TBMM 2 1 2003-04-04T12:43:00Z 2003-04-04T12:43:00Z 43 29140 166099 TBMM 1384 332 203981 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

52 nci Birleşim

21 . 3 . 2003 Cuma

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - YOKLAMA

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - TBMM Başkanının, Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanının davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/227)

IV. - HÜKÜMET PROGRAMI

1. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi

V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin’in, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’un şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2. - Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, AK Parti Grubu adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik’in, 3 Kasım seçimlerinden önce TBMM’de görev alan siyasî partilere ilişkin sözleri nedeniyle konuşması

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, son beş yıldaki ortaöğretim ve üniversite mezunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/226)

2. - İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya’nın, İzmir’deki okulların yakıt ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/240)

3. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu’nun, Antalya-Serik’te yaşanan sel felâketine ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen’in cevabı (7/242)

4. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 1980-2003 yılları arasında kurulan bankalara ve o tarihlerdeki ilgili Bakan ve Hazine müsteşarlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/250)

5.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Malî Milattan sonra yurtdışına para kaçtığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/252)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te toplanarak dört oturum yaptı.

Birinci Oturum

Adana Milletvekili Recep Garip ile,

İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'in,

21 Mart Dünya Şiir Günü ve Aşık Veysel'in ölüm yıldönümü münasebetiyle yaptıkları gündemdışı konuşmalara, Kültür Bakanı Erkan Mumcu bilgi vererek katkıda bulundu.

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Parlakyiğit, Kahramanmaraş'ın sosyoekonomik yapısı ile sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe'nin (6/145) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

(10/2, 6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, Komisyona 1 aylık kesin süre verildiği bildirildi.

Gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Anayasanın 117 nci maddesine göre millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu bulunan hükümet tarafından belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak'a gönderilmesine; etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak'ta bulunacak bu kuvvetlerin, gerektiğinde, belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına ve muhtemel bir askerî harekât çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu.

Başbakanlık tezkeresinin kapalı oturumda görüşülmesine dair İçtüzüğün 70 inci maddesine göre Millî Savunma Bakanı Mehmet Vecdi Gönül tarafından verilen önergenin okunmasından sonra, saat 15.47'de açık oturuma son verildi.

İkinci Oturum

(Kapalıdır)

Üçüncü ve Dördüncü Oturum

Görüşmeleri kapalı oturumda tamamlanan, gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Anayasanın 117 nci maddesine göre millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu bulunan hükümet tarafından belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak'a gönderilmesine; etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak'ta bulunacak bu kuvvetlerin, gerektiğinde, belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına ve muhtemel bir askerî harekât çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edildiği açıklandı.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna ait olup, açık bulunan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğine, Konya Milletvekili Muharrem Candan aday gösterilerek seçildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu Tasarısının (1/534) (S.Sayısı: 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Hindistan Hükümeti Arasında Suçluların İadesi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/473) (S.Sayısı: 66), görüşmelerini takiben yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı bildirildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programını görüşmek için, alınan karar gereğince 21 Mart 2003 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.36'da son verildi.

                                                       

Bülent Arınç

 

 

 

 

 

Başkan

 

 

Mevlüt Akgün

 

Türkân Miçooğulları

 

Karaman

 

İzmir

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye


 BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

21 Mart 2003 Cuma

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 52 nci Birleşimini açıyorum.

II. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - TBMM Başkanının, Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanının davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/227)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

                                                                                                        20.3.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik Dzaferovic'in davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyeti olduğu halde, Bosna-Hersek'e resmî ziyarette bulunması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış  İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

IV.- HÜKÜMET PROGRAMI

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programının görüşülmesi

BAŞKAN - Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına, Hükümete ve şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.

Genel Kurulun 18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, hükümet ve siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre 60'ar dakikadır. Bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda ise süre 10'ar dakikadır.

Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Gruplar adına henüz talep olmadı.

Şahısları adına, Konya Milletvekili Ahmet Işık, Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, İstanbul Milletvekili Recep Koral, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek, Samsun Milletvekili Haluk Koç, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan, Tokat Milletvekili Resul Tosun, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı, Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay, Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut, Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar söz istemişlerdir.

Gruplar adına konuşma talebi yok mu efendim?..

HALUK KOÇ (Samsun) - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, üç grup başkanvekili; Sayın Mustafa Özyürek, Sayın Oğuz Oyan ve Sayın Haluk Koç konuşacaklar.

BAŞKAN - Süreyi eşit olarak mı kullanacaksınız?

HALUK KOÇ (Samsun) - Evet, 20'şer dakika.

EYÜP FATSA (Ordu) - AK Parti Grubu adına konuşacakların isimlerini yazılı olarak gönderiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hay hay...

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, üç Sayın Grup Başkanvekili eşit sürelerde konuşma haklarını kullanacaklar.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına birinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özyürek, konuşma süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından hazırlanan 59 uncu hükümet programı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 59 uncu hükümet programında, 58 inci hükümetin bir devamı olduğu; yani, 58 inci hükümet programının da 59 uncu hükümet programının ayrılmaz bir parçası olduğu belirtildiği için, değerlendirmelerimi, iki hükümet programını ve 3 Kasımdan bugüne Adalet ve Kalkınma Partisinin uygulamalarını birlikte değerlendirerek yapmak istiyorum.

59 uncu hükümet programı, esas itibariyle, daha soyut, daha teorik, somut sorunlara daha az yer veren bir program şeklinde karşımıza gelmiştir. Özellikle, bu Hükümet Programında üzerinde durulan Adalet ve Kalkınma Partisinin temel niteliğiyle ilgili, bir değerlendirmeyle ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu Hükümet Programında, Adalet ve Kalkınma Partisinin demokrat, muhafazakâr bir parti olduğu ifade edilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, elbette, her parti, kendini dilediği gibi niteleyebilir; ama, önemli olan, bunun, başkaları tarafından, halk tarafından nasıl algılandığı meselesidir.

"Muhafazakâr parti" demek, daha çok "orta sağ partiler" demektir; ama, bu terim çok yıpratıldığı için Türkiye'de, bunun yerine, yeni partimiz muhafazakâr kimliğini seçmiştir. Muhafazakâr partiler, esas itibariyle, düzeni savunan partilerdir ve muhafazakâr partiler, esas itibariyle, orta sol partiler karşısında... Orta sol partiler, daha çok eşitliği, sosyal adaleti öne çıkaran partilerdir; bunun karşısında olan muhafazakâr partiler ise, daha çok sermayeyi gözeten partilerdir.

Adalet ve Kalkınma Partisi bu değerlendirmenin biraz dışına çıkabilmek için, başına, bir de "demokrat muhafazakâr" eklemesini yapmıştır; yani, demokrat kimliği, aslında, biraz da, Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin geçmişten geldikleri çevreleri ve İslamî referansları uygun bir şekilde ifade etmek için kullandıkları bir sözcük gibi algılanmaktadır; demokrat muhafazakâr parti...

Tabiî, biraz önce de belirttiğim gibi, herkes kendini istediği gibi değerlendirebilir; ama, bizim değerlendirmemize göre Adalet ve Kalkınma Partisi, esas itibariyle, İslamî değerleri temel alan, kitlelerin hoşuna gidecek mesajları öne çıkaran popülist bir partidir.

Şimdi, bu partinin geldiği noktanın -yani, kendini tanımladığı gibi, demokrat muhafazakâr noktanın- Adalet ve Kalkınma Partisinin tüm mensupları tarafından benimsenmiş olmasını dilerim. Biz isteriz ki, her parti dilediği gibi kendini tanımlasın; ama, toplumu "sizden-bizden", "inananlar-inanmayanlar" gibi, geçmişte olduğu gibi tehlikeli bir şekilde ayırıma tabi tutmasın.

RESUL TOSUN (Tokat) - Nereden çıkarıyorsunuz Mustafa Bey?!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir değerlendirme yapıyorum...

RESUL TOSUN (Tokat) - Yanlış değerlendirme yapıyorsunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Geçmişte bu değerlendirmelerin yapıldığını...

RESUL TOSUN (Tokat) - Karıştırıyorsunuz!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - "...inananlar-inanmayanlar" ayırımlarının yapıldığını, "sizden-bizden" ayırımlarının yapıldığını...

RESUL TOSUN (Tokat) - Geçmişten günümüze gel.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) -...hatta, şimdi sizleri üzmemek için söylemek istemiyorum; daha farklı söylemlerin gündeme geldiğini hepimiz biliyoruz. Yine burada ifade ettim; eğer, demokrat muhafazakâr kimliği, bugün anlatmak istediğiniz uzlaşı havasıyla benimseniyorsa biz buna saygı duyarız; bu, doğru bir yaklaşımdır. Dileğim odur ki, geçmişte hem Sayın Erdoğan'ın hem de geçmişte sizin lideriniz olan diğer kimselerin beyanlarından farklı, önemli bir uzlaşı noktasında bulunmak istiyorsanız biz buna saygı duyarız, bunu mutlulukla karşılarız; ama, tekrar eski çağrışımları yaptırmak, eski bölünmelere "inanan-inanmayan" bölünmesine gitmek bu toplumu çok tehlikeli noktalara taşır; bundan sakınmanızı istiyorum. Ben, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir uyarı görevimi yapıyorum, ister benimsersiniz ister benimsemezsiniz; takdir sizindir değerli arkadaşlarım.

AHMET YENİ (Samsun) - Benimsemiyoruz, sizin konuşmanızı da kabul etmiyoruz.

RESUL TOSUN (Tokat) - Aynen iade ediyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Evet, değerli arkadaşlarım, sözcünüz kalkar, buna karşılık değerlendirmelerini yapar.

RESUL TOSUN (Tokat) - Siz oradan laf atarken sözcüyü beklemiyordunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Tabiî, laf atmak özgürlüğünüzde var; ama, buranın düzenini sağlamak da Sayın Meclis Başkanının yetkisindedir; o, nasıl takdir ederse... Yoksa, ben sizlerle karşılıklı konuşmaktan her zaman büyük mutluluk duyarım değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

RESUL TOSUN (Tokat) - Siz aynı şekilde konuşmuştunuz; biz de sizin gibi yapıyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 3 Kasım seçimlerinde, Partimizin, AKP'nin söylemlerini...

FEYZİ BERDİBEK (Bingöl) - AK Parti...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Arkadaşlarım, şu terminoloji sorununu bir çözelim, değil mi?!

AHMET YENİ (Samsun) - Siz çözün, biz değil!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Siz diyorsunuz ki AK Parti, biz diyoruz ki AKP. Bunun, sizinle, pazarlığını da yapmıştım, demiştim ki: Şu tezkereyi reddedin, her zaman AK Parti diyeceğim; ama, tekrar kabul ettiniz, ben de AKP'ye döndüm; mesele bu kadar basit. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için..

ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - CH Partisi...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ne derseniz deyin, takdir sizin.

Onun için, Adalet ve Kalkınma Partisi, seçimlerde, daha çok yoksulluğu, fakirliği ve ülkenin içinde bulunduğu sorunları anlatarak oy aldı ve büyük bir çoğunlukla iktidar oldu, Meclise geldi; ama, bir de ne görüyoruz, hem 58 inci hükümetin programında hem bu 59 uncu hükümetin programında bir anayasa söylemi öne çıkarılmaktadır; yani, denilmektedir ki: "Biz, yepyeni bir anayasa yapacağız."

Değerli arkadaşlarım, gerek Sayın Erdoğan gerek Sayın Gül, Avrupa Birliği müzakereleri için Avrupa'da çeşitli ülkelere gittiklerinde hep "bizim Meclisimiz Anayasada önemli değişiklikler yapmıştır, uyum yasalarında önemli değişiklikler yapmıştır; artık, Türkiye'nin Kopenhag kriterlerine uyum yönünden hiçbir sorunu yoktur. Bizi, Avrupa Birliğine alın" demişlerdir. Başarılı olamamışlardır, o ayrı mesele, ben, orada değilim. Anayasamızın özgürlükler açısından ve Avrupa Birliğine uyum açısından artık bir sorunu kalmadığını ifade etmişlerdir; ama, şimdi ne görüyoruz, Hükümet Programında yepyeni bir anayasadan bahsediliyor. Elbette, Cumhuriyet Halk Partisi de, Anayasada, ihtiyaç olduğu zaman gerekli değişiklikler yapılmasından yanadır; ama, ucu açık, neyi amaçladığı belli olmayan bir anayasa öngörüsü, bu programda yer almıştır. O programda deniliyor ki...

RESUL TOSUN (Tokat) - Bu Mecliste yapılacak, göreceksiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ben, hükümetin taahhütlerini, hükümetin programını değerlendiriyorum; elbette, o öneriler buraya geldiği zaman, Meclis olarak da katkımızı sunarız, önerilerimizi, eleştirilerimizi yaparız; ama, Anayasanın nitelikleri, yapılacak olan yepyeni Anayasanın nitelikleri sayılırken "katılımcı demokrasiyi esas alan, demokratik hukuk devleti anlayışına uygun bir anayasa yapılacaktır" deniliyor; yani, demokratik hukuk devleti anlayışı... Oysa, bizim Anayasamızın değiştirilmesi dahi önerilemeyecek olan 2 nci maddesinde, bu ibare aynen şöyledir: "Laiklik ilkesi..." Yani, laik, sosyal hukuk devletinden bahsedilir. 59 uncu hükümetin önerdiği bu yepyeni anayasa, öyle anlaşılıyor ki, laiklik ilkesini içermeyecektir; çünkü...

RESUL TOSUN (Tokat) - Dereyi görmeden paçayı sıvadınız Sayın Özyürek!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Arkadaşlarım, Hükümetin Programı önünüzde, açınız, okuyunuz, çok net bir şekilde ifade ediliyor; ama, laiklik ilkesinin bu anayasada yer alacağına dair herhangi bir vurgulama yapılmıyor.

RESUL TOSUN (Tokat) - Önümüzde öyle bir şey yok...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Eğer, Sayın Başbakan, cevap vermek üzere buraya geldiğinde "biz, laiklik ilkesini de, yeni anayasada gerekli ağırlıkta koyacağız" derse, benim bu eleştirilerim havada kalır; ama, ben, önümdeki yazılı dokümana göre bir değerlendirme yapıyorum ve orada açıkça görüyorum ki, laiklik ilkesine herhangi bir vurgulama yapılmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, anayasalar elbette değişir; ama, neresini, nasıl ve hangi amaçla değiştireceğinizi açıkça ifade etmeniz lazım. Bu Anayasanın pek çok maddesi, geçmişte, geçen dönemde değiştirildi, eskiden de değiştirildi, sürekli değiştiriliyor; ama, neresini, nasıl değiştireceğiz? Mesela, biraz önce de söyledim, biz isteriz ki, cumhuriyetin 80 yıllık birikimlerini muhafaza eden bir anayasa yapalım. Yani cumhuriyetçiliği, yani Atatürkçülüğü, yani laikliği dışlamayan, onu esas alan bir anayasa, bizim, olmazsa olmaz şartımızdır. Bunda mutabıksanız, yeni bir anayasayı konuşabiliriz.

Bir diğer nokta da şudur: Biz, sürekli, şeffaf toplum, saydam toplum, temiz siyaset diye geliyoruz ve bunun şartı, olmazsa olmaz şartı olarak da, dokunulmazlıkların kaldırılmasını öngörüyoruz. Eğer, yeni anayasa değişikliğinizde dokunulmazlıkları kaldıracaksanız, yani, milletvekillerinin de, sade vatandaşlar gibi yargılanmasının önünü açacaksanız, bunu hep birlikte gerçekleştirebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet Programında eğitimle ilgili önemli noktalar var. Eğitimin önündeki engellerin kaldırılacağı söyleniyor. Elbette, eğitimin önündeki engellerin hepsi kaldırılmalıdır; yani, fakir çocukların okuması için yurtlar olmalıdır, burslar verilmelidir; okullarımız, araç gereç yönünden, hocalarımız yönünden takviye edilmelidir; ama, bu programın ifadesinden öyle algılıyoruz ki, daha çok, eğitimin önünde temel bir engel gibi algılanan türban sorununa bir gönderme, bir yollama yapılıyor. Eğitimin önündeki engelleri kaldırmaktan maksat, biraz da, türbanı meşru kılmak; yani, üniversitelere, resmî dairelere türbanla girilsin, oralarda türbanla çalışılsın anlayışı var. Bu doğru değildir; bu toplumda ulaştığımız uzlaşma noktasını, barış noktasını dinamitleyecek bir yaklaşımdır, bundan dikkatle kaçınılmasını öneriyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir diğer önemli nokta, meslekî eğitim gören öğrencilerin üniversiteye geçişindeki sorunların çözüleceğinden bahsediliyor. Elbette, elektrik bölümünden mezun olan öğrencimiz kolaylıkla elektrik mühendisliğine geçebilmelidir; imam-hatipte okuyan kardeşimiz de, ilahiyat fakültesine kolaylıkla geçebilmelidir. Nitekim, imam-hatipte okuyan öğrencilerimizin ilahiyat fakültesine geçmesinde önemli bir zorluk yoktur; ama, bu, imam-hatipte okuyan öğrencileri bütün üniversitelere kolaylıkla girmesini sağlayacak bir öneri olarak programda yer almışsa, bundan biz üzüntü duyarız; bu da, toplumda var olan uzlaşıyı, toplumda var olan barışı kaldıracak bir noktadır değerli arkadaşlarım.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Kardeşlerimiz...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Herkes birbirinin kardeşidir değerli arkadaşlarım.

RESUL TOSUN (Tokat) - CHP hiç değişmeyecek mi Sayın Özyürek?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - CHP değişmiştir. Değerli arkadaşlarım, CHP, sosyal demokrat bir partidir. Sosyal demokrat partiler barışçıdır, eşitlikçidir, kardeşliğe önem verir; ama, siz, barışı değil savaşı öne alan bir partisiniz. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından alkışlar [!])

RESUL TOSUN (Tokat) - Elli yıl geride kalmışsınız!

AHMET YENİ (Samsun) - Hiç değişmeyecek misiniz?!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ama, siz, çok yanlış yollara giden bir partisiniz...

RESUL TOSUN (Tokat) - Hakaret ediyorsunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Şimdi, onun ezikliği içinde, bir savaşa karar vermenin ezikliği içinde, barışı öne alan bir parti sözcüsünü suçlayarak, laf atarak insicamımı bozmaya kalkışıyorsunuz; ama, hiç uğraşmayın, kendinizi yormayın, ben, anlatacaklarımı sonuna kadar anlatırım burada. Sayın Başkandan da,  süreme yeni süre ilave etmesini özellikle diliyorum; çünkü, benim niyetim sizlerle laf yarıştırmak değil; benim niyetim, Hükümet Programı üzerindeki değerlendirmeleri, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini, sizlere ve halkımıza sunmaktır. (AK Parti sıralarından gürültüler)

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Anlatırken, esneklik göstereceksiniz.

RESUL TOSUN (Tokat) - Programı değerlendirmiyorsunuz,  anılarınızı değerlendiriyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, hatibe müdahale etmeyiniz.

Sayın Özyürek, affedersiniz...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Sayın Tosun, bakınız, tabiî, hep söyledim, şık bir laf atarsanız anlamı var; ama, sürekli laf atarsanız, o zaman ikimiz arasında bir söyleşiye dönüşür ki, Meclisin yapısı, İçtüzük ve Başkanın tutumu buna müsaade etmez.

BAŞKAN - Sayın Özyürek, lütfen, Genel Kurula hitap ediniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ama, Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmalara fırsat vermeyiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Sayın Başkanım, sürekli laf atılırsa...

BAŞKAN - Çoğunu duymayacaksınız, işinize gelen yerde karşılığını vereceksiniz. (Alkışlar) Bu iş böyledir Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Sayın Başkanım, ben sosyal demokrat olduğum için sol kulağım gayet güçlü duyuyor; onun için, arkadaşların dediklerini de hep duyuyorum.

BAŞKAN - Ama, lütfen, lütfen... Yani, kürsüyü tersine çevirme imkânımız yok. Lütfen efendim, Genel Kurula hitap edin, İçtüzüğümüz böyle emrediyor.

Buyurun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Hay hay.

Değerli arkadaşlarım, bu programda aileyle ilgili değerlendirmeler var ve aileyi sosyalleştirmekten bahsediyor. Bu, kadını, neslin devamı için bir aygıt gibi gören bir anlayış olmasından endişe ediyorum. (AK Parti sıralarından "Öyle bir şey yok" sesleri) Biz istiyoruz ki, kadın, toplumun temeli olsun.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Benim yerime de konuştun!..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Nitekim, 2001 yılında Anayasamızda yapılan değişiklik doğrultusunda erkekle eşit statüde olsun... Ben, artık, kadınla erkek eşitliğini farklı gören, erkekleri öne çıkaran, kadınları eve hapseden anlayışların geride kaldığını ummak istiyorum ve hiçbir hükümetin de böyle düşünmemesini temenni ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Hükümet Programında bazı vaatlere, sözlere yer verilmiş "biz, seçilme yaşını 25'e indireceğiz" deniliyor. Değerli arkadaşlarım, Anayasa değişiklikleri burada görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, seçilme yaşının 25'e indirilmesi yönünde önergemizi verdik; ama, ne yazık ki, bu önerge, sizlerin oylarıyla reddedildi. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oyları ortada, hükümet, tutmuş "25 yaşı tekrar getireceğim" diyor; bu, inandırıcı değil değerli arkadaşlarım.

Bu hükümet, yine programında "işsizlikle, yoksullukla mücadele edeceğim" diyor. 58 inci hükümet programında "15 000 000 civarında insanın açlık sınırında olduğu ve bunların sorunlarının çözüleceği" açıkça ifade edilmişti; ama, 59 uncu hükümet programında, artık buna dair önemli bir değinme yok; yani, bu 15 000 000 kişi, üç aylık dönemde refaha mı kavuştular?! Türkiye, daha da fakirleşti, Türkiye, daha da sefalete sürüklendi. Öyleyse, yoksullukla mücadele programının, 59 uncu hükümet programında da etkili bir şekilde yer alması gerekirdi ve bu insanlara sadaka vermeden, bu insanlara iane vermeden, vatandaş olma hakkı olarak, hangi yardımları yapacağımızın 59 uncu hükümet programında da açık seçik yer almasını dilerdik.

Değerli arkadaşlarım, 15,7 katrilyonluk bir kaynak paketi açıklandı. Bu kaynak paketinde, dünyada ilk kez, emekli maaşlarından yüzde 1 sağlık primi kesilmesi kararlaştırılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur değerli arkadaşlarım. Emekli olan insan, çalışırken, zaten, gerekli primleri ödemiştir; onun emekli maaşından tekrar sağlık primi kesmek, son derece terstir.

Yine, yapılan bir değişiklikle, memurlara, enflasyon kadar zam yapılacağını, birkaç gün sonra görüşeceğimiz bütçe kanunu tasarısından çıkarıyoruz; yani, dargelirli çalışanların gelirlerinden kesintiler yapıyoruz, ekvergiler getiriyoruz, ek Emlak Vergisi getiriyoruz -ki, bu, 20 000 000 vatandaşımızı ilgilendiriyor- ek taşıt vergileri getiriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyürek, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; süreniz bitti.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Hem daha çok vergi alacağız hem gelirlerinden keseceğiz ve sonra da "biz, yoksullukla mücadele ediyoruz" diyeceğiz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değerli arkadaşlarım. Yani, siz, işsizlikle nasıl mücadele edeceksiniz, yoksullukla nasıl mücadele edeceksiniz, bunları, burada açık seçik göstermeniz gerekirdi.

Yine, bugünkü gazetelerde okumuşsunuzdur; bırakınız ek Emlak Vergisini, ek taşıt vergisini, yeni ek vergiler geleceğine dair, bazı bakanların -ne yazık ki- açıklamaları var.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet Programıyla ilgili söylenecek çok şey var; arkadaşlarım da, bunları, söyleyecekler; ama, ben, şunu belirtmek istiyorum: Zaten, bu Hükümet Programının açıklandığının ertesi günü, bu Hükümet Programının bir önemi kalmamıştır; çünkü, Türkiye, bir savaş ortamına girmiştir. Sayın Ali Babacan, önce, Amerika Birleşik Devletlerinden para geleceğini söylemek suretiyle borsayı biraz yükseltmiş, faizleri biraz düşürmüş; ama, ertesi gün, tam aksi açıklama yapmıştır. Peki, bu iki günlük dönemde, kimler, bonoda, faizde, dolarda ne kazanmıştır; bunların burada açıkça ifade edilmesi lazım. Devlet adamlığı, iki gün sonrayı görmektir, üç gün sonrayı görmektir. Eğer, bir Devlet Bakanı, yarın ne olacağını, yarın Amerika Birleşik Devletlerinden böyle bir paranın gelmeyeceğini bilemiyorsa yazıklar olsun! (CHP sıralarından alkışlar) Bile bile böyle bir demeç vermişse, ona söyleyecek hiçbir şeyim yok. Sayın Ali Babacan'ın yapacağı tek şey, bir an önce istifa etmektir, bu yanlışların yol açtığı tahribatı gidermektir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye bir savaş ortamında. Amerika Birleşik Devletleri, Irak sınırındaki 21 ilimizde bulunan kendi vatandaşlarının orayı terk etmesini istemiş ve Kızılay, orada, Irak'tan gelecek göçmenler için çadırlar kurmuştur. Peki, orada yaşayan vatandaşlarımız için hükümet ne düşünmektedir; oradaki insanlar herhangi bir kimyasal silah tehdidine karşı veya diğer tehditlere karşı korunmakta mıdır, bilinçlendirilmekte midir; ilaç dağıtılmakta mıdır, maske dağıtılmakta mıdır? Almanya'da bile, çok uzakta olan bir ülkede bile vatandaşlarını korumak için her türlü önlem alınırken, Türkiye'de, hiçbir şey olmamış gibi günümüzü gün etmemiz son derece yanlıştır.

Değerli arkadaşlarım, çevre, dünyanın en temel sorunlarından biri, en önemli konularından biri. Şimdi, hükümetimizin, Çevre Bakanlığını kaldırarak Orman Bakanlığının bir ünitesi haline getirmeye çalıştığını görmekten son derece üzüntü duyuyorum; çünkü, artık, bütün dünyada çevre önemli bir konudur ve çevre önemli bir ünite olarak algılanıyor; Avrupa Birliğinde de çevre hukuku bir üst hukuktur; yani, bütün ülkeleri bağlayan bir hukuktur. Böylesi bir dönemde Çevre Bakanlığını kaldırmak ve çevreciliği ormanları koruma düzeyine indirmek son derece yanlıştır.

BAŞKAN - Sayın Özyürek, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Yine, programda, çevreci nükleer enerji santralları kurulacağından bahsediliyor. Ben, bunu ilk kez duyuyorum. Çevreci nükleer santral olmaz değerli arkadaşlarım. Nükleer santrallar, nükleer santraldır ve geçmişte, bütün çevreciler, bütün bilinçli insanlar, Mersin'de Akkuyu Santralının kurulmaması için var güçleriyle mücadele ettiler ve kurulmasını bugüne kadar önlediler.

Şimdi, o santral, özellikle, bu santralı kurarak para kazanmak isteyenlerin telkiniyle çevreci sıfatıyla yeniden kurulacaksa, biz, bu tip önlemlere, Türkiye'yi cehenneme çevirecek nükleer santrallara hep karşı olduk, bugün de karşı olmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, yine diyecekler ki "Cumhuriyet Halk Partisi hiç değişmedi mi?" Evet, hiç değişmedi...

RESUL TOSUN (Tokat)- Sürekli muhalefette kalacaksınız, hiç iktidar olamayacaksınız!..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)- ... çevrecilikten yanadır, sosyal adaletten yanadır, eşitlikten yanadır; "önce insan" diyen felsefemizle halkımızın karşısındayız.

Yeni hükümete başarılar diliyor, Sayın Erdoğan'ı ve bakanlarını en iyi dileklerimle kutluyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkürler sayın arkadaşlar. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Özyürek, teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, iki konuyu izninizle açıklamak istiyorum: Birincisi; hükümet programları üzerindeki müzakereler çok önemli müzakerelerdir. Danışma Kurulundaki toplantımızda her iki siyasî parti grubunun muvafakatıyla, gruplara birer saatlik konuşma süresi tanınmıştır. Dolayısıyla, bu bir saatlik süre içerisinde hükümet programı her yönüyle ele alınabilir. Bunu, iki arkadaş, üç arkadaş kullanabilir; dolayısıyla, sürelerin uzatımında biraz hasis davranacağımın bilinmesini isterim; birer saatlik sürenin yeterli olduğunu düşünüyorum.

İkincisi; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kürsü hürdür. Her milletvekili, dilediği konuda, dilediği düşüncelerini açıklıkla ifade edebilir, eleştiri yapabilir. Bu eleştiriler sonuna kadar sert olabilir; yeter ki, küçültücü, aşağılayıcı, hakaret ifade edici sözler olmasın. Hangi hallerde konuşan kişiye müdahale edileceği veya bir başka üyeye müdahalede bulunulacağı da İçtüzükte yazılmıştır; kaba, yaralayıcı söz kullanılamaz, konunun dışına çok fazla çıkılamaz, vesaire.

Bununla şunu kastediyorum: Yüzde 90'ı yenilenmiş Türkiye Büyük Millet Meclisindeyiz. Bütün milletvekili arkadaşlarımın fırsat buldukça geçmiş tutanakları okuyarak hem müzakere usulü konusunda hem bu sataşmalar veya laf atmalar denen, bazen de tadı, tuzu, biberi olan konularda güzel örnekleri dikkate almalarını rica ederim.

Bir milletvekili arkadaşımız konuşur, Genel Kurul onu sükûnetle dinleyebilir. Bir arkadaşımız konuşur, bazen yerlerinden söz atmalar olabilir, müdahaleler olabilir; onlara nasıl müdahale edeceğimiz de İçtüzükte bellidir; ama, herkes, biri bir şey söyledi diye ona dönerek karşılık verme durumunda olamaz. Usul şöyledir: Bunların çoğunu duymazsızın konsantrasyonunuzu bozmamak için; çünkü, muzip insanlar laf atarlar ki, siz elinizdeki metinden uzaklaşın, kendi düşünce ahenginizi kaybedin ve burada başarısız bir konuşma yapın; bu da, işin doğasında vardır, bunlar garip şeyler değil.

Geçmişte Sayın Demirel'in ben bazı müdahalelerini hatırlıyorum, mesela, muhalefet partisi mensubu olarak hükümeti eleştiriyordu, sözün bir yerinde "bu enflasyonu nasıl düşüreceğiz biliyor musunuz" dedi; iktidar sıralarından biri "söyle de bilelim" dedi. Sayın Demirel yapıştırdı hemen "görüyor musunuz, bilmiyorlar da bana soruyorlar" dedi.

Şimdi, siz öyle sözler duyarsınız ki, dokuzunu duymazsınız; ama, birine sıra geldiği zaman cuk oturtursunuz, on saat konuşmanıza gerek kalmaz. Dolayısıyla, Sayın Resul Tosun'u arka sıralara oturtma imkânım yok; ama, bir arkadaş şunu söyledi, bunu söyledi diye siz düşünce yapınızı, konuşma üslubunuzu ve kafanızda tasarladığınız biçimi kesinlikle unutmayın.

Çok değerli arkadaşlarımız var, biz, hepsinin fikirlerinden istifade edeceğiz; ama, burada bir kışla düzeni hâkim değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde sivil düzen hâkim, İçtüzüğümüz ne emrediyorsa onu yapacağız. İkide bir Başkana dönerek "niye müdahale etmiyorsunuz, benim süremden çalınıyor" demeye de hakkınız yok. Her an müdahalede bulunursam, çok sevimsiz bir Başkan olurum, müzakereleri yürütmek de mümkün olmaz. Kaldı ki, zaten, baştan, buradan bakıyorum "sayın arkadaşım" diyeceğim isimlerinizi de bilemiyorum, biraz birbirimizi tanımamız için fırsat olacak. Dolayısıyla, arada bir "sayın milletvekilleri" diye hitap ettiğim zaman, bu, hepimize ait, belki bir ikaz olarak algılanmalıdır. Görüşmelerin renkli geçmesi, canlı geçmesi, konuşulanların ilgiyle dinlenmesi ve yerine göre zarif, esprili nükteler yapılması Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Genel Kurulun konuşma, dinleme adaplarındandır. Ben, şu ana kadar hiçbir arkadaşımın yaralayıcı, kırıcı bir müdahalesini duymadım, bundan sonraki görüşmelerin de bu nezaket içerisinde cereyan etmesini diliyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, İzmir Milletvekilimiz Sayın Oğuz Oyan'dır.

Buyurun Sayın Oyan. (Alkışlar)

Sayın Oyan, süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün, önemli bir belgenin, hükümetin, resmî Hükümet Programının, yapacaklarının, vaatler dizisi olan programın tartışmasını yapıyoruz; gerçekten önemli bir gün.

İlk tespitim şu -Sayın Özyürek de yaptı, ama, ben tekrar yapmak istiyorum- bu Programda bir ideoloji, bir kimlik bunalımı var. Bu program eklektik bir yapıda ve bu sözcük de geçiyor Programın içinde, ben, tekrar kullanıyorum-bu programın birçok yerinde muhafazakâr demokrat kimliğin, bir şekilde mutlaka vurgulanması isteniyor.

Partiniz yeni, henüz tam yönünü belirlemedi, Avrupa Parlamentosuna katıldığı zaman hangi gruba katılacağının kararını veremiyor; Hıristiyan demokratlarla mı katılsın, liberallerle mi katılsın; bir kısmınız Hıristiyan demokratlarla toplantılara katılıyor, bir kısmınız liberallerle katılıyor, ben bunu anlıyorum. Nasıl ki Hıristiyan demokratlarla toplantıya katılmanız Avrupa Parlamentosunda sizi Hıristiyan yapmazsa, demokrat da yapmaz sevgili arkadaşlarım. Yani, oraya katılmakla muhafazakâr demokrat olunmuyor ya da Müslüman demokrat olunmuyor. Bunun yolu, bir kere -Avrupa'da Hıristiyan demokrasinin geçtiği gibi-  bir dinde reform sürecinden geçmekten geçiyor; Avrupa siyaseti böyle oluştu. Demokrasiyi, uygun hedefe vardığında inilecek bir tramvaydan ibaret sanırsak, bu, bizi demokrasiye götürmez. Programdan aldığım sözlerle "muhafazakârlığın genleri ve tarihî kodları" deniliyor; bunu söylemekle demokrat olunamıyor.

Bakınız, bu konuyla ilgili bir başka şey söyleyeyim. Siz, üniversitelerde her türlü, her çeşit düşüncenin serpilmesini istiyorsunuz; evet ama, istisnalar olacaktır. Nasıl ki, Avrupa, 1920'lerden itibaren bir faşizm tehlikesini yaşamış ve faşist partilerin kurulmasını yasaklamışsa; Türkiye de-her kurumda, her ortamda her düşünce söylenebilir; ama, iki istisnası vardır- devleti, faşizme ve din devletine götürecek düşüncelere kapalı tutmalıdır. Bunun altını mutlaka çizmemiz gerekiyor.

Bu programa hâkim olan diğer bir anlayış, piyasacı anlayıştır. Bu piyasacı anlayış, böyle reel sektörcü bir ağırlıkta ifade edilmiyor. Buradaki piyasacı anlayış, esas itibariyle, finans piyasalarını ürkütmemek üzere ele alınmış bir metin izlenimi veriyor; yani, burada, arz yanlı iktisat gibi, bizim, iktisatta, en sağ, en muhafazakâr, en sosyal adalet karşıtı diye bildiğimiz birtakım kavramlara da yer veriliyor. Bu metni hazırlayanlar bunu nasıl koydular, bilmiyorum; ama, bugünkü uygulamalarınıza, üçbuçuk aylık uygulamalarınıza baktığımız zaman, gerçekten, çok iyi oturuyor.

Nedir arz yanlı iktisat; halkın talebine, toplumun talebine göre değil de, başka noktalardan, yani, kamunun harcama paketiyle, toplumda sosyal dengeleri, gelir dağılımını gözeten harcamalardan uzaklaşmasını ister arz yanlı iktisat. Arz yanlı iktisat, vergilerden, dolaysız dediğimiz vergilerden, gelir üzerinden alınan vergilerden dolaylı vergilere; yani, tüketim vergilerine geçilmesini ister. Siz de tam bunu yapıyorsunuz. Arz yanlı iktisat, piyasa merkezli bir devlet ve bir ekonomi ister, sosyal devleti geriletmek ister, kamu harcamalarını, özellikle sosyal kamu harcamalarını geriletmek ister. Eğer bunları istiyorsanız, arz yanlı iktisadı, siz, güle güle kullanın, hayırlı olsun; ama, eğer, hem arz yanlı iktisat diyor hem de bu metnin başka yerlerinde "biz, gelir ve servet dağılımını düzelteceğiz" diyorsanız, burada bir çelişki var. Bu kimlik bunalımından kurtulmalısınız, kurtulmak zorundasınız.

Bakınız, size şunu söyleyeyim: Sermaye yanlısı olmak, bir kusur değildir, bir ayıp değildir. Bunu söylememek, baştan itibaren bunu gizlemek, geniş kitlelerin, yoksul kitlelerin yandaşı olduğunu söylemek, emekten, emeğiyle kazanandan, esnaftan, köylüden, bütün bunlardan oy toplamak; ondan sonra, kusura bakma deyip, üç ay sonra sırtını dönmek doğru değil. Yaptığınız bütün işlemlerde, işte, bütün vergi düzenlemeleri ve İş Yasası düzenlemelerinde, İş Güvencesi Yasasını askıya almalarda; yani, bütün uygulamalarınızda açıkça bize şunu diyorsunuz: "Biz, tek bir kesime hizmet ederiz." Halbuki, Programda "biz bir sınıf partisi değiliz" diyorsunuz; tam bir sınıf partisi gibi davranıyorsunuz. Kitle partisi olsaydınız, hiç olmazsa, bütün sınıflara, bütün katmanlara eşit ölçüde davranma hassasiyeti gösterirdiniz.

Değerli arkadaşlarım, özetle, bu Programın kafası karışık. Burada, tekrar söyleyeyim, mahcup olmaya gerek yok, çıkınız, devleti aslî fonksiyonuna döndüreceğiz deyiniz. Daha önce bunlar çok söylendi, bu Meclis duvarları aşınmıştır; bunu Özal söyledi, bunu Mesut Yılmaz söyledi, Çiller söyledi, siz de söyleyin, bağıra bağıra söyleyin; ama, ondan sonra, kalkıp "devleti aslî fonksiyonuna döndüreceğiz, aynı zamanda sosyal devlet olacağız." demeyin; bu yok, ikisi bir arada yok arkadaşlarım; böyle bir şey yok,literatürde böyle bir şey yok, böyle bir kavram yok. Onun için, lütfen, bu kimlik bunalımından bir şekilde kurtulmak için çaba gösteriniz.

Bir başka konu, burada, Programda "milletin talimatlarına uyacağız" diyorsunuz. Efendim, milletin talimatları nedir; milletin talimatları şudur: Siz, bir seçim beyannamesiyle milletin önüne gidiyorsunuz, millet "evet, bunu uygulayın" diye size oy veriyor. O zaman, milletin talimatı nedir; sizin seçim beyannamenizdir, millet ona oy vermiştir. O halde, bu Programda biz neyi aramalıyız; milletin talimatlarını; yani, sizin seçim beyannamenizi. Var mı; yok. Hatta, o kadar yok ki, bakınız, daha önceki Programınız, burada okunan, kasım ayında okunan, kasım sonunda oylanan Programınıza bakınız, orada, hiç olmazsa, biraz çekingen de olsa, Acil Eylem Planı birkaç başlıkta yansımıştı; orada, IMF'yle müzakere ederiz, IMF programını sosyalleştiririz, biz buna yeni bir sosyal içerik kazandırırız vardı. Şimdiki Programda hiçbir şey yok, tam bir IMF teslimiyeti var. Şimdi, bu mu milletin talimatlarına uymak?! Milletin talimatlarına uymak buysa, uymamak nedir sevgili arkadaşlarım?! Dolayısıyla, bu kafa karışıklığından kurtulmak lazım. Milletin talimatları bellidir, belli olmayan sizin tutumunuzdur, sizin tavrınızdır; aslında, o da bellidir, üçbuçuk ay göstermiştir; ama, biz, biraz daha bakalım, görelim, yeni Başbakan, yeni hükümet-hükümetin bakanları pek yeni değil; ama, en azından Başbakan yeni ne olacak.

Bu kafa karışıklığından kurtulmak için, biraz Türkçe terimlere de dönelim. Mesela, bu Programda, bakıyorsunuz "vizyon", "misyon" "rehabilitasyon", "restorasyon", "sentetik", "ekonomik" gibi kelimeler yan yana. Bu kelimeleri bırakın, bu kelimelerin hepsinin Türkçe karşılığı var. Üstelik, ne söylediğimizi anlamamız lazım. "Restorasyon" diyorsunuz... "Rehabilitasyon" iyileştirmek, peki "restorasyon" nedir; restorasyon, eski şekliyle aynen restore etmektir. Siz, bir yandan da "reformcuyuz" diyorsunuz. Hem reformist hem restoratör olunmaz; yani, bir şeyi hem değiştirmek, geliştirmek hem de eskiyi olduğu gibi aynen inşa etmek; bunlar yan yana olmaz. Bu kafa karışıklığı burada da var; lütfen, bunlardan arındırın, bu metin düzeyinde arındırın arkadaşlar; olmuyor, böyle olmuyor! (CHP sıralarından alkışlar)

Peki, bu yeni programda ne var; bizim buradan çıkardığımız sonuç, IMF'ye tam angaje olmak var, tam teslim olmak var. Milletin talimatları bu muydu size; siz, millete böyle mi gittiniz, biz gelirsek IMF'nin programını aynen uygulayacağız diye mi, bu şekilde mi oy istediniz?! Eğer, öyle olsaydı ve o söylemle yüzde 34 oy alsaydınız, sizi, çok tutarlısınız diye şu an tebrik etmek gerekirdi; ama, şimdi samimî değilsiniz. Bizim, sizi, öncelikle, millet adına, bu noktadan eleştirmemiz şarttır.

Değerli arkadaşlarım, ekonomi yönetimi anlayışınıza bakıyoruz programınızda sayfa 21'den itibaren yer almaya başlıyor- burada şunu görüyoruz: İktidarınız, dış yardım almadan ekonomiyi yönetemez durumda. Türkiye, aslında, son üç dört yıldır böyle. Türkiye, son iki yılda, 2001 ve 2002'de, krizler dolayısıyla IMF yardımları aldı; bu yıl, 2003'te, IMF yardımları, artık, çok sembolikti. Siz ne yaptınız; bir savaş üzerinden, acaba dış yardım gelir mi hesabını yaptınız. Tabiî, bunu da yüzünüze gözünüze bulaştırdınız kendi adınıza; ama, bunu yaptınız. Bunu yaptınız; çünkü, ekonomiyi, ancak dış yardımla yönetebilir bir noktada götürmeye... Sizin mevcut politikalara karşı bir alternatifiniz yok. İlk gelirken yapmak istediğiniz şuydu: IMF programını biz kabul eder; ama, bunun sağından solundan hafif deler, işte faizdışı fazlayı şuraya indirir, yüzde 6,5 yapmaz da 4 yaparız, belki bir çıkış buluruz; böyle bir çıkış yok. Böyle bir çıkış yok; ya bu programı uygulayacaksınız ya bunun, farklı, bütünsel bir alternatifini uygulayacaksınız. Sizde öyle bir alternatif var mı; bu programda öyle bir şey göremiyoruz.

Karşı olmak, azıcık karşı olmakla olmuyor; karşı olmak, bütününe bir çözüm, bütününe bir paket çözüm getirmekle oluyor, sizin öyle bir birikiminizin olmadığı anlaşılıyor. Bu programı okuyunca çok üzülüyorum, Türkiye adına üzülüyorum; çünkü, Türkiye'nin daha önümüzdeki birkaç yılı için bel bağladığı bir iktidarısınız, tek başınıza bu kadar büyük bir çoğunluğunuz var ve Türkiye için çözümünüz yok; çok üzücü... Gerçekten, buna üzülmemek elde değil. Bu programda, biz, Plan ve Bütçe Komisyonunda o kadar çaba gösterdik, biraz teknoloji, ar-ge falan diye; girmiş, bir cümleyle; ama, yetmez. Türkiye, eğer teknoloji üretemezse, gelişen ülke olamaz. Yani, buradaki finansal liberalizasyon, ticarî liberalizasyon; bunların üzerinden bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Bunun için, şu an dünyanın kalkınan ülkelerine bakınız, Güney Kore'ye bakınız; böyle mi yapıyor?!

Değerli arkadaşlarım, bu programda, biz, tutarlı bir ekonomik program anlayışı göremiyoruz, ekonomik bir program göremiyoruz. Burada, sadece, taklitçi -eskiden bazı arkadaşlarınız söylerdi- kopyacı bir anlayıştan başka hiçbir şey göremiyoruz; IMF programını taklit eden, ona hiçbir yenilik getirmeyen bir anlayışı görüyoruz; bu taklitçi anlayıştan kurtulunuz.

Değerli arkadaşlarım, siz, buradaki ekonomi yönetimi anlayışınızla milletin umutlarını tüketiyorsunuz. Bakın, millet, giderek "dağ fare doğurdu" demeye başladı; yani "hiçbir şey çıkmadı, hiçbir şey çıkmayacak" diyor, milletin umutlarını tüketiyorsunuz. Bir millet açısından en önemli şey nedir biliyor musunuz; her millet, yoksulluğa, yoksunluğa katlanabilir, bir savaş ortamında her türlü özveriyi yapar; ama, bir insan ya da bir millet için en önemli şey, umutların son bulmasıdır, umutların tükenmesidir. Siz, işte bunu yapıyorsunuz, bu millete yapılacak en büyük kötülük budur. "Artık, bu millet adam olmaz" derseniz, millete dedirtirseniz, gerçekten, geleceğimiz karanlıktır.

Ben, bir üniversite hocası olarak, birkaç yıldır şunu gözlemliyorum: Bizim en parlak öğrencilerimiz yurtdışına kapağı atmayı düşünüyor. Neden; bu ülkenin geleceğine güven kalmadı. Bu ülkenin geleceğine güven kalmadı ve bu son umutları siz söndürmeyin, lütfen, bunu söndürmeyin. Bu program, bu umutları yeşertecek bir program değildir; bu, yanlış bir programdır; bu, Türkiye'nin koşullarına uygun, onun istediği bir program değildir; bu, milletin talep ettiği bir program değildir. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bu program, bir başka bakımdan ilk programla karşılaştırılabilir; hükümetin ilk programı, bir anlamda geçici bütçeyle çakışıyordu. Geçici bütçe, üç aylık bütçe, aynı zamanda, Acil Eylem Planının ilk üç ayıyla çakışıyordu. Peki, o üç aylık -yani, üçbuçuk ay geride kaldı- geçici bütçede, acaba, Acil Eylem Planının ilk üç aylık hedeflerine ilişkin ne vardı, ne yapıldı, ne elde edildi diye bakarsanız, büyük bir hiç buluyorsunuz ya da o hiçe yakın bir şey buluyorsunuz; hemen hemen hiçbir şey yapılmadı. Dolayısıyla, burada bir karşılaştırma yapma imkânımız var.

Şimdiki program, aslında, bundan sonraki dönemleri içeriyor; ama, en azından, şu sırada bir bütçe görüşmesi var; yani, bu yılın geri kalan dokuz ayını, dolayısıyla, aslında, belki de bütünü bütçe sistemi içine alan bir bütçeyle birlikte gidiyor.

Peki, bu programı uygulamak için sizin neye ihtiyacınız var; her yılın bütçesine, bu programdaki vaatlerle ilgili, somut birtakım hedefler, somut imkânlar, ödenekler koymanız gerekiyor. Peki, var mı?.. Yani, sizin 2003 yılı bütçenizde bu programı hayata geçirecek ne var diye bakıyoruz, biz, bir şey göremiyoruz. Aslında, var tabiî, sayabiliriz; mesela, vergi var. Bir daha vergi koymayacağız demiştiniz; eski Başbakanımız "biz vergi koymayacağız demiştik; ama, getirdik, kusura bakmayın" demiş ve özür dilemişti; ama, bu özürlerin sayısı artacak gözüküyor.

Siz, bir kaynak paketi getirdiniz; daha, bu yılın bazı vergilerine, Emlak Vergisi, Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergilere yüzde 59 -enflasyonun çok üzerinde- zam yapmış olmanıza rağmen, şimdi, bunları ikiye katlayacak ilave vergi paketi getiriyorsunuz.

Kaynak paketi -tedbir paketi- diye bir şey getirdiniz ki, bunun ilki 8 Ocakta, ikincisi 18 Ocakta açıklanmıştı, bunu 3 Martta bir daha açıkladınız, -1 Mart tezkeresi oylamasından sonra- ve burada, bu topluma 15,7 katrilyon yük getiriyorsunuz. Bu yükün önemli bölümü vergi yüküdür, vergi üzerinden gelen yüklerdir, bir bölümü de, bazı harcamalardan vazgeçme dolayısıyla getirilen yüklerdir. Yani, yatırım yapmadığınız zaman daha çok işsizlik üretiyorsunuz; herhalde, bunun farkındasınız. Yani, hiçbir bütçede, hiçbir hükümet, bu kadar düşük yatırım ödeneğiyle ve bu kadar önceden sınırları belirsiz yatırım ödeneğiyle Türkiye'nin önüne gelmedi.

Buradaki yatırımlarda şu yok; yani, hangi yatırım ne miktar yapılacak, hangi bakanlık ne miktar yatırım yapacak, bu ayırımlara bile tam olarak rastlayamıyoruz. Tasarruf diye geliyor; seyyanen, yatırımlardan 1 katrilyon azaltıyorum... Doğrudan gelir desteği 2003 ödemeleri yok; haydi, o yatırımlardan 280 trilyon alıp oraya aktaralım... Bütün bunlar göz boyama; bütün bunlar, plansız, hesapsız işler. Böyle bir politikayla, bizim, Türkiye'yi aydınlığa götürmemiz mümkün değil.

Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin açıklarının da, burada belirtilen, bütçede belirtilen sınırlar içerisinde kalmayacağı; dolayısıyla, bu program bütçe üzerinden, Türkiye'nin borçlarını azaltacak bir yola da gidemeyeceği çok açıktır ve bu bütçede, ilk kez, yüzde 20'nin altında bir personel ödeneği verilmektedir. İlk kez, başlangıç ödeneği olarak, personele ayrılan ödenek yüzde 19 olarak belirlenmektedir. Uygulamadaki gerçekleşmeler hep bunun altında kalmaktadır, bunun altında kalma ihtimali yüksektir. Bu nasıl bir bütçe anlayışı içerisinde olduğunuzu gösteriyor; yani, bu bütçe, öyle bir bütçe ki, ekbütçe çıkarılması daha bugünden kaçınılmaz olan bir bütçe, dokuz aylık bir dönem için bile, ekbütçesiz bütçe yapılamayacağını bize gösteriyor; bundan da üzüntü duymamak mümkün değil. Geleceği göremezseniz, bir ülkenin beş yılını böyle bir programla nasıl yönetirsiniz, dokuz ayını göremezseniz, beş yılı nasıl planlarsınız?

Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin, bu programın, ekonomik boyutu zayıftır, sosyal boyutu sıfırdır. Bu bütçenin, bu programın, aslında, hukukî boyutu da ne yazık ki, sorunludur. Bakınız, siz, önümüze bir bütçe getiriyorsunuz, bu bütçede daha önceki yıllarda da yapılan -kabul ediyorum- Anayasaya aykırı düzenlemeleri, daha da genişleterek yapıyorsunuz. Bakınız, bütçelerde Anayasaya aykırı iki tür düzenleme yapılır; ya Anayasanın 161 inci "Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz." maddesi çiğnenir ya da esasen Anayasada bir yasaya bırakılmamış; ama, bir yasayla düzenlenmiş konular vardır, bunlarla ilgili olarak bütçe kanununa getirir, bunları değiştirirsiniz.

Bütçe kanunu, başka kanunları değiştiremez, değiştirmemelidir. Geçmişte bunlar biraz istisnaî idi, hani alıştık, iki üç tane Anayasaya aykırı... Sizin, bu getirdiğiniz bütçede, ne kadar Anayasaya aykırılık var biliyor musunuz; tam 13 maddede Anayasaya aykırılık var, 13 maddenin fıkralarında da olduğu için, tam 21 maddede Anayasaya aykırılık var.

Değerli arkadaşlarım, siz böyle mi yapacaksınız? Evet, yıllardır  bütçelerde bu yola çıktı; ama, siz, bu yolu duble yola çevirdiniz. Hiçbir dönemde Anayasayı ihlâl yolu bu kadar geniş değildi. Biz, bunların büyük bir bölümü için, Anayasa Mahkemesine gidersek, iptal ettireceğiz. Peki, bu mudur; yani, Türkiye'nin zaman kaybı böyle mi olacak?

Bakın, burada, yasama süreciyle ilgili değerlendirmeyi hep yapıyorum, tekrar yaptım, buraya gelmeden yaptım, dün itibariyle çıkmış yasaları da dikkate aldım. Buraya tam 55 yasa tasarısı getirmiş durumdasınız ve buradan yasa çıkmış. Bunların bir bölümü henüz Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış değillerdir. Bu 55 düzenlemenin 41'i eski hükümetler döneminden gelmedir, sizin buraya getirdiğiniz sadece 14 düzenlemedir ki, bunun 4'ü Cumhurbaşkanından geri döndüğü için ikinci kez görüştük, bazıları hâlâ gelebilir. Yani, böyle bir yasama süreci ve siz şimdi bu bütçede Anayasaya 21 tane aykırılıkla geliyorsunuz. Bu mu politika, bu mu şeffaflık, bu mu saydamlık sevgili arkadaşlarım... Kamu yönetiminde herkese açıklık, kamu yönetiminde reform bu mudur sevgili arkadaşlarım! Yani, nedir, biz buradan nereye gidebiliriz?!

Bakın, yeri gelmişken, size, bu kamu yönetimi reformuyla ilgili de birkaç şey söyleyeyim. Kamu yönetimi reformu bağlamında ne söylüyorsunuz programda; bakıyoruz, burada sözünü ettiğiniz şeylerin hiçbiri yeni değil, hiçbiri orijinal düşünce değil; hepsi, daha önceki hükümetler, yönetimler zamanında söylenmiş şeyler. Bunları topluyorsunuz -halkta çok yer etmiş, bilmem, bir kısmı da başlamış- getiriyorsunuz, programa koyuyorsunuz, biz söyledik oluyor.

Bir de şunu söyleyelim. Kamu yönetimi reformu, sadece bir yasal düzenleme meselesi değildir; yani, sanki, sadece, kanunlar eksik, birtakım düzenlemeler yapılırsa bu yerine getirilebilir. Hayır arkadaşlar -onu da yapmıyorsunuz, ayrı mesele; ama- esas mesele, çok büyük ölçüde, sistemin, alışkanlıkların değiştirilmesidir. Yasa bunu tek başına sağlamaz, sistemin ve alışkanlıkların değiştirilmesi meselesidir. Siz bunu yapmıyorsunuz ya da örneğin, kamu alım satımlarında -İhale Yasasında olduğu gibi- doğru olabilecek, doğruya götürülebilecek bazı düzenlemeleri de bozucu yönde, rant aktarma hesapları yönünde değiştirmeye kalkıyorsunuz. Bu mu kamu yönetimi reformu anlayışı?! Programa yansıyan, bu, kulağa hoş gelen sözler bizi buraya mı götürecek?!

Yani, reform diyorsunuz... Örneğin, biz, yatırımları, yatırım stokunu tek tek gözden geçireceğiz, fayda-maliyet analizi yapacağız diyorsunuz. Peki, sevgili arkadaşlar, kulağa tınısı ne güzel, fayda-maliyet analizi yapacaksınız, çok güzel, biz bunları derslerde anlatırız. Peki, fayda-maliyet analizi nedir; yani, bunu yapmak için hangi ekonomik analizi, hangi karar alma prosedürünü değiştiriyorsunuz? Yatırımları seyyanen 1 katrilyon azalttım demek, fayda-maliyet analiziyle mi oluyor acaba?! Bunun analizi nerede arkadaşlar? Fayda-maliyeti bıraktık, analiz tarafı nerede?.. Ben göremiyorum, siz görüyorsanız bana söyleyin; ben mikroskopla aradım, bulamadım.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir başka şeyi söyleyeyim, bu malî saydamlık konusunda da hükümetin, ne yazık ki, bu programıyla olumlu işler yapması mümkün gözükmemektedir. Saydamlıktan söz edebilmek için, bir kere, bütçenin hazırlanmasında, uygulanmasında ve raporlanmasında açıklık ve saydamlığı sağlayacak mekanizmalar gerekir. Bırakalım mekanizmaları, süre bile yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Oyan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

OĞUZ OYAN (Devamla) - Yani, biz, komisyonda 10 gün, burada 6 gün, toplam 16 günde, bir bütçe tartışıyoruz; yani, süre açısından bile zaafa uğramış bir şey. Böyle, malî saydamlığı nasıl sağlayacağız? Onun dışında, 21 tane Anayasaya aykırılıkla, malî saydamlığı nasıl sağlarsınız? Böyle bir şey olabilir mi?

Kaldı ki, yıllardır bütçede şunu yapıyoruz; şimdi, siz onu tekrar yapıyorsunuz. Bütçede ne yapıyorsunuz; bakanlıkların ödeneklerini kısıyorsunuz. Bakanlıklar ne yapıyor; 1980'lerde fon kuruyorlardı; bütçeyi delmenin yolu o idi. Şimdi, fonlar kenara çekildi; ne oluyor; dernek kuruluyor, vakıf kuruluyor, dönersermaye kuruluyor, bütçe yine deliniyor.

Biz, bütçeyle, malî saydamlık için devletin bütün hesaplarını görmeliyiz; görebiliyor muyuz; hayır. Ee, peki, yani, bunun çözümü, bakanlıkların bütçesini kısmak mıdır; bakanlıkların bütçesini kısmakla soruna çözüm mü buluyorsunuz... Hizmet gerekliliği devam ederken, bir yerlerden bunun atipik uygulaması devreye girmiyor mu. Burada bir yol yok, burada malî saydamlık yok. Siz, faizdışı bütçe harcamasını hesaplayamaz durumdasınız.

Kaldı ki, bir şey daha söyleyeyim, fonlarla ilgili yasa iptalleri yapılmadan, "fonlar tasfiye edilmiştir" denildi. Oysa, birçok fon, o fonun kuruluş yasası ortadan kaldırılmadığı için, bir özel hesap olarak çalışmaya devam etmektedir. Eskiden, yani, iki üç yıl öncesine kadar hiç olmazsa, bütçede, fonların gelir-gider akımlarını görüyorduk, bütçe içine alınmıştı onlar, şimdi, onları da göremiyoruz; çünkü, bu fonlar ne oldu; sözde tasfiye edildi; özel hesaba dönüştü. Tasfiye etmek için yasasını ortadan kaldırmak, yasasını ortadan kaldırırken, onun gelir ve giderlerini de bir şekilde sistem içerisine almak gerekiyor. Bunu yapmak için ne gibi bir öneriniz var bugün bize getirdiğiniz, programda ve bütçede; hiçbir şey yok, ne yazık ki, hiçbir şey yok.

Değerli arkadaşlarım, bu bütçe içerisinde ne koşullu yükümlülükler; yani, örneğin, mevduat sigortası, yap-işlet-devret projeleri, garantili krediler, iç kefaletler, devirli krediler, sermaye taahhütleri, henüz kesinleşmemiş görev zararları, yatırım stoku gözükmektedir -bütün bunlar koşullu yükümlülüklerdir, bütçe içinde gözükmemektedir- ne de diğer yarı malî işlemler gözükmektedir. Burada malî saydamlık olamaz; yani, ya bu malî saydamlığın gereğini yapacaksınız ya da programa süs olsun diye böyle bir ifadeyi koymayacaksınız. Bunlar boş sözler değildir, boşuna ileri sürülmüş ilkeler değildir.

Değerli arkadaşlarım, yani, burada sadece Muhasebei Umumiye Kanununun 45 inci maddesi ile 48 inci maddesine bakarsanız, hangi aykırılıkların olduğunu, bütçe kanunlarıyla Maliye Bakanına ne gibi, aykırı yetkilerin verildiğini  görürsünüz.

Son olarak şunu söyleyeyim: "Yolsuzlukla mücadele" diyorsunuz "dokunulmazlıkların kaldırılması" diyorsunuz; dokunulmazlıkların kaldırılması, değerli arkadaşlar, memurlar açısından bir sorun değil, kamu görevlileri açısından yazıyorsunuz, meseleyi, topu taca atıyorsunuz. Burada dokunulmazlığı olan tek kategori milletvekilleridir; diğerlerini, memuru yargılarsınız, belediye başkanını yargılarsınız; yargılayamadığınız tek kesim var, o da milletvekili. Bunu yargılamadan, buradan başlamadan, buradan örnek vermeden, öbürünü yapamazsınız. Geliniz bunu programa böyle geçirin. (CHP sıralarından alkışlar)

Yolsuzlukla mücadele, kamu yönetiminde saydamlık olmadan olmaz değerli arkadaşlarım; kurallara uymanın sağlanması gerçekleştirilmeden olmaz, kuraldışı uygulamalara açık kapı bırakmakla olmaz; İhale Yasasının dışına çıkma talepleriyle olmaz. O yüzden, mutlaka hesap verilebilir, hesap verebilir düzenlemeleri getirmek lazım. Bunun iki cephesi var; birincisi, malî iş ve işlemlerden kaynaklanan hesap verme zorunluluğudur; ikincisi de, faaliyet program ve projelerdeki gerçekleşmelerle ulaşılan sonuçlardan kaynaklanan hesap verme zorunluluğudur. Biz, her iki bakımdan da, sizlerin, bu programda böyle bir hesap verme zorunluluğu konusunda somut önerilerde bulunmadığınızı, bulunamadığınızı görüyoruz ve üzülüyoruz.

Bakınız, tekrar, son olarak söyleyeyim: Türkiye'nin atılım yapmaya ihtiyacı var. Bu, ikinci roketlemeyle olmuyor arkadaşlar. Sizin birinci roketiniz, bırakalım atmosfere çıkmayı, yerinden kalkamadı birinci hükümet, ikinci hükümete de "ikinci roketleme" diyorsunuz!.. Birinciyi gördük, bari onu referans vermeyin, birincisi sanki çok iyi bir şeymiş gibi, "birinci roketleme" diyorsunuz,şimdi ikinciye geçtik... Arkadaşlar, ciddî olalım, ciddî olalım; Türkiye'nin ciddî yönetimlere ihtiyacı var.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Oyan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç.

Sayın Koç, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu hükümetin programının sağlık ve dışpolitika konusundaki tutumu ve sunumu konusunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, huzurunuza gelmiş bulunuyorum; Yüce Meclisi ve ekran başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, içten sevgi ve saygılarımla selamlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 107 gün görevde kalan 58 inci hükümetin gölge başbakanı, 59 uncu hükümetin asıl Başbakanı olarak, iki gün önce programını buradan sundu. Soyut kavramların somutlara tercih edildiği veciz sözlerle nice ünlü edebiyatçıyı bile imrendirecek süslü paragraflarla birbuçuk saate yakın, yapacaklarını anlattılar. Sunuşun bitiminde, aklınızda neler kaldı diye düşünecek olursanız, sık sık yinelenen "misyon", "vizyon" sözleri, özenle seçilmiş Arapça ve Farsça ağdalı kelimelerle doldurulmuş sayfalar ve söz kalabalığı içinde sağlıkla ilgili tam 20 satır; evet, tam 20 satır... 20 satırda da, Türkiye'de yürümeyen, çıkara dayalı ve ekonomik olarak güçlünün ulaşabildiği sağlık hizmetlerinin nasıl ve hangi sürede, tüm halka eşit, nitelikli ve ulaşılabilir bir şekilde sunulabileceğinin açık bir ifadesi yok.

Değerli arkadaşlarım, bu satırlarda sadece "sağlık hizmetlerinin tüm vatandaşların ulaşabileceği bir yapıya kavuşması kaçınılmaz hale gelmiştir" ifadesi yer almakta ve yeni bir yapılanma oluşturulmasından söz edilmektedir. Bu metinde, 58 inci hükümet programında yer alan "genel sağlık sigortası kurulacak", "aile hekimliği uygulamasına geçilecek", "sağlık bilgi sistemine geçilecek", "hastaneler idarî ve malî özerkliğe kavuşturulacak" ifadelerinden vazgeçildiği görülmektedir. Bu durum, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gerek Meclis kürsüsünden gerek değişik ortamlarda dile getirdiğimiz eleştirilerin hükümet tarafından doğru değerlendirildiği ve ülkemiz koşullarında uygulanma olanağı olmayan hayalî ve romantik söylemlerden, hiç olmazsa, bu hükümet programında vazgeçildiğini ortaya koymaktadır ve bu, sevindirici bir gelişmedir. Ancak, 59 uncu hükümet programının sağlık bakımından içler acısı yanı ise, Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının sağlık konusunda söyleyecek tek gerçekçi sözü ve uygulanabilir bir yaklaşımının olmadığının da açıkça ortaya çıkmış olmasıdır.

TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Pek çok şey söylendi...

HALUK KOÇ (Devamla) - Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti ve hükümetin Sağlık Bakanı, hâlâ, hastanelerin kapılarındaki kuyruklardan, bıçak parası ödemeden ameliyat olamayan hastalarımızdan, sağlıksız koşullarda doğum yaparken ölen çocuk yaştaki analarımızdan, dünyayı görmeye olanak bulamadan yitip giden bebelerden, sağlık sistemini saran yolsuzluklardan ve sağlık çalışanlarının çalışma koşullarından biraz habersiz gözükmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bugün, sağlık alanında yapabileceğimiz çok yalın bir tespit var; isterseniz, bunu birlikte yapalım. Bu alanda -bunu komisyonda da söyledim- hizmeti sunanlar da hizmeti alma durumunda olanlar da, yani, halk da mutsuzdur; iki taraflı bir mutsuzluk yaşanıyor bu alanda; bir defa, bu tespiti yapalım. Bu, çok yalın bir tespittir; siz de anlayabilirsiniz bu söylediğimi.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Hepsini anlıyoruz Allah'a şükür...

HALUK KOÇ (Devamla) - Hiç şüphem yok... Hiç şüphem yok...

Şimdi, sosyal devlet ilkelerinin bilinçli politikalarla ve tercihlerle göz ardı edildiği günümüzde, biz, sağlığın, eğitim ve sosyal güvenlik gibi önemli bir kamusal hizmet alanı olduğu görüşündeyiz ve ısrar ediyoruz burada.

Sağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların son yıllarda belirgin olarak azaltılması, peşpeşe gelen hükümetlerde, yüzde 2,4'ten 2,7'ye, en fazla 3'e çıkan rakamlar söz konusu; kamunun, önemli oranda, bu alandan, finansman ve üretim temelinde çekilmesinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin temel sağlık göstergeleri, şu anda yaşadığımız derin ekonomik krize rağmen, olması gereken noktadan da oldukça uzaktır. Bakın, bunlar gerçekler.

Değerli arkadaşlarım, bütçeden sağlığa ayrılan payın, bu hükümet döneminde de planlı bir şekilde düşük tutulması, devlet ve üniversite hastanelerinin gelirlerini giderek dönersermayelere dayandırmaları sonucunu doğurmakta -şimdi, söyleyeceğime dikkat edin, sizler milletvekilisiniz, her gün kapınıza gelen, seçim bölgelerinden başvuran hastaların yaşadığı sıkıntıları biliyorsunuz- böylece, halkın, sosyal hakları çerçevesinde alma hakkına sahip oldukları sağlık hizmetleri için cebinden ek bir paranın çıkmasına sebep oluyor bu sistem. Yanlış mı bu?

Evet, sizin özel imkânlarınız var; siz, zaten özel imkânlarınızla tedavi olabiliyorsunuz, sağlık alabiliyorsunuz, o yüzden şanslı bir azınlıksınız.

AYHAN ZEYNEP TEKİN(Adana) - Siz hasta olmuyor musunuz?

HALUK KOÇ (Devamla) - Hiç Adana'dan bahsetmedim; Adana, daha da kötü.

Türkiye'de, toplam sağlık harcamaları içinde, bakın, koruyucu sağlık harcamalarının payı binde 8'ler civarındadır değerli arkadaşlarım. Sağlık Bakanlığının harcamaları içinde de koruyucu sağlık hizmetlerinin payı yüzde 3'lere kadar inmektedir.

Şimdi, Türkiye'de 1961 yılında bir yasa çıkartılmıştır, 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirmesi Hakkında Yasa ve ne acıdır, biliyor musunuz, bunca hükümet geldi geçti, de facto olarak, yürürlükte olan bir yasa Türkiye'de uygulanmıyor; bir suç işliyor hükümetler.

Bana, seçim bölgelerinizde bütün sağlık ocaklarının bu sosyalleştirme programı içerisinde dolu olduğunu ve kendisine verilen görevleri yaptıklarını söyleyebilir misiniz? Bana, bir tane seçim bölgesi söyleyin!

RESUL TOSUN (Tokat) - Sorumlusu bu hükümet değil ama Sayın Koç .

HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, bütün hükümetleri birlikte sıralıyorum ve de facto olarak bu dönemde de uygulanmayacağına dönük işaretler var, onu ifade ediyorum Sayın Tosun.

Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye gerçeklerinde öncelikle yapılması gereken, bu yasanın bugünkü kent-kır nüfusuna göre tekrar ele alınıp, standart bir norm kadroyla, standart bir teknik donanımla, mevcut sağlık ocaklarının içinin doldurulması ve yasanın kendilerine verdiği görevi, bulundukları bölgede, halka eşit, ulaşılabilir bir şekilde sunmaları gerçeğinden geçer; yoksa, birtakım ütopik programlarla Türkiye'nin gerçeklerinin çok dışında sağlık programlarının devreye sokulması, bu sorunları çözmez.

Değerli arkadaşlarım, sağlık ocağı deyince ne algılıyoruz; içerisinde -hele de büyük kentlerde, büyük kentlerin çevresinde- iki tane pratisyen hekim kadrosu olan bir sağlık ocağında 20-25 pratisyen hekim istihdam ediliyor; âdeta, bir pratisyen hekim mezarlığı ve o arkadaşlar, ellerinde kalem, kâğıt, bütün gün, ya gelen emekli vatandaşın reçetesini yazıyorlar ya da kendilerini uzmanlığa hazırlayacak tıpta uzmanlık sınavı soruları çözüyorlar. Şimdi, gerçek bu; kapısı, bacası olmayan, bazı yerlerde içinde inekler otlayan, ahır niyetine kullanılan sağlık ocakları.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, önemli olan bir husus daha var, bunu, Sayın Sağlık Bakanı da ifade ediyorlar, -geçen hükümette de Sağlık Bakanıydı, bu hükümette de- şu şekildeki bir söylem sık sık kulağa çalınıyor, çok da hoş bir söylem; "hekim seçme özgürlüğü olacak, isteyen, istediği hekime gidecek..." Şimdi, ben, hepinizle paylaşmak istiyorum bu görüşü. Gücü olan, ekonomik olarak bu koşullarda ayakta duran bir kişi, sağlığa ihtiyacı olduğu zaman, istediği hekimi seçmekte özgürdür, böyle bir hak kısıtlaması yoktur. Esas olan nedir biliyor musunuz; esas olan, ulusal gelirimizin yüzde 13'ünü alan, yüzde 48'lik halkın, ihtiyacı olduğu anda sağlık hizmetlerine ve hekime ulaşma özgürlüğünün sağlanması sorunudur. Hekime ulaşma özgürlüğü var; gücü olan için var.

AHMET YAŞAR (Aksaray) - Geliyor, o da geliyor...

HALUK KOÇ (Devamla) - Getirin, alkışlayayım sizi. Değerli arkadaşlarım, sağlıkta insan gücü konusunda hiç rakam vermeyeceğim. Akılcı ve teşvik edici bir ücret politikasıyla, kamuda tam gün çalışma düzeni mutlaka özendirilmelidir. Bu durum, isteyen hekimin özel hekimlik yapamayacağı anlamına gelmemektedir. Bakın, hemen, bunu da, karşı politika olarak, bir argüman olarak, gerekçe olarak sunabiliyorlar. İsteyen hekim, kendine güvenen hekim, kendi yeteneklerini belirleyen hekim ve bunun arkasında duran hekim, özel hekimlik yapar; ama, bir şartla yapsın diyoruz biz; şu kamuyu kullanmasın, kamu olanaklarını kullanmasın, kamu olanaklarını kullanarak bir muayenehane hekimliği yapmasın; doğru mu yanlış mı? (CHP sıralarından alkışlar) Getirin bunu, bunu da alkışlayalım.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Getiriyoruz efendim.

HALUK KOÇ (Devamla) - Getirin bunu, bunu da alkışlayalım ve kamuda çalışan sağlık çalışanlarının da, tabiî, bu tip özendirmeyle, hakkı olan ücretlendirmeyi de beraberinde getirmek şartıyla.

Değerli arkadaşlarım, çok kısa olarak demokratikleşmeden de bahsedeceğim; bu, sağlıkla birlikte çalışma hayatını da ilgilendiriyor. Şimdi, sağlık çalışanlarına ve diğer tüm kamu çalışanlarına, grevli, toplusözleşmeli sendikal hak mutlaka tanınmalıdır. Programın içeriğinde buna dönük bazı kırıntılar var; ama, netlik yok. Değerli arkadaşlarım, demin vurguladım, sadece sağlık çalışanlarına değil, tüm kamu çalışanlarına bu imkân sunulmalıdır.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Anayasa... Anayasa...

HALUK KOÇ (Devamla) - Çalışanların özlük hakları ve çalışanların sağlığı boyutunda, mutlaka düzenlemeler yapılmalıdır.

Bir başka olay; geçen dönem, sadece sağlık alanında değil bütün kamuda yaşandı; bu dönemin başlangıcında da örnekleri var; bakın, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizi uyarıyoruz; kamuda, kamu çalışanlarında, baskı, rotasyon, sürgün, angarya gibi uygulamalara son vermek zorundasınız.

ALİ ÖĞÜTEN (Karabük) - Emredersiniz!

HALUK KOÇ (Devamla) - Estağfurullah efendim; emir vermiyoruz, demokratik bir talep yerine getiriyoruz; ama, emir telakki ediyorsanız, o da bizim için çok hoş bir şey.

Yargı kararlarına saygılı bir Sağlık Bakanlığı istiyoruz, tüzüklere saygılı bir Sağlık Bakanlığı çalışması istiyoruz. Bakın, biz, her şeyin öyle ücretsiz olmasını filan da istemiyoruz, birinci kademede ücretsiz olsun diyoruz. Sağlıkta da, eğitimde de, sosyal güvenlikte de, tabiî ki, katkı olacak; ama, gücü olan, gücü olduğu kadar verecek; bir havuz olacak; ihtiyacı olan da, o havuzdan eşit faydalanacak. İşte, sosyal devlet... Sayın Özyürek'in ifade ettiği, o sol kulağın çok iyi duyduğu sosyal devlet düzeni, sosyal demokrasi bu. Herkesin gücü oranında katıldığı bir havuz; ihtiyacı olanın da eşit şekilde faydalandığı bir sağlık havuzu, eğitim havuzu, sosyal güvenlik havuzu...

Değerli arkadaşlarım, herhalde, seçim bölgelerinizden en çok hekimleri ve hastane başhekimlerini arıyorsunuzdur; bu da bir gerçek. Bizler, hep, kişisel çözüm arıyoruz, bireysel çözüm arıyoruz sorunlara karşı; gelin, işi, kurallı, kökünden çözelim. Kuyruklar, torpiller, sağlık çalışanlarına baskılar, hastanelerde rehin kalmalar; bunlar, artık, hükümet programlarının kenarındaki, köşesindeki süslü sözler olmaktan çıksın. Hükümet Programında, bu temel konulara değinen tek bir çözüm satırı yok; bunu da ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir konu, dışpolitika. Şimdi, dışpolitika deyince, hemen şu alıntıyı yapacağım, Irak kriziyle ilgili; ama, 58 ve 59 uncu hükümetin eylem devamlılığını bize yansıtıyor; Hükümet Programının, bakın, 43 üncü sayfasından aynen okuyorum: "Irak krizi konusunda Birinci AK Parti Hükümetinin -öyle yazıldığı için öyle okuyorum- ortaya koyduğu performans, İkinci AK Parti Hükümeti döneminde de aynen sürdürülecektir." Eyvah diyorum bunu okuyunca, eyvah ki, eyvah! Bektaşi fıkrası geliyor aklıma; hani, önüne koymuşlar şarabı "hele, eren, şunu bir tat" demişler; ilkini tatmış, bırakmış gerisini. "Yahu, niye tatmıyorsun, karar vereceksin" demişler; "bundan daha kötü olamaz ki diğerleri" demiş; Birinci AKP Hükümeti, bu konumdasınız. (CHP sıralarından alkışlar) İkinci AKP Hükümeti bu performansı aynen sürdürecekse, Türkiye'ye yazık oluyor. (CHP sıralarından alkışlar)

RESUL TOSUN (Tokat)- Haksızlık ediyorsunuz...

HALUK KOÇ (Devamla) - Türkiye'ye yazık oluyor...

ÜNAL KACIR (İstanbul) -  Birinci hükümeti Siirt değerlendirdi...

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi, dışpolitika konularını, Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün devam ettirdiği anlayışla sürdürmektedir.

ÜNAL KACIR (İstanbul) -  Birinci hükümeti Siirt değerlendirdi vatandaş değerlendirdi.

HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın, dışpolitikadan bahsediyorum, Tahtakale'nin sorunlarından değil sayın vekilim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

Cumhuriyet Halk Partisi felsefesinde, dışpolitika konularını içpolitika malzemesi haline getirme gibi bir eğilim hiçbir zaman olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır; bundan emin olabilirsiniz. Cumhuriyet Halk Partisi, iktidardayken de muhalefetteyken de, her zaman, ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmiş ve ülke menfaatlarına hizmet edecek her türlü çalışmaya destek vermiştir. Keza, 3 Kasım seçimlerden sonra ortaya çıkan yeni siyasî tabloda, Cumhuriyet Halk Partisi bu düşüncesini devam ettirmiş ve seçimler sonrasında gerçekleştirilen Avrupa Birliği zirvesi öncesi, Birinci AKP Hükümetine, dışpolitika konularında ulusal çıkarlar korunduğu sürece destek vereceğini belirtmiştir. Geçen hükümetin Başbakanı Sayın Gül, Avrupa Birliği zirvesindeki hedeflerinin, 2003 yılı içinde tam üyelik müzakereleri için bir takvim almak olduğunu söylediğinde, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal kendisine aynen şöyle demişti: "Eğer hedefiniz bu ise, bizim desteğimize tam olarak güvenebilirsiniz. Kopenhag'da görüşeceğiniz siyasî liderlere, muhalefet partisinin de sizin görüş ve taleplerinizi bu konuda tamamen desteklediğini söyleyebilirsiniz. Bu, sizin müzakere pozisyonunuzu güçlendirir." Bu beyan, 58 inci hükümet yetkililerinin Kopenhag'daki zirveye bütün Meclisin desteğini yanlarında hissederek gitmelerini sağlamıştır. Ancak, bu destek, hükümet tarafından maalesef iyi kullanılamamıştır;, iyi temsil edilememiş ve netice itibariyle, Kopenhag'a, 2003 yılında müzakerelere başlama vaadiyle giden hükümet, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki tam üyelik müzakerelerinin ne zaman başlayacağının tespit edileceği bir tarih olarak belirlenen Aralık 2004 tarihiyle dönmüştür; yani, eli boş dönmüştür. Bu, çok büyük bir başarısızlık olmuştur. Önümüzdeki iki yılda AB'de gerçekleşecek değişiklikleri gözönüne alırsak, ki, bu gelişmeler arasında Avrupa Birliği Komisyonunun görevini tamamlaması ve muhtemelen Rumların, Avrupa Birliğine tam üye olarak kabul edilmesi var, bunlar Türkiye'nin önündeki üyelik sürecinde ciddî sıkıntılar yaratacaktır.

12 Aralık 2002 tarihinde, ülkemizin 58 inci hükümet tarafından temsil edildiği Kopenhag zirvesinde, Kıbrıs Rumlarına, Londra ve Zürih Anlaşmaları gözardı edilerek AB'ye kabul edilmesi kararı çıkmış ve bu durum maalesef engellenememiştir. Bu karar, Türkiye'nin, AB üyeliği yolunda ciddî bir sıkıntı olarak ortaya çıkmış, 2004 Mayısında AB'ye üye olacak Rumları, Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde veto hakkına sahip kılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin bu kararını önlemek için AKP Hükümeti gerekli mücadeleyi ve direnci gösterememiştir. Bundan daha vahimi, bu zirveden çıkan sonuçlar, çok acıdır, iç kamuoyuna bir başarı olarak sunulmuştur.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğru.

HALUK KOÇ (Devamla) - O zaman, sizi başarılarınızla baş başa bırakıyoruz.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Elini vicdanına koy!

HALUK KOÇ (Devamla) - Sonuç olarak, Türkiye, gelecek için hiçbir vaat almadan, 13 ülkelik bir yarışta en son sırada bırakılmıştır.

Sayın Güler, sizi komisyonda çok konuşturmuyorlar herhalde, siz o komisyonun başkanısınız, orada ifade edin görüşlerinizi.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yoo, hayır, öyle bir sıkıntım yok.

BAŞKAN - Sayın Güler, lütfen hatibe müdahale etmeyin.

HALUK KOÇ (Devamla) - Avrupa Birliği konusunda gelinen bu noktada geçmiş hükümetlerin de eksikleri ve gecikmeleri olmuştur, suç sadece sizde değil; ancak, o hükümetler bu kadar açık bir yenilgiyi, sizin gibi, bir başarı olarak takdim etmemişlerdir. Ayrıca, zirve öncesinde Türkiye'nin dünyaya resmen ilan ettiği bir hedef, zirve sonrasında taktik amaçlı bir beyan olarak takdim edilmiş ve bu beyan, Türk dışpolitikasının güvenilirliğini zedeleyen bir yaklaşım olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bu gelişmelerden önce, Yüce Meclisteki uyum yasalarını kabul sürecinde, Cumhuriyet Halk Partisi olarak tam destek verdik, anımsıyorsunuz. Sayın Genel Başkanımıza, 58 inci hükümetin Dışişleri Bakanı tarafından, Meclis kürsüsünden, haksız sözlü saldırılar olmuştur. Buna rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi, bu uyum yasaları konusunda tavrını değiştirmemiş ve desteğini sonuna kadar sürdürmüştür.

Avrupa Birliği konusunda, hükümetten, şimdi bazı beklentilerimiz var. Bunların başında, her ne kadar, Adalet ve Kalkınma Partisinin genel merkezindeki, mutfağındaki bazı arkadaşlar "artık globalleşme süreci başladı, ulusal onur, ulusal gurur, ulusal kimlik, canım bunların hepsinden vazgeçilebilir, kenarından köşesinden, bunlardan ödün verebiliriz" diye ifadelerde bulunsalar da...

CÜNEYT KARABIYIK (Van) - Kim diyor?..

HALUK KOÇ (Devamla) - Star Gazetesinde her gün okuyabilirsiniz.

... sayın hükümetin ve Sayın Başbakanın, Türkiye'nin haysiyetinin ve itibarının korunmasının, öncelikli görevi olduğunu bilmesi gerekiyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'ye yönelik, kırıcı, halkımızın gururunu incitici beyanların hiçbiri yanıtsız bırakılmamalıdır. Avrupa Birliği yetkililerine, Türkiye'ye, uluslararası toplumun saygın bir ülkesi gibi davranmaları gereği mutlaka hatırlatılmalıdır. Diğer aday ülkelere, Türkiye'ye nazaran imtiyazlı muamele yapılması mutlaka önlenmelidir.

Değerli arkadaşlarım, bakın, çok önemli bir yasa, geçen gün, sizlerin oylarıyla kabul edildi; gerek Avrupa Birliği gerek diğer konularda yetişmiş diplomatlara Türkiye'nin çok ihtiyacı vardı, biz uyarılarımızı yaptık. Bu bakımdan, diplomatların da, diğer devlet memurları gibi, emeklilik yaşlarının 61'e indirilmesi yanlış olmuştur. Önümüzde, çok engelli yollar var. Bu deneyimli kadrolara, ülke olarak, ulus olarak ihtiyacımız var.

Kıbrıs'a gelince değerli arkadaşlarım, Kıbrıs konusunda, AKP Hükümetinin göreve gelmesiyle birlikte, Türkiye'nin otuz yıllık millî politikası zedelenmiştir. Bunu, açıkça ifade ediyorum. Türkiye'nin yıllardır sürdürdüğü Kıbrıs politikası, uzun yıllardan beri edinilen deneyimler, Bakanlar Kurulu kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisi deklarasyonları ve Millî Güvenlik Kurulu tavsiyeleri çerçevesinde oluşturulan politikalardır ancak, biraz önce de söylediğim gibi, AKP Hükümeti bu politikayı benimsememiş ve işbaşına geldiği günden itibaren, o bahsettiği mutfağın da derin etkisiyle, Türkiye ile birlikte hareket eden, geçen haftalar içerisinde burada onurla dinlediğimiz, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ı, maalesef, çözümsüzlük tavrı sergilemekle suçlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, süreniz tamamlandı, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

HALUK KOÇ (Devamla) - Toparlıyorum Başkanım.

Bu yaklaşım, bir Türk hükümetine hiç yakışmamıştır. Sayın Denktaş'a karşı alınan tavırla beraber, geçmiş Türk hükümetleri de suçlanmış ve Türkiye'nin uzun yıllardan beri kararlılıkla yürüttüğü Kıbrıs politikası hedef haline getirilmiştir.

Sayın Başbakan, Rize'de bir yerel televizyon kanalına verdiği demeçte "Kıbrıs'ta otuz kırk yıldır sürdürülen siyasetin devamından yana değilim. Siyaset, sorun üretmek değil, çözüm üretmek sanatıdır" demişlerdir. Bunu, tekrar tekrar söylemişlerdir, (AK Parti sıralarından alkışlar) fakat, şu güne kadar da -ben de alkışlarınıza katılacağım-  ulusal bir çözümün ne olduğunu beyan edememiştir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu çelişkili durum, hükümetin Kıbrıs politikası konusunda ne derece tutarsız davranmış olduğunun bir göstergesidir; ama, sizleri kutluyorum, Sayın Denktaş'ın Türkiye Büyük Millet Meclisini ziyaretinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bütün siyasî partiler olarak, hep beraber, bir deklarasyon yayımlandı. Altında, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili arkadaşlarım da, sizlerin görüşlerinin Sayın Başbakanla uyuşmadığını söyledi; uyuşmadığını söyledi, sizleri kutluyorum. İnşallah, 59 uncu hükümet de, bu politikaya bu çizgide devam eder.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Irak konusuna çok kısa değiniyorum; bunu da belirttim; bakın, son bir tezkere -o hikâyeye değinmiyorum; birinci tezkereye, ikinci tezkereye değinmiyorum. 1 Mart tezkeresinin yetki sınırlarının aşıldığı konusunu burada dile getirdik, ifade ettik, kabul etmediniz- dün bir tezkere çıkarıldı; şimdi, bütün Türkiye kamuoyunu ve bütün Türkiye Büyük Millet Meclisini uyarıyorum; eğer, bu tezkerenin yetki sınırlarını aşacak girişimlerle karşı karşıya kalırsanız, çok tehlikeli bir sürece girersiniz. Dün çıkardığımız yetki tezkeresi, yabancı hava unsurlarına Türk hava sahasını açıyor; yerde ikmal hakkı vermiyor. Bu konuda çok dikkatli olun değerli arkadaşlarım. Eğer, Türkiye'deki üslerde ikmal, hükümet tarafından, bu tezkerenin yetkisi içerisinde değerlendirilecek olursa, 1 Marttaki çelişkiyi yaşarsınız. Bu da şunu gösteriyor: Üçüncü, dördüncü, beşinci tezkereler, tıpkı eylem planı gibi, numaralanarak karşımıza gelecek. Hükümetin yumuşak karnı budur. Başından itibaren, sürüklenen bir siyaset, hükümeti, maalesef, Türkiye'nin kaderini etkileyen noktalarda kendi kaderini tayin edemeyecek durumda bırakmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanın hoşgörüsüne sığınarak geçiyorum.

Basında çıkan çok enteresan şeyler var.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

Bunları ifade edemeyeceğim; ama, merak eden arkadaşlarımız olursa, size veririm.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Basını takip ediyoruz.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, son olarak, bakın, halkımız, bu hükümetten ne istiyor; daha doğrusu, siyasetten ne istiyor: Her alandaki eşitsizliklerin giderilmesini istiyor. Emeğini ortaya koymak, çalışmak ve bunun karşılığında onurlu yaşayacak bir ücret istiyor. İşini kaybetme korkusu yerine, işini nasıl geliştireceğini, nasıl daha çok üreteceğini, nasıl daha çok kazanacağını içinde duymak istiyor. Akşam, gün bitip evine gittiğinde, eve taşıdığı, evde bulduğu şeyin huzur olmasını istiyor. Televizyonu açtığında, ülkenin sorunlarına sahip çıkan, samimî, geleceğe güven veren tutarlı bir yönetim istiyor. Komşusunun çaresizliğini, yoksulluğunu hissetmek değil, onun sevinçlerini paylaşmak istiyor. Bitmeyen senfoniye dönen ekonomik paketlerin yüklerini, geliri, serveti ve rant kazancı artan insanların karşılamasını bekliyor. Tapuda, hastanede, adliyede, karakolda, vergi dairesinde insanca, hak ettiği muameleyi görmek istiyor. Bu ülkenin vatandaşı olmanın ayrıcalıklarını, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşamak istiyor. Çocuklarının, daha sağlıklı bir ortamda, kendi yetenekleri doğrultusunda eğitim almalarını ve daha kaliteli yetişmelerini istiyor. Arkadaşlarım, gençler umutlarını çoğaltmak istiyor. Gelecekle ilgili belirsizliklerin önlerinde kaybolmasını istiyor; çalışmanın karşılığının hakça alınacağını bilmek ve düşlerini yaşama geçirmek istiyor; hastanelerde, hastalığına çare bulmak istiyor; kadınlar, kadın olmanın, ana olmanın ayrıcalığında, eşitliği sağlayan, özgür, çağdaş bir toplumda yaşamak istiyor.

Değerli arkadaşlar, yani, Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi, hayatın insana sunulmuş bir armağan olduğunu ve bu armağanın getireceği tüm mutlulukları yaşamak istiyor.

Uzun lafın kısası, halkımız, sorunlarını çözen, ona istediği hizmeti sunan, toplumdaki eşitsizliklere müdahale eden, yönetim becerisine sahip, sözünün arkasında duramayan kabadayı gölgeleri değil de, geleceğe umut veren bir ciddî devlet yönetimi istiyor. (CHP sıralarından alkışlar)

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - CHP'yi muhalefette istedi halkımız.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, size bir karne sunarım ben...

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Söyleyin!.. Söyleyin!..

BAŞKAN - Sayın Koç, son cümlenizi rica ediyorum.

HALUK KOÇ (Devamla) - Ben, bu konuşmalar üzerine, yine de...

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Halk neyse, manzarası şurada.

HALUK KOÇ (Devamla) - Hanımefendi, bakın, bunu söylemeyecektim; ama, siz istediniz. Siz, Adalet ve Kalkınma Partisinin vitrininde bir dolgu malzemesi olduğunuzu unutmayın lütfen...

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - O, sizin hüsnükuruntunuz!..

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, son cümlenizi söyleyiniz.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yine de... (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Koç, hiç yakışmadı size; lütfen, düzeltin.

HALUK KOÇ (Devamla) - Yine de...

AHMET YENİ (Samsun) - Hanımlara hakaret ediyor!..

BAŞKAN - Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Devamla) - Son cümle Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir saniye... Bir saniye efendim...

(AK Parti sıralarından ayağa kalkmalar, gürültüler)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sizi, Meclise saygıya davet ediyorum!.. Meclise saygılı olun!..

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen, yerinize oturun. Lütfen, yerinize oturun. (AK Parti sıralarından gürültüler)

HALUK KOÇ (Devamla) - Siz, yerinize buyurun efendim.

Değerli arkadaşlarım...

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Haddini bil!.. Haddini bil!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, yerlerinize oturun.

Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Devamla) - Buyurun Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Koç, Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin Hanımefendiye "siz, bu partide bir dolgu malzemesisiniz" sözünü sarf ettiniz. Bu söz fevkalade yanlıştır; lütfen, sözünüzü geri alın.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Özür dilesin Sayın Başkan!..

HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın Başkan, o kadar çok...

BAŞKAN - Bu, çok küçültücü bir ifadedir; lütfen, sözünüzü geri alın ve özür dileyin.

HALUK KOÇ (Devamla) - O anlamda ifade etmedim, onun ifadesi çok açıktır. Eğer... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Lütfen, sözünüzü geri alın.

Arkadaşlar, yerlerinize oturun lütfen... Lütfen, yerlerinize oturun... Sayın Çömez, Sayın Tosun, lütfen, yerlerinize oturun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, söylediğim anlamın dışında bir algılama olduysa, özür dilerim.  (AK Parti sıralarından gürültüler)

TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Lütfen özür dileyin, rica ediyorum!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Özür dileyecek!..

BAŞKAN - Söylediğiniz çok açık...

HALUK KOÇ (Devamla) - Özür diledim Sayın Başkan.

Yine de, 59 uncu hükümetin, Türkiye için hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, yerinize oturun efendim. Bir arkadaşımıza alenen hakaret ettiniz; buyurun efendim, buyurun... (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, lütfen, yerinize buyurun; ben konuşmayı dinledim efendim.

RECEP KORAL (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun yerinize Sayın Koral.

AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Erkal, lütfen yerinize oturur musunuz.

Sayın Koç'un konuşmasını dinledim...

AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sayın Başkan, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz istiyorum.

BAŞKAN - Lütfen, yerinize oturur musunuz; grup başkanvekili arkadaşlarım var, söz vereceksem onlara vereceğim.

AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - O konuyla ilgili değil efendim...

BAŞKAN - Lütfen, yerinize oturur musunuz Sayın Erkal; sizinle ilgili bir şey yok. Lütfen, yerinize oturun!

Sayın Koç özür dilediğini ifade ettiler. (AK Parti sıralarından "hayır, dilemedi" sesleri)

Peki, değerli arkadaşlarım, tutanakları getirteceğim ve eğer, bir özür dileme yoksa, gereğini yapacağım.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlandı.

AK Parti Grubu adına iki değerli üye söz alacaklar.

Süreyi eşit olarak mı kullanacaksınız?

EYÜP FATSA (Ordu) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - AK Parti Grubu adına konuşmasını yapmak üzere, Adana Milletvekili Sayın Ömer Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, konu anlaşıldı; tutanakları getirteceğim ve gereğini yapacağım.

(AK Parti ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)

Lütfen, yerlerinize oturun.

Sayın Tutan, yerinize oturur musunuz.

Sayın Çelik, buyurun efendim.

Süreniz 30 dakika...

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum...(Gürültüler)

BAŞKAN -  Sayın milletvekilleri, lütfen yerlerinize oturun, müdahalede bulunmayın. Sayın İdare Amirleri... Gereken söylenilmiştir ve yapılacaktır. Lütfen, yerlerinize oturur musunuz; Sayın Hatibi konuşturuyorum.

Sayın Çelik, buyurun efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri -iki sözcü birden- kendilerinin sosyaldemokrat olduklarını söyleyerek, sol kulaklarının iyi duyduğunu söylediler. Ben de, bir muhafazakâr demokrat olarak, hem sol kulağımın hem sağ kulağımın çok iyi duyduğunu söyleyerek sözlerime başlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, burada, bir hükümet programı hakkında tartışacağız; fakat, gördüğümüz şey şudur: Biz, 3 Kasım seçimleriyle birlikte, eski siyaset anlayışının ve eski siyaset üslubunun, yani, kışkırtmacı ve çatışmacı siyaset üslubunun geride kaldığını zannediyorduk. Bugün, bu siyaset üslubu, bir hükümet programının tartışılması sırasında yeniden hortladı; fakat, biz, buna rağmen, bildiğimiz yolda ilerleyeceğiz. Yapacağımız her türlü siyasetin pozitif siyaset olacağını söylemiştik; bu ülkenin negatif siyasetle uğraşmaya vaktinin ve enerjisinin olmadığını ifade etmiştik. O sebeple, yapılan konuşmalar, çok köklü bir partinin sözcülerine yakışmasa da, biz, kendi doğrultumuzda devam edeceğiz.

Öncelikle şunları söylemek istiyorum: Programın özellikle siyasî bölümüyle ilgili, partimizin muhafazakâr demokrat kimliğiyle ilgili yöneltilen eleştiriler var; o eleştirilere, müsaadenizle cevap vereceğim.

Sayın Özyürek şöyle ifade ettiler: "Muhafazakâr partiler, orta sağ partilerdir." Evet, doğrudur; muhafazakâr partiler, merkez sağ partilerdir, merkezin sağındaki partilerdir. Ardından, şöyle bir ifade kullandılar: "Muhafazakâr partiler, düzeni savunur..."

Değerli arkadaşlar, dünyada hiçbir muhafazakâr siyasetçi ya da herhangi bir muhafazakâr düşünür, statükoculuk anlamında düzeni savunmakla tanımlanamaz. Tam tersine, muhafazakârlar, statükonun toplumsal hayata dönük olumsuz tarafları karşısında eleştirel kimlikleriyle tanınırlar; fakat, aradaki fark şudur; muhafazakâr parti için söylenecek şey şudur: Muhafazakâr partiler, toplumun geleneğinin, kurumlarının, düşünce hayatının, ahlakî değerlerinin devamlılığı temelinde o toplumun daha ileriye gitmesi için birtakım yöntemler geliştirirler. Eğer, toplumsal değerlerin geçmişten bugüne ve geleceğe dönük olarak yürümesinde herhangi bir şekilde engelleyici bir faktör varsa, o faktöre karşı da son derece eleştirel bir tavır alırlar. Dolayısıyla, Türkiye'deki sosyal demokratların zannettiği gibi, literatürden haberleri olmadığı için muhafazakârlık bir statüko felsefesi değildir. Muhafazakârlık, tarih içerisinde son derece eleştirel bir yaklaşımdır, eleştirel bir düşünce ve siyaset üslubudur.

Şimdi, yine, sayın sözcü şöyle bir ifade kullandı: "Muhafazakâr partiler sermayeyi gözetirler, sol partilerse eşitliği savunurlar" dedi. Bilmek gerekir ki, tabiî ki, dünyada, muhafazakâr partiler ile sol partiler arasındaki klasik ayrışmada böyle bir şey söz konusu olabilir; ama, temelde esas olan şudur: Türkiye'de, kendisine "sol" adı veren partiler tarihsel olarak statükocu oldukları için, sağ partiler de tarihsel olarak değişimi ve reformu savundukları için Sayın Özyürek'in bu ifadesi baştan aşağı yanlıştır, Türkiye örneğinde. Türkiye'de, sivil toplumu, eşitliği, milletin siyasal katılımını, milletin devlet hayatında söz sahibi olmasını "yeter, söz milletindir" ifadesiyle, her zaman için, muhafazakâr partiler savunmuşlardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, çok enteresan bir şey söylediler, dediler ki: "AK Parti, İslamî referansları temel alan bir partidir." Şimdi, tabiî, bir partiyi, kendisini nasıl tanımlıyorsa o şekilde tanımlamak, o temelde tanımlamak, hatta, kendi adını nasıl koymuşsa, o partiyi o isimle telaffuz etmek, demokrat olmanın bir gereğidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bir partinin düşüncesini ya da ismini, o partinin kendisini tanımladığı biçimin dışında tanımlamaya çalışmak, antidemokratik bir tavırdır. Bu, Cumhuriyet Halk Partisinin, başkalarını şekillendirmeye, biçimlendirmeye, onlara kimlik giydirmeye çalışan siyasal genetiğinin yeni bir ürünüdür. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, biz, herkese bu kürsüden sesleniyoruz ve diyoruz ki, 3 Kasım seçimlerinde, partilerin -genel başkanlar da dahil olmak üzere- bütün sözcülerinin, bütün önde gelen sözcülerinin ve şu anda milletvekili seçilmiş milletvekillerinin yaptığı bütün seçim konuşmaları analiz edilsin. Dinî sembolleri en çok kullanan parti, Cumhuriyet Halk Partisidir. Buna karşılık, demokrasiye, toplumun taleplerine en çok referans veren parti ise, AK Partidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hatta, o dereceye varmıştır ki, Cumhuriyet Halk Partisinin belli sözcüleri, kendi genel başkanlarına dinî açıdan kutsiyet ifade eden birtakım tanımlamalarda bile bulunabilmişlerdir.

CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Hangisi?.. Hangisi?..

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, AK Partiye dönük olarak, İslamî referansları temel alan bir parti demek, sadece kendi kusurunu saklamaktan ibarettir.

CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Açıkla orayı da, bilelim...

BAŞKAN - Sayın Çelik, affedersiniz...

Bu mikrofonlar, sizin gibi çok uzun boylu arkadaşlarımıza uygun değil. Eskiden de, Sayın Karakoyunlu çok şikâyet ederdi. Ben, rejiden, sesi en sonuna kadar açtırdım;  ama,  siz,  ya  biraz  başınızı öne  eğin  -mikrofon için; başka türlü eğmeyin de- ya da mikrofonu dik tutun ki, ses rahat duyulabilsin.

Buyurun efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Şimdi, bir şey söyleniliyor; bu, sık sık kullanılıyor; deniliyor ki, siz şöylesiniz, şöylesiniz, şöylesiniz; ama, böyle değilseniz, biz, size saygı duyarız.

CEVDET SELVİ (Eskişehir) -  Ne demiş; aç onu...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Yani, mesela, Sayın Özyürek, demokratlığımız konusunda birtakım şüpheler belirtiyor, laikliğimiz konusunda birtakım şüpheler belirtiyor, diyor ki: "Ama, tabiî, böyle değilseniz, saygı duyarız."

Cumhuriyet Halk Partili değerli arkadaşlarım, çokpartili hayata geçeli çok oldu. Her şeye Cumhuriyet Halk Partisi karar vermiyor. Cumhuriyet Halk Partisi, bir test makamı değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasinin turnusol kâğıdı değildir; tam tersine, bu kürsüden yapılan konuşmalarda da söz konusu olduğu gibi, demokrasinin turnusol kâğıdından normal bir başarıyla geçemeyecek olan bir partidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) O sebeple, hiç kimse, AK Partinin demokratlığına ya da laikliğine bu Meclis kürsüsünden not vermeye kalkışmasın; not vermeye kalkanların notunu kırarlar bu Meclis kürsüsünden! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çok vahim bir hata daha yapılıyor. Tabiî, biz, tarih konusunda bilgi sahibi olmak lazım derken, en azından, bir elli yılı kastederiz; fakat, öyle gözüküyor ki, beş yıllık ve üç yıllık, hatta bir yıllık ve iki yıllık dilimleri de tarih konusunda bilgi sahibi olmanın kategorisine sokmak gerekir. Bu kürsüden, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü, AK Parti Grubuna şunu söylüyor: "Sayın Erdoğan ve önceki liderleriniz..." Değerli arkadaşlar, bu partinin ilk genel başkanı ve halihazırdaki Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır, daha önce bir lideri yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Anayasa konusunda, 58 inci cumhuriyet hükümeti döneminde yapılan tartışmaların aynısını devam ettiriyor değerli arkadaşlarımız ve deniliyor ki "Anayasayı değiştireceğiz diyorsunuz; bu Anayasanın hangi maddelerini değiştireceksiniz; buna, temel ilkeler girecek mi; değiştirilemez nitelikleri olan ilkeleri girecek mi?" Anayasayı değiştirmekten bahseden parti, Türkiye'nin iktidar partisidir; yani, devletin temel nizamının garantisi olan partidir. Türkiye'nin iktidar partisi, şu anda hükümettedir; devletin değiştirilemez niteliklerinin teminatıdır. Dolayısıyla, bu devletin değiştirilemez niteliklerinin teminatı olan bir partiye "siz, bunları değiştirecek misiniz" diye sormak, sadece bir mantık kırılmasından ibarettir. O bahsettiğiniz ve üzerinde şüphe bulutları dolaştırmaya çalıştığınız temel ilkeler, AK Partinin siyasî görüşünün de, fizikî varlığının da birebir aynısıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Anayasanın değişikliğinden kastımız şu: Biz, sizlere söyledik, dedik ki, bir uzlaşma komisyonu kuralım, sık sık değiştirilen bu Anayasayı baştan aşağı ele alalım, artık, böyle sık sık değiştirilmekten kurtaralım ve sizin katılımınızla bunu yapalım; çağdaş, Avrupa Birliği normlarına uygun bir anayasayı, milletimizin talepleri doğrultusunda bu Meclisten çıkaralım. Bu kadar açık söylememize rağmen...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Çelik, açık yazmamışsınız!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - ...sizin de katılımınızı en az kendi fikirlerimiz kadar önemsememize rağmen, iktidarımızı sizinle paylaşmamıza rağmen, sizin bu konudaki eleştirilerin esası, siyaset yapmak değil, ideolojik spekülasyon yapmaktan ibarettir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Laikliği yazsaydınız, bu tartışmalar olmazdı.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Efendim, Aspirin prospektüsü değil ki, her şeyi yazılım oraya! (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu, nihayetinde bir parti programı.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - "Laiklik" tek kelime!..

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakınız, partilerin temel metinleri vardır. Bu partilerin temel metinlerinde yapılan şey şudur: Bir partinin temel olaylar karşısındaki temel yaklaşımı yazılır; yoksa, bu metni 30 ciltlik bir ansiklopedi olarak yazmak da mümkündür; ama, bunun yan etkileri nedir, bu cümlenin arkasından ne çıkar, öbüründen ne çıkar diye bakarsanız, bunun arkasından birsürü yorum gelir. Üstelik, bu yorum kapısını açtığınız zaman da, sınavdan geçemeyen ilk önce siz olursunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Laikliği koysaydınız, başka yorum olmazdı.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Laiklik, Hükümet Programının içerisinde var; görmek isterseniz görürsünüz, görmek istemezseniz görmezsiniz; ama, olur olmaz yerde, tarım politikasını yazarken bile laiklik maddesinden bahsetmemizi de istiyorsanız, biz, burada siyaset yapıyoruz, başka bir şey yapmıyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Anayasa tanımında istiyoruz...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Şimdi, aile meselesini öne sürüyorsunuz. Burada çok basit bir şey ifade edilmiş. Kadının toplumda eşit bir varlık olarak yerini alması konusunda bizim gösterdiğimiz çabalar, şu anda Meclis Grubumuzda bulunan kadın milletvekili sayımız, her şeyimiz ortadadır. Orada kadının annelik misyonuna bir vurgu yapıldığı için, kadının -bunu söylemek istemiyorum; ama, burada ifade edildiği için söylemek durumundayım- neslin üremesine dönük bir aygıt olarak ele alınıp alınmadığı ifadesi, kadına saygı göstermek örtüsü altında annelik kurumuna saygısızlıktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kadın, hem bir birey olarak bizim için saygıdeğerdir hem bir anne olarak bizim için saygıdeğerdir. Kadının birey olma misyonu ile annelik misyonu, birbirinin alternatifi ya da birbirinin çatışma alanı değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Oğuz Oyan benim üniversiteden hocam; onbeş sene önce kendisinden ders aldım. Sayın hocamı eleştirmek benim için zor olacak; ama, kendisi, partimize ve hükümetimize dönük birtakım ifadelerde bulunduğu için, siyasî sorumluluğum gereği bunu yapmak durumundayım.

Sayın Oğuz Oyan sözlerine şöyle başlıyor; diyor ki: "Sık sık muhafazakâr demokratlık vurgulanıyor; bu vurguya ne gerek var?" Bu vurguya şunun için gerek var: 3 Kasım seçimlerinin önümüze koyduğu şey şudur: 3 Kasım seçimleriyle birlikte, çok uzun zamandır iktidara, ilk defa, "siyasî parti" kavramını hak eden bir parti gelmiştir.

Bizden önceki partilere, Türk siyasî hayatına on yıllar boyunca damgasını vurmuş birsürü partiye bakınız, bir kısmı siyasî cemaat gibi örgütlenmiştir, siyasî örgüt gibi örgütlenmiştir. Tepede bir şef vardır, şefin altında bir ideoloji vardır. Bu, çeşitli şekillerde bir ideoloji olabilir; bunun adı "sosyal demokratlık" olabilir, "İslamî referans" olabilir ya da "milliyetçilik olabilir" Bir örgüt şeklinde, yukarıdan emir komuta zinciri içerisinde, parti içi demokrasinin hiç çalışmadığı, topluma sadece belli bir ideolojiyi empoze etmek üzere, belli bir ideolojiyi yaygınlaştırmak üzere kurulmuş partiler vardır. Bunların "siyasî parti" kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Parti içi demokrasiyi sizden mi öğreneceğiz?!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Buna eleştirel olarak, bunlar, bizim, klasik olarak, "çevre partileri" dediğimiz partilerdir. Bunun karşısında, kendisini merkezde konumlandıran bazı partiler vardır. Bu partilerin de özelliği şudur: 3 Kasım seçimlerinden önce, bunlar, siyasî şirket gibi örgütlenmiş partilerdi; herhangi bir ideolojileri yok, herhangi bir felsefeleri yok, herhangi bir omurgaları yok; sadece, iktidara gelmek ve yandaşlarına rant dağıtmak üzere örgütlenmiş partilerdi. Bir kısmı siyasî cemaat gibi örgütleniyor, bir kısmı siyasî şirket gibi örgütleniyor...

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Cumhuriyet Halk Partisi, Kurtuluş Savaşından doğmuştur!

BAŞKAN - Sayın Öktem, lütfen, müdahale etmeyin efendim... Sayın hatibi dinleyin efendim...

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Müdahale ederim Sayın Başkan! Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!

BAŞKAN - Lütfen, müdahale etmeyin!.. Sesinizi kesin efendim!..

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Ben, şirket demedim.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!

BAŞKAN - Hatip konuşuyor, hep beraber dinliyoruz.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen... Hatibe müdahale etmeyin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Ben, şirket demedim. Bunu duyduğuma sevindim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Belli bir düşünce, belli bir dünya görüşü temelinde örgütlenmiş ve kitlenin tümüne dönük siyaset yapan kuruma "siyasî parti" denir. Biz, parti programımıza, bu anlayışı yerleştirmek, sadece iktidar partisi olmanın tanımıyla yetinmemek, topluma karşı bu siyasallaştırma misyonumuzu da yerine getirmek; yani, "biz, şu hükümete geldiğimizde, şunları şunları uygulayacağız; ama, bunları, şu hükümet etme mantığının içerisinden, şu siyaset felsefesinin içinden uygulayacağız" demek üzere "muhafazakâr demokratlık" kavramıyla ilgili bu kadar geniş bir açılım koyduk. Dolayısıyla, siyasî pratiklerimizin hangi siyaset felsefesi içerisinde anlamlandırılması gerektiğini belirtmek üzere bunu koyduk ve bunu koyarken de temel yaklaşımımız şudur: 3 Kasım seçimlerinden partimizin çıkmasıyla birlikte, topluma ideoloji dayatan siyasî cemaatler de, topluma rant dağıtmak üzere örgütlenmiş siyasî cemaatler de son bulmuştur; artık, AK Parti dönemi açılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Vizyon, misyon, restorasyon, reformasyon kelimelerinin anlamları üzerine spekülasyon yapıldı; bunlar için sözlüğe bakılabilir. Bir partinin sadece restorasyona sahip çıkması, sadece reformasyona sahip çıkması diye bir şey söz konusu değildir. Devletin belli alanlarında restorasyon gerekir, belli uygulamalarında reformasyon gerekir. Vizyon ile misyon konusunda, üç sözcü de, bu kelimelerin kullanılmasına dönük çok büyük bir eleştiri getirdiler. Korkarım, bu kadar eleştiri, vizyonsuzluğa ve misyonsuzluğa delalet eder; bu konuda Cumhuriyet Halk Partisini uyarıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Oğuz Oyan Hocam "küçük devlet kavramı ile sosyal devlet kavramının birbiriyle bağdaşmayacağını" söyledi. Parti programını dikkatle okursanız, küçük ve dinamik bir devlet kavramından kastedilen şudur, hantallaşmış devlet yapısına son vermekten kastedilen şudur: Vatandaşını formatlayan, biçimlendiren, ona tercihler empoze eden ya da ideoloji dayatan devlet değil; tam tersine, vatandaşına temel hak ve hürriyetler konusunda alan açan, siyasal katılma özgürlüğünü sağlayan ve modern hayatın yaşama standartlarını vatandaşına sağlayan devlet yapısını anlatmak üzere küçük, ama, dinamik bir devlet denilmiştir. Kendi örgütlenmesine dönük masrafları ve kendi örgütlenmesine dönük enerjiyi, halka kullanmak yerine, kendi iç ilişkilerine kullanan bir devlet yapısı yerine, bu enerjiyi halka aktaran bir devlet anlamında küçük; ama dinamik bir devletten bahsedilmiştir. Sosyal devletle ilgili kısım, programın zaten ekonomik bölümünde mündemiçtir.

Haluk Bey, 58 inci cumhuriyet hükümetinin Başbakanından bahsederken, 59 uncu cumhuriyet hükümetinin Başbakanı için "gölge başbakan" ifadesini kullandı. Keşke bu ifade, bu Meclis kürsüsünden ifade edilmemiş olsaydı. İki cumhuriyet hükümetinin Başbakanına karşı böyle bir ifade kullanılmış olması, gerçekten, bizim için üzücüdür. Eğer, bu kapıyı açarsanız, birilerinin sizin için, statükonun gölge muhalefeti demesine de meşruiyet kazandırmış olursunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) 58 inci cumhuriyet hükümetinin Başbakanı bellidir, 59 uncu cumhuriyet hükümetinin de Başbakanı bellidir; o "gölge başbakan" ifadesini, bu kürsünden, hatibin kendisine iade ediyoruz.

Sık sık, milletin talimatları meselesine dönük olarak eleştirel bir yaklaşım getiriyor ve bunun açılması gerektiğini söylüyor Cumhuriyet Halk Partisi. Milletin talimatlarından, bizim parti programımızda anlaşılan şey şudur: Bizim iktidarımız, toplumsal talepler doğrultusunda, Anayasanın çizdiği çerçevede hükümet yetkisini kullanır. Dolayısıyla, bundan kasıt şudur: Anayasal çerçeve içerisinde, herhangi bir zümrenin, sınıfın, ırkın ya da cinsiyetin taleplerine göre değil, milletin tümünün taleplerine göre iktidarı kullanmak yetkisidir, milletin talimatları doğrultusunda kullanmak; fakat, milletin talimatları meselesinde bu kadar takılınca, benim aklıma, Cumhuriyet Halk Fırkasının kuruluş tüzüğündeki bir madde geldi, şöyle diyor: "Egemenlik, kayıtsız şartsız millete aittir; fakat, millet, bu egemenliği, Cumhuriyet Halk Fırkası eliyle kullanır." (AK Parti sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - 1923'tü...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Şimdi, bu anlayışın üzerinden elli sene geçti; dolayısıyla, bize, hangi tabiri, nerede kullanacağımızı, iktidarı nasıl kullanacağımızı öğretme konusunda en son gelecek ya da hiç sınıfa giremeyecek parti varsa, o da Cumhuriyet Halk Fırkasıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Siz hiç tarih bilmiyorsunuz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Şimdi, çok önemli ve kritik bir şey söyleyeceğim. Benim, burada sarf ettiğim bir sözden dolayı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, bu sözümü, kendi anlamından ve bağlamından çıkararak, başka bir yere soktu ve şimdi de -biraz evvel- yine, Cumhuriyet Halk Fırka... Partisi sözcüsü, bunu aynı şekilde devam ettiriyor.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sen hâlâ fırkadasın, hâlâ oradasın!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Ben, fırkadan sizi kurtarmak için hatırlatıyorum onu.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sen, seksen sene öncesindesin; bugüne gel, bugüne...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Globalleşme sürecinde, benim şöyle bir ifadem olmuştu, bu dışpolitika olaylarını ve Avrupa Birliğiyle ilgili birtakım uyum yasalarını, dışpolitikada Irak'la ilgili gelişmeleri ya da benzeri gelişmeleri düşünürken, bunu, sadece içe kapalı bir mantıkla düşünemeyiz; dünyada bir globalleşme süreci yaşanıyor, Türkiye de bu globalleşme sürecinin merkezî aktörlerinden bir tanesi; dolayısıyla, iç ve dış dengeleri beraber mütalaa etmek zorundayız demiştim.

Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, bu kürsüye çıktı ve benim sözlerimi, hiç anlamı olmayan bir yere çekerek "bu kürsüde, birileri 'globalleşme süreci başlamıştır, ulus devlet ve diğer şeyler sona ermiştir; dolayısıyla, biz, artık, işimize bakalım' diyor" dedi. Biz, kesinlikle...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Siz, Genel Başkandan sonra konuştunuz, yanlış bilgi veriyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen, müdahale etmeyin efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bizim, globalleşme sürecinden kastımız, ulus devletin sona ermesiyle ilgili bir argümana dayanmıyor; tam tersine, kendi ulusal devletimizin çıkarlarını doğru düzgün bir şekilde savunabilmek açısından, ulusal devletimizin hangi ilişki ağı içerisinde olduğunu belirtmek üzere, ben, o ifadeyi kullanmıştım.

Eğer, siz, globalleşme süreci konusunda, bu sürece bu kadar karşıysanız, bu sürecin olmadığını iddia ediyorsanız, o zaman, Avrupa Birliği uyum yasalarına niye destek veriyorsunuz?! O da, nihayetinde, küreselleşmenin getirip önümüze koyduğu bir gerçektir. Dolayısıyla, küreselleşme konusunda bir tespitte bulunmakla, küreselleşmenin ulus devleti ortadan kaldırdığı şeklinde bir saptırmada bulunmak arasında çok büyük bir fark vardır. Bu, sadece bir manipülasyondan ibarettir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bunu da nereden çıkarıyorsunuz?!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Şimdi, Kıbrıs'ta, otuz yıllık Kıbrıs politikasının zedelendiği söyleniliyor ve bizim, politika değişikliğine gittiğimiz söyleniliyor. Kıbrıs ya da bir başka konu...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Başka bir konu yok; Kıbrıs var...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bir hükümetin politika değişikliğine gitmesinden daha doğal ne vardır? Eğer, politikaları değiştirmeyeceksek, seçimleri niye yapıyoruz allahaşkına?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bundan otuz yıl önce, kırk yıl önce, elli yıl önce, birisi bir politika belirleyecek; bu, belli kurumların konsensüsüyle ortaya çıkmış olsa bile, hükümetlerin işbaşına gelme mantığı, seçimin yapılmasının mantığı şudur: Politikalar konusundaki zaman içerisinde ve çeşitli zeminlerde ortaya çıkan değişiklik gereklerini yerine getirmek üzere seçimler yapılır.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hükümet Programında Kıbrıs'la ilgili ne var?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Ama, şöyle düşünürseniz, sanki, biz, tek parti dönemindeyiz, aynı parti sürekli seçileceği için, devlet politikaları hiç değişmeyecek; dolayısıyla, bunlar, sürekli olarak sürsün...

Şimdi, devlette devamlılık esastır ilkesini iki türlü anlayabiliriz: Bir; devletin bir hafızası vardır, bir tecrübesi vardır, bir birikimi vardır. Dolayısıyla, iktidara gelen bir partinin bu müktesebattan faydalanması, bu müktesebatın koordinatları içerisinde durması kadar doğal bir şey yoktur. Kendi değişimlerini gerçekleştirirken de, bu müktesebatın koordinatlarından yola çıkarak yapmasından daha doğal bir şey yoktur. Biz, bunu kabul ediyoruz; ama, her politika değişikliğinde "devletin politikalarını değiştiriyorsunuz" denilirse, o zaman, biz, şunu söyleriz: Sizin "devlette devamlılık esastır" sözünden anladığınız tek şey, çok yanlış bir biçimde "statükoda devamlılık esastır" gibi bir anlayıştır ki, bununla hiçbir şekilde devlet yönetilemez, hiçbir şekilde hükümet idare edilemez. Kıbrıs'taki tabloda iki temel esas üzerine kurduk politikamızı; Kıbrıs Türkünün var oluş davasının korunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin eşit egemen devlet olarak kabul edilmesi, kurucu devlet olarak kabul edilmesi ve ardından da şu: Bu doğrultuda bir ortak temelde çözüme gidilmesi. Şimdi, bunun neresi Kıbrıs politikasının zedelenmesidir?! Peki, siz, tersini mi savunuyorsunuz?!

ORHAN SÜR (Balıkesir) - O zaman, değiştirmişsiniz...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Her gün, 5 000 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Vatandaşının karşı tarafa iş bulmak üzere gitmesini mi savunuyorsunuz?! Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yönetimindeki bu şekildeki anlayışın destek vermesinden kaynaklanan ekonomik olumsuzlukları mı savunuyorsunuz.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Özür dilemek çok daha dürüst ve çok daha doğru olurdu...

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, ortaya çıkan gerçek şudur: Bizim partimizin ortaya koyduğu şey, devletin müktesebatını, devletin hafızasını ve koordinatlarını dikkate alarak, Kıbrıs politikasının, hem Türkiye için hem Kıbrıslı soydaşlarımız için daha iyi bir anlayışa, daha iyi bir çözüme kavuşturulması gerektiğidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hükümet Programınızda Kıbrıs'la ilgili ne var?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu hükümet programının siyasî felsefesi, sizin çok eleştireceğiniz bir tabirle, milletin talimatlarını bir hükümet etme tekniğine dönüştürmeye dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu siyaset felsefesine milletimizin 3 Kasımda verdiği destek, şu ana kadar yapılan çeşitli çalışmalarda artarak devam etmektedir. Bizim Yüce Meclise önerimiz şudur: AK Partinin sürdüreceği ve Türk siyasetine bir katkı olarak ortaya koyduğu bu siyaset felsefesinin Cumhuriyet Halk Partisine de faydası olması gerektiğini düşünüyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çelik, çok teşekkür ederim

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşma, İstanbul Milletvekili Sayın Nazım Ekren tarafından yapılacaktır.

Sayın Ekren, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 35 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA NAZIM EKREN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 59 uncu hükümet programını Yüce Meclise sunması dolayısıyla, Parti Grubum adına, özellikle ekonomi yönetimi ve Partimizin ekonomi felsefesi konusunda açıklamalar yapmak üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum.

Sözlerime başlamadan önce, CHP sözcülerini dinlemediğim dönemde ayrı bir metin hazırlamıştım, ona göre bir konuşma yapmayı planlıyordum; fakat, CHP'nin sayın sözcülerinin, ekonomi politiği ya da AK Parti ekonomi programına yaklaşım tarzından sonra, farklı bir içerikle, farklı bir mantıkla olaya bakmanın zorunlu olduğunu gördüm ve o konuda açıklama yapmak istiyorum.

Her iki sözcünün, sürekli olarak, AK Partinin programında yer alan siyasal, dışpolitika ya da ekonomiyle ilgili kısımlarında ikaz ve uyarı nitelikli bazı açıklamaları yapmaları üzerine, ben de, konuşmama şöyle başlarsam daha uygun olacağını düşünüyorum.

AK Partinin ekonomi programının, parti programı ile hükümet programının, acil eylem programlarının bir bileşkesi olduğu dikkate alınırsa, yüce milletimizin, CHP'den çok daha farklı olarak, AK Partinin ekonomi politiğini ve felsefesini çok iyi anladığını söyleyebiliriz. Bunu, şundan dolayı söylüyorum: Hem parti programımız hem seçim beyannamemiz seçimlerden önce yüce halkımıza takdim edildiğine göre ve ondan da seçim sonuçlarında ortaya çıkan yüce teveccühü dikkate aldığınızda, halkımızın, CHP gibi veya CHP mantığıyla bizim programımızı algılayamadığı veya bakmadığı ortaya çıkacaktır. Bundan çıkarmak istediğim sonuç şudur: Sayın sözcüler bazı kavramları ve bazı ilişkileri -iktisadî anlamda- gerçekten çok farklı şekilde algılamakta ve özellikle yanlış yorumlama konusunda ciddî bir gayret sarf etmektedir. Buradan hareketle şunu vurgulamak istiyorum: Bizim parti programımızın ekonomiyle ilgili kısımlarının yanlış anlaşılmasına binaen, üç önemli konunun CHP tarafından yeniden gözden geçirilmesini ve kendi demokratik, sosyal yapılarına uygun şekilde yorumlanmasını özellikle rica ediyoruz.

Birinci nokta şu: Parti programında, amaç olarak, özellikle üç konu öne çıkmıştı. Birincisi, makroekonomik istikrardır -bunu bu programda özellikle belirttik- ikincisi, mikroekonomik liberalleşmedir ve sonuncusu da dışa açılmadır. Bu çerçevede bakıldığı zaman, ekonomik istikrar kavramı, genel anlamıyla, geniş halk kitlelerinin ıstırap duyduğu ekonomik ortamı iyileştiren felsefenin temel taşıdır. Diğer bir ifadeyle, enflasyon, faiz, dövizkuru, bütçe açıkları, dışticaret açıkları ya da ekonomik büyüme ve işsizlik gibi temel parametrelerin, Türk ekonomi hayatının ya da -teknik ifadesiyle- fırsat maliyetlerinin uzaklaştığı bir ortamda, geniş halk kitlelerini memnun etmek mümkün değildir. Birinci nokta bu.

İkinci nokta, mikroekonomik liberalleşme dediğimiz, demokratik piyasa ekonomisi mantığıyla, bütün ekonomik birimlerin, kendi özgür düşünceleri çerçevesinde, özgürce ekonomik faaliyette bulunmalarının doğal sonucu olarak, tüm bireyleri ve tüm kurumları ekonomik faaliyete dahil etme sürecidir.

Sonuncusu ise, dışa açılma dediğimiz -yine globalleşme mantığıyla bakıldığında kısmen yanlış anlaşılabilir bir kavramdır- Türkiye'nin ihracatının millî gelire oranının gelişmiş ülke standartlarına yükseltilmesi olayıdır. Olaya bu şekilde bakıldığı zaman, kavramların yanlış oturtulmadığı, farklı yorumlanmadığı ya da eklektik bir programla ele alınmadığı açık şekilde ortaya çıkacaktır.

Bir diğer önemli husus -yine, program farklı açıdan yorumlandığında gözlenebilecek bir faktördür- programın -58 inci hükümetin programıyla, acil eylem planıyla tutarlı olduğunu vurgulamak için bir daha belirtmem gerekiyor- üç özel bileşeni vardır. Bir tanesi, Türkiye'yi  bölgesel süpermarket yapma olayıdır. Bunun ifade ettiği sonuç çok açıktır. Türkiye ekonomisinin bölgeyle olan ekonomik ilişkilerinde, hem kendi üretimini pazarlama hem de bölgedeki üretimin Türkiye'de pazarlanma olgusunu artırma olayıdır.

İkinci faktör, finansal liberalleşmedir veya finansal vizyondur. Sayın sözcüler, sanki, programın önemli kısmının finansal ağırlıklı olduğu, reel sektörü ihmal ettiği gibi, oldukça haksız bir yorumla karşı karşıyalar. Şöyle belirtmek gerekir; programın oldukça fazla yerlerinde, makro iktisatla ilgili kısımlarında, mikroyla ilgili kısımlarında ya da genel çerçevesinde sürekli vurgulanan nokta şudur: Türkiye ekonomisi, reel sektörünü canlandırarak büyüyecektir. Bu, şu anlama gelmiyor... Reel sektör canlandığında ya da büyüdüğünde, finansal sektör de, elbette, buna eşlik edecektir.

Bir diğer kısıtlama -ekonomik programın ilk iki paragrafında zaten çok net şekilde vurgulandı- Türkiye ekonomisinin mevcut sorunlarını tartışma ve değerlendirmede, eğer, farklı bir yaklaşım içerisinde isek, çözümde de farklı sonuçların ortaya çıkması normaldir; ama, her konuşmacı, özellikle bizim temel kabul ettiğimiz Türkiye ekonomisinin mevcut koşullarını değerlendirme, ahlakî rizikodan tutun, etkin düzenleme, denetim ve yaptırım gibi, oldukça kritik konularda söz söylemediğine, yorum yapmadığına göre, olayın tespitinde ve değerlendirmesinde ortak bir noktada olduğumuzu anlayabiliriz.

Buradan hareketle, bir diğer faktör de, etkin devletin Türk ekonomi yönetiminde etkin rol almasıdır. Onu da şu şekilde belirtmek lazım: Ekonomik fonksiyonları gören devlet, programda çok net şekilde belirtildiği üzere, sosyal devlet anlayışını koruyarak ya da geniş halk kesimlerinin ekonomik taleplerini minimum düzeyde tutarak, devletin, güçlü, etkin ve sade olması, bunu da, yeni yüzyılın toplumuna uygun şekilde gerçekleştirmesi, programda tutarsızlık gibi algılanamaz.

Bu genel değerlendirmeden sonra, programın algılanma biçiminde ortaya çıkan hataların bana göre nedenleri konusunda birkaç konuda görüş belirtmek istiyorum.

Program incelendiğinde, mantık olarak, iki tane ana başlığı var. Bir tanesi "AK Partinin ekonomi politiği" dediğimiz, ekonomi yönetimi konusunda zihinsel arka planını, olaya bakış tarzını ve yaklaşım stilini belirten paragraflardır. İkinci kısım ise, ekonomiyle ilgili bölümlerin başında yer alan -iki veya üç paragraftır o- Türkiye ekonomisini değerlendirme koşullarıdır. Oradan da çıkan sonuç şu olması lazım: Türkiye'de, eğer, geçmiş dönemlerde biriken iç ve dışborç yükünü ya da iç ve dış denge koşullarındaki değişmeyi dikkate alırsak -bir de, çok net şekilde belirttik programda- son üç yılda, üç defa, üçer yıllık ekonomik program değişiyor ise, bu ifadenin ve bu yaklaşım tarzının CHP tarafından biraz daha hassas ve biraz daha ciddiyete uygun şekilde değerlendirilmesi gerektiğini görüşlerinize arz ediyorum.

İkinci nokta: Temel yapısal reformlar olarak adlandırdığımız 10 veya 11 tane kritik nokta var. Bu kritik noktalara farklı şekilde yaklaşılmadığında, ideolojik olarak değerlendirilmediğinde, hem mevcut durumla ilgili hem Türkiye'nin geleceğiyle ilgili hem de daha önce sözcüler tarafından vurgulanan savaş ekonomisi durumunda neler yapılabilir, bunlarla ilgili ciddî ipuçlarının olduğunu da görmek mümkün olacaktır.

Makro politikalar konusunda ise üzerinde durulan üç tane temel politika vardı programımızda. Bir tanesi, maliye politikası; bir diğeri, para ve finans politikaları; bir diğeri ise, dış ticaret politikalarıdır. Bu politikalar da, programın ilk bölümlerinde yer alan yapısal reformlarla ya da ekonomi politiğinin temel varsayımlarıyla tutarlı politikalardır; yani, eklektik mantıkla hazırlanmış, daha doğrusu, teorik ya da soyut olarak ifade edildiği söylenen, değişik yerlerden derlenmiş bir program havasında olmadığı çok açıktır.

Mikro politikalar konusunda ise, yine, ekonominin rekabet gücünü artırıcı ya da yeni yüzyılda devletin sahip olması gereken kurumlarla, özel sektörün yeniden yapılanması için ihtiyaç duyulan temel konulara önemli referanslar yapılmıştır. Buradan hareketle şunu söylemek mümkün: Ekonomiyi, teorik olarak kıt kaynak veya diğer nedenlerle insan ihtiyaçlarının tatmini anlamında değil, eğer, CHP'nin olaya yaklaşım tarzını dikkate aldığımızda, ekonomik başarı ya da başarısızlığın temel nedenlerinin tartışıldığı, değerlendirildiği veya yorumlandığı bir yaklaşım tarzı olarak görürsek, AK Partinin olaya bakışında dört temel, somut faktörün ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Biri şudur: AK Parti, iktidar olduğu dönem boyunca, Türkiye ekonomisinin sahip olduğu imkân ve kaynakların miktarını artırmayı hedeflemektedir. Bu, hem insan gücü olarak böyledir hem de sahip olduğu yeraltı zenginlikleri bakımından böyledir.

İkincisi de, yine, sahip olunan imkân ve kaynakların kalitesini artırmayı hedeflemektedir. Bunun da anlamı çok açık ve çok nettir. Teknolojiyle, yeni gelişmelerle ya da ilişki biçimlerini yeniden yorumlayarak, sahip olunan imkânların ve kaynakların kalitesini artırmak da mümkün olacaktır.

Üçüncü temel faktör ya da ekonomi politiğinin asıl belirleyicisi, iş ve işveren ilişkilerini hem Türkiye'nin hem de uluslararası gelişmelerin ışığında yeniden yorumlamaktır ve değerlendirmektir.

Son olarak da, ekonomi politik olarak adlandırdığımız ya da iktisat politikası olarak vurguladığımız para-maliye ve dış ticaret politikalarını ana hatlarıyla, daha önce belirlediğimiz ve çizdiğimiz çerçevede uygulamaya koymaktır.

Bu genel değerlendirmeden sonra, aldığım notlar çerçevesinde, konuşmacıların isimlerinden bahsetmeyerek, yaptıkları vurguları genel olarak değerlendirmek istiyorum.

IMF'le ilişkiler konusunda yapılan değerlendirmelerin, programda, bir önceki programdan farklı olduğu ya da önemli ölçüde IMF'le entegre bir program olduğu konusunu, gerçekten, olayları algılama eksikliği olarak yorumluyorum. Bunu şundan dolayı yorumluyorum: Programda faiz dışı fazla kavramının olması ya da borçların millî gelire oranından bahsediliyor olması ya da para arzındaki artıştan bahsediliyor olması, IMF programında yer alan bazı kavramların tekrarı gibi algılanıyor ise, yanlışlık buradan başlıyor demektir.

Bir de şunu söylemek mümkün; daha önce ifade ettim: Üç yıllık üç program uygulanmışsa ve şu anda uygulanan program da 2004'e kadar devam edecekse ve bu programın hem kantitatif kurgusunda hem de ekonomi politiğinde devletin devamlılığı ilkesi geçerliyse ve bu da Sayın Başbakanımızın ve sayın yetkililerimizin ifade ettiği şekilde sosyal revizyonla düzeltilecekse, bunun, IMF'le özdeş olduğunu söylemek kolay bir şey olmasa gerekir.

Bir diğer faktör, -ana hatlarıyla söylemek gerekirse- rant aktarma mekanizmasını içeren bir program havasında olduğu söylendi. Aslında, programın genel çerçevesine bakıldığında; diğer bir ifadeyle, AK Partinin toplumdan aldığı yetkiyi nasıl kullanacağını ifade ettiğimiz, demokratik piyasa ekonomisi yaklaşımı, etik değerleri yüksek bir elit bürokrasiyi, etkin ve şeffaf malî ve finansal piyasaları, yaptırım, denetim ve düzenlemenin de etkin olduğu bir toplum hedefini vurguladığımız bir ortamda, rant ekonomisinden bahsetmenin gerçeklerle ilgisi olmadığı çok açıktır.

Finans sektörüne ağırlık verme konusuna gelince: Bunu oldukça yanlış yorumlamamak gerekir. Şöyle bir göstergeden bahsedebiliriz: Banka sektörünün aktiflerinin millî gelire oranına baktığınız zaman, bu, gelişmiş ya da bizimle benzer yapıda olan bir ülkeninkinden oldukça düşüktür ya da bir başka faktöre baktığınız zaman, M2 dediğimiz, bir para arzının millî gelire oranına baktığınızda ya da iç ve dışborçların millî gelire oranına baktığınızda, hâlâ bu oranlar gelişmekte olan ülke oranlarından oldukça düşükse, Türkiye'de finans sektörü ağırlıklı bir politika izleyen bir programdan bahsetmek gerçekten haksızlık olacaktır.

Dış yardımlar konusuna fazla ağırlık vermek ya da dış yardımlardan gelecek destekle Türk ekonomisinin sürdürülebilir büyümesinin devam edeceğini varsaymak, yine, program çerçevesinde ifade ettiğimiz, satır aralarında çok net şekilde vurguladığımız yabancı sermaye ile Türk özel sektörünün ekonomiye katılımını artırarak Türkiye'deki yatırım stokunu artıracağımız ifadesinin gözden kaçtığını göstermektedir.

Alternatif programın olmadığı konusu ise, diğer bir yanılgı. Bunun da temel nedeni, programın bir bütünsel yaklaşımla, yani, ekonomi politiği, mikro çerçevesi, makro çerçevesi ve yapısal reformlarla birlikte dikkatli şekilde gözlemlenmediğinin, yorumlanmadığının ve eleştirilmediğinin doğal bir sonucu olacaktır.

Rehabilitasyon ve restorasyon konusundaki kavram kargaşalığı konusunda ise -Sayın Çelik onu çok güzel ifade etti; siz burada yoktunuz ben onu tekrar etmek istemiyorum- söyleyecek fazla bir şey yok gibi gözüküyor.

Acil eylem planında nelerin gerçekleşip nelerin gerçekleşmediği daha önce -zannediyorum, 3 Martta Devlet Planlama Teşkilatının yayımladığı bir raporla- toplumla paylaşıldığı için, burada, o konuda demagoji yaparak "şunlar kesinleşmiştir, şunlar kesinleşmemiştir" ifadesini fazlalık buluyorum.

Bir diğer faktör, buradaki tartışmalarda, işin özünün temeli, ekonomik programın ya da Hükümet Programının felsefî arka planını ya da somut birtakım önerileri tartışmaksa, sık sık bütçeye referanslarda bulunarak daha sonraki görüşmeler konusunda tartışacağımız konuları gündeme getirmeyi de, Hükümet Programının yeteri kadar tarafınızdan ele alınmadığının bir göstergesi olarak değerlendirmek istiyorum.

Bir diğer faktör, çok teknik, çok akademik ve bir üniversite öğretim üyesinin ya da öğretim üyelerinin öğrencilerine konuyu takdim ederken dikkate aldığı fayda-maliyet analizinin yer alması, fakat, buna ilişkin somut detayların bulunmadığı gerçeğini ise şöyle düşünmenizi rica ediyorum ya da şöyle düşünürseniz olayı çözeriz diye düşünüyorum: Parti programlarının temel felsefesi -bir daha tekrar etmek gerekiyor- ilgili partinin ekonomiye bakış tarzıyla, yaklaşım stiliyle ve buradan hareketle, üretmeyi ya da uygulamayı düşündüğü makro politikaların genel dizaynıyla ilgiliyse,    fayda-maliyetin teknik detayını vermeyi, ancak ilgili bakanlıkların o konuda yapacağı olaylara veya kararlara yol göstermesi bakımından önemli bir referans diye görmek gerekir.

Programın ekonomiyle ilgili olan son kısmı ise, makro politikalar, mikro politikalar ve yapısal reformlardan sonra değişik özel alanlarda hükümetimizin neler yapmayı düşündüğünün belgesidir. Burada, tarımdan başlayıp sağlığa kadar giden, bazen bir paragraf bazen iki paragraf olan konular var; bu konularda da, temel referanslar, temel ifadeler ve temel yaklaşımlar, sadece, bu konularda hükümetimizin karar ve uygulama süreçlerinde dikkate almayı düşündüğü temel prensipler ve kriterler olarak ele alınmalıdır. Yoksa, burada, teker teker, hangi konuda hangi somut adımın ne şekilde ve hangi yöntemle atılacağını tartışmak, Programı, amacı dışında, farklı şekilde değerlendirmek olur.

Çevre ile Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi konusunu ise, iki bakanlıktan birinin iptal edildiği ya da ortadan kaldırıldığı değil, iki bakanlığın, devletin yeniden yapılandırılması çerçevesinde, bir bakanlık altında toplanması olarak algılamak gerekir.

Sayın Hocamızın vurguladığı bir diğer faktör -yine, akademik olarak kargaşa yaratan bir faktördür- arz yanlı politikalardır. Şimdi, çok açık ve çok net şunu söyleyebiliriz: Ekonomi yönetimlerinin, makro çerçevede olayları yönlendirirken veya şekillendirirken, bilinen üç tane politikası vardır; elbette, detayları tartışılabilir. Bunlar -burada da yazmışız çok net şekilde- para politikası, maliye politikası ve arz yönlü politikalardır.

Arz yönlü politikaların işçi ve işverenlerin, özellikle işçilerin hak ve menfaatlarını zedeleyen bir düzenleme içerdiği yaklaşımı, para ve maliye politikaların içeriğini oluşturmadan tartışılamayacak bir konudur. Diğer bir ifadeyle, hükümetimiz, para ve maliye politikalarıyla ekonominin genel dengelerini oluştururken, ortaya çıkan sorunları -hem işveren hem de işçi bakımından- eğer, ortaya çıktığı alanda düzenlemeye çalışacaksa, böyle bir yaklaşım geliştirmeyi düşünüyorsa, bunun da temel olduğu noktanın ya da tartışıldığı noktanın arz yanlı ekonomi olduğu açıktır.

Çevreci nükleer enerji kaynakları ya da çevrenin insan sağlığına zarar vermeden düzenlenmesi olgusu ise, tartışmaya hiç açık olmayan, çok net şekilde vurgulanmış, Türkiye'nin enerji ihtiyacının düzenlenmesi ve denetlenmesi sürecinde, eğer gerekiyorsa, olaya yaklaşım tarzını ortaya koyan oldukça açık ve net politikadır. Bunun, farklı şekilde yorumlanması, yeni bir kavram ya da literatür gibi takdim edilmesi -yine, bir önceki konuşmaya referans olarak söylüyorum- toplumumuzun bizi algıladığından farklı şekilde algılamaya kendinizi zorlamanızdan kaynaklanıyor diye düşünüyoruz.

Konuşmanın bir kısmında, özellikle bütçede yer alması gereken sağlık, eğitim ve kadın gibi konularda veya hanımlarla ilgili konularda sık sık referans verilmesi, bu Programın CHP Grubu tarafından ya da biraz daha farklı şekilde söyleyeyim, buraya çıkıp bu konuda görüş beyan eden sözcüler tarafından yeterince, etkin ve verimli şekilde değerlendirilmediğinin çok açık bir göstergesidir. Sosyal devlet anlayışını sık sık referans yapan bir metin varsa, demokratik piyasa ekonomisinden bahseden bir yaklaşım söz konusuysa, etkin ve verimli bir devletten bahsediliyorsa, etkin düzenleme, denetim ve yaptırımdan bahsediliyorsa, etkin ve şeffaf malî ve finansal piyasalardan bahsediliyorsa, bu üç veya beş faktörü bir araya topladığınız zaman, eleştirilerin, gerçeklerden yoksun, oldukça politik ve sadece muhalefet anlayışından kaynaklanmadığına, doğrusu, inanmak istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Özyürek, eğitimle ilgili yaptığı görüş ve açıklamalarda oldukça farklı bir noktayı gündeme getirdi; fakat, Programımızın 37 nci sayfasına bakıldığında, çok net vurgulanan bir kavram var; eğitimin temel amacı, tüm bireylerin yetkin ve yetenekli bir yapıda gelişmesine ve oluşmasına ya da eğitim almasına referans veriyorsa, bunun dışında farklı bir neden açıklamak ya da metinde belirtmediğimiz bir başka nedeni veya nedenleri gündeme getirmek, CHP'nin zihinsel arka planındaki oluşumların bir yansıması olacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu genel değerlendirmelerden sonra, partimizin, ekonomi yönetimiyle ilgili yanlış anlaşılmalara neden olmaması için, tekrar vurgulamam gereken bir ya da iki önemli konusu var. Bir tanesi şu: Daha önce uygulanan ekonomik programlar iki önemli sonucu ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri, ekonomik istikrar amacıyla uygulanan üç yıllık üç program, tam tersine, bir ekonomik kargaşa ortaya çıkardığı için, bunların sürekli revizyonu gerektiği için, buradaki tespitlerde, bu ekonomi yönetimlerinin ya da ekonominin mevcut durumu konusunda CHP'yle -ilave bir yorum ve kanaat gelmediğine göre- ortak düşündüğümüzü varsayıyorum.

İkinci nokta, iyi kurgulanmamış, bizim, parti programında çok net şekilde vurguladığımız, birtakım ilke, prensip ve kuralları içermeyen, reformlar, düzenlemeler ve politikalar istikrarı hedeflerken, istikrarsızlığı yarattığı kadar -çok teknik söylüyorum, yanlış anlaşılabilir- "doğal seleksiyon" dediğimiz farklı bir yapıyı da ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla, doğal seleksiyon süreci, Türk ekonomisinin, hem gücünü kaybetmesine neden olmakta hem de imkân ve kaynaklarının, farklı yerlerde, yanlış şekilde ve etkin olmayan bir yöntemle kullanılmasını doğurmaktadır.

AK Parti Hükümeti, acil çözümün köklü çözüm olduğuna inanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, sorunun esasını tespit etmeden, bu konuda ortak bir konsensüs oluşturmadan, palyatif tedbirlerin, acil bile olsa, köklü çözüm olmayacağı inancındadır. Bu, son üç aylık dönemde, hem acil eylem planlarına yansıyan hem de kısmen Plan ve Bütçe Komisyonundan ya da diğer komisyonlardan geçtikten sonra Yüce Meclise sevk edilen yasaların önemli kısmında yatan temel gerçektir.

Son olarak şunu vurgulamak istiyorum: Ekonominin şu anda bulunduğu durumun en kritik göstergesi şu şekilde ifade edilebilir: Türkiye'de yaşayan ekonomik birimler, sahip oldukları imkân ve kaynakları parasal bakımdan tasarruf etmeyi düşündüklerinde ya da finansal aktiflerini yapılandırmak istediklerinde şöyle bir sonuçla karşı karşıyalar: Bankalardaki mevduatın önemli kısmının dövizli olması ve dövizli mevduatın da Türkiye koşullarında oldukça düşük şekilde faizle tutulması, programların ısrarla vurguladığı TL'ye güven konusunda, daha önceki dönemlerden gelen birtakım alışkanlıkların devam ettiğini gösteriyor. Yani, ekonomi yönetimi ya da ekonomi birimleri arasında, geçmiş yıllardan gelen, fakat, henüz çözümlenemeyen bir güven sorununun olduğu da açıktır. İşte, AK Partinin hem siyasî hem de ekonomik programında sürekli vurguladığı, ekonomik birimlerin kaybettiği güveni onlara tekrar sağlamak ve hükümetlerin ya da siyasal yapının kredibilitesini artırmak, bütün programların zihinsel arka planını şekillendiren ve onlara yön veren temel bir argümandır ve temel bir göstergedir.

Sözlerime şu şekilde son vermek istiyorum: Programın kafasının karışık olmadığı, eklektik olmadığı ya da farklı şekilde kurgulanmış bir zihinsel arka plana sahip olmadığı, üç faktöre bakıldığında, kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Ekonomiyle ilgili programın birinci bölümü, genel felsefî arka planla ilgilidir; yani, ekonomi politiğimizin yaklaşım tarzı ve stiliyle ilgilidir. Ondan sonra gelen bölüm, yapısal reformlara bakış tarzımızla ilgilidir. Bu ikisinden sonra oluşturduğumuz genel çerçeve; makro politikalarda neyi yapmak istiyoruz, olaya nasıl bakıyoruz, bu politikaların mikro çerçeveye yansıması nasıldır ve nerelerde somutlaşacaktır ve son olarak da, bu iki ya da üç genel yaklaşımdan sonra, ekonominin ilgili bakanlıklarında ortaya çıkacak düzenleme, denetleme ve uygulama süreçlerinde temel kriterlerimizin, temel yaklaşımımızın neler olduğundan ibarettir.

Bu sözlerimle, bu değerlendirmelerimle hem yüce halkımızın hem de Yüce Meclisimizin, özellikle de CHP sözcülerinin, programı bu şekilde, bu açıdan bir daha gözden geçirmelerini rica ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ekren, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Hükümet Programı üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar son bulmuştur.

Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin, Başkanlığımıza bir müracaatta bulunmaktadır: "Şahsıma yönelik hakaret içeren beyan nedeniyle, İçtüzük hükümleri doğrultusunda söz talebinde bulunuyorum."

Değerli arkadaşlar, biraz evvel, Sayın Haluk Koç'un konuşması sırasında Sayın Tekin'e atfen söylediği sözlerle ilgili tutanakları getirttim. Aynen okuyorum:

"Haluk Koç (Devamla) - Hanımefendi, bakın, bunu söylemeyecektim; ama, siz istediniz. Siz, Adalet ve Kalkınma Partisinin vitrininde bir dolgu malzemesi olduğunuzu unutmayın lütfen.

Başkan - Sayın Koç, Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin Hanımefendiye 'siz, bu partide bir dolgu malzemesisiniz' sözünü sarf ettiniz. Bu söz fevkalade yanlıştır; lütfen, sözünüzü geri alın.

Haluk Koç (Devamla) - Sayın Başkan...

Başkan - Bu, çok küçültücü bir ifadedir; lütfen, sözünüzü geri alın ve özür dileyin.

Haluk Koç (Devamla) - O anlamda ifade etmedim, onun ifadesi çok açıktır.

Başkan - Lütfen, sözünüzü geri alın, özür dileyin.

Haluk Koç (Devamla) - Söylediğim anlamın dışında bir algılama olduysa özür dilerim."

Devam ediyor; ama, bu konu burada kesilmiş.

Sayın Koç, Sayın Zeynep Tekin Hanımefendiye atfen söylediğiniz söz çok açık; ancak, özür dileme anlamında kullandığınız cümle, hiçbir şekilde, özür dilemeyi kapsamıyor.

Dolayısıyla, Sayın Ayhan Zeynep Tekin, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre konuşabilirsiniz; ancak, lütfen, yeni bir sataşmaya ve tartışmaya vermeden; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin’in, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’un şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bu kürsüye, ülkem adına, bir inşaat mühendisi olarak, yaptığımız projelerle ilgili; Bayındırlık Komisyonunun bir üyesi olarak, yaptığımız çalışmalarla ilgili bir şeyler anlatmak için çıkmayı tasarlıyor, düşünüyordum. Bugün, çok talihsiz bir konuyla burada olmaktan da ayrıca üzüntü duyuyorum.

Şunu belirtmekte de fayda görüyorum: Ben, AK Parti milletvekili olarak yola çıktığımda, gerçekten, ülkesine ve ülke insanına sevdalı olduğu gibi, son derece beyefendi ve centilmen olan bir Başbakanla, Genel Başkanla yola çıkmıştım. Bugün, onun onurunu, katlanmış bir şekilde taşıyorum ve yaşadığım müddetçe de taşıyacağım; bunun böyle bilinmesini istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri; CHP adına konuşan, diksiyonuyla, kıyafetiyle, akademik kariyeriyle çağdaş görüntü veren, Atatürk'ün kurduğu bir partinin Grup Başkanvekili Beyefendi, şahsımda, tüm Türk kadınına hakaret etmiştir. Bu tavır çok talihsiz olmuş; bizi izleyen Türk Milleti üzerinde olumlu mesaj verdiğini zannetme yanılgısına düşmüş, tüm Türk kadınlarını incittiğini, onurunu kırdığını fark etmemiştir Sayın Koç.

Ben, Partimin içinde, tüm kadınların onurunu temsil ediyorum; Gevher Nesibeleri, Nene Hatunları, Kara Fatmaları temsil ediyorum, Çanakkale cephesine evlatlarını gözünü kırpmadan yollayan, "ölürsen şehit ol" diye peşinden dualar eden "kalırsan gazi ol" diyen anaların temsilcisiyim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ben, hiçbir CHP'li bayan milletvekiline ve Sayın Koç'un eşine "dolgu malzemesi" sözcüğünü kullanamayacak kadar terbiyeliyim (AK Parti sıralarından alkışlar) ve böyle bir değerlendirme yapmayı kesinlikle düşünmüyorum. Bu durumu, Partim, kadın seçmenlerim ve tüm kadınlar adına esefle kınıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Koç'un, açıkça, mertçe, dolambaçlı kelimeler kullanmadan özür dileme nezaketini ve cesaretini göstermesini bekliyor, tekrar saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Tekin, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Malatya Milletvekili Sayın Münir Erkal'ın bir talebi var: "İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, Sayın Haluk Koç'un "gölge Başbakan" ifadesine cevap olarak, kısa bir söz istiyorum" diyorlar. Böyle bir söz verme imkânım yok. Kaldı ki, Sayın Ömer Çelik, bu konuda cevap verdi ve bu, hükümeti ilgilendiren bir konudur, hükümet adına da konuşma yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Elazığ Milletvekili ve Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar, bir yazılı müracaatta bulundular. "Sayın Ömer Çelik konuşmasında 'bugüne kadar siyasette var olmuş ve hizmet üretmiş partilerin, rant dağıtmanın dışında fonksiyonu olmamıştır' demekle, bu partileri ve onlara oy vermiş milyonları rencide etmiştir. Cevap hakkı konusunda delaletlerinizi arz ederim." diyor.

Tutanakları getirttim, tutanaktan okuyacağım; Ömer Çelik, konuşmasının bir yerinde "...bunun karşısında kendisini merkezde konumlandıran bazı partiler vardır, bu partilerin de özelliği şudur: 3 Kasım Seçimlerinden önce, bunlar siyasî şirket gibi örgütlenmiş partilerdi, herhangi bir ideolojileri yok, herhangi bir felsefeleri yok, herhangi bir omurgaları yok, sadece iktidara gelmek ve yandaşlarına rant dağıtmak üzere örgütlenmiş partilerdi bunlar" ve bir yerinde "3 Kasım Seçimlerinden partimizin çıkmasıyla birlikte, topluma ideoloji dayatan siyasî cemaatler de, topluma rant dağıtmak üzere örgütlenmiş siyasî cemaatler de son bulmuştur. Artık, AK Parti dönemi açılmıştır" diyor.

Sayın milletvekilleri, Sayın Ağar'ın talebi kendi şahsıyla ilgili olmamakla birlikte, tutanaklardan da okuduğum kadarıyla, gerçekten, bugüne kadar siyasette bulunmuş tüm partileri itham edici cümleler olarak kabul ediyorum ve bu konuda açıklama yapmak üzere Sayın Ağar'a söz vereceğim.

Sayın milletvekilleri, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde 3 parti temsil ediliyor. Parlamento dışında kalmış partiler var ve bugüne kadar, şu kadar yıllık siyasî hayatımızda görev yapmış, faaliyette bulunmuş siyasî partiler var. Onların hepsinin manevî şahıslarını elbette korumamız ve bunlara yönelik konuşmalarımızda, onları rencide edici bir üslup kullanmamamız gerekir. Ben böyle takdir ediyorum.

Sayın Ağar, buyurun lütfen.

2. - Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, AK Parti Grubu adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik’in, 3 Kasım seçimlerinden önce TBMM’de görev alan siyasî partilere ilişkin sözleri nedeniyle konuşması

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ)- Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Başkanım, hassasiyetinizden dolayı teşekkürlerimi arz etmek isterim. Eğer müsaadeniz olursa, bir başka konuya da küçük bir şekilde değinerek geçmek istiyorum.

Malumunuz olduğu üzere, milyonlarca oya sahip olarak, Doğru Yol Partimizi 3 mensubumuzla Parlamentoda temsil ediyoruz; ancak, İçtüzüğün amir hükümleri gereğince, toplumumuzu temelden ilgilendiren bütçe, hükümet programı veya sair önemli konularda, zamanında müracaat etmemize rağmen, şahsı adına konuşma imkânı bulamıyoruz; bazı İçtüzük tekniğinden ötürü konuşma imkânımız olmuyor.

Sizin demokrasi üzerindeki hassasiyetinizi yakinen takip ettiğimiz ve bildiğimiz üzere, ileride muhtemel İçtüzük değişikliklerinde bu meselenin göz önünde bulundurulması ile bu süreç zarfında bir teamülün yaratılması konusunu yüksek dikkatlerinize sunmak istiyorum. Hiç olmazsa, şahıs adına konuşmalarda partimize imkân tanınması konusunda bir teamülün yaratılmasını sizin ve değerli başkanvekillerimizin yüksek dikkatlerine sunmak arzusundayım; onu arz ediyorum.

Ben, Sayın Çelik'in, böyle bir amaçla bu sözleri sarf etmediğine inanıyorum. Zannediyorum ki, zabıtların tetkikinden sonra, belki bana fırsat kalmaksızın, kendisinin böyle bir düzeltmeyi yapacağına da inanıyorum, inanmak istiyorum; ancak, hepimizin bildiği gibi, 1946'dan bu yana -çokpartili hayata geçtiğimiz dönemden bu yana- geçen elliyedi yıllık zaman süreci içerisine bakıldığında, 1960'daki gibi, 1980'deki gibi müdahalelerle de kesintiye uğramasına rağmen, büyük bir inançla, imanla, davasına, milletin meselesine sahip çıkan bir büyük geçmişi inkârla, bu Parlamentoda, bugün layıkıyla görev yapılmayacağı, hepinizin yüksek takdirlerindedir.

1946'dan sonra, İkinci Cumhurbaşkanı merhum İnönü, Üçüncü Cumhurbaşkanı merhum Bayar'ın Temmuz Beyannamesiyle başlattıkları çokpartili hayata geçişteki sağlam adımlar...

Daha sonrasında, 1950 seçimleriyle "Yeter! Söz Milletindir" gibi bir demokratik itirazın sahibi olarak partisini iktidara taşıyan merhum Menderes ve gerçek anlamda, milletin, devlet ve siyaset hayatında söz sahibi olması ve milletin insanca yaşaması için, çok eseri, birçok eseri ortaya çıkarmış bir Demokrat Parti İktidarını görmezden gelebilmek, herhalde mümkün olmayacaktır.

Daha sonrasında ve öncesinde kurulmuş partiler, daha sonrasında, 1965'le beraber iktidara gelen Adalet Partisi, çok zor bir millî bakiye sistemine rağmen, tek başına milletin teveccühünü kazanarak gelmiş ve tıpkı Demokrat Parti iktidarında olduğu gibi, Türkiye'nin her tarafını barajlarla, yollarla, sağlık, eğitim tesisleriyle, tütün fabrikalarıyla, Türkiye'de hepimizin bildiği yüksek kalkınma hızı ve düşük enflasyonun, hâlâ, bugün bile yüzdelerinin yakalanmadığı bir ekonomik süreç geçmiştir ve daha sonrasında, ana hatlarıyla, tek başına iktidarlar olarak söyleyeceğimiz, merhum Özal'ın 1983'te iktidara partisini taşımasıyla Türkiye'nin dış dünyaya açılması ve Türkiye'nin modernizmiyle ilgili birçok eserleri geride bıraktığı ortadadır.

Bütün bunların yanında, zaman zaman iktidar ortağı olarak Parlamentoda görev yapmış Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, elbette ki, cumhuriyetimizin en eski partisi Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte memlekete, millete, her türlü riski, sıkıntıyı gözönüne alarak, bir haysiyet ve namus timsali olarak siyasî tarihimize, devlet tarihimize geçmiş insanların bu büyük siyasî faaliyetlerini yok farz ederek, bir rant dağıtma biçiminde tarif etmenin, bu Parlamento çatısı altında olan hiç kimseye yaraşmayacağı açık bir gerçektir.

Ben bunu bu şekliyle düzeltmeyi, tarihî bir görev addettim; Sayın Başkanıma bu hassasiyetlerinden ötürü şükranlarımı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, CHP ve bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ağar, çok teşekkür ederim.

Sayın Koç, bir talebiniz var; ancak, sizin, tutanaktan okuduğum sözlerinize 69 uncu madde delaletiyle, Sayın Tekin cevap verdiler, size tekrar söz verme imkânım yok.

Saat 16.50'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 16.38


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.50

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 52 nci Birleşimininin İkinci Oturumunu açıyorum.

Hükümet Programı üzerinde müzakerelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. - HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)

1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programının görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN - Gruplar adına konuşmalar tamamlandı; şimdi, şahısları adına söz  alan sayın milletvekillerine söz vereceğim.

Şahsı adına Konya Milletvekili Sayın Ahmet Işık; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Işık, süreniz 10 dakikadır.

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 59 uncu Hükümet Programı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Meclisin çok anlamlı bu kürsüsünden, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle anıyor, fikirlerinin her dönemde yeniden yorumlanıp, ülkemize aydınlık ufuklar açmasını temenni ediyorum.

59 uncu hükümet kabinesinde yer almış olan -Sayın Başbakan başta olmak üzere- her bir üyeyi tebrik ediyor ve başarılar diliyorum. Daha da demokratikleşme sürecinde, desteklerinden dolayı, Sayın Deniz Baykal başta olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekillerine teşekkürlerimi sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Aynı şekilde, destek vermiş olan bağımsız milletvekili arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi platformunun istikrarlı ve kararlı yürüyüşünde, 9 Mart 2003 tarihiyle birlikte, bir adım daha atmanın mutluluğu ve huzuru içerisindeyiz. Benimsenen ve izlenen yolun kuvvet ve sağlamlığını, neticenin ise yüceliğini biliyoruz.

Seçimler, siyasal iktidarların güven tazelemesi ya da başkaca siyasal iktidara yönetme hakkı veren demokratik tercihlerdir. Bu demokratik tercihlerle iktidara gelen siyasî parti ya da partilerin hüsnükabul görmesi, sadece o partiyi sandıkta tercih edenler değil, tercihini başkaca kullanmışlar tarafından da toplumsal destek görmeye başladığında, siyasal iktidarlar icraatlarını çok daha etkin ve kararlı bir şekilde uygulama şanslarını elde ederler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada iktisadî kalkınmalar başta olmak üzere, demokratik ve teknolojik büyük değişimler yaşanırken, üzülerek ifade ediyorum ki, Türkiye, büyük oranda zaman kaybetmiştir. Artık, Türkiye'nin, bugünü ve yarınıyla ilgili kaybedecek hiçbir zamanı kalmamıştır. 59 uncu hükümetle -58 inci hükümette olduğu gibi- umutlar umulana dönüşmekte, hayaller gerçekleşmeye, yüzler gülmeye, toplumsal destek ve güven hissi günbegün artmaya başlamıştır. 59 uncu hükümetin yapacağı tarihî mücadele, şekli anlamıyla hükümet olma mücadelesi değil, milletimizin vermiş olduğu emaneti hakkıyla yerine getirme mücadelesi olacaktır.

AK Partinin ve 59 uncu hükümetin siyasetteki varlık nedeni, hukuk merkezli, demokratik açılımlı, birey eksenli, kalkınmacı; ülkesiyle, milletiyle bölünmez bütünlükçü; Atatürk'ün tarihî söylemiyle ifade ettiği "Yurtta sulh,cihanda sulh" prensibiyle siyaset yapmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu Hükümet Programında, ekonomik istikrarın sağlandığı, rekabetçi bir piyasa yapısının oluşturulduğu, sürdürülebilir bir kalkınma ortamının yakalandığı ve ekonomik refahın nimetlerini adaletle dağıtan, yoksulluk ve yolsuzlukla etkili bir şekilde mücadele edilen, merkeziyetçi ve hantal yapıların aşılması; toplumsal denetim ve katılımın artırılması; kırtasiyecilik, şekilcilik ve verimsizliğin azaltılması; örgütsel büyüme ve hantallığın giderilmesi; kayırmacılığın ve yozlaşmanın önlenmesi öngörülmüştür.

Ekonomik büyümeyi yeniden başlatmak, fakirlik ve işsizliğin azaltılması, evrensel kurallar, çağdaş standartlar ve etkin uygulama anlamında devleti ve kurumları görev, yetki ve sorumluluk açısından yeniden yapılandırmak ve şekillendirmek; bürokrasiyi azaltmak, yolsuzluk ve suç işleme eğilimini engelleyici düzenlemeler yapmak; bölgesel ekonomik güç ve bölgesel finans merkezi olma imkânını sağlayacak ortamı hazırlamak; insanlarımızın barış ve refah içinde özgürce yaşadığı, çağdaş dünyayla bütünleşmiş, farklılıkların, çatışma unsuru olarak değil, zenginlik kaynağı olarak görüldüğü, itibarlı, demokratik, dinamik bir millet iradesinin hayata geçirileceğinin vurgusu kararlı bir şekilde programda yer almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokratik ülkelerdeki hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel ve örgütlü olarak hak ve özgürlüklerin kullanılması ve idarenin hukuka bağlılığının sağlanmasını 59 uncu Hükümet temel değerler olarak görmekte ve AK Parti, bunun, hükümet etme mantığının olmazsa olmazları olarak nitelendirmektedir.

Programda, yürürlükteki Anayasa yerine, katılımcı ve özgürlükçü yeni bir anayasanın hazırlanacağı; yeni anayasanın, güçlü bir toplumsal meşruiyete sahip, başta Avrupa Birliği olmak üzere, uluslararası normlara uygun, birey hak ve özgürlüklerini üstün tutan, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi esas alan demokratik hukuk devleti anlayışını taşıyacağı, şiddet, baskı ve suçtan arınmış, özgürlüklerin nimetlerinden yararlanan ve korkunun olmadığı bir barış toplumu haline gelmek hedeflenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti İkinci Hükümet Programında, hukukun üstünlüğü içinde, devletin, topluma ve bireylere, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep aidiyeti gibi sebeplerle ayrım gözetmeyi reddederek, insan haklarının evrensel düzeye çıkarıldığı ve kullanıldığı, hukukun üstünlüğünün gerçekleştirildiği ve demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği hukuk sistemini oluşturmak için düzenlemeler öngörülmektedir. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi ve yönetimde etkinlik ilkeleri doğrultusunda, yerel yönetim reformunun gerçekleştirileceğine vurgu yapılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukukun üstünlüğüne bağlılık, devletin meşruluğunu da güçlü ve etkin kılar. Yönetimin şeffaf olduğu, yönetilenlerin yönetenlere duyduğu güven ve tolerans, insanların iktisadî kalkınmasına ve devletin adil ve adaletli otoritesine katkı sağlar. Siyasal iktidarlar, kaynağını demokrasiden aldığı, iktidarda bulunanların ise hukuka dayandığı demokratik hukuk devletinde, insanların temel hak ve hürriyetleri ideal anlamda güvence altında demektir.

Demokratik hukuk devletinde, siyasal iktidardakiler, hukuku referans almaları durumunda, hukuk devleti idealini gerçekleştirmiş olurlar. Hukuk devletinde, devletin tarafsızlığı teminat altındadır. Yönetenler, yönetilenlere karşı keyfîlik içerisinde olamazlar, herkes hukuk önünde eşittir. Hiç kimse ayrıcalıklı olmadığı gibi, haksızlığa da uğratılamazlar. Devlet merkezli bir siyaset değil, insan merkezli bir siyaset esastır. Anayasanın ruhunda ve lafzında mündemiç olan temel hak ve hürriyetlerin kullanılması hiçbir şekilde baskı altına alınmamalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, hakkın özgürce yerine getirilmesinden ziyade, insan onuruyla da ilintilidir. Temel hak ve hürriyetler, demokrasinin olmazsa var olmazlarındandır. İdeal demokrasi anlayışının temel hak ve hürriyetlere bakış açısı, birey merkezlidir; esas değer, insandır ve insan, anlamlıdır.

Değerli milletvekilleri, 59 uncu hükümet, özü itibariyle, programında, önceyi kavramış, anı anlamış, değişmeyen bilimsel doğrular ile değişen zamanın gücünü kavrayarak çağın nabzını tutup, geleceği yakalamaya çalışmıştır.

Bu programın, ülkemize ve milletimize hayırlı olması temennisiyle, sizleri tekrar saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Işık, teşekkür ederim.

Şimdi, hükümet söz istemektedir.

Hükümet adına, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek; buyurun efendim. (Alkışlar)

Sayın Çiçek, süreniz 60 dakika.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 59 uncu Cumhuriyet Hükümetinin Programıyla ilgili olarak, burada dile getirilen hususlara cevap vermek üzere, huzurunuzdayım. Şahsım ve hükümetim adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Parlamento çalışmalarımız içerisinde söylediğimiz her söz, yaptığımız her çalışma, muhakkak ki, önemlidir; ama, bunlar içerisinde üç metin var ki, bunların ayrı bir değeri var, ayrı bir yeri var siyasî hayatımız bakımından. Onlardan bir tanesi, kalkınma planlarıdır. Kalkınma planları, aslında, devletin, siyaset yapanların gelecekle ilgili stratejileridir; önümüzdeki beş yıla dünya ölçeğinde, Türkiye ölçeğinde nasıl baktıklarını, Türkiye'yi nereye getirmek istediklerini ortaya koyan hedef metinlerdir; bu bakımdan önemlidir.

En az onun kadar önemli olan iki metin daha var. Bunların başında da, hükümet programı geliyor. Aslında, hükümet programları, bir siyasî heyetin, ülkenin sorunlarına nasıl yaklaştığını, hayatı nasıl anladığını, sorunlara getirdiği çözümleri, işbaşında kaldığı sürece, bu ülkeye vaat ettikleri hususları, hedefleri, çerçeveleri ortaya koyan metinlerdir. Onun için, fevkalade önemlidir. Bu önemi sebebiyledir ki, bu metinler üzerinde, hükümet programları üzerinde yapılan müzakereler de o derece önemlidir. Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına burada dile getirilen görüşleri, gerçekten dinledim; yalnız sol kulağımızla değil, sağ kulağımızla da dinledik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hatta, olmadı, can kulağımızla dinlemeye çalıştık; ama, samimî olarak bir şeyi itiraf etmek durumundayım. Ben, Cumhuriyet Halk Partisinin konuşmalarını ilgiyle takip eden bir insanım. Özellikle, siyasî hayata girdiğim günden beri de fevkalade önemliydi; ama, itiraf etmeliyim ki, bugünkü konuşma kadar light bir konuşma dinlemedim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buna bozulabilirsiniz, buna tepki verebilirsiniz; ama, emin olun, çıktıktan sonra diyeceksiniz ki, hakikaten, bugünkü konuşmanın kalorisi yoktu; çünkü, bir hükümet programıyla ilgili bir şey söylüyorsanız, bizim yanlışımızı söylerken kendi doğrularınızı da ortaya koymak mecburiyetindesiniz; çünkü, siyaset anlayışı bunu gerektirir, kaliteli siyaset de bunu gerektirir. Öbür türlüsü geçmişte çok denendi; Türkiye bir yere gelmedi.

Şimdi, iktidarın görevi doğruyu yapmaktır. Muhalefetin görevi de yanlışı yaptırmamaktır. Yanlışı yaptırmamak için, doğruyu söyleyen kadar doğruyu bilmek gerekir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, üç kişi, üç değerli hatip, burada konuşma yaptı; acaba, doğru adına ne söyledi ya da bizim bu programımızda nerede yanlış var onları söyledi. Muhalefet, her şeye olumsuz bakmak değildir. Hele hele, günümüz anlayışında, Avrupaî anlamda -şimdi, hep Avrupa Birliğine de gireceğiz diyoruz ya- muhalefet, kendi doğrularını da yanlışla birlikte ortaya koyup, topluma bir mukayese imkânı vermektir.

Şimdi, bizim programımızdaki bazı konularla ilgili cümlelerimizi yeterli bulmadılar, ayırdığımız sayfayı yeterli bulmadılar; bu da çok doğru bir anlayış değil. Bir konuya verdiğiniz önem, sayfa adediyle, satır adediyle sınırlı değildir. Eğer, oraya doğru şeyleri yazdıysanız, bir tek cümle bile sizin niyetinizi, o konuyla ilgili çerçevenizi ortaya koymaya yeter. Desem ki "adalet mülkün temelidir"; buna ilave edecek, fazlaca bir şey söylemeye gerek var mı?

Şimdi, eğer meseleye o ölçekten baktığımızda, bu programda tarımla ilgili birkısım sayfalar vardı, sanayiyle ilgili düşüncelerimiz vardı; çevreyle ilgili, kentleşmeyle ilgili, konutla ilgili, demokrasiyle ilgili, özgürlükle ilgili... bunların hiçbirisi Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendirmiyor mu? Cumhuriyet Halk Partisi bu konularla ilgili hiçbir şey söylemedi. Acaba söylememiş olmaları, zımnen, bizim bu söylediklerimizin doğru olduğu anlamına mı geliyor, böyle bir lisanı hal ile itiraf mı etmiş oluyorsunuz?

Evet, eğer sayfa adedine ya da bazı şeylerin konuşulup konuşulmamasına bakıyorsanız, o takdirde Cumhuriyet Halk Partisi, demek ki, sadece iki üç konu üzerinde siyaset yapan, onun dışındaki toplumsal sorunlarla, toplumun diğer kesimleriyle ilgisi, alakası olmayan bir parti konumuna düşmüş olur. Bunu da, doğrusu, Cumhuriyet Halk Partisine yakıştıramam.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, burada, yadırgadığım bir husus var. Bunu, lütfen, bundan sonra yapmamış olmamız gerekir diye düşünüyorum, hukuka ve kanuna saygılı bir insan olarak. Bir partinin ismi evvela tüzüğünde yazar, hem ismi yazar, hem kısaltılmış şekli yazar. Bu tüzük götürülür, İçişleri Bakanlığına verilir. Bu tüzükte, aynı zamanda, İçişleri Bakanlığına verdiğimiz metinlerde, partinin amblemi de vardır. Sonra, Cumhuriyet Başsavcılığına gider bu metinler. Sonra, seçim zamanlarında Yüksek Seçim Kurulu bu metinleri, bu bilgileri alır, oy pusulalarına basar ve vatandaş, o isme göre bu partiyi tanımlar. Şimdi, nedense bir süreden beri bir söylem haline geldi. Biz, tüzüğümüzde "Adalet ve Kalkınma Partisi", kısaltılmış isim olarak "AK Parti" diyoruz. Sonra, verdiğimiz metinlerde bu böyle, resmî metinlerde de bu böyle; ama, nedense, bir "ak" düşmanlığı mı vardır onu bilemiyorum ya da "ak" kelimesinden bir rahatsızlık mı var onu anlayamıyorum. Bizim ismimiz "AK Partidir". Siyasî kimliğimiz, siyasî metinler bunu gerektirdiği halde, "AKP" denmeye devam ediliyor.

Buradan iki anlam çıkar: Birincisi, ak düşmanlığından kaynaklanır. Biz, gerçekten bir ak partiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Milletimiz bizi ak parti olarak gördü ve anamızın ak sütü kadar helal reyleriyle biz buraya geldik. Biz, milletin partisiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Millet bize "AK Parti" diyorsa, bu çatı altındaki herkes, bizi böyle telaffuz etmeye, böyle anmaya mecburdur. Bu, hukukun gereğidir, yasalara saygının gereğidir.

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Hükümet Programı üzerinde konuş, partiyi anlatma...

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Aksi varit olursa, hepimizin kimlik cüzdanı var, orada ismimiz yazıyor. Şimdi, ben, ismi Mustafa olan birisine "Muso" desem yakışık alır mı, bu doğru olur mu, bu siyasî nezakete sığar mı?! Gelin, bu neviden nitelemelerden vazgeçelim; çünkü, benim anlayabildiğim kadarıyla, şu bir saatlik konuşma içerisinde iki kavrama karşı bir tepki var: Bir "ak" kavramına tepki var, öyle anlıyorum; bir de "muhafazakârlık" kavramına bir tepki var. Şimdi, bunların ikisinden de başka türlü bir anlam çıkarmaya gerek yok. Muhafazakâr parti, toplumun değerlerini benimseyen, toplumu önemseyen, toplumun mukaddeslerini yücelten, baştacı eden ve bizi biz yapan değerlere asgarîden saygıyı ifade eden bir kavramı ifade eder. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bundan rahatsız olmaya gerek yok, bunun içini başka anlamlar yükleyerek doldurmaya da gerek yoktur. Eğer bu toplum muhafazakâr olmasaydı, bunca yaşadığı sıkıntılara ve bunca şoklara rağmen, bugün huzur ve barış içerisindeki bir Türkiye'yi tesis etmek mümkün olmazdı, bu ülke, kargaşadan, anarşiden, terörden başını bir türlü alamazdı. Bunca sıkıntılara ve olumsuz göstergelere rağmen, halen demokrasi yaşıyorsa, halen biz siyaset yapabiliyorsak ve insanlarımız kanuna, hukuka, devlet otoritesine saygı gösteriyorsa, bunun birinci ayağı, muhafazakâr bir toplum olmasından kaynaklanıyor. Onun için, bu neviden kavramları, siyasette başka anlamlara çekmeye gerek yok; yerli yerine oturtmak ve siyaseti doğru tavsif etmek lazım gelir.

Değerli arkadaşlarım, biz, ne yapmak istediğimizi, evvela, 3 Kasım seçimlerine giderken seçim beyannamemizde söyledik; başka partiler de söyledi. O yetmedi, 58 inci Hükümet Programında söyledik, Acil Eylem Planımızda söyledik ve şimdi 59 uncu Hükümet Programımızda söylüyoruz. Bizim bu söylediklerimiz içerisinde, başka anlam çıkarmayı gerektirecek ve bunun üzerinden birilerinin kafasına soru işareti sokmamızı mümkün kılacak en ufak bir şey olduğu kanaatinde değilim.

Şimdi, gölge taşlanarak siyaset yapılamaz. Gelin, siyaset adına gölge taşlamayalım; çünkü, geçmişte bu gölgeler taşlandı, yarım yamalak gazete malumatları üzerine siyasî demeçler verildi, bunlar üzerinde bu memlekette kavga yapıldı, gürültü çıkarıldı, kamplaşmalar oldu, kutuplaşmalar oldu; Türkiye'nin geldiği nokta da burasıdır.

Ha, bir şey daha söyleyeyim: Hiçbir parti, diğer partinin meşruiyetini test etme kantarı da değildir. Bunun altını da özellikle çizerim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer, bir partiye birileri meşruiyet tanıyacaksa, o, milletin ta kendisidir, anayasasıdır. Biz de, bu memlekette siyaset yapan her parti kadar Anayasaya bağlı, Anayasadaki devletin niteliklerine bağlı ve millet tarafından da aklanmış, millet tarafından tescil edilmiş bir partiyiz. Dolayısıyla, rejimle ilgili, laiklikle ilgili meselelerde bir başka partiden cevaz alacak noktada değiliz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer metin okunmuş olsaydı, bu, çok açık olarak da ortaya çıkacaktı. Kaldı ki, biz, 58 inci Hükümet Programında da, Acil Eylem Planımızda da, Anayasa değişikliği yapacağımızı söylemişiz. Türkiye'de bunu söylemeyen parti var mı?! Bu Anayasayı yapanlar bile belli bir süre sonra, "ben bu Anayasanın kefiliyim, bunda delik açtırmam" diyenler dahi, aradan on sene geçtikten sonra, Anayasanın eskidiğini kabul etmiş, değişmesinin lazım geldiğini ifade etmiştir. Onun içindir ki, hiçbir parti gösterilemez ki, seçim beyannamelerinde, seçim meydanlarında bu Anayasanın eskidiğini söylemiş olmasın, bu Anayasanın topluma dar geldiğini söylemiş olmasın.

Biz, şimdi burada ne diyoruz; "Artık, ülkemize dar gelen yürürlükteki Anayasa yerine, katılımcı ve özgürlükçü yeni bir anayasayı hazırlayacağız. Bu anayasanın hazırlanmasında, kendi fikirlerimiz kadar, muhalefet partilerinin ve tüm toplumsal kesimlerin katılımını en etkin biçimde sağlama çabası içinde olmaya söz veriyoruz" diyoruz. Şimdi, "hava bulutlu" dan "bana niye ördek dedin" mantığını bırakmanın zamanı gelmedi mi hâlâ?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Gelmedi mi?.. Leblebiden nem kapmanın ne anlamı var?

Bu Anayasanın dar geldiğini herkes kabul ediyorsa, her parti söylüyorsa ve millet de bunu böyle anlıyorsa, o Anayasayı değiştireceğiz; kiminle, sizlerle beraber değiştireceğiz. Teşekkür ederim, birinci paket sırasında, hakikaten çok anlamlı, çok önemli bir katkı sağladınız. Ben ve arkadaşlarım, sadece bu kürsülerde değil, her platformda, bu katkınızı şükranla ifade etmeye çalıştık. Bu değişikliği sizlerle beraber yapacağız. Kaldı ki, bu Mecliste bunun geleneği de teşekkül etti. Uzlaşma Komisyonu kuruluyor. O komisyon da, partilerin Meclisteki dağılımına bakmaksızın, sandalye sayısına bakmaksızın, eşit üyelerden teşekkül ediyor ve bu metinler oybirliğiyle hazırlanıyor. Dolayısıyla, yöntemi belli. Herkesin şikâyet ettiği bir Anayasa ve diyoruz ki: "Özgürlükçü bir anayasaya Türkiye'nin ihtiyacı var."

Değerli arkadaşlarım, siyaset yaptığımız dönem, 2003. Artık, yasakçı dönem geride kaldı. Eskiden, yasakçılığı bir siyaset üslubu, bir siyaset modeli haline getirmiş dönemler oldu bu ülkede, böyle partilerimiz de oldu; ama, bunlar geride kaldı. "Yeter, söz milletindir" denildi ve millet, bu yasakçılığı sandıkta ortadan kaldırdı. Kaldı ki, yasakçılığın en organize olduğu, en sistematize olduğu rejimler, bugün, tarihten silindi. Eğer, yasakçılık bir ülkeyi bir yere getirebilseydi, Saddam rejiminde Irak bir yere gelebilirdi.

Meseleleri, oturup, doğru anlamak lazım. Özgürlüklerden korkmaya gerek yok. Milletimize güvenmemiz lazım, insanlarımıza güvenmemiz lazım. Artık "millet bir şeyden anlamaz" deyip, tepeden bakma dönemi geçmiştir. Millet, belki de kendisini yönetenlerin yapmış olduğu birçok yanlışı, götürmek istediği birçok uçurumu kendi ferasetiyle önlemiş ve tekrar, rejimi yerli yerine oturtmaya, sistemi yerli yerine oturtmaya çalışmıştır. Dolayısıyla, millete güvenmek lazım. Özgürlükçü bir anayasayı eğer bu dönem başarabilirsek, bu dönemin milletimize en büyük armağanı o olacaktır.

Dolayısıyla, bu Anayasanın değişmesi gerekiyor. Nerelerinin değişmesi gerekiyor; bu gayet açık; çünkü, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeler var, Türkiye'nin altına imza koyduğu metinler var, Türkiye'nin içerisinde yer almaya çalıştığı bir demokrat dünya var, o dünyanın standartlarına uygun yeni bir anayasa yapma mecburiyetimiz var. Eğer, biz, bunu, kendi irademizle yapmazsak, kendi isteğimizle yapmazsak, sonra sıkışıyoruz, zaman daralıyor, hiç olmayan bir zamanda, hiç olmayan bir üslupla, hiç de bize yakışmayan bir şekilde anayasa değişiklikleri yapıyoruz. Geçtiğimiz dönemde bunun başka misalleri de vardır. Onun için, biz diyoruz ki, toplumun bütün kesimleriyle işbirliği yapmak suretiyle bir anayasa değişikliğini yapmaya mecburuz. Milletimize yakışan da özgürlükçü bir anayasadır.

Kaldı ki, bir şeyi daha ifade etmemiz lazım; çünkü, 58 inci Hükümet Programında da, bu anayasa lafı üzerinden, bu kürsüde, aşağı yukarı 20 dakikaya yakın bir konuşma oldu. Bizim niyetimiz o değil, maksadımız o değil; gayet açık bir metin. Ben biliyorum ki, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda çok değerli hukukçularımız var: Hemen, buradan görüyorum, Sayın Güneş var; Adalet Komisyonunda çok değerli hukukçu arkadaşlarımız var. Eğer onlardan birine sorulabilmiş olsaydı, şunun bilinmesi lazımdı: Anayasanın 2 nci maddesi, değiştirilemeyecek maddeler arasındadır. Bu ülkede, hiç kimse, değiştirilmesi mümkün olmayan bir şeyi, anayasa değiştireceğim diye değiştiremez. Bu, Anayasaya aykırı. Bu Anayasa değişecekse, Anayasadaki usullere göre, esaslara göre değişecek. 2 nci maddenin değişmeyeceği yazılı olduğu halde, kim böyle bir yola tevessül eder? Ayrıca, bizim aklımızdan geçmeyen, niyetimizden geçmeyen bir şeyi, bir bühtanı, ikide bir önümüze getirip, koyup, bunun üzerinden siyaset yapmak, doğrusu, geldiğimiz noktada, geldiğimiz zaman dilimi içerisinde, bir an evvel terk edilmesi gereken bir alışkanlıktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz, hizmet partisiyiz, bunun için kurulduk. Her partinin  hedefi de budur; millete hizmet etmek için kurulur. Ben, herkesi öyle görüyorum, öyle anlıyorum. Herkes, çıkar, millete fikirlerini, düşüncelerini söyler; sonra da, millet, bunlar arasında bir değerlendirme yapar ve sonuçta kararını verir. 3 Kasımda, bu millet, 40'a yakın partiyi, seçime giren 20'ye yakın partiyi dinledi, sonuçta tercihini yaptı; AK Partiyi iktidar yaptı, Cumhuriyet Halk Partisini de muhalefet yaptı. Dolayısıyla, milletin ortaya koyduğu irade üzerinde spekülasyon yapmanın bir anlamı yok.  Biz, neye göre iktidar olduk; milletimizin önüne koyduğumuz metinlere ve  vaatlerimize göre. Şunun şurasında dört ay oldu olmadı. Bakınız, herkes kabul ediyor; insafla kabul etmek lazım, değerlendirmek lazım ki, şu yakın tarihimiz içerisinde, hiçbir hükümetin önünde bugünkü kadar büyük meseleler olmadı. Bunlardan birisi dahi, hükümetlerin feleğini şaşırtmaya yeter. İnsafla bunun altını çizmemiz lazım.

Şu kadar zamandır "Avrupa Birliği" diyoruz. Hani hatırlar mısınız "eğer AK Partiye rey verilirse, AK Parti iktidar olursa, Avrupa Birliği süreci tehlikeye girer, şöyle olur, böyle olur; Avrupa Birliğine girişin teminatı bizleriz" denildi; bizim üzerimizden, yine, hayalet taşlayarak, bir sürü spekülasyonlar yapıldı. Millet, bunların hiçbirisine itibar etmedi, hepsini geldiği yere geri gönderdi; ama, insafla kabul etmemiz gerekir ki, 4 Kasım sabahından 12 Aralık akşamına kadar AK Partinin yapmış olduğu çalışmanın onda 1'ini -geriye dönük- başka hükümetler yapmış olsaydı, bugün, Türkiye, 2004 aralığını beklemek durumunda olmazdı. Bunu kabul etmeniz lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu noktada, Cumhuriyet Halk Partisinin de katkısı oldu; iktidar ve muhalefet... Doğrusu, millet de bu üslubu benimsedi. Gelin, bu üslubu devam ettirmeye çalışalım; Türkiye'nin yararı buradadır. Türkiye'nin dış meselelerinde, önemli meselelerinde omuz omuza vermemizin zamanı gelmiştir. Bakınız, bunun en güzel örneğini, daha dün, İngiliz Parlamentosu verdi. Demokrasinin beşiği oraysa, işte, güzel örnekler oralarda da var.

4 Kasımdan 12 Aralık akşamına kadar, biz, Avrupa Birliği için yapılması gereken ne varsa yaptık; bütün toplum kesimlerini de yanımıza almak suretiyle, Avrupa'nın dolaşmadığımız başkenti kalmadı ve 4 Kasımdan 12 Aralık akşamına kadar, dünyanın gündeminde, Batı'nın başkentlerinde, hep Türkiye olmuştur, hep AK Parti iktidarı olmuştur.

Burada, bu vesileyle ifade edeyim: Halen, şu an, buradaki dış misyonlarda görev yapan bir değerli bürokratın beni ziyarete geldiğinde söylediği şey şudur: "Ben, onaltı senedir bu kuruluşta görev yapıyorum. 4 Kasımdan bugüne kadar yaptığım çalışmalarda, hiç bu dönemdeki kadar rahat etmedim; hep Türkiye aleyhine kötü şeyler söylenirdi, yanlış şeyler söylenirdi, Türkiye'ye  olumsuz bakılırdı. İlk defadır ki, böyle bir kuruluşta devletimi temsil etmenin gururunu yaşıyorum. Size teşekkür ederim" demiştir. Dolayısıyla, bakınız, işin doğrusunu yapmak, işin güzelini yapmak, birlikte bu güzellikleri ortaya koymak varken, toplumumuzda tereddütler meydana getirmenin hiçbir anlamı yoktur diye düşünüyorum.

Avrupa Birliği meselesi... Geriye dönüp bir bakalım; bu ülkede, bu Parlamento çatısı altına, "Çırpınırdı Karadeniz" türküsünü siyasî söylem olarak gündemlerine getiren, meydanlarda konuşan insanlar geldi. Onlar, bugün burada yok. Gıyapta konuşmak için söylemiyorum, bir tespit anlamında söylüyorum. 1990'dan beri Türk cumhuriyetlerine gidip gelen, belli aralıklarla oraları ziyaret eden, Türkiye acaba oralarda ivme mi kazanıyor, ileri mi gidiyor geri mi gidiyor, ağırlığı var mı yok mu... Çok şükür, bunu mukayese imkânına sahip oldum. Samimiyetle söylüyorum ki, uzunca bir zamandan beri, Türkiye Cumhuriyeti, maalesef, oraya karşı görevlerini yerine getiremedi. Üçbuçuk yıllık geriye dönük iktidar döneminde doğru dürüst temaslar yapılamadı. Ekonomide kaybettik, siyasette kaybettik, çok şeyde kaybettik. Olumsuzlukları söylemek istemiyorum; ama, 4 Kasım sabahından itibaren, bir taraftan Avrupa, öbür taraftan Türk cumhuriyetleriyle en üst düzeyde temas, bu iktidar döneminde yapıldı. Şimdi, bunun arkasının gelmesi gerekiyor; aksi halde, bu boşluk, başkaları tarafından dolduruluyor. Eğer, biz, Ortaasya'da doğru bir politika takip edemezsek, Ankara'da da sağlam oturmamız mümkün değildir. Oraya karşı, Türkiye'nin, her seviyede ilgisinin ve alakasının devam etmesi lazım. 4 Kasım sabahından itibaren, bu ilgi tekrar kurulmaya başlamıştır. İlk defadır ki, Türkiye, içine kapanık olmaktan çıkmış, kaplumbağa siyasetinden kurtulmuş, çok yönlü bir dışpolitikanın ipuçlarını vermeye, çabasını ortaya koymaya, hedeflerini ortaya koymaya çalışmıştır.

Yeri gelince hep söyleriz, yüzde 98'i Müslüman olan bir ülke... İslam dünyası diye, geçen hükümet programlarında doğru dürüst bir kavram var mı? Biz, çevremizdeki İslam ülkeleriyle bile ilişkimizi kestik. İlk defadır ki, bu hükümetler döneminde, AK Parti iktidarı döneminde, bölge politikalarının oluşturulabilmesi bakımından, bölgemizdeki sıkıntıların bertaraf edilmesi bakımından, acaba birlikte bir çözüm bulabilir miyiz diye bu ülkelerle temas da, ilk defa bu hükümet döneminde başlamıştır, AK Parti iktidarları döneminde başlamıştır.

Hal böyle olunca, şu aradan geçen dört aylık süre zarfında, eğer insafla değerlendirmek gerekirse, dört aya sığmayacak kadar, dışpolitikada çok ciddî gayretler, çabalar gösterilmiştir. Tabiî, dışpolitikayı götürürken, içerideki durumumuza da bakmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, burada dile getirilen hususların hiçbirisinin sorumlusu AK Parti iktidarı değildir. Bugünkü olumsuz sonuçlara bakarak AK Partiyi değerlendirmek yanlış olur. Biz, bu sonuçları ortadan kaldırmaya, sebepleri izale etmeye çalışıyoruz. Eğer, bu ülkenin sorunları dört ayda değişebilseydi, dört ayda ortadan kaldırılabilseydi bugüne kadar bunların çıkmış olması lazımgelirdi. Kaldı ki, zaten "biz bu işleri düzlüğe çıkarırız" diyen "ben Halep'te kırk arşın atladım" diyen ne kadar babayiğit varsa, 3 Kasım seçimleri öncesi çıktılar meydana; çoğunun kırk santim atlayamayacağına millet karar verdi; neticede, bu başarıyı AK Partinin göstereceğini tescil etti. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, biz, samimiyetle, ülkenin meselelerini çözmeye çalışıyoruz, geceyi gündüze katarak bu işleri düzeltmeye çalışıyoruz; ama, ülkenin içinde bulunduğu manzarayı da doğru tespit etmek lazım. Bakınız, 15 Ekim itibariyle, Anayasa gereği, İçtüzük gereği, giden 57 nci hükümet bir bütçe koydu orta yere. Zaten, o bütçeye bakmak bile, 4 Kasım sabahı -çünkü, o metin başkalarının ortaya koyduğu bir siyasî metindir- ülkenin hangi iç sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koymaya yeter. Daha 15 Ekim itibariyle bu devletin iki yakasının bir araya gelmesi mümkün değil. Bu ülkedeki yolsuzluklar, israf, memleketi, maalesef, dik yürüyemez hale getirmiştir. O hırsızlıklar ve yolsuzluklardır ki, bu ülkeyi namerde muhtaç hale getirmiştir. Şimdi, AK Parti olarak, geceyi gündüze katarak yapmaya çalıştığımız şey, acaba, devletin iki yakasını bir araya getirebilir miyiz... Hazırladığımız metin, Hükümet Programı, bir anlamda, devletin iki yakasını bir araya getirme çabası ve gayreti içerisinde olan bir metindir. Elbette, bu metinde eksik olanlar olabilir, yanlış olanlar olabilir; buna hiç itirazım yok; ama, bu metnin hiç mi doğru tarafı yok; yani, bu 51-52 sayfalık metinde "şurası yanlış, ama, burası doğru" diyebileceğimiz bir tek cümle, bir tek hedef, bir tek çözüm yok mu?! Hakkı teslim etmek lazımgelirse, ben, eksiğimi kabul ederim, yanlışımı da kabul ederim; ama, lütfen, bu işin doğrularını da birlikte söyleyelim ki, bu memlekette, 2003'te, yeni bir siyaset üslubunu da geliştirmiş olalım diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiatıyla, biz, burada, sorunlara genel yaklaşımlarımızı ortaya koyduk. Zaten, hükümet programları, böyle bir çerçeveyi ifade eder. Bunun içinin doldurulması, hükümetin huzurunuza getireceği yasa tasarılarıyla ilgilidir. Bu çerçevelerin içerisini, bu yasa tasarılarıyla, bu reformlarla yapmaya çalışacağız; ama, şunu kabul etmemiz lazım: Bugün, burada zikredilen pek çok konu var ki, aslında, hepimiz, şurasından veya burasından, Türkiye'nin sorunu olduğunu kabul ediyoruz. Mesela, Türkiye'nin bir eğitim sorunu var. Kimse "eğitim sorunu yoktur" diyemez; üniversitesinde var, temel eğitiminde var, lisesinde var, her tarafında var. Eğitim adı altında, Türkiye'yi, giderek bir mesleksizler toplumu haline getiriyoruz, mesleksizler toplumu... Hepimizin kapısındadır, sizin de kapınızda... Liseyi bitirmiş, askerliğini yapmış, geliyor... Soruyorsunuz -lise mezunu neyi bilir- Kızılırmak'ın uzunluğunu biliyor, Türkiye'nin komşularını saymayı biliyor; ama, bu bilgi, ekmek parası kazanmasına yetmiyor. Bu sistem çürümüştür, bu sistem köhnemiştir, bunu değiştireceğiz diyoruz, değiştirmeliyiz diyoruz, meslekî eğitime önem vermeliyiz diyoruz.

Üniversitelerin hali ortada. Üniversiteler en seçkin kurumlar; ama, Türkiye'nin, bugün, ayak nasırı haline gelmiştir. Bilim yok. Kafanın içiyle uğraşılacağına, dışıyla uğraşılıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Halen köhnemiş sistemleri devam ettirmeye gayret ediliyor. Yani, bilime dayalı, üretime dayalı, yazmaya dayalı eğitim sistemi ortadan kalkmış, herkes, ideoloji bezirgânlığıyla koltuk kapmanın çabası içerisinde, gayreti içerisinde. Bu, böyle gitmiyor. Üniversiteleri liseleştirdik. Lisedeki sıkıntı neyse, üniversitedeki sıkıntılar da, aynen, bir yıl sonra, iki yıl sonra oraya yansımış oluyor. Gelin, oraları özgür bir ortam haline getirelim diyoruz. Onun çerçevesi belli. Zaten, Millî Eğitim Temel Kanununda, bu düzenlemeler yapılırken nelere dikkat etmemiz gerektiği açıkça orta yerde. Dolayısıyla, eğer, eğitimle ilgili bir düzenleme yapılacaksa, bir çaba gösterilecekse, bunu birlikte yapacağız. Biz, bu noktadaki kriterlerimizi ortaya koyduk. Bunun   neresine yanlış diyorsanız  -samimiyetle söylüyorum- sadece sol kulağımızla değil, can kulağımızla dinlemeye hazırız biz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, bunun da bir fazilet olduğuna inanıyoruz. Yani, şöyle bir mantık içerisinde değiliz: Muhalefet hep yanlış söyler, iktidar hep doğru söyler. Biz, -yeri gelmiş- 7 üyeli bir derneğin bile feryadına, beyanına, bildirisine itibar etmeye, acaba buradan da ülkemiz yararına bir cümle çıkar mı, bir imkân çıkar mı, bir çözüm çıkar mı diye göznuru dökmeye, bunları dinlemeye hazırız. Kaldı ki, Anamuhalefet Partisini haydi haydiye dinleriz; çünkü, anamuhalefet önemlidir, muhalefet önemlidir. Hepimizin bildiği bir şey var ki, iktidar her rejimde var, muhalefet demokraside var. Dolayısıyla, demokrasi yaşasın istiyorsak, en az iktidar kadar muhalefet partileri de saygındır, saygıdeğerdir ve toplumsal bir görevi vardır. O sebeple, biz, bu programda neresi eksik bulunuyorsa, neresi yanlış bulunuyorsa, çözümleriyle birlikte, emin olun, dinlemeye hazırız; nerede istiyorsanız, gelip, bu bilgileri almaya hazırız. Kaldı ki, gerek 58 inci hükümet gerekse 59 uncu hükümet, sadece bunu söylemekle kalmadı; uzun zamandır toplanamayan Ekonomik Sosyal Konsey, ilk defa bu iktidar döneminde toplandı. Bu anlayışımızın gereği olarak, katılımcılığın gereği olarak, toplumda uzlaşma olsun, sorunları birlikte çözelim diye... Çünkü, kavga ederek harcayacak zamanımız kalmadı, kavga etmeye mecalimiz de kalmadı. Eğer, bir atımlık barutumuz varsa, bunu, birlik içerisinde, dirlik içerisinde, Türkiye'nin iyiye gitmesi için, Türkiye'nin iyiliği için, Türkiye'nin refahının artırılması için kullanmak mecburiyetindeyiz. Onun için, farklı bir anlayışı ortaya koyabildiğimiz takdirde, siyasetin kalitesi de yükselecek, siyasetin itibarı da yükselecektir. Biz, şimdi, bu kürsüye geldiğimiz zaman hep diyoruz ki, Yüce Meclis, Yüce Meclis... Gerçekten de bu Meclis yücedir; ama, yüce tavırları da ortaya koyarak, bu düşüncenin, bu fikrin arkasına güzel örnekleri koymak durumundayız. Zannediyorum, bu dönem, böyle bir fırsatı Türkiye yakaladı; bu fırsatı, iktidarıyla yakaladı, muhalefetiyle yakaladı. Gelin, bu fırsatı boşa kullanmayalım milletimize güzel örnekleri birlikte yapalım diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir de, vatandaşımıza "umutlar tükendi" filan tarzında, hep olumsuz anlamlar taşıyan, olumsuzluklar taşıyan birkısım mesajlar vererek Türkiye'de siyaset yapma alışkanlığını da bırakalım.

Şimdi, bir iktidara ümit tükendi mi tükenmedi mi; bunun göstergesi, benim veya bir kişinin beyanı değildir, sadece kamuoyu araştırmaları da değildir; iktidara ümidin devam edip etmediğinin en önemli göstergesi, bizatihi milletin kendisidir.

Bakınız, AK Parti iktidara geleli şunun şurasında dört ay oldu, eski tabirle, kırkı bile çıkmadı daha; ama, bakınız, iki defa testten geçiyoruz; bir Siirt'ten geçtik; itirazı olan var mı?!. Siirt'ten, bundan daha güzel test var mı, ümidin devam edip etmediğini gösteren?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

İkincisi, pazar günü Çorum'da var. Çorum'da seçim yapıyoruz, onbinlerce insan orada rey kullanacak. Bakalım, kime ümit bağlamış, ümidi devam ediyor, kimden ümidi kesmiş; bunun hepsini de pazartesi günü sabahı görmüş olacağız. Eğer bu söylediklerimde yanlış varsa, o zaman, ben, oturup düşüneceğim. Eğer başkalarının fikri yanlış çıkıyorsa, tahmini yanlış çıkıyorsa, onların da oturup düşünmeleri lazım diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, benim görebildiğim, Siirt seçimlerinin sonuçlarına bakarak diyoruz ki, bu hükümete milletin ümidi devam ediyor, desteği devam ediyor. Bu desteğin bize ne vebal ne sorumluluk yüklediğinin çabası ve gayreti içerisindeyiz ve inşallah, milletimize karşı da yaptığımız hizmetlerle mahcup olmayacağız diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, siyaset, benim anlayabildiğim kadarıyla, sadece konuşmak değildir, sadece doğruları söylemek değildir; siyaset, doğruları söylemek kadar doğruları da yapmaktır. Belki Türk siyasetinin temel eksikliği, yeteri kadar doğruların söylenmiş, fakat, yeteri kadar doğruların yapılamamış olmasıdır.

Biz, burada, elbette, başka partilerin de, başka iktidarların da söylediği, kendimiz de inandığımız için, birkısım doğruları aldık; inandığımız için aldık ve yapmayı taahhüt ettiğimiz için, taahhüt etmek istediğimiz için, gereğini yapmak için aldık. Bunların başında kamu yönetimi geliyor. Hep beraber söylemiyor muyuz; artık bu devlet yapısı hantaldır, bu devlet çalışmıyor, bu devlet giderek millete yük olmaya başladı, topladığımız vergiler şuraya gidiyor buraya gidiyor, köklü bir reform ihtiyacı var. Bizim söylediğimiz, bu genel doğrudur, herkesin kabul ettiği doğrudur.

AK Parti olarak diyoruz ki, bunlar geçmişte yapılamadı, biz yapacağız. Bunu acil eylem planımızla ortaya koyduk. Şimdi, bizim muhalefetten beklediğimiz, bu doğruları niye yapmıyorsunuz, eylem planınıza uygun olarak bunu niye gündeme getirmediniz diye bizi sıkıştırmanızdır. Eğer bunları yapmazsanız- iktidar boşluğu olabilir; ama, bir rejim için, bir demokrasi için en büyük tehlike, muhalefet boşluğudur- eğer Cumhuriyet Halk Partisi, bugün 59 uncu hükümeti tenkit ettiği şekliyle, o muhtevayla tenkit etme durumunda olursa, korkarım ki, bir süre sonra, toplum, Mecliste muhalefet boşluğu var kanaatine varır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu doğru bulmam, bunu rejim hesabına fevkalade tehlikeli bulurum. Onun için, gelin, biz iktidar olarak yaptığımızı doğru yapalım, siz de muhalefet olarak yaptıklarınızı doğru yapın; çünkü, rejimin selameti bundadır; milletin geleceği de, bu iki doğrunun bir noktada kesişmesine bağlıdır.

Değerli arkadaşlarım, tabiatıyla, Türkiye olarak zor bir dönemden geçiyoruz, sıkıntılı bir dönem. Bunu kabul etmeyen hiç kimse yok. Keşke sorunları zamanında çözebilseydik, keşke konuları sorun haline getirmeseydik. Bu ülkede, hepimiz kabul ediyoruz ki, yarım yüzyıldır tartıştığımız konular var; halen bir çözüme bağlayamadık. Bağlayamadığımız için de, işte, kırk yılın çarşambası geldi AK Parti iktidarının önünde duruyor. Onun için, tabiatıyla "bu sorunların, bu sıkıntıların sebebi biz değiliz" diyoruz; bu doğrudur; ama, bu, sorunları çözmemek için de bizim bir bahanemiz değildir. Onun için, gayret sarf ediyoruz, bu sorunları ortadan kaldıralım diye uğraşıyoruz. Bunların başında da, dışpolitika sorunlarımız geliyor.

Bakınız, dışpolitika konularını konuşurken geçmişte yaptığımız bir yanlışı burada siyaset adına itiraf edip meseleyi doğru bir zemine oturtmamız lazım. Şimdi, genelde, bizim siyasî söylememizde "vatanseverler", "vatan hainleri" kavramları çok kullanılır. Siyasette bunun kadar tehlikeli, bunun kadar ayırımcı iki kavram bilmiyorum. Bunun bir kantarı yok. Bunun bir kantarı olmadığı için, filancalar çok vatansever, falancalar az vatansever... Bu ülke için, bu ülkenin menfaatına, kendi düşüncesi bana göre yanlış bile olsa, ben herkesin vatansever olduğuna, düşüncelerini bu anlayışla dile getirdiğine inanıyorum ve olabildiğince de bunlardan istifade etmeye çalışıyorum.

Şimdi, içinden geçtiğimiz dönem, Türkiye'nin belki yüz yıllık geleceği bakımından gerçekten tarihî önemi olan günlerdir. İşte, Ortadoğu'da işler karıştı, Ortadoğu'da kan gövdeyi götürdü, götürüyor. Türkiye olarak, hiç kimse, insafı olan hiç kimse, bu partinin barış için çaba göstermediğini, üzerine düşeni yapmadığını söyleyemez. Emin olun çalmadığımız kapı kalmadı; bunu, yalnız sizlere söylemiyorum, bu vesileyle, milletimize ifade etmeye çalışıyorum. Çalmadığımız kapı kalmadı. Bilinen bilinmeyen, açıklanan açıklanmayan her türlü yola başvurduk; acaba, bu bölgede barış olur mu... Çünkü, bu bölgenin barış içerisinde olması, en evvel, Türkiye'nin menfaatınadır. Biz, hem inancımız itibariyle hem tarihî geçmişimiz itibariyle hem de geldiğimiz nokta itibariyle barışı en çok isteyen milletiz. Bizim devletimizin geleneksel politikası, bölgede, dünyada, evimizde, evimizin dışında her tarafta barış esasına dayanır. Böylesine geleneksel bir politikayı sürdüren bir devlet ve onun adına şu an icrai hükümet eden bizler, sonuna kadar barıştan yana olduk; ama, hepiniz görüyorsunuz ki, bizden başka da bu çabayı gösteren olmadı. Şimdi, geldiğimiz nokta itibariyle, kimse, AK Parti iktidarlarına üzerine düşeni yapmadı diyemez. Elimizden geldiği kadar uğraştık; ama, barışı temenni etmek başka, barışı temin etmek başkadır; temin etmeye de gücümüz yetmedi. Gücümüzü aşan noktada, kimse başkasının ağzıyla, bu ülkeyi, bu devleti, bu devletin hükümetlerini, Meclisi suçlamasın.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kimin ağzı?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Hakikaten, birçok kişi, barışı istiyoruz gözüktü; ama, elaltından yardım yapmaktan da geri kalmadı. Dolayısıyla, barış istiyoruz; ama, barış isterken de, ülkemizin menfaatlarını korumak gibi de bir sorumluluğumuz var, tarihimize karşı var, milletimize karşı var, Meclisimize karşı var. Bu sorumluluğun gereği neyi gerektiriyorsa dün onu yaptık, bugün bunu yapıyoruz, yarın da onu yapmaktan geri kalmayacağız; bundan herkes emin olmalıdır. Bu noktada üzerimize ne düşürse yapacağız.

İşte, Irak meselesini biz böyle anlamaya çalıştık. Ülkemizin menfaatlarını korumaya çalıştık. Orada akan her kan, herkesten evvel bizi rahatsız eder. Bizim, Irak'ta yaşayan insanlarla tarihî beraberliğimiz var, kardeşliğimiz var, akrabalığımız var. Başkaları aklı verdi, geçmişte, ekmeği vermedi -bunun altını çiziyorum- başkaları ekmeği vermedi, aklı verdi, silahı verdi, fitne fesadı ekti oraya, birsürü gizli servisler orada cirit atıyor, NGO adı altında birsürü kuruluş orada fitne fesat tohumlarını ekmeye devam ediyor, orada katliamlar oldu. 517 000 kişi Türkiye hudutlarına geldi zaman -ben o zaman hükümetteydim- Kırşehir'den, Nevşehir'den, Niğde'den patates, başka yerden bulgur, un toplayarak, oradaki insanlara yardımcı olmaya çalıştık, bunlar, bizim görevimizdi. Orada kimin kanı akarsa aksın, en evvel bu ülkenin insanının yüreği yanar; ama, bir şeyi de görmemiz lazım, biz, o bölgede tekrar bir Bosna dramı yaşamak istemiyoruz, bir Kosova dramı yaşamak istemiyoruz. Devletimiz meseleye böyle bakıyor, biz, hükümet olarak meseleye böyle bakıyoruz. Bunun dışındaki her türlü düşünce, devlete de bühtandır, bize de bühtandır; bunu da açıkça ifade etmek isterim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, bakınız, bu meselede, ne tip çarpıtmaların olduğunu görüyoruz. Bir taraftan manşet attılar -maalesef, birçok kurum, birçok kuruluş iyi bir imtihandan geçmedi- "Türk'ün kanını parayla mı satıyorsunuz" dediler; ama, sonra "6 milyar dolar ne oldu" diye bizden hesap sormaya kalktılar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, ya o söylediğiniz doğru ya bu geldiğiniz nokta doğru. Onların da bir tercih yapmış olması lazım gelir, onların da sorumluluk taşıması lazım gelir. Yazan çizen, söyleyen konuşan kim ne varsa, gelin, bu noktada hepimiz aynı hedefe yönelelim; o hedef de, burasıdır.

Dolayısıyla, şu an, biz, AK Parti iktidarı olarak, bir devlet politikası yürütüyoruz. Elbette, siyasî sorumluluğu bize aittir; elbette, bunun omuzlarımıza yüklediği mesuliyet neyse, biz, onu, şerefle, şanla taşımaya hazırız; ama, biz, hiçbir şeyi kendiliğimizden yapmıyoruz; devletin ilgili birimleriyle istişare ederek, danışarak, bilgimizi, tecrübemizi, devletimizin hafızasını orta yere koyarak bir politika götürmeye çalışıyoruz hem burada hem Kıbrıs'ta hem başka tarafta. Onun için, eğer bir siyaset yapılacaksa, onu tarım alanında yapalım, sanayileşme politikalarında yapalım, başka tarafta yapalım; ama, dışpolitika konusunda, olabildiğince beraberliklerimizi öne çıkarmak suretiyle, şu zor dönemi birlikte geçmemiz lazım. Hakikaten, çok sıkıntılı bir dönem, çok zor bir dönem. İnşallah, bu zorlukları birlikte aşmak bu Parlamentoya nasip olacaktır, inşallah AK Parti iktidarına nasip olacaktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs konusu, tabiatıyla, bizim, en önemli konumuz, bununla ilgili de, zaman zaman birkısım çarpıtmalar oluyor. Ne söylüyorsak, ne yapıyorsak, ne demek istiyorsak, bunu çok açık söyledik; söylediğimiz her şeyin de arkasında duruyoruz, durmaya da devam edeceğiz. Gelip, size, her zaman hesap vermeye de hazırız. Hele hele dışpolitika konularında, eski alışkanlıkla değil... Şu AK Parti iktidarı döneminde, eski Başbakanımız, şimdiki Dışişleri Bakanımız, üç defa, muhalefet partisi liderini ziyaret etti; etmesi gerekiyordu, yapılan doğruydu, böyle olması gerekiyordu. Bu gelenekleri artırmamız lazım, bu güzellikleri artırmamız lazım. Dediğim gibi, bu noktalarda eğer bir yanlışımız varsa, biz, bunu düzeltiriz; ama, kimse, bunun üzerinden de başka anlamlar çıkarma gayreti içerisinde olmamalıdır. Böylesine sıkıntılı bir dönemde, bu devlet ve bu hükümet, geldiğimiz noktada, yedi cephede birden mücadele vermek gibi bir durumla da karşı karşıyadır. Ee, Türkiye'yi de bu noktaya biz getirmediğimize göre, geçmişi suçlayarak olumsuzlukları ortadan kaldıramadığımıza göre, gelin, bu sıkıntıları ortadan kaldırabilme noktasında, Meclis içindeki, Meclis dışındaki bütün partilerle işbirliği yapalım. Nitekim, bunun örneklerini de vermeye çalıştık. Bu, aslında, bizim, bir siyaset anlayışımızı ifade ediyor. Hükümet Programının girişinde yazdığımız metinde, siyaseti bir uzlaşı alanı haline getirelim dedik. Ben, bunda bir yanlışlık görmüyorum, bir beis de görmüyorum; çünkü, öbür metodu çok denedik, yani, siyaseti kavga alanı kabul etmeyi çok denedik. Hatırlıyorum, o zaman, tek kanallı televizyon var iken, her akşam, şu parti lideri, öbür parti liderine, acaba, nasıl usturuplu bir laf edecek, nasıl köşeye sıkıştıracak... Siyasetin bir horoz dövüşü haline geldiği dönemleri yaşadık. Bir kısmımız o partinin arkasında, bir kısmımız öbür partinin arkasında saf bağladık. Sonra yumruklarımızı sıktık, sonra dişlerimizi gıcırdattık. Onlar olmadı, sopalara, taşlara sarıldık, o da yetmedi, silahlara sarıldık. İşte, bu, öbür üsluptu. Bu üslubun hepsi geride kaldı. Onu geride bırakın diye, bu 2 partiyi, millet, Meclise seçti getirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, biz, yeni bir siyaset anlayışını birlikte tesis etmeye mecburuz. Onun için, siyaset, bir uzlaşı alanıdır; uzlaşacağız, konuşacağız, müştereklerimizi öne çıkaracağız. İnanıyorum ki, ülkemizin kaynaklarını kavgaya değil, enerjimizi birbirimizi boğazlamaya değil, kendi varlığımızı bir başkasının yokluğunda aramada değil, birlikte yaşamada arayacağız. Fikirleri ne olursa olsun, düşünceleri ne olursa olsun, orijini ne olursa olsun bu coğrafyada yaşamanın, bu devletin vatandaşı olmanın, böyle bir kültüre, böyle bir medeniyete mensup olmanın gururunu, hazzını kendi içimizde taşıyarak enerjimizi, gücümüzü birleştireceğiz ve inşallah, aynen İstiklal Harbinde olduğu gibi, sıkıntılı zamanlarda oluğu gibi bu zorlukları birlikte aşacağız. Bunun yolu uzlaşı alanı haline getirmekten geçiyor siyaseti. Kavga alanı haline getirmek, Türkiye'ye bir fayda getirmedi. Belki, bunun en acı tecrübelerini de Türkiye yaşamış oldu. İşte, AK Parti, kurulduğu günden beri, esas itibariyle, böyle bir fikri temsil ediyor. Buradaki 365 kişilik grup içerisinde, çok değişik partilerde görev yapmış arkadaşlarımız var; siyasete ilk defa bu parti çatısı altında girmiş olanlar var; belki, daha evvel, bu parti, çatısı altında olmadan evvel farklı dünya görüşlerini temsil eden insanlar var; ama, netice itibariyle, bu parti, bir şemsiye olarak, Türkiye'de ne varsa onu kabul etti. Siyaset de, zaten, realiteleri kabul etmektir. Realitelere sırt çeviren, gerçeklere sırt çeviren, millete sırt çeviren bir partinin gidebileceği de hiçbir yer  yoktur, bu siyasetin Türkiye'yi götürebileceği de bir yer yoktur. Onun için, biz, AK Parti olarak, AK Parti iktidarı olarak, bu ülkede ne varsa hepsi bizim kabulümüzdür. Bu ülkede kim ne söylüyorsa hepsini can kulağıyla dinlemeye hazırız. Bu ülkede insanların düşüncesi, kanaati ne olursa olsun, işbirliği yapılabileceğine inanıyoruz. Birlikte sorunların üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz. Çağdaş siyaset de budur, AK Partinin ve AK Parti iktidarının Türkiye'de tesis etmeye çalıştığı siyaset de budur. İnanıyorum ki, bu geçtiğimiz süreçte, bu anlayışla, bu mantaliteyle, sorunlara böyle yaklaşmak suretiyle bu sıkıntıların üstesinden geleceğiz. İnşallah, milletimiz, önümüzdeki zaman dilimi içerisinde bugünkü sıkıntılardan kurtulacak, geleceğe güvenle bakabilmenin hem fikrî zeminini hem siyasî zeminini, her türlü ortamını bu iktidar döneminde bulmuş olacaktır diye düşünüyorum.

Bu temenniyle hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Şahıslar adına ikinci ve son konuşma, Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez'e aittir.

Sayın Bölünmez, buyurun efendim. (Alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

SÜLEYMAN BÖLÜNMEZ (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu hükümetin programıyla ilgili, şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Her yeni gibi, yeni hükümet de halkımız için yeni bir umuttur, umut olmalıdır, Türkiye'nin buna ihtiyacı var; ama, artık, umutlar gerçeğe dönüşmelidir. Umarım, 59 uncu hükümet bunu başarır ve halkımızın umutlarını gerçeğe dönüştürür.

58 inci hükümet, üç aylık kısa ömründe, gerek ekonomik gerek siyasî olarak ağır sorunlarla uğraşmak zorunda kaldı; bu, doğrudur; fakat, en az bunun kadar doğru olan bir şey daha var, o da, 58 inci hükümetin, Türkiye'nin ağır sorunlarının çözümü yolunda önceden hiçbir hazırlığının olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Şimdi 59 uncu hükümette yer alan arkadaşlarımız 58 inci hükümette de yer almışlardı; umarım, geçen üç ay içerisinde, sayın bakanlarımız, Türkiye'nin gerçek problemlerini, icra başında olan kişiler olarak doğru tespit etmiş ve çözümlerini üretmişlerdir.

Sayın milletvekilleri, 21 inci Yüzyılın bütün dengelerini değiştirecek bir savaşın artık içindeyiz. Mardinliler, güne, Amerikalıları görerek başlıyor ve biliyorlar ki, savaş, asıl Mardinlileri vuracak. Zaten Mardin'de dibe vurmuş ticaret, her zaman, gün yüzü görecekken bir imtihanla karşılaştırmaktadır. Mardin'de herkes, eli kalbinde dolaşıyor. Sadece Mardin mi; hayır, İskenderun-Mardin-Habur hattındaki tüm vatandaşlarımız, hepsi, eli kalbinde dolaşıyor.

59 uncu hükümete ve bize düşen en önemli görevler, bu savaş belasından milletimizi bir an evvel ve en az zararla kurtarmaktır. Kolay olan yapıldı mı iş, zor olan yapıldı mı başarı; biz, 59 uncu hükümetten iş değil, başarı bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, her hükümetin öncelikleri vardır. 59 uncu hükümetin öncelikleri de Yüce Meclisimize arz edildi. Peki, Irak krizinden zarar gören ve daha zarar görecek tüm sınır illerimiz nerede; acil sorunlarına ilişkin çözümler, zaten, normalde bile bir savaş alanını andıran bu illerin durumu ne olacak?

Mardinli tedirgin, güneydoğu gergin, bölge illeri 59 uncu hükümetin acil eylem planını bekliyor; yarının ne olacağını bilmek istiyor. New York'ta bile, savaş tatbikatı yapılıp, sivil halka gaz maskesi dağıtılırken Mardin'de neler yapılıyor; Mardin'de sivil savunma ne yapıyor? Neden bir şeyler yapılmıyor?

Arkadaşlar, inanın, Mardinli can derdini çoktan unutmuş, çoluk çocuğunun yarınını ve geleceğini düşünmektedir; yarın ne olacağını bilmek istiyor. Bize soruyor; "Nedeni olmadığımız; ama, mağduru olduğumuz bu krizden doğan zararlarımızı kim ödeyecek?" Şimdi, ben ve benimle Mardin'den seçilmiş AK Partili ve CHP'li arkadaşlar, yarın Mardin'e gittiğimizde, hükümetin bu programını elimize alıp, bakın hemşehrilerim, 59 uncu hükümet sizi düşünmüş, şu şu programları uygulayarak sizlerin zararını ödeyecek, merak etmeyin, hükümetimiz sizin yanınızda, nasıl diyeceğiz?

Sayın Başbakanım, Siirt'e teşekküre gittiğinizde, bölge milletvekilleriyle Mardin'e, Urfa'ya, Diyarbakır'a, Şırnak'a gelip, bunları kendiniz mi izah edeceksiniz? Bunu sizden bekliyoruz; çünkü, biz, programda yer almayan konulara cevap veremeyiz; ama, siz, programda neden olmadığını anlatabilirsiniz. Ama, ne yazık ki, 59 uncu hükümetin, sınır illerimize ilişkin ciddî hiçbir hazırlığının olmadığı açıktır; en azından, bu programda böyle bir şey yok. Türkiye'nin, dört bir yanındaki komşularıyla yapacağı sınır ticareti, birçok sınır ilimizi ekonomik olarak kalkındırabilir ve değerli arkadaşlar, inanın ki, komşu ülkelerle yapılacak sınır ticaretiyle, sadece ekonomik değil, siyasî boyutta da barışı yakalayabiliriz.

Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki, Suriye ve Irak'a en yakın tek ve ilk serbest bölge Mardin'dedir; ama, ne fayda?!. Soruyorum size değerli milletvekilleri, serbest bölge, işlemiyorsa, neye yarar? Eğer, isteyen başka illerimiz varsa, burayı vermeye hazırız.

Bakın, tekrar söylüyorum: Hiç zaman kaybetmeden, sınır ticareti ve transit ticaretle ilgili yasal düzenlemelerin yapılması ve Nusaybin gümrük kapısının açılması, bürokratik engellerin bir an önce ortadan kaldırılması şarttır.

Sayın arkadaşlar, Mardin'in derdine çare olmazsanız, tedirginliğini gidermezseniz, oradaki vatandaşlarımız, sandık başında bunun hesabını sorar. 3 Kasım seçimlerinden başarıyla çıkan partilerin kendileri iyi bilmelidir ki, Türkiye'de halk, artık, hesap sormasını öğrenmiştir.

Değerli Başbakanım, Başkanlığınızla, Mardin'in acil dertlerine, bu hükümet, yarından tezi yok, çözüm bulacak, Mardin'e yardım edecek. Mardin gibi güneydoğu illerine, en azından, hükümetin bakanları, kendi konularında, gelip, güneydoğulunun derdini yerinde görecek, yerinde de çözüm bulacak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mardin, kalkınmada birinci derecede öncelikli illerden biri olmasına rağmen, gerek ekonomik gerekse sosyal yönden uzun süredir ihmal edilmiştir. Güneydoğuda yirmi yıl süren terörün yarattığı tahribatlar ve açtığı yaralar, bu bölgedeki sorunları büsbütün ağırlaştırmıştır, insanca yaşam koşullarını tamamen ortadan kaldırmıştır. Mardin İli de, terörden en çok etkilenen illerin başında gelmektedir.

Doğunun ve güneydoğunun ekonomik can damarı konumunda olan Habur Sınır Kapısının kapatılmasıyla, Mardin halkı ve güneydoğu kaderiyle yüz yüze bırakılmıştır. Mardin üniversitesinin kurulması için gerekli çalışmalar yapılmamış, bu yüzden, gençlerimiz, eğitimsizliğe terk edilmiştir. Güneydoğunun kalkınması için gerçekleştirilen Güneydoğu Anadolu Projesine destek verilmemesi nedeniyle, tarımın can damarı olan Mezopotamya Ovasını sulayacak Mardin ana kanal sulaması inşaatı yarım bırakılmıştır. Çiftçiler, arazilerinde açmak zorunda kaldıkları sondaj kuyuları nedeniyle milyarları bulan elektrik faturalarıyla fakirliğe mahkûm edilmiştir. Mardin-Kızıltepe duble yol yapımı projesi bir türlü bitirilmemiştir. Yıllardır süregelen şebeke suyu problemi çözümlenmemiş, tek çözüm yolu olan beyaz su projesinin desteklenmemesi nedeniyle, binlerce yıllık tarihine rağmen, Mardin İli, yoksulluğa ve geri kalmışlığa terk edilmiştir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, terör yüzünden büyük kentlere yaşanan yoğun göç, terörün bölgede artık bir son bulmasıyla bitmiş, yavaş yavaş yaralar sarılmaya başlanmıştır. Şimdi ise, terör nedeniyle boşaltılan 129 köyden 118 köye dönüş izni verilmektedir. Peki, bu insanlar köylerine nasıl dönsün; evler okullar yıkılmış, elektrik trafoları tahrip edilmiş, telefon hatları sökülmüş, sondaj pompaları yok olmuş ve en önemlisi, tek geçim kaynakları olan hayvancılık bitmiştir ve siz diyorsunuz ki, hadi köyünüze dönün. Bu yüzden, ben de diyorum ki, yerleşime açılan köylerin altyapısı hazırlanmalı, ekonomik olanakları yeterli seviyede ve güvenliğin tam olarak sağlandığı köylerde, dönüş devlet katkısıyla yapılmalıdır.

Seçim zamanı, Mardin milletvekili değerli arkadaşlarımla bu köyleri ve mezraları tek tek ziyaret ettik. Arkadaşlar, lütfen, siz de beni onaylayın; o dönemde hangi ihtiyaçlar talep edildi: Penceresi, tahtası olmayan okullar, malzeme; kilometrelerce uzakta okullarına yürüyerek giden yavrularımın derdine deva, susuzluğa bir çözüm olsun diye sondaj kuyularına yeni motor; daha neler neler... Bu sorunları çözeceğiz diye söz vermedik mi arkadaşlar?

Dert çok, say say bitmiyor, al işte, bir başka kanayan yara, hükümet programı ortada; Türkiye'nin bir turizm markası olması için turistik bölgelerin çeşitlendirilmesi öngörülüyor. Buyurun değerli hükümet üyeleri, size dünya üzerinde Venedik ve Kudüs'ten sonra hâlâ yaşanabilir üçüncü SİT kenti Mardin. Dil, din, ırk ayrımı yapılmaksızın kültürlerin beşiği olan Mardin, Türk turizmi için bir fırsat. Bu fırsat neden değerlendirilmesin? Neden, Mardin, Türkiye'nin turizm merkezlerinden biri olmasın?

Sorunlar bitmedi; Mardin İli, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Bölünmez, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayın.

SÜLEYMAN BÖLÜNMEZ (Devamla)- Teşekkürler Başkan.

Düşünün ki, bölgede, bundan tam 1700 yıl öncesinde yapılan ve eğitim için kullanılan Kasımiye Medresesi, Hıristiyan Dinine birçok âlim yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam eden Deyr'üz zafaran Manastırı varken, şu anda 21 inci Yüzyılda, bırakın üniversiteyi, maalesef, bir yüksekokul bile yoktur. Ne eğitim ne sağlık, on yıldır hastanesi bile bitirilmemiştir; bu da, atalarımıza karşı bizim bir ayıbımızdır arkadaşlar.

Sözlerimi tamamlarken, üzerinde önemle durmak istediğim bir konu daha var; dokunulmazlık konusu. Hükümet Programı içinde yer alan kamu adına görev yapanların dokunulmazlığıyla birlikte, Meclisin saygınlığı açısından gerekliliğine yürekten inandığım milletvekilliği dokunulmazlığının da kaldırılması şarttır. 59 uncu hükümetin öncelikli icraatlarından biri bu olmalıdır; yürekten destekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Erdoğan'ın Yüce Meclise girmesinde nasıl iktidar ve muhalefet olarak katkımız olduysa, vatanın huzuru ve refahı için verilen her kararda beraber olmamız gerektiğine inanıyorum. İnancım ve desteğim, Mardin İlinin tüm sorunlarının, 22 nci Dönem milletvekillerinin de katkılarıyla, 59 uncu hükümetin çabasıyla çözüleceği yönündedir.

Mardin halkı adına icraatlarını yakından takip edeceğim 59 uncu hükümetin programına müspet baktığımı bildirir, 59 uncu hükümetin vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını dilerken, bizi izleyen yüce, aziz milletimize ve Meclisimize saygılarımı arz ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Bölünmez, teşekkür ederim.

Ankara Milletvekili Sayın Yakup Kepenek, talebinizi aldım. "Son söz milletvekilinindir" hükmü uyarınca söz istiyorsunuz. Şahıslar adına konuşma listesinde onuncu sıradasınız. Eğer, hükümet, iki sayın üyenin arkasından bir konuşma yapmış olsaydı "son söz milletvekilinindir" hükmü gereğince, üçüncü sıradaki Samsun Milletvekili Sayın Suat Kılıç'a söz verme durumunda kalacaktım; size söz verme imkânım yok.

Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Güvenoylamasının, Anayasanın 110 uncu, İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güvenoylaması, 23 Mart 2003 Pazar günü yapılacaktır.

Alınan karar gereğince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylamasını yapmak ve 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 23 Mart 2003 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 17.59