BIM 2 2 2003-04-24T07:55:00Z 2003-04-24T07:55:00Z 34 24425 139224 TBMM 1160 278 170976 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 11       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

63 üncü Birleşim

8 . 4 . 2003 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Federasyonu Ulaştırma Bakanı ve beraberindeki heyete, Başkanlıkça, "Hoş geldiniz " denilmesi

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Uşak Milletvekili Alim Tunç'un, 7 Nisan Dünya Sağlık Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Bursa Milletvekili Şevket Orhan'ın, Bursa'nın fethinin 677 nci yıldönümü etkinliklerine ilişkin gündemdışı konuşması

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve 42 milletvekilinin, Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve yol açtığı zararların araştırılarak tazmini ve önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)

2.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 20 milletvekilinin, Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/59)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, (6/141) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/37)

2.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, (6/268) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/38)

3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, (6/340) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/399)

4.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının iade edilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/237)

5.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 21.1.1998 Tarih ve 4325 Sayılı Kanun ile 15 Nisan 2000 Tarih ve 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda (2/15) Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/40)

6.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde (2/68)  Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/41)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, yönetim kademelerine yapılan atamalara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/127) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı

2.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, Rus doğalgazının fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/129) ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

3.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, doğalgaz ithalatına ve fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/130) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

4.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, ithal doğalgaz fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/131) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

5.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, İpsala ve Pazarkule Gümrük Kapılarına bağlanan yolların yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/132)

6.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, yerel basının desteklenmesi için yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/139)

7.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, bir davada sanık olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/140)

8.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Rusya'dan ithal edilen doğalgazın fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/141)

9.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Ergani pamuk üretici-lerinin destekleme prim alacaklarının ne zaman ödeneceğine ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/142) ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı

10.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, SPK kaydına alınmaksızın halktan para toplayan şirketlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/144)

11- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumuna katılanlara ve Türk Gecesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/146)

12. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, duble yol yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/148)

13. - Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu'nun, Azerbaycan'da saldırıya uğrayan iki Türk üniversite öğrencisine ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/154)

14. - Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, BAĞ-KUR'un sağlık kuruluşlarına olan borçlarına ve sağlık giderlerinin geri ödemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/155) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı

B) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, olası Irak operasyonunun turizm gelirlerine etkisine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Güldal Akşit'in cevabı (7/271)

2.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, iki tekerlekli motorlu araçların tescil plaka harçlarına ve ehliyetine ilişkin sorusu ve İçişleri BakanıAbdülkadir Aksu'nun cevabı (7/280)

3.- İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik ve Ekip personelinin özlük haklarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/295)

4.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, çiftçilerin kredi borçlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın cevabı (7/314)

5.- Hatay Milletvekili Fuat Çay'ın, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan verilen burslara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı (7/345)

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30 milletvekilinin, Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı ve bu konulardaki bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13)

2.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekilinin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/8)

3.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/48)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Hatay Milletvekili Züheyir Amber, inanç turizmine,

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan, Dünya Su Gününe,

Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan, Burdur İlinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar;

NATO Parlamenter Asamblesinde TBMM'yi temsil edecek Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Genel Kurulun 4 Nisan 2003 Cuma günkü (bugün) birleşiminde; daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek ile 21 milletvekilinin; 4811 sayılı Vergi Barışı Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden "Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu Tasarısının (1/534) (S. Sayısı: 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi;

2 nci sırasına alınan, 4811 sayılı Vergi Barışı Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/106) (S. Sayısı: 108) görüşmelerini takiben yapılan açıkoylamadan,

3 üncü sırasında bulunan ve ikinci görüşmesi tamamlanan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/101) (S. Sayısı: 106 ve 106'ya 1 inci Ek), tümünün, gizli oylamasından,

Sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.

8 Nisan 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.10'da son verildi.

 

 

 

Yılmaz Ateş

 

 

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Enver Yılmaz

 

Ahmet Küçük

 

 

Ordu

 

Çanakkale

 

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

Yaşar Tüzün

 

 

 

 

Bilecik

 

 

 

 

Kâtip Üye

 

 


                                                                                                          No. :  85

II. - GELEN KÂĞITLAR

7 . 4 . 2003 PAZARTESİ

Teklif

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 32 Milletvekilinin; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/108) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay'ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu yönetim kurullarında AK Parti ilçe başkanlarının görev aldığı iddiasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/359) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Ankara'da Paris Caddesinde güvenlik gerekçesiyle yapılan denetime ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/360) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

3.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Milli Piyango biletlerinin üzerindeki bir değişikliğe ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/361) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

4.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Ankara Kalecik'teki Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin ne zaman tamamlanacağına ve ayrılan ödenek miktarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/362) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Ankara Büyükşehir Belediyesinin doğalgaz sayacı alım ve satımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/371) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

2.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın, AB ile ilgili Brüksel'de düzenlenen bir kursa gönderilen personele ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/372) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, depremzedelere verilen güçlendirme kredileri ile deprem amaçlı toplanan gelirlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/373) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)

4.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, ABD Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmeyle ilgili TBMM'de bilgi verip vermeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/374) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.4.2003)                                                                                                                                                                                                                                                                               No. :  86

8 . 4 . 2003 SALI

Raporlar

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve 26 Milletvekilinin; Avrupa Birliği ile İlişkiler Komisyonu Kanunu Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/102) (S. Sayısı: 111) (Dağıtma tarihi: 8.4.2003) (GÜNDEME)

2.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun; Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/543, 2/88) (S. Sayısı: 113) (Dağıtma tarihi: 8.4.2003) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.-Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve 42 milletvekilinin, Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve yol açtığı zararların araştırılarak tazmini ve önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.4.2003)

2.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 20 milletvekilinin, Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/59) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.4.2003)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.00

8 Nisan 2003 Salı

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 63 üncü Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda hazır bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız yoktur, 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati :15.08


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.18

BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 63 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Bir önceki oturumda toplantı yetersayısı bulunamamıştı; şimdi, tekrar, elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 3 dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Federasyonu Ulaştırma Bakanı ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bir hususu Heyetinize arz etmek istiyorum: Şu anda, Meclisimizi, Bosna-Hersek Federasyonu Ulaştırma Bakanı ve Heyeti ziyaret etmektedir. Sayın Necat Brankovic ve arkadaşlarına hoş geldiniz diyoruz. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk sözü, Dünya Sağlık Günü nedeniyle, Uşak Milletvekili Alim Tunç'a takdim ediyorum.

Buyurun Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Uşak Milletvekili Alim Tunç’un, 7 Nisan Dünya Sağlık Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi ve bizleri izleyen aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.

Sağlık, sadece hasta ya da sakat olmama hali değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. 7 Nisan günü, Dünya Sağlık Örgütünün kuruluş tarihi olan 7 Nisan 1948'den bugüne Dünya Sağlık Günü olarak kutlanmaktadır. Ancak, 1994 yılından beri her yıl bir konu seçilerek, o konu üzerinde tüm dünyada duyarlılık yaratmak, sorunlara çözüm üretmek, kampanyalar yaparak çalışmalarda birliktelik sağlamak ve gündemde tutmak amacıyla rapor haline getirilmektedir.

7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle 2003 yılı çocuklara ayrılmış ve konusu "çocuklar için sağlıklı çevre" olarak belirlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, tüm dünyada, yılda yaklaşık 11 000 000 çocuk, önlenebilir ve tedavi edilebilir nedenler yüzünden; yani, yaşadıkları, oynadıkları ve okudukları çevrelerden kaynaklanan hastalıklara bağlı olarak ölmektedir. İçerisinde bulunduğumuz ulusal, uluslararası, yerel koşullar dikkate alındığında, 7 Nisan 2003 Dünya Sağlık Günü konusu bir kat daha önem arz etmektedir. Bir tarafta aç, yoksul, yaşam mücadelesi veren bireyler ve onların çocukları, diğer yanda, teknolojinin getirdiği olumlu, olumsuz faktörler, doğal afetler ve savaşlar geleceğimizin şekillenmesini doğrudan etkilemektedir. Özellikle geleceğimizi teslim edeceğimiz çocuklarımız nasıl bir geleceğe doğru koştuklarının endişe, korku ve heyecanı içendedirler. Güvenli ve sağlıklı gelecek, tüm çocukların iyi ve sağlıklı yetişmelerine bağlıdır.

Çocukları etkileyen olumsuz çevre koşulları, olumlu olanlardan çok fazladır. Çocuklarımız, yeterli içme ve kullanma suyu, gıda ve beslenme koşulları bulunmayan, hava kirliliği, atık ve kanalizasyon sorunu bulunan ortamlarda yetiştirilmekte ve büyümektedir. Yeterli su bulunmayan bir evde, bir okulda, çocuklara, el yıkamayı ve temizliği nasıl anlatabiliriz, nasıl öğretebiliriz?! Ev ve okuliçi temizliğinin sağlanamaması durumunda, pek çok hastalığa davetiye çıkarmış bulunuruz. Hastalığın tedavisi, daha pahalı ve geç kalınan bir yöntemdir; önemli olan, hasta olmadan koruyucu sağlık önlemlerini almaktır. Bunun yolları bellidir ve bilimsel gerçeklerle kanıtlanmıştır. Hasta olmamak için, eğitim ve çevre ortamının hazırlanması, iyi ve yeterli beslenme, gerektiğinde aşı ve diğer koruyucu önlemler, işbirliği ve yardımlaşma gibi konulara önem ve öncelik verilmelidir.

Değerli arkadaşlar, Türk toplumunun sağlık düzeyini yükseltmek, gelecek nesillerimizin daha iyi şartlarda yetişmesini sağlamak, ülkemizin en büyük özlemidir. Bu amacı gerçekleştirmek için kurulan Sağlık Bakanlığının görevi, vatandaşımızın sağlıklı bir ortamda yaşamasını sağlamak, sağlığını koruma bilincini vermek ve bunun için gerekli politikaları belirlemek, bunları uygulamaya koymak, uygulamaları denetlemektir. Sağlıklı ortamlar hazırlamak, her toplumda, yöneticilerin görevidir ve yalnız Sağlık Bakanlığının ve ona bağlı kuruluşların değil, tüm -kamu, özel- kurum ve kuruluşların görevi olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, 1990 yılı eylül ayında, dünya liderleri, o güne kadar görülmemiş bir sayıyla, Birleşmiş Milletlerin New York'taki merkez binasında, Çocuklar İçin Dünya Sağlık Zirvesinde bir araya gelerek, samimî ve coşkulu bir biçimde, çocuklara karşı sorumluluklarını ele alıp tartışmışlardır. Bu toplantıda, 71 devlet ve hükümet başkanı ile 88 üst düzey yönetici "her çocuğa daha iyi bir gelecek sağlamaktan daha saygın bir görev olamaz" diyerek, çocukları korumaya, acılarını azaltmaya, insan olarak tanıdıkları potansiyeli tam olarak gerçekleştirmelerini sağlamaya söz vermişlerdir.

Değerli milletvekilleri, 7 Nisan 2003 Dünya Sağlık Gününde "çocuklar geleceğimizin güvencesidir" gibi güzel sözler yanında, çocuklarımıza daha iyi bir çevre hazırlanmasında, her birimizin üzerine düşeni yerine getirmesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tunç, mikrofonu açıyorum, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ALİM TUNÇ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, bugün, Dünya Sağlık Günü, tüm dünyada tartışılırken, geleceğimiz olan çocuklar için çözüm üretilirken, hemen yanı başımızda yaşanan insanlık dramı hepimizi derinden üzmektedir. Olayın siyasî boyutu bir yana, Irak'taki siviller, kadınlar ve çocuklar için harekete geçmeliyiz. Eminim ki, oradaki insanların, özellikle, masum çocukların çaresizliği, içlerimizi yakıyor. Bu savaşın anlamsızlığını, çocukların hep çizdiği güneş, mavi gökyüzü, çiçekler ve uçan kuş tasvirlerinden anlıyoruz. Bu barış dolu resimleri, Iraklı çocuklar da çiziyordu, inşallah çizmeye devam edecekler...

Bu günü Iraklı çocuklara armağan ediyor, bir an önce tüm bu yaşamsal haklardan faydalanmalarını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.

Yine, bu Dünya Sağlık Günü vesilesiyle, Iğdır Milletvekilimiz Prof. Dr. Sayın Dursun Akdemir ve Balıkesir Milletvekilimiz Dr. Sayın Turhan Çömez Beyler de söz istemişlerse de, bir milletvekilimize söz verdiğimizden, zabıtlara geçmesi bakımından, arz ediyorum.

İkinci söz, Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümü nedeniyle, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek'e aittir.

Buyurun Sayın Şimşek. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

2. - İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek’in, Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anadolu Ajansının kuruluşunun 83 üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle, "savaş ve ulusal basın" konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Türkiye'nin yanı başında kanlı bir savaş sürüyor. Savaşta yaşanan vahşetin, acının ve açlığın, dünya kamuoyundan yazılı ve görsel basın tarafından gizlendiği tartışması, özellikle son günlerde yoğunlaştı. Bu savaş, medya savaşına dönüştü. Özgürlükler ülkesi olarak bilinen Amerika ve demokrasinin beşiği sayılan İngiltere'de de basına yoğun bir baskı var; bu iki ülke çıkarları doğrultusunda tarihi çarpıtıyorlar. Doğumevlerine, hastanelere, pazar yerlerine, çocukların sığınağına düşen tonlarca bombanın yol açtığı sivil can kayıpları dünya kamuoyundan gizleniyor; Iraklı esirlere uygulanan insanlıkdışı muamele, yine, dünya medyası tarafından görmezden geliniyor.

Sınırötesi gazeteciliğin köklü kuruluşları tarihsel geçmişlerini ve gazetecilik mesleği ilkelerini bir kenara bırakıp, kamuoyunu istedikleri gibi yönlendiriyorlar. BBC'nin, CNN'in deneyimli kadroları, savaş muhabirliğini bırakıp, âdeta, spor muhabirliğine başladı. Ellerindeki mikrofonla ya da kalemlerle, belli bir takımın taraftarı olan spor muhabirleri gibi, tuttukları ekibin ataklarını anlatıyor, gücünü övüyorlar. Bu durum basın etiğiyle çelişiyor. Görevini gazetecilik etik kurallarına göre yapmak isteyen haberciler de aforoz ediliyor, vatan haini muamelesi görüyor. Oysa, bundan 83 yıl önce, Cumhuriyetimizden, hatta, Büyük Millet Meclisinden de önce Anadolu Ajansı kurulmuştu; tüm ulusumuza ve dünyaya, gazeteciliğin ve ulusal haberciliğin önemini göstermişti. Her türlü maddî imkâna sahip olan İngilizlerin BBC'si bile 1922'de, yani, Anadolu Ajansından sonra kurulmuştu.

Anadolu Ajansının kuruluşu, tüm mazlum milletlere örnek olan Kurtuluş Savaşımızda bir dönüm noktasıdır. Anadolu Ajansının önemini anlatmak için, kan ve gözyaşı dolu o günleri anımsamak ve o günlere dönmek gerek. İşgal altındaki bir ülke; İngiliz donanması İstanbul'a demirlemiş, gemilerinin toplarını padişahın sarayına doğrultmuşlar... Mütareke basını ise, ülkemizi yakıp yıkan işgalcileri övmekte ve tek yaptıkları, teslimiyet propagandasıyla halkımızın moralini bozmaktı. Örneğin, İstanbul'da yayımlanan Ali Kemal'in gazetesinde, 9 Kasım 1918'de, "İngiliz milleti dünyanın en azimli milletidir", 16 Kasımda ise "iki vatanımız var; biri anavatan, diğeri İngiltere" diye yazıyordu.

Halkımız yoksulluğun ve işgalin pençesinde kan ağlarken, mütareke basını, İngiliz Muhipleri Cemiyeti çerçevesinde düzenlenen balo ve partilerde, vur patlasın çal oynasın eğleniyor, yabancı dostlarına şirin görünmek için kalemşorluk yapıyordu.

Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomore"sunda ya da Nâzım Hikmet'in Kuvayı Milliye Destanında bu onursuz tablo açıkça tafsil edilmiştir. O gün yazılan yazılardaki "İngiliz dostlarımız" sözcükleri yerine, bugünkü köşe yazılarında sıkça geçen "Amerikalılar" ibaresini koyun; karşınıza, pek çok uydum akıllının bugün yazdığı, toplumumuzun başka devletlere yaltaklanarak menfaat sağlamasını savunan yazılar çıkar. Bilerek ya da bilmeyerek, böyle bir kirli tezgâha malzeme olmak, malzeme sunmak, gazetecilikle bağdaşmaz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özellikle son elli yılda başlayan toplumsal yozlaşmanın sonucu olarak, dünya ve ülke gerçeklerine yabancılaşanlar, cumhuriyetimizin değerlerini de yozlaştırma çabası içerisindedirler. Sonuçta, medyatik gerçekle, yaşamsal gerçeğin üzeri örtülüyor. Oysa, o zamanlar ulusumuzu, yazdıkları köşelerde Amerikan mandasının mı yoksa İngiliz mandasının mı daha iyi olacağını tartışanlar kurtarmadı; aileleriyle helalleşerek Ankara'nın yolunu tutan mebuslar, cephedeki kahramanlar, varını yoğunu cepheye aktaran kadınlar, kısacası, halkımız, bu ulusal Kurtuluş Savaşını sağladı.

Atatürk'ün önderliğindeki bu büyük mücadeleye, Anadolu Ajansı da büyük katkılar sağladı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın Sayın Şimşek.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Ankara'ya hareket eden Yunus Nadi Bey ve Halide Edip Hanımın önerileri üzerine, Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920'de kuruldu. Halide Edip Hanım, Atatürk'ün kurduğu Anadolu Ajansının aynı zamanda isim annesidir.

Anadolu Ajansı, Anadolu'nun şanlı mücadelesini başarıyla tüm dünyaya ve yurda duyurdu. Güçlüye karşı haklının kazanabileceğini, yalansız, gür ve onurlu bir sesle haykırdı. İşgale karşı koyarken, belki şimdiki gibi, siyasette "usta kaptan" olduğunu iddia edenler yoktu; ama, güvenilir kaptanlar, kayıkçılar vardı. Anadolu Ajansı, bültenlerini, yani, direnişin sesini, Karadenizin hırçın dalgaları üzerinden İstanbul'a ve yurdun diğer merkezlerine yaydı. Mütareke basınının direncini bu sayede kırdı.

Atatürk, Anadolu Ajansının hiç ödün vermediği ilkelerini, Kuruluş Genelgesinde ilan etmişti. Atatürk, bugün çağdaş gazeteciliğin tanımı sayılan ilkeleri 83 yıl önce açıklamıştı. Büyük Önder "Anadolu Ajansı hızlı, doğru ve objektif habercilik yapacaktır" demiştir. Bu anlayıştan bugün de ders alınmalı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; oysa, gazeteci, daha matbuat devrinde başlayan toplumu aydınlatma görevine sahip çıkmalı. Demokrasiye büyük bir özveriyle katkı yapan basın dönemi, toplumsal yaşamda yükselen bir değer oluşturmuştu. Medya çağında ise, çürüyen, düzeysiz habercilik ortaya çıktı.

Günümüzde, sendikal hakları olmayan, işsizlikten perişan olan, baskılara, ölümlere ve tehditlere maruz kalan gazeteciler, halkımızın sesidir, sahip çıkmalıyız.

Anadolu Ajansının 83 üncü kuruluş yıldönümünü kutlar, Halide Ediplerden bugünlere kadar Anadolu Ajansına ve bağımsız Türkiye basınına katkı sunanlara şükranlarımı sunar, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek,

Sayın Bakan, söz isteğiniz?..

DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Yok; soru veya bilgi talebi olmadığı için...

Teşekkür ederim sayın konuşmacıya.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Gündemdışı üçüncü söz, Bursa'nın fethinin 677 nci yıldönümü nedeniyle, Bursa Milletvekili Sayın Şevket Orhan'a aittir.

Buyurun Sayın Orhan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5  dakika.

3. - Bursa Milletvekili Şevket Orhan’ın, Bursa’nın fethinin 677 nci yıldönümü etkinliklerine ilişkin gündemdışı konuşması

ŞEVKET ORHAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Osmanlı İmparatorluğuna payitahtlık yapmış Bursamızın fethinin 677 nci yılının anılması etkinlikleri nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve dolayısıyla milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Selçuklu Padişahı Alaaddin Keykubat zamanında Oğuzların Kayı Boyu, Ertuğrul Beyin idaresi altındaydı. Ankara civarındaki Karacadağ'a yerleşmişlerdi. Sonradan Söğüt ve Domaniç'e geldiler.

Ertuğrul Gazi 90 yaşın üzerinde vefat etti ve Söğüt Kasabasına gömüldü; şimdi türbesi oradadır.

Ertuğrul Gazi'den sonra yönetimi oğlu Osman Bey devraldı.

Osman Bey, Bursa'nın fethi çalışmaları sırasında, sırasıyla, Yenişehir, İnegöl, Gemlik, Mudanya ve Orhaneli gibi ilçeleri fethettikten sonra, aldıktan sonra, benim de şu anda yaşadığım, doğup büyüdüğüm Bursa'nın Pınarbaşı meydanında ordusunu konuşlandırdı ve kuşatma başladı. Fakat, Osman Bey yaşlanmış idi. Kuşatma yaklaşık sekiz yıl sürecekti. Yönetimi oğlu Orhan Beye vermişti. Orhan Bey, yaklaşık sekiz yıl süren kuşatmadan sonra Bursa tekfuru olan ( o zaman yönetimin başında bulunanlara "tekfur" deniyordu) Broses'in teslim olmasıyla -Köse Mihal'in delaletiyle teslim oldu- ve Gemlik'e kadar askerlerin kontrolünde göndererek Bursa'nın fethini tamamlamış oldu.

Bursa'nın fethinde, özellikle, Ahilerin, Ahi şeyhlerinin çok fazla etkisi vardı. Ahilerin anlayışı şunlardan ibaretti:

1- Güçlü ve kuvvetliyken bağışlamak.

2- Kızgınken yumuşamak.

3- Düşmana bile iyilik yapmak.

4- Kendi muhtaç olsa da başkalarına yardım etmek.

Elbette ki, Şeyh Edebali bu dönemin  önemli isimlerinden birisiydi. Osman Gazi'nin kayınpederi olmasıyla birlikte, o döneme imzasını atan büyüklerimizden bir tanesiydi ve damadı Osman Gazi'ye şunu vasiyet ediyordu:

"Ey oğul, beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Acizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana.

Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana.

Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana.

Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana.

Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.

Ey oğul! Sabretmesini bil; vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.

Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.

Allah yardımcın olsun."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dönemimizin önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiirinden de Bursa'yla ilgili küçük bir kıssa okuyacağım:

"Bursa'da Zaman

Bursa'da eski bir cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdayan su.

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar.

 

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,

Duyduk bir musikî gibi zamandan,

Çinilere sinmiş Kur'an sesini,

Fetih günlerinin saf neşesini."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, mikrofonunuzu açıyorum; tamamlayın lütfen.

ŞEVKET ORHAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bir çağı açan, bir çağı kapatan Osmanlı Devleti gibi bir medeniyetin kuruluşunu başlatmış olan, güzel bir şehir olan Bursa; çarpık kentleşmesiyle, biten verimli arazisiyle, ovasıyla, turizm noktasında, yarım saat ötesinde dağ, yarım saat kuzeyinde, güneyinde deniziyle çok güzel bir belde olan yeşil Bursa, bugün, maalesef, bitmek üzere. Bursa'nın yüzde 70'i kaçak ve bize emanet olarak bırakılmış olan bu güzelim Bursa, maalesef, şu anda, bitmek üzere, taş yığını haline gelmek üzere. O vakıf arazilerindeki kestanelerinden, ovasında yetişen o güzel şeftalisinden neredeyse eser kalmayacak ve bize emanet olunan o güzel tarihî kültür, o güzel vakıf eserleri, hepsi teker teker yıkılmakta. Başkentlik yapmış, payitahtlık yapmış bu güzel Bursa, beş altı padişahın konaklamış olduğu Bursa, şu anda, maalesef, bitmek üzere, yıkılmak üzere. Bunun müsebbibi olan bizler -ben, önce kendimden başlıyorum- ve maalesef, merkezî yönetimler, bugüne kadar Bursamıza hiç el atmamış; çok üzgünüm. İnanıyorum ki, bundan sonra, bizler vasıtasıyla, Bursa milletvekillerimiz vasıtasıyla, bu biten tarihe el atacağız, biten ovaya el atacağız, tarihî ve turistik yerlerimize el atacağız ve Bursa'yı tekrar, inşallah, ayağı kaldıracağız diyorum ve sözlerimi, şu güzel Bursamızı bize 677 yıl önce teslim eden ecdadımızı rahmetle anarak bitirmek istiyor, Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Orhan, teşekkür ederiz.

Başkanlığın, Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır, okutup, bilgilerinize sunacağım.

Ancak, bu metinler uzun; dolayısıyla, Kâtip Üyenin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...  Etmeyenler...  Kabul edilmiştir.

Teşekkür ediyorum.

İlk önergeyi okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve 42 milletvekilinin, Asi Nehrinin taşmasının nedenlerinin ve yol açtığı zararların araştırılarak tazmini ve önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/58)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Asi Nehrinin taşması sonucunda Hatay İline bağlı ilçe ve köylerde meydana gelen, süreklilik arz eden su baskınlarının nedenlerinin incelenmesi, önüne geçilmesi için alınması gereken tedbirlerin, yapılacak yatırım ve projelerin araştırılarak ortaya çıkarılması, Suriye Devleti nezdinde, taşkınlığa neden olan barajları ve yöre halkının uğradığı zararların tazmini için yapılacak girişimleri tespit etmek amacıyla Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

  1- Zübeyir Amber           Hatay

  2- Fuat Çay                         Hatay

  3- Mesut Değer     Diyarbakır

  4- İnal Batu                         Hatay

  5- Türkân Miçooğulları   İzmir

  6- Canan Arıtman          İzmir

  7- Gökhan Durgun          Hatay

  8- Memduh Hacıoğlu     İstanbul

  9- Sedat Uzunbay        İzmir

10- Muharrem Eskiyapan  Kayseri

11- Mustafa Sayar          Amasya

12- Muharrem İnce              Yalova

13- Abdürrezzak Erten                       İzmir

14- Mehmet Semerci       (Aydın)

15- Yılmaz Kaya            (İzmir)

16- Hüseyin Özcan       (Mersin)

17- Hasan Güyüldar  (Tunceli)

18- Haluk Koç                  (Samsun)

19- Tacidar Seyhan       (Adana)

20- Mustafa Özyürek   (Mersin)

21- A. İsmet Çanakçı     (Ankara)

22- Necati Uzdil    (Osmaniye)

23- Tuncay Ercenk     (Antalya)

24- Osman Kaptan    (Antalya)

25- Abdulaziz Yazar          (Hatay)

26- Naci Aslan                                                      (Ağrı)

27- M. Nezir Nasıroğlu  (Batman)

28- Ali Topuz                 (İstanbul)

29- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)

30- Orhan Ziya Diren  (Tokat)

31- Ahmet Yılmazkaya             (Gaziantep)

32- Fahrettin Üstün         (Muğla)

33- Ersoy Bulut         (Mersin)

34- Halil Tiryaki   (Kırıkkale)

35- Ali Rıza Bodur           (İzmir)

36- Erdal Karademir    (İzmir)

37- V. Haşim Oral           (Denizli)

38- Enver Öktem          (İzmir)

39- İsmail Değerli      (Ankara)

40- Hasan Aydın      (İstanbul)

41- Mehmet Ali Özpolat                (İstanbul)

42- Muharrem Doğan       (Mardin)

43- Muhsin Koçyiğit            (Diyarbakır)

Gerekçe:

Asi Nehrinin sık sık taşması sonucunda, Hatay İli Merkez, Altınözü ve Reyhanlı İlçelerinde binlerce dekarlık tarım arazisi su altında kalmakta, yöre halkının hayvan ve tarım araçları zarar görmekte, trilyonlarca liralık maddî zarar meydana gelmektedir.

Hatay için sürekli doğal afet haline gelen Asi Nehrinin taşması, Suriye'deki El Zeydan Barajının 5.6.2002 tarihinde yıkılması ve bu ülkeye ait diğer barajların kapaklarının yoğun yağışlar sonrası açılması sonrasında sıklıkla meydana gelmektedir.

Örneğin, geçtiğimiz aylarda, nehrin taşması ve yatak değiştirmesi sonucunda Hatay İli Merkez İlçede 1 köy, Altınözü İlçesinde 10 köy, Reyhanlı İlçesinde 4 köyde yaklaşık 70 000 dekar tarım alanı sular altında kalmıştır. Yüzlerce büyük ve küçükbaş hayvan telef olmuş, çiftçilerin tarım makine ve araçları tahribata uğramıştır. Zararın toplam parasal değeri yaklaşık 4 trilyon liradır.

Sürekli tekrarlanan ve trilyonlarca lira zarara yol açan bu su taşkınlarının önlenmesi, bölge ve ülke ekonomisine önemli katkılar sağlayacaktır.

Asi Nehri üzerinde yapılacak olan Reyhanlı Barajı projesinde ilerleme kaydedilmemesi kaygıları artırmaktadır.

Öte yandan, Suriye'nin kusurundan kaynaklanan zararların, uluslararası hukuk ve komşuluk ilişkileri çerçevesinde, bu ülkeden tazmin edilmesi konusunda kamuoyuna hiçbir açıklama yapılmamaktadır.

Bu gerekçelerle, bölge halkı için felakete dönüşen Asi Nehrinden kaynaklanan ve süreklilik arz eden su baskınlarının nedenlerinin incelenmesi; önüne geçilmesi için alınması gereken tedbirlerin, yapılacak yatırım ve projelerin araştırılarak ortaya çıkarılması; Suriye Devleti nezdinde, taşkınlığa neden olan barajları ve yöre halkının uğradığı zararların tazmini için yapılacak girişimleri tespit etmek amacıyla Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması zorunlu hale gelmiştir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

İkinci önergeyi okutuyorum:

2. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 20 milletvekilinin, Trakya Bölgesindeki çeltik üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/59)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Trakya Bölgemiz ve Edirne İlimizin tarımsal ekonomide önemli bir yer tutan çeltik ekimi ve çeltik üreticilerinin sorunlarının araştırılıp, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince, Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1- Rasim Çakır                    (Edirne)

2- Mehmet Boztaş        (Aydın)

3- Enis Tütüncü (Tekirdağ)

4- Muharrem Toprak         (İzmir)

5- Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu                   (Ankara)

6- Osman Özcan      (Antalya)

7- Necati Uzdil    (Osmaniye)

8- Osman Kaptan    (Antalya)

9- Atilla Kart                   (Konya)

10- Orhan Sür                (Balıkesir)

11- Ali Cumhur Yaka                    (Muğla)

12- Canan Arıtman       (İzmir)

13- Hüseyin Ekmekçioğlu                 (Antalya)

14- Sedat Pekel       (Balıkesir)

15- Ali Kemal Deveciler                (Balıkesir)

16- Erdoğan Kaplan    (Tekirdağ)

17- Feridun Fikret Baloğlu                 (Antalya)

18- Mehmet Küçükaşık   (Bursa)

19- Orhan Ziya Diren (Tokat)

20- Halil Tiryaki   (Kırıkkale)

21- Ferit Mevlüt Aslanoğlu                 (Malatya)

Gerekçe:

Bilindiği gibi, temel besin maddelerimizden olan pirinç ve bunun hammaddesi çeltik üretimi, Trakya'da Meriç Havzasında - İpsala - Meriç Ovalarında yapılmakta olup, Türkiye genelinde yüzde 44 çeltik bu bölgede yetişmekte olup, tür itibariyle birçok dünya ülkesiyle yarışacak düzeydedir. Ülkemizde ve bölgemizde, çeltik üreticilerinin büyük çoğunluğu ileri yetiştirme teknikleri kullanmaktadır.

Türkiye'de pirinç tüketimi kişi başına 8 kilogram olup, ülke genelinde yıllık 520 000 ton pirinç ihtiyacımız bulunmaktadır. Üretim ise, 2002 yılı verilerine göre, 204 000 tondur. Trakya'da ise, 2001 yılı verilerine göre, 169 329 ton çeltik üretimi yapılmıştır. Bölge ekonomisine katkısı 7 253 683 TL/kilogramdır. Bu temel besin maddemizle ilgili üretimin artırılması için politikalar üretilmesi gerekmektedir.

Üretimin artırılması için; Trakya'da yapımı süren Hamzadere ve Çakmak barajlarının devreye girmesiyle 25 000 hektarlık bir alan devreye girecek ve çeltik üretiminde önemli bir oran artışı sağlanacaktır.

Çeltik üreticilerinin bölgede sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların aşılması gerekmektedir. Şöyle ki:

Destekleme alımları.

Tüketicinin ekonomik ve ithal pirinçteki standardizasyon ve pazarlama stratejileri dolayısıyla rekabette zorlanmaktadırlar.

Üretici birlikleri kanunu çıkmaması nedeniyle, çeltik üreticileri, özellikle Amerikan çeltik üreticisi birliklerinin politikaları karşısında bir şey yapamamaktadırlar.

Çeltikte çeşit sorunu, sertifikalı tohumluk üretimi ve kullanımı uzun vade çeltik politikalarının olmaması nedeniyle sorunlar yaşanmaktadır.

Enstitülerce geliştirilen çeşitlerin (Osmancık vb) üreticilere daha fazla dağıtılması gerekmektedir.

Çeltik ekimleri mevsiminde üreticinin, tarla hazırlığı, tohum kullanımı ve su drene etmesi konularında bilgilendirilip desteklenmesi gerekmektedir.

Çeltik alanları, Ergene Nehri kirliliğinden olumsuz etkilenmektedir. Çeltik arazileri Ergene'den sulanamamakta olup DSİ sulamalarından yararlanılmaktadır.

Trakya'da yetişen pirinçte ağır metaller bulunduğu söylemleri ve spekülasyonları bulunmaktadır. Tarımsal Araştırma Enstitüsünün bu konudaki araştırma ve raporlarının kamuoyuna duyurulması gerekmektedir.

Uzun süreli depolanacak çeltiklerin sıcaklık ve nem kontrolü yapılabilen depolarda depolanması gerektiğinden, çeltik depolarının kontrolü ve yenilenmesi gerekmektedir.

Pirinç işleme tesislerinde gerekli modernizasyonun yapılabilmesi için bu sanayiin desteklenmesi gerekmektedir.

Cazip gösterilen ve özellikle Mısır'dan ithal edilen pirincin kalite standartları incelendiğinde, ülkemizde üretilen ve işlenen pirinçlere göre düşük kalitede olduğu görülecek olup, normal ithalat yanında, kaçak yollardan, özellikle Suriye ve Irak üzerinden yapılan sınır ticaretinde, birtakım olumsuzlukların ve kaçak yollardan oldukça fazla miktarda pirincin piyasa girmesi üreticiyi olumsuz etkilemektedir.

Türkiye'de, pirinç tüketiminin artması sebebiyle, yıllık asgarî 300 000 ton ithalat gereksinimi vardır; ancak, 1984 sonrası ekonomi politikalarıyla Türkiye, pirinçte net ithalatçı bir ülke konumuna gelmiştir. Bu da, her yıl, yaklaşık 100 000 000 dolar dövizin yurt dışına gitmesine neden olmaktadır. İthalatta ise "pirinç" yerine "çeltik veya kargo" şeklinde yapılmaması, ülke ekonomisine önemli ölçüde katmadeğer kaybına neden olmaktadır; çünkü, yüzde 15 kapasiteyle çalışmakta olan 104 çeltik fabrikası bulunmakta olup, bu fabrikalarda, ortalama 25 kişinin çalıştığı düşünüldüğünde, hizmetler sektöründe de bu alanda sıkıntı yaşanmaktadır.

Pirinç üretiminin bölge ve ülke genelinde artırılmasıyla ilgili önlemlerin alınması, desteklerin sağlanması halinde, çeltik hammaddesinden sağlanacak yan ürünler de, ayrı bir katmadeğer olacaktır. Buna bağlı olarak, hizmetler, taşıma ve pazarlama gibi diğer sektörlerde yeni imkânlar sağlanacaktır. Bu da, ülke insanımızın temel besin maddeleri ihtiyaçlarını karşılamada, kendimize yeter ülke konumuna tekrar gelişimiz demektir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair 3 adet önerge vardır; okutuyorum:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, (6/141) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/37)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 8 inci sırasında yer alan (6/141) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                        Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                                                                          Malatya

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

2. - Samsun Milletvekili Haluk Koç’un, (6/268) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/38)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 116 ncı sırasında yer alan (6/268) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                       Haluk Koç

                                                                            Samsun

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

3. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu’nun, (6/340) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/399)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(6/340) sıra sayılı soru önergemi geri çekiyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                 Atilla Başoğlu

                                                                              Adana

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

4. - Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının iade edilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/237)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: a) 13.01.2003 tarih ve B.02.0.PPG.0.12-310-880 sayılı yazımız.

b) 24.02.2003 tarih ve B.02.0.PPG.0.12-310-3243 sayılı yazımız.

c) Adalet Bakanlığının 25.03.2003 tarih ve B.03.0.CİG.0.00.00.02.-1.128.58.2002/14517 sayılı yazısı

3167 sayılı Çek Kanununa muhalefet suçunu işlediği iddia olunan Ağrı Milletvekili Naci Aslan hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası TC Anayasasının 83 üncü maddesine göre gereği yapılmak üzere ilgi (a) yazımız ekinde gönderilmişti.

Ancak, müşteki Nusret Erdi Demir'in feragat dilekçesi vermesi sebebiyle, adı geçen milletvekiline ait soruşturma dosyası, Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere ilgi (b) yazımızla talep edilmiş; fakat, bugüne kadar bir cevap alınamamıştır.

Bu defa, söz konusu soruşturma dosyasının iadesini tekrar talep eden Adalet Bakanlığının ilgi (c) yazısının sureti ve eki ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

                                                        Recep Tayyip Erdoğan

                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Dosya, hükümete geri verilmiştir.

Ancak, sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresinde, dosyanın daha önce talep edildiği; fakat, bugüne kadar bir cevap alınamadığı şeklinde bir ifade yer almakta ise de, Başbakanlığın daha önceki tezkere ve ekleri incelenmiş ve bu tezkerede gönderilen evrakın soruşturma dosyasına konulmasının istendiği; dosyanın iadesine dair bir talebin bulunmadığı görülmüştür. Bu nedenle, dosya, o tarihte gönderilememiş, bugünkü yazı ve talepleri üzerine geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş 2 adet doğrudan gündeme alınma önergesi vardır; ayrı ayrı okutacağım, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

5. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit’in Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 21.1.1998 Tarih ve 4325 Sayılı Kanun ile 15 Nisan 2000 Tarih ve 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda (2/15) Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/40)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/15) esas numaralı kanun teklifimin üzerinden 45 gün geçmesine rağmen ilgili komisyonda görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılmasını takdir ve tensiplerinize saygılarımla arz ederim.                                    31.3.2003

                                                            Muhsin Koçyiğit

                                                                       Diyarbakır

BAŞKAN - Bu konuda söz isteği var mı?

MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Evet, ben söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, Diyarbakır Milletvekili Sayın Muhsin Koçyiğit; buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vermiş olduğum (2/15) esas numaralı kanun teklifim hakkında görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde, vergi teşvikleri uygulamak ve yatırımlara, bedelsiz kamu arsa ve arazisi temin etmek suretiyle, yatırımların ve istihdam imkânlarının artırılması amacıyla, 23 Ocak 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4325 sayılı Kanunun uygulama süresi 31.12.2002 tarihinde sona ermiştir.

Başta Diyarbakır olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, bir yandan yirmi yıldan beri süren olağanüstü hal yönetimi, öte yandan Irak savaşının olumsuz ve yıkıcı etkileri sonucu işyerleri kapanmış, üretim durmuş, işsizlik alabildiğine artarak, bölgemiz, âdeta ekonomik ve sosyal erozyona uğramıştır. Bu koşullar altındaki halk perişan, tedirgin ve panik içerisinde, batı bölgelerimize doğru göç etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgemiz için çok önemli teşvik unsurlarını içeren 4325 sayılı Yasanın uygulama süresi 31.12.2002 tarihi itibariyle dolduğundan, bunun devamını sağlamak üzere, mevcut yasadan daha kapsamlı, daha uzun süreli ve daha teşvik edici bir yasa teklifi hazırlanarak, 19 Aralık 2002 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur; ancak, üzülerek belirtmeliyim ki, aradan geçen üç aylık süreye rağmen, bugüne kadar, bu kanun teklifimiz, Yüce Genel Kurula ve komisyonlara sevk edilmemiştir. Her defasında uzlaşmadan bahseden İktidar Partisinin, bu kadar teknik bir konudaki kanun teklifini Genel Kurula getirmemesini anlamak mümkün değildir. 

Bunda, bütün bölgelerimizin menfaatı vardır; başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz olmak üzere, tüm ülkemizin menfaatı vardır. Siyasî amacı olmayan, tamamen teknik içerikli bir yasa teklifidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, dünya standardında üreten, yüksek istihdam düzeyine ulaşan, gelirini adil paylaşan, bölgelerarası eşitsizlikleri gideren bir yapıyı ve sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı acilen gerçekleştirmek zorundadır. Bu uygulamayla, dövize, faize ve borsaya dayalı sanal ekonomiden reel ekonomiye geçilecek, yatırımlar ve istihdam artacaktır.

4325 sayılı Yasa, esas itibariyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yer alan illerde uygulanmaktadır. Bu bölgelerimiz, uzun yıllar süren terörün etkisiyle önemli ölçüde geri kaldığından ve bu bölgelerimizde işsizlik çok yüksek boyutlarda olduğundan, fakirlik de alabildiğine artmıştır. Minimum gıda harcaması yöntemiyle yapılan bir araştırmada, fakirlik oranı, Ege Bölgesinde nüfusun yüzde 3'ü oranındayken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde nüfusun yüzde 20'sine kadar  çıkabilmektedir; yani, Ege Bölgesine göre, fakirlik, yüzde 17 daha fazladır. Yine bu illerde, kişi başına düşen gayri safî yurtiçi hâsıla 1 500 doların altındadır; yer yer, 800 dolara, 700 dolara kadar inebilmektedir. Yine bu bölgelerimizde, bu illerimizde, sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi, yüzde 0,5'in altındadır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifimizde, 4325 sayılı Yasanın uygulanmakta olduğu 22 il aynen korunmuştur; eski kanunda da vardı, bu teklifimizde de 22 il korundu. Eski illerin tespit edilmesindeki amaç: Burada, daha önce bir kanun uygulandı, burada bir vergi tabanı uygulandı; bunun için, biz bu illeri tekrar aldık.

Burada ikinci bir değişiklik: Biz, bu illerin tespitini Bakanlar Kuruluna değil, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bıraktık. Bundan amacımız, hem Bakanlar Kurulunu bir baskıdan kurtarmak suretiyle, siyasî baskılar sonucu illerin sayısının artırılmamasını sağlamak hem de bu illerimizde, daha önce böyle bir kanun uygulandığı için, sermaye birikimi olduğundan tekrar aynı illeri aldık; bunun için, il sayısı aynıdır, değişmedi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa teklifiyle, kapsama dahil illerde, mevcut veya yeni faaliyete geçecek Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri, asgarî 20 işçi çalıştırmak koşuluyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, mikrofonunuzu açtım; sözlerinizi tamamlar mısınız.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

...yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, 10 vergilendirme dönemi, Gelir ve Kurumlar Vergisi ile işçi ücretlerinden kesilen stopaj vergisini ödemeyecek, hazine arsa ve arazileri bunlara bedelsiz olarak verilecek; ayrıca, Sosyal Sigortalar primi işveren payı devlet tarafından karşılanacaktır.

Bunların yanı sıra, ilgili elektrik mevzuatında bir değişiklik yapılarak, buradaki illerdeki elektrik faturalarının, elektrik maliyetlerinin yarısını devletin karşılaması amaçlanmıştır; çünkü, vergi kanunlarıyla, ancak vergiyle ilgili düzenlemeler yapılabilir. Bu burada yer almadı; fakat, ilgili mevzuatta değişiklik yapılarak, elektrik teşviki de getirilebilir bunun yanı sıra.

Bir de, bizim bu kanun teklifimize göre -eskiden stopaj vergilerinin tümü alınıyordu- 20 işçiden fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde, her işçi için, 0,2 puan vergi ödenmeyecek; yani, 75 işçi çalıştırıyorsa, yüzde 15'lik stopaj vergisini mükellefler ödemeyeceklerdir. Bunun süresi de eskiden 5 yıldı, bu kanun teklifiyle 10 yıla çıkarılmıştır. Yani, 10 yıl süreyle, doğu ve güneydoğuda ve Karadenizin bazı illerinde -22 ilimizde- Gelir ve Kurumlar Vergisi ödenmeyecek, stopaj vergileri ödenmeyecek, kamu arazileri işletmelere bedava verilecektir.

Bir de, eskiden, sadece yeni kurulan şirketlere böyle bir imkân tanınıyordu; bu kanun teklifimizde, bir haksız rekabeti ortadan kaldırmak için, biz, mevcut şirketleri de kapsama aldık -çünkü, mevcut şirketler de işçi çalıştırıyor, üretim yapıyor- ve eşitsizliği gidermiş olduk.

BAŞKAN - Efendim, lütfen tamamlayın.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, yatırım, istihdam ve ihracat artacağından gelir düzeyi yükselecek, gelir dağılımındaki bölgelerarası dengesizlik ortadan kalkacaktır.

Bu vesileyle söz almış bulunuyorum.

Bu, tamamen teknik bir kanundur. Umut ederim ki, Yüce Meclisin bütün üyeleri, burada yer alan 22 ilimizin menfaatını düşünerek, hiç siyasal amaç gütmeden hazırlandığı için, bu önergenin ve kanun teklifinin lehinde oy kullanıp, kanun teklifimizin doğrudan Genel Kurula gelmesini sağlarlar.

Bu vesileyle, hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.

Hükümetten bir söz isteği?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

6. - Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde (2/68) Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/41)

                                                                          3.4.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/68) esas numaralı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimin, 45 gün içinde komisyonda görüşülmemesi sebebiyle, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasını arz ederim.

                                                               Muharrem İnce

                                                                             Yalova

BAŞKAN - Sayın İnce, buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsanların yaşamında bazı önemli tarihler vardır; insan yaşamını derinden etkileyen bu tarihler hiçbir zaman unutulmaz. Kentlerin yaşamında da çok önemli tarihler vardır; kent yaşamını derinden ilgilendirir, bu tarihler. Örneğin, Yalova için üç önemli tarih söz konusudur. Bunlardan birincisi, Ağustos 1929'dur. Atatürk'ün Yalova'ya geliş tarihi olan bu tarihten sonra, âdeta, cumhuriyetin ikinci bir başkenti konumuna girmiştir Yalova. İkinci önemli tarih ise Temmuz 1995'tir. O güne kadar İstanbul'un küçük bir ilçesi konumundan kurtulmuş olup, il olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Bizi üzen üçüncü bir tarih ise 17 Ağustos 1999'dur. Ümit ediyorum ki, bugün Parlamentonun alacağı karardan sonra, 8 Nisan 2003 de, Yalova Kentinin gelişmesinde, Yalova Kentinin bundan sonraki yaşamında çok önemli bir tarih olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kendimizi kalkınmakta olan bir ülke kategorisinde görüyor ve durumumuzu bu şekilde değerlendiriyorsak, insan kaynağımızı yetiştirmek, geliştirmek, bizim için yaşamsal değerde olmalıdır. Biliyoruz ki, insan kaynağını geliştirmek, okuryazarlık düzeyini yükseltmek ya da okul ve öğrenci sayılarını artırmak değildir; gerekli olan, kalkınmanın gerektirdiği, öngördüğü, insanın bilgi ve becerisini artırmaktır. Örneğin, İsviçre'de kişi başına düşen gelir, Birleşik Arap Emirliklerinden düşük olmasına karşın, dünya kalkınmışlık sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır; buna karşılık, Birleşik Arap Emirlikleri 20 nci sırada yer almaktadır.

Kalkınma, toplumun bütün kurumlarının bir orkestra gibi birlikte işlemesini gerektirir. Hızla değişen dünya koşullarının ortaya çıkardığı eğitim talebine karşı önceden hazırlık yapılmazsa, nüfus artışının getirdiği eğitim talebi baskısı ve değişimin ortaya çıkardığı talep karşısında geride kalınır ve doğal olarak bir darboğaza girilir.

Türkiye, yükseköğretim konusunda, kuruluşundan bu yana önemli sorunlar yaşamaktadır. İlk üniversite cumhuriyetin ilanından 10 yıl sonra, ikincisi 21, üçüncüsü 23 yıl sonra kurulmuştur. Bugün 54 devlet, 23 de özel olmak üzere, 77 üniversitemiz bulunmaktadır. Kamuya bağlı üniversitelerde 1 829 863 öğrenci öğrenim görürken, vakıf üniversitelerinde 64 216 öğrenci öğrenim görmektedir. Eğitim sistemimize giren her 100 öğrenciden ancak 18'i üniversite imkânı bulmaktadır. Bu rakamlar, ülkemizin ileri ülkelerden yükseköğretim konusunda ne kadar geri olduğunu göstermektedir. Rakamlar göstermektedir ki, ülkemizde yükseköğretime büyük bir talep bulunmaktadır ve bu talep karşılanamamaktadır. Oysa, üniversiteler, modern bir şehir yaratmada, bulunduğu bölgenin sosyal, kültürel, ekonomik ve teknik açıdan kalkınmasında, bulunduğu yerin kültürel düzeyini ve refahını yükseltmede, evrensel bilgiyi bölge insanının hizmetine sunmada, özellikle bölgenin doğal kaynaklarını, yerel imkânlarını seferber etmede, halkın kalkınma için gerekli özel yeteneklerini harekete geçirmede vazgeçilmez kurumlardır.

Yalova'da bir üniversitenin kurulması gerektiğini savunurken, Yalovalılar adına bu talebimizi Yüce Meclisimize taşırken, elbette, sadece bu gerçeklerden hareket etmiyoruz. Uzmanlar, yeni üniversitelerin kuruluş yerlerinin seçiminde bazı kriterler olduğunu öne sürmektedirler.

1- Sosyal faaliyet alanları, kültürel mekânlar, ikamet alanları, idarî alanlar ve teknik alanlar için uygun mekânın olması,

2- Üniversiteye başvuran aday sayısı ile üniversiteye yerleşen aday sayısı,

3- İlin ekonomik durumu,

4- Öğretim üyesi temininde avantajlı konumda olma.

Bu kriterler açısından bakıldığında, Yalova'nın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Çağdaş insanın yetiştirilme ortamı olabilecek üniversite, laboratuvar, dershane, kütüphane, okuma odası, spor ve oyun imkânları, kültürel etkinliklere imkân verebilecek asgarî standartlara sahip fizikî bir mekâna sahip olmalıdır. Birçok ilimizde bulunan üniversitelerin bu imkânlardan yoksun kurulduğu hepimizce bilinmektedir. Ülkemizde, öğrenci başına tahsis edilen kapalı mekân 8-9 metrekareyken, ABD'de de 20,6 metrekare, İngiltere'de 42,9 metrekare, Avrupa anakarasında 17,1 metrekaredir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İnce, mikrofonu açtım, toparlarsanız memnun olurum.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Yalova Belediyesi tarafından, ilk planda, 5 000 öğrencilik kampus hazır hale getirilmiştir. Kampus içerisinde 12 000 metrekare kapalı alan hazırdır. Bu da göstermektedir ki, Yalova, üniversite kurulmasında karşılaşılan mekân darboğazının yaşanmayacağı ender illerimizden biridir.

Yalova, ülkemizin okuryazarlık düzeyi en yüksek illerinden biridir. Üniversite sınavlarında da bu durum, ülkemiz ortalamasının çok üstündedir. 1997-1998 yıllarında Türkiye birincisi olmuştur.

Yalova'da kurulacak üniversite, salt Yalova'dan öğrenci almayacaktır; hem nüfus hem de kentleşme açısından Türkiye'nin en ileri illeri olan İstanbul, İzmit gibi metropol illerden de alacaktır. Yalova'da kurulacak olan bir üniversite, bu illerimizde sıkıntı yaşanılan kültürel, sosyal etkinliklerin merkezi olabilecek bir potansiyele sahiptir. Böylece, bölgenin kalkınma sürecinde ihmal edilen sosyal, kültürel yönler bu sayede ortadan kalkacaktır.

Yalova, İstanbul, İzmit ve Bursa gibi Türkiye'nin en güçlü ekonomilerine sahip üç ilinin ortasında, yüzölçümünün yüzde 60'ı ormanlarla kaplı bir kıyı kentimizdir; ekonomisi daha çok turizme ve tarıma dayanmaktadır. 17 Ağustos depremini yaşayan ilimiz, ekonomik açıdan, özellikle de turizm talebindeki düşüşle sorunlar yaşamaktadır. Elbette ki, bu durum, Yalova'nın turizm potansiyelini gözardı etmeyi gerektirmemektedir.

Yalova'da kurulacak bir üniversite, bir yandan turizmi canlandıracak ve bir yandan bilimsel konferanslar, sempozyumlar ve sportif etkinlikler açısından bölgenin çekim merkezi olacaktır. Üniversite açılma sürecinde en önemli engel olan öğretim üyesi sorununu aşmada büyük avantajları vardır. Üniversitesi olan, dolayısıyla öğretim üyesi fazlası olan bu iller, öğretim üyesi desteği sunabilir. Örneğin, Balıkesir, Manisa, Denizli, Aydın ve Mersin'de üniversite kurulurken, bu fizikî yakınlığın avantajlarından yararlanılmıştır. Yalova, üç büyük ille sınırlı olmasıyla, bu illerimizden daha şanslıdır.

Yüce Önderin yazlık başkentine, her şeyden önce "Yalova benim kentimdir" diyerek bu şirin ili bize emanet eden Ulu Önderimiz Atatürk'ün emanetine sahip çıkmak, hepimizin en yüce görevlerinden biri olmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hükümetimizin ve Meclisimizin konuya göstereceği duyarlılığa Yalova halkı adına teşekkür ediyor, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Hükümetin söz isteği?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum... Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Yeniden oylayıp, sayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Efendim, iki defa oyladık; ne var ki, Meclisin iradesi...

Değerli milletvekilleri, gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.

1 inci sırada yer alan soruyu okumadan önce, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Dr. Mehmet Hilmi Güler Meclis Başkanlığımıza yazılı bir müracaatta bulunarak, "Sözlü Sorular" kısmının 2 nci sırasındaki (6/129), 3 üncü sırasındaki (6/130), 4 üncü sırasındaki (6/131) esas nolu sözlü soru önergelerine ve ayrıca, Malatya Milletvekili Sayın Aslanoğlu'nun 8 inci sıradaki (6/141) esas nolu sorusuna müştereken cevap vermek istediğini ifade etmişlerdir; ancak, Sayın Aslanoğlu, 8 inci sırada yer alan sorusunu biraz önce geri almıştır. Bu nedenle, 2, 3 ve 4 üncü sıralarda yer alan soruları sırası geldiğinde okuyacağım ve Sayın Bakanın, beraber, müştereken cevap verme imkânı olacaktır.

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, yönetim kademelerine yapılan atamalara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/127) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan? Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların Millî Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını saygıyla dilerim.                     23.1.2003                                                               

                                                             Mustafa Gazalcı

                                                                            Denizli

1- 11 Ocak 2003 tarihli Resmî Gazetede "Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin" değiştirilmesinin amacı nedir?

2- Yönetmeliğe ek geçici bir madde eklenerek bakanlık üst düzey yöneticilerinin atanmasında eski yönetmelikte belirlenen koşulların 2003 yılı sonuna kadar aranmamasının gerekçesi nedir? Eski yönetmelik bir yıllığına askıya mı alınmıştır?

3- Başka bakanlıklardan Millî Eğitim Bakanlığına geçici görevle personel getirilmiş midir? Getirilmişse bu kişiler bakan danışmanı yapılmış mıdır? Bu işlemler, Bakanlığın kuruluş ve görevlerini düzenleyen 3797 sayılı Yasaya uygun mudur?

4- Geçici yetkiyle, bakanlıktaki çoğu yatırımcı birimlerin üst düzey yöneticiliklerine başka bakanlıklardan getirilen kişiler mi atanacaktır? Eğer öyleyse, yaklaşık 600 000 kişinin çalıştığı Millî Eğitim Bakanlığında bu göreve atanacak uygun kişiler yok mudur?

BAŞKAN - Soruyu, Sayın Millî Eğitim Bakanımız cevaplandıracaklar.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı'nın sorduğu 4 soruya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Gazalcı'nın ve 1 inci ve 2 nci sorusuna vereceğim cevap şudur: 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 56 ncı maddesinde "Eğitim ve öğretim hizmetinin, bu kanun hükümlerine göre devlet adına yürütülmesinden, gözetiminden ve denetiminden Millî Eğitim Bakanlığı sorumludur" hükmüne yer verilmiştir. Bakanlığımız bu sorumluluğunu, başta, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun olmak üzere, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunuyla ilgili diğer kanunlar çerçevesinde yerine getirmektedir. Bu bağlamda, Bakanlığımız, merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı yönetim görevlerine atanacaklarda aranacak şartlar ile bunların, atama, yer değiştirme ve görevde yükselmelerine ilişkin esas ve usuller, 99/12654 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğiyle düzenlenmiş; söz konusu yönetmelikte, 2000/1518 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğü konulan yönetmelikle değişlik yapılmış, 2002/4997 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan yönetmelikle de geçici madde eklenmiştir.

Değerli milletvekilleri, malumunuz, bu yönetmelikler -atama ve görevde yükselme yönetmelikleri- ihtiyaca binaen bakanlıkların kendileri tarafından veya Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilebilir. Burada da, böyle bir uygulama söz konusudur. Bu atama yönetmeliğindeki çok zor ve ağır şartlardan dolayı, bugün, Türk Millî Eğitiminin, neredeyse yüzde 85- 90'lık bir bölümü vekâletle idare edilmektedir. Bu, sadece bizim dönemimizde olan bir şey değildir, 57 nci hükümet döneminde de böyleydi. Hal böyle olunca, vekâletle işbaşında bulunan yöneticilerimiz, işi sahiplenme, işe konsantre olma konusunda çok ciddî sıkıntılar çekmektedirler. Biz, aslında, önümüzdeki günlerde, Millî Eğitim Bakanlığı Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliğiyle ilgili çok daha ileri aşamalarda değişiklikler yaparak, Millî Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerine asaleten atama yapılmasıyla ilgili adımlar atacağız. Bunu da, siz değerli milletvekillerine duyuruyorum.

Sayın Gazalcı'nın 3 üncü sorusunu tekrar hatırlatmak isterim; Sayın Gazalcı "başka bakanlıklardan Millî Eğitim Bakanlığına geçici görevle personel getirilmiş midir; getirilmişse, bu kişiler bakan danışmanı mı yapılmıştır? Bu işlemler, Bakanlığın kuruluş ve görevlerini düzenleyen 3797 sayılı Yasaya uygun mudur" diye soruyorlar.

Diğer Bakanlıklardan Bakanlığımızda geçici görevle 8 personel görevlendirilmiştir. Yapılan bu görevlendirmelerin 3797 sayılı Yasaya aykırılığı bulunmamaktadır.

Hepinizin bildiği gibi, bakanlıklar arasında, işin, görevin özelliğine göre yatay geçişler yapılabilmektedir; muvafakatle, diğer devlet kuruluşlarından, diğer kamu kuruluşlarından, üst düzey veya çeşitli düzeylerde personel hareketliliği her zaman söz konusu olabilir. Dolayısıyla, Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyaç duyduğu personelin de diğer kurumlardan gelmesi veya diğer kurumlardan Millî Eğitim Bakanlığına bazı üst düzeylerde atamalar yapılması garipsenecek, yadırganacak bir olay değildir.

Yine, Sayın Gazalcı, 4 üncü sorusunda diyor ki: "Geçici yetkiyle, bakanlıktaki çoğu yatırımcı birimlerin üst düzey yöneticiliklerine başka bakanlıklardan getirilen kişiler mi atanacaktır?"

Sayın Gazalcı, geleceğe yönelik olarak, bizi bağlayıcı bir soru sormaktadır. Böyle mi yapılacaktır? Yapılmış bir uygulamadan söz etmiyor. "Eğer öyleyse, yaklaşık 600 000 kişinin çalıştığı Millî Eğitim Bakanlığında bu görevlere atanacak uygun kişiler yok mudur?" Elbette, Millî Eğitim Bakanlığında, bu görevlere atanacak uygun kişiler vardır; ama, ihtiyaç görülmesi halinde, gerekli hallerde, diğer bakanlıklardan da bazı üst düzey görevliler veya işin, görevin gerektirdiği özelliklere sahip olan kamu personeli, devlet görevlileri buraya getirilerek, atama yapılabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun; sözlerinizi toparlayınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Atamalar, bu çerçevede yapılmaktadır, tamamen yasal prosedüre uygun bir şekilde yapılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığında, yasal prosedürün dışında, kesinlikle, bugüne kadar bir atama yapılmamıştır ve yapılmayacaktır.

Arz ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyoruz.

Soru cevaplandırılmıştır; ancak...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - İzin verin.

Soru sahibi Sayın Mustafa Gazalcı yerinden kısa bir açıklama yapacaklardır.

Buyurun Sayın Gazalcı.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakana da, verdiği yanıtlar için, gösterdiği incelik için teşekkür ediyorum.

Aslında, biz, bu soruda, geçmişte yapılan bir yönetmelik değişikliğini gündeme getirmiştik.

Değerli arkadaşlar, Millî Eğitim Bakanlığında, öteki bakanlıklarda olduğu gibi, atamalar, atama yönetmeliğine göre yapılır. Tabiî ki, 1739 sayılı bir Millî Eğitim Temel Kanunu da var. Örneğin, bu Temel Kanunun 11 inci maddesinde "Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez" deniliyor ve atamaların ancak yönetmelikle yapılacağı belirtiliyor. Şimdi, benim soru önergemde mevcut yönetmeliğe bir madde ekleniyor. Bu geçici 11 inci maddeyle 2003 yılı sonuna kadar bu yönetmelikte aranan koşulların aranmayacağı söyleniyor.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; yönetmelikler bütünüyle değişebilir; ama, yönetmeliğe bir ek geçici madde ekleyip, 1999'dan bu yana yürürlükte olan -bir madde ekleyip- bu yönetmeliğin koşulları bir yıl askıya alınmıştır. Niçin alınmıştır? Müsteşar yardımcılıkları, genel müdürlükler, daire başkanlıkları... "Ben, buralara atama yapacağım..." Peki, atama yönetmeliğinde ne diyor? Millî Eğitimde kademeler var, Sayın Bakanım bunu bilir. İnsanın bir kademede en az üç yıl görev yapması gerekir. Yani, bir genel müdür yardımcısı olması için, müsteşar yardımcısı olması için, bırakın merkez örgütünde, taşrada bile belirli yerlerde, belirli süre çalışması gerekir. Şimdi, siz, özel bir statü kuruyorsunuz bu yönetmelik değişikliğiyle. Diyorsunuz ki:"Ben, şu şu görevlerde bu yönetmelik koşullarını 2003 yılının sonuna kadar aramayacağım; yalnız, bir memur olmak koşulunu arayacağım, onun kıdemi ne olursa olsun, liyakati ne olursa olsun, ben, buraya getireceğim." Peki, Sayın Bakanım, o zaman, yıllardır o görevlerde yükselmek için bekleyen kişilerin suçu ne?! Sonra, bu görevlerde bazı insanlar var. Yani, orada daire başkanı, orada müsteşar yardımcısı. Peki, bunlar başarısız mı olmuşlar; hayır. Yarın mahkemeden bir karar getirirlerse ne olacak?

Sayın Bakanım, yönetmelik değişikliği sizin zamanınızda olmadı; ama, bundan vazgeçin. Belki, bütünüyle bir yönetmelik değiştirebilirsiniz, üst düzey görevlileri kendiniz atayabilirsiniz; ama, eğer, Millî Eğitim Bakanlığı gibi, bütün kamu personelinin neredeyse üçte 1'ini barındıran bir bakanlıkta, siz, kuralları, yönetmelikleri, hukuku, Anayasayı bir kenara bırakıp da "ben, istediğim kişiyi istediğim şekilde getiririm" derseniz, oradaki insanların çalışma şevki kalmaz. Kaldı ki, geçici...

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, 4 dakika oldu.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Öz ve kısa...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Peki, bitiriyorum efendim.

Geçici görevle görevde kalınmasını biz de savunmuyoruz. Geçtiğimiz hükümetler, bu konuda, gerçekten, asaleten atamamakla yanlış yapmışlar; ama, merkezde ve taşrada atanan birçok kimse geçici görevle atanıyor. Siz, görevden aldığınız geçici görevli kişinin yerine asıl vermiyorsunuz ki.

O yüzden, ben, bu yönetmelik değişikliğinin, hukukçulara bir daha incelettirilerek, gerçekten kaldırılmasını diliyorum. Bu, Millî Eğitim Bakanlığını yaralamıştır, hukukumuzu yaralamıştır, ileride de dönecektir hukuktan.

Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Bir açıklama yapmama müsaade eder misiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bu geniş açıklamanız, Sayın Bakanın bir açıklama yapma ihtiyacını ortaya koymuştur.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, öncelikle, Sayın Gazalcı'ya, millî eğitimin meselelerine gösterdiği ilgiden, hassasiyetten dolayı, huzurlarınızda çok teşekkür etmek istiyorum.

Sayın milletvekilim, bu konuda kesinlikle bir endişeniz olmasın. Bu vekâleten yönetim dönemi çok kısa bir sürede kapanacaktır ve Millî Eğitim Bakanlığı Atama, Görevde Yükselme Yönetmeliği bütün olarak değiştirilecektir. Biraz önce de söylediğim, bu ağır şartlardan dolayı,  getirdiği çok ağır koşullardan dolayı, bir türlü, zikredilen, şu anda Millî Eğitimin ihtiyacı olan yönetim kademelerine atama yapamıyoruz, asaleten atama yapamıyoruz. Yönetmeliği değiştireceğiz. Sizin dediğiniz doğrultuda, bir bütün olarak, bir homojenlik sağlamak üzere değiştireceğiz. Bu yapılırken de, şu anda atama yapılırken de, yasaların, Anayasanın, cumhuriyetin temel prensiplerinin bir kenara bırakılması kesinlikle söz konusu değildir. Oradaki hassasiyetimiz kesinlikle müşterektir. Bu konuda, bir sefer, müsterih olun; bu konuda en ufak bir problem yaşanmayacaktır.

Öte yandan, biliyorsunuz, bizim, yönetmelik değişikliğimiz, Teşkilat Yasamızın 56 ncı maddesine göre, Bakanlar Kurulu kararıyla yapılır ve Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır. Burada da bir değişikliğe gidilecektir. Biliyorsunuz, bakanlıkların hemen hemen yüzde 90'ı, kendi atama, görevde yükseltme yönetmeliklerini kendileri hazırlarlar. Biz de bunu yapacağız; yani, Millî Eğitimimizin kalıcı, sürekli, işi sahiplenen ve işe konsantre olan bir yönetim kadrosuna kavuşabilmesi için, elimizden ne geliyorsa birlikte yapacağız. Bundan dolayı müsterih olun; ama, o prensipler, kesinlikle bir tarafa bırakılmayacaktır; bunu dikkatlerinize sunmak isterim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, 2, 3 ve 4 üncü sorular, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız tarafından müştereken cevaplandırılacağından, bu üç soruyu okutacağım, ondan sonra Sayın Bakan cevaplandıracaktır.

2.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, Rus doğalgazının fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/129) ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

3.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, doğalgaz ithalatına ve fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/130) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

4.- Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, ithal doğalgaz fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/131) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

BAŞKAN - Soruları okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet meclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.                 23.1.2003                               

                                                                        Suat Kılıç

                                                                            Samsun

Sorular:

1- Rus doğalgazını aynı hattan nakletmesine rağmen birim fiyatını yüksek tutan firmadan daha fazla miktarda doğalgaz satın alındığı iddiası doğru ise, bu tercihin nedeni nedir? Bu firmanın ortakları kimlerdir ve payları nedir? Bu anlaşmaya Türkiye adına imza koyanlar kimlerdir?

2- Aynı nakil hattından Türkiye'ye ulaşan doğalgaz için farklı fiyatlandırmanın yapıldığı tarihten bu yana yapılan fazla ödemenin tutarı ne kadardır?

3- Kamu zararı var ise, söz konusu doğalgaz anlaşmaları hakkında yasal süreç başlatılacak mıdır? Başlatıldıysa, hangi hükümler çerçevesinde yürütülmektedir ve ne aşamadadır?

4- Rusya'dan doğalgaz ithalatı için inşası tamamlanan Mavi Akım nakil hattından satın alınacak doğalgazın birim fiyatı nedir? Mavi Akımdan alınacak doğalgazın birim fiyatı diğer ithalatçı ülkelerin birim fiyatlarıyla kıyaslandığında, Türkiye'nin çıkarlarına uygun mudur?                   

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.                 23.1.2003

                                                                        Suat Kılıç

                                                                            Samsun

Sorular:

1- Mavi Akımdan gelecek doğalgazın birim fiyat anlaşmasında ve hattın Türkiye bölümünün inşasında kamu zararı var mıdır? Var ise, yasal süreç başlatılacak mıdır?

2- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, Rus doğalgazındaki farklı fiyat politikasının sona erdirilmesine yönelik bir çalışması var mıdır? Var ise, sürece ilişkin bilgi verir misiniz?

3- Rusya, İran v.d. ülkelerden ithalat bağlantısı yapılan toplam doğalgaz miktarı ne kadardır? Bu miktar, Türkiye'nin ihtiyacından fazla mıdır? Fazlaysa, ihtiyaç fazlası doğalgazın ne yapılması planlanmaktadır? "Al ya da öde" koşulu çerçevesinde, Türkiye'nin, değerlendiremeyeceği doğalgaz için zarara uğrama ihtimali var mıdır? Varsa, yaklaşık zarar ne kadardır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Hilmi Güler tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.                 23.1.2003

                                                                        Suat Kılıç

                                                                            Samsun

Sorular:

1 - Türkiye'nin yıllık ortalama doğalgaz ithalatı ve ithal edilen doğalgaz için yapılan yıllık ödeme ne kadardır? Türkiye, hangi ülkelerden hangi miktarlarda doğalgaz satın almaktadır? İthal edilen doğalgazın birim fiyatı, doğalgaz alımı yapılan ülkelere göre ayrı ayrı ne kadardır?

2 - Rusya'dan satın alınan doğalgazın birim fiyatları, 1987 yılından bu yana yapılan anlaşmalar çerçevesinde ayrı ayrı olmak üzere nedir?

3 - Türkiye'nin, Rusya'dan satın aldığı doğalgaz için, aynı nakil hattından ülkemize ulaşmasına, ek nakil ve inşa maliyeti bulunmamasına rağmen farklı birim fiyatlar üzerinden ödeme yapmasının nedeni nedir?

4 - Rus doğalgazı için farklı fiyatlar üzerinden anlaşma yapılmasına aracılık eden firmalar hangileridir ve hangisinden ne kadar doğalgaz alınmaktadır?

BAŞKAN - Evet, bu üç soruya, beraberce, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız cevap verecektir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Suat Kılıç tarafından tarafıma yöneltilen Rus doğalgazına ilişkin sorulara cevaplarımı arz etmek istiyorum. Bunları, toplu olarak, belli bir düzen içinde sizlere sunmak istiyorum.

İlk başta, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde, 14 Şubat 1986 tarihinde ilk görüşmeler başlamıştır ve bu dönemde 6 milyar metreküp alımla ilk anlaşmalar yapılmıştır. 1987 yılında başlamıştır doğalgazın ithali ve bu ithalin sebebi, büyük ölçüde, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, büyük şehirlerdeki hava kirliliği olmuştur. Hava kirliliğine karşı, gerçekten, doğalgaz, son derece temiz, pratik bir yakıt türüdür. Bu yakıt türü için de, Rusya'yla ilk görüşmeler yapılmıştır biraz önce bahsettiğim tarihte ve ilk yılda yapılan anlaşmadan sonra, buna bir alternatif olsun diye Cezayir'le de görüşmeler yapılmıştır ve Cezayir'le birlikte, o dönemin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden, toplam olarak 8 milyar metreküplük ithalat bağlantısı yapılmıştır ve bu devam etmiştir. 1994 yılında, Sayın Tansu Çiller Başbakanlığında hükümet üyelerinin Rusya Federasyonuyla imzaladığı çeşitli protokoller ayrıca yer almıştır. Daha sonra, 1996 yılında, artan talebe göre, bu sefer yeni kaynaklar düşünülmüştür ve bu arada, hep Rusya düşünülmüştür ve burada, daha fazlasının getirilmesi için, Türk-Rus ortaklığı söz konusu olmuştur ve bunun neticesi olarak da, GAMA-Gasprom şirketi ortaya çıkmıştır. 1996 yılında, Yüksek Planlama Kurulu kararıyla anlaşma onaylanmıştır ve buna göre, BOTAŞ da, buna, yüzde 35 ortak olmuştur. Daha sonra, şirketin ismi Turusgaz olarak değişmiştir ve hisse nispetleri de, BOTAŞ yüzde 35, Gasprom yüzde 45, GAMA'nın da yüzde 15,6'lık hisseleri oluşmuştur. Geri kalan bir miktar daha vardır ki, bu, spekülasyonlara sebep olan yüzde 4,4'lük hisse senedidir. Bu, daha evvelden, hamiline yazılı olarak çıkmıştır. 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, bu hamiline yazılı hisse senedi de, 4,4'lük hisse senedi de, daha sonra, nama yazılı olarak çevrilmiştir.

Şimdi, bundan sonra görüşmeler devam etmiştir. 1996 yılında, Gazexport ile Turusgaz arasında imzalanan anlaşmada yer alan hükümler neticesinde, Turusgaz'la 18 Şubat 1998 yılında doğalgaz anlaşması, alım-satım anlaşması imzalanmıştır ve burada, BOTAŞ, yüzde 35 ortak bulunmaktadır.

Bu arada,  1995 yılının kasım ayında imzalanan anlaşmaya göre, Nijerya'dan 1,2 milyar metreküplük sıvılaştırılmış doğalgaz alınmaktadır. 1 Ekim 1997 tarihinde, Cezayir'den alınan LNC miktarı 1 milyar metreküp artırılmış ve bu, önce 3 milyar metreküpe, daha sonra da 4 milyar metreküpe çıkarılmıştır. 2002 yılında Turusgaz vasıtasıyla 6,42 milyar metreküp gaz alımı gerçekleşmiş.

Yıllar itibariyle alınan miktarları şöyle özetleyebilirim: 1998 yılında 538 000 000 metreküp, 1999 yılında 2 693 000 000 metreküp, 2000 yılında 4,087 milyar metreküp, 2001 yılında 6,1 milyar metreküp, 2002 yılında 6,4 milyar metreküp olmak üzere toplam, 19,8 milyar metreküp doğalgaz alınmıştır. Burada, 1998 yılından bu yana fiyat farkından dolayı fazla ödenen miktar 196 000 000 dolar olmuştur. Bunun dışında başka bir süreç devam etmemektedir.

Bu arada bir de "Mavi Akım" diye adlandırılan Rusya'dan gelen ve deniz altından geçen boru hattı vardır. Bu da ayrı bir fiyattan gelmektedir ve fiyat olarak 1,5 dolar daha pahalıdır. Bu hatla ilgili, Türkiye'deki boru hatlarının döşenmesiyle ilgili bir dava sürmektedir. Şu anda mahkeme safhasında olduğu için, bu noktada fikir beyan etmek istemiyorum.

Fiyatlar konusunda, yaptığımız araştırmalarda değişik kaynaklar bulunmaktadır. Bu kaynaklardan belirtilen fiyatlar da, kaynaklara ve özelliklerine göre değişik olmaktadır ve burada da bir fiyat birliği, maalesef, yoktur. Ancak, bildiğimiz şey, World Gas İntelligence, Reuters gibi kaynaklardan alınan bilgiler vardır. Bunlar, genellikle, ciddiyetine inanılan kaynaklardır. Bunlara göre yaptığımız incelemelerde, bizim doğalgaz alım fiyatının, bir miktar daha, diğerlerine göre farklı fiyattan, fazla fiyattan olduğu inancındayız ve bununla ilgili de görüşmelerimiz sürmektedir.

İktidara geldiğimizin hemen peşinden yurt dışına gittik ve orada, Ruslarla yaptığımız görüşmelerde fiyat farkını gidermeye, fiyatları ve alım garantisi miktarını aşağıya çekmeye çalıştık; çünkü, burada, büyük ölçüde Rus doğalgazına bağlılık söz konusudur ve bundan dolayı da, kömür santrallarımızı ve hidrolik santralları yeterince kullanamamaktayız. Bundan dolayı, hükümetimiz, diğer hükümetlerden farklı olarak, değişik bir politika uygulamaktadır. Şu anda, Bakanlığımın bana bağlı uzmanlarıyla yaptığımız çalışmalarda, sekiz ayrı senaryo hazırladık. Bu sekiz ayrı senaryoda, Bulgaristan'dan aldığımız elektrik de dahil olmak üzere ki, onu da şu anda kesme çalışmaları içindeyiz. Bununla ilgili hazırlığımız tamamlandı ve müracaatımızı yaptık. Çünkü, Bulgaristan'dan aldığımız elektrik ucuz görünse de, neticede, bizim kömür santrallarında boş kapasite olduğu için, orada üreteceğimiz elektrik daha ucuza mal olmaktadır; 1,9 sente mal olmaktadır. Çünkü, hem yatırım maliyeti hem de boş kapasitenin maliyeti vardır ve biz, burada, bu elektriği keserek, onun karşılığını kömürle ikâme etmeyi düşünmekteyiz.

Onun dışında, mobil santralların maliyetlerini etüt ettik. Burada da bayağı büyük pahalılıklar var ve aynı zamanda, hava kirliliğiyle ilgili şikâyetler var. Bununla ilgili ciddî bir çalışma içindeyiz. Onu da, yakında, ayrıca ifade edeceğiz.

Buradaki önemli nokta şudur: Bizim aldığımız doğalgazın en büyük özelliği, enerji dengemizi olumsuz etkilemesidir; çünkü, geçen sene aldığımız doğalgazı 17 milyar metreküp olarak düşünecek olursak, 11 milyar metreküpünü elektrik üretmekte kullandık. Böyle olunca, pahalı üründen pahalı yeni ürün çıkıyor, elektrik çıkıyor. Dolayısıyla, bunun, mutlaka, daha ucuz kaynaklarla ikâme edilmesi gerekliydi. Bununla ilgili,  bu senaryolardan sekiz senaryoyu detaylı bir şekilde etüt ettik ve şimdi, Bakanlığımızda dört ayrı koordinatörlük oluşturduk. Bunlardan bir tanesi, en önemli olanlardan bir tanesi Enerji Yönetimi Koordinatörlüğüdür. Burada, Türkiye'deki bütün enerji santralların -hidrolik olsun, kömür olsun- hepsi bir yerden kontrol edilecek ve enerji ihtiyacımızın dengelenmesi, bu şekilde meydana getirilecektir. Buradaki politikamız, daha çok, ulusal kaynaklarımıza dönük bir enerji üretimidir. Burada da en önemli ağırlık olarak, kömür ve hidrolik gelmektedir, barajların kullanılması gelmektedir. Bununla ilgili de, gerek DSİ barajlarının gerekse kömür ve doğalgaz santrallarının, mobil santrallarla birlikte, dengeli bir halde, halkımızın ve sanayiin isteği olan elektrik ihtiyacına sağlıklı bir şekilde cevap vermesidir.

Bununla ilgili politikamızın iki ayrı bacağı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, fiyat oluşumudur; ikincisi de, alacakların teminidir. Bu noktada, fiyat oluşumuyla ilgili vergi yapılanması ve maliyetler üzerindeki çalışmalarımız belli bir aşamaya gelmiştir. Bununla, sanayi ve konut arasındaki olumsuz farkı kaldırıp, bunu sanayiin lehine değiştirmeyi düşünüyoruz; aksi takdirde, sanayicimiz, bu fiyat yapılanmasıyla, rekabet yapamamaktadır ve yurt dışına gitmeyi, hatta -tabirimi mazur görürseniz- kaçmayı düşünmektedir. Bunu önlemek için, sanayiin önündeki engel olan pahalı elektrik konusu üzerinde çalışmalarımız sürmektedir.

Ayrıca, tüketimle ilgili olarak, konutlarda, 150 kilovat/saatin üzerindeki zamlı tarifeyi kaldırdık, 1,5'luk TRT payını kaldırdık.

Onun dışında, ayrıca, şu anda TEDAŞ'a karşı borçlu olan 7 500 000 aboneyi ilgilendiren TEDAŞ'ın alacaklarıyla ilgili yeni bir fiyat yapılandırılmasını oluşturduk. Bununla ilgili olarak da, şöyle bir yol takip ediyoruz: TEFE'ye bağlı olarak borçları ele aldık ve 31 Aralık 2002'ye kadarki borçları, TEFE'yi esas alarak yapılandırdık. Tarım sulamasıyla ilgili olanlarda yüzde 50'lik, sanayi ve ticarethanelerle ilgili olanlarda yüzde 30'luk, konutlarda da yüzde 20'lik bir indirim yaptık, peşin ödemelerde TEFE'yi esas alarak ve bununla ilgili olarak da, meskenlerde 6 taksit, sanayi kuruluşlarında ve ticarethanelerde 10 taksit; ayrıca da, tarımla ilgili olanlarda da 12 taksit yaptık. Buradaki amacımız, 7 500 000 aboneye bir kolaylık sunmak ve onları, devlete karşı borçlu durumda olmanın üzüntüsünden kurtarmaktır. Bunun için böyle bir yolu takip ettik. Buradaki amacımız, 2 katrilyon liralık alacağımızı temin etmektir. Bunu temin ettiğimiz zaman, yatırımlarımızı daha iyi yapacağımızı ve daha iyi bir hizmet sunacağımızı düşünüyoruz; çünkü, 7 senedir taş üstüne taş konulmamış; hatlar bozuk, bakımsız, en ufak bir rüzgârda hatlar birbirine giriyor, direkler yıkılıyor. Bunların üzerine gitmek için, yeni bir çalışma içindeyiz. Buradaki temel unsur da, dediğim gibi, alacakları temin etmek. Bununla ilgili süreleri öne çekerek, hızlı bir takiple, bunları oluşturmaya çalışıyoruz.

Bu arada, kayıp-kaçakla ilgili ciddî çalışmalar yaptık. Ocak ayından günümüze kadar 46 trilyon liralık kaçak yakalandı. Burada da, yine, ana stratejimiz, 24 000 000 abonenin, elektriğin yüzde 44'ünü kullanan 100 000 abonesi üzerine daha çok ağırlık vererek bir çalışma yapmaktı. Bununla ilgili de, çok yoğun bir şekilde, ekiplerimiz, bu baskınları düzenleyerek, hem haksız rekabete hem de bir yerde etik kurallara aykırı durumda olan elektrik hırsızına karşı, aynı zamanda suç olan elektrik hırsızlığına karşı, ciddî tedbirlerle bunların üzerine yürümektir.

Bu arada, bir üçüncü adım da, iskân raporu olmayan konutlara karşı aldığımız bir tedbirdir; bu yasalaşmıştır. 300 000 kadar iskân raporu olmayan konut vardır. Bunlar, elektrik bağlanmadığı için, büyük ölçüde kaçak kullanıyorlardı. Geçici bir süre için, bunlara da, belediyelerden herhangi bir hizmet belgesi getirdiği takdirde, elektrik bağlayacağız. Böylece, aşağı yukarı 300 trilyon liralık bir gelir de oradan beklemekteyiz.

Bütün bunları söylememin sebebi, ciddî bir enerji dengesiyle bunları oluşturmaktır. Bu bakımdan, doğalgazla ilgili problemleri yoğun bir şekilde şekillendirmeye çalışıyoruz.

Doğalgazda, biz, daha çok, şehirlerin ısıtılmasından, hava kirliliğine karşı kullanılmasından yana bir politika takip edeceğiz; çünkü, doğalgazdan -aynı zamanda kimyasal bir hammadde olduğu için- başka ürünler düşünüyoruz. Bu, gübredir. Bunları, aynı zamanda, petrokimyada hidrojen zenginleştirilmesi, hidrokraking tesisleri olarak kullanmayı düşünüyoruz. Bu arada, gayet tabiî ki, yine, elektrik üretiminde de kullanılacak; ama, şu andaki haliyle, pahalı bir girdi durumundadır.

Aynı zamanda, BOTAŞ'ın yaptığı bir çalışma olarak, 60 il üzerinde doğalgaz dağıtım çalışmaları planlanmaktadır. Burada da, aynı zamanda, Türkiye'de yeni bir iş sahası açılmış olacaktır. Türkiye, doğalgaz açısından da bir şantiye haline gelecektir. Bizim buradaki tercihimiz, hava kirliliğine karşı doğalgazın bu şekilde kullanılmasıdır.

Bu arada, yine, Ruslarla yaptığımız görüşmeler de son aşamasına geldi; fakat, bu toplantılar, maalesef, uzun zaman alıyor; çünkü, karşımızda sadece bir muhatap olmuyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, mikrofonu açıyorum, tamamlayın lütfen.

Buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Özellikle Mavi Akımla ilgili olarak söylüyorum; çünkü, arkalarında yabancı şirketler, bankalar ve finans kurumları var. Onların hepsinin olurunu almak da zaman almaktadır. Bu bakımdan, en pahalı olan Mavi Akımdan itibaren Turusgaz ve ondan sonra da, batı hattından gelen gaza doğru bir çalışma içindeyiz. Burada da, mütevazı; ama, anlamlı indirimlerin sözünü aldık. Bunlarla birlikte, zannediyorum, tek bir fiyata indireceğiz.

Bunlara bağlı olarak yap-işlet-devretle ilgili olarak -ki, bunların ana hammaddesi doğalgazdır- doğalgaz kullanan 4 tane yap-işlet-devret, 1 tane de hidrolik santralları var. Bu hafta çarşamba ve perşembe günleri, bir yerde, onlarla finali oynayacağız; çünkü, bunu yapmadıkları takdirde, buy out'a gitmek durumundayız. Anlaşmada belli bir noktaya geldik. Onun da, inşallah, ülkemiz için hayırlı sonuçlara sebep olacağını ve böyle bir sonucu alacağımızı ümit ediyorum.

Hepinize saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sorular, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Hilmi Güler tarafından cevaplandırılmıştır.

5.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, İpsala ve Pazarkule Gümrük Kapılarına bağlanan yolların yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/132)

BAŞKAN - Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

6.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, yerel basının desteklenmesi için yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/139)

BAŞKAN - Sayın bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

7.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, bir davada sanık olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/140)

BAŞKAN - Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

8.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Rusya'dan ithal edilen doğalgazın fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/141)

BAŞKAN - 8 inci sıradaki soru geri verildi.

9.- Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Ergani pamuk üreticilerinin destekleme prim alacaklarının ne zaman ödeneceğine ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/142) ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü’nün cevabı

BAŞKAN - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Ergani pamuk üreticilerinin destekleme prim alacaklarının ne zaman ödeneceğine ilişkin Devlet Bakanından sözlü sorusu, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Sami Güçlü tarafından cevaplandırılacaktır.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                                                            Muhsin Koçyiğit

                                                                         Diyarbakır

Çiftçilerimizin ne denli zor koşullar altında üretim yaparak ailelerini geçindirmeye çalıştıkları hepimizce bilinen bir gerçektir.

Maddî durumu iyi olmayan çiftçilerimiz, üretim girdilerini sağlamak amacıyla, daha hasadı kaldırmadan, fahiş faizle tefeci piyasadan borçlandıkları meblağları kapatmaya karşılık tefecilere bırakmaktadırlar.

Diyarbakır'ın Ergani İlçesi üreticilerinin 2001 yılı pamuk destekleme prim alacaklarının bugüne değin ödenmemesinin özel bir nedeni var mıdır? Şayet yoksa, Ergani çiftçisinin 2001 yılı pamuk destekleme primlerini ne zaman ödemeyi düşünüyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır'ın Ergani İlçesindeki pamuk üreticilerinin destekleme primlerinin ödenmesi konusundaki soru önergesini veren sayın milletvekilimize teşekkür ediyorum.

Bugünlerde, Bakanlığımla ilgili gelişmeler kamuoyuna intikal ediyor. Tabiî, ben de, bu soru önergesi vesilesiyle, bu Meclis kürsüsünden, sizlere, bugüne kadarki görüşmelerim içerisinde en rahat ve gönül huzuruyla, bazı cevaplar vermeye imkân buldum. Bu bakımdan, büyük bir memnuniyetle, evvela, bu özel soruya cevap vermek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, dünyanın birçok ülkesinde, tarımsal üretimi teşvik için, değişik araçlar kullanılmaktadır. Prim sistemi de bunlardan biridir. Ülkemizde de, ilk defa, 1998 yılından itibaren uygulanmaya başlanılan bir prim sistemi vardır. Bu, ilk olarak, pamuk ve zeytinyağında başlamıştır. 1993 yılında pamuğa ilk uygulandığına da şahidiz. Dolayısıyla, ülkemizde, bu ürünlerin gerek yurt içindeki üretimini teşvik etmeye gerekse ithal edilen miktarını azaltmaya yönelik olarak, bu tedbir, bugüne kadar uygulanagelmiştir, başarılı da olmuştur. Teşviklerin yeterli olduğunu söylememiz, tabiî ki, zordur; ancak, bütün buna rağmen, bütün bu imkânsızlıklar içerisinde prim ödemelerine, bugüne kadar, devam edilmiştir. 2002 yılı prim ödemeleri için, bütçe görüşmeleri sırasında da ifade ettiğimiz gibi, ayrılan 264 trilyon lira kaynak söz konusudur ve ilgili ürünlere yönelik olarak dağılımı yapılmıştır. Onlarla ilgili bilgi vereceğim; ama, ilkönce, Ergani İlçesiyle ilgili olarak, Sayın Milletvekilimizin "özel bir sebebi var mıdır ve ne zaman ödenecektir" sorusuna, yazılı metinden aktararak, şöyle, kısaca, cevap vermek istiyorum:

Ergani İlçesine bağlı İncehıdır Köyünde arazi anlaşmazlığı, Sökündüzü Köyünde ise, prim ödemeleriyle ilgili işlemlerin komisyonca iptal edilmesi nedeniyle, ödemeler durdurulmuştur. Her iki köyde, müfettişlerce incelemeler devam etmekte olup, konuya ilişkin müfettiş incelemeleri sonucunda, ödemeye engel bir husus bulunmadığı takdirde, prim ödemeleri yapılabilecektir. Dolayısıyla, konu, idareye intikal etmiş, bir teftişe konu olmuş. Dolayısıyla, bununla ilgili çalışmalar bittiği zaman, Ergani ile ilgili ödemelerin yapılacağını ifade ediyoruz. Konuyu biraz daha sıkı bir şekilde takip etmek ve kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak, elbette, görevimizdir.

Efendim, 2002 yılı ürünlerinden pamuk, ayçiçeği, soya, kanola ve zeytinyağıyla ilgili olarak, biraz önce ifade ettiğim, prim tutarı, pamukta kilo başına 85 000, ayçiçeğinde yine aynı miktar, soyada 100 000, kanolada 90 000, zeytinyağında ise 175 000 lira prim ödemesiyle ilgili kararname için gerekli çalışmalar yapılmış; konu, Hazineyle birlikte hazırlayacağımız son şekline hazır vaziyete getirilmiştir. Dolayısıyla, en kısa süre içerisinde üreticilerimize bunların intikali konusunda gerekli çalışmalar yapılacaktır. Dolayısıyla, bu ürünlerimizin üreticilerinin beklediği gelişme, böylece, ifade edilmiştir. Tabiî ki, gönül arzu ederdi ki, buradaki rakamı çok daha yüksek seviyelere çıkarmak. İnşallah önümüzdeki yıllarda prim ödeyeceğimizi ilan ettik bu ürünlerle ilgili. Bu, üreticilerimiz açısından da önemli bir gelişme. Ben, bundan önceki konuşmalarımda muhalefet partisi milletvekillerine zaman zaman teşekkür ettim, biliyorsunuz. AK Parti Grubuna mensup sayın arkadaşlarıma yönelerek söylüyorum, sizler de şahitsiniz. Bize burada, özellikle, mazotun rengini belirleyememekle çok uzun vakit kaybettiğimizi söylediler; borçları tespit edememekle, şekerpancarı kotasıyla ilgili konularda eleştirdiler. Ben de dedim ki: Bir baskı oluşturuyorsunuz, bu da bize bir hız veriyor. Gerçekten de bunu, bu düşüncemi samimî söylüyordum. Muhalefetin varlığını da bu bakımdan önemli bulduğumu ifade etmiştim.

Şimdi, bu arkadaşlarımızın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Efendim, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurun, devam edin efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Efendim, bugünlerdeki gelişmeler, tabiî, Tarım Bakanı olarak benim çiftçilere yönelik sorumluluklarım bakımından çok önemli gelişmelere sahne oldu. Şimdi, şekerpancarıyla ilgili gelişmeyi, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımın da kabul edeceği ve çok -tahmin ediyorum- uygun bulacakları bir çözümle sonuçlandırdık. Hem pancar üretimiyle ilgili fazlalık sorunu çözüldü hem illa ekmek isteyenlere bu imkân verildi hem de ekmek durumunda kalmayan, ama, geçmişte pancar eken üreticilere gelir kaybını telafi edici bir sistem getirdik; yani, demokratik bir tercih imkânı doğdu gibi geliyor. Dolayısıyla, inşallah, üreticilerimiz de bundan büyük memnuniyet duyar. 441 000 dekar arazide, yani yüzde 15'lik küçültme olayında, kotada, eğer arzu ederse şekerpancarı ekebilecek; ama, daha ucuza alınacak. Hayır, ben bu ucuz fiyatla üretmek istemiyorum diyorsa, biraz önce prim ödemelerine konu olan ürünlerden birisini ekecek; dolayısıyla, pancar üretmesi haline göre bir gelir kaybı varsa bunu telafi edeceğiz. Dolayısıyla, pancar üreticilerimiz açısından bu sonuç bence çok seçici olmuştur, doğru olmuştur ve bu, onlar için herhalde gönül rahatlığıyla bir karar vermelerine imkân verecektir.

İkinci önemli konu, çiftçi borçları konusudur. Yani, bu söz, Genel Başkanımızın ağzından çıktıktan sonra, işte, seçimlerden sonra, hükümet olduktan sonra, tam bir malzeme olarak kullanıldı. Bir şey dediğimiz yok; ama, bugün, bunu, herhalde herkes duymuştur ve ben de sevinçle tekrar ediyorum. Evet, bu konuda bir çözüme ulaştık; ulaştığımız çözüm şu: Ana borç, esas ilk alınan borç, tarımsal TEFE'ye bağlı olarak artırılacak; dolayısıyla, çiftçilerimizin biriken faiz borçları hariç tutularak bu borç miktarı belirlenecek; yüzde 10'unu hemen ödeyecek; kalan kısmını ise Ekim 2003, Ekim 2004 ve Ekim 2005 olmak üzere 3 taksit halinde ödeyecek. Eğer böyle yapmazsa, ben daha kestirme yoldan bu işi çözmek istiyorum diyorsa, yüzde 30 indirimle hepsini ödeyecek.

Dolayısıyla, çiftçilerimiz açısından da, gerçekten, ulaşılabilecek çok iyi bir çözüm oldu; bugüne kadar şahsen yaptığımız görüşmelerde onların da çok büyük bir katılımla kabul ettikleri yöntem gerçekleşmiş oldu. İnşallah, bunlar, tarımsal üretimimize bir artış katar, bu insanlarımızın çalışma hayatının huzur içerisinde geçmesini temin eder.

Efendim, elde, rengi belli olmayan bir mazot kaldı... Evet, mazotun rengini değiştirmeyeceğiz. Bugün piyasada herkesin kullandığı mazottan mazot verme konusunda da çalışmalarımız son safhasına geldi.

Bilgilerinize sunuyorum ve çiftçilerimize hayırlı olsun diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

Sayın Muhsin Koçyiğit'in sorusu cevaplandırılmıştır; yalnız, kendisine tabiî ki söz vereceğim.

Sayın Koçyiğit, sadece kısa ve öz bir açıklama...

Buyurun.

MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Sayın Tarım Bakanımıza çok teşekkür ederim. Aslında, ben soruyu Devlet Bakanı Ali Babacan'a sormuştum; fakat kendileri yanıtını verdiler. Gerçekten bir iki sorunlu köy hariç, Diyarbakır'ın Ergani İlçesindeki 193 pamuk üreticisinin 228 milyarlık borcunun tümü ödendi. Buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

Dördüncü olarak, çiftçi borçlarının faizlerinin affedilmesi için sorduğumuz bir soru vardı; bu konuda da Tarım Bakanımız müjdeli bir haber verdi; kendisine ikinci kez teşekkür ediyorum. Fakat, burada şunu tam anlayamadım -belki, ben anlayamadım- bu faizlerin tümü mü atıldı? Yüzde 30'dan bahsetti, tüm faizler mi atıldı, yoksa, anapara yüzde 30 indirimle mi alınacak; o pek anlaşılamadı, o konuda bir açıklama getirirse...

Sayın Bakanımızı seviyoruz, kendisine teşekkür ediyoruz. Gerçekten, sorularımızı, her hafta buraya gelip, düzenli bir şekilde cevaplıyor; tekrar teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Ben de teşekkür ederim Sayın Koçyiğit.

Şimdi, Sayın Bakan, bu konuda açıklama yapmak üzere, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Teşekkür ediyorum tekrar.

Çiftçi borçlarıyla ilgili alınan prensip kararı, bu hususta iki önemli kurumumuz olan Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri ile toplam 1 200 000 çiftçimizi ilgilendiriyor. Bu çiftçilerimize yönelik olarak kabul edilen prensip kısaca şöyle efendim: İlk borçlanmada esas olan anapara miktarı, tarımsal TEFE, yani, bir bakıma tarım ürünleriyle ilgili bir fiyat endeksi var -yani, biz bunu bu şekilde ifade etmeyelim de, toptan eşya fiyatları diyelim, yani, anlaşılması daha kolay olsun diye, tarımsal TEFE diye belirtmeden- buna uygun olarak, anapara her yıl enflasyon oranında artırılacak. Yani, eğer, biz... Bir başka ifadeyle şöyle söyleyeyim: Beş sene önce alınmışsa ve 10 ton gübre alınmışsa, bugün 10 ton gübrenin parası neyse o, bugünkü para, bugünkü 10 tonluk gübre parası; yani, aşağı yukarı buna denk gelir. Tabiî, gübredeki fiyat artış hızı daha yüksekse biraz fazla olur ama, dediğim, yaklaşık olarak, mantıksal olarak öyle. Bir sepete göre fiyat artışı... Esas borcu belirleyecek olan büyüklük de budur. Bunun dışında, bu paranın, zamanla, cari faiz veya o kriz dönemlerindeki aşırı artmış faizleri bir tarafa bıraktık. Dolayısıyla, anaparayı güncelleştirdik, reel hale getirdik, bugünkü hale getirdik, dolayısıyla, faizle irtibatını kestik. Şimdi, Tarım Kredideki durumu misal vereyim size: Çiftçilerin esas anapara borcu 600 trilyondur, faizi 800 trilyondur; yani, 800 trilyon çıktı; ama, tabiî, anapara da 600 trilyon olmadı, 1 katrilyona yaklaştı; yani, o da arttığı için.

Borç miktarı belli olduktan sonraki sistem  şu: "Ben borcumun hepsini bir anda ödeyeceğim" diyorsa, yüzde 30 indirim uygulayacağız ve bir defada borcundan kurtulacak.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Anapara artı faiz mi?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Hayır, faiz yok. Yani, TEFE'ye bağlı anapara...

OĞUZ OYAN (İzmir) - TEFE...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Evet.

Ne yapabilirdik Sayın Hocam?... Ne yapabilirdik?... İnsaf! (AK Parti sıralarından alkışlar)

İki; tabiî, bu yine de çok büyük bir külfet olur ve "bir defa ödeme imkânım yok" derse, o zaman, müracaatta yüzde 10'unu hemen ödeyecek, geri kalan parayı, ekim ayında, hasattan sonra üçte 1'ini ödeyecek, geri kalan üçte 2'sini de 2004 ve 2005 Ekim aylarında ödeyecekler.

ERSOY BULUT (Mersin) - Faiz siliniyor mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Faizi sildik.

Teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Ben de teşekkür ediyorum Sayın Bakanımıza.

10.  - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, SPK kaydına alınmaksızın halktan para toplayan şirketlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/144)

BAŞKAN - Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

11 - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumuna katılanlara ve Türk Gecesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/146)

BAŞKAN - Soruya cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

12. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, duble yol yapımına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/148)

BAŞKAN - Soruya cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

13. - Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu'nun, Azerbaycan'da saldırıya uğrayan iki Türk üniversite öğrencisine ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/154)

BAŞKAN - Soruya cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok.

Ertelenmiştir.

14. - Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, BAĞ-KUR'un sağlık kuruluşlarına olan borçlarına ve sağlık giderlerinin geri ödemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/155) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı

BAŞKAN - Soruya cevap verecek Sayın Bakan?.. Burada.

Sözlü soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                Tuncay Ercenk

                                                                           Antalya

Kasım 2002 tarihinde Antalya Üniversitesi Tıp Fakültesi kardiyoloji servisine yatırılmış olan Bağ-Kurlu hasta Hatice Karakaş, kalp damar bölümüne alınmış, tedavi amaçlı ameliyat edilmiş ve ameliyattan bir gün sonra 1 Kasım 2002 tarihinde vefat etmiştir.

Vârisler, üniversite hastanesine ödenen tedavi giderlerini Bağ-Kurdan talep etmişler; ancak, bugüne kadar kendilerine bir ödeme yapılmamıştır.

1- Bu durumda olan Bağ-Kurlu sayısı kaçtır?

2- Bağ-Kurun devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri veya özel sağlık kurumlarına borcu ne kadardır?

3- Bağ-Kur, üniversite ve özel sağlık kurumlarında tedavisi sağlanan hastaların tedavi giderlerinin geri ödemesini ne zaman yapmaktadır ve bu geri ödemenin daha kısa vadede ödenmesi sağlanacak mıdır?

BAŞKAN - Sözlü soru önergesini cevaplandırmak üzere buyurun Sayın Bakanım.

Sayın Bakan, süreniz 5 dakika.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Sayın Tuncay Ercenk'in tarafıma yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesini cevaplamak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum, sayın milletvekilimize de ayrıca teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Bağ-Kur sağlık hizmetlerinden, sigortalılar, yaşlılık ve malullük aylığı almakta olanlar ile eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları, bunların ana ve babaları, ölüm aylığı almakta olanlar yararlanmaktadır.

31.12.2002 tarihi itibariyle, 9 150 252 kişiye sağlık karnesi verilerek sağlık yardımlarından yararlandırılmaları sağlanmıştır. Sigortalılardan alınan sağlık primleri bu alanda yapılan harcamaları karşılamadığından, Bağ-Kurun 31.1.2003 tarihi itibariyle devlet hastanelerine 333 trilyon 793 milyar, KİT hastanelerine 12 trilyon 295 milyar, özel sağlık kurum ve kuruluşlarına 10 trilyon 760 milyar, şahıslara ise 46 trilyon 857 milyar olmak üzere, toplam 403 trilyon 705 milyar Türk Lirası borcu bulunmaktadır.

Sağlık hizmeti, Sağlık Bakanlığı, SSK, mahallî idareler, üniversiteler ve kamu iktisadî teşebbüslerine ait sağlık tesisleri ile diğer sağlık tesislerinden satın alınmak suretiyle yürütülmektedir. 2002 Ekim ayı sonu itibariyle Bağ-Kur kayıtlarına intikal eden tedavi giderleri ödenmiş olup, kalan borçların da kurum imkânları doğrultusunda ödenmesi için çalışmalar devam etmektedir.

Diğer taraftan, sayın milletvekilimizin sorusunda bahsi geçen, 155172543 Bağ-Kur numaralı emekli Hilmi Karakaş'ın eşi Hatice Karakaş, maalesef, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde gördüğü tedavi sonunda vefat etmiştir; bu vesileyle, kendisine Tanrı'dan rahmet diliyorum.

Bağ-Kur Antalya İl Müdürlüğüne 2 320 388 000 ve 8 824 476 000 TL olmak üzere, 11 145 149 000 Türk Lirası tutarlı faturalar ibraz edilmiştir.

Yapılan incelemede, fatura bedellerinin anılan hastaneye ödendiğine ilişkin vezne alındı makbuzu bulunmadığı tesit edilmiş ve durum, yakınlarına izah edilmiştir. Vezne alındı makbuzunun ibraz edilmesi kaydıyla, toplam 11 145 000 000 tutarındaki tedavi bedelinin 9 189 200 000 Türk Lirasının ödenebileceği tespit edilmiştir.

Yukarıda açıklanan rakamlarda görülen farklılık, üniversitenin uyguladığı fiyat ile bütçe uygulama talimatı fiyatları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.

Bağ-Kurun ve sosyal güvenlik kuruluşlarımızın sorunları, elbette, bu kısa süreye sığmayacak kadar çoktur. Bunu, daha geniş bir ortamda Yüce Genel Kurulumuzu bilgilendirmek üzere arz etmeyi düşünüyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakanımıza teşekkür ediyoruz.

Böylece, soru cevaplandırılmıştır.

Sayın Tuncay Ercenk Bey, bir kısa açıklama yapmak istiyorsunuz; lütfen, kısa olsun.

Buyurun.

TUNCAY ERCENK (Antalya) -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakana, öncelikle, açıklamaları için teşekkür ediyorum. Bu açıklamalar, gerçekten, mevcut mevzuatın nasıl işlediğini ve hangi aşamalardan geçtiğini bize anlatması bakımından önemli bir ayrıntı; ancak, bu durumda olan hastalar, benim soru önergeme konu olan durumdaki hastalar veya hasta yakınları veya vefat edenlerin yakınları, gerçekten kendi emekleriyle, kendi alınterleriyle geçinen, üreten kimselerdir. Yani, bir başka deyimle, çok büyük ekonomik sıkıntılar içinde çeşitli tepkileri, gerek yazarkasa fırlatarak gerek tanker yakarak gerek çocuğunu Başbakana hediye ederek gösterirler, başka bir tepki olanakları da yoktur. Yıllarca zor koşullar altında prim ödemişlerdir ve böylesine zor koşullar altında ödedikleri primlerden sonra, sağlık nedeniyle meydana gelen olumsuzluklarda da, bu primlerden dolayı kendilerine sürekli olarak bir sağlık bakımının yapılmasını talep etmektedirler. Dolayısıyla, bunların geç ödenmesi, ikinci bir acılarını getirmektedir; manevî açıdan zaten yeterli zarar görmüşlerdir.

Ayrıca, bu tazminatlarının ve bu tedavi masraflarının geç ödenmesi, ikinci bir maddî acıya, dolayısıyla, manevî acıya neden olmaktadır.

Bir an evvel, bunların iyileştirilmesi konusunda Sayın Bakanımızca çalışmalar yapılmasını diliyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, soru ve cevap süresi tamamlanmıştır.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.18
ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 17.38

BAŞKAN : Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER : Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 63 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Şimdi, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

Bu kısmın 5 inci sırasında yer alan, Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30 milletvekilinin, Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı ve bu konulardaki bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun ve 30 milletvekilinin, Amik Gölü kurutularak kazanılan arazinin dağıtımı, kullanımı ve bu konulardaki bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13) (1)

BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır.

Önerge üzerinde, hükümet ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Önerge üzerinde, AK Parti Grubunun söz isteği var mı Sayın Grup Başkanvekili?..

EYÜP FATSA (Ordu) - Var Sayın Başkan; Hatay Milletvekili Mehmet Soydan konuşacaklar.

BAŞKAN - AK Parti Grubu adına, Hatay Milletvekilimiz Sayın Mehmet Soydan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET SOYDAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hatay İlindeki Amik Gölü yatağının kurutulması sonucu elde edilen araziye yapılan iskân işlemlerinin incelenip, araştırılarak, iddiaların doğru olup olmadığının ortaya çıkarılması, arazileri yıllardır kullanan köylülerin mağduriyetinin giderilmesi ve arazinin gerçek ihtiyaç sahibi köylülere dağıtılmasını sağlamak amacıyla, Hatay Milletvekilimiz Sayın Gökhan Durgun'un Meclis araştırması önergesiyle ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

BAŞKAN - Sayın Soydan, 1 dakikanızı rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, sayın hatip grup adına konuşmaya çıkmıştır, kürsüdedir. Arkadaşlarımızın, yerlerine oturarak, sükunetle sayın hatibi dinlemelerini rica ediyorum; bir gürültü, uğultu oluyor; anlaşılamıyor.

Buyurun Sayın Soydan.

MEHMET SOYDAN (Devamla) - Hatay İlinin sorunlarına, biz Hatay'dan seçilen 10 milletvekili olarak sahip çıkmanın gerekli olduğuna, Hatay'ın bu şekilde daha iyi kalkınacağına, daha iyi gelişmesini tamamlayacağına dair inancımızı seçimler öncesinde de ortaya koymuştuk. Dolayısıyla, Hatay'ın bir sorununu Meclis gündemine taşıdığı için, ben de Gökhan Beye teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Amik Gölü yatağının kurutulması 1974 yıllında yapılmış, bu gölün kurutulması neticesinde de bu araziler iskâna açılmıştır. Elbetteki, burada yaşayan köylülerimiz, bu arazileri uzun yıllar kullanmış; ancak, devletimizin politikası gereği, iskân politikası uygulanarak, oradaki toprak dağıtımı yapılmıştır. Elbette ki, devletimizin uyguladığı politikalara ihtiyaç vardır; ancak, soğuksavaş yılları artık bitmiş, dünyaya bakış yeniden şekillenmeye başlamıştır. Dolayısıyla, geriye kalan tarım arazilerinin ve bölgedeki TİGEM arazisinin, oradaki ihtiyaç sahibi köylülere dağıtılması, hepimizin dileğidir.

Umuyorum ki, AK Parti hükümeti de, yeni bir bakış açısıyla, buradaki köylülerimizin ihtiyacını karşılayacak ve buradaki köylülerimizin, sevineceği, kendi arazilerine kavuşacağı günleri getirecektir. Tarım Bakanımız, Bayındırlık Bakanımız, bu konuda gerekli çalışmaları yapmaktadırlar.

Bugün, biraz önce, bir başka arkadaşımız da, o bölgenin sık sık sel felaketiyle karşılaşmasıyla ilgili bir önerge verdi. Hakikaten de, o bölgedeki köylüler sık sık afetlerle karşılaşmakta ve doğrusu, o bölge insanımız, o civarda yaşayan insanlarımız, mağdur olmaktadırlar.

Biraz önce -konuşma yapmaya gelirken- Değerli Milletvekili Hasan Fehmi Güneş Bey, bana "aslında, orasının göl olarak kalması gerekir" diye söylemişti. Elbette ki, doğanın, çevrenin daha güzel korunması bakımından, o göl, orada bir dengeyi koruyordu; ama, artık, o göl kurutulmuş, orası arazi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, yıllarca oraları ekip biçen köylülerin mağdur edilmemesi de, elbette ki önemlidir. Ben de, o bölgedeki insanlarımızın hepsinin bir toprak sahibi olmasını arzu ediyorum. TİGEM arazilerinin de bu çerçevede kullanılacağına, Tarım Bakanımızın da, bu konuya yakın ilgi göstereceğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, Amik Gölü dolayısıyla söz almışken, Hatay'ın sorunlarından biri olan sınır ticaretine de değinmeden geçemeyeceğim. Devlet Bakanımız Kürşad Tüzmen'in bu konuda çalışmalar yaptığını biliyoruz. Elbette ki, sınır ticareti, Hatay için, o bölgede yaşayan insanlar için oldukça faydalı olacaktır. Ayrıca, İçişleri Bakanımızdan, oradaki sınır arazilerinin kullanıma açılması için de hükümetimizin gerekli çalışmaları yapmasını istemiştik. Sınırlarımızın diğer tarafındaki ülkeler, o toprakları kullanabilirken, bizlerin de -gerek Hatay'da gerekse diğer sınırlarımızda- bu toprakları çiftçilerimize kullandırmamız elbette ki önemlidir; bunu arzu ediyoruz. Esasen, AK Parti, bunu, bu anlayışları kendi programında, seçim beyannamesinde ortaya koymuştur. Dolayısıyla, insanı hedef alan, politikalarının merkezine insanı koyan AK Parti Hükümetinin, artık, Türkiye'ye yeni bir açılım getireceğine, Türkiye'yi yeniden kucaklayan bir anlayışla politika üreteceğine inancım tamdır. İnanıyorum ki, bu politikalar insanımızı yeniden kucaklayacaktır. Hatta, coğrafyası ile denizi ile kültürü ile bir il olmayı hak eden İskenderun'un da, bir gün, mutlaka, il olabilir bir duruma geleceğine içtenlikle inanıyorum. Bu politikaları, elbette ki, devletimiz, hassasiyetle uygulamıştır. Türkiye'nin neresinden gelirse gelsin, elbette ki, hepsi de bizim insanımızdır; ancak, önergede belirtildiği şekilde, oradaki köylülerin, oradaki insanımızın da toprak sahibi olması, hakikaten, hepimizin hassasiyetle üzerinde durması gereken bir konudur.

Dolayısıyla, bu Meclis araştırması önergesi, Mecliste ister kabul edilsin ister edilmesin, hükümetimizin, bu konuyla ve değindiğim diğer konularla yakinen ilgileneceğini biliyorum. Aslolan, oradaki insanların da bir arada, birlikte daha güzel yaşama imkânı bulmasıdır.

Hatay, Türkiye'ye, en son katılan il; bir devlet olarak katıldı. Orada, elbette ki, Atatürk'ün "kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" sözü çerçevesindeki hareketi, Hatay'ın, yeni bir yaklaşımı ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyetine katılmasıyla neticelenmiştir.

Dolayısıyla, her ilin sorunları olduğu gibi, Hatay'da da çiftçilerimizin, köylülerimizin sorunları vardır. Bugünkü Tarım Bakanımızın değindiği müjdeli haberler, elbette ki, oradaki bizim insanımıza da yarayacak, bizim insanımızın da yüzünü güldürecek çalışmalar olmuştur. Buradan, Tarım Bakanına, 1 200 000 çiftçi adına, Hatay'daki çiftçiler adına, hakikaten, teşekkür ediyorum.

Bizim, AK Parti olarak, hep söylediğimiz gibi, muhalefetin de olumlu olarak, ilimize, ülkemize kazandıracağı tüm teklifleri, tüm çalışmaları memnuniyetle karşıladığımızı açıkça söylemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ben de, buradan, AK Parti hükümetine çağrıda bulunarak, ihtiyaç sahibi köylülerin, bölge köylülerinin, geriye kalan arazilerde hakkını, hukukunu korumak için gayret göstereceğimizi açıkça söylemek istiyorum.

Hatay'ın sorunlarından birini Meclise taşıdığı için, Gökhan Beye tekrar teşekkür ediyorum. Sorunun çözümü için gerekli çabayı, hükümetimizin ve ilgili bakanlarımızın göstereceğine yürekten inanıyorum.

AK Parti olarak, Hatay'ın sorunları da dahil olmak üzere, Türkiye'nin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine kadar bugüne kadar birikmiş sorunlarını, bugüne kadar birikmiş sıkıntılarını, hükümetimizin, yeni yaklaşımlarla, güçlü yaklaşımlarla çözeceğine inanıyorum. Bu vesileyle tekrar hükümetimize başarılar diliyorum. Hatay İlinin sorunlarına gösterecekleri duyarlılık için de ilgili bakanlarımıza teşekkür ediyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Soydan, teşekkür ederim.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahsı adına, önerge sahibi, Hatay Milletvekili Sayın Gökhan Durgun konuşacaklar.

Buyurun Sayın Durgun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bundan bir ay önce, 4.3.2003 tarihinde, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergem hakkında, Grubum adına söz alıp konuşmuştum; ancak, çalışmalar yarım kaldığı için, bir ay sonra, bugün, yarım kalan işlerin bitirilmesi amacıyla, gündem gereği, önergem gündeme alındı ve şimdi, kaldığımız yerden çalışmalarımıza devam ediyoruz. Dolayısıyla, bir ay önce yaptığımız konuşma, bir ay önce söylediğimiz sözler unutulmuştur, aradan başka çalışma ortamları geçtiği için gözardı edilmiştir düşüncesiyle, tekrar, kısaca sorunu, konuyu özetlemeye çalışacağım.

Bu önerge, 30 000 - 40 000 insanı ilgilendiriyor; yani, bugün, Türkiye'nin -belli ölçüde bakarsak- bir şehrinde yaşayan insanların sayısı kadar insanı ilgilendiren bir konu. İlgilendirdiği aile sayısı, şu anda, 4 000 - 5 000 dolayında. Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanımızın verdiği bilgilere bakarsak, bu iş, toplam 8 792 aileyi kapsayacak; yapılan çalışmalarla, sayıları 8 792'ye ulaşan aileyi ilgilendirecek. Eğer, 8 792 aile, bu işte iskâna tabi tutulacaksa, bunun ilgilendirdiği insan sayısı da, nüfus da, 80 000'i, 90 000'i bulacak demektir; ki, bu da, yine, büyük ölçüdeki bir şehrimizin nüfusu kadar insanı ilgilendiriyor demektir.

Nedir buradaki konu; buradaki konu şudur: Amik Gölünden elde edilen arazinin, iskâna tabi tutularak, Hatay dışından -2510 sayılı İskân Yasasına tabi olarak tanımlanan- insanlara verilmesidir. "8792 aileye tamamı dağıtılacak." İfade bu.

Bu araziler, otuz yıldır, o bölgede, arazisi olmayan, toprağı olmayan, işi olmayan, aşı olmayan insanların ekip biçtiği arazilerdir ve miktarı da, aile başına 10 dönümdür; yani, bu bölgedeki 4 000 - 5 000 çiftçi ailesinin her biri, 10 dönüm toprakla geçinmek durumunda kalmıştır. Otuz yıl önce babası o araziyi kiralamıştır, çocuğu o arazide doğmuştur, onun çocuğu da o arazide doğmuştur; yani, üç nesil geçmiştir. Bugün, baba yok, çocuk "bu arazi benim babamdan kaldı, ben bu topraklar üzerinde doğdum. Şimdi, kim, hangi hakla, hangi yetkiyle bu araziyi benden alıyor; ben olayları anlayamıyorum" diyor ve anlayamadığı olaylardan dolayı da, devletinin kendisine sahip çıkmadığını, şu andaki hükümetin de kendisine sahip çıkmadığını düşünme ve bu konuda kaygı duyma anlayışına doğru yönelme noktasındadır.

2510 sayılı Yasa çok açık "muhacir, mülteci, göçebe ve naklolunanlar bu işlemden faydalanır" deniliyor. Yaptığım incelemeye baktığımda, orada, bu şekilde olan insan sayısının çok az olduğunu, oraya yerleştirilen insanların ise 2510 sayılı Yasada çok açıkça belirtilen nitelikleri taşımadığını da görüyoruz. İşyeri sahibi, evi var, arsası var, dükkânı var, hatta, ufak çapta atölyesi var, o bölgeden 10 dönüm arazi tapulanmış; göçmen statüsünde, muhacir statüsünde, naklolunan insan statüsünde; bu insanlara bu araziler dağıtılmış.

Olayın diğer bir boyutu şu; o da çok daha acı: Bu araziyi alanların zaten ihtiyacı yok; kendisi çalıştırmayacak, 10 dönüme ihtiyacı yok. Aynı bölgede, elinden alınan insana, götürüp, bugünkü değeriyle 500 000 000 - 600 000 000 lira karşılığında tekrar kiraya vermektedirler. Şimdi, düşünebiliyor musunuz; bu arazileri, otuz yıl çalıştırdıktan sonra elinden alacaksınız; İskân Yasasına tabidir diye, araziye ihtiyacı olmayan insanlara vereceksiniz; daha sonra, o verdiğiniz insanlar da gelecek, o elinden alınan insana diyecek ki: Al sana; bana ver 500 000 000, 600 000 000 lira, burayı sen eskisi gibi ek, biç!

Şimdi, böyle bir anlayışla, böyle bir ortamda, o insanların, devlete, hükümete, Meclise bakışı ne olur, nasıl bakar, ne düşünür; kendisine sahip çıkmayan bir hükümet olarak düşünür, kendisine sahip çıkmayan bir devlet olarak düşünür.

Biraz önce, Sayın Soydan arkadaşım, daha önce de Sayın Bakan, bunun bir devlet politikası olduğunu söylediler. Devlet politikası, bu anlattığım çerçevedeki işlemleri kapsamamalı. Eğer, bu bir devlet politikasıysa, 59 uncu hükümet, 58 inci hükümet, bu devlet politikasını hangi araştırmalara göre yaptı; yoksa, kendilerine devredilen bir projeyi ezbere uygulama noktasında devam etmek mi istiyor?!

Devlet politikası dediğimiz zaman, biraz önce anlattığım hadiseye baktığınızda, bir başka boyutu daha çıkıyor; acaba, Hatay'ın kendi kültürel yapısına göre ilgisi alakası olmayan, farklı niyetler taşıyan, doğru bilgiler aktarmayan, bazılarının verdiği raporlara dayanılarak uygulanan bir devlet politikası mı var; insanın aklına o da geliyor.

Devlet politikaları, gözden geçirilmeyen, değiştirilemeyen politikalar değildir. Eğer, bunlar doğru bilgilerse yapılacak hiçbir şey yok; ama, hiç olmazsa araştırılmalıdır. Doğru mudur, yanlış mıdır; doğru bilgilerle mi bu devlet politikası ortaya konulmuştur, yoksa, yanlış bilgilerle mi bu devlet politikası ortaya konulmuştur ve yürütülmektedir; bu, ortaya çıkarılmalıdır, değerlendirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Hatay'daki bu sorunun çözümü bugün neticelenecek. Ben, bu araştırma önergesini verirken, o bölgedeki insanlar Cumhuriyet Halk Partisine oy verdi diye vermedim. Gerçekten de, bu bölgenin insanı, Cumhuriyet Halk Partisine oy vermedi; sizlere oy verdi, AKP'ye oy verdi, hem de çok büyük ölçüde oy verdi. Şimdi, sizlerden de bu konuda çözüm bekliyor. Bugün burada alacağınız kararla, sizler, oradaki oy potansiyelinize, seçmeninize mesaj vereceksiniz. Artık, nasıl oy kullanırsınız bilemiyorum; ama, şöyle davranmanızı da kesinlikle düşünmek bile istemiyorum: "Bu önergeyi Cumhuriyet Halk Partisi hazırladı, Cumhuriyet Halk Partililer verdi; biz de AKP olarak buna oy vermeyeceğiz" anlayışıyla bakarsanız çok büyük bir yanlış yapmış olursunuz. Bu nedenle, ben, bu önergeye destek vermenizi, bu bölgenin insanlarının çok mağdur insanlar olduğunu, 30 000-40 000 nüfusa yönelik olduğunu, bu insanların sorununu çözmemiz gerektiğini ve bu insanların 3 Kasım seçimlerinde size oy verdiğini ifade etmek istiyorum.

Hepinize tekrar saygılar sunuyorum; bu önergeyi desteklemenizi tekrar rica ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Durgun.

Efendim, Meclis araştırması önergesi  üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar [!])

Sayın milletvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmelerine başlıyoruz.

2.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekilinin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/8)

3.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/48)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.

Bu konuda Hükümet konuşmak istiyor mu?

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, Hükümet adına, Devlet Bakanımız Sayın Prof. Mehmet Aydın söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunları bütün milletvekillerimizin malumudur. Ben, uzun bir konuşma yapmayacağım; çünkü, zaten araştırma talebinde bulunan arkadaşlarımızın söyleyecekleri gibi -uzun süredir hazırlık içinde olduklarını biliyorum; ancak, şu kadarını ben söyleyeyim- yurt dışında yaşayan arkadaşlarımızın sorunları, aslında, hemen hemen bütün bakanlıklarımızı ilgilendiren sorunlardır. Mesela, doğrudan doğruya Hazineyi ilgilendiren sorunlar var. Şu sıralarda okuyorsunuz; bu çifte vergilendirme meselesi doğrudan o bakanlığımızı ilgilendiriyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızı doğrudan ilgilendiren konular var; çünkü, iş hayatıyla ilgili sorunların önemli bir kısmı oradan kaynaklanıyor. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığımız, zaten, bütün yönleriyle bu işin içinde. Dolayısıyla, önemli ölçüde, Dışişleri Bakanlığımız, zaten, konsolosluk hizmetlerinde ve diğer hizmetlerde, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını yakından takip etmek durumundadır. Yine, Millî Eğitim Bakanlığımızın ilgili dairesi vardır; doğrudan doğruya eğitim konuları, Millî Eğitim Bakanlığımızın ilgi alanına ve görev alanına giren konular olduğu için, zaten onlar takip ediyor. Benim Bakanlığım, bir bakıma, bir koordinatörlük rolünü üstlenmiş durumdadır; yani, biz, önemli olduğunu gördüğümüz birtakım sorunları belirliyoruz ve o sorunların ilgili olduğu bakanlıklarla müzakeresine başlıyoruz. Mesela, bizim bir acil eğitim programımız vardır. Şu anda, o, üzerinde yıllardır çalıştığımız ve çalışmaya devam ettiğimiz ciddî bir problemdir. O problem üzerinde, Millî Eğitim Bakanlığımızla müştereken çalışmalar yapıyoruz; ama, bu arada, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, manevî birtakım sorunları vardır; dini icra etmeleriyle ilgili, öğrenmeleriyle ilgili, din eğitimi, öğretimi ve hizmetleriyle ilgili sorunları vardır. O, zaten, yine, benim Bakanlığımın uhdesinde olan, Diyanet İşleri Başkanlığımızın yurtdışı teşkilatı ile din müşavirlikleri ve ataşelikleriyle yakından takip ettiğimiz bir sorunlar dizisidir. Dolayısıyla, Devlet Bakanlığının uhdesinde olan bu sorunlar, bir bakıma, altı yedi bakanlık ve ilgili kurumlarıyla, müştereken yürütmeye, götürmeye çalıştığımız, hem sorunların belirlenmesinde hem de önlemlerin alınmasında ortak çalışmayı gerektiren konulardır.

Doğrusunu isterseniz, bugüne kadar çözmekte zorluk çektiğimiz, âdeta müzmin hale gelen sorunları vardır ve bunlar da, takdir edersiniz ki, hakikaten, Türkiye'nin içindeki sorunlara, bir bakıma, bağlı sorunlardır; yani, eğer, biz, Türkiye içinde eğitim-öğretim sorunlarını çözmek konusunda belli bir düzeye gelememişsek, sorunlarımızı orada azaltamamışsak, bunun yurt dışında birdenbire çözülmesi mümkün olmuyor, yurt dışında daha karmaşık hale geliyor bu.

Yurt dışında vatandaşlarımızın yaşamalarından dolayı, zaten, yaşadığı ülkelerin mevzuatından kaynaklanan sorunlar var. Dolayısıyla, bizim, yine, ilişkilerimizin ait olduğu mevzuattan kaynaklanan sorunlar var. Mesela, hâlâ eğitim-öğretim konusunda eşitliği sağlayamadık. Buna, vatandaşlarımızın yaşadığı ülkelerin mevzuatı da, maalesef, müsait değildir. Mesela, oy verme konusu -ki, son derece önemlidir; yani, demokratik hayatımız için son derece önemlidir- vatandaşlarımızın oy kullanması, sadece orada bulundukları ülkelerin demokratik hayatına, bilincine ve kültürüne katkılar sağlaması açısından değil; aynı zamanda, Türkiye'de iktidarda ve muhalefette olan partilerimize sahiplenmesi, onları takip etmesi, bizi, bir bakıma, denetim altında tutması açısından da son derece önemlidir. Uzun çalışmalara rağmen, maalesef, o konuda arzu edilen bir mesafeye gelinememiştir; ancak, seyahat etmek için ülkeye gelen vatandaşlarımız oy kullanabilme imkânına sahiptirler; ama, geride kalan, Batı ülkelerinde yaşayan ve önemli bir kısmı artık oranın vatandaşı olan insanımızın demokrasiye katkı konusunda hâlâ ciddî sorunları vardır.

Eğitim sorunlarımız, işin temelinde olan sorunlardır. Eğer, eğitimde belli bir düzeye getiremezsek, o konuda katkı sağlayamazsak, maalesef, öteki sorunların çözümü kolay olmayacaktır. Üzülerek kaydedeyim ki, bazen vatandaşlarımız çözüm yollarının ne olduğunu da yeteri kadar bilemiyor. Bu konuda aydınlatıcı görevimizi yapma hususunda da eksikliklerimiz var. Bu konuda, en azından, basın ve yayın organlarımıza çok önemli görevler düşüyor.

Vaktinizi almayayım. Şahsen, bu konuda, arkadaşlarımızın her türlü katkılarını dinlemeye hazırım. Onlardan gelecek çözüm yollarını dinlemek, önlemler alınmasını desteklemek Bakan olarak zaten benim görevimdir ve bu konuya böyle ilgi duydukları için, zihin yordukları için, emek sarf ettikleri için kendilerine teşekkür ediyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakanımıza teşekkür ediyoruz.

Gruplar adına konuşma talepleri var.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Rıza Gülçiçek konuşacaklar.

Buyurun Sayın Gülçiçek. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; otuzüç yıl ülkesinden ayrı kalmış, uzakta yaşayan insanlarımızı yakından tanıma fırsatı bulmuş birisi olarak, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarımızın sorunlarını aktarmak ve bu sorunların çözümüne yönelik araştırma önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubum adına hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayileşme sonrası dönemi yaşayan ve yüksek teknolojinin egemen olduğu sahalarda istihdam edilecek elemanları bulmakta güçlük çeken ülkeler, çözüm olarak, yabancı işgücü alımına yönelmişler ve bu kapsamda, 1961 yılından başlayarak ülkemiz ile çeşitli Avrupa ülkeleri arasında işçi alımı anlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmaların ardından 1961 yılında Federal Almanya'ya, 1964'te Hollanda'ya, Belçika'ya ve Avusturya'ya, 1965'te Fransa'ya ve 1967'de İsveç'e -Avrupa kıtasına- Türkiye'den işgücü göçü başlamıştır. Aşağıda ayrıntılı olarak aktarmaya çalışacağım bu süreci, Alman bilim adamı Max Frischer'in göç üzerine söylediği gibi "biz, işgücü talep ettik; fakat, insanlar geldi" sözü çerçevesinden aktarmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki yıl önce Federal Almanya'da, bu yıl Belçika ve Hollanda'da göçün 40 ıncı yılını yaşadık. Kimi anavatanda bir ev, kimi bir traktör alma hayaliyle kırk yıl önce dini, dili ve kültürü farklı olan bir coğrafyaya giden bu vatandaşlarımız, bugün, emeklilik çağındaki birinci kuşağı oluşturmaktadır. Aynı zamanda işsizliğin ilk kurbanları olan bu vatandaşlarımız, izledikleri Türk televizyon kanalları ve gazetelerle, her gün, hâlâ, anavatan hasretini yaşamaktadır. Onların çocukları ve torunlarının oluşturduğu ikinci kuşak ise, bulundukları ülkelerde, artık, her sosyal statüde temsil edilmektedirler. İşçi, işveren, öğrenci, siyasetçi ve sanatçıların oluşturdukları bu kesim, kalıcı bir topluluk yapısına geçiş yapmışlardır. Bunlar, aynı zamanda, yurt dışında, nerede olursa olsun, futbol maçlarında her yeri Türk Bayraklarıyla donatarak "Türkiye" diye haykıran onbinlerce kalabalığı oluşturmaktadır.

İşin başında, gerek göç alan ülkelerin gerekse Türk tarafının kısa süreli bir çalışma dönemi olarak planladığı bu süreç, zaman içinde kalıcılığa dönüşmüştür. Bu kalıcılığı belirleyen ve etkileyen birçok etken bulunmaktadır. Çocuklarının eğitim hayatına başlamış olmaları, Türkiye'de gelecek kurmak için gereken maddî birikimi sağlayamamış olmaları, geri dönenlerin ülkemize uyum zorlukları, anavatana kültürel ve sosyal yabancılaşma gibi birçok neden, bu vatandaşlarımızın geri dönüşünü engellemiş ve Avrupa'nın birçok ülkesinde, kalıcı bir Türk göçmen kitlesinin temellerini atmıştır. Bu vatandaşlarımızın geri dönüş planları sürekli ileri bir döneme ertelenmiş ve sonunda, büyük çoğunluk tarafından gündemden çıkarılmıştır. Sonuçta, gelişen teknolojik olanaklarla bir yandan Türkiye'yle bağlantılar sürdürülürken, diğer yandan özlem, sıla hasreti ve geri dönme arzusu giderek zayıflamıştır.

1980'li yıllardan sonra ikinci kuşak, hem ekonomik hem de siyasal alanda kendi olanaklarıyla Avrupa'da sesini duyurmaya başlamıştır. Örneğin, Federal Almanya'da yaşayan yaklaşık 2 000 000 yurttaşımızın  1 250 000'i burada doğup oraya göç etmişken, yaklaşık 710 000'i Federal Almanya'da doğmuştur. Yurt dışındaki bu kuşak, eğitim düzeylerinin artması ve meslekî niteliklerinin iyileşmesi sayesinde, yaşadıkları ülkelerde kendilerine orta ve üst tabakalarda yer edinmeye başlamışlardır.

Bugün, yurt dışındaki vatandaşlarımızın güçlenerek öne çıktığı bir alan da siyasettir. Vatandaşlarımız, siyasal alanda, başta Federal Almanya olmak üzere, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Avusturya'da hem yerel hem de genel seçimlerde belediye meclisi üyeliklerine, belediye başkanlıklarına ve milletvekilliğine seçilmişlerdir. Bu sayı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Bu gelişme, yaşadıkları ülkelere uyum açısından, son derece önemli bir işlev görmektedir. Buna ek olarak, bu insanlar iki ülke arasında köprü görevi üstlenmekte ve Türkiye'yle daha sıkı ve iyi ilişkilerin kurulmasına olumlu katkıda bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Türkiye'den yabancı ülkelere yönelik, çalışma amaçlı göç hareketine bağlı olarak, çoğunluğu Batı Avrupa ülkelerinde olmak üzere, bugün yurt dışında yaşayan Türk yurttaşlarımızın sayısı 3 500 000 ulaşmıştır. Yabancı ülke vatandaşlığına geçenler ve onların çocuklarıyla birlikte yurt dışındaki Türk varlığı 5 000 000'u bulmuştur. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın 2 500 000, yani, yüzde 71'i Federal Almanya'da yaşamaktadır. Türkiye'den sonra en fazla Türk vatandaşımızın yaşadığı ülke Federal Almanya'dır. Bu açıdan, Türk göçünde Federal Almanya'nın özel bir yeri vardır.

AB ülkelerindeki Türk kökenli nüfusun tamamı ise 3 677 000'dir; bunlardan 2 470 000 kişi halen Türk vatandaşı olup, 1 300 000 kişi de yaşadığı ülkenin vatandaşlığına geçmiştir. Bu rakamlar, bir yıl öncesine aittir ve sürekli değişmektedir.

Nitekim, herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşayan Türk göçmenler,   1 240 000 kişilik çalışan nüfuslarıyla, bu ülkelerin gayri safî millî hâsılasına 69 milyar euroluk bir katkıda bulunmaktadırlar. Bu katkının yüzde 69'u ise Federal Almanya'da yaşayan yurttaşlarımıza aittir. Bu ülkede yaşayan Türklerin, Federal Almanya'nın gayri safî millî hâsılasına yaptıkları katkı, 2001 yılında 25 milyar euroya ulaşmıştır.

Toplumsal statüde değişim, daha çok, kendi işyerlerini açan girişimciler yoluyla gerçekleşmektedir ve bunlar, gittikçe büyüyen bir ekonomik gücü oluşturmaktadırlar. Avrupa'da, 73 200 Türk kendi işinin sahibi iken, bu rakam Federal Almanya'da 55 000'i bulmuştur; aynı zamanda, bu ülkedeki 290 000 kişiye de iş olanağı yaratmışlardır.

Tüm dünyayı etkileyen küreselleşme sürecinde, özellikle de Federal Almanya'da, uluslararası ticarette daha önemli bir yer tutmasında etkin bir rol oynamaya başlayan Türk işletmeleri, giderek büyüyen bu ekonomik güçleri yönünden büyük önem kazanmaktadırlar. Yapılan tahminlere göre, 2010 yılında, Avrupa'da, bu özellikteki Türk girişimci sayısının yaklaşık 140 000'e, yıllık cirolarının 120 milyar euroya ve istihdam edilen kişi sayısının da 810 000 çıkması beklenmektedir. Bu rakamlar, bir zamanların misafir işçilerinin, işveren konumuna geçiş başarısını çok etkili bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Avrupa'da yaşayan Türk girişimcilerinin başarısı, ülkemiz için de bir gurur kaynağı olup, aynı zamanda, daha yakından izlenmesi gereken bir hazinedir; ancak, bu değişimler, beraberinde karmaşık sorunları da birlikte getirmiştir. Eskiden tek düzeyli veya tek türden olan sorunlar, bugün, çok boyutlu ve çeşitli sorunlara dönüşmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, 1970'li yıllardan sonra işçi şirketleri ve çok ortaklı şirketler aracılığıyla yaptıkları yatırımlarda, Anadolu sanayiinin temelini oluşturmuşlardır. Vatandaşlarımız, bu yatırımlarla Anadoluya sermaye birikimlerini, meslekî deneyimlerini taşımışlar ve teknoloji transferi sağlamışlardır. Bu girişimlerin bir kısmı ilgisizlik, deneyim eksikliği ve Türkiye'de uygulanan yanlış politikalar nedeniyle el değiştirmiş veya kapanmak zorunda kalmıştır. Yine de, bugün, Yozgat, Denizli, Çorum ve Erzincan gibi birçok ilimize baktığımızda, bu yatırımların canlı olarak ayakta olduğunu ve yerel kalkınmaya büyük katkı sağladığını görmekteyiz.

Ancak, bu süreç kapsamında gerçekleşen böylesine olumlu gelişmelerin yanı sıra, birtakım olaylar da cereyan etmiştir. Nitekim, 1970'li yıllarda iyiniyetli bir girişim olarak kurulan işçi şirketlerinin çoğu, ne yazık ki, iflas ettirilmiş ve işçilerimizin devletimize olan güveni sarsılmıştır.

Daha sonraki dönemlerde, işçilerimizin alınteri ve emeğinin karşılığı olan paraları, yine, çeşitli vaatlerle ellerinden alınmış, deyim yerindeyse çarçur edilmiştir.

Bir dönem, yıllarca ülkemizdeki bütçe açığı yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ülkemize getirdikleri dövizlerin katkısıyla kapatılırken, bu vatandaşlarımıza bugüne kadar verilen birçok söz yerine getirilmemiş ve hayal kırıklığına uğratılmışlardır.

Sonuçta, sarsılan güven ortamının etkisiyle, bu dönemde birçok vatandaşımız anavatandaki gayrimenkullerini satmışlar ve anavatan bankalarına güvenleri sarsılmıştır.

Bu tür olayların yakın geçmişteki örnekleri ise, vatandaşlarımızın din ve vatan duyguları istismar edilerek birçok holding tarafından aldatılışlarıdır. Sonuçta, bu holdingler, vatandaşlarımızın yıllarca çalışıp didindikleri alınterlerini ziyan etmiştir; geçmiş yıllarda bunlar gibi daha birçok vaatle vatandaşlarımızı kandırarak paralarını ellerinden almış; ancak, vaatlerini yerine getirmemişlerdir.

Yine, vatandaşlarımızın yaşadığı üzücü olaylardan birisi de Merkez Bankası olayıdır. Merkez Bankası, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın açtıkları döviz kredi mektuplarından elde ettikleri faiz gelirlerinin, Federal Alman vergi dairelerine gelir vergisi olarak gösterilmesi gerekliliğini hiçbir vatandaşımıza bilgi olarak sunmadığı için, hatta, bunu da dolaylı olarak teşvik ederek, vatandaşlarımızın Alman vergi daireleri karşısında suçlu ve cezalı duruma düşmesine neden olmuştur.

Vatandaşlarımızın yatırımlarını yeniden ülkemize kazandırmak için bugüne kadar gerekli güven ortamı sağlanmadığı gibi, geçen kırk yıllık sürede, yaşadıkları ülkelerde, çalışma hayatlarında ve toplumsal yaşamda birçok temel sorunla karşı karşıya bırakılmışlardır. Bu sorunlardan en önemlileri, çocuklarının, bulundukları ülkelerde eğitim ve öğretim, anadilde ve kültürde öğretim, ulusal ve kültürel kimlik sorunlarıdır.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın eğitim alma yaşında olan çocuk ve gençlerinin sayısı gözardı edilmeyecek kadar çok olmakla beraber, bir kuşak manevî olarak yok olup gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır; çünkü, eğitim çağındaki bu çocuklarımızın en önemli temel haklarından birisi olan eğitim hakkından yeterince yararlandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu çocuklarımızın ulusal kültürümüzle olan bağları çok zayıflamıştır. Onbinlerce Türk çocuğumuz kendi dillerini iyi bilmemeleri nedeniyle bir başka dili de öğrenme zorluğu yaşamaktadırlar.

Nitekim, Federal Almanya'da yaşayan Türk çocuklarının yüzde 20'si anaokulunu bitirme belgesi alamamaktadır; çünkü, onlara, anadilde hazırlanmış standart ve planlı bir eğitim verilmemektedir, özellikle Federal Almanya'da eğitim tek dilde ve tek kültürlü olduğu için.

Bunlar, hep yanlış politikaların sonucudur. Son dönemlerde, Federal Almanya Kuzey Vesfalya Eyaletinde anadilde eğitim veren 450 öğretmenin kadrosu bir çırpıda silinerek, işlerine son verilmiştir. Daha da üzücü olanı, bunlardan 300'ü Türkçe öğretmenidir. Bu durum, 80 000 Türk öğrenciye anadilini öğrenme hakkı verilmemesi anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğrenme güçlüğü çeken ve başarılı olamayan 25 533 çocuğumuz özel eğitime muhtaç öğrencilerin gittiği "sonderschule" adı verilen zekâ özürlüler okullarına gönderilmekte ve maalesef, bu çocuklarımızın hayatları kararmaktadır. Oysa, gerçekte bu çocukların hiçbirisi böyle bir özelliğe sahip değildir.

Lise eğitimi alan Alman gençlerinin oranı yüzde 25 iken, orada yaşayan Türk çocukları için bu oransayısı sadece yüzde 5'tir.

Yine, meslek eğitimi ve yüksekokullara giden ve başarılı olan Türk çocuklarının sayısı gereken düzeyde değildir. Federal Almanya'da meslek eğitimi alan Türk gençlerinin sayısı 1992'de 53 678 iken, 2000 yılında 39 980'e düşmüştür.

Federal Almanya'da her 4 Almandan 1'i yüksekokula gitme hakkını kazanırken, bu oran, göçmen çocuklarda onda 1'i ancak bulmaktadır. 145 000 vatandaşımızın yaşadığı Belçika'da ise, sadece 320 gencimiz üniversitede okumaktadır. Sonuçta, bu alandaki yetersizliklerin ve kültürel beslenmenin kesintiye uğramasının, vatandaşlarımızın asimilasyonunu hızlandıracağı kaygısını taşımaktayım.

Diğer taraftan, yurt dışında sayıları azımsanmayacak bir emekliler kuşağı oluşmuştur, bu kesim daha da çoğalacaktır. Birinci kuşak vatandaşlarımız, şu anda 70-80 yaşına girmiştir. Ailenin diğer bireylerinin, çalıştıkları ülkeye yerleşmeyi tercih etmeleri, artık, yaşlı olan bu yurttaşlarımızın Türkiye'ye dönmelerini imkânsız hale getirmiştir. Türkiye'de de kimseleri olmayan bu vatandaşlarımızın, dolayısıyla bakımevlerine yerleşme zorunlulukları artmıştır; ancak, yurt dışındaki, kültürel ve dinî gereksinimlerine cevap veremeyen huzurevlerinde kalmaları da zorlaşmıştır.

Bir diğer konu da, vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerdeki sosyal güvenlik haklarına ilişkin mevzuatla ülkemiz mevzuatının uyumsuzluğudur; bu durumda, özellikle yurda dönüşlerinde büyük sorunlarla karşı karşıya kalmalarıdır.

Yine, sanayileşmiş Avrupa ülkelerindeki hızlı bir otomasyona geçiş süreci, herhangi bir meslekî niteliği olmayan düz işçileri işsiz bırakmaktadır. Türk işçilerimiz arasında kalifiye eleman sayısının azlığı, işsizlik oranlarını artırmaktadır. Federal Almanya'da işsizlik oranı, genelde yüzde 11 olarak gerçekleşirken, yabancılar arasında yüzde 27,5 ve Türk yurttaşlarımız arasında yüzde 25 olmuştur. Bu oran, Fransa'da yaşayan vatandaşlarımız arasında yüzde 23,3 olarak gerçekleşirken, Belçika'da ülke düzeyinde yüzde 6, Türk nüfusu arasında ise yüzde 25 olmuştur.

İşsizlik, yabancı düşmanlığı gibi birtakım sosyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu durumun, ne yazık ki, işyerlerinin tahrip edilmesi gibi fizikî saldırılar ve ölümle sonuçlanan örnekleri vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; göçün 40 ıncı yılını yaşarken, bir insanın en temel hakkı olan seçme ve seçilme hakkını kullanmayan milyonlarca yurttaşımız vardır. Bunlar ne bulundukları ülkede ne de ülkemizde oy kullanmamışlardır. Bugün yerel alanda seçme ve seçilme hakkı Hollanda, Belçika, İsveç ve Danimarka'da gerçekleşirken, Federal Almanya'da ve Fransa'da bu hak halen verilmemiştir.

Genel seçimlerde bütün Avrupa ülkelerinde mektupla oy kullanma yöntemi var iken, ülkemiz vatandaşlarına bu yöntemi kullanabileceği hiçbir kolaylık sağlanmamış ve bugüne kadar bu temel soruna yönelik hiçbir çalışma yapılmamıştır ve bugüne kadar hiçbir hükümet de bu konularda verdiği sözü tutmamıştır.

Bir diğer konu da çifte vatandaşlıktır. Türk vatandaşlığından izinli olarak çıkmak isteyen binlerce yurttaşımızın dosyaları aylarca Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünde bekletilmektedir. Bu bürokratik işlemlerin hızlandırılması için gerekli düzenlemeler yapılmamıştır.

Geçmiş hükümetler, serbest dolaşım hakkının kısıtlanması gibi, çifte vatandaşlık konusunda, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızı pazarlık aracı olarak kullanmışlardır.

Türk vatandaşlığının geri alınması süreci askıya alındıktan sonra, bunun yerine pembe kart uygulaması getirilmiştir. Hiçbir geçerliliği olmayan pembe kartın ne için verildiği halen anlaşılmış değildir. Özellikle yabancı ülkelerin vatandaşlığını alan yurttaşlarımız, ölmeleri durumunda Türkiye'ye getirilmesinde bir yabancı yurttaş muamelesi gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktadır.

Bir önemli konu da, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız özellikle uzun tatil dönemlerinde anavatana geliş güzergâhında yer alan ülke gümrüklerinde, uygun olmayan yaklaşımlara ve uzun süreli bekleyişlere maruz kalmakta, hatta soygun olayları yaşamaktadırlar. Kırk yıldır Avrupa'da yaşayan ve çalışan vatandaşlarımıza, özellikle Sırbistan, eski Yugoslavya ve Bulgaristan yol güzergâhı ve gümrüklerinde insanlıkdışı uygulamalar yapılışıdır. Vatandaşlarımız, halen, bu ülkelerden geçerken 20-50 euro arasında değişen ücretler karşılığında vize alarak gidip gelmektedirler. Bunun bir diğer örneği de, İsviçre'de yaşayan yurttaşlarımızın başka bir Avrupa ülkesine giderken dahi vize almak zorunda kalmalarıdır. Ülkemize girişlerinde, gümrük personelinin yetersizliği açısından, teknik açıdan, yine anlayış ve yaklaşım yönünden sorunlar yaşamaktadırlar. Bu durumlar en yoğun olarak feribotla ulaşımlarda ortaya çıkmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle, yurt dışında bulunan vatandaşlarımız, yıllardır döviz gönderen bir makine gibi algılanmış ve onlara geçici işçi gözüyle bakılmıştır. Bulundukları ülkelerde kalıcı olmaları düşünülmediğinden, temel gereksinimlerine çözüm üretilmemiştir; onların ülkeleriyle bağlarını güçlendirecek kalıcı önlem ve tedbirler alınmamıştır. Yine, onları sosyoekonomik, kültürel ve eğitsel açılardan tatmin edecek, özgüvenlerini artıracak resmî yasalar çıkarılmamıştır. Seçme, seçilme ve oy kullanma hakları başta olmak üzere, serbest dolaşma ve kesin dönüşsüz emeklilik hakkı, anadilde ve kültürde eğitim ve öğretim sorunlarına çözüm bulunmamıştır. Yine, din hizmetleri maskesi altında yurt dışındaki dinsel yozlaşma desteklenmiş ve bunların ileri gitmesine göz yumulmuştur. Vatandaşlıktan izinli çıkışlarda yaşanan tıkanıklıklara çözüm üretilmemiş ve üçüncü kuşak gençlerin askerlik sorunu temelden çözülmemiştir. Göçmen emeklilerin ülkeye yaptıkları her türlü yatırımları, planlı ve verimli bir biçimde değerlendirilememiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere konuşmamın kapsamında sunmaya çalıştığım sorunlara bakarsak, bu büyük hazineyi değerlendiremediğimizi görmekteyiz. Bu vatandaşlarımız, birikimleri, becerileri ve yetiştirdikleri yeni nesillerle Türkiye için yurt dışında bir hazinedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gülçiçek, mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın.

ALİ RIZA GÜLÇİÇEK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Türkiye'nin, bu hazinenin bilincinde olarak yurt dışındaki vatandaşlarımıza sahip çıkması yerinde olacaktır. Bu vatandaşlarımıza, artık, Türkiye'de "Almancı" ve "turist" olarak bakılmamalıdır. Biraz önce Sayın Bakanımızın ifade ettiği gibi, gerçekten kendisinin de bu konuda duyarlılığına inanıyorum; ayrıca, İktidar Partisi Grup Başkanvekili değerli arkadaşım Sayın Eyüp Fatsa'nın bu konudaki duyarlılığına teşekkür ediyorum ve -iktidar partisi olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak- yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek için komisyon kurulması önemlidir.

Bu duygularla hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Gülçiçek.

Şimdi, AK Parti Grubu adına, Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa.

Buyurun Sayın Fatsa. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddelerine istinaden 26 milletvekili arkadaşımla beraber vermiş olduğumuz, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkedeki sorunlarının yerinde tespiti ve yine, vatandaşlarımızın yurda dönüşte karşılaştıkları sorunların tespiti ve çözüm yollarının araştırılması konusunda Meclis araştırması önergesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşım Ali Rıza Gülçiçek Bey, otuzüç yılını paylaştığı insanlarla yaşadıklarını, nelerle karşılaştıklarını burada ifade etti. Ben, oralarda otuzüç yıl yaşamadım; ama, bir on yılı aşkın, Sayın Gülçiçek'in terennüm ettiği, yaşadığı, şahit olduğu sıkıntıların birçoğunu birebir yaşamış, birçoğuna da şahit olmuş, birçoğuna da, âdeta, Anadolu'da anlatılan efsaneler, hikâyeler gibi, dilden dile, özellikle, giden ilk kuşak insanlarımızın yaşamış olduğu, karşılaşmış olduğu sıkıntıları, acı acı dinleyerek şahit olmuş, bunlara vâkıf bir arkadaşınız olarak huzurlarınızdayım.

Konu, gerçekten, herhangi bir araştırma önergesi konusu değildir, ciddîye alınacak bir konudur, araştırılması gereken, üzerinde durulması gereken bir konudur. Anabaşlıklarıyla Sayın Gülçiçek ifade etti; ben, aynı konuları tekrar etmeden, vâkıf olduğum, şahit olduğum, bir an önce acil tedbirler alınması ve giderilmesi gerektiğine inandığım bazı konuları bilgilerinize arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, İkinci Dünya Savaşından sonra yıkılan, yok edilen, taş üstünde taş kalmayan Batı Avrupa'da, vasıflı veya vasıfsız insan gücüne ihtiyaç vardı; ihtiyaç duydukları insanlar da, bizim gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde mevcuttu. 30 Ekim 1961 tarihinde Federal Almanya ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında yapılan iş göçü, işgücü anlaşmasıyla bu hikâye Sirkeci Garından başlamış ve kırküç yıldan beri devam eden bir serüvendir. Çoğumuzun, belki, dış görünüşlerine, işte, özellikle yurda dönüşlerinde altlarındaki arabalara veya geçici zaman için kullandıkları maddî imkânlara aldanarak, fevkalade rahat imkânlarla ve ortamlarda yaşadığına gıpta ettiği; ama, gerçekte, dışının içinde yaşamayanları, bizi, içinin de, içinde yaşayanları yaktığı bir ortamdır bu.

Bir film seyretmiştik; Kunta- Kinte, Kökler. İşte, bir neslin, bir milletin, bir ırkın nasıl mağdur edildiğini, mazlum edildiğini, köle edildiğini, aşağılandığını izlemiştik. Belki, birçoğumuz, bu filmi izlerken, bu diziyi izlerken duygulanmıştı, ağlamıştı. Belki, Afrika'dan giden Kunta Kinte'nin torunları kadar olmasa bile, gerçekte -samimiyetle söylüyorum- insanımız, Kunta Kintelerin yaşadığının bir benzerini yaşamıştır. Dili, dini, töresi, kültürü, her şeyi yabancı; Anadolu'nun bağrından koparılmış; pazılarına bakılarak, kasları kontrol edilerek, dişlerine, kulaklarına, gözlerine, ellerine, ayaklarına, tırnaklarına kadar kontrol edilerek seçilen en seçkin insanlarımız, en sağlıklı insanlarımız, her şeyi bizden farklı olan Avrupa'nın, başta Batı Almanya'nın, o yabancı ortamına, âdeta, onların insafına terk edilmiştir.

Bizimle beraber başka Avrupa ülkeleri de, başka ülkeler de, başta Batı Almanya olmak üzere Avrupa'nın değişik ülkelerine işçi göndermiştir; ancak, bizimle onlar arasında ayırt edici çok temel özellikler vardır. Biz, insanımızı göndermişiz, uğurlamışız Sirkeci'den; ama, insanımızın orada hangi şartlarda yaşadığını, hangi imkânlarla, hangi zorluklarla karşılaştığını bir türlü aramamışız, bir türlü sormamışız, âdeta, insaflarına terk etmişiz, ta, 1980'li yıllara kadar. Özellikle, bu 1980'li yılları bilerek söylüyorum, burada bazı konuları açmak istiyorum.

Almanya'da Büyükelçiliğimizi yapan Sayın Öymen buradadır; birçoğunu bizim gibi yakinen yaşayarak biliyor, konuştuklarımıza hak verecektir Sayın Öymen, benim de Almanya'da bulunduğum dönemde Büyükelçimizdi. Yunanistan da işçi göndermiştir, Portekiz de işçi göndermiştir, İspanya, Yugoslavya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinden, özellikle Balkanlara doğru birçok ülkeden Almanya ve diğer Batı Avrupa ülkelerine işçi gitmiştir.

Mesela, Yunanistan, her gönderdiği 300 işçi için 1 papazı, 1 öğretmeni, 1 sosyal danışmanı şart koşmuştur ve uygulamalar da böyle yapılmıştır. Diğer Avrupa ülkelerinden gelen işçiler, bizim insanımızın karşılaşmış olduğu zorluklarla karşılaşmamıştır. Zira, papazı yanında, öğretmeni yanında, sosyal danışmanı yanında; müşkülata düştüğü zaman, sıkıntıya düştüğü zaman veya kendi içinde birtakım haletiruhiyelerde sıkıldığı zaman, bunaldığı zaman görüşebileceği, konuşabileceği, bilgisine, birikimine müracaat edip rahatlayabileceği veya kendisine yol gösterecek insanları da yanı başında bulmuştur; ama, maalesef, üzülerek ifade ediyorum -onun için "Kökler" dizisini misal verdim- ta 1980 yılına kadar, doğrusunu isterseniz, biz, insanımızın orada varlığını hiç hatırlamamışız veya çok az hatırlamışız.

12 Eylülle başlayan bir süreçtir bu 1980'ler. Türkiye'de 12 Eylülü yapanlar, Avrupa'da da bir 12 Eylüle ihtiyaç var mantığıyla hareket etmişlerdir. Özellikle sahipsiz kalmış, birbiriyle dayanışmaktan, birbiriyle omuz omuza, kol kola vermekten başka imkânı kalmayan, dayanacak, tutunacak hiçbir yeri olmayan insanlarımız, 1961'den 1980'li yıllara kadar, kendi aralarında, burada olduğu gibi -iftiharla söylüyorum- bir araya gelerek, dayanışarak, birtakım sosyal dernekler -cami dernekleri, kültür dernekleri, spor dernekleri, işçi dernekleri, veli dernekleri gibi birçok dernekler- kurarak, yalnızlıklarını ve sıkıntılarını bu derneklerin çatısı altında gidermeye çalışmışlardır; ama, 12 Eylülden sonra, özellikle 12 Eylül mantığı, Türkiye'de olduğu gibi yurt dışında yaşayan insanlarımızı da hep potansiyel suçlu olarak terennüm etmiş, onlara karşı hep mesafeli durmuştur. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti adına buralarda görev yapanlar, çoğu zaman -bazı büyükelçilerimizi, konsoloslarımızı, ataşelerimizi, elbette ki saygıyla anıyoruz, onları istisna ediyoruz; ama, istisna edilmeyecekler de vardır içerisinde- maalesef, insanlarımıza karşı hep mesafeli durmuşlardır. İnsanımız nezdinde tabanı olmayan, insanımızın yanında temsil kabiliyeti olmayan, sayıları, kurdukları derneklerin idarecisini bile aşmayan, üye bile bulamayan çok küçük birtakım marjinal derneklerle, vakıflarla daha iç içe olmuşlar; ama, onbinleri, belki yüzbinleri aşan insanımıza hizmet veren derneklere ve federasyonlara karşı çok mesafeli durmuşlardır. Bunun en son örneği şudur: 1997 yılında, -ki, o zamanki Devlet Bakanı Sayın Rifat Serdaroğlu'nun öncülüğünde kurulan- Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kurulu veya Üst Kurulu adı altında bir örgütlenmeye gidilmiştir. Ben de, geçen dönem bu Meclisteyken, partim adına, bu danışma kurulunda milletvekili olarak görev yaptım ve yurt içinde ve yurt dışında bazı toplantılarına katıldım. Danışma kurulu kurulurken, ben, Almanyadaydım, yurt dışındaydım; o gün onun kuruluşuna da şahit oldum; ama, gördük ki, oraya seçilen arkadaşlarımızın, üye olarak seçilen arkadaşlarımızın, fert olarak, birey olarak çok değerli, çok vasıflı, çok iyi yetişmiş insanlar olmalarına rağmen oradaki insanlarımızı temsil kabiliyetleri yoktu; yani, o insanlarımızın tabanında, tanınma, bilinme gibi bir imkânları yoktu. Konsolosluklarımızda olduğu gibi, kurulan bu üst kurul da, insanımızdan hep uzak durdu, oradaki insanlarımıza ulaşamadı, onlarla kaynaşıp, onlarla bütünleşemedi; dolayısıyla, insanlarımızın problemlerini elçilerimize, bakanlarımıza ve devletin yetkililerine taşımakta, beklenen faydayı ortaya koyamadılar. Her birisi, bir kere daha altını çizerek söylüyorum, fevkalade vasıflı insanlardı, iyi insanlardı; ama, temsil imkânları ve kabiliyetleri yoktu, tabanları yoktu.

Şimdi, zaman zaman, yurt dışında kurulmuş dernekler, federasyonlar, vakıflarla ilgili, fevkalade, doğruyu yansıtmayan bilgilere, belgelere veya söylentilere şahit oluyoruz. Evet, yurt dışındaki insanlarımız... Biz birbirimize benziyoruz; yani, burada neysek Avrupa'da da oyuz. Yani, farklı bir şey yok; buranın oraya yansımasıdır. Siyasî düşüncelerimize, dinî kanaatlerimize, belki, ideolojik görüşlerimize, etnik kökenlerimize, mezhep farklılıklarımıza dayanan, birtakım -burada olduğu gibi- sosyal dernekler, vakıflar kuruldu; ama, orada, insanlarımıza sahip çıkma, onların elinden tutup, insanlarımızı birbiriyle kucaklaştırma ve kaynaştırma sorumluluğunu üstlenen kurumlar, maalesef, bu derneklerimize karşı, bu insanlara karşı, insanımızı örgütleyerek, birbiriyle dayanışan dernek ve vakıflara karşı, çok mesafeli durdular; bunları hep -biraz önce de ifade ettim- potansiyel suçlu gibi gördüler. Ben, bunun böyle olmadığını, bir örnekle, bir misalle, Sayın Büyükelçimin de bildiği bir misalle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, 1994 yılında, Federal Almanya, özellikle, bize vermiş olduğu Leopar tanklarını ülkenin bir bölgesinde kullanmamamız noktasında ciddî bir baskı yaptı; o gün, Türkiye ile Federal Almanya arasında bayağı bir kriz oldu. Kendilerinden uzak durulan, o gün de uzak durulan, şimdi de, hâlâ, o insanlarla kaynaşma ve yakınlaşma noktasında bir gayret ortaya konulmayan insanlar olarak, bir hafta süreyle, bütün dernek ve federasyonlar -ama, burada, bölücü ve yıkıcı gayretlerin içerisinde olanları istisna ediyorum- hepsi, dinî dernekler, sosyal dernekler, kültürel dernekler, işçi derneklerimiz, veli derneklerimiz, aklınıza gelen ne kadar dernek varsa  -Sayın Gülçiçek de bunu hatırlayacaktır- Bonn'da 100 000 kişiyi aşan bir büyük miting yapmıştık ve Federal Almanya'nın bu tutumunu hep beraber protesto etmiştik. O günü hatırlıyorum, Bonn, o zaman Almanya'nın başkentiydi, bütün trafik, şehre giriş çıkışlar durmuştu. Türkler, hep bir yürek, bir ses, haklı davalarını orada federal hükümete duyurmuşlar ve onun da geri adım atmasına yardımcı olmuşlardı.

Korkmamak lazım, bunlar bizim insanlarımız; yanlışları olabilir, hataları olabilir, eksikleri olabilir; ama, biz, onların koluna girersek, biz, onlara yakın olursak hem onların yanlış yapmasına engel oluruz hem de onların, başka, art niyetli, art düşünceli insanlar tarafından, kurumlar tarafından istismar edilmelerine fırsat vermemiş oluruz.

Değerli arkadaşlar, aslında, sizlerle paylaşacağım çok şey var, belki bir saat, hatta daha uzun, üzerinde konuşabileceğim şeyler var burada; hepimizin bildiği, şahit olduğu konular vardır. Biraz önce ifade edildi, özellikle, iki konunun altını çizmek istiyorum: Bakın, artık, biz orada dört kuşak bir aradayız, dört nesil, dördüncü kuşak geldi. Birinci kuşağın yaşadıklarını söylemek, gerçekten, konuşurken bile, insanlara, şahit olanlara sıkıntı veriyor. Bunlar, belki bir sene, iki sene işçi heim'larından dışarıya çıkamadılar, gidecekleri yeri, yönü bilemediler; pazara gidemediler, alışveriş merkezlerine gidemediler; çok acı çektiler. Sonra, ikinci kuşak geldi, üçüncü kuşak geldi, şimdi dördüncü kuşak. Dört kuşak bir aradayız, 4 000 000 insanımız var Avrupa'da; resmî kayıtlardır bunlar. Bu, gayriresmî kayıtlara göre 6 000 000'u buluyor; bir şekilde gitmişler.

Şimdi, bu insanlarımızın yaşamış olduğu, gerçekten önemli problemler var, sıkıntılar var ve insanlarımız, özellikle gençlerimiz -üçüncü, dördüncü kuşak için söylüyorum- ciddî bir asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bulundukları ülkelerin yetkilileri, çok masum ifadelerle -her ne kadar- "bizim düşüncemiz entegrasyon" diyorlarsa da, uygulamanın bir entegrasyon olmadığına, bir asimilasyon politikası güdüldüğüne şahit oluyoruz. Avrupa'nın birçok ülkesinde, artık, insanlarımızın birbiriyle dayanışmasını bile fazla görenler, çoğu zaman bize insan hakları konusunda rehberlik etmeye çalışanlar, öncülük etmeye, ders vermeye çalışanlar, maalesef, insanlarımızın aynı mahallede ev tutup, bir arada yaşamalarına bile çoğu zaman müsaade etmiyorlar; Avrupa'nın birçok ülkesinde buna şahit olduk, bunu gördük. Yurtdışına gidiyorsunuz, siz de oradaki insanlardan bunları dinlemişsinizdir. Özellikle eğitim konusunda, Türkçe eğitimi konusunda, anadilde eğitim konusunda ciddî sıkıntılar var.

Biraz önce, Sayın Gülçiçek ifade etti; Avrupa'da, eğitim çağında 1 500 000 gencimiz var bizim; bunun 500 000'i sadece Federal Almanya'da. Buna karşılık, Millî Eğitim Bakanlığından giden öğretmen sayısı 500'dür. Takdir edersiniz ki, 1 500 000 insana, gence, bu 500 öğretmenle verilebilecek hiçbir şey yoktur. Kaldı ki, bunların, öyle, çok resmî statüleri falan da yoktur.

Almanya'da Almanca'dan sonra en çok konuşulan dil Türkçe'dir. Buna rağmen, kendi içimizdeki bu tesanüdü, oradaki dayanışmayı sağlayamadığımız ve bu dayanışmaya devletin katkısını ve gücünü de ekleyemediğimiz için, okullarının sınıflarında çoğu zaman Alman çocukların sayısına denk düşen çocuklarımıza Türkçe'yi resmî dil olarak okutamıyoruz. Unutmayın ki, kültür emperyalizminin, asimilasyonun rahat yapılabilmesi için en geçerli yol, insanlara, kendi anadilini, kendi dilini konuşturmamak ve öğretmemektir. Dolayısıyla, bizim gençlerimiz, çocuklarımız, şimdi, Avrupa'da böyle bir acı gerçekle karşı karşıyadır. Çok samimiyetle söylüyorum, şahit olduk, siz de şahit olacaksınız; düşünün ki, üç kardeşten biri Almanya'da, biri Fransa'da, biri Hollanda'da; bunların çocukları bir araya gelse, kendi dilleriyle anlaşamıyorlar; biri Fransızca konuşuyor, biri Flamanca konuşuyor, biri Almanca konuşuyor; aynı kardeşlerin çocuklarını bile anlaştırmak için tercümana ihtiyaç var.

Gençlerimizin yaşadığı problemleri uzun uzun anlatmak istemiyorum. Bakın, yapılan istatistiklerde, Avrupa'daki yabancılar arasında suça ve kriminal olaylara karışan gençler arasında en yüksek oran bizim gençlerimizdedir. Yine, yanlış bir bilginin düzelmesi için, bir başka şeyi sevinerek söylemek istiyorum; en az suç oranları da,  biraz önce saymış olduğum dernek ve federasyonların, vakıfların çatısı altında bir araya gelmiş gençlerdedir; hemen hemen hiç yoktur. Yani, bir koruyucu şemsiye görevi de yapmıştır bütün bunlar.

Burada bir şey bizi heyecanlandırmıştı; Sayın Bakan -buradadır- görev aldığı zaman "ben, bir tabela bakanı olmayacağım" demiştir. İnşallah, Anayasamızın 62 nci maddesindeki sorumluluk ve yükümlülüğü, Sayın Bakanımız ve hükümetimiz, hiç olmazsa bu dönemde yerine getirir diye düşünüyorum. Anayasanın 62 nci maddesinde "Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır" deniliyor. Bu, anayasadır ve hepimiz için emredicidir; bugünkü hükümet için de, geçmiş hükümetler  ve gelecek hükümetler için de... Çok samimiyetle söylüyorum, kırküç yılını burada idrak etmiş, yaşamış, bir ömrü burada geçirmiş, artık dört nesil bir arada buluşmuş insanlarımıza karşı, bugüne kadar, bekledikleri hizmeti, bekledikleri gayreti ortaya koyamadı geçmiş hükümetler. Bunu, Sayın Gülçiçek ile beraber olduğum bir programda da ifade etmiştim; yapılabilecek en doğru iş, hiç olmazsa, bugüne kadar bu insanlara karşı yapamadıklarımızdan dolayı, sorumluluklarımızı yerine getiremediğimizden dolayı, kendilerine uzatmamız gereken şefkat ve merhamet elini uzatamadığımızdan dolayı özür dilesek, yüzümüzün kızarması bir erdemliliktir diye düşünüyorum. Bu insanlardan özür dilemek gerekir.

Bunları, sadece, döviz getiren makineler gibi görmemek lazım. Evet, en zor günümüzde bu insanlar bizim yanımızda olmuştur, bunların kalbinde, gönlünde, yüreğinde Türkiye sevdasından başka bir sevda yer almamıştır. Daha geçtiğimiz hafta, Federal Almanya'dan bir işadamları heyeti geldi. Bunlar, Türkiye'de, iktidar ve muhalefet partilerini, bakanları, yetkilileri, işadamlarını ve kuruluşlarını ziyaret ettiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - Türkiye'nin geçmiş olduğu zor süreçte, ekonomik şartlarda, bizim de üzerimize hangi görevler düşer, neler yapabiliriz, hangi yatırımları yapabiliriz, hangi imkânlarımızı buraya taşımak suretiyle, bu zor günde insanımızın yanında olabiliriz diye koşup gelen, yüreğinde Türkiye sevdası olan insanlardır bunlar. Sadece Federal Almanya'da bunların sayısı 65 000'dir; 410 000 insan istihdam ediyorlar. Ekonomik ciroları, bütün Avrupa'da, Türkiye'nin gayri safî millî hâsılasına yakındır. Önemli bir güçtür. Biraz evvel, Merkez Bankasında yaşadıkları sıkıntıları Sayın Gülçiçek ifade etti. Hangisini sayalım? Emekli olmuş insanlarımızın sıkıntısını mı, yurda dönmekte sıkıntı çeken insanlarımızın problemlerini mi, çifte vatandaşlıkta yaşadıkları sıkıntıları mı, seçme ve seçilme haklarını elde edemeyişlerini mi? 1980'li yıllardan itibaren, kurulan bütün hükümetlerin sürekli gündemindeydi bu oy hakkı. Oy hakkı verilecekti; ama, ikinci, üçüncü dünya ülkeleri vatandaşları, Batı Avrupa'da oy haklarını, seçme ve seçilme haklarını elde ettiler, maalesef, bizim insanlarımız elde edemedi. Pembe kart gibi ne manaya geldiğini kimsenin bilmediği, hiçbir hukukî dayanağı ve mesnedi olmayan bir uygulamayla çifte vatandaşlık da, maalesef, insanlarımıza fazla görülmüştür. Vatandaşlıktan çıkarılma konusunda yaşanan sıkıntılar, hepimizin bildiği ve hepinizin de, belki, bu dönemde, milletvekili olmanız hasebiyle yakinen şahit olduğu sıkıntılardır.

Değerli arkadaşlar, bana ayrılan süre doldu. Çok fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu insanlar bizim insanlarımızdır, eksikleriyle, yanlışlarıyla. Varsa yanlışları, biz düzelteceğiz, biz onlara yardımcı olacağız, yol göstereceğiz. Özellikle, bulundukları ülkede alamadıkları haklar konusunda, sahip olamadıkları haklar konusunda, bakanlarımızın, hükümetlerimizin ve yetkililerimizin, özellikle elçiliklerimizin, konsolosluklarımızın önemli sorumlulukları vardır. Herkes sorumluluğunu yerine getirecek. Bu insanları kendimizden ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Yaygın kanaatte olduğu gibi, bunlar bulundukları yerde yabancı, kendi ülkelerinde Almancı değil, özbeöz bu toprağın insanlarıdır; bu toprak için çalışan, bu ülke için çalışan, yüreğinde bu ülke adına sevda taşıyan insanlardır. Onları yabancı görmemiz, kendimizden ayrı telakki etmemiz mümkün değildir.

Bir hususun kısaca altını çizerek sözlerimi toparlamak istiyorum. Özellikle konsolosluk hizmetlerinde vatandaşlarımız çok ciddî problemlerle karşılaşmaktadır. Ben, bu konuşmamızı Dışişleri Bakanımızın da, Dışişleri yetkililerimizin de duyacağına inanıyorum. Vatandaşlarımıza, bulundukları ülkelerin resmî makamlarında çıkarılmayan zorlukları lütfen çıkarmayın; insanlarımıza, kendi elçiliklerinin ve kendi konsolosluklarının kapısında parya muamelesi yapmayın. Bizim insanımızdır. Varsa, yanlışını düzelt deyin; ama, aşağılamayın, aşağılamayın insanları! (Alkışlar)

Bir diğer husus; değerli arkadaşlar, bu insanlar hep dara düşülünce akla gelmiştir; ne zaman zorluğa düşmüşsek, ne zaman krize girmişsek bu insanlar akla gelmiştir; geçmişte de öyle olmuştur. Bakın, özellikle yurt dışında yaşayan insanlarımızın tasarruflarının Türkiye'ye yönlendirilmesi suretiyle, birtakım kurum ve kuruluşlar, özellikle şirketler, holdingler, gerçekten insanımızı çok istismar etmiştir. Biz de, en az, bu insanlara karşı, istismar eden insanlar kadar duyarsız kalmışızdır Türkiye Cumhuriyeti olarak. Bunların içerisinde çok samimî insanlar olduğu gibi, gerçekten, istismarcı insanlar da vardı. İstismarcı olanlar ile samimî olanları birbirinden ayırmak bizim görevimizdi; ama, hiçbirini diğerinden ayırmadık; toptan, hepsini batırmak ve yok etmek gibi bir yanlışlığın içerisine girdik. 57 nci Hükümetin Başbakanı Sayın Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Sayın Yılmaz, 19 Şubat krizinden sonra bunu ifade etmişlerdir ve "evet, bu krizin müsebbipleri bizleriz. -o günü hatırlayacaktır arkadaşlar- Özellikle yurtdışındaki insanlarımıza karşı çok acımasız davrandık; onların tasarruflarının, Türkiye'de yatırıma ve istihdama dönüşmesi noktasında acımasız davrandık; bu imkânları, bu fırsatı, bu insanlara vermedik; doğru olan ile yanlış olanı birbirinden ayırmadık" demişlerdir; bunu itiraf etmişlerdir.

Bugünkü hükümetin üzerinde de böyle bir sorumluluk vardır; istismarcıları bulup, oradaki insanlarımız adına, bunlardan, insanlarımızın alınterinin ve emeğinin hesabını sormaları gerekir; ama, dürüst çalışan, namusuyla çalışan; ama, belki eksik bilgisinden kaynaklanan hataları olan insanları da, lütfen, istismarcılarla karıştırmayın, karşılaştırmayın, onları ayrı tutun ve istisna edin.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen.

EYÜP FATSA (Devamla) - Sözlerimi toparlıyorum.

Sayın Başkan, bu, çok önemli bir konudur, çok hassas bir konudur. Belki, yurt dışındaki insanlarımız, şimdi bizi dinliyorlar ve Sayın Gülçiçek'in ve benim ne kadar doğru şeyleri ifade ettiğimizi tasdik ediyorlardır. Biz onları görmüyoruz; ama, onlar bizi görüyorlar.

Vermiş olduğumuz önergenin kabulünü talep ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Fatsa'ya teşekkür ediyoruz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Fatsa.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır; ancak, önerge sahiplerinin de konuşmaları var. Dolayısıyla, çalışma saatimiz de dolmuş olduğundan, sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Nisan 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.00