DÖNEM
: 22 YASAMA
YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 9
53 üncü Birleşim
23 . 3 . 2003 Pazar
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
GÜVEN İSTEMİ
1. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan BakanlarKurulu hakkında güvenoylaması
IV. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/530) (S. Sayısı : 76)
2. - 2001 Malî Yılı Genel Bütçeye
Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/280, 3/87, 3/89, 3/90) (S. Sayısı
: 78)
3. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/531) (S.
Sayısı :77)
4. - 2001 Malî Yılı Katma Bütçeye
Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/281, 3/88) (S.
Sayısı :79)
A)
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
B)
CUMHURBAŞKANLIĞI
1. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı
Bütçesi
2. - Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi Kesinhesabı
C)
SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî
Yılı Bütçesi
2. - Sayıştay Başkanlığı 2001 Malî
Yılı Kesinhesabı
D)
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003
Malî Yılı Bütçesi
2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2001
Malî Yılı Kesinhesabı
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te
açılarak iki oturum yaptı.
TBMM Başkanının, Bosna-Hersek
Temsilciler Meclisi Başkanının davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı görüşüldü.
Program görüşmeleri sırasında;
Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin,
CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç'un, şahsına sataşması nedeniyle,
Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar da, AK
Parti Grubu adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik'in, 3 Kasım
seçimlerinden önce TBMM'de görev alan siyasî partilere ilişkin sözleri
nedeniyle,
Birer konuşma yaptılar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylamasını yapmak ve 2003 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını
görüşmek için, alınan karar gereğince, 23 Mart 2003 Pazar günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 17.59'da son verildi.
Bülent Arınç |
|
|
Başkan |
|
|
|
Mevlüt Akgün |
Türkân Miçooğulları |
|
Karaman |
İzmir |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No. : 74
II. - GELEN KÂĞITLAR
23 . 3 . 2003 PAZAR
Tasarı
1. - İcra ve İflas
Kanunu ile Ceza Evleriyle Mahkeme Binaları İnşaası Karşılığı Olarak Alınacak
Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı (1/541) (Plan ve Bütçe ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 14.3.2003)
Raporlar
1. - Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Çalışma Örgütü Arasında Uluslararası
Çalışma Örgütünün Ankara'daki Ofisi İçin Yer Tahsisine İlişkin Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/404) (S. Sayısı : 84)
(Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
2. - Ev Hayvanlarının
Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ile Çevre ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/409) (S. Sayısı
: 85) (Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
3. - Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı
Hükümeti Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin ve Eki Sağlık Bakımı Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/422) (S.
Sayısı : 86) (Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
4. - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Karadeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Komisyonu Arasında Merkez
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve
Dışişleri Komisyonları Raporları (1/436) (S. Sayısı : 87) (Dağıtma tarihi :
23.3.2003) (GÜNDEME)
5. - Ozon Tabakasını
İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü Değişikliğinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Çevre ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/449) (S. Sayısı : 88) (Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
6. - Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesinin Biyogüvenlik Kartagena Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile, Çevre, Tarım, Orman ve Köyişleri ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/452) (S. Sayısı : 89) (Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
7. - Avrupa Peyzaj
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve
Dışişleri Komisyonları Raporları (1/456) (S. Sayısı : 90) (Dağıtma tarihi :
23.3.2003) (GÜNDEME)
8. - 1990 Tarihli
Petrol Kirliliğine Karşı Hazırlıklı Olma, Müdahale ve İşbirliği ile İlgili
Uluslararası Sözleşme ve Eklerine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Çevre ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/460) (S. Sayısı : 91)
(Dağıtma tarihi : 23.3.2003) (GÜNDEME)
9. - Karadeniz'in
Kirliliğe Karşı Korunması Komisyonunun Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/505) (S. Sayısı : 92) (Dağıtma tarihi : 23.3.2003)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. - Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'in, Irak'a asker gönderme konusunda ABD'nin
Türkiye'yi uyardığı haberlerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/315)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
2. - Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'in, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanının
açıklamalarının piyasalara etkisine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/316) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
3. - Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek'in, Diyanet İşleri Başkanının görevden ayrılmasının
sebeplerine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) sözlü soru önergesi
(6/317) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
4. - Sinop
Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop-Boyabat-Kargı-Ankara Karayolu Projesine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/318) (Başkanlığa
geliş tarihi : 21.3.2003)
5. - Sinop
Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop Fen Lisesi Projesinin iptal edildiği
iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/319)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
6. - Sinop
Milletvekili Engin Altay'ın, Millî Piyongo İdaresince Sinop'ta yapılması
planlanan Fen Lisesi Projesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Abdüllatif Şener) sözlü soru önergesi (6/320) (Başkanlığa geliş tarihi :
21.3.2003)
7. - Sinop
Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop'un sınır ticareti kapsamına alınıp
alınmayacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/321)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
8. - Muğla
Milletvekili Ali Arslan'ın, enerji üretim santrallerinin faaliyetlerine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/322) (Başkanlığa
geliş tarihi : 21.3.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - İzmir
Milletvekili Erdal Karademir'in, kadastro haritalarının ne zaman sayısal hale
getirileceğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/319) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
2. - İzmir
Milletvekili Erdal Karademir'in, kadastro çalışmalarının ne zaman
tamamlanacağına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/320) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.3.2003)
3. - İzmir
Milletvekili Erdal Karademir'in, orman alanlarının sınırlandırılması
çalışmalarına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/321) (Başkanlığa
geliş tarihi : 21.3.2003)
4. - Sinop
Milletvekili Engin Altay'ın, Sinop'un doğal ve turistik zenginliklerine ilişkin
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/322) (Başkanlığa geliş tarihi :
21.3.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 11.00
23 Mart 2003 Pazar
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 53 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; gündeme geçiyoruz.
Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan Başbakan Sayın Recep Tayyip
Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında, Anayasanın 110 ve
İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince güvenoylaması yapılacaktır.
III. - GÜVEN İSTEMİ
1. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylaması
BAŞKAN -
Güvenoylamasının açıkoy şeklinde yapılması, İçtüzüğün 124 üncü maddesi
gereğidir. İçtüzüğün 139 uncu maddesine göre de, açıkoylama şekline Genel Kurul
karar verecektir.
Açıkoylama
şekillerini şu sıraya göre oylayacağım:
1- Elektronik oylama
cihazıyla,
2- Oy kupalarının
sıralar arasında dolaştırılması suretiyle,
3- Adı okunan
milletvekilinin, kabul, ret veya çekimser şeklinde oyunu belirtmesi suretiyle,
4- Adı okunan
milletvekilinin, kürsü önüne konulacak kutuya oyunu atması suretiyle.
Şimdi, bu sıraya göre
oylama yapacağım.
Açıkoylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 5 dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulasını,
yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, güvenoylamasının sonucunu arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı : 512
Kabul : 350
Ret : 162 (1)
(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
Bu sonuca göre,
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kuruluna
Meclisimizce güvenoyu verilmiştir.
Kendilerini kutlar,
milletimiz ve memleketimiz için hayırlı ve başarılı olmasını dilerim. (AK Parti
sıralarından ayakta alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, tebrikler için ara vereceğim.
Sayın
milletvekilleri, teşekkür için, Sayın Başbakan konuşma yapacaklardır.
Buyurun Sayın
Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti adına, Büyük Millet Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Meclisimiz,
milletimizden aldığı emaneti, bugün, Hükümetimize verdiği güvenoyuyla
omuzlarımıza bırakmıştır. Bu yüce emanete, büyük milletimiz adına, sadakatle
sahip çıkacağız. Büyük Millet Meclisimizle, Hükümetimizle, ülkemizin selameti, halkımızın
huzuru ve refahı için seferber olacağız. Yıllar sonra gelen bu coşkuyu ve
yıllar sonra siyasete duyulan bu güveni, AK Parti İktidarı, Türkiye'nin,
ertelenen özlemlerine kavuşması için değerlendirecektir. Bu zor günlerde, bu tarihî
imkânı, ülkemizin itibarı için değerlendirmek, hepimizin boynunun borcudur.
Hükümetim adına,
sizleri ve sizlerin şahsında milletimi en kalbî duygularla selamlıyor; bu
sıkıntılı günlerin bir an önce aşılıp, aydınlık yarınların gelmesini Allah'tan
temenni ediyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Başbakan, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, 11.30'da tekrar toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 11.16
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 11.30
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN- Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 53 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Şimdi bütçe
görüşmelerine başlayacağız; ancak, bütçe görüşmelerine başlamadan önce bir
hususu bilgilerinize sunmak istiyorum: Bakanların mazereti nedeniyle, 2003 malî
yılı bütçe görüşme programında, Turizm Bakanlığı bütçesi ile Orman Bakanlığı
bütçesi yer değiştirmiştir.
Buna göre, Turizm
Bakanlığı bütçesi, 24.3.2003 Pazartesi günü dördüncü turda, Dış Ticaret
Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı bütçeleriyle birlikte görüşülecektir.
Orman Bakanlığı
bütçesi de 26.3.2003 Çarşamba günü sekizinci turda, Dışişleri Bakanlığı ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçeleriyle birlikte görüşülecektir.
Bilgilerinize
sunulur.
Şimdi, gündemimize
göre, 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. - 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/530) (S. Sayısı : 76)
2. - 2001 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/280, 3/87,
3/89, 3/90) (S. Sayısı : 78)
3. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/531) (S. Sayısı : 77)
4. - 2001 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/281, 3/88) (S. Sayısı :
79) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Sayın
milletvekilleri, komisyon raporları 76, 77, 78 ve 79 sıra sayılarıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, bütçe kanun
tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlamadan
önce, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; televizyonları başında bizi
izleyen vatandaşlarımıza da selam ve saygılarımı sunuyorum.
(1) 76, 77, 78, 79 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek
cetvelleri tutanağa eklidir.
Ayrıca, 59 uncu
hükümet olarak, bizlere duyduğunuz güven için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Bize verdiğiniz güvenoyuna ve milletimizin güvenine layık olacağımızı bir kere
daha ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 57 nci hükümet tarafından sunulan 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarılarının, 3 Kasım seçimleri nedeniyle, kanunlaşması mümkün olmamıştı.
Sayın Abdullah Gül
başkanlığında kurulan ve 28 Kasımda da güvenoyu alan Adalet ve Kalkınma
Partisinin ilk hükümeti 58 inci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Programına uygun
bir bütçe yapabilmek için gerekli süreyi elde etmek, bu arada da, devlet
hizmetlerinin sürekliliği nedeniyle harcamaların yapılması ve devlet
gelirlerinin tahsil edilmesini sağlamak amacıyla, 2003 yılının üç aylık
döneminde uygulanacak geçici bütçeyi çıkarmıştık.
58 inci hükümet
tarafından hazırlanan 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları 3 Mart 2003
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu. Bu tasarılar ve 2002 Temmuz
ayında sunulmuş bulunan 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları, Plan ve
Bütçe Komisyonunda yaklaşık on gün süreyle bütün yönleriyle incelendi ve son
şeklini aldı.
Komisyondaki
çalışmalara 58 inci hükümet olarak katıldık ve Genel Başkanımız Sayın Tayyip
Erdoğan başkanlığında 14 Martta kurulmuş olan 59 uncu Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti olarak devam ettik. Komisyondaki çalışmalar sonuçlandı ve tasarılar,
Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine sunuldu. Bugün de, Yüce Mecliste bu
tasarıların görüşmelerine başlanmaktadır. Bu vesileyle, Plan ve Bütçe
Komisyonunun Sayın Başkan ve üyelerine, yaptıkları yoğun ve yorucu çalışmalar
ve değerli katkıları için şahsım ve hükümetim adına huzurlarınızda teşekkürü
bir borç biliyorum.
Bütçe kanunlarının
hazırlanması, görüşülmesi, kabulü ve yayımlanması "bütçe hakkı"
temelinde özellik arz eder.
Bütçeler, devletin
gelirlerini toplamasına izin ve giderlerini yapmasına yetki veren kanunlardır.
Malî yönleri yanında ekonomik ve sosyal yönleri de vardır. Aynı zamanda
yönetimin izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar.
Geleceğe ilişkin
öngörüleri içeren bütçeler, şüphesiz hazırlandıkları ekonomik ve sosyal
şartların, ülkenin içinde bulunduğu konjonktürün ve geleceğe ilişkin
beklentilerin de izlerini taşırlar.
Bu bakımdan 2003
bütçesine geçmeden önce sizlere dünya ve ülkemiz ekonomisi hakkında bazı
bilgiler vermek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 yılının en önemli ekonomik olaylarından biri, 1999
yılından beri kaydî para olarak kullanılan euronun 1 Ocak 2002 tarihinden
itibaren kâğıt ve madenî para olarak tedavüle girmesi olmuştur. Avrupa Birliğinin
euro alanını oluşturan 12 üyesinin dünya üretimindeki payı yüzde 20, dünya
ticaret hacmindeki payı ise yüzde 30'dur. Euro, ikinci büyük uluslararası
rezerv para birimi haline gelmiştir.
Dünya ekonomisinin
gündeminde yer alan önemli konulardan biri de petrol fiyatlarıdır. OPEC
ülkelerinin 2002 yılının ilk yarısında uyguladıkları üretim kısıntısı ikinci
yarıda da devam etmiştir. Ancak, Irak krizi, Venezuela'da yaşanan sorunlar ve
ABD ile Kuzey Kore arasındaki nükleer silah krizi petrol fiyatlarını yükseltmiş
ve petrolün varil fiyatı 30 doları geçmiştir.
Fiyatları düşürmek
amacıyla OPEC, 2003 Ocak ve Şubat aylarından geçerli olmak üzere günlük üretim
miktarını artırma kararı almış ve uygulamaya başlamış; ancak, derinleşen Irak
krizi nedeniyle petrol fiyatlarındaki artış sürmüştür. Buna rağmen, mart ayı
ortalarında yapılan OPEC toplantısında günlük üretim kotasının artırılmayacağı
yönünde karar alınmıştır.
Petrol fiyatlarındaki
istikrarsızlık devam etmektedir. Bu hafta fiyatlar düşmeye başlamış ve 21 Mart
2003 tarihi itibariyle 25 dolar
olmuştur. Biz de petrol fiyatlarında indirim çalışmalarına başladık ve ilk
indirimi de bu hafta yaptık.
Diğer yandan,
belirsizlikler altın fiyatlarını da yükseltmiş, altının ons fiyatı da bir ara
380 doları aşarak, son yılların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Son günlerde
altının fiyatı da gerilemekte olup 1 ons altın, 21 Mart 2003 tarihi itibariyle
332 dolar olmuştur.
2002 yılında malî
piyasalarda yaşanan sarsıntılar nedeniyle ortaya çıkan dolardaki değer kaybı
2003 yılında da devam etmiştir. Bir ara 1,11'lere çıkan euro/dolar paritesi son
günlerde gerileme göstermiştir. 21 Mart 2003 tarihi itibariyle parite 1,0586
dolar olmuştur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çağımızda, teknolojik gelişmeler sayesinde dünya giderek
rekabete açık bir pazara dönüşmekte, ulusal pazarların dünya pazarlarıyla
bütünleşmesi kolaylaşmakta ve ticaretin serbestleşmesi ülkeleri birbirine daha
bağımlı hale getirmektedir.
Küreselleşmenin
olumlu etkilerinin yanında olumsuz etkilerinin de olduğu artık bilinen bir
gerçektir. Gelir dağılımında yarattığı adaletsizlik kesinlikle çözülmesi
gereken bir problemdir. Zira, dünya nüfusunun yarısı, günlük ortalama 2 doların
altında, beşte 1'i de 1 doların altında bir parayla yaşamaktadır. Zengini daha
zengin, yoksulu daha yoksul yapan politikalar yerine, ekonomik refahın dünya
ölçeğinde yaygınlaşmasını ve adil paylaşılmasını sağlayan politikalara özel bir
önem ve öncelik verilmesi şarttır.
Küreselleşmenin
yanında, bölgesel entegrasyonlar da giderek önem kazanmak ve yayılmaktadır. Bu
çerçevede, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde, 1999 Helsinki Zirvesinde ülkemize
adaylık statüsünün tanınmasının ardından, gerek mevzuat uyumu gerekse ekonomik
kriterlere uyum açısından yapılan reform çalışmaları, 59 uncu hükümet zamanında
da sürdürülecektir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şimdi de, sizlere, ülkemiz ekonomisinden bahsetmek istiyorum.
Türkiye, faizin ve döviz kurunun kamu otoritesi tarafından belirlendiği,
ithalatın ve sermaye hareketlerinin kontrol altında tutulduğu uzun bir dönemden
sonra, 1980'li yıllardan itibaren ihracata dönük, rekabete ve dışa açık serbest
piyasa ekonomisine geçmiştir. Bu amaçla, kambiyo işlemleri ve sermaye
hareketleri serbest bırakılmış, para ve sermaye piyasaları oluşturulmuş, faiz
ve döviz kuru piyasalarda belirlenmeye başlanmıştır. Türk Lirası konvertibl
hale getirilmiş, döviz kullanımı ve uluslararası sermaye hareketleri tamamen
serbest bırakılmış, dışticaret liberalleştirilmiş ve Avrupa Birliği ile gümrük
birliğine girilmiştir.
Son dönemde de, temel
amacı, üç yıllık bir dönem sonunda enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek,
reel faizleri süratle aşağı çekmek, kamu finansman dengesini sağlıklı ve
sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmak, ekonomide sürdürülebilir bir büyüme
ortamı tesis etmek ve yapısal reformları hızla gerçekleştirmek olarak belirlenen
bir ekonomik program 2000 yılı
başlarında uygulamaya konulmuştur; ancak, bu programda başarı sağlanamamıştır.
2000 Kasım ayı ve ardından 2001 Şubat ayında ortaya çıkan krizler sonrasında,
önceki programın devamı niteliğinde olan ve bu programın yapısal unsurlarının
güçlendirilmesine dayanan dalgalı kur rejiminin geçerli olduğu yeni bir
istikrar programı uygulanmaya başlanmıştır.
2001 yılında, artan
belirsizlik, bankacılık krizi ve sabit kur rejiminin terk edilmesi, faizlerin,
enflasyonun ve işsizliğin artmasına, ekonomide tarihî bir küçülmeye mal
olmuştur.
2002 yılında iç
talepteki durgunluğa karşılık büyük ölçüde stok artışı ve ihracattan
kaynaklanan büyüme başlamış, maliye politikasında hedeflerden sapmalar olmuşsa
da para politikası programlandığı şekilde sürdürülmüş, enflasyon hedeflenenin
de altında gerçekleşmiştir; ancak, seçim ekonomisi uygulanması nedeniyle bütçe
ve faizdışı fazla hedefleri tutturulamamış, işsizlik artmaya devam etmiştir.
Yıllardır uygulanan
yanlış programlar, yönetim hataları ve gerekli reformların zamanında
yapılamaması nedenleriyle ülkemiz, yüksek enflasyon, büyük bir kamu borç stoku,
istikrarsız büyüme, dengesiz gelir dağılımı, yüksek işsizlik gibi ciddî sorunlar içine düşmüştür.
Kişi başına gayri
safî millî hâsıla, 1998 yılında 3 255 dolar iken, 2000 yılında 2 123 dolarlara
düşmüştür. 2002 yılında eğitimli gençlerde işsizlik oranı, yüzde 29,4'e
yükselmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemiz, zaman zaman dış ödeme güçlükleri de yaşamıştır.
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye'nin, ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesi
ve başta hammadde, aramalı, teknoloji ve enerji kaynakları olmak üzere, mecburî
ithalatının da karşılanması için istikrarlı bir döviz girdisi sağlanması
gerekmektedir. Döviz girişinin en önemli kaynağı ise, ülkede, yatırım, üretim
ve istihdam artışı sağlayan ihracattır.
Bilinmelidir ki, kamu
dengesi kadar, ödemeler dengesi de çok önemlidir. Ülkemizin 70 sente muhtaç
olduğu günler unutulmamalıdır.
İhracatta sürekli ve
kalıcı artış sağlanması, hükümetimizin öncelikleri arasındadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sizlere, biraz da, kamu kesimi açıkları ve borçlar hakkında
bilgi arz etmek istiyorum. Ülke ekonomisinde istikrarsızlığın temel nedeni olan
kamu kesimi açıkları ile, borçlar hakkında vereceğim bilgiler şöyledir:
Devlet giderlerinin
gelirlerden fazla olması; yani, bütçenin açık vermesi durumunda, bu açığın bir
şekilde karşılanması gerekmektedir. Bütçe açığının, ekonominin taşıyamayacağı
boyuta gelmesi, ülkeyi krize sokar. İşte, bizde de yaşanan bu olmuştur.
Giderlerimizdeki artış hızı gelirlerimizin üzerinde olmuş ve aradaki fark
giderek artmıştır. Giderlerimiz, israflarla, har vurup harman savurma
politikasıyla o kadar artmıştır ki, bir ara, topladığımız vergiler ödediğimiz
faizlere dahi yetmez olmuştur.
Avrupa Birliği
Maastricht kriterlerine göre, kamu kesimi açığı, gayri safî yurtiçi hâsılanın
yüzde 3'ünü aşmamalıdır. Oysa, ülkemizde, kamu kesimi açıkları, 1975 yılından
bugüne kadar yüzde 3'ün altına hiç düşmemiştir.
1980 yılında -buraya
dikkatlerinizi çekmek istiyorum- 16,4 milyar dolar olan konsolide bütçe iç ve
dışborçları toplamı, 1990 yılında 43,2 milyar dolara, 2000 yılında 94,8 milyar
dolara, 2001 yılında 123,6 milyar dolara, 2002 yılı sonunda 148,5 milyar dolara
kadar tırmanmıştır. Gayri safî millî hâsılaya oranı da, 1980'de yüzde 24 iken,
2002 yılında yüzde 82,3 olmuştur.
Türkiye, 1990'lı
yıllar boyunca tüm kazanımlarını heba etmiş, imkânlarının üzerinde harcama
yaparak borçlanmış; bu borçların faizleri kartopu gibi büyüyerek bugünlere
gelinmiştir.
Kamu kesimi borç
stokunun yüksekliği ve borcun borçla kapatılması, bir taraftan malî
piyasalardaki kaynakların kamu tarafından kullanılarak özel kesime, yatırıma,
üretime, ihracata yeterli kaynak bırakmamakta, diğer taraftan faiz oranlarını
yükselterek, maliyetleri artırmaktadır. Öte yandan, özel sektörün kaynaklarını,
yatırım veya üretim yerine yüksek faizlerden faydalanmak amacıyla kamu
borçlanma senetlerine ya da kısa dönemde sonuç verecek yatırımlara ayırmasına
zorlamaktadır.
İlaveten, ödenecek
faizlerin bütçe içerisindeki payının giderek artması, bütçenin esnekliğini de
yok etmektedir. Türkiye, 2003 yılında 65,5 katrilyon lira; yani, 37 milyar ile
40 milyar dolar arasında faiz ödeyecektir. Devraldığımız tablo budur.
Bu tablo karşısında,
yeterli faizdışı fazla vermek başta olmak üzere, içborç stokunun makul
seviyelere indirilmesi ve faiz ödemelerinin bütçedeki payının azaltılması büyük
önem arz etmektedir. Bu tabloyu kalıcı şekilde değiştirmemiz şarttır. Hükümetin
en önemli mücadelesi bu yönde olacaktır. Bu mücadeleyi kamu ve özel, bütün
kurum ve kesimlerin sahiplenmesi ve destek vermesi hayatî önem arz etmektedir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şimdi de, 2002 konsolide bütçe uygulama sonuçlarına ilişkin
bilgi vermek istiyorum.
Bu arada, sizlerde de
yazılı metin olduğu için, bazı yerleri, sizlerin vakitlerini fazla almamak için
atlıyorum; müsaadenize, anlayışınıza sığınıyorum.
2002 yılında bütçe
giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı önceki yıla göre 3,1 puan azalışla
yüzde 42,6 olurken, bütçe gelirlerinin oranı da 1,1 puan azalışla yüzde 28,1'e
gerilemiştir. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı 2,1 puan azalarak
yüzde 14,4, faiz hariç dengedeki fazlanın oranı ise 2,1 puanlık azalışla yüzde
4,7 olmuştur.
2002 yılında
konsolide bütçe giderleri hedeflenenin yüzde 17,7, bütçe gelirleri ise yüzde
7,3 üzerinde gerçekleşmiştir. Bütçe açığındaki sapma yüzde 45,2 olmuştur.
Faizdışı fazla, hedeflenenin yüzde 19,5 gerisinde kalmıştır.
Giderler içerisinde
faiz ödemeleri yüzde 21,2, sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler
yüzde 41,3, vergi iadeleri de yüzde 66,6 oranlarında olmak üzere hedeflenenin
üzerinde gerçekleşmiştir.
2002 yılı konsolide
bütçe giderlerindeki sapmanın tutarı 17,4 katrilyon liradır. Malî disiplinin
korunamamasının temel nedenlerinden olan bu soruna daha yakından bakmamız
gerekmektedir. Zira, bu, bizim bu sene aldığımız tasarruf tedbirlerinin niçin
alındığının ve malî disiplini sağlamaya dönük olarak bütçe kanununda yer verdiğimiz
düzenlemelerin niçin yapıldığının anlaşılmasına yardım edecektir.
Bu sapma, esas
itibariyle, kamu personeline yapılan seyyanen zamdan, sağlık giderlerinde
öngörülmeyen artışlardan; yani israflardan, özel ödenek ve dışproje kredi
kaynaklı yatırımlardan, 3 Kasım seçimleri öncesinde yaşanan siyasî çalkantılar
nedeniyle borçlanma maliyetlerinin yüksek gerçekleşmesinden kaynaklanmıştır.
Söz konusu harcama
kalemleri içinde en büyük sapma, 9,1 katrilyon lirayla faiz giderlerinde
görülmüştür. Bu durum, ekonomik istikrarın sağlanması ve bu amaçla kararlı
ekonomik politikaların uygulamaya konulması yoluyla reel faiz oranlarının
düşürülmesi gereğinin ne kadar hayatî bir unsur olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır. Bizim yapmaya çalıştığımız da işte bunu sağlamaktır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; daha önce ifade ettiğim üzere, ülkemiz, uzun bir süredir
yüksek enflasyon, büyük bir kamu borç stoku, istikrarsız büyüme, dengesiz gelir
dağılımı, yüksek işsizlik gibi ciddî sorunlarla karşı karşıyadır. Bunu, kimsenin
moralini bozmak için söylemiyorum. Sadece, ekonomiyi istikrara kavuşturmak,
sağlam bir kamu maliyesine sahip olmak ve borç stokunu eritmek için fazla
zamanımızın da olmadığını, artık, malî disiplinsizliğe, savurganlığa ve ilkel
ekonomik yönetim anlayışına prim verilmemesine dönük çabalarımızın ne kadar
mantıklı bir temele oturduğunu vurgulamak için üzerinde duruyorum; yani,
kısacası, hastalık kamudadır, kamuyu düzeltmemiz ve bu hastalıktan kurtarmamız
icap etmektedir.
Hükümet, 2002 yılı
sonu itibariyle, sadece konsolide bütçe olarak 92 milyar doları içborç ve 57
milyar doları da dışborç olmak üzere, toplam 149 milyar dolar tutarındaki borç
stokunu devralmıştır. 2003 yılında, konsolide bütçeden ödenecek faiz tutarı da
37-40 milyar dolar arasındadır.
Bu nedenlerle,
hükümetimiz, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek, kamu borç stokunu
düşürmek, yüksek ve istikrarlı bir büyüme performansına ulaşmak için,
yürürlükteki ekonomik programın aksayan ve yetersiz bölümlerini de dikkate
alarak, toplumumuzun desteğini alacak yeni bir ekonomik program uygulayacaktır.
Bu çerçevede yapılan
çalışmalar sonucunda belirlenen 2003 yılı makroekonomik büyüklükleri şöyledir:
Gayri safî millî
hâsıla : 354,6 katrilyon
lira
Büyüme oranı : yüzde 5
Gayri safî millî
hâsıla deflatörü : yüzde 24,4
TEFE yıl sonu : yüzde 17,4
TÜFE yıl sonu : yüzde 20
İhracat : 39,4 milyar
dolar
İthalat : 55,6 milyar
dolardır.
2003 bütçesinin
büyüklükleri ve dengeleri de bu hedeflere göre belirlenmiştir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; daha önce verdiğim rakamlardan da görüleceği üzere, son
yıllarda, bütçeler, devletin temel fonksiyonlarını dahi finanse etmekte
zorlanır hale gelmiştir. Bütçeler, kamu kaynaklarının önemli bir kısmının faiz
ödemelerine ayrılması nedeniyle, enflasyonla mücadele, gelir dağılımını
düzeltme ve piyasalarda meydana gelebilecek olağanüstü gelişmelere karşı bir
politika aracı olarak kullanabilme esnekliğini büyük ölçüde kaybetmiş bulunmaktadır.
Bu durum, faiz
bütçesini yeniden devlet bütçesi haline getirecek tedbirleri uygulayacak
iradeyi gerekli kılmaktadır. Bunun bilincinde olan hükümetimiz, malî disiplinin
sağlanması amacıyla 2003 yılı bütçesinde önemli yeniliklere yer vermiş,
harcamaları miktar olarak değil, harcamaların kalitesini artırmak suretiyle
gerçek bir bütçe anlayışına geçmeye dönük bir tercih yapmıştır. Bu çerçevede,
harcamalarda tasarrufu ve etkinliği artıran, israfı önleyen bir bütçe hazırladık.
Ancak şu
unutulmamalıdır ki, malî disiplinin gerçekleştirilmesi, harcamalarda tasarrufun
ve etkinliğin sağlanması ve savurganlığın önlenmesine yönelik tedbirler
alınması, kamu hizmetleri için gerekli ödeneklerin konulmadığı gibi bir kuşkuya
yer vermemelidir.
Hükümetimiz,
programında da belirtildiği üzere, 2003 bütçesine reel ekonomiyi güçlendirecek,
sıkıntı içinde olan sosyal sınıfları destekleyecek ve devletin temel
fonksiyonlarının yerine getirilmesini sağlayacak ölçüde gerekli ödenek tahsis
etmiş bulunmaktadır. Plan ve Bütçe Komisyonu, yaptığı görüşmeler sonucunda,
bütçe tasarısını çok az bir değişiklikle kabul etmiştir.
2003 malî yılı
konsolide bütçesinde;
Giderler : 145,9 katrilyon
lira
Faizdışı giderler : 80,5 katrilyon
lira
Gelirler : 100,8 katrilyon
lira
Bütçe açığı : 45,2 katrilyon
lira olarak belirlenmiştir.
Konsolide bütçe
giderleri içinde;
Personel giderleri : 29,5 katrilyon
lira
Diğer cari giderler : 9,3 katrilyon
lira
Yatırım giderleri : 8 katrilyon lira
Transferler : 99,1 katrilyon
liradır.
Transfer ödenekleri
içinde;
Borç faizi
ödemelerine : 65,5 katrilyon
lira
Kamu iktisadî
teşebbüslerine : 1,9 katrilyon
lira
Vergi iadelerine : 6,8 katrilyon
lira
Sosyal güvenlik
kurumlarına : 14,9 katrilyon
lira
Tarımsal destekleme
ödemelerine : 2,5 katrilyon
lira ödenek ayrılmıştır.
Bütçe gelirleri
içerisinde;
Vergi gelirleri : 86 katrilyon
lira
Vergi dışı normal
gelirler : 10,3 katrilyon
lira
Özel gelir ve fonlar : 4,1 katrilyon
lira
Katma bütçe gelirleri
: 425 trilyon
liradır.
Konsolide bütçede
giderlerin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 41,2; faizdışı giderlerin
oranı yüzde 22,7; faiz ödemelerinin oranı yüzde 18,5; gelirlerin oranı yüzde
28,4 ve vergi gelirlerinin oranı ise yüzde 24,2'dir. Bütçe açığının gayri safî
millî hâsılaya oranı da yüzde 12,7'dir.
145 katrilyon 949
trilyon liralık ödeneğin 145 katrilyon 169 trilyon lirasının harcamaya
dönüşeceği tahmin edilmektedir. Bu bazda bakıldığında, bu oranlar, bütçe
giderlerinde yüzde 40,9; faizdışı giderlerde yüzde 22,5 ve bütçe açığında yüzde
12,5 olmaktadır.
2003 yılında
ulaşılması öngörülen faizdışı fazla 20 katrilyon 283 trilyon liradır. Bu tutar,
gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,7'sine tekabül etmektedir. Harcama bazlı
konsolide bütçe faizdışı fazla tutarı 21 katrilyon 63 trilyon liraya, gayri
safî millî hâsılaya oranı da yüzde 5,9'a ulaşmaktadır. Konsolide bütçe
dışındaki kamu kesimi de dahil edildiğinde, faizdışı fazlanın gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 6,5 olmaktadır. Böylece, program hedefine ulaşılmış
bulunulmaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2003 yılında, konsolide bütçe harcamalarının ve borç faizi
ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranlarının düşürülmesi planlanmıştır.
Bu hedefler
belirlenirken, devletin aslî görevlerini aksatacak herhangi bir kısıtlamaya
gidilmediğini özellikle belirtmek istiyorum. Şu hususu üzerini önemle çizerek
belirtmek istiyorum: Alınan tedbirler ve yapılan düzenlemeler, sadece kamu
gelir ve harcama politikasında etkinliğin ve verimliliğin sağlanmasına
dönüktür, yoksa, kamu hizmetlerinin gerek boyutu gerekse kalitesinin
düşürülmesine yönelik herhangi bir önlem söz konusu değildir.
Siyasî istikrarın
yanı sıra, kamu harcamalarında tasarruf ve etkinliğin artırılması ve kararlı
politikaların uygulamaya konulmasına bağlı olarak reel faizlerde beklenen
düşüş, hedeflerimizin gerçekleştirilmesine önemli bir katkı sağlayacaktır.
Ülkemiz oldukça
hassas bir bölgede bulunmaktadır ve bu bölge, bir savaş ortamına girmiştir. Bu
durum karşısında, kararlılıkla uygulamakta olduğumuz maliye politikalarını,
daha da güçlendirerek sürdüreceğiz. 2003 yılında alınması gereken, giderlerde
tasarrufa ve gelir artırmaya yönelik düzenlemeler, hızla yerine
getirilmektedir. Nitekim, geçtiğimiz iki ay içerisinde, gelirlerin tahsili ve
giderlerde tasarruf konusunda gösterilen kararlılık sonucunda, faizdışı fazla
hedefi aşılmıştır. Maliye politikalarının uygulanmasında bugüne kadar
gösterdiğimiz kararlılık, bundan sonra da artırılarak sürdürülecektir.
Yürütmekte olduğumuz
program, bölgemizdeki savaş durumunun ekonomi üzerindeki etkilerini kontrol
altında tutacak güçtedir. Ekonomik istikrarın sürdürülebilirliğini ve
dolayısıyla, insanımızın refahını artırmak bakımından, içinde bulunduğumuz
olağanüstü durumun en az sorunla atlatılması konusunda, gerekli hassasiyet
gösterilmektedir. Maliye politikalarını uygulamaktaki kararlılığımız, malî
piyasalarda istikrarı sağlamak üzere alınan tedbirleri destekleyecektir. Malî
piyasalardaki istikrarın devamı, programın sağlıklı şekilde yürümesi bakımından
çok önemlidir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bütçe, enflasyonla mücadelede, malî disiplinin sağlanması ve
istikrarlı bir büyümenin gerçekleştirilmesinde kullanılabilecek en önemli kamu
maliyesi araçlarından birisidir.
2003 bütçesi, bu
amaçların gerçekleştirilmesine katkıda bulunacak şekilde hazırlanmıştır. 2003
bütçesinde, saydamlık, hesap verebilirlik ve bütçede samimiyet ilkelerini
gerçekleştirecek, hükümetin ekonomik ve malî yapıda dönüşüm kararlılığını
gösterecek, gerçek bir bütçe anlayışına yönelimi ortaya çıkaracak düzenlemelere
yer verilmektedir.
Kamu haznedarlığını
yaygınlaştıran ve geçici bütçede yer alan düzenleme 2003 bütçesine de
taşınmakta ve bu sayede, borçlanma maliyetini düşürmeye ve kamu kaynaklarının
kullanımında etkinliği artırmaya yönelik önemli bir tedbir alınmaktadır.
Yatırımları
hızlandırma ödeneğinden, proje bazında 5 trilyon liraya kadar aktarma
yapılabilecektir. Bu düzenlemeyle, kamu idarelerine projelerin uygulanması
aşamasında disiplin getirilmesi ve daha sağlıklı proje analizleri yapılmasının
teşvik edilmesi amaçlanmıştır.
Tertipler arasında
yapılacak ödenek aktarmalarına önemli sınırlamalar getirilmektedir. Bu şekilde,
kamu idarelerinin etkin bir bütçe politikası izlemeleri ve ödenek taleplerini
sağlıklı bir şekilde yapmaları için önemli bir mekanizma oluşturulmaktadır.
Muhasebei Umumiye
Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde, ödenek şartı aranmadan ödeme yapılan
kalemler için ödenek konulmakta ve böylece, bütçenin daha samimi bir şekilde
hazırlanması ve azamî saydamlığın sağlanması açısından önemli bir adım atılmaktadır.
Konsolide bütçeli
kuruluşlara, diğer cari ve kamulaştırma tertiplerinde yer alan başlangıç
ödeneklerini bir sonraki yıla devretme imkânı getirilmektedir.
Kadroların ve
personel ödeneklerinin kullanımında disiplini sağlayacak düzenlemelere yer
verilmektedir.
Memur maaşlarına
yapılacak artış oranlarının belirlenmesi amacıyla Bakanlar Kuruluna yetki
verilmiştir. Ekonomideki gelişmeler ve bütçe imkânları çerçevesinde
memurlarımızın ve emeklilerimizin enflasyona ezdirilmemesi için her türlü
gayret gösterilecektir.
Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun gereğince, borçlanma limiti içinde
kalmak kaydıyla, dış proje kredilerine ilişkin olarak bütçeye yeteri kadar
ödenek konulmuştur. Bu şekilde, daha önceki yıllarda izlenen ve yıl içindeki
gerçekleşmelere göre ödenek kaydedilmesine dayanan uygulama terk edilecek ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe üzerindeki denetim hakkı artmış
olacaktır.
Hazine garantili
ödemelerin karşılanması amacıyla oluşturulan risk hesabına 1,6 katrilyon lira
ödenek tahsis edilmiştir.
Kamu idarelerindeki
ihtiyaç fazlası demirbaşların bir havuzda toplanması ve ihtiyacı olan idarelere
devredilmesi amacıyla hüküm konulmuştur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; artık "devletin malı deniz" değildir.
Ülkemizin içinde
bulunduğu şartlar altında sürdürülebilir bir kamu maliyesi için dikkate değer
bir faizdışı fazla sağlamak gerekmekte; bunun yolu da, tasarruf tedbirlerinden
ve gelirlerin artırılmasından geçmektedir.
Harcama ve gelir
politikası belirlenirken, toplumun her kesiminin gelir düzeyine uygun
fedakârlık yapmasına özellikle dikkat edilmiştir.
3 Mart 2003 tarihinde
açıklanan 15,8 katrilyon liralık harcamalarda israfı önlemeye ve gelirleri
artırmaya yönelik tedbirlerin 11,6 katrilyon lirası bütçeye konulan hükümler ve
yapılan idarî düzenlemelerle hızla uygulamaya geçirilmektedir.
2003 yılında almakta
olduğumuz tedbirlerden kısaca bahsetmek istiyorum.
Başbakanlığın,
Anayasada öngörüldüğü şekilde, koordinasyon makamı olması yönünde önemli bir
adım atılmış ve bakanlık sayısı azaltılmıştır. 58 inci hükümet tarafından bu
konuda başlatılan girişim, 59 uncu hükümet tarafından da sürdürülecektir.
Yatırım projeleri,
öncelik ve verimlilikleri açısından yeniden gözden geçirilerek
rasyonelleştirilmiştir.
Kamu taşıt politikası
yeniden belirlenmiştir. 2003 yılında, kaynağı ne olursa olsun, ambulans,
itfaiye aracı gibi sağlık, savunma ve güvenlik açısından özel nitelikli
taşıtlar dışında taşıt alımı yapılmayacaktır. Alınacak taşıtlar da Bakanlar
Kurulunun iznine tabi kılınmıştır.
Çok zorunlu haller dışında,
mevcut kamu binalarının büyük bakım ve onarımları için 2003 yılında harcama
yapılmayacak ve yeni sosyal tesis yatırımı başlatılmayacaktır.
2003 yılıyla
birlikte, verimli olmayan gayri iktisadî yatırımlar durdurulmuştur. Eğitim,
sağlık, teknolojik araştırma projeleri ve öncelikli bazı karayolu projeleri ile
acil ve çok zorunlu haller dışında, gerçekleştirilmesi bir yıldan fazla sürecek
yeni projelerin yatırım programına alınmaması kararlaştırılmıştır. Ayrıca, çok
zorunlu haller dışında, yeni dış kredili proje alınmayacaktır.
Hak sahibi
olmayanların ilaç almalarının önlenmesi amacıyla, yüzde 20'lik ilaç katılım
payının personelin maaşlarından kesilmesi uygulamasına 1 Ocak 2003 tarihinden
itibaren başlanmıştır.
Antibiyotik kullanımı
yeni esaslara bağlanmış, referans fiyat uygulamasına memur emeklilerinde 1
Marttan itibaren başlanmıştır.
Sarf malzemelerinde
standart ve fiyat birliği sağlanmasına yönelik çalışmalarımız da devam
etmektedir.
Gerçekliğinin
kontrolünü sağlamak amacıyla, sağlık kurumlarınca düzenlenen faturaların bir
örneğinin hastaya verilmesi yönünde düzenleme başlatılmıştır.
İlaç kullanımı
konusunda alınan tasarruf tedbirlerinin, sağlık hizmetlerinde kalitenin
düşürülmesine ve daha az ilaç kullanımının sağlanmasına yönelik olmadığını
burada özellikle belirtmek istiyorum. Bu konuda alınan tedbirler ve yapılan
düzenlemeler, sadece, ilaç kullanımında savurganlığın önlenmesi, hak sahibi
olmayanların ilaç alımlarının önlenmesi ve bu sektörde yapılan usulsüzlüklerin
ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır; yoksa, sağlık hizmetlerinin aksatılarak
tasarruf sağlanması gibi bir amaç peşinde değiliz. Bu konuda kimsenin herhangi
bir şüphesi de olmaması lazımdır.
Hükümetimiz, sadece
tasarruf tedbirleri alarak kamu harcama politikasında etkinlik sağlamakla ve
geçici olarak gelir artırmaya yönelik girişimlerle yetinecek değildir.
Ülkemizin yıllardır birikmiş sorunlarına göstermelik değil, kalıcı çözümler
getirmek amacındayız.
58 inci hükümet,
cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak, Acil Eylem Planıyla yapacağı icraatları
takvime bağladı ve ilan etti. 59 uncu hükümet olarak, biz de bu planı
uygulamaya kararlıyız. Böylece, vatandaşlarımızla bir tür sözleşme imzalayıp,
kendimizi taahhüt altına soktuk.
Acil Eylem Planı
kapsamında üzerinde önemle durulması gereken bazı reformlar da şunlardır:
Bakanlıklar, bağlı ve
ilgili kuruluşlar ile diğer kamu kuruluşlarının bir bütün olarak görevleri
yeniden tanımlanacak ve buna uygun yapılanma gerçekleştirilecektir.
Devlet yönetiminde
şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılığın sağlanması amacıyla "idarî
usul kanunu" çıkarılacaktır.
Yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi amacıyla gerekli düzenlemeler yapılacak, gereksiz yere merkezî
idarece kullanılan yetkiler yerel idarelere devredilecektir.
Bürokrasinin hızlı
çalışmasını sağlamak için, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında alt kademelere
yetki devri yapılması çalışmalarına başlanılmıştır.
Kamu personel rejimi
reforma tabi tutulacaktır.
Vatandaşlarımızın iş
ve işlemlerini hızlandırmak ve çağdaş devlet anlayışına geçmek amacıyla
"e-Dönüşüm Türkiye Projesi" hayata geçirilecektir.
Kamu dernek ve
vakıfları ile dönersermayeler konusunda gerekli düzenlemeler yapılarak,
bunların disiplin altına alınması sağlanacaktır.
Vergi, vatandaşlık ve
sosyal güvenlik numaraları birleştirilecektir.
Kamu harcamalarında
malî disiplin ve şeffaflık sağlanacaktır.
Kamu malî yönetim ve
malî kontrol sistemimizi Avrupa Birliği ve uluslararası standartlarla uyumlu
hale getirmek amacıyla, "kamu malî yönetimi ve kontrol kanunu" kısa
sürede çıkarılacaktır.
Sayıştay
güçlendirilecek, denetim kapsamı genişletilecektir.
Kamu performansı
odaklı denetim sistemine geçilecektir.
Devlet yardımları
çerçeve kanunu çıkarılacak; devlet yardımları koordinasyon birimleri
oluşturulacak; teşvik tedbirleri yeniden düzenlenecektir.
Doğrudan yabancı
yatırımların özendirilmesi için gerekli düzenlemeler süratle yapılacaktır.
Ekonomimize önemli
bir katmadeğer ve istihdam imkânı sağlayan küçük ve orta boy işletmelerin
yatırımlarının desteklenmesine yönelik çalışmalarımız bütün hızıyla devam
etmektedir.
İhracat
kapasitemizin, rekabet gücümüzün artırılması için stratejik planlama yapılacak,
girdi maliyetleri düşürülecek, uluslararası marka oluşturulması özendirilerek
desteklenecek ve Eximbank yeniden yapılandırılacaktır.
Hükümetimizin özel
önem atfettiği eğitim, sağlık, adalet ve sosyal güvenlik alanlarında hizmet
kalitesinin artırılması, yeterli kaynak temini için kapsamlı çalışmalar da
başlatılmıştır.
Yeri gelmişken,
bütçelerin hazırlanması, uygulanması ve sonuçlarının izlenmesiyle ilgili bazı
gelişmeleri de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakanlığımızca
yürütülen "say2000i" web tabanlı saymanlık otomasyon sistemi projesi
tamamlanmıştır. Bu proje sayesinde, kamu hesapları ve bütçe uygulama
sonuçlarının günlük olarak izlenmesi mümkün hale gelmiştir.
Performans esaslı
bütçeleme sistemine geçilmesi yönünde Bakanlığımızca yürütülen çalışmalar
hızlandırılmıştır. Bu girişim, yönetim ve bütçe sistemlerinde sonuçlara
odaklanmak suretiyle, kamu harcamalarının kalitesini artırma yönündeki önemli
aşamalardan birisi olacaktır.
Bu arada, Hazineye
ait taşınmazların yönetimi hakkında da çok kısa bilgi arz etmek istiyorum. Kamu
hizmeti için gerekli olmayan Hazineye ait taşınmazların satılarak ekonomiye
kazandırılmasına ve kalkınmada öncelikli yörelerde istihdam yaratan teşvik
belgeli yatırımlar için gerçek ve tüzelkişilere bedelsiz arsa ve arazi devrine
2003 yılında devam edilecektir.
Bu kapsamda
hazırlanan kanun taslağıyla -bu kanun taslağı, Büyük Millet Meclisimize
sunulmuştur- mahallî idarelere yeni kaynak yaratılması, tarım arazilerinin
kullanıcısı muhtaç çiftçilerimize satışının hızlandırılması, ülke kalkınmasında
önemli yer tutan organize sanayi bölgeleri, ticaret borsaları, küçük sanayi
siteleri, organize hayvancılık ve besi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji
geliştirme bölgeleri ve serbest bölgelerin kurulmasının teşvik edilmesi için,
bu bölgelerdeki Hazineye ait taşınmazların harca esas değer üzerinden ve
ihalesiz olarak gerçek veya tüzelkişilere devredilmesi sağlanacaktır.
Tarım reformu
alanında kaldığı için yatırım yapılamayan Hazineye ait dördüncü sınıftan yukarı
tarım arazilerinin, yatırımların teşviki amacıyla, yatırımcılara bedelsiz
devredilmesi sağlanacaktır.
Karşılıklı olmak ve
belli koşullara uyulmak kaydıyla, yabancı gerçek kişiler ile ticaret
şirketlerinin, Türkiye'de taşınmaz mal edinebilmeleri de kolaylaştırılacaktır.
Ayrıca, Zonguldak,
Bartın, Karabük ve Kastamonu İl sınırlarını kapsayan taşkömürü havzasındaki
arazilerin mülkiyet sorunlarının çözümü amacıyla, Bakanlığımızca, yeni bir
kanun tasarısı da hazırlanmaktadır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi lojmanlarının tapu işlemleri de önümüzdeki birkaç gün içerisinde
sonuçlandırılacaktır. Bu lojmanların Emek İnşaat aracılığıyla satışının en
uygun çözüm olduğu sonucuna varılmış ve bütçe kanunu tasarısına da bu yönde bir
hüküm konulmuştur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2003 yılına ilişkin vergi politikalarının belirlenmesinde de,
bir yandan uygulanmakta olan ekonomik program doğrultusunda ihtiyaç duyulan
faizdışı fazla hedefi dikkate alınmış, diğer yandan iyi bir vergi sistemine
ilişkin orta vadeli bir yaklaşımın hayata geçirilmesi hedeflenmiştir.
Bu çerçevede,
öncelikle, ekonomik gelişmelerin önünü açmak açısından önemli olan bazı mevcut
sorunların giderilmesi hedeflenmiştir. Bu kapsamda, hepinizin bildiği gibi,
1998 yılında kanunlaşmasına rağmen bugüne kadar ekonomik gerekçelerle uygulama
imkânı bulunamayan "malî milat, nereden buldun" düzenlemeleri
kaldırılmıştır.
Bu düzenlemenin hemen
ardından, ekonomik ve sosyal hayatımızı derinden etkileyen son krizler
nedeniyle oluşmuş sorunların giderilmesi ve mükellefler ile vergi idaresi
arasıdaki güvenin yeniden tesisi amacıyla Vergi Barışı Kanunu çıkarılmıştır.
Vergi Barışı
Kanunuyla, kesinleşmiş vergi alacaklarının asıllarının tamamının, ferilerinin
de bir kısmının tahsili ve taksitlendirilmesi sağlanarak, ödenebilir bir
tutarın, ödenebilir bir süre ve taksit sayısıyla tahsili amaçlanmıştır. Aynı
şekilde, kesinleşmemiş veya dava safhasında bulunan kamu alacaklarının,
mükellefle bir ortak noktada uzlaşılarak tahsil edilmesi düzenlenmiştir. Vergi
barışı, mükelleflerimize idareyle olan ilişkilerini normalleştirme konusunda
sağlanmış önemli bir fırsattır.
Vergi sistemimize
ilişkin çalışmalarımız, bundan sonra, özellikle iki alanda yoğunlaşacaktır. Bu
alanlar, dolaysız vergiler ve vergi idaresidir.
Yüce Meclise sunulmuş
olan ve kapsamlı düzenlemeleri içeren bir tasarıyla, dolaysız vergilerde
sistemin sadeleştirilmesi sağlanmakta, vergi yükü azaltılmakta ve yatırım
indirimi sistemi rasyonalize edilmektedir.
Kayıtdışı ekonomiyle
mücadele açısından da, öncelikle, kayıtdışılığı teşvik eden adaletsiz yapı
ortadan kaldırılacaktır. Böylece, fiktif kazançları vergilendirmeyen daha
adaletli bir sistemde, vergi tabanının genişletilmesi sağlanacaktır. Bununla
beraber, vergi denetimi yeni bir anlayışla ele alınacak ve 2003 yılından
başlamak üzere, vergi kayıp ve kaçağının daha yoğun olduğu riskli sektörler
başta olmak üzere, sektörel bazda incelemeler üzerinde yoğunlaştırılacaktır.
Vergi tabanının
genişletilmesi ve kayıtdışılıkla mücadele kapsamında, belirli tutarın
üzerindeki işlemlerin bankacılık sistemi aracılığıyla yapılmasının zorunlu
tutulması da dahil her türlü önlem alınacaktır.
Yine bu kapsamda,
vergi barışı projesiyle mükelleflerimize sağlanan avantajın bu konudaki en son
düzenleme olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Vergi affına ilişkin
düzenlemelerin zorlaştırılmasına dönük anayasa değişikliğini, çok kısa süre
içerisinde, Yüce Meclisimize sunacağız.
Dolaysız vergiler,
vergi idaresi ve vergi denetimi alanlarındaki bu tedbirlerle kayıtdışını
kayıtiçine alma konusunda önemli bir mesafe kaydedilecektir. Hedefimiz,
işleyen, adaletli, makul oranlı ve mükellef memnuniyetini sağlayan bir vergi
sistemidir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hükümet, uygulayacağı maliye politikasında temel önceliği,
malî disiplini sağlayarak borç stokunu makul seviyeye indirmek ve makro
ekonomik istikrarı koruyacak faizdışı fazlayı vermek olarak belirlemiştir. Bu
belirlemede ekonomik verimlilik, büyüme ve sosyal politikalar dikkate alınmakta
olup, verimsiz harcamaların kısılması, israfın önlenmesi ve ekonomik
faaliyetlerin canlandırılması için gereken önlemlerin alınması hedeflenmiştir.
Reel sektörün canlanması için gerekli destek verilecek, özelleştirme
hızlandırılacak, reel faiz oranlarının hızla makul düzeylere çekilip, üretim,
yatırım, ihracat ve istihdamın artırılmasıyla birlikte arzulanan büyüme seviyesine
ulaşılacaktır.
2003 yılı bütçesi,
kamu borcunun sürdürülebilmesi açısından hayatî önem taşıyan ve borçlanma
ihtiyacını azaltan bir bütçedir. 2003 yılı, tüm kamu sektörü için tasarruf yılı
olacaktır; bu bakımdan, hem iç hem dış piyasalarda güveni artıracaktır. Bu
bütçe, disiplin içinde ve kararlılıkla uygulanacaktır.
Sayın Başkan,
kıymetli milletvekilleri; hükümetimiz, ekonomik istikrarı sağlamış,
sürdürülebilir kalkınma ortamını yakalamış, ekonomik refahın nimetlerini
adaletle dağıtan, yoksulluk ve yolsuzlukla en etkili şekilde mücadele eden, insanlarımızın
barış ve refah içinde özgürce yaşadığı, çağdaş dünyayla bütünleşmiş,
farklılıkların çatışma unsuru olarak değil zenginlik kaynağı olarak görüldüğü,
itibarlı, demokratik, dinamik bir millet iradesini hayata geçirecektir.
Hükümetimizin siyasî var oluş sebebi ve vizyonu budur.
Bu amaçları
gerçekleştirme yolunda hükümetlerin elinde bulunan en önemli araçlardan birisi
de bütçelerdir. 2003 bütçesi, bu vizyonu gerçekleştirme yolunda atılmış ilk
adımdır.
İçinde bulunduğumuz
çetin şartların bilincindeyiz. Ülke olarak, yılların birikimi olan, kötü
yönetim ve uygulamaların sonucu daha da ağırlaşan bir ekonomik ve malî tabloyla
karşı karşıyayız. Faiz yükünü azaltamadığımız sürece sağlıklı bir ekonomik ve
malî yapıya kavuşmamız ve geniş kesimlerin refahını artıracak sosyal
politikaları uygulamaya koymamız mümkün değildir.
Türkiye ve Türk
Milleti kendi ayakları üzerinde durmasını ve yürümesini öğrenmek
mecburiyetindedir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Atatürk'ün dediği gibi,
ekonomik bağımsızlığı olmayanın siyasî bağımsızlığı da olamaz. (Alkışlar)
Ülkemiz, bölgemiz,
dünya, sıkıntılı günlerden geçmektedir; ancak, kimse umutsuzluğa kapılmasın.
Bölgemizde savaş vardır; ancak, ülkemiz, savaşın içinde değildir. Bu savaş
ortamında milletimizin ve devletimizin menfaatları için gerekli önlemler
alınmıştır ve alınmaktadır. Gelişmeleri sürekli olarak takip etmekteyiz.
Söylentilerle piyasaların dalgalanmasına gerek yoktur. Merkez Bankası dahil,
bütün kurumlarımız, piyasaların sağlıklı bir şekilde işlemesi için gerekli
önlemleri almaktadır. Bütçemiz, olağanüstü hallerde gereken bütün tedbirleri
alacak esnekliktedir. Hükümetimiz, olağanüstü hallerde ne önlem alınması
gerekiyorsa, onları da almaya kararlıdır ve muktedirdir; halkımız rahat etsin.
Türkiye Cumhuriyeti,
tarihe kök salmış bir devlettir, bu zorlukları yenecek birikimi, deneyimi, gücü
ve kararlılığı vardır; kimsenin bundan şüphesi olmasın.
Biz, iktidara
gelirken söz verdik; halkın yüzünü güldüreceğiz. Bize güvenin; sabır ve
kararlılıkla bu sorunlarımızı elbirliğiyle aşalım. Bizim niyetimiz, geçici
alkışlar değil, kalıcı başarılardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar ile katkılarınız için,
şimdiden, hükümetim ve şahsım adına sizlere teşekkür ediyorum.
2003 yılı bütçesinin
ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olması temennisiyle, hepinize sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
çok teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşimde alınan
karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta, bütçenin
tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak
konuşmalar -hükümetin sunuş konuşması hariç- 1'er saat -bu süre birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü
üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla
okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına henüz isim bildirilmedi, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli,
Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli; şahısları adına, lehinde,
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan, Kırıkkale Milletvekili Vahit
Erdem; aleyhinde, Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey, Denizli
Milletvekili Haşim Oral.
Değerli arkadaşlar,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmeleri takiben, bildiğiniz gibi, bugün, bir tur
görüşme daha yapacağız; o bakımdan, zamanı ekonomik kullanmak istiyorum.
Şimdi, gruplar
arasında varılan mutabakat neticesi, ilk sözü, AK Parti Grubu adına Giresun
Milletvekili Sayın Nurettin Canikli'ye veriyorum.
AK Parti Grubu adına
iki değerli arkadaşımız konuşacaklardır; bana gelen bilgiye göre, sanıyorum
süreyi eşit olarak kullanacaklar.
Sayın Canikli,
süreniz 30 dakikadır.
Buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 yılı
konsolide bütçesiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, aslında, mutat
olan, normal olan muhalefet grubunun konuşmasından ve eleştirilerinden sonra
bizim iktidar partisi grubu adına konuşmamız idi; ancak, sanıyorum, bir özel
durum nedeniyle böyle bir değişikliğe gidildi.
Değerli
milletvekilleri, bütçe uygulamalarının etkisi kitaplarda yazıldığı gibi veya
yazılanlarla sınırlı değildir. Biliyorsunuz, bizde 1050 sayılı bir Kanun var. O
kanunda bütçenin tanımı -tabiî, dili çok eski; ama, ben, değiştirerek
söylüyorum- devlet daire ve kuruluşlarının gelir ve gider tahminlerini gösteren
ve bunların harcanmasına, toplanmasına yetki veren bir kanun olarak
yapılmaktadır; ama, biraz önce de belirttiğim gibi, bütçe uygulama sonuçları,
bunların çok ötesinde etkiye sahiptir; özellikle ekonomik alanda, sosyal
alanda, makro ekonomik dengeleri değiştirmesi -lehte ya da aleyhte- açısından
önemli etkilere sahiptir.
Bu etkileri
görebilmek için, isterseniz, biraz gerilere gidelim. 1980 bütçesine
baktığımızda, toplam konsolide bütçe harcamaları içinde faiz giderlerinin payı
yüzde 5'in altındadır. Kesinleşen 2002 yılı bütçesine baktığımızda, bu oran
yüzde 45 civarındadır. Belki o kadar çok geriye gitmeye de gerek yok, 1990 yılı
bütçesinde faiz ödemeleri için ayrılan ödenek ve harcama, toplam bütçe
giderlerinin yüzde 20'sine tekabül etmektedir. Yine aynı bütçede, yani 1990
bütçesinde, personel harcamalarının toplam bütçe giderleri içerisindeki payı
ise yüzde 39'dur. 1990 bütçesinde yatırımlar için ayrılan pay yüzde 15'tir,
2002 bütçesinde bu oran yüzde 6'ya düşmüştür. Keza, 1990 bütçesinde personel
harcamalarının yüzde 39 olan payı, 2002 bütçesinde yüzde 20'ye kadar düşmüştür.
Tabiî, bu, basit bir istatistikî bilgi değil, zaten ben o amaçla vermiyorum;
bu, aslında, son derece önemli ekonomik sonuçları olan bir bilgidir değerli
arkadaşlarım.
Peki, bütçenin
yapısındaki bu eğişim, yani, harcama kalemlerinin bütçeden aldığı payın
oranlarındaki değişim ekonomiyi nasıl etkilemekte, makro dengeleri nasıl
değiştirmektedir; isterseniz, bunlara kısaca değinelim.
Hepimizin bildiği
gibi, faiz geliri elde eden kesim, toplumun en üst gelir grubunda bulunan
kesimdir; bunların sayıları azdır; ama, millî gelirden aldığı pay yüksektir ve
bu kesimin bir başka özelliği daha vardır, tasarruf eğilimi yüksektir; yani,
elde ettiği gelirlerin büyük çoğunluğunu tüketmez, tasarruf eder. Buna mukabil,
bütçenin personel harcamaları kaleminden gelir elde eden kesim memur kesimidir,
memurlardır, keza yatırım harcamalarından gelir elde eden kesim de, yine
memurlar, orta ve dargelirli grupta bulunan kişilerdir. Bu kesimin özelliği,
söylediğim gibi, toplumun, gelir düzeyi itibariyle, alt ve orta gelir grubunda
bulunan insanlardan oluşmasıdır; yani, bütçenin personel ve yatırım harcama kaleminden gelir elde eden kesimin özelliği
budur. Bunların, faiz geliri elde edenlerin aksine, tüketim eğilimleri
yüksektir; bir başka ifadeyle, elde ettikleri gelirlerin büyük çoğunluğunu
harcarlar. İşte, 1980 yılı bütçesinde
faiz geliri elde edenlerin payının yüzde 5'ten, 2002 yılı bütçesinde
yüzde 45'e çıkması; yani, daha az sayıdaki insanın daha çok gelir elde etmesi,
buna mukabil, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan orta ve dargelirli grupta
bulunan mükelleflerin aldığı payın, 1990 yılı bütçesinde yüzde 39'dan yüzde
20'lere düşmesi bu insanların gelirlerini azaltırken, faiz geliri elde eden,
üstgelir grubunda bulunan insanların gelirini de artırmaktadır.
Peki, bunun ekonomik
sonucu nedir; bunun ekonomik sonucu şudur: Toplumdaki tasarruf-tüketim dengesi
değişmektedir; çünkü, biraz önce söyledim, personel ve yatırım harcamalarından
pay elde edenlerin geliri azaldığı için -reel gelirden bahsediyorum tabiî-
toplumdaki tüketimlerini azaltmaktadırlar ve bunun sonucunda toplam talepte bir
düşüş meydana gelmektedir. Peki, bu para nereye gitmektedir; bu para, tasarruf
eğilimi yüksek olan gruplara aktarılmaktadır; yani, global anlamda, toplumdaki
reel tüketim ve buna bağlı olarak reel talep azalmakta, buna karşılık reel
tasarruf rakamı nispî olarak yükselmektedir.
Bunun sonuçları son
derece önemlidir; çünkü, millî gelirin yaklaşık yüzde 40'ı, bütçeyle, her yıl
yeniden dağıtılır. Tabiî, bu dağıtımın şekli, oranı, makroekonomik göstergeler
üzerinde son derece önemli bir etkiye sahiptir.
Peki, şimdi ne oldu;
yani, faiz ödemelerinin yüzde 5'ten yüzde 45'e çıkması, buna mukabil, toplumun
sayı olarak çoğunluğunu oluşturan ve tüketim eğilimi yüksek olan gruplarının
gelirlerinin azalması ne anlama gelir; ekonomide durgunluk ve daralma anlamına
gelir değerli arkadaşlar; çünkü, tüketim harcamalarının azalması, toplam
talebin azalması demektir; yani, daha az gömlek tüketilmesi, daha az araba
tüketilmesi, daha az elektrik tüketilmesi, daha az mobilya tüketilmesi ve bu
mal ve hizmetleri üreten sektörlerde üretimin azalması anlamına gelir, istihdam
imkânlarının daralması anlamına gelir.
Gerçekten, yirmi
yıllık veya biraz daha daraltarak, son on yıllık periyot bu şekilde
değerlendirildiğinde, bütçe uygulamaları itibariyle, böyle bir sonuç ortaya
çıkmıştır ve bugün, daha doğrusu, belki son beş yılda ekonomide yaşanan durgunluğun
-geçici dönemler hariç, 2000 yılı hariç; bunları dışarıda bırakabiliriz-
ekonomideki daralmanın en önemli faktörlerinden, nedenlerinden bir tanesi
bütçedeki harcama kalemlerinin oranlarının ve yapısının değişmesidir değerli arkadaşlar.
Tabiî, ekonomik
etkilerinin yanında, aynı zamanda bir de sosyal etkisi vardır, gelir dağılımını
bozucu bir etkisi vardır; yani, faizin payının 1980'de yüzde 5'ten 2002'de
yüzde 45'e yükselmesinin, aynı zamanda, biraz önce belirttiğim- ekonomik
etkisinin yanında sosyal etkisi de vardır; o da, gelir dengesini, gelir
dağılımını bozucu bir etkiye sahip olmasıdır. Neden; çünkü, daha çok sayıdaki
ve altgelir grubunda bulunan insanların millî gelirden aldığı payı bütçe yoluyla
alıyorsunuz, daha az sayıda; ama, daha üstgelir grubunda bulunan insanlara
aktarıyorsunuz. Bu, zaten adaletsiz olan gelir dağılımını, daha da adaletsiz
hale getirmektedir; sosyal açıdan da, böyle bir etkisi vardır.
Değerli arkadaşlar,
işte bu gerçekten hareketle, 58 nci hükümetimiz döneminde bir uygulama yapıldı.
Bazıları buna popülist yaklaşımlar atfetmek istedi; ama, aslında, bunun çok
ötesinde, derin anlamı ve sonuçları olan bir uygulamadır. Bu da, SSK ve Bağ-Kur
emeklilerine yapılan olağandışı zamdır, normalin çok üzerindeki bir zamdır;
ortalama olarak yüzde 30 civarında bir zam yapılmıştır; hatta, Bağ-Kurlular
için bu zam oranı çok daha yüksek rakamlara
ulaşmıştır.
Şimdi, nedir bunun
ekonomik anlamı; ekonomik anlamı şudur: 1980'li yıllardan itibaren işleyen bu
yanlış süreci, ekonomideki bozulan tüketim ve tasarruf dengesini tersine
çevirmek amacıyla yapılan bir düzenlemedir. Zaten, bütçe rakamları da
yansımıştır, biraz sonra kalemler itibariyle değerlendireceğiz. SSK ve Bağ-Kur
emeklileri, gelir düzeyleri itibariyle toplumun en alt düzeyinde bulunan
insanlardır, en alt düzeydeki gelir gruplarıdır; ama, sayı itibariyle de son
derece fazladır. Bu düzenlemeyle, bu zamla bu kesimlere yaklaşık 3,5 katrilyon
liralık bir kaynak aktarılacaktır yıl sonuna kadar. Bu, son derece ciddî bir
kaynaktır.
Şimdi, bu insanlar,
yüksek zam neticesinde elde ettikleri ilave gelirlerin tümünü harcayacaklardır;
çünkü, zaten, elde ettikleri maaş ya da gelir son derece düşüktür ve
yetersizdir, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzaktır. Dolayısıyla, ilave
zammın tamamı tüketime gidecektir, tüketeceklerdir; çünkü, biraz önce
belirttim, yine, bu kesimin tüketim eğilimi son derece yüksektir ve doğal
olarak ekonomide tersine giden durgunluk bir canlanmaya doğru gidecektir. Teorik
olarak bu doğrudur; ama, şunu itiraf etmeliyim ki, bu düzenlemeden beklediğimiz
canlanma olmadı. Bunun nedeni yapılan işin yanlışlığından kaynaklanmıyor,
yapılan iş son derece doğrudur; bunun nedeni, maalesef, Irak kriziyle ilgili gelişmelerdir.
Biliyorsunuz kriz ortamlarında insanlar tüketimlerini kısarlar, azaltırlar; bu,
içe kapanma psikolojisidir, doğaldır; aynı zamanda, ekonomik anlamı da olan bir
davranıştır bu, beklenen bir davranıştır. Bu gibi kriz ortamlarında, hele yanı
başımızda, böyle büyük boyutlu, büyük hacimli bir savaş döneminde, insanların
tüketim harcamalarını kısmaları, daha çok tasarrufa yönelmeleri normal ve
beklenen bir davranıştır ve tavırdır.
Şimdi, biraz önce
söylediğim o Irak krizi nedeniyle, aşağı yukarı bütün toplumun tasarruf
eğilimini yükseltmeleri SSK emeklileri ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan yüksek
oranlı zammın tüketim artışına yol açması, onun etkisini azalttı maalesef. Bir
başka ifadeyle, eğer, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan yüksek oranlı zam
olmasaydı, bugün, durgunluk ve ekonomideki daralma daha büyük boyutlara
ulaşacaktı değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, bu, son derece önemli bir düzenlemedir
hem ekonomik açıdan hem de sosyal açıdan; çünkü, gerçekten, toplumun en alt
grubunda bulunan milyonlarca insan için ilk defa rahat bir nefes alma imkânı
sağlanmıştır, ilk defa, gelirlerinde ciddî anlamda reel bir artış meydana gelmiştir.
Bu, hem sosyal açıdan bir katkıdır bu kesimlere hem de mevcut dengenin
değişmesi, düzelmesi açısından, gelir dağılımının düzelmesi açısından son
derece önemli bir katkıdır değerli arkadaşlar.
Şu anda tartıştığımız
2003 yılı bütçesini iyi anlayabilmek için, bazı sınırlandırmalar ve
kayıtlandırmalar var; bunları bilmemiz gerekiyor. Bu kayıtlandırmalar ve
sınırlandırmaların başında da IMF başta olmak üzere uluslararası finans
kuruluşlarıyla yapılan anlaşmalar var. Bir stand-by anlaşması çerçevesinde şu
anda uygulanan para, kur ve maliye politikası söz konusu hepinizin bildiği
gibi. Dolayısıyla, buradaki, bu anlaşmadaki bu hükümleri bilmeden, bu hükümleri
irdelemeden, 2003 yılı bütçesini tam olarak, objektif olarak değerlendirmek
mümkün değil.
Bunlardan bir tanesi,
18 Ocak 2002 tarihli ve stand-by anlaşmasının altyapısını teşkil eden niyet
mektubu. Bu niyet mektubundaki bazı önemli noktalara değinmek istiyorum.
Söz konusu niyet
mektubunun 7 nci maddesinde şöyle bir düzenleme var: "Bu amaca yönelik
olarak gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,5 düzeyindeki iddialı faizdışı fazla
hedefine ulaşılması temin edilecektir." 18 Ocak 2002 tarihli niyet mektubuyla
böyle bir taahhütte bulunulmaktadır. Tabiî, buradaki "iddialı faizdışı
fazla" kavramının altının çizilmesi gerekir. Biraz sonra bunu daha
ayrıntılı bir şekilde irdelemeye çalışacağız.
Değerli arkadaşlarım,
yine, aynı niyet mektubunun 41 inci maddesinde şöyle bir düzenleme söz konusu:
"Gönüllü emeklilik teklifleri ve sadece gerekli görüldüğü takdirde işten
çıkarmalar vasıtasıyla haziran sonuna kadar fazla işçi sayısı üçte 1 oranında
ve 2002 Ekim sonuna kadar kümülatif olarak üçte 2 oranında azaltılacaktır. 2003
Haziran sonuna kadar fazla istihdam aşamalı olarak azaltılacaktır."
Yine, aynı mektubun
23 üncü maddesinde ise "bir sonraki kamu işçileri toplu iş sözleşmeleri
müzakerelerinde ve memur maaş ayarlamalarında mevcut sözleşmelerde bulunan
geçmiş enflasyona yönelik endeksleme hükmünün önemli ölçüde azaltılmasına
çalışılacaktır" denilmektedir. Bunun anlamı, işçilerin, çalışanların reel
ücretlerinin azaltılması sözü ve taahhüdüdür.
Bu niyet mektubuna
ekli bir tablo var. Bu tablonun 5 inci maddesinde, "2002 yılı haziran ayı
sonuna kadar Ziraat ve Halk Bankalarının 800 şubesi kapatılacaktır"
taahhüdüne girilmiştir.
Yine, bu konuda
bağlayıcı olan ikinci niyet mektubu ise, 30 Temmuz 2002 tarihli niyet
mektubudur. Bu niyet mektubunun da 21 inci maddesinde, biraz önce okuduğum 18
Ocak 2002 tarihli niyet mektubunda verilen sözlerle ilgili gelişmeler ve
ayrıntılar verilmektedir. Oradaki ifade aynen şöyle: "Kamu bankalarının
800 şubesinin kapatılması hedefine tam olarak ulaşılmasa da, Nisan 2001-Haziran
2002 döneminde 788 şubesi kapatılmıştır. Temmuz ayı içerisinde 5 şube daha
kapatılmış olup, 800 şube kapatılması hedefine kısa zamanda ulaşılması
beklenmektedir. Nisan 2001-Haziran 2002 döneminde kamu bankalarında
çalışanların sayısı 26 000 kişi azaltılmıştır. Temmuz 2002'de 3 000 ilave
çalışanın ayrılmasıyla istihdam düzeyi neredeyse yarıya inmiştir."
Değerli arkadaşlar,
belki çok önemli bir ayrıntı değil; ama, bu niyet mektuplarının altında kimin
imzası olduğunu belki merak ediyorsunuzdur. Her iki niyet mektubunun altında
da, dönemin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş'in imzası
bulunmaktadır.
Aslında, o dönemde,
bu uygulamalar Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da çok sert şekilde
eleştirilmiştir. Fazla ayrıntıya girmeden birkaç örnek vermek istiyorum.
Biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisinin "Gündem" adı altında haftalık
bülteni var; bunlardan 10 Nisan 2001 tarihli olanında aynen şöyle deniliyor:
"Şimdi, soyulan ülkemizin çokuluslu şirketlere parsel parsel satılması
gündemde. Amerika Birleşik Devletlerinden gelen ve ekonominin başına getirilen Devlet
Bakanı Kemal Derviş de bu satışın yasal zeminini hazırlıyor."
Yine, aynı tarihli,
Cumhuriyet Halk Partisinin haftalık bülteninde şöyle deniliyor:
"Basiretsiz iktidar, çözüm bulamayınca, kurtuluşu yine borç parada aradı.
IMF ve Dünya Bankası, borç vermeden, ülke yönetimini kontrol altına alma şartını
masaya getirdi. ABD'den Kemal Derviş geldi, krizi seyreden hükümet de destek
vermek zorunda kaldı. Derviş, dördüncü ortak olmaktan çok, bir başbakan gibi
yönetime el koydu; soyulan ülkemizde, bugün, artık, satışlar gündeme geldi.
Derviş de bu satışların yasal zeminini hazırlamaya başladı."
Fazla uzatmayacağım
bunları, son olarak, Sayın Deniz Baykal'ın 19 Haziran 2001 tarihli
"Gündem" adlı, haftalık bülteninde yayımlanan bir açıklaması var, onu
okuyacağım. Tütün Yasasıyla ilgili olarak Sayın Baykal diyor ki: "Hiç bu
kadar Mecliste olmayı istememiştim. Tütün Yasasında Parlamentoda olmak
isterdim. Meclis, emirlere teslim oldu. Bunların sosyal bedeli ağır
olacaktır." Belki merak ediyorsunuz, Tütün Yasası 2001 Haziran ayında
çıkarılmıştır. Sayın Kemal Derviş'in, yurt dışından -hatırlarsınız, 2001 Şubat
ayında "onbeş günde 15 kanun" diye- dönemin hükümetinden ısrarla
istediği düzenlemeler vardı ve Tütün Kanunuda, o düzenlemeler çerçevesinde
yapılan bir kanundur.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Sayın Canikli, tasarı getirin, değiştirelim o zaman.
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Değiştirin o zaman.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - O zaman, birkaç konu daha var -söylemeyecektim; ama, biraz daha
netleşmesi açısından- müsaade ederseniz, onları da ifade etmek istiyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Onları da değiştirelim; ne yanlışsa, değiştirmeye hazırız.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Yine, Cumhuriyet Halk Partisinin Ekonomi Masası Bülteni var ve bu
ekonomi masasında, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Sayın Algan Hacaloğlu ve
gerçekten, çok değerli ekonomistler var. Bu bülten, onların yayımladığı bir
bülten ve orada da şöyle deniliyor: "Güçlü ekonomiye geçiş programından
eser kalmadı. Hükümetin -şubat krizinden sonra Amerika'dan gelen Kemal
Derviş'in aracılığıyla- IMF'nin talimatlarıyla hazırlayarak uygulamaya koyduğu
güçlü ekonomiye geçiş programı, bankacılık alanındaki bazı düzenlemelere karşın
önemini ve iddiasını yitirdi, hemen hemen tüm hedeflerini tüketti. Hükümetin
'son umudumuz budur, bu da tıkanırsa bundan sonra artık yapacak bir şeyimiz
yoktur' diyerek, Kemal Derviş, IMF rumuzuyla vitrine sunduğu programın
uygulaması, bu hükümete yönelik tüm güveni silip süpürdü." Neyse, daha
fazla uzatmayacağım.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, ben, esas konuma dönmek istiyorum. Tabiî, Sayın Baykal ya da bu
bültenleri hazırlayan değerli ekonomist arkadaşlarımız bugün aynı görüşteler mi
onu bilemiyorum, tabiî, kendileri onu takdir ederler ve bilirler.
ÖNDER SAV (Ankara) -
Bütçeyle ne alakası var.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Ben, esas konuma dönüyorum.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, biraz önce okuduğum IMF ve uluslararası finans kuruluşlarıyla
yapılan bu anlaşmaları dikkate almadan, göz önünde bulundurmadan 2003 yılı
bütçesini siz değerlendiremezsiniz. Şimdi, önemli bir kavram var -ki, o dönemde
altı çizilen bir kavram, iddialı bir hedef olarak ortaya konulan bir kavram-
gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,5...
Bu, hem 2003 yılı için geçerli hem de 2004 yılı için geçerli. IMF'ye
gönderilen niyet mektubunun ekindeki 1 numaralı tabloda, bu, çok net bir
şekilde ifade edilmiştir ve Türkiye, bu taahhüt altına sokulmuştur. Bu,
uluslararası bir anlaşmadır, devletin devamlılığı kuralı gereği bu
uygulanacaktır ve uygulanmak zorundadır. Tabiî, belki hemen şu soru akla
gelebilir: "Peki, AK Parti farkı nedir, siz o zaman niye geldiniz?"
Buna da biraz sonra cevap vereceğim.
Şimdi, bu konuda
herhangi bir imkânımız yok, oynama kabiliyetimiz yok; yani, faizdışı fazla
oranının, gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,5'i oranında olmak zorunluluğu
vardır, aksi halde, bütün ipleri, ilişkileri koparmamız gerekiyor; bu da
olamayacağına göre, bunu uygulamak durumundayız.
Şimdi, bütçedeki en
önemli gider kalemlerinden bir tanesi olan faiz giderleri konusunda da çok
fazla bir seçeneğimiz yok değerli arkadaşlar; çünkü, o da, daha önceki borç
stokuna bağlı olarak, neredeyse, fikse olmuş, belirlenmiş bir rakam.
Dolayısıyla, o rakam üzerinde de, herhangi bir oynama imkânımız yok.
Gelelim personel
harcamalarına... Personel harcamaları için de, aşağı yukarı aynı şey geçerli;
çünkü, yapılan zamlar oranında sayı belli, hepsi belli; personel sayısında,
kısa dönemde, radikal anlamda bir düzenlemeye, bir değiştirmeye, bir indirime
gitme imkânımız olmadığına göre, bunu da, değiştirme imkânımız olmayan sabit
bir veri olarak kabul etmemiz gerekiyor; yalnız, bunun içerisindeki sağlık
harcamaları hariç. Sağlık harcamalarında inisiyatif kullanma imkânımız var.
Zaten, bakanlığımız da, hükümetimiz de bu konuda elinden geleni yapıyor;
özellikle bu israf noktasında ve sağlık harcamalarında suiistimalin ortadan
kaldırılması noktasında hükümetimizin çok ciddî çalışmalar yaptığını biliyoruz.
Zaten, bu olay da bütçe rakamlarına yansımıştır; personel harcamaları daha
yüksek oranda artarken, enflasyonun biraz üzerinde artarken, ödenek olarak
sağlık harcamalarında öngörülen artış oranı, hem hedef enflasyonun hem de bütçe
giderlerindeki genel artışın altındadır; yüzde 16,2 civarında bir artış söz
konusudur.
Geriye kaldı diğer
cari harcamalar. Diğer cari harcamalarda, teorik olarak, hükümetin bir oynama
imkânı var, bir elastikiyet imkânı var; ama, yine, içerisinde bulunduğumuz kriz
nedeniyle, bu da, maalesef, kullanılamadı. Şöyle: Özellikle Millî Savunma
Bakanlığı bütçesindeki diğer cari kalemler, enflasyonun bir hayli üzerinde
artırılmak zorunda kalındı. Keza, jandarmanın diğer cari harcamaları da çok
yüksek oranda artırılmak zorunda kalındı; onda da herhangi bir seçme imkânımız
yok, belirleme imkânımız yok, oynama imkânımız yok.
Bu açık ise, yani,
Millî Savunma Bakanlığının ve jandarmanın bütçesindeki diğer cari kalemlerin
enflasyonun üzerinde bir oranda artırılması nedeniyle ortaya çıkan açık ise,
Emniyet Genel Müdürlüğünün, Emniyet Teşkilatının diğer cari kalemleri kısılarak
ve bunun dışındaki diğer kurumların diğer cari rakamları kısılarak kapatılmaya
çalışılmış. Hatta, diğer kuruluşların diğer cari rakamlarında bile, nominal
olarak yüzde eksi 12,6 oranında bir azalma söz konusudur. Bu, reel anlamda
yüzde 30'un üzerinde bir azalmaya tekabül etmektedir. Keza, Emniyet
Teşkilatının da, diğer kuruluşların da cari kalemlerinde böyle bir reel azalma
söz konusudur.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bütün bu sınırlandırmalara, bütün bu kayıtlamalara ve uymamız
gereken uluslararası anlaşmalara rağmen "AK Parti farkı nerededir, sizin
farkınız nerededir" sorusuna gelmek istiyorum. AK Partinin birinci farkı
faiz rakamlarındadır değerli arkadaşlar. 2002 yılında faiz için harcanan toplam
rakam gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 19,1'ine ulaşmıştır, 2003 bütçesinde
ise, bu oranın yüzde 18,5'e düşürülmesi hedeflenmektedir.
Değerli arkadaşlar,
bu, bu milletin, bu ülkenin en büyük belası olan o borç batağından, faiz
batağından kurtulması için son derece önemli, elzem ve yapılması gereken bir
düzenlemedir.
Değerli arkadaşlar,
bu, aynı zamanda, bu kadar zor şartlara rağmen, bu kadar bağlayıcı,
sınırlandırıcı kurallara rağmen böyle bir ortam içerisinde ve sorunların
tümünün birden aktif hale geldiği böyle bir ortam içerisinde, faiz rakamını,
gayri sâfi millî hâsıla içindeki payını çok ciddî anlamda düşüren bir bütçedir.
Bu yönüyle de, hem ekonomik sonuçları olacak hem de sosyal sonuçları olacak bir
bütçedir. İşte, AK Partinin birinci farkı budur.
AK Partinin ikinci
farkı: Yine, toplumun... Biliyorum, biraz sonra veya öğleden sonra CHP'li
arkadaşlar en çok bu açıdan eleştirmeye çalışacaklar -ben de özellikle bu noktalara vurgu yapmak istiyorum veya
vurgulamaya çalışıyorum- sosyal açıdan bu bütçenin yeterli olmadığını
söyleyecekler. Aslında, bunların da, bu iddiaların da gerçeği yansıtmadığını
ortaya koymak açısından bu örnekleri veriyorum değerli arkadaşlar. Faiz
dışındaki sosyal amaçlı transfer harcamaları kalemlerine baktığımız zaman,
sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan aktarmalar söz konusudur. Bunlar
içerisinden SSK'ya yapılacak aktarmalara ve Bağ-Kur'a yapılacak aktarmalara
dikkatinizi çekmek istiyorum.
SSK'ya yapılacak
aktarmalar, bir önceki yıla göre yüzde 44,3 oranında artırılmıştır. Hedef
enflasyon yüzde 20, toplam bütçe giderlerindeki harcama artış oranı bir önceki
yıla göre yüzde 25,7 civarında; ama, SSK emeklilerine yapılacak olan harcamalar
için bir önceki yıla göre yüzde 44,3 oranında artış öngören bir ödenek
konulmuştur. Aynı şekilde, Bağ-Kur'a da konulan ödenek bir önceki yıla göre
yüzde 39,1 oranında artışı ifade etmektedir; bu da, neredeyse, hedef enflasyonun
2 katıdır değerli arkadaşlar.
İşte, sosyal amaç
budur, sosyal hedef budur. Bu kesimden kimler maaş alacak ya da bütçeden
ayrılan bu para kime gidecek; milyonlarca dargelirliye, yani, toplumun en alt
gelir grubunda bulunan Sigorta emeklilerine ve Bağ-Kur emeklilerine gidecek.
Bundan daha güzel bir sosyal amaç, sosyal hedef olabilir mi değerli arkadaşlar?
Yine, yıllardan beri,
özellikle son beş yılda sürekli kan kaybeden çiftçiler de unutulmamıştır bu
bütçede; bu da, hem ekonomik boyutu olan hem de sosyal boyutu olan bir
düzenlemedir veya bir politikadır. Çiftçiler için, tarımı desteklemek amacıyla
öngörülen artış oranı da bir önceki yıla göre yüzde 36,2'dir; bu da, enflasyon
oranının, hedef enflasyon oranının çok üzerinde bir artışı ifade etmektedir.
Hayvancılığı teşvik
noktasında ise, katkı, çok daha büyük boyutlardadır; bir önceki yıla göre yüzde
134,7 oranında artırılmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
bu bütçenin en çok eleştirilen yanı -ki, Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları
sırasında da, özellikle muhalefete mensup arkadaşlarımız tarafından bu noktada
eleştirildi- yatırım ödeneklerindeki artışın yetersizliğidir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Canikli, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu eleştiri doğrudur; gerçekten, bir önceki
yıla göre yüzde 10 küsur oranında bir artış öngörülmektedir; fakat, burada da,
hiç kuşkunuz olmasın, geçen yıl yapılan yatırımlardan çok daha fazla yatırım
yapılacaktır. Bunu, basit ve somut bir örnekle açıklamak istiyorum: Geçen yıl,
Giresun Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü 19,6 trilyon liralık ödenek kullandı ve
bununla 73 kilometre yol asfaltlandı -tabiî, başka işler de var; ama, ben,
sadece asfaltı ölçü olarak alıyorum; 73 kilometre- bu sene, Giresun Köy
Hizmetleri İl Müdürlüğünün kullanacağı toplam kaynak, muhtemelen, 20 trilyon
lira ya da 22 trilyon lira civarında olacak ve sadece köy yolu asfaltı olarak hedeflenen
rakam 600 kilometre değerli arkadaşlar; 600 kilometre!.. Geçen yıl, aynı
rakamla, 73 kilometrelik yol asfaltlanmasına karşılık, bu yıl, 600 kilometrelik
bir hedef söz konusudur ve bu hedefe ulaşılacaktır.
AK Partinin kaynak ve
insan yönetimindeki mahareti, becerisi, etkinliği, yatırım ödeneklerinin
istediğimiz düzeyde artırılamaması nedeniyle ortaya çıkması muhtemel açığı, çok
büyük oranda kapatacaktır, bundan da hiç kimsenin kuşkusu olmasın değerli
arkadaşlarım.
Biz, hiçbir zaman
enkaz edebiyatı yapmadık; bütün zor ve ağır şartlara rağmen, hiç enkaz
edebiyatı yapmadık. Biz, zaten, bunların hepsini biliyorduk ve belki, seksen
yıllık tarihte, ilk defa, bu kadar ağır, birikmiş sorunların hepsi birden aktif
oldu, aktif hale geldi; ama, bütün bunlara rağmen, şikâyetimiz yok, mazeretimiz
yok; başaracağız. Hani, Temel askere gitmiş, eğitim yapıyorlar; komutanı
"tam karşından bir düşman askeri geliyor ne yaparsın" diye soruyor;
Temel de "komutanım, çeker, alnından vururum" diyor. Komutan
"aferin oğlum; peki, sağından bir düşman askeri geliyor, ne yaparsın"
diye soruyor; Temel "döner sağıma, onu da alnından vururum" diyor.
"Peki, solundan bir düşman askeri geliyor..." dediği zaman
"döner soluma, komutanım onu alnından vururum" diyor. "Peki
arkandan bir düşman askeri geliyor ne yaparsın?" diye sorunca, Temel
dayanamıyor "komutanım, bu orduda benden başka asker yok mu" diyor.
Temel böyle diyor; ama, biz böyle demiyoruz. Biz, bütün bu sorunların hepsinin
üstesinden geleceğiz. Bunları bilerek geldik ve biz bu yükün altına bilerek
girdik.
Değerli arkadaşlar,
şu anda tartıştığımız bu bütçe, beş yıllık AK Parti iktidarının en kötü
bütçesidir. Biraz önce söylediğimiz bütün rakamlara rağmen, Sayın Kemal
Derviş'in Türkiye'yi bağlayıcı, sınırlandırıcı ve...
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Niye, hep, Sayın Kemal Dervişten konuşuyorsunuz; biraz da, neden,
Sayın Devlet Bahçeli'den, Sayın Bülent Ecevit'ten konuşmuyorsunuz?..
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - ...sizin de, Cumhuriyet Halk Partisinin de haklı olarak eleştirdiği
-şahsen onların birçoğuna katılıyorum; bunu, her zaman ifade ediyorum- bu
uygulamalara rağmen -biraz önce tek tek saydım- gerçekten, son derece bilinçli
bir şekilde, sosyal amacı hedefleyen, gelir dağılımındaki bozulmayı hedefleyen
bir bütçedir ve o kesimlere, bütün bu zor sıkıntılara rağmen, toplumun
dargelirli, büyük gruplarına çok ciddî, inanılmaz rakamlar aktarılmaktadır;
ama, bütün bunlara rağmen, bizim, kendi ölçümüze göre değerli arkadaşlar,
-başkalarının ölçüsüne göre değil; bu ölçüyü kendimiz koyuyoruz- en kötü
bütçesidir. 2004 yılı bütçesi bu bütçeden çok daha iyi olacaktır; faiz yükü
itibariyle, diğer bütün rakamlar itibariyle çok daha fazla olacaktır, çok daha
farklı olacaktır.
Bakın, bu
konuştuğumuz rakamlara ya da şu anda tartıştığımız bütçe içerisinde,
hükümetimizin çok ciddî çalışmalar yaptığı önemli kaynak projelerinden gelecek
olan rakamlar dahil değildir ve bunlarla ilgili çalışmalar son aşamaya gelmiştir.
Biliyorsunuz, özellikle, devletin sahip olduğu gayrimenkul stokunun gerçek
anlamda, ciddî bir şekilde değerlendirilmesi amacıyla yapılan çalışmalar
neticesinde, Meclisimize, AK Parti grup başkanvekilleri tarafından bir anayasa
değişikliği teklifi verilmiştir ve biz tahmin ediyoruz ki, bu projelerden ilk
kaynaklar bu yılın son çeyreğinde gelmeye başlayacaktır. Siz, AK Partiyi esas o
zaman göreceksiniz değerli arkadaşlar; esas o zaman AK Parti farkını, hem
teorik olarak hem pratik olarak uygulamasını göreceksiniz.
Sayın Başkan,
bitiriyorum, tamamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
sözlerime son vermeden önce birkaç konuda hem hükümetimizin hem de Yüce
Meclisin, sizlerin dikkatini çekmek istiyorum.
BAŞKAN- Sayın
Canikli, birkaç konuya, lütfen, girmeyin; sözlerinizi tamamlayın. Aksi
takdirde, değerli arkadaşımızın süresinden kullanırsınız. Lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla)- Tamam Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Sadece birisine
değineceğim. Dış ödemeler dengesindeki gelişmelerin çok dikkatle takip edilmesi
gerekiyor. Son yıllarda TL'deki aşırı değerlenme, kasım ayından itibaren
ödemeler dengesinin, cari işlemler dengesinin açık vermesi sonucunu doğurmuştur.
Kasım ayında 315 000 000 dolar, aralık ayında 1 453 000 000 dolarlık bir açık
söz konusudur. Bu açığı, bu eğilimi, dış ödemeler dengesindeki bu açığı,
hükümetimizin ve sizlerin bilgisine ve takdirine sunuyorum ve 2003 yılı
bütçemizin milletimize ve ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Sayın
Canikli, çok teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, saat 14.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 13.13
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 14.15
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 53 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2003 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. - 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/530) (S. Sayısı : 76) (Devam)
2. - 2001 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/280, 3/87, 3/89, 3/90) (S. Sayısı : 78) (Devam)
3. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/531) (S. Sayısı : 77) (Devam)
4. - 2001 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/281, 3/88) (S. Sayısı :
79) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Söz sırası, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın
Bülent Gedikli'ye aittir.
Sayın Gedikli,
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 30 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 yılı
bütçesine ilişkin görüşlerimizi açıklamak üzere, AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Bütçeler, genellikle,
Türkiye'nin hem ekonomik hem sosyal problemlerinin büyük bir zenginlik
içerisinde ele alındığı ve tartışıldığı müzakere ortamları sunarlar. Bu bütçe
de böyle bir gelişme, böyle bir süreç içerisinde oldu; fakat, zannediyorum, bu
bütçede yaşanan bazı olaylar, herhalde, daha önce hiçbir bütçede yaşanmamıştır.
Öncelikle, 57 nci hükümet döneminde hazırlanan 2003 yılı bütçesi, biliyorsunuz,
erken seçimler dolayısıyla yasal prosedür işletilemediğinden kadük olmuştu.
Daha sonra, 2003 yılına, bizim hükümetimiz döneminde, üç aylık geçici bir
bütçeyle başlamak durumunda kaldık. Akabinde de, şimdi, 2003 yılı bütçesinin
bütününü görüşüyoruz.
Bu bütçe, öncelikle,
Plan ve Bütçe Komisyonunda, aşağı yukarı on gün süren ve geceli gündüzlü
diyebileceğim müzakerelerde, gerçekten de çok değerli katkılar yapıldıktan
sonra Genel Kurula intikal etti ve şimdi de, burada, Genel Kurulda, bu bütçenin
tamamı üzerinde görüşmelerle devam ediyoruz. Ben, öncelikle, bu bütçemizin
ülkemize ve milletimize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Bütçeyle ilgili
görüşlerime geçmeden önce, Osmanlı tarihinden, daha doğrusu, iktisat tarihinden
bir sayfayla sözlerime başlamak istiyorum. Birçoğunuz biliyorsunuzdur, Osmanlı
İmparatorluğunun Duraklama Döneminde ilk borç, 1854 yılında Kırım Harbi
dolayısıyla alınmıştı ki, bu da çok büyük bir borç değildi aslında; 3 milyon
Fransız Frangı miktarında bir borçtu. Fakat, daha sonra bu borçlar ve
faizlerinden dolayı -ki, o arada, Galata bankerlerinden Osmanlı Lirası
üzerinden alınmış borçlar da vardı- 1876 yılında Osmanlı İmparatorluğu
moratoryum ilan etmek zorunda kaldı; yani, aşağı yukarı yirmiiki yıllık bir
süreç içerisinde borçlarını ödeyemeyecek bir duruma geldi. 1881 yılında da
meşhur Muharrem Kararnamesiyle Düyunu Umumiye İdaresi kuruldu ve "Rüsum-i
Sitte" adı altında 6 kaynak gelir bu idarenin emrine tahsis edildi -ki,
bunların içerisinde tuz gelirleri, alkol gelirleri, bazı toprakların gelirleri
vardı- ve Düyunu Umumiye İdaresi, alacağını tahsil ettikten sonra kalanını
Osmanlı Hazinesine aktarıyordu; fakat, genellikle de, tabiî, kalan bir şey
olmuyordu.
Daha sonra,
cumhuriyet hükümeti tarafından, bu borçların tamamı değil, ama önemli bir kısmı
devralındı ve bu borçların son taksiti, 1954 yılında, Menderes Hükümeti
döneminde ödendi. Çok enteresan iki tarih; birisi 1854, birisi 1954; tam yüz
yıllık bir borçlanma macerası...
Bugün, üzerinde
görüşmelerimizi devam ettireceğimiz bütçemizde de bu tür bir sorun olduğunu
biliyorsunuz. Bütçeler de, öncelikle, tabiî, geçmişin muhasebesini yapan
çalışmalardır, müzakere metinleridir. Geçmişin muhasebesini yapmadan, aslında,
önümüzdeki bütçenin bize ne getirdiğini, ne götürdüğünü ve sorunların ne
olduğunu tam olarak anlamamız da mümkün değil. Belki, bu muhasebe yapıldıktan
sonra, bütçenin, gelecekle ilgili hedeflerini iyi analiz etmek lazım. Zaten, bir
filozof da şöyle diyor: "İnsanlar geçmişe doğru düşünür, geleceğe doğru
yaşarlar."
Geçmişin muhasebesini
yapmak lazım; çünkü, bugün bütçeyle önümüze gelen sorunlar, aslında, Türkiye
ekonomisinin kronikleşmiş sorunları. Bu bütçe de, son on onbeş yılın birikmiş
sorunlarını kendi bünyesinde âdeta bir zaaf olarak taşımak durumunda ve
birikmiş olan bu sorunlar sonucu Türkiye ekonomisinde bazı bataklıklar oluşmuş
vaziyette. Bu bataklıkları, isterseniz önce bir tespit edelim.
Türkiye'de,
öncelikle, son onbeş yılda izlenen politikalarla bir yolsuzluk bataklığı
oluşmuştur. Yine, Türkiye'de, bir yoksulluk bataklığı, maalesef, oluşmuştur.
Yine, Türkiye'de, bir faiz bataklığı, yine maalesef, oluşmuştur. Tabiî,
bunların iktisadî yansımaları, yani gelir dağılımının bozulması, işte,
enflasyon, ekonomide büyük ölçüde küçülmeler, bütün bunlar, bu tespit ettiğimiz
sorunların bir sonucu durumunda; fakat, 2003 bütçesinin bir talihsizliği daha
var. Belki daha sonraki müzakereci arkadaşlarımız bunlardan bahsedecekler.
2002 yılının ekonomik
göstergeleri genel olarak iyi; ama, kamu finansman verileri açısından
baktığınızda hiç de iyi değil. 2002 yılının ekonomik verileri olarak, yani
büyüme oranı olarak baktığınızda performans fena değil, yüzde 6 civarında görünüyor;
işte, enflasyon hedefinin gerçekleştiğini görüyoruz; fakat, bütçe verilerine
baktığımızda, bütçe açıklarında çok büyük ölçüde sapmalar olduğunu görüyoruz.
2002 bütçesinde 26 katrilyon olarak öngörülen açık, 39 katrilyon, yani yüzde 51
sapmayla ortaya çıkmış durumda. Faiz dışı bütçe fazlası hedefine,
yaklaşılamamış durumda. Kamu kesimi borçlanma gereği hedefine yine, hiç
yaklaşılamamış durumda. Dolayısıyla, kamu kesimi finansman dengelerinde önemli
bir sapma söz konusu. Bu da, tabiî, ister istemez 2003 yılı bütçesinin
dengelerinin oluşturulmasına da yansıyor.
Geçmişin bu
sorunlarından söz ederken, tabiî, ben, aslında kimseyi de suçlamak istemiyorum.
Zaten, halkımız, biliyorsunuz, seçimlerde, bundan sorumlu tuttuğu, yani bu
bataklıklardan sorumlu tuttuğu herkesi tasfiye etti, onların hiçbiri artık
burada değiller.
Bu görüşmeler
sırasında da bizim yapmamız gereken, geçmişin bu muhasebesini yaptıktan sonra,
zannediyorum, birtakım tespitleri ve teşhisleri yapmakla sınırlı olmamalı.
Bunun ötesinde, bizim, bazı önerileri, özellikle çözüm önerilerini ortaya
koyabilmemiz lazım. Mademki ekonomiden, mademki maliyeden bahsediyoruz
-ekonominin temeli de, biliyorsunuz, katmadeğer- burada kapılan konuşmalarda
da, bir katmadeğer ortaya konulabilmesi bakımından, bu tür bir müzakere
tarzında fayda görüyorum ve bu tür konuşmalar da, zannediyorum, çözümlerin
ortaya konmasında, âdeta bir katalizör rolü oynayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye olarak, geleceğin dünyasında güçlü bir ülke olmak
istiyorsak, bizim hükümet programımızda da ifade edildiği gibi; ekonomik
istikrarı sağlamış, rekabetçi bir piyasa yapısı oluşturmuş, ekonomik refahın nimetlerini
adaletle dağıtan, insanlarımızın barış ve refah içinde özgürce yaşadığı,
farklılıkların çatışma unsuru olarak değil, zenginlik kaynağı olarak görüldüğü
bir millet iradesini hayata geçirmek zorundayız. Hükümet programından, ben, bu
pasajı özellikle okuyorum; çünkü, bu bütçenin arkasında, hükümet programında
yer alan bu felsefenin yattığını da aklımızdan hiç çıkarmamamız lazım.
Hazırlanmış olan
bütçe, belki, en kötü senaryo dikkate alınarak hazırlanmış bir bütçedir; ama,
en kötü senaryo dikkate alınarak hazırlanabilecek belki en iyi bütçedir; çünkü,
bunun arkasında, özellikle -biraz sonra, biraz daha açacağım- yapısal reformlar
yer alıyor. Bütçeyi, bu yapısal reformlarla beraber, birlikte ele almamız
lazım.
Yine, bunun arkasında
önemli bir kaynak paketi, paketleri yer alıyor; yine, bu kaynak paketlerini,
mutlaka, dikkate almamız lazım. Yine, bu bütçenin arkasında bir hükümet
programı var ve o hükümet programında öngörülmüş olan "refahın hem kaynağı
hem hedefi insandır" anlayışımıza uygun bir yaklaşım var. Dolayısıyla, bu
bütçenin arkasında yer alan bu üç unsur, en önemli güveni bu bütçeye sağlayacak
olan unsurlardır.
Tabiî, bu bütçe
hazırlanırken ve daha öncesinde, dünyada, dünya ekonomisinde de çok önemli
gelişmeler olduğunu görüyoruz. Ben, dünya ekonomisinden birazcık bahsetmeden
önce, demin, tarihî bir perspektif, yani, yatay bir perspektifte olaya baktık,
ama, bir de bütçenin bir dikey perspektifi var, onu ortaya koymak lazım
geldiğini düşünüyorum.
Ekonomik
yaklaşımları, mutlaka, üç düzeyde ele almak lazım. Bunlardan ilki, dünyanın
global ekonomisi; ki, dünyanın global ekonomisinden kastım şudur : Türkiye'nin,
tabiî, dış dünyayla olan birçok ticarî ilişkileri söz konusu ve bu da, özellikle,
ödemeler bilançosuna yansıyan ilişkilerdir ve bugün itibariyle, bizim, ödemeler
bilançosunda, belki üzerinde en çok duracağımız üç kalem de; ihracat
gelirlerimiz, turizm gelirlerimiz ve yabancı sermaye yatırımları olacaktır.
Tabiî, bu global
boyuta yansıyan başka unsurlar da yok değil. Mesela, IMF programları, verilen
niyet mektupları da, aslında, dünyanın bu global düzeyinin Türkiye'ye nasıl
yansıdığını da gösteren örneklerdir.
İkinci bir düzey ise,
devletin makro ekonomisi düzeyi diyebileceğimiz yaklaşımdır. Devletin makro
ekonomisini tanımlayan belli başlı dokümanlar var; ki, onlardan bir tanesi
bütçedir; ama, biliyorsunuz, onun üzerinde bir program yer alır -ki, 2003
programı, zannediyorum, yine hepiniz eline geçti- ve onun da üzerinde, aslında,
beş yıllık kalkınma planları var; sonuncusu da Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planıdır. Devletin makro ekonomik felsefesini, yaklaşımlarını bütün bu
dokümanlarda görmemiz mümkündür.
Tabiî, bu aşamada,
bizim ortaya koyduğumuz bütçeyle, aslında, bir anlamda devletin rolünü de
tartışmaya açtığımızı düşünmemiz lazım; çünkü, bütçede yer alan yatırımlarla
ilgili eleştireler olsun, temel kamu hizmetlerinin verimliliği noktasında
yapılan eleştiriler olsun, transferlerle ilgili yapılan eleştiriler olsun,
bizim, devletin rolünü nasıl tanımladığımızla doğrudan doğruya bağlantılı
hususlardır. Bunlara da biraz sonra kısaca değineceğim.
Üçüncü bir düzey ise;
şirketlerin, daha doğrusu iktisadî birimlerin mikro düzeyidir ve bu düzeyde de,
özellikle, finansman, üretim ve dış pazarlama noktasında ele alınması gereken
hususlar vardır. Biz, bütçeyle, aslında, bütün bu üç düzeyi de ele alıp, bunlar
arasındaki irtibatları da bir anlamda kuruyoruz. Yani, üç düzey arasında bir
bağlantı, bir irtibat söz konusu. Bu çerçeve içerisinde, peki, Türkiye
ekonomisinde son yıllarda biriken problemler neydi, biz bu noktalara nasıl geldik,
birazcık ona bakmak istiyorum; çünkü, özellikle, dünya ekonomisinde baktığınız
zaman, Avrupa bloku ile Amerikan bloku arasında büyük bir ekonomik rekabetin
başladığını görüyoruz. Özellikle, Amerikan ekonomisindeki değişimleri yakından
görmek çok önemli; çünkü, daha, son on yıla kadar Amerikan ekonomisi, kreditör
bir ekonomiydi. Yani, bütün dünya ekonomilerine kredi veren bir ekonomiydi;
ama, on yılda, bu, âdeta tersine döndü ve Amerika, dünyanın en borçlu ülkesi
konumuna geldi. Bugün baktığınızda, Amerikan bütçesi 300 milyar dolar açık
veriyor, ödemeler dengesiyse 400 milyar dolar açık veriyor. Amerikan
ekonomisinin toplam gayri safî millî hâsılası 10 trilyon dolar civarında;
Avrupa Birliği ise, bir bütün olarak 7-7,5 trilyon dolar civarında bir gayri
safî millî hâsılaya sahip. Bu gelişmeler, tabiî, Türkiye'nin konumunu,
ticaretini, demin söylediğim global düzeyle bağlantılarını da doğrudan doğruya
etkiliyor.
Ekonomik olarak
baktığımız zaman, ben, Türkiye ekonomisini şöyle 10'ar yıllık periyotlara ayıracağım,
anlaşılması da kolay oluyor aslında. Biliyorsunuz, 1980 öncesi, hep, ithal
ikamesi dediğimiz bir politikadan söz ederdik; 1983'den itibaren 1990 yılına
kadar ise, ihracata dayalı bir büyüme stratejisi Türkiye'de uygulandı; ki, bu,
döviz kurlarının, enflasyonun hemen üzerinde belirlendiği bir rejimi tabiî ki
gerektiriyordu. Daha sonra, 1989 yılında, 32 sayılı Kararla beraber, sermaye
hareketlerinin serbestleştiğini ve ondan sonra Türkiye'nin yeni bir döneme
girdiğini görüyoruz. 1990-2000 arasını da, aşağı yukarı, sıcak para ekonomisi
olarak isimlendirebiliriz ya da vasıflandırabiliriz. Sıcak para ekonomisi de,
biliyorsunuz, kurların düşük olduğu, faizlerin yüksek olduğu bir ekonomi
anlayışını ortaya koyuyor; ancak, bu 1990-2000 arası, Türkiye'de, sıcak para
ekonomisi olmakla kalmadı, maalesef, hortum ekonomisine dönüştü; büyük bir
hortum ekonomisi dönemini, özellikle bu 10 yıllık süreç içerisinde yaşadık.
Yine, bu dönemde,
özellikle 1990-2002 yılları arasında, ortalama büyüme hızımızın yüzde 3 civarında
olduğunu görüyoruz; ki, bu, oldukça düşük bir kalkınma hızıdır, özellikle bazı
ülkelerle kıyasladığımız zaman. Mesela, 1870'lerde, Türkiye, o zamanki Rusya ve
Japonya'yla ekonomik ve sosyoekonomik göstergeleri bakımından aşağı yukarı aynı
düzeydeydi; yine, 1970'lerin başında, Türkiye, Yunanistan, Portekiz ve
İspanya'yla ekonomik ve sosyoekonomik göstergeleri bakımından aşağı yukarı aynı
düzeydeydi. Ancak, bugün geldiğimiz noktada, bu ülkelerin her birinin kişi
başına millî gelirinin asgarî 10 000 dolar düzeyinde olduğunu, hepsinin 10 000
doların üzerine çıkmış olduğunu görüyoruz; oysa, Türkiye'nin, 2002 yılı
itibariyle, toplam 180 milyar dolar millî geliri var, kişi başına düşen millî
geliri ise, zannediyorum, 2 700 dolar. Bunlar, problemlerin nerede ortaya
çıktığının tespiti bakımından çok önemli göstergeler.
Yine, özellikle
1990'dan bugüne kadar olan dönemde, devletin tasarruf oranlarının çok kötü
seyrettiğini görüyoruz; yüzde eksi 8, yüzde eksi 9, bazen yüzde eksi 10...
Zaten, bunu, kamu kesimi borçlanma gereği rakamlarından, verilerin anlamak
mümkün. Bu dönem boyunca tasarruf oranı olarak baktığınızda, özel sektörün
yüzde 27, yüzde 28 oranında tasarruf yapabildiğini; ancak, devletin eksi
tasarrufu dolayısıyla, ekonominin toplam tasarruf oranının yüzde 20'lerde, yüzde
21'lerde seyrettiğini görüyoruz. Devlet, âdeta, özel sektörü piyasadan
dışlıyor; piyasanın, özel sektörün, yatırım yapabileceği fonlara bir bakıma el
koyduğu için, özel sektör yatırımlardan dışlanmış oluyor.
Yine, bu dönemde,
özellikle reel faizlerin çok yüksek seyrettiğini görüyoruz; reel faizlerin
inanılmaz yükseklikte olduğunu, bazen yüzde 40'lara, yüzde 50'lere çıktığını
görüyoruz; ki, bunun, bugün başımıza nasıl bir dert açtığını da hep birlikte
yaşıyoruz, görüyoruz. İşte, bütçenin aşağı yukarı yarısı faize ayrılmak zorunda
kalınıyor ve faizler, bütçenin oluşturulması bakımından da bir katılık
oluşturuyor. Ben, aslında, şöyle de tanımlıyorum: Âdeta, bütçelere, birinci
dereceden bir ipotek konulmuş oluyor. Birinci dereceden ipoteği, özellikle
hukukçu olanlar veya piyasada çalışanlar bilirler.
Yine, uygulanan
borçlanma politikası sonucu, özellikle 58 inci hükümete devredilen mirasın,
terekenin de oldukça kötü olduğunu görüyoruz. İçborçlar 2002 yılı itibariyle
157 katrilyon civarında, dışborçlar ise, kamu kesimine ait olmak üzere 80
milyar dolar civarda; yani, inanılmaz büyüklükte borç stoklarını devralmak
durumunda kalmışız ve terekeye baktığınızda, üzerinde bayağı bir ipotek
olduğunu görüyorsunuz ve siz bütçeyi yaparken de, bütün bu ipoteklerle işe başlamak
zorundasınız.
Yine, bu dönemde,
1990'dan sonra, büyümenin kaynağının özellikle tüketim ve ithalata dayandığını
görüyoruz; oysa, bunun bir alternatif stratejisi, ihracata ve yatırıma dayalı
bir politika izlenmesi de söz konusu olabilirdi. Tüketim ve ithalata dayalı bu
politikalar sonucunda, önemli ölçüde cari işlemler açığı verilmesi hep söz
konusu olmuş; tabiî, bunların da kapatılması için kaynak arama gibi bazı
çabalar içine girilmiştir ve bunlar, aslında, bugüne kadar kronikleşerek gelmiş
sorunlardır.
Bu anlattığım
verilerden belli olduğu üzere, aslında, bugün, bütçeyle devraldığımız sorunlar,
Türkiye ekonomisinin bugüne kadar birikmiş, kronik sorunlarıdır. Kronik
sorunlara çözüm ararken, herhalde, teşhislerimizi, tedavi yöntemlerimizi de ona
göre oluşturmak durumundayız; bunu da, yapısal reformlarla desteklemek
zorundayız. Ben, bu noktada, iki ana ekseni çok önemli görüyorum. Burada,
yapısal anlamda yapılacak olan iki şey var: Bunlardan bir tanesi, kamu kesiminin
yeniden yapılandırılması. Çünkü, sonuçta ortaya çıkan açıklar, ki enflasyonun
da sebebi budur, kamu kesiminde ortaya çıkan bu büyük açıklardır; ama bu
açıkların arkasında çok büyük, hantal, devasa bir bürokrasi var. Dolayısıyla,
devletle ilgili, devletin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili, daha doğrusu
kamunun yapılandırılmasıyla ilgili bazı reformları mutlaka gündeme sokmamız
lazım; ki, onlardan da biraz sonra bahsedeceğim.
İkinci ana eksen ise
özel sektörün önünün açılmasıdır. Özel sektörün, teşebbüs hürriyeti bağlamında
özellikle, önünün açılması ve devlet tarafından gerekli teşviklerin -ki,
bütçede bunlara transfer mekanizmaları olarak bakıyoruz- gerekli desteklerin
reel sektöre aktarılabilmesidir.
Bu iki temel eksende
yapılacak çalışmalar, aslında Türkiye'nin zaman içerisinde, çok da uzun olmayan
bir vadede istediği yere gelmesini sağlayacak tedbirlerdir.
Ben, 2003 bütçesini,
bu noktada, bu genel değerlendirmeleri yaptıktan sonra, dört temel hedef
itibariyle değerlendirmek istiyorum. Modern bütçeler, bugün artık dört temel
hedefe göre oluşturuluyor. Biraz klasik bütçe anlayışını aşarsak, performans
odaklı bir bütçe anlayışı olarak bunu ortaya koyarsak, bu dört temel şunlar:
Birincisi, bütçeyle
mutlaka ekonomik istikrarın ve malî disiplinin sağlanması gerekiyor. Yani
bütçeler bu birinci temel hedefi mutlaka sağlamak zorunda. Peki, bu bütçeyle
ekonomik istikrar bakımından ortaya acaba ne konmuş, onu bir görelim:
Kamu kesimi borçlanma
gereği 2002'de yüzde 12,6 iken, 2003'te yüzde 10'a iniyor; yani ekonomik
istikrarı sağlama bakımından oldukça uygun bir hedef. Harcamaların gayri safî
millî hâsılaya oranı ise 2002'de yüzde 44,2'den, 2003'te yüzde 42,6'ya
çekiliyor. Yine bütçe açığının, gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 14,4'ten,
yüzde 12,4'e iniyor; yani ekonomik istikrar açısından
-hedefleri bakımından tabiî- oldukça uygun hedefler, uygun veriler.
Malî disiplin
açısından bütçeye baktığımız zaman, faizdışı fazla, hepinizin bildiği gibi,
yüzde 6,5 olarak öngörülmüş.
Yine, bu bütçede,
aynî dış proje kredileri bütünüyle kayıt içerisine alınmış; çünkü, önceki
yıllarda, dış proje kredileri, genellikle bütçeye ödenek olarak yazılmıyordu,
harcama usulleri, tamamen bütçenin tabi olduğu usullerin dışında yürütülüyordu.
Gerçi, bu, son borçlanma kanunuyla zaten mecburî bir hale geldi; ama, bundan
öncesinde de, aslında, tebliğle, mevcut mevzuatla da, bunların, yine bütçeye
intikal ettirilmesi gerekiyordu; fakat, bu, uzun yıllardan beri hiç
yapılmamıştı.
Yine bu bütçede,
konsolide bütçe gelirlerinin payının, önceki yıla göre 0,6 puan artarak yüzde
28,4'e ulaştığını görüyoruz. Burada, gelir üzerinden alınan vergiler -ki,
biliyorsunuz, vergi yapısı bakımından, çarpık bir yapısı var aslında vergi
gelirlerinin, vergi gelirleri açısından baktığınızda- 0,3 puan, servet
üzerinden alınan vergiler yine 0,3 puan artıyor. Bunlar da, malî disiplini
sağlamak bakımından önemli sayılabilecek hususlar.
Bütçe anlayışının
ikinci bir temel hedefi de, kaynakları önceliklere göre dağıtması; yani, bunu,
stratejik öncelikler olarak da belirleyebiliriz; harcamaların yapısı; yani,
siz, bütçenizden, toplam kaynaklardan hangi hizmete ne kadar pay
ayırıyorsunuz... Tabiî, bu ayırdığınız paya göre de öncelikleriniz ortaya
çıkıyor; ancak, bu bütçede, demin de bahsettiğim gibi, maalesef, bazı
katılıklar söz konusu. Özellikle faiz ve personel harcamaları, bütçenin çok
önemli bir bölümünü katılaştırıyor, esnek olmaktan çıkarıyor.
Yine, yatırımlara
baktığımız zaman, yatırımlara 8 katrilyonluk bir kaynak ayrıldığını görüyoruz.
Bunun da, aşağı yukarı yüzde 25'ine yakın kısmı eğitim için yapılan
yatırımlardır; bu, önemli bir nokta; 8 katrilyonluk yatırımın yüzde 25'i eğitim
için ayrılmıştır.
Yine, tabiî,
yatırımların bütçedeki payının düşük olduğuyla ilgili, mutlaka bazı eleştiriler
söz konusu olacak; ancak, burada şöyle bir anlayışı da gözden kaçırmamak lazım:
Aslında, bütçe içerisinde yer alan yatırımlar, altyapı yatırımları ve sosyal
amaçlı yatırımlardır. Yani, burada, devletin doğrudan doğruya iktisadî hayata
müdahale ettiği, fabrikalar kurduğu anlamında bir yatırımdan bahsetmiyoruz.
Bunlar, tamamen altyapıya ve sosyal yapıya ait yatırımlar olmak durumundadır.
Ki, bu yatırım programıyla ilgili de bir rasyonalizasyon süreci oluşturuldu,
Planlama Teşkilatı böyle bir çalışma yaptı. Nitekim, yatırım programında 5 047
adet proje söz konusuydu; bunlar, bu yapılan çalışmalar sonucunda, 4 414 adede
indirildi.
Şimdi, yatırım
programında o kadar çok proje var ki, siz kaynaklarınızı yatırımlara, böyle,
biraz biraz ayırdığınız zaman, âdeta kızgın sacın üzerine düşen su damlası
gibi, ayırdığınız her kaynak anında buharlaşıyor; binlerce projeye ayırdığınız
paranın, aslında hiçbir anlamı olmuyor. Dolayısıyla bu projelerden fizibilitesi
olan ve gerçekleştirilmesi daha mümkün olan, bitmesi daha yakınlaşmış olan
projelerin öncelik kazanması, daha doğru bir yaklaşım olarak görünüyor.
Bütçeyle sağlanacak
amaçlardan bir tanesi de -üçüncü bir amaç da- kamu hizmetlerinin etkin, verimli
ve tasarruf anlayışı içerisinde yürütülmesidir. Bu, bugüne kadarki bütçeler
içerisinde, aslında, çok da fazla öngörülmeyen veya bütçe kapsamında yer
almayan bir hedef olmuştur her zaman. Performans odaklı bütçenin anlamı da
budur; yani, girdilere odaklı bir bütçe değil de, artık sonuçlara odaklı bir
bütçe anlayışına doğru geçiş gerekiyor. Siz, bazı girdileri kamu kurumlarına
teslim ediyorsunuz, o girdilerin sınırlarını belirliyorsunuz ödeneklerle
-şundan şu kadar kullanabilirsiniz, şeklinde- ama, bu girdilerle ortaya ne
koyduğunu, hangi sonucu ortaya koyduğunu, kaliteli bir hizmet ortaya koyup
koymadığını, o kamu kurumunun ortaya koyduğu hizmetten vatandaşımızın memnun
kalıp kalmadığını hiç ölçmüyorsunuz. İşte, performansa dönük bütçe anlayışıyla
bu tesis edilmeye çalışılıyor. Kamu kurumlarının ne kadar etkin çalıştığı, ne
kadar verimli çalıştığı; bunlar, performans göstergeleri yoluyla rahatlıkla
tespit edilebiliyor ki, bunun da altyapısı, birkaç seneden beri, aslında,
Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanıyor; hem bütçe sınıflandırması itibariyle
hem de bütçe kodları itibariyle pilot çalışmaların yapılması hep söz konusu
oldu.
Tabiî, performans
odaklı bütçe anlayışının bir gereği de özellikle kesinhesap kanunlarının sadece
rakamlar üzerinden değil de, kurumların performansı üzerinden değerlendirmeye
tabi tutulmasıdır. Bunu da gerçekleştirdiğimiz anda, tam anlamıyla performansı
sağlayabileceğiz. Tabiî, bunu hemen tamamlayan bir başka husus da performans
denetimi yapılmasıdır. Yine, kamu kurumlarının bu kaynakları ne ölçüde verimli
kullandığının ilgili denetim organları tarafından saptanması. Bunun da aslında,
temel yolu, artık her kamu kurumunun iş programını ortaya koyması; yani,
hedeflerini ortaya koyacak, stratejilerini ortaya koyacak, kaynaklarını bu
hedeflere tahsis edecek ve ne ölçüde gerçekleştirdiğini de esas itibariyle
açıklayacak.
Yine, bu bütçede
gördüğüm, tasarruf anlayışını göstermesi bakımından önemli iki örnek var;
onlara biraz değinmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, ödeneğin devri usulünün
yaygınlaştırılması. Eskiden, sadece, zannediyorum, savunma ödenekleri için
böyle bir uygulama vardı. Biliyorsunuz, bütçelerde, yıl sonuna doğru, özellikle
aralık ayında, harcamalar bir anda artar, ödeneklerin tamamı kullanılmak
istenir. Bu amaçla, ödenekler başka kurumlara aktarılır ve gereksiz harcamalar
yapılması söz konusu olur. Bu uygulamayla -yani, ödeneğin yıl sonunda kalan
bölümünün ertesi yıla devri uygulamasıyla- aslında, bir tasarruf sağlanmış
oluyor. Diğer carilerde ve kamulaştırma ödeneklerinde böyle bir kolaylık
gündeme getirildi ve ödeneklerin tasarruflu kullanılması açısından, bu, son
derece etkin olacaktır.
Tasarruf anlayışına
uygun ikinci bir örnek ise, boş kadro kullanımının, yine bu bütçe kanunu
tasarısıyla, 35 000'le sınırlandırılması. Aslında, bu, çok enteresan bir şey;
çünkü, daha önceki bütçe kanunlarında, ölüm, istifa emeklilik gibi değişik
sebeplerle boşalan kadrolar söz konusu olur, bunların yüzde 80'ine kadar olan
boş kadroların atama yoluyla doldurulması öngörülürdü, ki, bunlar da yılda
aşağı yukarı 70 000-80 000 civarındaydı. Dolayısıyla, 35 000'le sınırlandırılması,
aslında, hükümetin 35 000-40 000 civarında bir atamadan vazgeçmesi anlamına
geliyor. Burada, tabiî, daha önce yapılan tartışmalarda -özellikle emeklilik
yaşının 65'ten 61'e indirilmesinde- kadrolaştığımızı iddia edenlere de ithaf
olunur.
Dördüncü bir husus
da, kullanılan kaynakların hesabının kamuoyuna, yani, vatandaşa verilmesi.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Gedikli, konuşma süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
BÜLENT GEDİKLİ
(Devamla) - Dördüncü husus, şeffaflık ilkesi. Bu da, yine, bizim parti
programımızda yer alan, kamuoyunun, vatandaşın bilgi edinme hakkı kanunuyla da
yakından ilgili.
Ben, bu şeffaflık
anlayışının ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından 4 tane çok net örnek
vereceğim. Bunlardan bir tanesi -ki, bunlar, açıkça Sayıştay raporlarında yer
alıyor, tespit edilmiş hususlardır- bir kütlü pamuk faciası vardır. Bu,
1993-1994 yıllarında, Ziraat Bankasına verilmiş bir görev dolayısıyla -kütlü
pamuk destekleme primi ödemesine ilişkin bir şey- 315 000 000 dolarlık bir
ödeme; fakat, bu rakam, 2001 yılı nisan ayı itibariyle 12 milyar dolar olmuştur;
yani, Hazine, Ziraat Bankasına, 315 000 000 dolarlık verdiği görev dolayısıyla,
12 milyar dolar ödemek zorunda kalmıştır; yüksek faizlerin, fahiş faizlerin
uygulanması dolayısıyla. Biz, bugün, 1-2 milyar dolarlık, 3 milyar dolarlık
rakamlar için kaynak arama noktasındayken, şu olayın boyutunu görebiliyor
musunuz? Yani, âdeta, 1993'teki 1 dolarlık prim ödemesi için, 2001'de, Hazine
tarafından Ziraat Bankasına 38 dolarlık bir ödeme yapılıyor.
İkinci bir örnek ise,
kamu bankalarının görev zararlarıdır. Bunlar da 2001 Nisan ayı itibariyle, 23
katrilyon lira civarında bir rakama, bir meblağa ulaşmıştır. Bunlara uygulanan
faiz oranlarını söyleyeyim; yüzde 104 ilâ yüzde 628 faiz uygulaması söz konusu
olmuş bu görev zararları dolayısıyla.
Bir başka somut
örnek, yap-işlet-devret. Ki, bizim, Plan ve Bütçe Komisyonunda bir arkadaşımız
çok güzel söyledi; yap-işlet-hüplet... Dolayısıyla, Hazinenin uğramış olduğu
zararlar. Bunlar da: Bugüne kadar, yap - işlet - devret uygulamasına tabi olan
11 proje söz konusu olmuştur. Bunlardan 10'u enerji projeleridir, 1'i de
bildiğiniz Yuvacık Barajı Projesidir; yani, su temini projesidir. Yuvacık
Barajıyla ilgili olarak da, 595 000 000 dolarlık bir ödeme söz konusu olmuştur.
Biliyorsunuz, yap - işlet - devret uygulamalarında yatırım, özel finansman
yoluyla karşılanır; ancak, işletme aşamasında, Hazine, alım garantisi verir. Bu
alım garantisi dolayısıyla, Yuvacık Barajı için ödenmiş 595 000 000 dolar söz
konusudur ve onbeş yıllık bir anlaşma olduğu için de, daha oniki yıl ödenecek
meblağlar söz konusudur. Şeffaflığın önemini göstermesi bakımından söylüyorum
bunu.
Yine, bir başka
uygulama, kayıtdışı bütçe uygulaması. 2001 yılında, yine, Sayıştayın yaptığı
bir tespit: 79 katrilyonluk harcama söz konusu; ancak, aynı zamanda, 79
katrilyonluk bütçedışı harcama, kayıtdışı harcama söz konusu. Biliyorsunuz hep
kayıtdışı ekonomi olarak vasıflandırılır; ama, kayıtdışı toprak vardır,
kayıtdışı şirket vardır, kayıtdışı insan vardır, kayıtdışı bebek vardır, bizde
her türlü kayıtdışı mevcuttur. Bu uygulamalar dolayısıyla, mevcut giderin yüzde
100'üne yakın nispette bir kayıtdışılık ortaya çıkmıştır.
Yine, burada, 2002
yılı bütçesinin bir özelliğinden bahsedeceğim. Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programında 2002 yılı için öngörülmüş olan ortalama faiz oranı yüzde 64'tü.
2002 yılında, bu oran yüzde 64 olarak tutturuldu. Bütçeye konulan ödenek ise
-hatırladığım kadarıyla- 47 katrilyon lira civarındaydı; fakat, yıl sonunda
gerçekleşen 56 katrilyon lira olmuştur, yani 9 katrilyon liralık bir sapma meydana gelmiştir. Ortalama faiz
oranı tutturulmasına rağmen, 9 katrilyon liralık bir sapma ortaya çıkıyor. Bu
da, yapılan uygulamaların ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından çok
dikkate değer.
BAŞKAN - Sayın
Gedikli, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.
BÜLENT GEDİKLİ
(Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Demin, yapısal
reformlardan söz ettim. Bunlardan birkısmına hemen değineceğim; çünkü, bunlar,
gerçekten de çok önemsenmesi gereken noktalar. Bunlar arasında -bu bütçeyle
beraber ve bu bütçenin arkasında yer alan destek anlamında söylüyorum- harcama
reformu, yine bu yıl içinde gerçekleştirilecek; ki, Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Yasasıyla bu gündeme gelmiş vaziyette; tasarısı hazır, Meclise intikal
ettirilecek.
Vergi reformu; ki,
vergiyi tabana yayacak tedbirler, vergi reformuyla mutlaka yapılmak zorundadır.
Kamu yönetimi
reformu; ki, bu, İdarî Usul Kanunu Tasarısında özellikle kendi ifadesini
bulacak; çünkü, bizde, yasama ve yargıda usuller çok açıktır; ama, idarede
usuller çok açık değildir. Bunların da belirlenmesi gerekiyor.
Alt kademelere yetki
devri, mahallî idareler reformu; ki, mahallî idareler reformunun da temel
özelliğini "sorunun ölçeği neyse, çözümün de ölçeği o olmalıdır"
anlayışıyla belirliyoruz.
Kamu tek hesabına
geçiş, e-dönüşüm projesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmaları, borç
yönetimiyle ilgili yeni enstrümanların geliştirilmesi ve bir de, biliyorsunuz,
kamuoyunda çok şikâyet edilen bağış uygulamaları dolayısıyla, kamu vakıflarıyla
ilgili tedbirler... Bütün bunlar, önümüzdeki yıla ve bu yıla ilişkin tedbirleri
içeriyor.
Biz, AK Parti olarak,
özellikle, yeni bir ekonomik yapının temellerini ve altyapısını hazırlamaya
çalışıyoruz. Yani, belki bu bütçeyle, istediğimiz ölçüde tarıma destek
veremiyoruz, doğrudur; istediğimiz ölçüde, reel kesime kaynak aktaramıyoruz, o
da doğrudur; sosyal boyutunu istediğimiz ölçüde güçlendiremedik belki, o da
doğru; ama, önümüzdeki yıllarda, yani, biraz daha orta vadede olayı düşünmek ve
bu yapısal reformlarla, en kötü senaryo dikkate alınarak hazırlanan bu
bütçenin, özellikle yılın ikinci yarısından itibaren çok olumlu göstergelere
dönüşeceğini de ortaya koymamız lazım.
BAŞKAN - Sayın
Gedikli, son cümlenizi alayım; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
BÜLENT GEDİKLİ
(Devamla) - Peki, Sayın Başkanım.
Tabiî, bu kaynakları
harekete geçirecek olan da, bu ortamı hazırlayacak olan da, sanıyorum, yine,
itibarına kavuşmuş olan siyaset kurumu olacaktır. Böyle bir siyasî anlayış,
toplumun bütün sorunlarını da çözme gücüne sahiptir.
Sözümü şöyle bağlamak
istiyorum: İyiyseniz, bütün işleri size yüklerler; hakikaten iyiyseniz, bunları
yaparsınız.
2003 yılı bütçesinin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Gedikli, çok teşekkür ederim.
Gruplar adına ikinci
konuşma Cumhuriyet Halk Partisine aittir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal konuşacaktır.
Sayın Baykal, buyurun
efendim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın Baykal, süreniz
60 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA DENİZ
BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2003 yılı bütçe
tasarısıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun değerlendirmelerini
sunmak üzere huzurunuzdayım. Sayın Başkan, size, sayın milletvekilleri ve
sevgili vatandaşlarıma kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına içten
sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Bu bütçe
müzakereleri, bir tarihî dönüm noktasını ortaya koyuyor. Buraya nasıl
yaklaştığımızı, nasıl baktığımızı öncelikle ortaya koymamızda yarar var diye
düşünüyorum. Bir dönemin bittiğini, yeni bir dönemin başladığını, Türkiye'de 3
Kasım seçimleriyle ortaya çıkan iktidarın tam sorumluluğu üstlendiği ve
bütçesini ortaya koyduğu, yeni bir dönemin açıldığı bir noktayı bize
sergiliyor, gösteriyor diye düşünüyorum.
Gerçekten de, bu,
yeni bir dönemdir. Bu yeni döneme geçerken hepimizin zihninde bulunması gereken
bazı temel noktalar var. Önce, bir defa, iktidarın, iktidar olduğunu, artık,
içine sindirmesi gereği var; yani, bugünkü iktidarın, geçmiş dönemi suçlama,
krizden yakınma, muhalefete sataşma ve içinde bulunulan durumun sıkıntılarını,
sorunlarını sağa sola dağıtma olanağı kalmamıştır. Artık, seçimler geride
kalmıştır, geçiş dönemi tamamlanmıştır, bütçe ortaya konulmuştur ve karşımızda,
Türkiye'nin hesabını vermekle sorumlu olan bir iktidar vardır. Bunun, önce,
iktidar tarafından bu şekilde anlaşılmasında yarar görüyorum. Zihnimizi buna
göre kurgulamak lazımdır, iktidarın zihnini buna göre çalıştırması lazımdır.
Bunu söyleme gereğini duyuyorum; çünkü, sık sık, iktidar sözcülerinden,
muhalefetten iktidara geçiş psikolojisinin henüz tam yerine oturmadığını
görüyorum. Artık, ağlama dönemi bitmiştir, şikâyet dönemi bitmiştir, yakınma dönemi
bitmiştir; şimdi, hedefinizi koyacaksınız, uygulamanızı gerçekleştireceksiniz,
hesabınızı vereceksiniz. Artık, iktidar psikolojisi içine girmenin zamanıdır;
buna dikkatinizi çekiyorum.
İkinci olarak,
iktidarın Parlamentoda çok rahat bir
çoğunluğa sahip olduğu, üçte 2'ye yakın bir çoğunluğu temsil ediyor olması,
elbette büyük önem taşıyor; ama, iktidarın, bu çoğunluğun arkasındaki millet
desteğinin yüzde 35 civarında olduğunu hiçbir zaman unutmaması gerekiyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Yani, tabiî, çok çarpıcı, etkileyici bir Parlamento
çoğunluğu var bugünkü iktidarın; ama, bilinmelidir ki, bu, millet adına tek
başına sizin konuşma hakkınızı sağlıyor değildir. Siz, sadece, Türkiye'de,
vatandaşın yüzde 35'ini temsil ediyorsunuz. Parlamentoda ezici çoğunluğunuz
olabilir; ama, bu farkı hiç unutmayın. Bu farkı unutursanız, Türkiye'nin de
başına ciddî sıkıntılar açarsınız, kendi başınıza da ciddî sıkıntılar
açarsınız. Bu, size rahat çalışma olanağı veriyor; ama, sizi, Türkiye'de,
seçmenin yüzde 35'inin oyunu almış bir parti konumundan çıkarmaya yetmiyor.
Bunu, daima hatırlamakta yarar vardır. Bunu, size yönelik bir zafiyet olarak
ifade etmiyorum. Parlamentoda istediğiniz şekilde rahatça çalışacaksınız; ama
"millet, bize, Türkiye'ye istediğimiz şekli verme yetkisi verdi"
derseniz, büyük bir hata yapmaya başlarsınız. O nedenle, bu noktada böyle bir
uyarıyı söyleme gereğini duyuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sizin yüzde 35 oyla Parlamentoda üçte 2'lik bir çoğunluk sağlamış olmanız,
Seçim Kanununun bir rastlantısının sonucudur. Elbette Seçim Kanununa göre
yaptık, elbette bu kanuna göre çalışacağız; ama, bunu unutmayın; milletin
iradesi değil, Seçim Kanununun düzeni bu tabloyu getirmiştir. Bu, size, bir
miktar alçakgönüllü olma, hoşgörülü olma ve iddialarınızı ortaya koyarken,
Türkiye'nin sizin dışınızdaki kesimlerinin duygularını, düşüncelerini dikkate
alma mecburiyetini hatırlatırsa, bu gözlem çok yararlı olur diye düşünüyorum.
Ölçü, dikkat, itidal... Sakın ha, üçte 2'yi mübalağa etmeyin; ölçüyü, hiçbir
zaman elden kaçırmayın; itidali, hiçbir zaman elden kaçırmayın!
Değerli arkadaşlarım,
bir üçüncü nokta da şu: İktidarlar gelip geçicidir; iktidarlar bugün vardır,
yarın yoktur. Bugün iktidardasınız; çok rahat bir çoğunlukla iktidardasınız,
üçte 2'lik bir çoğunluğunuz var. İyi hizmetler yapmanızı diliyorum, başarılı
olmanızı diliyorum; ama, hiç unutmayın, bu iktidar, göz açıp kapayıncaya kadar
geçer. Hiçbir iktidar, demokraside ebedî değildir. İktidarlar, bir süre sonra
muhalefete dönüşürler. Siz de, yarın muhalefet olacağınızı hiç unutmayın.
Sadece iktidarda kalacağınızı düşünerek değil, bir süre sonra muhalefet
olacağınızın da hebasını yaparak iktidar uygulamalarını gerçekleştirin. Bu,
benim halisane temennimdir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
hele Türkiye'de iktidarlar o kadar geçici ki, son dönemde, 1990'lı yıllar
boyunca, hiçbir iktidar ikinci kez seçilmeyi başaramadı. Türkiye, hep yeni
iktidarlar denedi, denediği iktidarlardan kısa bir süre sonra pişman oldu, elim
kolum kırılsaydı da oy vermeseydim dedi, yenisini aradı, yenisini aradı,
yenisini aradı... Bu, sağlıklı bir tablo değil tabiî, Türkiye'deki temel
ekonomik ve sosyal krizin, siyasal yapılaşmanın bu krizin üstesinden gelemeyişinin
bir ifadesidir. Bunu aşmamız lazım. Biz, bunu temenni etmiyoruz; ama, gerçek
bu. Dünyada dört defa üst üste seçim kazanmış iktidarlar var. İspanya'da,
Sosyal Demokrat Parti, dört defa iktidara geldi ve İspanya'yı bir yerden aldı,
bambaşka bir yere taşıdı.
Şimdi, sizlere de
önerim, bir muhalefet partisi sözcüsü olarak, iktidarın gelip geçici olacağını,
Türkiye koşullarında bu iktidarların çok hızla değiştiğini dikkate almanızdır,
kendinizi ebedî bir iktidar psikolojisi içinde düşünmemenizdir; ama, iktidarın
verdiği olanakları, Türkiye'nin sorunlarını çözmek için, muhalefete geçtiğiniz
zaman da iftihar edebileceğiniz, muhalefete geçtiğiniz zaman da başınızı öne
eğdirmeyecek hizmetler yapmak için bir vesile olarak kullanmanızdır.
Bu arada, bir
muhalefet partisi olarak, kendimize yönelik bir iki gözlemi de ifade edeyim.
Biz de, elbette, muhalefet görevimizi yaparken kendimize belli kurallar,
ilkeler koyuyoruz, koyacağız. Bunlardan birincisi, biz de, kendimizi sürekli
bir muhalefet partisi olarak düşünmeyeceğiz; iktidarda bulunmanın ne anlama
geldiğini, iktidara gelindiği zaman hangi şartlarla karşılaşılacağının hesabını
yapan, muhalefet üslubunu iktidar sorumluluğuyla dengeleyen bir siyasî parti olarak
çalışacağız, çalışmalıyız. Türkiye'nin buna şiddetle ihtiyacı var.
Ayrıca, ikinci bir
temel nokta, Türkiye'nin güç bir dönemden geçmekte olduğunu unutmamalıyız, bu
güç dönemin gereklerini göz önünde bulundurmalıyız, o sorumluluk ve o dikkat
içinde davranmalıyız. Bizim kendi kendimize koyduğumuz bir ölçü de budur.
Üçüncüsü, sadece
şikâyet etmekle, sadece eleştirmekle yetinmemeliyiz; çare ve çözüm önermeliyiz,
bu konuda da elimizden gelen katkıyı vermeliyiz.
Ben, kendimize bu
sorumlulukları yüklüyorum, size de o önerileri yapıyorum; takdir sizlerindir.
(Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
3 Kasım, aslında, bir başlangıç oldu. Türkiye, uzun bir kargaşa döneminin
sonucunda, ekonomik, sosyal, ahlakî bir kargaşa ve çöküş döneminden sonra, çok
önemli bir siyasî başlangıç yaptı, çok ciddî, çok çarpıcı, bizim milletimize
özgü, sıkışık zamanlarda kendisini gösteren çok umut verici, olumlu bir
başlangıç yaptı ve uzun bir aradan sonra, ilk kez, bir tek parti iktidarını
işbaşına getirdi; Parlamentoya da, onu denetlemekle görevli bir tek parti
muhalefeti yerleştirdi. Bu önemli bir olaydır. Bunun kıymetini bilmemiz lazım,
bunun değerini bilmemiz lazım.
3 Kasım seçimleriyle
işbaşına gelen iktidarın devraldığı tablo şu idi: Türkiye büyük bir ekonomik,
sosyal kriz yaşamıştı. Bu krize karşı daha önceki hükümetler birtakım önlemler
uygulamaya başlamışlardı. Bu önlemler, halkımızı büyük sıkıntıların içine
sokmuştu. 2 000 000 insan işini kaybetmişti. Büyük ekonomik çöküntü yaşanmıştı,
büyük sıkıntılarla karşı karşıya gelinmişti; ama, 2002 yılının sonuna doğru,
Türkiye'de, ekonomide umut verici, olumlu işaretler ortaya çıkmaya başlamıştı.
Yani, 2002 yılı kasımına geldiğimiz zaman, Türkiye'de enflasyonun yüzde
70'lerden yüzde 30'lara doğru düşmekte olduğunu görmeye başladık.
Bu çok önemli bir
gelişmeydi. Türkiye, uzun bir süreden beri, ilk kez enflasyonu indirmeyi
başaran bir politikayı uygulamış bir ülke olarak ortaya çıkıyordu; büyük sosyal
bedel ödeyerek, büyük siyasî bedeller ödeyerek; ama, sonuç, gerçekten,
enflasyonun inmeye başlamasıydı ve enflasyon da bütün dertlerin anası olduğu
için, ondaki inme, Türkiye'nin geleceği bakımından umut verici bir işaret
sayılıyordu.
Değerli arkadaşlarım,
enflasyon inmeye başlamıştı ve aynı zamanda, çok çarpıcı bir şekilde, ekonomik
büyüme de harekete geçmeye başlamıştı. Yani, enflasyonun düşmeye başladığı bir
ortamda ekonomik büyümenin de hareketlenmeye başladığına tanık olduk ve 2002
yılı sonunu Türkiye, yüzde 6 civarında -rakamlar henüz netleşmedi- yüzde 6,5
civarında bir büyümeyle sonuçlandırma noktasına geldi. Enflasyonu yarı yarıya
indiriyorsunuz, ekonomik büyümeyi başlatıyorsunuz, ihracatta çok çarpıcı bir
sıçramayı gerçekleştiriyorsunuz... Bu, fevkalade önemli bir tablodur. Bu, yeni
iktidarın çok önemli bir ekonomik tabloya sırtını dayamakta olduğunu ortaya
koyan, gelecek açısından umut veren, cesaret veren bir başlangıç noktasıdır;
sahiplenilmesi, güçlendirilmesi, kalıcı hale getirilmesi gereken bir tablodur.
Yani, sıkıntılı dönem artık aşılmaya başlanmıştır. Geçmiş dönemler onun
bedelini ödemişlerdir, yeni bir döneme doğru izlenen politikanın Türkiye'yi
başarıya götüreceğinin işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu, 2002
Kasımındaki tablodur.
Değerli arkadaşlarım,
o zamandan bu yana beş aya yakın bir süre geçti. Bu süre, az bir süre değildir.
Bu süre sonunda, şimdi, nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız, bunu
değerlendirelim.
2002'de ortaya çıkan
manzara, sadece ekonomik açıdan değil, onun dışında, siyasî açıdan da umut
vericiydi. Dünya 11 Eylül konjonktürünü yaşıyordu. 11 Eylül, teröre karşı güven
verici tavır takınan, hukuka saygılı, demokratik bir Müslüman ülkenin, bütün
dünyada değerini olağanüstü yukarıya çıkaran bir uluslararası konjonktür
yaratmıştı. Bu, Türkiye bakımından çok sevindirici, çok memnuniyet verici bir
manzara ortaya koyuyordu.
Bütün bunlar, tek
parti iktidarı, enflasyon kontrol altına alınmaya başlamış, büyüme süreci
harekete geçmeye başlamış, 11 Eylül konjonktürü, dünyaya, Türkiye'ye yeni bir
anlayışla yaklaşma ihtiyacını hissettirmeye başlamış ve Türkiye'de de iyi
niyetli, yapıcı bir muhalefet partisi var, başarıyı isteyen, başarıyı
kıskanmayan, başarıya destek verme kararında bir muhalefet partisi var.
Demokratik rejimde, bundan daha fazla bir şeyi istemek, ummak, elde etmek mümkün
değildir. Çok güzel bir başlangıçtı, umut verici bir başlangıçtı. Şimdi, aradan
beş ay geçti. Beş ay sonra geldiğimiz noktayı değerlendirelim; yine, insafla
değerlendirelim.
Değerli arkadaşlarım,
bir defa, enflasyon, maalesef, olumsuz sinyaller vermeye başlamıştır. 2003
yılının ocak ve şubat ayıyla ilgili enflasyon rakamları, Türkiye'de
enflasyonun, öngörüldüğü gibi, yüzde 20-yüzde 17 düzeyine ineceği konusunu
kuşkuya düşürmüştür. Sadece iki ayın enflasyon rakamları, TÜFE'de, bize, bir
yıl için beklenen enflasyon artışının yarısının gittiğini ortaya koymuştur. İki
ayda hedefin yarısı tüketilmiştir ve gerçekçi değerlendirmeler, 2003 yılına
yönelik enflasyon bekleyişinin, bu yılın altında olmasının kesin olmadığı
izlenimini vermektedir, tam tersi ihtimaller de söz konusudur.
Bu, tabiî,
Türkiye'nin enflasyonla mücadele tarihinde çok sık tanık olduğumuz bir tabloyu
bize hatırlatmaktadır. Geçmişte de, böyle, ilk adımları atıyoruz ve arkasından
onu tutamıyoruz, onun gereğini yerine getiremiyoruz, tekrar, enflasyon, kontrol
edilemez bir hale geliyor. Aman öyle olmasın! Aman öyle olmasın! Öyle olursa,
bu, Türkiye'yi büyük sıkıntılar içerisine sokar, sizi de büyük sıkıntıların
içine sokar ve yazık olur emeklere, yazık olur çekilen çilelere, yazık olur 2
000 000 insanın işini kaybetmiş olmasına.
Değerli arkadaşlarım,
içinde bulunduğumuz tablo, enflasyon konusunda bir kaygıyı ortaya koyuyor. Aynı
şekilde, cari açığın kaygı verici bir şekilde artmaya başladığını görüyoruz.
2002 yılında 700 000 000 dolar fazla veren cari tablo, 2002 yılı sonunda,
maalesef, 1,3 milyar dolarlık açıkla kapanmıştır. Bu, kaygı verici bir
manzaradır. Yani, cari açık önümüzdeki dönemde artmaya başlarsa, enflasyon
yükselmeye başlarsa, bunun, Türkiye'yi başarıya götürmesi mümkün değildir. Cari
açıkta böyle bir olumsuz gelişmeye dikkatinizi çekiyorum.
Bir başka temel
nokta, reel faizlerle ilgilidir. Reel faiz, Türkiye için olağanüstü önemlidir;
çünkü, Türkiye, borçlu bir ülkedir. 200 milyar doların üzerinde borcumuz var.
Türkiye'de reel faizler yükseldi mi, borçlarımızı döndürme konusunda ek
yüklerin altına girmemiz kaçınılmaz olmaktadır. O nedenle, reel faizlerin
düşürülmesi fevkalade önemlidir ve Türkiye'nin geldiği noktada, reel faizler,
ekonomi politikalarından değil, iktidarların, siyasî kadroların zihin
karışıklığından, kararsızlığından, tutarsızlığından kaynaklanan nedenlerle,
güven vermekteki zaafları nedeniyle yükselme eğilimine girmektedir. Ve 2002
seçimleri öncesindeki reel faizleri, seçimin umut verici tablosu ve muhalefetin
bu tabloya katkı yapan yaklaşımı sonucunda, anlamlı bir şekilde düşürmeyi
başarmıştık; şimdi geldiğimiz noktada, maalesef, tekrar, 2002 seçim öncesi
tabloya reel faizlerin yükselmeye başladığını görüyoruz. Reel faizler, siyasî
zafiyetin bedelidir, siyasî zafiyetin karşılığıdır ve bugünkü iktidarla ilgili
olarak, kaygı verici bir reel faiz tablosu ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunları,
çok kaygı verici, olumsuz bir görüntü olarak dikkatinize sunuyorum. Bu tablolar
değişmediği takdirde, Türkiye, önümüzdeki günlerde, çok ciddî sorunlarla,
sıkıntılarla karşı karşıya kalacak demektir.
Değerli arkadaşlarım,
bu tablonun -daha somut bakalım- böyle teorik, nazarî değerlendirmelere gerek
kalmadan, incelenmesi, irdelenmesi neyi ortaya koyuyor: Bakınız, siz iktidarı
devraldığınız zaman, motorinin litresi 76 sentti, şimdi 86 senttir. Siz
iktidarı devraldığınız zaman, reel faizler yüzde 22 düzeyindeydi, şimdi yüzde
35 düzeyindedir; ortalama içborçlanma faizi yüzde 52,7 idi, şimdi yüzde
58,8'dir. Siz devraldığınız zaman, borç stoku 87 milyar dolardı, şimdi 99
milyar dolardır; dışborç stoku 120 milyar dolardı, şimdi 128 milyar dolardır;
kurşunsuz benzin 1 dolardı, şimdi 1 dolar 9 senttir; işsizlik oranı yüzde 9,6
idi, şimdi yüzde 11,4'tür; işsiz sayısı 2 217 000'di, şimdi 2 373 000'dir;
borsa 10 200 düzeyindeydi, şimdi 9 000'lerin ortalarındadır; elektriğin -çok
önemli bir girdi fiyatı- sizin de çok önem verdiğiniz ve indirmeyi taahhüt
ettiğiniz elektriğin kilovat/saati 9 sentti, şimdi 11 senttir; Ankara'da ekmeğin
200 gramı 200 000 lira idi, şimdi 300 gramı 400 000 liradır; yatırımın gayri
safî millî hâsılaya oranı 3,8'di, şimdi, önümüzdeki yıl için öngörülen rakam
2,7'dir; icradaki dosya sayısı, siz iktidara gelmeden önce 10 000 000'du, şimdi
10 800 000'dir; karşılıksız çek sayısı 502 000'di, şimdi 748 000'dir;
protestolu senet sayısı 446 000'di, şimdi 498 000'dir; tüpgazın 12 kilosunun
fiyatı 12 dolardı, şimdi 13,1 dolardır; telefonun kontörü 1,8 sentti, şimdi 3,8
senttir. Bunlar net gerçekler, çekilen fotoğraf, beş ay sonraki tablodur. Bu
beş aylık mesafeyi bir başkasına ihale etme olanağı kesinlikle yoktur. Asıl
önemli olan budur. İyi niyet belirtileri, gayretler, temenniler, geleceğe
yönelik projeler bu tabloyu değiştirmeye yetmez. Temel olan budur ve sizin,
artık, değiştirmeniz gereken ana nokta budur.
Bu çerçevede, izin
verirseniz, çok eğlenceli bir noktaya da dikkati çekmek istiyorum. Sayın
Başbakan, seçim meydanlarında çok temel bir noktaya ısrarla dikkati çekiyordu.
Gittiği her yerde ısrarla anlattığı bir örnek vardı. Bir çay ve simit hesabı
yapıyordu. Hatırlayacaksınız, bütün meydan mitinglerinde, hepimizin, böyle,
anlattığı, fikirlerimizi kristalleştirmek için ortaya koyduğu olaylar vardır.
Sayın Tayyip Erdoğan da, bir çay ve simit hesabı yapıyordu; diyordu ki
"250 000 lira çay, 150 000 lira simit. Eğer, 5 kişilik bir aile, her
sabah, öğlen ve akşam, üç öğünde sadece 1 adet çay, sadece 1 adet simit yerse,
30 günde bunun yapacağı harcama -o zaman geçerli olan- asgarî ücretin
üzerindedir. Bunun hesabını yapıyordu. Asgarî ücretle, 5 kişilik bir aile, hiç
başka bir şey yemese, hiç başka bir harcama yapmasa, sadece çay ve simit yese,
geçinmek imkânına sahip değildir. Bunu anlatıyordu, bunu anlatarak iktidar
oldu. Beş ay geçti. Şimdi geldiğimiz tablo, aynı manzaranın devam ettiğini bize
gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım,
yani, bugün, hesabınızı yine yapınız. Bakın, geçen gün, Prof. Sayın Güngör
Uras, sütununda, hayretle yazdı "İstanbul'da 400 000 liraya çıktı
simit" dedi. Yani, hadi, biz o 400 000 lirayı dikkate almayalım, simiti
250 000-300 000 olarak kabul edelim. 300 000 lira çay şu anda Ankara'da ve daha
mart ayındayız. Asgarî ücret belirleninceye kadar bunların hepsi artacak. Bu
hesabı yapınız. Asgarî ücreti 225 000 000 lira olarak hesap ederseniz, Sayın
Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olduğu bugünde de, sabah, öğlen, akşam,
vatandaşlarımız, asgarî ücretle, 1 çay, 1 simitle öğün geçirseler de ayakta
kalma imkânına sahip değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bunun bize
öğrettiği bir şey var, siyaset üslubu bakımından bunun öğrettiği bir şey var.
Bunları söylemenin bir vebali var. Muhalefette böyle sözler söylemenin size
getirdiği bir sorumluluk var. Bu sözleri söylersiniz, o sözleri söyleyerek oy
alırsınız; iktidara geldiğinizde bunu yapamazsanız, sadece, size oy veren
vatandaşları aldatmış olmazsınız, Türkiye'nin iktidar noktasında, çok önemli
bir güvenilirlik zafiyetini de oraya
getirip yerleştirmiş olursunuz. Bugün, maalesef, bu tablo ortaya çıkmaya
başlamıştır; iktidar partisinin seçimlerde yaptığı vaatler ile ortaya koyduğu
tablo arasındaki mesafe olağanüstü çarpıcı bir şekilde açılmıştır. Ya siz bunu
yaparken Türkiye'nin iktidar şartlarını bilmiyordunuz ya da iktidar şartlarını
bilerek bunu yaptıysanız, bu vaatleri yaptıysanız, ortaya çıkan bu tabloyu izah
etmeniz mümkün değildir.
"Mazotu, yeşil
mazot yapacağız, indireceğiz" dediniz, on günde bir zam yaptınız;
"vergileri tabana yayacağız, vergi oranlarını, KDV'yi indireceğiz,
Türkiye'de geçim sıkıntısı içerisinde olan 15 000 000 insana sosyal destek
vereceğiz" dediniz, bunların hiçbirisini gerçekleştiremediniz. Bugün
bulunduğunuz noktada, sizin, iktidar partisi olarak, en temel zafiyetinizi
bunun oluşturduğuna inanıyorum ve dikkatinizi buraya çekmek istiyorum. Bu
işlerde ciddî olmak lazımdır, güvenilir olmak lazımdır. Gelinen noktada, şimdi,
siz, sürpriz kaynaklardan söz ediyorsunuz; sürpriz kaynaklar, mucize çözümler
aranmaya başlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
ekonomide mucize olmaz, ekonomide sürpriz olmaz; sürpriz, at yarışında olur;
sürpriz, 6'lı ganyanda olur; sürpriz kumarda olur, ekonomide olmaz. (CHP
sıralarından alkışlar) Kimsenin bilmediği bir yere saklanmış bir kaynak yok.
Ekonomide en temel kaynak, iyi yönetimdir, iyi yönetim; iyi yönetimin üzerinde
kaynak yoktur. Ekonomiyi iyi yönetirseniz, ekonomiye en büyük katkıyı
verirsiniz.
Bakınız, Türkiye'nin
bu sene ödeyeceği içborçların toplamı 83 milyar dolar olarak gözüküyor. 83
milyar doları ödemeyeceğiz de döndüreceğiz, itfa edeceğiz, ödüyor gibi
yapacağız, borçlanacağız; ama, bu arada ne olacak... 83 milyar doları döndürürken,
borçlandığınız faizden, kötü yönetim sonucu, 10 puan daha fazla faiz öderseniz,
ödeyeceğiniz ek faiz 8,3 milyar dolardır. Eğer iyi yönetim olursa, 83 milyar
doları döndürürken borçlandığınız faizden 10 puan daha aşağıya indirir, oradan,
size 8,3 milyar dolar kazandırır. Kötü yönetimle iyi yönetim arasındaki fark
16,6 milyar dolardır. Bu, kimsenin cebinden çıkmaz; vergi değildir, algı
değildir. Bu, güvenilirliğin, ciddiyetin, ne yapacağını bilmenin, gerçekleri
doğru tespit etmenin ve gereken adımları atmanın doğal sonucudur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin, bu konularda öyle ciddî bir yaklaşıma ihtiyacı var. Eğer, bunu,
sergileyemezsek, maalesef, çok ciddî sorunlarla karşı karşıya kalırız ve şu
anda bunun olumsuz işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Ekonominin iyi
yönetildiğini, güven verici şekilde yönetildiğini söyleme imkânı yoktur.
Ekonomiye, bir dağınıklık hâkimdir, tutarsızlık hâkimdir ve bunun sonucu olarak
da, reel faizler, ekonomi politikasının gerektirdiğinin ötesinde yükselmeye
başlamıştır. "Bu sene faizi yüzde 20'ye indireceğiz" diyoruz; haydi
indiremedik yüzde 25'e, haydi indiremedik yüzde 30'a; 2002'deki düzeyde tutmak
da imkânsız mı?! Yüzde 62'yle, yüzde 63'le borçlanıyoruz, yüzde 30'un üzerinde reel
faiz ödüyoruz; böyle bir şey olabilir mi?! Yüzde 30'un üzerinde reel faiz
öderseniz, bu, Türk ekonomisini, taşıyamayacağı ağır yüklerin altına sokmak
anlamına gelir ve o faizi belirleyen de, yönetimin güven verici olup
olmadığıdır, iyi olup olmadığıdır.
Değerli arkadaşlarım,
maalesef, bu konularda bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Hükümetin bunu değerlendirmesini
istiyorum. Bunun altında da, hükümetin, birbiriyle çelişen, bir gün söylediğini
ertesi gün reddeden, bir bakanın söylediği ile bir Başbakanın söylediğinin
birbirini tutmayan bir üslup içerisinde Türkiye'yi yönetiyor olmasıdır. Yani,
buna baktığımız zaman, görülen tablo açıktır. Mesela, bir sayın bakan
"bedelli askerliği kaldıracağız" dedi; bir süre sonra, bu konuda
hiçbir ciddî hazırlık yapılmadığı, gerekli temasların yapılmadığı, bunun
oluşturulmadığı ortaya çıktı ve bu, bir kenara bırakıldı; ama, ne oldu;
hükümetten bir şeyler gitti, hükümetin inandırıcılığından, saygınlığından,
güvenilirliğinden bir şeyler gitti ve sonra, o, reel faize binmeye başladı.
Arkasından, nemalarla ilgili bir politika izlendi. Nemaları "şubat, mart
ayında ödeyeceğiz" dediler. Bin türlü tartışma... Şimdi, dört yıl sonra
ödemeye yönelik bir projeye iş geldi, bağlandı. Hayat standardı konusunda
Meclis komisyonunda bir karar alındı; arkasından, belli bir tepki, muhalefet
ortaya çıkınca, Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımızın,
kamuoyumuzun, esnafımızın, işadamlarımızın tepkisi karşısında
"vazgeçtik" denildi. Şimdi, bu, tabiî, güven sarsıyor. Yani, bunu
getirirken, siz, neyi düşünmüştünüz, vazgeçerken neye güvenerek
vazgeçiyorsunuz; bunların hiçbirisinin cevabı yok. Bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar,
bir öyle, bir böyle yapıyorlar izleniminin ortaya çıkmasına neden oldu. Devlet
İhale Kanununu muhalefette siz desteklediniz, sayenizde çıktı, geldiniz
"değiştireceğiz" dediniz, sonra "vazgeçtik" dediniz,
zikzaklar orada kendisini gösterdi. Kıbrıs ve Irak konusuna hiç girmiyorum,
onlara hiç dokunmuyorum; ama, bütün bu ekonomideki, siyasetteki tutarsızlıklar,
maalesef, çok ciddî bir erozyona, itibar erozyonuna, güven erozyonuna yol
açmıştır ve bunun çok ağır bir faturası ortaya çıkmaya başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, görünen tablo açık. Türkiye, ekonomisini toparlayacaktır,
toparlamalıdır. Bunun için gereklerini hep beraber yerine getirmeliyiz. Şu
anda, baktığımız zaman, manzara pek parlak gözükmüyor. Enflasyon yükselmeye
başlamış, reel faizler yükselmeye başlamış, cari açık yükselmeye başlamış;
böyle bir tablonun içinde, şimdi, ekonomiye şekil vermeye çalışıyoruz ve bir
bütçe yaptık, huzurunuza bir bütçe getirildi.
Değerli arkadaşlarım,
maliye alanında son günlerde yaşadığımız tabloya bakınız. Bu, Türkiye'nin 2003
yılının ikinci bütçesidir. Bu bütçenin yanı sıra üç tane paket çıkmıştır; üç
ayrı paket, iki bütçe. Bu paket sayısının böyle çok olması, üç dört ay içinde
üç tane paket ilan edilmesi, bu iktidarın ne yapacağını bilmediğinin bir
ifadesidir; fotoğrafı doğru çekemediğinin, sorunları doğru saptayamadığının,
bunların üstesinden nasıl geleceğine ciddî karar veremediğinin bir ifadesidir.
Bir paket getiriyorsunuz, olmuyor, ikinci bir paket, arkasından üçüncü bir
paket. Bu, tabiî, çok ciddî bir güven erozyonuna yol açıyor. Paket sayısı
arttıkça hükümetlerin saygınlığı azalır ve siz, daha ilk üç ayda üç tane paket
çıkararak bir cumhuriyet rekoru kırmış vaziyettesiniz.
Değerli arkadaşlarım,
bütçeye yönelik değerlendirmeleri yaparken, şu ana noktaları hep beraber
saptamakta yarar var: Bakınız, bir bütçe getirdiniz. Bu bütçe, bir defa, geç
gelmiştir. Anayasamızın 162 nci maddesi, bütçelerin, Türkiye Büyük Millet
Meclisine 75 gün öncesinden verilmesini amirdir. Bu bütçe, fevkalade geç geldi,
3 Martta Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi; 55 gün komisyonda görüşülmesi
gerekirken, 20 gün komisyonda görüşüldü; 12 gün Genel Kurulda görüşülmesi
gerekirken, bu, şimdi, 6 gün Genel Kurulda görüşülecek.
Niye bu gecikme
olmuştur? Niye bu gecikme olmuştur; çünkü, IMF ile ilişkilerde bir mutabakata
varmakta gecikme kendisini göstermiştir. Yine, tekrar aynı noktaya geliyoruz;
hükümetin ne yapacağına zamanında karar verememesi, tereddütler içinde
davranması, bir türlü karar olgunlaştıramaması, IMF karşısında ciddî bir
kararlılık içine girememesi... Birlikte çalışacak mısınız çalışmayacak mısınız?
Birlikte çalışacaksanız bunun şartları nedir? Bu konuda gerçekçi bir fotoğraf
çekin; çalışacaksanız çalışın, çalışmayacaksanız çalışmayın. Çalışmayacakmış
gibi yapıp, daha sonra, çalışmaya açığız tavırlarına girip, günleri ayları
geçirip... Beş ay oldu hâlâ IMF ile anlaşma sonuçlandırılmadı.
Değerli arkadaşlarım,
bunun sonucu, işte, o reel faizlerdeki yükselmedir. Aynı şey, dışpolitikada
Amerika ile ilişkide oldu. Amerika ile işbirliği yapacak mısınız yapmayacak
mısınız? Yapmayacaksanız açıkça söyleyin "yapmayacağız" deyin,
başında söyleyin; yapacaksanız da, açıkça söyleyin ve gereğini yapın. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
büyük devletlerle ilişkide çok dikkatli olmak lazımdır. Onları aldatmaya
teşebbüs edemezsiniz, yanıltmaya teşebbüs edemezsiniz; ederseniz çok büyük
sorunlarla karşı karşıya kalırsınız. Net olmak lazımdır, açık olmak lazımdır.
İşbirliği yapmayacaksanız, ta başlangıçta "kusura bakmayın, şartlarımız
müsait değil, işbirliği yapamayız" dediğiniz zaman belki üzersiniz, belki
size karşı bir kırgınlık içine girebilirler; ama, bu, bugün geldiğiniz noktadan
çok daha uygun olur, çok daha dürüst olur, çok da anlaşılabilir olur. İşte, bu
kararsızlık, bu belirsizlik, bu gel gitler, bu zikzaklar, bu (u) dönüşleri, bu
ne yapacağını bilmemek, bu "tereddütler hükümeti" görüntüsü, dışpolitikayı
da ekonomiyi de gereksiz yere büyük sıkıntıların içine sokmuştur; ne yazık ki,
bu sıkıntıların bedelini de halkımız ödemektedir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu bütçe bu şekilde geldi. Bütçe, kural işi, tutarlılık işi, malî
hayata disiplin getirecek. Bütçenin kendisinde bir defa bir kural ve
güvenilirlik yok. Yani, nedir; dediğim gibi, zamanı geç gelmiş bir bütçe; IMF
ile mutabakat gecikti, bütçesi bekliyor Türkiye'nin, bekledikçe piyasa
güvensizliğe giriyor ve faizler yükseliyor. Sonunda ne oluyor; sonunda, IMF'nin
istediği bütçeyi yapıyorsunuz, sonunda yaptığınız da bu. Bunu başlangıçta yapmış
olsanız Türkiye bu sıkıntıya girmeyecek, eğer yapacaksanız; yapmayacaksanız da
yapmayın, o zaman o istikamete girin. Bu tereddüdün Türkiye'ye bedeli çok ağır
olmuştur ve bugün geldiğiniz noktada bütçe, IMF'ye verilmiş bir niyet mektubu
kimliğindedir; bu bütçe, IMF'ye verilmiş bir niyet mektubudur, ona göre
hazırlanmıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu bütçe görüşmelerine genel yaklaşımda da dikkatimi çeken bir iki
nokta var. Görüyorum, bütçe görüşülecek; kısıtlı bir zaman içinde görüşülecek,
burada bu bütçeyi altı gün görüşeceğiz. Muhalefetin tek söz hakkı bu. Bu
bütçenin konuşulması lazım, halka anlatılması lazım; burada şimdi başladık,
tümü hakkında ben konuşuyorum, daha sonra bütçeye geçeceğiz, bütçeye geçtiğimiz
zaman görüyoruz ki -malum, milletvekili arkadaşlarımızın lehte, aleyhte söz
alma hakkı vardır- AKP'li milletvekili arkadaşlarım aleyhte söz almak üzere
müracaat ediyorlar. Yani, nedir bunun anlamı?!. Bunun bir etik yönü var mı?!.
Bunun, demokrasi anlayışıyla, şeffaflık, saydamlık anlayışıyla bağdaşan bir
tarafı var mı?!. Altı güne indirilmiş, blok haline getirilmiş kısıtlı bir bütçe
müzakeresinde CHP Grubuna mensup milletvekili arkadaşlarımın aleyhte 10'ar
dakika konuşma hakkına bile tahammül edemeyen bir zihniyetle bu sorunların üstesinden
gelmek mümkün olur mu?! (CHP sıralarından alkışlar) Yani, o 10 dakikaya
tenezzül edeceksiniz, sonra gelip bütçenin lehinde oy kullanacaksınız... Ayıp
olmayacak mı?! Yakışıyor mu?! Türkiye'nin geldiği düzeyde yeni siyaset anlayışı
bu mu?! Çağdaş siyaset bu mu?! Bunu da, dikkatinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bütçe geldi. Bütçeden önce Türkiye'de hazırlanması gereken iki temel belge var.
Bu belgelerden biri Genel Hedefler ve Yatırımlar Raporu; önce bu gelecek,
bütçenin hedefleri konulacak, yatırımlarla ilgili Yüksek Planlama Kurulundan
gelen anlayış ortaya çıkacak ve gene, 2003 yılı Programı ilan edilecek, bütçe
bu Programa ve Genel Hedefler ve Yatırımlar Raporuna uygun olarak çıkacak. Ne
görüyoruz; Genel Yatırımlar ve Hedefler Raporu hâlâ yoktur, yani, hedefini ve
ne yatırım yapacağını planlama anlayışına göre kararlaştırmamış bir Türkiye'nin
bütçesini yapıyoruz. Cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor.
Değerli arkadaşlarım,
aynı şekilde 2003 yılı Programı, beş yıllık plana göre yıllık program çıkacak,
ona göre bütçe hazırlanacak. Bütçe hazırlanıyor, komisyona geliyor, komisyonda
müzakeresi bitiyor, program ilan ediliyor; yani, önce tetiği çekiyorsunuz,
sonra nişan alıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Hedef vurulmaz ve bu
dağınıklık, bu tutarsızlık, bu çelişkiler, işte, bedelini, reel faizlerin
yükselmesi, hükümete olan güvenin sarsılması "bunlar boş konuşuyorlar,
niyet beyan ediyorlar, güzel güzel temennilerini söylüyorlar ama, bu işi
yapacak insanlar değiller" kanaatinin ortaya çıkmasına yol açıyor ve bunun
bedelini de ne yazık ki Türkiye ödüyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu gelen bütçenin ana karakteriyle ilgili birkaç cümleyi de söyleyeyim: Bir
defa, şu bir açık gerçektir ki, bu bütçenin en bariz vasfı, yatırımlardan
vazgeçmiş olmasıdır. Bakın, üç tane Türkiye rekoru söyledim, dördüncüsünü
söylüyorum: Bu, cumhuriyet tarihinin en düşük yatırım yapan bütçesi olmuştur,
cumhuriyet tarihinin gayri safî millî hâsıla içerisinde yatırıma ayırdığı
kaynak en aza inmiş olan bütçedir, bir rekor bütçesidir. Yatırımın azalması,
ülkenin geleceğine olan umudunun kaybolması demektir. Yatırım, yarının
refahının hazırlanmasıdır. Biz yarını bıraktık, artık günü kurtarmakla meşgulüz
anlayışı ortaya çıkmaktadır. 2002 yılına nazaran, reel olarak, yatırımlar yüzde
12 azalmıştır. Değerli arkadaşlarım, geleceğimiz, bu yatırım politikasıyla
ipotek altına alınmaktadır.
Diğer bir taraftan,
sosyal güvenlik harcamalarının sağlıklı bir plana göre zaman içerisinde azaltılmasına
yönelik yeniden yapılandırma planı, projesi ortaya konulmamıştır. İdarî
kararlarla öngörülen sosyal güvenlik harcamaları, IMF'nin talebi, telkini
doğrultusunda bir rakama bağlanmıştır ve mesele çözüldü zannedilmiştir.
Halbuki, bizim yapmamız gereken şey, sosyal güvenliği yeniden yapılandırmaktır,
sosyal güvenliğin zaman içerisinde sorun olmaktan çıkarılmasını sağlayacak
önlemleri almaktır, sosyal güvenlik açıklarının zaman içerisinde kapatılması
için sağlıklı bir planı ortaya koymaktır. Hiç böyle bir arayışın olmadığı,
maalesef, gözüküyor. Hiçbir kurumsal düzenleme tasarlanmamıştır. Bu arada,
mesela, bütçede, yeşil kart ödemeleri için 160 trilyon lira öngörülmüştür.
Geçen yılki yeşil kart ödemeleri 537 trilyon liradır. Geçen yıl nominal olarak
537 trilyon liralık yeşil kart ödemesi yaptık; şimdi, bu yıl, bütçede 160 trilyon
liralık yeşil kart harcamasını öngördük.
Değerli arkadaşlarım,
Irak Savaşı bu bütçede öngörülmemiştir. Irak savaşının gelirde ve giderde sebep
olacağı değişimler dikkate alınmamıştır.
Reel faizlerin
indirilmesini öngören bir yaklaşım yoktur. Reel faizlerin yüksek olması, hem
devletin borçlarını çevirmesini olağanüstü güçleştirmekte ve giderek imkânsız
hale getirmekte hem de piyasanın, yatırımcıların, girişimcilerin yatırım
yapmasını olanaksız hale getirmektedir. Yüzde 30 reel faiz olan bir ülkede,
hangi yatırımcı, hangi girişimi yapar?! Bu bütçede yüzde 17'lik bir özel
yatırım harcaması artışı öngörülüyor. Yüzde 30 civarındaki bir reel faizle bunu
gerçekleştirmek imkânı var mı?! Değerli arkadaşlarım, genel manzara, tablo,
maalesef, böyle gözüküyor.
Bu bütçenin
tutarlılığını ciddî zafiyete uğratan bazı varsayım hataları da var. Bütçe
harcamalarının faiz oranı varsayımı yüzde 47. Halbuki, üç ayın ortalaması yüzde
58. Üç ayda yüzde 58 yaptık, yüzde 47 varsayımıyla bütçeyi hazırlamışız. Yüzde
47 olmadığı zaman, bütçe, bütün anlamını kaybedecek.
Değerli arkadaşlarım,
petrol varsayımı 25 dolar. Şu andaki tablo 33 dolar; gelecek ne getirir
bilinmez, iyi de olabilir, kötü de olabilir.
Bu bütçenin dolar
varsayımı 1 752 000 Türk Lirası. Şu anda 1 720 000 civarında bir dolarla karşı
karşıyayız, yılın üçüncü ayındayız, yılın ortalamasının 1 752 000 Türk Lirası
olacağı öngörülüyor. Bunların hepsi, bu bütçeyle ilgili zafiyeti artıran bir
manzara doğuruyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu tablo içinde, şimdi, kısaca, bu hükümetin vergi politikasına değinmek
istiyorum.
Anayasamıza göre, her
yurttaş, kamu harcamalarını karşılamak için geliri oranında vergi verir. Burada
önemli olan, kişilerin gelirleri oranında vergi vermeleridir. Herhalde,
hükümet, bunu gerçekleştirmek için olacak, geçmişte yaşanan ekonomik krizi
bahane edip, ilkönce, naylon fatura kullananları affetmiştir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, ekonomik kriz nedeniyle, elbette ki, hükümet, belli önlemleri
almak zorundadır; çünkü, insanlar kazandıklarını beyan etmiş, ancak, kriz
nedeniyle bunları ödeyemez hale düşmüşlerdir. Bu insanların devletten vergi
kaçırmak gibi bir niyetleri yoktur, olmaz da. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, kazandığının vergisini ödeyen işadamlarımıza, sanayicilerimize,
tacirlerimize, esnaf ve sanatkârlarımıza her türlü kolaylığın gösterilmesinden
yanayız; ama, vergi kaçırmayı, naylon fatura kullanmayı alışkanlık haline
getiren kişilere af getirilmesini de kesinlikle uygun bulmuyoruz. Bu bağlamda
"Vergi Barışı" adı altında çıkarılan yasayla, bir anlamda, naylon
fatura kullanıp devletten vergi kaçıranlar affedilmiştir. Vergi barışının,
işçiyle, köylüyle, memurla, vergisini zamanında ödeyen dürüst, namuslu
sanayici, esnaf, sanatkâr ve tacirle hiçbir ilgisi yoktur. Bu hükümet, naylon
faturacıları affederek, bir anlamda, zamanında vergilerini ödeyen dürüst
mükellefleri cezalandırmıştır, onları akılsız mükellef durumuna sokmuştur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Vergi Barışı Yasası hazırlandığında, Maliye Bakanı, açıklamasında, bu yasayla
10 katrilyon liralık bir gelir sağlanacağını umut ediyordu. Bu rakamı,
hükümetin ekonomiden sorumlu diğer bakanları da açıklamaktan çekinmediler. Daha
sonra, Sayın Maliye Bakanı, bu rakamı 2,4 katrilyon lira olarak açıkladı.
Bütçeye 2003 yılı için konulan hedef 750 trilyon lira. Peki, gerçek rakam
nedir? Şimdi, insafla sormak gerekiyor; 10 katrilyon lira mı doğru, 2,4 katrilyon
lira mı doğru, yoksa 750 trilyon lira mı?! Bu kadar desteksiz tahminlerin nasıl
yapıldığını, doğrusunu isterseniz, anlamak mümkün değildir!
Bu hükümet, Vergi
Barışı Yasasıyla yaklaşık 7,5 katrilyon liralık vergi aslından vazgeçmiştir.
Peki, 7,5 katrilyon liralık bir gelirden vazgeçen bu hükümet şimdi ne
yapmaktadır; bu hükümet, gözünü emeklinin ilacına dikmeye başlamıştır. Değerli
arkadaşlarım, buna birazdan dokunacağım.
Şimdi, bu hükümet,
Vergi Barışı Kanunu dolayısıyla, 750 trilyon lirayı da sağlayamayacaktır, bu
endişeyi taşımaktadır. O nedenledir ki, şimdi, her vergi dairesinde bir vergi
denetçisi, vergi mükelleflerini "beyanlarınızı yükseltin, yoksa
hesaplarınızı inceleriz" diye tehdit ediyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Yani, özetle, Vergi Barışı Kanunu, vergi şantajı kanununa dönüşmüş durumdadır.
Kabak, yine, vergisini zamanında ödeyen dürüst vergi mükellefinin, küçük ve
orta boy işletmeler ile serbest meslek erbabının başında patlamış bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu hükümet, başlangıçta "yeni vergi getirmeyeceğiz" dedi. Biz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak da gerçekten umutlandık, artık, dar ve orta
gelirli vatandaşlarımızın rahat bir nefes alacağını umut ettik; ama, daha söylediklerinin
üzerinden bir ay geçmeden yeni vergiler geldi, süresi biten deprem vergilerinin
süresi uzatıldı. Hatta, o kadar ki, halkın "kelle vergisi" dediği
hayat standardı esası bile, Plan ve Bütçe Komisyonunda, AKP'lilerin oy ve önerileriyle
vergi yasasına konuldu; ancak, Cumhuriyet Halk Partisinden ve kamuoyundan gelen
yoğun tepki üzerine, bu uygulamadan daha sonra vazgeçildi. Ancak, birinci
hükümetin Sayın Başbakanına da teşekkür etmemiz gerekiyor; Sayın Gül, yeni
vergi getirdikleri için halktan özür dilemiştir. Onu, Sayın Gül'ün nazik
kişiliğinin bir yansıması olarak görüyorum; fakat, Sayın Gül'ün nezaketi sorunu
çözmeye yetmiyor, millet, yeni yeni vergileri ödemek zorunda kalmaya devam
ediyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bu iktidarın ısrarla üzerinde durduğu bir konu var, bu konu hükümet
programlarında da yer aldı; acil eylem planı. İlk acil eylem planı metni ile
daha sonra açıklanan acil eylem planları arasında fark var. Sayın Erdoğan, acil
eylem planını açıklarken "bizi izleyin" demişti. Doğrusunu
isterseniz, danışmanlarımız işi ciddî tutup, izlemek istedi; ama, daha birinci
ayında, bu acil eylem planının fiyaskoyla sonuçlandığı görüldü.
Türkiye'nin,
göstermelik değil, kalıcı, tutarlı, ciddî programlara ihtiyacı var; halk bunu
istiyor, bunu bekliyor. Acil eylem planı, tabiî, iddialı bir söylem, çok
fiyakalı bir ifade tarzı; ama, riskli de bir ifade tarzı; acil eylem yapacağız
diye eylem yapamazsanız, yoksa, sizin ekonominizi hastanenin acil servisine
kaldırmak durumunda kalabilirler! (CHP sıralarından alkışlar)
Bakınız, acil eylem
planıyla vergi tabanını genişleteceğinizi söylüyorsunuz. Bugüne kadar hangi
tabanı genişlettiniz?! Ben, kısaca söyleyeyim: Düşük ve orta gelirlilere
ekvergi getirerek tabanı genişlettiniz; ama, faiz gelirlerini de vergidışı
bıraktınız; hatta -daha açık ifade edeyim- devlete borç vererek yılda 608
milyar lira faiz geliri elde edenlerden hiç vergi almıyorsunuz. Emeklinin
aylığından yüzde 1 sağlık kesintisi yapacaksınız, bunun adı tasarruf olacak; ama,
devletten yılda 608 milyar lira faiz geliri elde eden tek kuruş vergi
ödemeyecek... (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir düzenlemenin, vergi
adaletiyle ilgisi yoktur. Vergi tabanını genişletmekten bunu anlıyorsanız,
daha, çok fazla çekeceğimiz var demektir.
Değerli arkadaşlarım,
vergi oranlarını düşüreceğinizi açıkladınız acil eylem planında; merak
ediyoruz, acaba, hangi vergi oranları düştü? Çiftçi, mazota, yine aynı oranda
vergi ödüyor; oranı aynı olsa dahi, fiyatlar yükseldiği için, vergi miktarı
sürekli artıyor. İlaçtan alınan vergiler düşmedi. Hani, kandan, ilaçtan vergi
alınmazdı?! Esnaf ve sanatkârın vergi oranları da inmedi; ücretli yine aynı
vergiyi ödüyor, sanayici ağır vergi yükü altında bunalıyor, yatırım yapamıyor;
ama, hakkınızı da vermek gerekiyor; bu hükümet, dünyada ilk kez, emekli
aylıklarından sağlık primi kesmeye başladı. Bu, cumhuriyet tarihinin değil,
dünyanın rekorudur. (CHP sıralarından alkışlar) İlk kez, emeklisinden -artık,
devletin katkısını hak etmiş, bir köşeye çekilmiş olan yaşlı insandan- prim
kesmeye, sağlık primi kesmeye başlayan bir uygulama burada harekete geçirilmiştir.
Haciz bile konulamayan yaşlılık aylıklarından, siz, sigorta primi kesmeyi
başardınız.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçedeki tahminlere baktığımızda, tüketim vergilerinin payının daha da
arttığını görüyoruz. Geçen yıl yüzde 66,3 olan bu pay, bu bütçeyle 66,9'a
çıkmaktadır; Maliye Bakanı, bunun yüzde 70'e çıkacağını müjdelemiştir.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, artık, geldiğimiz noktada, vatandaş, ekmek alırken, çocuğunu okula
gönderirken, pazarda alışveriş yaparken, kışın ısınırken daha fazla vergi
ödeyecektir; yani, yük, vatandaşın sırtına bindirilecektir; bunu, bugün
görüştüğümüz bütçe söylüyor, sizin öngörüleriniz bu anlayışa dayanıyor.
Aslında, vatandaşın
sırtına bindirilen yük, bu söylediklerimle sınırlı olsa, dua edeceğiz; çünkü,
2003 Malî Yılı Bütçesinde öngörülen yükler, bu söylediklerimin çok daha
ötesindedir. Şimdi, 2003 yılında vatandaşı bekleyen ek yükleri izninizle
sıralayayım:
Sayın Maliye Bakanı,
2003 yılında alınacak önlemleri kamuoyuna açıklarken, çok pahalı bir fatura
çıkardı. Bu faturanın maliyeti 15 katrilyon 773 trilyon lira. 2003 yılı
içerisinde uzatılan özel işlem vergileri gibi, deprem vergilerini de dahil
edersek, bu rakam 19 katrilyon lirayı bulmaktadır. Bir başka anlatımla, 11
milyar dolarlık bir yük, zam ve vergiden bunalan vatandaşın sırtına
bindirilmiştir.
Sayın Bakan, bu
faturayı açıklarken "barışın da bir bedeli var" açıklamasını yaptı.
Biz, savaşın bedeli olduğunu bilirdik, yeni bir anlayışla tanıştık. Şimdi,
insafla soralım: Sayın Bakan, tezkere de geçti, artık barıştan da söz edemeyiz,
Türkiye hava sahasını açtı, savaşa taraf oldu, Irak'lı çocuklar bu hükümetin
verdiği oylarla bombalanıyor; dolayısıyla, siz bu 19 katrilyonluk yükü geri
alacak mısınız?.. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bakınız, bütçe açıklarını kapatmak için kimlere doğrudan ek yük
getiriyorsunuz ve nerelerden tasarruf yapıyorsunuz: Memurun aylığından kesilen
emekli keseneği yüzde 1 oranında artırılıyor, bu bütçenin anlayışına göre.
Buradan beklediğimiz tasarruf 146 trilyon liradır. Peki, memura ne verdiniz de,
bu miktarı istiyorsunuz?!. Yıllarca yük, sadece, yüzde 1 ile sınırlı olsa, yine
iyi. 2003 yılı bütçesiyle memura bir sürpriz daha yapılıyor; geçen yılın
bütçesinde, memur aylıklarının, TÜFE artışı oranının 2 puan üzerinde
belirlenmesi öngörülmüşken, 2003 yılı bütçesinde bu uygulamaya son veriliyor.
Bunun yerine, memur aylıklarının, ekonomik gelişmeler ve devletin malî imkânları
gözönünde bulundurulmak suretiyle, yeniden belirlenmesi öngörülüyor. Türkçesi
şu: 2003 yılında memurlara maaş artışı yoktur. Bir başka anlamı ise, Anayasaya
aykırı bir biçimde, hükümet, sınırları belirsiz bir yetki aktarması alıyor.
Çarpıcı bir istatistik de var: 1989-1993 döneminde bütçede personel ücreti
ödeneği yüzde 37 bir pay alırken, şimdi daha kalabalık bir personel için
bütçenin yüzde 19'u uygun görülmektedir. İlk kez, başlangıç ödeneği olarak
personel ödeneği, yüzde 20'nin altında AKP iktidarıyla gerçekleştiriliyor.
Bunun daha da kötü olması ihtimali çok yüksektir.
Emekli Sandığı emeklisinin
emekli aylığından yüzde 1 oranında sağlık primi kesiyorsunuz. Buradan
beklediğimiz tasarruf 76 trilyon liradır. Şimdi insafla sormak gerekir:
Yıllarca çalışıp primini ödeyen ve daha sonra da emekli olan bir kişinin
aylığından prim kesmek acaba hangi ülkede var? Uganda'da bile olmayan bu
uygulamayı nasıl yapabiliyorsunuz? Kala kala, bu ülkede tasarruf yapmak için
emekli aylığından başka çare bulamadınız mı?.. (CHP sıralarından alkışlar) Emekli
aylıklarına haciz dahi uygulanmazken, çıkarılan bir yasayla emekli aylıklarına
kesinti uygulamak, her şeyden önce, adaletle, insafla bağdaşmaz.
İnsan haklarına,
sosyal devlet ilkelerine aykırı bir şekilde bir uygulama. Deniliyor ki: 5 yıl
prim ödemeyen Bağ-Kurlular sigorta sisteminden çıkarılacak; bunun karşılığında
da 100 trilyon liralık tasarruf yapılacak. Değerli milletvekilleri, insan
sağlığını, aileyi, bireyi koruyan, sosyal güvenceye kavuşturan bir uygulamayı
nasıl yok sayarsınız; kazanılmış hakları nasıl yok sayarsınız?.. Bu ülkenin
esnafı, manavı, sanatkârı bu kadar sahipsiz midir?! Sosyal sigorta uygulamasının,
bütün dünyada olduğu gibi, bizim ülkemizde de zorunlu bir uygulama olduğunu
acaba bu hükümet bilmiyor mu? Şimdi sormak gerekiyor: Acaba, sistemin dışına
çıkardığımız bu insanları gelecekte ölüme mi terk edeceğiz, tasarrufu böyle mi
yapacağız?!
Bu hükümetin ilan
ettiği bir diğer tasarruf alanı da, negatif ilaç listesine geçmekmiş. Gene
fiyakalı bir ifadeyle, saklanmak istenen bir gerçek. Buradan da, yaklaşık 65
trilyon liralık bir kâr bekleniyor. Öncelikle, bu negatif ilaç listesinden
neyin kastedildiğini araştırdık. Meğer hükümet bazı ilaçları hastalara
vermeyecekmiş! Yani, doktorun yazdığı ilacı, sigortalı hasta alamayacak ve
buradan da hükümet, 65 trilyon liralık tasarruf elde edecek.
Değerli arkadaşlarım,
bunları, Türkiye'ye yakıştırmıyoruz. Bu hükümet tasarrufu o kadar ileriye
götürüyor ki, 3418 sayılı Yasayla, eğitim ve sağlığa giden payı kesiyor ve
buradan da 50 trilyon liralık bir tasarruf yapacağına inanıyor.
Değerli
milletvekilleri, eğitime kaynak ayıramayan bir ülkede tasarruf kültürü oluşmaz.
Asıl tasarruf, eğitime yeterli kaynak ayırarak yapılır. Eğitime yeterli kaynak
ayırmayan ülke, geleceğini karartır, kalkınmasına ortak aklı egemen kılamaz.
Sağlığın bugün Türkiye'de ne halde olduğunu, en iyi, sokaktaki yurttaş
bilmektedir. Şimdi, bu yurttaşın sağlığından da eğitiminde de tasarruf
edeceksiniz.
Hükümetin bir diğer
tasarruf alanı da kaçak işçilikle mücadele ederek 5 trilyon liralık ek bir
gelir sağlamayı öngörmesidir. Bunun için öngörülen önlem ise şöyle
açıklanmıştır: TÜRMOB ile Devlet İstatistik Enstitüsü işbirliği içerisinde
çalışarak, kaçak işçiliği saptayacakmış. Kim, hangi akılla bu öneriyi yapmış,
belli değil.
Değerli
milletvekilleri, Devlet İstatistik Enstitüsü bilgi toplarken, özellikle kimlik
bilgilerini istemez; çünkü, amacı, doğru veri toplamaktır, kişiler hakkında
zabıt tutmak değildir. Kayıtdışı ekonominin büyüklüğü, toplanan bu verilerle
büyük ölçüde saptanır. Siz, devletin denetim elemanlarını işlevsiz
bırakıyorsunuz, onlara sahip çıkmıyorsunuz, sonra da devlet dışındaki bazı
kuruluşların katkısıyla kaçak işçiliği saptayacağınızı sanıyorsunuz.
Bu hükümetin bir
diğer tasarruf önlemi de işçilerin bir ikramiyelerinin ertelenmesidir. Bu
önlemlerle, hükümetin 44 trilyonluk tasarruf yapacağı açıklanmıştır. Bu
hükümet, işçinin kazanılmış hakkını ödemeyerek tasarruf yapacağını sanıyor.
İşçiye bugüne kadar bu hükümet ne verdi ki bir ikramiyesini elinden alıyor.
Bunun, insafla bağdaşır bir yönü yoktur.
Değerli
milletvekilleri, bu hükümet, elbette ki, sadece emekli memur ve işçilerden
tasarruf yapmayacak, çiftçilerden de tasarruf yapmayı düşünüyor. Mazotta
indirim yapılması, pamuk ve ayçiçeğinde prim ödemesi konusunda tutulmayan sözleri
bir an için unutalım...
Bakınız, değerli
milletvekilleri, 28 Şubatta, Tarım Bakanı, bütçe kısıtları nedeniyle, 2003
yılında doğrudan gelir desteği uygulamasının askıya alınabileceğini söyledi.
Buna bizim ve çiftçinin tepkisi büyük oldu; hatta, Dünya Bankası temsilcisi
bile, diplomatik gelenekleri çiğneyerek, tepki gösterdi. Sonra ne oldu;
muhalefetin tepkileri üzerine, diğer ödeneklerden kesilerek, son dakikada 2003
için 500 trilyon doğrudan gelir desteği ödeneği konuldu. Bu kime yeter! 2003
yılı doğrudan gelir desteği ödemeleri için yaklaşık 3,4 katrilyon lira
gerekiyor. Geçen yıl 1,6 katrilyon konuldu; yarısı ödenemedi, şimdi, yüzde
20'lik bir artış yapmak lazım; şimdi, 2003 yılı için 500 trilyon lirayla
doğrudan gelir desteğini ödemeyi öngörüyoruz...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Baykal, konuşma süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
Kredi ve Yurtlar Kurumunun yatırımları bile 50 trilyon liralık bir kesintiye
tabi tutuluyor. Yani, bu bütçenin tasarruf uygulamasının bedelini çiftçimizden,
esnafımızdan, üniversitede, yurtta okumaya çalışan gencimize kadar toplumun
himayeye muhtaç bütün kesimleri hep birlikte ödeyeceklerdir.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, ek Emlak Vergisi getirilecek, ek Motorlu Taşıtlar Vergisi getirilecek
ve bu arada, belediyelerin de aldıkları pay yüzde 1 oranında düşürülecek; bu,
özellikle küçük belediyeler için, belde belediyeleri için karşılanması
imkânsız, çok ağır bir yük getirecek. Milletvekili arkadaşlarım, bunun acısını,
ıstırabını bir süre sonra hep beraber çekeceğiz. Bu azalan pay nedeniyle belde
belediyeleri maaşları bile ödeyemez hale gelecekler.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıntılarına girmek istemiyorum; köprü ve otoyollardan tütün ve alkollü
içkilere kadar, çok ağır bir yük getiriliyor.
Bu hükümetin tasarruf
uygulamaları arasında dikkati çeken bir tanesine değinmeliyim, o da, bazı
alanlarda çalışan kamu görevlilerinin emeklilik yaşının 65'ten 61'e
indirilmesidir.
Değerli arkadaşlarım,
bunun bir tasarruf önlemi olarak mı düşünüldüğünü, yoksa kamunun üst
kadrolarında bir tasfiye programının uygulanması amacıyla mı getirildiğini
takdirinize bırakıyorum. 2 300 000 kamu görevlisi olan bir alanda sadece 2 000
kişiye yönelik bir erken emeklilik uygulamasının, tasarruf amacıyla
düşünüldüğünü kabul etme olanağı kesinlikle yoktur.
Değerli arkadaşlarım,
kamu alanında görev yapan görevlilerin o noktalarda çok iktidar gördüğünü
unutmamanızı diliyorum. O görevi yapan insanlar, her türlü parti iktidarını
yaşamışlardır. Onları kendi anlayışımıza göre şekillendireceğiz diye bir
ısrarın içine girerseniz, sadece kamu yönetimine çok ciddî bir zarar vermekle
kalmazsınız, Türkiye'de, kamu yönetiminin güvenirliliğini de çok ciddî biçimde
sarsarsınız. Maalesef, bu heveslere kendinizi kaptırdığınızı görüyorum.
Kadrolaşma, çok ciddî bir hedef haline gelmişe benziyor. Birbiri ardından
çeşitli açıklamalar duyduk. Diyanet İşleri Başkanı baskılardan şikâyet ederek
görevinden ayrıldı. Türkiye'nin çok kritik noktalarında görev yapan insanlar
birbiri ardından ayrılmak durumunda kalıyorlar. Bunların iyi bir başlangıç
olmadığına dikkatinizi çekmek istiyorum.
Kamu görevlileri,
devletin hizmeti gören insanlardır. Onlara saygı gösterilir, değer verilirse,
kendi vicdanî kanaatleri ne olursa olsun, görevlerini en iyi şekilde yapmaya
çalışırlar. Bu anlayışı ayakta tutmakta yarar vardır; yoksa, herkes, bundan bir
gün şikayetçi olmaya başlar. Elbette kamu görevlileri kimsenin tapulu malı
değildir, elbette değişecektir; ama, bir telaş, bir baskı, bir büyük değişiklik
arayışı Türkiye açısından çok uygun düşmüyor. Buna dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
izin verirseniz dışpolitika konularına da kısaca değinmek istiyorum. Ayrıntıya
girmeye hem zaman yok hem de ihtiyaç yok, her şey ortada; ama, bir süre önce de
söylediğim gibi, bu konularda izlenen kararsız ve tutarsız politika, maalesef,
Türkiye'ye çok ağır bir bedel ödetmiştir. Yani, bu konuda, Irak savaşıyla
ilgili olarak izlediğimiz politika bugün Türkiye'yi büyük bir sıkıntıyla karşı
karşıya bırakmıştır. Yani, düşününüz, biz bu politikadan neyi amaçlıyorduk;
savaşa karışmamayı istiyorduk; maalesef, karıştık ve bir cephe açılmamasını
istiyorduk; kuzeyde bir cephe açıldı. Irak'ın kuzeyinde ortaya çıkmış olan
oluşumların Türkiye'yi rahatsız edecek bir istikamette gelişmesine elverişli
bir tablo olmasın, Türkiye bu konuda etkin ve yönlendirici bir konumda olsun
istiyorduk; bu konuda, maalesef, hiçbir etkinliğimizin olmadığı ortaya çıktı.
Irak'ın geleceğiyle ilgili olarak, Türkiye'nin yönlendirici bir konumda
olmasının önemini ifade ediyorduk; Irak'ın geleceği konusunda da Türkiye'nin
bir söz söyleme şansı, maalesef, ortadan kalkmıştır.
Türkiye,
ilişkilerinde, çok ciddî gerginliklerin ve sarsıntıların ortaya çıkmasına tanık
olmuştur. Çekilen bütün bu sıkıntıların, acıların karşılığında maruz kaldığımız
zararın tazmin edileceğine yönelik hiçbir gelişme de yoktur. 90 milyar dolarla
başlayan pazarlık, 6 milyar dolardan bugün sıfır noktasına gelmiş dayanmıştır.
Türkiye'nin, Irak'ın
kuzeyine asker sokup sokamayacağı tartışması yapılmaktadır. Türkiye, Irak'ın
kuzeyinde asker bulundurma konusunda kimseden izin alma ihtiyacı içinde
değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Irak'ın kuzeyinde asker bulundurmamızın hukuka aykırı olacağı konusunda, AKP
sözcüsünün, geçen oturumda burada ifade ettiği gerçekler, hepimizi çok ciddî
bir üzüntüye sevk etmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Irak'ın kuzeyi, Çekiç Güç'ün denetimi altındadır. Türkiye'den kalkan uçaklar,
Irak'ın kuzeyine bomba atabilme durumundadırlar. Bağdat rejiminin, Irak'ın
kuzeyine elini uzatması mümkün değildir. Türkiye'nin, Irak'ın kuzeyine asker
göndermesinden şikâyet etme hakkı, Irak'ın kuzeyindeki yerel güçlerde değildir.
Bağdat rejimi ağzını açmıyor; Türkiye'de AKP sözcüsü "oraya asker
gönderirsek, bu, yasalara aykırı olur" diye şikâyet ediyor! Değerli arkadaşlarım,
bunlardan gerçekten üzüntü duyuyorum.
Bugün, biz, Irak'ın
kuzeyine asker gönderme hakkımızın kabul edilmesini sağlamaya çalışıyoruz;
kısıtlamaları, şartları göze alarak. Bizim, Irak'a asker göndermemizin, Irak'ı
işgal hevesiyle, toprak arayışıyla hiçbir ilgisi olmadığı gerçeğini daha
dünyaya tam anlatamadığımızı üzüntüyle görüyoruz. Biz, orada, kendimizi
savunmak için bulunmak istiyoruz. Orada, toprak arayışında değiliz, Irak'ta
rejimi değiştirme arayışında değiliz; Türkiye'ye yönelen göç dalgasını tutabilmek
için oraya girmek istiyoruz, İran'ın girdiği gibi biz de girmek istiyoruz. İran
giriyor, kimse sesini çıkarmıyor, Türkiye'nin girip girmemesi çok önemli bir
sorun haline geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu politika, maalesef, tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır; umutlar tükenmiş,
bekleyişlerin hiçbiri gerçekleşmemiştir. Bu bölgenin en güçlü, en saygın ülkesi
Türkiye, bugün, Irak'ın kuzeyindeki yerel güçlerin gerisine Amerika'nın gözünde
düşmüş olmanın acısını ve ıstırabını yaşama durumundadır.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçe, ekonomiye ve topluma yeni açılımlar getirmiyor; işsizliği azaltıcı,
yatırımı ve üretimi artırıcı, istikrar içinde büyümeyi sağlayıcı bir yönü
yoktur.
Bu bütçe, toplumun
dar ve sabit gelirli kesimini yoksullaştıran bir bütçedir. Bu bütçe, toplumun,
yoksul, dar ve orta gelirli kesimlerine hiçbir kaynak aktarmayan bir bütçedir.
Bu bütçe, eğitime, sağlığa ve adalete kaynak vermeyen, dolayısıyla, toplumun
geleceğini ipotek altına alan bir bütçedir.
Bakınız, 1990-1994
döneminde bütçenin yüzde 23'ü eğitim ve sağlığa ayrılırken, sizin bütçeniz, bu
payı dahi yüzde 11,6'ya geriletmiştir. Bu bütçe, yatırım ödeneklerini reel
olarak yüzde 50 gerileten, yani, işsizliği körükleyen bir bütçedir. Böyle bir
ortamda, gerileme süreci süren özel sektör yatırımlarının yüzde 17 oranında
artacağını var saymak, hiçbir şekilde gerçekçi değildir.
Bu bütçe, dar ve orta
gelirlilerden alınacak vergiler ve onlardan yapılacak tasarruflarla ayakta
durmaya çalışan bir bütçedir; verginin yükünü yüzde 28 oranında artıran bir
bütçedir; Motorlu Taşıtlar Vergisini, Emlâk Vergisini duble yapan, tüketim
vergilerini yüklenen bir anlayıştır; yoksa "sizin dubleciliğiniz, vergiler
konusunda mıydı" diye, şimdi, vatandaş soracaktı.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçe, 65 katrilyonluk bir borç ve faiz ödeme bütçesidir. Üstelik, bugünkü
faiz oranları indirilmezse, borç faizlerinin 70-75 katrilyon lirayı bulması
kaçınılmaz olacaktır. Yani, bu bütçe, çok yüksek bir başlangıç açığı
öngörmesine rağmen, aslında, gerçek açığı dahi gizlenmiş bir bütçedir.
Bu bütçe, emeklinin
aylığından kesinti öngörülürken, devletin yıllık 608 milyar lira faiz geliri
elde edenlerden vergi alamadığı bir bütçedir. Halk, belediye ekmeği alabilmek
için kuyruk kavgası verirken, yani, ayda 10-15 000 000 liralık bir tasarrufu
aile bütçesine katma savaşı verirken, siz, tüpgaza, motorine, Emlak Vergisine,
ete, süte, ilaca zam yapmakta ve Başbakanlık Konutunun onarımına trilyonlar
aktarmakla meşgulsünüz. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu bütçe, ne umudumuz
olan gençliğe ne fabrikalarda üretim yapan işçi ve işverene ne tarlasında
çalışan çiftçiye ne sabah ezanıyla dükkânını açan esnafa hiçbir katkı ve umut
vermemektedir. Bu bütçe, AKP yöneticilerinin, seçim meydanlarında
söylediklerinin tümünü inkâr ettiklerini gösteren bir belgedir. Sadece söz
verdikleri yeni hizmetleri yapamamakla yetinmeyip, işçinin, memurun, çiftçinin,
emeklinin haklarını da ellerinden alan bir bütçedir. Bu bütçe, toplumda, sadece
IMF'nin desteğini alan bir bütçedir. Dünya Bankası bile, bu bütçenin hiçbir
sosyal yönü olmadığını söylemiştir ve bu bütçe dolayısıyla, ne yazık ki, AKP
iktidarı, Dünya Bankasından sosyal adalet dersi almak durumunda kalmıştır.
Özetle, bu bütçe,
Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Halkına yakışmayan bir bütçedir.
Bu anlayışımızın
doğal bir sonucu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu bütçeye ret oyu
vereceğimizi ifade ediyor; hepinizi, sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Baykal, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, gruplar adına yapılan konuşmalar son bulmuştur.
Şahısları adına
konuşmalara geçmeden önce, bir hususu açıklamak istiyorum:
Şırnak Milletvekili
Sayın Abdullah Veli Seyda, Başkanlığımıza başvurarak, 59 uncu hükümetin
güvenoylamasına katıldığı halde, teknik bir nedenden dolayı, açıkoy tablosunda,
kendilerinin oylamaya katılmadığının görüldüğünü beyan etmişler ve sehven
yapıldığını düşündükleri bu hatanın düzeltilmesini talep etmişlerdir.
Aynı şekilde, Samsun
Milletvekili Sayın Mehmet Kurt'un da müracaatı bulunmaktadır.
Ancak, tutanaklar ve
elektronik oylama sistemi üzerinde yapılan inceleme sonucunda, elektronik
cihaza girme işleminde herhangi bir uygulama hatası veya eksiklik bulunmaması
halinde, açıkoy tablosunda aksine bir durumun görülmesine teknik olarak imkân
olmadığı anlaşılmıştır.
Şırnak Milletvekili
Sayın Seyda'nın kabul oyu pusulasının Başkanlıkça oylamanın başında açıklanan
elektronik cihazda oy kullanma ya da pusula gönderme sürelerinden sonra
Başkanlık Divanına intikal ettirilmesinden dolayı, gönderilen kabul oyu
pusulasının değerlendirilmeye alınmasına imkân bulunmamaktadır.
Kaldı ki, saat
11.00'den bu yana Meclis Genel kurulunda bulunduğunu gördüğüm pek çok sayın
üyenin de, şu veya bu sebeple güvenoylamasına katılamadığı görülmektedir.
Dolayısıyla, arkadaşlarımızın bu müracaatı, İçtüzüğe uygun bir müracaat değildir
ve oylama sonuçları değişmemiştir.
Değerli arkadaşlarım,
bütçenin lehinde konuşmak üzere, şahsı adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın
Mehmet Yılmazcan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır
efendim.
MEHMET YILMAZCAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları hakkında, şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, on yılı
aşkın süre koalisyonlarla idare edilmiştir. Koalisyonların yapısından
kaynaklanan bazı zaaflar, karar alma ve uygulama sürecini yavaşlatmış veya
geciktirmiştir. Bunun sonucunda, devlet şartlarının ve piyasanın işleyişi
ağırlaşmış, sorunlar yığılmaya başlamıştır. Yaşanan istikrarsızlık ortamında,
hükümeti teşkil eden siyasî partiler, siyasî belirsizlikten kendilerini
kurtarmanın yolunu, bir dönem sonra daha güçlü olmakta görerek, zaman zaman
popülist politikalara başvurmuşlardır. Sonu hiç gelmeyecekmiş gibi
borçlanmalar, kamu kaynaklarının israfı ve kaynak dağıtımındaki hatalar,
ekonomide risk unsurunu ve geleceğe yönelik beklentileri olumsuz etkilemiştir.
Borçlanma maliyeti artmış; devletin, ekonomik dalgalanmalara müdahale imkânları
sınırlanmıştır. Küçük miktarda para giriş ve çıkışları; hükümet üyelerinin,
davranış, söylem ve hastalıkları dahi ekonomik göstergeleri etkileyeme
başlamıştır. Hatalı kararlar sonucunda yaşanan iki ekonomik kriz, Türkiye
ekonomisine ağır yükler, ağır maliyetler getirmiştir. Kamuoyunda oluşan
örgütlü, organize yolsuzluk kanaatine karşılık, münferit suçlamalar kamu
vicdanını tatmin etmemiş; tam aksine, halkın, siyasetçiye, siyasî kurumlara ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine güvensizlik duymasına neden olmuştur. İşte, Ulu
Önder Atatürk'ün deyimiyle "bu ahval ve şerait içinde" 58 inci
hükümet ağır bir sorumluluk almıştır. Bu şartlar altında görevi devralan
hükümetin önünde, yapısal reformları gerçekleştirmenin ötesinde, toplumsal ve
bürokratik alışkanlıkları değiştirme, imtiyazcılık ve statükoculuğu kaldırma
yükümlüğü bulunmaktaydı. 58 inci hükümet, acil eylem planıyla, ülkenin birikmiş
tüm meselelerine el atmış ve kısa zamanda çok işler başarmıştır. Milletin
gönlünde taht kurmuş AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın
milletvekili seçilmesiyle bir haksızlık giderilerek yeni bir süreç başlamış ve
böylece, 59 uncu cumhuriyet hükümeti kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; günümüzde, ülkeler arasındaki ekonomik, sosyal ve siyasî
ilişkiler, iletişim ve ulaşım imkânlarındaki hızlı gelişmeler neticesinde
yoğunlaşmış ve giriftleşmiştir. Bölgesel ve küresel entegrasyonlar, ülkeleri,
bölgelerinin, hatta, dünya şartlarının bir parçası olmaya mecbur bırakmıştır.
Bir dünya ülkesi olan Türkiye'de ise, geçmiş dönemde, karar alma ve uygulama
yeteneğinin azalması, bürokratik ve toplumsal alışkanlıklar, toplumu yeteri
kadar dışarı açamama, söz konusu sürece uyum sağlamayı yeterince
geciktirmiştir. Yaşadığımız dünyada, üretim ve ihtiyaçları karşılama safhası
aşılmış, kalite ve verimliliğe dayalı bir rekabet süreci başlamıştır.
Türkiye, dünden
bugüne kurulmuş bir ülke değildir; önemli birikimleri olan bir ülkedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılan fikrî çalışmalar, sempozyumlar,
kongreler ve toplanan özel ihtisas komisyonu raporlarında Türkiye'nin sorunları
defalarca tekrar edilmiştir. Yönetim zaafları, yeterli iradenin ortaya
konulmayışı, günlük ve popülist politikalarla sorunları erteleme ve geciktirme
anlayışı, yapısal sorunları kronikleştirmiştir. Türkiye'nin alışkanlık haline
getirdiği başka bir davranış şekli de, daha önce yapılan tespitler üzerine
strateji ve politika vazetmemek; ama, bunu gerçekleştirecek somut politika,
proje ilişkisi kurmamak, işi söylem safhasında bırakmaktır. Zaman zaman birtakım
projeler geliştiriliyormuş, uygulanıyormuş gibi gösterilse de, yakından
bakıldığında, detay programların eksik, projelerin içinin boş olduğu kolayca
görülmektedir. Bu şekilde sürüp gelen kaynak israfını rekabetçi dünya ekonomisinin
kabul etmesi mümkün değildir. Büyük iddialarla başlatılan bazı projelerin
fiyaskoyla sonuçlandığı, kamuya enkaz devriyle sonuçlandığı bilinmektedir. Bazı
işlere hiç girişmemek, bu işlere hesapsız kitapsız girişmekten her zaman daha
makuldür. Bazı projelerin de belli kesimlere kaynak aktaran yapay projeler
olduğu, doğrudan kaynak transferinden daha maliyetli olduğu görülmüştür.
59 uncu hükümetin
önündeki çözüm; ekonomiden dışpolitikaya kadar rekabetçi ortama direnç gösteren
kemikleşmiş yapıları kırmak ve içi dolu politika ve stratejilere dayalı somut
projeler üretmek olacaktır. Rekabete dayalı süreçte en önemli unsur bireysel ve
toplumsal dinamizmdir. Katılımcı demokrasinin amacı, teşebbüs ve irade
özgürlüklerini geliştirerek, bireysel ve toplumsal katkıyı artırarak millî
geliri maksimuma ulaştırmaktır. Bu bakımdan, uygulanacak politikalar, insan
merkezli, insan hak ve özgürlüklerini esas almalıdır. Ezcümle, hükümet
programında benimsenen, insanı yaşat ki devlet yaşasın felsefesi son derece
isabetlidir. Siyasetin, son yıllarda popülist anlayışla yapılması neticesinde,
parti ve hükümet programları ve bütçeler, yasal zorunluluk olarak yerine getirilen
sıradan belgelere dönüşmüştür. Aslında, programlar ve uygulamadaki uzantısı
olan bütçeler, siyasî partilerin olaylara yaklaşımındaki farklılıkları gösteren,
hatta, daha derine inildiğinde, felsefesini aksettiren, son derece önemli
belgelerdir. Başta iş dünyası olmak üzere toplumun bütün kesimleri, bütçe
önceliklerine göre faaliyetlerini programlamaktadırlar; ancak, son yıllardaki
uygulamalar, bütçelerin, toplumun bütün kesimlerinde önemini yitirmesine sebep
olmuştur. Piyasa aktörleri, önlerini göremedikleri, politika ve stratejileri
belirlenmemiş ortamda faaliyet göstermek durumunda kalmışlardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçeler, belli bir yasal yükümlülüğü yerine getirmek üzere
çıkarılan, uygulamada büyük sapmalara uğrayan sıradan belgeler değildir.
Bütçeler, devlet harcamaları ve kaynak dağılımı yoluyla, ülke ekonomisine ve
topluma yön verebilen, gelişmeyi hızlandırabilen veya yavaşlatabilen, toplumsal
şekillenmeyi gerçekleştirebilecek, maliye politikasının en önemli aracıdır.
59 uncu hükümetin
uygulayacağı politikaların odak noktası, kamu maliyesi olacaktır. Ekonominin
işleyişindeki yüksek maliyetin düşürülmesinde, faizlerin düşürülmesi önemli rol
oynamaktadır. Bu bakımdan, borçlanmayı azaltmanın yolu, kamu harcamalarındaki
israfı azaltmak ve bütçeyi sağlam gelirle güçlendirmektir.
Bugüne kadar izlenen
vergi politikaları, Katma Değer Vergisi oranlarını, eşi görülmemiş şekilde
yükseltmiş, vergi hâsılatını çok düşük seviyelere geriletmiştir. Katma Değer
Vergisinin aşırı yükselmesi, fiyatları yükselterek, stok devir hızını düşürmüş,
dolayısıyla, üretim miktarını bir şekilde düşürmüştür.
Vergi oranlarındaki
gerçekçi olmayan uygulamalar, en çok esnaf ve sanatkâr kesimini etkilemiştir.
Kriz döneminde, vergi yükümlülüğünü yerine getiremeyeceğinden korkan pek çok
sanatkâr, işyerini kapatarak, kayıtdışı, korsan faaliyette bulunma yolunu
seçmiştir. Katma Değer Vergisi indirimlerinde, sanatkârlarımıza özel bir
indirim uygulanması, istihdamı olumlu yönde etkileyecek ve kayıtdışı ekonomiyi kayıt
içine çekmeye yardımcı olacaktır. Makul vergi oranları ve etkin kayıt denetimi,
ekonomiyi canlandıracaktır.
Yoksullukla mücadele
programının ilk adımında, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunun kullanım
alanının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen
konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET YILMAZCAN
(Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
İhtiyaç sahiplerine
nakdî yardımlar minimum seviyede tutulmalı, gerçekçi mikro ekonomik projeler
bir program dahilinde uygulanmalıdır. Başka bir deyişle, insanımıza, balık
vermek yerine, balık tutma imkânı sağlanmalıdır.
Reel sektörün
güçlendirilmesinde sanayi altyapısı sağlamlaştırılmalı, sanayi üretimi
yaygınlaştırılarak, gelişme kabiliyeti yüksek KOBİ'lere özel projeler
uygulanmalıdır. Küçük ve orta boy sanayi, büyük sanayiin temelini oluşturacak
şekilde desteklenmelidir.
Reel sektörün
devletçe desteklenmesinde en çok istismara açık konulardan devlet
yardımlarının, seçicilik esasına göre düzenlenmesi öncelikle ele alınmalıdır.
Proje önerilerine,
firmaların geçmişte gösterdikleri performanslarına ve rekabet güçlerine göre
kaynak tahsis edilmelidir.
Kalite ve verimlilik
faaliyetleri, rant getirici kapalı devre çalışmaları olmaktan çıkarılıp,
sanayie yaygınlaştırılmalıdır.
Şeffaflık ve
vatandaşın bilgi edinme imkânlarının artırılması, halkın ekonomik ve sosyal
hayata katılım arzusunu teşvik edecektir; ancak, geçmiş dönemlerde şeffaflık
görüntüsü altında televizyonlardan yapılan ihalelerin arkasından patlayan
skandaller, halkın "yönetimde şeffaflık ve dürüstlük" söylemine karşı
güvensizlik duymasına sebep olmuştur. Gerçek ve samimî bir şeffaflık
uygulaması, toplumun yüksek moralinin ve katılımcılığının kaynağı olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK Parti hükümetinin, devletin düzenleyici ve denetleyici
fonksiyonunu yerine getirerek, piyasa ekonomisinin şartlarını her türlü bozucu
etkiden arındırarak, dışpolitika ve dış ekonomik ilişkilerde duygusallıktan
uzak rasyonel politikalar izleyerek Türkiye'yi hak ettiği imkânlara
kavuşturacağına inanıyoruz.
2003 yılı bütçesinde,
daha önceden politik müdahalelerle yatırım programına doldurulan, verimlilikten
uzak, bütçe yapma imkânlarını kısıtlayan projelerin ayıklanması, kamu
kaynaklarının kullanımındaki rasyonelleşmenin ilk adımıdır.
Cari harcamalarda,
piyasa fiyatı ile kamu fiyatları arasındaki fahiş farkın kontrol altına
alınması ve bütçede büyük sapmalara sebep olan düzensizliklerin engellenerek,
bütçe disiplininin sağlanması, kamuda tasarrufu artıracak; bunun neticesinde,
faizler üzerindeki baskı azalarak, tüm ekonomi rahatlama yoluna gidecektir.
AK Parti hükümeti,
gerek hükümet programına gerekse bütçeye yansıttığı anlayış ve felsefe
farklılığıyla, bu döneme damgasını vuracaktır.
2003 yılı bütçe
uygulamaları, rutin anlayıştan uzak, her harcamada performans değerlendirmesi
yapılan, etkin, verimli ve içi dolu projeleriyle bir dönemin ilk adımı
olacaktır.
İktidarın elindeki
meşale, insanı merkez alan, insan hak ve hürriyetlerini, gelişmenin ve katılımcılığın
temel ilkesi kabul eden yaklaşımlar olacaktır.
2003 yılı bütçesinin,
halkımızın hak ettiği, ama, yerine getirilmesinde gecikilmiş hizmetleri telafi
edeceği inancıyla, bütün Türk Milletine hayırlı olmasını diler; hepinizi
saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Yılmazcan, teşekkür ederim.
Aleyhinde söz isteyen
Kars Milletvekili Sayın Selahattin Beyribey.
Sayın Beyribey, size
söz vermeden önce, bir hususu açıklamak istiyorum.
Siz, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesisiniz ve Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan oylamada bütçenin
lehinde oy kullanmışsınız.
İçtüzüğümüzün 42 nci
maddesi gereğince, komisyon raporunda imzası bulunan komisyon üyesi, diğer
komisyonlarda veya Genel Kurulda, çekimser veya aykırı olduğunu rapor metninde
yazıyla belirttiği hususlar dışında, sözcüden soru soramaz ve komisyon raporuna
aykırı konuşma yapamaz.
İki hakkınız var:
Aleyhte söz istediniz, lehte konuşabilirsiniz; zannediyorum ki, öyle bir şey
yapacaksınız; yoksa, aleyhte konuşma imkânınız İçtüzük gereğince mümkün değil.
Bence, daha doğru
olanı ve siyaseten şık olanı, bu sözü Cumhuriyet Halk Partili üyeye bırakmak ve
aleyhinde konuşma yapmasını temin etmektir. (CHP sıralarından alkışlar)
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Kars) - Sayın Başkanım, ben, bölgemle ilgili, Türkiye ile ilgili
mesajlar vermek istiyorum.
BAŞKAN - Bu
açıklamalarım ışığında, buyurun.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Kars) - İçtüzüğün...
BAŞKAN - İçtüzük çok
açık; Plan ve Bütçe Komisyonunda olumlu oy kullandığınız bir konuda, burada
aleyhte konuşamazsınız. Konuşursanız, yakışık almaz.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Kars) - Doğrudur.
BAŞKAN - Bu
açıklamalarım ışığında, söz sizin.
Süreniz 10 dakikadır.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Kars) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Sayın Başkanım, lehte iki konuşma oluyor!..
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, İçtüzük 61
inci maddede, burada söz almayla ilgili husus belli: "Söz, kayıt veya
istem sırasına göre verilir." Başkanımızın dediğine de katılıyorum; ama, o
istem sırasına da, bütçe, Plan ve Bütçe Komisyonundan çıktıktan sonra, Genel
Kurula verildiği gün, o günden itibaren saat 9.00'da, gidilir, oradan söz
istenilir. Biz, sabahleyin saat 7.30'da sıcak yatağımızdan kalktık; oraya, söz
sırası almak için gittik; bölgemizin, Türkiye'nin sıkıntılarını ifade etmek
için. Aleyhte değil; aleyhte ve lehte karışık konuşacağım, fikirlerimi
söyleyeceğim. Şahsım adına konuşuyorum, bir grup adına da konuşmadığım için,
sözlerimi ifade etmek istiyorum. Ayrıca, Anayasanın 25 inci ve 26 ncı maddeleri
de sarihtir; kişiler, fikirlerini ifade etme hakkına sahiptirler.
ATİLLA EMEK (Antalya)
- Hakkın suiistimalidir; suçüstü yakalandın.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Efendim, teşekkür ediyorum. (!)
Bütçeler, devletin
gelirler toplamasına izin veren ve giderlerin yapılmasına yetki veren kanundur.
Bütçeler, aynı zamanda, hazırlayan iktidarın tercihi ve önceliklerini ortaya
koyan metinlerdir. Daha önce uygulanan yanlış programlar, yönetim hataları,
gerekli yatırımların zamanında yapılmamasından dolayı yüksek enflasyon, büyük
kamu borç stokları, istikrarsızlık ve dalgalı büyüme, dengesiz gelir dağılımı
ve yüksek işsizlik gibi ciddî sorunları birlikte getirmiştir.
3 Kasım öncesi
hükümetler döneminde, bütçe, Nasrettin Hocanın Türbesi gibidir. 3 Kasımdan
önce, kapısında kilidi olan, duvarları olmayan bir bütçe vardı. İşte, 58 inci
ve 59 uncu hükümetler, bu bütçenin tadilatıyla ve duvarlarını inşa etmeyle
ilgili eylem içerisindedir.
ATİLLA EMEK (Antalya)
- Lehte mi, aleyhte mi konuşuyorsun?
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Lehte mi, aleyhte mi; devamını dinleyince anlayacaksınız
sayın milletvekili.
AK Parti, acil eylem
planı çerçevesinde, çoğulcu demokrasi, hukuka ve insan haklarına saygı
temelinde ekonomik istikrarı sağlamış, rekabetçi bir piyasa yapısı oluşturmuş,
sürdürülebilir bir kalkınma hızı yakalamış, bütün nimetleri adil olarak
dağıtan, yolsuzluk ve yoksulluğun önüne geçecek, farklılıkları zenginlik olarak
değerlendirecek bir anlayışla bütçesini sunmuştur.
Ben, burada, şahsıma
ait fikirlerimi ifade etmek istiyorum.
Sağlık
politikalarıyla ilgili olarak, koruyucu hekimlik hizmetlerinin devam etmesinden
yana tavırlarını destekliyorum. Ayrıca, sağlığın tek çatı altında toplanması
çok önemli bir husustur. Aile hekimliği ve genel sağlık sigortasının
hedeflenmesi, acil eylem planıyla da bunun vurgulanmış olması önemlidir. Ben,
tedavi edici hizmetlerin -SSK da dahil- bir çatı altında toplanmasını
savunuyorum. Ayrıca, özellikle, sağlık ocaklarının, ilçelerde ve köylerde
yeterli olduğunu, bundan sonra ilçelere ve köylere sağlık ocağının yapılmaması
gerektiğini, il merkezleri ve büyük ilçelerde sağlık ocaklarının yapılması
gerektiğine; sağlık evlerinin tamamen kaldırılarak, onun yerine, gezici sağlık
kabinleri oluşturulmasının ve bu sağlık kabinleri için de hizmet satın alınarak
bunların yapılmasının faydalı olacağına inanıyorum.
Tedavi edici sağlık
hizmetlerinde paket program uygulamasına gidilmesi gerektiğini, bu yolla hem
maliyetin ucuzlayacağını hem de kaliteli bir sağlık hizmetinin alınmış
olacağını düşünüyorum.
Aile hekimliğiyle
ilgili, şimdiden, aile hekimliği eğitimine hız verilmelidir.
Tek taraflı olarak
yapılan, trilyonlarca lirayı toprağa gömdüğümüz; daha çok, iktidara gelen
bakanların kendi köylerine, kentlerine yapmış olduğu binalar var; maalesef
-maalesef diyorum- Türkiye'nin her köşesinde, atıl durumda olan binlerce bina
vardır. Ben ümit ediyorum ki, AK Parti hükümeti böyle bir uygulamaya
gitmeyecektir, gereksiz olan hiçbir yatırım yapmayacaktır. Bu yatırımların
sahipleri olmuyor. Bununla ilgili örnekler vermek istiyorum; il adı
söylemeyeyim, şık olmaz; ama, öyle illerimiz var ki, her köyünde bir tane
hastane var. Oysaki, Kars'ta 200 yataklı bir devlet hastanesi var, bunun yatak
sayısını 235'e çıkarmışız; doluluk oranı, Türkiye ortalamasının yüzde 20
üstündedir. Yeni bir hastane yapılması için temel atılmış, şu anda yüzde 60'lar
seviyesinde olmasına rağmen, on yıldır bitirilemiyor. İnşallah, ümit ediyorum,
59 uncu AK Parti hükümeti bunları gözardı etmez, bunlarla ilgili çalışmalarını
yapar ve Karsımızdaki bu yeni devlet hastanesini hizmete geçirmiş olur.
Sosyal güvenlik
kurumlarının bir çatı altında olması gerektiği kanaatini taşıyorum; bununla
ilgili de, SSK'dan, sağlık hizmetlerinin mutlaka ayrılması gerektiğini
düşünüyorum.
Devlet personel
rejiminde kaliteli ve hızlı hizmet, çalışanlar arasındaki ekonomik uçurumun
ortadan kaldırılması, devamlı eğitime tabi tutulması, üretene daha çok ücret ve
personel performans değerlendirmesi yapılması gerektiği kanaatindeyim. AK
Partinin, tabiî ki, bu doğrultuda yaptığı işlevi de burada söylemek lazım. AK
Parti, acil eylem planıyla, performans değerlendirmesi doğrultusunda kendisini
ifşa etmiştir. Ben, bununla ilgili, tüm idarecilerin, personelinin
performanslarını değerlendirmesi, başarısız olan idarecilerin ise bu işleri
bırakmasından yana olduğumu düşünüyorum. Özellikle personel alımlarında
usulsüzlüklere meydan vermemek lazım. Son zamanlarda, DMS sınavında 70'in üzerinde
puan alanlardan, sözleşmeli olarak binlerce insan işe yerleştirilmiştir.
Bunların doğru olmadığını ifade etmek istiyorum. Adama göre kadro değil,
kadroya uygun adam atanmalıdır.
Tarım alanında,
Türkiye genelinde özellikle tavuk, kaz, hindi üretimi artırılmalı; özellikle
yumurta üretimi ve damızlık hayvan üretimi mutlaka desteklenmelidir. Et
fiyatları, girdi maliyetlerinden dolayı komşu ülkelerimizin iki katıdır. Şu
anda, et çok yüksek fiyatta olduğu için de, maalesef, damızlık hayvanların
kesimi hızlanmıştır. Damızlık hayvanların kesimini engellemek için, dişi hayvan
kesimi yasaklanmalı; kültür hayvanı veya sunî döllenmeyle doğmuş olan
buzağılara mutlaka altın hediye edilmelidir. Böylelikle, hayvancılık
desteklenmiş olacaktır.
Kars, Erzurum,
Ardahan, Iğdır, Ağrı İllerimizde ve Doğu Anadolu'nun tümünde sunî gübre
kullanımının azlığından dolayı bakir alanlar mevcut olup, özellikle bu
bölgelerin organik tarım alanları olarak ilan edilmesi ve buraların mutlaka desteklenmesi
gerekmektedir. Çiftçilerimizi balık tutan yapmalıyız; çiftçilerimize balık
verir durumda olmamamız gerekir. Aslında, Türkiye'de, tarımla ilgili, buğdayla
ilgili her türlü konuda sıkıntılarımız vardır. İnşallah, ümit ediyorum ki, 59
uncu hükümetin, özellikle tohumla ilgili, kendi tohum bankamızın
geliştirilmesiyle ilgili geleceğe ait yatırımlar yapması gerektiğine
inanıyorum.
Kars, Ağrı, Erzurum,
Ardahan ve Doğu Anadolu Bölgemizde kaba yem üretimi teşvik edilmeli, özellikle
silaj yemi yapılması doğrultusunda destekte bulunulmalıdır.
Turizmle ilgili
yatırımlar geliştirilmeli; özellikle, dağ, kayak turizmi, inanç turizmiyle
ilgili tanıtımlar yapılmalıdır. Kars yöremizdeki, Ortadoğu'nun en büyük kayak
merkezi olan Sarıkamış Kayak Merkezi alanı içindeki otellerimiz, maalesef
yıllardır yapılmıyor; bunların iptal edilerek, yapacak olan yeni kişilere
devredilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu savaştan dolayı, özellikle medyada birkaç gündür savaş çığırtkanları, sanki
bayram edercesine, turizmi köstekleyecek doğrultuda "turizm yok oldu;
buraya insanların gelmemesi lazım" boyutunda yayınlar yapmaktadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Beyribey, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Mutlaka bununla
ilgili alternatifler üretilmeli, bu konuda mutlaka yaptırımlar uygulanmalıdır.
Malî politikalar...
Gelirin tabana mutlaka yayılması lazım. Ben, özellikle, KDV'nin indirilmesinden
yanayım. Vergi iadesinin Türkiye'de herkese verilmesinden yanayım. Mutlaka
vergiler aşağı çekilmeli, KDV indirilmeli ve herkes vergi iadesi almalıdır.
Böylelikle, kayıtdışı kaynaklarımız kayıtiçine alınmış olacak ve vergi
kayıplarımız önlenmiş olacaktır.
Atıl ve gereksiz
yatırımlar var; bunları teşvik etmemek lazım. Gereksiz ve atıl yatırım yapanlar
hakkında mutlaka kanunî işlemler yapılmalıdır. Anadolu'yu gezdiğiniz zaman,
dağların taşların ortasında, atıl olan, kullanılmayan binlerce bina var;
bunlar, hem orada yaşayan insanları kahretmekte hem de bizleri, maalesef,
kahretmektedir.
Demiryoluyla ilgili
yatırımlara daha çok hız verilmelidir. Türkiye'nin en önemli yatırımlarından
biri, bence karayolu kadar önemli bir yatırımı, demiryoludur. Mutlaka,
Avrupa'yı Asya'ya bağlayan demiryoluna destek verilmeli; Ankara-Erzurum
Ekspresi Kars'a kadar gitmeli; Kars-Tiflis demiryolu da bir an evvel ihale
edilmelidir.
Kafkas Üniversitemiz,
kendisiyle eşzamanda kurulan üniversitelerin yüzde 50'si kadar gelişmiştir. Bu
konudaki adaletsizliğin ortadan kalkacağına inanıyorum. AK Partinin, bunun
kalkması doğrultusunda çalışma yapacağına inanıyorum. Ayrıca, kanunu çıkmış
olmasına rağmen, yıllardır açılmamış olan Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesinin
bir an evvel açılması gerektiğine inanıyorum.
Ben, burada sözlerimi
toparlamak istiyorum; ama, sözlerimi toparlarken felsefemi de ifade etmek
istiyorum. 1000'li yıllarda Kars'ta yaşamış bir zatın sözleriyle sözlerimi
tamamlamak istiyorum. Bu zat, Ebul Hasan Harakani Hazretleridir; bu zat, Ahmed
Yesevî'nin hocasının hocasıdır; ayrıca, Mevlana'nın "feyz aldım"
dediği kişidir. Şöyle der: "Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini veriniz,
inancını sormayınız. Zira, Allah katında, ruh taşıyan herkes, Ebul Hasan'ın
sofrasından ekmek yemeye layıktır."
Bu duygularımla, Yüce
Meclisi saygıyla...
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Oyunuz nasıl olacak?
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Efendim?..
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Bütçeyle ilgili oyunuzun rengi nasıl olacak?
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Efendim, bütçeyle ilgili oyumun rengini, geldiği zaman
göreceksiniz.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Beyribey.
YUSUF SELAHATTİN
BEYRİBEY (Devamla) - Ben teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, hükümet söz istemektedir.
Buyurun Sayın Bakan.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Sayın Başkan, usul hakkında bir şey söylemek istiyorum, izin verir
misiniz.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
bir saniye izin verir misiniz.
Buyurun Sayın
Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Geçtiğimiz gün Danışma Kurulunda sizin Başkanlığınızda yaptığımız
toplantıda, bütçenin tümü üzerinde bir aleyhte, bir lehte söz verilmesini -biri
Cumhuriyet Halk Partisinden, biri de...- ve sırasını bile belirlemiştik. Şimdi,
sizin bu uygulamanız bir emsal teşkil ediyor. Yanlış bir emsal oluşmaması
açısından, sayın hatibin konuşmasının tutanaklardan çıkarılmasını istiyorum.
Ayrıca, siz bu
değerlendirmeyi yaparsanız, biz bu bütçe çalışmalarını tamamlayamayız. O
bakımdan, gerçekten, bir yanlış uygulama olmuştur; bunu tashih edecek bir yol
bulmamız lazım. Bunun da yolu, benim aklıma gelen... Siz daha iyisini bilirsiniz...
BAŞKAN - Efendim,
Sayın Bakan konuşacaklar; Sayın Bakanın konuşmasından sonra tashih edeceğim çok
güzel biçimde; hiç merak buyurmayın.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe sunuş
konuşmasından sonra, değerli konuşmacılar geldiler, bütçe hakkında fikirlerini
beyan ettiler ve ben de, hükümetim adına, kendilerini dikkatle dinledim. Her
şeyden önce, bütün konuşmacılara teşekkürlerimi arz ediyorum.
Sayın Canikli ve
Sayın Gedikli'nin konuşmalarını dikkatle dinledim, kendilerinin yapıcı
tenkitlerini not aldım; onlarla ilgili gerekenleri yapacağız. Yalnız, tabiî,
Sayın Canikli bazı gerçeklere temas etti; "faizlerin yüksek olması, sosyal
dengelerde olumsuzluklar meydana getiriyor, gelir dağılımında dengesizlikler
meydana getiriyor" dedi; haklıdır. Bunun tek çaresi, bu faizleri indirmek.
İnşallah, o günleri de bize Cenabı Allah gösterir.
Halk Partisi Grubu
adına konuşan Değerli Genel Başkan Sayın Baykal, konuşmasına başlarken, önce AK
Partiye ve AK Parti hükümetine bazı tavsiyelerde bulundular; biz de dikkatle
kendilerini dinledik.
Muhalefet yetkilileri
konuşurken önce tavsiyeler başlıyor, ondan sonra neleri yapmamız neleri
yapmamamız gerektiği hakkında talimatlar başlıyor, ondan sonra da -çok daha
ileri giderek- birtakım tenkitler -yersiz demeyeyim de- bazı iyi hazırlanmamış
tenkitlerle bizi bir yerlere kondurmak istiyorlar. Doğrusu bütün bunları çok
yadırgıyorum ve bunlara üzülüyorum.
Şimdi, Sayın Baykal
diyor ki: "İktidarın, iktidar sorumluluğunu üstlenmesi lazım; ağlama
dönemi bitmiştir."
ERDAL KARADEMİR
(İzmir) - Doğru...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Tabiî, bütün millet bizi seyrediyor, dinliyor. Biz hiçbir
zaman ağlamadık arkadaşlar. Biz iktidar sorumluluğunu daha iktidara gelmeden
önce üstlendik, milletin karşısına öyle çıktık, iktidara geleceğimiz zaman
neler yapacağımızı millete bir bir söyledik, iktidara geldikten sonra da onları
bir bir yapıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK
(Antalya) - Tersini... Tersini...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Tabiî, sorumluluk önemli. Şimdi, sayın muhalefet her zaman
söylüyor; diyor ki: "Biz sorumlu bir muhalefet yapıyoruz, yapıcı bir
muhalefet örneği gösteriyoruz." Sözlerle bir şey olmuyor. Mühim olan, bunları
realize etmek; yani, hakikaten, ne söyleniyorsa, o söylenene göre hareket etmek
lazım, hareketler ile sözlerin birbirini tutması lazım. Burada, o sorumluluğu,
muhalefet de biraz daha duyarsa daha iyi olacak diye düşünüyorum; çünkü, biz iktidarız
ve iktidarlığımızı biliyoruz, ne yapacağımızı da biliyoruz. Şüphesiz ki,
yapacaklarımız hakkında muhalefet muhalefetliğini yapacak, tenkitlerini
yapacak, biz de dinleyeceğiz; ama, onları yaparken de bazı gerçekleri gözden
uzak tutmazsa, bu millete daha iyi hizmet edilmiş olacak, bu Meclis
fonksiyonunu daha iyi icra etmiş olacak; çünkü, bakın, millet, yalnız bizi
getirdi; AK Partiyi iktidar yaptı, Halk Partisini muhalefet yaptı ve iki tane
parti geldi. Dolayısıyla, iki partinin de bir tek vazifesi var; bu millete
hizmet etmek.
Şimdi, bize deniliyor
ki: "Sizi, milletin yüzde 35'i getirdi; dolayısıyla, siz, yüzde 35 adına
konuşursunuz." Bu, çok yanlış ve üzücü bir şey. Bu Seçim Kanununu biz
yapmadık ve biz iktidar olduğumuz zaman bütün milletin iktidarıyız, yüzde 35'in
falan değil. (AK Parti sıralarından alkışlar) Böyle ayırımcılık... Doğrusu
yakıştıramadım; yani, olmadı.
Bakınız, şimdi,
televizyonları izliyorsunuz, zaman zaman anketler yapılıyor, deniliyor ki:
Halk, falan millette, falan memlekette, bu liderin, iktidarın ne kadar
arkasında. Bir kamuoyu yoklaması yapılıyor; o yoklamalar çok değişik oluyor,
çok değişik neticeler çıkıyor. Aldığı oylarla değil ki... İngiltere'de daha
yeni yapmışlar, şu kadar çıkmış, Amerika'da yapmışlar bu kadar çıkmış. Bizde de
yeni yapıldı; yani niye unutuluyor şu Siirt?! Siirt yüzde 85; yani, bu niye
görmezlikten geliniyor?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bugün, Çorum'da seçim
var; herkes otursun televizyonunun başına, görsün bakalım millet; yüzde 35 mi,
daha fazla mı?!. Tabiî biz, yaptığımız politikaları bilerek yapıyoruz,
iktidarda ne yapacağımızı bilerek yapıyoruz. Bu milletin desteğinin de
arkamızda olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Alçak gönüllü olmamız
isteniyor. Evet, biz alçak gönüllüyüz çok şükür. Öyle çok yükseklerden...
"İktidarlar geçici..." Tabiî, muhalefet de geçici, iktidar da geçici,
dünya da geçici, ömür de geçici, her şey geçici; bunun bilinci içindeyiz çok
şükür.
Şimdi, biz tabiî bu
bütçeyi getirdiğimiz zaman burada rakamları söyledik. Bu rakamlar, maalesef,
bir tabloyu ortaya çıkarıyor; yani, bu rakamları aldıktan sonra, sorumlu
herkesin düşünmesi lazım. Yoksa, çiftçiye verilmedi, işçiye verilmedi, şuna
verilmedi, gaz ucuzlamadı, bilmem neye zam yapıldı; bu gibi popülist
yaklaşımlar doğru değildir.
ŞEVKET ARZ (Trabzon)
- Ama, söz verdiniz.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, biz, böyle, malî disipline uymayan bir bütçe
yapsaydık, açıkları çok yüksek olan bir bütçe yapsaydık, gerçeklere uymayan bir
bütçe yapsaydık, bu Türkiye'nin hali ne olacaktı acaba?!
Siz, bu bütçenin
belki daha da sıkılması lazımgelir dersiniz diye düşündüm; çünkü, sorumlu
muhalefet yapacağınızı söyleyerek geliyorsunuz; ama, tam tersine, burada,
popülist birtakım yaklaşımlarla bizi tenkit ediyorsunuz; bu olmuyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Neden; bakın, ben şimdi size söyleyeyim: Şimdi,
diyorsunuz ki, memura vermediniz, emekliye vermediniz. Biz, alt gelir
gruplarından, yani, yoksullardan yana bir tavır koyuyoruz, onları destekleyecek
bir politika takip ediyoruz.
Emekliye,
Bağ-Kurluya, Sosyal Sigortalı emekliye zam yaptık. O zamlar, toplam 6 000 000
kişiyi ilgilendirdi ve gelir gelmez -58 inci hükümet zamanında- bütçeden, 3
katrilyon lira zam yaptık. Bunları hiç görmüyorsunuz da, yüzde 1 kesintiyi niye
görüyorsunuz?!. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yani, bu parayı veren, bu hükümet
değil mi, AK Parti hükümeti değil mi?! 150 000 000 lirayla yaşamaya mahkûm
edilmiş emeklinin maaşını, biz, bir kalemde 250 000 000 liraya çıkardık. Daha
fazla da çıkarmak isterdik; ama, imkânımız bu kadar.
ÖNER ERGENÇ (Siirt) -
O zaman da, nereden vereceksiniz dediler Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Evet, o zaman, nereden vereceksiniz diye kızdılar; şimdi
de, niye vermiyorsunuz diye kızıyorlar.
MUSTAFA GAZALCI
(Denizli) - Kepçeyle alınıyor.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, tabiî arkadaşlar, her şey hesap meselesi. Hesabı
bilmeden bol bol atın; bir şey olmaz. Söyleyin; ama, hesabı bileceksiniz. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ŞEVKET ARZ (Trabzon)
- Seçimlerde de siz attınız.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Yani, bütçenin başına oturduğunuz zaman, Maliye'nin başına
oturduğunuz zaman, o hesabı bileceksiniz.
Sayın Baykal, Maliye
Bakanlığı da yaptı; bunları çok iyi bilir; diyor ki: "Bu bütçe niye geç
kaldı; IMF'yle müzakereler neticesinde geç kaldı." Yahu, 3 Kasımda seçim
oldu, biz, ondan sonra hükümete geldik, ondan sonra güvenoyu aldık, ondan sonra
geçici bütçe hazırladık. Yetmez; çünkü, teknik sebeplerden dolayı oluyor.
Geçici bütçeyi hazırladık, koyduk. Onun arkasından, harıl harıl, genel bütçeyi
yapmaya koyulduk. Ee, şimdi, elinizdeki imkânlar kısıtlı, borçlar almış
yürümüş, faizler dağ gibi büyümüş, ondan sonra yoksulluk artmış, işsizlik
artmış, bir de, üstüne üstlük Kıbrıs meselesi çıkmış, onun üzerine Irak krizi
çıkmış ve bütün bu şartlar altında, bütçeyi hazırlıyorsunuz.
Bir taraftan da,
yatırımları seleksiyona tabi tutuyorsunuz; çünkü, burada, AK Partili değerli
milletvekili arkadaşımız söyledi; efendim, bilmem kaç bin tane yatırım projesi;
herkese dağıt, kızgın sacın üzerine su serpmiş gibi, bütün paralar heba olsun
gitsin. Hayır, öyle yapmadık; yatırımları tek tek aldık, hangi yatırım bitmek
üzereyse, ona para verdik; çünkü, bitirilmeyen yatırıma verdiğin para ne
olacak; heba olup gidecek. İsraf... "Ver efendim, dağıt gitsin; yap bütçeyi,
acele acele gelsin..." Yok öyle şey arkadaşlar! Biz, ne yaptığımızı
bilerek, hazırlıklı bir şekilde geldik, onun için, biraz da gecikti. Sizler,
biraz daha fazla mesai sarf edeceksiniz, ondan dolayı, şimdiden hepinize
teşekkür ediyorum; ama, bu işin tekniği böyle. Yoksa, IMF istedi diye kaldı,
IMF geldi diye kaldı... Evet, IMF'yle ilgili bir program da yürütülüyor, onu da
kimsenin inkâr ettiği yok; ama, ondan dolayı kaldı, ona esir oldu falan; böyle
şeyleri bırakın. Hadi bakalım, şimdi, söylüyorum; IMF'ye hayır mı diyelim?!
Lütfen, kendi arkadaşınıza, Sayın Kemal Derviş'e bir sorun bakalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu, IMF hakkında söylediklerimiz, acaba, sizinle
uyuşuyor mu; bizim politikalarımız sizinle örtüşüyor mu, bir sorun... Burada
konuşmak kolay. (CHP sıralarından "Örtüşmeyen sizin beyanlarınız"
sesi)
Sayın arkadaşlar,
ben, şimdi, bazı bilgiler arz etmek istiyorum. Deveye "boynun niye
eğri" diye sormuşlar, o da "nerem doğru ki" demiş. Sayın Baykal,
burada, şu olmadı, şu oldu diye rakamlar veriyor, bu doğrular nerede diye
bakıyorum... Diyor ki: "Elektrik 11'den 9'a indi." Bakın, şimdi
söyleyeyim...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Doğruları da siz söyleyin Sayın Bakan, biz de öğrenelim.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi söyleyeceğim, esas rakamları öğrenmekte fayda var
tabiî.
Elektriğin kasım ayı
ortalama satış fiyatı 8,2 sent; yani, 129 305 lira iken, bugünkü tarih
itibariyle 7,6 sente düşmüş. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Yalnız, faturalara yansımıyor...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Yani, 127 365 liraya düşmüş. Maliyetlerde herhangi bir
azalma olmamasına rağmen, hem dolar bazında hem de TL bazında elektrik
fiyatları kasım ayına göre daha düşük seviyededir.
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Faturalar öyle demiyor Sayın Bakan. Faturaları biz ödüyoruz, vatandaş
ödüyor!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Enerji Bakanlığımız çok daha kalıcı çalışmalar yapıyor. Bu
elektrik fiyatları daha inecek, bakın, görürsünüz. Nasıl oluyor, onu da size
kısaca arz edeyim, bilgi vereyim. Şimdi, doğalgazla elde edilen elektriğimizin
fiyatı pahalı, hepiniz biliyorsunuz. Bunun yanında, termik santrallarından ve
hidroelektrik santrallarından elde edilen elektrik de ucuz. Şu anda, elektrik
ihtiyacı, büyük çapta, doğalgazdan elde ediliyor. Şimdi, Enerji Bakanlığımız bu
yapıyı değiştiriyor. Enerji Bakanlığımız ne yapıyor; diyor ki "ben, artık,
hidroelektrik santrallarından elektrik elde edeceğim, oradan dağıtım
yapacağım."
EŞREF ERDEM (Ankara)
- 4 sene sürer bir hidroelektrik santralının yapımı.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Buna da başladı, onu da arz edeyim.
Çok şükür,
barajlarımız lebaleb dolu, bütün barajların seviyesi dolu. İlk yapılacak iş,
bundan önceki hükümetler, elektriğimiz yok diye Bulgaristan'dan yüksek fiyata
elektrik alıyorlardı; şimdi, o elektrik alımı
durdurulmak üzere, çok yakında durdurulacak; çünkü, kendi elektriğimizi
çok ucuz şekilde biz üreteceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İşte, kalıcı çözümler
bunlar. Yoksa, yap zam, geçsin; yap zam, geçsin değil. Böyle kalıcı çözümler...
Şimdi, böyle kalıcı
çözümler için ne lazım; zaman lazım; ama, bizden, birden bire, beş yılın
programını dört ayda istemek, herhalde, insaf ölçülerini aşar biraz. Sayın
muhalefet hep aynı şeyi yapıyor; ama, sabır... Hepsi gelecek.
Bakın, vergi
indirimleri dedik; vergi indirimleri tasarısı yeni getirildi. Kurumlar
Vergisini yüzde 65'ten yüzde 45'e indiriyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bakın onlara şimdi, tasarı getirildi; önümüzdeki hafta Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmeye başlanır.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Halkın vergisinden bahsediyoruz Sayın Bakan, şirketlerin vergisinden
değil.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Onun dışında, yatırım indirimlerinden kesilen stopajları
tamamen kaldırıyoruz, fon adı altında alınan vergileri kaldırıyoruz; onlar da
geldi, yani, tasarı Meclise getirildi.
ORHAN SÜR (Balıkesir)
- Araç vergilerini niye artırdınız?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Taşıt vergileri, emlak vergileri...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, vergi barışını, ikide bir, gelip "naylon
fatura, naylon fatura" diye söylüyorsunuz, halkın nazarında şov yapıp
duruyorsunuz. Gidin, halka sorun; şu vergi barışı iyi mi oldu kötü mü oldu, bir
sorun bakalım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - Çok iyi oldu Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Ben, şimdi, çarşı pazar geziyorum, sanayi çarşılarını da
geziyorum, vergi barışından dolayı ne kadar memnun olduklarını görüyorum. Siz
de, biz bu vergi barışına karşıyız deyip, gezin bakayım, göreyim; biz bunu
istemiyoruz deyin, gezin orada. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Uzayda yaşıyoruz, uzayda!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Sayın Baykal "10 katrilyon deniliyordu, sonra 2,4
katrilyon denildi, bütçeye 750 trilyon konuldu" dedi. Böyle bir şey yok
yani. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bakın, biz, 2,4
katrilyon lira tahmin ettik; 58 inci hükümet zamanında Başbakanımız "biz,
bu vergi barışından 2,4 katrilyon lira bekliyoruz ve 2,4 katrilyon lira vergi
alacağız, gelir gelecek diye bu parayı bütçeye koyduk" dedi. Şimdi, bugün
ayın kaçı -ayın sonuna daha vakit var biliyorsunuz- 850 000 kişi müracaat
etmiş; daha, henüz, hepsinin hesapları... Tabiî, müracaat eder etmez çıkmıyor;
ama, hesap edilip, kesinleşen rakam 2 katrilyon lira. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Tabiî, bütün bu iyi
göstergelerden muhalefet partimizin de memnun olacağını bildiğim için bunları
açıklıyorum.
RECEP KORAL
(İstanbul) - Umarız...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Personel ödemelerinin bütçe içindeki payları azaldı,
dolayısıyla, siz, bir nevi memurun parasını azaltıyorsunuz manasına gelen
tenkit yapıldı. Arkadaşlar, bütçe içindeki pay başka, gayri safî millî hâsıla
içindeki pay başka. Şöyle arz edeyim: Sabahleyin de arz ettim, bütçemiz 145
küsur katrilyon lira, bunun 65,5'i faiz; bu faizleri dahil ettiğiniz zaman
bütçe 145 katrilyon liraya yükseliyor. Bizim faizdışı harcamalarımız 80 küsur
katrilyon lira. Dolayısıyla, faizi de içine alırsanız nispet azalır; ama,
gerçekte bir düşüş yok; gayrî safî millî hâsıla içerisindeki payı devamlı
korunmuştur, aynı kalmıştır; hatta, belki de artmıştır. O bakımdan, personel
harcamalarımızda bir azalış söz konusu değildir. Azalış olursa nasıl olur; biz,
fazlalıkları azaltabilirsek, kamudaki fazla personeli azaltabilirsek, o zaman
bunların da azalması lazım.
Bakınız, şimdi, bir
şey daha söyleyeceğim. Petrole zam, tüpe zam, artı bütün petrol türevlerini
sayarsanız, onların hepsine zam... Doğru mu; doğru. Peki, neden; 22-23
dolarlardan çıktı 38 dolarlara petrol; bunu, ne yapalım yani?.. Bu zammı
yapmazsak, bu milletin yükü daha da artacak, borcu daha da artacak, ödeyeceği
faiz daha da artacak; mecburen zam yapıyorsunuz. Şimdi, petrol fiyatları düştü,
biz de, geçen hafta fiyatı düşürdük; ilk defa, biz de petrolde fiyatı düşürdük.
Bundan sonra düşecek, biz de aynı şekilde düşüşü yapacağız; gerçekçi hareket
etmek mecburiyetindeyiz; yoksa, o zammı bütçeye yükle, bu görev zararı de, onu
yükle, bunu yükle... Hepiniz biliyorsunuz ki, o görev zararları, sonunda, milyarlarca
dolar olarak bu milletin sırtına yüklendi.
Bakınız, biz,
ekonomide hiç zikzak yapmıyoruz; öyle zikzak yapıyor falan değiliz. Nemalar
konuşuluyordu; bu nemaları onaltı seneden beri kim konuşuyordu allahaşkına?!.
Unutturulmuştu, unutturulmuştu!.. (AK Parti sıralarından alkışlar) Millet,
nemaları almaktan ümidini kesmişken şimdi, kalkıyoruz, biz "alacaklılar,
size bunları ödeyeceğiz" diyoruz; bundan daha mertçe bir tutum var mı
allahaşkına?!. (AK Parti sıralarından alkışlar) Evet, nasıl ödeyeceğiz;
imkânlarımıza göre ödeyeceğiz; ama, ödeyeceğiz. İlk defa "ödeyeceğiz"
lafı AK Parti Hükümeti tarafından seslendirildi. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, yine,
eğrilerden bir tanesi, "yeşil kartlarla ilgili, bütçeye 160 trilyon
konuldu" diyor.
HASAN AYDIN
(İstanbul) - Düzeltti onu.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, tabiî, Sayın Genel Başkan meşgul olabilir;
konuşacağı hususlar yazılı olarak hazırlanır kurmayları tarafından. Şimdi,
Cumhuriyet Halk Partisinin de çok kıymetli kurmayları var; ama, bazen de
okumadan mı yapıyorlar, ne yapıyorlar, anlamadım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bu, 510 trilyon, 160 değil; yeşil kart için konulan 510 trilyon;
yani, ufak bir düzeltme.
Şimdi, "negatif
ilaç listesi, milletin ilacını kesiyorsunuz" deniliyor. Böyle şey yok,
Plan ve Bütçe Komisyonunda da konuştuk bunları. Negatif ilaç listesi, ruhsat
verilmekle birlikte doğrudan tedavi etmeyen, beslenmeye ait birtakım ilaçları
kapsıyor; yani, vitaminler falan. Bunlar, şimdi, çağdaş ülkelerde, gelişmiş
ülkelerde de devlet tarafından ödenmiyor.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN
BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Şampuan verilmiyor, şampuan!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, biz, bunları devletin sırtından aldıysak, herkes
ihtiyacı olduğu kadar bu ilaçtan, parasını verir, alır dediysek, bunda suç mu
işledik allahaşkına?. Olur mu böyle, yetmiş milyonun üstüne yükle.
Bakın, şimdi, ilaçta
-basit bir şey- aldığımız bir sürü tedbir, sonucu elde ettiğimiz iyi neticeler
var da, bir tanesini söyleyeceğim. Dedik ki: "Bu ilacın bir en yüksek
fiyatlısı var, bir de en düşük fiyatlısı var, bu en yüksek ile en düşük fiyat
arasında bir fiyatta olan ilacı yazın. Eşdeğerde olan ilaçlar belli oluyor;
fiyatı bunun ortasında olan ilacı yazın." Uygulamayı başlattık, yeni
başlattık ve bunun neticesi ne geldi biliyor musunuz; bize üç günde 3 trilyon
lira fark ettirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bunu yapıyoruz diye
suçlu muyuz yani?!..
Daha önce, burada,
hükümet sözcümüz Sayın Cemil Çiçek Bey bir konuşma yaptı ve dedi ki:
"Muhalefetin, tenkit ederken doğruları da, çözümleri de beraber söylemesi
lazım; sorumluluk bunu icap ettirir." Şimdi, tenkit ederken, baktım, hiç
faizlerden kimse bahsetmiyor, borçlardan da kimse bahsetmiyor; onları, sanki,
Merih'ten gelenler ödeyecek; onları biz ödeyeceğiz!.. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Nasıl ödeyeceğiz; işte, böyle bütçe yaparsak, gerçekçi bütçe yaparsak
öderiz; başka türlü bu ödenmez. IMF, IMF diyoruz, biz, gittik onlardan borç
aldık, onlar gelmedi bize; bize düşen, borcumuzu ödemektir, borcumuzu
ödeyeceğiz.
ALİ RIZA BODUR
(İzmir)- Tek doğru sözünüz bu işte!..
RECEP KORAL
(İstanbul)- O da Kemal, sen de Kemalsin!..
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla)- Biz başka türlü Kemaliz!..
Şimdi, yatırımlarla
ilgili olarak; yatırımlar, sanki alelusul gelmiş, sanki hiç hazırlanmamış,
sanki Devlet Planlama Teşkilatı hiç çalışmamış gibi böyle bir manzara
çiziliyor; doğrusu, hayret ediyorum!.
Şimdi, bakın, 2003
yılı program ve bütçe hazırlıkları için, 18 Ocak ve 28-29 Ocak tarihlerinde
-biz o toplanamayan kurullar vardı ya- Yüksek Planlama Kurulunu topladık. Bu
toplantılarda 2003 yılı makro hedefleri ve bütçesini tartıştık. Bunun
sonucunda, 3 Mart 2003 tarihinde "Genel Ekonomik Hedefler ve
Yatırımlar" adlı kitabı bastık, 5 Martta
Plan ve Bütçe Komisyonuna da dağıttık ve 2003 yılı programı, 15 Mart
2003'te Resmî Gazetede yayımlandı; yani, Devlet Planlama Teşkilatımız geceli
gündüzlü çalışmak suretiyle, bütün o lüzumsuz yatırımları çıkararak, iyi ve
güzel bir seleksiyon yaparak bir yatırım bütçesi hazırladı. Bu, yatırım
bütçesi, yatırımlar bitti, kalmadı falan değil. Bakın, ben, size rakam vereyim:
Yatırımların bütçe harcamaları içindeki payı 1994 yılında yüzde 5,6; 1995'te
5,4; 1999'da 5,6; 2000'de 5,9; 2003'te de 5,5 olmuş. Öyle, "yatırım
bitti" falan yok; ama, bir şey var, o da şu: Bakınız, artık, deniz bitti,
kara göründü, bundan sonra yatırımın esasını özel sektör yapacaktır. Onun için,
hükümet olarak, reel sektörün yanındayız, özel sektörün yanındayız; yatırımı
onlar yapacaklardır. Üretimi artırmak istiyorsak, istihdamı artırmak
istiyorsak, ihracatı artırmak istiyorsak, bizim, reel sektörü desteklememiz
lazımdır. Hükümetimiz de, ihracatçısının, üreticisinin, müteşebbisinin,
tüccarının, sanayicisinin, reel sektörünün yanındadır; diğer Kemal Beyden
farkımız da budur bizim. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Şimdi, çiftçiye,
köylüye bir şey verilmiyor deniliyor; sanki onları unuttuk. Bütçeye bir bakın;
bütçede, ürün desteklemede pamuk, ayçiçeği, zeytinyağı için 264 trilyon lira
ayırmışız, doğrudan gelir desteği için 2 katrilyon 10 trilyon lira ayırmışız,
çay budama için 44 trilyon lira ayırmışız, hayvancılık için 176 trilyon lira
ayırmışız, Tarım Reformu Uygulama Projesi için 51 trilyon ayırmışız ve yine
TİGEM'e 42 trilyon veriyoruz, Toprak Mahsulleri Ofisine 208 trilyon veriyoruz,
Şeker AŞ'ye 100 trilyon veriyoruz, Çay-Kura 20 trilyon veriyoruz, DFİF
ödeneğinden tarımsal amaçlı kullandırılması planlanan tutar 160 trilyon
liradır; yani, Hazine Müsteşarlığı bütçesinin müzakerelerinde de göreceksiniz,
burada yer alan tarımsal destekleme amaçlı toplam tutar 3 katrilyon 75 trilyon.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bu bütçede yapacağımız bunlar; öyle, çiftçiyi
unutmuş halimiz yok.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Çiftçi aç aç...
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Geçen yılın borcunu ödüyorsunuz...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - İkide bir acil eylem planından bahsediyorsunuz; acil eylem
planından rahatsız olmayın!.. Acil eylem planını biz açıkladık; açık, belli.
Bakın, orada, kalem kalem yazılı hangi kalemleri yapmışız hangi kalemleri
yapamamışız sayın. Bizim saklımız gizlimiz yok, her şey ortada. Son aşamada
süreci dolan 39 faaliyetten 32'sini gerçekleştirmişiz; karnemiz bu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Irak savaşıyla ilgili
ödenek bütçede yok deniliyor; sabahleyin açıklama yaptım, anlattım bunları.
2003 yılı bütçesi, içerik olarak birçok tedbiri içeren bir bütçe ve olağanüstü
hallerde gereken bütün tedbirleri alacak esnekliktedir dedim; var, yani, bunun
içerisine biz koyduk. Yine, kurumlarımızın ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak ayrıca ödenek koyduk; onların içerisinde, kalemlerinin içerisinde
tabiî. Buna rağmen, gene bir ihtiyaç olursa, onunla ilgili tedbirlerimiz de
yine mevcuttur. Yanıbaşında savaş oluyor, bizim askerimizin oraya gitmesi her
an söz konusu, biz bütçeye bir şey koymayacağız; olur mu bu?
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Söylenileni anlamamışsın Sayın Bakan; o değil.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Arkadaşlar, tezkereden önce gelip burada beyaz kurdeleler
takıp "kan parası mı alacaksınız, tetikçilik mi yapacaksınız" deyip,
ondan sonra "hiç para da gelmedi" demek, yakışıyor mu yani, oluyor mu
yani?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, istikrar
lazım, istikrar. Eğer...
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Karşıyız tabiî.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Karşıysanız, sonuna kadar karşı olun ve o zaman, paradan
puldan bahsetmeyin. (CHP sıralarından gürültüler)
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Gelmedi diye yakınıyorsunuz.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Bakın, ben size söyleyeyim...
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Doğru değil...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Sabır, sabır gösterin...
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Siz, dediğimizi anlayın lütfen.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, Sayın Bakana müdahale etmeyin.
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Doğru anlatsın Sayın Başkan.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, bu milletin bütçesi 145 katrilyon lira ve eğer,
faizler olmasa, bu milletin bütçesi 20 katrilyon lira fazla veriyor, bütçe
fazlası var.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Faizleri indirdin mi?
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Ben, size söylüyorum; sadece, 2001'deki o son banka
krizinden bu milletin sırtına 45 milyar dolar yüklendi.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) - Kemal Derviş tarafından...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Onlar bilir kendini, onlar bilir! (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, biz, bu
bütçeyi hazırlarken "dışarıdan para gelecek" diye bir şey koymadık.
ALİ RIZA BODUR
(İzmir) - Nayloncular üzerinden milletin omzuna kaç para yüklendi?
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Ya, ikide bir "naylon" deme allahaşkına!.. (AK
Parti sıralarından gülüşmeler)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Öyle gözüküyor buradan...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Piyasaya çıkın da bir sorun, piyasayla bütünleşin, halkla
bütünleşin, onları bir dinleyin; bu kadar. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, emin olun,
size, Maliye Bakanı olarak söylüyorum, bu millet de bilsin; 5-6 milyar dolar
gelmiş gelmemiş, bu millet için çok önemli bir şey değil. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Önemli olan nedir biliyor
musunuz; önemli olan, işte, bu bütçeyi hazırlamak, böyle bir bütçeyi hazırlamak
ve bu bütçeye de sonuna kadar sahip çıkmaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından alkışlar [!]) Popülist politikalara sapmadan buna sahip
çıkarsak, önümüz düz. Kimseden gelecek paraya fazla da ihtiyacımız yok; Türkiye
olarak, biz, ayaklarımızın üzerinde durmayı öğreneceğiz. (AK Parti sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından alkışlar [!]) Tabiî, bu hususta, sayın
muhalefetimizden de destek bekliyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından alkışlar [!])
Beni dinlediğiniz
için hepinize çok teşekkür eder, saygılar sunarım.
Sağ olun, var olun.
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar [!])
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Bravo Sayın Bakan (!)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
çok teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın
Özyürek'in sözlerini hep beraber dinlediniz. Gerçekten, Danışma Kurulu
önerimizde, her zaman olduğu gibi, görüşmelerde kişisel olarak konuşma yapacak
sayın üyelerin birisinin lehte, birisinin aleyhte olması gerekmektedir. Ancak
üyeler, söz talebinde bulunmaktadırlar ve nasıl konuşacaklarını kendileri ifade
etmektedirler. Bizim memurlarımız bu beyana göre zabıt tutmakta ve sırayı buna
göre yapmaktadır.
Biraz önce, aleyhte
söz alan Kars Milletvekili Sayın Selahattin Beyribey'le ilgili olarak, sizlere
ifade ettiğim konu... İçtüzüğümüzün 42 nci maddesinin üçüncü fıkrasında,
komisyon üyeleri, eğer, bir muhalefet şerhi yazmamış ve bunu imzalamamışlarsa,
komisyonda ve Genel Kurulda aleyhte konuşma yapamazlar deniliyor. Bu ikazıma
rağmen Sayın Beyribey burada konuşmalarını yaptılar; doğrusu, lehte mi, aleyhte
mi olduğunu ben de anlayamadım.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Bakanın konuşmasını takiben bir üçüncü üyeye söz vermem gerekiyor.
Şüphesiz, hukukun evrensel kurallarından birisi, bir hakkın suiistimal
edilmemesidir. Hiçbir kanun, bir hakkın kötüye kullanılmasını himaye etmez;
ancak, bu Genel Kurulda, geçtiğimiz dönemlerde de, sadece söz alabilmek için,
sayın üyelerin, nereyi boş bulurlarsa oraya müracaat ettikleri de bir
gerçektir. Bunu, sizler de yaptınız veya yapacaksınız; çünkü, eğer lehte
konuşmalar dolmuşsa, memur, size bunu ifade etmektedir, siz de, neresi boşsa
oraya müracaat etmektesiniz; ancak, her halükârda, hangi konuda, nasıl
konuşacaksa, herkesin böyle bir talepte bulunması asıldır. Burası Genel
Kuruldur, buranın ciddiyeti, mehabeti vardır; İçtüzüğün doğru olarak
uygulanması gerekir. Dolayısıyla "son söz milletvekilinindir" kuralı
içerisinde, aleyhte konuşmak üzere, İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan'ı davet
ediyorum.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır
Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, 2003 yılı bütçesinin geneli
üzerindeki konuşmalarımıza devam ediyoruz. Biraz önce Sayın Bakanı dinledik.
Sayın Bakanın söylediği birkaç noktaya değinme fırsatı bulacağım; ama,
öncelikle şunu söylemek istiyorum: Bugün burada tartıştığımız bütçe,
Türkiye'nin ekonomik gerçeklerine uygun olmayan bir bütçedir; Türkiye'nin,
böyle bir bütçeyle yolunu açması, böyle bir bütçeyle hizmet üretmesi mümkün
değildir. Bakınız, bu bütçe, daha başlangıçta bu kadar yüksek açık veren bir
bütçe olmasına rağmen -burada, biraz önce, Sayın Genel Başkanımız tarafından da
ifade edildi- faiz ödeneğinin mevcut faizlere kıyasla düşük tutulması yanlıştır.
Yüzde 47'lik bir nominal faiz öngörülmüştür 2003 yılı için; oysa, şimdiden
gerçekleşen ortalama yüzde 58'dir. Dolayısıyla, bu bütçe, daha sunulurken, bir
ekbütçe geleceğini bas bas bağıran bir bütçedir. Böyle bir anlayışla bütçe
olmaz, böyle bütçe yapılamaz.
Bakınız, bu bütçede
petrol fiyatları varil olarak 25 dolar alınmıştır. Biraz önce Sayın Bakan
"38 doları da gördü" dedi. İlk iki ayın ortalaması 33 dolardır. Siz,
bütçeyi 3 Martta buraya teslim ettiğinizde, elinizdeki petrol fiyatı varil olarak
33 dolardı, siz, yıl ortalamasını 25 dolar olarak tahmin ediyorsunuz. Bütçenin
dengelerinin böyle tutması mümkün mü?! Getirdiğiniz bütçede, hesaplar, doların
kurunun yıl ortalamasının 1 752 000 lira olması yönünde; oysa, şimdiden 1 720
000'lerde; böyle bir denge tutabilir mi?!
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçenin dayandığı bütün makroekonomik hedefler, aslında, bir ölçüde
aşınmıştır, bitmiştir, geride kalmıştır. Bakın, yüzde 5'lik büyüme hedefi dahi
-geçen, giden hükümetin büyüme hedefi- aynen korunuyor, oysa, o arada birçok
şey değişti; yani, biraz önce de söylediğim birçok makroekonomik büyüklük
değişti; fakat, bu büyüme hedefini bütünüyle aynen tutuyorsunuz; bunların
gerçekleşmesi mümkün değil.
Öte yandan, biz,
burada şunu söyledik: Savaş ortamında, mutlaka, bir alternatif bütçe gerekir,
alternatif plan gerekir, bir (B) planı gerekir. Oysa, burada, en çok harcama
yapılabilecek olan alanlardan bir tanesi diğer carilerdir, ki -bunun yüzde 75'i
savunma carileridir, savunma harcamalarıdır- siz, en büyük kısıntıyı savunma
harcamalarında yapmış olarak bu bütçeyle getiriyorsunuz. Böyle bir şey herhangi
bir açıklamaya sahip olabilir mi?!
Değerli arkadaşlarım,
savaş üzerinden hesap yaptınız, savaştan gelebilecek hibeler üzerinden hesap
yaptınız, bunun krediye dönüşen bölümü üzerinden hesap yaptınız ve bu nedenle,
bu bütçeyi, bu Meclise bu kadar geç getirdiniz; ama, hesaplarınız tutmadı.
Şimdi, siz, getirdiğiniz ekkaynak paketleri üzerine -ki, toplamı 15,7
katrilyondan ibaret değil, Özel İşlem Vergileriyle 19 katrilyondur; yani, 11-12
milyar dolardır- birde acaba ne gibi ilaveler getiririz diye düşünüyorsunuz. Bu
bütçede yazılı olanlar var, yazılı olmayanlar var. Yazılı olmayanlar nelerdir;
-yakında karşımıza gelecek- vergi oranlarının, Gelir Vergisi oranının
yükseltilmesi gibi.
Ekonomi henüz
toparlanmaya geçmemişken, geçen yıl, ekonomi, büyümesini stok artışı üzerinden
yapmışken, siz, bu ekonomi üzerine yeni vergi yükleri getiriyorsunuz. Bakınız,
bu bütçenin en önemli yüklerinden bir tanesi, vergi artış oranını. Yüzde 28
oranında bir artış getirmişsizin, vergi yükünü yüzde 22'lerden yüzde 24'e
çıkarmasıdır ve böyle bir ortamda, çok büyük bir vergi affı girişi
bekliyorsunuz.
Sayın Bakan, biraz
önce "nereden çıktı bu 2,4 katrilyonun 750 trilyona inmesi" dedi.
Sayın Bakan, sizin konuşmanızdan çıktı; bakınız, bunun, daha, mürekkebi
kurumadı, duruyor; işte, sizin konuşmanız; bakınız, sayfa 39... Türkiye'de ilk
defa, bir Bakan, şöyle bir cümle sarf etti; bakınız, okuyorum: "Daha
önceki bütçelerde başlangıç ödeneklerinde yer almayan aynî dışkredili yatırım
giderine tekabül eden 2,3 katrilyon lira ile vergi barışı projesi çerçevesinde
elde edilmesi beklenen 2,4 katrilyon liralık gelir hedefinin IMF tarafından 750
trilyon lira olarak kabul edildiği ve kendi faizdışı hesabında son belirttiğim
rakamı esas aldığı da dikkate alındığında, bütçe hedeflerinin, iç ve dış malî
piyasalar açısından kredibilitemizi ne derece güçlendirdiği ortadadır".
Bunu, bizzat kendiniz, Plan ve Bütçe Komisyonunda açıkladınız ve bu, kaynak
paketi olarak 3 Martta önümüze gelen pakette de, aynen, 750 trilyon olarak yer
almıştır; oysa, 8 Ocak ve 18 Ocak tarihlerinde açıklanan kaynak paketlerinde,
bu, 2,4 katrilyon olarak yer almaktaydı.
Bir şeyi daha
belirteyim -daldaki kuş, cepteki kuştan farklıdır- 2 katrilyonluk başvuru olmuş
olması -eğer, doğruysa- 2,4 katrilyon liralık tahsilat olacağı anlamına gelmez;
bir vergici olarak, ilkönce bilinmesi gerek şey budur.
Bakınız, siz, burada
"2 katrilyonluk başvuru oldu" diye konuşurken arkadaşlarımızın cep
telefonlarına mesajlar yağdı; dediler ki: "Buna çok heveslenmesin Sayın
Bakan; evet, bu kadar başvuru olmuş olabilir; ama, bir görelim bakalım 2 nci, 3
üncü taksitlerini, ne kadar devam edecek bu iş." Kaldı ki, burada, 9
taksitte; yani, 2004 yılının haziran ayına kadar giden bir ödeme planı var,
bunun ne kadarının bu yıla düşeceği gibi ayrı hesaplar var; yani, bu işler,
öyle, sanıldığı gibi kolay değil Sayın Bakan. Başvuru, bunun açıklaması
olsaydı, şimdiye kadarki vergi aflarında, sadece, başvurular ile gerçekleşen
arasındaki farkları incelemeniz yeterli olurdu.
Bakınız, böyle bir
bütçe getiriyorsunuz; ama, Türkiye'nin gerçekleri, hiç kimsenin bilmediği
şeyler değildir, Türkiye'de iktidarı devralanlar hem Türkiye'yi bekleyen
dışpolitika sorunlarından hem de ekonominin sorunlarından haberdardılar.
Bunlardan haberimiz yoktu, biz enkaz devraldık vesaire türü bir edebiyat artık
yapılamaz, milletin karnı buna toktur. Kaldı ki, siz, kasım ayında
geldiğinizde, bugüne kıyasla, daha iyi, daha uygun bir ekonomik tablo vardı;
beş aylık süre içerisinde, siz, iç borçları 144 katrilyondan 159 katrilyona
çıkarma başarısında bulundunuz, dış borçları da 3,3 milyar dolar artırma
becerisini gösterdiniz. Dolayısıyla, sizin bu tabloyu düzeltmek gibi bir
eğiliminiz olmamış, tam tersine, icraatınız bunu karartmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
burada, daha öncede değindim, bu bütçe, hukukî açıdan da sorunlu bir bütçedir;
21 noktada Anayasaya aykırılık içermektedir. Böyle bir bütçeyle Türkiye'de malî
saydamlık da olamaz, böyle bir bütçeyle hukuka uygunlukda olamaz.
Değerli arkadaşlarım,
daha önemlisi; burada, Sayın Bakan, bazı hesaplamalar yaptı ve dedi ki
"Faizdışı harcamayı oranlarsak, personel harcamalarında bir azalış yok,
oran olarak." Sayın Bakan, böyle bir hesap dünyanın hiçbir ülkesinde yok.
Bu tür hesaplar...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (İstanbul) - Gayri safî millî hâsıla...
OĞUZ OYAN (Devamla) -
Bakınız, bilmiyorsanız, söylüyorum; böyle bir hesap yoktur, böyle bir
karşılaştırma yoktur. Biz, 1989-1993 döneminde personel harcamalarının toplam
bütçe harcamalarına oranı dediğimiz zaman, o harcama içerisinde, faiz harcaması
da vardır. Şimdi, yine, faiz harcaması olan büyüklüğe oranlıyorsunuz. Bunun
dışında bir hesap yoktur; yani, bizim gibi sorunlu, faiz ödemeleri bu kadar
yüksek ülke için, ayrı bir hesap tekniğini dünya geliştirmemiştir. Faizdışı
harcama kavramı vardır; ama, bütçe içindeki harcama kalemlerinin hepsi -faiz
dahil- harcama kalemlerine oranla yapılır. Dolayısıyla, buradan bir kaçış
noktası bulmanız mümkün değildir.
1989-1993 arasında
personel ödeneklerinin bütçeye oranı yüzde 37 iken, bugün, başlangıç bütçesinde
yüzde 19'dur; personel sayısı bu dönemde artmıştır ve üstelik bu bir başlangıç
ödeneğidir, gerçekleşme rakamlarının bundan da kötü olması beklenir.
Bakınız, sayın
hükümet yetkilileri, sayın milletvekilleri; burada, getirilen bütçeyle yeni
haklar, yeni hizmetler getirilmiyor -yani, biraz önce bu söylendi, dile
getirildi, bundan da vazgeçtik- bari mevcut hakları elden almayın, mevcut
hizmetleri geriletmeyin. Bakın, size birkaç örnek vereceğim, neleri
geriletiyorsunuz: Bir kere, işçiden, emekliden, memurdan, çiftçiden ve
belediyelerden hak alıyorsunuz; neler alıyorsunuz, size çok hızlı söyleyeyim:
İşçiden işçi ikramiyesini geri alıyorsunuz, iş güvencesini geri alıyorsunuz;
üçbuçuk ay erteliyorsunuz, daha da ertelemeyeceğinizin hiçbir garantisi yok; İş
Kanunuyla kiralık işçiliği getiriyorsunuz, çalışma koşullarını
ağırlaştırıyorsunuz, esnekleştiriyorsunuz, atipik çalışmayı zorluyorsunuz ve
sonuçta, çalışanlar açısından hak gasplarına, hak kayıplarına yol açıyorsunuz.
Siz, bütçenizle, emekliden, prim adı altında sağlığa yüzde 1 katkı alıyorsunuz,
Bağ-Kur emeklisi 5 yıl prim ödemezse sistem dışına atıyorsunuz, emekliye böyle
yükleniyorsunuz, emekli için verdiğiniz enflasyon farklarından vazgeçiyorsunuz;
daha ne olsun. Memur için Emekli Sandığı primlerine yüzde 1 ekliyorsunuz.
Muhtemelen yakında SSK sigortalılarına da bunu getirmeyi düşünüyorsunuzdur; bu
mantık bunu gerektiriyor. Bunun yanında, eğitim, sağlık payı diye, eğitime ve
sağlığa ayrılması gereken payların bir bölümünü ayırmıyorsunuz; bundan şu kadar
kazanç sağladık diyorsunuz, bu nasıl kazançsa! Yani, eğitime harcanması gereken
payları aktarmayıp, kaynak paketinde, bunun için kaynak sağladık diyorsunuz.
Bu, yoktan var olan bir kaynak değil, gitmesi gereken yere gitmiyor, başka yere
harcanıyor; böyle kaynak mı olur?! Ciddî olalım.
Onun dışında, negatif
ilaç deyip bir şey uyduruyorsunuz. Daha önemlisi, burada...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Lütfen,
konuşmanızı tamamlayınız Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (Devamla)-
Toparlıyorum.
BAŞKAN- Buyurun.
OĞUZ OYAN (Devamla)-
Efendim "zorunlu tasarrufta kimsenin yapmadığını yaptık" dediniz.
Bakın, ben bu işi iyi biliyorum, size bir örnek vereyim. Birincisi; 1996-1997
yılında Refahyol İktidarı döneminde zorunlu tasarrufla ilgili bir tasfiye planı
getirildi, Cumhurbaşkanından döndü. Niye biliyor musunuz; çünkü, sadece
kesintilere son veriyor, birikimler üzerine tek laf etmiyordu. Bu, o zamanki
Cumhurbaşkanı Demirel'den dönmüştü. O iktidar sırasında, burada görevli olan
milletvekillerinden muhtemelen şu anda aramızda olanlar var -muhtemelen değil,
var- ben biliyorum.
İkincisi; sizin
getirdiğiniz şu anki tasfiye planı, -eğer tasfiye planı olmasaydı- olabilecek
duruma kıyasla bir hak gerilemesi getirmektedir. Bakınız, ben bunun hesabını
yaptım. Sizin bu getirdiğiniz uygulamayla, anaparayı bu yıl, yani, 1,4
katrilyon bu yıl ve devamınıda 10 taksitte 2006 Haziranına kadar ödemeniz
durumunda, bugünkü fiyatlarla, toplam 10 katrilyon civarında bir para
ödüyorsunuz. Oysa, hiç tasfiye etmeseniz, nemanın üçte 1'ini vermeye devam
etseniz, 2003, 2004, 2005 ve 2006 Şubat aylarında 4 nema ödemesi, zaten, 10
katrilyon lira ediyor bugünkü fiyatlarla. Bu yıl ödeseydiniz, 2,5 katrilyon
lira nema alacağı vardı hak sahiplerinin ve geriye, yine, bugünkü fiyatlarla,
2006'da 6,8 katrilyon lira para kalacaktı. Bu mu adil tasfiye, bu mu hak
sahipleri lehine bir uygulama Sayın Bakan? Yani, Hazinenin bu işi bu kadar
kolay kabul etmesinden, zaten, işçi konfederasyonlarının bunun altında bir
tuzak olduğunu sezmeleri gerekirdi.
Sayın Bakan, bakınız,
ücretlilere vergi iadesini kaldırmayı şu sıralar tasarlıyorsunuz; ama, daha
başka bir şey var, belediyelere yaptığınız harcamaları, daha doğrusu, genel
bütçe vergi paylarını geriletiyorsunuz; ne yapıyorsunuz; büyükşehir
belediyelerine diyorsunuz ki, ben senin payını -il bazında toplanan vergilerden
payını- 4,1'den 3,5'e düşürüyorum ve ben, buradan 275 trilyon kazanç
sağlayacağım. Kazancı nereden sağlıyorsunuz; kamu hizmetlerinin yerel olanından
vazgeçerek. Böyle bir kazanç var mı, böyle bir tanım var mı?!
Öbür taraftan,
diyorsunuz ki, ben, genel bütçe vergi gelirlerinden belediyelere düşen
-nüfuslarına göre ayrılan payı- yüzde 6'lık payı yüzde 5'e çekerim; ama, telafi
ederim; nasıl, ikinci (duble) Emlak Vergisini belediyelere bırakırım... Bakın,
böyle hesap olmaz!
Masa başında şunu
hesaplayabilirsiniz: Yüzde 1'lik belediye payı 650 trilyon dolayında eder
dersiniz, bunu anlarım; ama, masa başından, Emlak Vergisi -duble Emlak Vergisi-
belediyelere 650 trilyon gelir getirir diyemezsiniz; niye diyemezsiniz; bakın,
insanlar bunalmıştır, Türkiye'de yoksul yurttaşlar, matrahı da yükseltilmiş bir
Emlak Vergisinin birincisini ödeme durumunda değilken, ikincisini nasıl
ödeyecekler, birçoğu ödeyemeyecektir; bu bir.
İkincisi; Emlak
Vergisi, tahsili en maliyetli vergidir; o yüzden, Maliye Bakanlığı,
belediyelere atarak kurtulmuştur bu vergiden. Tahsili en maliyetli bu vergiyi,
siz, bu şekilde belediyelere atıyorsunuz ve ne güzel, 650 trilyon...
Peki, vergi tahsil
maliyetleri ne oluyor Sayın Bakan? Yani, belediyeler, o yüzde 6'dan, yüzde 5'e
düşmeden önce, o yüzde 1'lik payı, doğrudan bir şekilde alıyorlardı, herhangi
bir masraf yapmıyorlardı. Şimdi, siz, onlara diyorsunuz ki, uğraş, çabala, 650
trilyon için 400 trilyon harca, tahsil et... Bu mu hesap?! Böyle bir hesap
olabilir mi?! Hani, nerede kaldı sizin yerel yönetimci anlayışınız, nerede
kaldı belediyelere güç verme fikriniz?! Üstelik, bu kadar sevimsiz bir vergiyi,
Emlak Vergisini toplamayı, merkezî hükümetin elinden alıp yerel yönetimlerin
sırtına atarak, bir kurnazlık yaptığınızı düşünüyorsunuz. "Alın yerel
yönetimler, sevimsiz olun, hem de tam yerel seçimler öncesinde tahsil edin şu
vergiyi..." Böylece, yerel yönetimler, muhtemelen, kendi politik
tabanlarını kaybetsinler... Böyle bir şey olabilir mi! Böyle bir anlayış
olabilir mi!
BAŞKAN - Sayın Oyan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayın efendim.
OĞUZ OYAN (Devamla) -
Toparlıyorum.
Bakınız, burada şundan
da söz edildi: "Vergileri indiriyoruz, herkes çok memnun..." Siz,
holdinglerin vergisini indiriyorsunuz, Türkiye'de halkın sırtına yüklediğiniz
vergi, kaynak paketleriyle, 10 katrilyonu aşıyor. Eğer, bu, bir programı
sosyalleştirmekse, bu, sizin sosyal devlet anlayışınızsa gerçekten bu millet
yandı! Yani, millet şimdiden beş ay gitti, geride dörtbuçuk yıl var, biz nasıl
dayanacağımızın hesabını yapmaya
başladı. Biraz yavaş gidin, yani, şu vergilerde yavaş gidin, holdinglerin
vergisini affederek, kendi verginizi affederek, 608 milyar lira devletten
alınan faiz gelirini vergidışı tutarak, bu ülkede vergi adaleti sağlanmaz Sayın
Bakan; orası çok önemli bir koltuk, onun hakkını vermek lazım.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Oyan,
çok teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Genel ve Katmabütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2003 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunacağım.
1- 2003 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2- 2001 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3- 2003 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4- 2001 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, 2003 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kanunu Tasarılarıyla 2001 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine
geçilmesi oylarınızla kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla, her
4 tasarının da 1 inci maddelerini okutuyorum:
2003 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir ve Denge
Gider bütçesi
MADDE 1. - Genel
bütçeye dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde
gösterildiği üzere 146 805 170 000 000 000 liralık ödenek verilmiştir.
2001 MALÎ YILI KESİNHESAP
KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1. - Genel
bütçeli idarelerin 2001 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde
gösterildiği üzere, (80 186 247 901 740 000.-) lira olarak gerçekleşmiştir.
2003 MALİ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER
BÜTÇE KANUNU TASARISI
Ödenekler, öz
gelirler, Hazine yardımı
MADDE 1. - a) Katma bütçeli idarelerin 2003 yılında
yapacakları hizmetler için 11 688 332 000 000 000 lira ödenek verilmiştir.
b) Katma bütçeli
idarelerin 2003 yılı gelirleri 425 000 000 000 000 lirası öz gelir, 8 776
949 370 000 000 lirası Hazine yardımı, 2 486 382 630 000 000 lirası
yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı
olmak üzere toplam 11 688 332 000 000 000
lira olarak tahmin edilmiştir.
2001 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER
KESİNHESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1. - Katma
bütçeli idarelerin 2001 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde
gösterildiği üzere, (6 857 195 856 380 000.-) lira olarak gerçekleştirilmiştir
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu
tasarılarıyla kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte
yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların
2003 malî yılı bütçeleriyle 2001 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine
şimdi başlıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, çok kısa bir ara vereceğim, birinci tur görüşmelere
başlayacağız, aralıksız devam edeceğiz; dolayısıyla, bir yemek arası
verilmeyecektir.
17.50'de toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 17.40
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 17.53
BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53 üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Programa kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Program uyarınca,
bugün 1 tur görüşme yapacağız.
Birinci turda,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Bütçesi
birlikte görüşülecektir- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
l. - 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/530; 1/531; 1/280, 3/87, 3/89, 3/90;
1/281, 3/88) (S. Sayısı : 76, 77, 78, 79) (Devam)
A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.-Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2003 Malî
Yılı Bütçesi
2.-Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
B) CUMHURBAŞKANLIĞI
1. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
2. - Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
2. - Sayıştay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ
BAŞKANLIĞI
1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2001 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar.
Sayın
milletvekilleri, 18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşimde, bütçe görüşmelerinde
soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması
ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması
kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru
sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını
sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra,
ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki
kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin, söz talepleri kabul
edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri,
ekrandaki sıraya göre sorularını yerlerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi,
10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de, 10 dakika süre
verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan
süre için, sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize
sunulur.
1 inci turda,
grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum :
Grupları adına;
AK Parti Grubu adana;
Ordu Milletvekili Enver Yılmaz, Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı, Bilecik
Milletvekili Fahrettin Poyraz, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına; İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek, İzmir
Milletvekili Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Oya Araslı.
Şahısları adına;
lehinde; Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu,
aleyhinde; Sinop Milletvekili Engin Altay, Tekirdağ Milletvekili Tevfik
Ziyaeddin Akbulut.
AK Parti Grubu adına
Enver Yılmaz.
Sayın Yılmaz, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Yılmaz,
süreleri eşit miktarda mı kullanacaksınız?
ENVER YILMAZ (Ordu) -
Evet efendim.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
ENVER YILMAZ (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 2003 malî yılı bütçesiyle ilgili olarak söz almış
bulunuyorum; AK Parti Grubu ve şahsım adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
İçtüzüğün 176 ncı
maddesine göre hazırlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı bütçe
teklifi, Başbakanlığın 2003 malî yılı bütçe çağrısı ve Maliye Bakanlığının
bütçe hazırlama rehberine uygun şekilde, 221 trilyon 70 milyar lira olarak
düzenlenmiş, Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekli düzenlemeler yapılarak, 216
trilyon 240 milyar lira olarak kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2003 malî yılı bütçe teklifi, esas itibariyle 4 ayrı programdan
oluşmaktadır. Bu programlar; genel yönetim ve destek hizmetleri, yasama
hizmetleri, millî sarayların idare ve korunması ile transferlerdir.
2002 malî yılı
bütçesi yıl sonu ödeneğine göre, yaklaşık olarak, carî harcamalar yüzde 20,
transferler yüzde 45 oranında olmak üzere artmış, yatırımlar ise yüzde 50
oranında azalmıştır. Bu durumda, Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı
bütçe teklifi, 2002 malî yılı bütçesi yıl sonu ödeneğine göre yüzde 20 oranında
bir artış göstermektedir.
2003 malî yılı
bütçemizin personel carîleri bölümündeki teklifleri hazırlanırken, 2002 Temmuz
ayındaki maaş katsayıları esas alınmış ve bunlara, yıl içerisinde mal ve hizmetlerde
Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre meydana gelebilecek artışlar
dahil edilerek, uygulanmakta olan ekonomik program ilke ve hedefleri
doğrultusunda rakamlar tespit edilmiştir. Meclis bütçemizin hayırlı olmasını
diliyorum.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; hepimizin malumları olduğu üzere, her zaman için
tartışmaların odağı olan, toplumun ve tüm kamuoyunun ilgi ve dikkatini çeken
Parlamentomuzun, yalnızca yasama faaliyetleriyle değil, idarî ve personel
rejimi gibi konularda da gündemde olması, en büyük KİT yakıştırmalarına maruz
kalmasına yol açmaktadır. Farklı konum, fonksiyon ve yapısıyla, Parlamentomuz
için, diğer kamu kuruluşlarından farklı bir idarî yapılanma ve insan kaynağı
yönetimi düşünülmüş olmasının istismarı tehlikelidir. Bu durum, "balık
baştan kokar" sözüyle vurgulanabilecek, parlamenter, demokratik düzene
inancı sarsan sonuçlar doğurabilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi idarî
teşkilatının yönetimi, Parlamento için bir referans niteliği taşımaktadır.
Devlet sistemindeki özgün konumu nedeniyle, Parlamento için, genel kamu
personel rejimi içerisinde olmakla birlikte, kimi yönlerden farklılaştırılmış
bir personel statüsü çizilmesinin, tanınan esneklik ve sağlanan geniş
imkânların, yetkin bir insan kaynağı oluşturmasıyı amaçladığı açıktır. Memur
hukukunda "istisnaî memuriyet" olarak adlandırılan bu statü, amacına
uygun değerlendirilememiştir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi idarî teşkilatında hizmetiçi eğitime gereken önem verilmemektedir.
Yasama süreciyle ilgili en temel kavramlara yabancı olan sekreter, danışman,
grup personeli azımsanmayacak kadar çoktur. Personelin etkin bir eğitim
programından geçirilmesi, özellikle kariyer görevlilerinin yetkin bir şekilde
yetiştirilmesinin sağlanması gerekmektedir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, milletvekili danışmanları, görev yeri, görev ve çalışma
süreleri yönünden doğrudan milletvekiline bağlıdır. Bu nedenle, seçim
çevrelerinde, parti genel merkezlerinde çalışan danışmanlar bulunmaktadır. Her
ne kadar, milletvekillerinin yasama ve araştırma faaliyetlerine yardımcı
olacakları belirtilmekteyse de, uygulamada, danışmanlar çok değişik işlerde
görevlendirilmiştir. Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin
çıkarılan kanun kapsamında, bu ülke parlamentolarındaki danışmanlık kurumları
incelenmeli ve gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
İçtüzüğün
"Kanunların Yapılması" başlıklı Dördüncü Kısmında yer alan
"Tetkik kurulu ve maddî hatalar" başlıklı 85 inci maddesinde, Meclis
Başkanlığının, yasa, tasarı ve önerilerini Anayasa dili, yasa yazılış tekniği
bakımından incelemekle görevli yeteri kadar uzmandan kurulu bir uzmanlar kurulu
oluşturulacağı ve bu kurulun, komisyonlara danışmanlık yapacağı öngörülmüştür.
Yasama uzmanlarından oluşturulması öngörülen tetkik kurulu, hiçbir zaman
oluşturulamamıştır. Komisyonlara danışmanlık hizmeti ise, komisyonlarda
görevlendirilen uzman, şef, müşavir ve memur gibi diğer unvanlardaki personel
tarafından verilmektedir. İçtüzükte adları sıralanan 16 sürekli uzmanlık
komisyonundan 4'ünde, hiç uzman bulunmamaktadır.
İdarî teşkilatta
özürlü, eski hükümlü ve şehit yakını istihdam edilmemesi, Parlamentonun kendi
oluşturduğu kurallara kendisini bağlı saymaması şeklinde değerlendirilebilir.
Bu nedenle, belli ve sınırlı kadrolarda bu tip çalıştırmalar yapılmalıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi idarî teşkilatında, gerek personel yönetimi gerek
idarî teşkilatlanma bakımından kapsamlı bir inceleme ve araştırma sonrasında
bütüncül bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda, daha önceleri
yapılmış bulunan çeşitli çalışmalar da değerlendirilebilir.
Kâğıt üzerinde etkin
olmayan bir denetim yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme
Komisyonunun yetkileri artırılmalı, Parlamentonun insan kaynakları yönetimi
uygulamalarını ve diğer malî boyutlu idarî uygulamalarını denetleyebilmeli,
belirleme ve önerilerini Başkanlık Divanına taşıyabilmelidir. Parlamentomuzun
itibarı milletimizin itibarını temsil etmektedir.
Cumhuriyetimizin
demokrasiyle ve devletimizin hukuk temelleri üzerinde gelişmesi, Büyük Millet
Meclisinin, toplumun hukukunu titizlikle korumasına bağlıdır. Bu Meclisin
itibarı, milletimizin itibarıdır; zira, bu Meclis, milletimizin yegâne
istinatgâhı, devletimizin ve demokrasimizin teminatıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Meclis Başkanımızın da söylediği gibi, bizi buraya helal
oylarıyla seçip gönderen milletimize hizmet borcumuz vardır. Aziz milletimizin
hassasiyetlerine, ortak değerlerine, taleplerine çare bulduğumuz oranda,
borcumuzu da ödemiş olacağız; bu çatı altında en büyük hedefimiz bu olmalıdır.
Meclisin itibarını millet adına korumamız gerektiğinin ve ülkemize hizmet
etmekteki kararlılığımızın bilinci içerisindeyiz. Meclisimizin itibarını
yükseltmek hepimizin görevidir; çünkü, milletin temsil yeri burasıdır. Millet,
buraya baktığı zaman kendini görebilmelidir; Meclise bakan, milleti burada
görebilmelidir ve biz millete baktığımız zaman, Meclisi orada görebilmeliyiz.
Her birimiz, bu gazi Meclisin istiklal mücadelesini nasıl yürüttüğünün,
bağımsızlığa giden yolda nasıl mücadele verip kenetleştiğinin, millet olma
şuurunun, cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunun şuuru içinde olmalıyız.
Değerli
milletvekilleri, biz, 22 nci Döneme, çok önemli iki konuda takdir edilecek
kararlar alarak göreve başladık.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Yılmaz, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
ENVER YILMAZ
(Devamla) - Bir tanesi, lojmanlarla ilgili alınan karardır. AK Parti Genel
Başkanı, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın kararlı tutumu bu yolu
açmıştır; aynı zamanda, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve milletvekilleri
de aynı konuda desteklerini esirgememişlerdir. Meclis Başkanımızın
başkanlığında toplanan Başkanlık Divanında, karar, oybirliğiyle alınmıştır.
Yine, milletvekili arkadaşlarımızın hepsi, hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem
de Meclis Genel Kurulunda ilk üç ay sıfır zam almak suretiyle -yani,
memurların, kamu görevlilerinin yüzde 6,5 ilâ yüzde 13,5 oranında maaşına zam
aldığı bir yerde- Türkiye'nin bu ekonomik çıkmazında maaşlarına zam yapmayı
arzu etmemişler ve örnek bir davranış göstermişlerdir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Halkımız, tüm bu
çalışmalarımızı yakinen takip etmekte ve takdirle karşılamaktadır. Tüm bunlar
sembolik olmaktan öte, Meclisimize layık olduğu itibarı kazandıracak işlerdir
ve Meclisimiz bu konularda çalışmaya devam edecektir.
2003 yılı bütçemizin
hayırlı olmasını diler, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Yılmaz, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, AK Parti Grubu adına ikinci söz istemi, Konya Milletvekili
Mustafa Ünaldı'ya aittir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Ünaldı,
buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Cumhurbaşkanlığı bütçesi
üzerinde AK Parti Grubu ve şahsım adına görüşlerimizi arz etmek üzere
huzurlarınızdayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhurbaşkanlığı,
devletin en yüksek makamıdır. Anayasanın 6 ncı, 8 inci ve 104 üncü maddelerine
göre Türkiye Büyük Millet Meclisi adına başkumandanlık makamında bulunmak,
Bakanlar Kuruluna Başkanlık etmek gibi önemli idarî, icraî ve adlî alanlarda
birtakım üst görevler yürüten ve devleti temsil eden Cumhurbaşkanlığının
bütçesi, 2002 yılının başlangıç ödeneğine göre yüzde 51'lik bir artışla 23
trilyon 680 milyar liralık bir büyüklüktedir.
Devletin başı olan
Cumhurbaşkanı, hepimizin cumhurbaşkanıdır ve hepimiz bu makamda bulunan kişinin
en iyi şartlarda yaşamasını isteriz, böyle bir arzuyladır ki, birçok hizmet ve
yatırım bakanlıklarından daha yüksek bir oranda artış gerçekleştirilmiştir. Her
ne kadar, geçmiş yıllarda, yatırım ve hizmet birimlerine göre daha yüksek
görülen Cumhurbaşkanlığı bütçesine karşı "Cumhurbaşkanı köprü mü
yapacak" diye itirazda bulunanlar olmuşsa da, biz öyle düşünmüyoruz; ama,
ne yazık ki, ülkemiz yanlış yönetimler yüzünden, borçlu yönetimler yüzünden,
borçla yönetimler yüzünden yüzünden, korkunç derecelere varmış vurgunlar,
soygunlar yüzünden ekonomik bir çöküntünün içine sürüklenmiş vaziyettedir.
Ekonominin bu durumunu, irademiz dışında gelişen savaş ortamında, maalesef, bir
zaaf olarak görüyoruz. Bir an evvel toparlanmak, yeniden güç oluşturmak,
milletlerarası arenada tarihteki yerimizi, çağdaş imkânları kullananlar arasındaki
yerimizi almak durumundayız. İşte, bu ekonomik durum ve böylesi hedeflerimiz
dolayısıyla bir kuruşu bile zayi edecek halimiz yoktur. Bundan dolayı, hayırlı
hizmetlerde kullanılmasını dilediğimiz bu bütçenin, harcanmasında kalem oynatan
herkesin azamî tasarruf gayretlerinde olmasını temenni ederiz. Verimlilik ve
tutumluluk ilkeleri mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
üyeler; izninizle, bütçe rakamlarının yorumlanması yerine, Cumhurbaşkanlığı
fonksiyonu ve ülkemizin hedefleri üzerinde duracağım.
Devlet Başkanlığı
görevi, elbette çok önemli, çok yüce bir görevdir. Bu makam, milletin
birliğini, devletin gücünü temsil etmek, geliştirmek ve kuvvetlendirmek gibi
önemli bir yükümlülük taşır. Milletin bütün zümreleri, bölgeleri ve unsurları
için güven verici bir ortamı oluşturmak, hukuku korumak, güven verici
münasebetler içinde olmak, bu münasebetleri geliştirmek, bu yükümlülüğün
gereklerindendir. Bu görev yürütülürken, Cumhurbaşkanının bizzat kendisi, milliyetimize,
maneviyatımıza, ahlakımıza, ekonomimize, elhâsıl bütün maddî ve manevî
varlığımıza saygılı olmak, muhafaza etmek, yüceltmek, millet için huzur ve
denge unsuru olmak gibi bir yükümlülük taşıdığı gibi, görevlendirmelerde de, emaneti
tevdi ettiği insanların doğruluğunun, dürüstlüğünün, ehliyet ve liyakatinin
olup olmadığına dikkat etmesi gerekir. Böylece, milletin sevgi ve saygısını
kazanarak, memleket meselelerinde birleştirici ve yatıştırıcı bir rol ile üzerine
düşen görevleri ve faaliyetleri bihakkın yapmış olur.
Sayın Cumhurbaşkanı,
göreve başladığında, hukukçu kimliği ve mütevazı davranışlarıyla cidden önemli
izler bırakmıştır.
Sayın Başkan, değerli
üyeler; siyasî tartışmalar başta olmak üzere tüm tartışmalarda, tarihî
değerlerimizle birlikte insan hakları kültürünü, demokrasi icaplarını ve
kurallarını, hukukun üstünlüğü ilkesini korumak, insanımız hayrına olan bu
değerleri geliştirip kuvvetlendirmek bir zaruret haline gelmiştir.
Yürütme yetkisi ve
görevi, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar tarafından Anayasa ve kanunlar
çerçevesinde müştereken kullanılarak yerine getirilir. Yine, Anayasanın
sınırlamasıyla, hiçbir kimse, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz. Bu sınıra riayetle, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar, uyum ve
diyalog içerisinde, memleket meselelerine yerinde ve başarılı çözümler geliştirmelidirler.
Bu hizmet birlikteliği içerisinde bir sorumluluk farklılığı da yok değil.
Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde Başbakan ve bakanlar sorumluyken,
Cumhurbaşkanının siyasî sorumluluğunun olmadığı kabul edilmektedir. Bu kabul,
elbette ki, tamamen sorumsuz olduğu anlamına gelmez; en azından, vicdanına
karşı sorumludur.
Sayın
Cumhurbaşkanımız, bugün, Parlamento dışından seçilmiş, sivil ve hukukçu bir
kişidir. Özellikle sivil ve hukukçu kimliği, açık ve şeffaf yönetimin
geliştirilmesi yönünde bir katkı oluşturması ümidi vermektedir. Nitekim, yemin
merasiminde yaptığı konuşmada bu ümidi destekleyecek birçok ifadesi vardır.
Zamanın darlığından, bunları tekrarlamadan, atlayarak, başka hususları
söylemeye çalışacağım.
Sayın Cumhurbaşkanı,
konuşmasında, ekonomiye de vurgu yaparak "ulusal anlamda güçlü bir
ekonomik yapı, demokrasinin de hukuk devletinin de güvencesidir" demiştir.
Bu konuşma, bir manifesto kadar güçlü dilekleri ve hepimizin iştirak edeceği
talepleri dile getirmektedir. Bu gelişmeleri, hükümetimizin geliştireceği
çalışmalarla beraber bekliyoruz; bu ümidi taşıyoruz.
Böyle bir ümit
olmakla beraber, bazı enteresan durumların, garip gelişmelerin müşahede
edildiği de ortadadır. Vetolardan bahsetmeyeceğim. Cumhurbaşkanlığı makamının,
nasıl bir düşünce değiştirici etki oluşturduğunu vurgulamak istiyorum.
9 uncu Cumhurbaşkanı,
Cumhurbaşkanı olmadan evvel, uzun siyasî hayatı boyunca milletin kültürel
değerlerini savunduğu halde, Cumhurbaşkanlığı sırasında insan hakları
ihlallerinin arkasında durmuş, bu görevden ayrıldıktan sonra aynen şöyle demiş:
"Her şeyin mantığı olmuyor, başörtüsü yasağının da mantığı yok."
Minel acayip ve minel garaip.
Bu hayret verici
tezatın bir benzeri de, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ortaya konulmuştur.
Biraz evvel tekrarlamaya çalıştığım manifesto niteliğindeki ifadelere rağmen,
Anayasa Mahkemesi üyesiyken, 2547 sayılı Yasanın ek 17 nci maddesiyle ilgili
olarak, bu madde yürürlüğe girerse her türlü kılık ve kıyafetin serbest
olacağını ifade etmiş; ek 17 nci maddenin yürürlüğe girmesinden çok sonra,
Cumhurbaşkanı olunca, sanki bu madde yürürlükte değilmiş veya yokmuş veyahut
yürürlükten kaldırılmış gibi değerlendirmeler yapmıştır.
Açık ve şeffaf bir
yönetimde, hukuk devleti içerisinde, Anayasanın 2 nci maddesindeki ifadesiyle,
demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti içerisinde, hukukun görünüşü makamlara
ve mekânlara göre değişmemelidir diye düşünüyorum; bundan sonrası için, hukukun
üstünlüğü ve gerçek anlamda insan haklarına sahip olunabilen bir demokrasi, gün
ışığında bir yönetim için dua ediyor; Cumhurbaşkanımızla beraber, bu yolda, hep
birlikte el ele vermemiz gereğini vurgulamak istiyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Ünaldı, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA ÜNALDI
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sözlerimin başında,
ekonomik tabloyu özet olarak ifade ettim. Sayın Cumhurbaşkanının "ulusal
anlamda güçlü bir ekonomik yapı, demokrasinin de, hukuk devletinin de
güvencesidir" ifadesini de aktardım. Halihazırda, Hazine torbasının dibi delik
deşik, fareler etrafa dağılmış vaziyette. Her ne kadar yolsuzluklarla ilgili
bir araştırma komisyonu kurduk ise de, yoğun çalışmalarına rağmen hayli yolu
var görünüyor.
Hükümetimizce,
rakamsal değerleri ihtiyaca göre olmayan bir restorasyon bütçesi
hazırlanmıştır. Restorasyonun gücü rakamlarda değil, milletin güveninde, artı
olarak da icranın samimî niyetindedir. Hükümetimiz, bu bütçeyi bereketlendirmek
için, bir yandan, torbasını tamir ederken, bir yandan da, fareleri uzaklaştırmak
gayretindedir.
Fert fert kimseyi
itham etmiyoruz; ama, şu bir gerçek: Ülke, korkunç bir soygun ve vurgun
batağındadır. Bunun çaresi, inançlı, dürüst, uhrevî hesap endişesi olan, haramı
helali ayıran, her an millete hesap vermeye hazır kadroların, bilgiyle,
gayretle, fedakârlıkla işbaşı yapmasındadır. Bu işbaşının gecikmemesi için,
Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların, uyumu geliştirilmiş diyalogunun
güçlendirilmesi, işlerin hızlandırılması ihtiyacı vardır. Devlet Denetleme
Kurulunun da bu yönde kullanılması gerektiği kanaatindeyim; bizler de bunu
desteklemeliyiz.
Böylece, ekonominin
düzeltilip rayına oturtulması, Hazine torbasının doldurulması ile hizmetlerin
geliştirilmesi, yatırımların tamamlanması, demokrasinin ilkeleri çerçevesinde
yerine ikame edilmesi, sivilleşme ve şeffaflaşma ile modern ve kalkınmış bir
Türkiye'ye dönüşeceğiz inşallah. Bu gelişme, Türkiye'nin ve milletimizin
başarısı olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı
bütçesinin de, 2003 yılı genel bütçelerinin de, hepimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Sözlerime son
verirken, özet olarak, cumhurun gözardı edilmemesi gereğini vurguluyor;
heyetinize, Grubum ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Ünaldı, teşekkür ediyorum.
Sayın
Milletvekilleri, AK Parti Grubu adına üçüncü söz istemi, Bilecik Milletvekili
Sayın Fahrettin Poyraz'a aittir.
Sayın Poyraz,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 malî
yılı bütçesi görüşmeleri kapsamında, anayasal yüksek denetim ve yargı organımız
olan Sayıştayın bütçesi hakkında, Grubum adına görüşlerimi ifade etmek üzere
söz almış bulunmaktayım; hepinizi, şahsım ve Grubum adına, saygıyla
selamlıyorum.
Hükümetlerin bir
yıllık çalışma programı ve planı niteliğinde olan bütçelerin Parlamentolarca
onaylanarak uygulama izni verilmesi, milletin egemenliğini gösteren unsurlardan
birisidir. Bütçe uygulamasını yürütmekle görevli hükümetler ve bütçe
uygulayıcıları, uygulamaları yaparken, genel anlamda mevzuat denilen hukuk
kurallarına bağlı kalmak zorundadırlar; Parlamentoların da bu hususu aramaları,
denetim görevlerinin bir gereğidir.
Zaman içinde, hesap
ve işlemlerdeki karmaşıklığın artması sonucu, parlamentoların bizzat denetim
yapabilme imkânlarının ortadan kalkmasından dolayı, parlamento adına denetim
yapan kurumlar, diğer bir deyimle sayıştaylar kurulmuştur. Bu kurumlar,
bağımsız, idarenin dışında olup, parlamentolar adına görev yapmaktadırlar.
Denetim sonuçları
kendi yapısı içinde kesinleşen Fransa Sayıştayı örnek alınarak 1862 yılında
kurulan ülkemiz Sayıştayı, o dönemdeki adıyla Divanı Muhasebat, yaşanan ve
gelinen süreçte, demokratik rejimimizin önemli ve vazgeçilmez kurumlarından
birisi haline gelmiştir. Burada özellikle ve ısrarla vurgulamak istediğim
husus, Sayıştayın, Parlamentomuza yardımcı olmak üzere oluşturulmuş bir kurum
olduğudur. Bu nedenledir ki, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, kurumların oluşturulmasında... Hepinize örnek olarak söylemek istiyorum;
hepimiz biliriz ki, Ulus'ta, eski Meclis binasının hemen altında Sayıştay
binası vardır; onun altında da ikinci Meclis binamız vardır. Yani, Sayıştay ve
Meclisin binaları bile birbiriyle yan yanadır. Bu mekânsal yakınlığın, olması
gereken doğal bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum; ancak, şu anda
bulunduğumuz Parlamento binasının inşasıyla, iki kurum arasındaki mekânsal
yakınlık ortadan kalkmıştır; ancak, asıl üzücü olan, bu mekânsal yakınlığın
ortadan kalkmasından daha ziyade, belki de, Sayıştay ile Meclisin arasında
olması gereken işlevsel yakınlığın zayıflamış olmasıdır. Bunun, uygulamadan ve
mevzuattan kaynaklanan pek çok nedenleri olduğu söylenebilir; ancak, burada
belirtilmesi gereken en önemli neden, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu
uygulamaları, geçtiğimiz yıla kadar uygulanmakta olan 2886 sayılı İhale Kanunu
uygulamaları ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu uygulaması olarak ifade etmek
gerekir.
Değerli
milletvekilleri, devletin mevcut yapısını, kurumlarının işleyişlerini
düzenleyen anayasalar mevcuttur. Malî sistemimizin de anayasası konumunda olan
1050 sayılı Kanun, cumhuriyetin ilk yıllarında, malî sistemimizi yapılandırmak
üzere Meclisimiz tarafından çıkarılmıştır; ancak, devletin işlevlerinin artması
sonucu, bu 1050 sayılı Kanun, tabiri caizse, bir elbisenin bedene bol gelmesi
gibi, şu andaki kurumumuzun, devlet içindeki kurumların işleyişini de engeller
konuma gelmiştir. Bu noktada, belki, 2886 sayılı İhale Kanununu da buna eklemek
gerekir. İşleyen süreç zarfında, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununu aşmak,
2886 sayılı Kanunun engellerinden kurtulmak için, burada, birtakım yeni kurumlar,
kurullar ihdas edilmeye çalışılmış ve Meclis Genel Kurulundan geçen her kurul
ve kurumun kanunlarının arkasına, sanki, sözbirliği edilmişçesine hep aynı
madde eklenmiştir; o da şudur: "Bu kanunun işleyişi sırasında 1050 sayılı Muhasebei
Umumiye Kanunu hükümleri, 2886 sayılı İhale Kanunu hükümleri, 832 sayılı
Sayıştay Kanunu hükümleri uygulanmaz."
Burada, dikkat
ederseniz, ciddî bir sıkıntı söz konusu; o da şudur arkadaşlar: Demek ki,
bizim, sistemi, ciddî anlamda, temelden sorgulamamız gerekirken, maalesef,
önceki dönem hükümetler ve önceki dönem Meclis olarak, sistemi sorgulama
zahmetine girmek yerine, kolaycı çözümlere giderek, birtakım kurumların
oluşturulması sırasında bu maddeleri ekleyerek sorunu aşacağımızı zannettik. Bu
yanlışlığı, maalesef, 21 inci dönem Meclisi ve 21 inci dönemdeki hükümetler de
yaptılar. 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununu sorgulamak yerine, 2886 sayılı
Kanundan, yani, en son başlamak gereken kanundan başlayarak kanun
değiştirdiler; ama, şu anda geldiğimiz noktada iktidar ve muhalefet olarak
kabul etmemiz lazım ki, mevcut Devlet İhale Kanununda 1050 sayılı Muhasebei
Umumiye Kanunu değişmediği için şu anda önümüze engel olarak çıkmış
bulunmaktadır.
Burada lafı fazla
uzatmadan birtakım tespitlerde bulunup, Sayıştayın şu andaki gerçek
sorunlarıyla ilgili tespitlerde bulunup sözlerimi bağlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sayıştayın bir diğer özelliği de, biliyorsunuzdur, malî hafızamız olması
yönüdür; yani, bugün, gerek bireyler arasında gerek bireylerin kurumlarla
arasındaki anlaşmazlıklarda herhangi bir dava söz konusu olduğu zaman, hemen
mahkemelerin başvuracağı yer, gerçekte, bu belgelerin asıllarının saklandığı
Sayıştay olmaktadır.
Hatırlatırım;
Sayıştay, yeni binasına taşındığı zaman, arşiv noktasındaki yetersizlikten
dolayı, gerekli güvenlik tertibatı alınmadığı için, maalesef, biz, orada,
hafızamızın bir kısmını yangında kaybetmek zorunda kaldık. Bu noktada, yeni dönemde
-Sayın Başkanımız da burada; ben biliyorum, gayretli çalışmaları var-
Meclisimiz olarak, bizim yardımcımız, bizim destekçimiz konumunda olan
Sayıştayın malî hafızamızı koruyabildiği kadar en mükemmel şekilde koruması
noktasında destekçi olmamız gerekiyor.
Yine, aynı şekilde,
bir hususu daha ifade etmek istiyorum arkadaşlar. Şu anda, bizim yardımcımız,
elimiz, ayağımız, gözümüz konumunda olması gereken Sayıştayın çalışan meslek
mensuplarının özlük hakları noktasında da ciddî sıkıntılar olduğunu ifade etmek
istiyorum. Şu anda, bizim, Meclisimizde bir kadrolu çaycıya ödediğimiz ücretin
1 milyarın üzerinde olduğunu hatırlatır ve mevcut Sayıştay denetçi
yardımcılarının 700 000 000 küsur lirayla işe başladıklarını ve 16 yıla kadar,
birinci sınıfa ayrılana kadar, aşağı yukarı 1 milyarın altında ücret
aldıklarını düşünürsek, o zaman, şu andaki sistemin ciddî anlamda sorgulanması
gerektiğini ayrıca düşünmek gerekiyor.
Çünkü, hatırlarsanız
arkadaşlar, şu anda, geçmiş dönemde, biz, sistemi sorgularken, ne hikmetse, hep
kanunları değiştirerek, kanun maddeleri üzerinde yapılacak olan değişikliklerle
sistemlerin iyi yürüyeceği noktasında hatalar yapıyoruz gibime geliyor. Bu
noktada, belki, işin sosyal boyutunun da sonuçlara etkili olduğu noktasında, en
azından, kafamızda bir soru işaretinin olması gerektiği kanaatindeyim.
Burada, insanların
motivasyon noktasında, iş doyumunun sağlanması noktasında bu tip ayrıntıların
da önemli olduğu kanaatindeyim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Poyraz, mikrofonunuzu açacağım; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) - Ama, tekrar, son cümle olarak şunu söylüyorum: Burada mevcut -gerek
iktidar gerek muhalefet- her milletvekilinin kendisine dost, kendisine yakın,
kendisine yardımcı bir kurum olan Sayıştayın var olduğunun ve bu Sayıştayın
daha etkin çalıştırılarak, Meclisteki her milletvekilinin bilgilendirilmesi
noktasında kullanılması gerektiğinin ve bunun bir ihtiyaç olduğunun hepimiz
tarafından bilinmesi gerekiyor. Ben inanıyorum ki, Sayıştaya bu noktada
verilecek olan görevler de, bu çerçevede hakkıyla yerine getirilecektir.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Poyraz.
AK Parti Grubu adına
dördüncü sırada söz istemi, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu'ya aittir.
Sayın Kuzu, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa
Mahkemesinin bütçesi üzerinde, elbette ki, ayrılan payı bakımından söylenilecek
fazla bir şeyi yok. Elimizdeki bütçe ortada, Türkiye'nin gelir düzeyi ortada;
bu çerçevede, devletin birçok organlarına belli bir miktar pay verilmiştir.
Elbette ki, bunun artmasından yana hükümetimiz gerekli gayreti gösterecektir.
Şimdi, ben, bu
vesileyle, Anayasa Mahkemesinin bütçesini konuşurken, bu konuda bir uzman
olarak bazı konulara dikkat çekmek istiyorum. Bir defa, Anayasa Mahkemesi,
dünyanın her ülkesinde olmayan bir mahkeme; yani, şunu anlatmak istiyorum:
Demokratik ülkelerde var -İngiltere istisna, bunun dışında tutulmuştur- birçok
ülkede yok; bunun sebebi, anayasa yargısının çok önemli bir yargı olmasıdır.
Millî irade gibi, onu temsil eden Meclisin çıkarmış olduğu somut bir işlem olan
yasa gibi bir işlemi denetleyen organ. Bunu, sıradan bir organ gibi görmek
mümkün değildir. O açıdan, bu mahkemenin, hem oluşumu hem kuruluşu hem de
üyelerinin seçiliş biçimi önem arz etmektedir. Aksi halde, yerindelik denetimi
dediğimiz oportünite, yani Meclis yerine kendisini koyarak karar vermek
durumunda kalırsa, bundan o ülke çok ciddî zarar görür ve yargıçlar devletine
dönüşür o ülke. Bu açıdan, bazı ülkeler, özellikle sosyalist blok, Anayasa
Mahkemesi yerine siyasî denetim dediğimiz başka yollara başvurmuş. Bazı ülkeler
de, Fransa örneğinde olduğu gibi, sonradan denetleme değil, ön denetim
formülünü benimsemiş; yani, yasanın yürürlüğe girmesinden önce denetim
formülünü benimsemiş. Bununla şunu anlatmak istiyorum: Böyle bir yargının
kabulünde çok hassas davranmak ve üye seçimini de çok dikkatli yapmak gerekmektedir.
Anayasamıza
baktığımız zaman -gerek 61 gerek 82 Anayasası- bu konuda biraz farklı formül
benimsemiş. Şöyle gözüküyor: Cumhurbaşkanı, bugünkü modelde atama yetkisine
sahip. Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi,
Sayıştay, Yüksek Öğretim Kurumu, aday gösterme yetkisiyle donatılmış. Eski
döneme baktığımız zaman, aday gösterme değil doğrudan doğruya seçim esası
getirilmiş.
Bir şeye dikkat
çekmek istiyorum: Dünya uygulamalarına baktığımız zaman, bu mahkemenin oluşumunda,
şöyle ya da böyle, meclislerin etkili olduğunu görüyoruz. Millî iradeyi temsil
eden meclisler, bu mahkemelere üye seçmektedirler. Bizde de, bilindiği gibi,
1961 Anayasamızda, Millet Meclisi 3, Cumhuriyet Senatosu 2 üye seçiyordu bu
Anayasa Mahkemesine. Fransa, İtalya, Almanya'da meclislerin belli oranda bu
mahkemeye üye seçtiğini görüyoruz. Amerika'da, başkan, tamamını kendisi
seçiyor. Dolayısıyla, millî irade bakımından önemli olan bu meclise, acaba,
Millet Meclisinin belli oranda üye seçmesi gündeme getirilebilir mi?
Bu Anayasaya
baktığımız zaman, Anayasamıza göre, norm denetimi yapıyor Anayasa Mahkemesi ve
üye seçiminde de, bu norm denetimini dikkate alarak, hukukçu üyelere ağırlık
verilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Hukukçu olmayan üyeler, tabiî
ki, seçim sebebiyle, bugün için mevcuttur; buna dikkat çekmek istiyorum.
Yedek üyelik konusuna
gelince, Anayasa Mahkememizdeki yedek üyelik meselesine son vermek lazım artık.
Böyle bir uygulama, dünyada Avusturya'da var; benim bildiğim, başka ülkelerde
yok. Orada da, belli davalar için, diyelim, üniversiteden üye geliyor, davaya
girdikten sonra, görevine dönüyor. Aslında, yedek sayılır mı, o da tartışılır;
aslî üye bile denebilir yapmış olduğu görev sebebiyle. Yirmibeş yıllık bir
yedek üye, bir günlük asil üyeden çok daha geri planda tutuluyor ve onların
davalara girmemesi sağlanıyor. Kaldı ki, bazı durumlarda girmeleri sağlanmış
olsa bile, başkanın tercih ettiği kimseler giriyor; bu da, birçok kırılmaya
sebep oluyor. Bunun mutlaka kaldırılması lazım.
Anayasa Mahkemesinden
Yüce Divan yetkisinin alınması gerekir. Yüce Divan yetkisi, bu mahkemeye, 1961
Anayasasıyla beraber verilmiş. Bilindiği gibi, bu mahkeme, başta Cumhurbaşkanı
olmak üzere, Başbakanı, bakanları, yargı organlarının temsilcilerini, kendi
üyelerini yargılayabiliyor. Bu yetki, çok önemli bir yetki. Gerektiği zaman
mahkûm ediyor, bir döneme göre idam cezası bile- şu anda kalktığı için belli
düzeyde bu mümkün olmayabilir- verebiliyordu.
Bu yetkiyi kime
vermek lazım diye düşündüğümüzde, daha önce bu tür çalışmalar olmuş. Mesela,
1982 Anayasası, ilk şeklinde, bunu, Yargıtay Ceza Daireleri başkanlarından
oluşan bir kurula vermiş. Bunu doğru buluyoruz. Gerçi, bunu, o günün şartlarında
askerî konsey uygun bulmadı; ama, öyle zannediyorum, bunun düzeltilmesi lazım;
çünkü, bu bir teknik ceza işidir. Anayasa Mahkemesinde hukukçu olmayan üye var,
cezacı olmayan üye var. Bu kadar teknik bir konuda, öyle zannediyorum, isabetli
karar vermede zorlanılıyor olsa gerektir.
Anayasa Mahkememizin
bir uygulamasının hatalı olduğunun, burada, altını çizmek istiyorum. O da,
yürütmenin durdurulması. Yürütmenin durdurulması yetkisi, bilindiği gibi, diğer
mahkemelerde "tehiri icra" şeklinde karşılık olarak kendini buluyor.
Anayasa yargısında, yürütmenin durdurulması ya da yürürlüğün durdurulmasının
doğru olmadığını düşünüyoruz. Bir defa, adlî yargıdaki somut norm denetimi;
yani, bir kişiyle alakalı davada siz davayı tehir ediyorsunuz, sonunda iptal
etmediniz, çok da fazla bir şey kaybetmemiş olur yargı ve adalet; ama, bir
kararın bir sene geç verildiğini ve yürütmenin durdurulmasıyla alakalı da
Anayasa Mahkememizin bir karar aldığını düşünün. 550 milletvekilinin
"evet" dediği bir yasanın bir sene askıda kalmasının sorumluluğunu
kim üstlenecek bu memlekette?! Dolayısıyla, dünyanın hiçbir ülkesinde -benim
bildiğim Almanya hariç- böyle bir yetki verilmemiştir ve 1961'de de yoktu,
1982'de de yoktu. Anayasa Mahkemesinin önüne bu ilk defa, 1972 yılında Deniz
Gezmiş davasıyla geldi. Bu, tabiî ki, idamla alakalı bir kanun. Behemehal bu
konuda karar verilmesi gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi buna rağmen dedi ki:
"Çok ağır ve önemli olan sonuç doğuran böyle bir yetkiyi Anayasa ve yasa
bana vermemiştir, kullanamam." Çok doğru, çok haklı bir yaklaşımdı. Daha
sonraki dönemlerde ve 1985 yılında aynı tutumunu sürdürdü; Anayasa vermemiştir,
kullanamam... 7-8 kararı var... Nihayet, özelleştirme Türkiye'nin gündemine
geldiğinde Mümtaz Soysal ve 92 milletvekilinin açmış olduğu dava neticesinde
şöyle bir yaklaşımda bulunuldu, o günkü gerekçede veya davada: "Yargının
hiyerarşik yapısının en üstünde sizsiniz, en büyük mahkeme sensin, başka büyük
yok, alt mahkemenin verdiği bir yetkiyi senin de kullanman lazım" diyerek
bu hava içerisinde Anayasa Mahkemesi, maalesef, 5'e 6, böyle bir yetkisinin
olduğu sonucuna vardı.
Değerli arkadaşlar,
özellikle idam cezaları bakımından ya da iptal kararları geriye yürümediği
için, bundan doğan sorunları düzeltmek bakımından böyle bir yetki gerekiyorsa,
bunun mutlaka Anayasa ve yasaya belli şartlarda verilmesi gerekir. Fiilî
durumdan yetki almanın, artık, son bulması lazım.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kuzu,
ihtisas alanınıza giren bir konu; sizi de zevkle dinliyor Yüce Meclis; ama,
Sayın Hocam, lütfen, toparlarsanız memnun olacağım.
BURHAN KUZU (Devamla)
- Bir kelam daha edeceğim müsaadenizle.
Kararların
açıklanması konusunda da aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Burada da yine çok net
olarak diyor ki Anayasamız, iptal kararlarının gerekçesi her zaman açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi başkanları, maalesef, hele Türkiye'nin kamuoyunu çok ilgilendiren
bir davası varsa, televizyonda çıkıp bunu açıklamayı âdet haline getirdiler ve
bu yanlışlık uzun süredir devam ediyor. Ortada karar yok, gerekçe yok, nasıl
uygulanacak bunlar, belli değil; tam bir kaos ortaya çıkıyor. 1971 öncesi
böyleydi. Nasıldı; açıklama yapılabiliyordu. 1971 anayasa değişikliği bunu
yasakladı: Sebebi de; "karar verildi, gerekçesi yazılacak." Yani,
kılıf hazırlanıyor gibi bir yaklaşımda bulunuyordu. Bunu önlemek için, gerekçenin
beraber yazılma şartını getirdi. Bu konudaki Anayasa hükmüne mutlaka uyulması
lazım ve bu uygulamadan dönülmesi lazım.
Siyasî partilerin
malî denetimi konusunda da sıkıntılar var, yıllar sonra bu denetim yapılıyor;
bunun da düzeltilmesi gerekiyor.
Nihayet, şunu
belirtmek istiyorum; Siyasî partilerin kapatılması konusunda, maalesef, Anayasa
Mahkememiz, 28 Şubattan sonra farklı bir seyir takip etmeye başladı. Bilmek
lazım ki, gelişmiş ülkeler, artık bu konularda, şiddeti destekleyen ya da
şiddete teşvik eden, yabancı düşmanlığı yapan, hoşgörüsüzlüğü savunan,
ırkçılığı savunan partileri kapatma yoluna gidiyor. Bu konuda da, zannediyorum,
bir değişiklik yapılması gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; son olarak, şunun altını çizmek istiyorum: Anayasa Mahkemesinin
uygulamalarında şu yanlışlığı görüyoruz: Bir konuda hüküm yoksa, yasak yoksa,
yetki vardır yorumu yapıyor. Bu, külliyen yanlıştır. Kamu hukukunda yetki varsa
"vardır" denir, yoksa "yoktur" denir; ancak özel hukukta o
tür kıyasla bir yere varabilirsiniz. O yüzden, yetki yoksa, ihtiyaç duyuluyorsa
bu yetkinin verilmesi lazım, aksi halde yetkinin olmadığı sonucuna varmak
lazım.
Anayasa Mahkemesi
başkanlarının da -özellikle daha önceki dönemdeki başkanlarında bunu seziyoruz-
maalesef, birçok konuda konuşma fırsatı yakalayarak, kendisinin, muhtemelen
önüne gelmesi gereken konularda görüş beyan ettiğini görüyoruz. Bir partinin
kapatılması meselesinde -ismini de vermek istiyorum, Refah Partisi- dosyada
itiraz edildi, ihsası reydir bu yapılan diye -hakikaten, hukukçu olarak, bunu
samimî olarak söylüyorum, kimseyle benim alıp verecek bir şeyim yoktur- otuz
sayfalık savunma yazılmıştır, gazete kupürleri vardır, çok net olarak orada
görüyorsunuz ki, o üye ve o başkan, o mahkemede başkanlık yapamaz. Nitekim,
emekliliği denk geldi de, böyle bir şeyden kendisi de kurtulmuş oldu.
Sonuç itibariyle,
herkesi saygıyla selamlıyorum ve Sayın Başkan, hepinize saygılarımı sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kuzu,
biz de çok teşekkür ediyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, üç sayın üye
konuşacaktır.
Süreyi eşit olarak mı
kullanacaksınız Sayın Özbek?
AHMET SIRRI ÖZBEK
(İstanbul) - Evet efendim.
BAŞKAN - İlk söz,
İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Sırrı Özbek'e aittir.
Sayın Özbek, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET
SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük
Millet Meclisi bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ve
eleştirilerini sunmaya ve Meclisimizin bu dönemiyle ilgili bir
değerlendirmesini yapmaya çalışacağım. Yüce Meclisin Sayın Başkanını ve siz
değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bugün Yüce
Meclisimizden güvenoyu alan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki
59 uncu cumhuriyet hükümetini kutluyor, bu zor günlerde, ülkemizi ve halkımızı
esenliğe çıkarmalarını diliyor ve umuyorum. (Alkışlar)
Zahmet etmeyin...
HALİL AYDOĞAN (Afyon)
- Estağfurullah...
AHMET SIRRI ÖZBEK
(Devamla) - Değerli milletvekilleri; önümüzdeki günlerde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kuruluşunun ve ulusal egemenliğimizin de 83 üncü yıldönümünü
kutlayacağız. Ulusal egemenlik, dünyada, mutlak monarşiler karşısında, ulusal,
laik yeni bir egemenlik kavramı ve kaynağı olarak gelişti; oradan temsilî
demokrasiye, oradan da çağdaş, katılımcı demokrasiye doğru bir gidişi yaşadı ve
yaşıyor.
Günümüzde, siyasal
egemenliklerin, ulusal, laik kuram ve kaynaklara bağlanmış olması yeterli
görülmüyor. Siyasal egemenliklerin, uluslara ne ölçüde, ne kadar ait olduğu,
siyasal sistemlerin ne ölçüde katılımcı ve çoğulcu oldukları, kısaca,
demokratik olup olmadıkları tartışılıyor.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi, 83 yıl önce, ulusal, laik yeni bir egemenlik kaynağı yaratmakla
kalmadı, demokrasiyi, ulusumuz için vazgeçilmez bir amaç olarak da belirledi. O
Meclisimizi, ulusal bağımsızlığın Büyük Meclisi olduğu kadar, demokrasiyi,
ulusumuz için tıpkı bir kader gibi çizdiği ve amaçladığı için de seviyoruz.
Bize, o Meclisten, bağımsızlığımızla birlikte, meclis üstünlüğü ve ondan ayrı
düşünülmeyecek, demokratik, temel bir doğru da kaldı.
Sayın
milletvekilleri, bu değerlendirmeye, 22 nci Döneme, yasama ve yürütme
ilişkileri açısından; yani, meclis üstünlüğü açısından bakmak istiyorum.
Parlamenter meşruiyet
olarak da ifade edilen meclis üstünlüğü, devlet fonksiyonları içinde yasamanın
üstünlüğü, özellikle siyasal yürütme ve devlet bürokrasisi karşısında yasamanın
işlevsel olarak, fonksiyonel olarak üstünlüğü demektir.
Meclis üstünlüğünü
bir tutku gibi niçin ısrarla ve inatla savunuyoruz?.. Bunun Türk siyasal
geleneğinde iki temel nedeni vardır. Birincisi, yasamanın üstünlüğü, her şeyden
önce temel hak ve özgürlüklerin üstünlüğü, onların güvencesi, bireyin, insanın,
yurttaşın üstünlüğü, sonuçta demokrasinin üstünlüğüdür. Bizim anayasa
hukukumuzda ölüm cezalarının yerine getirilmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararına bağlı olmasının nedeni budur. İkincisi ise, özellikle bizim siyasal
koşullarımızda yasama üstünlüğü, işlevsel olarak üstün bir meclis; yani, güçlü
bir meclis; dolayısıyla, güçlü bir icra demektir. Güçlü yürütme arayışları
bundan bağımsız olarak ve bundan soyutlanarak düşünülemez; ama, hemen belirtmek
gerekir ki, bütün bunlar temel bir koşulla mümkündür. O da şudur: Meclis
üstünlüğü, çoğunluğun üstünlüğü ve diktası demek değildir; aksine, özgürlükçü,
katılımcı, çoğulcu ve rekabetçi bir demokraside muhalefetin haklarına ve
ödevlerine inançlı, saygılı ve dikkatli bir meclisin üstünlüğüdür. Meclis
üstünlüğü açısından bugüne baktığımızda, meclise sadece bir meşruiyet simgesi
ve bir onay mercii gibi bakıldığını görüyoruz. Bu, son derece yanlış bir yaklaşımdır.
Bilinmelidir ki, güçlü icralar, ancak ve ancak güçlü ve üstün meclislerle
mümkündür.
Sayın
milletvekilleri, muhalefetin işlevine inanç ve haklarına saygı, demokrasinin
önkoşuludur. Demokrasilerin büyük tuzağı, çoğunluk iradesiyle, ulus iradesini
ve ulus egemenliğini özdeş görmektir. Çağdaş demokrasi, bunu, hem kuramda hem
de uygulamada çoktan aştı. Günümüzde demokrasimizin zafer çelenkleri,
çoğunlukçuluk değil, çoğulculuktur. Şu dört aylık sürede, sadece bizlerin, yani
muhalefetin katkılarıyla Yüce Meclis çoğulculuk örnekleri vermiştir. Ne yazık
ki, iktidar, parmak çokluğu sendromuna kapılmıştır. Halbuki, bu çokluğunuzu
çoğulculuğa dönüştürecek tarihî fırsatlar doğmuştur. Umuyor ve diliyorum ki,
önümüzdeki günler çoğulculuğa yönelmenizi sağlasın.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hiç kuşkusuz, her birimize
kıvanç ve onur verecek birçok anlamlı yönü ve özelliği vardır. Bana göre Yüce
Meclisimizin en anlamlı yönü, bu Parlamentonun, dünyada bir eşi ve benzeri
olmayan bir şekilde, bir kurtuluş savaşı içerisinde ve başlangıcında kurulmuş
olmasıdır. Mustafa Kemal, koşulları çok ağır, hatta, olay öncesinde kazanılması
olanaksız sayılan bir savaşın içinde, kan ve barut cephesinde askerî bir uğraş
verirken, kendine ikinci bir cepheyi, bir siyaset cephesini açmakta ve Türkiye
Büyük Millet Meclisini kurmakta hiç tereddüt göstermemiştir. Siyaset ve Meclis,
Mustafa Kemal tarafından, işlevleri zorlaştırıcı, askerî hedeflere varmayı
güçleştirici bir unsur olarak görülmemiş, aksine, bu hedeflere varmak için
vazgeçilmez bir kurum olarak görülmüştür.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, zaman zaman güç koşullara düşmüştür ve yine de
düşebilir. Parlamento, bazen, bu güç koşulların aşılmasında, her zaman en
mükemmeli ve en doğruyu bulmakta zorlanabilir; ancak, şunun hiç unutulmamasını
diliyorum ve umuyorum: Ülkemizdeki hiçbir koşul, bir kurtuluş savaşının koşullarından
daha ağır olamaz. Eğer o gün bile bu Parlamento açık kalmışsa, hiçbir koşul bu
Parlamentonun kapanması için gerekçe sayılmamalı ve yapılmamalıdır.
Parlamentolar dokunulmazdır ve kutsaldır; çünkü, parlamento düşüncesinin
ardında, bir ulusun kendini yönetme ve kendini özgür kılma hakkı ve çabası
vardır.
Sayın
milletvekilleri, 22 nci Dönem Meclisi bilmelidir ki, Parlamentoya ve
parlamentere karşı on yıllardır süren, sistemli bir şekilde saygınlıklarını
azaltmaya yönelik girişimler karşısında, milletvekilleri lojmanlarını satarak,
milletvekillerinin sosyal ve özlük haklarını kısıtlayarak Parlamentoya
saygınlık sağlayamayız. Bunun yolu, yukarıda açıkladığım gibi, çoğulculuktan,
katılımcılıktan, özgür tartışmadan geçer; bunun yolu, milletvekillerini iş takipçiliğinden
kurtarıp, yasama görevinin içinde tutmaktan geçer; bunun yolu,
milletvekillerine denetim görevlerini tam olarak yaptırmaktan geçer; bunun
yolu, yolsuzluğa ve yandaşlığa bulaşmayıp, yoksullukla mücadeleden geçer. 22
nci Dönem Meclisimizin bunu başaracağını umuyor ve diliyorum.
Sayın
milletvekilleri, birkaç kelime de Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun bütçesiyle
ilgili olarak söylemek istiyorum. Bu kurumun yetkilileri, lütfen, yayında
tekelleşmeyi kaldırınız; lütfen, yayınlarda şiddeti kaldırınız; lütfen, yayınlarda
savaş çığırtkanlığına müsaade etmeyiniz; lütfen, yayınlarda çocuklara,
kadınlara ve yaşlılara yönelik şiddet görüntülerine müsaade etmeyiniz; lütfen,
yayınlarda, bırakınız ilkel ahlak kurallarını, modern dünyanın hoşgörülü ahlak
ve aile kuramlarını bile altüst eden vıcık vıcık magazin ve benzeri yayınlara
müsaade etmeyiniz.
Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun bütçesiyle ilgili olarak söylemek istediğim en önemli konu ise
şudur: Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, Avrupa Birliğine uyum yasaları
çerçevesinde anadilde yayın, daha doğrusu Kürtçe yayın yapılabilmesi için
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Döneminde yasa çıkarıldı. Bu yasayla
da, yayınların nasıl, ne şekilde ve ne kadar süreyle yapılabileceğinin
çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenmesi istendi; ancak, öyle bir yönetmelik
çıkarıldı ki, bu yasanın uygulanmasını imkânsız hale getirdi. Zaten, geçen bir
yıla yakın süredeki uygulamadan da anlaşılıyor ki, çıkarılan yönetmelik, yasayı
uygulanamaz hale getirmişti. Yapılacak şey, şark kurnazlığı yapmadan, yasal
düzenleme içerisinde, en kısa sürede, uygulanabilir bir yönetmelik çıkarmaktır;
bunu bekliyoruz.
Bu inanç ve
düşüncelerle, hiçbir sorunun çözümüne katkı yapmayacağına, halkımızı, daha
yoksul, daha işsiz, daha eğitimsiz, daha sağlıksız yapacağına inandığımız 2003
malî yılı bütçesinin -bütün bunlara rağmen- hayırlı olmasını diliyor, Yüce
Meclise, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Özbek,
teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ikinci konuşma sırası, İzmir Milletvekili Kemal Anadol'a
aittir.
Sayın Anadol,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, sayın üyeler; Cumhurbaşkanlığı ve
Sayıştayın 2003 yılı bütçesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; zamanın akışı içerisinde parlamentoların ortaya çıkışıyla
başlayan demokratik yönetim anlayışı, büyük ölçüde, yönetenlerin her türlü
faaliyetlerinin ve işlemlerinin yönetilenlerin bilgilendirilmelerine açık hale
getirilmesiyle bugünkü çağdaş anlamına bürünmüştür. Bu anlayışa paralel olarak,
yönetilenlerin temsilcileri olarak, parlamentolar, millet adına denetim yapma
yetkisine sahip kılındılar; ancak, ekonomik ve malî şartların genişlemesi,
gittikçe çok karmaşık bir hal alması nedeniyle, parlamentolar da, bu
yetkilerini, kendi adlarına olmak kaydıyla, bu konularda uzman kişilerden
oluşan özel denetim kurumlarına devrettiler. Ülkemizde, bu anlamda görev yapan
ve denetim bulgularını Yüce Meclisimize sunan kurum Sayıştaydır.
Sayıştay, bu görevi,
bizim adımıza, 1862 yılından bu yana başarıyla devam ettirmektedir. Bu
bakımdan, Sayıştayın çalışmalarının etkin olması ile Parlamentonun denetim
yetkisini kullanması arasında çok yakın bir ilişki mevcuttur. Günümüzde, gerek
dünyada gerek ülkemizde sayıştayların önemi daha da artmış görünmektedir; zira,
sayıştaylar, kamu yönetiminde şeffaflığın sağlanmasında, her düzeyde hesap
verme sorumluluğunun yerine getirilmesinde, hukuka uygun, hızlı, verimli ve
etkili işleyen bir kamu yönetiminin geliştirilmesinde yaptıkları denetimleriyle
önemli roller üstlenmektedirler. Bu rolleriyle sayıştaylar, daha da önemli
kurumlar haline gelmişlerdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; CHP Grubu olarak, Türk Sayıştayını benzeri çağdaş sayıştaylar
seviyesinde görmek istiyoruz. Bu nedenle, Sayıştayla ilgili yasal düzenlemeler
dahil haklı her türlü talebin gerçekleştirilmesinde yardımcı olmamız
gerektiğine inanıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesine geçerken, 16 Mayıs 2000 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisinin akdettiği Birinci Oturumda andiçen
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer'in daha sonra yaptığı teşekkür
konuşmasından bugün de geçerliliğini, güncelliğini ve önemini koruyan bazı
alıntılar yapmak istiyorum.
Sayın Ahmet Necdet
Sezer bu teşekkür konuşmasında diyor ki: "Kuşku yok ki, egemenliğin asıl
kaynağı ve kayıtsız, koşulsuz sahibi Türk Ulusudur ve ebediyen öyle olacaktır,
öyle kalacaktır. Bunu sağlayan laiklik ilkesi de dokunulmaz bir kural olarak
ödünsüz bir kararlılıkla korunacaktır; çünkü, bireylerin din ve vicdan
özgürlüklerinin en iyi korunduğu yönetim biçimi, laik, demokratik
cumhuriyettir. Demokrasinin temelini oluşturan laiklik ilkesi olmadan
özgürlükten ve demokrasiden söz edilemez, din kurallarıyla devlet ve toplumsal
yaşam düzenlenemez."
Yine, devam ediyor
Sayın Cumhurbaşkanı: "Siyasal yaşamımızın dokusuna çağdaş demokrasiyi,
devlet yapımızın dokusuna da hukuk devleti ilkesini yerleştirme görevimizi daha
fazla geciktiremeyiz. Polis devletini çağrıştıran yapı ve uygulamaları terk
etmeden çağdaş toplumun gereksinmelerini karşılayamayız. Devlet, toplumda hukuku
egemen kılmalıdır. Barışın, özgürlüğün, mutluluğun, geleceğe kaygısız bakmanın
koşulu da budur. Toplum, sürekli temiz ve aydınlık bir ortamda yaşamalıdır.
Bunu sağlamak devletin görevidir. Kimse hukukun üstünde değildir. Hukukun
üstünlüğü ilkesi herkesi bağlamalı, Anayasanın, yasaların ve hukukun gereği her
zaman ve herkese karşı yerine getirilmelidir. En büyük sosyal felaketin hukuka
ve adalete olan güvenin yitirilmesi olduğu unutulmamalıdır. Ulusal dışpolitika
uygulamalarında, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk
zamanında benimsenen temel ilkeler, günümüzde de geçerliliğini
korumaktadır."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu sözlerin sahibi Sayın Cumhurbaşkanı, o tarihten günümüze
uzanan uygulamalarında tutarlı çizgisini korumuş ve hiç çelişkiye düşmemiştir.
Kendi içinden bir cumhurbaşkanı çıkaramayan 21 inci Dönem Parlamentosunun,
sanırım aldığı en isabetli karar, Sayın Sezer'i bu yüce makama getirmek
olmuştur. (Alkışlar)
Sayın Sezer,
dışarıdan gelmesine karşın, saygınlığı dibe vurmuş politikaya yeni bir boyut ve
anlam getirmiş, Cumhurbaşkanlığını ülkenin en güvenilir kurumu konumuna
yükseltmiştir. Politika labirentleri arasında, popülizme hiç düşmeden, hatta
tenezzül etmeden bu kadar popüler olan bir devlet adamına rastlamak, sanırım
çok zordur. Kısa sürede halkımızın yoğun desteğini arkasına alan Sayın
Cumhurbaşkanı, mütevazı, ama kararlı kişiliğiyle görevini sürdürmüş ve hiçbir
zaman, diyet borcu hesaplarına düşmeden, hukukun üstünlüğü ilkesine sıkı sıkıya
bağlı kalmış ve bu konuda ülkeye ve dünyaya örnek bir tutum sergilemiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; iktidar partisinin, CHP Parlamento Grubunun uyarılarına kulak
tıkayarak, kaygısız bir tavırla çıkardığı yasaları, Sayın Cumhurbaşkanının
titiz ve bilimsel gerekçelerle Meclise geri göndermesi anlamlıdır. Tabiî,
Adalet ve Kalkınma Partisinin, Parlamento çoğunluğuna güvenerek, bunları,
virgülüne dokunmadan tekrar yasalaştırması da, ayrı bir anlam taşımaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Irak Savaşı sorununda tutarlı bir tavırla Anayasamızın 92 nci maddesini
yorumlayan ve her aşamada uluslararası meşruiyet arayan Cumhurbaşkanımızın
tutumunu, baştan beri paylaşıyoruz. Ayrıca, 20 Mart 2003 tarihindeki
"görüşlerimde değişiklik yok; bu konuda, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinde Irak ile başlayan sürecin sona ermesi gerekirdi; o süreç sona
ermeden ABD'nin tek taraflı davranışını doğru bulmuyorum" beyanını da
takdirle karşılıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; günümüzde daha da zorlaşan görevinde Sayın Cumhurbaşkanımıza
üstün başarılar diliyor, Cumhurbaşkanlığı bütçesinin, çalışmalarına esenlik
getirmesi umuduyla Yüce Meclise, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygılar
sunuyorum.(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Anadol, teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü söz sırası, Sayın
Oya Araslı'ya aittir.
Sayın Araslı,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Araslı, Sayın
Anadol'un kullanmadığı 2 dakikayı sizin sürenize ilave ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA
ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı içinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek için söz almış bulunuyorum;
sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerimi ifade etmeden önce, 2003 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı üzerinde bazı görüşlerimi ifade etmekte yarar ve gerek
görüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi, seçim meydanlarında, seçimden önce,
iktidara geldiği zaman, herkese aş, iş; memura, dula, yetime daha iyi yaşam
koşulları; çiftçiye daha fazla imkân; herkese daha kolay ulaşılabilir sağlık
hizmetleri gibi birtakım vaatlerde bulunmuştu. Ama, şimdi, bu bütçeye bakıyorum,
bu vaatlerin hiçbirisinin vaat edildiği ölçüde gerçekleştirilmesine bu bütçenin
imkân tanımadığını üzüntüyle görüyorum. Bu bütçe çiftçiye sırt çevirmiştir; bu
bütçe memuru, dulu, yetimi açlığa mahkûm etmektedir; bu bütçe insanlarımıza
malî gücüyle orantılı olmayan vergi yükleri altında ezilecekleri bir kader
getirmektedir, ülkemizi sıkıntıya ve kısıntılara itmektedir; bu bütçe sosyal
devleti yok etmektedir. Bunu ben söylemiyorum, bu bütçenin sosyal devleti yok
ettiğini, bütün, sosyal devleti gerçekleştirmeye yönelik hizmetlerde kısıntıya
gidilmesi önerisinde bulunan Dünya Bankası söylemektedir; o bile
dayanamamaktadır bu bütçenin getirdiği düzene, bu bütçenin sosyal devlet karşısındaki
duyarsızlığına.
Bu genel tespiti
ortaya koyduktan sonra Anayasa Mahkemesiyle ilgili değerlendirmelere geçmek
istiyorum. Anayasa Mahkemesi, herkesin bildiği gibi, ilk defa 1961 tarihli
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıyla Türk siyasal yaşamına girmiştir. 1961
tarihinin bu açıdan bizim için bir dönüm noktası oluşturduğunu söylemek
gerekir; çünkü, 1921 Anayasası, Türkiye Büyük Millet Meclisine, yasamaya
üstünlük tanıyan bir düşünce üzerine inşa edilmiştir. Meclis üstünlüğü fikrini
1924 tarihli Anayasada da görmek mümkündür. Meclis üstünlüğü anlayışı, Meclis
iradesini denetleyecek bir organın varlığına da kolay kolay rıza gösteremeyecek
bir anlayıştır. Bu anlayıştan yola çıkarak, 1961 Anayasasında bir anayasa
yargısı yapacak anayasa mahkemesine yer verilmiş olması, gerçekten, çok hızlı
bir gelişimin, çok olumlu yöndeki bir gelişimin işaretidir. Bu dönüşüm
noktasını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bu dönüşümün gerçekleşmesinde,
özellikle 1957-1960 arasında, Meclis çoğunluğunun muhalefet üzerinde âdeta bir istibdat kurmasının büyük etkisi
olduğu da yadsınamaz.
1961 Anayasası, bir
başka özelliği de taşıyan bir anayasadır. Hukuk devleti ilkesi de, ilk defa,
siyasal yaşantımıza 1961 Anayasasıyla girmiştir ve hukuk devleti ilkesinin
gerçekleştirilmesinde, anayasa yargısı, çok önemli bir işlev yerine
getirmiştir.
Tabiî ki, bir anayasa
mahkemesine sahip olmak bakımından, çağında, Türkiye Cumhuriyeti tek değildir.
Dünya ülkelerine bakıldığında, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında,
anayasa mahkemelerinin hızla arttığını, her ülkenin bir anayasa mahkemesi
oluşturmak gayreti içerisine girdiğini görmek mümkündür. Bu gelişim, aynı
zamanda, çağdaş demokrasiler bakımından da bir dönüşümü işaret etmektedir;
çünkü, anayasa mahkemelerinin varlığıyla, demokrasilerde çoğunluğun iradesi
doğrultusunda gerçekleşen yönetim bir başka özellik kazanmaktadır, çoğunluğun
iradesi de bir başka unsurla sınırlandırılmaktadır; bu da, anayasa ve hukukun
üstünlüğü fikridir. Böylece, çoğunluğun kudreti, her dilediğini yapabilecek bir
konumda olmaktan uzaklaştırılmış ve hukuk kurallarıyla sınırlandırılmıştır.
Kuşkusuz, anayasa
yargısının varlığının getirileri yalnız bununla sınırlı değildir. Anayasa
yargısı, aynı zamanda, kişi hak ve özgürlüklerinin de, siyasî iktidarlar
karşısında, özellikle, istibdada dönüşen çoğunluk iradesi karşısında,
zedelenmekten korunmasını sağlamıştır. Kişi hak ve özgürlükleri için, anayasa
mahkemesi, anayasa yargısı bir güvence getirmiştir.
Değerli
milletvekilleri, anayasa yargısının önemli işlevlerinden birisi de, siyasal
yaşamı barışlandırmaktır. Çoğunluk iradesinin anayasayla sınırlandırılmasının
muhalefete getirdiği olanaklar, iktidar ile muhalefet, çoğunluk ile azınlık
arasındaki gerilimin azalmasını ve siyasal yaşama bir barışın hâkim olmasını
sağlamaktadır. Anayasa yargısı, tüm bu sıraladıklarımıza ek olarak, anayasanın
yorumlanması işlevini de yerine getirmektedir.
Anayasa yargısı,
özellikle, günümüzün kuvvetler ayrılığı rejimlerinde özel bir önem taşımaya
başlamıştır; çünkü, siyasî parti gerçeği, günümüzün kuvvetler ayrılığı
rejimlerinde yasama ile yürütme arasında kaçınılmaz bir bütünleşmenin ortaya
çıkmasına yol açmakta ve bu durum, siyasal denetim araçlarının etkinliğini
giderek kaybetmesine neden olmaktadır. İşte, bu ortamda, âdeta, bütünleşmiş bir
görünüm kazanmaya başlayan yasama-yürütme ikilisine karşı, kuvvetler
ayrılığının gerektirdiği denetim işlevi, bütün ağırlığıyla yargının ve
özellikle, anayasa yargısının omuzlarında kalmaktadır. Bu nedenle, anayasa
yargısı, kuvvetler ayrılığı rejimlerinde de, giderek, özel bir önem
kazanmaktadır.
Anayasa yargısının,
kendisinden beklenen bu önemli görevleri ve işlevleri yerine getirebilmesi
için, Anayasa mahkemesi yargıçlarının, özellikle, bağımsızlıklarının
korunmasına, bu bağımsızlığı sağlayacak düzenekler aracılığıyla seçilmelerine
de özen gösterilmesi gerekmektedir. Anayasa yargıcının üzerinde, yasamanın ve
yürütmenin gölgesi veya bu organlarla arasında kararlarını etkileyecek
nitelikte birtakım bağlar oluşmamalıdır.
İşte, Türk Anayasa
Mahkememiz, sıraladığımız bu çok önemli görevleri kırk yılı aşkın bir süredir
siyasal yaşantımızda yerine getirmektedir ve bu görevleri yerine getirirken de,
her yıl giderek biraz daha artan bir iş yükü altında çalışmalarını
sürdürmektedir. Bu, Anayasa Mahkememizin temel sorunlarından biridir.
Anayasa Mahkememizin
bir başka sorunu da, Anayasa Mahkemesinde görev yapan yargıçlarımızın ve diğer
personelin maaş bakımından yetersiz koşullarda çalışmaya mecbur bırakılmış
olduklarıdır. Öyle görüyorum ki, bu yılki bütçemiz de bu sorunu aşamayacaktır;
ama, kuşkusuz, bundan önceki yıllarda da olduğu gibi, Anayasa Mahkememiz, bu
mütevazı imkânlara rağmen, görevini büyük bir başarıyla yerine getirmekten
kaçınmayacaktır.
Anayasaya uygunluk,
kuşkusuz, yalnız anayasa mahkemesinin sağlayacağı veya denetimini yapacağı bir
husus değildir. Anayasaya uygunluk denetiminde temel aktör anayasa
mahkemesidir; ama, anayasaya uygunluğu sağlamak bakımından, anayasa mahkemesi
kadar önemli bir görev de yasama organının omuzlarındadır. Hatta, bazı
düşünürler "anayasaya uygunluğu sağlayacak en etkili organ yasama organının
bizatihi kendisidir" sözünü ifade etmekten kendilerini alamamaktadırlar.
Parlamento, bu işlevini, yasaların yapılışında anayasaya aykırılıktan kaçınmak
veya anayasaya aykırılığını tespit ettiği yasaları yürürlükten kaldırmak
suretiyle yerine getirmektedir.
Peki, değerli
arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, biz, Parlamento olarak, acaba, beş aydır,
bu ifade edilen tarzda, Anayasaya uygunluğu sağlamak görevini yerine getiriyor
muyuz? Bakınız, af yasaları çıktı; bunlar, erteleme adı altında çıksa bile, af
yasalarıdır ve Anayasada öngörülen çoğunluklarla kabul edilmeleri gerekir, diye
ikaz ettik. Cumhuriyet Halk Partisinin haklı ikazı, maalesef, Parlamentodaki
Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu tarafından dikkate alınmadı;
Cumhurbaşkanı, bu yasaları ikinci kere görüşmek üzere buraya göndermek zorunda
kaldı.
Anayasanın 92 nci
maddesindeki uluslararası hukukun meşru gördüğü halleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak biz, hiç yetkimiz olmadığı halde ve Anayasaya aykırı bir
şekilde, burada, oylarımızla tespit etmeye çalıştık. Bu konuda da, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, itirazlarımızı, kaçınılması gereken durumlarla ilgili
görüşlerimizi ifade ettik; ama, dinlenilmedi. İleriki günlerde, buradan, çok
ciddî birtakım sorunlar çıkmamasını ve bu sorunlar karşısında...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Araslı, mikrofonunuzu açacağım; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
OYA ARASLI (Devamla)
- Efendim, daha 2 dakikalık süremi kullanmadım.
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Hocam.
OYA ARASLI (Devamla)
- İnşallah, ileride, daha büyük, daha üzücü sorunlarla karşılaşmayız.
Emeklilik yaşını
indirdik; ama, hükümete, Anayasanın eşitlik ilkesini özünden zedeleyebilecek
bir imkân vererek indirdik; 4773 sayılı Kanunun geçerli olacağı tarihi
erteledik, kanun geçerlilik kazanmışken; yani, âdeta, doğmuş bir çocuğa yeni
bir doğum tarihi belirlemiş olduk. Bunlar, Anayasaya uygun tavırlar değil,
anayasanın üstünlüğünü sağlamaya yeterli ve elverişli tavırlar değil.
Bakınız, Anayasamızda
deniliyor ki: Bütçe kanununda, bütçe dışındaki hususlarla ilgili düzenleme
yapılmaz. Elinizdeki tasarıya bakın ve kaç maddesinde Anayasaya aykırı
düzenleme yapıldığını tespit edin; küçümsenemeyecek kadar çok sayıda. Bu
konuda, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar var. Anayasa Mahkemesi
kararları, Anayasamıza göre, herkesi bağlıyor; Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, bizi de bağlıyor; ama, biz, bütçeyi hazırlarken, değil Anayasanın
hükmüne uygun hareket etmek, Anayasa Mahkemesinin kararlarına da aykırı bir
tutum içerisindeyiz. Bunları yapmayalım değerli arkadaşlarım; eğer, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak biz bunları yaparsak, Anayasa Mahkemesinin geç
karar verdiğinden şikâyet etme hakkımız olmaz; çünkü, bizim burada yaptığımız
yanlış, Anayasa Mahkemesine gidiyor bir dava görünümünde ve orada, o yanlışlığı
düzeltme görevi de Anayasa Mahkemesinin omuzlarına kalıyor; işyükü artıyor.
Değerli
milletvekillerimiz, Anayasamız dediğimiz zaman, tabiî ki, Anayasamızın, Anayasa
Mahkememizin oluşumuna ilişkin düzenlemeler dahil, değişmesi gereken pek çok
hükmü var; fakat, burada, eğer, bir anayasa değişikliği yapılacaksa, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, önceliğin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına
verilmesinden yana olduğumuzu da ifade etmek istiyorum; çünkü, milletvekili
dokunulmazlığı, artık, siyasî yaşantımızın huzurunu bozacak bir unsur haline gelmiştir;
Parlamento ile ulus, millet ile vekili arasındaki uyumu, güveni sarsacak bir
husus haline dönüşmüştür. Eğer, bu güveni, bağları sarsacak hususu öncelikle
ortadan kaldırmazsak, diğer alanlarda başarılı olacağımızı ve siyasal yaşantımıza
huzur getirebileceğimizi düşünmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Biz, Parlamento
olarak, üzerinde durduğum bu görevleri yerine getirmeden, Anayasaya uygunluk
bakımından üzerimize düşen görevi tam anlamıyla gerçekleştirdiğimizi iddia
edemeyiz; Anayasa Mahkememizin yükünü hafifletemeyiz, Anayasamızdaki hukuk
devleti ilkesini gerçekleştiremeyiz, siyasî yaşantımızda hukukun üstünlüğünü
kuramayız. Eğer arzu ediyorsanız, bunları elbirliğiyle gerçekleştirmek
istiyorsanız, bu hususları kurmak istiyorsanız, Cumhuriyet Halk Partisi, size,
sonuna kadar, elindeki tüm imkânlarla katkı vermeye hazırdır; ama, Anayasaya
aykırı girişimlerin içerisinde, size hiçbir şekilde katkı vermemiz mümkün
değildir. Bunu defaatle söyledik ve tavırlarımızla da ortaya koyduk.
Anayasa Mahkemesiyle
ilgili olarak, tanınan sürenin sınırlı imkânları içerisinde,
söyleyebileceklerim bunlar; bu konuda Sayın Başkanın tanımış olduğu imkâna da
teşekkür ederek, sizleri saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Araslı
çok teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, gruplar adına, konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları
adına, lehte bir, aleyhte bir milletvekilimize söz vereceğim.
Lehte, Erzurum
Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ÖMER ÖZYILMAZ
(Erzurum) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; birinci turda görüşülen konularla
ilgili olarak, kişisel anlamda söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ben, bu konuşmamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Cumhurbaşkanlığı, Danıştay, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi devletin temel
organlarının dayanağı olan Anayasa üzerine yoğunlaşmak istiyorum.
Tabiî, Anayasa derken
de, bugünkü sistemin, insan haklarını güvence altına almadığı, halk iradesini
kamu işlerine yansıtmadığı, bürokratik vesayet ya da tahakküm altında olduğu
gibi yaygın şikâyetleri dile getirmek istemiyorum. Benim kastım, daha çok
teorik olarak anayasa, anayasacılık ve anayasal demokrasi kavramlarını
irdelemek ve daha sonra da, çağdaş dünyanın ideal olarak benimsediği anayasal
demokrasinin unsurlarını sizlerle paylaşmaktır.
Bilindiği gibi,
anayasa, devletin teşkilat yapısını gösteren, siyasî iktidarı hukuk çerçevesine
alan, yani, devlet iktidarını hukukla sınırlayan ve bireysel özgürlükleri
güvence altına alan resmî bir belgedir. Amacı, örgütlü siyasal toplumu, yani,
devleti sınırlayan ilkeler koymak, devleti ilke ve kurallara bağlayıp, bireysel
ve toplumsal özgürlükleri ve sosyoekonomik hakları sağlamaktır. Anayasaların
siyasal iktidarların keyfîliğine karşı bir engel olduğu şüphesizdir; ancak,
bunu tamamen yaptığı da söylenemez; uygulama ile anayasa arasında bazen çok
fark olur.
Değerli
milletvekilleri, hukukî bir belge olarak aşağı yukarı her devletin bir
anayasası vardır; fakat, her devlette anayasalar yukarıda belirtilen işlevleri
görmezler; yani, anayasalar, sadece, devletin teşkilat yapısını gösterir, onu hukukla
sınırlayıp, bireysel özgürlükleri de serbest bırakmazlar ise, bu anayasa,
esasen anayasa sayılmaz. Bu nedenle, anayasası olan her devlet, anayasal devlet
değildir. İşte bunu, yani, siyasal devleti, yani, anayasal devleti sağlamak
için de, anayasacılık akımı günümüzde güçlü bir şekilde gelişmektedir.
Anayasacılığın
hedefi, devletlerde anayasal demokrasiyi gerçekleştirmektir. Anayasal
demokrasi, anayasacılık doktrininin icapları ile demokratik ideali birleştiren
bir sosyopolitik modelin adıdır. Anayasacılık düşüncesinin özü ise, devlet
iktidarının, kapsamı ve kullanımı bakımından yazılı bir anayasayla
sınırlanmasıdır. Bunun pratik ifadesi ise, temel bireysel ve toplumsal hakların
anayasal olarak tanınıp güvence altına alınması, devlet iktidarının
kullanımının belli hukuk kurallarına bağlanması, devletin temel işlevlerinin
farklı organlar arasında paylaştırılması ve bütün bu hususların en son
güvencesi olarak da, bağımsız mahkemelerin kurulup oluşturulmasıdır.
Şimdi, bu
tanımlamaların ışığı altında, çağdaş dünyanın anayasacılıktaki ideali olan
anayasal demokrasinin unsurlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan
birincisi, insan hakları, sivil ve siyasî özgürlüklerdir.
Değerli arkadaşlar,
insan hakları, hepimizin bildiği gibi, evrensel olup, doğrudan doğruya insan
kişiliğine bağlı, dokunulmaz ve devredilmez haklardır. Öncelikle, aile, toplum
ve devlete karşı ileri sürülen ve yegâne sınırı, başkalarının hakları olan
evrensel taleplerdir insan hakları. Bu çerçevede mütalaa edilmesi gereken
haklar, başlıca, sivil ve siyasî özgürlüklerden oluşmaktadır.
Ayrıca, başkalarına
keyfî ve cebre dayalı yükümlülükler yüklemeyen sosyal haklar da bu kategori
içerisinde düşünülebilir.
Sivil özgürlükler,
hem kişilere güvenceli bir özel alan sağlayan hakları hem de bireylerin başka
bireylerle gönüllü işbirliği esasına göre ortak etkinlikler yapmalarına imkân
veren hakları kapsar.
Birinci gruba giren
sivil özgürlükler, kişisel bağımsızlığın güvencesi olup kişilerin kendi
hayatlarını kendi tercihlerine göre kurup yönlendirebilmelerinin temelini
oluştururlar; yaşama, kişi dokunulmazlığı ve güvenliği hakları, inanç ve
inancını yaşama, düşünce ve basın özgürlükleri bu türdendir.
İkinci grup siyasal
özgürlükler ise, dernek, vakıf, sendika ve toplanma özgürlükleri gibi,
kişilerin başkalarıyla ortak amaçlar veya çıkarlar doğrultusunda bir araya
gelmesine zemin hazırlayan özgürlüklerdir. İktisadî özgürlükler, sivil
özgürlükler arasında yer alırlar. Böylece, bireysel ve kolektif özgürlükler,
birlikte sivil toplumun temelini oluştururlar.
Siyasî özgürlüklere
gelince, bunlar, kişinin, vatandaş ve yerel toplum üyesi sıfatıyla, her düzeyde
kamu hayatına katılmasını ve kamu işlerinin yürütülme tarzından hesap
sorabilmesini sağlar. Bunların başlıcaları, seçme ve seçilme, siyasî örgütlenme
ve onlardan bilgi isteme haklarıdır. Bunlar, aslında, sivil özgürlüklerin kamu
hayatındaki mantıkî uzantısı niteliğindedirler. Şöyle ki, kişinin kendi özel
alanındaki bağımsızlığını ve başkalarıyla gönüllü işbirliği imkânını güvence
altına almak için nasıl ki sivil özgürlüklere ihtiyacı vardır, aynı şekilde,
kişinin üyesi bulunduğu siyasî toplumun ve yerel topluluğun kaderi üstünde
etkili olabilmesi için de siyasî haklara ihtiyacı vardır. Öte yandan, siyasî
özgürlüklerin gerçekten işleyebilmesi için, öncelikle sivil özgürlüklerin
güvence altında olması gerekir. Eğer, sözgelişi, ifade ve basın özgürlüğü
garanti altında değilse, yurttaşların kamu işlerinin gidişatından sağlıklı
olarak haberdar olabilmeleri ve kamu otoritesini kullananları eleştirebilmeleri
ve tabiî, sorgulayabilmeleri de mümkün olmaz.
Sayın
milletvekilleri, anayasal bir demokrasinin ikinci unsuru, hukuk devleti veya
hukukun üstünlüğü ilkesidir. Bu ilke, kısaca siyasî-idarî otoritenin, üstün bir
hukukîlik anlayışına dayanan ve önceden belli edilmiş genel kurallarla bağlı
olarak faaliyet göstermesini öngörür. Bu anlayış çerçevesinde, hukuka
dayanmayan devlet, aslında, yalın bir cebir örgütünden başka bir şey değildir.
Egemen olduğu ülkede rakip tanımayan en üstün güç organizasyonu konumunda olması,
devleti meşrulaştırmaz. Bu durum, hukuk devletinin ayırt edici özelliğidir.
Çünkü, hukuk devletinin alametifarikası, hukukla kayıtlanmış ve hukuk
çerçevesinde hareket ediyor olmasıdır. Bundan dolayıdır ki, hukuk devleti
yetkili değil, görevli; muktedir değil, memurdur.
Bir hukuk devletinde
herkes hukuk önünde eşittir. Herkesin hukukî güvenliği vardır. Kanunsuz suç ve
ceza olmaz. Kanunlar geçmişe yürümez ve bütün bunların kurumsal güvencesi
olarak güçlü ve bağımsız bir yargı düzeni vardır. Devletin bütün işlemleri
bağımsız yargının denetimine tabidir. Bir hukuk devleti, ideolojik saikle
hareket etmez. Ayrıca, bir hukuk devletinde yargı, kendisini devletin veya onun
ideolojisinin bir unsuru olarak değil, fakat, daha ziyade onun deneticisi
olarak görür. Bu çerçevede, hâkimler de görevlerini yerine getirirken, hukuku,
egemen iradenin isteğine göre değil, fakat, sadece hukuka ve kendi bağımsız
vicdanî kanaatlerine göre anlar ve uygularlar.
Sayın
milletvekilleri, anayasal demokrasinin üçüncü unsuru, devletin, yurttaşlarının
benimsemiş olduğu çeşitli dinler, dünya görüşleri ve ideolojiler arasında
tarafsız olmasıdır. Çünkü, ahlakî ve dinî değerler, siyasî kararlarla değil,
ancak bireysel tercihlerle belirlenebilir. Anayasal demokratik devletin bu
meseledeki görevi, sivil toplumdaki dinî yaşayış, ideoloji ve dünya görüşü
farklılıklarının barışçı biçimde bir arada var olmasının hukukî zeminini
hazırlamak, sivil barışı kurmak ve idame ettirmektir. Laiklik, bu anlamda,
anayasal demokratik bir ilkedir. Başka bir anlatımla, laiklik, devletin topluma
bir iyi önermesini, toplumu belli bir dünya görüşü veya hayat tarzı anlayışı
doğrultusunda tanzim etmesini değil, tam tersine, toplumda bu açılardan var
olan farklılıkları tanımasını...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Özyılmaz, mikrofonunuzu açacağım; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ÖMER ÖZYILMAZ
(Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.
... onlara saygı
göstermesini ve bütün bu farklı varoluşların barışçı biçimde bir arada tamamen
kurumsal zeminini sağlamasını gerektirir. Kısaca, anayasal demokrasinin zorunlu
ilkesi olan tarafsız devlet ve bu çerçevede laiklik, bir toplumsal barış
ilkesidir.
İdeolojik devletten
farklı olarak, anayasal demokrasi, hem farklı ahlakî anlayışlar ve dünya
görüşlerinin meşruluğunu tanır hem de bunun doğal bir uzantısı olarak,
toplumsal ve kültürel çeşitliliğin siyasal alana yansımasına izin verir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; anayasal demokrasinin dayanaklarından biri de özgür piyasa
ekonomisidir. Piyasa ekonomisi ile demokrasi arasındaki ilişki, teorik olarak
zorunlu bir ilişki ise de, bunun böyle olduğunun yaygın bir kabul görmesi için,
kumanda ekonomisine dayanan sosyalizmin dramatik tecrübesinin iflasını görmek
gerekmiştir. Bu tecrübe, birçok şey yanında, kumanda ekonomisinin hiçbir yerde
demokrasiyle bir arada gitmediğini ve totalitarizmin kaçınılmaz bir unsurunu
oluşturduğunu açık bir şekilde göstermiştir. Nihayet, anayasal demokrasi, tabiî
ki, her şeyden önce bir demokrasidir, bir halk yönetimidir; ama, özgür halkın
yönetimidir. Demokrasiden kasıt da, kamu işlerinin vatandaşların iradesi
doğrultusunda belirlenecek politikalara göre, yine yurttaşların yakın takip ve
gözetimi altında yürütülmesidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin sonunda şunu demek istiyorum: Yukarıda ana
hatlarını çizdiğimiz perspektif açısından ülkemize bakınca, karşımıza çıkan
manzarayı değerlendirmeyi zaman darlığından dolayı sizlere bırakıyorum.
Hem anayasal
demokrasi açısından hem de devlet ve siyaset geleneğimiz açısından Türkiye'deki
cari siyasî sistemin anayasal demokratik bir sistem olup olmadığına sizler
karar veriniz, ondan sonra da iktidar ve muhalefet ayırımı yapmadan birlikte
çalışıp, eksiklik, aksaklık ve yanlışlıklarımızı gidererek ülkemiz ve
insanımızın geleceği için çağdaş bir anayasal demokrasi oluşturalım diyor,
hepinizi sevgi ve saygıyla tekrar selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Özyılmaz, teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, aleyhte söz talebi Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay'a
aittir.
Sayın Altay, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY (Sinop) -
Sayın Başkan, değerli mesai arkadaşlarım; 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının görüşmelerinin birinci turunda yer alan Sayıştay, Anayasa
Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı, RTÜK ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçeleri
üzerinde görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım -tabiî, bu görüşleri 10
dakikada açıklayacağız- Yüce Heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, onbir günlük çok yoğun bir maratonla bütçeyi Genel Kurula indiren Plan ve
Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanını ve sayın üyelerini kutluyorum;
huzurlarınızda kendilerine teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Büyük Atatürk, 1937
yılı bütçe görüşmelerinde, bakınız, nasıl bir bütçe öngörmüş: "Cumhuriyet
bütçelerinin belirgin olan ve daima kuvvetlenmesi gereken ortak özellikleri,
yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda koruyucu, kurucu ve üretken işlere her
defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır." Maalesef, 1950'li
yıllardan sonra, Büyük Atatürk'ün işaret ettiği bütçe anlayışına uygun, böyle
bütçeleri yakalamak mümkün olmamıştır. Büyük Atatürk, bahsettiği denkliği ve
fazla vermeyi yeterli bulmuyordu; biz, bırakalım denkliği, bırakalım bütçenin
fazla vermesini, açığı az olan bütçelere, maalesef, razı olduk. Büyük
Atatürk'ün 1937'de söylediği bütçe anlayışı, özünde, Cumhuriyet Halk Partisinin
devlet idaresi anlayışıdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemiz ve Meclisimiz, gerçekten zor günler yaşıyor, doğrudur;
ama, kimse bu zor günlerin, Meclisimizin kurulduğu ilk günden başlayarak, 29
Ekim 1923'e kadar yaşanan zor günlerden daha zor olduğunu iddia edemez. Yine,
hiç kimse, bu zor günlerin, 1939-1944 yılları arasında yaşadığımız zor
günlerden daha zor olduğunu iddia edemez.
Ünlü düşünür
Kipling'in şu sözünü, Yüce Parlamentoya anımsatmak isterim: "Başarısızlık
için kırk milyon sebebimiz vardır; ama, tek bir mazeret bulamazsınız."
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 malî yılı, daha önceki yıllarda uygulanmış acı
reçetelerin de etkisiyle ve yüzde 30'larda seyreden enflasyon sayesinde, durgun
olarak tamamlanmış bir dönemken, 2003 Malî Yılı Bütçesindeki göstergelere
baktığımızda, günü kurtarma ve geçiştirme anlayışının hâkim olacağı kanaati
bizde hasıl olmaktadır.
Devlet bütçesi
yapılırken, tepe örgütlerin bütçelerinin rasyonel bir anlayışla Yüce Meclise
sunulmadığı da gözlenmektedir. Bir önceki yıla göre, artış oranlarında çok
ciddî nüans ve çarpıklık mevcuttur. Bir kurumun bütçesinde, bir önceki yıla
göre, yüzde 41'lere, yüzde 44'lere varan artışlar öngörülürken, bir başka
kurumda, bu artışlar, yüzde 20'lerde seyretmektedir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu maliyesini
denetleyen bir yüce makamdır. Ne hazindir ki, bu yüce makamın, 147 katrilyonu denetleyen bir kurumun, evraklarını koyacak
bir arşivinin olmaması, bu yüce kurumun böyle bir sorun yaşaması, son derece
üzüntü verici ve düşündürücüdür. Yoksa, bu, devletimizin malî hafızayı
önemsemediğinin bir işareti midir, merak ediyorum!..
Her şeye rağmen,
Sayıştayın, performans ölçümüyle ilgili projesini olumlu buluyorum.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına görev yapan bir kurumun, yönetici ve uzmanlarının, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerini yılda onbeş gün, maksimum bir ay buralarda görmeleri
ve görüşmelerini, doğrusunu isterseniz, çok uygun bulmuyorum. Şayet, Sayıştay,
Yüce Meclis adına iş ve işlem görüyorsa, bu kurumda, bu kampusta, Sayıştay'ın
bizleri enforme edecek, bilgilendirecek bir irtibat bürosu, birimi, masası -her
neyse- olmalıdır diye de düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasa Mahkememizin, bağımsız yargının en üst makamı olduğunu
hepimiz biliyoruz. Bu yönüyle, Yüce Divan görevinin yanı sıra, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yapılan kanunların Anayasaya uygunluğunu inceleyen bir kurum
olmak durumu ve görevi de vardır. Bu yüce mahkememizin işlerini hafifletmek de,
Yüce Heyetinizin elindedir. Anayasaya uygun kanun çıkarırsak, Anayasa
Mahkemesinin iş ve işlemlerini de son derece hafifletmiş oluruz. Aksi durumda,
Anayasa Mahkemesi, sürekli, basın mensuplarının kameralarının altında günler
geçirir. Anayasa Mahkemesinin siyasallaşmaması en büyük temennimizdir,
umudumuzdur, arzumuzdur; ancak, mesela, geçen hafta geçen 61 yaş emeklilik meselesi,
yine, Anayasa Mahkemesinin gündemini epeyce de işgal edecektir.
Sayın Başkan, değerli
mesai arkadaşlarım; Cumhurbaşkanlığı makamı, devletin ve milletin birlik ve
beraberliğini temsil eden bir yüce makamdır. Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı,
yürütme organının da başıdır. Dolayısıyla, yürütme organının Cumhurbaşkanıyla
çelişmesi diye bir şey söz konusu olamaz, olmamalıdır; ancak, yürütme organı
tarafından Parlamentoya sevk edilen kanun tasarılarının bir kısmının
Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından geri gönderilmesi, yürütme organı içerisinde
bir koordinasyon eksikliğinin işareti olabilir mi, doğrusunu isterseniz ben de
merak ediyorum. Cumhurbaşkanlığı makamının tarafsızlığı ve objektifliği,
tartışılmayacak kadar açıktır ve nettir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; "Kayıtsız şartsız tabiriyle açıkça ifade edilen
egemenliği milletin sorumluluğunda tutmak demek, bu egemenliğin en küçük bir
parçasını, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek
demektir." Bu söz bana ait değil; bu söz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Birinci Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ait. Büyük Atatürk, 1923 yılında
söylediği bu sözle, Meclisimizin yetki devri konusunda göstermesi gereken hassasiyeti
çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Yine, Atatürk
"icra eden, karar verenden daima daha güçlüdür" sözüyle yürütmenin
önemini vurgulamıştır; ancak, icra organı, yani hükümet, karar organını, yani
Meclisi by-pass ederse, çok da fazla demokrasiden söz etme olanağı kalmaz; daha
vahim olmak üzere, rejimin esenliğine gölge düşer.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Edirne'nin Meriç İlçesinden Iğdır'ın Gödekli Köyüne, Hatay'ın
Samandağı İlçesinden Sinop'un Dibekli Köyüne kadar, coğrafyamızda yaşayan 70
000 000 yurttaşımız, Parlamentoyu çare müessesesi olarak görmektedir ve
geçmişte yaşanan acı tecrübelere rağmen, yüce milletimiz, hâlâ, bu
Parlamentodan çok şey ummakta ve beklemektedir; ancak, aynı oranda da, bir
büyük endişe ve bekleyiş içerisindedir. Sayısal çoğunluğa dayanarak "ben
yaptım oldu, ben yaparım olur" anlayışı, demokrasinin evrensel ilkeleriyle
bağdaşmaz. Demokrasi, el kaldıran 2 ördeğin 1 file üstünlük sağlama rejimi
değildir; demokrasi ve parlamentarizm, çoğunluğun azınlığa tahakkümü de
değildir. Herkes için aynı hukuk, herkes için aynı eşitlik, herkes için aynı
adalet ve herkes için aynı özgürlük; işte, demokrasi budur. Bu hayata geçmeden,
ülkenin kalkınması da beklenemez.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 23 üncü Meclis Başkanımız Sayın Arınç, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki konuşmasında, büyük bir dikkat ve beğeniyle izlediğim
konuşmasında, 216 trilyon liralık Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde
azamî tasarrufa gidilmesi gereğini ortaya koydu. Doğrudur, öyle gerekiyordur;
ancak...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilim, 1 dakika, mikrofonunuzu açacağım; lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- ... bir daire başkanının çalıştığı fizikî ortam ile Halkla İlişkiler
binasında kendi çalıştığımız odaları kıyasladığımızda, bu kadar kutsal ve
önemli bir görevi ifa eden milletvekillerimize, bu bütçeyle umduğumuz hizmetin
ve olanağın sağlanması mümkün değildir. Meclis Kütüphanesinde fevkalade yeterli
kaynak var; ama, fizikî ortam itibariyle, hiçbirimizin artık yararlanamayacağı
bir hale gelmiş olması, bir an önce el atılması, düzeltilmesi gereken bir
hadisedir; ben, öyle görüyorum. Yine, milletvekillerimizin tümünün, her
birimizin bilgisayar ortamında çalışması, artık, çağın gereğidir. Meclis
Başkanımızın Plan ve Bütçe Komisyonunda da işaret ettiği olayın en kısa zamanda
gerçekleşeceğini umuyorum, inanıyorum, inanmak istiyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Parlamentoda görev yapan milletvekillerinin iki temel görevi
olduğunu biliyoruz. Müsaadenizle, 22 nci Dönemin dört aylık bilançosuna şöyle
bir bakmak istiyorum: 93 adet kanun teklifinin sadece 1 tanesi kanunlaşmıştır.
268 adet sözlü soru önergesinin sadece 63 tanesi yanıtlanmıştır. 47 adet Meclis
araştırması önergesinin sadece 5 tanesi işleme alınmıştır. Bu rakamlar,
Meclisimizin çalışmalarını milletvekillerinin değil de yürütme organının
belirlediğini ve yönlendirdiğini açık seçik ortaya koymaktadır. Hükümetlerin
doğru iş ve işlem yapmasını Meclis sağlar. Meclis, denetim yetkisini ne kadar
yoğun kullanırsa, hükümetler de o denli başarılı olurlar.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu Meclisin, mutlaka, Sosyal Sigortalar Kurumu Etlik
Hastanesini, orada yaşayan insanların çektiği çileyi görmesi ve düzeltmesi
lazım. Her milletvekilinin SSK Etlik Hastanesine gitmesi lazım. Oradaki
doktorlar, hemşireler cansiparane çalışıyorlar; ancak, fizikî kapasite ve hasta
yüklenmesi, gerçekten, bırakın 21 inci Yüzyılı, 15 inci Yüzyıla uymayacak,
yakışmayacak koşullardadır.
BAŞKAN - Sayın Altay,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın ifade ettiği gibi, işsiz insan
sudan çıkmış balık gibidir. Bu Meclisimizin işsizlik ve yoksulluk illetini,
mutlaka ve mutlaka yenmesi gerekir. Bu Meclisin, çocuğuna mavi önlük alamadığı
için intihar eden babaların artık olmadığı bir Türkiye tesis etmesi gerekir. Bu
Meclisin, dörtbir yandan işgal altındayken bile onurla yürüttüğü
dışpolitikamızı, aynı onurla yürütmesi gerekir. Öyle anlaşılıyor ki, 59 uncu cumhuriyet
hükümetini bu bütçe çok yoracak; ancak, daha vahimi, bu bütçe yüce milletimizde
bir büyük hayal kırıklığı yaratacak ve gençlerimiz, yine, Türkiye'de yaşamaktan
gurur duymayacak.
HALİL AYDOĞAN (Afyon)
- Duyacak, duyacak.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Meclisimizin Sayın Başkanının hoşgörüsüne sığınarak, sözlerimi, Parlamentonun
Birinci Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözüyle noktalamak istiyorum.
"Bütün dünya
bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur,
hiçbir makam yoktur; yalnız bir makam vardır, o, milletin kalbidir, o milletin
vicdanıdır ve o milletin varlığıdır."
Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Altay,
teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, birinci turda söz talebi Başkanlığımıza ulaşmamıştır, söz
talebi yoktur.
Şimdi sırasıyla
birinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu... (CHP
sıralarından "soru, soru" sesleri)
ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Soru var, soru soracağız.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, biraz önce bütçelerle ilgili olarak soru sormak...
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, söz talebim var, sonra da soru talebim var.
BAŞKAN - Lütfen...
Bir açıklama yapabilir miyim?
Lütfen, buyurur
musunuz Sayın Kart.
"Milletvekillerinin,
görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp,
parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan
milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır" diye, bu metni,
sizlere, oturumun başında okumuştum ve bittiğinde, ekranda, böyle bir talep
yoktu.
Sayın Kart, şu anda
sizin talebiniz yok, sadece Sayın Varan'ın bir talebi var. O da, ben
konuştuktan sonra oldu.
Bunu, bilgilerinize
tekrar sunuyorum ve madem şu anda söz talebi istiyorsunuz...
ATİLLA KART (Konya) -
Konuşma bittikten sonra soru soruyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, bakınız, oturumun başında ifade ettim, söz taleplerinizi
iletin diye söyledim, metni de tekraren okudum; ama, şu anda söz talebinizin
olduğunu söylüyorsunuz. Soru sorulmasından kaçınma gibi bir durum yok; ama,
ben, ekranda görünmediği için böyle bir talebinizin olmadığını söyledim ve
doğru yaptığıma da inanıyorum; yani, soru talebiniz buraya iletilmedi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, ekrandaki
sıraya göre sorularınızı alacağım.
Danışma Kurulunun
aldığı karar gereğince, 10 dakika süreyle sorularınız alınacak, daha sonra da,
10 dakika içinde sorularınız cevaplandırılacaktır.
Sayın Varan, buyurun.
SABRİ VARAN
(Gümüşhane) - Sayın Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşan Sinop
Milletvekili, son konuşmacı, Meclis Başkanımızın konuşmasını çok dikkatle
dinlediğini belirtti; fakat, arkadaşımız, ne yazık ki, kendi konuşmasını çok dikkatle
yapmadı. Burada demokrasiyi tarif ediyorken, 2 ördeğin 1 filden üstün olduğunu
söyledi. (CHP sıralarından "soru, soru" sesleri)
BAŞKAN - Sayın Varan,
bir dakika bekler misiniz.
Lütfen, sorunuzu
sorunuz; daha önce konuşmuş olan hatiple ilgili olarak bir değerlendirme yapmayın.
Sorunuz varsa, sorunuzu alayım.
SABRİ VARAN
(Gümüşhane) - Başkanım, arkadaştan rica ediyorum, kayıtların düzeltilmesi,
ördeğin, filin kayıtlara girmemesi gibi... Biraz hakaret içerdiği için uyarmak
istedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Varan.
YÜCEL ARTANTAŞ
(Iğdır) - Bu, arkadaşımızın görevi değil ki...
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - Bu soru değil ki Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın
Tütüncü, buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi, sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Sayın Maliye
Bakanımızın bugün yapmış olduğu konuşmasının 45 inci sayfasına bakıyorum;
burada, aynen, şu ibare yer alıyor: "Sayıştay güçlendirilecek, denetim
kapsamı genişletilecektir, kamuda performans odaklı denetim sistemine geçilecektir."
Şimdi, Sayın Maliye Bakanının daha sözleri burada iken, bakıyoruz, Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım, bütçede, Sayıştaya, geçen seneki bütçe
teklifinde, konsolide bütçe içindeki oranı itibariyle daha az ödenek önerildiği
ortaya çıkıyor. Şöyle söyleyeyim: Geçen sene, 2002 yılında pay onbinde 4 imiş,
şimdi onbinde 3'e düşmüş. Bu, sorumun bir bölümü; bu nasıl olacak?
Ayrıca, sayın
hükümetimiz, Plan ve Bütçe Komisyonuna, Sayıştay 2003 bütçe teklifini 50
trilyon 518 milyar lira olarak getirdiler; ancak, Plan ve Bütçe Komisyonunda 1
trilyon liralık bir eksiltme yapıldı. Yani, şu anda huzurunuza inmiş olan,
Genel Kurula inmiş olan Sayıştay bütçesi, hükümet teklifinin, Plan ve Bütçe
Komisyonuna sunulan teklifin de altındadır; yani, bu onbinde 3 oranı daha da
düşmektedir.
Peki, şimdi, bu
açıklamalar çerçevesinde, Sayın Maliye Bakanının ve sayın hükümetin, nasıl
böyle bir iddia ortaya koyduğunu anlamak istiyorum. Böyle şey olur mu?!
Sayıştay güçlendirilecek, denetim kapsamı genişletilecek... Bunu nasıl yapacaksınız?!
Çünkü, hükümetin Plan ve Bütçe Komisyonuna sunmuş olduğu orijinal ilk teklifte
bunun tam aksi bir öneri var. Ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bizim,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun tüm itirazlarına rağmen, 1 trilyon liralık bir
eksiltme yapıldı. Bunun yanıtını istiyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Tütüncü.
Sayın Erdöl, buyurun.
CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Genel Başkanımızın ve
partimizin Meclis lojmanlarıyla ilgili tasarrufu, oldukça olumlu bir davranış
olarak kamuoyu tarafından takdir edilmektedir. Tebrik ediyorum. Fakat,
özellikle şehir içinde ve mahalle içinde kalan çeşitli kurumlara ait lojmanlar
ve bilhassa sahillerde "eğitim tesisi" veya "dinlenme tesisi"
adı altında sosyal tesisler vardır ki, eğitimle ilgili olduklarını
düşünmüyorum. Bunların da aynı şekilde satılması planlanıyor mu acaba?
Ayrıca,
Başbakanlarımızın evlerinde oturduğu bir dönemde, birçok emekli olmuş etkili ve
yetkili şahsın da bu lojmanları terk etmesi, acaba, kendileri tarafından
düşünülüyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Erdöl,
teşekkür ediyorum.
Sayın Kart, buyurun.
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, Başkanlığınız aracılığıyla şu soruları yöneltmek istiyorum:
Bilindiği gibi,
hükümet, Anayasada birtakım değişiklikler yapma hazırlığı içerisindedir. Bu
kapsamda da, Anayasa Mahkemesine üye seçimini düzenleyen 146 ncı maddede
herhangi bir değişiklik yapılması yolunda yapılmakta olan çalışmalar var mıdır?
Birinci sorum bu.
İkinci sorum: Anayasa
Mahkemesinin her geçen gün artan iş hacmi ve buna bağlı olarak yargılamanın
uzaması karşısında, ikinci bir çalışma heyetinin teşkilini sağlayacak bir
yapılanma düşünülmekte midir; bu yolda yapılmakta olan bir çalışma var mıdır?
Üçüncü sorum, Radyo
ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili. Televizyon yayın frekanslarının tahsisi
konusunda, frekans ihaleleriyle ilgili çalışmalar hangi aşamadadır; sonuçlanmış
mıdır? Bu ihalelerin yapılmamasından dolayı doğan kamu zararı tutarı nedir? Bu
zararın telafisi yolunda ne gibi tedbirler alınmıştır, alınmaktadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Kart.
Sayın Taşçı, buyurun.
HAMİT TAŞÇI (Ordu) -
Teşekkür ederim.
Milletvekillerinin
çalışmalarını daha rantabl olarak yapabilmesi için, Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı tarafından, odalar, bilgisayar ve elektronik donanımlı hale
getirilebilecek mi?
İkincisi,
milletvekili çalışma odaları ile kütüphane arasında bir bağlantı kurup, oradaki
bilgi ve birikimlerden yararlanmak için çalışmalar var mı?
Diğer bir konu:
Reisicumhur, Türkiye'de, devlet başkanı olarak, ülkeyi temsil ve başkumandan
olarak üstlendiği o büyük görevlerin yanında, çok detaylı bir hizmet ağıyla
kendisinin zamanı alınmıştır. İldeki vali devleti temsil ediyor; ama, devlet
başkanlığının, il müdürlerine kadar meşgul edilmesi hâlâ devam edecek mi; bu
konuda herhangi bir çalışma var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum.
Sayın Koral, buyurun.
RECEP KORAL
(İstanbul) - Sayın Başkanım, ben de milletvekili danışmanlarıyla alakalı olarak
bir soru arz etmek istiyorum.
Milletvekillerimizin
danışmanları var; ama, nedense, ayakta hizmet veriyorlar. Millletvekillerine,
bulundukları mahal üretimde bulunma imkânı vermediği gibi, danışmanları
milletvekillerinden daha da şanssız; hiçbir oturma mahalleri yok, üretmeyle
ilgili faaliyetlerini herhalde Meclis dışında yapacaklar. Her zaman birlikte
olmamız gereken bu arkadaşlarımızın üretime katkıda bulunması için, mutlaka bir
mahalde çalışması gerekiyor. Bu ortamın, sadece bilgisayar ortamı olarak değil,
danışmanların üretime katkıda bulunacakları şekilde düzenlenmesi düşünülüyor
mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Koral,
teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Anadol ve Sayın Demirbağ'a söz verip, soru sorma faslını
kapatacağım.
Buyurun Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Ben bir tek soru soracağım efendim; aracılığınızla, Sayın Meclis
Başkanlığının sorumu yanıtlamasını istiyorum.
Şu anda, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin terk ettiği lojmanlarda, kaç AKP'li milletvekili, kaç
CHP'li milletvekili ikamet etmektedir? (Alkışlar)
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim.
Sayın Demirbağ, son
soru sorma hakkı sizin; buyurun.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elazığ) - Sayın Başkanım, öncelikle, CHP'li arkadaşımız yine "AKP"
diyor...
BAŞKAN - Sayın
Demirbağ, lütfen sorunuzu sorunuz.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elazığ) - Bunu düzeltsinler.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Adalet ve Kalkınma Partisi...
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elazığ) - Bir de, özellikle, bu telefon meselesini soracağım. Gerek makam
odalarında kullanmış olduğumuz telefonlar gerekse cep telefonlarıyla insanımıza
hizmet veriyoruz, seçmene hizmet veriyoruz. Bunlar için bir sistem getirilmesi
lazım. Yarın, altıncı, yedinci aydan sonra cebimizden telefon parası
ödeyeceğiz. Bürokrasiye baktığımız zaman -biz de bürokrasiden geldik- böyle bir
şey söz konusu değil. Milletvekillerine niye bir hudut konuluyor, tahdit getiriliyor?
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, soru sorma işlemi tamamlanmıştır.
Sayın Başkan,
buyurun.
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu ana kadar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi, ilaveten RTÜK bütçesi, Cumhurbaşkanlığı
bütçesi, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçelerinin
müzakeresini beraberce gördük ve değerlendirdik. Grupları adına ve şahısları
adına, değerli milletvekili arkadaşlarımız görüşlerini ifade ettiler; bu arada,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığını ilgilendiren sorular tevcih ettiler.
Bu konularda gerekli açıklamaları yapmaya çalışacağım.
Bu sorulardan önce
konuşan Ordu Milletvekilimiz Sayın Enver Yılmaz iki konuya değindiler. O da,
bir noktada, Başkanlığımızı muhatap alan bir soruydu. Birincisi "Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çalışan personelin durumu yeniden gözden geçirilmelidir"
dediler. Bu tartışılıyor, konuşuluyor. "Türkiye Büyük Millet Meclisi büyük
bir KİT haline dönüşmüştür, masrafları fazladır, çalışanı fazladır"
deniliyor. Bu noktada, temenni ediyorum, diliyorum ki, hepinizin desteğiyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı, bu meseleyi oturmuş, konuşmuştur
ve geçtiğimiz günlerde, Başkanlık Divanımız bir karar alarak, bir komisyon
oluşturmuştur. Bu komisyon, personel durumumuzu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin idarî teşkilatının yapısını incelemek suretiyle, yeniden
yapılandırma çalışması içerisine girmiştir. Böylece, etkin, verimli ve
hakikaten, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, milletimizin beklediği ve sizlerin
beklediği bir çalışmanın, bir hizmetin sağlanmasına çalışılacak, bugüne kadar
değişik şekillerde değerlendirilen bu iddialar, itirazlar, şikâyetler de, ümit
ediyorum ki, ortadan kalkmış olacaktır.
Yine, Sayın Yılmaz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi idarî teşkilatındaki personelin hizmetiçi
eğitiminin yetersizliğinden bahsetmiştir. Bu konuda milletvekillerimizden de
zaman zaman şikâyetler aldığımız gibi, şu ana kadar kendilerini dinlediğimiz
değerli milletvekillerimiz de değişik şekillerde bunu ifade etmişlerdir.
Değerli arkadaşlar,
öğrenmenin ve eğitimin, elbette ki, yaşı yoktur. Bu bakımdan, şu ana kadar,
değişik statülerde çalışan Türkiye Büyük Millet Meclisi personelinin eğitimi
belirli şartlarda yapılmaktadır. Elimizde bir eğitim programı vardır. Bu
program çerçevesinde, çalışanlar, değişik zamanlarda ve zeminlerde alınmak
suretiyle, kendilerine, gerekli bilgi, beceri ve yeni bilgiler aktarılmaktadır;
ama, kişisel görüşümü de ifade etmem gerekirse, bunun yeterli olduğu kanaatinde
değilim. Biraz önce ifade ettiğim gibi, günün şartlarına göre, milletimizin de
bizden beklediği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapmak istediği hizmet
hedeflerine göre, bunu, daha ileri, daha değişik şartlarda yapmamız mümkündür.
İşte, bunun için başta ifade ettiğim bu komisyon çalışmalarını tamamladığında,
zannediyorum ki, sorulan sualin cevabı da alınmış olacaktır.
Şimdi, komisyon
müzakereleri sırasında, bu bilgisayar meselesi elbette ki değerlendirildi,
konuşuldu, teklif edildi. Gerçekten, milletvekillerimizin, 21 inci Yüzyılın
iletişim şartlarına, bilgi ağına, hızlı bilgilenme ve öğrenme şartlarına uygun
çalışmasını hepimizin gönlü istiyor; ama, bunu şu anda hemen halledelim diye
düşünürsek, Başkanımız, Plan ve Bütçe Komisyonunda bunu detaylı olarak ifade
ettiler; ama, bütün arkadaşlarımız bu konuda müsterih olsunlar ki, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanımız başta olmak üzere, Başkanlık Divanımız bu
meseleyi çok ciddî ve önemli görmüştür, inşallah, hepimizin arzu ettiği şekilde
çözmeye gayret edecektir.
Milletvekili
arkadaşlarımız geldiği zaman, hakikaten, kura sonucu odalarına gittiklerinde,
öyle zannediyorum ki, önemli bir kısmı, bir hayli hayal kırıklığına
uğramışlardır. Kendi mekânlarında çok iyi imkânlarda çalışanların ötesinde,
normal, kendi ikametgâhlarındaki çalışma odalarının, bu milletvekillerimize
tahsis edilen odaların çok daha ötesinde ve rahat olduğu görülmüştür. Ne var
ki, elimizdeki gerçek, fizikî zemin bu. Bunu en iyi şartlara götürmek, elbette
ki, hepimizin arzusudur; ama, şu andaki 550 milletvekili arkadaşımıza oda
bulamadığımız ve şu anda, halen odası olmayan arkadaşlarımız da vardır.
Bütün bu, Meclisin
yeniden -personel açısından, hizmet açısından, hizmet ağı açısından-
yapılandırılması noktasında, Başkanlık Divanımızın, çalışmaları içerisinde, bu
fizikî yeniden yapılanma ve şartların, milletvekilinin çalışma şartlarının
iyileştirilmesi noktasında, ileriye yönelik bir çalışması vardır. Bu, elbette
ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, belki de, bir noktada, vereceği kararla
çözülebilecek bir husustur.
Değerli arkadaşlar,
lojmanlar meselesi, komisyonumuzda da Sayın Başkanımız tarafından çok detaylı
olarak anlatıldı. 22 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisini biz, yüce
milletimize baktığımız zaman milletimizi gördüğümüz, milletimizin de, bu
Meclisin, Yüce Heyetin çalışmalarını gördüğünde, yine kendisini gördüğü bir
meclis olarak değerlendiriyor ve böyle görüyoruz. Öyleyse, hakikaten, bu Yüce
Parlamento bütün çalışmalarında, ülke meselelerini çözecek, ciddî çözüm getirecek
yasalar, kararlar almalıdır. Bu çerçevede -işte, bu Meclise nasip oldu- uzun
süredir de tartışma konusu olan lojmanlarımız, elbette ki, 22 nci Dönem
milletvekillerimize tahsis edilmedi ve Başkanlık Divanımızın aldığı bir kararla
Maliye Bakanlığına iade edildi -bunlar çok konuşuldu; ama, burada tekrarında
yarar görüyorum- ama, Maliye Bakanlığına iade edilen protokolde de, herhangi
bir yere yeniden tahsis edilmemesi, mutlaka değerlendirilmek suretiyle, en iyi
şartlarda değerlendirilmek suretiyle, bu ülkenin derdine deva bir merhem olacak
katkı olması noktasında Başkanlığımız hassas davrandı.
Bu Mecliste, şu ana
kadar -bütçe görüşmelerinin yapıldığı andaki- oturanları, orada, komisyonda
ifade ettik; ama, şimdi, yine ifade ediyorum. Biliyorsunuz, lojmanlarda 576
ikametgâh var; bunların 393'ü boşalmış, şu ana kadar 183 arkadaşımız orada
ikamet etmektedir. Şimdi, burada kim oturuyor, hangi partiden oturuyor, niçin
oturuyor noktasında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin muhatap olacağı bir durum
yok değerli arkadaşlar...
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Ama, istismar edilmesin... Kaç kişi oturuyor, kaç kişi oturuyor?..
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elazığ) - Eski milletvekilleri oturuyor; CHP'nin eski milletvekilleri
oturuyor!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Cevap istiyoruz.
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Müsaade eder misiniz...Sayın Anadol, müsaade eder
misiniz... Siz, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesisiniz; ama, benim izahatımı
dinlerseniz, tatmin olmadığınız zaman, elbette ki sizi dinleyeceğim; çünkü,
değerli arkadaşlar, Başkanlık Divanımız, bu lojmanların idaresini, bundan
sonraki tasarruflarını, her türlü hizmeti Maliye Bakanlığına devretmiştir.
Devirden sonra da, orada oturan milletvekillerinin ellerinden bir taahhütname
alınmak suretiyle -okuyan çocuğu var, orada bazı zorunlulukları var- 690 000
000, zannediyorum -yanılmış olabilirim- zamlandırılmak suretiyle, zaten caydırıcı
bir noktaya getirilmiştir.
CANAN ARITMAN (İzmir)
- Aylık mı Sayın Başkan?
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Müsaade buyurur musunuz...
Oturanlarla ilgili
ifadeniz ayrı; ama, benim sorumluluğum ayrı bir şey. Şu anda Meclis
lojmanlarında oturanlar varsa -ki, var- onların tahliyesi noktasında, benim
hukukî bir tasarruf imkânım yok; ben, protokolle devretmişim.
FERİDUN FİKRET
BALOĞLU (Antalya) - Maliye Bakanı açıklasın.
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Maliye Bakanına sorabilirsiniz, yetkililere
sorabilirsiniz; ama, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, zannediyorum, Maliye Bakanı
o noktadaki açıklamayı yapmış oldu.
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - Nerede oturacaklar?..
BAŞKAN - Sayın
Alptekin, Sayın Başkan, Danışma Kurulunun önerisi doğrultusunda, 10 dakikalık
bir cevap süresi vardır; şu anda son 2 dakikayı kullanıyorsunuz. Lütfen,
konuşmanızı tamamlarsanız...
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Sayın Başkan, 2 dakikaya sığmayabilir; ama, sorulan
suallerin de cevaplandırılması gönlümüzün arzusudur.
BAŞKAN - Biraz hızlı
olursanız...
TBMM BAŞKANVEKİLİ
İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Değerli arkadaşlar, milletvekili danışmanlarıyla
ilgili konu, elbette ki, bu Meclisteki yasal bir durum. Gönlümüz istiyor,
danışmanların, çok daha faydalı, yararlı, milletvekillerinin çalışmalarına
altyapı hazırlayan bir durum içerisinde olmaları; ama, şu andaki durumda,
yüksekokul mezunu olma şartı yetiyor ve milletvekiline de kesin takdir hakkı
veriyor. Bunun bir yönetmeliğe bağlanması, şartların belirlenmesi halinde,
zannediyorum, milletvekillerine daha fazla hizmet verebileceği ümidindeyim.
Değerli arkadaşlar,
sözlerimi tamamlarken, size şunu ifade etmek istiyorum: 22 nci Dönem Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkanlık Divanı, hizmeti aksatmadan, etkin ve
verimli bir çalışma yapmak suretiyle, ama, azamî tasarruf yapmak suretiyle, siz
Değerli Parlamentoya her türlü hizmeti verme gayreti içerisindedir. Hedefimiz
budur; çünkü, milletimiz bizi çok iyi bir şekilde takip ediyor. Milletin de
arzusu ve temennisi istikametinde, bu Meclisten bekleneni verecek şekilde,
milletvekillerimizin rahat bir çalışma ortamı içerisinde olmaları noktasında
elimizden gelen gayreti göstereceğimizi ifade ediyor; hepinize teşekkür ediyor,
bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Yanıt vermediniz efendim...
BAŞKAN - Sayın
Alptekin, teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, cevap süresi dolmuştur. Cevaplandırılmayan sorular, daha sonra
yazılı olarak cevaplandırılacaktır.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, sırasıyla, birinci turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2003 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 Malî Yılı Bütçesi
A - C
E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k l a m a L
i r a
101 Genel Yönetim ve
Destek Hizmetleri 91
778 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 Yasama Hizmetleri 59 065 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
112 Millî Sarayların
İdare ve Korunması 25 095 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 40 302 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 216 240 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece, Türkiye
Büyük Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun toplam 97 655 000 000 000 lira gider ve 97 655 000 000 000 lira
gelirle bağlanan 2003 malî yılı bütçesi ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994
tarihli ve 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış
bulunmaktadır.
Bilgilerinize
sunuyorum.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2001 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi 2001 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN- (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
L i
r a
- Genel Ödenek
Toplamı : 116 989 342 845
000
- Toplam Harcama : 104 214 628 580
000
- İptal Edilen Ödenek : 12 774 714 265
000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi 2001 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2003
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
B) CUMHURBAŞKANLIĞI
1.- Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k l a m a L
i r a
101 Genel Yönetim ve
Destek Hizmetleri 22
725 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 955
000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 23 680 000 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı 2003 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2001
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum:
Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
L i
r a
- Genel Ödenek
Toplamı : 13 731 742 370 000
- Toplam Harcama : 9
650 632 470 000
- İptal Edilen Ödenek : 4
081 109 900 000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2001
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı
2003 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.- Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k l a m a L
i r a
101 Genel Yönetim ve
Destek Hizmetleri 20
449 700 000 000
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 İnceleme, Yargı ve
Karar Hizmetleri 28 170 300 000 000
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 898
000 000 000
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 49 518 000 000 000
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Sayıştay Başkanlığı 2003 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı
2001 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Sayıştay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Sayıştay Başkanlığı
2001 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
L i
r a
- Genel Ödenek
Toplamı : 23 086 146 210 000
- Toplam Harcama : 18
997 432 650 000
- İptal Edilen Ödenek : 4
088 713 560 000
BAŞKAN - (A)
cetvelini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Sayıştay Başkanlığı 2001 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2003 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k l a m a L
i r a
101 Genel Yönetim ve
Destek Hizmetleri 2
905 500 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 İnceleme ve Yargı
Hizmetleri 834
500 000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 39 000
000 000
BAŞKAN- Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 3 779 000 000 000
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2001 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2001 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
L i
r a
- Genel Ödenek
Toplamı : 1 762 980 250 000
- Toplam Harcama : 1
631 474 930 000
- İptal Edilen Ödenek : 134
394 650 000
- Ödenek Dışı Harcama : 2
889 330 000
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2001 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî
yılı bütçeleri ile 2001 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmalarını
temenni ederim.
Sayın
milletvekilleri, birinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.
Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince,
24 Mart 2003 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati : 20.15