hakkının verilmesi
gerekir.
Ücretsiz izin için, yine, benzeri bir düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Anayasanın 41 inci maddesi "Aile toplumun temelidir ve eşler arasında
eşitliğe dayanır" der. O nedenle, çocuk büyütmenin de, kadının ve erkeğin
ortak sorumluluğu olduğu noktasından hareketle, ücretsiz izinlerin ebeveyn
iznine dönüştürülmesi gerekir. Daha da önemlisi, doğumun, iş akdinin feshedilme
nedeni olarak algılanmasının önüne geçilmesi de, yapılması gereken
değişikliklerdendir.
Anayasamızın laik, sosyal bir hukuk devleti tanımının gereği yerine
getirilerek, kreş, gündüz bakımevi, yaşlı bakımevleri gibi destekleyici
mekanizmaların kurularak ve mevcutların güçlendirilerek, kadının işgücü
piyasasına girişi ve orada kalışının şartları oluşturulmalıdır. Ayrıca, eşit
değerdeki işe eşit ücret ilkesi hayata geçirilmeli ve iş değerlendirme
sistemleri, cinsiyetten arındırılmış yeni bir anlayışla ele alınmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nüfusun yarısını oluşturan, ancak,
hak ettiği statüyü bir türlü elde edemeyen kadınlar, çalışma yaşamında,
yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım hakları talep etmektedirler. Kadınlar,
doğanın onlara verdiği tek ayrıcalığın, anneliğin korunmasını istemektedirler
ve 183 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü Annelik Korunması Sözleşmesinin
ülkemiz tarafından imzalanmasını talep etmektedirler.
Kadınlar, kadın oldukları için çalışma yaşamında ayrımcılığa uğramak
istememektedirler. Kadınlar, kendilerinin tam ve eşit katılımı olmaksızın
demokrasinin gerçekleştirilemeyeceğini bilerek, gerekli yasal düzenlemelerin
yapılması, mevcut düzenlemelerin hayata geçirilmesini sağlayacak önlemlerin
alınmasını istemektedirler.
Kadınların giderek yüksek sesle dillendirdikleri, çığlıktan haykırışa
dönüşen isteklerine, Yüce Meclisin kulak vereceğine, gerekeni yapacağına olan
inancımı belirtiyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Erbatur.
Gündemdışı ikinci söz, bürokrasiyle mücadele konusunda söz isteyen
İstanbul Milletvekili Sayın Muharrem Karslı'ya aittir.
Buyurun Sayın Karslı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Muharrem
Karslı'nın, bürokratik formalitelerin asgariye indirilmesine, ilişkin
gündemdışı konuşması
MUHARREM KARSLI (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
bürokrasiyle mücadele konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bildiğimiz gibi, memleketimiz iktisadî olarak büyük sıkıntılar içinde.
Bu sıkıntılarla baş etmek üzere, gerek siyasî partilerin gerekse devletin
iktisatçı uzman kadroları gece gündüz çalışıyorlar ve bunlar birtakım ince
hesaplar yapıyorlar, iktisadî dengeleri kurmaya çalışıyorlar; fakat,
memleketimizde öyle durumlar, öyle meseleler var ki, bunları görmek, bunlara
çözüm bulmak, bunları çözmek için iktisatçı olmaya da pek gerek yok. Bunlardan
birisi, bizim seçim kampanyasında seçmenlerimize hep söylediğimiz gibi,
yolsuzluklardır. Türkiye'de sadece batan bankaların iki üç sene içinde
götürdüğü 20 milyar dolar olarak söyleniyor.
Ayrıca, ikinci kalem olarak, birtakım devlet israfları var; yersiz
yatırımlar, isabetsiz yatırımlar... Geçen gün televizyonda gördüm; muazzam bir
hapishane binası yapılmış, yarım kalmış; hastane binaları yapılmış, yarım
kalmış. Bunların da memleket ekonomisine verdiği zarar en az bir o kadar daha;
belki bir 20 milyar dolar da onlar tutar.
Nihayet, üçüncü kalem olarak, bürokrasinin ekonomiye verdiği zararı
söyleyebiliriz ki, bunun da rakamsal değeri -belki hesaplanması çok zor ama-
onlardan aşağı değildir.
Bürokrasi deyince, biliyorsunuz, Türkçede iki manası var. Ben, devlet
bürokrasisini kastetmiyorum; bürokrasi demek, bir anlamda, devlet teşkilatı
demektir; ama, diğer anlamda da, kırtasiyecilik anlamını taşıyor. Benim
üzerinde duracak olduğum, kırtasiyecilik anlamındaki bürokrasidir. Benim
gördüğüm kadarıyla, bu bürokrasinin, yani, kırtasiyecilik anlamındaki, işleri
yavaşlatan, ağır bürokrasi diye anlattığımız bürokrasinin üç kaynağı var.
Bunlardan biri, bürokraside yetkilerin hep tepelerde toplanmış olması, her
şeyin üst makamlara gitmesidir.
Ben size kendimden örnek vereyim: Yazlık evimin önünde 10 metre boyunda
küçük bir iskele yapmak için, mahallî liman başkanlığına başvurdum; mahallî
liman başkanlığı, Çanakkale'deki bölge müdürlüğüne dosyamı gönderdi; benim
dosyam, oradan, Ankara'daki Denizcilik Müsteşarlığına havale edildi; Denizcilik
Müsteşarlığından da bir sayfalık bir ruhsat geldi ve bu da 6 ay sürdü. Yani,
bir evin önünde denize atlamak için yapılan 10 metre boyundaki küçük bir
iskelenin ruhsatı Ankaralardan isteniliyorsa, işte orada böyle bir problem var
demektir.
Bürokrasinin ikinci kaynağı, devlet teşkilatında gereksiz ara
kademelerin kurulmasıdır. Biliyorsunuz, sevk ve idare tekniğinde
"Parkinson Kanunu" diye bir şey var. Bu Parkinson Kanunu gereğince,
siz bir yerde bir bürokrasi kurduğunuzda, o bürokrasi mantar gibi ürer,
birtakım kademeler çıkar, araya başka kademeler girer ve en alt kademe ile en
üst kademe arasında gereksiz bir sürü kademe ve dolayısıyla bir sürü formalite
ortaya çıkar.
Nihayet, bürokrasinin üçüncü kaynağı da, gereksiz belge ve doküman
talepleridir. Genellikle bürokratlar, kendi sorumluluklarını düşünerek,
kendilerini sorumluluktan korumak amacıyla, iş sahiplerinden gereksiz belgeler
isteler -git Tarım Bakanlığından bir belge getir, git filan yerden bir belge
getir- o belgelerin hepsi dosyaya konulduğunda bürokratın sorumluluğu azalmış,
belki de asgariye inmiş olur diye.
Şimdi bu anlattığım üç kaynaktan ilk ikisi, idarî reformla çözülecektir
ve gerek partimizin gerekse hükümetimizin idarî reform konusunda, yerel
yönetimler konusunda geniş çaplı çalışmaları vardır.
Fakat, benim üzerinde durmak istediğim nokta, daha ziyade, gereksiz
belgelerin ve gereksiz iş akımlarının yaratılmasıdır ve bu da, devlet
teşkilatında iş ve iş akımı analizleriyle çözülecek bir konudur.
Rahmetli Turgut Özal, biliyorsunuz, iktidara geldikten bir süre sonra
bürokrasiyle uğraşmaya başladı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Karslı.
MUHARREM KARSLI (Devamla) - Teşekkür ederim.
Ehliyet ve pasaport işlemlerini basitleştiren birkaç işlemden sonra -ki,
onlar faydalı olmuştur, ama- unutuldu gitti. Demek ki, bürokrasiyle mücadelede
kurumsal çalışmak lazım, bir de süreklilik lazım.
Kurumsallık için benim önerim, Türkiye'de bir bürokrasiyle mücadele
enstitüsünün kurulmasıdır. Şimdi, bana diyeceksiniz ki, hem bürokrasiyle
mücadele ediyorsun hem de yeni bürokrasi kuruyorsun. Aslında böyle değil, kurulacak
bürokrasiyle mücadele enstitüsünün 10-15 kişilik bir çekirdek kadrosu vardır.
Bu, başka memleketlerde uygulanmıştır. Bu çekirdek kadroyla, artı, hangi
kurumun, hangi kuruluşun, hangi bakanlığın bürokrasisiyle ilgileniliyorsa, onun
analizleri yapılıyorsa, o teşkilattan genç müfettişler davet edilir, kadro
bunlarla takviye edilir. Onlar kendi bakanlıklarındaki ya da kurumlarındaki
işlemleri gayet iyi bilirler; ayrıca, genç oldukları için bürokrasiye
şartlanmış değillerdir ve ayrıca da bu işin heyecanını duyarlar. Ben, vaktiyle
bankacılık yaptığım sıralarda böyle bir çalışmanın içinde bulundum. Bir de o
teşkilatlara otokritik bültenleri dağıtılır, herkesin kendi kendini tenkit
etmesi, kendi teşkilatında yapılacak iş basitleştirme işlemlerine ait öneriler
vermesi istenir. Bunlardan da çok geniş çapta yararlanılmıştır.
Fakat, önemli olan sürekliliktir; çünkü, bürokrasi ayrıkotuna benzer;
siz bahçenizi ayrıkotundan temizlersiniz, bir ay başka yere gidersiniz,
döndüğünüz zaman bir de bakarsınız ki, bahçeyi ayrıkotları tekrar sarmış.
Bürokrasi de aynen böyledir. Siz, bürokrasiyi temizlediğinizi zannederken,
aradan geçen zaman içinde bir de bakarsınız, bürokrasi yeni yeni bürokrasi
üretmiş!.. Dolayısıyla, bürokrasiyle mücadelenin kurumsal bir şekilde yapılması
halinde, bu, süreklilik de temin edecektir; aynı zamanda, bilimsel metotlarla
iş analizleri yapılacaktır, iş akımı analizleri yapılacaktır. Bu iş akımı
analizleri sayesinde, hangi işlemlerin gerekli, hangi formalitelerin gereksiz,
hangi dokümanların lüzumsuz olduğu kararına varılacaktır ve bunlar
azaltılacaktır. Nitekim, rahmetli Turgut Özal'ın yaptığı bu müdahale ki, hem
kurumsal değildi hem sürekli değildi; fakat, palyatif de olsa, ehliyet almayı,
iki fotoğraf ve bir form doldurmaya, pasaport almayı da yine iki fotoğraf ve
bir form doldurmaya kadar indirgemeye muvaffak olmuş bir çalışmaydı. İşte bu
çalışmaların, iş analizleriyle, sürekli ve kurumsal hale getirilmesi halinde,
Türkiye'de, bürokratik formalitelerin asgarîye indirilmesi ve bu yüzden
ekonominin gördüğü zararların azaltılması mümkün hale gelebilecektir.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karslı.
Gündemdışı üçüncü söz, mobilya sektörü ve Sitelerin sorunları ile çözüm
önerileri konusunda söz isteyen Ankara Milletvekili Sayın Zekeriya Akıncı'ya
aittir.
Buyurun Sayın Akıncı. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Ankara Milletvekili Zekeriya
Akıncı'nın, mobilya sektörü ve Siteler esnafının sorunlarına ve alınması
gereken tedbirlere, ilişkin gündemdışı konuşması
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
mobilya sektörümüzün, özelde de Türk mobilyacılığının kalbi olduğuna
inandığımız Ankara Mobilyacılar Sitesinin sorunlarını sizlerle paylaşmak üzere
gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Amacım, kısa bir süre içinde olsa da, belki de ilk kez Meclis
kürsüsünde, onbinlerce işyeri ve yüzbinlerce çalışanıyla ülkemiz ekonomisinde
önemli bir yer tuttuğuna inandığım bu sektörümüzün sorunlarına, başta Yüce
Meclisimiz olmak üzere, kamuoyumuzun ve medyamızın dikkatini çekebilmektir;
çünkü, Sitelerimiz, taşıdığı önem ve ağırlığa karşın, hak ettiği ilgi ve
desteği, ne yazık ki, bir türlü, ne yerel yönetimlerden ne de hükümetlerden ve
kamuoyumuzdan, bugüne kadar görememiştir.
Siteler, birçok siyaset adamı için ise, arada bir Siteler Merkez
Camiinde cuma namazı kılarak ya da seçimlerden önce bol vaatler vererek oyları
alınabilecek seçmen yığınından öte bir anlam taşımamıştır. Umut ederim ki, bundan
sonra Siteler, hepimizin arzu ettiği ilgi ve desteği her kesimde bulabilsin.
Bunu, aynı zamanda yıllarca esnaflık yaptığım Sitelerin ve mobilya camiasının
çoktan hak ettiğine inanmaktayım.
Sevgili arkadaşlarım, Siteler, 1960'lı yıllarda Marangozlar Odasının
önderliğinde kurulmuş, bugün 5 000 dönüm arazi üzerinde faaliyet gösteren ve
Türkiye mobilya üretiminin yaklaşık yüzde 75'ini gerçekleştiren büyük bir
organize sanayi bölgesidir. Aynı zamanda Anadolu'nun her yerinde mobilya
sektörünün gelişip büyümesine öncülük etmiş ve bu alanda üstün başarılar
sağlamıştır; ancak, son yıllarda yaşanan olumsuz gelişmeler Siteler esnafını da
etkilemiş ve bugüne kadar sorunlarını kendi içinde çözmeye çalışan esnafımız,
geleneksel yapısını aşarak, belki de tarihinde ilk kez Ankara sokaklarına
çıkmış, elinden tutacak, yol gösterecek bir makam aramaya koyulmuştur.
Yaşadığımız kriz, Siteler ve civarında 1997 öncesi 45 000'in üzerinde
esnaf varken, yaprak dökümü sonucunda 10 000'in üzerinde esnafın -ki, bu sayı
giderek artmaktadır- kepenk kapatmasıyla sonuçlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın Akıncı, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda bir uğultu var; lütfen,
arkadaşlarımızın kendi aralarında sohbet etmemelerini rica ediyorum.
Buyurun Sayın Akıncı.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sevgili arkadaşlarım, bu kan kaybının
durdurulması gerekmektedir; çünkü, Sitelerin önemi sadece Ankara'yla sınırlı
olmayan, ülkemizin dört bir yanına mobilya pazarlayan, hatta kendi
olanaklarıyla ihracata yönelmiş olan önemli bir merkezdir. Başta AKP iktidarı
olmak üzere, bugün için hepimizin, Siteler esnafına, sorunlarının çözümüne
dönük borcumuz ve sorumluluklarımız vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mobilya üreticilerimizin en büyük
sorunu, hammadde temininde yaşadıkları güçlüklerdir. Tomruk ağaç ve sunta
fiyatlarının yüksek olması, bu ürünlerin monopol piyasadan temin edilmesi
zorunluluğu, serbest piyasa şartlarında esnafımızın rekabet gücünü
sarsmaktadır. Mevcut ihale sisteminin, küçük esnaf ve sanatkârlara tercihli
tahsis uygulaması sağlayacak biçimde düzenlenmesi de bir temel ihtiyaçtır.
Bu sektörümüz, aynı zamanda, kredi ve finans olarak da en az desteklenen
kesimlerdendir. Yeterli işletme sermayesi olmayan esnafımız, Halk Bankası
yoluyla da ucuz kredi bulamadığından, kirasını, vergisini, işçi parasını ödemek
için dahi, ne yazık ki, tefecilerin eline düşmektedir. Bu yüzden, kolay ve ucuz
kredi temini, esnafımızın yıllardır çözümünü beklediği bir başka önemli
sorunudur.
Halk Bankasının, ihtisas bankacılığına yönelmesi, en köklü çözüm
görülmektedir. Bu, sadece Siteler esnafımızın değil, tüm esnaflarımızın kredi
ve işletme sermayesi anlamında rahatlayabilmesinin temel çıkış noktası olarak
görülmelidir.
Sigorta prim ve vergilerinin yüksekliği, tüm sektörlerde olduğu gibi,
mobilya sektöründe de sigortasız işçi çalıştırmayı körüklemektedir. Primlerinin
yüksekliği, aksine, emekli maaşının düşüklüğü nedeniyle, Bağ-Kurlu olmak da esnafımız
için artık zül olmuştur. Sosyal güvenlik sistemlerinin bir çatı altında
toplanması, tüm esnaflarımızın ve Siteler esnafımızın temel özlemidir. Bunun
yanında, Siteler esnafı, tüm esnaflarımız gibi, Bağ-Kur ve sigorta borçları
için de, faizleri indirilmiş bir affı, sabırsızlıkla beklemektedir.
Sevgili arkadaşlarım, KDV oranının yüksekliği bir başka büyük sorundur
mobilya sektöründe.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun Sayın Akıncı.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla)- Bir dönem, beyaz eşya ve otomotiv sektöründe
KDV indirimine gidilerek pazarda yaratılan hareketlilik, mobilya sektörü için
de geçici bir rahatlık sağlama amacıyla denenmelidir diye düşünüyorum.
Mevcut sıkıntıları yetmezmiş gibi, vergi barışı sürecinde Siteler
esnafının matrah artırımına zorlanması ve 2003 yılı bütçesindeki ekvergiler,
insanlarımızın omzunda yeni kamburlar oluşturmuştur.
Ayrıca, ilkokulu güçlükle bitirebilen insanlarımızın, işletmeciliği
bilemiyor olması nedeniyle büyük zorluklar yaşadıklarını gözönünde tutarak, bu
alanda Millî Eğitim Bakanlığımızın önderliğinde bir eğitim programına ihtiyaç
duyulduğunu da dikkatinize sunmak isterim; çünkü, bu sektörümüzün yüzde 90'ını
küçük işletmeler oluşturuyor. Üstüne üstlük, ülke genelinde yaşanan kriz
nedeniyle, tüm Anadolu piyasasındaki çek ve senet protestolarının yükünü, ne
yazık ki, nihaî olarak, Siteler esnafı çekiyor; bu, onların ticaret alanındaki
bir başka talihsizliğidir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; esnafımızın bu sıkıntılardan
kurtulabilmesi için, içpazarda kısmî rahatlamaların sağlanmasına dönük
uygulamaların yanında, artık esnafımızın ihracat olanaklarının da yükseltilmesi
gerekiyor; bunun için koşullar uygundur. Fabrikasyon mobilya üreten Avrupa'da
söz sahibi firmalarla rekabet olanaklarımız sınırlı olsa da, natürel malzeme
kullanılan elişçiliği ağırlıklı ürünlerde şansımız son derece yüksektir. Doğu
Avrupa ülkelerinin, Avrupa Birliğine girmeleri nedeniyle standartlarını
yükseltmeleri, bu nedenle de ucuz üretim noktasında cazibelerini kaybetmeleri
ve euronun Türk parası karşısında sürekli değer kazanması, mobilya sektörümüzün
Avrupa'da kendisine ciddî bir pazar yaratabilmesinin önünü açmaktadır. Tabiî
ki, Türkiye'de bütün bunları başarabilmek için, bizim de yapmamız gereken işler
var; örneğin, kullanmakta olduğumuz suntaları E1 normuna çıkararak, yüzey
cilalarımızda natürel bazlı boyalar kullanarak, havalı naylon ve mukavva
ambalaj sistemini geliştirerek, modelde renk ve kalite devamlılığını
sağlayarak, nakliye sorununa kalıcı çözümler getirerek standartlarımızı
yükseltebiliriz; ki, bilmenizi istiyorum, tüm bunların altyapısı ülkemizde vardır
ve maliyetleri de yüksek değildir.
Ayrıca, yerel yönetimlerin, yolları, otoparkları aydınlatması,
kaldırımların, parkların, lokal ve dinlence yerleri ile Sitelerimizin ve bütün
sanayi sitelerinin çevre düzenlemesini yapması, aynı zamanda, buraların modern
bir alışveriş merkezi olarak yaratılmasına katkı sunmaları gerekmektedir.
Burada, bu vesileyle, yerel yöneticilerimizi, bir kez daha, sanayi sitelerine
ve özellikle Ankara Mobilyacılar Sitesine özel bir önem vermeye çağırıyorum.
Bunların yanı sıra, pazar payımızı artırabilmek için, girişimcilerimize
yeni olanaklar yaratabiliriz. Sürekli açık, sabit fuar alanları ve bu fuarlar
için sağlanacak organizasyon kolaylıkları, atılım yapmamıza fırsat
yaratacaktır. Kısacası, mobilya ihracatını, esnafımızın tek tük ve kendi
kişisel becerilerine bırakmadan, odamızın ve hükümetimizin ciddî ve sorumlu bir
önderliğiyle artırabileceğimizi düşünüyoruz.
BAŞKAN - Sayın Akıncı, sözlerinizi toparlar mısınız.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim, son sözlerim.
Sevgili arkadaşlarım, bu sorunların çözümüne, hepinizin katkısını
bekliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi arkadaşlarımı, yurttaşlarımızı,
özel sektör ve kamu kuruluşlarını, Türk mobilyasını, Ankara mobilyasını
tanımaya, tanıtmaya ve kullanmaya davet ediyorum. Medyamızı, Ankara Siteler'i
daha yakından izlemeye ve bu merkezimizde üretilen güzide ürünlerimizin
tanıtımına yardımcı olmaya çağırıyorum.
Nereye elimizi atsak, ne yana dönüp baksak, mutlaka, bu insanlarımızın
üretmiş olduğu şık bir mobilyayı göreceğiz. Öyleyse, gelin, bu güzellikleri
yaratan ülkemizin bu büyük sanayiine, bu büyük sektörüne, onun emektarlarına,
çalışanlarına ve ailelerine karşı, hep birlikte, görevimizi yapalım. Bakınız
-çok iyi bilerek söylüyorum- yarım ekmekarası 50 gram helva ya da 2 yumurtayla
öğlen yemeğini geçiştiren çırak ve kalfasına, parmaklarını kaybetme ve
sakatlanma pahasına ömrünü makinelerinin başında, sunta ve kereste içinde
tüketen ustalarımıza, hamalımıza, nakliyecimize, hammadde ve mamul madde
pazarlayan ticaret erbabımıza, büyük yatırımlar yaparak mobilya üretimini
fabrikasyon düzeyine çıkarabilmiş işadamlarımıza, kısacası, bu sektörün
içindeki herkese, borcumuzu ödemenin zamanı artık gelmiştir.
Bu duygularla, Sitelerimizin ve mobilya dünyamızın emektar insanlarını
ve tümünüzü saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Tezkere ve önergeleri, Divan Üyemizin, yerinde oturarak, Genel Kurula
arz etmelerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ederim.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum.
Buyurun.
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- 4848 sayılı Kültür ve Turizm
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa gereğince görevleri sona eren;
Güldal Akşit'in Devlet Bakanlığına, Erkan Mumcu'nun da Kültür ve Turizm
Bakanlığına atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/254)
29 Nisan 2003
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: 14 Mart 2003 günlü, B.01.0.KKB.01-08-3-2003-329 sayılı yazımız.
29 Nisan 2003 günlü, 25093 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
giren 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Yasa gereğince görevleri sona eren;
1. Güldal Akşit Devlet Bakanlığına
2. Erkan Mumcu Kültür ve Turizm Bakanlığına,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 uncu maddesi gereğince
atanmışlardır.
Bilgilerinize sunarım.
Ahmet Necdet
Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; birincisini okutuyorum.
Buyurun.
C) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve
64 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/69)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde yaklaşık 20 000 orman köyümüzde yaşayan 7,5 milyon orman
köylümüzün sorunlarını ve çözüm yollarını tespit etmek amacıyla Anayasanın 98
inci Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
1.- Ahmet
Küçük (Çanakkale)
2.- İsmail
Özay (Çanakkale)
3.- Mehmet
Küçükaşık (Bursa)
4.- Yavuz
Altınorak (Kırklareli)
5.- Nejat
Gencan (Edirne)
6.- Rasim
Çakır (Edirne)
7.- Erdoğan
Kaplan (Tekirdağ)
8.- Mehmet
Siyam Kesimoğlu (Kırklareli)
9.- Mustafa
Sayar (Amasya)
10.- Nail Kamacı (Antalya)
11.- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
12.- Abdürrezzak Erten (İzmir)
13.- Mehmet Işık (Giresun)
14.- Kazım Türkmen (Ordu)
15.- Mehmet Semerci (Aydın)
16.- Şefik Zengin (Mersin)
17.- Mehmet Boztaş (Aydın)
18.- Yılmaz Kaya (İzmir)
19.- Kemal Demirel (Bursa)
20.- Orhan Ziya Diren (Tokat)
21.- Nadir Saraç (Zonguldak)
22.- Sıdıka Aydoğan (İstanbul)
23.- Mustafa Özyurt (Bursa)
24.- Yaşar Tüzün (Bilecik)
25.- Türkan Miçooğulları (İzmir)
26.- Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
27.- Şevket Arz (Trabzon)
28.- Orhan Eraslan (Niğde)
29.- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
30.- Atilla Kart (Konya)
31.- Atila Emek (Antalya)
32.- Hakkı Ülkü (İzmir)
33.- Tuncay Ercenk (Antalya)
34.- Şevket Gürsoy (Adıyaman)
35.- Vezir Akdemir (İzmir)
36.- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
37.- Kemal Sağ (Adana)
38.- İsmail Değerli (Ankara)
39.-Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
40.- Selami Yiğit (Kars)
41.- Fahrettin Üstün (Muğla)
42.- Hüseyin Ekmekçioğlu (Antalya)
43.- Nezir Büyükcengiz (Konya)
44.- Ali Arslan (Muğla)
45.- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
46.- Ufuk Özkan (Manisa)
47.- İsmet Atalay (İstanbul)
48.- Ersoy Bulut (Mersin)
49.- Mesut Özakcan (Aydın)
50.- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
51.- Orhan Sür (Balıkesir)
52.- Halil Ünlütepe (Afyon)
53.- Necati Uzdil (Osmaniye)
54.- Emin Koç (Yozgat)
55.- İdris Sami Tandoğdu (Ordu)
56.- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu (Ankara)
57.- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
58.- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
59.- Erdal Karademir (İzmir)
60.- Hüseyin Özcan (Mersin)
61.- Engin Altay (Sinop)
62.- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
63.- Vahit Çekmez (Mersin)
64.- Osman Özcan (Antalya)
65.- Güldal Okuducu (İstanbul)
Gerekçe:
Ormanlarımız, doğanın en zengin biyolojik çeşitlilik kaynağıdır.
Ülkemizde halen orman rejimi altındaki orman alanları 20,7 milyon hektar olup,
ülke alanının yaklaşık yüzde 27'sini oluşturmaktadır.
Orman alanlarının sadece yarısı normal verimli orman örtüsü taşımakta
olup diğer yarısı üzerindeki orman örtüsü bozuk ve verimsiz durumdadır. Orman alanları
üzerindeki toplam odun hacmi 1,2 milyar metreküp ve yıllık toplam hacim artımı
34 milyon metreküptür.
Türkiye'de yaklaşık 20 000 orman köyünde toplam 7-7,5 milyon civarında
bir nüfus yaşamakta olup toplam nüfusun yüzde 11'ini, kırsal nüfusun ise
yaklaşık yarısını teşkil etmektedir.
Ülke nüfusunun en düşük gelire sahip kısmını oluşturan orman
köylülerinden şehirlere mevsimlik ve devamlı genç nüfus göçünün büyük oranlarda
devam etmekte olması, ülkemizin en önemli sosyal sorunlarından birisini oluşturmaktadır.
Orman köylülerinin ekonomik, altyapı, sağlık, eğitim imkânları da
toplumun diğer kesimlerine nazaran düşük ve yetersiz durumdadır.
Ayrıca orman köylerimizde nüfusun her geçen gün azalması, ormanlarımız
için ciddî bir tehdit haline gelmektedir. Bu tehlikeli göç süreci bu hızla
devam ettiği takdirde, ormanlarımızı koruyacak kimse bulmakta güçlük çekmemiz
kaçınılmazdır. Bu nedenle, orman köylümüzü kendi köyünde kalkındırmak için yeni
projeler geliştirilmeli ve mevcut projelerle ilgili sorunlar ivedilikle
giderilerek yaşama geçirilmelidir.
Orman köylülerinin yaşadığı yörelerin ana doğal kaynağı durumundaki
ormanlar, alanları ve kaynaklarının yüzde 99'unun üzerindeki kısmı devlet
mülkiyetinde olup, koruma, yönetim ve faydalanmanın düzenlenmesi görev ve
yetkisi Devlet Orman Teşkilatına verilmiştir.
Unutulmamalıdır ki, orman köylüsü korunmadan ormanlarımız korunamaz,
orman köylüsü yok sayılarak ormancılığımız ve ormanlarımız geliştirilemez.
Bu nedenle; orman köylerimizin ve köylülerimizin yaşam standartlarının
yükseltilmesi konusunda ve doğal akciğerlerimiz olan ormanlarımızın mülkiyet,
koruma, yönetim ve faydalandırma hakları konusunda gerekli yasal düzenlemelere
rehberlik edebilecek bir Meclis araştırması açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci Meclis araştırması önergesini okutuyorum:
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/70)
28.4.2003
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 23 Mart 2003 tarihinde verilen soru
önergesine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener
imzasıyla 17 Nisan 2003 günü verdiği yanıtta, özetle "Hükümet Programı
kapsamında yapılacak anayasa çalışmaları, elbette yasama dokunulmazlığı
hususunu da yeniden düzenleyecektir" diyor.
Başbakan, bu yanıtıyla, AKP Programına, 3 Kasım seçimlerinden önce
değişik düzlemlerde verdiği sözlere ve Hükümet Programında dokunulmazlık
konusunda yazılanlara bağlı kalmamış olmaktadır.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığına dokunulmamasının nedenlerinin
neler olduğu, kamuoyunun yanıtlanmasını istediği en temel sorulardan biridir.
Bu çerçevede:
1- Dokunulmazlığın sınırlandırılmasının ertelenmesinin iç ve dış
nedenlerinin açıklık kazanması,
2- Ertelemenin ekonomik ve siyasal boyutlarının belirlenmesi,
3- Yapılacak yeni düzenlemelerin ulusal ve uluslararası
karşılaştırmalarla çerçevesinin çizilmesi,
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin yapılacak yeni düzenlemeler
karşısında durumlarının saptanması,
Amacıyla, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri
uyarınca Meclis araştırması açılmasını istiyoruz.
Saygılarımızla.
1.- Yakup
Kepenek (Ankara)
2.- Muharrem
Toprak (İzmir)
3.- Halil
Tiryaki (Kırıkkale)
4.- Muharrem
Eskiyapan (Kayseri)
5.- Mehmet
Sefa Sirmen (Kocaeli)
6.- Mehmet
Uğur Neşşar (Denizli)
7.- Ahmet
Güryüz Ketenci (İstanbul)
8.- Muharrem
İnce (Yalova)
9.- Salih Gün (Kocaeli)
10.- Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
11.- Sedat Pekel (Balıkesir)
12.- Bülent Hasan Tanla (İstanbul)
13.- Bülent Baratalı (İzmir)
14.- Osman Kaptan (Antalya)
15.- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
16.- Mehmet Işık (Giresun)
17.- Erdal Karademir (İzmir)
18.- Yılmaz Kaya (İzmir)
19.- İdris Sami Tandoğdu (Ordu)
20.- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu (Ankara)
21.- Atila Emek (Antalya)
22.- Atilla Kart (Konya)
23.- Mehmet Boztaş (Aydın)
24.- Mehmet Semerci (Aydın)
25.- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
26.- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
27.- Kemal Demirel (Bursa)
28.- Vezir Akdemir (İzmir)
29.- Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
30.- Sıdıka Aydoğan (İstanbul)
31.- Uğur Aksöz (Adana)
32.- Orhan Sür (Balıkesir)
33.- Halil Akyüz (İstanbul)
34.- Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
35.- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
36.- Abdürrezzak Erten (İzmir)
37.- Turan Tüysüz (Şanlıurfa)
38.- Memduh Hacıoğlu (İstanbul)
39.- İsmail Özay (Çanakkale)
40.- Şevket Gürsoy (Adıyaman)
41.- İsmet Atalay (İstanbul)
42.- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
43.- Ufuk Özkan (Manisa)
44.- Hakkı Ülkü (İzmir)
45.- İzzet Çetin (Kocaeli)
Gerekçe:
Hiç kuşku yok ki, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasının
ertelenmesi, toplum yaşamını derinden etkileyecek çok önemli bir politika
değişikliğidir.
Bu nedenle, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin Anayasa
düzenlemelerinin yeni anayasa hazırlığına bırakılmasının nedenleri Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından ele alınmalıdır.
Sayın Başbakan yanıtında, birtakım hükümleri sürekli değiştirilmek
zorunda olan bir Anayasa yerine yeni bir anayasa yapmaktan söz etmektedir.
Oysa, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
Anayasanın 76 ncı ve 78 inci maddeleri değiştirilmiştir. Bugünlerde de, 76 ncı,
169 uncu ve 170 inci maddelerin değiştirilmesine çalışılmaktadır. Bunları,
doğal olarak, Anayasanın kimi maddelerinin değiştirilmesi önerileri
izleyebilecektir.
Çok önemli olduğu hemen her kesim tarafından kabul edilen milletvekili
dokunulmazlığı konusunun bu değişiklikler içine alınmayıp ertelenmesinin de
önemli nedenleri olabilir. Bu nedenleri bilmek, kamuoyunun ve
milletvekillerinin en doğal haklarıdır.
Kaldı ki, eğer milletvekilliği gibi yaşamsal bir konu ertelenebiliyor,
buna karşılık, en azından kuramsal olarak 4,5 yıl sonra uygulanabilecek olan
milletvekili seçilme yaşının düşürülmesine ilişkin olarak Anayasa değişikliği
"orman" konusu ile birleştirilerek gündeme getiriliyorsa, ertelemenin
nedenlerinin açıklık kazanmasının önemi bir kat daha artmaktadır.
Çünkü, temiz siyasete, temiz ekonomiye ve temiz topluma giden yolun ilk
adımı milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasıdır. Dokunulmazlığın
sınırlandırılmasıyla, siyasetin aklanarak yeniden toplumun güvenini
kazanmasının; siyasetin topluma hizmet üretmesinin önündeki en büyük engel
kaldırılmış olacaktır.
Kirli siyaset, doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlakî değerleri
yıkmakta, toplumsal dokuyu zedelemektedir. Aynı zamanda, ekonomide oluşması
kesin bir zorunluluk olan güven ortamını yok edici etkiler yapmakta, risk
artırıcı etkisiyle, devletin borçlanma faizlerinin yükselmesine yol açmakta,
halkın borç yükünü daha da artırmaktadır. Yüksek faizin ise, yatırımlar
üzerinde çok olumsuz bir etkisinin bulunduğu, bunun da üretimsizlik ve
işsizliği daha da artırdığı bilinen gerçeklerdir.
Kısaca, temiz siyasetin, temiz ekonominin ve temiz toplumun önündeki en
büyük engel olan milletvekili dokunulmazlığı sınırlandırılmadıkça, alınacak
hiçbir önlemin, yapılacak hiçbir uygulamanın anlamı da değeri de yoktur.
Meclis araştırması önergemizin onaylanması, yalnız milletvekili
dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda kamuoyunun beklediği sorulara
yanıt verilmesini sağlamakla kalmayacak, bununla birlikte, bu önemli sorunun
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ele alınmasını da kolaylaştıracaktır.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, önergeler gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19
uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
IV.- ÖNERİLER
A) SİyasÎ
Partİ Grubu Önerİlerİ
1.- Genel Kurulun çalışma saatleriyle
gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Sayı: 170 30.4.2003
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 30 Nisan 2003 Çarşamba günü saat 13.00'de yapılan
toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından,
aşağıdaki Grup önerimizin Genel Kurulda okunarak oylanmasını saygılarımla arz
ederim.
Faruk Çelik
AK Parti Grubu
Başkanvekili
Grup Önerisi:
30 Nisan 2003 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde sözlü soruların
görüşülmemesi, daha önce Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak
dağıtılan, 128 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının, 48 saat
geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması; gündemin 39 uncu
sırasındaki 127 sıra sayılı tasarının ise gündemin 3 üncü sırasına alınması,
Genel Kurulun, 30 Nisan Çarşamba günkü birleşiminde saat 20.00'ye kadar,
1 Mayıs Perşembe günkü birleşiminde ise 127 sıra sayılı tasarının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma sürelerinin uzatılmasının,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun onayına sunulması
önerilmiştir.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Aleyhte olmak üzere, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun
efendim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
bugün, yine, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Meclisin gündemine ilişkin Danışma
Kurulunda kabul edilmeyen bir önerisiyle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu
öneriyle, zannediyorum, pek çok milletvekilimizin eline bile geçmemiş olan
Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanununda değişiklik yapılmasını öngören bir
tasarının, öncelikle görüşülmesi istenilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma yöntemi ve
milletvekillerimizin, görüşmekte olduğumuz konulara bilerek nüfuz ederek bu
yasaların kabul edilmesi konusunda, burada, sürekli konuşmak zorunda kaldığım
için üzgünüm; ancak, yine, daha önce gerçekleştirilen, yasa teklif ve
tasarılarını, hızlı bir şekilde, madde madde değil bölüm bölüm görüşmek
suretiyle sonuçlandırma arzusu, dün, Anayasa Mahkemesinden dönmüştür. Anayasa
Mahkemesi tarafından, oybirliğiyle, İçtüzüğün 91 inci maddesinde yapılmak
istenilen değişikliğin, hem yürürlüğünün durdurulmasına hem de iptaline karar
verilmiştir.
O görüşmeler sırasında da ifade ettiğimiz gibi, çoğunluğun, İktidar
Partisinin -Meclisi, âdeta by-pass eder şekilde- milletvekillerinin
görüşülmekte olan konulara katkısını önleyen şekilde çalışmasından, gerçekten,
son derece üzüntü duyuyoruz ve bu yol, altı aydır devam eden bu yol aynen böyle
sürecekse, inanmanızı isterim ki, bu Meclisin, ne iş yaptığı, hangi konuya ne
kadar katkı vereceği, son derece tartışmalı hale gelecektir.
Değerli arkadaşlarım, düşünebiliyor musunuz; bugün, bir saat, iki saat
önce dağıtılmış olan bir komisyon raporu, burada, alelacele görüşülecek,
değerlendirilecek ve eller kalkarak kanunlaşacak. Bu, kesinlikle, Meclisin
katkısını istememe yöntemidir. O zaman, buna daha pratik bir yöntem bulmalıyız.
Hiçbir milletvekilimiz boşu boşuna burada yorulmasın; hepimiz, yetkilerimizi
birkaç kişiye verelim ve gidip işimize bakalım; durum, o hale gelmiştir.
Yine, arkasından, Orman Bakanlığı ile Çevre Bakanlığının
birleştirilmesine dair kanun tasarısı da bunun peşinden görüşülecektir ve
yarın, çalışmalar sonuçlanıncaya kadar, çalışma saatleri uzatılacaktır.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, bu yolu bırakmamız lazım. Her
milletvekili bilmeli ki, bir hafta önceden, önümüzdeki hafta neleri
konuşacağız, ne gün konuşacağız; ilgi duyan arkadaşlarımız da bu konuda
hazırlıklarını yapmalılar ve gelip, burada katkılarını sunmalılar; ama, bir
saat önce, iki saat önce, yarım saat önce dağıtılan bir rapor üzerinde, bir
kanun tasarısı üzerinde anlamlı bir katkı yapmak, gerçekten mümkün değildir.
"Bu katkıya lüzum yok, bizim hükümetimiz her şeyin iyisini bilir"
anlayışı son derece yanlıştır; aksi takdirde, Meclise gerek kalmazdı, Bakanlar
Kurulu her türlü yetkiyi kullanır, sonuçlandırırdı.
Değerli arkadaşlarım, biraz sonra görüşeceğimiz, Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat Kanununda yapılmak istenen değişiklik son derece
önemlidir. Arkadaşlarımız, elbette, iki partiye mensup milletvekilleri de bu
konudaki görüşlerini anlatacaklardır; ama, yapılmak istenen şudur, değerli
arkadaşlarım: Özellikle Millî Eğitim Bakanlığındaki üst düzey bürokratların
görevlendirilmesindeki esaslar, usuller, yöntemler, şu anda yürürlükte bulunan
kanuna göre, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan bir yönetmelikle
belirlenmektedir. Getirilmek istenilen tasarıyla ise, Bakanlığın hazırlayacağı,
Bakanlığın yürürlüğe koyacağı bir yönetmelikle her türlü atama
yapılabilecektir.
Yine, şu anda yürürlükte bulunan Teşkilat Kanununun 56 ncı maddesinde,
hangi nitelikte bürokratların nasıl görevlendirileceğine dair ayrıntılı
hükümler vardır ve Bakanlar Kurulundan geçecek olan yönetmelikte bu
ayrıntıların yer alıp almaması son derece önemlidir; ama, şimdi, bir maddeyle,
yetki, bütünüyle Bakana verilmektedir ve Bakan, dilediği şekilde hazırlayacağı
bir yönetmelikle her türlü atamayı yapabilecektir.
Değerli arkadaşlarım, kamu yönetimi ve kamu görevlileriyle ilgili
konuların objektif esaslara bağlanması gerekir. Keyfî bir şekilde, her bakanın
istediğine göre değişecek yönetmelikle atamaları yaparsanız, üst düzey
kimseleri görevden alırsanız, üst düzey kimseleri dilediğiniz şekilde
görevlendirirseniz, orada kamu yararı kalmaz, orada düzen kalmaz, orada huzur
kalmaz. Bunu, ille, belli bakanların partizanlık yapacağı şeklinde anlamamak
lazım. Her bakanın takdirine bırakılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, son günlerin, son zamanların en önemli konusu
kadrolaşma meselesidir. Teşkilat Kanununda yapılmak istenilen değişiklikte,
kadrolaşma açısından Bakanlığa, Millî Eğitim Bakanına sonsuz yetki
verilmektedir.
HALUK İPEK (Ankara) - Kadrolaşmayı bir tarif et!..
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Böylesine bir yetkiyi niçin alıyorsunuz?
Niçin mevcut maddeyi değiştiriyorsunuz? Kendi bakanlarınıza mı
güvenmiyorsunuz?! Bakanlar Kurulundan geçen yönetmelik ile bakanlık tarafından
oluşturulan yönetmelik arasında ne fark var? Fark şudur değerli arkadaşlarım;
Bakanlar Kurulunun hazırlayacağı yönetmelik, Cumhurbaşkanının onayıyla
kesinleşir. Oysa, burada, sadece bakanın imzasıyla yönetmelik hazırladığınız
zaman, bütün yetkileri, atama yetkilerini, terfi yetkilerini, görevden alma
yetkilerini Sayın Bakanın takdirine bırakıyorsunuz. Bu, objektif değil; bu,
hukukî değil; bu, anayasal değil değerli arkadaşlarım.
Onun için, böyle alelacele nedir?.. Yani, şu anda bulunan görevliler,
Millî Eğitim Bakanlığında çalışan görevliler, aylardır, yıllardır orada çalışan
insanlar o bakanlığı tahrip etmemişler de, üç günde, beş günde mi tahrip
edecekler?! Nedir bu telaş, nedir bu acele?! Bırakalım, kanun, normal zamanında
görüşülsün; bırakalım, yönetmelik, normal zamanında çıkarılsın. Bir telaş...
Bizim vücut dilimizden anlamayan bürokratların hepsini biz görevden alacağız
anlayışı. Böyle bir anlayış olmaz değerli arkadaşlarım. Vücut dilinden anlayan
bürokrat bulunmaz. Bürokrat, devletin memurudur. Son zamanlarda bir yanlış
anlayışı da bu topluma egemen kılmaya çalışıyorsunuz; biz, mademki seçimle
geldik, memurları da dilediğimiz gibi değiştiririz!..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Biz, mademki seçimle geldik; öyleyse, istediğimiz bürokratı alırız,
istediğimiz bürokratı atarız!..
Değerli arkadaşlarım, bürokrat, partinin memuru değildir; bürokrat,
hükümetin memuru değildir; kamunun, devletin memurudur. Bir bürokratı göreve
getirirken ve görevden alırken, orada mutlaka kamu yararı olması gerekir; yoksa
"benden değil, benim vücut dilimi anlamıyor, öyleyse, ben onunla
çalışmam" demek, keyfiliğe davetiye çıkarmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, kuralların
egemen olduğu bir devlettir. Böyle bir devlette, eğer, siz, kuralları bir
kenara atar, hukuku, Anayasayı bir kenara atar "biz, dilediğimiz gibi
kadro kurarız" diyorsanız, bu "biz, keyfî iş yapacağız, bizden
olanları göreve getireceğiz, bizden olmayanları görevden alacağız"
demektir. Bu, ülkeyi, öncelikle bürokratlardan başlayarak, bizden-sizden diye
bölmektir, ikiye ayırmaktır. Buna hiç kimsenin hakkı yok.
Türkiye'nin birliğe ihtiyacı var, Türkiye'nin bütünlüğe ihtiyacı var,
Türkiye'nin birbirini sevmeye ihtiyacı var. Ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma
Partisi, başta Genel Başkanı olmak üzere, bu söylemi tekrarlıyorlar; ama,
uygulamada, öncelikle, kendilerine uzak varsaydıkları bürokratların hepsini
görevden alıyorlar; arkasından, yine, kendilerinin dışında olan bir muhalefet
partisinin hiçbir önerisine itibar etmiyorlar; sonra da diyorlar ki: "Biz,
toplumun bütün kesimleriyle barışmak, kucaklaşmak istiyoruz." Bu nasıl
barıştır, bu nasıl kucaklaşmadır, bu nasıl dostluktur?!.
İşte, diyebilirsiniz ki, canım, siz de keyfinizin istediğini,
dilediğinizi söylüyorsunuz. Hayır, değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinden
İçtüzükle ilgili değişiklik oybirliğiyle döndü. Biz, burada, bunun yanlış
olduğunu, hukuka aykırı olduğunu, böyle yanlış bir yola gidilmemesi gerektiğini
söyledik; hiç itibar etmediniz. Şimdi, Cumhurbaşkanından dönüyor; diyorsunuz
ki: "Cumhurbaşkanı da çok oldu, onun da yetkilerini kısacağız."
Anayasa Mahkemesinden dönüyor, Anayasa Mahkemesine itiraz ediyorsunuz. Doğrusu,
şu Meclisi kurallara uygun, Anayasaya uygun, demokrasiye uygun bir şekilde
çalıştırabilmek için ne yapmamız gerektiği konusunda biz âciz kaldık.
Yapacağımız tek şey, millete şikâyettir; bu yol, yol değildir. Meclise,
konuları, tasarıları yeteri kadar inceleme süresi tanıyınız; Meclisi by-pass
etmeyiniz, muhalefetin sesini kısmaya çalışmayınız. "Bu toplumda, sadece,
Adalet ve Kalkınma Partisi ve ona sadakat gösterecek bürokratlar var, onun
dışında hiç kimseye biz hayat hakkı tanımıyoruz" anlayışı, inanınız ki,
doğru bir anlayış değildir. Hep söylüyorum; partizanlıkla hiçbir iktidar bir
yere gitmemiştir; partizanlık yapan iktidarların sonu hiç de güzel olmamıştır.
Geliniz -tekrar rica ediyorum, istirham ediyorum- bu yanlıştan dönünüz.
Şu Meclisi, itibarına uygun, kurallara uygun çalıştırınız ve şu bürokratları da
"sizden-bizden" diye bölmeyiniz. Bürokrat ömrünü buraya vermiş,
yirmibeş sene... Bu, bana yakın değil; öyleyse, alayım!..
Değerli arkadaşlarım, devletin memuru olarak yetişen, yetişmek isteyen,
istikbalini buna bağlayan binlerce bürokrat var, sizin çevrenizde de var.
Çocuklarınız bürokrasiyi seçiyor, bürokrasiyi seçen çocuklarınız her bakan
değiştiğinde görevden alınacaksa, nasıl görev yapacak, nasıl yetişecek,
kaliteli insanları nasıl bir araya getireceksiniz?!
BAŞKAN - Sayın Özyürek, toparlar mısınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Onun için, bu yolun, yol olmadığını
söylüyorum. Tekrar, Türkiye'yi "bizden, bizden olmayan" diye
bölmekten vazgeçmenizi diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyürek.
Başka söz isteyen?.. Yok.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul
etmeyenler... Teşekkür ederim. Öneri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor
ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.
İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
raporunun müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı: 73)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.
2.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve
Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/583) (S. Sayısı :
128) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Hazır.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 128 sıra sayısıyla bastırılıp,
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Çankırı Milletvekili Sayın Hikmet Özdemir'e aittir.
Buyurun Sayın Özdemir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, AK Parti adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Kamu hizmetlerinin sağlıklı, etkin ve verimli bir şekilde
yürütülebilmesinin, kamu hizmeti yapan kurumların, yasalarının öngördüğü
çerçevede uygulanabilir bir planlama doğrultusunda teşkilatlanmaları ve yapıcı
personel politikaları tespit ederek bunları hayata geçirmeleriyle mümkün
olacağı, bilinen bir gerçektir. Gelişmiş ülkeler arasında yer alabilmenin
önşartının bilgiye dayalı bir toplum oluşturabilmeye bağlı olduğu, bilgi
toplumunu oluşturacak genç kuşaklara millî ve çağdaş temellere dayanan değer ve
düşünceler ile kalıcı, üstün becerilerin kazandırılmasının da ancak eğitim
yoluyla mümkün olacağı dikkate alınarak, eğitim-öğretim hizmetinin daha etkili
ve verimli bir şekilde sürdürülmesinin sağlanması gereği kaçınılmazdır.
Bununla birlikte, Millî Eğitim Bakanlığı personelinin görevde
yükselmeleri, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 56 ncı maddesinin son fıkrasında yer alan hüküm doğrultusunda
düzenlenen 99/12654 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Millî
Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer
Değiştirme Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde yapılmakta, bu da, ülke genelinde
bu yönde sağlanması amaçlanan uygulamada birlik ve paralelliğin dışında
kalınmasına neden oluşturarak bazı güçlüklerin yaşanması sonucunu
doğurmaktadır.
Diğer taraftan, eğitim-öğretim hizmetleri, belli bir plan ve program
içerisinde yürütülmesi gereken, ertelenmesi mümkün olmayan bir kamu hizmetidir.
Bu hizmetin yerine getirilmesinde gerekli olan en önemli unsurun öğretmeler
olduğu da kuşkusuzdur. İşte, bu tasarıdaki 1 inci maddeyle, Millî Eğitim
Bakanlığının yönetim görevlerine atanacaklarda aranacak nitelik ve diğer
şartların Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmektedir.
Malumunuz olduğu gibi, Bakanlar Kurulunun kendisine özgü işleri vardır.
Bakanlar Kurulu, aynı zamanda, yoğun çalışmaktadır. Dolayısıyla, Millî Eğitim
Bakanının, kendi uzmanlarıyla birlikte, eğitimin ve öğretimin daha verimli bir
duruma getirilmesi için gereken düzenlemeleri yapması gerekir. Zira, diğer
bakanlıkların hepsinde, bu tür yönetmelikleri bakanlar ve bakanların uzmanları
yapmaktadır; Anayasaya uygundur, kanunlara uygundur yapılan yönetmelikler, onun
dışına çıkılması da mümkün görülmemektedir. Bu yönden, Bakanlıkça yönetmeliğin
düzenlenmesi, iş akışı, verimlilik açısından daha önde gelmektedir.
Buradaki değişiklik üç maddeden oluşuyor. 2 nci maddeyle, şehit eşi
öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulan
kamu personelinin öğretmen eşlerinin yer değiştirme suretiyle atanmalarında
hizmet puanı ve sıra esasının uygulanmayacağı hükmü getirilmektedir. Daha
önceki genelgeye göre, norm kadro meselesinden dolayı böyle bir uygulama mümkün
görülmüyor, uygulama yapılamıyor; dolayısıyla, çok kişi mağdur oluyor, bu
mağduriyetin giderilmesi amaçlanmaktadır.
3 üncü maddeyle, öğretmenlerin kanunî izin, geçici görev, disiplin
cezası uygulaması veya görevden uzaklaştırma nedenleriyle görevlerinden geçici
olarak ayrılmaları durumunda oluşacak öğretmen ihtiyacının karşılanması ve
şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye
tabi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin atanmalarında kullanılmak
üzere her ilin öğretmen norm kadro sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere il
millî eğitim müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilmesi
öngörülmektedir. Dolayısıyla, burada kimsenin hakkına da tecavüz yoktur; boş
kadrolar, norm kadrolar değerlendirilmiş olacaktır. Bu düzenlemeyle, görevini
tam manasıyla yapmakta sıkıntı çeken ve bu konuda şikâyette bulunan birçok
kimsenin sıkıntısı ve şikâyeti giderilmiş olacaktır.
Kadrolaşma meselesine gelince; keşke, kadrolaşma olabilse diye düşünüyor
insan; çünkü, kadrolaşma konusu çok konuşuluyor. Bizim kendi milletvekili
arkadaşlarımızdan ve dışarıdaki arkadaşlarımızdan, sayın bakanlarımız hakkında
çok büyük şikâyetler var. Sayın bakanlarımızın, özellikle AK Partide hizmet
etmiş olan, AK Partili olan veya hizmeti belirlenmiş olan insanları tayin
etmedikleri, dışarıdan birçok insanı değerlendirdikleri söylenilmektedir. Bizim
bakanlarımız hakkında, bu konuda büyük şikâyet vardır. Biz böyle bir
kadrolaşmayı görmüyoruz ve duymuyoruz. Belki birkaç tane olmuşsa da, onlar,
bakanın yakinen çalışabileceği uzman kişilerdir. Bu da, tabiî bir haktır; yani,
AK Partinin kadrolaşma konusunda böyle bir çalışması mevcut değildir, böyle bir
isteği mevcut değildir.
Ben şahsen, bana gelen tüm insanlara, hiçbir şekilde partisini
sormuyorum. Odama geliyorlar, konuşuyoruz -çoğu memleketimizden oluyor,
İstanbul'dan, Ankara'dan oluyor, geliyorlar arkadaşlarımız- istekleri var;
hiçbirisine, hangi partidensin, hangi partiye hizmet ettin demiyoruz ve gereken
kolaylığın gösterilmesi için kendilerine tavassutta bulunuyoruz. Yani, bu,
benden örnektir. Ben, diğer arkadaşlarıma da sordum; bu şekilde..
Hatta, mesela, bugün, bir bakanımızdan şikâyet geldi. Bir arkadaş bir
bakanlıkta çalışıyor; bu arkadaşı görevinde yükseltin şeklinde, bu arkadaşımıza
tavassutta bulunmuş olduk. Sonra, dosyası açıldığında, işte, malum dosyalarda,
bu arkadaşın da imzası çıktı. Dolayısıyla, ben, özür diledim; ben,
bilmeyerek... Bize geldiği için, herhalde, il teşkilatımızdan birisinin
akrabasıdır, o söylemiştir, biz de uygulamışızdır. Yani, böyle bir gayretimiz,
böyle bir düşüncemiz de yoktur. Diğer arkadaşlarım da benim gibi düşünmektedir.
Onun için, burada CHP'li arkadaşlarımızın müsterih olmalarını öneriyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz, eğitim üzerinde çok titiz
olmalıyız, çok dikkatli olmalıyız. Eğitimi düzenleyen idareci kadroların, tabiî
ki, yönetici olmaları hasebiyle "bu çalışmaları en verimli şekilde nasıl
yapabiliriz, nasıl yaptırabiliriz" düşüncesi içerisinde olmaları gerekir.
Onun için "21 inci Yüzyıla girdiğimiz bu çağda nasıl bir eğitim düşünebiliriz"
diye birkaç satır kaleme almıştım, onları size arz etmeye çalışacağım.
İnsanların gelişmesinde olduğu gibi, toplumların gelişmesinde de önceki
olaylarla sonraki olaylar arasında ciddî bir ilişki vardır. İnsanlığın
yeryüzündeki uzun serüveni boyunca art arda gelen olaylar, birbirinin sebep ve
sonuçları olmuştur. 19 uncu Yüzyılda başlayan birçok olay 20 nci Yüzyılda
sonuçlanmıştır. Şöyle ki: İmparator, kral ve sultan gibi, gücü temsil eden
büyük imparatorlukların yerlerini ulus devletler almıştır. Koca Osmanlı
İmparatorluğu bile yıkılmış, İstiklal Savaşı sonunda ancak millî egemenliğe
dayalı Türkiye Cumhuriyetine dönüşebilmiştir.
20 nci Yüzyılın başında ve ortasında, özellikle Avrupa'da büyük savaşlar
olmuştur. Bu savaşlar diğer devletleri etkilediği kadar Osmanlıyı da
etkilemiştir. Osmanlı, hem içte hem de dışta savaşmak zorunda kalmıştır.
1945'ten sonra dünya iki blok oldu. Kutuplar, silah teknolojisi ve uzay
yarışında Rusya'nın geri kalmasıyla dağıldı. Savaşlar, açlık, yoksulluk ve
bölgesel çatışmalara sebep oldu. Dünyada barışı sağlamak gayesiyle herkesin
kabul ettiği ortak ilkeler oluştu, NATO ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı
kuruldu, İnsan Hakları Bildirgesi imzalandı. Bu sözleşmeye göre, eğitim, herkes
için bir insan hakkı oldu. Tüm ülkeler, kendilerine göre eğitim öğretim
konularına ağırlık verdiler. Cumhuriyetin ilk yıllarında çoğunluğu köyde
yaşayan ve tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahip olan Türkiye, bugün,
çoğunluğu kentte yaşayan; ama, hâlâ kentleşmeyi sağlayamamış ve tam olarak sanayileşmemiş
bir ülke durumundadır. Sorunlar dağ gibi birbiri üstüne yığılmıştır. Ekonomik
ve sosyal sebeplerle boşalan köyler, kapanan okullar ve sağlık problemleri
devamlı sorun olmakta devam etmektedir. Çağın başında yenilik olarak ortaya
çıkan teknolojiler -telefon, radyo-televizyon ve benzerleri gibi- insan
yaşamına girmiştir.
20 nci Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilgisayar, kıtaları
birbirine yaklaştırmıştır. Bu hızlı iletişim sayesinde dünyanın bir yerindeki
olay diğerlerini de etkilemeye başlamıştır. Önceki yüzyılda başlayan bilimsel
gelişmeler 20 nci Yüzyılda da devam etmiş, teknolojinin yeni ürünlerini
hayatlarına en hızlı uygulayanlar, ulaştığı bilgiyi en iyi kullanabilenler
diğerlerine avantaj sağlamış ve fark atmışlardır.
Eskiden çok bilen insan makbuldü; bu değişti, bilgiyi gerektiğinde nasıl
bulacağını ve nasıl kullanacağını bilen insan tipi ortaya çıktı. Bilginin
kalıcı ve değişmez olduğuna inanan insan yerine, bilginin kısa sürede değişip
eskidiğine inanan, sürekli yeni bilgiler edinmeye çalışan insan ortaya çıktı.
Geçmiş yüzyılların uslu çocuk, itaatkâr insan yetiştirme kavramı, kendi kendine
karar verebilen, kararlarının sonucuna katlanabilen, hak ve sorumluluklarını
dengeli bir şekilde taşıyabilen insan yetiştirme kavramıyla yer değiştirdi.
Eğitimde otoriter yaklaşım, yerini karşılıklı etkileşmeye dayalı demokratik
yaklaşıma bıraktı. Eğitimin içeriği de değişti. Çok bilen insan yetiştirme
yerine, bilgiye kolayca erişmenin yollarını bilen, bilgiyi yaşamını
kolaylaştırmada bir araç olarak kullanabilen insan yetiştirme önplana çıktı.
Demokratikleşme, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de başladı; henüz, tam
anlamıyla gelmediyse de, uluslararası anlaşmalar bunu zorlar hale geldi. Türk
Halkı da, demokrasiyi, bir yaşam koşulu olarak kabul etme yolunda
ilerlemektedir. Ülke, bu tür insanlar yetiştirmek için çok çaba sarf ediyor.
Tüm ülkelerde olduğu gibi, kalkınmada eğitimi önemli gören Türkiye'de de
eğitim temel insan haklarından sayılmıştır; bu sebeple, eğitim zorunlu hale
getirilmiştir. Tıbbın gelişmesi ortalama insan ömrünü artırmıştır; bu nedenle,
Türkiye'deki yaş ortalaması da artmıştır. Avrupa'da genç nüfus azalırken,
Türkiye'de ise hâlâ artmaktadır; bu durum, eğitim işlerini güçleştirmektedir.
Teknoloji, bir taraftan kolaylık sağlarken, diğer taraftan bilinçsiz
kullanım sebebiyle, dünyanın her yerinde etkili olan çevre kirliliğine sebep
olmuştur. Bugün, çevre bilinci oluşturmak için, herkes çalışmaktadır.
20 nci Yüzyıldan 21 inci Yüzyıla aktarılan değerler arasında
küreselleşme, çok dilli ve kültürlü olma, hayat boyunca eğitim, çok kanallı
eğitim, öğretme yerine öğrenme, öğrenen merkezli eğitim bulunmaktadır.
Küreselleşme, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen sosyal,
siyasal ya da ekonomik olayın yakın veya uzaktaki yerlerde de kendini
hissettirmesidir.
Eğitim açısından küreselleşme, birbiriyle bu kadar yakın ilişkide olan
dünya toplulukları arasında, rahatça çalışabilecek, dolaşabilecek, hatta,
farklı ortamlarda yaşayabilecek insanın yetiştirilmesidir. Eğitimin bugünkü
görevi, yalnız ulusal sınırlar içerisinde değil, farklı kültür ve coğrafyalara
uyum sağlayabilecek, başarılı olabilecek insanlar yetiştirmektir. Yarının
insanını yetiştirmek esas olmalıdır; öyleyse, bugünden itibaren, eğitimin
yönetiminde olduğu kadar, muhteviyatında da değişiklikler yapmak gerekecektir.
Küreselleşme, bir nevi, dünyanın bir köye dönüşmesidir. Okullar, büyük
şehir yaşamı gereği, fabrika tipi eğitimden, yani, kimsenin birbiriyle
ilgilenmediği ve sorumlu olmadığı programlanmış bilgiler veren okul tipinden,
bu yeni okul tipine dönüşecektir. Böylece, eğitim, zaman, mekân ve programlar
yönünden sınırsız bir düzeye ulaşacaktır.
Küreselleşme ve dünyalaşma, bir yönüyle tekdüzeliği, benzeşmeyi, bir
yönüyle de çokkültürlülüğü, çokyönlülüğü ve zenginliği çağrıştıran bir
kültürdür.
Eğitim açısından küreselleşme, ortak bir dil, herkese kolayca
ulaştırılacak ortak bilgi ve doğrular, ortak inanç ve ortak yaşam tarzı
sunmaktır. Eğitim açısından küreselleşme, tekdüzelik değil, farklı toplumsal
kimliklerin, kültürel zenginliklerin tanıtılması ve paylaştırılmasıdır.
Buradaki en önemli öğe, her toplumun, öncelikle, kendisinin olmaktan
gurur duyacağı ulusal bir dil, kültür ve eğitimden geçmesinin sağlanmasıdır.
Kendi dilini iyi bilen, kendi kültür ve değerlerinin bilincinde olan ve
başkalarının dil kültürlerini de bilip, onlara saygılı olabilen bir toplum
oluşturmaktır.
Çok dilli ve çokkültürlü yapı: Dil, bir kültür taşıyıcısıdır. İnsan ne
kadar çok dil bilirse, o kadar çok kültürü tanır. Birey, diğer dilleri
öğrenirken, kendi dili ve kültürünü de çok iyi bilmelidir; kültürlerin
birbirinden farklılığını kabul ederken, bununla beraber, başka kültürleri de
tanımanın bir zenginlik olduğunu kabul etmelidir. Artık, eğitimlerde
çokdillilik ve çokkültürlülük hâkim olmaya başlamıştır.
Hayat boyu eğitim: Eğitim, yaşam boyu süren bir süreçtir. Şimdilerde,
uzaktan eğitim, insanlara, hayatlarının herhangi bir döneminde, ilgi duyduğu
bir alana yönelme veya o zamana kadar fark etmediği bir niteliği keşfetme
imkânı verdi. Bu sebeple, bilgi, yalnız okullarda öğretmenler tarafından
verilen bir bilgi olmaktan çıkmıştır. Bu kavram, UNESCO'nun ve UNICEF'in
gündeminde de mevcuttur.
Örgün eğitimin ulaşamadığı yerlerde yaygın eğitim devreye girmektedir.
İnsanın ortalama yaşının 50'lerden 70'lere ulaşması, bireyin yaygın eğitime ve
uzaktan eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu da ortaya çıkarmaktadır.
Eğitimde bilişim teknolojisinin kullanılması baş döndürücü gelişmelere
sahne oldu. Bu hızlı değişme, kısa bir süre önce imkânsız gibi görünen bazı
şeylerin, bugün, artık, olağan kabul edilmelerine sebep oldu. Bugün, artık,
bankaya gitmeden, internet yoluyla, bütün bankacılık işlemlerinizi
yapabilirsiniz; dünyanın herhangi bir yerinde yayımlanmış bir kitabı,
bilgisayarınız aracılığıyla, evinizden sipariş verebilirsiniz; bir dergideki
makaleyi anında kopyalayabilirsiniz; kilometrelerce uzaktaki bir yakınınızla
haberleşebilir, hatta, görüntülü konuşabilirsiniz. Uydu alıcılarının
kullanılmasıyla, dünyanın her yerinden, eşzamanlı olarak bilgiye ulaşma fırsatı
doğmuştur.
Çokkanallı eğitim imkânlarının artması, okul, öğretmen, hatta,
kitapların işlevini önemli ölçüde değiştirecektir. Öğretmen tek bilgi kaynağı
değildir, okul tek bilgi mekânı değildir; ders kitaplarının ise, çok sayıda
bilgi kaynağıyla rekabet edebilmek için, sık sık değişmesine ve yeniden
yazılmasına ihtiyaç duyulacaktır.
Görüldüğü gibi, binlerce yıldır süregelen okul-öğretmen-öğrenci üçgeni
içerisinde varlığını sürdüren eğitim öğretim, yeni teknolojilerin hayata
girmesiyle çokyönlü, çokkanallı ve alternatifli olma mecburiyetindedir. Hedef,
çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmaktır; öyleyse, düşünen, bilgi üreten,
öğrenirken sorgulayan, olayları geniş perspektiften irdeleyen, kendine güvenen
ve mucit vasfına sahip bireyler yetiştirmek için çalışmaktır. Bu çalışma, köyden
kente, kentten köye, her yerde, her fırsatta ve her zaman olmalıdır.
Ben, rahmetli annemin, tarlada ekin biçerken okuduğu, karşıdaki bir
bayana attığı bir mâniyi söylemek istiyorum burada... Benim memleketim,
hepinizin bildiği gibi, Çankırı Kurşunlu İlçesi Taşkaracalar Köyü; tam dağ
başında bir köy. Şu anda suyumuz yok; hanımefendiler, yarım saatlik yerden
sırtlarında su taşımaktadırlar. Köylerimizin çoğunun yolu yok. Doğu ve
güneydoğulu arkadaşlarımız devamlı burada serzenişte bulunuyorlar; ama, şu
yakınınızda, Ankara'nın biraz ilerisinde, 120-130 kilometre mesafedeki Çankırı
denilen yerde çoğu köylerin suyu yok, çoğu köylerin de yolu yok; maalesef
böyle; ama, biz sesimizi duyuramadık.
Bizim annelerimiz şöyle diyordu:
"A benim bahtı yârim,
Gönlümün tahtı yârim,
Gözünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim."
Şimdi, yâr demek, sevgili demektir, dost demektir. Onun için, Çankırı'da
yarenler vardır, yaren meclisi vardır. Biz, bu meclislerde yetiştik. Burada bir
başağa olur, başağaya itaat vardır. Devlete itaat orada öğretilir. Onun için,
Çankırı'da devletine saygısız olan, itaat etmeyen insan da yetişmemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdemir.
HİKMET ÖZDEMİR (Devamla) - Yâr, tabiî ki, bir insanın bahtıdır.
Sevgiliye kavuşmak, sevgiliyi elde etmek insanın kendi çabasıyla olan bir şey
değildir; bazen, çabanın dışında, istemediği bir anda, gönüldeki ateşlenmeden
ibarettir. Bu, kişinin bahtıdır. Tabiî ki, bu yârin, bu dostun, bu sevgilinin,
bu eşin insanın gönlünde taht kurması gerekir. O zaman, gönlünde bir taht
olacak, taht.
Sevgili o kadar ileridir ki, o kadar önemlidir ki, onu başkasıyla
paylaşmak mümkün değildir. Buradaki halk ozanı diyor ki "Gözünde göz izi
var, Sana kim baktı yârim" Yani, gözünde bile, bir göz izi olduğunu,
kendisine bakıldığını; ama, bakmalardan kendisini kıskandığını burada ifade
ediyor.
Şimdi, bizim sevgilimiz ülkemizdir, memleketimizdir, devletimizdir,
birbirimizdir. Bizler, birbirimizi sevmek, saymak, birbirimize anlayışlı
davranmak mecburiyetindeyiz. Bu, bizim hem insanî vazifemiz hem de kendi
vatandaşlık görevimizdir. Bize ilkokulda bunu öğrettiler, bu sevgi ve saygıyı
öğrettiler. Küçüklere şefkât, büyüklere hürmet edilir, böyle olması lazım;
fakat, toplumumuzda bu değerler yavaş yavaş yok olmaya başlayınca, birtakım
sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.
İşte, Millî Eğitim Bakanlığımızın üzerine düşen en önemli görevlerinden
birisi de, çocuklarımızı daha küçük yaştan itibaren önemli programlarla, onlara
güzel kitaplar yazarak, onları en güzel şekilde yönlendirerek, çağdaş eğitimi
vererek, aradaki açığı, mesafeyi kapatacak bir şekilde koşturarak, eğitim
sistemini hazırlaması gerekir. Bize, kısır çekişmelerin, lüzumsuz çekişmelerin
bir faydası yoktur; çünkü, herkes bu vatanın evladıdır, üç aşağı beş yukarı
birbirimize benzeriz, eksikliklerimiz vardır; ama, birbirimizin eksiklerini
tamamlamamız gerekir diyor; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdemir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan
Şimşek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının tümü üzerinde
Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun 3 maddesini değiştiren yasa tasarısı, bizlere, yani, komisyona,
22.4.2003 tarihinde gönderildi, 24.4.2003 tarihinde saat 10.00'da tasarı
görüşüldü. Yani, böyle bir yağmalama, talandan mal kaçırırcasına geliyor. Biraz
önce Sayın Grup Başkanvekilim de bunu dile getirdi; ne acelesi varsa, bir an
önce buyurun, senaryoyu okuyun ve sete çıkın. Sayın Çelik, hiçbir sektörde bu
iş böyle olmadığı gibi, bu Yüce Mecliste de gerçekten olmamalı. Bu kanunları
biz kendimiz için çıkarmıyoruz. Burada, asıllara görevli olan vekilleriz biz.
Biz de, okuyalım, doğru bildiğimizi, yanlış bildiğimizi değerlendirelim ve
burada tartışabilelim. Burada, mutlaka muhalefet yapma adına muhalefet
yapmıyoruz biz. Cumhuriyet Halk Partisinin geleneğinde, disiplininde bu yoktur;
ama, böyle, pazardan mal kaçırırcasına -bağışlayın- bunların getirilip
dayatılması da, sanırım, sizin tarafınızdan da pek hoş görülmüyor.
Değerli arkadaşlar, komisyon üyeleri olarak yasa tasarısını inceleme
zamanımız da olmadı. Millî Eğitim Bakanlığı, kamu çalışanlarının yaklaşık
dörtte 1'ini oluşturan, binlerce yöneticisi bulunan, adı "millî" olan
çok önemli bir bakanlıktır.
3797 sayılı Yasanın 56 ncı maddesinde yapılan değişiklikle, Millî Eğitim
Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme
Yönetmeliği, Bakanlar Kurulundan ve Cumhurbaşkanının onayından alınarak
Bakanlığa veriliyor. Bu durumda, her bakan değiştiğinde yönetmelik de değişir;
kadrolaşma olur, partizanlık, kayırma ve keyfîlik doğar. Benden önce konuşan
değerli hocam sayın hatip "efendim, biz tabanımızdan tepki alıyoruz, biz
kadrolaşma yapamıyoruz" dedi ve hatta, bir olayı da anlattı. Pek öyle
gözükmüyor; basında ve bizim bilgilerimiz dahilinde olduğu gibi, hiç öyle
gözükmüyor. Ben 43 yaşındayım; bugüne kadar böyle bir kadrolaşmayı, ne Türkiye
gördü ne Yüce Meclis gördü.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Moğultay... Moğultay...
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Bakınız, elimde, 27 sayfa, kadrolaşmayla
ilgili isimler var ve ayrıca, kınamıyoruz, kızmıyoruz; işin doğası gereğidir,
kişiler kendilerine yakın olanlarla çalışacaktır. Bu doğrudur; yani, sağında
solunda, önünde arkasında bir çekirdek ekibi olacaktır; ama, bu, Türkiye'nin
karakterini değiştirecek anlamda olmamalı.
Bakınız, bu atamaların karakterleri -saygı duyuyorum; hoş geldiler, sefa
geldiler, burada milletvekilliği yapıyoruz- şöyle: Belediyelerden gelen 15
bakanımız ve milletvekilimiz var.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ne mahzuru var?!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Hiçbir mahzuru yok, saygı duyuyorum dedim
efendim, saygı duyuyorum beyefendi; ayrıca, onur duyuyorum bundan. Ne güzel;
yerel yönetimler, sizler gibi değerleri yetiştirmiş, gelmişsiniz. Çok teşekkür
ederim. İsterseniz, lafım bittikten sonra buraya çıkıp bana cevap
verebilirsiniz. Bir saygısızlık anlamında bunları söylemiyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Anladım... Tamam...
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Yani, mutlaka muhalefet olarak dinlemeyin; arz
ediyorum beyefendi...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Estağfurullah...
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Çok teşekkür ederim, çok sağ olun.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ben de teşekkür ederim.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Daha önce de, beni, oradan, artiste
benzetmiştiniz. Ben de, sinema oyuncusu olduğumu; ama, artiste benzeyenin siz
olduğunuzu söylemiştim. Bu lafları atmayın, hoş olmuyor gerçekten. Siz
saygıdeğer bir insansınız, eski bir sporcusunuz değil mi efendim; örnek bir
insansınız. Siz sporcunun, zeki, çevik ve ahlaklısına değer verirsiniz.
Evet efendim, bürokratlarla ilgili, büyükşehirden ve başka yerlerden
gelen -isimleri vermeye gerek yok, saygısızlık olur, o isimleri vermeyelim- 15
kişi... Eş dost, akraba atamaları; bunların da isimlerini vermeye gerek yok;
isterseniz vereyim. Yani, ben, Bayındırlık Bakanı isem -isimleri örnek olarak
veriyorum- Kültür Bakanının yanında benim yeğenim; Kültür Bakanının yeğeni,
Turizm Bakanının yanında. Yani, kadrolaşma olmamış diye şikâyet eden, belki de
Hocam Sayın Özdemir, bu konulardan, Gruptan ve arkadaşlarından
bilgilenemiyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak ben
bilgilendireyim: Kadrolaşma yapılıyor da, belki, size düşmüyor sayın hocam!
Eş, dost, akraba atamaları, 21 tane; burada liyakat mi var, sadakat
mi?.. Burada kanbağı mı var, ülke idaresi mi?.. Diyet borçlarıyla gelenler var.
Zamanında arkadaşımız, İçişleri Bakanlığında müfettişlik yaparken herhangi bir
belediyeyi teftişe gitmiş -malum belediyeyi- ve suçlu bulmamış. Beyefendileri
şimdi, vali! Nasıl oluyorsa?! Bunun gibi, atamalarda diyet borçları da var.
Efendim, devam ediyorum, yani, üzülmeyesiniz diye, bu bazı atamalar,
isimlerini vermeme gerek yok. 43 tane il sağlık müdürlüğünde değiştirilme;
Sağlık Bakanlığında üstdüzeyde genel müdür, genel müdür yardımcıları, 25 kişi!
Devlet Planlamada 17 kişi! Eh, burada ekonomik davranmışsınız, gerçekten,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinde sadece 3 kişiyle bu işi kotarmışsınız,
gerçekten kutluyorum! Maliye Bakanlığında 9 kişi, Dış Ticaret Müsteşarlığında
17 kişi!.. Bunları uzatmaya gerek yok.
Şimdi asıl meseleye gelelim; bugün basından okudum, sanırım ki, sayın
milletvekili arkadaşlarım da basından okumuştur; bu meselenin ne kadar
ciddiyeti vardır, yoktur; bilmiyorum; basından okuduklarımızı da, tabiî ki, bu
Yüce Mecliste dile getirmek, bizlerin hiç de tarzı olmaması gerekir; ama, izin
verirseniz, bunu paylaşmak istiyorum. Türkiye'de bütün yapılanmalar içerisinde
belediyeler ve taraflar bitti; efendim, işin acı tarafı, El Ezher
Üniversitesinden geliyorlar!.. Biliyorsunuz, Mısır'da iki türlü eğitim vardır;
bir laik eğitim, bir de şeriat eğitimi. Ben çok merak ediyorum; içinizde, yani,
Yüce Meclise söylüyorum, içinizde çocuklarını Mısır'daki şeriat eğitimi veren
okullara gönderen var mı?! (CHP sıralarından "Yok" sesleri, AK Parti
sıralarından gürültüler) Ama, Amerika'ya, İngiltere'ye, Fransa'ya gönderenleri
hepimiz biliyoruz. Yoksul çocuklar El Ezher Üniversitesinde şeriat eğitimine,
sonra kadrolaşmaya; parası olanlar da başka bir yere! (AK Parti sıralarından
gürültüler)
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - El Ezher bünyesinde...
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim... (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyin, sizin de
sözcülerinize söz veriyorum, onlar da kendi görüşlerini dile getirirler.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Soru sordu, biz de cevap verdik Sayın Başkan.
BAŞKAN - Soruyu Sayın Bakana sorarsınız, o bölüm var, istiyorsanız
sorun.
Buyurun Sayın Şimşek.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; sözümün başında da arz etmeye çalıştım; sizin zarafetiniz ve
benim buradan size hitabımda şu yanlışı yapmamam lazım; basında okudum ve bu,
bir gün, iki gün değil, birkaç gündür... Eğer, bunun ciddiyeti yoksa, lütfen,
tekzip edin, lütfen, buradan cevaplayın diye size yardımcı olmak adına
söylüyorum.. Size yardımcı olmak adına söylüyorum...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hay Allah razı olsun!..
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Çok teşekkür ederim.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 1999 yılında kabul
edilen bugünkü yönetmelikle; yönetim aşamaları, bu aşamalarda yer alan görevler
ve bu görevlerde en az çalışma süreleri, görev tanımları, atanacaklarda
aranacak nitelikler, görevin gerektirdiği hizmetiçi eğitim, atanacakların
seçimi, atanmaları, sınava girilecek yönetim görevleri, sınav, görevden alınma
ve ayrılmaya ilişkin temel kurallar, yöneticilik formasyonu kazandıran
programlar ve Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, müşavirlik, müfettişlik,
uzmanlık, ataşelik gibi görevlerden yönetim aşamalarına, yönetim aşamalarından
bu görevlere geçişler, okul ve kurumlarda yönetici olarak
görevlendirileceklerin sayısının saptanmasına temel, esas ölçütler ve diğer
öğeler ayrıntılarıyla belirtilmiştir ve kurala bağlanmıştır.
Şimdi, deniyor ki, 1041 kişi, geldiğimizde, vekil olarak verilmişti...
Efendim, evet, 57 nci hükümet yanlış yapmış. Bu 1041 kişi...
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - 5 000 hâkim ve savcıyı bir günde kim atadı; onları
niye konuşmuyorsunuz?!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Beyefendi, çok zarifsiniz, çok teşekkür
ederim, sağ olun!..
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onları niye konuşmuyorsunuz?!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, bu, şu an gündemde değil...
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onları konuşun...
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
Sayın Şimşek, buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Şimdi, ben, genelde, sayın milletvekilim,
değerli arkadaşlarım; Yüce Meclise hitap ediyorum. Ben, cümle kurarak,
kelimelerle kendimi ve hayatı ifade etmeyi sevmem. Eğer böyle bir şey varsa,
sizin hakkınızdır, yarın bir yasa tasarısı üzerine konuşurken buyurun, bunu
burada söyleyin. Bak, yolunu da öğreteyim size. Yolunu da öğrenin bu işlerin,
fazla sinirlenmeyin.
Yani, 57 nci hükümet yanlış yapmış olabilir, 57 nci hükümet hizmetiçi
eğitimi açmamış olabilir; 1 041 kişi görevden alındı ve o zaman Sayın Bakan
Erkan Mumcu dediler ki: "Efendim, biz, vekâleten kimseyi atamayacağız,
asıl olacaklar." Eğitim-Sen'in bize gönderdiği veya göreve, asıl değil de
vekil olarak atananları bilen çevreden insanlar yüzlerce mesaj, yüzlerce faks
gönderiyor; ama, bugüne kadar bunu dile getirmedik. Yani, 57 nci hükümet yanlış
yaptı diye aynı yanlışın üzerine gitmek, doğruyu getirmez; yani, iki yanlış da
bir doğru yapmaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlıkça yapılacak yönetmelikte
bu konuların nasıl olacağı belli değildir. Üstelik, 58 ve 59 uncu hükümet
döneminde, özellikle Millî Eğitim Bakanlığında yapılan kadrolaşmalar güven
vermemiştir, biraz önce arz ettiğim gibi.
11 Ocak 2003 tarih ve 24990 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik
değişikliğinde, Millî Eğitim Bakanlığı üst düzey yöneticilerinin atamalarında,
2003 yılı sonuna kadar yönetmelikteki koşulların aranmayacağını belirtmiştir.
Buna göre birçok da atama yapılmıştır, hepinizin bilgisi dahilinde.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi bir kurallar düzenidir.
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 2 nci maddesinde belirtilen hür ve bilimsel
düşünme gücüne sahip kişileri yetiştirmek, ancak buna inanmış yöneticilerle olur
ve ayrıca bu maddenin Anayasanın 128 inci maddesine de aykırılığı söz konusu.
Anayasanın 128 inci maddesi, kamu personelinin niteliği, görevi, yetki ve
görevde yükselmelerinin ancak kanunla düzenleneceğini emretmektedir. Söz konusu
56 ncı maddenin kaldırılıp, kamu personelinin bu niteliklerinin, Bakan
tarafından yapılacak ve yürütülecek bir yönetmelikle düzenlenmesi, yönetmeliğe
kanun gücü verir ki, bu durum, kamuda hukuksuzluğun önünü açar. Ayrıca,
hazırlanacak yönetmeliğin yürütmesi Bakana ait olacağından, Bakan, her
kadrolaşmak istendiğinde, bağımsızca atama yapabilecek ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 76 ncı maddesi de sık sık kullanılabilecektir. Bir önceki
57 nci hükümet döneminde, koalisyon olduğu için, kendi aralarında problemler
çıktığı için 76 ncı maddeyi kullanamadılar. Yani, burada, istediğimiz gibi,
masa tenisi gibi, bir öteye, bir bu tarafa gönderebileceğiz.
Şimdi, 62 nci maddeyle ilgili de bir saptamada bulunmak istiyorum. 3797
sayılı Kanunun 62 nci maddesinde yapılacak değişiklikle "öğretmen
eşlerinin atanmalarında kullanılmak üzere, her ilin öğretmen norm kadro
sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere, il millî eğitim müdürlüklerine boş
öğretmen kadrosu tahsis edilir"denmektedir. Ülke genelinde öğretmen
dağılımında adaletsizlik olduğu gibi, il içinde ve okullar arasında da
adaletsiz dağılım vardır. Kimi okullarda öğretmen yığılması ve fazlalığı
görülürken, özellikle, köy ve yoksul mahallelerde öğretmen eksikliği
olmaktadır. Bu yüzden, kadroların adaletli dağıtılabilmesi için, il
müdürlükleri yerine, doğrudan okul müdürlüklerine verilmesi uygun olur. Hepimiz
biliyoruz ki -biraz önce de arz etmeye çalıştım- il müdürlükleri, siyasetin,
maalesef, sadece bugünkü 22 nci Dönem Meclisine ait değil, dünden beri bu böyle
devam ettiği için, il müdürüne gelecek olan bir telefon, istendiği yere
istediği kişiyi atayabilme hakkına ve durumuna sahip olacaktır. Bu da,
gerçekten haksızlıklar ortaya getiriyor.
İstanbul'un merkezlerinde öğretmen fazlalıkları varken, varoşlarına
gittiğinde bulamıyorsun. Yani, Bayburt'a gittiğinde bulamıyorsun, Muş'a
gittiğinde bulamıyorsun. Yani, bunu, bir hak ve adalet içerisinde yapmakta
fayda var. Burada, birilerini suçlamak, birilerini yok saymak, birilerini var
saymak adına bunları konuşmuyoruz. Daha önce de bu kürsüyü kullanırken ifade
etmeye çalıştım; biz, burada, mutlaka muhalefet anlayışıyla size bunları
söylemiyoruz. Bu ülke, hepimizin ülkesi, hepimizin geleceği; bu ülkenin çocukları,
hepimizin çocukları; burada bunu ifade ederken, ne olur, daha önceki yanlışlara
düşmeyin. Ne idi daha önceki yanlışlar: Seçilme yaşını 25'e indirelim; bunu
ifade ettik, önergeyi verdik, reddettiniz. Ee, 2/B ile beraber anayasa
değişikliği olarak getirdiniz. Ekbütçe döneminde, sizlerin...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz de reddettiniz!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, arz ediyorum... İzin verirseniz
sevgili vekil dostum, siz benden de büyüksünüz, küçüklerden değil de
büyüklerden öğreneceğiz dinlemeyi!..
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz niye reddettiniz; ona cevap verin!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Hayır efendim, olur mu?!
Seçim beyannamenizde vardı; kandan KDV mi alınır!.. Ekbütçe çıktığı
zaman dedik ki, kandan, ilaçtan KDV'yi sıfırlayalım; kalemden, defterden,
kitaptan KDV'yi sıfırlayalım; onu da reddettiniz. Şimdi duyuyorum,
komisyonlarda bunları konuşuyorsunuz.
Efendim, demokrasi herkese gerekli, herkese gerekli; laik demokratik
cumhuriyet ise, dünyaya gerekli, Ortadoğu'ya gerekli. Bugün, düne kadar
"hayır" diyenlerin işaret ettikleri bu Yüce Meclistir. Tek bir şeyi
unutmayalım, unutmamaya özen gösterelim; ne idi: Sayın Özal -rahmetle anayım-
diyordu ki, ben yaparsam, olur; şimdi de siz diyorsunuz ki, biz yaparsak, olur.
"Biz yaparsak" dayatmasıyla ülke yönetilmez!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hükümet biziz de onun için.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, hükümet, siz değilsiniz; Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin hükümetidir! (CHP sıralarından alkışlar) İşte, problem
burada; problem, AKP'nin hükümeti olması. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
hükümeti olmayı sindirebilseniz, başımın üzerinde yeriniz var. (AK Parti
sıralarından "ne alakası var" sesleri, gürültüler)
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Sindiremeyen sizsiniz!
AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Yazık, yazık sana!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Yüce Meclisi... (AK Parti sıralarından
gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Kıskançlık duymayın!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, kelime olarak, benim değil, insanın
doğasında kıskanmak vardır; ama, buradan, hiç kıskanacak tarafınızın olmadığını
söyleyeyim; hiç kıskanılacak tarafınız yok! (AK Parti sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, Yüce Meclisi, sayın milletvekillerini, en içten sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şimşek.
Şahsı adına, Bursa Milletvekilli Sayın Faruk Anbarcıoğlu; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Millî
Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Meclisimizi ve bizleri seyretmekte olan yüce halkımızı saygıyla
selamlarım.
Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla, iki önemli konu önümüze gelmiş
bulunmaktadır. Birincisi, Millî Eğitim Bakanlığının yönetim görevlerine
atanacakların nitelik ve şartlarının, Bakanlık tarafından çıkarılacak
yönetmelikle belirlenmesi hakkındadır; diğeri ise, şehitlerimizin eşlerinin
atamalarında, hizmet puanı ve sıranın uygulanmaması hakkındadır.
Değerli arkadaşlar, önümüze gelen hükümet tasarısının özeti şudur: Kamu
çalışanlarının görevde yükselmeleri ve atanmalarıyla ilgili Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılan 15.3.1999 tarih ve 12647 sayılı kararın, her bakanlıkta
olduğu gibi, Millî Eğitim Bakanlığının da, ayrıca bir işleme tabi
tutulmaksızın, kendi yönetmeliğini çıkarmasıdır. 12647 sayılı Bakanlar Kurulu
kararına göre, her bakanlık, görevde yükselme ve atama yönetmeliklerini
çıkardı; ancak, Millî Eğitim Bakanlığı için ayrı bir uygulamaya girildi; yani,
Millî Eğitim Bakanlığı, çıkaracağı yönetmeliklerde, ikinci bir Bakanlar Kurulu
kararıyla karşı karşıya kaldı.
Sayın milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için hantal
devlet yapısının olmaması, bürokratik işlemlerin azaltılması, antidemokratik
uygulamaların azamî seviyeye indirilmesi gerekir. Halbuki, 18 Nisan 1999
tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinden bir ay önce, azınlık ve
seçim hükümeti tarafından, devlet memurlarının görevde yükselme ve
atanmalarıyla ilgili bir Bakanlar Kurulu kararını çıkarması, zaten
antidemokratik olan yasaları iyice çıkmaza itmiştir.
Böylece çıkarılacak olan yönetmeliklerin Bakanlar Kurulu şartına
bağlanması, uygulamayı daha da zor bir hale sokmuştur. 1999 seçimlerinden sonra
gelen koalisyon hükümeti ise, birbirlerine karşı olan güvensizlikleri nedeniyle
bu demokrasi dışındaki uygulamayı kaldıramamış, tam tersine, sıkı sıkıya
sarılmıştır.
3 Kasım 2002 seçimlerinde Yüce Türk Halkı, hem yolsuzlukların hem de
demokrasi dışı uygulamaların biteceğine olan inancı tam olduğu için, Adalet ve
Kalkınma Partisine büyük bir teveccühte bulunarak tek başına iktidara
getirmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla 59 uncu cumhuriyet hükümetimiz,
millî eğitim camiasına binlerce şehit veren öğretmenlerimizin eşleri ile
ülkemiz için şehit olan kamu görevlilerinin atanmalarına kolaylık getirilmesini
amaçlamaktadır. Bu kanunla, sürekli yer değiştirmeye tabi kamu personelinin öğretmen
eşlerinin yer değiştirme suretiyle atanmalarında, hizmet ve sıra esası
uygulanmaması hakkı getirilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; azınlık ve seçim hükümetinin
Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan Görevde Yükselme ve Atanma Yönetmeliğine
istinaden, her bakanlık gibi Millî Eğitim Bakanlığı da yönetmeliğini çıkardı ve
99-12654 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe girmiş oldu. Daha sonraki
tarihlerde de, yine Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyacı olan konularda, her
çıkan yönetmelik, Bakanlar Kurulunun onayıyla yürürlüğe girmiş oldu.
Sayın milletvekilleri, sizler de takdir edersiniz ki, Millî Eğitim
Bakanlığının, her yönetmeliği Bakanlar Kuruluna götürmesinin, zaman, verimlilik
ve konuların aciliyetinin göz önünde bulundurulması halinde, ne kadar yanlış
bir uygulama olduğunu anlamış bulunuruz.
Size, şu ana kadar çıkmış olan, Resmî Gazetede yayımlanan bazı
konulardan bahsetmek istiyorum.
Adalet Bakanlığı Görevde Yükselme Yönetmeliği, çıkış tarihi 2000;
"bu yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür."
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme Yönetmeliği,
madde 33, çıkış tarihi 1999; "bu yönetmelik hükümlerini Bayındırlık ve
İskân Bakanı yürütür."
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Personelde Görev Yükselme
Esaslarına Dair Yönetmelik; "bakan yürütür."
Çevre Bakanlığı -kısa geçmek istiyorum- "Çevre Bakanı
yürütür."
Dışişleri Bakanlığındaki atamalar; "Dışişleri Bakanı yürütür."
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığındaki atamalar, yine "Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı yürütür."
Bunun gibi, tam 18 adet, bakanlık yürütmesine ilişkin tasarı varken,
nedense, Millî Eğitim Bakanlığında, "Bakanlar Kurulu yürütür " gibi,
anlaşılması zor bir durumla karşı karşıyayız.
Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim camiası, 60 000 kuruluşu, 18 000
000 öğrencisi, 600 000 öğretmeni ve 10 katrilyonluk bütçesiyle, büyük bir
bakanlık. Uygulamada aksayan yönetmeliklerle, hem verimliliği hem etkinliği hem
de başarısı, elbette düşecektir.
Gayri safî millî hâsıladaki payı hemen hemen her gün düşürülen bir Millî
Eğitim bütçesi değil, tam tersine, yükselen bir Millî Eğitim Bakanlığı
istiyoruz. Dolayısıyla da, böyle bir şekillenmede, çağdaş, donanımlı, bilgili,
eğitimli gençleri, ancak bu kafayla yetiştirebiliriz.
Bizler, Millî Eğitimimizin önünü açmak yerine, yönetmeliklerle,
önyargılarla ve çağdışı uygulamalarla, kapanmasını istemiyoruz.
Bakanlığın, 18 000 000'a yaklaşan öğrencisi ve 700 000'i bulan
çalışanıyla, aktif, verimli, etkin, sorunları anında çözebilmesi için, kanunun
verdiği bir hakkı, siyasî kaygılarla ve azınlık seçim hükümetinin çıkardığı bir
yönetmelikle bağlayıcı kılmak ne kadar mantıklıdır; bunu takdirlerinize
bırakıyorum.
Millî Eğitim gibi büyük bir bakanlığın işlerini, binlerce idareciyi
vekâleten atayarak yürütmeye kalkışmak da, Türk millî eğitim sistemini felç
eden en büyük unsur olmuştur. Vekâleten atanan yöneticilerin, atandığı
görevlerde ne kadar kalıp kalmayacakları belirsiz durumda iken, ne kadar
başarılı olabileceklerini de yine sizlerin takdirine bırakıyorum.
Şu anda, ilköğretim ve ortaöğretimde, görevini vekâleten yürüten okul
müdürlerimizin oranı yüzde 45'i bulmaktadır. Türkiye çapındaki 81 ilimizin 41
millî eğitim müdürü vekâleten atanmış bulunmaktadır. İlim Bursa'daki durumu göz
önüne aldığımızda, bu oranın yüzde 60'ın üzerinde olduğunu çok rahat
söyleyebiliriz.
Öğretmen ve yöneticilerin ders ve ekders ücretleri ve okullardaki
görevli öğretmenlerin niteliklerine göre haftada okutmaları gereken ders saati
sayısının tespiti için çıkarılan yönetmelik için Bakanlar Kurulunun onayına
başvurulması, hantal devlet, işlemeyen bürokrasi, devlet hizmetini almaya
çalışan vatandaşlarımıza illallah dedirtmekten öteye geçmemiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gayri safî millî hâsıladaki payı
her yıl düşen ve sahip olduğu bütçenin yüzde 80'i personel giderlerine, yüzde
13'ü yatırımlara, yüzde 3'ü transfer giderlerine ve yüzde 3'ü, yine cari
harcamalarına giden Türk millî eğitim sistemine zamanımızı, mesaimizi,
kaynaklarımızı harcamak, ağır aksak yürüyen eğitimimizin önüne engeller koymak
yerine, önündeki dikenleri kaldırmaktan yanayız.
AK Parti olarak, başta Millî Eğitim olmak üzere, her alanda toplumun
önündeki demokrasidışı uygulamaları, yasakları, engelleri kaldırmak için,
müteşebbislerimizin hür ortamda özgür bir şekilde ekonomik faaliyetlerini
sürdürebilmeleri için, özgür ve daha demokratik bir Türkiye için, Avrupa
Birliği standartlarına uygun bir Türkiye için çalışacağımızı Türk Halkına 3
Kasımda söz verdik ve bu sözden de caymaya hiç niyetimiz yok.
Sayın milletvekilleri, zaman zaman, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarımızın, kadrolaşma noktasında birtakım sıkıntıları olduğunu
işitiyoruz, kendi ağızlarından duyuyoruz. Ben size, 2001 yılında Millî Eğitim
Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu zamanında, Teftiş Kurulunun almış olduğu bir
kararı açıklamak istiyorum. Burada ismi geçen Bursa Millî Eğitim Müdürü Engin
Özbek'tir. Bakın, kadrolaşma noktasında bir kere daha düşünülmesinde faydası
olur inancıyla, müfettişlerin verdiği kararı aynen okuyorum.
Müfettişlerin raporundaki birinci madde: "Bursa Millî Eğitim Müdürü
Engin Özbek'in, disiplin yönünden 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/C-a
maddesi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezasıyla tecziyesi; idarî
yönden, il millî eğitim müdürlüğü görevinin üzerinden alınarak, durumuna uygun
bir okula öğretmen olarak atanmasının yapılması..." Bakın, bu, AK Parti
tarafından hazırlanmış bir belge değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Anbarcıoğlu.
FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2001 yılında, Metin Bostancıoğlu'nun müfettişlerince hazırlanan bir
raporu sunuyorum size ve bu Millî Eğitim Müdürü, daha bir ay öncesine kadar,
Bursa'da Millî Eğitim Müdürü olarak görevde kalmış birisidir. Söyler misiniz,
kadrolaşmayı biz mi yapıyoruz yoksa başkaları mı?! (AK Parti sıralarından
alkışlar) Millî Eğitim Bakanlığı müfettişlerinin, görevden alınıp öğretmen
olarak verilmesini istedikleri bu zat, Bursa gibi bir tarih ve kültür şehrinde,
iki yıl gibi bir süre Millî Eğitim Müdürlüğünü sürdürmüş; ama, şu anda, ne
yazık ki, Uludağ Üniversitesi Rektörü, yanına görevli olarak almıştır. Söyler
misiniz kadrolaşmayı kim yapıyor?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Özür dilerim, selamlama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Millî Eğitim Bakanlığımızın önündeki engellerin kaldırılması yolunda gelen bu
tasarıya olumlu oy vereceğimizi bir kez daha hatırlatarak; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Anbarcıoğlu.
Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda, Cumhuriyet Halk Partisine mensup
değerli arkadaşlarımız, AK Partiye mensup değerli arkadaşlarımız, bu yapmak
istediğimiz değişiklikle ilgili olarak görüşlerini ortaya koydular; bunların
hepsini dikkate alarak, biz, komisyonda bazı değerlendirmeler yaptık, benzer
değerlendirmeyi huzurlarınızda da yapmak istiyorum.
Aslında, bu mesele o kadar büyütüldü, o kadar egzejere edildi ki, ben
de, zaman zaman, kendi kendime şöyle bir duyguya kapıldım; Allah Allah, acaba,
hakikaten kötü bir şey mi yapıyoruz... Sonra, her değerlendirme yaptığımda
anladım ki, hakikaten doğru bir şey yapıyoruz; niçin doğru yaptığımızı da ben
arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, 1999 yılına kadar, Millî Eğitim Bakanlığında yapılan
atamalar, atama ve görevde yükselmeler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
genel hükümlerine göre yapılıyordu. Bildiğiniz gibi, 1999 yılında, Başbakanlık,
bir çerçeve Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliği hazırladı ve bütün
bakanlıklara da, Başbakanlık tarafından bir talimat verildi. Denildi ki
"her bakanlık, kendi atama ve görevde yükselme yönetmeliğini,
Başbakanlığın çıkarmış olduğu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğine göre
yeniden hazırlasın." Bütün bakanlıklar kendi yönetmeliklerini
hazırladılar; ancak, azınlık hükümeti, Millî Eğitim Bakanlığının Atama ve
Görevde Yükselme Yönetmeliğini de hazırladı; öte yandan, bu yönetmeliğin
değiştirilmesini de, burada yapılacak değişiklikleri de Bakanlar Kurulunun
yetkisine verdi. Niçin verdi; bunu, doğrusunu isterseniz anlamak mümkün değil.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, idare hukukunun hükümlerine göre, bir
devlette, bir devletin kurumlarında ve bir devletin bakanlıklarında, öncelikle
genellik, sonra, iş ve işlemlerde paralellik ve eşitlik aranır. Bütün bakanlıklar,
kendi görevde yükselme ve atama yönetmeliklerini kendileri hazırlarken, Millî
Eğitim Bakanlığı uzmanlarının, üst düzey yöneticilerinin veya bakanlarının
rüştüne mi güvenmiyoruz, onların bu konuda yeterli olmadığını mı düşünüyoruz ki,
sadece Millî Eğitim Bakanlığının atama ve görevde yükselme yönetmeliğinin
değiştirilmesini Bakanlar Kurulunun yetkisine veriyoruz?..
Bakınız, biraz önce, değerli arkadaşlarım, bunun bir kadrolaşma amacına
yönelik olduğunu, üst düzey kadrolara, istediğimiz insanları getirebilmek için
hazırlanmış olan bir kılıf olduğunu söylediler. Ben, bu konuda son derece
müsterih olmanızı istirham ediyorum; çünkü, zaten, Ocak 2003'te, Sayın Erkan
Mumcu arkadaşım Millî Eğitim Bakanı iken, yönetmelikte bir değişiklik yapılmış,
bu değişiklik Bakanlar Kurulundan geçmiş ve Bakanlar Kurulundan geçen bu
değişikliği de, Sayın Cumhurbaşkanımız onaylamış; yani, ben, şu anda, üst düzey
kadrolara atama yapmak istediğim zaman, bu yönetmeliğin hükümleri zaten geçerli
değil.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman, niye değiştiriyorsunuz Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Onu söyleyeceğim, müsaade
ederseniz.
Yani, biz, merkezdeki, Bakanlığın merkez teşkilatındaki üst düzey
kadrolara, istediğimiz insanları, yandaşlarımızı atayabilmek için böyle bir
yönetmelik değişikliğine gitmiyoruz.
Biraz önce, değerli arkadaşım Berhan Şimşek ifade etti; dedi ki "57
nci hükümet döneminde, neredeyse bütün yöneticilikler vekâletle
yürütülüyordu." Evet, doğru söylüyor. Erkan Bey geldi "bu vekâlet
sisteminin kalkması gerekiyor; buraya, asaleten atamalar yapılması
gerekiyor" dedi. Son derecede haklıydı. Bakın, değerli arkadaşlarım, şu
anda, Millî Eğitim bakanlığı, Türkiye çapında -arkadaşlarım yüzde 60 falan
diyor, ben yüzde 60 demiyorum- yüzde 85 - 90 oranında, vekâletle veya tedviren
idare ediliyor. Sebep ne, onu söyleyeyim ben size. Şu anda yürürlükte olan
atama ve görevde yükselme yönetmeliği, bir idarecinin atanabilmesi için,
fevkalade zor şartlar getiriyor. Diyeceksiniz ki, olsun, Millî Eğitim Bakanlığına
kaliteli yöneticiler getirelim. Peki, eğer bu yapılabiliyorsa, bizden önceki
hükümet niçin bu atamaları yapamadı arkadaşlar. Bakınız, bir daire başkanını
atayabilmeniz için, asgarî altı aylık bir süre gerekli. Hatta, geçenlerde gazetecilerle
konuşurken, bana "ağırlaştırıcı hükümler nelerdir" dediler. Dedim ki:
Burada istenen hükümlere bakarsanız, davul tozu, minare gölgesi, Hazreti
İsa'nın nefesi türünden şartlar isteniyor. Yok; atayamıyorsunuz arkadaşlar.
Millî Eğitim Bakanlığının, böyle önemli bir bakanlığın, tedviren veya vekâletle
yönetilmesine benim gönlüm razı olmuyor.
Bakınız, bizden önce yapılan bir şeyi daha söyleyeyim: Eğer biz partizan
davranmış olsaydık, biz, hassaten, yöneticiliklere kendi yandaşlarımızı atamak
gibi bir endişe taşımış olsaydık... Bizden önceki hükümet zamanında, yani,
ikibuçuk üç yıl önce bir sınav yapılmış; özellikle okul müdürlüklerine ve bazı
şube müdürlüklerine atama yapılmasıyla ilgili bir sınav yapılmış ve bu sınavı 9
000 kişi kazanmış. Bakın, bizden önceki hükümetler, bu insanlar hizmet içi
eğitimden geçmesine rağmen, bu sınavı kazanmış olmalarına rağmen, bunların
atamasını yapmamış. Biz ne dedik; ben Bakan olduktan sonra dedim ki, devlette
devamlılık vardır; bu arkadaşlar mademki sınava girmişler, bir hak kazanmışlar,
bu kişiler kim olursa olsun, bunlar Türk millî eğitiminin mensuplarıdır ve ben
bunların atamasını yaparım. Bir genelge yayımladık ve bu 9 000 kişinin tercih
yapmasını istedik; hangi okulun hangi yöneticiliğine taliptir, hangi il veya
ilçenin şube müdürlüğüne taliptir şeklinde tercih yapmalarını istedik. Bu
tercihler bize gelmeye başladı ve biz, bu 9 000 kişinin atamasını yapacağız.
Şimdi, partizanlık bu mu allahaşkına?! Kim bizim yerimizde olsa... Ben, şimdi,
Bakan olarak, geçmişte yapılan bir uygulamadır, ben bunun üzerine çizgi
çekiyorum desem ve iptal etsem, bundan dolayı kimse bana hesap falan da
soramaz; çünkü, bu, Bakanlığın takdirine verilmiş olan bir meseledir. Ben,
burada, keyfî davranarak bunu yapmıyorum.
Size çok daha önemli bir şey söyleyeyim, değerli arkadaşlar: Bakınız,
bugüne kadar yaptığımız atamalar ortadadır. Şimdi, soruyorum size; ben, Millî
Eğitim Bakanlığının dışından, bakın, üst düzeydeki yöneticiliklere şu anda çok
rahatlıkla atama yapma hakkım olduğu halde, Atama ve Görevde Yükselme
Yönetmeliğinde de buna mani hiçbir hal olmamasına rağmen, şimdi, sorarım ben
sizlere -Cumhuriyet Halk Partisinde, bütün atamaları takip eden değerli
arkadaşlarım var; bakın, Berhan Bey de geldi; ona da soruyorum- şimdi, üst
düzey yöneticiliklere atamak üzere, ben, Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatının
dışından kaç insan getirip atamışım, söyler misiniz? Bakın, Berhan Beyin
elindeki listede de yoktur eminim, bulamaz.
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Var efendim, var...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Yani, dışarıdan
getirdiğim...
Bakın, dışarıdan getirdiğim, üniversitelerden 38'le görevlendirilmiş
birkaç arkadaşım var. Malumunuz, 38'le gelenler geçici görevlendirmeyle
gelirler. APK Başkanlığına, Devlet Planlama Teşkilatından bir arkadaşım
atanmıştır. Bunun dışında, biz, burada, atama yaparken, elbette, kurum
içerisinde liyakat, ehliyet ve kariyer sahibi olan insan varsa öncelikle onları
mutlak surette tercih ediyoruz. Bizim şu anda getirdiğimiz değişiklikte de,
bakın, şunu söylüyoruz arkadaşlar: "Yönetim görevlerine atanma ve bu
görevlerde yükselmede kariyer ve liyakat esas alınır."
Bir şey daha söyleyeyim: Arkadaşlar, hazırlanan hangi yönetmelik yasaya
aykırı olabilir?! Bizim şu anda huzurunuza getirdiğimiz bu yönetmelik Anayasaya
aykırı olsa, zaten, böyle bir yönetmelik hazırlayamazsınız. Şu anda yürürlükte
olan yasalara, meri kanunlara aykırı olsa, zaten, böyle bir şey yapamayız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yasadaki kıstasları kaldırmışsınız.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, şunu söylüyorum:
657 sayılı Devlet Memurları Kanununa aykırı bir durum söz konusu değil. 657'ye
muhalefeten bir atama yapamayız, 657'ye aykırı bir atama yapamayız. Öte yandan,
Başbakanlığın hazırlamış olduğu Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğine aykırı
bir atama yapamayız. Peki, sıkıntı ne o zaman arkadaşlar?
Tekrar söylüyorum; bakın, bir kez daha söyleyeyim; tekrarda belki fayda
vardır. Zaten, üst düzey atamalarda, şu anda, bu yönetmeliğin hükümleri geçerli
değil. Ben, Bakan olarak, uygun gördüğüm insanları üst düzey yöneticiliklerine
zaten getirebilirim, böyle bir hakkım zaten var. Biz, taşrada, millî eğitimin,
vekâlet sisteminden, vesayet sisteminden kurtulmasını istiyoruz; bütün
yaptığımız budur. Şimdi, bütün bu anlatılanlardan sonra, kendi kendime bir
vehme kapıldım; acaba, hakikaten mi kötü bir şey yapıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bütün bakanlıklarda bakanlara siyasî sorumluluklar
yüklenmiştir. Bakınız, Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat Yasasında Millî Eğitim
Bakanlığına çok ağır sorumluluklar ve yetkiler verilmiştir. Şimdi, bütün bunlar
verilirken "efendim, Sayın Bakan gelirse, keyfî davranır" gibi bir
endişeyle buna karşı çıkmanın anlamı yoktur.
Bakın, biraz önce Berhan Bey bir şey söyledi; dedi ki: "Eğer, böyle
bir şey yapılırsa, 76 ncı madde kullanılabilecek." 76 ncı maddeyi
kullanmaya mâni bir hal yok ki; şu anda da yok. Şimdi, 76 ncı maddeye mâni bir
hal olmadığı gibi... Ben, size bir şey daha söyleyeyim. Bakınız, 76 ncı madde,
bakanın, hiçbir şart aramaksızın, istediği insanı, istediği yere tayin
etmesidir. Diyelim ki, bir öğretmenin tayini Hakkâri'ye çıktı, Iğdır'a çıktı
veya Edirne'ye çıktı. Ben "görülen lüzum üzerine" ibaresini koymak
üzere o öğretmeni Ankara'ya getirebilirim.
Şimdi, ben, arkadaşlarıma soruyorum: Bugüne kadar 76 ncı maddeyi bir tek
sefer kullandığımı bilen var mı? Bakın arkadaşlar, bugüne kadar kesinlikle
kullanılmamıştır ve arkadaşlarıma da söylüyorum. Milletvekili arkadaşlarım
diyorlar ki: "Filan kez, filan yere tayin edildi; mağdur oldu, şöyle şöyle
mazeretleri var. Sayın Bakan, onu filan yere tayin eder misin." Bakıyoruz,
şartları uymuyor. Ben diyorum ki, arkadaşlar, 76 ncı maddeyi kullanmam.
Bakın, bu, yarın, çok zarurî bir hal olursa -neticede insanız- insanî
bir mazeret söz konusu olursa, belki çok nadir hallerde kullanılabilir.
Huzurlarınızda, ileride böyle bir şey olursa, burada bir taahhüt filan olarak
almayın; ama, bugüne kadar tek bir sefer kullanılmamıştır.
Değerli milletvekilleri, keyfî davranan bir insan, en iyi keyfîliği
burada yapabilir; ama, bizim keyfî davranmak gibi bir niyetimiz yoktur
arkadaşlar.
Yine, Berhan Bey konuşmasında bir noktaya temas etti, dedi ki: "Bu
ülke, bu cumhuriyet, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir." Peki,
bunda şüphesi olan mı var ve demokratik, laik cumhuriyetimizin, demokratik,
laik, sosyal hukuk devletini kabul etmeyen bir arkadaşımız mı var?!
Arkadaşlar, bunları, böyle, sık sık tekrarlamanın çok anlamlı olmadığını
düşünüyorum. Bunun gereğini yapmamız lazım. Demokratik cumhuriyet, sonuna
kadar... Laik cumhuriyet, sonuna kadar... Sosyal devlet ilkesi; beraber, sonuna
kadar bunu takip edelim. Hukukun üstünlüğü; sonuna kadar bunları takip edelim;
ama, bakınız, Değerli Grup Başkanvekili Mustafa Bey konuşmasında dedi ki:
"Bu ne acele, bu ne telaş!.."
Mustafa Bey, acelemiz, telaşımız şundandır: Bakınız, eğitim, Türk millî
eğitimi, âdeta kronik problemlerle boğuşan bir yapıya sahiptir. Nerede, hangi
noktada, hangi birimde kutuyu kaldırıyorsanız, oradan küfler, oradan pis
kokular çıkıyor. Türkiye'nin artık rölantide çalışmaya tahammülü yoktur.
Bakın, bu yasayı, biz, bir aydan uzun bir süre önce Başbakanlığa
gönderdik; ama, takdir edersiniz ki, bu yasaların diğer bakanlıklara gitmesi,
oralardan görüş gelmesi, komisyona gelmesi vesaire, epey bir zaman alıyor. Hem
şu anda vekâlet sisteminin devamından şikâyet edeceğiz hem tedviren atamalardan
şikâyet edeceğiz hem de Türk millî eğitimi gibi...
Mustafa Bey, bakınız, Türk millî eğitiminin meseleleri niçin çok acildir
biliyor musunuz: 18 500 000 öğrencisi var bu ülkenin, 60 000 okulu var ve 700
000 küsur, 800 000'e yakın personeli var; bunun 650 000'i öğretmen ve öğretim
elemanıdır. Böyle büyük bir kuruluşta olup biten her şey, 70 milyonun hepsini
ilgilendiriyor. Niçin; sizin çocuğunuz olmayabilir; ama, bu çocuklardan birisi
yeğeninizdir, birisi torununuzdur, birisi bir başka türlü akrabanızdır.
Dolayısıyla, eğitim meselesiyle bütün 70 milyon insan ilgilidir ve dünyada
eğitim konusunda alınan mesafelere baktığınız zaman da, bizim, çok, daha çok
büyük mesafeler almamız gerektiği de ortadadır. Onun için, birbirimize birazcık
itimat edelim arkadaşlar. Yani, biz, geleceğiz, yönetmeliği değiştireceğiz ve
son derece keyfî bir şekilde atama yapacağız; böyle bir şey olabilir mi?!
Bakınız, teamüller ortadadır; kimin şube müdürü olacağı, kimin daire
başkanı olacağı, genel müdür yardımcısı veya genel müdür olabileceği ortadadır.
Bugüne kadar yaptığımız atamalarda kimse çıkıp bize "efendim, siz, bunlara
tamamen aykırı, hiç hak etmeyen, bu şartları taşımayan falanları filanları da
atadınız" gibi bir suçlama yöneltemez; çünkü, böyle bir şey bulamaz.
Değerli arkadaşlarım, onun için, ben, bu meselede kesinlikte bir
tereddütünüzün olmamasını istirham ediyorum ve yapılan işlem kesinlikle daha
seri, daha süratli hareket etmemizi sağlamaya yöneliktir. Bu seri hareket de
-tekrar, bir kere daha ifade edeyim- kadrolaşmada serileşelim, bir an önce
kendi yandaşlarımızı şu veya bu mansıplara getirelim endişesinden kaynaklanan
bir serilik değildir. Ben, istediğim insanı üst düzey kadrolara şu andaki
yönetmelikle zaten getirebiliyorum, Bakanlar Kurulunun gündeminde dünya kadar
şey var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman niye telaş ediyorsunuz?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, bütün
bakanlıklar kendi yönetmeliğini hazırlarken, siz, bizde bir eksiklik mi
görüyorsunuz?! Dolayısıyla...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Hayır; o zaman aceleye ne hacet?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Müsaade edin...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Aceleye gerek yok!..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Kendi atama ve görevde
yükseltme yönetmeliğimizi kendimiz hazırlayalım ve bunu hazırlarken de sizinle
paylaşalım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kanunları paylaşmıyorsunuz, yönetmelikleri mi
paylaşacaksınız?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
bakınız, komisyonda da söyledim...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Anayasayı paylaşmıyorsunuz da yönetmeliği mi
paylaşacaksınız?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Mustafa Bey, bunu bana
söylerseniz... Bakın, bütün milletvekillerinin huzurunda zatıâlinize... (CHP
sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz... Ben, sizden özel randevu
aldım, anayasa değişikliğiyle ilgili, Grubunuzun kapısını çaldım, dedim ki:
"Bakın, şu şu konularda anayasa değişikliği yapılması gerekiyor, buyurun
bu anayasa değişikliğini beraber yapalım." Bana verdiğiniz cevap neydi
Mustafa Bey?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - "Önce dokunulmazlıklardan
başlayalım" dedim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Ben de size dedim ki:
"Gelin, uzlaşma komisyonuna siz elaman verin, şu komisyonu oluşturun, ne
yapılması gerekiyorsa beraber yapalım."
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Getirin, dokunulmazlığı bitirelim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, burada meseleyi,
kesinlikle, kişiselleştirmenin bir anlamı yok; ama, hepinize tekrar şunu ifade
ediyorum: Bu yasa değişikliğiyle ilgili yapılmak istenen şey tamamen iyi
niyetli, tamamen, Türk millî eğitiminin daha seri, daha süratli çalışmasını
temin etmeye yöneliktir; vekâlet ve tedvir sisteminin kaldırılarak, bir an önce
işi sahiplenecek, asaleten atanacak insanların işbaşına getirilmesidir.
Değerli arkadaşlarım, birisi vekâleten görev yaptığı zaman o işi
sahiplenemez; o insanı, o işe motive edemezsiniz, kendisini oranın yetkilisi
olarak hissedemez; çünkü, her an, bir fiskeyle oradan alınma ihtimali var; biz,
bunu gideriyoruz. Sonra ne yapıyoruz; bakınız, diğer maddede de bir
itirazınızın olabileceğini sanmıyorum. "Burada eşitlik ilkesine aykırı bir
durum var" diyor arkadaşlarım.
Bizim yapmaya çalıştığımız şey şudur arkadaşlar: Bir öğretmen kanunî
izne ayrılıyor veya bir öğretmen askere gidiyor veya disiplin cezasıyla açığa
alınıyor; bu öğretmenin yerine bugünkü norm kadro uygulamasından dolayı atama
yapamıyorsunuz ve öğrenciler öğretmensiz kalıyor. Biz, her vilayete yüzde 5'lik
boş kadro veriyoruz ve bu problemi gideriyoruz; artı, Türkiye'de, yasa gereği
olarak, sürekli yer değiştirmeye tabi olan personel var. Kimdir bunlar;
hâkimler, savcılardır, askerî personeldir, emniyet mensuplarıdır,
maliyecilerdir ve daha birçok meslek grubu, yasa gereği olarak, sürekli yer
değiştirmeye tabidir. Tayini Artvin'e çıkan bir polis şefine, siz diyebilir
misiniz ki "Artvin'de norm kadromuz yoktur, senin eşin Mardin'de
kalsın." Bu, insanî midir?! Biz, bu problemi çözüyoruz. Bununla da -tekrar
ifade ediyorum- aileleri birleştirmeye yönelik bir adım atıyoruz; artı, şehit
aileleriyle ilgili de bir yeni düzenleme getiriyoruz. Eşi vefat eden bir insan,
norm kadrodan dolayı, kendisine sahip olabilecek, kendisini koruyabilecek
yakınlarının yanına gidemiyordu; bununla ilgili bir istisna getiriyoruz ve
bütün bunların, sizler tarafından da aslında makul, kabul edilen şeyler
olduğunu biliyorum.
Değerli Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım yine dediler ki: "Bize
yeteri kadar inceleme ve tartışma imkânı vermediniz." Berhan Bey, Grup
adına konuştu; komisyon üyesi olduğu için onun zaten bu tasarıdan uzun zamandan
beri haberi var ve komisyonda da bu mesele enine boyuna ele alındı. Diğer
değerli arkadaşlarımın da, aslında, üzerinde uzun boylu düşünecekleri, tetkik
yapabilecekleri, inceleme yapacakları bir şey yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 56 ncı
maddedeki "Bakanlar Kurulu" ifadesini "Bakanlık" yapıyoruz;
orada da "Bakan" yapmıyoruz "Bakanlık" yapıyoruz. Eğer,
burada suiniyet ararsanız, yetki Bakanlar Kurulunda olduğu zaman da, bunu yine
biz hazırlayacağız, benim istemediğim bir şey orada olmayacak zaten, Bakanlığın
istemediği bir şey olmayacak. Ben, bunu, Bakanlar Kuruluna götüreceğim ve
değerli arkadaşlarım da, Bakanlar Kurulu kararı olarak bunu çıkaracaklar. Yani,
aklın gereği olan, rasyonel olan neyse, Bakanlık onu yapacaktır. Bakanlık
olarak da bunu yaptığımız zaman, Bakanlar Kurulu olarak da yaptığımız zaman,
makul, mantıklı, yasalara uygun neyse, o yapılacaktır. Bundan emin olmanızı ve
bu konuda müsterih olmanızı diliyorum ve Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, şahısları adına ikinci söz, Antalya Milletvekili
Sayın Hüseyin Ekmekçioğlu'nun.
Buyurun Sayın Ekmekçioğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN EKMEKÇİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.
3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun 3 maddesini değiştiren yasa taslağı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonuna gönderildi; taslak üzerinde yeterli çalışmalara fırsat
verilmeden, bir oldubittiyle bu taslak görüşülerek oylanıyor ve komisyondan da
acilen Genel Kurula indiriliyor. Bu acelecilik nedendir? Bunu anlamak mümkün
değildir. Bu konunun alt komisyona havale edilip iyice tartışıldıktan sonra
Genel Kurula indirilmesi gerekirdi. Tasarının ivedi olarak ele alınmasına karşı
çıkıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı, kamu
çalışanlarının yaklaşık dörtte 1'ini oluşturan, binlerce yöneticisi bulunan ve
adı "Millî" olan bir bakanlıktır. 3797 sayılı Yasanın 56 ncı
maddesinde yapılan değişiklikle, Millî Eğitim Bakanlığının yönetici atama,
değerlendirme, göreve yükselme ve yer değiştirme yönetmeliği Bakanlar
Kulunundan ve Cumhurbaşkanlığının onayından alınarak Bakanlığa veriliyor. Bu
durumda, her bakan değişikliğinde yönetmelik değişirse kadrolaşma olur,
partizanlık, kayırma, keyfîlik doğar. 1999 yılında kabul edilen bugünkü
yönetmelikte yönetim aşamaları, bu aşamalarda yer alan görevler ve bu
görevlerde en az çalışma süreleri, görev tanımları, atanacaklarda aranacak
nitelikler, görevin gerektirdiği hizmetiçi eğitim, atanacakların seçimi,
atamaları, sınavla getirilecek yönetim görevleri, sınav, görevden alma ve
ayrılmaya ilişkin temel ve kurallar, yöneticilik formasyonu kazandırılan programlar,
talim terbiye kurulu üyeliği, müşavirlik, müfettişlik, uzmanlık ve ataşelik
gibi görevlerden yönetim aşamalarına, yönetim aşamalarından da bu görevlere
geçişler, okul ve kurumlarda yönetici olarak görevlendirileceklerin sayısının
saptanmasında temel esas ölçüler ve diğer öğeler ayrıntılarıyla belirtilmiş,
kurallara bağlanmıştır.
Değerli milletvekilleri, Bakanlıkça yapılacak yönetmelikte bu konuların
nasıl olacağı belli değildir. Üstelik, 58 inci ve 59 uncu hükümetler döneminde,
özellikle Millî Bakanlığında yapılan kadrolaşmalar güven vermemiştir.
11 Ocak 2003 tarih ve 24990 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik
değişikliğinde, Millî Eğitim Bakanlığı üst düzey yöneticilerinin atamalarında,
2003 yılı sonuna kadar yönetmelikteki koşulların aranmayacağı belirtilmiş, buna
göre birçok atama yapılmıştır. Zaten, şimdi de, 11 Ocakta askıya alınan
yönetmelik, bu yasa tasarısıyla tamamen ortadan kaldırılmaktadır.
İşin doğrusu şudur: Her gelen iktidar, yasaları işine geldiği gibi
değiştirmemelidir. Genel doğrular bellidir. Öyle bir gün gelir ki, bugün
değiştirdiğiniz yasalara muhalefet edebilirsiniz. Yaşamış olduğumuz altı aylık
sürede, 58 inci ve 59 ucu hükümetlerin buna benzer örneklerini görüp yaşadık.
Var olan yönetmeliğin işlememesi, Millî Eğitim Bakanlığı çalışanlarının
ya da yöneticilerinin suçu değildir; onun gereklerini yerine getirmeyen
bakanların tutumudur. Örneğin, yönetmelik çıktıktan sonra, Bakanlık, hiçbir
hizmetiçi kurs açmamıştır; yöneticilik sınavını kazanan birçok kişiyi
yöneticiliğe atamamıştır.
Demokrasi bir kurallar düzenidir. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanununun 2 nci maddesinde belirtilen, hür ve bilimsel düşünce gücüne sahip
kişiler yetiştirmek, ancak buna inanmış yöneticiler eliyle olur.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan 24 Nisan 2003 tarihli komisyon
toplantısında yapmış olduğu konuşmada "insanlar şarap değildir ki, yıllar
geçtikçe daha güzel olsun" demiştir. Bu bakış açısı çok yanlıştır.
İnsanlar birikim ve deneyim sonucu daha değer ve önem kazanırlar. İnsanlar,
bulundukları makamlarda, yıllar geçtikçe, kazandıkları tecrübelerin ışığında
çok daha iyi hizmet yaparlar; bu süreçte, kıymet ve değerleri daha da artar.
3797 sayılı kanunun 62 nci maddesinde yapılacak değişiklikle,
"...öğretmen eşlerinin atamalarında kullanılmak üzere her ilin öğretmen
norm kadro sayısının yüzde 5'ini geçmemek üzere il millî eğitim müdürlüklerine
boş öğretmen kadrosu tahsis edilir." denilmektedir.
Ülke genelinde öğretmen dağılımında adaletsizlik olduğu gibi, il
içerisinde ve okullar arasında adaletsiz dağılım vardır. Kimi okullarda
öğretmen yığılması ve fazlalığı gözükürken, özellikle köy ve yoksul
mahallelerde öğretmen eksikliği olmaktadır. Bu yüzden kadroların adaletli
dağılması için, il müdürlükleri yerine, doğrudan okullara verilmesi
gerekmektedir.
Sözlerime son verirken, bu tasarıya kişisel olarak hayır oyu vereceğimi
belirtir, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ekmekçioğlu.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarının maddelerine
geçilmesi kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLÂT VE GÖREVLERİ
HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN
KANUN TASARISI
MADDE 1. - 30.4.1992 tarihli ve 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının
Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 56 ncı maddesi başlığı ile birlikte
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yöneticilerin sorumlulukları ve nitelikleri
Madde 56. - Bakanlık merkez, taşra ve yurt dışı teşkilâtının her
kademesindeki yöneticiler, görevlerini mevzuata, plân, program ve emirlere
uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten üst kademe yöneticilerine karşı
sorumludur.
Yönetim görevlerine atanma ve bu görevlerde yükselmede kariyer ve
liyakat esas alınır.
Yönetim görevlerine atanacaklarda aranacak nitelik ve diğer şartlar
Bakanlıkça yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
1 inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına, Yalova
Milletvekili Sayın Muharrem İnce; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE - (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çok değerli milletvekilleri, elli yıldır eğitim trenini kaçırdık, çağın
gereklerine uygun insan yetiştiremedik. Bana göre, bu ülkenin okullarında
onyedi yıl öğretmenlik yapmış biri olarak, bütün iktidarlar suçlu, hepsi
görevini yerine getiremedi. Böylesine büyük sorunların olduğu, eğitimle ilgili
çok ciddî problemlerin olduğu bir ülkede, her yeni gelen bakan bir yeni model
öneriyor, her gelen bakan bir kurtarıcı edasıyla geliyor ve Millî Eğitim
Bakanına verilen yetkiler de öylesine büyük ki, sil baştan yapabiliyor, her
şeyi değiştirebiliyor. Biri "kredili sistem" diyor, öbürü geliyor onu
kaldırıyor; biri geliyor yabancı dil eğitimine ağırlık veriyor, öbürü onu
değiştiriyor. Sorunlar böyle olunca; yani, Millî Eğitim Bakanına verilen yetki
böylesine büyük olunca, ülkenin sorunları da bir türlü çözülmüyor.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, kadrolaşmayla ilgili, biz sürekli olarak
kadrolaşma olduğunu, siz de olmadığını söylüyorsunuz; hatta, bunu o kadar güzel
ifade ediyorsunuz ki, zaman zaman örgütünüzün bile tepki gösterdiğini
sanıyorum. Ya, gerçekten, kadrolaşmıyor muyuz; gerçekten, kendi adamlarımızı
korumuyor muyuz; bunu kendi örgütlerinizin bile sorduğunu düşünüyorum. Şimdi,
ben, size bir örnek vermek istiyorum; belgeyle konuşmak istiyorum.
Çok değerli milletvekilleri, bakınız, 19 Ocak 2001 tarihinde Millî
Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu imzalı bir genelge var; deniyor ki:
"Bakanlığımız kadrolarında olagelen değişiklikler ve yapılan düzenlemeler
çerçevesinde personel gereksiniminin bulunduğu genel idare hizmetleri sınıfında
'memur' ve yardımcı hizmetler sınıfında 'hizmetli' kadrolarına personel nakli
yapılabilecektir." Aranan niteliklerin, aranan koşulların bir maddesini
okuyayım; 5 inci maddesi: "Genel lise, ticaret meslek lisesi, kız meslek
lisesi, anadolu lisesi, çok programlı lise veya bunlara dayalı daha üst
öğrenimli olmak." 19 Ocak 2001 tarihli genelge.
Şimdi, bir başka genelge var elimde. 17 Şubat 2003 tarihli genelge;
Millî Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu. "Kurumlararası yer değişikliğine
ilişkin ilgi genelgenin memur kadroları için aranacak koşulların belirlendiği 5
inci maddesi, en az ortaöğrenimli olmak şeklinde değiştirilmiştir."
Bakınız, şimdi, burada, bunun altındaki çapanoğlu nedir? Neden, hep biz
bir şeyler arıyoruz? Zaman zaman, bizi çok kuşkucu olmakla eleştiriyorsunuz
"yani, bu kadar iyi şeylere de karşı çıkıyorsunuz" diyorsunuz. Şimdi,
ben, bunu, size açayım: Siz, Millî Eğitim Bakanlığının personeline
"Meclise geçmeniz serbesttir" deseniz, Millî Eğitim personelinin tümü
Meclisin memuru olmak ister; çünkü, Meclisin memurlarının özlük hakları, Millî
Eğitimin memurlarının özlük haklarından daha iyidir, bunu herkes bilir. Peki,
bunun tersi olur mu? Meclisin memurlarına "buyurun, Millî Eğitimin memuru
olun" deseniz, geçmezler.
Şimdi, buradaki olay şu: Bir küçük ilde, bu genelgeye dayanarak, 30 imam
sakın ha, küçümsemiyorum; sakın ha, yanlış anlamayın. Kimsenin...
AHMET YENİ (Samsun) - Yanlış başladın!..
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız, 30 imam, Millî Eğitim Müdürlüğünde
memur olmak istiyor. Neden; çünkü, bu arkadaşlarımız, köylerde, daha alt gelir
grubunun mensupları; yani, daha az ücret alıyor bunlar. Bu, doğru. İmamlar,
Millî Eğitimin personeline göre daha az ücret alıyorlar; bunu biliyoruz
hepimiz.
Şimdi, bu ne olacak biliyor musunuz? Mesela, altı ay içinde bu çıkacak;
5 000 imam, bu genelgeye dayanarak, Millî Eğitimde memur olmak isteyecek. Bu
sefer, Diyanet İşleri Başkanlığının
5 000 imam kadrosu azalacak, 5 000 de oraya alacağız... İşte, kadrolaşma
bu. O genelgenin 5 inci maddesini değiştirerek, işte bu şekilde kadrolaşma
yapılıyor. Ha, kadrolaşma... Bir iktidarın buna hakkı yok mudur? Bir iktidar...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hayalî şeyler söylüyorsunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakın, hayalî değil. O genelgeyi niye
değiştiriyorsunuz?
AHMET YENİ (Samsun) - Hayalî şeyler bunlar.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Peki, neden o 5 inci madde değişiyor; şunun
için...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayalini mi anlatıyorsun?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Efendim, hayal anlatmıyorum; size bunun
fotokopisini vereyim.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - O imamlar hayal mi, dediğin doğru mu?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Sayın milletvekilim, burada deniliyor ki,
genelgenin 5 inci maddesinin değiştirilmesinin altında yatan neden, sadece ve
sadece, o arkadaşlarımızın geçişini sağlamak içindir; yoksa, neden
değiştirildi?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ne alakası var?!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Neden değiştirildi?
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hiç alakası yok. Dinlemediniz!..
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız, bir iktidar kadrolaşma yapar. Burada,
hangimiz Millî Eğitim Bakanı olsa, kendi müsteşarını, kendi genel müdürünü
seçme hakkı olmalıdır. Bu, doğrudur, yanlış da değildir; ama, bu, hizmetliye
kadar, yardımcı memura kadar... İşte, kadrolaşmadan kastımız budur. Yoksa, siz
bir genel müdürü değiştirirsiniz; kendi çalışma arkadaşlarınızı, yakın çalışma
arkadaşlarınızı tercih hakkınız tabiî ki vardır... Siz, hizmetlilere kadar
iniyorsunuz, memurlara kadar iniyorsunuz.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hangi gazeteden aldınız bunu?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Gazeteden almadım beyefendi, değerli
milletvekilim, gazeteden almadım; Sayın Bakanın imzası var bunda. Genelge
diyorum, gazeteden mi aldın diyor. Ben, Türkçe konuşuyorum. Bakanın imzası var,
fotokopisini size şimdi veririm.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Arada sırada "şunlar hayalimdir" de de
anlayalım.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli milletvekilleri...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu genelgede imam mı var?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - O genelgede imam mı yazılı?
BAŞKAN - Sayın Kacır...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - İmam var mı o genelgede?
BAŞKAN - Sayın Kacır, lütfen, müdahale etmeyin.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Siz, allahaşkına, şu mikrofonu, şurayı
kullansanız da sizin nasıl konuştuğunuzu bir duysam. İşiniz gücünüz orada
oturup sataşmak. (CHP sıralarından alkışlar) Allahaşkına, bir gün şuraya çıkın
da bir konuşun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sabırlı olun!..
MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Bakan hepsini izah etti; dinlemediniz ki!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Çok değerli milletvekilleri, şimdi, kaç
tanesini aldık... Verelim o zaman listeyi; hangi ili istiyorsanız... İl il
çıkardık, burada. Kim, eski görevi, yeni görevi; yani, 3 Kasımdan bu yana Millî
Eğitimde neler değişti, listesi burada; son 15 günlük değişimler...
Güncelleştiremedik, kusura bakmayın.
Antalya Millî Eğitim Müdürünü tanımam, etmem, bilmem, hiç bilmem; ama,
şunu bilirim ben: Antalya, son beş yıldır üniversite sınavlarında ya birinci ya
ilk beşte; iki gün önce görevden alındı. Herhalde, İzmir Millî Eğitim Müdürü de
bugün görevden alındı. Ben bunları soruyorum. Bunları sormayacak mıyız,
söylemeyecek miyiz?
Değerli arkadaşlarım, bakınız, çok ciddî problemler var. Millî Eğitimin
öyle ciddî problemleri var ki, sizi inandırmakta belki zorlanacağım; ama,
hiçbir okulda lise 3 üncü sınıflarda ders yapılmıyor, bitmiş fiilen.
RESUL TOSUN (Tokat) - Neden?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Nedenini anlatayım. Nedeni şu: Lise 3 üncü
sınıftan soru sormadığınız için, sınav sistemi... Bunu çözmemiz lazım. Bu,
Meclisin en öncelikli sorunudur.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Ben size teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Lise 3 üncü sınıfta, çocukların hepsi
hastadır, hepsi raporludur. Size gelmiyorlar mı rapor almaları için?
RESUL TOSUN (Tokat) - Haberimiz var; gelin beraber çözelim, muhalefet
yapmayın.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Muhalefet yapmıyorum sayın milletvekilim; ben,
bu sorunu anlatıyorum. En acil sorun bu, lise 3 üncü sınflar bitmiş.
RESUL TOSUN (Tokat) - Katılıyorum.
MUHARREM İNCE (Devamla) - 10 Mayısta öğretmenler Millî Eğitim
Bakanlığının önüne gelecek; bundan haberiniz var mı?
RESUL TOSUN (Tokat) - Haberimiz var.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Hazırlık yapıyorlar, 10 Mayısta Millî Eğitim
Bakanlığının önüne gelecekler.
RESUL TOSUN (Tokat) - 56 ve 61'le alakası yok konuştuğumuz maddenin.
MUHARREM İNCE (Devamla) - 56 ile 61'i bırakın, bizim adamlarımızı şube
müdürü yapmayı, millî eğitim müdürü yapmayı bırakın da, lise 3 üncü sınıfların
sorunlarını çözelim; 10 Mayısta öğretmenler neden oraya geliyor, onu çözelim;
ekders ücretlerini 10 gün, 15 gün neden geç ödedik, onu çözelim.
Değerli arkadaşlarım, kadrolaşma yok... Öbür taraftan Talim Terbiye
Kurulu başta olmak üzere, kilit kadrolar her gün yeni isimlerle değiştiriliyor.
Şimdi, bakınız, çelişki, insanların kuşkusu, korkusu, belki de
uygulamalardan kaynaklanıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir saniye, Sayın İnce...
Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Öğretmenler dörde ayrılacak; stajyer öğretmen,
öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen. "Buna itirazınız var mı?"
Benim itirazım yok; ama, nasıl belirlenecek; itirazım buna, korkum buna...
Yani, bu ülkede millî eğitimin yönetici kadrolarıyla bütün siyasetçiler
oynamıştır; şimdi, sıra, bir de öğretmenlere mi indi?! Nasıl belirleyeceğiz
bunu; sınav mı olacak, torpil mi olacak, ne olacak; sizin takım, bizim takım mı
olacak? Korkum buradan... İşin özüyle ilgili...
Ders kitapları bedava verilecekti, Sayın Erkan Mumcu öyle demişti.
Şimdi, Sayın Bakanımız da, herhalde, öğretmenlere bilgisayar vereceğini
söylüyor. Bu da bedava mı olacak, nasıl olacak; bunları bir konuşalım. Yoksa
"millî eğitim müdürü Ahmet Bey olmuş, Ayşe Hanım olmuş, sizin takımdan
olmuş, bizim takımdan olmuş" mantığında değilim; ben bunlarla
uğraşmıyorum.
Değerli arkadaşlarım...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bizim takım yok. Hiçbir zaman iktidarda
olmadığımız için bizim takım yok.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bizim takım... Bekliyoruz... (Gülüşmeler)
Bekleriz de...
AHMET YENİ (Samsun) - Açık verdin!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Açık vermiyorum, merak etmeyin.
Ben, şunu söyleyeyim size: Bence, öyle büyük bir sorumluluğunuz var ki,
son elli yılda üç büyük iktidar geldi, tek başına iktidar oldu; biri, Menderes
hükümetiydi, biri Özal'ın hükümetiydi, bir de siz geldiniz. Çok güçlü geldiniz.
İnanın, böylesine güçlü iktidar gelmemişti. Üç tane çok büyük iktidar oldu. Bu
ciddî problemleri çözmemiz lazım.
Bana göre, kişisel düşüncem -inanın, muhalefet olsun diye söylemiyorum-
biraz tribünlere oynuyorsunuz, biraz zaman dolduruyorsunuz, işin özüne yönelik
iş yapmıyorsunuz. Ben, size, millî eğitimle ilgili alt alta 50 tane problem
sayarım. Sayın Bakanımız açıklama yapıyor: "Bu kadar fen-edebiyat
fakültesine gerek yok." Fen-edebiyat fakülteleri, her kurulan üniversite
için bir zorunluluktur.
BAŞKAN - Sayın İnce, sözlerinizi toparlar mısınız.
MUHARREM İNCE (Devamla) - İşin özünü tartışalım diyorum.
Teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.
Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Bakan, toptan cevap verseydiniz, her
maddede cevap verirseniz, yorulursunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ama, Sayın Başkanım, madde
üzerinde konuşma yapıldığı için, ona cevap vereceğim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yalnız, daha konuşacaklarımız var madde üzerinde.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Antalya Milletvekilimiz Sayın Muharrem İnce'nin 1 inci madde...
BAŞKAN - Yalova...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yalova Milletvekili.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Affedersiniz.
Yalova Milletvekilimizin 1 inci madde üzerinde yapmış olduğu konuşmadan
sonra söz alma gereği duydum. Muharrem Bey, soy ismi gibi, soy ismiyle müsemma
bir arkadaşımızdır; yani, kendisi ince bir arkadaşımızdır; ama, burada yaptığı
bazı açıklamalar ve eleştirilerin, pek, soy ismi gibi olmadığını söylemek
zorundayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Öncelikle, bütün Cumhuriyet Halk Partili arkadaşların söylediği bir şey
var: "Eğer bu yönetmelik değişirse, gelen her bakan keyfî davranır,
memleket elden gider." Arkadaşlar, eğer durum bu kadar trajikse, eğer
durum bu kadar vahimse, diğer bütün bakanlıklar yandı, gitti; çünkü, hepsini
bakanlık belirliyor. Yani, bu, bir tezat. Kendi kendimizle tezada düşmeyelim.
Millî Eğitim Bakanlığının dışındaki bütün bakanlıklarda, bakanlık, atama ve
görevde yükselme yönetmeliğini kendisi hazırlıyor. Eğer, bu mesele bu kadar
ciddî bir meseleyse, gerçekten çok vahim bir durum var ortada demektir. Yok
böyle bir şey; kendi kendimize böyle kuruntu yapmayalım bunları!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Millî Savunma Bakanlığında var Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Geçelim diğer konulara.
Arkadaşım Sayın Erkan Mumcu'nun yaptığı yönetmelik değişikliğini,
Muharrem Bey, burada, hiç de vaki olmamış biçimiyle anlattı. Evet, böyle bir
yönetmelik değişikliği yapılmıştır. Daha doğrusu, yönetmelik değil, daha önce
yayımlanan bir genelgenin bir maddesi değiştirilmiştir ve iyi yapmıştır, eline
sağlık. Niye; çünkü, eşitlik ilkesine aykırı olan bir durumu düzeltmiştir.
Şimdi, diyelim ki, biz, milletvekillerimiz arasında, şu veya bu
meseleyle ilgili olarak bir seçme yapsak. Efendim, ticaret lisesi mezunu olan
milletvekilleri beri gelsin; ama, endüstri meslek lisesi mezunu olan
milletvekilleri yerinde otursun şeklindeki bir yaklaşım, ilkel bir yaklaşımdır.
Genel idarî hizmetler sınıfında çalışan memurların hangi özelliklere sahip
olmaları gerektiği bellidir, yardımcı idarî hizmetler sınıfında, sağlık
hizmetleri sınıfında, teknik hizmetler sınıfında çalışan insanların hangi
özellikleri taşımaları gerektiği bellidir.
Şimdi, Muharrem Bey diyor ki: "Küçük bir ilimizde, 30 tane imam,
Millî Eğitim teşkilatına geçmek istiyor ve bunun için böyle bir şey
yapılmış." Bakınız, işte, burada bürokrat arkadaşlarım. Ne Erkan Bey
döneminde ne de benim dönemimde, bırakın, 30 tane imamın, Millî Eğitim
teşkilatına geçişini, bir kişi bile geçmemiştir. Muharrem Bey, bunu nereden
çıkarıyorsunuz allahaşkına?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) - 30 müracaat yapılmıştır Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, çok ayıp ama;
bakın, çok ayıp... Muharrem Bey, 30 değil, 300 kişi de müracaat edebilir.
Bakın, ben, size şunu söyleyeyim...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakan, yeni olmuş demedim, olacak dedim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, Muharrem Bey
"Olacak" demek, çok ayıp bir şey. Bize imam hatip mezunu da naklen
geçiş için müracaat edebilir, ticaret lisesi mezunu da, öğretmen lisesi mezunu
da müracaat edebilir ve şartları uygunsa... Ben, burada, daha önce,
huzurlarınızda bir şey söyledim arkadaşlar; bu imam hatip takıntısından
vazgeçelim. Daha önce söyledim. Bunlar cüzamlı falan değil. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu ülkenin okullarında, Türk millî eğitim sistemi
içerisinde, Türk millî eğitiminin denetimine tabi okullarımızı, böyle üvey
kardeş, asıl kardeş, birisi akredite, birisi değil, birisi makbul, birisi muzur
şeklinde lütfen sınıflandırmayalım. Bu doğru bir şey değil. (CHP sıralarından
"Yok öyle bir şey" sesleri)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakan, öyle bir şey yok.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Bakan, o takıntı sizde, bizim öyle bir
takıntımız yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, ben,
kelimelerin altındaki manaları bilen bir arkadaşınızım. Söylenenler işi oraya
götürüyor. Biz, hangimizin ne dediğini çok iyi anlıyoruz...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım, haksızlık yapıyorsunuz; ben, o
okulda üç yıl öğretmenlik yaptım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, gelelim... Muharrem
Bey, müsaade eder misiniz...
Değerli arkadaşlar, Muharrem Bey dedi ki: "Ben, size Türk millî
eğitiminin, şu anda, 50 tane problemini sayarım." Doğru söylüyor, Türk
millî eğitimine gösterdiği ilgiden dolayı, Türk millî eğitim sistemiyle
yakından ilgilendiği için, ayrıca, ben kendisine teşekkür ediyorum. Keşke,
bütün milletvekili arkadaşlarımız, bu kadar yakından ilgilense; ama, sizin, o,
sadece, saydığınız problemleri, ben kademe kademe çözmeye çalışıyorum ve
çözüyorum. Hatta, bazı yazarlar son günlerde diyorlar ki: "Yahu, bu
Hüseyin Çelik'i anlamak mümkün değil. Yıllardır Millî Eğitim Bakanı olmanın
hayalini kuruyor. Gelir gelmez yirmi işe birden el attı. Korkarım ki, bu hızla
işler yolunda gitmez, yanlış olur." Yavaş gitseniz, niçin yavaş gidiyor,
hızlı gitseniz, niçin hızlı gidiyor... Ben nasıl gittiğimi, kaç kilometreyle
gittiğimi çok iyi bilen bir arkadaşınızım.
Şunu söyleyeyim arkadaşlar: Millî Eğitim Bakanlığının farklı birimleri
vardır. Örnek olarak söylüyorum size. Bakınız, vergi mevzuatında bir değişiklik
yaptık; dedik ki: Bundan sonra, okul ve yurt yaptıranlar, bütün yaptıkları
harcamaları masraf gösterip vergiden düşebilsinler. Biz, bununla, okul
yapımında bir patlama bekliyoruz. Bu fena mı oldu?!
Öte yandan, bakınız, İmar Yasasının 18 inci maddesinde bir değişiklik
yapıyoruz. Birkaç gün sonra sizin önünüze gelecek. Orada şunu getiriyoruz.
Biliyorsunuz, İmar Yasasının 18 inci maddesinde, belediyelerin yapmış olduğu
düzenleme, "ortaklık payı" diye bir şey var. Burada, yol, meydan,
yeşil alan, çocuk parkı, mabet, öte tarafta karakol var; ama, okul yok. Bunun
başına okul getiriyoruz. Yakında önünüze gelecek. Şimdi bunu yapmasa mıydık
biz?! İmar Yasasında okul yeri gösterilen, vatandaşa ait arsalar var; devlet,
yani, Millî Eğitim Bakanlığı, parasını verip istimlak edemiyor. Vatandaşa,
kendi arazisi üzerinde bina yapmaya da izin vermiyoruz, satmaya da izin
vermiyoruz. Bugüne kadar, bu, kanayan bir yara olarak devam ediyordu. Sayın
Başbakanıma konuyu ilettim, Sayın Maliye Bakanıyla konuştuk ve bunu da takasla
çözeceğiz. Şimdi fena mı oldu arkadaşlar?!
Lise 3 üncü sınıfların rapor alarak okula gitmediklerini, ben günlerdir
söylüyorum. ÖSS sisteminde değişiklik yapılması gerektiğini söylüyorum. ÖSYM
Başkanını Bakanlığa davet ettim, Sayın YÖK Başkanını Bakanlığa davet ettim. Bu
problemin çözülmesi için ne yapılması gerekiyorsa, biz, uzlaşarak bunlarla bu
konuyu çözmeye çalıştık; fakat "yetki bizdedir, bu doğrudur"
diyorlar. Biz size diyoruz ki: Tıpkı sizin parti programınızda olduğu gibi,
gelin, YÖK'ü beraber değiştirelim, bir koordinasyon kurulu haline getirelim.
Biz buna çalışıyoruz, siz yan çiziyorsunuz. Şimdi, bunu yapmasa mıydık biz
arkadaşlar?!
Bakın, daha neler yapıyoruz, ben size söyleyeyim. Millî Eğitimin her
meselesinden haberimiz vardır, hepsiyle ilgili projelerimiz vardır ve hepsiyle
ilgili en ileri adımlar atılıyor.
Türkiye'de özel okullaşma yüzde 1,3 oranındadır. Özel okullaşmayı
destekleyeceğiz.
Öte taraftan, bakın, taşımalı eğitimde ciddî problemler var; bununla çok
yakından ilgileniyoruz.
Müfredat meselesi... Arkadaşlar, hepimiz yıllar yılıdır hep demiyor
muyuz, bu Türk millî eğitim sistemi ezbere bir sisteme, ezberci bir sisteme
dayalı olarak yürüyor diye?! Biz, bunu kökünden değiştirmek için çok radikal
adımlar atıyoruz; enformatif dediğimiz yöntemi terk ediyoruz, dünyada çağdaş
öğretim dediğimiz, konstraktif dediğimiz inşacı bir yöntem getiriyoruz. Buna
bağlı olarak, millî eğitim müfredatının yeniden ele alınması, ders kitaplarının
yeniden hazırlanması için gerekli altyapı hazırlıkları hemen hemen bitti.
Bununla ilgili çok ciddî adımlar atıyoruz.
Bakın, öğretmenliğin kademelendirilmesiyle ilgili olarak Muharrem Bey
dedi ki: "Böyle söyleniyor; ama, nasıl yapılacak?" Arkadaşlar, ben,
bunu, günlerdir televizyon programlarında anlatıyorum. Birbirimize muhalefet
etmek için, lütfen, bunları yapmayalım. Bugüne kadar gelen hiçbir iktidar buna
cesaret edemedi, bunu yapmadı arkadaşlar.
Bakınız, ne yapıyoruz: Bir öğretmen göreve başladığı zaman, öğretmen
olarak başlıyor; 40 sene sonra emekli oluyor, yine öğretmen olarak emekli
oluyor. Biz diyoruz ki, öğretmenlerimizin kendilerini sürekli yenilemeleri
için, öğretmenlerimizin kendi branşlarında kendilerini yetiştirmeleri için,
kitapla uğraşmaları için öğretmenliği kademelendireceğiz; sizin de saydığınız
gibi, stajyer öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen diye
kademelendireceğiz. Her kademede bir tez olacak, her kademede merkezî bir sınav
olacak. Peki, merkezî sınav olduğu zaman, bu işin içerisinde bilimsel tez
olduğu zaman, biz, bu konuda nasıl partizanlık yapabiliriz arkadaşlar?
Birbirimizin niyetini sorgulamaktan vazgeçelim. Bu, atılması gereken,
Türk millî eğitim sisteminde devrim mahiyetinde bir uygulamadır arkadaşlar.(AK
Parti sıralarından alkışlar)
Bakın, Muharrem Bey bir şey daha söyledi. Efendim, biz, Talim Terbiye
Kurulunda yapılanma yapıyormuşuz. Bakın, ben size bir şey söyleyeyim
arkadaşlar. Bugüne kadar, Talim Terbiye Kuruluna, gelen bütün iktidarlar,
kendilerine yakın incelemeciler getirmiş ve özellikle, kendilerine yakın
yayınevlerinin, kendilerine yakın müelliflerin kitaplarını Talim ve Terbiye
Kurulundan geçirerek, onlara rant sağlamışlardır. Bu böyle midir?!.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Aynen öyledir.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Birçok dedikodunun
döndüğünü de biliyor muyuz?! (AK Parti sıralarından "Doğrudur"
sesleri) Eğer, biz partizanca davransaydık, bu sistemi sürdürürdük.
Bakın, biz ne yapıyoruz, onu söyleyeyim ben size: Biz, ders kitaplarının
dışında, yardımcı ders kitaplarının, artık, Talim ve Terbiye Kurulundan
geçmesini kaldırıyoruz ortadan.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.
Bununla yapmaya çalıştığımız da şudur arkadaşlar: Eğer, bir kitapta
uygunsuz bir şey varsa, cumhuriyet savcıları o kitabın müellifinin veya
yayınevinin yakasına yapışsın. Zaten, okullarımızda, kitaplar kütüphanelere
seçilirken bir komisyon kuruluyor. Bu kitapları Talim ve Terbiye Kurulundan
geçirmenin hiçbir anlamının olmadığını düşünüyorum. Geniş bir zamanda bunun
bütün detaylarını da değerli milletvekili arkadaşlarıma izah ederim.
Ders kitaplarını bedava vereceğiz dedik. Biz, bu sözümüzden vazgeçmiş
değiliz ki! Ders kitaplarını bu yıl bile bedava verebilmek için gerekli para
ayrılmıştır, bloke edilmiştir; ama, burada bir sıkıntı var; bir yığın kitap,
birçok çeşit kitap olduğu için, Millî Eğitim Bakanlığı olarak hangi kitapları
alacağız ve bunların dağıtımında yayınevlerinin, kitapçılarımızın, yani,
sektörün zarar görmemesi için alınması gereken bazı tedbirler var. Talim ve
Terbiye Kurulundaki arkadaşlarım ile Yayıncılar Birliği bir araya gelecekler...
Bir taraftan, bu işin ekonomik bir ayağı var; esnafımızı, tüccarımızı da ezmek
gibi, onları mağdur etmek gibi bir hakkımız yok. Biz bunu yapacağız. Bundan
dolayı da müsterih olun.
Bakın, arkadaşlar, söylediğim gibi, bir taraftan YÖK yasası
hazırlanıyor; bu, yolunda gidiyor. Yani, biz millî eğitim meselesinin şu
tarafından, Millî Eğitim teşkilatının şu tarafından tutup, diğer tarafını
bırakmış değiliz. Biz, bütün işimizi, gücümüzü bırakıp, atama ve görevde
yükselme yönetmeliğiyle uğraşıyor değiliz.
GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Öyle görünüyor ama.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bu yasa tasarısının hazırlanması,
benim 15 dakika bile zamanımı almamıştır. Onun için, bundan dolayı müsterih
olun.
Üniversitelerimizin malî problemleri var. Ben, rektörlerle sürekli
görüşüyorum. Bununla ilgili adımlar atmaya hazırlanıyoruz. Bakınız,
fen-edebiyat fakülteleri ve eğitim fakülteleri mezunları arasında öğretmenliğe
atamalarda ciddî problemler vardı. Ben, Bakan olduğumun üçüncü günü bu problem
çözülmüştür. Fen-edebiyat fakültelerinin sayısı çoktur demem, Muharrem Bey
tarafından, sanki, günahı kebairden birisi olarak telakki edildi.
Arkadaşlar, ben, ziraat fakültelerinin sayısı da çoktur diyorum.
Türkiye'de 25 000 - 30 000 ziraat mühendisi boşken, dağa taşa, önünüze gelen
yere ziraat fakültesi açarsanız, bu doğru olur mu?! Ben, fen-edebiyat
fakültelerinin kurulacak bir üniversitede temel fakülte olduğunu ve olmazsa
olmaz fakülte olduğunu, Muharrem Bey, en az zatıâliniz kadar bilen birisiyim;
ama, ben, zaten bunu tenkit ediyorum. Bunu tenkit etmenin ne mahzuru var ki?!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Bakan, bütün projeleri dinleyecek miyiz
bugün?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Şimdi biz desek ki,
arkadaş, mademki fen-edebiyat fakülteleri mezunları öğretmen olamıyor, bunların
hepsi de bilim adamı olamayacağına göre, biz niçin bu insanları oyalıyoruz
dediğimiz zaman, biz kendi sistemimizi sorguladığımız zaman, buradaki
eksikliği, aksaklığı dile getirdiğimiz zaman, buradaki problem ne; ben onu
anlayamıyorum.
BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkanım, selamlıyorum arkadaşlarımı.
Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade ediyorum; birbirimizin yanlışlarını
gördüğümüz zaman, biz, birbirimizi uyaralım. Biz yanlışlarımızı sırtımızdaki
akrep olarak görürüz. Eğer bir arkadaşımız sırtımızdaki akrebi gösterirse, biz
ona müteşekkir oluruz. Bu, Grup Başkanvekili olur, değerli bir milletvekili
arkadaşımız olur, iktidardan olur veya muhalefetten olur, hiç fark etmez.
Bakın, Türk millî eğitim sisteminin daha iyi olması için değerli görüşlerinizi
sizinle paylaşmaya her zaman hazırız, katkı mahiyetinde söyleyeceğiniz her şeyi
dinlemeye hazırız; ama, lütfen, hem söylediğimiz şeyler gerçeğe uygun olsun,
hem de böyle muhalefet yapmış olmak için yapmayalım diyorum.
Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Şahsı adına Sayın Zekeriya Akıncı.
Buyurun Sayın Akıncı.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Millî
Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci
maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Bakanın bizim sıralarımıza bakarak imam hatip lisesi
mezunlarıyla ilgili yaptığı değerlendirmelerin bize ait olmadığını bilmesini
isterim. Bizim, o olumsuz sözcükler biçiminde imam hatip mezunlarına ilişkin
bir değerlendirmemiz yok. Onu bilmenizi istiyorum.
Sevgili arkadaşlarım, meselenin özünü konuşmaktan biraz uzak duruyoruz
gibime geliyor; çünkü, mesele çok yalın, açık. Bir yetki meselesini
tartışıyoruz. Bizim iddiamız, niçin Sayın Bakanımızın ya da hükümetimizin böyle
bir yetkiye ihtiyaç duyduğu noktasındadır ve biz, böyle bir yetkiye ihtiyaç
olmadığı kanaatimizi ısrarla vurgulamaya çalışıyoruz. Sorun budur.
Sayın Bakan "canım, haksızlık etmeyin, bütün bakanlar, nakil,
tayin, atama, yükselme ve benzeri yönetmeliklerini kendileri hazırlama hakkına
sahipken, niçin Millî Eğitim Bakanlığını bundan ayrı tutuyorsunuz; bu da benim
hakkım değil mi, bu böyle olmamalı mı" diye bir değerlendirme yapıyor.
Önce, bir konuya açıklık getirmek istiyorum; lütfen, yanlışsa düzeltin,
peşinen özür dilerim. Bildiğim kadarıyla -biraz önce de sordum çünkü- sadece
Millî Eğitim Bakanlığında değil Millî Savunma Bakanlığında da aynı uygulama
var; yani, Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı onayı şartı var, bildiğim
kadarıyla. Yanlışsa özür diliyorum; ama, yanlış olmadığına inanıyorum. O
yüzden, sadece Millî Eğitim Bakanlığımızda değil Millî Savunma Bakanlığımızda
da bu yönetmeliklerin Bakanlar Kurulundan çıkması ve Cumhurbaşkanının onayı
önşartı var. Tabiî, Millî Eğitim Bakanlığının buradaki önemine dikkat çekersek,
niçin böyle bir önkoşulun olduğunu, sanıyorum, çok daha kolay anlarız, anlamak
istersek. Bir kere, personel açısından baktığınızda, kamu çalışanlarının üçte
1'i Millî Eğitim Bakanlığının bünyesinde. Bu bir öncelik, Millî Eğitim
Bakanlığı için de bir ayrıcalık.
İkincisi; millî eğitim -kuşkusuz bütün bakanlıklar önemli; ama- bizim
toplumumuz için, bütün toplumlar için kimliğinden kaynaklanan apayrı bir önemi
haiz. Yani, millî eğitimin, genelde eğitimin, biz, toplumun bugününü, yarınını
biçimlendirme noktasındaki önemini, yeni nesilleri biçimlendirme ve onları
geleceğe hazırlama noktasındaki önemini bilmiyor muyuz?! Herhalde, böyle bir
yönetmelik anlayışı ortaya koyanlar da Millî Eğitim Bakanlığının ülkemiz için
taşıdığı önemi göz önünde tutarak, yönetmeliklerin Bakanlar Kurulundan ve
Cumhurbaşkanından onayını istemişlerdir. O yüzden, burada, Millî Eğitim
Bakanlığıyla ilgili niçin böyle bir uygulama sorusunun yanıtını, eğer, Millî
Eğitim Bakanlığının önemini göz önünde tutarsak, sanıyorum, anlamakta ve
kavramakta zorluk çekmeyeceğim. Benim inancım odur.
Sevgili arkadaşlarım, ayrıca, bakınız, bu tartışmaları biz hangi ortamda
yapıyoruz; baştan beri "kadrolaşma, ekip, takım" tartışmaları var.
Yani, ben, AKP'li arkadaşların ve Sayın Bakanın, bir kadrolaşma anlayışının
olmadığını savunmaktaki ısrarını anlamıyorum, anlamakta zorluk çekiyorum.
Yanlış bilmiyorsam, Sayın Başbakan, dün, grup konuşmasında, Türkiye'nin bu
noktaya gelmesinde bürokrasinin zaaflarından söz etti ve böyle bir kadrolaşmaya
ihtiyaç olduğunu söyledi. Sayın Başbakanımız, kadrolaşmanın önemini ve gereğini
vurgularken ve gereğini de yaparken, yapmaya çalışırken, siz niye ısrarla
"burada bir kadrolaşma amacımız, iddiamız yok" diye savunma gereğini
duyuyorsunuz ki?!. Bunu, anlamakta zorluk çekiyorum.
Üstelik, bu tartışmaları, bakın, biz, bu kadrolaşma girişimlerinin
toplumun her kesiminde ciddî rahatsızlıklar yarattığı, önemli tartışmalara yol
açtığı günlerde yapıyoruz. Eğer, siz, sadece Cumhuriyet Halk Partisi adına
konuşan arkadaşlarımızı "muhalefet partisi milletvekili, muhalefet yapmak
için konuşuyor, söylediklerinin aslı astarı yok" diye değerlendirirseniz,
işin içinden çıkabilir miyiz?!
Tabiî ki, muhalefet partisiyiz; tabiî ki, farklı düşüncelerimiz var;
çizgimiz farklı, iddiamız farklı, anlayışımız farklı. O nedenle, bu sıralarda
değil, şu sıralarda oturuyoruz. Bütün arkadaşlarımın bunu anlayışla karşılaması
gerekiyor. Tabiî ki, sizinle paylaşmadığımız anlayışımızı, açık yüreklilikle,
burada, Yüce Meclisle ve halkımızla paylaşmaya devam edeceğiz. Yani, bu
"kadrolaşma" sözünden, sanıyorum, arkadaşların, ne anlatmaya
çalıştığımızı görmeleri için, allahaşkına, herbiriniz, lütfen, rica ediyorum,
danışmanlarınız var, sekreterleriniz var, kütüphanemizin bir tarama merkezi
var, orada, son 6 ayda -bunu daha önce de söylemiştim- kamuoyunda, köşe
yazarlarında, haberler biçiminde çıkan bu iddiaları bir isteyin, bir görün.
Görmezlikten gelebilirsiniz, hakkınız; ama, bizim ne demek istediğimizi görmek
istiyorsanız, lütfen, bu basın taramasını yaptırın. O zaman, sanıyorum, bizi
anlamakta zorluk çekmezsiniz ve her söylediğimizde de "canım, bunu nereden
çıkarıyorsunuz, bizim kadrolaşma falan diye bir iddiamız yok"
itirazlarından belki vazgeçersiniz umudundayım.
Bakın, biraz önce, Berhan Şimşek arkadaşım, burada...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - ...özellikle, buradaki kadrolaşma
sıkıntılarını, mümkün olabilse, 2 klasörle, aldı, geldi anlatmaya çalıştı.
Ancak, AKP'li bir başka komisyon üyesi sevgili arkadaşım, Bursa Uludağ
Üniversitesinden bir örnek bulmuş, "bakın, asıl kadrolaşma budur"
diye anlatmaya çalışıyor. Eğer, öyle bir şey varsa istisnadır; ama, istisna
kuralı bozmaz ki, istisna kuralı güçlendirir sevgili arkadaşım. Yani, siz,
elinizdeki bir tane bilgi ve belgeye istinaden, burada "asıl kadrolaşma
budur" diye anlatacaksınız; ama, bir arkadaşım, elinde yığınla klasörle,
belgeyle çıkacak "kadrolaşma yapıyorsunuz" diyecek, siz de
"canım, bunu nereden çıkarıyorsun" diyeceksiniz. Bunun bir mantığı
var mı allahaşkına?! Yalnız...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Klasör değil, 2-3 tane dosyayla geldi.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sadece benim odamda 2 klasör var;
gösterebilirim.
Sevgili arkadaşlarım, yalnız, yalın bir gerçek -lütfen, bizi anlayınız-
AKP iktidarının uygulamaları, artık, bir iktidarın sadece aynı anlayışı ve
politikalarını sürdürebilmesi için kendisine yakın gördüğü ve aynı anlayışı
paylaştığı insanların görevlendirilmesinin çok ötesine geçmeye başlamıştır.
Eğer, öyle olmamış olsaydı, bu, sadece Cumhuriyet Halk Partisinin
milletvekillerinin bu kürsüdeki itirazlarıyla sınırlı kalabilirdi; ama, inanın,
artık, her kurumda, toplumun her kesiminde, bu kadrolaşma meselesi ciddî olarak
tartışılmaya başlanıyor ve sizler, bunu, görmezlikten gelemezsiniz. Yani,
başlangıçta, bütün atamalarda, tayinlerde çokça sözünü ettiğiniz liyakat,
yerini -hepimiz biliyoruz, sizin de iddianız o- giderek sadakate bırakıyor.
Yani, eğer, sadakatten kastedilen, devlete, millete, Anayasaya, laik demokratik
cumhuriyete, Atatürkçülüğe ve O'nun ilkelerine sadakatse, hiç itirazımız yok;
ama, bizim kaygımız, odur ki...
FARUK ÇELİK (Bursa) - Hoş değil!.. Hoş değil!..
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Kaygımı paylaşıyorum Sayın Başkan, kaygımı
paylaşıyorum.
Ne yazık ki, uygulamalar ve yapılanlar, bizi, bu noktada kaygılanmaya
itiyor. Bizim kaygımız odur ki, buradaki kadrolaşmada sadakat arayışı, bir
düşünceye ve bir dar anlayışa sadakattir. Biz, bu düşüncelerimizi, kamuoyuyla
her zaman paylaşıyoruz, sizinle de paylaşıyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) - Hiç kaygı duymayın.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Şimdi, nasıl kaygı duymayalım?!.
Arkadaşlarımız örnekledi; ama, çok somut bir örnek vermek istiyorum. Bakınız,
İSO belgesi almış -bunu, Sayın Genel Başkanımız da kamuoyuyla sık sık
paylaşıyor- 41 tane SSK hastanesi var ve bir gecede, 51 başhekim, çok
rahatlıkla görevden alınabiliyor. Şimdi, bu noktada şöyle bir kaygı duyma
hakkımız yok mu; yahu ne oluyor, ne bitiyor, bu görevden alınanlar kimdir,
Sayın Bakan bunları yeteri kadar tanıma şansı bulmuş mudur, atananlar kimdir,
görevden alınanların tümü yeteneksiz, yetersiz, liyakatsiz falan da, gelenlerin
hepsi yetenekli, yeterli, liyakat sahibi insanlar mı?!
BAŞKAN - Sayın Akıncı, toparlar mısınız.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Müsaade edin de, hiç olmazsa, burada, bu noktada, Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekilleri olarak, toplumun duyarlılığını, kaygılarımızı
paylaşalım sizlerle.
Şimdi, 58 inci hükümetimiz döneminde, bir günde, vekâleten görev yaptığı
iddia edilen 1 041 kamu görevlisi, görevden alındı; hepimiz biliyoruz. Gerekçe
neydi -meselenin özünü anlayalım- gerekçe şuydu: Vekâletle devlet yönetilmez;
sonra, bir baktık ki, gelenler de vekâletle. Arkadaşlarım, bunu kimse ifade
etmek istemiyor, ama, sorun şu: Geçmiş bakanlar ve hükümetler, eğer, 1999'da
çıkan yönetmeliğe uymuş olsalardı, kurslar açılırdı, sınavlar açılırdı ve kamu
çalışanları arasında, Millî Eğitim Bakanlığında, eşit, adil bir yarışla,
yükselmenin önü açılabilirdi ve insanlara, bu fırsat verilebilirdi. Şimdi,
geçen hükümet, vekâleten görevle ipleri elinde tutmaya çalışıyor, bugünkü
hükümet de, yönetmeliği hazırlama hakkını bana ver, ipleri ben elimde tutayım
diyor. O zaman, kimi eleştireceğiz?! Mantık aynı, anlayış aynı; ipleri elde
tutma çabası.
Onun için, Sayın Bakana ve hükümetimize önerimiz odur ki, eğer, kurumda
bir sınav açma, kurs açma, kurum mensupları arasında eşit ve adil bir yarış
hakkı yaratırsanız, ben inanıyorum ki, gerçekten objektif bir seçim olur,
gerçekten liyakat sahibi insanların yükselmesinin önü açılır; benim inancım
odur. Sayın Bakana, sayın hükümetimize önerim odur.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, 5 dakika oldu.
BAŞKAN - Sayın Akıncı, toparlıyorsunuz; değil mi?
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - 5+5!..
BAŞKAN - Lütfen...
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Ayrıca, 58 inci hükümetimiz döneminde, yine, yeni bir uygulama yapıldı;
yönetmelikteki bazı kurallar, 2003 yılı için geçerli sayılmadı, Bakanlar
Kurulunun ve Cumhurbaşkanının da imzası var, onları da biliyoruz; ama, benim
kuşkum şu: O dönemde, bu genelgeyi, yönetmeliği yayımlayan Sayın Bakan, şimdi,
Kültür ve Turizm Bakanı; şimdi, bir başka değerli arkadaşımız Millî Eğitim
Bakanı. Biz, bir kere, nasıl bir yönetmelik hazırlanacağını bilmiyoruz. Bu
yönetmeliğin Bakanlar Kurulundan geçip geçmeyeceğini, bu yönetmeliğin
cumhurbaşkanınca onaylanıp onaylanmayacağını bilmiyoruz. Sayın Bakan "bize
güvenin" diyor; güvenmek istiyoruz; ama, uygulamalar bizim güvenimizi
sarsıyor, kimse bizden safça bir yaklaşım beklemesin lütfen; ama, benim kuşkum
şu: Sayın Çelik bir yönetmelik hazırlarsa, Sayın Çelik'ten sonra bu sıralarda
oturan bir başka değerli arkadaşımız bakan olursa, o değişirse ve her gelen,
yeni yönetmelikler hazırlarsa, o zaman biz işin içinden nasıl çıkacağız, biz o
zaman devlette devamlılığı nasıl sağlayacağız?!
BAŞKAN - Sayın Akıncı... Sayın Akıncı, son cümlenizi alalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Sayın Başkan, hoşgörünüze teşekkür ediyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.
RESUL TOSUN (Tokat) - Aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Siz aynı şeyleri söyledikçe, biz de aynı
şeyleri tekrarlayacağız.
BAŞKAN - Şahısları adına ikinci ve son söz, Ordu Milletvekili Sayın
Hamit Taşçı'nın.
Buyurun Sayın Taşçı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HAMİT TAŞÇI (Ordu) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım;
Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum.
Sayın milletvekili arkadaşlar, bizlerin yetişmesinde eğitim sistemindeki
artı ve eksiler bakımından bizim kusurumuz yok, sorumluluğumuz da yok. Meclise
girdiğim günden bu yana, buradaki üslubu, konuşma tarzını ve birbirimizle olan
ilişkileri ibretle izliyorum ve bazı şeyleri anlamakta maalesef zorlanıyorum;
ama, bundan sonra, 25 yaşın altında 30 000 000'u aşkın gencimizin
yetiştirilmesinde, gelecek kuşaklara aktarılmasında, bizden sonra Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin yönetiminin ve ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarının
teslim edilişinde, bizlerin sorumluluğu olacaktır.
Ben inanıyorum ve samimî düşüncem budur ki, AK Parti milletvekili
arkadaşlarım ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarım, hep
birlikte, aynı hedefe doğru, birlikte yürüyoruz; ama, üslup farkı, anlayış
farkı, yaklaşım farkı, bazen, bizim birbirimizi anlamamıza engel oluyor diye
düşünüyorum.
Eğitim sistemimizin bir yerlerinde bir yanlış var. Bu yanlışı, hep
birlikte bulup düzeltme yükümlülüğüyle karşı karşıyayız bugün, iktidar olarak
da, muhalefet olarak da.
Bunun için, son 50 yıla kısaca bir göz atmakta fayda var diye
düşünüyorum. Yıl 1950, Türkiye'nin millî geliri 200 dolar. Aynı yıllarda, bir
dünya savaşından çıkmış, 2 şehri nükleer bombalarla yerle bir olmuş Japonya'nın
millî geliri 133 dolar. 2000'lere geliyoruz, Japonya'nın millî geliri 40 000 dolarlara yükselmiş; ama,
Türkiye'nin millî geliri 2 500 dolarlar civarında seyrediyor.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ama, 1 Türk Lirasının 2 Amerikan Doları
olduğunu unutma!
HAMİT TAŞÇI (Devamla) - Ne oldu ki, o günden bu yana, Japonya 40 000
dolarlara yükselirken, Türkiye 2 500 dolarlarda kaldı? Bunun arka planına inip
incelediğimizde şunu görüyoruz: Japonya ve Doğu Asya ülkelerinin genelinde, ki,
o büyük sıçramanın arka planında, nitelikli eğitim var. Nitelikli eğitim,
nitelikli insanı yetiştirdi; nitelikli insanlar, nitelikli yönetimleri
kurdular; nitelikli yönetimler, ülkenin her tarafında, her alanında, o büyük
sıçramaları becerdiler. Sayısal olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bazı
hedefleri yakaladı; ama, nitelikte, herhalde sorgulama durumuyla karşı
karşıyayız.
Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerindeki o büyük sıçrayışın arka planındaki
nitelikli eğitim ve nitelikli yetişmiş insangücüyle, teknolojideki yeni
gelişmelerle, teknolojik üretimle hem maliyeti düşürerek hem kaliteyi artırarak
dünya pazarlarına girmiş olduğunu görüyoruz. Neden, Türkiye'de aynı başarı
sağlanamadı?! Neden, Türk eğitim sistemi o nitelikli insan kadrolarını
yetiştiremedi?! Neden, nitelikli insan kadroları Türkiye'de o sıçramayı
başaramadı, beceremedi?! Bütün bunları, hep birlikte, bu çatının altındaki
bütün milletvekili arkadaşlarımızla -iktidarıyla muhalefetiyle- sorgulamak ve
yeni çözüm yolları aramak durumuyla karşı karşıyayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Taşçı.
HAMİT TAŞÇI (Devamla) - Bizde, bir kötü alışkanlık daha gelişti
sanıyorum, nedir o; kendimiz bir mevzuat yapıyoruz, içine kendimizi
hapsediyoruz, onu, âdeta tabu haline getiriyoruz, oradan çıkmayı bir kutsal suç
şeklinde niteliyoruz. Evet, geçmiş yönetimdeki arkadaşlar, inanıyorum ki iyi
niyetle, başarılı olmak için, faydalı olmak için bir mevzuat geliştirmişlerdir;
ama, geçen süreç göstermiştir ki, o mevzuat başarılı olamamıştır, aksayan
yönleri vardır. Bugün yapılan işlem ise, bu aksayan yönlerin düzeltilmesi, daha
iyinin arayışına yönelinmesi içindir. Neden direniyoruz?! Neden kendi
yaptığımız sistemin içerisine kendimizi hapsediyoruz?! Bunu da sorgulamamız
lazım.
Yönetim mühendisliği üzerinde söz sahibi olan ve çalışanlar şöyle bir
tespitte bulunuyorlar: Kaliteli yöneticiler, nitelikli yöneticiler veya
niteliksiz yöneticiler, başarıyı, aynı şartlarda, aynı imkânlarla, artı 40'la
eksi 40 arasında seyrettirebiliyorlar; bu da, yüzde 80 yapar. Şartlar, imkânlar
ve mekânlar değişmediği halde, yetişmiş yöneticilerle, iyi yöneticilerle,
nitelikli yöneticilerle artı 40'a kadar varan bir başarı veya eksi 40'a kadar
düşen bir başarısızlık söz konusu. Hep birlikte bunun arayışı içerisinde
olmamız lazımdır diye düşünüyorum. İktidar partisindeki arkadaşlar ve
muhalefetteki arkadaşlar, milyonlarca gencimizin, birçok Avrupa ülkesinin
nüfusunu aşan gencimizin geleceği için hep birlikte çalışır ümidiyle,
saygılarımı arz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Taşçı.
Tasarının 1 inci maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim.
Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. 1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - 3797 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin dördüncü fıkrasına
aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Şehit eşi öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer
değiştirmeye tâbi tutulan kamu personelinin öğretmen eşlerinin yer değiştirme
suretiyle atanmalarında hizmet puanı ve sıra esası uygulanmaz."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
2 nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sinop
Milletvekili Sayın Engin Altay; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, değerli mesai
arkadaşlarım; 3797 sayılı Kanun üzerinde yapılacak bazı değişikliklerle ilgili
olarak getirilen tasarının 2 nci maddesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Önce, iktidar partisinin değerli grup yöneticilerine acizane bir
tavsiyede bulunmak istiyorum. İçtüzüğümüzün 52 nci maddesini -nasıl olsa
yeterli çoğunluğunuz da var- değiştirin, her birleşimde, 19 uncu maddeyi
kullanarak, burada tartışma yaratmayın; sizin için daha pratiktir; yani, bu 48
saat meselesini İçtüzükten tamamen kaldıralım, istediğiniz kanunu buraya
getirin, tasarılar da halkla ilişkiler binasındaki odamıza gelmesin, öyle bir
zahmete de gerek yok; böylece, Meclisi daha seri ve pratik bir şekilde
çalıştırma imkânını belki yakalarsanız diye düşünüyorum.
Değerli mesai arkadaşlarım, konuşmama başlamadan önce, yine, sizlere
Anayasamızın 128 inci maddesini okumak istiyorum. Bir bölümü atlıyorum, Anayasa
madde 128: "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel
olarak düzenlenir."
Bugüne değin öyle olmuş böyle olmuş; hoş, bundan önceki, şimdi sizin
değiştireceğiniz kanunda da -yani, sizin değişiklik yapacağınız bölümlerde de-
yönetmelikle en azından atamaların yapılacağıyla ilgili düzenleme var; ama, hiç
değilse Bakanlar Kuruluyla ilgili var.
Yine, başlamadan, bugünkü gazetede -siz de görün- şöyle bir haber var:
"Herkese özel okul."
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Gazetenin reklamı oluyor.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Millî Eğitim Bakanımızın beyanıdır;
yanlışsa, zaten tekzip edecektir; ancak, burada, başlangıç olarak 10 000
öğrenciye, yıllık, öğrenci başına 3 000 000 000 liradan, özel okula ödemeyi
bizzat devletin yapacağı öngörülüyor, diğer boyutta da, özel okullara gidecek
öğrencilerin masrafının yarısının devletçe karşılanacağı öngörülüyor.
Sayın Bakanım, bunu böyle yapmak yerine, şayet böyle bir kaynağınız
varsa, devlet okullarına aktarmak suretiyle, dökülen devlet okullarımızı çağın
gereklerine uygun hale getirmeyi neden düşünmediniz, bilemiyorum.
Değerli mesai arkadaşlarım, üzerinde görüştüğümüz kanun tasarısının 1
inci maddesi, Sayın Bakanı geniş yetkilerle donatıyor. Ayrıca, yine, 3797
sayılı Kanunun 56 ncı maddesinde, hizmetiçi eğitimdir, görev tanımıdır, çalışma
usul ve esaslarıdır, bunlardan hiç bahsedilmiyor "kariyer ve liyakat"
deniliyor. Bunun kriteri, ölçüsü nedir bilemiyorum; ama, benim anladığım şudur:
"Kariyer ve liyakat eşittir sadakat" anlayışıyla, Millî Eğitim
Bakanlığında, atama ve yer değiştirme işlemleri yapılacaktır. Belki böylesi
daha iyi -şimdi, bizim Grubumuzdaki arkadaşlarımız şaşırabilir- inanın, belki
böylesi daha iyi; çünkü, şu anda, zaten atamaları, AKP'nin il ve ilçe
başkanları yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Atamaları Sayın Bakan yaparsa,
hiç değilse, belli bir meslekî nosyonu vardır, deontolojisi vardır, bir parça
daha sağlıklı atamalar gerçekleşebilir.
Yine, üzerinde görüştüğüm 2 nci madde, 3797 sayılı Kanunun 61 inci
maddesine bir hüküm ekliyor. Doğrudur, aile bütünlüğü önemlidir, korunması da
gerekir. Benim eşim de sınıf öğretmenidir, sömestr itibariyle Ankara'ya tayini
yapılmıştır. Buna, elbette dikkat edeceğiz...
Sayın Tosun, ben, onbir yıl köylerde ilkokul öğretmenliği yapmış bir
adamım, son iki yıl da eğitim yöneticiliği yaptım; bu işi, bir parça bilirim.
Bunu yaparken, örneğin, Sıvas'ta yirmi yıl çalışmış, 350 - 400 puanı
olan bir öğretmeni, Ankara'ya geldiğinde, Ankara'nın dış semtlerinde, Sıvas'ta
çalıştığı köyden daha olumsuz şartlarda çalıştırmaya da hakkımız yoktur,
olmamalıdır diye düşünüyorum.
"Efendim, bir savcı beyin tayini çıktığı zaman, eşi gitmesin mi; bir
hâkimin, bir subayın tayini çıktığı zaman eşini oraya almayalım mı?" Yahu,
bir kere de, bir öğretmenin tayini çıktığı için, savcı peşinden gitsin. Ben
öğretmenim; böyle şey olur mu?! Bir kere de, bir öğretmenin tayini çıktığı
için, subay onun peşinden gitsin. Neden, özveriyi, fedakârlığı, hep Millî
Eğitim Bakanlığından bekliyoruz? Böyle bir şey olabilir mi?! (Alkışlar)
RESUL TOSUN (Tokat) - Bunu alkışlıyorum.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bunu şiddetle reddediyorum, doğru bulmuyorum.
Görüştüğümüz tasarının 3 üncü maddesi, norm kadro artı yüzde 5. Mantık
olarak doğrudur; bir ilde hem öğretmen çok hem bazı dersler boş geçiyor.
Şimdi, ben şunu da merak ediyorum: 2 nci maddeyle 61 inci maddede
yapacağınız değişiklikle, puan ve sıra esasından muaf tuttuğunuz öğretmenler,
bu 3 üncü maddedeki norm artı yüzde 5'e dahil mi değil mi? Şayet dahilse,
mesele yok; bir de o dahil değilse, daha büyük bir sorun çıkacaktır.
Görevde Yükselme, Atama, Yer Değiştirme Yönetmeliği rafa kalkıyor,
anladık. Bizim de beğenmediğimiz bölümleri vardır, doğrudur; ancak, her şeye
rağmen, Anayasanın da öngördüğü gibi, kanunla yapılması gereken iş ve
işlemleri, bir sayın bakanımızın deruhtesine bırakmak, Yüce Meclisin aslî
göreviyle ne kadar ilintilidir bilemiyorum.
Değerli mesai arkadaşlarım, benim bir endişem var; Türkiye'de, lise son
sınıftaki öğrencilerimiz eğitim fakültelerini tercih edeceklerse ve liderlik
vasıfları varsa -biliyorsunuz, lider olunmaz, lider doğulur- bu gençlerimizin
tek seçeneği var: Üniversite sınavlarında tercih yaparken, eğitim fakültesini
seçecekler; ancak, din dersi öğretmenliği bölümünü seçmek zorundalar; aksi
takdirde, Türk millî eğitim sisteminde, hiçbir zaman, eğitim yöneticisi
olamayacaklar diye düşünüyorum.
Şimdi, gerek 58 inci cumhuriyet hükümetinin programında gerekse 59 uncu
cumhuriyet hükümetinin programında, 16 tane genel müdürlüğü olan Millî Eğitim
Bakanlığının, sadece ve sadece Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün adı, ismi
geçmektedir.
RESUL TOSUN (Tokat) - Neden?
ENGİN ALTAY (Devamla) - Evet; hepinizde vardır, benim çantamda da var.
Sadece ve sadece, Din Öğretimi Genel Müdürlüğünden bahsedilmektedir, 58 inci ve
59 uncu hükümet programlarında. Olay bu işte, hadise budur. Nedenini filan Yüce
Milletimiz bilir.
Değerli mesai arkadaşlarım, 80 yıllık cumhuriyet tarihimizde 59 uncu
cumhuriyet hükümetini yaşıyoruz. Biraz önce, Sayın AKP Sözcüsü "neden,
neden" diye bir sürü soru saydı; Türk millî eğitimi neden bu halde diye.
Değerli vekilim, nedeni sizce belli değil mi?! 58 inci cumhuriyet hükümetinin
Millî Eğitim Bakanı ile 59 uncu cumhuriyet hükümetinin Millî Eğitim Bakanı
arasında bile çok ciddî fark yakalamadınız mı?! Her gelen sayın bakan, iz
bırakmak adına, Türk millî eğitim camiasında ve sisteminde yara bırakmıştır,
yara açmıştır. Mekânı cennet olsun; bu arada, Hasan Ali Yücel'i de rahmetle
anmış olayım.
Değerli mesai arkadaşlarım, eğitim çok ciddî bir iştir. Eğitim, bir
ülkede fevkalade ciddî bir iştir. Millî Eğitim Bakanlığımızın durumu da şudur:
59 873 eğitim kurumumuzda 18 619 000 öğrenci, 678 000 öğretmenle eğitim öğretim
hizmeti almaya çalışmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu rakamlar, Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulan
Millî Eğitim Bakanlığı raporuyla ilgilidir.
Değerli arkadaşlar, daha önce de bir konuşmamda söyledim. Şurada 550
kişiyiz. Bize 3 900 destek personeli destek hizmeti sunuyor; ama, 2 400
mevcutlu bir ilköğretim okulunda 6 destek personeli ve destek personelinin adı
bile yok, adı... Hatta, bazıları onlara "hizmetli" der. Yeni
formatta, yeni anlayışta bu insanların adı, destek personelidir. Okul müdürü
kadar, öğretmen kadar değerlidir, önemlidir. Onlar olmazsa, eğitim öğretim
durur. Millî Eğitim Bakanlığı, bu düzenlemeler yerine, öncelikli ve ivedi
olarak destek personelinin sorununa çözüm üretmelidir. Getirin böyle şeyleri
de, biz de sizinle bir parmak kaldıralım.
Okullarımız dökülüyor; demin söyledim. Özel okulları ihya etmek yerine,
dökülen devlet okullarını adam edelim, fizikî kapasitelerini güçlendirelim,
ekipman ve donatım itibariyle güçlendirelim, öğretmenlere moral depo edelim.
RESUL TOSUN (Tokat) - Maddede öyle bir şey yok.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - 2 nci maddeyle ilgili konuşacaksınız
efendim.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Tosun, sizin keyfiniz iyi. Anlıyorum ki,
siz mutlusunuz; sürekli gülüyorsunuz; ama, Türkiye'de 678 000 öğretmen mutsuz,
678 000 öğretmen kan ağlıyor
RESUL TOSUN (Tokat) - Sizi görünce keyfim yerine geliyor!
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın Tosun, size hiç yakışmıyor.
Sabah 9'a 10 kala dersliğe giren öğretmenin, o akşam yaşadıklarını,
herhalde, siz bilmiyorsunuz. Buna rağmen, o öğretmen, öğretmen andına uygun
olarak, o derslikte, o 40 dakikayı, layıkı veçhile, hakkıyla tamamlamak için
kendini parçalıyor. Bu Meclisin Başkanı dahil, Büyük Atatürk dahil, sizler
dahil, hepimizi yetiştiren öğretmenlere borcumuz vardır. Millî Eğitim
Bakanlığının temel işi de, öğretmenlere olan bu borcun ödenmesinde rehber
olmaktır, koordinatörlük yapmaktır, önayak olmaktır.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, lütfen, bu konuda hassasiyet
istirham ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Altay, tamamlar mısınız...
ENGİN ALTAY (Devamla) - Hemen bitiriyorum.
Sayın Bakanım, okul aile birlikleri dökülüyor, formalite kurumlar olmuş.
Toplam kalite yönetimi, EFQM kargaşası...Sayın Bakanın özellikle dikkatini
çekiyorum; Türkiye'de, okullarda, toplam kalite yönetimi EFQM tartışması krizi
vardır; bunlara bakmamız lazım.
Taşımalı eğitimde çok ciddî sorunlar var. Bana her gün telefon ediyor
minibüsçü "üç aydır paramı alamadım" diyor. Özel okulları ihya
edeceğimize, minibüsçünün parasını verelim önce.
Birleştirilmiş sınıflı ilköğretim okulları var bizim; köyde, beş sınıf
bir arada... O öğretmenlere "bayrak bekçisi" deniliyor, bayrak
bekçisi... Onlara öğretmen olduğunu hatırlatalım Millî Eğitim Bakanlığı olarak;
bunlara çözüm arayalım.
"Kadrolaşma yok" deniliyor. Şimdi, bende de bir liste var.
İşte, Sinop... Bakın, tam tabirle...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - 5 dakika oldu...
ENGİN ALTAY (Devamla) - Hemen bitiriyorum değerli arkadaşlarım. Ben öğretmenim;
Millî Eğitim Bakanlığı meselesi bu.
İşte Sinop... Bunlar vatanseverler... Bunlar, uzaydan gelen Sinoplu
eğitim yöneticileri!.. Bunlar gitti... "Bunlar uzaydan gelmedi" diyor
Başbakan. Bunlar yeni gelenler. Bunlar da bir gecede alınanlar...
AHMET YENİ (Samsun) - Nereden geldi?!.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bunlar nereden geldi?!. Bunların hepsi pırıl
pırıl adamdır, en az bunlar kadar pırıl pırıl adamlardır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde bana süre yetmiyor.
ÜMMET KANDEMİR (Denizli) - Bu maddeyle ilgili görüşünüz ret mi, kabul
mü?
BAŞKAN - Sayın Altay...
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın milletvekili, böyle bir soru sormanız bile
abesle iştigaldir.
BAŞKAN - Sayın Altay...
ENGİN ALTAY (Devamla) - Maddeyle ilgili görüşümüz, elbette reddir.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.
Hükümet adına, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, bir saniye...
Komisyon sıralarında oturan milletvekili olmayan arkadaşlarımızın,
Meclis Genel Kurulunda herhangi bir alkış veya bir başka harekette
bulunmamalarını rica ediyorum.
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Ankara Milletvekilimiz Sayın Zekeriya Akıncı Beyin
ve Sinop Milletvekilimiz Engin Altay Beyin konuşmaları üzerine, ben, bir iki
hususu belirtmek üzere tekrar huzurlarınızdayım. Çok fazla uzatmayacağım Sayın
Başkan.
Öncelikle, Sayın Akıncı, Millî Savunma Bakanlığının atama ve görevde
yükseltme yönetmeliğinin de Bakanlar Kurulundan geçtiğini ifade etti.
Değerli arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığının atama ve görevde
yükseltme yönetmeliği yoktur. Millî Savunma Bakanlığındaki bütün atamalar, 926
sayılı Yasaya göre yapılır. Millî Savunma Bakanlığındaki bütün personel tayin,
terfi ve her türlü işlemler kendi içerisinde yapılır, 657'ye tabi değildir;
biz, bunu biliyoruz. Ben, diğer bakanlıklardaki hususu dile getirdim; birincisi
bu. Bunu düzeltmek istiyorum.
Sayın Altay bugün Sabah Gazetesinde çıkan haberi gösterdi, dedi ki:
"Sayın Bakan demiş ki: 'Herkese özel okul.'" Değerli arkadaşlar, ben
"herkese özel okul" demeyecek kadar akıllı olduğumu sanıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Türkiye'de 18,5 milyon öğrenci var. Bunlara yetecek kadar zaten özel
okul istesiniz de yok. Ben bütün özel okulların boş kontenjanını istedim
arkadaşlar, toplam 208 000 kişilik boş kontenjanları var ve eğer haberi
okursanız, orada deniliyor ki; bu sene 10 000 fakir aile çocuğunu, yani, devlet
parasız yatılı sınavlarına girmeye hak kazanmış, en düşük gelir grubuna sahip
ailelerin çocuklarını sınava tabi tutacağız, belli bir başarıyı yakalamaları
şartıyla bunları özel okullara göndereceğiz ve parasını, Millî Eğitim Bakanlığı
olarak biz vereceğiz.
Şimdi, böyle bir uygulama yapacağımız zaman, en fakir gelir grubuna
sahip ailelerin çocuklarına böyle bir işlem yapacağımız zaman -biliyorsunuz,
bu, parti programımızda var "hizmet satın alınması yoluna gidilerek özel
öğretim kurumları teşvik edilecektir" diye, AK Partinin parti programında
var- özellikle sosyal adaletçi olduğunu ifade eden Cumhuriyet Halk Partisinin
bundan fevkalade memnun olacağını düşünüyorduk; çünkü, toplumda herkes
"paranız varsa, basarsınız parayı, çocuğunuzu götürür özel okulda
okutursunuz; ne kadar kabiliyetli olursa olsun, eğer birisinin parası yoksa,
oraya gönderemiyor" demiyor mu değerli arkadaşlar?!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Okulları düzeltelim diyoruz Sayın Bakan.
MİLLî EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Onu düzelteceğiz.
Mustafa Bey, bakınız, eğitimde fırsat eşitliğini bir parça da olsa
bununla sağlıyoruz; bir.
İkincisi, değerli milletvekilleri, İstanbul'da, büyük şehirlerde
binlerce dersliğe ihtiyacımız var, yeni okullar yapılması gerekiyor. Bakınız,
60,70,80 kişilik sınıflarda eğitim yapılıyor. 10 000 kişi için yeni okul
yapmaya kalkışırsanız -buyurun, hesap kitap ortada- harcamanız gereken asgarî
para 30-40 trilyon Türk Lirasıdır. Bizim 10 000 kişiyi özel okullara hizmet
satın alma yoluyla göndermemizin maliyeti de bize 15 trilyon civarındadır.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - "Herkese okul diyor" Sayın Bakan!..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Millî Eğitim Bakanlığının
bütçesi 10 katrilyon 177 trilyondur. Ben size daha ilginç bir şey söyleyeyim;
devlet, destekleme yapıyor arkadaşlar. Bakınız, doğrudan gelir desteği adı
altında, son ikibuçuk yılda, üretime verilen destek değil, arazi sahiplerine
verilen destek 2 katrilyon 200 trilyon Türk Lirasıdır. Devletin, 2003 yılı
konsolide bütçeden vakıf üniversitelerine yapacağı yardım 12 trilyon Türk
Lirasıdır. Birçok sektör desteklenir. Bakınız, daha pazartesi günü Bakanlar
Kurulunda imzaladık; biz, çiftçimize ucuz mazot satabilmek için 700 trilyona
yakın para harcayacağız. Peki, hayvancılık ve çiftçiler söz konusu olunca
destekleme yapılabilir, vakıf üniversiteleri olunca destekleme yapılabilir,
filan sektöre biz destekleme yapabiliriz, (x) sektöre, (y) sektöre, (z) sektöre
devlet destekleme yapabilir; niçin; çünkü, bu insanların kalkınması, gelişmesi
lazım. Eğer, ben, 10 000 kişiyi devlet okullarından alır, bu okullara
gönderirsem, oradaki boş sınıfları değerlendirmiş olurum ve devletin harcadığı
paradan daha az bir maliyetle, bunlara, daha kaliteli eğitim sunabilirim; ama,
kimse, bize, devlet okullarını tamir etmeyin, onların onarımını yapmayın, yeni
okul yapmayın demiyor ki.
Bakınız arkadaşlar, eğitim kuponları adı altında, biz, medenî dünyadan,
çağdaş dünyadan, çağdaş eğitimden söz etmiyor muyuz! Bugün dünyanın birçok
yerinde uygulanan sistemi uyguluyorum ben. Birçok ülkede devlet diyor ki
vatandaşa: "Sen çocuğunu götür özel okula yazdır; gel, paranın yüzde
50'sini benden geri al." Yani, devletler diyor ki: "Biz, talebi
destekliyoruz, arzı desteklemiyoruz." Talep oluştuğu zaman arz
kendiliğinden gelir ve insanlar bunun için yatırım yapar. Bu da, daha sonra
düşünülmesi gereken atacağımız adımlardan birisidir. Bunu başaracağız ve
göreceksiniz ki, çok çok daha iyi olacak. Ben, hiçbir platformda "herkese
özel okul" demedim, buna zaten fizikî olarak da imkân yok.
Öte yandan, Sayın Altay, bir cümle sarf etti. Sayın Altay Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına konuştuğu için, ben, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin
değerli yöneticilerine soruyorum, kendilerine de buna katılıyor mu, katılmıyor
mu; o da şudur: "Niçin, hep, öğretmenler başka mesleklerden olan eşlerinin
peşinden gidiyorlar? Mesela, niçin, subayların, hâkimlerin, savcıların peşinden
gidiyor öğretmenler; biraz da, onlar onların peşinden gitsin" dedi. Peki,
Sayın Altay, siz, niye eşinizin peşinden gitmediniz de, onu buraya getirdiniz?
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bakın, siz, burada olmak zorundasınız.
ENGİN ALTAY (Sinop) - Ne alakası var Sayın Bakan?!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bir dakika.. Diyelim ki,
siz, generalsiniz ve Çukurca'ya tayininiz çıkıyor, Tunceli'ye tayininiz
çıkıyor...
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Uymadı Sayın Bakan...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, açıkça
söylüyorum...
Arkadaşlar, bakın, subayların, şark hizmeti diye bir hizmeti var. Bakın,
mülkî idare amirliklerinde, mezun olduktan sonra, beşinci sınıf ilçeden
başlarlar, belli kademelere, dört, üç, iki, bir diye gelirler. Peki, şimdi, bu
yapıldığı zaman, Ardahan'ın bir ilçesine tayini çıkan bir kaymakam, eşini oraya
götürmeyecek de, kendisi, Yalova'daki eşinin peşine nasıl gidecek?! Sizin bu
söylediğiniz, eşyanın tabiatına aykırıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bakın, hâkimlerde böyle bir durum vardır,
maliyecilerde böyle bir durum vardır, subaylarda vardır, mülkî idare
amirlerinde vardır. Sonra, Anayasa maddesini okuyarak "bunlar kanunla
düzenlenir" falan diyorsunuz; ben buna hiç girmek istemiyorum, eminim ki,
grup başkanvekilleriniz de bu söylenenleri çok fazla ciddiye almadılar.
Değerli arkadaşlar, Sayın Altay ikinci bir şey söyledi; Hasan Âli
Yücel'e rahmet okudu. Ben, Türk millî eğitimine hizmet etmiş olan, bugün
hayatta olmayan bütün Millî Eğitim Bakanlarını rahmetle anıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bakın, hizmeti geçen bütün Millî Eğitim Bakanlarına
teşekkür ediyorum; ama, sizin kullandığınız bir cümle var; "her gelen
Millî Eğitimi Bakanı, iz bırakmak adına, yara bırakmıştır" diyorsunuz.
Eğer, gelen bütün değerli bakanları, bu şekilde, yara bırakan bakanlar olarak
nitelendirirsek, bu, hakka uygun olmaz, gerçeğe uygun olmaz arkadaşlar. Hizmeti
geçen bütün bakanları kutluyorum; yanlışları olanlar da var, o yanlışlıklarını
da değişik platformlarda ayrıca tartışırız.
Bakınız, öğretmen ücretlerinden, öğretmenlerin mutlu olmamasından söz
ettiniz. Biraz önceki konuşmamda söyledim; biz, öğretmenliği kademelendirirken,
arkadaşlar, her üst kademede öğretmenlerin derecesi, kademesi ve maaşı da artacak;
inşallah, önümüzdeki bütçede bunu gerçekleştireceğiz ve öğretmenlerimiz çok
daha mutlu olacaktır diye düşünüyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Sayın milletvekilleri, tasarının 2 nci maddesi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim.
Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. 2 nci madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - 3797 sayılı Kanun 62 nci maddesine birinci fıkradan sonra
gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Öğretmenlerin kanunî izin, geçici görev, disiplin cezası
uygulaması veya görevden uzaklaştırma nedenleriyle görevlerinden geçici olarak
ayrılmaları durumunda oluşacak öğretmen ihtiyacının karşılanması ve şehit eşi
öğretmenler ile ilgili mevzuatı uyarınca zorunlu yer değiştirmeye tâbi tutulan
kamu personelinin öğretmen eşlerinin atanmalarında kullanılmak ve her ilin
öğretmen norm kadro sayısının % 5'ini geçmemek üzere il millî eğitim
müdürlüklerine boş öğretmen kadrosu tahsis edilir."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Güldal Okuducu konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Okuducu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜLDAL OKUDUCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz konu, Türk millî eğitim sisteminin sahip
olduğu sorunların ufak bir parçası, ufak bir örneği ve 3 Kasım seçimleri
sonrasında, Türkiye'de siyasetin kendine vuran bir kasırgayla yeniden
şekillendiği bir süreçte, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin önünde çok temel bir
bakış açısı kullanarak ele almak zorunda olduğu büyük temel sorunlar var. Bu
dönem hükümetinin geçmiş dönem hükümetlerinden bir temel farkı olduğunu
düşünüyorum. Türkiye'nin sorunları büyümüş, bardaktan taşmış, katlanılamaz ve
taşınamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla, tüm bakanlıkların ve bu bakanlıklar
içinde çok önemli bir yer teşkil eden Millî Eğitim Bakanlığının, Türk millî
eğitim sisteminin sorunlarını ele alırken çok daha temel, çok daha bütünlükçü,
kavrayıcı, ciddî bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin ve laik, demokratik temellerin öznesidir Millî
Eğitim Bakanlığı diye düşünmekteyim ve karşı karşıya olduğu sorunları da bir
büyük yaklaşımla ele almak zorunda. Ciddî, kapsamlı, sorunları bütün olarak gören,
eğitim sistemini, altyapısıyla, üstyapısıyla bir temel dönüşüm sürecinden
geçirme ihtiyacındadır bugün Türkiye Cumhuriyeti. Eğitim politikaları, eğitimin
ihtiyaçları, öğretmen sorunlarından ders kitaplarına kadar, okulların fiziksel
sorunlarından öğretmen ihtiyacına kadar her birinin bir bütünlük içinde ele
alınması gerekmektedir diye düşünüyorum; ama, Meclisimizin gündemine, millî
eğitimin temel sorunları içinde bir tek konu ayrıştırılmış ve getirilmiştir.
Sayın Bakan biraz önce burada yaptığı açıklamada da, Meclisin önüne
getirilen bu yasa tasarısını onbeş dakikada hazırladığını ifade etmiştir. Bu
hızı ve bu becerisi için Sayın Bakanı kutluyoruz ve bizi, bir gün boyunca
meşgul edecek, üzerinde görüşlerimizi belirtme, söyleme ihtiyacı duyduğumuz bu
yasal düzenleme için keşke ayıracak daha fazla vakti olsaydı ve bugün, millî
eğitimin sorunlarını izlemek üzere ekranları başına oturmuş olan yurttaşlarımız
da, konuyla ilgili yurttaşlarımız da, bu temel sorunlarına bir cevap
alabildiklerini görebilselerdi diye düşünüyorum.
Türkiye, devrimle kurulan bir cumhuriyet ve devrim sözcüğünü bütün
özellikleriyle beraber kavramış, bunu gerçekleştirmiş bir Parlamento.
Benim kanımca, Türkiye'nin devrimlerini yapanlar bellidir, Türkiye'nin
devrimleri de bellidir. Bir kadro atama kolaylığını, bir keyfiyeti bir bakana
bağışlayan bir uygulamanın, devrim yapan bir Parlamento kürsüsünden
"devrim" diye nitelendirilmesinin biraz düşünülmesi gerektiğini
düşünüyorum. Eğer, eğitim devrimlerinden söz edeceksek, bu ülkenin yaptığı en
temel devrimin, ümmetten yurttaşa geçişte, laik, demokratik eğitimin
altyapısını oluşturmada ortaya koyulan Tevhidi Tedrisat Kanunu olduğunu
düşünüyorum. Şimdi Meclistekilere düşen, şimdi eğitimi yeniden yapılandırmakla
görevli olanlara düşen en temel görevin de, Tevhidi Tedrisat Kanununun yaşam
bulmasını sağlayacak uygulamaları gerçekleştirmek ve onun eksiklerini, ona
dönük olumsuz gelişmeleri ortadan kaldıracak uygulamalara imza atmak olduğunu
düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz tasarıda, 1 inci madde, işin özünü
oluşturmakta. Biz, 1 inci maddeyle, hem Bakanlar Kurulunun hem de
Cumhurbaşkanının onay zorunluluğundan bu atamaları çıkarmaktayız ve bunu
yaparken de, kadrolaşmaya dönük, bu anlamda yeni bir yapılanmaya dönük bir
yasal düzenlemeyi burada tartışırken de, öğretmenlerimizin birkaç sorununu
bunun yanına ekleyerek, tıpkı, daha önce bazı yasa tasarısı görüşmelerinde
olduğu gibi, meseleye bir başka boyut, bir başka içerik katma derdindeyiz diye
düşünüyorum. Getirilen bu tasarıyla, getirilen bu maddeyle, objektifliğin ne
kadar sağlanabileceği konusunda, kamu çalışanları üzerindeki, bürokrasi
üzerindeki siyasal baskı, yönlendirme ve buna dönük kadrolaşmada
yapılabilecekler konusunda, doğrusu, çok ciddî kaygılarımız vardır. Burada,
Cumhuriyet Halk Partililer olarak, görüşülen konularda sorun olan, sorun olmaya
açık olan bazı yaklaşımları ortaya koyarken, bütünüyle, özünde ne getirilen işe
sadece muhalefet etme anlayışını taşıyoruz ne de bir sorunun çözümünün önünü
kesmek gibi bir derdimiz var. Millî eğitim sistemine baktığınızda,
üniversiteden ilkokula kadar girift sorunlar yumağı olmuş. Devrim yapma
ciddiyetindeki ve iddiasındaki bir hükümet, bir anlayış, bunu bir bütün olarak
ele alma ve kangrene dönüşmüş bütün yapısal sorunları çözme özelliğini
göstermek durumundadır; yani, koşulları nedeniyle daha nitelikli eğitim
verildiği söylenen, onun yansıması olan özel okullara şu kadar sayıda öğrenci
göndererek daha nitelikli bir eğitim yapma iddiasını dile getirmek,
Türkiye'nin, Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunlar karşısında,
kendine bağlı kurumlarda, millî eğitim sistemini oluşturan kurumlarda,
organizasyonlarda, niteliği yükseltme görevi olan bir Millî Eğitim Bakanı
açısından fazla talihli bir açıklama değildir diye düşünüyorum. Türkiye
cumhuriyetinin Millî Eğitim Bakanının, Bakanlığının görevi, bu sistemi
nitelikli hale getirmek, sistemi eksiklerinden arındırmak, sistemi
yanlışlarından arındırmak ve ülkenin gelişmesine, kalkınmasına, ilerlemesine,
ihtiyaçlarına, istihdamına cevap verecek bir altyapıyı hazırlamak, bununla
övünmek olmalıdır diye düşünüyorum değerli milletvekilleri.
Bu vesileyle, kalan sürede, hepimizi çok yakından ilgilendiren ve
ülkenin geleceğinin şekillenmesinde temel olan birkaç soruna dikkat çekmek
istiyorum. Burada, bu tasarı maddeleriyle, öncelikli olarak hallerinde
değişiklik yapılacak olan kesim öğretmenlerdir. Türkiye'nin 600 000 civarında
öğretmeni vardır ve bakarsak cumhuriyet tarihine, bakarsak 1950'lerden bu yana
gerçekleştirilen eğitim politikaları ve o politikaların sonucu olarak bu
politikaların öğretmenlere yansımasına, orada doğru bir yol haritası göremeyiz.
Orada gördüğümüz, genellikle, ekonomik açıdan kıstırılmış bir öğretmen
kitlesidir, yetiştirilmesi eksik bir öğretmen kitlesidir, istihdamı doğru
olmayan bir öğretmen kitlesidir. Bütün bunlara ek olarak da, bütün bunların
yanı sıra da, aydınlanma devriminin izinde ve çağdaş, demokratik, laik
cumhuriyetin temel değerleriyle yürümeye çalışan öğretmenlerin karşılaştıkları
kıyımdır, karşılaştıkları, görevden alınmadan, cezaevine kadar dönüşebilen
haksızlıklardır ve öğretmen örgütlenmesinin önündeki büyük engellerdir,
ekonomik ve demokratik talepleri konusunda onların önüne konulan yüksek
engellerdir.
Türkiye, demokrasiyle, çağdaşlıkla, bilimle, gelişmeyle buluşmak zorunda
olan bir ülke. Türkiye, hızlı gelişen bir ülke. Türkiye, 83 yıllık geçmişiyle,
bir büyük potansiyelle atılım yapma yeteneği hem de her alanda atılım yapma yeteneği
çok yüksek olan bir ülke. Türkiye'nin temel sorunu eğitim; çünkü, toplumu
dönüştürecek olan, toplumu bulunduğu noktadan alıp bir başka noktaya taşıyacak
olan anlayışı eğitimle şekillendirme şansına sahibiz ve eğer, yeni kuşakları,
çağın gerektirdiği, bilimin gerektirdiği, Mustafa Kemal aydınlanma felsefesinin
gerektirdiği normlarla donatma, onlara en yüksek nitelikte, en yüksek düzeyde
eğitim olanağını sağlama şansını sunamazsak, bu Parlamentonun üyeleri olarak,
geleceğe dönük görevlerimizi eksik yapmışızdır, eksik yapmaktayızdır diye
düşünürüm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun.
GÜLDAL OKUDUCU (Devamla)- Şimdi, önerim, Meclisimizde, Türk millî eğitim
sisteminin yapısal sorunlarını, bütçeye ilişkin sorunlarını, derslikten
öğretmen sorunlarına varan, ders kitabından okulun ısınmasına varan; yani,
ayrıntılarını, detaylarını saatlerce konuşabileceğimiz bütün sorunlarını doğru
bir bakış açısıyla, doğru bir felsefeyle zor koşullarda yaşayan, kötü
koşullarda yaşayan 60 milyon insanın ve onların çocuklarının sorunlarını
çözebilecek boyutlarda yapılandırmaktır. Yani, Mecliste örneğini gördüğümüz,
daha önce de tartıştığımız gibi, Kredi Yurtlar Kurumunun ödeneklerini keserek
yoksul halk çocuklarını sokakta bırakacak, barınma problemini büyütecek, belki
de okumaları konusundaki en büyük engeli oluşturabilecek -uygulamamız olduğu
için bunu ifade ediyorum- uygulamalarla bakar ve ikinci uygulama olarak da
eğitime ilişkin, eğitimdeki keyfiyeti, kadrolaşmayı, sahipsizliği getirecek bir
uygulamayla devam edersek, korkum odur ki, bu Parlamento, var olduğu sürece, dönemi
boyunca, 22 inci Dönem boyunca, Türkiye'nin bu en derin, en önemli, gelecek
açısından en temel teşkil eden sorunu konusunda bir mesafe alamayacak.
Benim dileğim, çağdaş, demokratik, bilimsel, laik, gelişmeyi,
kalkınmayı, ilerlemeyi, büyümeyi sağlayacak bir Türk millî eğitim reform
sisteminin hazırlanması, tartışılması ve bir ortak payda etrafında buluşularak,
Meclisin bunun altına imza atmasıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Okuducu.
Şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz.
Buyurun Sayın Özyılmaz.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 3 üncü
maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bugün hep bu konuyu
görüştük. Gerçekten, Mecliste eğitim konuları görüşülürken ayrı bir sevinç
duyduğumu ifade ederek sözlerime başlayayım. Fakat, iki hususu ifade etmek
istiyorum: Bunlardan birincisi, millî eğitim demek, millî eğitimle ilgili bir
konuşma yapmak demek, millî eğitimle ilgili bir çalışma yapmak demek, aslında,
bir ülkenin her meselesiyle ilgili çalışma yapmak demektir; çünkü, bütün
branşlardaki, bütün alanlardaki insanları yetiştiren, ülkelerin kalkınmasına ya
da geri kalmasına sebep olan eğitimdeki ilerleme ya da gerilemedir. Bundan
dolayı, eğitim, fevkalade önemlidir.
Bunun için, ülkemiz eğitim sistemine baktığımızda, maalesef, hiç de iç
açıcı bir durumun olmadığını hepimiz görürüz. Bana göre bunun iki temel sebebi
vardır. Birincisi, uzun zamandan beri, eğitim meselelerine, pek çok taraf,
ideolojik yaklaşmaktadır; pek çok taraf, pek çok parti ya da grup, eğitimle
ilgili konular konuşulurken, eğitimi, bilimsel olarak, objektif olarak ele
almak yerine, ideolojik bir bakışla bakmakta ve ideolojik olarak konuya
yaklaştığı için de, eğitimle ilgili herhangi bir meseleyi, elde edilmesi,
kuşatılması, ele alınması gereken stratejik bir nokta olarak görmektedir; bu,
yıllardan beri böyle sürmüştür. Bundan dolayıdır ki, hiç kimse konuya objektif
olarak yaklaşmamış; gerçi, hiç kimse demek biraz abartı olur; büyük ölçüde,
konuya objektif olarak yaklaşılamamış, ideolojik kalıplar içerisinde, maalesef,
kıvranmış durmuşuzdur. Bundan sonra, inşallah, AK Parti hükümetimiz, eğitimin
pek çok konusuyla ilgili olarak çok değişik kanun teklifleri, tasarıları
getirecektir. Bana göre, hiçbirimiz, hiçbir parti, eğitim konusuna bu şekilde
yaklaşmamalı, eğitim bilimleri çerçevesinde, çağdaş bilim ve anlayış
çerçevesinde, ideolojik kalıplardan uzak bir şekilde eğitime yaklaşılmalıdır;
bir.
İkincisi, dikkat ediyorum da, bugünden beri, Cumhuriyet Halk Partisine
mensup konuşmacı arkadaşlarımız, burada, büyük ölçüde, hep kadrolaşmadan
bahsettiler; yani, konuşmalarının yüzde 80'i kadrolaşmayla ilgili oldu. Değerli
arkadaşlar, bakınız, kadrolaşma konusu, son günlerde en çok konuşulan konu
durumuna geldi. Burada, geçtiğimiz hafta, Uluslararası Hukuk Sempozyumu
yapıldı, Cumhuriyet Halk Partililer katılmadılar. Niçin; kadrolaşma var. 23
Nisan Sempozyumu oldu, Cumhuriyet Halk Partililer katılmadılar. Niçin;
kadrolaşma var. Daha önce Kültür Bakanlığını konuştuk, kadrolaşma; yarın Orman
Bakanlığını konuşacağız, kadrolaşma...
NAİL KAMACI (Antalya) - Doğru!.. Doğru!..
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Allahaşkına, memleketin hiçbir meselesine
çözüm getirdiğiniz var mı?! Bırakın bu takıntıyı! (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ben beklerdim ki, eğitimimizin o kadar büyük
meseleleri var; hazır bu tasarı önümüze gelmişken, AK Partiyi de, Sayın
Bakanımızı da güçlendirecek, onu daha da cesaretlendirecek, eğitim sistemimizin
problemlerini, sorunlarını bir bir ortaya dökesiniz ve arkasından, kısa kısa
çözüm önerilerinizi de söyleyesiniz. Bunu beklerdik, maalesef, buna yönelik
hiçbir şey göremedik.
Bunu, şunun için söylüyorum... Sizi suçlamak değildir maksadım, değerli
kardeşlerim, burada sizi suçlamak değildir maksadım.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Suçluyorsun!..
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Sizden istirhamım -bu, hepimiz açısından
böyledir- konuya belli kalıplar içerisinde yaklaşmayalım; konuyu, eğitime
yakışır, millî eğitim sistemine yakışır bir şekilde ele alalım.
Bakınız, millî eğitimimizin ne kadar sorunları var -hepimiz biliyoruz-
bunları, bendeniz kısa kısa arz etmek istiyorum: Bugün, ilköğretim sistemimizin
-bakın, ne güzel, sekiz yıla çıkardı daha önceki Meclis pek çok sorunu var.
Zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkarmak yetmez, şu anda kıvranmakta olduğu
sorunları da bir bir çözmemiz lazım; buna yönelik hangi sorunları dile
getirdiniz, hangi tedbirleri söylediniz?! Ortaöğretimin yüzlerce sorunu var;
bunlarla ilgili olarak hangi konuyu gündeme getirdiniz?!
ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir) - Siz ne getirdiniz?!
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Üniversiteye girişte pek çok sorun var değerli
kardeşlerim. Bakanlığın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olarak... Bakın, en
temel meselemiz olan eğitimde program geliştirme meselesi vardır. Bu program geliştirme
ülkemizde yapılmadığı için, pek çok derste pek çok bilgi eskimiştir,
çürümüştür, hiçbir işe yaramaz; ama, bizde okutulmak mecburiyetindedir. Bu tür
konuları, inşallah, bugün de, bundan sonra da, kanun teklifleri geldiğinde hep
birlikte görüşeceğiz.
Benim buradan istirhamım, konuya daha objektif, daha bilimsel yaklaşma
gereğidir. Ülkemizin, birbirimizle kavga ederek geçirecek zamanı yoktur, hele,
eğitim meselesine gelince, birbirimize kırılmak, darılmak ya da birbirimizin
arkasından, önünden geçerek puan kazanmaya kalkışmak asla olmamalı ve konuları
objektif olarak birlikte çözmek için gayret sarf etmeliyiz diyorum.
Değerli arkadaşlar, 3 üncü maddede, hepimizin bildiği gibi, norm kadro
meselesi vardır. Bugün, ülkemizin pek çok yerinde öğretmen eksiğinin had
safhada olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bir yandan, öğretmen olan, öğretmen olma
niteliğini kazanmış binlerce genç vardır; eğitim fakültesi mezunları...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyılmaz.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.
...fen-edebiyat fakültesi mezunları, ilahiyat fakültesi mezunları ve
öğretmen yetiştiren daha pek çok fakülteden mezun olmuş ve iş bulamayan,
öğretmen olmak isteyen binlerce genç var; öte yandan, binlerce, onbinlerce
öğretmen açığı var. Bu problemler üzerinde durmamız ve konuşmamız gerekir.
Şu anda, 3 üncü maddeyle, her ilin norm kadrosunun yüzde 5'i oranında
bir kadronun millî eğitim müdürlüklerinin elinde olması ve açık bulunan
yerlerin öğretmen eksiğinin bu kadrolarla giderilmesi yönünde bir teklif
getiriliyor. Bana göre, bu, fevkalade iyidir; ama, imkân olsa da, hem
öğretmenliği bekleyen bu arkadaşlarımızı bir an önce görevlerinin başına
göndersek hem de belki yüzbinlere varan öğretmen eksiğimizi bu vesileyle
gidermeye çalışsak diyorum.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyılmaz.
Şahsı adına ikinci ve son söz, Manisa Milletvekili Sayın Ufuk Özkan'ın.
Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)
UFUK ÖZKAN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum.
Maalesef, kadrolaşmadan bahsediyoruz. Burada da, ben, bahsetmeden
geçemeyeceğim; konuşmamız millî eğitim üzerine oluyor; ama, konuştuğumuz
tasarı, teşkilatın görevleri ve teşkilatlanma hakkında. Bu bile, kadrolaşmanın,
nasıl acımasız bir şekilde devam ettiğinin bir göstergesi.
Sevgili arkadaşlar, 1950'li yıllardan bugüne kadar, adının önünde
"millî" olmasına rağmen, millilikten her geçen gün uzaklaştığımız,
her geçen gün siyasallaşan bir eğitim bakanlığı oluşmuş. Buna, sizlerin de
katılacağına inanıyorum.
1950'li yıllardan bugüne kadar üreten, düşünen, konuşan, kendinden yarın
için bir şeyler vermeye çalışan eğitmenlerimizi ezmiş, acımasızca, onları
yaprak gibi savurmuş, atmış; bugün, millî eğitimin içerisinde bulunduğu durumu
hep birlikte yaşıyoruz.
Bugüne kadar yapılan yanlış uygulamalar, bugün, köylerimizde bomboş
duran eğitim, irfan yuvalarını da terk edilmiş birer fare yuvası, kuş yuvası
yaptık. Her köyde aşağı yukarı birer tane okulumuz var; ama, bugün bomboş.
Taşımalı eğitim, sekiz yıllık temel eğitim mutlaka çok önemli; ama,
taşımalı eğitimde, o ufacık bebelerin, o 7-8 yaşındaki ufacık bebelerin, 30-40
kilometre yol gittiğini ve buralarda yaşadıkları sıkıntıları, ıstırapları,
kendilerine göre eksikliklerini hissedebiliyor musunuz, çözebiliyor muyuz;
bunlarla ilgili üretimimiz, önümüze koyduğumuz bir şey var mı?!..
Sevgili arkadaşlarım, taşımalı eğitim, sadece, o bebelerin oralara gidip
gelmesi değil; aynı sınıfın içerisinde, hem ilkokul 1 talebesinin olduğunu hem
ilkokul 4 üncü, 5 inci sınıf talebesinin bile olduğunu, aynı öğretmenin,
buradaki çocuklarımıza eğitim vermeye çalışırken neler çektiğini düşünebiliyor
musunuz?!
Ankara'nın göbeğinde bile, Çankaya'da bile, bir sınıfta 50, 60, 70 tane
talebenin, o öğretmenden ne gibi bir eğitim görevi, ne gibi eğitimle ilgili bir
bilgi alabileceğini düşünebiliyor musunuz?! O öğretmenin, o talebelere, o
hizmeti verirken, çekmiş olduğu sıkıntıları bilebiliyor musunuz?!
Sevgili arkadaşlarım, yine, bir şeye değinmeden geçemeyeceğim. Anadolu
liselerimiz var. Anadolu liseleri yabancı dille eğitim veren kurumlarımız.
Anadolu liselerinin bile suyunu çıkardık; burada, bırakın, İngilizce eğitim
vermeyi, İngilizce'den anlamayan insanlarımızla eğitim vermeye çalışıyoruz. Bu
doğrudur, bu bir gerçektir. Bakın, Anadolu liselerindeki müfredata; Anadolu
liselerinde yabancı dille eğitim görülmesi gereken derslerde yabancı dili
bırakın, Türkçe eğitim verecek hocalarımız maalesef yok.
Sevgili arkadaşlarım, kurumlarda, kuruluşlarda yönetici durumunda
bulunan insanlarımızın, öğretmenlerimizin üzerinde kurmuş oldukları baskıyı
unutmak mümkün değildir. Yine söylüyorum: Atatürkçü, devrimci, ilerici,
laikliği hiçbir zaman kendinden ödün vermeden savunan insanlarımızın bugün
Türkiye Cumhuriyetinde eğitim sektöründe çekmiş oldukları acıyı ve sıkıntıyı
hepimiz biliyoruz, o insanların nelerle karşılaştıklarını hepimiz biliyoruz.
Millî Eğitim Bakanlığının öncelikli görevi, kamu eğitim kuruluşlarını,
kurumlarını fizikî ve malî olarak iyileştirmektir; Millî Eğitim Bakanlığının
görevi, nitelikli eğitim için uygun ortamı sağlamaktır, nitelikli öğretim için
nitelikli hocalarımızı yetiştirmektir. Düne kadar eğitim politikasındaki
yanlışlıklarımızla, bugün öğretmen kadrolarımızda da ciddî sıkıntı ve
problemleri yaşadığımızı biliyorum. O öğretmenlerimizin, kendilerinden bir
şeyler verebilmek için nelerle mücadele ettiğini de biliyoruz; ama,
öğretmenlerimizin de eğitiminde bazı şeyleri gözden geçirmemizde fayda
görüyorum.
Köy enstitülerini kapatırsak, onun yerine daha ilerici, daha Atatürkçü
bir eğitim sistemini kuramaz isek ve -tekrar söylüyorum- eğitim sektörünü,
tamamen, inandığımız siyasî politikanın tavrında ve tarzında hareket ettirmeye
çalışacak kadrolarla oluşturursak o eğitim sektörünün millîliğinden bana
bahsedebilir misiniz; o eğitim sektörünün Atatürkçülüğünden, ilericiliğinden,
devrimciliğinden, aydınlık yarına bakışından bana söz edebilir misiniz?..
Hepimizin temel görevi, çocuklarımızı Atatürkçü, devrimci, laik ve yarına
umutla bakan, ümitle bakan gençler olarak yetiştirmek ve o gençleri eğittikten
sonra da onların yaşam alanlarını sağlayabilmek ve bir Millî Eğitim
Bakanlığının görevi, özel okulların kontenjanlarını doldurmak, kiralamak değil;
bir Millî Eğitim Bakanlığının görevi, her ne olursa olsun, eğitimde eşitliği
sağlayarak, ülkemize, aydınlık, Atatürkçü gençleri yetiştirmektir.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Özkan.
Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim.
Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay'ın
"Millî Eğitim eski Bakanları iz yerine yara bıraktılar" sözü üzerine,
Millî Eğitim eski Bakanlarımızdan Sayın Köksal Toptan söz talebinde
bulunmuşlardır; kendisine söz vereceğim. Sayın Toptan'a da "yeni bir
sataşmaya meydan vermeyecek" şeklinde bir hatırlatmayı da gereksiz
buluyorum.
Buyurun Sayın Toptan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; Sayın Altay, konuşmasının bir yerinde, hiçbir ayırım yapma gereği
duymadan "bütün Millî Eğitim Bakanları iz bırakmak yerine yara
bırakmışlardır" demek suretiyle, benim de aralarında bulunduğum bütün
geçmiş Millî Eğitim Bakanları için, hiç de şık olmayan, hatta ağır sayılan bir
beyanda bulunmuşlardır. Bu sözlerin, Sayın Altay gibi mesleği öğretmenlik olan
bir arkadaşımdan gelmiş olması, benim için gerçekten inciticidir.
Görev yaptığım 1992-1993 yıllarında, mesleğim öğretmenlik olmamasına,
eğitimcilik olmamasına rağmen, Türkiye'deki 500 000 öğretmenle çok iyi diyalog
kurduğumu zannettiğim bir dönemi gururla yaşadım ve halen yaşıyorum.
Sayın Altay'a, tabiî, şükran borçluyum; ne yara bıraktım onu bilmiyorum;
ama, bıraktığımı zannettiğim izlerden birkaç cümleyle bahsetmek istiyorum.
Bunların başında öğretmenlerimiz gelir.
Sayın Altay, bilir ki, benim dönemimde, öğretmenler için gerçekten
incitici bir uygulama olan öğretmenliğe giriş sınavı kaldırılmıştır.
Yine, öğretmenler için incitici olan 24 Kasım Öğretmenler Günü
kaldırılmıştır.
Öğretmenlerin içinde bulunduğu malî zorluklar dikkate alınarak,
öğretmenler için uygulanan katsayı keyfîlikten çıkarılmış ve çıkardığımız bir
kanunla katsayıya bağlanmıştır ve onun sonunda öğretmenlerimiz almakta
oldukları maaş kadar ekders ücreti alma imkânına kavuşmuşlardır.
Yine, dönemimizde, teknik öğretmenlerin yıllarca beklediği unvan sorunu
çözülmüş ve teknik öğretmenlerimize mühendis olma yolu açılmıştır.
Yine, dönemimizde daha önceki yıllarda Türkiye'ye getirilip öğretmen
olarak çalıştırılan, ama, öğretmen statüsü verilemeyen 3 000 soydaş
öğretmenimizin kadro sorunu çözülmüştür.
Yine, o dönemde, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki 18 ilimizde
çalışmak üzere, bir keresinde 18 000 öğretmen alımı yapılmış ve bu 18 000
öğretmen arkadaşımızın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde huzur içerisinde
çalışabilmeleri için, ortaöğrenimdeki çocuklarının tümü parasız yatılı okullara
alınmış, yükseköğrenimdeki çocuklarının tümüne istekleri halinde kredi ve yurt
imkânı, başkaca hiçbir şart aranmaksızın sağlanmıştır.
Yine, o öğretmenlerimize, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da görev yapacak
olan o öğretmenlerimize, iki yıl orada kaldıkları takdirde, istedikleri
bölgeye; üç yıl orada kaldıkları takdirde de istedikleri ile, yine, başkaca
hiçbir şart aranmaksızın geri gelme yolu açılmıştır. Yani, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'da görev yapacak öğretmen arkadaşlarımızın istekleri, bir anlamda,
karşılanmış ve bulundukları o bölgedeki çocuklarımızın gönül huzuru içerisinde
eğitim-öğretim yapmalarının altyapısı sağlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, eğitim, elbette öğretmen sorunlarının çözümüyle
bitmez; ama, Sayın Altay öğretmen olduğu için mutlaka bilecektir ki, bilmelidir
ki, biliyordur ki, dönemimizde, ilköğretimden yükseköğrenime kadar, cumhuriyet tarihinde
ilk sayılan pek çok şey gerçekleştirilmiştir. İlk defa, dönemimizde, İlköğretim
Yönetmeliği, ilköğretim öğrencilerinin de katkısıyla, ta köy okullarından
başlayarak, kademe kademe, Bakanlığa kadar sağlanarak gerçekleştirilmiştir. Bu
ilköğretim Yönetmeliği, aradan on yıl geçmesine karşılık, halen bugün
başarıyla, birtakım değişiklikler yapılmak suretiyle uygulanmaya devam
edilmektedir.
Yine, ilköğretimdeki çocuklarımıza, kitap okuma gibi, ilk sağlık
dersleri gibi, trafik gibi, çevre gibi hayatta her zaman karşılaştıkları
birtakım yeni derslerin zorunlu olarak okutulması sağlanmıştır.
Ortaöğrenimde ise, bugün, 1 000 000'a yakın öğrencisi olan açıklise,
bizim gururla savunduğumuz, gerçekleştirdiğimiz çok güzel bir eserimizdir.
Açıklise, daha sonra açıkortaokulu da içine alarak kırsal kesimde liseye gitme
imkânı bulamayan pek çok insanımızı okul sahibi etmiştir. O okuldan mezun olup,
hukuk fakültesini, başka fakülteleri bitiren pek çok insanla ben hayatta
karşılaşıyorum; o okuldan yetmişbeş yaşında mezun olup da üniversite
sınavlarına giren insanları hatırlıyorum ve nihayet ortaöğretimde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, sözlerinizi toparlar mısınız?
Buyurun.
KÖKSAL TOPTAN (Devamla) - ... o dönemde süper lise olarak uyguladığımız
ve bugün Türkiye'nin her tarafına yaygın olan, aslında, yabancı dille eğitimden
Türkiye'yi kurtarmak için düşündüğümüz süper lise modeli yahut başka bir
ifadeyle yabancı dil ağırlıklı lise modeli bugün yine başarıyla
uygulanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi toparlamak zorundayım; Sayın Başkanın
müsamahasını suiistimal etmeyi aklımdan geçirmem. İlk defa, dönemimizde,
Türkiye'de, Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. İlk defa,
dönemimizde, Bilgisayar Eğitimi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. İlk defa,
dönemimizde, engelli çocuklarımızın eğitiminin Türkiye'nin gündemine taşınması
için engellilerle ilgili bir genel müdürlük kurulmuştur ve bunun dışında
değerli arkadaşlarım, yükseköğrenimde 21 tane yeni üniversite, 2 tane yüksek
teknoloji enstitüsü kurulmuştur. Biz göreve gelene kadar Türkiye'deki toplam
üniversite sayısı 25 iken, bir keresinde 23 tane yeni yükseköğrenim kurumunu
Türk gençliğinin, Türk insanının emrine vermişizdir. Yine dönemimizde,
üniversitelerde ikili eğitim başlamıştır. Şimdi bu üniversitelerde yaklaşık 500
000 gencimiz eğitim öğretim görmektedir. Yine dönemimizde, bizim dışımızdaki
herkesin de kabul ettiği gibi, dünyanın en büyük eğitim projesi olan Türk
cumhuriyetleri ve akraba topluluklarından 10 000 öğrenci Türkiye'ye getirilmiş;
Türkiye'nin sistemi, bizim uyguladığımız eğitim sistemi örnek olsun diye ve
Türkiye ile o ülkeler, o topluluklar arasında karşılıklı bir köprü görevi
görsün diye bu çocuklarımız gelmiş ve şu anda bunların yüzde 90'ına yakını
Türkiye'de eğitimlerini tamamlamak suretiyle ülkelerine dönmüş ve ülkelerinin
çok etkin yerlerinde bir Türkiye sevdalısı olarak memleketlerine hizmet
etmektedirler.
Daha geçen gün beni ziyaret eden Afganistan Adalet Bakanının yanındaki
tercümanı çok güzel Türkçe konuştuğu için dikkatimi çekti; "bu kadar güzel
Türkçeyi nerede öğrendin sen" dedim "ben, sizin 1992'de getirdiğiniz
öğrencilerden biriyim" dedi. Bu gurur bana yeter. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bu gururun sevgili Altay tarafından da yürekten paylaşıldığına
inanmak istiyorum, inanıyorum.
Sayın Başkana ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toptan.
ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, söz talebim var.
BAŞKAN - 4 üncü Maddeyi okutuyorum :
MADDE 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen ?..Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum :
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN -Madde üzerinde söz talebi ?..Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, son söz, Mersin Milletvekilimiz Sayın Mustafa
Özyürek'e ait.
Buyurun Sayın Özyürek (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tasarıyla
ilgili olarak, oyumun rengini belli etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlarım.
Burada, millî eğitim sistemimizle ilgili çok çeşitli konulara değinildi.
Elbette, millî eğitimimizin çok büyük sorunları var. Sayın Bakan, resmî
eğitimin, yani, kamunun verdiği eğitimin kalitesi üzerinde kuşku doğuracak bazı
açıklamalarda bulundu ve özel eğitimin, daha kaliteli olduğunu çağrıştıracak
beyanları oldu.
Öncelikle, bir Millî Eğitim Bakanımızın, kamu eğitiminin, yani, resmî
eğitimin kalitesini nasıl yükselteceğini anlatması gerekir. Özel eğitimi öne
çıkarmak, özel eğitimi daha kaliteli göstermek doğru bir yaklaşım değildir.
Elbette, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, özel eğitime karşı değiliz; ama,
bizim esas sistemimiz, kamunun verdiği eğitimidir, kamuda verdiğimiz eğitimdir
ve buralarda oturan arkadaşlarımızın yüzde 90'ı da, resmî okullardan yetişerek
buralara gelmişlerdir. Devletimizin amacı, bu okulların, ilkokuldan başlayarak
üniversiteye kadar, belli kalitede, belli nitelikte devam etmesini sağlamaktır.
Özel eğitim, istisnadır, parası olanların gideceği yerdir, yoldur; ama, büyük
çoğunluk, kabul etmeliyiz ki, resmî okullarda okuyor ve oralarda 80-90
öğrencinin bir sınıfta bulunması, hepimizin yüreğini parçalıyor; bunlara,
mutlaka çözüm bulmak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Millî Eğitim eski Bakanımızın, doğal olarak,
bir söz hakkı oldu. Biz, geçmiş dönemde emeği geçen, millî eğitime hizmet veren
herkese teşekkür ederiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tabiî, herkes,
kendine göre bir emek vermiş, bir çaba harcamıştır; bazıları az etkili
olmuştur, bazıları çok etkili olmuştur. Sayın Köksal Toptan da, kendi
döneminde, öyle inanıyorum ki, o günkü mensup olduğu partinin ilkeleri
doğrultusunda, millî eğitimimizi belli bir noktaya götürme çabasında
bulunmuştur; kendilerine teşekkür ederiz. Ancak, millî eğitimimizin büyük bir
sorunlar yumağı içinde olduğuna da hiç kuşku yoktur; yani, gösterilen iyiniyetli
çabalara rağmen, ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti, bugün, geldiği noktada,
millî eğitim sorununu çözememiştir; altyapısıyla, öğretmenleriyle,
öğrencileriyle, ilkokuluyla, ortaokuluyla, üniversitesiyle, ne yazık ki, millî
eğitim sorununu çözememiştir. Bugün, içinde bulunduğumuz şartlarda, Türkiye'nin
birinci sorunu, temel sorunu millî eğitimdir; ama, bunu çözecek, bütüncü,
reformcu bir yaklaşımı, uzun zamandır, Türkiye'de, biz göremedik; bugünkü
hükümetin de, böyle bir yaklaşım içinde olduğuna dair bir emare yok. Hep
tartıştığımız konu, öğretmenlerimizi, nasıl, oradan oraya nakledebiliriz.
Değerli arkadaşlarım, yirmibeş sene bürokraside bulunmuş bir arkadaşınız
olarak söyleyeyim ki, bürokrat olmak, bugünlerde, özellikle hükümet
değişikliklerinde, ıstırap verici, şansız bir olaydır. Her gelen bakan, her
gelen yönetici, önce, gücünü göstermek için, o çaresiz bürokratı, nasıl,
nereden nereye süreceğinin yollarını arar. Sayın Bakanımız, biz kimseyi
sürmedik diyebilir; ama -bir özel talep olarak değil- geçen gün, bir
öğretmenimizin, Mersin'in Bozyazı'sından Kars'ın Susuz İlçesine nasıl
sürüldüğüne dair yazıyı, kendilerine takdim etmiştim. Bunun, yüzlerce, binlerce
örneğini hepimiz biliyoruz. Burada, birbirimizi kandırabiliriz, diyebiliriz ki,
biz, partizanlık yapmıyoruz; biz, kimseyi, bir yerden bir yere sürmüyoruz. Öyle
bir değişiklik yapıyoruz ki, öğretmenleri, eş durumundan nasıl bir araya
getirebiliriz, bunun için maddeler de getirdik diyorsunuz, getiriyorsunuz; ama,
Sayın Bakana misal olarak verdiğim öğretmenler de, eş durumundan; biri
Mersin'de kalmıştır, öbürü Kars'a sürülmüştür. Böylesine, 15 yıldır, 20 yıldır
bu devlete hizmet etmiş, çocukları eğitmiş...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - ... insanlar, bu vatana, bu millete ne gibi
kötülükler yaptılar, bu eğitime nasıl kötülükler yaptılar da oradan oraya
sürülüyorlar, eziliyorlar, kıyılıyorlar? Bunlara bir çare bulmamız lazım.
Herkes, güven içinde, huzur içinde görevini yaptığı zaman, huzursuz olmayacağı,
sürülmeyeceği, kıyılmayacağı inancıyla çalışmalıdır. Bunları sağlayamazsanız...
Altı aydır Türkiye'de yaşadığımız dram budur değerli arkadaşlarım. Öyle bir
hava verdiniz ki, biz herkesi yerinden edeceğiz havası verdiniz. Ne kadar
ettiniz, ne kadar etmediniz tartışılır; ama bu huzursuzluğu, acaba beni de
görevden alacaklar mı huzursuzluğunu yaydığınız, verdiğiniz anda o bürokrasiyi
çalıştıramazsınız; ne yazık ki, bu huzursuzluğu vermiş bulunuyorsunuz.
Bundan sonra yapmanız gereken şey, şuna bir nokta koyun, bir çizgi
çekin; artık değişim bitmiştir, bundan böyle, gelen gelmiştir, giden gitmiştir,
kalanlar huzur içinde çalışsın deyin. Gidin bir resmî daireye, görün; hiç kimse
görev filan yapmıyor. Kim geliyor?.. Değerli arkadaşlarım, gelenlerle ilgili
değerlendirmeleri de lütfen iyiniyetle dinleyiniz, hiç kimse için, bileğinin
hakkıyla oraya geldiği söylenmiyor; onun yakını olduğu için, bunun yakını
olduğu için oraya geldiğini söylüyorlar. Böylesine bir anlayışın yerleştiği
ortamda bürokrasiyi çalıştıramazsınız, kimseden hizmet alamazsınız. Bir huzur
sağlayınız, bir güven veriniz, bu atamalara, görevden almalara bir çizgi
çekiniz ve deyiniz ki, ey bürokratlar, bundan sonra huzur içinde çalışın,
görevini yapana biz bir şey demeyeceğiz, kimseyi görevden almayacağız; bunları
demek lazım.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan da söyledi, bazı sözcüler de sık sık
Cumhuriyet Halk Partisi sıralarına dönerek, hep diyorlar ki:"Sizin bu imam
hatip takıntınız nedir?"
Değerli arkadaşlarım, bizim, imam hatip takıntımız falan yoktur; ama,
sizin olduğunu anlıyorum. Bizim, Türkiye'de, Anayasamızın temel ilkelerine
saygı duyan hiç kimseye karşı takıntımız yoktur, ama, Anayasamızın bu temel
ilkeleri bellidir; Türkiye demokratik bir devlettir, Türkiye bir cumhuriyettir,
Türkiye bir hukuk devletidir ve Türkiye laik bir devlettir değerli arkadaşlar.
(AK Parti sıralarından "Biliyoruz" sesleri) Bazı arkadaşlarımızın
bunu bildiğinden kuşkum var da, onun için söylüyorum. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
Bu ilkelere uyan, bu ilkelere saygı duyan herkes, nereden mezun olursa
olsun, bizim saygımız vardır; ama, bizim hafızamızda yer alan, bizim
unutmadığımız noktalar da var; o da nedir; "imam hatipler bizim arka
bahçemizdir" diyenleri de unutmadık. (CHP sıralarından alkışlar)
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) - Bizi ilgilendirmez!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - O nedenle, hiçbir kesimi, hiçbir okuldan
mezun olanı, hiç kimse, arka bahçesi gibi görmemelidir. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, size, bununla ilgili yüzlerce demeç getiririm.
İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Bir tane getiremezsin...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Çok getiririm, hepsi var, hepsi delilli, hiç
merak etmeyiniz; arşivler orada duruyor, hafızalarımız yerinde, gazete
kupürleri ortada...
Diyorsanız ki, bundan sonra, biz bu anlayışta değiliz, kimseyi arka
bahçemiz gibi görmek istemiyoruz; mesele yoktur; ama, bunlar hep söylenmiştir.
Bizim herhangi bir imam hatip takıntımız yoktur, imam takıntımız da yoktur,
kimseye karşı bir peşin hükmümüz yoktur...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Var, var...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ama, belli kesimleri kullananlara hiçbir
zaman saygımız olmamıştır. Bu nedenle, bu görüşlerimizi açıkça burada belirtmek
istedim.
Bu tasarıya, biz, sözcülerimizin baştan beri ifade ettiği gibi, olumsuz
oy vereceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.
Tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim.
Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını
diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik bir teşekkür konuşması
yapacaklardır.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmüş olduğumuz tasarının yasalaşmasında emeği geçen AK
Partili ve Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerine, bütün arkadaşlarıma,
konuşmalarıyla katkıda bulunan bütün milletvekillerine, huzurlarınızda teşekkür
ediyorum; yalnız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Güldal Okuducu, benim Genel
Kurulda olmadığım bir sırada, benim, özellikle "bu yasa tasarısıyla ilgili
harcadığım süre 15 dakikadır" sözünü başka taraflara çeken bir ifade
kullanmış.
BAŞKAN - Sayın Bakan, tasarı kanunlaştı...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Tamam Sayın Başkan, ben bir
şeyi tashih ediyorum.
Bu tasarının arkasında, bütün bürokrat arkadaşlarımın emeği vardır,
Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğünden geçmiştir, Bakanlar Kurulundan geçmiştir,
komisyondaki çok değerli arkadaşlarımın çok ciddî katkısı vardır. Ben, orada,
sadece bununla uğraşmadığımızı ifade etmek için bu cümleyi kullandım.
Genel Kurula, bu katkılardan dolayı da teşekkür ediyorum, hayırlı
olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bugün çalışma süremiz saat
20.00'ye kadar; daha yarım saatlik bir zamanımız var.
3 üncü sıraya alınan, Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre Genel
Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 29.10.1989
Tarihli ve 389 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname, 18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre Müsteşarlığının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Hükmünde Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443 Sayılı Çevre
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çevre;
Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının
görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile 8.6.1984 Tarihli ve 222 Sayılı Çevre
Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname,
29.10.1989 Tarihli ve 389 Sayılı Çevre Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18.1.1990 Tarihli ve 400 Sayılı Çevre
Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 9.8.1991 Tarihli ve 443
Sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ve Çevre; Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/546, 1/63, 1/142, 1/151, 1/180) (S. Sayısı: 127) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 127 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen
İzmir Milletvekili Sayın Canan Arıtman; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; milletimizin Yüce Meclisini Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum.
Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesini amaçlayan Çevre ve
Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
AKP, seçim öncesinde, hükümet programında, kararların, ilgililer ve
sivil toplum örgütleriyle birlikte alınacağının sözünü vermesine rağmen, diğer
tüm sözleri gibi bunu da tutmadı. Bakanlıkların birleştirilmesinde, bilim
adamları, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, görüşlerini iletmek için siz
AKP'lilere ulaşamadı, bu konudaki girişimleri yanıtsız kaldı; ama, biz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her zamanki katılımcılık anlayışımızla, bu
konuda, bilim adamlarımızın, üniversitelerin, meslek odalarının ve sivil toplum
örgütlerinin görüşlerini aldık. Bugün, burada söyleyeceklerimiz, hem Cumhuriyet
Halk Partisinin hem de onların görüşleridir.
Değerli arkadaşlarım...
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, şu gürültüye bakın, ciddiyetsizlik
bu; ayıptır!
BAŞKAN - Sayın Arıtman, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, lütfen, bakanları rahat bırakalım; şu Genel Kurul
çalışmalarını sürdürelim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Yani, işin ciddiyeti olur Sayın Başkan!
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Dönüp kendi tarafınıza baksanıza.
AHMET YENİ (Samsun) - Siz kendi tarafınıza bakın Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Arıtman, siz buyurun.
CANAN ARITMAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütün olanaklarını sınırsızca kullandığımız bu
dünyayı, yüzyıllardır, farkına varmadan hoyratça kullandık. Bu hoyratça
kullanım, neticesini 1960'lı yılların başından itibaren belirgin olarak
göstermeye başladı. Kontrolsüz sanayileşmeden kaynaklanan kirli hava ve
atıksular doğal kaynakları tehdit etmeye, su kaynakları kirlenmeye, çöp dağları
oluşmaya başladı.
Bu yüzden, dünya, 1972'de, Stockholm'de, yeni bir kavramı gündeme
getirmek zorunda kaldı. Bu kavram çevre idi. Ekolojik yıkımın baş sorumlusu
insanoğlu, hatasından ders çıkarmak ve bu kötü gidişe "dur"
diyebilmek için, birbiri ardına konferanslar, toplantılar, zirveler düzenlemeye
başladı.
1972 Stockholm Bildirgesinde "insan, onurlu ve iyi bir yaşam
sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam
koşullarına erişme temel hakkına sahiptir" ifadesiyle, çevre hakkı,
evrensel bir insan hakkı olarak tescil edilmiş oldu.
Ülkemizde, 1982 Anayasasında, birey ve devletin çevre hak ve ödevleri
düzenlendi; 1983'te Çevre Kanunu çıkarıldı; 1991'de ise, Çevre Bakanlığı
kuruldu. Daha sonraki yıllarda, sivil toplum örgütleri kurulmuş, çevre
konusunda çok duyarlı bir kamuoyu oluşmuştur.
Anayasamızın 56 ncı maddesinde yer alan çevre hakkı, üçüncü kuşak insan
hakları arasında kabul edilir ve maddede "herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir" ibaresiyle yer alır.
Avrupa Birliği, çevre politikaları geliştirme ve uygulamada, dünya
politikalarını etkilemede öncü rol oynamıştır; ayrıca, Avrupa Tek Senedi,
Maastricht Anlaşmasıyla, çevre politikalarını, ulusal politikalar olmaktan
çıkarıp, topluluğun birincil hukukunun parçası haline getirmiştir. Çevre
politikaları, topluluk üst hukukunca belirlenmekte ve AB ülkeleri, bu üst
politikalara uyum yapmaktadır.
Ülkemiz, AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal
Programı belgesinde, çevreyle ilgili başlıbaşına bir bölüm ayırarak taahhütte
bulunmuştur. AB - Türkiye Uyum Programında, çevre, 174 direktifle yer
almaktadır. 24 adet olan bu başlıkların altında, orman bölümü bulunmamaktadır.
Orman, çevresel değerlerden bir tanesidir. Orman Bakanlığı ve kuruluş
amaçları, Çevre Bakanlığı kuruluş amaçları içerisinde küçük bir alanı kapsar.
Zaten, geçmişte de, Orman Bakanlığı, muhtelif bakanlıklarla birleştirilmiş,
kapatılmış, tekrar açılmıştır.
Oysa, bugün görüşülen kanun tasarısı, 21 inci Yüzyıl bakanlığı olan
Çevre Bakanlığını, Orman Bakanlığına eklemektedir. Gerçek bir bütünleşme çabası
bile yoktur; oysa, çağdaş ülke örneklerine bakılırsa, Çevre Bakanlığının,
çoğunlukla, tek bir bakanlık olarak veya mekânsal planlama ve tüm doğal
kaynakların yönetiminin verildiği süper bakanlık olarak kurumsallaştığı
görülür. Bu tasarıda olduğu gibi, Çevre ile Orman Bakanlıklarının yama gibi
birleştirilmesi, geçmişte, Tarım Bakanlığıyla yaşananlardan daha da olumsuz
sonuçlar doğuracaktır. Çevre Bakanlığını Orman Bakanlığıyla birleştirmek, Çevre
Bakanlığını orman sorunları içerisinde kaybetmek ve odağını şaşırtmaktır.
Sayın Bakan komisyonda "bu iki bakanlık birleşirse sinerji
artar" dedi. Bu mantıkla, eğer bakanlık sayısını 6'ya düşürürsek, sinerji
60 kat artmış mı olacak?! Bu anlayış yanlıştır. Dünyada entelektüel bir prestij
kaybına uğrayacaksınız. Batılı çağdaş dünyanın çevreye verdiği önem ve
Birleşmiş Milletlerin çevre konusundaki titizliği, önerileri doğrultusunda,
yakında dünyada, müstakil çevre bakanlığı olmayan ülke kalmayacak. Batılı
ülkeler neredeyse bir süper bakanlık tarzında çevre örgütlenmesi yaparken,
bizim bakanlık birleştirmemiz çok ciddî bir yanlış ve prestij kaybıdır, geriye
gidiştir, ülkeyi geriye götürmektir.
Kamu yönetiminde reform, devletin yeniden yapılandırılması,
bakanlıkların azaltılması, daha AKP kurulmadan önce, Cumhuriyet Halk Partisi
programlarında yer alan hususlardır. Bu konuda ilk adım olarak, yerel
yönetimler yasası çıkarılmalıdır. Merkezî ve yerel yönetim reformu ve bunların
görev dağılımı yapılmadan bakanlık sayılarının azaltılması, stratejik planlama
hatasıdır.
Çevre Komisyonunda, Sayın Bakan, bu yeni oluşumda çok büyük mücadele
vererek, bakanlık isminin "çevre" ile başlamasını sağladım dedi.
Teselli babından, bir çeşit sus payı... Ne yazık ki, bakanlık ismini
"çevre" ile başlatmakla, çevre olgusu önemsenmiş olmuyor.
Tasarıdaki genel gerekçenin giriş paragrafında "bakanlıklar,
devletin üstlendiği kamu hizmetlerinin konularına göre uzmanlaşan ve
örgütlenmiş birimleridir" cümlesi yer almaktadır. Bize göre de doğru olan
bu tanım, konuları ayrı olduğu için ayrı uzmanlık örgütlenmeleri gerektiren
orman ve çevre süreçlerinin birleştirilmesini değil, tam aksine, ayrılmasını
gerektirmektedir.
Ülkemizde bakanlık sayısının fazla olduğu, benzer hizmetlerin
birleştirilerek bakanlık sayısının azaltılması görüşü yerindedir. Ne var ki,
analitik bir değerlendirmeyle, bu anlamda birleşmesi gereken başka bakanlıklar
varken, amaç ve hizmet kapsamları çok farklı olan orman ve çevrenin
birleştirilmesi doğru değildir. Tasarı, çevre hizmetini, orman-çevre ilişkisi
boyutuna indirgeyen bir anlayışa dayandırılmıştır. Oysa çevre, genel yaşamı
doğrudan etkileyen niteliğinden ötürü, canlıların yaşadığı doğal, yapay,
kültürel, toplumsal tüm ortamları kapsayan bir kavramsallıktır. Bu özelliği
nedeniyle, objesi yalnızca orman değildir. Sudan havaya, topraktan tüm
canlılara uzanan obje alanı vardır. O yüzden, kırsaldan kente, üretimden
tüketime, tarımdan sanayie, enerjiden turizme bütün kalkınma ve gelişme
süreçlerini, tüm sektör ve hizmet alanlarını kapsamaktadır. Belirtilen nedenle,
çevre hizmetini ormancılık hizmetinin bir alt birimi olarak gören tasarının bu
bakış açısı, gerçekçi olmadığı gibi, bilimsel de değildir.
Çevre konusunda yaşanmakta olan görev ve yetki karmaşasının çözümü, tüm
bakanlıkları yönlendiren bir çevre yönetimi anlayışıyla aşılabilir. Yaşananlar,
bugün, etkin ve bütüncül bir kurumsallaşmayı gerektirirken, çevreyi ormanın etkisi
altına sokarak yetki ve görev karmaşasını daha da artıracak bir düzenleme
gerçekçi bulunamaz. Kaldı ki, bu taslak, Anayasada devletçe yürütülmesi gerekli
görülen ormancılık çalışmalarının da aksamasına ve gündeme getirilmeye çalışılan
ormansızlaştırma sürecinin hızlanmasına da yol açacaktır.
Birleştirilmelerinden ne kadar tasarruf sağlanacağı çok şüpheli olan bu
zoraki izdivaçta, çevre konusu, kolu kanadı kırık iki genel müdürlükle
yönetilmeye mahkûm edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, en büyük tasarruf, ülke
kaynaklarının doğru kullanımı, kaynak israfının önlenmesi ve bilinçli
tüketimdir. Ülkemiz, doğal kaynaklar bakımından son derece büyük bir hazinedir.
Bu hazinenin doğru, rasyonel kullanımı ve planlamasından sağlanacak kâr, fayda
ve maliyet analizinin düşünülmeyip, personel, bina, araç-gereç tasarrufunun,
sözde sağlanacakmış gibi gösterilmesi de bilimsel ve teknik mesnetlerden son
derece uzaktır. Sözde tasarruf adına, ulusal ve uluslararası bazda hayatî öneme
sahip, ortak geleceğimiz olan çevreyi korumak, kontrol, kirlilik bertarafı gibi
uzmanlık, deneyim ve örgütlenme gerektiren Çevre Bakanlığı, ne yazık ki,
asimile edilerek yok edilmektedir. Bu, AKP'nin çevreyi bir değer olarak
görmeyişinin eseridir, Türkiye'yi geriye götürmektir. Oysa, çevre, 21 inci
Yüzyılın yükselen değeridir.
Unutulmamalıdır ki, bugün, ülkelerarası çatışmaların ve savaşların
temelinde su ve doğal zenginlikler yatmaktadır. Çevreyi gözardı eden
politikalar nedeniyle su kaynakları kirlenmiş, verimli arazileri yok edilmiş
bir ülkenin zararını tahayyül etmeyi sizlerin takdirine bırakıyorum.
İdarî sistemdeki hantallaşmanın önlenmesi, bakanlıkların
birleştirilmesiyle değil, kendi içlerinde daha etkin ve verimli fonksiyonlar
haline dönüştürülmesiyle sağlanabilir. Aksi takdirde, iki bakanlığı
birleştirerek, ucu bucağı belli olmayan, son derece hantal ve belirsiz bir yapı
oluşur. Nitekim, bunun örnekleri, önceki yıllarda, Kültür ve Turizm, Tarım,
Orman ve Köyişleri Bakanlıklarının birleştirilmelerinde yaşanmış, istenilen
verim alınamadığı için, bir süre sonra tekrar bu bakanlıkları ayırma
zorunluluğu hâsıl olmuştur.
İki ayrı bakanlık çatısı altında yeterince korunamayan çevre ve orman
değerlerimizin birleştirilmiş yarım bakanlık bünyesinde korunmasını düşünmek,
hayalden ve çocuklarımızın geleceği olan çevremizi feda etmekten başka bir şey
değildir.
Bugün gelinen noktaya baktığımızda, birçok fedakârlıkla teşkilatlanması
için yıllardır mücadele verilen Çevre Bakanlığının yok edilmesiyle ilgili,
ileride, çocuklarımıza ve torunlarımıza verebilecek bir cevabımız olmayacaktır
ve AKP iktidarı, hiç de hayırla anılmayacaktır.
Diyelim ki, bu iki bakanlık birleşti. Neyi başarmış olacaklar; korumayı
mı, koordinasyonu mu, entegrasyonu mu; hiçbirini. Asıl amaç, yeni bakanlık adı
altında yeni yönetim kadroları oluşturmaktır. Bu birleşmenin bilimsel bir amacı
yoktur; tek amacı, siyasî kadrolaşmadır.
Çevre sorunları, su, hava, toprak gibi unsurların kirlenmesiyle ortaya
çıkmıştır. Artık, günümüzde, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamanın bir insan
hakkı olduğu kabul edilmiştir. Özellikle, kalkınmakta olan ülkelerde çevre yönetimi
giderek daha da önem kazanmaktadır. Sürdürülebilir çevre konuları, tüm insan
faaliyetlerini içerdiğine göre, ülke yönetiminde de en önplanda yer alması
gereklidir.
Sürdürülebilir kalkınmanın en önemli özelliği, ekonomik kararlar ile
ekolojik kararların bir arada alınmasıdır. Ülkemizdeki sorun, bu kararların
ayrı ayrı alınması ve ekolojik değerlerin kolayca ekonomik değerler için feda
edilebilmesidir.
Çevre Bakanlığının 2003 bütçesi itibariyle 43 trilyonluk bütçesiyle en
düşük bütçeli bir bakanlık olarak, malî bir yük oluşturduğunu da söylemek
mümkün değildir. Aksine, çevreyi dikkate alan bir üretim ve tüketim süreci,
dışticaretteki engellemeleri aşacak ve çok değerli olan kaynaklarımızı
korumamızı, bölgemizde ve dünya kaynakları yönetiminde söz sahibi olmamızı
sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, çevresel sorun alanlarına kentleşme açısından
baktığımızda, Türkiye, hızla kentleşen bir ülkedir. Kentlerde yaşayan nüfusun
payı, 1990'da yüzde 54 iken, 2000'de yüzde 64'e çıkmıştır. Hızlı kentleşme, bu
nüfusu bir dizi çevre sorunuyla karşı karşıya bırakmakta ve kaynaklar üzerinde
baskı yaratmaktadır.
İnsan kaynakları açısından bakıldığında, Türkiye, dünyanın en kalabalık
20 nci ülkesi ve bütün OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızına
sahip olan ülkedir. Yüksek nüfus artış hızı, doğal kaynaklar üzerinde ek baskı
yaratmakta ve atık miktarını artırmaktadır.
Ekonomik açıdan ise sanayi ve turizm, ekonominin en hızlı büyüyen
kesimleridir. Bu da, sanayi atıkları ve kıyılarda bozulma sorunlarını getirmektedir.
Türkiye nüfusunun ancak yüzde 6'sı evsel atık su arıtımı hizmetinden
yararlanabilmektedir. Oysa, OECD ortalaması yüzde 63'tür. Endüstriyel
nitelikteki atık suların ancak yüzde 9'u arıtılmaktadır. İnşa edilmiş arıtma
tesislerinin çoğu, enerji maliyetlerinin yüksek oluşu nedeniyle
çalıştırılmamaktadır.
Organize sanayi bölgelerinin ancak yüzde 14'ü arıtma tesisine sahiptir.
Turizm sektöründe bu oran yüzde 20'dir. Ülkemizde yılda 25 000 000 ton katı
atık oluşmakta ve bunun ancak yüzde 5,9'u yönetmeliklere uygun olarak bertaraf
edilmektedir. Ülkemizde yılda 5 500 000 ton tehlikeli atık oluşmakta, bunun
ancak yüzde 1'lik kısmı bertaraf edilebilmektedir.
Aktardığımız verilerden de görüldüğü üzere, ülkemizde çevre ve insan
sağlığı merkezli politikaların yeterince uygulama alanı bulamadığı ortadadır.
Çevre yönetimi alanındaki yetersizliğin temel nedenleri, kaynak, yetki ve
eşgüdüm eksikliğidir; ancak, bütün bunlar, Çevre Bakanlığının kamuoyuna
gereksiz bir bakanlıkmış gibi gösterilmesinin nedeni olamaz.
Türkiye'nin güçlü bir çevre yönetimine ihtiyacı apaçık ortadadır. Bu
ihtiyacın kaynağında, ülkemizin içinde bulunduğu koşulların yanı sıra, çevre
alanının bütün dünyada kazandığı önem de yatmaktadır. Oysa, AKP'nin yapmaya
kalkıştığı sözde reform çerçevesinde, ormanlarımızı satarak kurtulma amacında
olan bir bakana çevreyi teslim etmekteyiz. Eh, Sayın Başbakan da tüccar
siyaseti yapıyor; önce ormanlar, sonra kıyılar satılacak... Netice olarak AKP,
doğayı, çevreyi satacak. Bu anlayış, ülkemiz için çok önemli, geri dönülmez
sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, Çevre ve Orman Bakanlıkları, yapıları gereği
farklı sorumluluk alanları ve farklı bakış açıları olan, olması gereken
kurumlardır. Sadece belli bir alana sıkıştırılmış bir çevre örgütlenmesinin
hiçbir işlevi yoktur. Orman Bakanlığıyla birleştirme, ülkemizin çevre
örgütlenmesini dar bir alana hapsetme ve ülkenin aslî meselelerinden uzak tutma
girişimidir. Üstelik, hemen birleşme süreci öncesinde, Çevre Bakanlığının en
birikimli kadrolarının tasfiyesine başlanmıştır. Bu koşullarda
gerçekleştirilecek bir birleşme, Çevre Bakanlığının fiilen kapatılması anlamına
gelecektir. Türkiye'nin güçlü bir çevre örgütlenmesine, etkin bir kuruma
ihtiyacı, var olan kurumun lağvedilmesiyle giderilemez.
Dünyada gelişmiş ülkelerde, çevre bakanlığının orman bakanlığının içinde
yer alması gibi bir uygulama pek görülmemektedir. Örneğin Amerika'da ormanla
ilgili konular, tarım bakanlığı altında bir genel müdürlük tarafından ele
alınır ve yine, Amerika'da, Çevre Koruma Ajansı olarak isimlendirilen oluşum,
tüm bakanlıkların üzerinde yer alan bir yapıyla direkt Amerika Başkanına bağlı
ve yetkileri son derece geniş bir kuruluştur. Pek çok Avrupa ülkesinde ise,
çevre ve mekânsal planlama bakanlığı tarzında, Kanada, Japonya, İtalya,
İspanya, Norveç gibi 15 ülkede ise müstakil çevre bakanlığı konumundadır.
Gelişmiş ülkelerde hal böyleyken, ülkemizde, bunun aksine, Çevre Bakanlığının
yetkilerini daha da kısıtlayabilecek bir durum olan bir diğer bakanlıkla birleştirme,
son derece yanlıştır.
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği ülkeleri
için çevre, "olmazsa olmaz" bir unsurdur. AB'ye giriş çabaları
içerisinde olan ülkemizde çevre konusunu ikinci plana atacak ve bizim, ülke
olarak çevreye ikinci planda baktığımızın bir nevi göstergesi olacak bu
bakanlık birleşmesi, Avrupa Birliğine giriş çabaları açısından da son derece
zararlıdır. AB'ye üye her devlette ve aday ülkelerde de AB çevre mevzuatının
uygulanmasını sağlayan çevre bakanlıklarıdır. AB aday ülkeleri uyum sağlamak
üzere bakanlık yapılarında revizyona giderek çevre bakanlıklarını teşkil etmiş,
güçlendirmiş ve AB fonlarından milyonlarca euroluk destek almışlardır. Bu
nedenle, Çevre Bakanlığı tek yetkili olarak düzenleyici, denetleyici ve
koordinatör bakanlık olmalıdır.
Ülkemizin çevre politikasının bütünsel olarak oluşturulması, mevzuatın
ulusal gerçeklerimiz dikkate alınarak uluslararası mevzuata göre
geliştirilmesi, çevre kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi, çevre
etkilerinin izlenmesi ve denetimi, çevre envanterinin oluşturulması başta olmak
üzere konuyla ilgili her türlü iş ve işlemler Çevre Bakanlığınca
yürütülmelidir.
Orman arazilerinin satışına olanak sağlayan anayasa değişikliğini yapan
ve böylelikle tüm toplumun malı olan ormanlarımızın talanına olanak yaratan
siyasî iktidarın, bu birleştirmeyle, çevrenin korunması ve denetiminde
etkinliği daha da azaltma ve yok etme anlayışında olduğu görülmektedir. Oysa,
sürdürülebilir bir kalkınma için, çevrenin korunarak sanayileşmenin sağlanması
gereklidir.
Bu nedenle, Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi ve çevre
çalışmalarında etkinliğin azaltılmasıyla oluşacak telafisi mümkün olmayan
zararların yanı sıra, söylendiği gibi, devletin küçültülmesi ve tasarrufu
değil, işlevsizleşen ve hantallaşan kurumsal yapılar nedeniyle daha büyük israf
yaratılacaktır. Aynen Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleştirilmesinde
olduğu gibi, her şeyi ticarî meta olarak gören bir anlayışın yanında olmak
mümkün değildir.
Bu bilgilendirmeler ve görüşlerimiz ışığında, çevre hakkını insan hakkı
olarak görerek, ülkemizde çevrenin korunması ve geliştirilmesi için Çevre ve
Orman Bakanlıklarının birleştirilmemesini öneriyoruz. Çevre Bakanlığı yeniden
yapılandırılarak; politikaları belirleme, mevzuatı geliştirme, koordinasyon ve
planlama fonksiyonları güçlendirilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Arıtman.
CANAN ARITMAN (Devamla) - Çevre politikalarının sektörler bazında
uygulanmasına destek sağlamak amacıyla, Çevre Bakanının Yüksek Planlama
Kuruluna üye olması mutlaka sağlanmalı ve Bakanlık, çevresel altyapı
yatırımları ile çevre standartlarının tespitinden sorumlu, yetkili bir bakanlık
haline dönüştürülmelidir.
Ülkemizin mevcut çevre sorunları, dünyadaki sürdürülebilir kalkınma
konusundaki gelişmeler ve AB çevre müktesebatına uyum sağlanması hususları
dikkate alındığında, Çevre Bakanlığının, Çevre ve Mekânsal Planlama Bakanlığı
olarak güçlenmesinin en doğru düzenleme olduğu görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, netice olarak, Çevre ve Orman Bakanlığı
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısına, bu haliyle, 21 inci Yüzyıldaki
çevre yönetimine ve AB uyum sürecinde öngörülen hedeflere uygun olmadığı
görüşümüzle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ret oyu vereceğimizi beyan eder,
saygılarımızı sunarız. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arıtman.
AK Parti Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Vahit Kirişçi; buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Sayın Kirişçi'nin konuşmasının tamamlanmasına
kadar Genel Kurul çalışmalarımızın uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın Kirişçi.
AK PARTİ GRUBU ADINA VAHİT KİRİŞÇİ (Adana) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan, 127 sıra sayılı Çevre ve Orman
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının geneli üzerinde AK
Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, AK Parti Grubu olarak, bu
iki güzide bakanlığımızın birleştirilmesi hadisesini, biraz önceki konuşmacı
arkadaşımın belirttiği gibi, bir bakanlığın bir diğer bakanlığa yamanması
olarak kesinlikle düşünmüyoruz; çünkü, 58 inci ve 59 uncu hükümetlerimizin,
programlarında olsun, acil eylem planımızda olsun ve biraz daha geriye
gittiğimizde, seçim beyannamemizde ve biraz daha geriye gittiğimizde de parti
programımızda belirttiğimiz gibi, biz, kamu yönetiminde dinamik, aktif ve bu
dinamizm ve aktifliğini, bir anlamda bakanlık birimleri aracılığıyla
yürütürken, burada denetimi yapan, standartları koyan ve makro düzeyde birtakım
politikalar üreten birimler olarak gördük. Bu çerçevede de, bakanlıklarımızın
gerek yapısal değişimini ve gerekse de bu ülkede eski bir alışkanlık olarak,
geçmiş hükümetlerin yaptığı ve geri planında da o günkü şartlarda koalisyon
mantığı içerisinde ne kadar çok fazla sayıda bakanlık olursa, biz, bu
bakanlıklar üzerinden birtakım pazarlıkları daha rahat yaparız mantığıyla
oluşturulmuş, sunî olarak oluşturulmuş bakanlıklarımız var.
Biz, bu bakanlıklarla şu ana kadar bir yere gelinemediğini gördük. 1984
yılında, genel müdürlük düzeyinde, Türkiye'de çevreyle ilgili konular gündeme
gelirken, 1991 yılında bakanlığa dönüştürülmüştür. Peki, 1984 yılından bugüne,
gerek genel müdürlük olarak gerekse müsteşarlık ve ardından da bakanlık olarak
yapmış olduğumuz faaliyetleri, acaba, hiç kritik yaptık mı? Eğer, böyle bir
kritik yapılmış olsa, bu samimî kritiğin neticesinde, bu ülkede, Çevre
Bakanlığımızın, bütün iyi niyetlere rağmen -özellikle, "iyi niyetlere
rağmen" ifadesinin altını çiziyorum- özellikle personel yönünden,
araç-gereç yönünden ve mevzuattaki birtakım aksaklıklar yönünden yeterince
etkili olamadığını ve vatandaşlarımızın gitmede mütereddit oldukları kurumlar
haline dönüştüğünü biliyoruz. İşte, biz, böyle bir uygulamanın daha fazla devam
etmesinin bu ülkeye yarar sağlamayacağını ve bu noktada, mutlaka,
bakanlıklarımızın daha etkin ve dinamik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini
düşünüyoruz. Bu çerçevede de, hem bu şartı hem de bakanlıkların birleştirilmesi
olayını geçmişteki taahhütlerimize dayanarak gerçekleştirmek istiyoruz. Şayet,
bu zamana kadarki hükümetlerin -58 inci ve 59 uncu hükümetlerimizi hariç
tutacak olur isek- başarısızlıklarını incelediğimizde, seçim çalışmaları
sırasında milletine vaat ettiklerini iktidara geldiklerinde yapmamış
olmalarından kaynaklanıyor. Biz, gerek hükümetimizin bakanlık sayısının
azaltılması konusundaki gerekse de bakanlıkların -biraz önce belirtmiş olduğum-
standart koyan, denetimi sağlayan, makro düzeyde politikalar üreten birimler
haline dönüştürülmesi konusunda bir kararlılık sergiledik ve taahhütlerimizi
yerine getirme noktasında böyle bir çalışmayı başlatmış olduk. Bizler,
hakikaten, 22 nci Dönem milletvekilleri olarak bu konuda müteşekkir olduğumuz
ifade etmeliyiz.
Oturduğum sıralarda, saat 15.00'ten bu yana, özellikle Cumhuriyet Halk
Partili konuşmacıların bilhassa kadrolaşmayla ilgili, kadrolaşma konusunda
kullanmış oldukları kelime sıklığını tespit etmeye çalıştım; fakat, bir noktaya
geldikten sonra bıraktım. Eğer, sözü edildiği gibi, bize ithaf edildiği gibi
bir kadrolaşma var ise, AK Parti iktidarlarında, AK Parti hükümetlerinde,
bakanlıkların sayısının azaltılması yerine, artırılması yoluna gidilirdi.
Pekâlâ -tırnak içerisinde söylenecek olursa- AK Parti hükümetlerinde,
olabildiğince fazla sayıda milletvekiline, kırmızı plakalı araçlarda seyahat ve
iyi tefriş edilmiş odalarda oturma imkânı sağlanabilirdi; ama, biz, böyle bir
saltanat yerine, bu millete hizmeti kendimize ilke edindik ve bu çerçevede,
bakanlık sayılarının azaltılması üzerinde ısrarla ve şiddetle durduk.
Diğer taraftan, 21 inci Yüzyılın, özellikle 20 nci Yüzyılın son
yıllarında yükselen değer, çevre bilinci, bunu kabul ediyoruz. Çevreye son
derece duyarlıyız. Çevre konusunda hassasiyetlerimizin artması gerektiği ve bu
konuda, çevrenin bizlere geçmişten miras kalmadığının, gelecekten ödünç
alındığının bilincindeyiz; ama, şunu da unutmamamız gerekir ki, mevcut hantal
yapı, hiçbir şekilde, bizim sözünü etmiş olduğumuz düzeyde bir çevre bilincinin
bu ülkede tesis edilebilmesine imkân sağlamamaktadır. Doğrudur, anayasal olarak
bize verilmiş bir ödevdir; gerek hükümetlere gerekse de vatandaşlara, çevrenin
korunması ve daha sağlıklı bir çevrede yaşanması mecburiyeti getirilmiştir;
böyle bir ödevimiz vardır; ama, bu ödevi yerine getirirken, artık, uluslararası
normlarda belirli bir hizmet kalitesini yakalayabilecek veya bu düzeyde bir
hizmeti sunabilen birimler olmak mecburiyetindedir.
Bu kadrolaşma konusunda bir iki örnek daha vermek istiyorum. Biz, sadece
bakanlıkların sayısını azaltmış olmadık veya bu tasarının kanunlaşmasıyla
birlikte olmayacağız. Başka neyi yapacağız?.. Özellikle, Orman Bakanlığımıza
bağlı bölge müdürlükleri var, bunların sayısı 9. Diğer taraftan, Orman Genel
Müdürlüğümüze bağlı 27 tane de bölge müdürlüğü var. Bu bölge müdürlerini ve
bölge müdürlerinin yardımcılarını da hesaba kattığımızda, merkezde tam 105 adet
kadro boşalmaktadır. Peki, biz, mevcut kadroları, sizin sözünü etmiş olduğunuz
şekilde doldurmak yerine, niye lağvedelim?! Böyle bir uygulamanın mantığı var
mı?! Lütfen, artık, bu tür suçlamalardan vazgeçelim. Samimî olarak söylüyorum,
çetele tutmaktan yoruldum; çünkü, o kadar çok kullanıldı ki bu kadrolaşma
ifadesi veya kavramı, bu, çok büyük bir haksızlıktır.
Diğer taraftan, bu, Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı olarak ihdas
edilecek olan il müdürlüklerinin, bilinsin ki, il müdür yardımcılıkları da
yoktur. Şimdi, bunları da yan yana koyduğumuzda, bir kadrolaşmadan söz etmek,
açıkçası, insafsızlıktır. Kadrolaşma bunun neresindedir diye sormak gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, böyle bir
birleşmenin sağlayabileceği birtakım yararlar var. Bu yararlardan bir tanesi
şu: Özellikle Çevre Bakanlığımızın, bu zamana kadar, çok sınırlı bir personelle
bu faaliyetlerini yürütmek zorunda kaldığını belirttik. Eğer, böyle bir
birleşme gerçekleşirse, sinerji dediğimiz hadisenin bir sonucu olarak, Orman
Bakanlığındaki birtakım atıl personel kapasitesi belki bu taraflara
kaydırılacak. Örneğin, çevre konusunda en önemli hadise denetimdir. Belki,
denetim işi çok daha etkin olarak yapılacaktır. ÇED raporu vermenin dışında
başka faaliyetleri yapmakta zorlanan bir bakanlık yerine, bu birleştirilmiş
bakanlık, çok daha aktif ve dinamik birtakım uygulamaları ortaya koyacaktır.
Diğer taraftan, sadece personel yönünden bir destekleşme veyahut da
birbirine yardım söz konusu değil. Bugün, çevre konusunda, ciddî manada yapılan
bir araştırma-geliştirme faaliyeti yok. Şimdi, bu araştırma-geliştirmeler de
hız kazanacak. Niye; çünkü, sekiz ana birimden oluşan bu yeni teşkilat yapısı
içerisinde bir tanesi vardır ki, özellikle, araştırma-geliştirme
faaliyetlerinin yapılmasına imkân sağlamaktadır. Dolayısıyla, bir konunun
araştırılması, geliştirilmesi, bu konuda maddî destek sağlanması, denetiminin
genişletilmesi hadisesini üst üste koyduğunuzda çok sağlıklı bir çevre
bilincinin ve çevreyle ilgili uygulamaların olduğunu, inşallah, önümüzdeki
dönemlerde göreceğiz.
Diğer taraftan, Orman Bakanlığının mevcut haliyle ilgili olarak da bir
iki değerlendirmede bulunmak istiyorum. Bugün, 10 000 000 hektar alanda bir
ağaçlandırma çalışmasının gerekli olduğu, bu konudaki yetkili ve etkili uzman
arkadaşlarımızın görüşüdür. Peki, böyle bir ağaçlandırmayı, acaba, biz, mevcut
altyapıyı, mevcut fizikî imkânları dikkate aldığımızda ne kadar bir sürede
yapabiliriz diye sorduğumuzda, bu, yüzyılları bulmaktadır. Bu ne demektir;
böyle bir hadise imkânsızdır. Peki, bu nasıl yapılacak; işte, böyle bir
birleşmenin ortaya çıkarmış olduğu sinerjiyle oluşacaktır; bu sinerjinin, bu
birleşmenin sağlayacağı bir destekle, bir yardımlaşmayla olacaktır.
Dolayısıyla, önceki konuşmacı arkadaşımızın belirttiği gibi, gerçekten, o da
üzüntü verici bir ifadedir; ama, Cumhuriyet Halk Partili sözcülerden, artık,
biz, bunları duymaya alıştık: "Çevre satılıyor, doğa satılıyor."
Allahaşkına, bunun neresi satılıyor?! Bu doğayı, bu çevreyi korumak hepimizin
ortak görevi. Biraz önce de söyledim, biz, bu çevre ve doğal varlıklarımızı
geçmişten miras değil, geleceğimizden ödünç aldık diyoruz. Bu bilinçle, bu
şuurla birtakım gelişmeleri birlikte yapacağız, birtakım desteklere birlikte
imza atacağız diyoruz. Dolayısıyla, bu çalışmanın çok sağlıklı bir çalışma
olduğu, yerinde bir çalışma olduğu, özellikle, 21 inci Yüzyılda kamu
hizmetlerinden yararlanan vatandaşlarımızın, daha çağdaş, daha etkin, daha
verimli bir hizmet alabilmesinin önkoşulu olduğunu açıkçası düşünüyoruz. Bu
çerçevede de, hazırlanmış olan bu tasarının yasalaşması konusunda AK Parti
Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi ve destek olacağımızı belirtiyor; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kirişci.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 1 Mayıs 2003 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum; iyi akşamlar diliyorum hepinize.
Kapanma Saati: 20.03
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI
1.- Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam
Kesimoğlu'nun, Kırklareli Demirköy Fatih Dökümhanesinin turizme
kazandırılmasına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/362)
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA