DÖNEM
: 22 CİLT : 11 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
63 üncü Birleşim
8 . 4 . 2003 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek
Federasyonu Ulaştırma Bakanı ve beraberindeki heyete, Başkanlıkça, "Hoş
geldiniz " denilmesi
B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Uşak Milletvekili Alim Tunç'un, 7
Nisan Dünya Sağlık Gününe ilişkin gündemdışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Berhan
Şimşek'in, Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı
konuşması
3.- Bursa Milletvekili Şevket Orhan'ın,
Bursa'nın fethinin 677 nci yıldönümü etkinliklerine ilişkin gündemdışı
konuşması
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve 42
milletvekilinin, Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve yol açtığı zararların
araştırılarak tazmini ve önlenmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)
2.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 20
milletvekilinin, Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/59)
D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, (6/141) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi (4/37)
2.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un,
(6/268) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/38)
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
(6/340) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/399)
4.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında
tanzim edilen soruşturma dosyasının iade edilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/237)
5.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin
Koçyiğit'in Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde
İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 21.1.1998 Tarih ve 4325 Sayılı
Kanun ile 15 Nisan 2000 Tarih ve 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri
Kanununda (2/15) Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/40)
6.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde (2/68) Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi
(4/41)
V.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ
SORULAR VE CEVAPLARI
1- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın,
yönetim kademelerine yapılan atamalara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü
soru önergesi (6/127) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
2.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, Rus
doğalgazının fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/129) ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in
cevabı
3.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın,
doğalgaz ithalatına ve fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
sözlü soru önergesi (6/130) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı
4.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın,
ithal doğalgaz fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü
soru önergesi (6/131) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in
cevabı
5.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın,
İpsala ve Pazarkule Gümrük Kapılarına bağlanan yolların yapımına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/132)
6.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün,
yerel basının desteklenmesi için yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/139)
7.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un,
bir davada sanık olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi
(6/140)
8.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, Rusya'dan ithal edilen doğalgazın fiyatına ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/141)
9.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin
Koçyiğit'in, Ergani pamuk üretici-lerinin destekleme prim alacaklarının ne
zaman ödeneceğine ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/142) ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı
10.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in,
SPK kaydına alınmaksızın halktan para toplayan şirketlere ilişkin Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/144)
11- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in,
Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumuna katılanlara ve Türk Gecesine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/146)
12. - Çanakkale Milletvekili Ahmet
Küçük'ün, duble yol yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru
önergesi (6/148)
13. - Çorum Milletvekili Feridun
Ayvazoğlu'nun, Azerbaycan'da saldırıya uğrayan iki Türk üniversite öğrencisine
ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/154)
14. - Antalya Milletvekili Tuncay
Ercenk'in, BAĞ-KUR'un sağlık kuruluşlarına olan borçlarına ve sağlık
giderlerinin geri ödemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
sözlü soru önergesi (6/155) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu'nun cevabı
B) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
olası Irak operasyonunun turizm gelirlerine etkisine ilişkin sorusu ve Turizm
Bakanı Güldal Akşit'in cevabı (7/271)
2.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, iki
tekerlekli motorlu araçların tescil plaka harçlarına ve ehliyetine ilişkin
sorusu ve İçişleri BakanıAbdülkadir Aksu'nun cevabı (7/280)
3.- İzmir Milletvekili Enver Öktem'in,
Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik ve Ekip personelinin özlük haklarına
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/295)
4.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin
Koçyiğit'in, çiftçilerin kredi borçlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali
Babacan'ın cevabı (7/314)
5.- Hatay Milletvekili Fuat Çay'ın,
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan verilen burslara
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı (7/345)
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30
milletvekilinin, Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı
ve bu konulardaki bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
2.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza
Gülçiçek ve 20 milletvekilinin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/8)
3.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26
milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/48)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı.
Hatay Milletvekili Züheyir Amber, inanç
turizmine,
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet
Yılmazcan, Dünya Su Gününe,
Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan,
Burdur İlinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar;
NATO Parlamenter Asamblesinde TBMM'yi
temsil edecek Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, siyasî parti grup
başkanlıklarınca aday gösterildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Genel Kurulun 4 Nisan 2003 Cuma günkü
(bugün) birleşiminde; daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve
bastırılarak dağıtılan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa
Milletvekili Faruk Çelik ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mustafa Özyürek ile 21 milletvekilinin; 4811 sayılı Vergi Barışı
Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 48
saat geçmeden "Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınmasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu
Tasarısının (1/534) (S. Sayısı: 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi;
2 nci sırasına alınan, 4811 sayılı Vergi
Barışı Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/106) (S. Sayısı: 108) görüşmelerini takiben yapılan
açıkoylamadan,
3 üncü sırasında bulunan ve ikinci
görüşmesi tamamlanan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/101) (S. Sayısı: 106 ve 106'ya 1
inci Ek), tümünün, gizli oylamasından,
Sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları
açıklandı.
8 Nisan 2003 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 22.10'da son verildi.
|
|
Yılmaz Ateş |
|
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Enver Yılmaz |
|
Ahmet Küçük |
|
|
Ordu |
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
|
Yaşar Tüzün |
|
|
|
|
Bilecik |
|
|
|
|
Kâtip
Üye |
|
|
No. :
85
II. - GELEN KÂĞITLAR
7 . 4 . 2003 PAZARTESİ
Teklif
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik ile Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa ve 32 Milletvekilinin; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/108) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Sinop Milletvekili
Engin Altay'ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu yönetim
kurullarında AK Parti ilçe başkanlarının görev aldığı iddiasına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/359) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)
2.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek'in, Ankara'da Paris Caddesinde güvenlik gerekçesiyle yapılan
denetime ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/360) (Başkanlığa
geliş tarihi: 4.4.2003)
3.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek'in, Milli Piyango biletlerinin üzerindeki bir değişikliğe ilişkin
Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/361) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.4.2003)
4.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek'in, Ankara Kalecik'teki Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin ne
zaman tamamlanacağına ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin Sağlık Bakanından
sözlü soru önergesi (6/362) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Ankara Büyükşehir Belediyesinin doğalgaz sayacı alım ve
satımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/371) (Başkanlığa
geliş tarihi: 4.4.2003)
2.- Adana Milletvekili
Tacidar Seyhan'ın, AB ile ilgili Brüksel'de düzenlenen bir kursa gönderilen
personele ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi
(7/372) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)
3.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt'ün, depremzedelere verilen güçlendirme kredileri ile deprem amaçlı
toplanan gelirlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/373) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)
4.- Tekirdağ Milletvekili
Enis Tütüncü'nün, ABD Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmeyle ilgili TBMM'de
bilgi verip vermeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/374)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003) No. : 86
8 . 4 . 2003 SALI
Raporlar
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili
Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik
ve 26 Milletvekilinin; Avrupa Birliği ile İlişkiler Komisyonu Kanunu Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/102) (S. Sayısı: 111) (Dağıtma tarihi: 8.4.2003)
(GÜNDEME)
2.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile
Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun; Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/543,
2/88) (S. Sayısı: 113) (Dağıtma tarihi: 8.4.2003) (GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-Hatay Milletvekili
Züheyir Amber ve 42 milletvekilinin, Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve
yol açtığı zararların araştırılarak tazmini ve önlenmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)
(Başkanlığa geliş tarihi: 3.4.2003)
2.- Edirne Milletvekili
Rasim Çakır ve 20 milletvekilinin, Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/59) (Başkanlığa geliş tarihi:
3.4.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:15.00
8 Nisan 2003 Salı
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 63 üncü Birleşimini açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda hazır
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
teknik personel aracılığıyla 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız yoktur, 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati :15.08
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:15.18
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 63 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Bir önceki
oturumda toplantı yetersayısı bulunamamıştı; şimdi, tekrar, elektronik cihazla
yoklama yapacağım.
Yoklama için 3 dakika süre
veriyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. - Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Federasyonu
Ulaştırma Bakanı ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bir hususu Heyetinize arz etmek istiyorum: Şu anda,
Meclisimizi, Bosna-Hersek Federasyonu Ulaştırma Bakanı ve Heyeti ziyaret
etmektedir. Sayın Necat Brankovic ve arkadaşlarına hoş geldiniz diyoruz. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk sözü,
Dünya Sağlık Günü nedeniyle, Uşak Milletvekili Alim Tunç'a takdim ediyorum.
Buyurun Sayın Tunç. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Uşak Milletvekili Alim Tunç’un, 7 Nisan Dünya Sağlık
Gününe ilişkin gündemdışı konuşması
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi ve bizleri izleyen aziz milletimi saygıyla
selamlıyorum.
Sağlık, sadece hasta ya
da sakat olmama hali değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik
halidir. 7 Nisan günü, Dünya Sağlık Örgütünün kuruluş tarihi olan 7 Nisan
1948'den bugüne Dünya Sağlık Günü olarak kutlanmaktadır. Ancak, 1994 yılından
beri her yıl bir konu seçilerek, o konu üzerinde tüm dünyada duyarlılık
yaratmak, sorunlara çözüm üretmek, kampanyalar yaparak çalışmalarda birliktelik
sağlamak ve gündemde tutmak amacıyla rapor haline getirilmektedir.
7 Nisan Dünya Sağlık Günü
nedeniyle 2003 yılı çocuklara ayrılmış ve konusu "çocuklar için sağlıklı
çevre" olarak belirlenmiştir.
Değerli milletvekilleri,
tüm dünyada, yılda yaklaşık 11 000 000 çocuk, önlenebilir ve tedavi edilebilir
nedenler yüzünden; yani, yaşadıkları, oynadıkları ve okudukları çevrelerden
kaynaklanan hastalıklara bağlı olarak ölmektedir. İçerisinde bulunduğumuz
ulusal, uluslararası, yerel koşullar dikkate alındığında, 7 Nisan 2003 Dünya
Sağlık Günü konusu bir kat daha önem arz etmektedir. Bir tarafta aç, yoksul,
yaşam mücadelesi veren bireyler ve onların çocukları, diğer yanda, teknolojinin
getirdiği olumlu, olumsuz faktörler, doğal afetler ve savaşlar geleceğimizin
şekillenmesini doğrudan etkilemektedir. Özellikle geleceğimizi teslim
edeceğimiz çocuklarımız nasıl bir geleceğe doğru koştuklarının endişe, korku ve
heyecanı içendedirler. Güvenli ve sağlıklı gelecek, tüm çocukların iyi ve
sağlıklı yetişmelerine bağlıdır.
Çocukları etkileyen
olumsuz çevre koşulları, olumlu olanlardan çok fazladır. Çocuklarımız, yeterli
içme ve kullanma suyu, gıda ve beslenme koşulları bulunmayan, hava kirliliği,
atık ve kanalizasyon sorunu bulunan ortamlarda yetiştirilmekte ve büyümektedir.
Yeterli su bulunmayan bir evde, bir okulda, çocuklara, el yıkamayı ve temizliği
nasıl anlatabiliriz, nasıl öğretebiliriz?! Ev ve okuliçi temizliğinin
sağlanamaması durumunda, pek çok hastalığa davetiye çıkarmış bulunuruz.
Hastalığın tedavisi, daha pahalı ve geç kalınan bir yöntemdir; önemli olan,
hasta olmadan koruyucu sağlık önlemlerini almaktır. Bunun yolları bellidir ve
bilimsel gerçeklerle kanıtlanmıştır. Hasta olmamak için, eğitim ve çevre
ortamının hazırlanması, iyi ve yeterli beslenme, gerektiğinde aşı ve diğer
koruyucu önlemler, işbirliği ve yardımlaşma gibi konulara önem ve öncelik
verilmelidir.
Değerli arkadaşlar, Türk
toplumunun sağlık düzeyini yükseltmek, gelecek nesillerimizin daha iyi şartlarda
yetişmesini sağlamak, ülkemizin en büyük özlemidir. Bu amacı gerçekleştirmek
için kurulan Sağlık Bakanlığının görevi, vatandaşımızın sağlıklı bir ortamda
yaşamasını sağlamak, sağlığını koruma bilincini vermek ve bunun için gerekli
politikaları belirlemek, bunları uygulamaya koymak, uygulamaları denetlemektir.
Sağlıklı ortamlar hazırlamak, her toplumda, yöneticilerin görevidir ve yalnız
Sağlık Bakanlığının ve ona bağlı kuruluşların değil, tüm -kamu, özel- kurum ve
kuruluşların görevi olmalıdır.
Değerli arkadaşlar, 1990
yılı eylül ayında, dünya liderleri, o güne kadar görülmemiş bir sayıyla,
Birleşmiş Milletlerin New York'taki merkez binasında, Çocuklar İçin Dünya
Sağlık Zirvesinde bir araya gelerek, samimî ve coşkulu bir biçimde, çocuklara
karşı sorumluluklarını ele alıp tartışmışlardır. Bu toplantıda, 71 devlet ve
hükümet başkanı ile 88 üst düzey yönetici "her çocuğa daha iyi bir gelecek
sağlamaktan daha saygın bir görev olamaz" diyerek, çocukları korumaya,
acılarını azaltmaya, insan olarak tanıdıkları potansiyeli tam olarak
gerçekleştirmelerini sağlamaya söz vermişlerdir.
Değerli milletvekilleri,
7 Nisan 2003 Dünya Sağlık Gününde "çocuklar geleceğimizin
güvencesidir" gibi güzel sözler yanında, çocuklarımıza daha iyi bir çevre
hazırlanmasında, her birimizin üzerine düşeni yerine getirmesi gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tunç,
mikrofonu açıyorum, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ALİM TUNÇ (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
bugün, Dünya Sağlık Günü, tüm dünyada tartışılırken, geleceğimiz olan çocuklar
için çözüm üretilirken, hemen yanı başımızda yaşanan insanlık dramı hepimizi
derinden üzmektedir. Olayın siyasî boyutu bir yana, Irak'taki siviller,
kadınlar ve çocuklar için harekete geçmeliyiz. Eminim ki, oradaki insanların,
özellikle, masum çocukların çaresizliği, içlerimizi yakıyor. Bu savaşın
anlamsızlığını, çocukların hep çizdiği güneş, mavi gökyüzü, çiçekler ve uçan
kuş tasvirlerinden anlıyoruz. Bu barış dolu resimleri, Iraklı çocuklar da
çiziyordu, inşallah çizmeye devam edecekler...
Bu günü Iraklı çocuklara
armağan ediyor, bir an önce tüm bu yaşamsal haklardan faydalanmalarını diliyor,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tunç.
Yine, bu Dünya Sağlık
Günü vesilesiyle, Iğdır Milletvekilimiz Prof. Dr. Sayın Dursun Akdemir ve
Balıkesir Milletvekilimiz Dr. Sayın Turhan Çömez Beyler de söz istemişlerse de,
bir milletvekilimize söz verdiğimizden, zabıtlara geçmesi bakımından, arz
ediyorum.
İkinci söz, Anadolu
Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümü nedeniyle, İstanbul Milletvekili Sayın
Berhan Şimşek'e aittir.
Buyurun Sayın Şimşek.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
2. - İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek’in, Anadolu
Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)-
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü
kuruluş yıldönümü nedeniyle, "savaş ve ulusal basın" konusunda
gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Türkiye'nin yanı başında
kanlı bir savaş sürüyor. Savaşta yaşanan vahşetin, acının ve açlığın, dünya
kamuoyundan yazılı ve görsel basın tarafından gizlendiği tartışması, özellikle
son günlerde yoğunlaştı. Bu savaş, medya savaşına dönüştü. Özgürlükler ülkesi
olarak bilinen Amerika ve demokrasinin beşiği sayılan İngiltere'de de basına
yoğun bir baskı var; bu iki ülke çıkarları doğrultusunda tarihi çarpıtıyorlar.
Doğumevlerine, hastanelere, pazar yerlerine, çocukların sığınağına düşen
tonlarca bombanın yol açtığı sivil can kayıpları dünya kamuoyundan gizleniyor;
Iraklı esirlere uygulanan insanlıkdışı muamele, yine, dünya medyası tarafından
görmezden geliniyor.
Sınırötesi gazeteciliğin
köklü kuruluşları tarihsel geçmişlerini ve gazetecilik mesleği ilkelerini bir
kenara bırakıp, kamuoyunu istedikleri gibi yönlendiriyorlar. BBC'nin, CNN'in
deneyimli kadroları, savaş muhabirliğini bırakıp, âdeta, spor muhabirliğine
başladı. Ellerindeki mikrofonla ya da kalemlerle, belli bir takımın taraftarı
olan spor muhabirleri gibi, tuttukları ekibin ataklarını anlatıyor, gücünü
övüyorlar. Bu durum basın etiğiyle çelişiyor. Görevini gazetecilik etik
kurallarına göre yapmak isteyen haberciler de aforoz ediliyor, vatan haini
muamelesi görüyor. Oysa, bundan 83 yıl önce, Cumhuriyetimizden, hatta, Büyük
Millet Meclisinden de önce Anadolu Ajansı kurulmuştu; tüm ulusumuza ve dünyaya,
gazeteciliğin ve ulusal haberciliğin önemini göstermişti. Her türlü maddî
imkâna sahip olan İngilizlerin BBC'si bile 1922'de, yani, Anadolu Ajansından
sonra kurulmuştu.
Anadolu Ajansının
kuruluşu, tüm mazlum milletlere örnek olan Kurtuluş Savaşımızda bir dönüm
noktasıdır. Anadolu Ajansının önemini anlatmak için, kan ve gözyaşı dolu o
günleri anımsamak ve o günlere dönmek gerek. İşgal altındaki bir ülke; İngiliz
donanması İstanbul'a demirlemiş, gemilerinin toplarını padişahın sarayına
doğrultmuşlar... Mütareke basını ise, ülkemizi yakıp yıkan işgalcileri övmekte
ve tek yaptıkları, teslimiyet propagandasıyla halkımızın moralini bozmaktı.
Örneğin, İstanbul'da yayımlanan Ali Kemal'in gazetesinde, 9 Kasım 1918'de,
"İngiliz milleti dünyanın en azimli milletidir", 16 Kasımda ise
"iki vatanımız var; biri anavatan, diğeri İngiltere" diye yazıyordu.
Halkımız yoksulluğun ve
işgalin pençesinde kan ağlarken, mütareke basını, İngiliz Muhipleri Cemiyeti
çerçevesinde düzenlenen balo ve partilerde, vur patlasın çal oynasın eğleniyor,
yabancı dostlarına şirin görünmek için kalemşorluk yapıyordu.
Yakup Kadri'nin
"Sodom ve Gomore"sunda ya da Nâzım Hikmet'in Kuvayı Milliye
Destanında bu onursuz tablo açıkça tafsil edilmiştir. O gün yazılan yazılardaki
"İngiliz dostlarımız" sözcükleri yerine, bugünkü köşe yazılarında
sıkça geçen "Amerikalılar" ibaresini koyun; karşınıza, pek çok uydum
akıllının bugün yazdığı, toplumumuzun başka devletlere yaltaklanarak menfaat
sağlamasını savunan yazılar çıkar. Bilerek ya da bilmeyerek, böyle bir kirli
tezgâha malzeme olmak, malzeme sunmak, gazetecilikle bağdaşmaz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; özellikle son elli yılda başlayan toplumsal yozlaşmanın sonucu
olarak, dünya ve ülke gerçeklerine yabancılaşanlar, cumhuriyetimizin
değerlerini de yozlaştırma çabası içerisindedirler. Sonuçta, medyatik gerçekle,
yaşamsal gerçeğin üzeri örtülüyor. Oysa, o zamanlar ulusumuzu, yazdıkları
köşelerde Amerikan mandasının mı yoksa İngiliz mandasının mı daha iyi olacağını
tartışanlar kurtarmadı; aileleriyle helalleşerek Ankara'nın yolunu tutan
mebuslar, cephedeki kahramanlar, varını yoğunu cepheye aktaran kadınlar, kısacası,
halkımız, bu ulusal Kurtuluş Savaşını sağladı.
Atatürk'ün önderliğindeki
bu büyük mücadeleye, Anadolu Ajansı da büyük katkılar sağladı...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
sözlerinizi tamamlayın Sayın Şimşek.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Ankara'ya hareket eden Yunus Nadi Bey ve
Halide Edip Hanımın önerileri üzerine, Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920'de kuruldu.
Halide Edip Hanım, Atatürk'ün kurduğu Anadolu Ajansının aynı zamanda isim
annesidir.
Anadolu Ajansı,
Anadolu'nun şanlı mücadelesini başarıyla tüm dünyaya ve yurda duyurdu. Güçlüye
karşı haklının kazanabileceğini, yalansız, gür ve onurlu bir sesle haykırdı.
İşgale karşı koyarken, belki şimdiki gibi, siyasette "usta kaptan"
olduğunu iddia edenler yoktu; ama, güvenilir kaptanlar, kayıkçılar vardı.
Anadolu Ajansı, bültenlerini, yani, direnişin sesini, Karadenizin hırçın
dalgaları üzerinden İstanbul'a ve yurdun diğer merkezlerine yaydı. Mütareke
basınının direncini bu sayede kırdı.
Atatürk, Anadolu
Ajansının hiç ödün vermediği ilkelerini, Kuruluş Genelgesinde ilan etmişti.
Atatürk, bugün çağdaş gazeteciliğin tanımı sayılan ilkeleri 83 yıl önce
açıklamıştı. Büyük Önder "Anadolu Ajansı hızlı, doğru ve objektif habercilik
yapacaktır" demiştir. Bu anlayıştan bugün de ders alınmalı.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; oysa, gazeteci, daha matbuat devrinde başlayan toplumu
aydınlatma görevine sahip çıkmalı. Demokrasiye büyük bir özveriyle katkı yapan
basın dönemi, toplumsal yaşamda yükselen bir değer oluşturmuştu. Medya çağında
ise, çürüyen, düzeysiz habercilik ortaya çıktı.
Günümüzde, sendikal
hakları olmayan, işsizlikten perişan olan, baskılara, ölümlere ve tehditlere
maruz kalan gazeteciler, halkımızın sesidir, sahip çıkmalıyız.
Anadolu Ajansının 83 üncü
kuruluş yıldönümünü kutlar, Halide Ediplerden bugünlere kadar Anadolu Ajansına
ve bağımsız Türkiye basınına katkı sunanlara şükranlarımı sunar, Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Şimşek,
Sayın Bakan, söz
isteğiniz?..
DEVLET BAKANI BEŞİR
ATALAY (Ankara) - Yok; soru veya bilgi talebi olmadığı için...
Teşekkür ederim sayın
konuşmacıya.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Gündemdışı üçüncü söz,
Bursa'nın fethinin 677 nci yıldönümü nedeniyle, Bursa Milletvekili Sayın Şevket
Orhan'a aittir.
Buyurun Sayın Orhan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
3. - Bursa Milletvekili Şevket Orhan’ın, Bursa’nın fethinin
677 nci yıldönümü etkinliklerine ilişkin gündemdışı konuşması
ŞEVKET ORHAN (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Osmanlı İmparatorluğuna payitahtlık
yapmış Bursamızın fethinin 677 nci yılının anılması etkinlikleri nedeniyle
gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve dolayısıyla milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Selçuklu Padişahı Alaaddin Keykubat zamanında Oğuzların Kayı Boyu, Ertuğrul
Beyin idaresi altındaydı. Ankara civarındaki Karacadağ'a yerleşmişlerdi.
Sonradan Söğüt ve Domaniç'e geldiler.
Ertuğrul Gazi 90 yaşın
üzerinde vefat etti ve Söğüt Kasabasına gömüldü; şimdi türbesi oradadır.
Ertuğrul Gazi'den sonra
yönetimi oğlu Osman Bey devraldı.
Osman Bey, Bursa'nın
fethi çalışmaları sırasında, sırasıyla, Yenişehir, İnegöl, Gemlik, Mudanya ve
Orhaneli gibi ilçeleri fethettikten sonra, aldıktan sonra, benim de şu anda
yaşadığım, doğup büyüdüğüm Bursa'nın Pınarbaşı meydanında ordusunu
konuşlandırdı ve kuşatma başladı. Fakat, Osman Bey yaşlanmış idi. Kuşatma
yaklaşık sekiz yıl sürecekti. Yönetimi oğlu Orhan Beye vermişti. Orhan Bey,
yaklaşık sekiz yıl süren kuşatmadan sonra Bursa tekfuru olan ( o zaman yönetimin
başında bulunanlara "tekfur" deniyordu) Broses'in teslim olmasıyla
-Köse Mihal'in delaletiyle teslim oldu- ve Gemlik'e kadar askerlerin
kontrolünde göndererek Bursa'nın fethini tamamlamış oldu.
Bursa'nın fethinde,
özellikle, Ahilerin, Ahi şeyhlerinin çok fazla etkisi vardı. Ahilerin anlayışı
şunlardan ibaretti:
1- Güçlü ve kuvvetliyken
bağışlamak.
2- Kızgınken yumuşamak.
3- Düşmana bile iyilik
yapmak.
4- Kendi muhtaç olsa da
başkalarına yardım etmek.
Elbette ki, Şeyh Edebali
bu dönemin önemli isimlerinden
birisiydi. Osman Gazi'nin kayınpederi olmasıyla birlikte, o döneme imzasını
atan büyüklerimizden bir tanesiydi ve damadı Osman Gazi'ye şunu vasiyet
ediyordu:
"Ey oğul, beysin...
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül
almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak
sana.
Acizlik bize, yanılgı
bize, hoşgörmek sana.
Geçimsizlikler,
çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Kötü söz, şom ağız,
haksız yorum bize, bağışlamak sana.
Bundan sonra bölmek bize,
bütünlemek sana.
Üşengeçlik bize, uyarmak,
gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Ey oğul! Sabretmesini
bil; vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma! İnsanı
yaşat ki, devlet yaşasın.
Ey oğul! Yükün ağır, işin
çetin, gücün kıla bağlı.
Allah yardımcın
olsun."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dönemimizin önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
şiirinden de Bursa'yla ilgili küçük bir kıssa okuyacağım:
"Bursa'da Zaman
Bursa'da eski bir cami
avlusu,
Küçük şadırvanda
şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma
bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar
çınar.
Yeşil Türbesini gezdik
dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi
zamandan,
Çinilere sinmiş Kur'an
sesini,
Fetih günlerinin saf
neşesini."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim,
mikrofonunuzu açıyorum; tamamlayın lütfen.
ŞEVKET ORHAN (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bir çağı açan, bir çağı kapatan
Osmanlı Devleti gibi bir medeniyetin kuruluşunu başlatmış olan, güzel bir şehir
olan Bursa; çarpık kentleşmesiyle, biten verimli arazisiyle, ovasıyla, turizm
noktasında, yarım saat ötesinde dağ, yarım saat kuzeyinde, güneyinde deniziyle
çok güzel bir belde olan yeşil Bursa, bugün, maalesef, bitmek üzere. Bursa'nın
yüzde 70'i kaçak ve bize emanet olarak bırakılmış olan bu güzelim Bursa,
maalesef, şu anda, bitmek üzere, taş yığını haline gelmek üzere. O vakıf
arazilerindeki kestanelerinden, ovasında yetişen o güzel şeftalisinden
neredeyse eser kalmayacak ve bize emanet olunan o güzel tarihî kültür, o güzel
vakıf eserleri, hepsi teker teker yıkılmakta. Başkentlik yapmış, payitahtlık
yapmış bu güzel Bursa, beş altı padişahın konaklamış olduğu Bursa, şu anda,
maalesef, bitmek üzere, yıkılmak üzere. Bunun müsebbibi olan bizler -ben, önce
kendimden başlıyorum- ve maalesef, merkezî yönetimler, bugüne kadar Bursamıza
hiç el atmamış; çok üzgünüm. İnanıyorum ki, bundan sonra, bizler vasıtasıyla,
Bursa milletvekillerimiz vasıtasıyla, bu biten tarihe el atacağız, biten ovaya
el atacağız, tarihî ve turistik yerlerimize el atacağız ve Bursa'yı tekrar,
inşallah, ayağı kaldıracağız diyorum ve sözlerimi, şu güzel Bursamızı bize 677
yıl önce teslim eden ecdadımızı rahmetle anarak bitirmek istiyor, Yüce
Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Orhan,
teşekkür ederiz.
Başkanlığın, Genel Kurula
diğer sunuşları vardır.
2 adet Meclis araştırması
önergesi vardır, okutup, bilgilerinize sunacağım.
Ancak, bu metinler uzun;
dolayısıyla, Kâtip Üyenin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Teşekkür ediyorum.
İlk önergeyi okutuyorum:
C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve 42 milletvekilinin,
Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve yol açtığı zararların araştırılarak
tazmini ve önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Asi Nehrinin taşması
sonucunda Hatay İline bağlı ilçe ve köylerde meydana gelen, süreklilik arz eden
su baskınlarının nedenlerinin incelenmesi, önüne geçilmesi için alınması
gereken tedbirlerin, yapılacak yatırım ve projelerin araştırılarak ortaya
çıkarılması, Suriye Devleti nezdinde, taşkınlığa neden olan barajları ve yöre
halkının uğradığı zararların tazmini için yapılacak girişimleri tespit etmek
amacıyla Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla
arz ederiz.
1- Zübeyir Amber Hatay
2- Fuat Çay Hatay
3- Mesut Değer Diyarbakır
4- İnal Batu Hatay
5- Türkân Miçooğulları İzmir
6- Canan Arıtman İzmir
7- Gökhan Durgun Hatay
8- Memduh Hacıoğlu İstanbul
9- Sedat Uzunbay İzmir
10- Muharrem Eskiyapan Kayseri
11- Mustafa Sayar Amasya
12- Muharrem İnce Yalova
13- Abdürrezzak Erten İzmir
14- Mehmet Semerci (Aydın)
15- Yılmaz Kaya (İzmir)
16- Hüseyin Özcan (Mersin)
17- Hasan Güyüldar (Tunceli)
18- Haluk Koç (Samsun)
19- Tacidar Seyhan (Adana)
20- Mustafa Özyürek (Mersin)
21- A. İsmet Çanakçı (Ankara)
22- Necati Uzdil (Osmaniye)
23- Tuncay Ercenk (Antalya)
24- Osman Kaptan (Antalya)
25- Abdulaziz Yazar (Hatay)
26- Naci Aslan (Ağrı)
27- M. Nezir Nasıroğlu (Batman)
28- Ali Topuz (İstanbul)
29- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
30- Orhan Ziya Diren (Tokat)
31- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
32- Fahrettin Üstün (Muğla)
33- Ersoy Bulut (Mersin)
34- Halil Tiryaki (Kırıkkale)
35- Ali Rıza Bodur (İzmir)
36- Erdal Karademir (İzmir)
37- V. Haşim Oral (Denizli)
38- Enver Öktem (İzmir)
39- İsmail Değerli (Ankara)
40- Hasan Aydın (İstanbul)
41- Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
42- Muharrem Doğan (Mardin)
43- Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
Gerekçe:
Asi Nehrinin sık sık
taşması sonucunda, Hatay İli Merkez, Altınözü ve Reyhanlı İlçelerinde binlerce
dekarlık tarım arazisi su altında kalmakta, yöre halkının hayvan ve tarım
araçları zarar görmekte, trilyonlarca liralık maddî zarar meydana gelmektedir.
Hatay için sürekli doğal
afet haline gelen Asi Nehrinin taşması, Suriye'deki El Zeydan Barajının
5.6.2002 tarihinde yıkılması ve bu ülkeye ait diğer barajların kapaklarının
yoğun yağışlar sonrası açılması sonrasında sıklıkla meydana gelmektedir.
Örneğin, geçtiğimiz
aylarda, nehrin taşması ve yatak değiştirmesi sonucunda Hatay İli Merkez İlçede
1 köy, Altınözü İlçesinde 10 köy, Reyhanlı İlçesinde 4 köyde yaklaşık 70 000
dekar tarım alanı sular altında kalmıştır. Yüzlerce büyük ve küçükbaş hayvan
telef olmuş, çiftçilerin tarım makine ve araçları tahribata uğramıştır. Zararın
toplam parasal değeri yaklaşık 4 trilyon liradır.
Sürekli tekrarlanan ve
trilyonlarca lira zarara yol açan bu su taşkınlarının önlenmesi, bölge ve ülke
ekonomisine önemli katkılar sağlayacaktır.
Asi Nehri üzerinde
yapılacak olan Reyhanlı Barajı projesinde ilerleme kaydedilmemesi kaygıları
artırmaktadır.
Öte yandan, Suriye'nin
kusurundan kaynaklanan zararların, uluslararası hukuk ve komşuluk ilişkileri
çerçevesinde, bu ülkeden tazmin edilmesi konusunda kamuoyuna hiçbir açıklama
yapılmamaktadır.
Bu gerekçelerle, bölge
halkı için felakete dönüşen Asi Nehrinden kaynaklanan ve süreklilik arz eden su
baskınlarının nedenlerinin incelenmesi; önüne geçilmesi için alınması gereken
tedbirlerin, yapılacak yatırım ve projelerin araştırılarak ortaya çıkarılması;
Suriye Devleti nezdinde, taşkınlığa neden olan barajları ve yöre halkının
uğradığı zararların tazmini için yapılacak girişimleri tespit etmek amacıyla
Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması zorunlu hale gelmiştir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
İkinci önergeyi
okutuyorum:
2. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 20 milletvekilinin,
Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/59)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Trakya Bölgemiz ve Edirne
İlimizin tarımsal ekonomide önemli bir yer tutan çeltik ekimi ve çeltik
üreticilerinin sorunlarının araştırılıp, alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince, Meclis araştırması açılmasını
arz ederiz.
1- Rasim Çakır (Edirne)
2- Mehmet Boztaş (Aydın)
3- Enis Tütüncü (Tekirdağ)
4- Muharrem Toprak (İzmir)
5- Muzaffer R.
Kurtulmuşoğlu (Ankara)
6- Osman Özcan (Antalya)
7- Necati Uzdil (Osmaniye)
8- Osman Kaptan (Antalya)
9- Atilla Kart (Konya)
10- Orhan Sür (Balıkesir)
11- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
12- Canan Arıtman (İzmir)
13- Hüseyin Ekmekçioğlu (Antalya)
14- Sedat Pekel (Balıkesir)
15- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
16- Erdoğan Kaplan (Tekirdağ)
17- Feridun Fikret
Baloğlu (Antalya)
18- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
19- Orhan Ziya Diren (Tokat)
20- Halil Tiryaki (Kırıkkale)
21- Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (Malatya)
Gerekçe:
Bilindiği gibi, temel
besin maddelerimizden olan pirinç ve bunun hammaddesi çeltik üretimi, Trakya'da
Meriç Havzasında - İpsala - Meriç Ovalarında yapılmakta olup, Türkiye genelinde
yüzde 44 çeltik bu bölgede yetişmekte olup, tür itibariyle birçok dünya
ülkesiyle yarışacak düzeydedir. Ülkemizde ve bölgemizde, çeltik üreticilerinin
büyük çoğunluğu ileri yetiştirme teknikleri kullanmaktadır.
Türkiye'de pirinç
tüketimi kişi başına 8 kilogram olup, ülke genelinde yıllık 520 000 ton pirinç
ihtiyacımız bulunmaktadır. Üretim ise, 2002 yılı verilerine göre, 204 000
tondur. Trakya'da ise, 2001 yılı verilerine göre, 169 329 ton çeltik üretimi
yapılmıştır. Bölge ekonomisine katkısı 7 253 683 TL/kilogramdır. Bu temel besin
maddemizle ilgili üretimin artırılması için politikalar üretilmesi
gerekmektedir.
Üretimin artırılması
için; Trakya'da yapımı süren Hamzadere ve Çakmak barajlarının devreye
girmesiyle 25 000 hektarlık bir alan devreye girecek ve çeltik üretiminde
önemli bir oran artışı sağlanacaktır.
Çeltik üreticilerinin
bölgede sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların aşılması gerekmektedir. Şöyle
ki:
Destekleme alımları.
Tüketicinin ekonomik ve
ithal pirinçteki standardizasyon ve pazarlama stratejileri dolayısıyla
rekabette zorlanmaktadırlar.
Üretici birlikleri kanunu
çıkmaması nedeniyle, çeltik üreticileri, özellikle Amerikan çeltik üreticisi
birliklerinin politikaları karşısında bir şey yapamamaktadırlar.
Çeltikte çeşit sorunu,
sertifikalı tohumluk üretimi ve kullanımı uzun vade çeltik politikalarının
olmaması nedeniyle sorunlar yaşanmaktadır.
Enstitülerce geliştirilen
çeşitlerin (Osmancık vb) üreticilere daha fazla dağıtılması gerekmektedir.
Çeltik ekimleri
mevsiminde üreticinin, tarla hazırlığı, tohum kullanımı ve su drene etmesi
konularında bilgilendirilip desteklenmesi gerekmektedir.
Çeltik alanları, Ergene
Nehri kirliliğinden olumsuz etkilenmektedir. Çeltik arazileri Ergene'den
sulanamamakta olup DSİ sulamalarından yararlanılmaktadır.
Trakya'da yetişen
pirinçte ağır metaller bulunduğu söylemleri ve spekülasyonları bulunmaktadır.
Tarımsal Araştırma Enstitüsünün bu konudaki araştırma ve raporlarının kamuoyuna
duyurulması gerekmektedir.
Uzun süreli depolanacak
çeltiklerin sıcaklık ve nem kontrolü yapılabilen depolarda depolanması
gerektiğinden, çeltik depolarının kontrolü ve yenilenmesi gerekmektedir.
Pirinç işleme
tesislerinde gerekli modernizasyonun yapılabilmesi için bu sanayiin
desteklenmesi gerekmektedir.
Cazip gösterilen ve özellikle
Mısır'dan ithal edilen pirincin kalite standartları incelendiğinde, ülkemizde
üretilen ve işlenen pirinçlere göre düşük kalitede olduğu görülecek olup,
normal ithalat yanında, kaçak yollardan, özellikle Suriye ve Irak üzerinden
yapılan sınır ticaretinde, birtakım olumsuzlukların ve kaçak yollardan oldukça
fazla miktarda pirincin piyasa girmesi üreticiyi olumsuz etkilemektedir.
Türkiye'de, pirinç
tüketiminin artması sebebiyle, yıllık asgarî 300 000 ton ithalat gereksinimi
vardır; ancak, 1984 sonrası ekonomi politikalarıyla Türkiye, pirinçte net
ithalatçı bir ülke konumuna gelmiştir. Bu da, her yıl, yaklaşık 100 000 000
dolar dövizin yurt dışına gitmesine neden olmaktadır. İthalatta ise
"pirinç" yerine "çeltik veya kargo" şeklinde yapılmaması,
ülke ekonomisine önemli ölçüde katmadeğer kaybına neden olmaktadır; çünkü,
yüzde 15 kapasiteyle çalışmakta olan 104 çeltik fabrikası bulunmakta olup, bu
fabrikalarda, ortalama 25 kişinin çalıştığı düşünüldüğünde, hizmetler
sektöründe de bu alanda sıkıntı yaşanmaktadır.
Pirinç üretiminin bölge
ve ülke genelinde artırılmasıyla ilgili önlemlerin alınması, desteklerin
sağlanması halinde, çeltik hammaddesinden sağlanacak yan ürünler de, ayrı bir
katmadeğer olacaktır. Buna bağlı olarak, hizmetler, taşıma ve pazarlama gibi
diğer sektörlerde yeni imkânlar sağlanacaktır. Bu da, ülke insanımızın temel
besin maddeleri ihtiyaçlarını karşılamada, kendimize yeter ülke konumuna tekrar
gelişimiz demektir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair 3 adet önerge vardır; okutuyorum:
D) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
(6/141) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/37)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 8 inci sırasında yer alan (6/141) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
Malatya
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir.
2. - Samsun Milletvekili Haluk Koç’un, (6/268) esas numaralı
sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/38)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 116 ncı sırasında yer alan (6/268) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Haluk Koç
Samsun
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir.
3. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu’nun, (6/340) esas
numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/399)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
(6/340) sıra sayılı soru
önergemi geri çekiyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Atilla Başoğlu
Adana
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Başbakanlığın bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
4. - Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında tanzim edilen
soruşturma dosyasının iade edilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/237)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: a) 13.01.2003 tarih
ve B.02.0.PPG.0.12-310-880 sayılı yazımız.
b) 24.02.2003 tarih ve
B.02.0.PPG.0.12-310-3243 sayılı yazımız.
c) Adalet Bakanlığının
25.03.2003 tarih ve B.03.0.CİG.0.00.00.02.-1.128.58.2002/14517 sayılı yazısı
3167 sayılı Çek Kanununa
muhalefet suçunu işlediği iddia olunan Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında
tanzim edilen soruşturma dosyası TC Anayasasının 83 üncü maddesine göre gereği
yapılmak üzere ilgi (a) yazımız ekinde gönderilmişti.
Ancak, müşteki Nusret
Erdi Demir'in feragat dilekçesi vermesi sebebiyle, adı geçen milletvekiline ait
soruşturma dosyası, Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere ilgi (b) yazımızla
talep edilmiş; fakat, bugüne kadar bir cevap alınamamıştır.
Bu defa, söz konusu
soruşturma dosyasının iadesini tekrar talep eden Adalet Bakanlığının ilgi (c)
yazısının sureti ve eki ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Dosya, hükümete
geri verilmiştir.
Ancak, sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresinde, dosyanın daha önce talep edildiği;
fakat, bugüne kadar bir cevap alınamadığı şeklinde bir ifade yer almakta ise
de, Başbakanlığın daha önceki tezkere ve ekleri incelenmiş ve bu tezkerede
gönderilen evrakın soruşturma dosyasına konulmasının istendiği; dosyanın
iadesine dair bir talebin bulunmadığı görülmüştür. Bu nedenle, dosya, o tarihte
gönderilememiş, bugünkü yazı ve talepleri üzerine geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş 2 adet doğrudan gündeme alınma
önergesi vardır; ayrı ayrı okutacağım, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
5. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit’in Olağanüstü
Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve
Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında 21.1.1998 Tarih ve 4325 Sayılı Kanun ile 15 Nisan 2000 Tarih
ve 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda (2/15) Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/40)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
(2/15) esas numaralı
kanun teklifimin üzerinden 45 gün geçmesine rağmen ilgili komisyonda
görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılmasını takdir ve
tensiplerinize saygılarımla arz ederim. 31.3.2003
Muhsin Koçyiğit
Diyarbakır
BAŞKAN - Bu konuda söz
isteği var mı?
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Evet, ben söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge sahibi
olarak, Diyarbakır Milletvekili Sayın Muhsin Koçyiğit; buyurun efendim.
Süreniz 5 dakikadır.
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vermiş olduğum (2/15) esas numaralı kanun teklifim hakkında
görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde,
vergi teşvikleri uygulamak ve yatırımlara, bedelsiz kamu arsa ve arazisi temin
etmek suretiyle, yatırımların ve istihdam imkânlarının artırılması amacıyla, 23
Ocak 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4325 sayılı Kanunun uygulama süresi
31.12.2002 tarihinde sona ermiştir.
Başta Diyarbakır olmak
üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, bir yandan yirmi yıldan beri
süren olağanüstü hal yönetimi, öte yandan Irak savaşının olumsuz ve yıkıcı
etkileri sonucu işyerleri kapanmış, üretim durmuş, işsizlik alabildiğine
artarak, bölgemiz, âdeta ekonomik ve sosyal erozyona uğramıştır. Bu koşullar
altındaki halk perişan, tedirgin ve panik içerisinde, batı bölgelerimize doğru
göç etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bölgemiz için çok önemli teşvik unsurlarını içeren 4325 sayılı
Yasanın uygulama süresi 31.12.2002 tarihi itibariyle dolduğundan, bunun
devamını sağlamak üzere, mevcut yasadan daha kapsamlı, daha uzun süreli ve daha
teşvik edici bir yasa teklifi hazırlanarak, 19 Aralık 2002 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur; ancak, üzülerek belirtmeliyim
ki, aradan geçen üç aylık süreye rağmen, bugüne kadar, bu kanun teklifimiz,
Yüce Genel Kurula ve komisyonlara sevk edilmemiştir. Her defasında uzlaşmadan
bahseden İktidar Partisinin, bu kadar teknik bir konudaki kanun teklifini Genel
Kurula getirmemesini anlamak mümkün değildir.
Bunda, bütün
bölgelerimizin menfaatı vardır; başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz
olmak üzere, tüm ülkemizin menfaatı vardır. Siyasî amacı olmayan, tamamen
teknik içerikli bir yasa teklifidir.
Değerli milletvekilleri,
ülkemiz, dünya standardında üreten, yüksek istihdam düzeyine ulaşan, gelirini
adil paylaşan, bölgelerarası eşitsizlikleri gideren bir yapıyı ve
sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı acilen gerçekleştirmek zorundadır. Bu
uygulamayla, dövize, faize ve borsaya dayalı sanal ekonomiden reel ekonomiye
geçilecek, yatırımlar ve istihdam artacaktır.
4325 sayılı Yasa, esas
itibariyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yer alan illerde
uygulanmaktadır. Bu bölgelerimiz, uzun yıllar süren terörün etkisiyle önemli
ölçüde geri kaldığından ve bu bölgelerimizde işsizlik çok yüksek boyutlarda
olduğundan, fakirlik de alabildiğine artmıştır. Minimum gıda harcaması
yöntemiyle yapılan bir araştırmada, fakirlik oranı, Ege Bölgesinde nüfusun
yüzde 3'ü oranındayken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde nüfusun yüzde
20'sine kadar çıkabilmektedir; yani,
Ege Bölgesine göre, fakirlik, yüzde 17 daha fazladır. Yine bu illerde, kişi
başına düşen gayri safî yurtiçi hâsıla 1 500 doların altındadır; yer yer, 800
dolara, 700 dolara kadar inebilmektedir. Yine bu bölgelerimizde, bu
illerimizde, sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi, yüzde 0,5'in altındadır.
Değerli milletvekilleri,
kanun teklifimizde, 4325 sayılı Yasanın uygulanmakta olduğu 22 il aynen
korunmuştur; eski kanunda da vardı, bu teklifimizde de 22 il korundu. Eski
illerin tespit edilmesindeki amaç: Burada, daha önce bir kanun uygulandı,
burada bir vergi tabanı uygulandı; bunun için, biz bu illeri tekrar aldık.
Burada ikinci bir değişiklik:
Biz, bu illerin tespitini Bakanlar Kuruluna değil, doğrudan Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kararına bıraktık. Bundan amacımız, hem Bakanlar Kurulunu bir
baskıdan kurtarmak suretiyle, siyasî baskılar sonucu illerin sayısının
artırılmamasını sağlamak hem de bu illerimizde, daha önce böyle bir kanun
uygulandığı için, sermaye birikimi olduğundan tekrar aynı illeri aldık; bunun
için, il sayısı aynıdır, değişmedi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasa teklifiyle, kapsama dahil illerde, mevcut veya yeni
faaliyete geçecek Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri, asgarî 20 işçi
çalıştırmak koşuluyla...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim,
mikrofonunuzu açtım; sözlerinizi tamamlar mısınız.
MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
...yasanın yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren, 10 vergilendirme dönemi, Gelir ve Kurumlar Vergisi
ile işçi ücretlerinden kesilen stopaj vergisini ödemeyecek, hazine arsa ve
arazileri bunlara bedelsiz olarak verilecek; ayrıca, Sosyal Sigortalar primi
işveren payı devlet tarafından karşılanacaktır.
Bunların yanı sıra,
ilgili elektrik mevzuatında bir değişiklik yapılarak, buradaki illerdeki
elektrik faturalarının, elektrik maliyetlerinin yarısını devletin karşılaması
amaçlanmıştır; çünkü, vergi kanunlarıyla, ancak vergiyle ilgili düzenlemeler
yapılabilir. Bu burada yer almadı; fakat, ilgili mevzuatta değişiklik
yapılarak, elektrik teşviki de getirilebilir bunun yanı sıra.
Bir de, bizim bu kanun
teklifimize göre -eskiden stopaj vergilerinin tümü alınıyordu- 20 işçiden fazla
işçi çalıştırılan işyerlerinde, her işçi için, 0,2 puan vergi ödenmeyecek;
yani, 75 işçi çalıştırıyorsa, yüzde 15'lik stopaj vergisini mükellefler
ödemeyeceklerdir. Bunun süresi de eskiden 5 yıldı, bu kanun teklifiyle 10 yıla
çıkarılmıştır. Yani, 10 yıl süreyle, doğu ve güneydoğuda ve Karadenizin bazı
illerinde -22 ilimizde- Gelir ve Kurumlar Vergisi ödenmeyecek, stopaj vergileri
ödenmeyecek, kamu arazileri işletmelere bedava verilecektir.
Bir de, eskiden, sadece
yeni kurulan şirketlere böyle bir imkân tanınıyordu; bu kanun teklifimizde, bir
haksız rekabeti ortadan kaldırmak için, biz, mevcut şirketleri de kapsama aldık
-çünkü, mevcut şirketler de işçi çalıştırıyor, üretim yapıyor- ve eşitsizliği
gidermiş olduk.
BAŞKAN - Efendim, lütfen
tamamlayın.
MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun yürürlüğe girmesiyle
birlikte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, yatırım, istihdam ve ihracat
artacağından gelir düzeyi yükselecek, gelir dağılımındaki bölgelerarası
dengesizlik ortadan kalkacaktır.
Bu vesileyle söz almış
bulunuyorum.
Bu, tamamen teknik bir
kanundur. Umut ederim ki, Yüce Meclisin bütün üyeleri, burada yer alan 22
ilimizin menfaatını düşünerek, hiç siyasal amaç gütmeden hazırlandığı için, bu
önergenin ve kanun teklifinin lehinde oy kullanıp, kanun teklifimizin doğrudan
Genel Kurula gelmesini sağlarlar.
Bu vesileyle, hepinize
teşekkür eder, saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.
Hükümetten bir söz
isteği?.. Yok.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
İkinci önergeyi
okutuyorum:
6. - Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde
(2/68) Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/41)
3.4.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
(2/68) esas numaralı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimin, 45 gün içinde
komisyonda görüşülmemesi sebebiyle, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan
gündeme alınmasını arz ederim.
Muharrem İnce
Yalova
BAŞKAN - Sayın İnce,
buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İnsanların yaşamında bazı
önemli tarihler vardır; insan yaşamını derinden etkileyen bu tarihler hiçbir
zaman unutulmaz. Kentlerin yaşamında da çok önemli tarihler vardır; kent
yaşamını derinden ilgilendirir, bu tarihler. Örneğin, Yalova için üç önemli
tarih söz konusudur. Bunlardan birincisi, Ağustos 1929'dur. Atatürk'ün
Yalova'ya geliş tarihi olan bu tarihten sonra, âdeta, cumhuriyetin ikinci bir
başkenti konumuna girmiştir Yalova. İkinci önemli tarih ise Temmuz 1995'tir. O
güne kadar İstanbul'un küçük bir ilçesi konumundan kurtulmuş olup, il olarak
değerlendirilmeye başlanmıştır. Bizi üzen üçüncü bir tarih ise 17 Ağustos
1999'dur. Ümit ediyorum ki, bugün Parlamentonun alacağı karardan sonra, 8 Nisan
2003 de, Yalova Kentinin gelişmesinde, Yalova Kentinin bundan sonraki yaşamında
çok önemli bir tarih olacaktır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; kendimizi kalkınmakta olan bir ülke kategorisinde görüyor ve
durumumuzu bu şekilde değerlendiriyorsak, insan kaynağımızı yetiştirmek,
geliştirmek, bizim için yaşamsal değerde olmalıdır. Biliyoruz ki, insan
kaynağını geliştirmek, okuryazarlık düzeyini yükseltmek ya da okul ve öğrenci
sayılarını artırmak değildir; gerekli olan, kalkınmanın gerektirdiği,
öngördüğü, insanın bilgi ve becerisini artırmaktır. Örneğin, İsviçre'de kişi
başına düşen gelir, Birleşik Arap Emirliklerinden düşük olmasına karşın, dünya
kalkınmışlık sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır; buna karşılık,
Birleşik Arap Emirlikleri 20 nci sırada yer almaktadır.
Kalkınma, toplumun bütün
kurumlarının bir orkestra gibi birlikte işlemesini gerektirir. Hızla değişen
dünya koşullarının ortaya çıkardığı eğitim talebine karşı önceden hazırlık
yapılmazsa, nüfus artışının getirdiği eğitim talebi baskısı ve değişimin ortaya
çıkardığı talep karşısında geride kalınır ve doğal olarak bir darboğaza
girilir.
Türkiye, yükseköğretim
konusunda, kuruluşundan bu yana önemli sorunlar yaşamaktadır. İlk üniversite
cumhuriyetin ilanından 10 yıl sonra, ikincisi 21, üçüncüsü 23 yıl sonra
kurulmuştur. Bugün 54 devlet, 23 de özel olmak üzere, 77 üniversitemiz
bulunmaktadır. Kamuya bağlı üniversitelerde 1 829 863 öğrenci öğrenim görürken,
vakıf üniversitelerinde 64 216 öğrenci öğrenim görmektedir. Eğitim sistemimize
giren her 100 öğrenciden ancak 18'i üniversite imkânı bulmaktadır. Bu rakamlar,
ülkemizin ileri ülkelerden yükseköğretim konusunda ne kadar geri olduğunu
göstermektedir. Rakamlar göstermektedir ki, ülkemizde yükseköğretime büyük bir
talep bulunmaktadır ve bu talep karşılanamamaktadır. Oysa, üniversiteler,
modern bir şehir yaratmada, bulunduğu bölgenin sosyal, kültürel, ekonomik ve
teknik açıdan kalkınmasında, bulunduğu yerin kültürel düzeyini ve refahını
yükseltmede, evrensel bilgiyi bölge insanının hizmetine sunmada, özellikle
bölgenin doğal kaynaklarını, yerel imkânlarını seferber etmede, halkın kalkınma
için gerekli özel yeteneklerini harekete geçirmede vazgeçilmez kurumlardır.
Yalova'da bir
üniversitenin kurulması gerektiğini savunurken, Yalovalılar adına bu talebimizi
Yüce Meclisimize taşırken, elbette, sadece bu gerçeklerden hareket etmiyoruz.
Uzmanlar, yeni üniversitelerin kuruluş yerlerinin seçiminde bazı kriterler
olduğunu öne sürmektedirler.
1- Sosyal faaliyet
alanları, kültürel mekânlar, ikamet alanları, idarî alanlar ve teknik alanlar
için uygun mekânın olması,
2- Üniversiteye başvuran
aday sayısı ile üniversiteye yerleşen aday sayısı,
3- İlin ekonomik durumu,
4- Öğretim üyesi
temininde avantajlı konumda olma.
Bu kriterler açısından
bakıldığında, Yalova'nın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Çağdaş insanın
yetiştirilme ortamı olabilecek üniversite, laboratuvar, dershane, kütüphane,
okuma odası, spor ve oyun imkânları, kültürel etkinliklere imkân verebilecek
asgarî standartlara sahip fizikî bir mekâna sahip olmalıdır. Birçok ilimizde
bulunan üniversitelerin bu imkânlardan yoksun kurulduğu hepimizce
bilinmektedir. Ülkemizde, öğrenci başına tahsis edilen kapalı mekân 8-9
metrekareyken, ABD'de de 20,6 metrekare, İngiltere'de 42,9 metrekare, Avrupa
anakarasında 17,1 metrekaredir...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İnce,
mikrofonu açtım, toparlarsanız memnun olurum.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Yalova Belediyesi tarafından, ilk planda, 5 000 öğrencilik kampus hazır hale
getirilmiştir. Kampus içerisinde 12 000 metrekare kapalı alan hazırdır. Bu da
göstermektedir ki, Yalova, üniversite kurulmasında karşılaşılan mekân
darboğazının yaşanmayacağı ender illerimizden biridir.
Yalova, ülkemizin
okuryazarlık düzeyi en yüksek illerinden biridir. Üniversite sınavlarında da bu
durum, ülkemiz ortalamasının çok üstündedir. 1997-1998 yıllarında Türkiye
birincisi olmuştur.
Yalova'da kurulacak üniversite,
salt Yalova'dan öğrenci almayacaktır; hem nüfus hem de kentleşme açısından
Türkiye'nin en ileri illeri olan İstanbul, İzmit gibi metropol illerden de
alacaktır. Yalova'da kurulacak olan bir üniversite, bu illerimizde sıkıntı
yaşanılan kültürel, sosyal etkinliklerin merkezi olabilecek bir potansiyele
sahiptir. Böylece, bölgenin kalkınma sürecinde ihmal edilen sosyal, kültürel
yönler bu sayede ortadan kalkacaktır.
Yalova, İstanbul, İzmit
ve Bursa gibi Türkiye'nin en güçlü ekonomilerine sahip üç ilinin ortasında,
yüzölçümünün yüzde 60'ı ormanlarla kaplı bir kıyı kentimizdir; ekonomisi daha
çok turizme ve tarıma dayanmaktadır. 17 Ağustos depremini yaşayan ilimiz,
ekonomik açıdan, özellikle de turizm talebindeki düşüşle sorunlar yaşamaktadır.
Elbette ki, bu durum, Yalova'nın turizm potansiyelini gözardı etmeyi
gerektirmemektedir.
Yalova'da kurulacak bir
üniversite, bir yandan turizmi canlandıracak ve bir yandan bilimsel
konferanslar, sempozyumlar ve sportif etkinlikler açısından bölgenin çekim
merkezi olacaktır. Üniversite açılma sürecinde en önemli engel olan öğretim
üyesi sorununu aşmada büyük avantajları vardır. Üniversitesi olan, dolayısıyla
öğretim üyesi fazlası olan bu iller, öğretim üyesi desteği sunabilir. Örneğin,
Balıkesir, Manisa, Denizli, Aydın ve Mersin'de üniversite kurulurken, bu fizikî
yakınlığın avantajlarından yararlanılmıştır. Yalova, üç büyük ille sınırlı
olmasıyla, bu illerimizden daha şanslıdır.
Yüce Önderin yazlık
başkentine, her şeyden önce "Yalova benim kentimdir" diyerek bu şirin
ili bize emanet eden Ulu Önderimiz Atatürk'ün emanetine sahip çıkmak, hepimizin
en yüce görevlerinden biri olmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle,
hükümetimizin ve Meclisimizin konuya göstereceği duyarlılığa Yalova halkı adına
teşekkür ediyor, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Hükümetin söz isteği?..
Yok.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum... Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Yeniden oylayıp, sayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Efendim, iki defa
oyladık; ne var ki, Meclisin iradesi...
Değerli milletvekilleri,
gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.
1 inci sırada yer alan
soruyu okumadan önce, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Dr. Mehmet
Hilmi Güler Meclis Başkanlığımıza yazılı bir müracaatta bulunarak, "Sözlü
Sorular" kısmının 2 nci sırasındaki (6/129), 3 üncü sırasındaki (6/130), 4
üncü sırasındaki (6/131) esas nolu sözlü soru önergelerine ve ayrıca, Malatya
Milletvekili Sayın Aslanoğlu'nun 8 inci sıradaki (6/141) esas nolu sorusuna
müştereken cevap vermek istediğini ifade etmişlerdir; ancak, Sayın Aslanoğlu, 8
inci sırada yer alan sorusunu biraz önce geri almıştır. Bu nedenle, 2, 3 ve 4
üncü sıralarda yer alan soruları sırası geldiğinde okuyacağım ve Sayın Bakanın,
beraber, müştereken cevap verme imkânı olacaktır.
V. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, yönetim
kademelerine yapılan atamalara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/127) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan? Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların Millî
Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını saygıyla
dilerim. 23.1.2003
Mustafa Gazalcı
Denizli
1- 11 Ocak 2003 tarihli
Resmî Gazetede "Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme,
Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmeliğin" değiştirilmesinin amacı nedir?
2- Yönetmeliğe ek geçici
bir madde eklenerek bakanlık üst düzey yöneticilerinin atanmasında eski
yönetmelikte belirlenen koşulların 2003 yılı sonuna kadar aranmamasının
gerekçesi nedir? Eski yönetmelik bir yıllığına askıya mı alınmıştır?
3- Başka bakanlıklardan
Millî Eğitim Bakanlığına geçici görevle personel getirilmiş midir? Getirilmişse
bu kişiler bakan danışmanı yapılmış mıdır? Bu işlemler, Bakanlığın kuruluş ve
görevlerini düzenleyen 3797 sayılı Yasaya uygun mudur?
4- Geçici yetkiyle,
bakanlıktaki çoğu yatırımcı birimlerin üst düzey yöneticiliklerine başka
bakanlıklardan getirilen kişiler mi atanacaktır? Eğer öyleyse, yaklaşık 600 000
kişinin çalıştığı Millî Eğitim Bakanlığında bu göreve atanacak uygun kişiler
yok mudur?
BAŞKAN - Soruyu, Sayın
Millî Eğitim Bakanımız cevaplandıracaklar.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Denizli
Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı'nın sorduğu 4 soruya cevap vermek üzere söz
almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Gazalcı'nın ve 1
inci ve 2 nci sorusuna vereceğim cevap şudur: 1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanununun 56 ncı maddesinde "Eğitim ve öğretim hizmetinin, bu kanun
hükümlerine göre devlet adına yürütülmesinden, gözetiminden ve denetiminden
Millî Eğitim Bakanlığı sorumludur" hükmüne yer verilmiştir. Bakanlığımız
bu sorumluluğunu, başta, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun olmak üzere, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunuyla
ilgili diğer kanunlar çerçevesinde yerine getirmektedir. Bu bağlamda,
Bakanlığımız, merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı yönetim görevlerine
atanacaklarda aranacak şartlar ile bunların, atama, yer değiştirme ve görevde
yükselmelerine ilişkin esas ve usuller, 99/12654 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararıyla yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama,
Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğiyle düzenlenmiş;
söz konusu yönetmelikte, 2000/1518 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğü
konulan yönetmelikle değişlik yapılmış, 2002/4997 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararıyla yürürlüğe konulan yönetmelikle de geçici madde eklenmiştir.
Değerli milletvekilleri,
malumunuz, bu yönetmelikler -atama ve görevde yükselme yönetmelikleri- ihtiyaca
binaen bakanlıkların kendileri tarafından veya Bakanlar Kurulu tarafından
değiştirilebilir. Burada da, böyle bir uygulama söz konusudur. Bu atama
yönetmeliğindeki çok zor ve ağır şartlardan dolayı, bugün, Türk Millî
Eğitiminin, neredeyse yüzde 85- 90'lık bir bölümü vekâletle idare edilmektedir.
Bu, sadece bizim dönemimizde olan bir şey değildir, 57 nci hükümet döneminde de
böyleydi. Hal böyle olunca, vekâletle işbaşında bulunan yöneticilerimiz, işi
sahiplenme, işe konsantre olma konusunda çok ciddî sıkıntılar çekmektedirler.
Biz, aslında, önümüzdeki günlerde, Millî Eğitim Bakanlığı Atama ve Görevde
Yükselme Yönetmeliğiyle ilgili çok daha ileri aşamalarda değişiklikler yaparak,
Millî Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerine asaleten atama yapılmasıyla
ilgili adımlar atacağız. Bunu da, siz değerli milletvekillerine duyuruyorum.
Sayın Gazalcı'nın 3 üncü
sorusunu tekrar hatırlatmak isterim; Sayın Gazalcı "başka bakanlıklardan
Millî Eğitim Bakanlığına geçici görevle personel getirilmiş midir;
getirilmişse, bu kişiler bakan danışmanı mı yapılmıştır? Bu işlemler,
Bakanlığın kuruluş ve görevlerini düzenleyen 3797 sayılı Yasaya uygun
mudur" diye soruyorlar.
Diğer Bakanlıklardan
Bakanlığımızda geçici görevle 8 personel görevlendirilmiştir. Yapılan bu
görevlendirmelerin 3797 sayılı Yasaya aykırılığı bulunmamaktadır.
Hepinizin bildiği gibi,
bakanlıklar arasında, işin, görevin özelliğine göre yatay geçişler
yapılabilmektedir; muvafakatle, diğer devlet kuruluşlarından, diğer kamu
kuruluşlarından, üst düzey veya çeşitli düzeylerde personel hareketliliği her
zaman söz konusu olabilir. Dolayısıyla, Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyaç
duyduğu personelin de diğer kurumlardan gelmesi veya diğer kurumlardan Millî
Eğitim Bakanlığına bazı üst düzeylerde atamalar yapılması garipsenecek, yadırganacak
bir olay değildir.
Yine, Sayın Gazalcı, 4
üncü sorusunda diyor ki: "Geçici yetkiyle, bakanlıktaki çoğu yatırımcı
birimlerin üst düzey yöneticiliklerine başka bakanlıklardan getirilen kişiler
mi atanacaktır?"
Sayın Gazalcı, geleceğe
yönelik olarak, bizi bağlayıcı bir soru sormaktadır. Böyle mi yapılacaktır?
Yapılmış bir uygulamadan söz etmiyor. "Eğer öyleyse, yaklaşık 600 000
kişinin çalıştığı Millî Eğitim Bakanlığında bu görevlere atanacak uygun kişiler
yok mudur?" Elbette, Millî Eğitim Bakanlığında, bu görevlere atanacak
uygun kişiler vardır; ama, ihtiyaç görülmesi halinde, gerekli hallerde, diğer
bakanlıklardan da bazı üst düzey görevliler veya işin, görevin gerektirdiği
özelliklere sahip olan kamu personeli, devlet görevlileri buraya getirilerek,
atama yapılabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
buyurun; sözlerinizi toparlayınız.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Atamalar, bu çerçevede yapılmaktadır, tamamen yasal
prosedüre uygun bir şekilde yapılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığında, yasal
prosedürün dışında, kesinlikle, bugüne kadar bir atama yapılmamıştır ve
yapılmayacaktır.
Arz ederim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana
teşekkür ediyoruz.
Soru cevaplandırılmıştır;
ancak...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sayın Başkan...
BAŞKAN - İzin verin.
Soru sahibi Sayın Mustafa
Gazalcı yerinden kısa bir açıklama yapacaklardır.
Buyurun Sayın Gazalcı.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakana da, verdiği yanıtlar için,
gösterdiği incelik için teşekkür ediyorum.
Aslında, biz, bu soruda,
geçmişte yapılan bir yönetmelik değişikliğini gündeme getirmiştik.
Değerli arkadaşlar, Millî
Eğitim Bakanlığında, öteki bakanlıklarda olduğu gibi, atamalar, atama
yönetmeliğine göre yapılır. Tabiî ki, 1739 sayılı bir Millî Eğitim Temel Kanunu
da var. Örneğin, bu Temel Kanunun 11 inci maddesinde "Anayasada ifadesini
bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına
ve bu nitelikteki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir
şekilde meydan verilmez" deniliyor ve atamaların ancak yönetmelikle yapılacağı
belirtiliyor. Şimdi, benim soru önergemde mevcut yönetmeliğe bir madde
ekleniyor. Bu geçici 11 inci maddeyle 2003 yılı sonuna kadar bu yönetmelikte
aranan koşulların aranmayacağı söyleniyor.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; yönetmelikler bütünüyle değişebilir; ama, yönetmeliğe bir ek
geçici madde ekleyip, 1999'dan bu yana yürürlükte olan -bir madde ekleyip- bu
yönetmeliğin koşulları bir yıl askıya alınmıştır. Niçin alınmıştır? Müsteşar
yardımcılıkları, genel müdürlükler, daire başkanlıkları... "Ben, buralara
atama yapacağım..." Peki, atama yönetmeliğinde ne diyor? Millî Eğitimde
kademeler var, Sayın Bakanım bunu bilir. İnsanın bir kademede en az üç yıl
görev yapması gerekir. Yani, bir genel müdür yardımcısı olması için, müsteşar
yardımcısı olması için, bırakın merkez örgütünde, taşrada bile belirli yerlerde,
belirli süre çalışması gerekir. Şimdi, siz, özel bir statü kuruyorsunuz bu
yönetmelik değişikliğiyle. Diyorsunuz ki:"Ben, şu şu görevlerde bu
yönetmelik koşullarını 2003 yılının sonuna kadar aramayacağım; yalnız, bir
memur olmak koşulunu arayacağım, onun kıdemi ne olursa olsun, liyakati ne
olursa olsun, ben, buraya getireceğim." Peki, Sayın Bakanım, o zaman,
yıllardır o görevlerde yükselmek için bekleyen kişilerin suçu ne?! Sonra, bu
görevlerde bazı insanlar var. Yani, orada daire başkanı, orada müsteşar
yardımcısı. Peki, bunlar başarısız mı olmuşlar; hayır. Yarın mahkemeden bir
karar getirirlerse ne olacak?
Sayın Bakanım, yönetmelik
değişikliği sizin zamanınızda olmadı; ama, bundan vazgeçin. Belki, bütünüyle
bir yönetmelik değiştirebilirsiniz, üst düzey görevlileri kendiniz
atayabilirsiniz; ama, eğer, Millî Eğitim Bakanlığı gibi, bütün kamu personelinin
neredeyse üçte 1'ini barındıran bir bakanlıkta, siz, kuralları, yönetmelikleri,
hukuku, Anayasayı bir kenara bırakıp da "ben, istediğim kişiyi istediğim
şekilde getiririm" derseniz, oradaki insanların çalışma şevki kalmaz. Kaldı
ki, geçici...
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 4
dakika oldu.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN - Öz ve kısa...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Peki, bitiriyorum efendim.
Geçici görevle görevde
kalınmasını biz de savunmuyoruz. Geçtiğimiz hükümetler, bu konuda, gerçekten,
asaleten atamamakla yanlış yapmışlar; ama, merkezde ve taşrada atanan birçok
kimse geçici görevle atanıyor. Siz, görevden aldığınız geçici görevli kişinin
yerine asıl vermiyorsunuz ki.
O yüzden, ben, bu
yönetmelik değişikliğinin, hukukçulara bir daha incelettirilerek, gerçekten
kaldırılmasını diliyorum. Bu, Millî Eğitim Bakanlığını yaralamıştır, hukukumuzu
yaralamıştır, ileride de dönecektir hukuktan.
Çok teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gazalcı.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Bir açıklama yapmama müsaade eder misiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bu geniş
açıklamanız, Sayın Bakanın bir açıklama yapma ihtiyacını ortaya koymuştur.
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, öncelikle, Sayın Gazalcı'ya, millî
eğitimin meselelerine gösterdiği ilgiden, hassasiyetten dolayı, huzurlarınızda
çok teşekkür etmek istiyorum.
Sayın milletvekilim, bu
konuda kesinlikle bir endişeniz olmasın. Bu vekâleten yönetim dönemi çok kısa
bir sürede kapanacaktır ve Millî Eğitim Bakanlığı Atama, Görevde Yükselme
Yönetmeliği bütün olarak değiştirilecektir. Biraz önce de söylediğim, bu ağır
şartlardan dolayı, getirdiği çok ağır
koşullardan dolayı, bir türlü, zikredilen, şu anda Millî Eğitimin ihtiyacı olan
yönetim kademelerine atama yapamıyoruz, asaleten atama yapamıyoruz. Yönetmeliği
değiştireceğiz. Sizin dediğiniz doğrultuda, bir bütün olarak, bir homojenlik
sağlamak üzere değiştireceğiz. Bu yapılırken de, şu anda atama yapılırken de,
yasaların, Anayasanın, cumhuriyetin temel prensiplerinin bir kenara bırakılması
kesinlikle söz konusu değildir. Oradaki hassasiyetimiz kesinlikle müşterektir.
Bu konuda, bir sefer, müsterih olun; bu konuda en ufak bir problem
yaşanmayacaktır.
Öte yandan, biliyorsunuz,
bizim, yönetmelik değişikliğimiz, Teşkilat Yasamızın 56 ncı maddesine göre,
Bakanlar Kurulu kararıyla yapılır ve Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır.
Burada da bir değişikliğe gidilecektir. Biliyorsunuz, bakanlıkların hemen hemen
yüzde 90'ı, kendi atama, görevde yükseltme yönetmeliklerini kendileri
hazırlarlar. Biz de bunu yapacağız; yani, Millî Eğitimimizin kalıcı, sürekli,
işi sahiplenen ve işe konsantre olan bir yönetim kadrosuna kavuşabilmesi için,
elimizden ne geliyorsa birlikte yapacağız. Bundan dolayı müsterih olun; ama, o
prensipler, kesinlikle bir tarafa bırakılmayacaktır; bunu dikkatlerinize sunmak
isterim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, 2,
3 ve 4 üncü sorular, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız tarafından
müştereken cevaplandırılacağından, bu üç soruyu okutacağım, ondan sonra Sayın
Bakan cevaplandıracaktır.
2.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç'ın, Rus doğalgazının fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/129) ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
3.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç'ın, doğalgaz ithalatına ve fiyatlarına ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/130) Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
4.- Samsun
Milletvekili Suat Kılıç'ın, ithal doğalgaz fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/131) Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
BAŞKAN - Soruları
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan
sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından
sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. 23.1.2003
Suat Kılıç
Samsun
Sorular:
1- Rus doğalgazını aynı
hattan nakletmesine rağmen birim fiyatını yüksek tutan firmadan daha fazla
miktarda doğalgaz satın alındığı iddiası doğru ise, bu tercihin nedeni nedir?
Bu firmanın ortakları kimlerdir ve payları nedir? Bu anlaşmaya Türkiye adına
imza koyanlar kimlerdir?
2- Aynı nakil hattından
Türkiye'ye ulaşan doğalgaz için farklı fiyatlandırmanın yapıldığı tarihten bu
yana yapılan fazla ödemenin tutarı ne kadardır?
3- Kamu zararı var ise,
söz konusu doğalgaz anlaşmaları hakkında yasal süreç başlatılacak mıdır?
Başlatıldıysa, hangi hükümler çerçevesinde yürütülmektedir ve ne aşamadadır?
4- Rusya'dan doğalgaz
ithalatı için inşası tamamlanan Mavi Akım nakil hattından satın alınacak
doğalgazın birim fiyatı nedir? Mavi Akımdan alınacak doğalgazın birim fiyatı
diğer ithalatçı ülkelerin birim fiyatlarıyla kıyaslandığında, Türkiye'nin
çıkarlarına uygun mudur?
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan
sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından
sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. 23.1.2003
Suat Kılıç
Samsun
Sorular:
1- Mavi Akımdan gelecek
doğalgazın birim fiyat anlaşmasında ve hattın Türkiye bölümünün inşasında kamu
zararı var mıdır? Var ise, yasal süreç başlatılacak mıdır?
2- Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığının, Rus doğalgazındaki farklı fiyat politikasının sona
erdirilmesine yönelik bir çalışması var mıdır? Var ise, sürece ilişkin bilgi
verir misiniz?
3- Rusya, İran v.d.
ülkelerden ithalat bağlantısı yapılan toplam doğalgaz miktarı ne kadardır? Bu
miktar, Türkiye'nin ihtiyacından fazla mıdır? Fazlaysa, ihtiyaç fazlası
doğalgazın ne yapılması planlanmaktadır? "Al ya da öde" koşulu
çerçevesinde, Türkiye'nin, değerlendiremeyeceği doğalgaz için zarara uğrama
ihtimali var mıdır? Varsa, yaklaşık zarar ne kadardır?
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan
sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından
sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. 23.1.2003
Suat Kılıç
Samsun
Sorular:
1 - Türkiye'nin yıllık
ortalama doğalgaz ithalatı ve ithal edilen doğalgaz için yapılan yıllık ödeme
ne kadardır? Türkiye, hangi ülkelerden hangi miktarlarda doğalgaz satın
almaktadır? İthal edilen doğalgazın birim fiyatı, doğalgaz alımı yapılan
ülkelere göre ayrı ayrı ne kadardır?
2 - Rusya'dan satın
alınan doğalgazın birim fiyatları, 1987 yılından bu yana yapılan anlaşmalar
çerçevesinde ayrı ayrı olmak üzere nedir?
3 - Türkiye'nin,
Rusya'dan satın aldığı doğalgaz için, aynı nakil hattından ülkemize ulaşmasına,
ek nakil ve inşa maliyeti bulunmamasına rağmen farklı birim fiyatlar üzerinden
ödeme yapmasının nedeni nedir?
4 - Rus doğalgazı için
farklı fiyatlar üzerinden anlaşma yapılmasına aracılık eden firmalar
hangileridir ve hangisinden ne kadar doğalgaz alınmaktadır?
BAŞKAN - Evet, bu üç
soruya, beraberce, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız cevap verecektir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Suat Kılıç
tarafından tarafıma yöneltilen Rus doğalgazına ilişkin sorulara cevaplarımı arz
etmek istiyorum. Bunları, toplu olarak, belli bir düzen içinde sizlere sunmak
istiyorum.
İlk başta, eski Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde, 14 Şubat 1986 tarihinde ilk
görüşmeler başlamıştır ve bu dönemde 6 milyar metreküp alımla ilk anlaşmalar
yapılmıştır. 1987 yılında başlamıştır doğalgazın ithali ve bu ithalin sebebi,
büyük ölçüde, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, büyük şehirlerdeki hava
kirliliği olmuştur. Hava kirliliğine karşı, gerçekten, doğalgaz, son derece
temiz, pratik bir yakıt türüdür. Bu yakıt türü için de, Rusya'yla ilk
görüşmeler yapılmıştır biraz önce bahsettiğim tarihte ve ilk yılda yapılan
anlaşmadan sonra, buna bir alternatif olsun diye Cezayir'le de görüşmeler
yapılmıştır ve Cezayir'le birlikte, o dönemin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliğinden, toplam olarak 8 milyar metreküplük ithalat bağlantısı yapılmıştır
ve bu devam etmiştir. 1994 yılında, Sayın Tansu Çiller Başbakanlığında hükümet
üyelerinin Rusya Federasyonuyla imzaladığı çeşitli protokoller ayrıca yer
almıştır. Daha sonra, 1996 yılında, artan talebe göre, bu sefer yeni kaynaklar
düşünülmüştür ve bu arada, hep Rusya düşünülmüştür ve burada, daha fazlasının
getirilmesi için, Türk-Rus ortaklığı söz konusu olmuştur ve bunun neticesi
olarak da, GAMA-Gasprom şirketi ortaya çıkmıştır. 1996 yılında, Yüksek Planlama
Kurulu kararıyla anlaşma onaylanmıştır ve buna göre, BOTAŞ da, buna, yüzde 35
ortak olmuştur. Daha sonra, şirketin ismi Turusgaz olarak değişmiştir ve hisse
nispetleri de, BOTAŞ yüzde 35, Gasprom yüzde 45, GAMA'nın da yüzde 15,6'lık
hisseleri oluşmuştur. Geri kalan bir miktar daha vardır ki, bu, spekülasyonlara
sebep olan yüzde 4,4'lük hisse senedidir. Bu, daha evvelden, hamiline yazılı
olarak çıkmıştır. 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun 4 üncü maddesinin
üçüncü fıkrası gereğince, bu hamiline yazılı hisse senedi de, 4,4'lük hisse
senedi de, daha sonra, nama yazılı olarak çevrilmiştir.
Şimdi, bundan sonra
görüşmeler devam etmiştir. 1996 yılında, Gazexport ile Turusgaz arasında
imzalanan anlaşmada yer alan hükümler neticesinde, Turusgaz'la 18 Şubat 1998
yılında doğalgaz anlaşması, alım-satım anlaşması imzalanmıştır ve burada,
BOTAŞ, yüzde 35 ortak bulunmaktadır.
Bu arada, 1995 yılının kasım ayında imzalanan
anlaşmaya göre, Nijerya'dan 1,2 milyar metreküplük sıvılaştırılmış doğalgaz
alınmaktadır. 1 Ekim 1997 tarihinde, Cezayir'den alınan LNC miktarı 1 milyar
metreküp artırılmış ve bu, önce 3 milyar metreküpe, daha sonra da 4 milyar
metreküpe çıkarılmıştır. 2002 yılında Turusgaz vasıtasıyla 6,42 milyar metreküp
gaz alımı gerçekleşmiş.
Yıllar itibariyle alınan
miktarları şöyle özetleyebilirim: 1998 yılında 538 000 000 metreküp, 1999
yılında 2 693 000 000 metreküp, 2000 yılında 4,087 milyar metreküp, 2001
yılında 6,1 milyar metreküp, 2002 yılında 6,4 milyar metreküp olmak üzere
toplam, 19,8 milyar metreküp doğalgaz alınmıştır. Burada, 1998 yılından bu yana
fiyat farkından dolayı fazla ödenen miktar 196 000 000 dolar olmuştur. Bunun
dışında başka bir süreç devam etmemektedir.
Bu arada bir de
"Mavi Akım" diye adlandırılan Rusya'dan gelen ve deniz altından geçen
boru hattı vardır. Bu da ayrı bir fiyattan gelmektedir ve fiyat olarak 1,5
dolar daha pahalıdır. Bu hatla ilgili, Türkiye'deki boru hatlarının döşenmesiyle
ilgili bir dava sürmektedir. Şu anda mahkeme safhasında olduğu için, bu noktada
fikir beyan etmek istemiyorum.
Fiyatlar konusunda,
yaptığımız araştırmalarda değişik kaynaklar bulunmaktadır. Bu kaynaklardan
belirtilen fiyatlar da, kaynaklara ve özelliklerine göre değişik olmaktadır ve
burada da bir fiyat birliği, maalesef, yoktur. Ancak, bildiğimiz şey, World Gas
İntelligence, Reuters gibi kaynaklardan alınan bilgiler vardır. Bunlar,
genellikle, ciddiyetine inanılan kaynaklardır. Bunlara göre yaptığımız
incelemelerde, bizim doğalgaz alım fiyatının, bir miktar daha, diğerlerine göre
farklı fiyattan, fazla fiyattan olduğu inancındayız ve bununla ilgili de
görüşmelerimiz sürmektedir.
İktidara geldiğimizin
hemen peşinden yurt dışına gittik ve orada, Ruslarla yaptığımız görüşmelerde
fiyat farkını gidermeye, fiyatları ve alım garantisi miktarını aşağıya çekmeye
çalıştık; çünkü, burada, büyük ölçüde Rus doğalgazına bağlılık söz konusudur ve
bundan dolayı da, kömür santrallarımızı ve hidrolik santralları yeterince
kullanamamaktayız. Bundan dolayı, hükümetimiz, diğer hükümetlerden farklı
olarak, değişik bir politika uygulamaktadır. Şu anda, Bakanlığımın bana bağlı
uzmanlarıyla yaptığımız çalışmalarda, sekiz ayrı senaryo hazırladık. Bu sekiz
ayrı senaryoda, Bulgaristan'dan aldığımız elektrik de dahil olmak üzere ki, onu
da şu anda kesme çalışmaları içindeyiz. Bununla ilgili hazırlığımız tamamlandı
ve müracaatımızı yaptık. Çünkü, Bulgaristan'dan aldığımız elektrik ucuz görünse
de, neticede, bizim kömür santrallarında boş kapasite olduğu için, orada
üreteceğimiz elektrik daha ucuza mal olmaktadır; 1,9 sente mal olmaktadır.
Çünkü, hem yatırım maliyeti hem de boş kapasitenin maliyeti vardır ve biz,
burada, bu elektriği keserek, onun karşılığını kömürle ikâme etmeyi
düşünmekteyiz.
Onun dışında, mobil
santralların maliyetlerini etüt ettik. Burada da bayağı büyük pahalılıklar var
ve aynı zamanda, hava kirliliğiyle ilgili şikâyetler var. Bununla ilgili ciddî
bir çalışma içindeyiz. Onu da, yakında, ayrıca ifade edeceğiz.
Buradaki önemli nokta
şudur: Bizim aldığımız doğalgazın en büyük özelliği, enerji dengemizi olumsuz
etkilemesidir; çünkü, geçen sene aldığımız doğalgazı 17 milyar metreküp olarak
düşünecek olursak, 11 milyar metreküpünü elektrik üretmekte kullandık. Böyle
olunca, pahalı üründen pahalı yeni ürün çıkıyor, elektrik çıkıyor. Dolayısıyla,
bunun, mutlaka, daha ucuz kaynaklarla ikâme edilmesi gerekliydi. Bununla
ilgili, bu senaryolardan sekiz
senaryoyu detaylı bir şekilde etüt ettik ve şimdi, Bakanlığımızda dört ayrı
koordinatörlük oluşturduk. Bunlardan bir tanesi, en önemli olanlardan bir
tanesi Enerji Yönetimi Koordinatörlüğüdür. Burada, Türkiye'deki bütün enerji
santralların -hidrolik olsun, kömür olsun- hepsi bir yerden kontrol edilecek ve
enerji ihtiyacımızın dengelenmesi, bu şekilde meydana getirilecektir. Buradaki
politikamız, daha çok, ulusal kaynaklarımıza dönük bir enerji üretimidir.
Burada da en önemli ağırlık olarak, kömür ve hidrolik gelmektedir, barajların
kullanılması gelmektedir. Bununla ilgili de, gerek DSİ barajlarının gerekse
kömür ve doğalgaz santrallarının, mobil santrallarla birlikte, dengeli bir
halde, halkımızın ve sanayiin isteği olan elektrik ihtiyacına sağlıklı bir
şekilde cevap vermesidir.
Bununla ilgili
politikamızın iki ayrı bacağı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, fiyat
oluşumudur; ikincisi de, alacakların teminidir. Bu noktada, fiyat oluşumuyla
ilgili vergi yapılanması ve maliyetler üzerindeki çalışmalarımız belli bir
aşamaya gelmiştir. Bununla, sanayi ve konut arasındaki olumsuz farkı kaldırıp,
bunu sanayiin lehine değiştirmeyi düşünüyoruz; aksi takdirde, sanayicimiz, bu
fiyat yapılanmasıyla, rekabet yapamamaktadır ve yurt dışına gitmeyi, hatta -tabirimi
mazur görürseniz- kaçmayı düşünmektedir. Bunu önlemek için, sanayiin önündeki
engel olan pahalı elektrik konusu üzerinde çalışmalarımız sürmektedir.
Ayrıca, tüketimle ilgili
olarak, konutlarda, 150 kilovat/saatin üzerindeki zamlı tarifeyi kaldırdık,
1,5'luk TRT payını kaldırdık.
Onun dışında, ayrıca, şu
anda TEDAŞ'a karşı borçlu olan 7 500 000 aboneyi ilgilendiren TEDAŞ'ın
alacaklarıyla ilgili yeni bir fiyat yapılandırılmasını oluşturduk. Bununla
ilgili olarak da, şöyle bir yol takip ediyoruz: TEFE'ye bağlı olarak borçları
ele aldık ve 31 Aralık 2002'ye kadarki borçları, TEFE'yi esas alarak
yapılandırdık. Tarım sulamasıyla ilgili olanlarda yüzde 50'lik, sanayi ve
ticarethanelerle ilgili olanlarda yüzde 30'luk, konutlarda da yüzde 20'lik bir
indirim yaptık, peşin ödemelerde TEFE'yi esas alarak ve bununla ilgili olarak
da, meskenlerde 6 taksit, sanayi kuruluşlarında ve ticarethanelerde 10 taksit;
ayrıca da, tarımla ilgili olanlarda da 12 taksit yaptık. Buradaki amacımız, 7
500 000 aboneye bir kolaylık sunmak ve onları, devlete karşı borçlu durumda
olmanın üzüntüsünden kurtarmaktır. Bunun için böyle bir yolu takip ettik.
Buradaki amacımız, 2 katrilyon liralık alacağımızı temin etmektir. Bunu temin
ettiğimiz zaman, yatırımlarımızı daha iyi yapacağımızı ve daha iyi bir hizmet
sunacağımızı düşünüyoruz; çünkü, 7 senedir taş üstüne taş konulmamış; hatlar
bozuk, bakımsız, en ufak bir rüzgârda hatlar birbirine giriyor, direkler
yıkılıyor. Bunların üzerine gitmek için, yeni bir çalışma içindeyiz. Buradaki
temel unsur da, dediğim gibi, alacakları temin etmek. Bununla ilgili süreleri
öne çekerek, hızlı bir takiple, bunları oluşturmaya çalışıyoruz.
Bu arada, kayıp-kaçakla
ilgili ciddî çalışmalar yaptık. Ocak ayından günümüze kadar 46 trilyon liralık
kaçak yakalandı. Burada da, yine, ana stratejimiz, 24 000 000 abonenin,
elektriğin yüzde 44'ünü kullanan 100 000 abonesi üzerine daha çok ağırlık
vererek bir çalışma yapmaktı. Bununla ilgili de, çok yoğun bir şekilde,
ekiplerimiz, bu baskınları düzenleyerek, hem haksız rekabete hem de bir yerde
etik kurallara aykırı durumda olan elektrik hırsızına karşı, aynı zamanda suç
olan elektrik hırsızlığına karşı, ciddî tedbirlerle bunların üzerine
yürümektir.
Bu arada, bir üçüncü adım
da, iskân raporu olmayan konutlara karşı aldığımız bir tedbirdir; bu
yasalaşmıştır. 300 000 kadar iskân raporu olmayan konut vardır. Bunlar,
elektrik bağlanmadığı için, büyük ölçüde kaçak kullanıyorlardı. Geçici bir süre
için, bunlara da, belediyelerden herhangi bir hizmet belgesi getirdiği
takdirde, elektrik bağlayacağız. Böylece, aşağı yukarı 300 trilyon liralık bir
gelir de oradan beklemekteyiz.
Bütün bunları söylememin
sebebi, ciddî bir enerji dengesiyle bunları oluşturmaktır. Bu bakımdan,
doğalgazla ilgili problemleri yoğun bir şekilde şekillendirmeye çalışıyoruz.
Doğalgazda, biz, daha
çok, şehirlerin ısıtılmasından, hava kirliliğine karşı kullanılmasından yana
bir politika takip edeceğiz; çünkü, doğalgazdan -aynı zamanda kimyasal bir
hammadde olduğu için- başka ürünler düşünüyoruz. Bu, gübredir. Bunları, aynı
zamanda, petrokimyada hidrojen zenginleştirilmesi, hidrokraking tesisleri
olarak kullanmayı düşünüyoruz. Bu arada, gayet tabiî ki, yine, elektrik
üretiminde de kullanılacak; ama, şu andaki haliyle, pahalı bir girdi
durumundadır.
Aynı zamanda, BOTAŞ'ın
yaptığı bir çalışma olarak, 60 il üzerinde doğalgaz dağıtım çalışmaları
planlanmaktadır. Burada da, aynı zamanda, Türkiye'de yeni bir iş sahası açılmış
olacaktır. Türkiye, doğalgaz açısından da bir şantiye haline gelecektir. Bizim
buradaki tercihimiz, hava kirliliğine karşı doğalgazın bu şekilde
kullanılmasıdır.
Bu arada, yine, Ruslarla
yaptığımız görüşmeler de son aşamasına geldi; fakat, bu toplantılar, maalesef,
uzun zaman alıyor; çünkü, karşımızda sadece bir muhatap olmuyor...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
mikrofonu açıyorum, tamamlayın lütfen.
Buyurun.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Özellikle Mavi Akımla ilgili olarak
söylüyorum; çünkü, arkalarında yabancı şirketler, bankalar ve finans kurumları
var. Onların hepsinin olurunu almak da zaman almaktadır. Bu bakımdan, en pahalı
olan Mavi Akımdan itibaren Turusgaz ve ondan sonra da, batı hattından gelen
gaza doğru bir çalışma içindeyiz. Burada da, mütevazı; ama, anlamlı
indirimlerin sözünü aldık. Bunlarla birlikte, zannediyorum, tek bir fiyata
indireceğiz.
Bunlara bağlı olarak
yap-işlet-devretle ilgili olarak -ki, bunların ana hammaddesi doğalgazdır-
doğalgaz kullanan 4 tane yap-işlet-devret, 1 tane de hidrolik santralları var.
Bu hafta çarşamba ve perşembe günleri, bir yerde, onlarla finali oynayacağız;
çünkü, bunu yapmadıkları takdirde, buy out'a gitmek durumundayız. Anlaşmada
belli bir noktaya geldik. Onun da, inşallah, ülkemiz için hayırlı sonuçlara
sebep olacağını ve böyle bir sonucu alacağımızı ümit ediyorum.
Hepinize saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Sorular, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanımız Sayın Hilmi Güler tarafından cevaplandırılmıştır.
5.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, İpsala ve Pazarkule
Gümrük Kapılarına bağlanan yolların yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından sözlü soru önergesi (6/132)
BAŞKAN - Sayın Bakan?..
Yok.
Ertelenmiştir.
6.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, yerel basının
desteklenmesi için yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/139)
BAŞKAN - Sayın bakan?..
Yok.
Ertelenmiştir.
7.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, bir davada sanık
olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/140)
BAŞKAN - Sayın Bakan?..
Yok.
Ertelenmiştir.
8.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun,
Rusya'dan ithal edilen doğalgazın fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından sözlü soru önergesi (6/141)
BAŞKAN - 8 inci sıradaki
soru geri verildi.
9.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Ergani pamuk
üreticilerinin destekleme prim alacaklarının ne zaman ödeneceğine ilişkin
Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/142) ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami
Güçlü’nün cevabı
BAŞKAN - Diyarbakır
Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Ergani pamuk üreticilerinin destekleme prim
alacaklarının ne zaman ödeneceğine ilişkin Devlet Bakanından sözlü sorusu,
Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Sami Güçlü tarafından cevaplandırılacaktır.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Devlet
Bakanı Sayın Ali Babacan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Muhsin Koçyiğit
Diyarbakır
Çiftçilerimizin ne denli
zor koşullar altında üretim yaparak ailelerini geçindirmeye çalıştıkları
hepimizce bilinen bir gerçektir.
Maddî durumu iyi olmayan
çiftçilerimiz, üretim girdilerini sağlamak amacıyla, daha hasadı kaldırmadan,
fahiş faizle tefeci piyasadan borçlandıkları meblağları kapatmaya karşılık
tefecilere bırakmaktadırlar.
Diyarbakır'ın Ergani
İlçesi üreticilerinin 2001 yılı pamuk destekleme prim alacaklarının bugüne
değin ödenmemesinin özel bir nedeni var mıdır? Şayet yoksa, Ergani çiftçisinin
2001 yılı pamuk destekleme primlerini ne zaman ödemeyi düşünüyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır'ın Ergani
İlçesindeki pamuk üreticilerinin destekleme primlerinin ödenmesi konusundaki
soru önergesini veren sayın milletvekilimize teşekkür ediyorum.
Bugünlerde, Bakanlığımla
ilgili gelişmeler kamuoyuna intikal ediyor. Tabiî, ben de, bu soru önergesi
vesilesiyle, bu Meclis kürsüsünden, sizlere, bugüne kadarki görüşmelerim
içerisinde en rahat ve gönül huzuruyla, bazı cevaplar vermeye imkân buldum. Bu
bakımdan, büyük bir memnuniyetle, evvela, bu özel soruya cevap vermek
istiyorum.
Bildiğiniz gibi, dünyanın
birçok ülkesinde, tarımsal üretimi teşvik için, değişik araçlar
kullanılmaktadır. Prim sistemi de bunlardan biridir. Ülkemizde de, ilk defa,
1998 yılından itibaren uygulanmaya başlanılan bir prim sistemi vardır. Bu, ilk
olarak, pamuk ve zeytinyağında başlamıştır. 1993 yılında pamuğa ilk
uygulandığına da şahidiz. Dolayısıyla, ülkemizde, bu ürünlerin gerek yurt
içindeki üretimini teşvik etmeye gerekse ithal edilen miktarını azaltmaya yönelik
olarak, bu tedbir, bugüne kadar uygulanagelmiştir, başarılı da olmuştur.
Teşviklerin yeterli olduğunu söylememiz, tabiî ki, zordur; ancak, bütün buna
rağmen, bütün bu imkânsızlıklar içerisinde prim ödemelerine, bugüne kadar,
devam edilmiştir. 2002 yılı prim ödemeleri için, bütçe görüşmeleri sırasında da
ifade ettiğimiz gibi, ayrılan 264 trilyon lira kaynak söz konusudur ve ilgili
ürünlere yönelik olarak dağılımı yapılmıştır. Onlarla ilgili bilgi vereceğim;
ama, ilkönce, Ergani İlçesiyle ilgili olarak, Sayın Milletvekilimizin
"özel bir sebebi var mıdır ve ne zaman ödenecektir" sorusuna, yazılı
metinden aktararak, şöyle, kısaca, cevap vermek istiyorum:
Ergani İlçesine bağlı
İncehıdır Köyünde arazi anlaşmazlığı, Sökündüzü Köyünde ise, prim ödemeleriyle
ilgili işlemlerin komisyonca iptal edilmesi nedeniyle, ödemeler durdurulmuştur.
Her iki köyde, müfettişlerce incelemeler devam etmekte olup, konuya ilişkin
müfettiş incelemeleri sonucunda, ödemeye engel bir husus bulunmadığı takdirde,
prim ödemeleri yapılabilecektir. Dolayısıyla, konu, idareye intikal etmiş, bir
teftişe konu olmuş. Dolayısıyla, bununla ilgili çalışmalar bittiği zaman,
Ergani ile ilgili ödemelerin yapılacağını ifade ediyoruz. Konuyu biraz daha
sıkı bir şekilde takip etmek ve kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak,
elbette, görevimizdir.
Efendim, 2002 yılı
ürünlerinden pamuk, ayçiçeği, soya, kanola ve zeytinyağıyla ilgili olarak,
biraz önce ifade ettiğim, prim tutarı, pamukta kilo başına 85 000, ayçiçeğinde
yine aynı miktar, soyada 100 000, kanolada 90 000, zeytinyağında ise 175 000
lira prim ödemesiyle ilgili kararname için gerekli çalışmalar yapılmış; konu,
Hazineyle birlikte hazırlayacağımız son şekline hazır vaziyete getirilmiştir.
Dolayısıyla, en kısa süre içerisinde üreticilerimize bunların intikali
konusunda gerekli çalışmalar yapılacaktır. Dolayısıyla, bu ürünlerimizin
üreticilerinin beklediği gelişme, böylece, ifade edilmiştir. Tabiî ki, gönül
arzu ederdi ki, buradaki rakamı çok daha yüksek seviyelere çıkarmak. İnşallah
önümüzdeki yıllarda prim ödeyeceğimizi ilan ettik bu ürünlerle ilgili. Bu,
üreticilerimiz açısından da önemli bir gelişme. Ben, bundan önceki
konuşmalarımda muhalefet partisi milletvekillerine zaman zaman teşekkür ettim,
biliyorsunuz. AK Parti Grubuna mensup sayın arkadaşlarıma yönelerek söylüyorum,
sizler de şahitsiniz. Bize burada, özellikle, mazotun rengini belirleyememekle
çok uzun vakit kaybettiğimizi söylediler; borçları tespit edememekle,
şekerpancarı kotasıyla ilgili konularda eleştirdiler. Ben de dedim ki: Bir
baskı oluşturuyorsunuz, bu da bize bir hız veriyor. Gerçekten de bunu, bu
düşüncemi samimî söylüyordum. Muhalefetin varlığını da bu bakımdan önemli
bulduğumu ifade etmiştim.
Şimdi, bu
arkadaşlarımızın...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Efendim,
mikrofonunuzu açıyorum.
Buyurun, devam edin
efendim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Efendim, bugünlerdeki
gelişmeler, tabiî, Tarım Bakanı olarak benim çiftçilere yönelik sorumluluklarım
bakımından çok önemli gelişmelere sahne oldu. Şimdi, şekerpancarıyla ilgili
gelişmeyi, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımın da kabul edeceği
ve çok -tahmin ediyorum- uygun bulacakları bir çözümle sonuçlandırdık. Hem
pancar üretimiyle ilgili fazlalık sorunu çözüldü hem illa ekmek isteyenlere bu
imkân verildi hem de ekmek durumunda kalmayan, ama, geçmişte pancar eken
üreticilere gelir kaybını telafi edici bir sistem getirdik; yani, demokratik
bir tercih imkânı doğdu gibi geliyor. Dolayısıyla, inşallah, üreticilerimiz de
bundan büyük memnuniyet duyar. 441 000 dekar arazide, yani yüzde 15'lik
küçültme olayında, kotada, eğer arzu ederse şekerpancarı ekebilecek; ama, daha
ucuza alınacak. Hayır, ben bu ucuz fiyatla üretmek istemiyorum diyorsa, biraz
önce prim ödemelerine konu olan ürünlerden birisini ekecek; dolayısıyla, pancar
üretmesi haline göre bir gelir kaybı varsa bunu telafi edeceğiz. Dolayısıyla,
pancar üreticilerimiz açısından bu sonuç bence çok seçici olmuştur, doğru
olmuştur ve bu, onlar için herhalde gönül rahatlığıyla bir karar vermelerine
imkân verecektir.
İkinci önemli konu,
çiftçi borçları konusudur. Yani, bu söz, Genel Başkanımızın ağzından çıktıktan
sonra, işte, seçimlerden sonra, hükümet olduktan sonra, tam bir malzeme olarak
kullanıldı. Bir şey dediğimiz yok; ama, bugün, bunu, herhalde herkes duymuştur
ve ben de sevinçle tekrar ediyorum. Evet, bu konuda bir çözüme ulaştık;
ulaştığımız çözüm şu: Ana borç, esas ilk alınan borç, tarımsal TEFE'ye bağlı
olarak artırılacak; dolayısıyla, çiftçilerimizin biriken faiz borçları hariç
tutularak bu borç miktarı belirlenecek; yüzde 10'unu hemen ödeyecek; kalan
kısmını ise Ekim 2003, Ekim 2004 ve Ekim 2005 olmak üzere 3 taksit halinde
ödeyecek. Eğer böyle yapmazsa, ben daha kestirme yoldan bu işi çözmek istiyorum
diyorsa, yüzde 30 indirimle hepsini ödeyecek.
Dolayısıyla,
çiftçilerimiz açısından da, gerçekten, ulaşılabilecek çok iyi bir çözüm oldu;
bugüne kadar şahsen yaptığımız görüşmelerde onların da çok büyük bir katılımla
kabul ettikleri yöntem gerçekleşmiş oldu. İnşallah, bunlar, tarımsal
üretimimize bir artış katar, bu insanlarımızın çalışma hayatının huzur
içerisinde geçmesini temin eder.
Efendim, elde, rengi
belli olmayan bir mazot kaldı... Evet, mazotun rengini değiştirmeyeceğiz. Bugün
piyasada herkesin kullandığı mazottan mazot verme konusunda da çalışmalarımız
son safhasına geldi.
Bilgilerinize sunuyorum
ve çiftçilerimize hayırlı olsun diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana
teşekkür ediyorum.
Sayın Muhsin Koçyiğit'in
sorusu cevaplandırılmıştır; yalnız, kendisine tabiî ki söz vereceğim.
Sayın Koçyiğit, sadece
kısa ve öz bir açıklama...
Buyurun.
MUHSİN KOÇYİĞİT
(Diyarbakır) - Sayın Tarım Bakanımıza çok teşekkür ederim. Aslında, ben soruyu
Devlet Bakanı Ali Babacan'a sormuştum; fakat kendileri yanıtını verdiler.
Gerçekten bir iki sorunlu köy hariç, Diyarbakır'ın Ergani İlçesindeki 193 pamuk
üreticisinin 228 milyarlık borcunun tümü ödendi. Buradan bir kez daha teşekkür
ediyorum.
Dördüncü olarak, çiftçi
borçlarının faizlerinin affedilmesi için sorduğumuz bir soru vardı; bu konuda
da Tarım Bakanımız müjdeli bir haber verdi; kendisine ikinci kez teşekkür
ediyorum. Fakat, burada şunu tam anlayamadım -belki, ben anlayamadım- bu
faizlerin tümü mü atıldı? Yüzde 30'dan bahsetti, tüm faizler mi atıldı, yoksa,
anapara yüzde 30 indirimle mi alınacak; o pek anlaşılamadı, o konuda bir
açıklama getirirse...
Sayın Bakanımızı
seviyoruz, kendisine teşekkür ediyoruz. Gerçekten, sorularımızı, her hafta
buraya gelip, düzenli bir şekilde cevaplıyor; tekrar teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Ben de teşekkür
ederim Sayın Koçyiğit.
Şimdi, Sayın Bakan, bu
konuda açıklama yapmak üzere, buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Teşekkür ediyorum tekrar.
Çiftçi borçlarıyla ilgili
alınan prensip kararı, bu hususta iki önemli kurumumuz olan Ziraat Bankası ve
Tarım Kredi Kooperatifleri ile toplam 1 200 000 çiftçimizi ilgilendiriyor. Bu
çiftçilerimize yönelik olarak kabul edilen prensip kısaca şöyle efendim: İlk
borçlanmada esas olan anapara miktarı, tarımsal TEFE, yani, bir bakıma tarım
ürünleriyle ilgili bir fiyat endeksi var -yani, biz bunu bu şekilde ifade
etmeyelim de, toptan eşya fiyatları diyelim, yani, anlaşılması daha kolay olsun
diye, tarımsal TEFE diye belirtmeden- buna uygun olarak, anapara her yıl
enflasyon oranında artırılacak. Yani, eğer, biz... Bir başka ifadeyle şöyle
söyleyeyim: Beş sene önce alınmışsa ve 10 ton gübre alınmışsa, bugün 10 ton
gübrenin parası neyse o, bugünkü para, bugünkü 10 tonluk gübre parası; yani,
aşağı yukarı buna denk gelir. Tabiî, gübredeki fiyat artış hızı daha yüksekse
biraz fazla olur ama, dediğim, yaklaşık olarak, mantıksal olarak öyle. Bir
sepete göre fiyat artışı... Esas borcu belirleyecek olan büyüklük de budur.
Bunun dışında, bu paranın, zamanla, cari faiz veya o kriz dönemlerindeki aşırı
artmış faizleri bir tarafa bıraktık. Dolayısıyla, anaparayı güncelleştirdik, reel
hale getirdik, bugünkü hale getirdik, dolayısıyla, faizle irtibatını kestik.
Şimdi, Tarım Kredideki durumu misal vereyim size: Çiftçilerin esas anapara
borcu 600 trilyondur, faizi 800 trilyondur; yani, 800 trilyon çıktı; ama,
tabiî, anapara da 600 trilyon olmadı, 1 katrilyona yaklaştı; yani, o da arttığı
için.
Borç miktarı belli
olduktan sonraki sistem şu: "Ben
borcumun hepsini bir anda ödeyeceğim" diyorsa, yüzde 30 indirim
uygulayacağız ve bir defada borcundan kurtulacak.
OĞUZ OYAN (İzmir) -
Anapara artı faiz mi?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Hayır, faiz yok. Yani, TEFE'ye bağlı anapara...
OĞUZ OYAN (İzmir) -
TEFE...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Evet.
Ne yapabilirdik Sayın
Hocam?... Ne yapabilirdik?... İnsaf! (AK Parti sıralarından alkışlar)
İki; tabiî, bu yine de
çok büyük bir külfet olur ve "bir defa ödeme imkânım yok" derse, o
zaman, müracaatta yüzde 10'unu hemen ödeyecek, geri kalan parayı, ekim ayında,
hasattan sonra üçte 1'ini ödeyecek, geri kalan üçte 2'sini de 2004 ve 2005 Ekim
aylarında ödeyecekler.
ERSOY BULUT (Mersin) -
Faiz siliniyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Faizi sildik.
Teşekkür ediyorum
efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Ben de teşekkür
ediyorum Sayın Bakanımıza.
10. - Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'in, SPK kaydına alınmaksızın halktan para toplayan
şirketlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi
(6/144)
BAŞKAN - Sayın Bakan?..
Yok.
Ertelenmiştir.
11 - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Davos'ta yapılan
Dünya Ekonomik Forumuna katılanlara ve Türk Gecesine ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/146)
BAŞKAN - Soruya cevap
verecek Sayın Bakan?.. Yok.
Ertelenmiştir.
12. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, duble yol
yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/148)
BAŞKAN - Soruya cevap
verecek Sayın Bakan?.. Yok.
Ertelenmiştir.
13. - Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu'nun,
Azerbaycan'da saldırıya uğrayan iki Türk üniversite öğrencisine ilişkin
Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/154)
BAŞKAN - Soruya cevap
verecek Sayın Bakan?.. Yok.
Ertelenmiştir.
14. - Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, BAĞ-KUR'un
sağlık kuruluşlarına olan borçlarına ve sağlık giderlerinin geri ödemelerine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/155) ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı
BAŞKAN - Soruya cevap
verecek Sayın Bakan?.. Burada.
Sözlü soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Tuncay Ercenk
Antalya
Kasım 2002 tarihinde
Antalya Üniversitesi Tıp Fakültesi kardiyoloji servisine yatırılmış olan
Bağ-Kurlu hasta Hatice Karakaş, kalp damar bölümüne alınmış, tedavi amaçlı
ameliyat edilmiş ve ameliyattan bir gün sonra 1 Kasım 2002 tarihinde vefat
etmiştir.
Vârisler, üniversite
hastanesine ödenen tedavi giderlerini Bağ-Kurdan talep etmişler; ancak, bugüne
kadar kendilerine bir ödeme yapılmamıştır.
1- Bu durumda olan
Bağ-Kurlu sayısı kaçtır?
2- Bağ-Kurun devlet
hastaneleri, üniversite hastaneleri veya özel sağlık kurumlarına borcu ne
kadardır?
3- Bağ-Kur, üniversite ve
özel sağlık kurumlarında tedavisi sağlanan hastaların tedavi giderlerinin geri
ödemesini ne zaman yapmaktadır ve bu geri ödemenin daha kısa vadede ödenmesi
sağlanacak mıdır?
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesini cevaplandırmak üzere buyurun Sayın Bakanım.
Sayın Bakan, süreniz 5
dakika.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Sayın Tuncay Ercenk'in tarafıma
yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesini cevaplamak üzere huzurunuzdayım; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum, sayın milletvekilimize de
ayrıca teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, Bağ-Kur sağlık hizmetlerinden, sigortalılar, yaşlılık ve
malullük aylığı almakta olanlar ile eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları,
bunların ana ve babaları, ölüm aylığı almakta olanlar yararlanmaktadır.
31.12.2002 tarihi
itibariyle, 9 150 252 kişiye sağlık karnesi verilerek sağlık yardımlarından
yararlandırılmaları sağlanmıştır. Sigortalılardan alınan sağlık primleri bu
alanda yapılan harcamaları karşılamadığından, Bağ-Kurun 31.1.2003 tarihi
itibariyle devlet hastanelerine 333 trilyon 793 milyar, KİT hastanelerine 12
trilyon 295 milyar, özel sağlık kurum ve kuruluşlarına 10 trilyon 760 milyar,
şahıslara ise 46 trilyon 857 milyar olmak üzere, toplam 403 trilyon 705 milyar
Türk Lirası borcu bulunmaktadır.
Sağlık hizmeti, Sağlık
Bakanlığı, SSK, mahallî idareler, üniversiteler ve kamu iktisadî teşebbüslerine
ait sağlık tesisleri ile diğer sağlık tesislerinden satın alınmak suretiyle
yürütülmektedir. 2002 Ekim ayı sonu itibariyle Bağ-Kur kayıtlarına intikal eden
tedavi giderleri ödenmiş olup, kalan borçların da kurum imkânları doğrultusunda
ödenmesi için çalışmalar devam etmektedir.
Diğer taraftan, sayın
milletvekilimizin sorusunda bahsi geçen, 155172543 Bağ-Kur numaralı emekli
Hilmi Karakaş'ın eşi Hatice Karakaş, maalesef, Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde gördüğü tedavi sonunda vefat etmiştir; bu vesileyle,
kendisine Tanrı'dan rahmet diliyorum.
Bağ-Kur Antalya İl
Müdürlüğüne 2 320 388 000 ve 8 824 476 000 TL olmak üzere, 11 145 149 000 Türk
Lirası tutarlı faturalar ibraz edilmiştir.
Yapılan incelemede,
fatura bedellerinin anılan hastaneye ödendiğine ilişkin vezne alındı makbuzu
bulunmadığı tesit edilmiş ve durum, yakınlarına izah edilmiştir. Vezne alındı
makbuzunun ibraz edilmesi kaydıyla, toplam 11 145 000 000 tutarındaki tedavi
bedelinin 9 189 200 000 Türk Lirasının ödenebileceği tespit edilmiştir.
Yukarıda açıklanan
rakamlarda görülen farklılık, üniversitenin uyguladığı fiyat ile bütçe uygulama
talimatı fiyatları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
Bağ-Kurun ve sosyal
güvenlik kuruluşlarımızın sorunları, elbette, bu kısa süreye sığmayacak kadar
çoktur. Bunu, daha geniş bir ortamda Yüce Genel Kurulumuzu bilgilendirmek üzere
arz etmeyi düşünüyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Efendim, Sayın
Bakanımıza teşekkür ediyoruz.
Böylece, soru
cevaplandırılmıştır.
Sayın Tuncay Ercenk Bey,
bir kısa açıklama yapmak istiyorsunuz; lütfen, kısa olsun.
Buyurun.
TUNCAY ERCENK (Antalya)
-Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakana, öncelikle, açıklamaları
için teşekkür ediyorum. Bu açıklamalar, gerçekten, mevcut mevzuatın nasıl
işlediğini ve hangi aşamalardan geçtiğini bize anlatması bakımından önemli bir
ayrıntı; ancak, bu durumda olan hastalar, benim soru önergeme konu olan
durumdaki hastalar veya hasta yakınları veya vefat edenlerin yakınları,
gerçekten kendi emekleriyle, kendi alınterleriyle geçinen, üreten kimselerdir.
Yani, bir başka deyimle, çok büyük ekonomik sıkıntılar içinde çeşitli
tepkileri, gerek yazarkasa fırlatarak gerek tanker yakarak gerek çocuğunu
Başbakana hediye ederek gösterirler, başka bir tepki olanakları da yoktur. Yıllarca
zor koşullar altında prim ödemişlerdir ve böylesine zor koşullar altında
ödedikleri primlerden sonra, sağlık nedeniyle meydana gelen olumsuzluklarda da,
bu primlerden dolayı kendilerine sürekli olarak bir sağlık bakımının
yapılmasını talep etmektedirler. Dolayısıyla, bunların geç ödenmesi, ikinci bir
acılarını getirmektedir; manevî açıdan zaten yeterli zarar görmüşlerdir.
Ayrıca, bu
tazminatlarının ve bu tedavi masraflarının geç ödenmesi, ikinci bir maddî
acıya, dolayısıyla, manevî acıya neden olmaktadır.
Bir an evvel, bunların
iyileştirilmesi konusunda Sayın Bakanımızca çalışmalar yapılmasını diliyor,
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri,
soru ve cevap süresi tamamlanmıştır.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.18
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 17.38
BAŞKAN : Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 63 üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Şimdi, gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz.
Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız.
Bu kısmın 5 inci
sırasında yer alan, Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30 milletvekilinin,
Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı ve bu konulardaki
bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30 milletvekilinin,
Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı ve bu konulardaki
bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13) (1)
BAŞKAN - Hükümet?..
Hazır.
Önerge üzerinde, hükümet
ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştı.
Önerge üzerinde, AK Parti
Grubunun söz isteği var mı Sayın Grup Başkanvekili?..
EYÜP FATSA (Ordu) - Var
Sayın Başkan; Hatay Milletvekili Mehmet Soydan konuşacaklar.
BAŞKAN - AK Parti Grubu
adına, Hatay Milletvekilimiz Sayın Mehmet Soydan; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 20
dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Hatay İlindeki Amik Gölü yatağının kurutulması sonucu
elde edilen araziye yapılan iskân işlemlerinin incelenip, araştırılarak,
iddiaların doğru olup olmadığının ortaya çıkarılması, arazileri yıllardır
kullanan köylülerin mağduriyetinin giderilmesi ve arazinin gerçek ihtiyaç
sahibi köylülere dağıtılmasını sağlamak amacıyla, Hatay Milletvekilimiz Sayın Gökhan
Durgun'un Meclis araştırması önergesiyle ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım.
BAŞKAN - Sayın Soydan, 1
dakikanızı rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
sayın hatip grup adına konuşmaya çıkmıştır, kürsüdedir. Arkadaşlarımızın, yerlerine
oturarak, sükunetle sayın hatibi dinlemelerini rica ediyorum; bir gürültü,
uğultu oluyor; anlaşılamıyor.
Buyurun Sayın Soydan.
MEHMET SOYDAN (Devamla) -
Hatay İlinin sorunlarına, biz Hatay'dan seçilen 10 milletvekili olarak sahip
çıkmanın gerekli olduğuna, Hatay'ın bu şekilde daha iyi kalkınacağına, daha iyi
gelişmesini tamamlayacağına dair inancımızı seçimler öncesinde de ortaya
koymuştuk. Dolayısıyla, Hatay'ın bir sorununu Meclis gündemine taşıdığı için,
ben de Gökhan Beye teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Amik
Gölü yatağının kurutulması 1974 yıllında yapılmış, bu gölün kurutulması
neticesinde de bu araziler iskâna açılmıştır. Elbetteki, burada yaşayan
köylülerimiz, bu arazileri uzun yıllar kullanmış; ancak, devletimizin
politikası gereği, iskân politikası uygulanarak, oradaki toprak dağıtımı
yapılmıştır. Elbette ki, devletimizin uyguladığı politikalara ihtiyaç vardır;
ancak, soğuksavaş yılları artık bitmiş, dünyaya bakış yeniden şekillenmeye başlamıştır.
Dolayısıyla, geriye kalan tarım arazilerinin ve bölgedeki TİGEM arazisinin,
oradaki ihtiyaç sahibi köylülere dağıtılması, hepimizin dileğidir.
Umuyorum ki, AK Parti
hükümeti de, yeni bir bakış açısıyla, buradaki köylülerimizin ihtiyacını
karşılayacak ve buradaki köylülerimizin, sevineceği, kendi arazilerine
kavuşacağı günleri getirecektir. Tarım Bakanımız, Bayındırlık Bakanımız, bu konuda
gerekli çalışmaları yapmaktadırlar.
Bugün, biraz önce, bir
başka arkadaşımız da, o bölgenin sık sık sel felaketiyle karşılaşmasıyla ilgili
bir önerge verdi. Hakikaten de, o bölgedeki köylüler sık sık afetlerle
karşılaşmakta ve doğrusu, o bölge insanımız, o civarda yaşayan insanlarımız,
mağdur olmaktadırlar.
Biraz önce -konuşma
yapmaya gelirken- Değerli Milletvekili Hasan Fehmi Güneş Bey, bana
"aslında, orasının göl olarak kalması gerekir" diye söylemişti.
Elbette ki, doğanın, çevrenin daha güzel korunması bakımından, o göl, orada bir
dengeyi koruyordu; ama, artık, o göl kurutulmuş, orası arazi olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, yıllarca oraları ekip biçen köylülerin
mağdur edilmemesi de, elbette ki önemlidir. Ben de, o bölgedeki insanlarımızın
hepsinin bir toprak sahibi olmasını arzu ediyorum. TİGEM arazilerinin de bu
çerçevede kullanılacağına, Tarım Bakanımızın da, bu konuya yakın ilgi
göstereceğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, Amik
Gölü dolayısıyla söz almışken, Hatay'ın sorunlarından biri olan sınır
ticaretine de değinmeden geçemeyeceğim. Devlet Bakanımız Kürşad Tüzmen'in bu
konuda çalışmalar yaptığını biliyoruz. Elbette ki, sınır ticareti, Hatay için,
o bölgede yaşayan insanlar için oldukça faydalı olacaktır. Ayrıca, İçişleri
Bakanımızdan, oradaki sınır arazilerinin kullanıma açılması için de
hükümetimizin gerekli çalışmaları yapmasını istemiştik. Sınırlarımızın diğer tarafındaki
ülkeler, o toprakları kullanabilirken, bizlerin de -gerek Hatay'da gerekse
diğer sınırlarımızda- bu toprakları çiftçilerimize kullandırmamız elbette ki
önemlidir; bunu arzu ediyoruz. Esasen, AK Parti, bunu, bu anlayışları kendi
programında, seçim beyannamesinde ortaya koymuştur. Dolayısıyla, insanı hedef
alan, politikalarının merkezine insanı koyan AK Parti Hükümetinin, artık,
Türkiye'ye yeni bir açılım getireceğine, Türkiye'yi yeniden kucaklayan bir anlayışla
politika üreteceğine inancım tamdır. İnanıyorum ki, bu politikalar insanımızı
yeniden kucaklayacaktır. Hatta, coğrafyası ile denizi ile kültürü ile bir il
olmayı hak eden İskenderun'un da, bir gün, mutlaka, il olabilir bir duruma geleceğine
içtenlikle inanıyorum. Bu politikaları, elbette ki, devletimiz, hassasiyetle
uygulamıştır. Türkiye'nin neresinden gelirse gelsin, elbette ki, hepsi de bizim
insanımızdır; ancak, önergede belirtildiği şekilde, oradaki köylülerin, oradaki
insanımızın da toprak sahibi olması, hakikaten, hepimizin hassasiyetle üzerinde
durması gereken bir konudur.
Dolayısıyla, bu Meclis
araştırması önergesi, Mecliste ister kabul edilsin ister edilmesin,
hükümetimizin, bu konuyla ve değindiğim diğer konularla yakinen ilgileneceğini
biliyorum. Aslolan, oradaki insanların da bir arada, birlikte daha güzel yaşama
imkânı bulmasıdır.
Hatay, Türkiye'ye, en son
katılan il; bir devlet olarak katıldı. Orada, elbette ki, Atatürk'ün "kırk
asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" sözü çerçevesindeki
hareketi, Hatay'ın, yeni bir yaklaşımı ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyetine
katılmasıyla neticelenmiştir.
Dolayısıyla, her ilin
sorunları olduğu gibi, Hatay'da da çiftçilerimizin, köylülerimizin sorunları
vardır. Bugünkü Tarım Bakanımızın değindiği müjdeli haberler, elbette ki,
oradaki bizim insanımıza da yarayacak, bizim insanımızın da yüzünü güldürecek
çalışmalar olmuştur. Buradan, Tarım Bakanına, 1 200 000 çiftçi adına,
Hatay'daki çiftçiler adına, hakikaten, teşekkür ediyorum.
Bizim, AK Parti olarak,
hep söylediğimiz gibi, muhalefetin de olumlu olarak, ilimize, ülkemize
kazandıracağı tüm teklifleri, tüm çalışmaları memnuniyetle karşıladığımızı
açıkça söylemek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
ben de, buradan, AK Parti hükümetine çağrıda bulunarak, ihtiyaç sahibi
köylülerin, bölge köylülerinin, geriye kalan arazilerde hakkını, hukukunu
korumak için gayret göstereceğimizi açıkça söylemek istiyorum.
Hatay'ın sorunlarından
birini Meclise taşıdığı için, Gökhan Beye tekrar teşekkür ediyorum. Sorunun
çözümü için gerekli çabayı, hükümetimizin ve ilgili bakanlarımızın
göstereceğine yürekten inanıyorum.
AK Parti olarak, Hatay'ın
sorunları da dahil olmak üzere, Türkiye'nin doğusundan batısına, güneyinden
kuzeyine kadar bugüne kadar birikmiş sorunlarını, bugüne kadar birikmiş
sıkıntılarını, hükümetimizin, yeni yaklaşımlarla, güçlü yaklaşımlarla
çözeceğine inanıyorum. Bu vesileyle tekrar hükümetimize başarılar diliyorum.
Hatay İlinin sorunlarına gösterecekleri duyarlılık için de ilgili bakanlarımıza
teşekkür ediyorum.
Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Soydan,
teşekkür ederim.
Gruplar adına konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şahsı adına, önerge
sahibi, Hatay Milletvekili Sayın Gökhan Durgun konuşacaklar.
Buyurun Sayın Durgun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bundan bir ay önce,
4.3.2003 tarihinde, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergem hakkında,
Grubum adına söz alıp konuşmuştum; ancak, çalışmalar yarım kaldığı için, bir ay
sonra, bugün, yarım kalan işlerin bitirilmesi amacıyla, gündem gereği, önergem
gündeme alındı ve şimdi, kaldığımız yerden çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Dolayısıyla, bir ay önce yaptığımız konuşma, bir ay önce söylediğimiz sözler
unutulmuştur, aradan başka çalışma ortamları geçtiği için gözardı edilmiştir
düşüncesiyle, tekrar, kısaca sorunu, konuyu özetlemeye çalışacağım.
Bu önerge, 30 000 - 40
000 insanı ilgilendiriyor; yani, bugün, Türkiye'nin -belli ölçüde bakarsak- bir
şehrinde yaşayan insanların sayısı kadar insanı ilgilendiren bir konu.
İlgilendirdiği aile sayısı, şu anda, 4 000 - 5 000 dolayında. Sayın Tarım ve
Köyişleri Bakanımızın verdiği bilgilere bakarsak, bu iş, toplam 8 792 aileyi
kapsayacak; yapılan çalışmalarla, sayıları 8 792'ye ulaşan aileyi
ilgilendirecek. Eğer, 8 792 aile, bu işte iskâna tabi tutulacaksa, bunun
ilgilendirdiği insan sayısı da, nüfus da, 80 000'i, 90 000'i bulacak demektir;
ki, bu da, yine, büyük ölçüdeki bir şehrimizin nüfusu kadar insanı
ilgilendiriyor demektir.
Nedir buradaki konu;
buradaki konu şudur: Amik Gölünden elde edilen arazinin, iskâna tabi tutularak,
Hatay dışından -2510 sayılı İskân Yasasına tabi olarak tanımlanan- insanlara
verilmesidir. "8792 aileye tamamı dağıtılacak." İfade bu.
Bu araziler, otuz yıldır,
o bölgede, arazisi olmayan, toprağı olmayan, işi olmayan, aşı olmayan
insanların ekip biçtiği arazilerdir ve miktarı da, aile başına 10 dönümdür;
yani, bu bölgedeki 4 000 - 5 000 çiftçi ailesinin her biri, 10 dönüm toprakla
geçinmek durumunda kalmıştır. Otuz yıl önce babası o araziyi kiralamıştır,
çocuğu o arazide doğmuştur, onun çocuğu da o arazide doğmuştur; yani, üç nesil
geçmiştir. Bugün, baba yok, çocuk "bu arazi benim babamdan kaldı, ben bu
topraklar üzerinde doğdum. Şimdi, kim, hangi hakla, hangi yetkiyle bu araziyi
benden alıyor; ben olayları anlayamıyorum" diyor ve anlayamadığı
olaylardan dolayı da, devletinin kendisine sahip çıkmadığını, şu andaki
hükümetin de kendisine sahip çıkmadığını düşünme ve bu konuda kaygı duyma
anlayışına doğru yönelme noktasındadır.
2510 sayılı Yasa çok açık
"muhacir, mülteci, göçebe ve naklolunanlar bu işlemden faydalanır"
deniliyor. Yaptığım incelemeye baktığımda, orada, bu şekilde olan insan
sayısının çok az olduğunu, oraya yerleştirilen insanların ise 2510 sayılı
Yasada çok açıkça belirtilen nitelikleri taşımadığını da görüyoruz. İşyeri
sahibi, evi var, arsası var, dükkânı var, hatta, ufak çapta atölyesi var, o
bölgeden 10 dönüm arazi tapulanmış; göçmen statüsünde, muhacir statüsünde,
naklolunan insan statüsünde; bu insanlara bu araziler dağıtılmış.
Olayın diğer bir boyutu
şu; o da çok daha acı: Bu araziyi alanların zaten ihtiyacı yok; kendisi
çalıştırmayacak, 10 dönüme ihtiyacı yok. Aynı bölgede, elinden alınan insana,
götürüp, bugünkü değeriyle 500 000 000 - 600 000 000 lira karşılığında tekrar
kiraya vermektedirler. Şimdi, düşünebiliyor musunuz; bu arazileri, otuz yıl
çalıştırdıktan sonra elinden alacaksınız; İskân Yasasına tabidir diye, araziye
ihtiyacı olmayan insanlara vereceksiniz; daha sonra, o verdiğiniz insanlar da
gelecek, o elinden alınan insana diyecek ki: Al sana; bana ver 500 000 000, 600
000 000 lira, burayı sen eskisi gibi ek, biç!
Şimdi, böyle bir
anlayışla, böyle bir ortamda, o insanların, devlete, hükümete, Meclise bakışı
ne olur, nasıl bakar, ne düşünür; kendisine sahip çıkmayan bir hükümet olarak
düşünür, kendisine sahip çıkmayan bir devlet olarak düşünür.
Biraz önce, Sayın Soydan
arkadaşım, daha önce de Sayın Bakan, bunun bir devlet politikası olduğunu
söylediler. Devlet politikası, bu anlattığım çerçevedeki işlemleri kapsamamalı.
Eğer, bu bir devlet politikasıysa, 59 uncu hükümet, 58 inci hükümet, bu devlet
politikasını hangi araştırmalara göre yaptı; yoksa, kendilerine devredilen bir
projeyi ezbere uygulama noktasında devam etmek mi istiyor?!
Devlet politikası
dediğimiz zaman, biraz önce anlattığım hadiseye baktığınızda, bir başka boyutu
daha çıkıyor; acaba, Hatay'ın kendi kültürel yapısına göre ilgisi alakası
olmayan, farklı niyetler taşıyan, doğru bilgiler aktarmayan, bazılarının
verdiği raporlara dayanılarak uygulanan bir devlet politikası mı var; insanın
aklına o da geliyor.
Devlet politikaları,
gözden geçirilmeyen, değiştirilemeyen politikalar değildir. Eğer, bunlar doğru
bilgilerse yapılacak hiçbir şey yok; ama, hiç olmazsa araştırılmalıdır. Doğru
mudur, yanlış mıdır; doğru bilgilerle mi bu devlet politikası ortaya
konulmuştur, yoksa, yanlış bilgilerle mi bu devlet politikası ortaya
konulmuştur ve yürütülmektedir; bu, ortaya çıkarılmalıdır,
değerlendirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
Hatay'daki bu sorunun çözümü bugün neticelenecek. Ben, bu araştırma önergesini
verirken, o bölgedeki insanlar Cumhuriyet Halk Partisine oy verdi diye
vermedim. Gerçekten de, bu bölgenin insanı, Cumhuriyet Halk Partisine oy
vermedi; sizlere oy verdi, AKP'ye oy verdi, hem de çok büyük ölçüde oy verdi.
Şimdi, sizlerden de bu konuda çözüm bekliyor. Bugün burada alacağınız kararla,
sizler, oradaki oy potansiyelinize, seçmeninize mesaj vereceksiniz. Artık,
nasıl oy kullanırsınız bilemiyorum; ama, şöyle davranmanızı da kesinlikle
düşünmek bile istemiyorum: "Bu önergeyi Cumhuriyet Halk Partisi hazırladı,
Cumhuriyet Halk Partililer verdi; biz de AKP olarak buna oy vermeyeceğiz"
anlayışıyla bakarsanız çok büyük bir yanlış yapmış olursunuz. Bu nedenle, ben,
bu önergeye destek vermenizi, bu bölgenin insanlarının çok mağdur insanlar
olduğunu, 30 000-40 000 nüfusa yönelik olduğunu, bu insanların sorununu
çözmemiz gerektiğini ve bu insanların 3 Kasım seçimlerinde size oy verdiğini
ifade etmek istiyorum.
Hepinize tekrar saygılar
sunuyorum; bu önergeyi desteklemenizi tekrar rica ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Durgun.
Efendim, Meclis
araştırması önergesi üzerindeki
öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Meclis araştırması açılmasını kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar
[!])
Sayın milletvekilleri,
İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte
yapılacak öngörüşmelerine başlıyoruz.
2.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20
milletvekilinin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/8)
3.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin,
yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/48)
BAŞKAN - Hükümet?..
Burada.
Sayın milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki
birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz
verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet
ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.
Bu konuda Hükümet
konuşmak istiyor mu?
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, Hükümet
adına, Devlet Bakanımız Sayın Prof. Mehmet Aydın söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın sorunları bütün milletvekillerimizin malumudur. Ben, uzun bir
konuşma yapmayacağım; çünkü, zaten araştırma talebinde bulunan arkadaşlarımızın
söyleyecekleri gibi -uzun süredir hazırlık içinde olduklarını biliyorum; ancak,
şu kadarını ben söyleyeyim- yurt dışında yaşayan arkadaşlarımızın sorunları,
aslında, hemen hemen bütün bakanlıklarımızı ilgilendiren sorunlardır. Mesela,
doğrudan doğruya Hazineyi ilgilendiren sorunlar var. Şu sıralarda okuyorsunuz;
bu çifte vergilendirme meselesi doğrudan o bakanlığımızı ilgilendiriyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızı doğrudan ilgilendiren konular var;
çünkü, iş hayatıyla ilgili sorunların önemli bir kısmı oradan kaynaklanıyor.
Ayrıca, Dışişleri Bakanlığımız, zaten, bütün yönleriyle bu işin içinde.
Dolayısıyla, önemli ölçüde, Dışişleri Bakanlığımız, zaten, konsolosluk
hizmetlerinde ve diğer hizmetlerde, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın
sorunlarını yakından takip etmek durumundadır. Yine, Millî Eğitim
Bakanlığımızın ilgili dairesi vardır; doğrudan doğruya eğitim konuları, Millî
Eğitim Bakanlığımızın ilgi alanına ve görev alanına giren konular olduğu için,
zaten onlar takip ediyor. Benim Bakanlığım, bir bakıma, bir koordinatörlük
rolünü üstlenmiş durumdadır; yani, biz, önemli olduğunu gördüğümüz birtakım
sorunları belirliyoruz ve o sorunların ilgili olduğu bakanlıklarla müzakeresine
başlıyoruz. Mesela, bizim bir acil eğitim programımız vardır. Şu anda, o,
üzerinde yıllardır çalıştığımız ve çalışmaya devam ettiğimiz ciddî bir
problemdir. O problem üzerinde, Millî Eğitim Bakanlığımızla müştereken
çalışmalar yapıyoruz; ama, bu arada, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın,
manevî birtakım sorunları vardır; dini icra etmeleriyle ilgili, öğrenmeleriyle
ilgili, din eğitimi, öğretimi ve hizmetleriyle ilgili sorunları vardır. O,
zaten, yine, benim Bakanlığımın uhdesinde olan, Diyanet İşleri Başkanlığımızın
yurtdışı teşkilatı ile din müşavirlikleri ve ataşelikleriyle yakından takip
ettiğimiz bir sorunlar dizisidir. Dolayısıyla, Devlet Bakanlığının uhdesinde
olan bu sorunlar, bir bakıma, altı yedi bakanlık ve ilgili kurumlarıyla,
müştereken yürütmeye, götürmeye çalıştığımız, hem sorunların belirlenmesinde
hem de önlemlerin alınmasında ortak çalışmayı gerektiren konulardır.
Doğrusunu isterseniz,
bugüne kadar çözmekte zorluk çektiğimiz, âdeta müzmin hale gelen sorunları
vardır ve bunlar da, takdir edersiniz ki, hakikaten, Türkiye'nin içindeki
sorunlara, bir bakıma, bağlı sorunlardır; yani, eğer, biz, Türkiye içinde
eğitim-öğretim sorunlarını çözmek konusunda belli bir düzeye gelememişsek,
sorunlarımızı orada azaltamamışsak, bunun yurt dışında birdenbire çözülmesi
mümkün olmuyor, yurt dışında daha karmaşık hale geliyor bu.
Yurt dışında
vatandaşlarımızın yaşamalarından dolayı, zaten, yaşadığı ülkelerin mevzuatından
kaynaklanan sorunlar var. Dolayısıyla, bizim, yine, ilişkilerimizin ait olduğu
mevzuattan kaynaklanan sorunlar var. Mesela, hâlâ eğitim-öğretim konusunda
eşitliği sağlayamadık. Buna, vatandaşlarımızın yaşadığı ülkelerin mevzuatı da,
maalesef, müsait değildir. Mesela, oy verme konusu -ki, son derece önemlidir;
yani, demokratik hayatımız için son derece önemlidir- vatandaşlarımızın oy
kullanması, sadece orada bulundukları ülkelerin demokratik hayatına, bilincine
ve kültürüne katkılar sağlaması açısından değil; aynı zamanda, Türkiye'de
iktidarda ve muhalefette olan partilerimize sahiplenmesi, onları takip etmesi,
bizi, bir bakıma, denetim altında tutması açısından da son derece önemlidir.
Uzun çalışmalara rağmen, maalesef, o konuda arzu edilen bir mesafeye
gelinememiştir; ancak, seyahat etmek için ülkeye gelen vatandaşlarımız oy
kullanabilme imkânına sahiptirler; ama, geride kalan, Batı ülkelerinde yaşayan
ve önemli bir kısmı artık oranın vatandaşı olan insanımızın demokrasiye katkı
konusunda hâlâ ciddî sorunları vardır.
Eğitim sorunlarımız, işin
temelinde olan sorunlardır. Eğer, eğitimde belli bir düzeye getiremezsek, o
konuda katkı sağlayamazsak, maalesef, öteki sorunların çözümü kolay
olmayacaktır. Üzülerek kaydedeyim ki, bazen vatandaşlarımız çözüm yollarının ne
olduğunu da yeteri kadar bilemiyor. Bu konuda aydınlatıcı görevimizi yapma
hususunda da eksikliklerimiz var. Bu konuda, en azından, basın ve yayın
organlarımıza çok önemli görevler düşüyor.
Vaktinizi almayayım.
Şahsen, bu konuda, arkadaşlarımızın her türlü katkılarını dinlemeye hazırım.
Onlardan gelecek çözüm yollarını dinlemek, önlemler alınmasını desteklemek
Bakan olarak zaten benim görevimdir ve bu konuya böyle ilgi duydukları için,
zihin yordukları için, emek sarf ettikleri için kendilerine teşekkür ediyorum.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Efendim, Sayın
Bakanımıza teşekkür ediyoruz.
Gruplar adına konuşma
talepleri var.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek
konuşacaklar.
Buyurun Sayın Gülçiçek.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA
GÜLÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; otuzüç yıl
ülkesinden ayrı kalmış, uzakta yaşayan insanlarımızı yakından tanıma fırsatı
bulmuş birisi olarak, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarımızın sorunlarını
aktarmak ve bu sorunların çözümüne yönelik araştırma önergesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubum adına hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sanayileşme sonrası dönemi yaşayan ve yüksek teknolojinin
egemen olduğu sahalarda istihdam edilecek elemanları bulmakta güçlük çeken
ülkeler, çözüm olarak, yabancı işgücü alımına yönelmişler ve bu kapsamda, 1961
yılından başlayarak ülkemiz ile çeşitli Avrupa ülkeleri arasında işçi alımı
anlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmaların ardından 1961 yılında Federal
Almanya'ya, 1964'te Hollanda'ya, Belçika'ya ve Avusturya'ya, 1965'te Fransa'ya
ve 1967'de İsveç'e -Avrupa kıtasına- Türkiye'den işgücü göçü başlamıştır.
Aşağıda ayrıntılı olarak aktarmaya çalışacağım bu süreci, Alman bilim adamı Max
Frischer'in göç üzerine söylediği gibi "biz, işgücü talep ettik; fakat,
insanlar geldi" sözü çerçevesinden aktarmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; iki yıl önce Federal Almanya'da, bu yıl Belçika ve Hollanda'da
göçün 40 ıncı yılını yaşadık. Kimi anavatanda bir ev, kimi bir traktör alma
hayaliyle kırk yıl önce dini, dili ve kültürü farklı olan bir coğrafyaya giden
bu vatandaşlarımız, bugün, emeklilik çağındaki birinci kuşağı oluşturmaktadır.
Aynı zamanda işsizliğin ilk kurbanları olan bu vatandaşlarımız, izledikleri
Türk televizyon kanalları ve gazetelerle, her gün, hâlâ, anavatan hasretini
yaşamaktadır. Onların çocukları ve torunlarının oluşturduğu ikinci kuşak ise,
bulundukları ülkelerde, artık, her sosyal statüde temsil edilmektedirler. İşçi,
işveren, öğrenci, siyasetçi ve sanatçıların oluşturdukları bu kesim, kalıcı bir
topluluk yapısına geçiş yapmışlardır. Bunlar, aynı zamanda, yurt dışında,
nerede olursa olsun, futbol maçlarında her yeri Türk Bayraklarıyla donatarak
"Türkiye" diye haykıran onbinlerce kalabalığı oluşturmaktadır.
İşin başında, gerek göç
alan ülkelerin gerekse Türk tarafının kısa süreli bir çalışma dönemi olarak
planladığı bu süreç, zaman içinde kalıcılığa dönüşmüştür. Bu kalıcılığı
belirleyen ve etkileyen birçok etken bulunmaktadır. Çocuklarının eğitim
hayatına başlamış olmaları, Türkiye'de gelecek kurmak için gereken maddî
birikimi sağlayamamış olmaları, geri dönenlerin ülkemize uyum zorlukları,
anavatana kültürel ve sosyal yabancılaşma gibi birçok neden, bu
vatandaşlarımızın geri dönüşünü engellemiş ve Avrupa'nın birçok ülkesinde,
kalıcı bir Türk göçmen kitlesinin temellerini atmıştır. Bu vatandaşlarımızın
geri dönüş planları sürekli ileri bir döneme ertelenmiş ve sonunda, büyük
çoğunluk tarafından gündemden çıkarılmıştır. Sonuçta, gelişen teknolojik
olanaklarla bir yandan Türkiye'yle bağlantılar sürdürülürken, diğer yandan
özlem, sıla hasreti ve geri dönme arzusu giderek zayıflamıştır.
1980'li yıllardan sonra
ikinci kuşak, hem ekonomik hem de siyasal alanda kendi olanaklarıyla Avrupa'da
sesini duyurmaya başlamıştır. Örneğin, Federal Almanya'da yaşayan yaklaşık 2
000 000 yurttaşımızın 1 250 000'i burada
doğup oraya göç etmişken, yaklaşık 710 000'i Federal Almanya'da doğmuştur. Yurt
dışındaki bu kuşak, eğitim düzeylerinin artması ve meslekî niteliklerinin
iyileşmesi sayesinde, yaşadıkları ülkelerde kendilerine orta ve üst tabakalarda
yer edinmeye başlamışlardır.
Bugün, yurt dışındaki
vatandaşlarımızın güçlenerek öne çıktığı bir alan da siyasettir.
Vatandaşlarımız, siyasal alanda, başta Federal Almanya olmak üzere, Hollanda,
Belçika, Danimarka ve Avusturya'da hem yerel hem de genel seçimlerde belediye
meclisi üyeliklerine, belediye başkanlıklarına ve milletvekilliğine
seçilmişlerdir. Bu sayı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Bu gelişme,
yaşadıkları ülkelere uyum açısından, son derece önemli bir işlev görmektedir.
Buna ek olarak, bu insanlar iki ülke arasında köprü görevi üstlenmekte ve
Türkiye'yle daha sıkı ve iyi ilişkilerin kurulmasına olumlu katkıda
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Türkiye'den yabancı ülkelere yönelik, çalışma amaçlı göç
hareketine bağlı olarak, çoğunluğu Batı Avrupa ülkelerinde olmak üzere, bugün
yurt dışında yaşayan Türk yurttaşlarımızın sayısı 3 500 000 ulaşmıştır. Yabancı
ülke vatandaşlığına geçenler ve onların çocuklarıyla birlikte yurt dışındaki
Türk varlığı 5 000 000'u bulmuştur. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın 2
500 000, yani, yüzde 71'i Federal Almanya'da yaşamaktadır. Türkiye'den sonra en
fazla Türk vatandaşımızın yaşadığı ülke Federal Almanya'dır. Bu açıdan, Türk
göçünde Federal Almanya'nın özel bir yeri vardır.
AB ülkelerindeki Türk
kökenli nüfusun tamamı ise 3 677 000'dir; bunlardan 2 470 000 kişi halen Türk
vatandaşı olup, 1 300 000 kişi de yaşadığı ülkenin vatandaşlığına geçmiştir. Bu
rakamlar, bir yıl öncesine aittir ve sürekli değişmektedir.
Nitekim, herhangi bir
Avrupa ülkesinde yaşayan Türk göçmenler,
1 240 000 kişilik çalışan nüfuslarıyla, bu ülkelerin gayri safî millî
hâsılasına 69 milyar euroluk bir katkıda bulunmaktadırlar. Bu katkının yüzde
69'u ise Federal Almanya'da yaşayan yurttaşlarımıza aittir. Bu ülkede yaşayan
Türklerin, Federal Almanya'nın gayri safî millî hâsılasına yaptıkları katkı,
2001 yılında 25 milyar euroya ulaşmıştır.
Toplumsal statüde
değişim, daha çok, kendi işyerlerini açan girişimciler yoluyla
gerçekleşmektedir ve bunlar, gittikçe büyüyen bir ekonomik gücü
oluşturmaktadırlar. Avrupa'da, 73 200 Türk kendi işinin sahibi iken, bu rakam
Federal Almanya'da 55 000'i bulmuştur; aynı zamanda, bu ülkedeki 290 000 kişiye
de iş olanağı yaratmışlardır.
Tüm dünyayı etkileyen
küreselleşme sürecinde, özellikle de Federal Almanya'da, uluslararası ticarette
daha önemli bir yer tutmasında etkin bir rol oynamaya başlayan Türk
işletmeleri, giderek büyüyen bu ekonomik güçleri yönünden büyük önem
kazanmaktadırlar. Yapılan tahminlere göre, 2010 yılında, Avrupa'da, bu özellikteki
Türk girişimci sayısının yaklaşık 140 000'e, yıllık cirolarının 120 milyar
euroya ve istihdam edilen kişi sayısının da 810 000 çıkması beklenmektedir. Bu
rakamlar, bir zamanların misafir işçilerinin, işveren konumuna geçiş başarısını
çok etkili bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Avrupa'da yaşayan Türk
girişimcilerinin başarısı, ülkemiz için de bir gurur kaynağı olup, aynı
zamanda, daha yakından izlenmesi gereken bir hazinedir; ancak, bu değişimler,
beraberinde karmaşık sorunları da birlikte getirmiştir. Eskiden tek düzeyli
veya tek türden olan sorunlar, bugün, çok boyutlu ve çeşitli sorunlara
dönüşmüştür.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, 1970'li yıllardan sonra
işçi şirketleri ve çok ortaklı şirketler aracılığıyla yaptıkları yatırımlarda,
Anadolu sanayiinin temelini oluşturmuşlardır. Vatandaşlarımız, bu yatırımlarla
Anadoluya sermaye birikimlerini, meslekî deneyimlerini taşımışlar ve teknoloji
transferi sağlamışlardır. Bu girişimlerin bir kısmı ilgisizlik, deneyim
eksikliği ve Türkiye'de uygulanan yanlış politikalar nedeniyle el değiştirmiş
veya kapanmak zorunda kalmıştır. Yine de, bugün, Yozgat, Denizli, Çorum ve
Erzincan gibi birçok ilimize baktığımızda, bu yatırımların canlı olarak ayakta
olduğunu ve yerel kalkınmaya büyük katkı sağladığını görmekteyiz.
Ancak, bu süreç
kapsamında gerçekleşen böylesine olumlu gelişmelerin yanı sıra, birtakım
olaylar da cereyan etmiştir. Nitekim, 1970'li yıllarda iyiniyetli bir girişim
olarak kurulan işçi şirketlerinin çoğu, ne yazık ki, iflas ettirilmiş ve
işçilerimizin devletimize olan güveni sarsılmıştır.
Daha sonraki dönemlerde,
işçilerimizin alınteri ve emeğinin karşılığı olan paraları, yine, çeşitli
vaatlerle ellerinden alınmış, deyim yerindeyse çarçur edilmiştir.
Bir dönem, yıllarca
ülkemizdeki bütçe açığı yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ülkemize
getirdikleri dövizlerin katkısıyla kapatılırken, bu vatandaşlarımıza bugüne
kadar verilen birçok söz yerine getirilmemiş ve hayal kırıklığına uğratılmışlardır.
Sonuçta, sarsılan güven
ortamının etkisiyle, bu dönemde birçok vatandaşımız anavatandaki
gayrimenkullerini satmışlar ve anavatan bankalarına güvenleri sarsılmıştır.
Bu tür olayların yakın
geçmişteki örnekleri ise, vatandaşlarımızın din ve vatan duyguları istismar
edilerek birçok holding tarafından aldatılışlarıdır. Sonuçta, bu holdingler,
vatandaşlarımızın yıllarca çalışıp didindikleri alınterlerini ziyan etmiştir;
geçmiş yıllarda bunlar gibi daha birçok vaatle vatandaşlarımızı kandırarak
paralarını ellerinden almış; ancak, vaatlerini yerine getirmemişlerdir.
Yine, vatandaşlarımızın
yaşadığı üzücü olaylardan birisi de Merkez Bankası olayıdır. Merkez Bankası,
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın açtıkları döviz kredi mektuplarından
elde ettikleri faiz gelirlerinin, Federal Alman vergi dairelerine gelir vergisi
olarak gösterilmesi gerekliliğini hiçbir vatandaşımıza bilgi olarak sunmadığı
için, hatta, bunu da dolaylı olarak teşvik ederek, vatandaşlarımızın Alman
vergi daireleri karşısında suçlu ve cezalı duruma düşmesine neden olmuştur.
Vatandaşlarımızın
yatırımlarını yeniden ülkemize kazandırmak için bugüne kadar gerekli güven
ortamı sağlanmadığı gibi, geçen kırk yıllık sürede, yaşadıkları ülkelerde,
çalışma hayatlarında ve toplumsal yaşamda birçok temel sorunla karşı karşıya
bırakılmışlardır. Bu sorunlardan en önemlileri, çocuklarının, bulundukları
ülkelerde eğitim ve öğretim, anadilde ve kültürde öğretim, ulusal ve kültürel
kimlik sorunlarıdır.
Yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın eğitim alma yaşında olan çocuk ve gençlerinin sayısı gözardı
edilmeyecek kadar çok olmakla beraber, bir kuşak manevî olarak yok olup gitme
tehlikesiyle karşı karşıyadır; çünkü, eğitim çağındaki bu çocuklarımızın en
önemli temel haklarından birisi olan eğitim hakkından yeterince
yararlandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu çocuklarımızın ulusal
kültürümüzle olan bağları çok zayıflamıştır. Onbinlerce Türk çocuğumuz kendi
dillerini iyi bilmemeleri nedeniyle bir başka dili de öğrenme zorluğu
yaşamaktadırlar.
Nitekim, Federal
Almanya'da yaşayan Türk çocuklarının yüzde 20'si anaokulunu bitirme belgesi
alamamaktadır; çünkü, onlara, anadilde hazırlanmış standart ve planlı bir
eğitim verilmemektedir, özellikle Federal Almanya'da eğitim tek dilde ve tek
kültürlü olduğu için.
Bunlar, hep yanlış
politikaların sonucudur. Son dönemlerde, Federal Almanya Kuzey Vesfalya
Eyaletinde anadilde eğitim veren 450 öğretmenin kadrosu bir çırpıda silinerek,
işlerine son verilmiştir. Daha da üzücü olanı, bunlardan 300'ü Türkçe
öğretmenidir. Bu durum, 80 000 Türk öğrenciye anadilini öğrenme hakkı
verilmemesi anlamına gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öğrenme güçlüğü çeken ve başarılı olamayan 25 533 çocuğumuz
özel eğitime muhtaç öğrencilerin gittiği "sonderschule" adı verilen
zekâ özürlüler okullarına gönderilmekte ve maalesef, bu çocuklarımızın
hayatları kararmaktadır. Oysa, gerçekte bu çocukların hiçbirisi böyle bir
özelliğe sahip değildir.
Lise eğitimi alan Alman
gençlerinin oranı yüzde 25 iken, orada yaşayan Türk çocukları için bu
oransayısı sadece yüzde 5'tir.
Yine, meslek eğitimi ve
yüksekokullara giden ve başarılı olan Türk çocuklarının sayısı gereken düzeyde
değildir. Federal Almanya'da meslek eğitimi alan Türk gençlerinin sayısı
1992'de 53 678 iken, 2000 yılında 39 980'e düşmüştür.
Federal Almanya'da her 4
Almandan 1'i yüksekokula gitme hakkını kazanırken, bu oran, göçmen çocuklarda
onda 1'i ancak bulmaktadır. 145 000 vatandaşımızın yaşadığı Belçika'da ise,
sadece 320 gencimiz üniversitede okumaktadır. Sonuçta, bu alandaki
yetersizliklerin ve kültürel beslenmenin kesintiye uğramasının,
vatandaşlarımızın asimilasyonunu hızlandıracağı kaygısını taşımaktayım.
Diğer taraftan, yurt
dışında sayıları azımsanmayacak bir emekliler kuşağı oluşmuştur, bu kesim daha
da çoğalacaktır. Birinci kuşak vatandaşlarımız, şu anda 70-80 yaşına girmiştir.
Ailenin diğer bireylerinin, çalıştıkları ülkeye yerleşmeyi tercih etmeleri,
artık, yaşlı olan bu yurttaşlarımızın Türkiye'ye dönmelerini imkânsız hale
getirmiştir. Türkiye'de de kimseleri olmayan bu vatandaşlarımızın, dolayısıyla
bakımevlerine yerleşme zorunlulukları artmıştır; ancak, yurt dışındaki,
kültürel ve dinî gereksinimlerine cevap veremeyen huzurevlerinde kalmaları da
zorlaşmıştır.
Bir diğer konu da,
vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerdeki sosyal güvenlik haklarına ilişkin
mevzuatla ülkemiz mevzuatının uyumsuzluğudur; bu durumda, özellikle yurda
dönüşlerinde büyük sorunlarla karşı karşıya kalmalarıdır.
Yine, sanayileşmiş Avrupa
ülkelerindeki hızlı bir otomasyona geçiş süreci, herhangi bir meslekî niteliği
olmayan düz işçileri işsiz bırakmaktadır. Türk işçilerimiz arasında kalifiye
eleman sayısının azlığı, işsizlik oranlarını artırmaktadır. Federal Almanya'da
işsizlik oranı, genelde yüzde 11 olarak gerçekleşirken, yabancılar arasında
yüzde 27,5 ve Türk yurttaşlarımız arasında yüzde 25 olmuştur. Bu oran,
Fransa'da yaşayan vatandaşlarımız arasında yüzde 23,3 olarak gerçekleşirken,
Belçika'da ülke düzeyinde yüzde 6, Türk nüfusu arasında ise yüzde 25 olmuştur.
İşsizlik, yabancı
düşmanlığı gibi birtakım sosyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu
durumun, ne yazık ki, işyerlerinin tahrip edilmesi gibi fizikî saldırılar ve
ölümle sonuçlanan örnekleri vardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; göçün 40 ıncı yılını yaşarken, bir insanın en temel hakkı olan
seçme ve seçilme hakkını kullanmayan milyonlarca yurttaşımız vardır. Bunlar ne
bulundukları ülkede ne de ülkemizde oy kullanmamışlardır. Bugün yerel alanda
seçme ve seçilme hakkı Hollanda, Belçika, İsveç ve Danimarka'da gerçekleşirken,
Federal Almanya'da ve Fransa'da bu hak halen verilmemiştir.
Genel seçimlerde bütün
Avrupa ülkelerinde mektupla oy kullanma yöntemi var iken, ülkemiz
vatandaşlarına bu yöntemi kullanabileceği hiçbir kolaylık sağlanmamış ve bugüne
kadar bu temel soruna yönelik hiçbir çalışma yapılmamıştır ve bugüne kadar
hiçbir hükümet de bu konularda verdiği sözü tutmamıştır.
Bir diğer konu da çifte
vatandaşlıktır. Türk vatandaşlığından izinli olarak çıkmak isteyen binlerce
yurttaşımızın dosyaları aylarca Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünde
bekletilmektedir. Bu bürokratik işlemlerin hızlandırılması için gerekli
düzenlemeler yapılmamıştır.
Geçmiş hükümetler,
serbest dolaşım hakkının kısıtlanması gibi, çifte vatandaşlık konusunda, yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızı pazarlık aracı olarak kullanmışlardır.
Türk vatandaşlığının geri
alınması süreci askıya alındıktan sonra, bunun yerine pembe kart uygulaması
getirilmiştir. Hiçbir geçerliliği olmayan pembe kartın ne için verildiği halen
anlaşılmış değildir. Özellikle yabancı ülkelerin vatandaşlığını alan
yurttaşlarımız, ölmeleri durumunda Türkiye'ye getirilmesinde bir yabancı
yurttaş muamelesi gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktadır.
Bir önemli konu da, yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımız özellikle uzun tatil dönemlerinde anavatana
geliş güzergâhında yer alan ülke gümrüklerinde, uygun olmayan yaklaşımlara ve
uzun süreli bekleyişlere maruz kalmakta, hatta soygun olayları yaşamaktadırlar.
Kırk yıldır Avrupa'da yaşayan ve çalışan vatandaşlarımıza, özellikle Sırbistan,
eski Yugoslavya ve Bulgaristan yol güzergâhı ve gümrüklerinde insanlıkdışı
uygulamalar yapılışıdır. Vatandaşlarımız, halen, bu ülkelerden geçerken 20-50
euro arasında değişen ücretler karşılığında vize alarak gidip gelmektedirler.
Bunun bir diğer örneği de, İsviçre'de yaşayan yurttaşlarımızın başka bir Avrupa
ülkesine giderken dahi vize almak zorunda kalmalarıdır. Ülkemize girişlerinde,
gümrük personelinin yetersizliği açısından, teknik açıdan, yine anlayış ve
yaklaşım yönünden sorunlar yaşamaktadırlar. Bu durumlar en yoğun olarak
feribotla ulaşımlarda ortaya çıkmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özetle, yurt dışında bulunan vatandaşlarımız, yıllardır döviz
gönderen bir makine gibi algılanmış ve onlara geçici işçi gözüyle bakılmıştır.
Bulundukları ülkelerde kalıcı olmaları düşünülmediğinden, temel
gereksinimlerine çözüm üretilmemiştir; onların ülkeleriyle bağlarını
güçlendirecek kalıcı önlem ve tedbirler alınmamıştır. Yine, onları
sosyoekonomik, kültürel ve eğitsel açılardan tatmin edecek, özgüvenlerini artıracak
resmî yasalar çıkarılmamıştır. Seçme, seçilme ve oy kullanma hakları başta
olmak üzere, serbest dolaşma ve kesin dönüşsüz emeklilik hakkı, anadilde ve
kültürde eğitim ve öğretim sorunlarına çözüm bulunmamıştır. Yine, din hizmetleri
maskesi altında yurt dışındaki dinsel yozlaşma desteklenmiş ve bunların ileri
gitmesine göz yumulmuştur. Vatandaşlıktan izinli çıkışlarda yaşanan
tıkanıklıklara çözüm üretilmemiş ve üçüncü kuşak gençlerin askerlik sorunu
temelden çözülmemiştir. Göçmen emeklilerin ülkeye yaptıkları her türlü
yatırımları, planlı ve verimli bir biçimde değerlendirilememiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizlere konuşmamın kapsamında sunmaya çalıştığım sorunlara
bakarsak, bu büyük hazineyi değerlendiremediğimizi görmekteyiz. Bu
vatandaşlarımız, birikimleri, becerileri ve yetiştirdikleri yeni nesillerle
Türkiye için yurt dışında bir hazinedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gülçiçek,
mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın.
ALİ RIZA GÜLÇİÇEK
(Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Türkiye'nin, bu hazinenin
bilincinde olarak yurt dışındaki vatandaşlarımıza sahip çıkması yerinde
olacaktır. Bu vatandaşlarımıza, artık, Türkiye'de "Almancı" ve
"turist" olarak bakılmamalıdır. Biraz önce Sayın Bakanımızın ifade
ettiği gibi, gerçekten kendisinin de bu konuda duyarlılığına inanıyorum;
ayrıca, İktidar Partisi Grup Başkanvekili değerli arkadaşım Sayın Eyüp
Fatsa'nın bu konudaki duyarlılığına teşekkür ediyorum ve -iktidar partisi
olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak- yurtdışında yaşayan
yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek için komisyon kurulması önemlidir.
Bu duygularla hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Gülçiçek.
Şimdi, AK Parti Grubu
adına, Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa.
Buyurun Sayın Fatsa. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP
FATSA (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 98 inci,
İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddelerine istinaden 26 milletvekili arkadaşımla
beraber vermiş olduğumuz, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yaşadıkları
ülkedeki sorunlarının yerinde tespiti ve yine, vatandaşlarımızın yurda dönüşte
karşılaştıkları sorunların tespiti ve çözüm yollarının araştırılması konusunda
Meclis araştırması önergesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşım Ali
Rıza Gülçiçek Bey, otuzüç yılını paylaştığı insanlarla yaşadıklarını, nelerle
karşılaştıklarını burada ifade etti. Ben, oralarda otuzüç yıl yaşamadım; ama,
bir on yılı aşkın, Sayın Gülçiçek'in terennüm ettiği, yaşadığı, şahit olduğu
sıkıntıların birçoğunu birebir yaşamış, birçoğuna da şahit olmuş, birçoğuna da,
âdeta, Anadolu'da anlatılan efsaneler, hikâyeler gibi, dilden dile, özellikle,
giden ilk kuşak insanlarımızın yaşamış olduğu, karşılaşmış olduğu sıkıntıları,
acı acı dinleyerek şahit olmuş, bunlara vâkıf bir arkadaşınız olarak
huzurlarınızdayım.
Konu, gerçekten, herhangi
bir araştırma önergesi konusu değildir, ciddîye alınacak bir konudur,
araştırılması gereken, üzerinde durulması gereken bir konudur. Anabaşlıklarıyla
Sayın Gülçiçek ifade etti; ben, aynı konuları tekrar etmeden, vâkıf olduğum,
şahit olduğum, bir an önce acil tedbirler alınması ve giderilmesi gerektiğine
inandığım bazı konuları bilgilerinize arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
İkinci Dünya Savaşından sonra yıkılan, yok edilen, taş üstünde taş kalmayan
Batı Avrupa'da, vasıflı veya vasıfsız insan gücüne ihtiyaç vardı; ihtiyaç
duydukları insanlar da, bizim gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde
mevcuttu. 30 Ekim 1961 tarihinde Federal Almanya ile Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti arasında yapılan iş göçü, işgücü anlaşmasıyla bu hikâye Sirkeci
Garından başlamış ve kırküç yıldan beri devam eden bir serüvendir. Çoğumuzun,
belki, dış görünüşlerine, işte, özellikle yurda dönüşlerinde altlarındaki
arabalara veya geçici zaman için kullandıkları maddî imkânlara aldanarak,
fevkalade rahat imkânlarla ve ortamlarda yaşadığına gıpta ettiği; ama, gerçekte,
dışının içinde yaşamayanları, bizi, içinin de, içinde yaşayanları yaktığı bir
ortamdır bu.
Bir film seyretmiştik;
Kunta- Kinte, Kökler. İşte, bir neslin, bir milletin, bir ırkın nasıl mağdur
edildiğini, mazlum edildiğini, köle edildiğini, aşağılandığını izlemiştik.
Belki, birçoğumuz, bu filmi izlerken, bu diziyi izlerken duygulanmıştı,
ağlamıştı. Belki, Afrika'dan giden Kunta Kinte'nin torunları kadar olmasa bile,
gerçekte -samimiyetle söylüyorum- insanımız, Kunta Kintelerin yaşadığının bir
benzerini yaşamıştır. Dili, dini, töresi, kültürü, her şeyi yabancı;
Anadolu'nun bağrından koparılmış; pazılarına bakılarak, kasları kontrol
edilerek, dişlerine, kulaklarına, gözlerine, ellerine, ayaklarına, tırnaklarına
kadar kontrol edilerek seçilen en seçkin insanlarımız, en sağlıklı insanlarımız,
her şeyi bizden farklı olan Avrupa'nın, başta Batı Almanya'nın, o yabancı
ortamına, âdeta, onların insafına terk edilmiştir.
Bizimle beraber başka
Avrupa ülkeleri de, başka ülkeler de, başta Batı Almanya olmak üzere Avrupa'nın
değişik ülkelerine işçi göndermiştir; ancak, bizimle onlar arasında ayırt edici
çok temel özellikler vardır. Biz, insanımızı göndermişiz, uğurlamışız
Sirkeci'den; ama, insanımızın orada hangi şartlarda yaşadığını, hangi
imkânlarla, hangi zorluklarla karşılaştığını bir türlü aramamışız, bir türlü
sormamışız, âdeta, insaflarına terk etmişiz, ta, 1980'li yıllara kadar.
Özellikle, bu 1980'li yılları bilerek söylüyorum, burada bazı konuları açmak istiyorum.
Almanya'da
Büyükelçiliğimizi yapan Sayın Öymen buradadır; birçoğunu bizim gibi yakinen
yaşayarak biliyor, konuştuklarımıza hak verecektir Sayın Öymen, benim de
Almanya'da bulunduğum dönemde Büyükelçimizdi. Yunanistan da işçi göndermiştir,
Portekiz de işçi göndermiştir, İspanya, Yugoslavya ve diğer bazı Avrupa
ülkelerinden, özellikle Balkanlara doğru birçok ülkeden Almanya ve diğer Batı
Avrupa ülkelerine işçi gitmiştir.
Mesela, Yunanistan, her
gönderdiği 300 işçi için 1 papazı, 1 öğretmeni, 1 sosyal danışmanı şart
koşmuştur ve uygulamalar da böyle yapılmıştır. Diğer Avrupa ülkelerinden gelen
işçiler, bizim insanımızın karşılaşmış olduğu zorluklarla karşılaşmamıştır.
Zira, papazı yanında, öğretmeni yanında, sosyal danışmanı yanında; müşkülata
düştüğü zaman, sıkıntıya düştüğü zaman veya kendi içinde birtakım
haletiruhiyelerde sıkıldığı zaman, bunaldığı zaman görüşebileceği, konuşabileceği,
bilgisine, birikimine müracaat edip rahatlayabileceği veya kendisine yol
gösterecek insanları da yanı başında bulmuştur; ama, maalesef, üzülerek ifade
ediyorum -onun için "Kökler" dizisini misal verdim- ta 1980 yılına
kadar, doğrusunu isterseniz, biz, insanımızın orada varlığını hiç
hatırlamamışız veya çok az hatırlamışız.
12 Eylülle başlayan bir
süreçtir bu 1980'ler. Türkiye'de 12 Eylülü yapanlar, Avrupa'da da bir 12 Eylüle
ihtiyaç var mantığıyla hareket etmişlerdir. Özellikle sahipsiz kalmış,
birbiriyle dayanışmaktan, birbiriyle omuz omuza, kol kola vermekten başka
imkânı kalmayan, dayanacak, tutunacak hiçbir yeri olmayan insanlarımız,
1961'den 1980'li yıllara kadar, kendi aralarında, burada olduğu gibi -iftiharla
söylüyorum- bir araya gelerek, dayanışarak, birtakım sosyal dernekler -cami
dernekleri, kültür dernekleri, spor dernekleri, işçi dernekleri, veli
dernekleri gibi birçok dernekler- kurarak, yalnızlıklarını ve sıkıntılarını bu
derneklerin çatısı altında gidermeye çalışmışlardır; ama, 12 Eylülden sonra,
özellikle 12 Eylül mantığı, Türkiye'de olduğu gibi yurt dışında yaşayan
insanlarımızı da hep potansiyel suçlu olarak terennüm etmiş, onlara karşı hep
mesafeli durmuştur. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti adına buralarda görev
yapanlar, çoğu zaman -bazı büyükelçilerimizi, konsoloslarımızı, ataşelerimizi,
elbette ki saygıyla anıyoruz, onları istisna ediyoruz; ama, istisna
edilmeyecekler de vardır içerisinde- maalesef, insanlarımıza karşı hep mesafeli
durmuşlardır. İnsanımız nezdinde tabanı olmayan, insanımızın yanında temsil
kabiliyeti olmayan, sayıları, kurdukları derneklerin idarecisini bile aşmayan,
üye bile bulamayan çok küçük birtakım marjinal derneklerle, vakıflarla daha iç
içe olmuşlar; ama, onbinleri, belki yüzbinleri aşan insanımıza hizmet veren
derneklere ve federasyonlara karşı çok mesafeli durmuşlardır. Bunun en son
örneği şudur: 1997 yılında, -ki, o zamanki Devlet Bakanı Sayın Rifat Serdaroğlu'nun
öncülüğünde kurulan- Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kurulu veya Üst
Kurulu adı altında bir örgütlenmeye gidilmiştir. Ben de, geçen dönem bu
Meclisteyken, partim adına, bu danışma kurulunda milletvekili olarak görev yaptım
ve yurt içinde ve yurt dışında bazı toplantılarına katıldım. Danışma kurulu
kurulurken, ben, Almanyadaydım, yurt dışındaydım; o gün onun kuruluşuna da
şahit oldum; ama, gördük ki, oraya seçilen arkadaşlarımızın, üye olarak seçilen
arkadaşlarımızın, fert olarak, birey olarak çok değerli, çok vasıflı, çok iyi
yetişmiş insanlar olmalarına rağmen oradaki insanlarımızı temsil kabiliyetleri
yoktu; yani, o insanlarımızın tabanında, tanınma, bilinme gibi bir imkânları
yoktu. Konsolosluklarımızda olduğu gibi, kurulan bu üst kurul da, insanımızdan
hep uzak durdu, oradaki insanlarımıza ulaşamadı, onlarla kaynaşıp, onlarla
bütünleşemedi; dolayısıyla, insanlarımızın problemlerini elçilerimize, bakanlarımıza
ve devletin yetkililerine taşımakta, beklenen faydayı ortaya koyamadılar. Her
birisi, bir kere daha altını çizerek söylüyorum, fevkalade vasıflı insanlardı,
iyi insanlardı; ama, temsil imkânları ve kabiliyetleri yoktu, tabanları yoktu.
Şimdi, zaman zaman, yurt
dışında kurulmuş dernekler, federasyonlar, vakıflarla ilgili, fevkalade,
doğruyu yansıtmayan bilgilere, belgelere veya söylentilere şahit oluyoruz.
Evet, yurt dışındaki insanlarımız... Biz birbirimize benziyoruz; yani, burada
neysek Avrupa'da da oyuz. Yani, farklı bir şey yok; buranın oraya yansımasıdır.
Siyasî düşüncelerimize, dinî kanaatlerimize, belki, ideolojik görüşlerimize,
etnik kökenlerimize, mezhep farklılıklarımıza dayanan, birtakım -burada olduğu
gibi- sosyal dernekler, vakıflar kuruldu; ama, orada, insanlarımıza sahip
çıkma, onların elinden tutup, insanlarımızı birbiriyle kucaklaştırma ve
kaynaştırma sorumluluğunu üstlenen kurumlar, maalesef, bu derneklerimize karşı,
bu insanlara karşı, insanımızı örgütleyerek, birbiriyle dayanışan dernek ve
vakıflara karşı, çok mesafeli durdular; bunları hep -biraz önce de ifade ettim-
potansiyel suçlu gibi gördüler. Ben, bunun böyle olmadığını, bir örnekle, bir
misalle, Sayın Büyükelçimin de bildiği bir misalle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, 1994
yılında, Federal Almanya, özellikle, bize vermiş olduğu Leopar tanklarını
ülkenin bir bölgesinde kullanmamamız noktasında ciddî bir baskı yaptı; o gün,
Türkiye ile Federal Almanya arasında bayağı bir kriz oldu. Kendilerinden uzak
durulan, o gün de uzak durulan, şimdi de, hâlâ, o insanlarla kaynaşma ve
yakınlaşma noktasında bir gayret ortaya konulmayan insanlar olarak, bir hafta
süreyle, bütün dernek ve federasyonlar -ama, burada, bölücü ve yıkıcı
gayretlerin içerisinde olanları istisna ediyorum- hepsi, dinî dernekler, sosyal
dernekler, kültürel dernekler, işçi derneklerimiz, veli derneklerimiz, aklınıza
gelen ne kadar dernek varsa -Sayın
Gülçiçek de bunu hatırlayacaktır- Bonn'da 100 000 kişiyi aşan bir büyük miting
yapmıştık ve Federal Almanya'nın bu tutumunu hep beraber protesto etmiştik. O
günü hatırlıyorum, Bonn, o zaman Almanya'nın başkentiydi, bütün trafik, şehre
giriş çıkışlar durmuştu. Türkler, hep bir yürek, bir ses, haklı davalarını
orada federal hükümete duyurmuşlar ve onun da geri adım atmasına yardımcı
olmuşlardı.
Korkmamak lazım, bunlar
bizim insanlarımız; yanlışları olabilir, hataları olabilir, eksikleri olabilir;
ama, biz, onların koluna girersek, biz, onlara yakın olursak hem onların yanlış
yapmasına engel oluruz hem de onların, başka, art niyetli, art düşünceli
insanlar tarafından, kurumlar tarafından istismar edilmelerine fırsat vermemiş
oluruz.
Değerli arkadaşlar,
aslında, sizlerle paylaşacağım çok şey var, belki bir saat, hatta daha uzun,
üzerinde konuşabileceğim şeyler var burada; hepimizin bildiği, şahit olduğu
konular vardır. Biraz önce ifade edildi, özellikle, iki konunun altını çizmek
istiyorum: Bakın, artık, biz orada dört kuşak bir aradayız, dört nesil,
dördüncü kuşak geldi. Birinci kuşağın yaşadıklarını söylemek, gerçekten,
konuşurken bile, insanlara, şahit olanlara sıkıntı veriyor. Bunlar, belki bir
sene, iki sene işçi heim'larından dışarıya çıkamadılar, gidecekleri yeri, yönü
bilemediler; pazara gidemediler, alışveriş merkezlerine gidemediler; çok acı
çektiler. Sonra, ikinci kuşak geldi, üçüncü kuşak geldi, şimdi dördüncü kuşak. Dört
kuşak bir aradayız, 4 000 000 insanımız var Avrupa'da; resmî kayıtlardır
bunlar. Bu, gayriresmî kayıtlara göre 6 000 000'u buluyor; bir şekilde
gitmişler.
Şimdi, bu insanlarımızın
yaşamış olduğu, gerçekten önemli problemler var, sıkıntılar var ve
insanlarımız, özellikle gençlerimiz -üçüncü, dördüncü kuşak için söylüyorum-
ciddî bir asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bulundukları ülkelerin
yetkilileri, çok masum ifadelerle -her ne kadar- "bizim düşüncemiz
entegrasyon" diyorlarsa da, uygulamanın bir entegrasyon olmadığına, bir
asimilasyon politikası güdüldüğüne şahit oluyoruz. Avrupa'nın birçok ülkesinde,
artık, insanlarımızın birbiriyle dayanışmasını bile fazla görenler, çoğu zaman
bize insan hakları konusunda rehberlik etmeye çalışanlar, öncülük etmeye, ders
vermeye çalışanlar, maalesef, insanlarımızın aynı mahallede ev tutup, bir arada
yaşamalarına bile çoğu zaman müsaade etmiyorlar; Avrupa'nın birçok ülkesinde
buna şahit olduk, bunu gördük. Yurtdışına gidiyorsunuz, siz de oradaki
insanlardan bunları dinlemişsinizdir. Özellikle eğitim konusunda, Türkçe eğitimi
konusunda, anadilde eğitim konusunda ciddî sıkıntılar var.
Biraz önce, Sayın
Gülçiçek ifade etti; Avrupa'da, eğitim çağında 1 500 000 gencimiz var bizim;
bunun 500 000'i sadece Federal Almanya'da. Buna karşılık, Millî Eğitim
Bakanlığından giden öğretmen sayısı 500'dür. Takdir edersiniz ki, 1 500 000
insana, gence, bu 500 öğretmenle verilebilecek hiçbir şey yoktur. Kaldı ki,
bunların, öyle, çok resmî statüleri falan da yoktur.
Almanya'da Almanca'dan
sonra en çok konuşulan dil Türkçe'dir. Buna rağmen, kendi içimizdeki bu
tesanüdü, oradaki dayanışmayı sağlayamadığımız ve bu dayanışmaya devletin
katkısını ve gücünü de ekleyemediğimiz için, okullarının sınıflarında çoğu
zaman Alman çocukların sayısına denk düşen çocuklarımıza Türkçe'yi resmî dil
olarak okutamıyoruz. Unutmayın ki, kültür emperyalizminin, asimilasyonun rahat
yapılabilmesi için en geçerli yol, insanlara, kendi anadilini, kendi dilini
konuşturmamak ve öğretmemektir. Dolayısıyla, bizim gençlerimiz, çocuklarımız,
şimdi, Avrupa'da böyle bir acı gerçekle karşı karşıyadır. Çok samimiyetle
söylüyorum, şahit olduk, siz de şahit olacaksınız; düşünün ki, üç kardeşten biri
Almanya'da, biri Fransa'da, biri Hollanda'da; bunların çocukları bir araya
gelse, kendi dilleriyle anlaşamıyorlar; biri Fransızca konuşuyor, biri Flamanca
konuşuyor, biri Almanca konuşuyor; aynı kardeşlerin çocuklarını bile anlaştırmak
için tercümana ihtiyaç var.
Gençlerimizin yaşadığı
problemleri uzun uzun anlatmak istemiyorum. Bakın, yapılan istatistiklerde,
Avrupa'daki yabancılar arasında suça ve kriminal olaylara karışan gençler
arasında en yüksek oran bizim gençlerimizdedir. Yine, yanlış bir bilginin
düzelmesi için, bir başka şeyi sevinerek söylemek istiyorum; en az suç oranları
da, biraz önce saymış olduğum dernek ve
federasyonların, vakıfların çatısı altında bir araya gelmiş gençlerdedir; hemen
hemen hiç yoktur. Yani, bir koruyucu şemsiye görevi de yapmıştır bütün bunlar.
Burada bir şey bizi heyecanlandırmıştı;
Sayın Bakan -buradadır- görev aldığı zaman "ben, bir tabela bakanı
olmayacağım" demiştir. İnşallah, Anayasamızın 62 nci maddesindeki
sorumluluk ve yükümlülüğü, Sayın Bakanımız ve hükümetimiz, hiç olmazsa bu
dönemde yerine getirir diye düşünüyorum. Anayasanın 62 nci maddesinde
"Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin,
çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin
sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerde yardımcı
olunması için gereken tedbirleri alır" deniliyor. Bu, anayasadır ve
hepimiz için emredicidir; bugünkü hükümet için de, geçmiş hükümetler ve gelecek hükümetler için de... Çok
samimiyetle söylüyorum, kırküç yılını burada idrak etmiş, yaşamış, bir ömrü
burada geçirmiş, artık dört nesil bir arada buluşmuş insanlarımıza karşı,
bugüne kadar, bekledikleri hizmeti, bekledikleri gayreti ortaya koyamadı geçmiş
hükümetler. Bunu, Sayın Gülçiçek ile beraber olduğum bir programda da ifade
etmiştim; yapılabilecek en doğru iş, hiç olmazsa, bugüne kadar bu insanlara
karşı yapamadıklarımızdan dolayı, sorumluluklarımızı yerine getiremediğimizden
dolayı, kendilerine uzatmamız gereken şefkat ve merhamet elini
uzatamadığımızdan dolayı özür dilesek, yüzümüzün kızarması bir erdemliliktir
diye düşünüyorum. Bu insanlardan özür dilemek gerekir.
Bunları, sadece, döviz
getiren makineler gibi görmemek lazım. Evet, en zor günümüzde bu insanlar bizim
yanımızda olmuştur, bunların kalbinde, gönlünde, yüreğinde Türkiye sevdasından
başka bir sevda yer almamıştır. Daha geçtiğimiz hafta, Federal Almanya'dan bir
işadamları heyeti geldi. Bunlar, Türkiye'de, iktidar ve muhalefet partilerini,
bakanları, yetkilileri, işadamlarını ve kuruluşlarını ziyaret ettiler.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
EYÜP FATSA (Devamla) -
Sayın Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) -
Türkiye'nin geçmiş olduğu zor süreçte, ekonomik şartlarda, bizim de üzerimize
hangi görevler düşer, neler yapabiliriz, hangi yatırımları yapabiliriz, hangi
imkânlarımızı buraya taşımak suretiyle, bu zor günde insanımızın yanında
olabiliriz diye koşup gelen, yüreğinde Türkiye sevdası olan insanlardır bunlar.
Sadece Federal Almanya'da bunların sayısı 65 000'dir; 410 000 insan istihdam
ediyorlar. Ekonomik ciroları, bütün Avrupa'da, Türkiye'nin gayri safî millî
hâsılasına yakındır. Önemli bir güçtür. Biraz evvel, Merkez Bankasında
yaşadıkları sıkıntıları Sayın Gülçiçek ifade etti. Hangisini sayalım? Emekli
olmuş insanlarımızın sıkıntısını mı, yurda dönmekte sıkıntı çeken insanlarımızın
problemlerini mi, çifte vatandaşlıkta yaşadıkları sıkıntıları mı, seçme ve
seçilme haklarını elde edemeyişlerini mi? 1980'li yıllardan itibaren, kurulan
bütün hükümetlerin sürekli gündemindeydi bu oy hakkı. Oy hakkı verilecekti;
ama, ikinci, üçüncü dünya ülkeleri vatandaşları, Batı Avrupa'da oy haklarını,
seçme ve seçilme haklarını elde ettiler, maalesef, bizim insanlarımız elde
edemedi. Pembe kart gibi ne manaya geldiğini kimsenin bilmediği, hiçbir hukukî
dayanağı ve mesnedi olmayan bir uygulamayla çifte vatandaşlık da, maalesef,
insanlarımıza fazla görülmüştür. Vatandaşlıktan çıkarılma konusunda yaşanan
sıkıntılar, hepimizin bildiği ve hepinizin de, belki, bu dönemde, milletvekili
olmanız hasebiyle yakinen şahit olduğu sıkıntılardır.
Değerli arkadaşlar, bana
ayrılan süre doldu. Çok fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu insanlar bizim
insanlarımızdır, eksikleriyle, yanlışlarıyla. Varsa yanlışları, biz
düzelteceğiz, biz onlara yardımcı olacağız, yol göstereceğiz. Özellikle,
bulundukları ülkede alamadıkları haklar konusunda, sahip olamadıkları haklar
konusunda, bakanlarımızın, hükümetlerimizin ve yetkililerimizin, özellikle
elçiliklerimizin, konsolosluklarımızın önemli sorumlulukları vardır. Herkes
sorumluluğunu yerine getirecek. Bu insanları kendimizden ayrı düşünmemiz mümkün
değildir. Yaygın kanaatte olduğu gibi, bunlar bulundukları yerde yabancı, kendi
ülkelerinde Almancı değil, özbeöz bu toprağın insanlarıdır; bu toprak için
çalışan, bu ülke için çalışan, yüreğinde bu ülke adına sevda taşıyan
insanlardır. Onları yabancı görmemiz, kendimizden ayrı telakki etmemiz mümkün
değildir.
Bir hususun kısaca altını
çizerek sözlerimi toparlamak istiyorum. Özellikle konsolosluk hizmetlerinde
vatandaşlarımız çok ciddî problemlerle karşılaşmaktadır. Ben, bu konuşmamızı
Dışişleri Bakanımızın da, Dışişleri yetkililerimizin de duyacağına inanıyorum.
Vatandaşlarımıza, bulundukları ülkelerin resmî makamlarında çıkarılmayan
zorlukları lütfen çıkarmayın; insanlarımıza, kendi elçiliklerinin ve kendi
konsolosluklarının kapısında parya muamelesi yapmayın. Bizim insanımızdır.
Varsa, yanlışını düzelt deyin; ama, aşağılamayın, aşağılamayın insanları!
(Alkışlar)
Bir diğer husus; değerli
arkadaşlar, bu insanlar hep dara düşülünce akla gelmiştir; ne zaman zorluğa
düşmüşsek, ne zaman krize girmişsek bu insanlar akla gelmiştir; geçmişte de
öyle olmuştur. Bakın, özellikle yurt dışında yaşayan insanlarımızın
tasarruflarının Türkiye'ye yönlendirilmesi suretiyle, birtakım kurum ve
kuruluşlar, özellikle şirketler, holdingler, gerçekten insanımızı çok istismar
etmiştir. Biz de, en az, bu insanlara karşı, istismar eden insanlar kadar
duyarsız kalmışızdır Türkiye Cumhuriyeti olarak. Bunların içerisinde çok samimî
insanlar olduğu gibi, gerçekten, istismarcı insanlar da vardı. İstismarcı
olanlar ile samimî olanları birbirinden ayırmak bizim görevimizdi; ama,
hiçbirini diğerinden ayırmadık; toptan, hepsini batırmak ve yok etmek gibi bir
yanlışlığın içerisine girdik. 57 nci Hükümetin Başbakanı Sayın Ecevit ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Yılmaz, 19 Şubat krizinden sonra bunu ifade
etmişlerdir ve "evet, bu krizin müsebbipleri bizleriz. -o günü
hatırlayacaktır arkadaşlar- Özellikle yurtdışındaki insanlarımıza karşı çok
acımasız davrandık; onların tasarruflarının, Türkiye'de yatırıma ve istihdama
dönüşmesi noktasında acımasız davrandık; bu imkânları, bu fırsatı, bu insanlara
vermedik; doğru olan ile yanlış olanı birbirinden ayırmadık" demişlerdir;
bunu itiraf etmişlerdir.
Bugünkü hükümetin
üzerinde de böyle bir sorumluluk vardır; istismarcıları bulup, oradaki
insanlarımız adına, bunlardan, insanlarımızın alınterinin ve emeğinin hesabını
sormaları gerekir; ama, dürüst çalışan, namusuyla çalışan; ama, belki eksik
bilgisinden kaynaklanan hataları olan insanları da, lütfen, istismarcılarla
karıştırmayın, karşılaştırmayın, onları ayrı tutun ve istisna edin.
BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız lütfen.
EYÜP FATSA (Devamla) -
Sözlerimi toparlıyorum.
Sayın Başkan, bu, çok
önemli bir konudur, çok hassas bir konudur. Belki, yurt dışındaki insanlarımız,
şimdi bizi dinliyorlar ve Sayın Gülçiçek'in ve benim ne kadar doğru şeyleri
ifade ettiğimizi tasdik ediyorlardır. Biz onları görmüyoruz; ama, onlar bizi
görüyorlar.
Vermiş olduğumuz
önergenin kabulünü talep ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Fatsa'ya
teşekkür ediyoruz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Fatsa.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır; ancak, önerge sahiplerinin
de konuşmaları var. Dolayısıyla, çalışma saatimiz de dolmuş olduğundan, sözlü
sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Nisan 2003
Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.00