DÖNEM : 22 CİLT : 8 YASAMA
YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
52 nci Birleşim
21 . 3 . 2003 Cuma
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - YOKLAMA
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - TBMM Başkanının, Bosna-Hersek
Temsilciler Meclisi Başkanının davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/227)
IV. -
HÜKÜMET PROGRAMI
1. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
V. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep
Tekin’in, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’un şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2. - Elazığ Milletvekili Mehmet
Ağar’ın, AK Parti Grubu adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik’in, 3 Kasım
seçimlerinden önce TBMM’de görev alan siyasî partilere ilişkin sözleri
nedeniyle konuşması
VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu’nun, son beş yıldaki ortaöğretim ve üniversite mezunlarına ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/226)
2. - İzmir Milletvekili Yılmaz
Kaya’nın, İzmir’deki okulların yakıt ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/240)
3. - Antalya Milletvekili Feridun
Fikret Baloğlu’nun, Antalya-Serik’te yaşanan sel felâketine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen’in cevabı (7/242)
4. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu’nun, 1980-2003 yılları arasında kurulan bankalara ve o
tarihlerdeki ilgili Bakan ve Hazine müsteşarlarına ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/250)
5.- İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu’nun, Malî Milattan sonra yurtdışına para kaçtığı iddiasına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/252)
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te
toplanarak dört oturum yaptı.
Birinci
Oturum
Adana Milletvekili Recep Garip ile,
İstanbul Milletvekili Ali Rıza
Gülçiçek'in,
21 Mart Dünya Şiir Günü ve Aşık
Veysel'in ölüm yıldönümü münasebetiyle yaptıkları gündemdışı konuşmalara,
Kültür Bakanı Erkan Mumcu bilgi vererek katkıda bulundu.
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet
Parlakyiğit, Kahramanmaraş'ın sosyoekonomik yapısı ile sorunlarına ve alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.
Erzincan Milletvekili Erol
Tınastepe'nin (6/145) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.
(10/2, 6) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının, süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu;
daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105
inci maddesine göre, Komisyona 1 aylık kesin süre verildiği bildirildi.
Gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı
Anayasanın 117 nci maddesine göre millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı
Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu
bulunan hükümet tarafından belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Kuzey Irak'a gönderilmesine; etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla
Kuzey Irak'ta bulunacak bu kuvvetlerin, gerektiğinde, belirlenecek esaslar
dairesinde kullanılmasına ve muhtemel bir askerî harekât çerçevesinde yabancı
silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları
tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli
düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına Anayasanın 92 nci maddesi
uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu.
Başbakanlık tezkeresinin kapalı
oturumda görüşülmesine dair İçtüzüğün 70 inci maddesine göre Millî Savunma
Bakanı Mehmet Vecdi Gönül tarafından verilen önergenin okunmasından sonra, saat
15.47'de açık oturuma son verildi.
İkinci
Oturum
(Kapalıdır)
Üçüncü
ve Dördüncü Oturum
Görüşmeleri kapalı oturumda
tamamlanan, gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Anayasanın 117 nci maddesine göre
millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına
hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu bulunan hükümet tarafından
belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak'a gönderilmesine;
etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak'ta bulunacak bu
kuvvetlerin, gerektiğinde, belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına ve
muhtemel bir askerî harekât çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava
unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara
ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından
yapılmasına Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan
sonra, kabul edildiği açıklandı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna ait
olup, açık bulunan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğine, Konya
Milletvekili Muharrem Candan aday gösterilerek seçildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu
Tasarısının (1/534) (S.Sayısı: 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Hindistan Hükümeti Arasında Suçluların İadesi
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/473)
(S.Sayısı: 66), görüşmelerini takiben yapılan açıkoylamadan sonra, kabul
edildiği ve kanunlaştığı bildirildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programını görüşmek için, alınan karar
gereğince 21 Mart 2003 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime
18.36'da son verildi.
Bülent Arınç |
|
|
|
|
|
Başkan |
|
|
Mevlüt Akgün |
|
Türkân Miçooğulları |
|
Karaman |
|
İzmir |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
21 Mart 2003 Cuma
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 52 nci Birleşimini açıyorum.
II. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. -
TBMM Başkanının, Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanının davetine,
beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/227)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
20.3.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Bosna-Hersek Temsilciler Meclisi Başkanı Sefik
Dzaferovic'in davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyeti
olduğu halde, Bosna-Hersek'e resmî ziyarette bulunması hususu, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan, Başbakan Sayın Recep Tayyip
Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programı üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz.
IV.- HÜKÜMET PROGRAMI
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu Programının görüşülmesi
BAŞKAN -
Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına,
Hükümete ve şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.
Genel Kurulun
18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, hükümet ve
siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre 60'ar dakikadır. Bu
süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda
ise süre 10'ar dakikadır.
Program üzerinde söz
alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:
Gruplar adına henüz
talep olmadı.
Şahısları adına,
Konya Milletvekili Ahmet Işık, Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez, Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, İstanbul Milletvekili Recep Koral, Mersin Milletvekili
Mustafa Özyürek, Samsun Milletvekili Haluk Koç, Kahramanmaraş Milletvekili
Mehmet Yılmazcan, Tokat Milletvekili Resul Tosun, Denizli Milletvekili Mustafa
Gazalcı, Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay, Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut, Elazığ Milletvekili
Mehmet Kemal Ağar söz istemişlerdir.
Gruplar adına konuşma
talebi yok mu efendim?..
HALUK KOÇ (Samsun) -
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, üç grup başkanvekili; Sayın Mustafa
Özyürek, Sayın Oğuz Oyan ve Sayın Haluk Koç konuşacaklar.
BAŞKAN - Süreyi eşit
olarak mı kullanacaksınız?
HALUK KOÇ (Samsun) -
Evet, 20'şer dakika.
EYÜP FATSA (Ordu) -
AK Parti Grubu adına konuşacakların isimlerini yazılı olarak gönderiyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Hay hay...
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, üç Sayın Grup Başkanvekili eşit sürelerde konuşma
haklarını kullanacaklar.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına birinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa
Özyürek; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Özyürek,
konuşma süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından hazırlanan 59 uncu hükümet programı
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, 59 uncu hükümet programında, 58 inci hükümetin bir devamı
olduğu; yani, 58 inci hükümet programının da 59 uncu hükümet programının
ayrılmaz bir parçası olduğu belirtildiği için, değerlendirmelerimi, iki hükümet
programını ve 3 Kasımdan bugüne Adalet ve Kalkınma Partisinin uygulamalarını
birlikte değerlendirerek yapmak istiyorum.
59 uncu hükümet
programı, esas itibariyle, daha soyut, daha teorik, somut sorunlara daha az yer
veren bir program şeklinde karşımıza gelmiştir. Özellikle, bu Hükümet
Programında üzerinde durulan Adalet ve Kalkınma Partisinin temel niteliğiyle
ilgili, bir değerlendirmeyle ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu Hükümet Programında, Adalet ve Kalkınma Partisinin demokrat, muhafazakâr bir
parti olduğu ifade edilmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
elbette, her parti, kendini dilediği gibi niteleyebilir; ama, önemli olan,
bunun, başkaları tarafından, halk tarafından nasıl algılandığı meselesidir.
"Muhafazakâr
parti" demek, daha çok "orta sağ partiler" demektir; ama, bu
terim çok yıpratıldığı için Türkiye'de, bunun yerine, yeni partimiz muhafazakâr
kimliğini seçmiştir. Muhafazakâr partiler, esas itibariyle, düzeni savunan
partilerdir ve muhafazakâr partiler, esas itibariyle, orta sol partiler
karşısında... Orta sol partiler, daha çok eşitliği, sosyal adaleti öne çıkaran
partilerdir; bunun karşısında olan muhafazakâr partiler ise, daha çok sermayeyi
gözeten partilerdir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi bu değerlendirmenin biraz dışına çıkabilmek için, başına, bir de
"demokrat muhafazakâr" eklemesini yapmıştır; yani, demokrat kimliği,
aslında, biraz da, Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin geçmişten geldikleri
çevreleri ve İslamî referansları uygun bir şekilde ifade etmek için
kullandıkları bir sözcük gibi algılanmaktadır; demokrat muhafazakâr parti...
Tabiî, biraz önce de
belirttiğim gibi, herkes kendini istediği gibi değerlendirebilir; ama, bizim
değerlendirmemize göre Adalet ve Kalkınma Partisi, esas itibariyle, İslamî
değerleri temel alan, kitlelerin hoşuna gidecek mesajları öne çıkaran popülist
bir partidir.
Şimdi, bu partinin
geldiği noktanın -yani, kendini tanımladığı gibi, demokrat muhafazakâr
noktanın- Adalet ve Kalkınma Partisinin tüm mensupları tarafından benimsenmiş
olmasını dilerim. Biz isteriz ki, her parti dilediği gibi kendini tanımlasın;
ama, toplumu "sizden-bizden", "inananlar-inanmayanlar"
gibi, geçmişte olduğu gibi tehlikeli bir şekilde ayırıma tabi tutmasın.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Nereden çıkarıyorsunuz Mustafa Bey?!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir değerlendirme yapıyorum...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Yanlış değerlendirme yapıyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Geçmişte bu değerlendirmelerin yapıldığını...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Karıştırıyorsunuz!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - "...inananlar-inanmayanlar" ayırımlarının yapıldığını,
"sizden-bizden" ayırımlarının yapıldığını...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Geçmişten günümüze gel.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
-...hatta, şimdi sizleri üzmemek için söylemek istemiyorum; daha farklı
söylemlerin gündeme geldiğini hepimiz biliyoruz. Yine burada ifade ettim; eğer,
demokrat muhafazakâr kimliği, bugün anlatmak istediğiniz uzlaşı havasıyla
benimseniyorsa biz buna saygı duyarız; bu, doğru bir yaklaşımdır. Dileğim odur
ki, geçmişte hem Sayın Erdoğan'ın hem de geçmişte sizin lideriniz olan diğer
kimselerin beyanlarından farklı, önemli bir uzlaşı noktasında bulunmak
istiyorsanız biz buna saygı duyarız, bunu mutlulukla karşılarız; ama, tekrar
eski çağrışımları yaptırmak, eski bölünmelere "inanan-inanmayan"
bölünmesine gitmek bu toplumu çok tehlikeli noktalara taşır; bundan sakınmanızı
istiyorum. Ben, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir uyarı görevimi
yapıyorum, ister benimsersiniz ister benimsemezsiniz; takdir sizindir değerli
arkadaşlarım.
AHMET YENİ (Samsun) -
Benimsemiyoruz, sizin konuşmanızı da kabul etmiyoruz.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Aynen iade ediyoruz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Evet, değerli arkadaşlarım, sözcünüz kalkar, buna karşılık
değerlendirmelerini yapar.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Siz oradan laf atarken sözcüyü beklemiyordunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Tabiî, laf atmak özgürlüğünüzde var; ama, buranın düzenini sağlamak
da Sayın Meclis Başkanının yetkisindedir; o, nasıl takdir ederse... Yoksa, ben
sizlerle karşılıklı konuşmaktan her zaman büyük mutluluk duyarım değerli
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
RESUL TOSUN (Tokat) -
Siz aynı şekilde konuşmuştunuz; biz de sizin gibi yapıyoruz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 3 Kasım seçimlerinde, Partimizin, AKP'nin
söylemlerini...
FEYZİ BERDİBEK
(Bingöl) - AK Parti...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Arkadaşlarım, şu terminoloji sorununu bir çözelim, değil mi?!
AHMET YENİ (Samsun) -
Siz çözün, biz değil!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Siz diyorsunuz ki AK Parti, biz diyoruz ki AKP. Bunun, sizinle,
pazarlığını da yapmıştım, demiştim ki: Şu tezkereyi reddedin, her zaman AK
Parti diyeceğim; ama, tekrar kabul ettiniz, ben de AKP'ye döndüm; mesele bu
kadar basit. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için..
ABDULLAH ERDEM
CANTİMUR (Kütahya) - CH Partisi...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Ne derseniz deyin, takdir sizin.
Onun için, Adalet ve
Kalkınma Partisi, seçimlerde, daha çok yoksulluğu, fakirliği ve ülkenin içinde
bulunduğu sorunları anlatarak oy aldı ve büyük bir çoğunlukla iktidar oldu,
Meclise geldi; ama, bir de ne görüyoruz, hem 58 inci hükümetin programında hem
bu 59 uncu hükümetin programında bir anayasa söylemi öne çıkarılmaktadır; yani,
denilmektedir ki: "Biz, yepyeni bir anayasa yapacağız."
Değerli arkadaşlarım,
gerek Sayın Erdoğan gerek Sayın Gül, Avrupa Birliği müzakereleri için Avrupa'da
çeşitli ülkelere gittiklerinde hep "bizim Meclisimiz Anayasada önemli
değişiklikler yapmıştır, uyum yasalarında önemli değişiklikler yapmıştır;
artık, Türkiye'nin Kopenhag kriterlerine uyum yönünden hiçbir sorunu yoktur.
Bizi, Avrupa Birliğine alın" demişlerdir. Başarılı olamamışlardır, o ayrı
mesele, ben, orada değilim. Anayasamızın özgürlükler açısından ve Avrupa
Birliğine uyum açısından artık bir sorunu kalmadığını ifade etmişlerdir; ama,
şimdi ne görüyoruz, Hükümet Programında yepyeni bir anayasadan bahsediliyor.
Elbette, Cumhuriyet Halk Partisi de, Anayasada, ihtiyaç olduğu zaman gerekli
değişiklikler yapılmasından yanadır; ama, ucu açık, neyi amaçladığı belli
olmayan bir anayasa öngörüsü, bu programda yer almıştır. O programda deniliyor
ki...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Bu Mecliste yapılacak, göreceksiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ben, hükümetin taahhütlerini, hükümetin
programını değerlendiriyorum; elbette, o öneriler buraya geldiği zaman, Meclis
olarak da katkımızı sunarız, önerilerimizi, eleştirilerimizi yaparız; ama,
Anayasanın nitelikleri, yapılacak olan yepyeni Anayasanın nitelikleri
sayılırken "katılımcı demokrasiyi esas alan, demokratik hukuk devleti
anlayışına uygun bir anayasa yapılacaktır" deniliyor; yani, demokratik
hukuk devleti anlayışı... Oysa, bizim Anayasamızın değiştirilmesi dahi
önerilemeyecek olan 2 nci maddesinde, bu ibare aynen şöyledir: "Laiklik
ilkesi..." Yani, laik, sosyal hukuk devletinden bahsedilir. 59 uncu
hükümetin önerdiği bu yepyeni anayasa, öyle anlaşılıyor ki, laiklik ilkesini
içermeyecektir; çünkü...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Dereyi görmeden paçayı sıvadınız Sayın Özyürek!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Arkadaşlarım, Hükümetin Programı önünüzde, açınız, okuyunuz, çok
net bir şekilde ifade ediliyor; ama, laiklik ilkesinin bu anayasada yer
alacağına dair herhangi bir vurgulama yapılmıyor.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Önümüzde öyle bir şey yok...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Eğer, Sayın Başbakan, cevap vermek üzere buraya geldiğinde
"biz, laiklik ilkesini de, yeni anayasada gerekli ağırlıkta
koyacağız" derse, benim bu eleştirilerim havada kalır; ama, ben, önümdeki
yazılı dokümana göre bir değerlendirme yapıyorum ve orada açıkça görüyorum ki,
laiklik ilkesine herhangi bir vurgulama yapılmamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
anayasalar elbette değişir; ama, neresini, nasıl ve hangi amaçla
değiştireceğinizi açıkça ifade etmeniz lazım. Bu Anayasanın pek çok maddesi,
geçmişte, geçen dönemde değiştirildi, eskiden de değiştirildi, sürekli
değiştiriliyor; ama, neresini, nasıl değiştireceğiz? Mesela, biraz önce de
söyledim, biz isteriz ki, cumhuriyetin 80 yıllık birikimlerini muhafaza eden
bir anayasa yapalım. Yani cumhuriyetçiliği, yani Atatürkçülüğü, yani laikliği
dışlamayan, onu esas alan bir anayasa, bizim, olmazsa olmaz şartımızdır. Bunda
mutabıksanız, yeni bir anayasayı konuşabiliriz.
Bir diğer nokta da
şudur: Biz, sürekli, şeffaf toplum, saydam toplum, temiz siyaset diye geliyoruz
ve bunun şartı, olmazsa olmaz şartı olarak da, dokunulmazlıkların
kaldırılmasını öngörüyoruz. Eğer, yeni anayasa değişikliğinizde dokunulmazlıkları
kaldıracaksanız, yani, milletvekillerinin de, sade vatandaşlar gibi
yargılanmasının önünü açacaksanız, bunu hep birlikte gerçekleştirebiliriz.
Değerli arkadaşlarım,
bu Hükümet Programında eğitimle ilgili önemli noktalar var. Eğitimin önündeki
engellerin kaldırılacağı söyleniyor. Elbette, eğitimin önündeki engellerin
hepsi kaldırılmalıdır; yani, fakir çocukların okuması için yurtlar olmalıdır,
burslar verilmelidir; okullarımız, araç gereç yönünden, hocalarımız yönünden
takviye edilmelidir; ama, bu programın ifadesinden öyle algılıyoruz ki, daha
çok, eğitimin önünde temel bir engel gibi algılanan türban sorununa bir
gönderme, bir yollama yapılıyor. Eğitimin önündeki engelleri kaldırmaktan
maksat, biraz da, türbanı meşru kılmak; yani, üniversitelere, resmî dairelere
türbanla girilsin, oralarda türbanla çalışılsın anlayışı var. Bu doğru
değildir; bu toplumda ulaştığımız uzlaşma noktasını, barış noktasını
dinamitleyecek bir yaklaşımdır, bundan dikkatle kaçınılmasını öneriyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bir diğer önemli nokta, meslekî eğitim gören öğrencilerin üniversiteye
geçişindeki sorunların çözüleceğinden bahsediliyor. Elbette, elektrik
bölümünden mezun olan öğrencimiz kolaylıkla elektrik mühendisliğine
geçebilmelidir; imam-hatipte okuyan kardeşimiz de, ilahiyat fakültesine
kolaylıkla geçebilmelidir. Nitekim, imam-hatipte okuyan öğrencilerimizin
ilahiyat fakültesine geçmesinde önemli bir zorluk yoktur; ama, bu, imam-hatipte
okuyan öğrencileri bütün üniversitelere kolaylıkla girmesini sağlayacak bir
öneri olarak programda yer almışsa, bundan biz üzüntü duyarız; bu da, toplumda
var olan uzlaşıyı, toplumda var olan barışı kaldıracak bir noktadır değerli
arkadaşlarım.
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Kardeşlerimiz...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Herkes birbirinin kardeşidir değerli arkadaşlarım.
RESUL TOSUN (Tokat) -
CHP hiç değişmeyecek mi Sayın Özyürek?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - CHP değişmiştir. Değerli arkadaşlarım, CHP, sosyal demokrat bir
partidir. Sosyal demokrat partiler barışçıdır, eşitlikçidir, kardeşliğe önem
verir; ama, siz, barışı değil savaşı öne alan bir partisiniz. (CHP sıralarından
alkışlar; AK Parti sıralarından alkışlar [!])
RESUL TOSUN (Tokat) -
Elli yıl geride kalmışsınız!
AHMET YENİ (Samsun) -
Hiç değişmeyecek misiniz?!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Ama, siz, çok yanlış yollara giden bir partisiniz...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Hakaret ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Şimdi, onun ezikliği içinde, bir savaşa karar vermenin ezikliği
içinde, barışı öne alan bir parti sözcüsünü suçlayarak, laf atarak insicamımı
bozmaya kalkışıyorsunuz; ama, hiç uğraşmayın, kendinizi yormayın, ben,
anlatacaklarımı sonuna kadar anlatırım burada. Sayın Başkandan da, süreme yeni süre ilave etmesini özellikle
diliyorum; çünkü, benim niyetim sizlerle laf yarıştırmak değil; benim niyetim,
Hükümet Programı üzerindeki değerlendirmeleri, Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini, sizlere ve halkımıza sunmaktır. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Anlatırken, esneklik göstereceksiniz.
RESUL TOSUN (Tokat) -
Programı değerlendirmiyorsunuz,
anılarınızı değerlendiriyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, hatibe müdahale etmeyiniz.
Sayın Özyürek,
affedersiniz...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Sayın Tosun, bakınız, tabiî, hep söyledim, şık bir laf atarsanız
anlamı var; ama, sürekli laf atarsanız, o zaman ikimiz arasında bir söyleşiye
dönüşür ki, Meclisin yapısı, İçtüzük ve Başkanın tutumu buna müsaade etmez.
BAŞKAN - Sayın
Özyürek, lütfen, Genel Kurula hitap ediniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Ama, Sayın Başkanım...
BAŞKAN - Karşılıklı
konuşmalara fırsat vermeyiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Sayın Başkanım, sürekli laf atılırsa...
BAŞKAN - Çoğunu
duymayacaksınız, işinize gelen yerde karşılığını vereceksiniz. (Alkışlar) Bu iş
böyledir Sayın Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Sayın Başkanım, ben sosyal demokrat olduğum için sol kulağım gayet güçlü
duyuyor; onun için, arkadaşların dediklerini de hep duyuyorum.
BAŞKAN - Ama, lütfen,
lütfen... Yani, kürsüyü tersine çevirme imkânımız yok. Lütfen efendim, Genel
Kurula hitap edin, İçtüzüğümüz böyle emrediyor.
Buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Hay hay.
Değerli arkadaşlarım,
bu programda aileyle ilgili değerlendirmeler var ve aileyi sosyalleştirmekten
bahsediyor. Bu, kadını, neslin devamı için bir aygıt gibi gören bir anlayış
olmasından endişe ediyorum. (AK Parti sıralarından "Öyle bir şey yok"
sesleri) Biz istiyoruz ki, kadın, toplumun temeli olsun.
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Benim yerime de konuştun!..
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Nitekim, 2001 yılında Anayasamızda yapılan değişiklik doğrultusunda
erkekle eşit statüde olsun... Ben, artık, kadınla erkek eşitliğini farklı
gören, erkekleri öne çıkaran, kadınları eve hapseden anlayışların geride
kaldığını ummak istiyorum ve hiçbir hükümetin de böyle düşünmemesini temenni ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Hükümet Programında bazı vaatlere, sözlere yer verilmiş "biz, seçilme
yaşını 25'e indireceğiz" deniliyor. Değerli arkadaşlarım, Anayasa
değişiklikleri burada görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, seçilme yaşının
25'e indirilmesi yönünde önergemizi verdik; ama, ne yazık ki, bu önerge,
sizlerin oylarıyla reddedildi. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, Adalet ve
Kalkınma Partisi milletvekillerinin oyları ortada, hükümet, tutmuş "25 yaşı
tekrar getireceğim" diyor; bu, inandırıcı değil değerli arkadaşlarım.
Bu hükümet, yine
programında "işsizlikle, yoksullukla mücadele edeceğim" diyor. 58
inci hükümet programında "15 000 000 civarında insanın açlık sınırında
olduğu ve bunların sorunlarının çözüleceği" açıkça ifade edilmişti; ama,
59 uncu hükümet programında, artık buna dair önemli bir değinme yok; yani, bu
15 000 000 kişi, üç aylık dönemde refaha mı kavuştular?! Türkiye, daha da
fakirleşti, Türkiye, daha da sefalete sürüklendi. Öyleyse, yoksullukla mücadele
programının, 59 uncu hükümet programında da etkili bir şekilde yer alması
gerekirdi ve bu insanlara sadaka vermeden, bu insanlara iane vermeden, vatandaş
olma hakkı olarak, hangi yardımları yapacağımızın 59 uncu hükümet programında
da açık seçik yer almasını dilerdik.
Değerli arkadaşlarım,
15,7 katrilyonluk bir kaynak paketi açıklandı. Bu kaynak paketinde, dünyada ilk
kez, emekli maaşlarından yüzde 1 sağlık primi kesilmesi kararlaştırılıyor.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur değerli arkadaşlarım. Emekli
olan insan, çalışırken, zaten, gerekli primleri ödemiştir; onun emekli
maaşından tekrar sağlık primi kesmek, son derece terstir.
Yine, yapılan bir
değişiklikle, memurlara, enflasyon kadar zam yapılacağını, birkaç gün sonra
görüşeceğimiz bütçe kanunu tasarısından çıkarıyoruz; yani, dargelirli
çalışanların gelirlerinden kesintiler yapıyoruz, ekvergiler getiriyoruz, ek
Emlak Vergisi getiriyoruz -ki, bu, 20 000 000 vatandaşımızı ilgilendiriyor- ek
taşıt vergileri getiriyoruz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Özyürek, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; süreniz bitti.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Hem daha çok vergi
alacağız hem gelirlerinden keseceğiz ve sonra da "biz, yoksullukla
mücadele ediyoruz" diyeceğiz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değerli
arkadaşlarım. Yani, siz, işsizlikle nasıl mücadele edeceksiniz, yoksullukla nasıl
mücadele edeceksiniz, bunları, burada açık seçik göstermeniz gerekirdi.
Yine, bugünkü
gazetelerde okumuşsunuzdur; bırakınız ek Emlak Vergisini, ek taşıt vergisini,
yeni ek vergiler geleceğine dair, bazı bakanların -ne yazık ki- açıklamaları
var.
Değerli arkadaşlarım,
bu Hükümet Programıyla ilgili söylenecek çok şey var; arkadaşlarım da, bunları,
söyleyecekler; ama, ben, şunu belirtmek istiyorum: Zaten, bu Hükümet
Programının açıklandığının ertesi günü, bu Hükümet Programının bir önemi
kalmamıştır; çünkü, Türkiye, bir savaş ortamına girmiştir. Sayın Ali Babacan,
önce, Amerika Birleşik Devletlerinden para geleceğini söylemek suretiyle
borsayı biraz yükseltmiş, faizleri biraz düşürmüş; ama, ertesi gün, tam aksi
açıklama yapmıştır. Peki, bu iki günlük dönemde, kimler, bonoda, faizde,
dolarda ne kazanmıştır; bunların burada açıkça ifade edilmesi lazım. Devlet
adamlığı, iki gün sonrayı görmektir, üç gün sonrayı görmektir. Eğer, bir Devlet
Bakanı, yarın ne olacağını, yarın Amerika Birleşik Devletlerinden böyle bir
paranın gelmeyeceğini bilemiyorsa yazıklar olsun! (CHP sıralarından alkışlar)
Bile bile böyle bir demeç vermişse, ona söyleyecek hiçbir şeyim yok. Sayın Ali
Babacan'ın yapacağı tek şey, bir an önce istifa etmektir, bu yanlışların yol
açtığı tahribatı gidermektir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye bir savaş ortamında. Amerika Birleşik Devletleri, Irak sınırındaki 21
ilimizde bulunan kendi vatandaşlarının orayı terk etmesini istemiş ve Kızılay,
orada, Irak'tan gelecek göçmenler için çadırlar kurmuştur. Peki, orada yaşayan
vatandaşlarımız için hükümet ne düşünmektedir; oradaki insanlar herhangi bir
kimyasal silah tehdidine karşı veya diğer tehditlere karşı korunmakta mıdır,
bilinçlendirilmekte midir; ilaç dağıtılmakta mıdır, maske dağıtılmakta mıdır?
Almanya'da bile, çok uzakta olan bir ülkede bile vatandaşlarını korumak için
her türlü önlem alınırken, Türkiye'de, hiçbir şey olmamış gibi günümüzü gün
etmemiz son derece yanlıştır.
Değerli arkadaşlarım,
çevre, dünyanın en temel sorunlarından biri, en önemli konularından biri.
Şimdi, hükümetimizin, Çevre Bakanlığını kaldırarak Orman Bakanlığının bir
ünitesi haline getirmeye çalıştığını görmekten son derece üzüntü duyuyorum;
çünkü, artık, bütün dünyada çevre önemli bir konudur ve çevre önemli bir ünite
olarak algılanıyor; Avrupa Birliğinde de çevre hukuku bir üst hukuktur; yani,
bütün ülkeleri bağlayan bir hukuktur. Böylesi bir dönemde Çevre Bakanlığını
kaldırmak ve çevreciliği ormanları koruma düzeyine indirmek son derece
yanlıştır.
BAŞKAN - Sayın
Özyürek, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Yine, programda, çevreci
nükleer enerji santralları kurulacağından bahsediliyor. Ben, bunu ilk kez
duyuyorum. Çevreci nükleer santral olmaz değerli arkadaşlarım. Nükleer
santrallar, nükleer santraldır ve geçmişte, bütün çevreciler, bütün bilinçli
insanlar, Mersin'de Akkuyu Santralının kurulmaması için var güçleriyle mücadele
ettiler ve kurulmasını bugüne kadar önlediler.
Şimdi, o santral,
özellikle, bu santralı kurarak para kazanmak isteyenlerin telkiniyle çevreci
sıfatıyla yeniden kurulacaksa, biz, bu tip önlemlere, Türkiye'yi cehenneme
çevirecek nükleer santrallara hep karşı olduk, bugün de karşı olmaya devam
edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
yine diyecekler ki "Cumhuriyet Halk Partisi hiç değişmedi mi?" Evet,
hiç değişmedi...
RESUL TOSUN (Tokat)-
Sürekli muhalefette kalacaksınız, hiç iktidar olamayacaksınız!..
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla)- ... çevrecilikten yanadır, sosyal adaletten yanadır, eşitlikten
yanadır; "önce insan" diyen felsefemizle halkımızın karşısındayız.
Yeni hükümete
başarılar diliyor, Sayın Erdoğan'ı ve bakanlarını en iyi dileklerimle
kutluyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkürler sayın
arkadaşlar. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın
Özyürek, teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar,
iki konuyu izninizle açıklamak istiyorum: Birincisi; hükümet programları
üzerindeki müzakereler çok önemli müzakerelerdir. Danışma Kurulundaki
toplantımızda her iki siyasî parti grubunun muvafakatıyla, gruplara birer
saatlik konuşma süresi tanınmıştır. Dolayısıyla, bu bir saatlik süre içerisinde
hükümet programı her yönüyle ele alınabilir. Bunu, iki arkadaş, üç arkadaş
kullanabilir; dolayısıyla, sürelerin uzatımında biraz hasis davranacağımın
bilinmesini isterim; birer saatlik sürenin yeterli olduğunu düşünüyorum.
İkincisi; Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kürsü hürdür. Her milletvekili, dilediği
konuda, dilediği düşüncelerini açıklıkla ifade edebilir, eleştiri yapabilir. Bu
eleştiriler sonuna kadar sert olabilir; yeter ki, küçültücü, aşağılayıcı,
hakaret ifade edici sözler olmasın. Hangi hallerde konuşan kişiye müdahale
edileceği veya bir başka üyeye müdahalede bulunulacağı da İçtüzükte
yazılmıştır; kaba, yaralayıcı söz kullanılamaz, konunun dışına çok fazla
çıkılamaz, vesaire.
Bununla şunu
kastediyorum: Yüzde 90'ı yenilenmiş Türkiye Büyük Millet Meclisindeyiz. Bütün
milletvekili arkadaşlarımın fırsat buldukça geçmiş tutanakları okuyarak hem
müzakere usulü konusunda hem bu sataşmalar veya laf atmalar denen, bazen de
tadı, tuzu, biberi olan konularda güzel örnekleri dikkate almalarını rica
ederim.
Bir milletvekili
arkadaşımız konuşur, Genel Kurul onu sükûnetle dinleyebilir. Bir arkadaşımız
konuşur, bazen yerlerinden söz atmalar olabilir, müdahaleler olabilir; onlara
nasıl müdahale edeceğimiz de İçtüzükte bellidir; ama, herkes, biri bir şey
söyledi diye ona dönerek karşılık verme durumunda olamaz. Usul şöyledir:
Bunların çoğunu duymazsızın konsantrasyonunuzu bozmamak için; çünkü, muzip
insanlar laf atarlar ki, siz elinizdeki metinden uzaklaşın, kendi düşünce ahenginizi
kaybedin ve burada başarısız bir konuşma yapın; bu da, işin doğasında vardır,
bunlar garip şeyler değil.
Geçmişte Sayın
Demirel'in ben bazı müdahalelerini hatırlıyorum, mesela, muhalefet partisi
mensubu olarak hükümeti eleştiriyordu, sözün bir yerinde "bu enflasyonu
nasıl düşüreceğiz biliyor musunuz" dedi; iktidar sıralarından biri
"söyle de bilelim" dedi. Sayın Demirel yapıştırdı hemen "görüyor
musunuz, bilmiyorlar da bana soruyorlar" dedi.
Şimdi, siz öyle
sözler duyarsınız ki, dokuzunu duymazsınız; ama, birine sıra geldiği zaman cuk
oturtursunuz, on saat konuşmanıza gerek kalmaz. Dolayısıyla, Sayın Resul
Tosun'u arka sıralara oturtma imkânım yok; ama, bir arkadaş şunu söyledi, bunu
söyledi diye siz düşünce yapınızı, konuşma üslubunuzu ve kafanızda
tasarladığınız biçimi kesinlikle unutmayın.
Çok değerli
arkadaşlarımız var, biz, hepsinin fikirlerinden istifade edeceğiz; ama, burada
bir kışla düzeni hâkim değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde sivil düzen
hâkim, İçtüzüğümüz ne emrediyorsa onu yapacağız. İkide bir Başkana dönerek
"niye müdahale etmiyorsunuz, benim süremden çalınıyor" demeye de
hakkınız yok. Her an müdahalede bulunursam, çok sevimsiz bir Başkan olurum,
müzakereleri yürütmek de mümkün olmaz. Kaldı ki, zaten, baştan, buradan
bakıyorum "sayın arkadaşım" diyeceğim isimlerinizi de bilemiyorum,
biraz birbirimizi tanımamız için fırsat olacak. Dolayısıyla, arada bir
"sayın milletvekilleri" diye hitap ettiğim zaman, bu, hepimize ait,
belki bir ikaz olarak algılanmalıdır. Görüşmelerin renkli geçmesi, canlı
geçmesi, konuşulanların ilgiyle dinlenmesi ve yerine göre zarif, esprili
nükteler yapılması Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Genel Kurulun konuşma,
dinleme adaplarındandır. Ben, şu ana kadar hiçbir arkadaşımın yaralayıcı,
kırıcı bir müdahalesini duymadım, bundan sonraki görüşmelerin de bu nezaket
içerisinde cereyan etmesini diliyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, İzmir Milletvekilimiz Sayın Oğuz
Oyan'dır.
Buyurun Sayın Oyan.
(Alkışlar)
Sayın Oyan, süreniz
20 dakika.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ
OYAN (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, bugün, önemli bir belgenin, hükümetin, resmî Hükümet
Programının, yapacaklarının, vaatler dizisi olan programın tartışmasını
yapıyoruz; gerçekten önemli bir gün.
İlk tespitim şu
-Sayın Özyürek de yaptı, ama, ben tekrar yapmak istiyorum- bu Programda bir
ideoloji, bir kimlik bunalımı var. Bu program eklektik bir yapıda ve bu sözcük
de geçiyor Programın içinde, ben, tekrar kullanıyorum-bu programın birçok
yerinde muhafazakâr demokrat kimliğin, bir şekilde mutlaka vurgulanması isteniyor.
Partiniz yeni, henüz
tam yönünü belirlemedi, Avrupa Parlamentosuna katıldığı zaman hangi gruba
katılacağının kararını veremiyor; Hıristiyan demokratlarla mı katılsın,
liberallerle mi katılsın; bir kısmınız Hıristiyan demokratlarla toplantılara
katılıyor, bir kısmınız liberallerle katılıyor, ben bunu anlıyorum. Nasıl ki
Hıristiyan demokratlarla toplantıya katılmanız Avrupa Parlamentosunda sizi
Hıristiyan yapmazsa, demokrat da yapmaz sevgili arkadaşlarım. Yani, oraya
katılmakla muhafazakâr demokrat olunmuyor ya da Müslüman demokrat olunmuyor.
Bunun yolu, bir kere -Avrupa'da Hıristiyan demokrasinin geçtiği gibi- bir dinde reform sürecinden geçmekten
geçiyor; Avrupa siyaseti böyle oluştu. Demokrasiyi, uygun hedefe vardığında
inilecek bir tramvaydan ibaret sanırsak, bu, bizi demokrasiye götürmez.
Programdan aldığım sözlerle "muhafazakârlığın genleri ve tarihî
kodları" deniliyor; bunu söylemekle demokrat olunamıyor.
Bakınız, bu konuyla
ilgili bir başka şey söyleyeyim. Siz, üniversitelerde her türlü, her çeşit
düşüncenin serpilmesini istiyorsunuz; evet ama, istisnalar olacaktır. Nasıl ki,
Avrupa, 1920'lerden itibaren bir faşizm tehlikesini yaşamış ve faşist
partilerin kurulmasını yasaklamışsa; Türkiye de-her kurumda, her ortamda her
düşünce söylenebilir; ama, iki istisnası vardır- devleti, faşizme ve din
devletine götürecek düşüncelere kapalı tutmalıdır. Bunun altını mutlaka çizmemiz
gerekiyor.
Bu programa hâkim
olan diğer bir anlayış, piyasacı anlayıştır. Bu piyasacı anlayış, böyle reel
sektörcü bir ağırlıkta ifade edilmiyor. Buradaki piyasacı anlayış, esas
itibariyle, finans piyasalarını ürkütmemek üzere ele alınmış bir metin izlenimi
veriyor; yani, burada, arz yanlı iktisat gibi, bizim, iktisatta, en sağ, en
muhafazakâr, en sosyal adalet karşıtı diye bildiğimiz birtakım kavramlara da
yer veriliyor. Bu metni hazırlayanlar bunu nasıl koydular, bilmiyorum; ama, bugünkü
uygulamalarınıza, üçbuçuk aylık uygulamalarınıza baktığımız zaman, gerçekten,
çok iyi oturuyor.
Nedir arz yanlı
iktisat; halkın talebine, toplumun talebine göre değil de, başka noktalardan,
yani, kamunun harcama paketiyle, toplumda sosyal dengeleri, gelir dağılımını
gözeten harcamalardan uzaklaşmasını ister arz yanlı iktisat. Arz yanlı iktisat,
vergilerden, dolaysız dediğimiz vergilerden, gelir üzerinden alınan vergilerden
dolaylı vergilere; yani, tüketim vergilerine geçilmesini ister. Siz de tam bunu
yapıyorsunuz. Arz yanlı iktisat, piyasa merkezli bir devlet ve bir ekonomi
ister, sosyal devleti geriletmek ister, kamu harcamalarını, özellikle sosyal
kamu harcamalarını geriletmek ister. Eğer bunları istiyorsanız, arz yanlı
iktisadı, siz, güle güle kullanın, hayırlı olsun; ama, eğer, hem arz yanlı
iktisat diyor hem de bu metnin başka yerlerinde "biz, gelir ve servet
dağılımını düzelteceğiz" diyorsanız, burada bir çelişki var. Bu kimlik
bunalımından kurtulmalısınız, kurtulmak zorundasınız.
Bakınız, size şunu
söyleyeyim: Sermaye yanlısı olmak, bir kusur değildir, bir ayıp değildir. Bunu
söylememek, baştan itibaren bunu gizlemek, geniş kitlelerin, yoksul kitlelerin
yandaşı olduğunu söylemek, emekten, emeğiyle kazanandan, esnaftan, köylüden,
bütün bunlardan oy toplamak; ondan sonra, kusura bakma deyip, üç ay sonra
sırtını dönmek doğru değil. Yaptığınız bütün işlemlerde, işte, bütün vergi
düzenlemeleri ve İş Yasası düzenlemelerinde, İş Güvencesi Yasasını askıya
almalarda; yani, bütün uygulamalarınızda açıkça bize şunu diyorsunuz:
"Biz, tek bir kesime hizmet ederiz." Halbuki, Programda "biz bir
sınıf partisi değiliz" diyorsunuz; tam bir sınıf partisi gibi
davranıyorsunuz. Kitle partisi olsaydınız, hiç olmazsa, bütün sınıflara, bütün
katmanlara eşit ölçüde davranma hassasiyeti gösterirdiniz.
Değerli arkadaşlarım,
özetle, bu Programın kafası karışık. Burada, tekrar söyleyeyim, mahcup olmaya
gerek yok, çıkınız, devleti aslî fonksiyonuna döndüreceğiz deyiniz. Daha önce
bunlar çok söylendi, bu Meclis duvarları aşınmıştır; bunu Özal söyledi, bunu
Mesut Yılmaz söyledi, Çiller söyledi, siz de söyleyin, bağıra bağıra söyleyin;
ama, ondan sonra, kalkıp "devleti aslî fonksiyonuna döndüreceğiz, aynı
zamanda sosyal devlet olacağız." demeyin; bu yok, ikisi bir arada yok
arkadaşlarım; böyle bir şey yok,literatürde böyle bir şey yok, böyle bir kavram
yok. Onun için, lütfen, bu kimlik bunalımından bir şekilde kurtulmak için çaba
gösteriniz.
Bir başka konu,
burada, Programda "milletin talimatlarına uyacağız" diyorsunuz.
Efendim, milletin talimatları nedir; milletin talimatları şudur: Siz, bir seçim
beyannamesiyle milletin önüne gidiyorsunuz, millet "evet, bunu
uygulayın" diye size oy veriyor. O zaman, milletin talimatı nedir; sizin
seçim beyannamenizdir, millet ona oy vermiştir. O halde, bu Programda biz neyi
aramalıyız; milletin talimatlarını; yani, sizin seçim beyannamenizi. Var mı;
yok. Hatta, o kadar yok ki, bakınız, daha önceki Programınız, burada okunan,
kasım ayında okunan, kasım sonunda oylanan Programınıza bakınız, orada, hiç
olmazsa, biraz çekingen de olsa, Acil Eylem Planı birkaç başlıkta yansımıştı;
orada, IMF'yle müzakere ederiz, IMF programını sosyalleştiririz, biz buna yeni
bir sosyal içerik kazandırırız vardı. Şimdiki Programda hiçbir şey yok, tam bir
IMF teslimiyeti var. Şimdi, bu mu milletin talimatlarına uymak?! Milletin
talimatlarına uymak buysa, uymamak nedir sevgili arkadaşlarım?! Dolayısıyla, bu
kafa karışıklığından kurtulmak lazım. Milletin talimatları bellidir, belli
olmayan sizin tutumunuzdur, sizin tavrınızdır; aslında, o da bellidir, üçbuçuk
ay göstermiştir; ama, biz, biraz daha bakalım, görelim, yeni Başbakan, yeni
hükümet-hükümetin bakanları pek yeni değil; ama, en azından Başbakan yeni ne
olacak.
Bu kafa
karışıklığından kurtulmak için, biraz Türkçe terimlere de dönelim. Mesela, bu
Programda, bakıyorsunuz "vizyon", "misyon"
"rehabilitasyon", "restorasyon", "sentetik",
"ekonomik" gibi kelimeler yan yana. Bu kelimeleri bırakın, bu kelimelerin
hepsinin Türkçe karşılığı var. Üstelik, ne söylediğimizi anlamamız lazım.
"Restorasyon" diyorsunuz... "Rehabilitasyon" iyileştirmek,
peki "restorasyon" nedir; restorasyon, eski şekliyle aynen restore
etmektir. Siz, bir yandan da "reformcuyuz" diyorsunuz. Hem reformist
hem restoratör olunmaz; yani, bir şeyi hem değiştirmek, geliştirmek hem de
eskiyi olduğu gibi aynen inşa etmek; bunlar yan yana olmaz. Bu kafa karışıklığı
burada da var; lütfen, bunlardan arındırın, bu metin düzeyinde arındırın
arkadaşlar; olmuyor, böyle olmuyor! (CHP sıralarından alkışlar)
Peki, bu yeni
programda ne var; bizim buradan çıkardığımız sonuç, IMF'ye tam angaje olmak
var, tam teslim olmak var. Milletin talimatları bu muydu size; siz, millete
böyle mi gittiniz, biz gelirsek IMF'nin programını aynen uygulayacağız diye mi,
bu şekilde mi oy istediniz?! Eğer, öyle olsaydı ve o söylemle yüzde 34 oy
alsaydınız, sizi, çok tutarlısınız diye şu an tebrik etmek gerekirdi; ama,
şimdi samimî değilsiniz. Bizim, sizi, öncelikle, millet adına, bu noktadan eleştirmemiz
şarttır.
Değerli arkadaşlarım,
ekonomi yönetimi anlayışınıza bakıyoruz programınızda sayfa 21'den itibaren yer
almaya başlıyor- burada şunu görüyoruz: İktidarınız, dış yardım almadan ekonomiyi
yönetemez durumda. Türkiye, aslında, son üç dört yıldır böyle. Türkiye, son iki
yılda, 2001 ve 2002'de, krizler dolayısıyla IMF yardımları aldı; bu yıl,
2003'te, IMF yardımları, artık, çok sembolikti. Siz ne yaptınız; bir savaş
üzerinden, acaba dış yardım gelir mi hesabını yaptınız. Tabiî, bunu da yüzünüze
gözünüze bulaştırdınız kendi adınıza; ama, bunu yaptınız. Bunu yaptınız; çünkü,
ekonomiyi, ancak dış yardımla yönetebilir bir noktada götürmeye... Sizin mevcut
politikalara karşı bir alternatifiniz yok. İlk gelirken yapmak istediğiniz
şuydu: IMF programını biz kabul eder; ama, bunun sağından solundan hafif deler,
işte faizdışı fazlayı şuraya indirir, yüzde 6,5 yapmaz da 4 yaparız, belki bir
çıkış buluruz; böyle bir çıkış yok. Böyle bir çıkış yok; ya bu programı
uygulayacaksınız ya bunun, farklı, bütünsel bir alternatifini uygulayacaksınız.
Sizde öyle bir alternatif var mı; bu programda öyle bir şey göremiyoruz.
Karşı olmak, azıcık
karşı olmakla olmuyor; karşı olmak, bütününe bir çözüm, bütününe bir paket
çözüm getirmekle oluyor, sizin öyle bir birikiminizin olmadığı anlaşılıyor. Bu
programı okuyunca çok üzülüyorum, Türkiye adına üzülüyorum; çünkü, Türkiye'nin
daha önümüzdeki birkaç yılı için bel bağladığı bir iktidarısınız, tek başınıza
bu kadar büyük bir çoğunluğunuz var ve Türkiye için çözümünüz yok; çok üzücü...
Gerçekten, buna üzülmemek elde değil. Bu programda, biz, Plan ve Bütçe
Komisyonunda o kadar çaba gösterdik, biraz teknoloji, ar-ge falan diye; girmiş,
bir cümleyle; ama, yetmez. Türkiye, eğer teknoloji üretemezse, gelişen ülke
olamaz. Yani, buradaki finansal liberalizasyon, ticarî liberalizasyon; bunların
üzerinden bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Bunun için, şu an dünyanın
kalkınan ülkelerine bakınız, Güney Kore'ye bakınız; böyle mi yapıyor?!
Değerli arkadaşlarım,
bu programda, biz, tutarlı bir ekonomik program anlayışı göremiyoruz, ekonomik
bir program göremiyoruz. Burada, sadece, taklitçi -eskiden bazı arkadaşlarınız
söylerdi- kopyacı bir anlayıştan başka hiçbir şey göremiyoruz; IMF programını
taklit eden, ona hiçbir yenilik getirmeyen bir anlayışı görüyoruz; bu taklitçi
anlayıştan kurtulunuz.
Değerli arkadaşlarım,
siz, buradaki ekonomi yönetimi anlayışınızla milletin umutlarını
tüketiyorsunuz. Bakın, millet, giderek "dağ fare doğurdu" demeye
başladı; yani "hiçbir şey çıkmadı, hiçbir şey çıkmayacak" diyor,
milletin umutlarını tüketiyorsunuz. Bir millet açısından en önemli şey nedir
biliyor musunuz; her millet, yoksulluğa, yoksunluğa katlanabilir, bir savaş
ortamında her türlü özveriyi yapar; ama, bir insan ya da bir millet için en
önemli şey, umutların son bulmasıdır, umutların tükenmesidir. Siz, işte bunu
yapıyorsunuz, bu millete yapılacak en büyük kötülük budur. "Artık, bu
millet adam olmaz" derseniz, millete dedirtirseniz, gerçekten, geleceğimiz
karanlıktır.
Ben, bir üniversite
hocası olarak, birkaç yıldır şunu gözlemliyorum: Bizim en parlak öğrencilerimiz
yurtdışına kapağı atmayı düşünüyor. Neden; bu ülkenin geleceğine güven kalmadı.
Bu ülkenin geleceğine güven kalmadı ve bu son umutları siz söndürmeyin, lütfen,
bunu söndürmeyin. Bu program, bu umutları yeşertecek bir program değildir; bu,
yanlış bir programdır; bu, Türkiye'nin koşullarına uygun, onun istediği bir
program değildir; bu, milletin talep ettiği bir program değildir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bakınız, bu program,
bir başka bakımdan ilk programla karşılaştırılabilir; hükümetin ilk programı,
bir anlamda geçici bütçeyle çakışıyordu. Geçici bütçe, üç aylık bütçe, aynı
zamanda, Acil Eylem Planının ilk üç ayıyla çakışıyordu. Peki, o üç aylık -yani,
üçbuçuk ay geride kaldı- geçici bütçede, acaba, Acil Eylem Planının ilk üç
aylık hedeflerine ilişkin ne vardı, ne yapıldı, ne elde edildi diye bakarsanız,
büyük bir hiç buluyorsunuz ya da o hiçe yakın bir şey buluyorsunuz; hemen hemen
hiçbir şey yapılmadı. Dolayısıyla, burada bir karşılaştırma yapma imkânımız
var.
Şimdiki program,
aslında, bundan sonraki dönemleri içeriyor; ama, en azından, şu sırada bir
bütçe görüşmesi var; yani, bu yılın geri kalan dokuz ayını, dolayısıyla,
aslında, belki de bütünü bütçe sistemi içine alan bir bütçeyle birlikte
gidiyor.
Peki, bu programı
uygulamak için sizin neye ihtiyacınız var; her yılın bütçesine, bu programdaki
vaatlerle ilgili, somut birtakım hedefler, somut imkânlar, ödenekler koymanız
gerekiyor. Peki, var mı?.. Yani, sizin 2003 yılı bütçenizde bu programı hayata
geçirecek ne var diye bakıyoruz, biz, bir şey göremiyoruz. Aslında, var tabiî,
sayabiliriz; mesela, vergi var. Bir daha vergi koymayacağız demiştiniz; eski
Başbakanımız "biz vergi koymayacağız demiştik; ama, getirdik, kusura
bakmayın" demiş ve özür dilemişti; ama, bu özürlerin sayısı artacak
gözüküyor.
Siz, bir kaynak
paketi getirdiniz; daha, bu yılın bazı vergilerine, Emlak Vergisi, Motorlu
Taşıtlar Vergisi gibi vergilere yüzde 59 -enflasyonun çok üzerinde- zam yapmış
olmanıza rağmen, şimdi, bunları ikiye katlayacak ilave vergi paketi
getiriyorsunuz.
Kaynak paketi -tedbir
paketi- diye bir şey getirdiniz ki, bunun ilki 8 Ocakta, ikincisi 18 Ocakta
açıklanmıştı, bunu 3 Martta bir daha açıkladınız, -1 Mart tezkeresi
oylamasından sonra- ve burada, bu topluma 15,7 katrilyon yük getiriyorsunuz. Bu
yükün önemli bölümü vergi yüküdür, vergi üzerinden gelen yüklerdir, bir bölümü
de, bazı harcamalardan vazgeçme dolayısıyla getirilen yüklerdir. Yani, yatırım
yapmadığınız zaman daha çok işsizlik üretiyorsunuz; herhalde, bunun
farkındasınız. Yani, hiçbir bütçede, hiçbir hükümet, bu kadar düşük yatırım
ödeneğiyle ve bu kadar önceden sınırları belirsiz yatırım ödeneğiyle
Türkiye'nin önüne gelmedi.
Buradaki yatırımlarda
şu yok; yani, hangi yatırım ne miktar yapılacak, hangi bakanlık ne miktar
yatırım yapacak, bu ayırımlara bile tam olarak rastlayamıyoruz. Tasarruf diye
geliyor; seyyanen, yatırımlardan 1 katrilyon azaltıyorum... Doğrudan gelir
desteği 2003 ödemeleri yok; haydi, o yatırımlardan 280 trilyon alıp oraya
aktaralım... Bütün bunlar göz boyama; bütün bunlar, plansız, hesapsız işler.
Böyle bir politikayla, bizim, Türkiye'yi aydınlığa götürmemiz mümkün değil.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçenin açıklarının da, burada belirtilen, bütçede belirtilen sınırlar
içerisinde kalmayacağı; dolayısıyla, bu program bütçe üzerinden, Türkiye'nin
borçlarını azaltacak bir yola da gidemeyeceği çok açıktır ve bu bütçede, ilk
kez, yüzde 20'nin altında bir personel ödeneği verilmektedir. İlk kez,
başlangıç ödeneği olarak, personele ayrılan ödenek yüzde 19 olarak
belirlenmektedir. Uygulamadaki gerçekleşmeler hep bunun altında kalmaktadır, bunun
altında kalma ihtimali yüksektir. Bu nasıl bir bütçe anlayışı içerisinde
olduğunuzu gösteriyor; yani, bu bütçe, öyle bir bütçe ki, ekbütçe çıkarılması
daha bugünden kaçınılmaz olan bir bütçe, dokuz aylık bir dönem için bile, ekbütçesiz
bütçe yapılamayacağını bize gösteriyor; bundan da üzüntü duymamak mümkün değil.
Geleceği göremezseniz, bir ülkenin beş yılını böyle bir programla nasıl
yönetirsiniz, dokuz ayını göremezseniz, beş yılı nasıl planlarsınız?
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçenin, bu programın, ekonomik boyutu zayıftır, sosyal boyutu sıfırdır. Bu
bütçenin, bu programın, aslında, hukukî boyutu da ne yazık ki, sorunludur.
Bakınız, siz, önümüze bir bütçe getiriyorsunuz, bu bütçede daha önceki yıllarda
da yapılan -kabul ediyorum- Anayasaya aykırı düzenlemeleri, daha da
genişleterek yapıyorsunuz. Bakınız, bütçelerde Anayasaya aykırı iki tür
düzenleme yapılır; ya Anayasanın 161 inci "Bütçe kanununa, bütçe ile
ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz." maddesi çiğnenir ya da
esasen Anayasada bir yasaya bırakılmamış; ama, bir yasayla düzenlenmiş konular
vardır, bunlarla ilgili olarak bütçe kanununa getirir, bunları değiştirirsiniz.
Bütçe kanunu, başka
kanunları değiştiremez, değiştirmemelidir. Geçmişte bunlar biraz istisnaî idi,
hani alıştık, iki üç tane Anayasaya aykırı... Sizin, bu getirdiğiniz bütçede,
ne kadar Anayasaya aykırılık var biliyor musunuz; tam 13 maddede Anayasaya
aykırılık var, 13 maddenin fıkralarında da olduğu için, tam 21 maddede
Anayasaya aykırılık var.
Değerli arkadaşlarım,
siz böyle mi yapacaksınız? Evet, yıllardır
bütçelerde bu yola çıktı; ama, siz, bu yolu duble yola çevirdiniz.
Hiçbir dönemde Anayasayı ihlâl yolu bu kadar geniş değildi. Biz, bunların büyük
bir bölümü için, Anayasa Mahkemesine gidersek, iptal ettireceğiz. Peki, bu
mudur; yani, Türkiye'nin zaman kaybı böyle mi olacak?
Bakın, burada, yasama
süreciyle ilgili değerlendirmeyi hep yapıyorum, tekrar yaptım, buraya gelmeden
yaptım, dün itibariyle çıkmış yasaları da dikkate aldım. Buraya tam 55 yasa
tasarısı getirmiş durumdasınız ve buradan yasa çıkmış. Bunların bir bölümü
henüz Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış değillerdir. Bu 55 düzenlemenin 41'i
eski hükümetler döneminden gelmedir, sizin buraya getirdiğiniz sadece 14
düzenlemedir ki, bunun 4'ü Cumhurbaşkanından geri döndüğü için ikinci kez
görüştük, bazıları hâlâ gelebilir. Yani, böyle bir yasama süreci ve siz şimdi
bu bütçede Anayasaya 21 tane aykırılıkla geliyorsunuz. Bu mu politika, bu mu
şeffaflık, bu mu saydamlık sevgili arkadaşlarım... Kamu yönetiminde herkese
açıklık, kamu yönetiminde reform bu mudur sevgili arkadaşlarım! Yani, nedir,
biz buradan nereye gidebiliriz?!
Bakın, yeri
gelmişken, size, bu kamu yönetimi reformuyla ilgili de birkaç şey söyleyeyim.
Kamu yönetimi reformu bağlamında ne söylüyorsunuz programda; bakıyoruz, burada
sözünü ettiğiniz şeylerin hiçbiri yeni değil, hiçbiri orijinal düşünce değil;
hepsi, daha önceki hükümetler, yönetimler zamanında söylenmiş şeyler. Bunları
topluyorsunuz -halkta çok yer etmiş, bilmem, bir kısmı da başlamış-
getiriyorsunuz, programa koyuyorsunuz, biz söyledik oluyor.
Bir de şunu
söyleyelim. Kamu yönetimi reformu, sadece bir yasal düzenleme meselesi
değildir; yani, sanki, sadece, kanunlar eksik, birtakım düzenlemeler yapılırsa
bu yerine getirilebilir. Hayır arkadaşlar -onu da yapmıyorsunuz, ayrı mesele;
ama- esas mesele, çok büyük ölçüde, sistemin, alışkanlıkların
değiştirilmesidir. Yasa bunu tek başına sağlamaz, sistemin ve alışkanlıkların
değiştirilmesi meselesidir. Siz bunu yapmıyorsunuz ya da örneğin, kamu alım
satımlarında -İhale Yasasında olduğu gibi- doğru olabilecek, doğruya
götürülebilecek bazı düzenlemeleri de bozucu yönde, rant aktarma hesapları
yönünde değiştirmeye kalkıyorsunuz. Bu mu kamu yönetimi reformu anlayışı?!
Programa yansıyan, bu, kulağa hoş gelen sözler bizi buraya mı götürecek?!
Yani, reform
diyorsunuz... Örneğin, biz, yatırımları, yatırım stokunu tek tek gözden
geçireceğiz, fayda-maliyet analizi yapacağız diyorsunuz. Peki, sevgili
arkadaşlar, kulağa tınısı ne güzel, fayda-maliyet analizi yapacaksınız, çok
güzel, biz bunları derslerde anlatırız. Peki, fayda-maliyet analizi nedir;
yani, bunu yapmak için hangi ekonomik analizi, hangi karar alma prosedürünü
değiştiriyorsunuz? Yatırımları seyyanen 1 katrilyon azalttım demek,
fayda-maliyet analiziyle mi oluyor acaba?! Bunun analizi nerede arkadaşlar?
Fayda-maliyeti bıraktık, analiz tarafı nerede?.. Ben göremiyorum, siz
görüyorsanız bana söyleyin; ben mikroskopla aradım, bulamadım.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bir başka şeyi söyleyeyim, bu malî saydamlık konusunda da hükümetin, ne
yazık ki, bu programıyla olumlu işler yapması mümkün gözükmemektedir.
Saydamlıktan söz edebilmek için, bir kere, bütçenin hazırlanmasında,
uygulanmasında ve raporlanmasında açıklık ve saydamlığı sağlayacak mekanizmalar
gerekir. Bırakalım mekanizmaları, süre bile yok.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Oyan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
OĞUZ OYAN (Devamla) -
Yani, biz, komisyonda 10 gün, burada 6 gün, toplam 16 günde, bir bütçe
tartışıyoruz; yani, süre açısından bile zaafa uğramış bir şey. Böyle, malî saydamlığı
nasıl sağlayacağız? Onun dışında, 21 tane Anayasaya aykırılıkla, malî
saydamlığı nasıl sağlarsınız? Böyle bir şey olabilir mi?
Kaldı ki, yıllardır
bütçede şunu yapıyoruz; şimdi, siz onu tekrar yapıyorsunuz. Bütçede ne
yapıyorsunuz; bakanlıkların ödeneklerini kısıyorsunuz. Bakanlıklar ne yapıyor;
1980'lerde fon kuruyorlardı; bütçeyi delmenin yolu o idi. Şimdi, fonlar kenara
çekildi; ne oluyor; dernek kuruluyor, vakıf kuruluyor, dönersermaye kuruluyor,
bütçe yine deliniyor.
Biz, bütçeyle, malî
saydamlık için devletin bütün hesaplarını görmeliyiz; görebiliyor muyuz; hayır.
Ee, peki, yani, bunun çözümü, bakanlıkların bütçesini kısmak mıdır;
bakanlıkların bütçesini kısmakla soruna çözüm mü buluyorsunuz... Hizmet
gerekliliği devam ederken, bir yerlerden bunun atipik uygulaması devreye
girmiyor mu. Burada bir yol yok, burada malî saydamlık yok. Siz, faizdışı bütçe
harcamasını hesaplayamaz durumdasınız.
Kaldı ki, bir şey
daha söyleyeyim, fonlarla ilgili yasa iptalleri yapılmadan, "fonlar
tasfiye edilmiştir" denildi. Oysa, birçok fon, o fonun kuruluş yasası
ortadan kaldırılmadığı için, bir özel hesap olarak çalışmaya devam etmektedir.
Eskiden, yani, iki üç yıl öncesine kadar hiç olmazsa, bütçede, fonların
gelir-gider akımlarını görüyorduk, bütçe içine alınmıştı onlar, şimdi, onları
da göremiyoruz; çünkü, bu fonlar ne oldu; sözde tasfiye edildi; özel hesaba
dönüştü. Tasfiye etmek için yasasını ortadan kaldırmak, yasasını ortadan
kaldırırken, onun gelir ve giderlerini de bir şekilde sistem içerisine almak gerekiyor.
Bunu yapmak için ne gibi bir öneriniz var bugün bize getirdiğiniz, programda ve
bütçede; hiçbir şey yok, ne yazık ki, hiçbir şey yok.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçe içerisinde ne koşullu yükümlülükler; yani, örneğin, mevduat sigortası,
yap-işlet-devret projeleri, garantili krediler, iç kefaletler, devirli
krediler, sermaye taahhütleri, henüz kesinleşmemiş görev zararları, yatırım
stoku gözükmektedir -bütün bunlar koşullu yükümlülüklerdir, bütçe içinde
gözükmemektedir- ne de diğer yarı malî işlemler gözükmektedir. Burada malî
saydamlık olamaz; yani, ya bu malî saydamlığın gereğini yapacaksınız ya da
programa süs olsun diye böyle bir ifadeyi koymayacaksınız. Bunlar boş sözler
değildir, boşuna ileri sürülmüş ilkeler değildir.
Değerli arkadaşlarım,
yani, burada sadece Muhasebei Umumiye Kanununun 45 inci maddesi ile 48 inci
maddesine bakarsanız, hangi aykırılıkların olduğunu, bütçe kanunlarıyla Maliye
Bakanına ne gibi, aykırı yetkilerin verildiğini görürsünüz.
Son olarak şunu
söyleyeyim: "Yolsuzlukla mücadele" diyorsunuz
"dokunulmazlıkların kaldırılması" diyorsunuz; dokunulmazlıkların
kaldırılması, değerli arkadaşlar, memurlar açısından bir sorun değil, kamu
görevlileri açısından yazıyorsunuz, meseleyi, topu taca atıyorsunuz. Burada
dokunulmazlığı olan tek kategori milletvekilleridir; diğerlerini, memuru
yargılarsınız, belediye başkanını yargılarsınız; yargılayamadığınız tek kesim
var, o da milletvekili. Bunu yargılamadan, buradan başlamadan, buradan örnek
vermeden, öbürünü yapamazsınız. Geliniz bunu programa böyle geçirin. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yolsuzlukla mücadele,
kamu yönetiminde saydamlık olmadan olmaz değerli arkadaşlarım; kurallara
uymanın sağlanması gerçekleştirilmeden olmaz, kuraldışı uygulamalara açık kapı
bırakmakla olmaz; İhale Yasasının dışına çıkma talepleriyle olmaz. O yüzden,
mutlaka hesap verilebilir, hesap verebilir düzenlemeleri getirmek lazım. Bunun
iki cephesi var; birincisi, malî iş ve işlemlerden kaynaklanan hesap verme
zorunluluğudur; ikincisi de, faaliyet program ve projelerdeki gerçekleşmelerle
ulaşılan sonuçlardan kaynaklanan hesap verme zorunluluğudur. Biz, her iki
bakımdan da, sizlerin, bu programda böyle bir hesap verme zorunluluğu konusunda
somut önerilerde bulunmadığınızı, bulunamadığınızı görüyoruz ve üzülüyoruz.
Bakınız, tekrar, son
olarak söyleyeyim: Türkiye'nin atılım yapmaya ihtiyacı var. Bu, ikinci
roketlemeyle olmuyor arkadaşlar. Sizin birinci roketiniz, bırakalım atmosfere
çıkmayı, yerinden kalkamadı birinci hükümet, ikinci hükümete de "ikinci
roketleme" diyorsunuz!.. Birinciyi gördük, bari onu referans vermeyin,
birincisi sanki çok iyi bir şeymiş gibi, "birinci roketleme"
diyorsunuz,şimdi ikinciye geçtik... Arkadaşlar, ciddî olalım, ciddî olalım;
Türkiye'nin ciddî yönetimlere ihtiyacı var.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Oyan.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç.
Sayın Koç, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA HALUK
KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu hükümetin
programının sağlık ve dışpolitika konusundaki tutumu ve sunumu konusunda,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, huzurunuza
gelmiş bulunuyorum; Yüce Meclisi ve ekran başında bizleri izleyen
yurttaşlarımızı, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, içten sevgi ve
saygılarımla selamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
107 gün görevde kalan 58 inci hükümetin gölge başbakanı, 59 uncu hükümetin asıl
Başbakanı olarak, iki gün önce programını buradan sundu. Soyut kavramların
somutlara tercih edildiği veciz sözlerle nice ünlü edebiyatçıyı bile
imrendirecek süslü paragraflarla birbuçuk saate yakın, yapacaklarını
anlattılar. Sunuşun bitiminde, aklınızda neler kaldı diye düşünecek olursanız,
sık sık yinelenen "misyon", "vizyon" sözleri, özenle
seçilmiş Arapça ve Farsça ağdalı kelimelerle doldurulmuş sayfalar ve söz
kalabalığı içinde sağlıkla ilgili tam 20 satır; evet, tam 20 satır... 20
satırda da, Türkiye'de yürümeyen, çıkara dayalı ve ekonomik olarak güçlünün
ulaşabildiği sağlık hizmetlerinin nasıl ve hangi sürede, tüm halka eşit,
nitelikli ve ulaşılabilir bir şekilde sunulabileceğinin açık bir ifadesi yok.
Değerli arkadaşlarım,
bu satırlarda sadece "sağlık hizmetlerinin tüm vatandaşların ulaşabileceği
bir yapıya kavuşması kaçınılmaz hale gelmiştir" ifadesi yer almakta ve
yeni bir yapılanma oluşturulmasından söz edilmektedir. Bu metinde, 58 inci
hükümet programında yer alan "genel sağlık sigortası kurulacak",
"aile hekimliği uygulamasına geçilecek", "sağlık bilgi sistemine
geçilecek", "hastaneler idarî ve malî özerkliğe kavuşturulacak"
ifadelerinden vazgeçildiği görülmektedir. Bu durum, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, gerek Meclis kürsüsünden gerek değişik ortamlarda dile getirdiğimiz
eleştirilerin hükümet tarafından doğru değerlendirildiği ve ülkemiz
koşullarında uygulanma olanağı olmayan hayalî ve romantik söylemlerden, hiç
olmazsa, bu hükümet programında vazgeçildiğini ortaya koymaktadır ve bu,
sevindirici bir gelişmedir. Ancak, 59 uncu hükümet programının sağlık
bakımından içler acısı yanı ise, Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının sağlık
konusunda söyleyecek tek gerçekçi sözü ve uygulanabilir bir yaklaşımının
olmadığının da açıkça ortaya çıkmış olmasıdır.
TURHAN ÇÖMEZ
(Balıkesir) - Pek çok şey söylendi...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti ve hükümetin Sağlık Bakanı, hâlâ,
hastanelerin kapılarındaki kuyruklardan, bıçak parası ödemeden ameliyat
olamayan hastalarımızdan, sağlıksız koşullarda doğum yaparken ölen çocuk yaştaki
analarımızdan, dünyayı görmeye olanak bulamadan yitip giden bebelerden, sağlık
sistemini saran yolsuzluklardan ve sağlık çalışanlarının çalışma koşullarından
biraz habersiz gözükmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, sağlık alanında yapabileceğimiz çok yalın bir tespit var; isterseniz,
bunu birlikte yapalım. Bu alanda -bunu komisyonda da söyledim- hizmeti sunanlar
da hizmeti alma durumunda olanlar da, yani, halk da mutsuzdur; iki taraflı bir
mutsuzluk yaşanıyor bu alanda; bir defa, bu tespiti yapalım. Bu, çok yalın bir
tespittir; siz de anlayabilirsiniz bu söylediğimi.
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Hepsini anlıyoruz Allah'a şükür...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Hiç şüphem yok... Hiç şüphem yok...
Şimdi, sosyal devlet
ilkelerinin bilinçli politikalarla ve tercihlerle göz ardı edildiği günümüzde,
biz, sağlığın, eğitim ve sosyal güvenlik gibi önemli bir kamusal hizmet alanı
olduğu görüşündeyiz ve ısrar ediyoruz burada.
Sağlık hizmetlerine
ayrılan kaynakların son yıllarda belirgin olarak azaltılması, peşpeşe gelen
hükümetlerde, yüzde 2,4'ten 2,7'ye, en fazla 3'e çıkan rakamlar söz konusu;
kamunun, önemli oranda, bu alandan, finansman ve üretim temelinde çekilmesinin
bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin temel sağlık göstergeleri,
şu anda yaşadığımız derin ekonomik krize rağmen, olması gereken noktadan da
oldukça uzaktır. Bakın, bunlar gerçekler.
Değerli arkadaşlarım,
bütçeden sağlığa ayrılan payın, bu hükümet döneminde de planlı bir şekilde
düşük tutulması, devlet ve üniversite hastanelerinin gelirlerini giderek
dönersermayelere dayandırmaları sonucunu doğurmakta -şimdi, söyleyeceğime
dikkat edin, sizler milletvekilisiniz, her gün kapınıza gelen, seçim
bölgelerinden başvuran hastaların yaşadığı sıkıntıları biliyorsunuz- böylece,
halkın, sosyal hakları çerçevesinde alma hakkına sahip oldukları sağlık hizmetleri
için cebinden ek bir paranın çıkmasına sebep oluyor bu sistem. Yanlış mı bu?
Evet, sizin özel
imkânlarınız var; siz, zaten özel imkânlarınızla tedavi olabiliyorsunuz, sağlık
alabiliyorsunuz, o yüzden şanslı bir azınlıksınız.
AYHAN ZEYNEP
TEKİN(Adana) - Siz hasta olmuyor musunuz?
HALUK KOÇ (Devamla) -
Hiç Adana'dan bahsetmedim; Adana, daha da kötü.
Türkiye'de, toplam
sağlık harcamaları içinde, bakın, koruyucu sağlık harcamalarının payı binde
8'ler civarındadır değerli arkadaşlarım. Sağlık Bakanlığının harcamaları içinde
de koruyucu sağlık hizmetlerinin payı yüzde 3'lere kadar inmektedir.
Şimdi, Türkiye'de
1961 yılında bir yasa çıkartılmıştır, 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirmesi Hakkında Yasa ve ne acıdır, biliyor musunuz, bunca hükümet
geldi geçti, de facto olarak, yürürlükte olan bir yasa Türkiye'de uygulanmıyor;
bir suç işliyor hükümetler.
Bana, seçim
bölgelerinizde bütün sağlık ocaklarının bu sosyalleştirme programı içerisinde
dolu olduğunu ve kendisine verilen görevleri yaptıklarını söyleyebilir misiniz?
Bana, bir tane seçim bölgesi söyleyin!
RESUL TOSUN (Tokat) -
Sorumlusu bu hükümet değil ama Sayın Koç .
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ben, bütün hükümetleri birlikte sıralıyorum ve de facto olarak bu dönemde de
uygulanmayacağına dönük işaretler var, onu ifade ediyorum Sayın Tosun.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, Türkiye gerçeklerinde öncelikle yapılması gereken, bu yasanın bugünkü
kent-kır nüfusuna göre tekrar ele alınıp, standart bir norm kadroyla, standart
bir teknik donanımla, mevcut sağlık ocaklarının içinin doldurulması ve yasanın
kendilerine verdiği görevi, bulundukları bölgede, halka eşit, ulaşılabilir bir
şekilde sunmaları gerçeğinden geçer; yoksa, birtakım ütopik programlarla
Türkiye'nin gerçeklerinin çok dışında sağlık programlarının devreye sokulması,
bu sorunları çözmez.
Değerli arkadaşlarım,
sağlık ocağı deyince ne algılıyoruz; içerisinde -hele de büyük kentlerde, büyük
kentlerin çevresinde- iki tane pratisyen hekim kadrosu olan bir sağlık ocağında
20-25 pratisyen hekim istihdam ediliyor; âdeta, bir pratisyen hekim mezarlığı
ve o arkadaşlar, ellerinde kalem, kâğıt, bütün gün, ya gelen emekli vatandaşın
reçetesini yazıyorlar ya da kendilerini uzmanlığa hazırlayacak tıpta uzmanlık
sınavı soruları çözüyorlar. Şimdi, gerçek bu; kapısı, bacası olmayan, bazı
yerlerde içinde inekler otlayan, ahır niyetine kullanılan sağlık ocakları.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, önemli olan bir husus daha var, bunu, Sayın Sağlık Bakanı da ifade
ediyorlar, -geçen hükümette de Sağlık Bakanıydı, bu hükümette de- şu şekildeki
bir söylem sık sık kulağa çalınıyor, çok da hoş bir söylem; "hekim seçme
özgürlüğü olacak, isteyen, istediği hekime gidecek..." Şimdi, ben,
hepinizle paylaşmak istiyorum bu görüşü. Gücü olan, ekonomik olarak bu
koşullarda ayakta duran bir kişi, sağlığa ihtiyacı olduğu zaman, istediği
hekimi seçmekte özgürdür, böyle bir hak kısıtlaması yoktur. Esas olan nedir
biliyor musunuz; esas olan, ulusal gelirimizin yüzde 13'ünü alan, yüzde 48'lik
halkın, ihtiyacı olduğu anda sağlık hizmetlerine ve hekime ulaşma özgürlüğünün
sağlanması sorunudur. Hekime ulaşma özgürlüğü var; gücü olan için var.
AHMET YAŞAR (Aksaray)
- Geliyor, o da geliyor...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Getirin, alkışlayayım sizi. Değerli arkadaşlarım, sağlıkta insan gücü konusunda
hiç rakam vermeyeceğim. Akılcı ve teşvik edici bir ücret politikasıyla, kamuda
tam gün çalışma düzeni mutlaka özendirilmelidir. Bu durum, isteyen hekimin özel
hekimlik yapamayacağı anlamına gelmemektedir. Bakın, hemen, bunu da, karşı
politika olarak, bir argüman olarak, gerekçe olarak sunabiliyorlar. İsteyen
hekim, kendine güvenen hekim, kendi yeteneklerini belirleyen hekim ve bunun
arkasında duran hekim, özel hekimlik yapar; ama, bir şartla yapsın diyoruz biz;
şu kamuyu kullanmasın, kamu olanaklarını kullanmasın, kamu olanaklarını
kullanarak bir muayenehane hekimliği yapmasın; doğru mu yanlış mı? (CHP sıralarından
alkışlar) Getirin bunu, bunu da alkışlayalım.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Getiriyoruz efendim.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Getirin bunu, bunu da alkışlayalım ve kamuda çalışan sağlık çalışanlarının da,
tabiî, bu tip özendirmeyle, hakkı olan ücretlendirmeyi de beraberinde getirmek
şartıyla.
Değerli arkadaşlarım,
çok kısa olarak demokratikleşmeden de bahsedeceğim; bu, sağlıkla birlikte
çalışma hayatını da ilgilendiriyor. Şimdi, sağlık çalışanlarına ve diğer tüm
kamu çalışanlarına, grevli, toplusözleşmeli sendikal hak mutlaka tanınmalıdır.
Programın içeriğinde buna dönük bazı kırıntılar var; ama, netlik yok. Değerli
arkadaşlarım, demin vurguladım, sadece sağlık çalışanlarına değil, tüm kamu
çalışanlarına bu imkân sunulmalıdır.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl)
- Anayasa... Anayasa...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Çalışanların özlük hakları ve çalışanların sağlığı boyutunda, mutlaka
düzenlemeler yapılmalıdır.
Bir başka olay; geçen
dönem, sadece sağlık alanında değil bütün kamuda yaşandı; bu dönemin
başlangıcında da örnekleri var; bakın, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizi
uyarıyoruz; kamuda, kamu çalışanlarında, baskı, rotasyon, sürgün, angarya gibi
uygulamalara son vermek zorundasınız.
ALİ ÖĞÜTEN (Karabük)
- Emredersiniz!
HALUK KOÇ (Devamla) -
Estağfurullah efendim; emir vermiyoruz, demokratik bir talep yerine
getiriyoruz; ama, emir telakki ediyorsanız, o da bizim için çok hoş bir şey.
Yargı kararlarına
saygılı bir Sağlık Bakanlığı istiyoruz, tüzüklere saygılı bir Sağlık Bakanlığı
çalışması istiyoruz. Bakın, biz, her şeyin öyle ücretsiz olmasını filan da
istemiyoruz, birinci kademede ücretsiz olsun diyoruz. Sağlıkta da, eğitimde de,
sosyal güvenlikte de, tabiî ki, katkı olacak; ama, gücü olan, gücü olduğu kadar
verecek; bir havuz olacak; ihtiyacı olan da, o havuzdan eşit faydalanacak.
İşte, sosyal devlet... Sayın Özyürek'in ifade ettiği, o sol kulağın çok iyi
duyduğu sosyal devlet düzeni, sosyal demokrasi bu. Herkesin gücü oranında
katıldığı bir havuz; ihtiyacı olanın da eşit şekilde faydalandığı bir sağlık
havuzu, eğitim havuzu, sosyal güvenlik havuzu...
Değerli arkadaşlarım,
herhalde, seçim bölgelerinizden en çok hekimleri ve hastane başhekimlerini
arıyorsunuzdur; bu da bir gerçek. Bizler, hep, kişisel çözüm arıyoruz, bireysel
çözüm arıyoruz sorunlara karşı; gelin, işi, kurallı, kökünden çözelim.
Kuyruklar, torpiller, sağlık çalışanlarına baskılar, hastanelerde rehin
kalmalar; bunlar, artık, hükümet programlarının kenarındaki, köşesindeki süslü
sözler olmaktan çıksın. Hükümet Programında, bu temel konulara değinen tek bir
çözüm satırı yok; bunu da ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
önemli bir konu, dışpolitika. Şimdi, dışpolitika deyince, hemen şu alıntıyı
yapacağım, Irak kriziyle ilgili; ama, 58 ve 59 uncu hükümetin eylem
devamlılığını bize yansıtıyor; Hükümet Programının, bakın, 43 üncü sayfasından
aynen okuyorum: "Irak krizi konusunda Birinci AK Parti Hükümetinin -öyle
yazıldığı için öyle okuyorum- ortaya koyduğu performans, İkinci AK Parti
Hükümeti döneminde de aynen sürdürülecektir." Eyvah diyorum bunu okuyunca,
eyvah ki, eyvah! Bektaşi fıkrası geliyor aklıma; hani, önüne koymuşlar şarabı
"hele, eren, şunu bir tat" demişler; ilkini tatmış, bırakmış
gerisini. "Yahu, niye tatmıyorsun, karar vereceksin" demişler;
"bundan daha kötü olamaz ki diğerleri" demiş; Birinci AKP Hükümeti,
bu konumdasınız. (CHP sıralarından alkışlar) İkinci AKP Hükümeti bu performansı
aynen sürdürecekse, Türkiye'ye yazık oluyor. (CHP sıralarından alkışlar)
RESUL TOSUN (Tokat)-
Haksızlık ediyorsunuz...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Türkiye'ye yazık oluyor...
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Birinci hükümeti Siirt
değerlendirdi...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi, dışpolitika konularını,
Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün devam ettirdiği anlayışla sürdürmektedir.
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Birinci hükümeti Siirt değerlendirdi
vatandaş değerlendirdi.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Bakın, dışpolitikadan bahsediyorum, Tahtakale'nin sorunlarından değil sayın
vekilim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
Cumhuriyet Halk
Partisi felsefesinde, dışpolitika konularını içpolitika malzemesi haline
getirme gibi bir eğilim hiçbir zaman olmamıştır ve bundan sonra da
olmayacaktır; bundan emin olabilirsiniz. Cumhuriyet Halk Partisi, iktidardayken
de muhalefetteyken de, her zaman, ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda
hareket etmiş ve ülke menfaatlarına hizmet edecek her türlü çalışmaya destek
vermiştir. Keza, 3 Kasım seçimlerden sonra ortaya çıkan yeni siyasî tabloda, Cumhuriyet
Halk Partisi bu düşüncesini devam ettirmiş ve seçimler sonrasında
gerçekleştirilen Avrupa Birliği zirvesi öncesi, Birinci AKP Hükümetine,
dışpolitika konularında ulusal çıkarlar korunduğu sürece destek vereceğini
belirtmiştir. Geçen hükümetin Başbakanı Sayın Gül, Avrupa Birliği zirvesindeki
hedeflerinin, 2003 yılı içinde tam üyelik müzakereleri için bir takvim almak
olduğunu söylediğinde, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal kendisine aynen
şöyle demişti: "Eğer hedefiniz bu ise, bizim desteğimize tam olarak
güvenebilirsiniz. Kopenhag'da görüşeceğiniz siyasî liderlere, muhalefet
partisinin de sizin görüş ve taleplerinizi bu konuda tamamen desteklediğini
söyleyebilirsiniz. Bu, sizin müzakere pozisyonunuzu güçlendirir." Bu
beyan, 58 inci hükümet yetkililerinin Kopenhag'daki zirveye bütün Meclisin
desteğini yanlarında hissederek gitmelerini sağlamıştır. Ancak, bu destek,
hükümet tarafından maalesef iyi kullanılamamıştır;, iyi temsil edilememiş ve
netice itibariyle, Kopenhag'a, 2003 yılında müzakerelere başlama vaadiyle giden
hükümet, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki tam üyelik müzakerelerinin ne
zaman başlayacağının tespit edileceği bir tarih olarak belirlenen Aralık 2004
tarihiyle dönmüştür; yani, eli boş dönmüştür. Bu, çok büyük bir başarısızlık
olmuştur. Önümüzdeki iki yılda AB'de gerçekleşecek değişiklikleri gözönüne
alırsak, ki, bu gelişmeler arasında Avrupa Birliği Komisyonunun görevini
tamamlaması ve muhtemelen Rumların, Avrupa Birliğine tam üye olarak kabul
edilmesi var, bunlar Türkiye'nin önündeki üyelik sürecinde ciddî sıkıntılar
yaratacaktır.
12 Aralık 2002
tarihinde, ülkemizin 58 inci hükümet tarafından temsil edildiği Kopenhag
zirvesinde, Kıbrıs Rumlarına, Londra ve Zürih Anlaşmaları gözardı edilerek
AB'ye kabul edilmesi kararı çıkmış ve bu durum maalesef engellenememiştir. Bu
karar, Türkiye'nin, AB üyeliği yolunda ciddî bir sıkıntı olarak ortaya çıkmış,
2004 Mayısında AB'ye üye olacak Rumları, Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde
veto hakkına sahip kılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliğinin bu kararını önlemek için AKP Hükümeti gerekli mücadeleyi ve
direnci gösterememiştir. Bundan daha vahimi, bu zirveden çıkan sonuçlar, çok
acıdır, iç kamuoyuna bir başarı olarak sunulmuştur.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl)
- Doğru.
HALUK KOÇ (Devamla) -
O zaman, sizi başarılarınızla baş başa bırakıyoruz.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl)
- Elini vicdanına koy!
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sonuç olarak, Türkiye, gelecek için hiçbir vaat almadan, 13 ülkelik bir yarışta
en son sırada bırakılmıştır.
Sayın Güler, sizi
komisyonda çok konuşturmuyorlar herhalde, siz o komisyonun başkanısınız, orada
ifade edin görüşlerinizi.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl)
- Yoo, hayır, öyle bir sıkıntım yok.
BAŞKAN - Sayın Güler,
lütfen hatibe müdahale etmeyin.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Avrupa Birliği konusunda gelinen bu noktada geçmiş hükümetlerin de eksikleri ve
gecikmeleri olmuştur, suç sadece sizde değil; ancak, o hükümetler bu kadar açık
bir yenilgiyi, sizin gibi, bir başarı olarak takdim etmemişlerdir. Ayrıca,
zirve öncesinde Türkiye'nin dünyaya resmen ilan ettiği bir hedef, zirve
sonrasında taktik amaçlı bir beyan olarak takdim edilmiş ve bu beyan, Türk
dışpolitikasının güvenilirliğini zedeleyen bir yaklaşım olmuştur.
Değerli arkadaşlarım,
bu gelişmelerden önce, Yüce Meclisteki uyum yasalarını kabul sürecinde,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak tam destek verdik, anımsıyorsunuz. Sayın Genel
Başkanımıza, 58 inci hükümetin Dışişleri Bakanı tarafından, Meclis kürsüsünden,
haksız sözlü saldırılar olmuştur. Buna rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi, bu uyum
yasaları konusunda tavrını değiştirmemiş ve desteğini sonuna kadar
sürdürmüştür.
Avrupa Birliği
konusunda, hükümetten, şimdi bazı beklentilerimiz var. Bunların başında, her ne
kadar, Adalet ve Kalkınma Partisinin genel merkezindeki, mutfağındaki bazı
arkadaşlar "artık globalleşme süreci başladı, ulusal onur, ulusal gurur,
ulusal kimlik, canım bunların hepsinden vazgeçilebilir, kenarından köşesinden,
bunlardan ödün verebiliriz" diye ifadelerde bulunsalar da...
CÜNEYT KARABIYIK
(Van) - Kim diyor?..
HALUK KOÇ (Devamla) -
Star Gazetesinde her gün okuyabilirsiniz.
... sayın hükümetin
ve Sayın Başbakanın, Türkiye'nin haysiyetinin ve itibarının korunmasının,
öncelikli görevi olduğunu bilmesi gerekiyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'ye yönelik, kırıcı, halkımızın gururunu incitici beyanların hiçbiri
yanıtsız bırakılmamalıdır. Avrupa Birliği yetkililerine, Türkiye'ye,
uluslararası toplumun saygın bir ülkesi gibi davranmaları gereği mutlaka
hatırlatılmalıdır. Diğer aday ülkelere, Türkiye'ye nazaran imtiyazlı muamele
yapılması mutlaka önlenmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, çok önemli bir yasa, geçen gün, sizlerin oylarıyla kabul edildi; gerek
Avrupa Birliği gerek diğer konularda yetişmiş diplomatlara Türkiye'nin çok
ihtiyacı vardı, biz uyarılarımızı yaptık. Bu bakımdan, diplomatların da, diğer
devlet memurları gibi, emeklilik yaşlarının 61'e indirilmesi yanlış olmuştur.
Önümüzde, çok engelli yollar var. Bu deneyimli kadrolara, ülke olarak, ulus
olarak ihtiyacımız var.
Kıbrıs'a gelince
değerli arkadaşlarım, Kıbrıs konusunda, AKP Hükümetinin göreve gelmesiyle
birlikte, Türkiye'nin otuz yıllık millî politikası zedelenmiştir. Bunu, açıkça
ifade ediyorum. Türkiye'nin yıllardır sürdürdüğü Kıbrıs politikası, uzun
yıllardan beri edinilen deneyimler, Bakanlar Kurulu kararları, Türkiye Büyük
Millet Meclisi deklarasyonları ve Millî Güvenlik Kurulu tavsiyeleri
çerçevesinde oluşturulan politikalardır ancak, biraz önce de söylediğim gibi,
AKP Hükümeti bu politikayı benimsememiş ve işbaşına geldiği günden itibaren, o
bahsettiği mutfağın da derin etkisiyle, Türkiye ile birlikte hareket eden,
geçen haftalar içerisinde burada onurla dinlediğimiz, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ı,
maalesef, çözümsüzlük tavrı sergilemekle suçlamıştır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç,
süreniz tamamlandı, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Toparlıyorum Başkanım.
Bu yaklaşım, bir Türk
hükümetine hiç yakışmamıştır. Sayın Denktaş'a karşı alınan tavırla beraber,
geçmiş Türk hükümetleri de suçlanmış ve Türkiye'nin uzun yıllardan beri
kararlılıkla yürüttüğü Kıbrıs politikası hedef haline getirilmiştir.
Sayın Başbakan,
Rize'de bir yerel televizyon kanalına verdiği demeçte "Kıbrıs'ta otuz kırk
yıldır sürdürülen siyasetin devamından yana değilim. Siyaset, sorun üretmek
değil, çözüm üretmek sanatıdır" demişlerdir. Bunu, tekrar tekrar söylemişlerdir,
(AK Parti sıralarından alkışlar) fakat, şu güne kadar da -ben de alkışlarınıza
katılacağım- ulusal bir çözümün ne
olduğunu beyan edememiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bu çelişkili durum, hükümetin Kıbrıs politikası konusunda ne derece tutarsız
davranmış olduğunun bir göstergesidir; ama, sizleri kutluyorum, Sayın
Denktaş'ın Türkiye Büyük Millet Meclisini ziyaretinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde temsil edilen bütün siyasî partiler olarak, hep beraber, bir
deklarasyon yayımlandı. Altında, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
arkadaşlarım da, sizlerin görüşlerinin Sayın Başbakanla uyuşmadığını söyledi;
uyuşmadığını söyledi, sizleri kutluyorum. İnşallah, 59 uncu hükümet de, bu
politikaya bu çizgide devam eder.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Irak konusuna çok kısa değiniyorum; bunu da belirttim; bakın, son bir
tezkere -o hikâyeye değinmiyorum; birinci tezkereye, ikinci tezkereye
değinmiyorum. 1 Mart tezkeresinin yetki sınırlarının aşıldığı konusunu burada
dile getirdik, ifade ettik, kabul etmediniz- dün bir tezkere çıkarıldı; şimdi,
bütün Türkiye kamuoyunu ve bütün Türkiye Büyük Millet Meclisini uyarıyorum;
eğer, bu tezkerenin yetki sınırlarını aşacak girişimlerle karşı karşıya kalırsanız,
çok tehlikeli bir sürece girersiniz. Dün çıkardığımız yetki tezkeresi, yabancı
hava unsurlarına Türk hava sahasını açıyor; yerde ikmal hakkı vermiyor. Bu
konuda çok dikkatli olun değerli arkadaşlarım. Eğer, Türkiye'deki üslerde
ikmal, hükümet tarafından, bu tezkerenin yetkisi içerisinde değerlendirilecek
olursa, 1 Marttaki çelişkiyi yaşarsınız. Bu da şunu gösteriyor: Üçüncü,
dördüncü, beşinci tezkereler, tıpkı eylem planı gibi, numaralanarak karşımıza gelecek.
Hükümetin yumuşak karnı budur. Başından itibaren, sürüklenen bir siyaset,
hükümeti, maalesef, Türkiye'nin kaderini etkileyen noktalarda kendi kaderini
tayin edemeyecek durumda bırakmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Başkanın hoşgörüsüne sığınarak geçiyorum.
Basında çıkan çok
enteresan şeyler var.
BAŞKAN - Sayın Koç,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Tamamlıyorum efendim.
Bunları ifade
edemeyeceğim; ama, merak eden arkadaşlarımız olursa, size veririm.
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Basını takip ediyoruz.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, son olarak, bakın, halkımız, bu hükümetten ne istiyor;
daha doğrusu, siyasetten ne istiyor: Her alandaki eşitsizliklerin giderilmesini
istiyor. Emeğini ortaya koymak, çalışmak ve bunun karşılığında onurlu yaşayacak
bir ücret istiyor. İşini kaybetme korkusu yerine, işini nasıl geliştireceğini,
nasıl daha çok üreteceğini, nasıl daha çok kazanacağını içinde duymak istiyor.
Akşam, gün bitip evine gittiğinde, eve taşıdığı, evde bulduğu şeyin huzur
olmasını istiyor. Televizyonu açtığında, ülkenin sorunlarına sahip çıkan,
samimî, geleceğe güven veren tutarlı bir yönetim istiyor. Komşusunun
çaresizliğini, yoksulluğunu hissetmek değil, onun sevinçlerini paylaşmak istiyor.
Bitmeyen senfoniye dönen ekonomik paketlerin yüklerini, geliri, serveti ve rant
kazancı artan insanların karşılamasını bekliyor. Tapuda, hastanede, adliyede,
karakolda, vergi dairesinde insanca, hak ettiği muameleyi görmek istiyor. Bu
ülkenin vatandaşı olmanın ayrıcalıklarını, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşamak istiyor. Çocuklarının, daha
sağlıklı bir ortamda, kendi yetenekleri doğrultusunda eğitim almalarını ve daha
kaliteli yetişmelerini istiyor. Arkadaşlarım, gençler umutlarını çoğaltmak
istiyor. Gelecekle ilgili belirsizliklerin önlerinde kaybolmasını istiyor;
çalışmanın karşılığının hakça alınacağını bilmek ve düşlerini yaşama geçirmek
istiyor; hastanelerde, hastalığına çare bulmak istiyor; kadınlar, kadın
olmanın, ana olmanın ayrıcalığında, eşitliği sağlayan, özgür, çağdaş bir
toplumda yaşamak istiyor.
Değerli arkadaşlar,
yani, Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi, hayatın insana sunulmuş bir armağan
olduğunu ve bu armağanın getireceği tüm mutlulukları yaşamak istiyor.
Uzun lafın kısası,
halkımız, sorunlarını çözen, ona istediği hizmeti sunan, toplumdaki
eşitsizliklere müdahale eden, yönetim becerisine sahip, sözünün arkasında
duramayan kabadayı gölgeleri değil de, geleceğe umut veren bir ciddî devlet yönetimi
istiyor. (CHP sıralarından alkışlar)
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - CHP'yi muhalefette istedi halkımız.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, size bir karne sunarım ben...
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Söyleyin!.. Söyleyin!..
BAŞKAN - Sayın Koç,
son cümlenizi rica ediyorum.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ben, bu konuşmalar üzerine, yine de...
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Halk neyse, manzarası şurada.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Hanımefendi, bakın, bunu söylemeyecektim; ama, siz istediniz. Siz, Adalet ve
Kalkınma Partisinin vitrininde bir dolgu malzemesi olduğunuzu unutmayın
lütfen...
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - O, sizin hüsnükuruntunuz!..
BAŞKAN - Sayın Koç,
lütfen, son cümlenizi söyleyiniz.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, yine de... (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) -
Sayın Koç, hiç yakışmadı size; lütfen, düzeltin.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Yine de...
AHMET YENİ (Samsun) -
Hanımlara hakaret ediyor!..
BAŞKAN - Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Son cümle Sayın Başkan...
BAŞKAN - Bir
saniye... Bir saniye efendim...
(AK Parti
sıralarından ayağa kalkmalar, gürültüler)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)
- Sizi, Meclise saygıya davet ediyorum!.. Meclise saygılı olun!..
BAŞKAN - Değerli
arkadaşlar, lütfen, yerinize oturun. Lütfen, yerinize oturun. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
HALUK KOÇ (Devamla) -
Siz, yerinize buyurun efendim.
Değerli
arkadaşlarım...
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)
- Haddini bil!.. Haddini bil!..
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen, yerlerinize oturun.
Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Buyurun Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Koç,
Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin
Hanımefendiye "siz, bu partide bir dolgu malzemesisiniz" sözünü sarf
ettiniz. Bu söz fevkalade yanlıştır; lütfen, sözünüzü geri alın.
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Özür dilesin Sayın Başkan!..
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Başkan, o kadar çok...
BAŞKAN - Bu, çok
küçültücü bir ifadedir; lütfen, sözünüzü geri alın ve özür dileyin.
HALUK KOÇ (Devamla) -
O anlamda ifade etmedim, onun ifadesi çok açıktır. Eğer... (AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen,
sözünüzü geri alın.
Arkadaşlar,
yerlerinize oturun lütfen... Lütfen, yerlerinize oturun... Sayın Çömez, Sayın
Tosun, lütfen, yerlerinize oturun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, söylediğim anlamın dışında bir algılama olduysa, özür
dilerim. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
TURHAN ÇÖMEZ
(Balıkesir) - Lütfen özür dileyin, rica ediyorum!
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Özür dileyecek!..
BAŞKAN - Söylediğiniz
çok açık...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Özür diledim Sayın Başkan.
Yine de, 59 uncu
hükümetin, Türkiye için hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Koç,
lütfen, yerinize oturun efendim. Bir arkadaşımıza alenen hakaret ettiniz; buyurun
efendim, buyurun... (AK Parti sıralarından gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, lütfen, yerinize buyurun; ben konuşmayı dinledim efendim.
RECEP KORAL
(İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun
yerinize Sayın Koral.
AHMET MÜNİR ERKAL
(Malatya) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Erkal,
lütfen yerinize oturur musunuz.
Sayın Koç'un
konuşmasını dinledim...
AHMET MÜNİR ERKAL
(Malatya) - Sayın Başkan, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz istiyorum.
BAŞKAN - Lütfen,
yerinize oturur musunuz; grup başkanvekili arkadaşlarım var, söz vereceksem
onlara vereceğim.
AHMET MÜNİR ERKAL
(Malatya) - O konuyla ilgili değil efendim...
BAŞKAN - Lütfen,
yerinize oturur musunuz Sayın Erkal; sizinle ilgili bir şey yok. Lütfen,
yerinize oturun!
Sayın Koç özür
dilediğini ifade ettiler. (AK Parti sıralarından "hayır, dilemedi"
sesleri)
Peki, değerli
arkadaşlarım, tutanakları getirteceğim ve eğer, bir özür dileme yoksa, gereğini
yapacağım.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlandı.
AK Parti Grubu adına iki
değerli üye söz alacaklar.
Süreyi eşit olarak mı
kullanacaksınız?
EYÜP FATSA (Ordu) -
Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - AK Parti
Grubu adına konuşmasını yapmak üzere, Adana Milletvekili Sayın Ömer Çelik;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
konu anlaşıldı; tutanakları getirteceğim ve gereğini yapacağım.
(AK Parti ve CHP
sıralarından karşılıklı laf atmalar)
Lütfen, yerlerinize
oturun.
Sayın Tutan, yerinize
oturur musunuz.
Sayın Çelik, buyurun
efendim.
Süreniz 30 dakika...
AK PARTİ GRUBU ADINA
ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum...(Gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen yerlerinize
oturun, müdahalede bulunmayın. Sayın İdare Amirleri... Gereken söylenilmiştir
ve yapılacaktır. Lütfen, yerlerinize oturur musunuz; Sayın Hatibi
konuşturuyorum.
Sayın Çelik, buyurun
efendim.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi sözcüleri -iki sözcü birden- kendilerinin sosyaldemokrat olduklarını
söyleyerek, sol kulaklarının iyi duyduğunu söylediler. Ben de, bir muhafazakâr
demokrat olarak, hem sol kulağımın hem sağ kulağımın çok iyi duyduğunu
söyleyerek sözlerime başlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, burada, bir hükümet programı hakkında tartışacağız; fakat,
gördüğümüz şey şudur: Biz, 3 Kasım seçimleriyle birlikte, eski siyaset
anlayışının ve eski siyaset üslubunun, yani, kışkırtmacı ve çatışmacı siyaset üslubunun
geride kaldığını zannediyorduk. Bugün, bu siyaset üslubu, bir hükümet
programının tartışılması sırasında yeniden hortladı; fakat, biz, buna rağmen,
bildiğimiz yolda ilerleyeceğiz. Yapacağımız her türlü siyasetin pozitif siyaset
olacağını söylemiştik; bu ülkenin negatif siyasetle uğraşmaya vaktinin ve
enerjisinin olmadığını ifade etmiştik. O sebeple, yapılan konuşmalar, çok köklü
bir partinin sözcülerine yakışmasa da, biz, kendi doğrultumuzda devam edeceğiz.
Öncelikle şunları
söylemek istiyorum: Programın özellikle siyasî bölümüyle ilgili, partimizin
muhafazakâr demokrat kimliğiyle ilgili yöneltilen eleştiriler var; o
eleştirilere, müsaadenizle cevap vereceğim.
Sayın Özyürek şöyle
ifade ettiler: "Muhafazakâr partiler, orta sağ partilerdir." Evet,
doğrudur; muhafazakâr partiler, merkez sağ partilerdir, merkezin sağındaki
partilerdir. Ardından, şöyle bir ifade kullandılar: "Muhafazakâr partiler,
düzeni savunur..."
Değerli arkadaşlar,
dünyada hiçbir muhafazakâr siyasetçi ya da herhangi bir muhafazakâr düşünür,
statükoculuk anlamında düzeni savunmakla tanımlanamaz. Tam tersine,
muhafazakârlar, statükonun toplumsal hayata dönük olumsuz tarafları karşısında
eleştirel kimlikleriyle tanınırlar; fakat, aradaki fark şudur; muhafazakâr
parti için söylenecek şey şudur: Muhafazakâr partiler, toplumun geleneğinin,
kurumlarının, düşünce hayatının, ahlakî değerlerinin devamlılığı temelinde o
toplumun daha ileriye gitmesi için birtakım yöntemler geliştirirler. Eğer,
toplumsal değerlerin geçmişten bugüne ve geleceğe dönük olarak yürümesinde
herhangi bir şekilde engelleyici bir faktör varsa, o faktöre karşı da son
derece eleştirel bir tavır alırlar. Dolayısıyla, Türkiye'deki sosyal
demokratların zannettiği gibi, literatürden haberleri olmadığı için
muhafazakârlık bir statüko felsefesi değildir. Muhafazakârlık, tarih içerisinde
son derece eleştirel bir yaklaşımdır, eleştirel bir düşünce ve siyaset
üslubudur.
Şimdi, yine, sayın
sözcü şöyle bir ifade kullandı: "Muhafazakâr partiler sermayeyi
gözetirler, sol partilerse eşitliği savunurlar" dedi. Bilmek gerekir ki,
tabiî ki, dünyada, muhafazakâr partiler ile sol partiler arasındaki klasik
ayrışmada böyle bir şey söz konusu olabilir; ama, temelde esas olan şudur:
Türkiye'de, kendisine "sol" adı veren partiler tarihsel olarak
statükocu oldukları için, sağ partiler de tarihsel olarak değişimi ve reformu
savundukları için Sayın Özyürek'in bu ifadesi baştan aşağı yanlıştır, Türkiye
örneğinde. Türkiye'de, sivil toplumu, eşitliği, milletin siyasal katılımını,
milletin devlet hayatında söz sahibi olmasını "yeter, söz
milletindir" ifadesiyle, her zaman için, muhafazakâr partiler
savunmuşlardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, çok enteresan
bir şey söylediler, dediler ki: "AK Parti, İslamî referansları temel alan
bir partidir." Şimdi, tabiî, bir partiyi, kendisini nasıl tanımlıyorsa o
şekilde tanımlamak, o temelde tanımlamak, hatta, kendi adını nasıl koymuşsa, o
partiyi o isimle telaffuz etmek, demokrat olmanın bir gereğidir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bir partinin düşüncesini ya da ismini, o partinin
kendisini tanımladığı biçimin dışında tanımlamaya çalışmak, antidemokratik bir
tavırdır. Bu, Cumhuriyet Halk Partisinin, başkalarını şekillendirmeye,
biçimlendirmeye, onlara kimlik giydirmeye çalışan siyasal genetiğinin yeni bir
ürünüdür. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
biz, herkese bu kürsüden sesleniyoruz ve diyoruz ki, 3 Kasım seçimlerinde,
partilerin -genel başkanlar da dahil olmak üzere- bütün sözcülerinin, bütün
önde gelen sözcülerinin ve şu anda milletvekili seçilmiş milletvekillerinin
yaptığı bütün seçim konuşmaları analiz edilsin. Dinî sembolleri en çok kullanan
parti, Cumhuriyet Halk Partisidir. Buna karşılık, demokrasiye, toplumun
taleplerine en çok referans veren parti ise, AK Partidir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Hatta, o dereceye varmıştır ki, Cumhuriyet Halk Partisinin belli
sözcüleri, kendi genel başkanlarına dinî açıdan kutsiyet ifade eden birtakım
tanımlamalarda bile bulunabilmişlerdir.
CEVDET SELVİ
(Eskişehir) - Hangisi?.. Hangisi?..
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Dolayısıyla, AK Partiye dönük olarak, İslamî referansları temel alan bir
parti demek, sadece kendi kusurunu saklamaktan ibarettir.
CEVDET SELVİ
(Eskişehir) - Açıkla orayı da, bilelim...
BAŞKAN - Sayın Çelik,
affedersiniz...
Bu mikrofonlar, sizin
gibi çok uzun boylu arkadaşlarımıza uygun değil. Eskiden de, Sayın Karakoyunlu
çok şikâyet ederdi. Ben, rejiden, sesi en sonuna kadar açtırdım; ama,
siz, ya biraz
başınızı öne eğin -mikrofon için; başka türlü eğmeyin de- ya
da mikrofonu dik tutun ki, ses rahat duyulabilsin.
Buyurun efendim.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, bir şey
söyleniliyor; bu, sık sık kullanılıyor; deniliyor ki, siz şöylesiniz,
şöylesiniz, şöylesiniz; ama, böyle değilseniz, biz, size saygı duyarız.
CEVDET SELVİ
(Eskişehir) - Ne demiş; aç onu...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Yani, mesela, Sayın Özyürek, demokratlığımız konusunda birtakım şüpheler
belirtiyor, laikliğimiz konusunda birtakım şüpheler belirtiyor, diyor ki:
"Ama, tabiî, böyle değilseniz, saygı duyarız."
Cumhuriyet Halk
Partili değerli arkadaşlarım, çokpartili hayata geçeli çok oldu. Her şeye
Cumhuriyet Halk Partisi karar vermiyor. Cumhuriyet Halk Partisi, bir test
makamı değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Cumhuriyet Halk Partisi,
demokrasinin turnusol kâğıdı değildir; tam tersine, bu kürsüden yapılan
konuşmalarda da söz konusu olduğu gibi, demokrasinin turnusol kâğıdından normal
bir başarıyla geçemeyecek olan bir partidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) O
sebeple, hiç kimse, AK Partinin demokratlığına ya da laikliğine bu Meclis
kürsüsünden not vermeye kalkışmasın; not vermeye kalkanların notunu kırarlar bu
Meclis kürsüsünden! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Çok vahim bir hata
daha yapılıyor. Tabiî, biz, tarih konusunda bilgi sahibi olmak lazım derken, en
azından, bir elli yılı kastederiz; fakat, öyle gözüküyor ki, beş yıllık ve üç
yıllık, hatta bir yıllık ve iki yıllık dilimleri de tarih konusunda bilgi
sahibi olmanın kategorisine sokmak gerekir. Bu kürsüden, Cumhuriyet Halk Partisi
sözcüsü, AK Parti Grubuna şunu söylüyor: "Sayın Erdoğan ve önceki
liderleriniz..." Değerli arkadaşlar, bu partinin ilk genel başkanı ve
halihazırdaki Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır, daha önce bir
lideri yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Anayasa konusunda, 58
inci cumhuriyet hükümeti döneminde yapılan tartışmaların aynısını devam
ettiriyor değerli arkadaşlarımız ve deniliyor ki "Anayasayı değiştireceğiz
diyorsunuz; bu Anayasanın hangi maddelerini değiştireceksiniz; buna, temel ilkeler
girecek mi; değiştirilemez nitelikleri olan ilkeleri girecek mi?"
Anayasayı değiştirmekten bahseden parti, Türkiye'nin iktidar partisidir; yani,
devletin temel nizamının garantisi olan partidir. Türkiye'nin iktidar partisi,
şu anda hükümettedir; devletin değiştirilemez niteliklerinin teminatıdır.
Dolayısıyla, bu devletin değiştirilemez niteliklerinin teminatı olan bir
partiye "siz, bunları değiştirecek misiniz" diye sormak, sadece bir
mantık kırılmasından ibarettir. O bahsettiğiniz ve üzerinde şüphe bulutları
dolaştırmaya çalıştığınız temel ilkeler, AK Partinin siyasî görüşünün de,
fizikî varlığının da birebir aynısıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Anayasanın
değişikliğinden kastımız şu: Biz, sizlere söyledik, dedik ki, bir uzlaşma
komisyonu kuralım, sık sık değiştirilen bu Anayasayı baştan aşağı ele alalım,
artık, böyle sık sık değiştirilmekten kurtaralım ve sizin katılımınızla bunu
yapalım; çağdaş, Avrupa Birliği normlarına uygun bir anayasayı, milletimizin
talepleri doğrultusunda bu Meclisten çıkaralım. Bu kadar açık söylememize
rağmen...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Sayın Çelik, açık yazmamışsınız!
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- ...sizin de katılımınızı en az kendi fikirlerimiz kadar önemsememize rağmen,
iktidarımızı sizinle paylaşmamıza rağmen, sizin bu konudaki eleştirilerin
esası, siyaset yapmak değil, ideolojik spekülasyon yapmaktan ibarettir.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Laikliği yazsaydınız, bu tartışmalar olmazdı.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Efendim, Aspirin prospektüsü değil ki, her şeyi yazılım oraya! (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu, nihayetinde bir parti programı.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - "Laiklik" tek kelime!..
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Bakınız, partilerin temel metinleri vardır. Bu partilerin temel metinlerinde
yapılan şey şudur: Bir partinin temel olaylar karşısındaki temel yaklaşımı
yazılır; yoksa, bu metni 30 ciltlik bir ansiklopedi olarak yazmak da mümkündür;
ama, bunun yan etkileri nedir, bu cümlenin arkasından ne çıkar, öbüründen ne
çıkar diye bakarsanız, bunun arkasından birsürü yorum gelir. Üstelik, bu yorum
kapısını açtığınız zaman da, sınavdan geçemeyen ilk önce siz olursunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Laikliği koysaydınız, başka yorum olmazdı.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Laiklik, Hükümet Programının içerisinde var; görmek isterseniz görürsünüz,
görmek istemezseniz görmezsiniz; ama, olur olmaz yerde, tarım politikasını
yazarken bile laiklik maddesinden bahsetmemizi de istiyorsanız, biz, burada
siyaset yapıyoruz, başka bir şey yapmıyoruz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Anayasa tanımında istiyoruz...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Şimdi, aile meselesini öne sürüyorsunuz. Burada çok basit bir şey ifade
edilmiş. Kadının toplumda eşit bir varlık olarak yerini alması konusunda bizim
gösterdiğimiz çabalar, şu anda Meclis Grubumuzda bulunan kadın milletvekili
sayımız, her şeyimiz ortadadır. Orada kadının annelik misyonuna bir vurgu
yapıldığı için, kadının -bunu söylemek istemiyorum; ama, burada ifade edildiği
için söylemek durumundayım- neslin üremesine dönük bir aygıt olarak ele alınıp
alınmadığı ifadesi, kadına saygı göstermek örtüsü altında annelik kurumuna
saygısızlıktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Kadın, hem bir birey
olarak bizim için saygıdeğerdir hem bir anne olarak bizim için saygıdeğerdir.
Kadının birey olma misyonu ile annelik misyonu, birbirinin alternatifi ya da
birbirinin çatışma alanı değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Oğuz Oyan benim
üniversiteden hocam; onbeş sene önce kendisinden ders aldım. Sayın hocamı
eleştirmek benim için zor olacak; ama, kendisi, partimize ve hükümetimize dönük
birtakım ifadelerde bulunduğu için, siyasî sorumluluğum gereği bunu yapmak
durumundayım.
Sayın Oğuz Oyan
sözlerine şöyle başlıyor; diyor ki: "Sık sık muhafazakâr demokratlık
vurgulanıyor; bu vurguya ne gerek var?" Bu vurguya şunun için gerek var: 3
Kasım seçimlerinin önümüze koyduğu şey şudur: 3 Kasım seçimleriyle birlikte,
çok uzun zamandır iktidara, ilk defa, "siyasî parti" kavramını hak
eden bir parti gelmiştir.
Bizden önceki
partilere, Türk siyasî hayatına on yıllar boyunca damgasını vurmuş birsürü
partiye bakınız, bir kısmı siyasî cemaat gibi örgütlenmiştir, siyasî örgüt gibi
örgütlenmiştir. Tepede bir şef vardır, şefin altında bir ideoloji vardır. Bu,
çeşitli şekillerde bir ideoloji olabilir; bunun adı "sosyal
demokratlık" olabilir, "İslamî referans" olabilir ya da
"milliyetçilik olabilir" Bir örgüt şeklinde, yukarıdan emir komuta
zinciri içerisinde, parti içi demokrasinin hiç çalışmadığı, topluma sadece
belli bir ideolojiyi empoze etmek üzere, belli bir ideolojiyi yaygınlaştırmak
üzere kurulmuş partiler vardır. Bunların "siyasî parti" kavramıyla
hiçbir ilgisi yoktur.
ENVER ÖKTEM (İzmir) -
Parti içi demokrasiyi sizden mi öğreneceğiz?!
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Buna eleştirel olarak, bunlar, bizim, klasik olarak, "çevre
partileri" dediğimiz partilerdir. Bunun karşısında, kendisini merkezde
konumlandıran bazı partiler vardır. Bu partilerin de özelliği şudur: 3 Kasım
seçimlerinden önce, bunlar, siyasî şirket gibi örgütlenmiş partilerdi; herhangi
bir ideolojileri yok, herhangi bir felsefeleri yok, herhangi bir omurgaları
yok; sadece, iktidara gelmek ve yandaşlarına rant dağıtmak üzere örgütlenmiş partilerdi.
Bir kısmı siyasî cemaat gibi örgütleniyor, bir kısmı siyasî şirket gibi
örgütleniyor...
ENVER ÖKTEM (İzmir) -
Cumhuriyet Halk Partisi, Kurtuluş Savaşından doğmuştur!
BAŞKAN - Sayın Öktem,
lütfen, müdahale etmeyin efendim... Sayın hatibi dinleyin efendim...
ENVER ÖKTEM (İzmir) -
Müdahale ederim Sayın Başkan! Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!
BAŞKAN - Lütfen,
müdahale etmeyin!.. Sesinizi kesin efendim!..
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Ben, şirket demedim.
ENVER ÖKTEM (İzmir) -
Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!
BAŞKAN - Hatip
konuşuyor, hep beraber dinliyoruz.
ENVER ÖKTEM (İzmir) -
Cumhuriyet Halk Partisi şirket değildir!
BAŞKAN - Lütfen...
Lütfen... Hatibe müdahale etmeyin.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Ben, şirket demedim. Bunu duyduğuma sevindim.
BAŞKAN - Buyurun
efendim.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Belli bir düşünce, belli bir dünya görüşü temelinde örgütlenmiş ve kitlenin
tümüne dönük siyaset yapan kuruma "siyasî parti" denir. Biz, parti
programımıza, bu anlayışı yerleştirmek, sadece iktidar partisi olmanın
tanımıyla yetinmemek, topluma karşı bu siyasallaştırma misyonumuzu da yerine
getirmek; yani, "biz, şu hükümete geldiğimizde, şunları şunları
uygulayacağız; ama, bunları, şu hükümet etme mantığının içerisinden, şu siyaset
felsefesinin içinden uygulayacağız" demek üzere "muhafazakâr
demokratlık" kavramıyla ilgili bu kadar geniş bir açılım koyduk.
Dolayısıyla, siyasî pratiklerimizin hangi siyaset felsefesi içerisinde
anlamlandırılması gerektiğini belirtmek üzere bunu koyduk ve bunu koyarken de
temel yaklaşımımız şudur: 3 Kasım seçimlerinden partimizin çıkmasıyla birlikte,
topluma ideoloji dayatan siyasî cemaatler de, topluma rant dağıtmak üzere
örgütlenmiş siyasî cemaatler de son bulmuştur; artık, AK Parti dönemi
açılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Vizyon, misyon,
restorasyon, reformasyon kelimelerinin anlamları üzerine spekülasyon yapıldı;
bunlar için sözlüğe bakılabilir. Bir partinin sadece restorasyona sahip
çıkması, sadece reformasyona sahip çıkması diye bir şey söz konusu değildir.
Devletin belli alanlarında restorasyon gerekir, belli uygulamalarında
reformasyon gerekir. Vizyon ile misyon konusunda, üç sözcü de, bu kelimelerin
kullanılmasına dönük çok büyük bir eleştiri getirdiler. Korkarım, bu kadar eleştiri,
vizyonsuzluğa ve misyonsuzluğa delalet eder; bu konuda Cumhuriyet Halk
Partisini uyarıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Oğuz Oyan Hocam
"küçük devlet kavramı ile sosyal devlet kavramının birbiriyle
bağdaşmayacağını" söyledi. Parti programını dikkatle okursanız, küçük ve
dinamik bir devlet kavramından kastedilen şudur, hantallaşmış devlet yapısına
son vermekten kastedilen şudur: Vatandaşını formatlayan, biçimlendiren, ona
tercihler empoze eden ya da ideoloji dayatan devlet değil; tam tersine,
vatandaşına temel hak ve hürriyetler konusunda alan açan, siyasal katılma
özgürlüğünü sağlayan ve modern hayatın yaşama standartlarını vatandaşına
sağlayan devlet yapısını anlatmak üzere küçük, ama, dinamik bir devlet
denilmiştir. Kendi örgütlenmesine dönük masrafları ve kendi örgütlenmesine
dönük enerjiyi, halka kullanmak yerine, kendi iç ilişkilerine kullanan bir
devlet yapısı yerine, bu enerjiyi halka aktaran bir devlet anlamında küçük; ama
dinamik bir devletten bahsedilmiştir. Sosyal devletle ilgili kısım, programın
zaten ekonomik bölümünde mündemiçtir.
Haluk Bey, 58 inci
cumhuriyet hükümetinin Başbakanından bahsederken, 59 uncu cumhuriyet
hükümetinin Başbakanı için "gölge başbakan" ifadesini kullandı. Keşke
bu ifade, bu Meclis kürsüsünden ifade edilmemiş olsaydı. İki cumhuriyet hükümetinin
Başbakanına karşı böyle bir ifade kullanılmış olması, gerçekten, bizim için
üzücüdür. Eğer, bu kapıyı açarsanız, birilerinin sizin için, statükonun gölge
muhalefeti demesine de meşruiyet kazandırmış olursunuz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) 58 inci cumhuriyet hükümetinin Başbakanı bellidir, 59 uncu cumhuriyet
hükümetinin de Başbakanı bellidir; o "gölge başbakan" ifadesini, bu kürsünden,
hatibin kendisine iade ediyoruz.
Sık sık, milletin
talimatları meselesine dönük olarak eleştirel bir yaklaşım getiriyor ve bunun
açılması gerektiğini söylüyor Cumhuriyet Halk Partisi. Milletin
talimatlarından, bizim parti programımızda anlaşılan şey şudur: Bizim iktidarımız,
toplumsal talepler doğrultusunda, Anayasanın çizdiği çerçevede hükümet
yetkisini kullanır. Dolayısıyla, bundan kasıt şudur: Anayasal çerçeve
içerisinde, herhangi bir zümrenin, sınıfın, ırkın ya da cinsiyetin taleplerine
göre değil, milletin tümünün taleplerine göre iktidarı kullanmak yetkisidir,
milletin talimatları doğrultusunda kullanmak; fakat, milletin talimatları
meselesinde bu kadar takılınca, benim aklıma, Cumhuriyet Halk Fırkasının
kuruluş tüzüğündeki bir madde geldi, şöyle diyor: "Egemenlik, kayıtsız
şartsız millete aittir; fakat, millet, bu egemenliği, Cumhuriyet Halk Fırkası
eliyle kullanır." (AK Parti sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)
İSMAİL DEĞERLİ
(Ankara) - 1923'tü...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Şimdi, bu anlayışın üzerinden elli sene geçti; dolayısıyla, bize, hangi
tabiri, nerede kullanacağımızı, iktidarı nasıl kullanacağımızı öğretme
konusunda en son gelecek ya da hiç sınıfa giremeyecek parti varsa, o da Cumhuriyet
Halk Fırkasıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Siz hiç tarih bilmiyorsunuz.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Şimdi, çok önemli ve kritik bir şey söyleyeceğim. Benim, burada sarf ettiğim
bir sözden dolayı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, bu
sözümü, kendi anlamından ve bağlamından çıkararak, başka bir yere soktu ve
şimdi de -biraz evvel- yine, Cumhuriyet Halk Fırka... Partisi sözcüsü, bunu
aynı şekilde devam ettiriyor.
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Sen hâlâ fırkadasın, hâlâ oradasın!
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Ben, fırkadan sizi kurtarmak için hatırlatıyorum onu.
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Sen, seksen sene öncesindesin; bugüne gel, bugüne...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Globalleşme sürecinde, benim şöyle bir ifadem olmuştu, bu dışpolitika
olaylarını ve Avrupa Birliğiyle ilgili birtakım uyum yasalarını, dışpolitikada
Irak'la ilgili gelişmeleri ya da benzeri gelişmeleri düşünürken, bunu, sadece
içe kapalı bir mantıkla düşünemeyiz; dünyada bir globalleşme süreci yaşanıyor,
Türkiye de bu globalleşme sürecinin merkezî aktörlerinden bir tanesi;
dolayısıyla, iç ve dış dengeleri beraber mütalaa etmek zorundayız demiştim.
Cumhuriyet Halk
Partisinin Sayın Genel Başkanı, bu kürsüye çıktı ve benim sözlerimi, hiç anlamı
olmayan bir yere çekerek "bu kürsüde, birileri 'globalleşme süreci
başlamıştır, ulus devlet ve diğer şeyler sona ermiştir; dolayısıyla, biz,
artık, işimize bakalım' diyor" dedi. Biz, kesinlikle...
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Siz, Genel Başkandan sonra konuştunuz, yanlış bilgi veriyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Oral,
lütfen, müdahale etmeyin efendim.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Bizim, globalleşme sürecinden kastımız, ulus devletin sona ermesiyle ilgili
bir argümana dayanmıyor; tam tersine, kendi ulusal devletimizin çıkarlarını
doğru düzgün bir şekilde savunabilmek açısından, ulusal devletimizin hangi
ilişki ağı içerisinde olduğunu belirtmek üzere, ben, o ifadeyi kullanmıştım.
Eğer, siz,
globalleşme süreci konusunda, bu sürece bu kadar karşıysanız, bu sürecin
olmadığını iddia ediyorsanız, o zaman, Avrupa Birliği uyum yasalarına niye
destek veriyorsunuz?! O da, nihayetinde, küreselleşmenin getirip önümüze koyduğu
bir gerçektir. Dolayısıyla, küreselleşme konusunda bir tespitte bulunmakla,
küreselleşmenin ulus devleti ortadan kaldırdığı şeklinde bir saptırmada
bulunmak arasında çok büyük bir fark vardır. Bu, sadece bir manipülasyondan ibarettir.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Bunu da nereden çıkarıyorsunuz?!
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Şimdi, Kıbrıs'ta, otuz yıllık Kıbrıs politikasının zedelendiği söyleniliyor
ve bizim, politika değişikliğine gittiğimiz söyleniliyor. Kıbrıs ya da bir
başka konu...
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Başka bir konu yok; Kıbrıs var...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Bir hükümetin politika değişikliğine gitmesinden daha doğal ne vardır? Eğer,
politikaları değiştirmeyeceksek, seçimleri niye yapıyoruz allahaşkına?! (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Bundan otuz yıl önce,
kırk yıl önce, elli yıl önce, birisi bir politika belirleyecek; bu, belli
kurumların konsensüsüyle ortaya çıkmış olsa bile, hükümetlerin işbaşına gelme
mantığı, seçimin yapılmasının mantığı şudur: Politikalar konusundaki zaman
içerisinde ve çeşitli zeminlerde ortaya çıkan değişiklik gereklerini yerine
getirmek üzere seçimler yapılır.
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Hükümet Programında Kıbrıs'la ilgili ne var?
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Ama, şöyle düşünürseniz, sanki, biz, tek parti dönemindeyiz, aynı parti
sürekli seçileceği için, devlet politikaları hiç değişmeyecek; dolayısıyla,
bunlar, sürekli olarak sürsün...
Şimdi, devlette
devamlılık esastır ilkesini iki türlü anlayabiliriz: Bir; devletin bir hafızası
vardır, bir tecrübesi vardır, bir birikimi vardır. Dolayısıyla, iktidara gelen
bir partinin bu müktesebattan faydalanması, bu müktesebatın koordinatları
içerisinde durması kadar doğal bir şey yoktur. Kendi değişimlerini gerçekleştirirken
de, bu müktesebatın koordinatlarından yola çıkarak yapmasından daha doğal bir
şey yoktur. Biz, bunu kabul ediyoruz; ama, her politika değişikliğinde
"devletin politikalarını değiştiriyorsunuz" denilirse, o zaman, biz,
şunu söyleriz: Sizin "devlette devamlılık esastır" sözünden
anladığınız tek şey, çok yanlış bir biçimde "statükoda devamlılık
esastır" gibi bir anlayıştır ki, bununla hiçbir şekilde devlet
yönetilemez, hiçbir şekilde hükümet idare edilemez. Kıbrıs'taki tabloda iki
temel esas üzerine kurduk politikamızı; Kıbrıs Türkünün var oluş davasının
korunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin eşit egemen devlet olarak kabul
edilmesi, kurucu devlet olarak kabul edilmesi ve ardından da şu: Bu doğrultuda
bir ortak temelde çözüme gidilmesi. Şimdi, bunun neresi Kıbrıs politikasının
zedelenmesidir?! Peki, siz, tersini mi savunuyorsunuz?!
ORHAN SÜR (Balıkesir)
- O zaman, değiştirmişsiniz...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Her gün, 5 000 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Vatandaşının karşı tarafa iş
bulmak üzere gitmesini mi savunuyorsunuz?! Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
yönetimindeki bu şekildeki anlayışın destek vermesinden kaynaklanan ekonomik
olumsuzlukları mı savunuyorsunuz.
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Özür dilemek çok daha dürüst ve çok daha doğru olurdu...
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Dolayısıyla, ortaya çıkan gerçek şudur: Bizim partimizin ortaya koyduğu şey,
devletin müktesebatını, devletin hafızasını ve koordinatlarını dikkate alarak,
Kıbrıs politikasının, hem Türkiye için hem Kıbrıslı soydaşlarımız için daha iyi
bir anlayışa, daha iyi bir çözüme kavuşturulması gerektiğidir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
V. HAŞİM ORAL
(Denizli) - Hükümet Programınızda Kıbrıs'la ilgili ne var?
ÖMER ÇELİK (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bu hükümet programının siyasî felsefesi, sizin çok
eleştireceğiniz bir tabirle, milletin talimatlarını bir hükümet etme tekniğine
dönüştürmeye dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu siyaset felsefesine milletimizin 3
Kasımda verdiği destek, şu ana kadar yapılan çeşitli çalışmalarda artarak devam
etmektedir. Bizim Yüce Meclise önerimiz şudur: AK Partinin sürdüreceği ve Türk
siyasetine bir katkı olarak ortaya koyduğu bu siyaset felsefesinin Cumhuriyet
Halk Partisine de faydası olması gerektiğini düşünüyoruz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çelik,
çok teşekkür ederim
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına ikinci konuşma, İstanbul Milletvekili Sayın Nazım Ekren
tarafından yapılacaktır.
Sayın Ekren, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 35 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NAZIM EKREN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 59 uncu hükümet programını Yüce Meclise
sunması dolayısıyla, Parti Grubum adına, özellikle ekonomi yönetimi ve
Partimizin ekonomi felsefesi konusunda açıklamalar yapmak üzere huzurunuza
gelmiş bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, CHP sözcülerini dinlemediğim dönemde ayrı bir metin hazırlamıştım, ona
göre bir konuşma yapmayı planlıyordum; fakat, CHP'nin sayın sözcülerinin,
ekonomi politiği ya da AK Parti ekonomi programına yaklaşım tarzından sonra,
farklı bir içerikle, farklı bir mantıkla olaya bakmanın zorunlu olduğunu gördüm
ve o konuda açıklama yapmak istiyorum.
Her iki sözcünün,
sürekli olarak, AK Partinin programında yer alan siyasal, dışpolitika ya da
ekonomiyle ilgili kısımlarında ikaz ve uyarı nitelikli bazı açıklamaları
yapmaları üzerine, ben de, konuşmama şöyle başlarsam daha uygun olacağını
düşünüyorum.
AK Partinin ekonomi
programının, parti programı ile hükümet programının, acil eylem programlarının
bir bileşkesi olduğu dikkate alınırsa, yüce milletimizin, CHP'den çok daha
farklı olarak, AK Partinin ekonomi politiğini ve felsefesini çok iyi anladığını
söyleyebiliriz. Bunu, şundan dolayı söylüyorum: Hem parti programımız hem seçim
beyannamemiz seçimlerden önce yüce halkımıza takdim edildiğine göre ve ondan da
seçim sonuçlarında ortaya çıkan yüce teveccühü dikkate aldığınızda, halkımızın,
CHP gibi veya CHP mantığıyla bizim programımızı algılayamadığı veya bakmadığı
ortaya çıkacaktır. Bundan çıkarmak istediğim sonuç şudur: Sayın sözcüler bazı
kavramları ve bazı ilişkileri -iktisadî anlamda- gerçekten çok farklı şekilde
algılamakta ve özellikle yanlış yorumlama konusunda ciddî bir gayret sarf
etmektedir. Buradan hareketle şunu vurgulamak istiyorum: Bizim parti
programımızın ekonomiyle ilgili kısımlarının yanlış anlaşılmasına binaen, üç
önemli konunun CHP tarafından yeniden gözden geçirilmesini ve kendi demokratik,
sosyal yapılarına uygun şekilde yorumlanmasını özellikle rica ediyoruz.
Birinci nokta şu:
Parti programında, amaç olarak, özellikle üç konu öne çıkmıştı. Birincisi,
makroekonomik istikrardır -bunu bu programda özellikle belirttik- ikincisi,
mikroekonomik liberalleşmedir ve sonuncusu da dışa açılmadır. Bu çerçevede
bakıldığı zaman, ekonomik istikrar kavramı, genel anlamıyla, geniş halk
kitlelerinin ıstırap duyduğu ekonomik ortamı iyileştiren felsefenin temel
taşıdır. Diğer bir ifadeyle, enflasyon, faiz, dövizkuru, bütçe açıkları, dışticaret
açıkları ya da ekonomik büyüme ve işsizlik gibi temel parametrelerin, Türk
ekonomi hayatının ya da -teknik ifadesiyle- fırsat maliyetlerinin uzaklaştığı
bir ortamda, geniş halk kitlelerini memnun etmek mümkün değildir. Birinci nokta
bu.
İkinci nokta,
mikroekonomik liberalleşme dediğimiz, demokratik piyasa ekonomisi mantığıyla,
bütün ekonomik birimlerin, kendi özgür düşünceleri çerçevesinde, özgürce
ekonomik faaliyette bulunmalarının doğal sonucu olarak, tüm bireyleri ve tüm
kurumları ekonomik faaliyete dahil etme sürecidir.
Sonuncusu ise, dışa
açılma dediğimiz -yine globalleşme mantığıyla bakıldığında kısmen yanlış
anlaşılabilir bir kavramdır- Türkiye'nin ihracatının millî gelire oranının
gelişmiş ülke standartlarına yükseltilmesi olayıdır. Olaya bu şekilde bakıldığı
zaman, kavramların yanlış oturtulmadığı, farklı yorumlanmadığı ya da eklektik
bir programla ele alınmadığı açık şekilde ortaya çıkacaktır.
Bir diğer önemli
husus -yine, program farklı açıdan yorumlandığında gözlenebilecek bir
faktördür- programın -58 inci hükümetin programıyla, acil eylem planıyla
tutarlı olduğunu vurgulamak için bir daha belirtmem gerekiyor- üç özel bileşeni
vardır. Bir tanesi, Türkiye'yi bölgesel
süpermarket yapma olayıdır. Bunun ifade ettiği sonuç çok açıktır. Türkiye
ekonomisinin bölgeyle olan ekonomik ilişkilerinde, hem kendi üretimini
pazarlama hem de bölgedeki üretimin Türkiye'de pazarlanma olgusunu artırma
olayıdır.
İkinci faktör,
finansal liberalleşmedir veya finansal vizyondur. Sayın sözcüler, sanki,
programın önemli kısmının finansal ağırlıklı olduğu, reel sektörü ihmal ettiği
gibi, oldukça haksız bir yorumla karşı karşıyalar. Şöyle belirtmek gerekir;
programın oldukça fazla yerlerinde, makro iktisatla ilgili kısımlarında,
mikroyla ilgili kısımlarında ya da genel çerçevesinde sürekli vurgulanan nokta
şudur: Türkiye ekonomisi, reel sektörünü canlandırarak büyüyecektir. Bu, şu
anlama gelmiyor... Reel sektör canlandığında ya da büyüdüğünde, finansal sektör
de, elbette, buna eşlik edecektir.
Bir diğer kısıtlama
-ekonomik programın ilk iki paragrafında zaten çok net şekilde vurgulandı-
Türkiye ekonomisinin mevcut sorunlarını tartışma ve değerlendirmede, eğer,
farklı bir yaklaşım içerisinde isek, çözümde de farklı sonuçların ortaya
çıkması normaldir; ama, her konuşmacı, özellikle bizim temel kabul ettiğimiz
Türkiye ekonomisinin mevcut koşullarını değerlendirme, ahlakî rizikodan tutun,
etkin düzenleme, denetim ve yaptırım gibi, oldukça kritik konularda söz
söylemediğine, yorum yapmadığına göre, olayın tespitinde ve değerlendirmesinde
ortak bir noktada olduğumuzu anlayabiliriz.
Buradan hareketle,
bir diğer faktör de, etkin devletin Türk ekonomi yönetiminde etkin rol
almasıdır. Onu da şu şekilde belirtmek lazım: Ekonomik fonksiyonları gören
devlet, programda çok net şekilde belirtildiği üzere, sosyal devlet anlayışını
koruyarak ya da geniş halk kesimlerinin ekonomik taleplerini minimum düzeyde
tutarak, devletin, güçlü, etkin ve sade olması, bunu da, yeni yüzyılın
toplumuna uygun şekilde gerçekleştirmesi, programda tutarsızlık gibi algılanamaz.
Bu genel
değerlendirmeden sonra, programın algılanma biçiminde ortaya çıkan hataların
bana göre nedenleri konusunda birkaç konuda görüş belirtmek istiyorum.
Program
incelendiğinde, mantık olarak, iki tane ana başlığı var. Bir tanesi "AK
Partinin ekonomi politiği" dediğimiz, ekonomi yönetimi konusunda zihinsel
arka planını, olaya bakış tarzını ve yaklaşım stilini belirten paragraflardır.
İkinci kısım ise, ekonomiyle ilgili bölümlerin başında yer alan -iki veya üç
paragraftır o- Türkiye ekonomisini değerlendirme koşullarıdır. Oradan da çıkan
sonuç şu olması lazım: Türkiye'de, eğer, geçmiş dönemlerde biriken iç ve
dışborç yükünü ya da iç ve dış denge koşullarındaki değişmeyi dikkate alırsak
-bir de, çok net şekilde belirttik programda- son üç yılda, üç defa, üçer
yıllık ekonomik program değişiyor ise, bu ifadenin ve bu yaklaşım tarzının CHP
tarafından biraz daha hassas ve biraz daha ciddiyete uygun şekilde
değerlendirilmesi gerektiğini görüşlerinize arz ediyorum.
İkinci nokta: Temel
yapısal reformlar olarak adlandırdığımız 10 veya 11 tane kritik nokta var. Bu
kritik noktalara farklı şekilde yaklaşılmadığında, ideolojik olarak
değerlendirilmediğinde, hem mevcut durumla ilgili hem Türkiye'nin geleceğiyle
ilgili hem de daha önce sözcüler tarafından vurgulanan savaş ekonomisi
durumunda neler yapılabilir, bunlarla ilgili ciddî ipuçlarının olduğunu da
görmek mümkün olacaktır.
Makro politikalar
konusunda ise üzerinde durulan üç tane temel politika vardı programımızda. Bir
tanesi, maliye politikası; bir diğeri, para ve finans politikaları; bir diğeri
ise, dış ticaret politikalarıdır. Bu politikalar da, programın ilk bölümlerinde
yer alan yapısal reformlarla ya da ekonomi politiğinin temel varsayımlarıyla
tutarlı politikalardır; yani, eklektik mantıkla hazırlanmış, daha doğrusu,
teorik ya da soyut olarak ifade edildiği söylenen, değişik yerlerden derlenmiş
bir program havasında olmadığı çok açıktır.
Mikro politikalar
konusunda ise, yine, ekonominin rekabet gücünü artırıcı ya da yeni yüzyılda
devletin sahip olması gereken kurumlarla, özel sektörün yeniden yapılanması
için ihtiyaç duyulan temel konulara önemli referanslar yapılmıştır. Buradan
hareketle şunu söylemek mümkün: Ekonomiyi, teorik olarak kıt kaynak veya diğer
nedenlerle insan ihtiyaçlarının tatmini anlamında değil, eğer, CHP'nin olaya
yaklaşım tarzını dikkate aldığımızda, ekonomik başarı ya da başarısızlığın
temel nedenlerinin tartışıldığı, değerlendirildiği veya yorumlandığı bir
yaklaşım tarzı olarak görürsek, AK Partinin olaya bakışında dört temel, somut
faktörün ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Biri şudur: AK Parti,
iktidar olduğu dönem boyunca, Türkiye ekonomisinin sahip olduğu imkân ve
kaynakların miktarını artırmayı hedeflemektedir. Bu, hem insan gücü olarak
böyledir hem de sahip olduğu yeraltı zenginlikleri bakımından böyledir.
İkincisi de, yine,
sahip olunan imkân ve kaynakların kalitesini artırmayı hedeflemektedir. Bunun
da anlamı çok açık ve çok nettir. Teknolojiyle, yeni gelişmelerle ya da ilişki
biçimlerini yeniden yorumlayarak, sahip olunan imkânların ve kaynakların
kalitesini artırmak da mümkün olacaktır.
Üçüncü temel faktör
ya da ekonomi politiğinin asıl belirleyicisi, iş ve işveren ilişkilerini hem
Türkiye'nin hem de uluslararası gelişmelerin ışığında yeniden yorumlamaktır ve
değerlendirmektir.
Son olarak da,
ekonomi politik olarak adlandırdığımız ya da iktisat politikası olarak
vurguladığımız para-maliye ve dış ticaret politikalarını ana hatlarıyla, daha
önce belirlediğimiz ve çizdiğimiz çerçevede uygulamaya koymaktır.
Bu genel
değerlendirmeden sonra, aldığım notlar çerçevesinde, konuşmacıların
isimlerinden bahsetmeyerek, yaptıkları vurguları genel olarak değerlendirmek
istiyorum.
IMF'le ilişkiler
konusunda yapılan değerlendirmelerin, programda, bir önceki programdan farklı
olduğu ya da önemli ölçüde IMF'le entegre bir program olduğu konusunu,
gerçekten, olayları algılama eksikliği olarak yorumluyorum. Bunu şundan dolayı
yorumluyorum: Programda faiz dışı fazla kavramının olması ya da borçların millî
gelire oranından bahsediliyor olması ya da para arzındaki artıştan bahsediliyor
olması, IMF programında yer alan bazı kavramların tekrarı gibi algılanıyor ise,
yanlışlık buradan başlıyor demektir.
Bir de şunu söylemek
mümkün; daha önce ifade ettim: Üç yıllık üç program uygulanmışsa ve şu anda
uygulanan program da 2004'e kadar devam edecekse ve bu programın hem kantitatif
kurgusunda hem de ekonomi politiğinde devletin devamlılığı ilkesi geçerliyse ve
bu da Sayın Başbakanımızın ve sayın yetkililerimizin ifade ettiği şekilde
sosyal revizyonla düzeltilecekse, bunun, IMF'le özdeş olduğunu söylemek kolay
bir şey olmasa gerekir.
Bir diğer faktör,
-ana hatlarıyla söylemek gerekirse- rant aktarma mekanizmasını içeren bir
program havasında olduğu söylendi. Aslında, programın genel çerçevesine
bakıldığında; diğer bir ifadeyle, AK Partinin toplumdan aldığı yetkiyi nasıl
kullanacağını ifade ettiğimiz, demokratik piyasa ekonomisi yaklaşımı, etik
değerleri yüksek bir elit bürokrasiyi, etkin ve şeffaf malî ve finansal
piyasaları, yaptırım, denetim ve düzenlemenin de etkin olduğu bir toplum
hedefini vurguladığımız bir ortamda, rant ekonomisinden bahsetmenin gerçeklerle
ilgisi olmadığı çok açıktır.
Finans sektörüne
ağırlık verme konusuna gelince: Bunu oldukça yanlış yorumlamamak gerekir. Şöyle
bir göstergeden bahsedebiliriz: Banka sektörünün aktiflerinin millî gelire
oranına baktığınız zaman, bu, gelişmiş ya da bizimle benzer yapıda olan bir
ülkeninkinden oldukça düşüktür ya da bir başka faktöre baktığınız zaman, M2
dediğimiz, bir para arzının millî gelire oranına baktığınızda ya da iç ve
dışborçların millî gelire oranına baktığınızda, hâlâ bu oranlar gelişmekte olan
ülke oranlarından oldukça düşükse, Türkiye'de finans sektörü ağırlıklı bir
politika izleyen bir programdan bahsetmek gerçekten haksızlık olacaktır.
Dış yardımlar
konusuna fazla ağırlık vermek ya da dış yardımlardan gelecek destekle Türk
ekonomisinin sürdürülebilir büyümesinin devam edeceğini varsaymak, yine,
program çerçevesinde ifade ettiğimiz, satır aralarında çok net şekilde vurguladığımız
yabancı sermaye ile Türk özel sektörünün ekonomiye katılımını artırarak
Türkiye'deki yatırım stokunu artıracağımız ifadesinin gözden kaçtığını
göstermektedir.
Alternatif programın
olmadığı konusu ise, diğer bir yanılgı. Bunun da temel nedeni, programın bir
bütünsel yaklaşımla, yani, ekonomi politiği, mikro çerçevesi, makro çerçevesi
ve yapısal reformlarla birlikte dikkatli şekilde gözlemlenmediğinin,
yorumlanmadığının ve eleştirilmediğinin doğal bir sonucu olacaktır.
Rehabilitasyon ve
restorasyon konusundaki kavram kargaşalığı konusunda ise -Sayın Çelik onu çok
güzel ifade etti; siz burada yoktunuz ben onu tekrar etmek istemiyorum-
söyleyecek fazla bir şey yok gibi gözüküyor.
Acil eylem planında
nelerin gerçekleşip nelerin gerçekleşmediği daha önce -zannediyorum, 3 Martta
Devlet Planlama Teşkilatının yayımladığı bir raporla- toplumla paylaşıldığı
için, burada, o konuda demagoji yaparak "şunlar kesinleşmiştir, şunlar
kesinleşmemiştir" ifadesini fazlalık buluyorum.
Bir diğer faktör,
buradaki tartışmalarda, işin özünün temeli, ekonomik programın ya da Hükümet
Programının felsefî arka planını ya da somut birtakım önerileri tartışmaksa,
sık sık bütçeye referanslarda bulunarak daha sonraki görüşmeler konusunda
tartışacağımız konuları gündeme getirmeyi de, Hükümet Programının yeteri kadar
tarafınızdan ele alınmadığının bir göstergesi olarak değerlendirmek istiyorum.
Bir diğer faktör, çok
teknik, çok akademik ve bir üniversite öğretim üyesinin ya da öğretim
üyelerinin öğrencilerine konuyu takdim ederken dikkate aldığı fayda-maliyet
analizinin yer alması, fakat, buna ilişkin somut detayların bulunmadığı
gerçeğini ise şöyle düşünmenizi rica ediyorum ya da şöyle düşünürseniz olayı
çözeriz diye düşünüyorum: Parti programlarının temel felsefesi -bir daha tekrar
etmek gerekiyor- ilgili partinin ekonomiye bakış tarzıyla, yaklaşım stiliyle ve
buradan hareketle, üretmeyi ya da uygulamayı düşündüğü makro politikaların
genel dizaynıyla ilgiliyse,
fayda-maliyetin teknik detayını vermeyi, ancak ilgili bakanlıkların o
konuda yapacağı olaylara veya kararlara yol göstermesi bakımından önemli bir
referans diye görmek gerekir.
Programın ekonomiyle
ilgili olan son kısmı ise, makro politikalar, mikro politikalar ve yapısal
reformlardan sonra değişik özel alanlarda hükümetimizin neler yapmayı
düşündüğünün belgesidir. Burada, tarımdan başlayıp sağlığa kadar giden, bazen
bir paragraf bazen iki paragraf olan konular var; bu konularda da, temel
referanslar, temel ifadeler ve temel yaklaşımlar, sadece, bu konularda
hükümetimizin karar ve uygulama süreçlerinde dikkate almayı düşündüğü temel
prensipler ve kriterler olarak ele alınmalıdır. Yoksa, burada, teker teker,
hangi konuda hangi somut adımın ne şekilde ve hangi yöntemle atılacağını
tartışmak, Programı, amacı dışında, farklı şekilde değerlendirmek olur.
Çevre ile Orman
Bakanlıklarının birleştirilmesi konusunu ise, iki bakanlıktan birinin iptal
edildiği ya da ortadan kaldırıldığı değil, iki bakanlığın, devletin yeniden
yapılandırılması çerçevesinde, bir bakanlık altında toplanması olarak algılamak
gerekir.
Sayın Hocamızın
vurguladığı bir diğer faktör -yine, akademik olarak kargaşa yaratan bir
faktördür- arz yanlı politikalardır. Şimdi, çok açık ve çok net şunu
söyleyebiliriz: Ekonomi yönetimlerinin, makro çerçevede olayları yönlendirirken
veya şekillendirirken, bilinen üç tane politikası vardır; elbette, detayları
tartışılabilir. Bunlar -burada da yazmışız çok net şekilde- para politikası,
maliye politikası ve arz yönlü politikalardır.
Arz yönlü
politikaların işçi ve işverenlerin, özellikle işçilerin hak ve menfaatlarını
zedeleyen bir düzenleme içerdiği yaklaşımı, para ve maliye politikaların
içeriğini oluşturmadan tartışılamayacak bir konudur. Diğer bir ifadeyle, hükümetimiz,
para ve maliye politikalarıyla ekonominin genel dengelerini oluştururken,
ortaya çıkan sorunları -hem işveren hem de işçi bakımından- eğer, ortaya
çıktığı alanda düzenlemeye çalışacaksa, böyle bir yaklaşım geliştirmeyi
düşünüyorsa, bunun da temel olduğu noktanın ya da tartışıldığı noktanın arz
yanlı ekonomi olduğu açıktır.
Çevreci nükleer
enerji kaynakları ya da çevrenin insan sağlığına zarar vermeden düzenlenmesi
olgusu ise, tartışmaya hiç açık olmayan, çok net şekilde vurgulanmış,
Türkiye'nin enerji ihtiyacının düzenlenmesi ve denetlenmesi sürecinde, eğer
gerekiyorsa, olaya yaklaşım tarzını ortaya koyan oldukça açık ve net
politikadır. Bunun, farklı şekilde yorumlanması, yeni bir kavram ya da
literatür gibi takdim edilmesi -yine, bir önceki konuşmaya referans olarak
söylüyorum- toplumumuzun bizi algıladığından farklı şekilde algılamaya
kendinizi zorlamanızdan kaynaklanıyor diye düşünüyoruz.
Konuşmanın bir
kısmında, özellikle bütçede yer alması gereken sağlık, eğitim ve kadın gibi
konularda veya hanımlarla ilgili konularda sık sık referans verilmesi, bu
Programın CHP Grubu tarafından ya da biraz daha farklı şekilde söyleyeyim,
buraya çıkıp bu konuda görüş beyan eden sözcüler tarafından yeterince, etkin ve
verimli şekilde değerlendirilmediğinin çok açık bir göstergesidir. Sosyal
devlet anlayışını sık sık referans yapan bir metin varsa, demokratik piyasa ekonomisinden
bahseden bir yaklaşım söz konusuysa, etkin ve verimli bir devletten
bahsediliyorsa, etkin düzenleme, denetim ve yaptırımdan bahsediliyorsa, etkin
ve şeffaf malî ve finansal piyasalardan bahsediliyorsa, bu üç veya beş faktörü
bir araya topladığınız zaman, eleştirilerin, gerçeklerden yoksun, oldukça
politik ve sadece muhalefet anlayışından kaynaklanmadığına, doğrusu, inanmak
istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Özyürek,
eğitimle ilgili yaptığı görüş ve açıklamalarda oldukça farklı bir noktayı
gündeme getirdi; fakat, Programımızın 37 nci sayfasına bakıldığında, çok net
vurgulanan bir kavram var; eğitimin temel amacı, tüm bireylerin yetkin ve
yetenekli bir yapıda gelişmesine ve oluşmasına ya da eğitim almasına referans
veriyorsa, bunun dışında farklı bir neden açıklamak ya da metinde
belirtmediğimiz bir başka nedeni veya nedenleri gündeme getirmek, CHP'nin
zihinsel arka planındaki oluşumların bir yansıması olacaktır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bu genel
değerlendirmelerden sonra, partimizin, ekonomi yönetimiyle ilgili yanlış
anlaşılmalara neden olmaması için, tekrar vurgulamam gereken bir ya da iki
önemli konusu var. Bir tanesi şu: Daha önce uygulanan ekonomik programlar iki önemli
sonucu ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri, ekonomik istikrar amacıyla uygulanan
üç yıllık üç program, tam tersine, bir ekonomik kargaşa ortaya çıkardığı için,
bunların sürekli revizyonu gerektiği için, buradaki tespitlerde, bu ekonomi
yönetimlerinin ya da ekonominin mevcut durumu konusunda CHP'yle -ilave bir
yorum ve kanaat gelmediğine göre- ortak düşündüğümüzü varsayıyorum.
İkinci nokta, iyi
kurgulanmamış, bizim, parti programında çok net şekilde vurguladığımız,
birtakım ilke, prensip ve kuralları içermeyen, reformlar, düzenlemeler ve
politikalar istikrarı hedeflerken, istikrarsızlığı yarattığı kadar -çok teknik
söylüyorum, yanlış anlaşılabilir- "doğal seleksiyon" dediğimiz farklı
bir yapıyı da ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla, doğal seleksiyon süreci, Türk
ekonomisinin, hem gücünü kaybetmesine neden olmakta hem de imkân ve kaynaklarının,
farklı yerlerde, yanlış şekilde ve etkin olmayan bir yöntemle kullanılmasını
doğurmaktadır.
AK Parti Hükümeti,
acil çözümün köklü çözüm olduğuna inanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, sorunun
esasını tespit etmeden, bu konuda ortak bir konsensüs oluşturmadan, palyatif
tedbirlerin, acil bile olsa, köklü çözüm olmayacağı inancındadır. Bu, son üç
aylık dönemde, hem acil eylem planlarına yansıyan hem de kısmen Plan ve Bütçe
Komisyonundan ya da diğer komisyonlardan geçtikten sonra Yüce Meclise sevk
edilen yasaların önemli kısmında yatan temel gerçektir.
Son olarak şunu
vurgulamak istiyorum: Ekonominin şu anda bulunduğu durumun en kritik göstergesi
şu şekilde ifade edilebilir: Türkiye'de yaşayan ekonomik birimler, sahip
oldukları imkân ve kaynakları parasal bakımdan tasarruf etmeyi düşündüklerinde
ya da finansal aktiflerini yapılandırmak istediklerinde şöyle bir sonuçla karşı
karşıyalar: Bankalardaki mevduatın önemli kısmının dövizli olması ve dövizli
mevduatın da Türkiye koşullarında oldukça düşük şekilde faizle tutulması,
programların ısrarla vurguladığı TL'ye güven konusunda, daha önceki dönemlerden
gelen birtakım alışkanlıkların devam ettiğini gösteriyor. Yani, ekonomi
yönetimi ya da ekonomi birimleri arasında, geçmiş yıllardan gelen, fakat, henüz
çözümlenemeyen bir güven sorununun olduğu da açıktır. İşte, AK Partinin hem
siyasî hem de ekonomik programında sürekli vurguladığı, ekonomik birimlerin
kaybettiği güveni onlara tekrar sağlamak ve hükümetlerin ya da siyasal yapının
kredibilitesini artırmak, bütün programların zihinsel arka planını
şekillendiren ve onlara yön veren temel bir argümandır ve temel bir
göstergedir.
Sözlerime şu şekilde
son vermek istiyorum: Programın kafasının karışık olmadığı, eklektik olmadığı
ya da farklı şekilde kurgulanmış bir zihinsel arka plana sahip olmadığı, üç
faktöre bakıldığında, kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Ekonomiyle ilgili
programın birinci bölümü, genel felsefî arka planla ilgilidir; yani, ekonomi
politiğimizin yaklaşım tarzı ve stiliyle ilgilidir. Ondan sonra gelen bölüm,
yapısal reformlara bakış tarzımızla ilgilidir. Bu ikisinden sonra
oluşturduğumuz genel çerçeve; makro politikalarda neyi yapmak istiyoruz, olaya
nasıl bakıyoruz, bu politikaların mikro çerçeveye yansıması nasıldır ve
nerelerde somutlaşacaktır ve son olarak da, bu iki ya da üç genel yaklaşımdan
sonra, ekonominin ilgili bakanlıklarında ortaya çıkacak düzenleme, denetleme ve
uygulama süreçlerinde temel kriterlerimizin, temel yaklaşımımızın neler
olduğundan ibarettir.
Bu sözlerimle, bu
değerlendirmelerimle hem yüce halkımızın hem de Yüce Meclisimizin, özellikle de
CHP sözcülerinin, programı bu şekilde, bu açıdan bir daha gözden geçirmelerini
rica ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Ekren,
teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, Hükümet Programı üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar son
bulmuştur.
Adana Milletvekili
Sayın Ayhan Zeynep Tekin, Başkanlığımıza bir müracaatta bulunmaktadır:
"Şahsıma yönelik hakaret içeren beyan nedeniyle, İçtüzük hükümleri
doğrultusunda söz talebinde bulunuyorum."
Değerli arkadaşlar,
biraz evvel, Sayın Haluk Koç'un konuşması sırasında Sayın Tekin'e atfen
söylediği sözlerle ilgili tutanakları getirttim. Aynen okuyorum:
"Haluk Koç
(Devamla) - Hanımefendi, bakın, bunu söylemeyecektim; ama, siz istediniz. Siz,
Adalet ve Kalkınma Partisinin vitrininde bir dolgu malzemesi olduğunuzu
unutmayın lütfen.
Başkan - Sayın Koç,
Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin
Hanımefendiye 'siz, bu partide bir dolgu malzemesisiniz' sözünü sarf ettiniz.
Bu söz fevkalade yanlıştır; lütfen, sözünüzü geri alın.
Haluk Koç (Devamla) -
Sayın Başkan...
Başkan - Bu, çok
küçültücü bir ifadedir; lütfen, sözünüzü geri alın ve özür dileyin.
Haluk Koç (Devamla) -
O anlamda ifade etmedim, onun ifadesi çok açıktır.
Başkan - Lütfen,
sözünüzü geri alın, özür dileyin.
Haluk Koç (Devamla) -
Söylediğim anlamın dışında bir algılama olduysa özür dilerim."
Devam ediyor; ama, bu
konu burada kesilmiş.
Sayın Koç, Sayın
Zeynep Tekin Hanımefendiye atfen söylediğiniz söz çok açık; ancak, özür dileme
anlamında kullandığınız cümle, hiçbir şekilde, özür dilemeyi kapsamıyor.
Dolayısıyla, Sayın
Ayhan Zeynep Tekin, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre konuşabilirsiniz; ancak,
lütfen, yeni bir sataşmaya ve tartışmaya vermeden; buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
V. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. -
Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin’in, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’un
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında, bu kürsüye,
ülkem adına, bir inşaat mühendisi olarak, yaptığımız projelerle ilgili;
Bayındırlık Komisyonunun bir üyesi olarak, yaptığımız çalışmalarla ilgili bir
şeyler anlatmak için çıkmayı tasarlıyor, düşünüyordum. Bugün, çok talihsiz bir
konuyla burada olmaktan da ayrıca üzüntü duyuyorum.
Şunu belirtmekte de
fayda görüyorum: Ben, AK Parti milletvekili olarak yola çıktığımda, gerçekten,
ülkesine ve ülke insanına sevdalı olduğu gibi, son derece beyefendi ve
centilmen olan bir Başbakanla, Genel Başkanla yola çıkmıştım. Bugün, onun
onurunu, katlanmış bir şekilde taşıyorum ve yaşadığım müddetçe de taşıyacağım;
bunun böyle bilinmesini istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan ve
değerli milletvekilleri; CHP adına konuşan, diksiyonuyla, kıyafetiyle, akademik
kariyeriyle çağdaş görüntü veren, Atatürk'ün kurduğu bir partinin Grup
Başkanvekili Beyefendi, şahsımda, tüm Türk kadınına hakaret etmiştir. Bu tavır
çok talihsiz olmuş; bizi izleyen Türk Milleti üzerinde olumlu mesaj verdiğini
zannetme yanılgısına düşmüş, tüm Türk kadınlarını incittiğini, onurunu
kırdığını fark etmemiştir Sayın Koç.
Ben, Partimin içinde,
tüm kadınların onurunu temsil ediyorum; Gevher Nesibeleri, Nene Hatunları, Kara
Fatmaları temsil ediyorum, Çanakkale cephesine evlatlarını gözünü kırpmadan
yollayan, "ölürsen şehit ol" diye peşinden dualar eden "kalırsan
gazi ol" diyen anaların temsilcisiyim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ben, hiçbir CHP'li bayan milletvekiline ve Sayın Koç'un eşine "dolgu
malzemesi" sözcüğünü kullanamayacak kadar terbiyeliyim (AK Parti
sıralarından alkışlar) ve böyle bir değerlendirme yapmayı kesinlikle
düşünmüyorum. Bu durumu, Partim, kadın seçmenlerim ve tüm kadınlar adına esefle
kınıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Koç'un, açıkça, mertçe,
dolambaçlı kelimeler kullanmadan özür dileme nezaketini ve cesaretini
göstermesini bekliyor, tekrar saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Tekin,
teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, Malatya Milletvekili Sayın Münir Erkal'ın bir talebi var:
"İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, Sayın Haluk Koç'un "gölge
Başbakan" ifadesine cevap olarak, kısa bir söz istiyorum" diyorlar.
Böyle bir söz verme imkânım yok. Kaldı ki, Sayın Ömer Çelik, bu konuda cevap
verdi ve bu, hükümeti ilgilendiren bir konudur, hükümet adına da konuşma
yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
Elazığ Milletvekili ve Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar, bir
yazılı müracaatta bulundular. "Sayın Ömer Çelik konuşmasında 'bugüne kadar
siyasette var olmuş ve hizmet üretmiş partilerin, rant dağıtmanın dışında
fonksiyonu olmamıştır' demekle, bu partileri ve onlara oy vermiş milyonları
rencide etmiştir. Cevap hakkı konusunda delaletlerinizi arz ederim."
diyor.
Tutanakları
getirttim, tutanaktan okuyacağım; Ömer Çelik, konuşmasının bir yerinde
"...bunun karşısında kendisini merkezde konumlandıran bazı partiler
vardır, bu partilerin de özelliği şudur: 3 Kasım Seçimlerinden önce, bunlar
siyasî şirket gibi örgütlenmiş partilerdi, herhangi bir ideolojileri yok,
herhangi bir felsefeleri yok, herhangi bir omurgaları yok, sadece iktidara
gelmek ve yandaşlarına rant dağıtmak üzere örgütlenmiş partilerdi bunlar"
ve bir yerinde "3 Kasım Seçimlerinden partimizin çıkmasıyla birlikte,
topluma ideoloji dayatan siyasî cemaatler de, topluma rant dağıtmak üzere
örgütlenmiş siyasî cemaatler de son bulmuştur. Artık, AK Parti dönemi
açılmıştır" diyor.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Ağar'ın talebi kendi şahsıyla ilgili olmamakla birlikte,
tutanaklardan da okuduğum kadarıyla, gerçekten, bugüne kadar siyasette bulunmuş
tüm partileri itham edici cümleler olarak kabul ediyorum ve bu konuda açıklama
yapmak üzere Sayın Ağar'a söz vereceğim.
Sayın
milletvekilleri, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde 3 parti temsil ediliyor.
Parlamento dışında kalmış partiler var ve bugüne kadar, şu kadar yıllık siyasî
hayatımızda görev yapmış, faaliyette bulunmuş siyasî partiler var. Onların
hepsinin manevî şahıslarını elbette korumamız ve bunlara yönelik
konuşmalarımızda, onları rencide edici bir üslup kullanmamamız gerekir. Ben
böyle takdir ediyorum.
Sayın Ağar, buyurun
lütfen.
2. -
Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, AK Parti Grubu adına konuşan Adana
Milletvekili Ömer Çelik’in, 3 Kasım seçimlerinden önce TBMM’de görev alan
siyasî partilere ilişkin sözleri nedeniyle konuşması
MEHMET KEMAL AĞAR
(Elazığ)- Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Başkanım,
hassasiyetinizden dolayı teşekkürlerimi arz etmek isterim. Eğer müsaadeniz
olursa, bir başka konuya da küçük bir şekilde değinerek geçmek istiyorum.
Malumunuz olduğu
üzere, milyonlarca oya sahip olarak, Doğru Yol Partimizi 3 mensubumuzla
Parlamentoda temsil ediyoruz; ancak, İçtüzüğün amir hükümleri gereğince,
toplumumuzu temelden ilgilendiren bütçe, hükümet programı veya sair önemli
konularda, zamanında müracaat etmemize rağmen, şahsı adına konuşma imkânı
bulamıyoruz; bazı İçtüzük tekniğinden ötürü konuşma imkânımız olmuyor.
Sizin demokrasi
üzerindeki hassasiyetinizi yakinen takip ettiğimiz ve bildiğimiz üzere, ileride
muhtemel İçtüzük değişikliklerinde bu meselenin göz önünde bulundurulması ile
bu süreç zarfında bir teamülün yaratılması konusunu yüksek dikkatlerinize
sunmak istiyorum. Hiç olmazsa, şahıs adına konuşmalarda partimize imkân
tanınması konusunda bir teamülün yaratılmasını sizin ve değerli
başkanvekillerimizin yüksek dikkatlerine sunmak arzusundayım; onu arz ediyorum.
Ben, Sayın Çelik'in,
böyle bir amaçla bu sözleri sarf etmediğine inanıyorum. Zannediyorum ki,
zabıtların tetkikinden sonra, belki bana fırsat kalmaksızın, kendisinin böyle
bir düzeltmeyi yapacağına da inanıyorum, inanmak istiyorum; ancak, hepimizin
bildiği gibi, 1946'dan bu yana -çokpartili hayata geçtiğimiz dönemden bu yana-
geçen elliyedi yıllık zaman süreci içerisine bakıldığında, 1960'daki gibi,
1980'deki gibi müdahalelerle de kesintiye uğramasına rağmen, büyük bir inançla,
imanla, davasına, milletin meselesine sahip çıkan bir büyük geçmişi inkârla, bu
Parlamentoda, bugün layıkıyla görev yapılmayacağı, hepinizin yüksek
takdirlerindedir.
1946'dan sonra,
İkinci Cumhurbaşkanı merhum İnönü, Üçüncü Cumhurbaşkanı merhum Bayar'ın Temmuz
Beyannamesiyle başlattıkları çokpartili hayata geçişteki sağlam adımlar...
Daha sonrasında, 1950
seçimleriyle "Yeter! Söz Milletindir" gibi bir demokratik itirazın
sahibi olarak partisini iktidara taşıyan merhum Menderes ve gerçek anlamda,
milletin, devlet ve siyaset hayatında söz sahibi olması ve milletin insanca
yaşaması için, çok eseri, birçok eseri ortaya çıkarmış bir Demokrat Parti
İktidarını görmezden gelebilmek, herhalde mümkün olmayacaktır.
Daha sonrasında ve
öncesinde kurulmuş partiler, daha sonrasında, 1965'le beraber iktidara gelen
Adalet Partisi, çok zor bir millî bakiye sistemine rağmen, tek başına milletin
teveccühünü kazanarak gelmiş ve tıpkı Demokrat Parti iktidarında olduğu gibi,
Türkiye'nin her tarafını barajlarla, yollarla, sağlık, eğitim tesisleriyle,
tütün fabrikalarıyla, Türkiye'de hepimizin bildiği yüksek kalkınma hızı ve
düşük enflasyonun, hâlâ, bugün bile yüzdelerinin yakalanmadığı bir ekonomik
süreç geçmiştir ve daha sonrasında, ana hatlarıyla, tek başına iktidarlar
olarak söyleyeceğimiz, merhum Özal'ın 1983'te iktidara partisini taşımasıyla
Türkiye'nin dış dünyaya açılması ve Türkiye'nin modernizmiyle ilgili birçok
eserleri geride bıraktığı ortadadır.
Bütün bunların
yanında, zaman zaman iktidar ortağı olarak Parlamentoda görev yapmış Yeni
Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, elbette ki,
cumhuriyetimizin en eski partisi Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte memlekete,
millete, her türlü riski, sıkıntıyı gözönüne alarak, bir haysiyet ve namus
timsali olarak siyasî tarihimize, devlet tarihimize geçmiş insanların bu büyük
siyasî faaliyetlerini yok farz ederek, bir rant dağıtma biçiminde tarif
etmenin, bu Parlamento çatısı altında olan hiç kimseye yaraşmayacağı açık bir
gerçektir.
Ben bunu bu şekliyle
düzeltmeyi, tarihî bir görev addettim; Sayın Başkanıma bu hassasiyetlerinden
ötürü şükranlarımı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, CHP ve
bağımsızlar sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Ağar,
çok teşekkür ederim.
Sayın Koç, bir
talebiniz var; ancak, sizin, tutanaktan okuduğum sözlerinize 69 uncu madde
delaletiyle, Sayın Tekin cevap verdiler, size tekrar söz verme imkânım yok.
Saat 16.50'de
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.38
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 16.50
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 52 nci Birleşimininin İkinci Oturumunu açıyorum.
Hükümet Programı
üzerinde müzakerelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV. - HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu Programının görüşülmesi (Devam)
BAŞKAN - Gruplar
adına konuşmalar tamamlandı; şimdi, şahısları adına söz alan sayın milletvekillerine söz vereceğim.
Şahsı adına Konya
Milletvekili Sayın Ahmet Işık; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Işık, süreniz
10 dakikadır.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan
59 uncu Hükümet Programı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Meclisin çok anlamlı
bu kürsüsünden, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle anıyor,
fikirlerinin her dönemde yeniden yorumlanıp, ülkemize aydınlık ufuklar açmasını
temenni ediyorum.
59 uncu hükümet
kabinesinde yer almış olan -Sayın Başbakan başta olmak üzere- her bir üyeyi
tebrik ediyor ve başarılar diliyorum. Daha da demokratikleşme sürecinde,
desteklerinden dolayı, Sayın Deniz Baykal başta olmak üzere, Cumhuriyet Halk
Partisinin milletvekillerine teşekkürlerimi sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Aynı şekilde, destek vermiş olan bağımsız milletvekili arkadaşlarıma
da teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; demokrasi platformunun istikrarlı ve kararlı yürüyüşünde, 9
Mart 2003 tarihiyle birlikte, bir adım daha atmanın mutluluğu ve huzuru
içerisindeyiz. Benimsenen ve izlenen yolun kuvvet ve sağlamlığını, neticenin
ise yüceliğini biliyoruz.
Seçimler, siyasal
iktidarların güven tazelemesi ya da başkaca siyasal iktidara yönetme hakkı
veren demokratik tercihlerdir. Bu demokratik tercihlerle iktidara gelen siyasî
parti ya da partilerin hüsnükabul görmesi, sadece o partiyi sandıkta tercih
edenler değil, tercihini başkaca kullanmışlar tarafından da toplumsal destek
görmeye başladığında, siyasal iktidarlar icraatlarını çok daha etkin ve kararlı
bir şekilde uygulama şanslarını elde ederler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünyada iktisadî kalkınmalar başta olmak üzere, demokratik ve
teknolojik büyük değişimler yaşanırken, üzülerek ifade ediyorum ki, Türkiye,
büyük oranda zaman kaybetmiştir. Artık, Türkiye'nin, bugünü ve yarınıyla ilgili
kaybedecek hiçbir zamanı kalmamıştır. 59 uncu hükümetle -58 inci hükümette
olduğu gibi- umutlar umulana dönüşmekte, hayaller gerçekleşmeye, yüzler
gülmeye, toplumsal destek ve güven hissi günbegün artmaya başlamıştır. 59 uncu
hükümetin yapacağı tarihî mücadele, şekli anlamıyla hükümet olma mücadelesi
değil, milletimizin vermiş olduğu emaneti hakkıyla yerine getirme mücadelesi
olacaktır.
AK Partinin ve 59
uncu hükümetin siyasetteki varlık nedeni, hukuk merkezli, demokratik açılımlı,
birey eksenli, kalkınmacı; ülkesiyle, milletiyle bölünmez bütünlükçü;
Atatürk'ün tarihî söylemiyle ifade ettiği "Yurtta sulh,cihanda sulh"
prensibiyle siyaset yapmaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 59 uncu Hükümet Programında, ekonomik istikrarın sağlandığı,
rekabetçi bir piyasa yapısının oluşturulduğu, sürdürülebilir bir kalkınma
ortamının yakalandığı ve ekonomik refahın nimetlerini adaletle dağıtan,
yoksulluk ve yolsuzlukla etkili bir şekilde mücadele edilen, merkeziyetçi ve
hantal yapıların aşılması; toplumsal denetim ve katılımın artırılması;
kırtasiyecilik, şekilcilik ve verimsizliğin azaltılması; örgütsel büyüme ve
hantallığın giderilmesi; kayırmacılığın ve yozlaşmanın önlenmesi öngörülmüştür.
Ekonomik büyümeyi
yeniden başlatmak, fakirlik ve işsizliğin azaltılması, evrensel kurallar,
çağdaş standartlar ve etkin uygulama anlamında devleti ve kurumları görev,
yetki ve sorumluluk açısından yeniden yapılandırmak ve şekillendirmek;
bürokrasiyi azaltmak, yolsuzluk ve suç işleme eğilimini engelleyici
düzenlemeler yapmak; bölgesel ekonomik güç ve bölgesel finans merkezi olma
imkânını sağlayacak ortamı hazırlamak; insanlarımızın barış ve refah içinde özgürce
yaşadığı, çağdaş dünyayla bütünleşmiş, farklılıkların, çatışma unsuru olarak
değil, zenginlik kaynağı olarak görüldüğü, itibarlı, demokratik, dinamik bir
millet iradesinin hayata geçirileceğinin vurgusu kararlı bir şekilde programda
yer almıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; demokratik ülkelerdeki hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak
arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel ve örgütlü
olarak hak ve özgürlüklerin kullanılması ve idarenin hukuka bağlılığının
sağlanmasını 59 uncu Hükümet temel değerler olarak görmekte ve AK Parti, bunun,
hükümet etme mantığının olmazsa olmazları olarak nitelendirmektedir.
Programda,
yürürlükteki Anayasa yerine, katılımcı ve özgürlükçü yeni bir anayasanın
hazırlanacağı; yeni anayasanın, güçlü bir toplumsal meşruiyete sahip, başta
Avrupa Birliği olmak üzere, uluslararası normlara uygun, birey hak ve özgürlüklerini
üstün tutan, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi esas alan demokratik hukuk
devleti anlayışını taşıyacağı, şiddet, baskı ve suçtan arınmış, özgürlüklerin
nimetlerinden yararlanan ve korkunun olmadığı bir barış toplumu haline gelmek
hedeflenmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK Parti İkinci Hükümet Programında, hukukun üstünlüğü içinde,
devletin, topluma ve bireylere, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din ve mezhep aidiyeti gibi sebeplerle ayrım gözetmeyi
reddederek, insan haklarının evrensel düzeye çıkarıldığı ve kullanıldığı,
hukukun üstünlüğünün gerçekleştirildiği ve demokrasinin tüm kurum ve
kurallarıyla işlediği hukuk sistemini oluşturmak için düzenlemeler öngörülmektedir.
Katılımcı ve çoğulcu demokrasi ve yönetimde etkinlik ilkeleri doğrultusunda,
yerel yönetim reformunun gerçekleştirileceğine vurgu yapılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hukukun üstünlüğüne bağlılık, devletin meşruluğunu da güçlü ve
etkin kılar. Yönetimin şeffaf olduğu, yönetilenlerin yönetenlere duyduğu güven
ve tolerans, insanların iktisadî kalkınmasına ve devletin adil ve adaletli
otoritesine katkı sağlar. Siyasal iktidarlar, kaynağını demokrasiden aldığı,
iktidarda bulunanların ise hukuka dayandığı demokratik hukuk devletinde,
insanların temel hak ve hürriyetleri ideal anlamda güvence altında demektir.
Demokratik hukuk
devletinde, siyasal iktidardakiler, hukuku referans almaları durumunda, hukuk
devleti idealini gerçekleştirmiş olurlar. Hukuk devletinde, devletin
tarafsızlığı teminat altındadır. Yönetenler, yönetilenlere karşı keyfîlik
içerisinde olamazlar, herkes hukuk önünde eşittir. Hiç kimse ayrıcalıklı
olmadığı gibi, haksızlığa da uğratılamazlar. Devlet merkezli bir siyaset değil,
insan merkezli bir siyaset esastır. Anayasanın ruhunda ve lafzında mündemiç
olan temel hak ve hürriyetlerin kullanılması hiçbir şekilde baskı altına
alınmamalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, hakkın özgürce yerine
getirilmesinden ziyade, insan onuruyla da ilintilidir. Temel hak ve hürriyetler,
demokrasinin olmazsa var olmazlarındandır. İdeal demokrasi anlayışının temel
hak ve hürriyetlere bakış açısı, birey merkezlidir; esas değer, insandır ve
insan, anlamlıdır.
Değerli
milletvekilleri, 59 uncu hükümet, özü itibariyle, programında, önceyi kavramış,
anı anlamış, değişmeyen bilimsel doğrular ile değişen zamanın gücünü kavrayarak
çağın nabzını tutup, geleceği yakalamaya çalışmıştır.
Bu programın,
ülkemize ve milletimize hayırlı olması temennisiyle, sizleri tekrar saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Işık,
teşekkür ederim.
Şimdi, hükümet söz
istemektedir.
Hükümet adına, Adalet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek; buyurun efendim. (Alkışlar)
Sayın Çiçek, süreniz
60 dakika.
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 59 uncu Cumhuriyet
Hükümetinin Programıyla ilgili olarak, burada dile getirilen hususlara cevap
vermek üzere, huzurunuzdayım. Şahsım ve hükümetim adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Parlamento
çalışmalarımız içerisinde söylediğimiz her söz, yaptığımız her çalışma,
muhakkak ki, önemlidir; ama, bunlar içerisinde üç metin var ki, bunların ayrı bir
değeri var, ayrı bir yeri var siyasî hayatımız bakımından. Onlardan bir tanesi,
kalkınma planlarıdır. Kalkınma planları, aslında, devletin, siyaset yapanların
gelecekle ilgili stratejileridir; önümüzdeki beş yıla dünya ölçeğinde, Türkiye
ölçeğinde nasıl baktıklarını, Türkiye'yi nereye getirmek istediklerini ortaya
koyan hedef metinlerdir; bu bakımdan önemlidir.
En az onun kadar
önemli olan iki metin daha var. Bunların başında da, hükümet programı geliyor.
Aslında, hükümet programları, bir siyasî heyetin, ülkenin sorunlarına nasıl
yaklaştığını, hayatı nasıl anladığını, sorunlara getirdiği çözümleri, işbaşında
kaldığı sürece, bu ülkeye vaat ettikleri hususları, hedefleri, çerçeveleri
ortaya koyan metinlerdir. Onun için, fevkalade önemlidir. Bu önemi sebebiyledir
ki, bu metinler üzerinde, hükümet programları üzerinde yapılan müzakereler de o
derece önemlidir. Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına burada dile
getirilen görüşleri, gerçekten dinledim; yalnız sol kulağımızla değil, sağ
kulağımızla da dinledik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hatta, olmadı, can
kulağımızla dinlemeye çalıştık; ama, samimî olarak bir şeyi itiraf etmek
durumundayım. Ben, Cumhuriyet Halk Partisinin konuşmalarını ilgiyle takip eden
bir insanım. Özellikle, siyasî hayata girdiğim günden beri de fevkalade önemliydi;
ama, itiraf etmeliyim ki, bugünkü konuşma kadar light bir konuşma dinlemedim.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Buna bozulabilirsiniz, buna tepki
verebilirsiniz; ama, emin olun, çıktıktan sonra diyeceksiniz ki, hakikaten,
bugünkü konuşmanın kalorisi yoktu; çünkü, bir hükümet programıyla ilgili bir
şey söylüyorsanız, bizim yanlışımızı söylerken kendi doğrularınızı da ortaya
koymak mecburiyetindesiniz; çünkü, siyaset anlayışı bunu gerektirir, kaliteli
siyaset de bunu gerektirir. Öbür türlüsü geçmişte çok denendi; Türkiye bir yere
gelmedi.
Şimdi, iktidarın
görevi doğruyu yapmaktır. Muhalefetin görevi de yanlışı yaptırmamaktır. Yanlışı
yaptırmamak için, doğruyu söyleyen kadar doğruyu bilmek gerekir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Şimdi, üç kişi, üç değerli hatip, burada konuşma yaptı;
acaba, doğru adına ne söyledi ya da bizim bu programımızda nerede yanlış var
onları söyledi. Muhalefet, her şeye olumsuz bakmak değildir. Hele hele, günümüz
anlayışında, Avrupaî anlamda -şimdi, hep Avrupa Birliğine de gireceğiz diyoruz
ya- muhalefet, kendi doğrularını da yanlışla birlikte ortaya koyup, topluma bir
mukayese imkânı vermektir.
Şimdi, bizim
programımızdaki bazı konularla ilgili cümlelerimizi yeterli bulmadılar,
ayırdığımız sayfayı yeterli bulmadılar; bu da çok doğru bir anlayış değil. Bir
konuya verdiğiniz önem, sayfa adediyle, satır adediyle sınırlı değildir. Eğer,
oraya doğru şeyleri yazdıysanız, bir tek cümle bile sizin niyetinizi, o konuyla
ilgili çerçevenizi ortaya koymaya yeter. Desem ki "adalet mülkün
temelidir"; buna ilave edecek, fazlaca bir şey söylemeye gerek var mı?
Şimdi, eğer meseleye
o ölçekten baktığımızda, bu programda tarımla ilgili birkısım sayfalar vardı,
sanayiyle ilgili düşüncelerimiz vardı; çevreyle ilgili, kentleşmeyle ilgili,
konutla ilgili, demokrasiyle ilgili, özgürlükle ilgili... bunların hiçbirisi
Cumhuriyet Halk Partisini ilgilendirmiyor mu? Cumhuriyet Halk Partisi bu
konularla ilgili hiçbir şey söylemedi. Acaba söylememiş olmaları, zımnen, bizim
bu söylediklerimizin doğru olduğu anlamına mı geliyor, böyle bir lisanı hal ile
itiraf mı etmiş oluyorsunuz?
Evet, eğer sayfa
adedine ya da bazı şeylerin konuşulup konuşulmamasına bakıyorsanız, o takdirde
Cumhuriyet Halk Partisi, demek ki, sadece iki üç konu üzerinde siyaset yapan,
onun dışındaki toplumsal sorunlarla, toplumun diğer kesimleriyle ilgisi,
alakası olmayan bir parti konumuna düşmüş olur. Bunu da, doğrusu, Cumhuriyet
Halk Partisine yakıştıramam.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, burada, yadırgadığım bir husus var. Bunu, lütfen, bundan sonra yapmamış
olmamız gerekir diye düşünüyorum, hukuka ve kanuna saygılı bir insan olarak.
Bir partinin ismi evvela tüzüğünde yazar, hem ismi yazar, hem kısaltılmış şekli
yazar. Bu tüzük götürülür, İçişleri Bakanlığına verilir. Bu tüzükte, aynı
zamanda, İçişleri Bakanlığına verdiğimiz metinlerde, partinin amblemi de
vardır. Sonra, Cumhuriyet Başsavcılığına gider bu metinler. Sonra, seçim
zamanlarında Yüksek Seçim Kurulu bu metinleri, bu bilgileri alır, oy
pusulalarına basar ve vatandaş, o isme göre bu partiyi tanımlar. Şimdi, nedense
bir süreden beri bir söylem haline geldi. Biz, tüzüğümüzde "Adalet ve
Kalkınma Partisi", kısaltılmış isim olarak "AK Parti" diyoruz.
Sonra, verdiğimiz metinlerde bu böyle, resmî metinlerde de bu böyle; ama,
nedense, bir "ak" düşmanlığı mı vardır onu bilemiyorum ya da
"ak" kelimesinden bir rahatsızlık mı var onu anlayamıyorum. Bizim
ismimiz "AK Partidir". Siyasî kimliğimiz, siyasî metinler bunu
gerektirdiği halde, "AKP" denmeye devam ediliyor.
Buradan iki anlam
çıkar: Birincisi, ak düşmanlığından kaynaklanır. Biz, gerçekten bir ak
partiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Milletimiz bizi ak parti olarak
gördü ve anamızın ak sütü kadar helal reyleriyle biz buraya geldik. Biz,
milletin partisiyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Millet bize "AK
Parti" diyorsa, bu çatı altındaki herkes, bizi böyle telaffuz etmeye,
böyle anmaya mecburdur. Bu, hukukun gereğidir, yasalara saygının gereğidir.
MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) - Hükümet Programı üzerinde konuş, partiyi anlatma...
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Devamla) - Aksi varit olursa, hepimizin kimlik cüzdanı var, orada
ismimiz yazıyor. Şimdi, ben, ismi Mustafa olan birisine "Muso" desem
yakışık alır mı, bu doğru olur mu, bu siyasî nezakete sığar mı?! Gelin, bu
neviden nitelemelerden vazgeçelim; çünkü, benim anlayabildiğim kadarıyla, şu
bir saatlik konuşma içerisinde iki kavrama karşı bir tepki var: Bir
"ak" kavramına tepki var, öyle anlıyorum; bir de
"muhafazakârlık" kavramına bir tepki var. Şimdi, bunların ikisinden
de başka türlü bir anlam çıkarmaya gerek yok. Muhafazakâr parti, toplumun
değerlerini benimseyen, toplumu önemseyen, toplumun mukaddeslerini yücelten,
baştacı eden ve bizi biz yapan değerlere asgarîden saygıyı ifade eden bir
kavramı ifade eder. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bundan rahatsız olmaya
gerek yok, bunun içini başka anlamlar yükleyerek doldurmaya da gerek yoktur.
Eğer bu toplum muhafazakâr olmasaydı, bunca yaşadığı sıkıntılara ve bunca
şoklara rağmen, bugün huzur ve barış içerisindeki bir Türkiye'yi tesis etmek
mümkün olmazdı, bu ülke, kargaşadan, anarşiden, terörden başını bir türlü
alamazdı. Bunca sıkıntılara ve olumsuz göstergelere rağmen, halen demokrasi yaşıyorsa,
halen biz siyaset yapabiliyorsak ve insanlarımız kanuna, hukuka, devlet
otoritesine saygı gösteriyorsa, bunun birinci ayağı, muhafazakâr bir toplum
olmasından kaynaklanıyor. Onun için, bu neviden kavramları, siyasette başka anlamlara
çekmeye gerek yok; yerli yerine oturtmak ve siyaseti doğru tavsif etmek lazım
gelir.
Değerli arkadaşlarım,
biz, ne yapmak istediğimizi, evvela, 3 Kasım seçimlerine giderken seçim
beyannamemizde söyledik; başka partiler de söyledi. O yetmedi, 58 inci Hükümet
Programında söyledik, Acil Eylem Planımızda söyledik ve şimdi 59 uncu Hükümet
Programımızda söylüyoruz. Bizim bu söylediklerimiz içerisinde, başka anlam
çıkarmayı gerektirecek ve bunun üzerinden birilerinin kafasına soru işareti
sokmamızı mümkün kılacak en ufak bir şey olduğu kanaatinde değilim.
Şimdi, gölge
taşlanarak siyaset yapılamaz. Gelin, siyaset adına gölge taşlamayalım; çünkü,
geçmişte bu gölgeler taşlandı, yarım yamalak gazete malumatları üzerine siyasî
demeçler verildi, bunlar üzerinde bu memlekette kavga yapıldı, gürültü
çıkarıldı, kamplaşmalar oldu, kutuplaşmalar oldu; Türkiye'nin geldiği nokta da
burasıdır.
Ha, bir şey daha
söyleyeyim: Hiçbir parti, diğer partinin meşruiyetini test etme kantarı da
değildir. Bunun altını da özellikle çizerim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Eğer, bir partiye birileri meşruiyet tanıyacaksa, o, milletin ta kendisidir,
anayasasıdır. Biz de, bu memlekette siyaset yapan her parti kadar Anayasaya
bağlı, Anayasadaki devletin niteliklerine bağlı ve millet tarafından da
aklanmış, millet tarafından tescil edilmiş bir partiyiz. Dolayısıyla, rejimle
ilgili, laiklikle ilgili meselelerde bir başka partiden cevaz alacak noktada
değiliz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer metin okunmuş olsaydı, bu, çok
açık olarak da ortaya çıkacaktı. Kaldı ki, biz, 58 inci Hükümet Programında da,
Acil Eylem Planımızda da, Anayasa değişikliği yapacağımızı söylemişiz.
Türkiye'de bunu söylemeyen parti var mı?! Bu Anayasayı yapanlar bile belli bir
süre sonra, "ben bu Anayasanın kefiliyim, bunda delik açtırmam"
diyenler dahi, aradan on sene geçtikten sonra, Anayasanın eskidiğini kabul
etmiş, değişmesinin lazım geldiğini ifade etmiştir. Onun içindir ki, hiçbir
parti gösterilemez ki, seçim beyannamelerinde, seçim meydanlarında bu
Anayasanın eskidiğini söylemiş olmasın, bu Anayasanın topluma dar geldiğini
söylemiş olmasın.
Biz, şimdi burada ne
diyoruz; "Artık, ülkemize dar gelen yürürlükteki Anayasa yerine, katılımcı
ve özgürlükçü yeni bir anayasayı hazırlayacağız. Bu anayasanın hazırlanmasında,
kendi fikirlerimiz kadar, muhalefet partilerinin ve tüm toplumsal kesimlerin
katılımını en etkin biçimde sağlama çabası içinde olmaya söz veriyoruz"
diyoruz. Şimdi, "hava bulutlu" dan "bana niye ördek dedin"
mantığını bırakmanın zamanı gelmedi mi hâlâ?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Gelmedi mi?.. Leblebiden nem kapmanın ne anlamı var?
Bu Anayasanın dar
geldiğini herkes kabul ediyorsa, her parti söylüyorsa ve millet de bunu böyle
anlıyorsa, o Anayasayı değiştireceğiz; kiminle, sizlerle beraber
değiştireceğiz. Teşekkür ederim, birinci paket sırasında, hakikaten çok anlamlı,
çok önemli bir katkı sağladınız. Ben ve arkadaşlarım, sadece bu kürsülerde
değil, her platformda, bu katkınızı şükranla ifade etmeye çalıştık. Bu
değişikliği sizlerle beraber yapacağız. Kaldı ki, bu Mecliste bunun geleneği de
teşekkül etti. Uzlaşma Komisyonu kuruluyor. O komisyon da, partilerin
Meclisteki dağılımına bakmaksızın, sandalye sayısına bakmaksızın, eşit
üyelerden teşekkül ediyor ve bu metinler oybirliğiyle hazırlanıyor.
Dolayısıyla, yöntemi belli. Herkesin şikâyet ettiği bir Anayasa ve diyoruz ki:
"Özgürlükçü bir anayasaya Türkiye'nin ihtiyacı var."
Değerli arkadaşlarım,
siyaset yaptığımız dönem, 2003. Artık, yasakçı dönem geride kaldı. Eskiden,
yasakçılığı bir siyaset üslubu, bir siyaset modeli haline getirmiş dönemler
oldu bu ülkede, böyle partilerimiz de oldu; ama, bunlar geride kaldı.
"Yeter, söz milletindir" denildi ve millet, bu yasakçılığı sandıkta
ortadan kaldırdı. Kaldı ki, yasakçılığın en organize olduğu, en sistematize
olduğu rejimler, bugün, tarihten silindi. Eğer, yasakçılık bir ülkeyi bir yere
getirebilseydi, Saddam rejiminde Irak bir yere gelebilirdi.
Meseleleri, oturup,
doğru anlamak lazım. Özgürlüklerden korkmaya gerek yok. Milletimize güvenmemiz
lazım, insanlarımıza güvenmemiz lazım. Artık "millet bir şeyden
anlamaz" deyip, tepeden bakma dönemi geçmiştir. Millet, belki de kendisini
yönetenlerin yapmış olduğu birçok yanlışı, götürmek istediği birçok uçurumu
kendi ferasetiyle önlemiş ve tekrar, rejimi yerli yerine oturtmaya, sistemi
yerli yerine oturtmaya çalışmıştır. Dolayısıyla, millete güvenmek lazım.
Özgürlükçü bir anayasayı eğer bu dönem başarabilirsek, bu dönemin milletimize
en büyük armağanı o olacaktır.
Dolayısıyla, bu
Anayasanın değişmesi gerekiyor. Nerelerinin değişmesi gerekiyor; bu gayet açık;
çünkü, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeler var, Türkiye'nin altına imza
koyduğu metinler var, Türkiye'nin içerisinde yer almaya çalıştığı bir demokrat
dünya var, o dünyanın standartlarına uygun yeni bir anayasa yapma
mecburiyetimiz var. Eğer, biz, bunu, kendi irademizle yapmazsak, kendi isteğimizle
yapmazsak, sonra sıkışıyoruz, zaman daralıyor, hiç olmayan bir zamanda, hiç
olmayan bir üslupla, hiç de bize yakışmayan bir şekilde anayasa değişiklikleri
yapıyoruz. Geçtiğimiz dönemde bunun başka misalleri de vardır. Onun için, biz
diyoruz ki, toplumun bütün kesimleriyle işbirliği yapmak suretiyle bir anayasa
değişikliğini yapmaya mecburuz. Milletimize yakışan da özgürlükçü bir
anayasadır.
Kaldı ki, bir şeyi
daha ifade etmemiz lazım; çünkü, 58 inci Hükümet Programında da, bu anayasa
lafı üzerinden, bu kürsüde, aşağı yukarı 20 dakikaya yakın bir konuşma oldu.
Bizim niyetimiz o değil, maksadımız o değil; gayet açık bir metin. Ben biliyorum
ki, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda çok değerli hukukçularımız var: Hemen,
buradan görüyorum, Sayın Güneş var; Adalet Komisyonunda çok değerli hukukçu
arkadaşlarımız var. Eğer onlardan birine sorulabilmiş olsaydı, şunun bilinmesi
lazımdı: Anayasanın 2 nci maddesi, değiştirilemeyecek maddeler arasındadır. Bu
ülkede, hiç kimse, değiştirilmesi mümkün olmayan bir şeyi, anayasa
değiştireceğim diye değiştiremez. Bu, Anayasaya aykırı. Bu Anayasa değişecekse,
Anayasadaki usullere göre, esaslara göre değişecek. 2 nci maddenin
değişmeyeceği yazılı olduğu halde, kim böyle bir yola tevessül eder? Ayrıca,
bizim aklımızdan geçmeyen, niyetimizden geçmeyen bir şeyi, bir bühtanı, ikide
bir önümüze getirip, koyup, bunun üzerinden siyaset yapmak, doğrusu, geldiğimiz
noktada, geldiğimiz zaman dilimi içerisinde, bir an evvel terk edilmesi gereken
bir alışkanlıktır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biz, hizmet partisiyiz, bunun için kurulduk. Her partinin hedefi de budur; millete hizmet etmek için
kurulur. Ben, herkesi öyle görüyorum, öyle anlıyorum. Herkes, çıkar, millete
fikirlerini, düşüncelerini söyler; sonra da, millet, bunlar arasında bir
değerlendirme yapar ve sonuçta kararını verir. 3 Kasımda, bu millet, 40'a yakın
partiyi, seçime giren 20'ye yakın partiyi dinledi, sonuçta tercihini yaptı; AK
Partiyi iktidar yaptı, Cumhuriyet Halk Partisini de muhalefet yaptı.
Dolayısıyla, milletin ortaya koyduğu irade üzerinde spekülasyon yapmanın bir
anlamı yok. Biz, neye göre iktidar
olduk; milletimizin önüne koyduğumuz metinlere ve vaatlerimize göre. Şunun şurasında dört ay oldu olmadı. Bakınız,
herkes kabul ediyor; insafla kabul etmek lazım, değerlendirmek lazım ki, şu
yakın tarihimiz içerisinde, hiçbir hükümetin önünde bugünkü kadar büyük
meseleler olmadı. Bunlardan birisi dahi, hükümetlerin feleğini şaşırtmaya
yeter. İnsafla bunun altını çizmemiz lazım.
Şu kadar zamandır
"Avrupa Birliği" diyoruz. Hani hatırlar mısınız "eğer AK Partiye
rey verilirse, AK Parti iktidar olursa, Avrupa Birliği süreci tehlikeye girer,
şöyle olur, böyle olur; Avrupa Birliğine girişin teminatı bizleriz" denildi;
bizim üzerimizden, yine, hayalet taşlayarak, bir sürü spekülasyonlar yapıldı.
Millet, bunların hiçbirisine itibar etmedi, hepsini geldiği yere geri gönderdi;
ama, insafla kabul etmemiz gerekir ki, 4 Kasım sabahından 12 Aralık akşamına
kadar AK Partinin yapmış olduğu çalışmanın onda 1'ini -geriye dönük- başka
hükümetler yapmış olsaydı, bugün, Türkiye, 2004 aralığını beklemek durumunda
olmazdı. Bunu kabul etmeniz lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu noktada,
Cumhuriyet Halk Partisinin de katkısı oldu; iktidar ve muhalefet... Doğrusu,
millet de bu üslubu benimsedi. Gelin, bu üslubu devam ettirmeye çalışalım;
Türkiye'nin yararı buradadır. Türkiye'nin dış meselelerinde, önemli meselelerinde
omuz omuza vermemizin zamanı gelmiştir. Bakınız, bunun en güzel örneğini, daha
dün, İngiliz Parlamentosu verdi. Demokrasinin beşiği oraysa, işte, güzel
örnekler oralarda da var.
4 Kasımdan 12 Aralık
akşamına kadar, biz, Avrupa Birliği için yapılması gereken ne varsa yaptık;
bütün toplum kesimlerini de yanımıza almak suretiyle, Avrupa'nın dolaşmadığımız
başkenti kalmadı ve 4 Kasımdan 12 Aralık akşamına kadar, dünyanın gündeminde,
Batı'nın başkentlerinde, hep Türkiye olmuştur, hep AK Parti iktidarı olmuştur.
Burada, bu vesileyle
ifade edeyim: Halen, şu an, buradaki dış misyonlarda görev yapan bir değerli
bürokratın beni ziyarete geldiğinde söylediği şey şudur: "Ben, onaltı
senedir bu kuruluşta görev yapıyorum. 4 Kasımdan bugüne kadar yaptığım çalışmalarda,
hiç bu dönemdeki kadar rahat etmedim; hep Türkiye aleyhine kötü şeyler
söylenirdi, yanlış şeyler söylenirdi, Türkiye'ye olumsuz bakılırdı. İlk defadır ki, böyle bir kuruluşta devletimi
temsil etmenin gururunu yaşıyorum. Size teşekkür ederim" demiştir.
Dolayısıyla, bakınız, işin doğrusunu yapmak, işin güzelini yapmak, birlikte bu
güzellikleri ortaya koymak varken, toplumumuzda tereddütler meydana getirmenin
hiçbir anlamı yoktur diye düşünüyorum.
Avrupa Birliği
meselesi... Geriye dönüp bir bakalım; bu ülkede, bu Parlamento çatısı altına,
"Çırpınırdı Karadeniz" türküsünü siyasî söylem olarak gündemlerine
getiren, meydanlarda konuşan insanlar geldi. Onlar, bugün burada yok. Gıyapta
konuşmak için söylemiyorum, bir tespit anlamında söylüyorum. 1990'dan beri Türk
cumhuriyetlerine gidip gelen, belli aralıklarla oraları ziyaret eden, Türkiye
acaba oralarda ivme mi kazanıyor, ileri mi gidiyor geri mi gidiyor, ağırlığı var
mı yok mu... Çok şükür, bunu mukayese imkânına sahip oldum. Samimiyetle
söylüyorum ki, uzunca bir zamandan beri, Türkiye Cumhuriyeti, maalesef, oraya
karşı görevlerini yerine getiremedi. Üçbuçuk yıllık geriye dönük iktidar
döneminde doğru dürüst temaslar yapılamadı. Ekonomide kaybettik, siyasette
kaybettik, çok şeyde kaybettik. Olumsuzlukları söylemek istemiyorum; ama, 4
Kasım sabahından itibaren, bir taraftan Avrupa, öbür taraftan Türk
cumhuriyetleriyle en üst düzeyde temas, bu iktidar döneminde yapıldı. Şimdi,
bunun arkasının gelmesi gerekiyor; aksi halde, bu boşluk, başkaları tarafından
dolduruluyor. Eğer, biz, Ortaasya'da doğru bir politika takip edemezsek,
Ankara'da da sağlam oturmamız mümkün değildir. Oraya karşı, Türkiye'nin, her
seviyede ilgisinin ve alakasının devam etmesi lazım. 4 Kasım sabahından
itibaren, bu ilgi tekrar kurulmaya başlamıştır. İlk defadır ki, Türkiye, içine
kapanık olmaktan çıkmış, kaplumbağa siyasetinden kurtulmuş, çok yönlü bir dışpolitikanın
ipuçlarını vermeye, çabasını ortaya koymaya, hedeflerini ortaya koymaya
çalışmıştır.
Yeri gelince hep
söyleriz, yüzde 98'i Müslüman olan bir ülke... İslam dünyası diye, geçen
hükümet programlarında doğru dürüst bir kavram var mı? Biz, çevremizdeki İslam
ülkeleriyle bile ilişkimizi kestik. İlk defadır ki, bu hükümetler döneminde, AK
Parti iktidarı döneminde, bölge politikalarının oluşturulabilmesi bakımından,
bölgemizdeki sıkıntıların bertaraf edilmesi bakımından, acaba birlikte bir
çözüm bulabilir miyiz diye bu ülkelerle temas da, ilk defa bu hükümet döneminde
başlamıştır, AK Parti iktidarları döneminde başlamıştır.
Hal böyle olunca, şu
aradan geçen dört aylık süre zarfında, eğer insafla değerlendirmek gerekirse,
dört aya sığmayacak kadar, dışpolitikada çok ciddî gayretler, çabalar
gösterilmiştir. Tabiî, dışpolitikayı götürürken, içerideki durumumuza da
bakmamız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
burada dile getirilen hususların hiçbirisinin sorumlusu AK Parti iktidarı
değildir. Bugünkü olumsuz sonuçlara bakarak AK Partiyi değerlendirmek yanlış
olur. Biz, bu sonuçları ortadan kaldırmaya, sebepleri izale etmeye çalışıyoruz.
Eğer, bu ülkenin sorunları dört ayda değişebilseydi, dört ayda ortadan
kaldırılabilseydi bugüne kadar bunların çıkmış olması lazımgelirdi. Kaldı ki,
zaten "biz bu işleri düzlüğe çıkarırız" diyen "ben Halep'te kırk
arşın atladım" diyen ne kadar babayiğit varsa, 3 Kasım seçimleri öncesi
çıktılar meydana; çoğunun kırk santim atlayamayacağına millet karar verdi;
neticede, bu başarıyı AK Partinin göstereceğini tescil etti. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, biz,
samimiyetle, ülkenin meselelerini çözmeye çalışıyoruz, geceyi gündüze katarak
bu işleri düzeltmeye çalışıyoruz; ama, ülkenin içinde bulunduğu manzarayı da
doğru tespit etmek lazım. Bakınız, 15 Ekim itibariyle, Anayasa gereği, İçtüzük
gereği, giden 57 nci hükümet bir bütçe koydu orta yere. Zaten, o bütçeye bakmak
bile, 4 Kasım sabahı -çünkü, o metin başkalarının ortaya koyduğu bir siyasî
metindir- ülkenin hangi iç sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya
koymaya yeter. Daha 15 Ekim itibariyle bu devletin iki yakasının bir araya
gelmesi mümkün değil. Bu ülkedeki yolsuzluklar, israf, memleketi, maalesef, dik
yürüyemez hale getirmiştir. O hırsızlıklar ve yolsuzluklardır ki, bu ülkeyi
namerde muhtaç hale getirmiştir. Şimdi, AK Parti olarak, geceyi gündüze katarak
yapmaya çalıştığımız şey, acaba, devletin iki yakasını bir araya getirebilir
miyiz... Hazırladığımız metin, Hükümet Programı, bir anlamda, devletin iki yakasını
bir araya getirme çabası ve gayreti içerisinde olan bir metindir. Elbette, bu
metinde eksik olanlar olabilir, yanlış olanlar olabilir; buna hiç itirazım yok;
ama, bu metnin hiç mi doğru tarafı yok; yani, bu 51-52 sayfalık metinde
"şurası yanlış, ama, burası doğru" diyebileceğimiz bir tek cümle, bir
tek hedef, bir tek çözüm yok mu?! Hakkı teslim etmek lazımgelirse, ben,
eksiğimi kabul ederim, yanlışımı da kabul ederim; ama, lütfen, bu işin
doğrularını da birlikte söyleyelim ki, bu memlekette, 2003'te, yeni bir siyaset
üslubunu da geliştirmiş olalım diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
tabiatıyla, biz, burada, sorunlara genel yaklaşımlarımızı ortaya koyduk. Zaten,
hükümet programları, böyle bir çerçeveyi ifade eder. Bunun içinin doldurulması,
hükümetin huzurunuza getireceği yasa tasarılarıyla ilgilidir. Bu çerçevelerin
içerisini, bu yasa tasarılarıyla, bu reformlarla yapmaya çalışacağız; ama, şunu
kabul etmemiz lazım: Bugün, burada zikredilen pek çok konu var ki, aslında,
hepimiz, şurasından veya burasından, Türkiye'nin sorunu olduğunu kabul
ediyoruz. Mesela, Türkiye'nin bir eğitim sorunu var. Kimse "eğitim sorunu
yoktur" diyemez; üniversitesinde var, temel eğitiminde var, lisesinde var,
her tarafında var. Eğitim adı altında, Türkiye'yi, giderek bir mesleksizler
toplumu haline getiriyoruz, mesleksizler toplumu... Hepimizin kapısındadır,
sizin de kapınızda... Liseyi bitirmiş, askerliğini yapmış, geliyor...
Soruyorsunuz -lise mezunu neyi bilir- Kızılırmak'ın uzunluğunu biliyor,
Türkiye'nin komşularını saymayı biliyor; ama, bu bilgi, ekmek parası
kazanmasına yetmiyor. Bu sistem çürümüştür, bu sistem köhnemiştir, bunu
değiştireceğiz diyoruz, değiştirmeliyiz diyoruz, meslekî eğitime önem
vermeliyiz diyoruz.
Üniversitelerin hali
ortada. Üniversiteler en seçkin kurumlar; ama, Türkiye'nin, bugün, ayak nasırı
haline gelmiştir. Bilim yok. Kafanın içiyle uğraşılacağına, dışıyla
uğraşılıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Halen köhnemiş sistemleri devam
ettirmeye gayret ediliyor. Yani, bilime dayalı, üretime dayalı, yazmaya dayalı
eğitim sistemi ortadan kalkmış, herkes, ideoloji bezirgânlığıyla koltuk
kapmanın çabası içerisinde, gayreti içerisinde. Bu, böyle gitmiyor. Üniversiteleri
liseleştirdik. Lisedeki sıkıntı neyse, üniversitedeki sıkıntılar da, aynen, bir
yıl sonra, iki yıl sonra oraya yansımış oluyor. Gelin, oraları özgür bir ortam
haline getirelim diyoruz. Onun çerçevesi belli. Zaten, Millî Eğitim Temel
Kanununda, bu düzenlemeler yapılırken nelere dikkat etmemiz gerektiği açıkça
orta yerde. Dolayısıyla, eğer, eğitimle ilgili bir düzenleme yapılacaksa, bir
çaba gösterilecekse, bunu birlikte yapacağız. Biz, bu noktadaki kriterlerimizi
ortaya koyduk. Bunun neresine yanlış
diyorsanız -samimiyetle söylüyorum-
sadece sol kulağımızla değil, can kulağımızla dinlemeye hazırız biz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Çünkü, bunun da bir fazilet olduğuna inanıyoruz. Yani,
şöyle bir mantık içerisinde değiliz: Muhalefet hep yanlış söyler, iktidar hep
doğru söyler. Biz, -yeri gelmiş- 7 üyeli bir derneğin bile feryadına, beyanına,
bildirisine itibar etmeye, acaba buradan da ülkemiz yararına bir cümle çıkar
mı, bir imkân çıkar mı, bir çözüm çıkar mı diye göznuru dökmeye, bunları
dinlemeye hazırız. Kaldı ki, Anamuhalefet Partisini haydi haydiye dinleriz;
çünkü, anamuhalefet önemlidir, muhalefet önemlidir. Hepimizin bildiği bir şey
var ki, iktidar her rejimde var, muhalefet demokraside var. Dolayısıyla,
demokrasi yaşasın istiyorsak, en az iktidar kadar muhalefet partileri de
saygındır, saygıdeğerdir ve toplumsal bir görevi vardır. O sebeple, biz, bu
programda neresi eksik bulunuyorsa, neresi yanlış bulunuyorsa, çözümleriyle
birlikte, emin olun, dinlemeye hazırız; nerede istiyorsanız, gelip, bu
bilgileri almaya hazırız. Kaldı ki, gerek 58 inci hükümet gerekse 59 uncu
hükümet, sadece bunu söylemekle kalmadı; uzun zamandır toplanamayan Ekonomik
Sosyal Konsey, ilk defa bu iktidar döneminde toplandı. Bu anlayışımızın gereği
olarak, katılımcılığın gereği olarak, toplumda uzlaşma olsun, sorunları
birlikte çözelim diye... Çünkü, kavga ederek harcayacak zamanımız kalmadı,
kavga etmeye mecalimiz de kalmadı. Eğer, bir atımlık barutumuz varsa, bunu,
birlik içerisinde, dirlik içerisinde, Türkiye'nin iyiye gitmesi için,
Türkiye'nin iyiliği için, Türkiye'nin refahının artırılması için kullanmak
mecburiyetindeyiz. Onun için, farklı bir anlayışı ortaya koyabildiğimiz
takdirde, siyasetin kalitesi de yükselecek, siyasetin itibarı da yükselecektir.
Biz, şimdi, bu kürsüye geldiğimiz zaman hep diyoruz ki, Yüce Meclis, Yüce Meclis...
Gerçekten de bu Meclis yücedir; ama, yüce tavırları da ortaya koyarak, bu
düşüncenin, bu fikrin arkasına güzel örnekleri koymak durumundayız.
Zannediyorum, bu dönem, böyle bir fırsatı Türkiye yakaladı; bu fırsatı,
iktidarıyla yakaladı, muhalefetiyle yakaladı. Gelin, bu fırsatı boşa
kullanmayalım milletimize güzel örnekleri birlikte yapalım diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bir de, vatandaşımıza "umutlar tükendi" filan tarzında, hep olumsuz
anlamlar taşıyan, olumsuzluklar taşıyan birkısım mesajlar vererek Türkiye'de
siyaset yapma alışkanlığını da bırakalım.
Şimdi, bir iktidara
ümit tükendi mi tükenmedi mi; bunun göstergesi, benim veya bir kişinin beyanı
değildir, sadece kamuoyu araştırmaları da değildir; iktidara ümidin devam edip
etmediğinin en önemli göstergesi, bizatihi milletin kendisidir.
Bakınız, AK Parti
iktidara geleli şunun şurasında dört ay oldu, eski tabirle, kırkı bile çıkmadı
daha; ama, bakınız, iki defa testten geçiyoruz; bir Siirt'ten geçtik; itirazı
olan var mı?!. Siirt'ten, bundan daha güzel test var mı, ümidin devam edip
etmediğini gösteren?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
İkincisi, pazar günü
Çorum'da var. Çorum'da seçim yapıyoruz, onbinlerce insan orada rey kullanacak.
Bakalım, kime ümit bağlamış, ümidi devam ediyor, kimden ümidi kesmiş; bunun
hepsini de pazartesi günü sabahı görmüş olacağız. Eğer bu söylediklerimde
yanlış varsa, o zaman, ben, oturup düşüneceğim. Eğer başkalarının fikri yanlış
çıkıyorsa, tahmini yanlış çıkıyorsa, onların da oturup düşünmeleri lazım diye
düşünüyorum.
Dolayısıyla, benim
görebildiğim, Siirt seçimlerinin sonuçlarına bakarak diyoruz ki, bu hükümete
milletin ümidi devam ediyor, desteği devam ediyor. Bu desteğin bize ne vebal ne
sorumluluk yüklediğinin çabası ve gayreti içerisindeyiz ve inşallah,
milletimize karşı da yaptığımız hizmetlerle mahcup olmayacağız diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
siyaset, benim anlayabildiğim kadarıyla, sadece konuşmak değildir, sadece
doğruları söylemek değildir; siyaset, doğruları söylemek kadar doğruları da
yapmaktır. Belki Türk siyasetinin temel eksikliği, yeteri kadar doğruların
söylenmiş, fakat, yeteri kadar doğruların yapılamamış olmasıdır.
Biz, burada, elbette,
başka partilerin de, başka iktidarların da söylediği, kendimiz de inandığımız
için, birkısım doğruları aldık; inandığımız için aldık ve yapmayı taahhüt
ettiğimiz için, taahhüt etmek istediğimiz için, gereğini yapmak için aldık.
Bunların başında kamu yönetimi geliyor. Hep beraber söylemiyor muyuz; artık bu
devlet yapısı hantaldır, bu devlet çalışmıyor, bu devlet giderek millete yük
olmaya başladı, topladığımız vergiler şuraya gidiyor buraya gidiyor, köklü bir
reform ihtiyacı var. Bizim söylediğimiz, bu genel doğrudur, herkesin kabul
ettiği doğrudur.
AK Parti olarak
diyoruz ki, bunlar geçmişte yapılamadı, biz yapacağız. Bunu acil eylem
planımızla ortaya koyduk. Şimdi, bizim muhalefetten beklediğimiz, bu doğruları
niye yapmıyorsunuz, eylem planınıza uygun olarak bunu niye gündeme getirmediniz
diye bizi sıkıştırmanızdır. Eğer bunları yapmazsanız- iktidar boşluğu olabilir;
ama, bir rejim için, bir demokrasi için en büyük tehlike, muhalefet boşluğudur-
eğer Cumhuriyet Halk Partisi, bugün 59 uncu hükümeti tenkit ettiği şekliyle, o
muhtevayla tenkit etme durumunda olursa, korkarım ki, bir süre sonra, toplum,
Mecliste muhalefet boşluğu var kanaatine varır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunu doğru bulmam, bunu rejim hesabına fevkalade tehlikeli bulurum.
Onun için, gelin, biz iktidar olarak yaptığımızı doğru yapalım, siz de
muhalefet olarak yaptıklarınızı doğru yapın; çünkü, rejimin selameti bundadır;
milletin geleceği de, bu iki doğrunun bir noktada kesişmesine bağlıdır.
Değerli arkadaşlarım,
tabiatıyla, Türkiye olarak zor bir dönemden geçiyoruz, sıkıntılı bir dönem.
Bunu kabul etmeyen hiç kimse yok. Keşke sorunları zamanında çözebilseydik,
keşke konuları sorun haline getirmeseydik. Bu ülkede, hepimiz kabul ediyoruz
ki, yarım yüzyıldır tartıştığımız konular var; halen bir çözüme bağlayamadık.
Bağlayamadığımız için de, işte, kırk yılın çarşambası geldi AK Parti
iktidarının önünde duruyor. Onun için, tabiatıyla "bu sorunların, bu
sıkıntıların sebebi biz değiliz" diyoruz; bu doğrudur; ama, bu, sorunları
çözmemek için de bizim bir bahanemiz değildir. Onun için, gayret sarf ediyoruz,
bu sorunları ortadan kaldıralım diye uğraşıyoruz. Bunların başında da,
dışpolitika sorunlarımız geliyor.
Bakınız, dışpolitika
konularını konuşurken geçmişte yaptığımız bir yanlışı burada siyaset adına
itiraf edip meseleyi doğru bir zemine oturtmamız lazım. Şimdi, genelde, bizim
siyasî söylememizde "vatanseverler", "vatan hainleri"
kavramları çok kullanılır. Siyasette bunun kadar tehlikeli, bunun kadar
ayırımcı iki kavram bilmiyorum. Bunun bir kantarı yok. Bunun bir kantarı
olmadığı için, filancalar çok vatansever, falancalar az vatansever... Bu ülke
için, bu ülkenin menfaatına, kendi düşüncesi bana göre yanlış bile olsa, ben
herkesin vatansever olduğuna, düşüncelerini bu anlayışla dile getirdiğine
inanıyorum ve olabildiğince de bunlardan istifade etmeye çalışıyorum.
Şimdi, içinden
geçtiğimiz dönem, Türkiye'nin belki yüz yıllık geleceği bakımından gerçekten
tarihî önemi olan günlerdir. İşte, Ortadoğu'da işler karıştı, Ortadoğu'da kan
gövdeyi götürdü, götürüyor. Türkiye olarak, hiç kimse, insafı olan hiç kimse,
bu partinin barış için çaba göstermediğini, üzerine düşeni yapmadığını
söyleyemez. Emin olun çalmadığımız kapı kalmadı; bunu, yalnız sizlere
söylemiyorum, bu vesileyle, milletimize ifade etmeye çalışıyorum. Çalmadığımız
kapı kalmadı. Bilinen bilinmeyen, açıklanan açıklanmayan her türlü yola
başvurduk; acaba, bu bölgede barış olur mu... Çünkü, bu bölgenin barış
içerisinde olması, en evvel, Türkiye'nin menfaatınadır. Biz, hem inancımız
itibariyle hem tarihî geçmişimiz itibariyle hem de geldiğimiz nokta itibariyle
barışı en çok isteyen milletiz. Bizim devletimizin geleneksel politikası,
bölgede, dünyada, evimizde, evimizin dışında her tarafta barış esasına dayanır.
Böylesine geleneksel bir politikayı sürdüren bir devlet ve onun adına şu an
icrai hükümet eden bizler, sonuna kadar barıştan yana olduk; ama, hepiniz
görüyorsunuz ki, bizden başka da bu çabayı gösteren olmadı. Şimdi, geldiğimiz
nokta itibariyle, kimse, AK Parti iktidarlarına üzerine düşeni yapmadı diyemez.
Elimizden geldiği kadar uğraştık; ama, barışı temenni etmek başka, barışı temin
etmek başkadır; temin etmeye de gücümüz yetmedi. Gücümüzü aşan noktada, kimse
başkasının ağzıyla, bu ülkeyi, bu devleti, bu devletin hükümetlerini, Meclisi
suçlamasın.
TUNCAY ERCENK
(Antalya) - Kimin ağzı?..
ADALET BAKANI CEMİL
ÇİÇEK (Devamla) - Hakikaten, birçok kişi, barışı istiyoruz gözüktü; ama,
elaltından yardım yapmaktan da geri kalmadı. Dolayısıyla, barış istiyoruz; ama,
barış isterken de, ülkemizin menfaatlarını korumak gibi de bir sorumluluğumuz
var, tarihimize karşı var, milletimize karşı var, Meclisimize karşı var. Bu
sorumluluğun gereği neyi gerektiriyorsa dün onu yaptık, bugün bunu yapıyoruz,
yarın da onu yapmaktan geri kalmayacağız; bundan herkes emin olmalıdır. Bu
noktada üzerimize ne düşürse yapacağız.
İşte, Irak meselesini
biz böyle anlamaya çalıştık. Ülkemizin menfaatlarını korumaya çalıştık. Orada
akan her kan, herkesten evvel bizi rahatsız eder. Bizim, Irak'ta yaşayan
insanlarla tarihî beraberliğimiz var, kardeşliğimiz var, akrabalığımız var.
Başkaları aklı verdi, geçmişte, ekmeği vermedi -bunun altını çiziyorum-
başkaları ekmeği vermedi, aklı verdi, silahı verdi, fitne fesadı ekti oraya,
birsürü gizli servisler orada cirit atıyor, NGO adı altında birsürü kuruluş
orada fitne fesat tohumlarını ekmeye devam ediyor, orada katliamlar oldu. 517
000 kişi Türkiye hudutlarına geldi zaman -ben o zaman hükümetteydim-
Kırşehir'den, Nevşehir'den, Niğde'den patates, başka yerden bulgur, un
toplayarak, oradaki insanlara yardımcı olmaya çalıştık, bunlar, bizim
görevimizdi. Orada kimin kanı akarsa aksın, en evvel bu ülkenin insanının
yüreği yanar; ama, bir şeyi de görmemiz lazım, biz, o bölgede tekrar bir Bosna
dramı yaşamak istemiyoruz, bir Kosova dramı yaşamak istemiyoruz. Devletimiz
meseleye böyle bakıyor, biz, hükümet olarak meseleye böyle bakıyoruz. Bunun
dışındaki her türlü düşünce, devlete de bühtandır, bize de bühtandır; bunu da
açıkça ifade etmek isterim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, bakınız, bu
meselede, ne tip çarpıtmaların olduğunu görüyoruz. Bir taraftan manşet attılar
-maalesef, birçok kurum, birçok kuruluş iyi bir imtihandan geçmedi-
"Türk'ün kanını parayla mı satıyorsunuz" dediler; ama, sonra "6
milyar dolar ne oldu" diye bizden hesap sormaya kalktılar. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Şimdi, ya o söylediğiniz doğru ya bu geldiğiniz nokta
doğru. Onların da bir tercih yapmış olması lazım gelir, onların da sorumluluk
taşıması lazım gelir. Yazan çizen, söyleyen konuşan kim ne varsa, gelin, bu
noktada hepimiz aynı hedefe yönelelim; o hedef de, burasıdır.
Dolayısıyla, şu an,
biz, AK Parti iktidarı olarak, bir devlet politikası yürütüyoruz. Elbette,
siyasî sorumluluğu bize aittir; elbette, bunun omuzlarımıza yüklediği mesuliyet
neyse, biz, onu, şerefle, şanla taşımaya hazırız; ama, biz, hiçbir şeyi
kendiliğimizden yapmıyoruz; devletin ilgili birimleriyle istişare ederek,
danışarak, bilgimizi, tecrübemizi, devletimizin hafızasını orta yere koyarak
bir politika götürmeye çalışıyoruz hem burada hem Kıbrıs'ta hem başka tarafta.
Onun için, eğer bir siyaset yapılacaksa, onu tarım alanında yapalım,
sanayileşme politikalarında yapalım, başka tarafta yapalım; ama, dışpolitika
konusunda, olabildiğince beraberliklerimizi öne çıkarmak suretiyle, şu zor
dönemi birlikte geçmemiz lazım. Hakikaten, çok sıkıntılı bir dönem, çok zor bir
dönem. İnşallah, bu zorlukları birlikte aşmak bu Parlamentoya nasip olacaktır,
inşallah AK Parti iktidarına nasip olacaktır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs konusu, tabiatıyla, bizim, en önemli konumuz, bununla ilgili de, zaman
zaman birkısım çarpıtmalar oluyor. Ne söylüyorsak, ne yapıyorsak, ne demek
istiyorsak, bunu çok açık söyledik; söylediğimiz her şeyin de arkasında
duruyoruz, durmaya da devam edeceğiz. Gelip, size, her zaman hesap vermeye de
hazırız. Hele hele dışpolitika konularında, eski alışkanlıkla değil... Şu AK
Parti iktidarı döneminde, eski Başbakanımız, şimdiki Dışişleri Bakanımız, üç
defa, muhalefet partisi liderini ziyaret etti; etmesi gerekiyordu, yapılan
doğruydu, böyle olması gerekiyordu. Bu gelenekleri artırmamız lazım, bu
güzellikleri artırmamız lazım. Dediğim gibi, bu noktalarda eğer bir yanlışımız
varsa, biz, bunu düzeltiriz; ama, kimse, bunun üzerinden de başka anlamlar
çıkarma gayreti içerisinde olmamalıdır. Böylesine sıkıntılı bir dönemde, bu
devlet ve bu hükümet, geldiğimiz noktada, yedi cephede birden mücadele vermek
gibi bir durumla da karşı karşıyadır. Ee, Türkiye'yi de bu noktaya biz
getirmediğimize göre, geçmişi suçlayarak olumsuzlukları ortadan
kaldıramadığımıza göre, gelin, bu sıkıntıları ortadan kaldırabilme noktasında,
Meclis içindeki, Meclis dışındaki bütün partilerle işbirliği yapalım. Nitekim,
bunun örneklerini de vermeye çalıştık. Bu, aslında, bizim, bir siyaset
anlayışımızı ifade ediyor. Hükümet Programının girişinde yazdığımız metinde,
siyaseti bir uzlaşı alanı haline getirelim dedik. Ben, bunda bir yanlışlık
görmüyorum, bir beis de görmüyorum; çünkü, öbür metodu çok denedik, yani,
siyaseti kavga alanı kabul etmeyi çok denedik. Hatırlıyorum, o zaman, tek
kanallı televizyon var iken, her akşam, şu parti lideri, öbür parti liderine,
acaba, nasıl usturuplu bir laf edecek, nasıl köşeye sıkıştıracak... Siyasetin
bir horoz dövüşü haline geldiği dönemleri yaşadık. Bir kısmımız o partinin
arkasında, bir kısmımız öbür partinin arkasında saf bağladık. Sonra
yumruklarımızı sıktık, sonra dişlerimizi gıcırdattık. Onlar olmadı, sopalara,
taşlara sarıldık, o da yetmedi, silahlara sarıldık. İşte, bu, öbür üsluptu. Bu
üslubun hepsi geride kaldı. Onu geride bırakın diye, bu 2 partiyi, millet,
Meclise seçti getirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, biz, yeni
bir siyaset anlayışını birlikte tesis etmeye mecburuz. Onun için, siyaset, bir
uzlaşı alanıdır; uzlaşacağız, konuşacağız, müştereklerimizi öne çıkaracağız.
İnanıyorum ki, ülkemizin kaynaklarını kavgaya değil, enerjimizi birbirimizi
boğazlamaya değil, kendi varlığımızı bir başkasının yokluğunda aramada değil,
birlikte yaşamada arayacağız. Fikirleri ne olursa olsun, düşünceleri ne olursa
olsun, orijini ne olursa olsun bu coğrafyada yaşamanın, bu devletin vatandaşı
olmanın, böyle bir kültüre, böyle bir medeniyete mensup olmanın gururunu,
hazzını kendi içimizde taşıyarak enerjimizi, gücümüzü birleştireceğiz ve inşallah,
aynen İstiklal Harbinde olduğu gibi, sıkıntılı zamanlarda oluğu gibi bu
zorlukları birlikte aşacağız. Bunun yolu uzlaşı alanı haline getirmekten
geçiyor siyaseti. Kavga alanı haline getirmek, Türkiye'ye bir fayda getirmedi.
Belki, bunun en acı tecrübelerini de Türkiye yaşamış oldu. İşte, AK Parti,
kurulduğu günden beri, esas itibariyle, böyle bir fikri temsil ediyor. Buradaki
365 kişilik grup içerisinde, çok değişik partilerde görev yapmış arkadaşlarımız
var; siyasete ilk defa bu parti çatısı altında girmiş olanlar var; belki, daha
evvel, bu parti, çatısı altında olmadan evvel farklı dünya görüşlerini temsil
eden insanlar var; ama, netice itibariyle, bu parti, bir şemsiye olarak,
Türkiye'de ne varsa onu kabul etti. Siyaset de, zaten, realiteleri kabul
etmektir. Realitelere sırt çeviren, gerçeklere sırt çeviren, millete sırt
çeviren bir partinin gidebileceği de hiçbir yer yoktur, bu siyasetin Türkiye'yi götürebileceği de bir yer yoktur.
Onun için, biz, AK Parti olarak, AK Parti iktidarı olarak, bu ülkede ne varsa
hepsi bizim kabulümüzdür. Bu ülkede kim ne söylüyorsa hepsini can kulağıyla
dinlemeye hazırız. Bu ülkede insanların düşüncesi, kanaati ne olursa olsun,
işbirliği yapılabileceğine inanıyoruz. Birlikte sorunların üstesinden
gelebileceğimize inanıyoruz. Çağdaş siyaset de budur, AK Partinin ve AK Parti
iktidarının Türkiye'de tesis etmeye çalıştığı siyaset de budur. İnanıyorum ki,
bu geçtiğimiz süreçte, bu anlayışla, bu mantaliteyle, sorunlara böyle yaklaşmak
suretiyle bu sıkıntıların üstesinden geleceğiz. İnşallah, milletimiz,
önümüzdeki zaman dilimi içerisinde bugünkü sıkıntılardan kurtulacak, geleceğe
güvenle bakabilmenin hem fikrî zeminini hem siyasî zeminini, her türlü ortamını
bu iktidar döneminde bulmuş olacaktır diye düşünüyorum.
Bu temenniyle
hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ederim.
Şahıslar adına ikinci
ve son konuşma, Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez'e aittir.
Sayın Bölünmez,
buyurun efendim. (Alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
SÜLEYMAN BÖLÜNMEZ
(Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 59 uncu hükümetin programıyla
ilgili, şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi ve aziz milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Her yeni gibi, yeni
hükümet de halkımız için yeni bir umuttur, umut olmalıdır, Türkiye'nin buna
ihtiyacı var; ama, artık, umutlar gerçeğe dönüşmelidir. Umarım, 59 uncu hükümet
bunu başarır ve halkımızın umutlarını gerçeğe dönüştürür.
58 inci hükümet, üç
aylık kısa ömründe, gerek ekonomik gerek siyasî olarak ağır sorunlarla uğraşmak
zorunda kaldı; bu, doğrudur; fakat, en az bunun kadar doğru olan bir şey daha
var, o da, 58 inci hükümetin, Türkiye'nin ağır sorunlarının çözümü yolunda
önceden hiçbir hazırlığının olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Şimdi 59 uncu
hükümette yer alan arkadaşlarımız 58 inci hükümette de yer almışlardı; umarım,
geçen üç ay içerisinde, sayın bakanlarımız, Türkiye'nin gerçek problemlerini,
icra başında olan kişiler olarak doğru tespit etmiş ve çözümlerini
üretmişlerdir.
Sayın
milletvekilleri, 21 inci Yüzyılın bütün dengelerini değiştirecek bir savaşın
artık içindeyiz. Mardinliler, güne, Amerikalıları görerek başlıyor ve
biliyorlar ki, savaş, asıl Mardinlileri vuracak. Zaten Mardin'de dibe vurmuş
ticaret, her zaman, gün yüzü görecekken bir imtihanla karşılaştırmaktadır.
Mardin'de herkes, eli kalbinde dolaşıyor. Sadece Mardin mi; hayır,
İskenderun-Mardin-Habur hattındaki tüm vatandaşlarımız, hepsi, eli kalbinde
dolaşıyor.
59 uncu hükümete ve
bize düşen en önemli görevler, bu savaş belasından milletimizi bir an evvel ve
en az zararla kurtarmaktır. Kolay olan yapıldı mı iş, zor olan yapıldı mı
başarı; biz, 59 uncu hükümetten iş değil, başarı bekliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, her hükümetin öncelikleri vardır. 59 uncu hükümetin
öncelikleri de Yüce Meclisimize arz edildi. Peki, Irak krizinden zarar gören ve
daha zarar görecek tüm sınır illerimiz nerede; acil sorunlarına ilişkin
çözümler, zaten, normalde bile bir savaş alanını andıran bu illerin durumu ne
olacak?
Mardinli tedirgin,
güneydoğu gergin, bölge illeri 59 uncu hükümetin acil eylem planını bekliyor;
yarının ne olacağını bilmek istiyor. New York'ta bile, savaş tatbikatı yapılıp,
sivil halka gaz maskesi dağıtılırken Mardin'de neler yapılıyor; Mardin'de sivil
savunma ne yapıyor? Neden bir şeyler yapılmıyor?
Arkadaşlar, inanın,
Mardinli can derdini çoktan unutmuş, çoluk çocuğunun yarınını ve geleceğini
düşünmektedir; yarın ne olacağını bilmek istiyor. Bize soruyor; "Nedeni
olmadığımız; ama, mağduru olduğumuz bu krizden doğan zararlarımızı kim
ödeyecek?" Şimdi, ben ve benimle Mardin'den seçilmiş AK Partili ve CHP'li
arkadaşlar, yarın Mardin'e gittiğimizde, hükümetin bu programını elimize alıp,
bakın hemşehrilerim, 59 uncu hükümet sizi düşünmüş, şu şu programları
uygulayarak sizlerin zararını ödeyecek, merak etmeyin, hükümetimiz sizin
yanınızda, nasıl diyeceğiz?
Sayın Başbakanım,
Siirt'e teşekküre gittiğinizde, bölge milletvekilleriyle Mardin'e, Urfa'ya,
Diyarbakır'a, Şırnak'a gelip, bunları kendiniz mi izah edeceksiniz? Bunu sizden
bekliyoruz; çünkü, biz, programda yer almayan konulara cevap veremeyiz; ama,
siz, programda neden olmadığını anlatabilirsiniz. Ama, ne yazık ki, 59 uncu
hükümetin, sınır illerimize ilişkin ciddî hiçbir hazırlığının olmadığı açıktır;
en azından, bu programda böyle bir şey yok. Türkiye'nin, dört bir yanındaki
komşularıyla yapacağı sınır ticareti, birçok sınır ilimizi ekonomik olarak
kalkındırabilir ve değerli arkadaşlar, inanın ki, komşu ülkelerle yapılacak
sınır ticaretiyle, sadece ekonomik değil, siyasî boyutta da barışı yakalayabiliriz.
Güneydoğu Anadolu
Bölgesindeki, Suriye ve Irak'a en yakın tek ve ilk serbest bölge Mardin'dedir;
ama, ne fayda?!. Soruyorum size değerli milletvekilleri, serbest bölge,
işlemiyorsa, neye yarar? Eğer, isteyen başka illerimiz varsa, burayı vermeye
hazırız.
Bakın, tekrar
söylüyorum: Hiç zaman kaybetmeden, sınır ticareti ve transit ticaretle ilgili
yasal düzenlemelerin yapılması ve Nusaybin gümrük kapısının açılması,
bürokratik engellerin bir an önce ortadan kaldırılması şarttır.
Sayın arkadaşlar,
Mardin'in derdine çare olmazsanız, tedirginliğini gidermezseniz, oradaki
vatandaşlarımız, sandık başında bunun hesabını sorar. 3 Kasım seçimlerinden
başarıyla çıkan partilerin kendileri iyi bilmelidir ki, Türkiye'de halk, artık,
hesap sormasını öğrenmiştir.
Değerli Başbakanım,
Başkanlığınızla, Mardin'in acil dertlerine, bu hükümet, yarından tezi yok,
çözüm bulacak, Mardin'e yardım edecek. Mardin gibi güneydoğu illerine, en
azından, hükümetin bakanları, kendi konularında, gelip, güneydoğulunun derdini
yerinde görecek, yerinde de çözüm bulacak.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Mardin, kalkınmada birinci derecede öncelikli illerden biri
olmasına rağmen, gerek ekonomik gerekse sosyal yönden uzun süredir ihmal
edilmiştir. Güneydoğuda yirmi yıl süren terörün yarattığı tahribatlar ve açtığı
yaralar, bu bölgedeki sorunları büsbütün ağırlaştırmıştır, insanca yaşam
koşullarını tamamen ortadan kaldırmıştır. Mardin İli de, terörden en çok
etkilenen illerin başında gelmektedir.
Doğunun ve
güneydoğunun ekonomik can damarı konumunda olan Habur Sınır Kapısının
kapatılmasıyla, Mardin halkı ve güneydoğu kaderiyle yüz yüze bırakılmıştır.
Mardin üniversitesinin kurulması için gerekli çalışmalar yapılmamış, bu yüzden,
gençlerimiz, eğitimsizliğe terk edilmiştir. Güneydoğunun kalkınması için
gerçekleştirilen Güneydoğu Anadolu Projesine destek verilmemesi nedeniyle,
tarımın can damarı olan Mezopotamya Ovasını sulayacak Mardin ana kanal sulaması
inşaatı yarım bırakılmıştır. Çiftçiler, arazilerinde açmak zorunda kaldıkları
sondaj kuyuları nedeniyle milyarları bulan elektrik faturalarıyla fakirliğe
mahkûm edilmiştir. Mardin-Kızıltepe duble yol yapımı projesi bir türlü bitirilmemiştir.
Yıllardır süregelen şebeke suyu problemi çözümlenmemiş, tek çözüm yolu olan
beyaz su projesinin desteklenmemesi nedeniyle, binlerce yıllık tarihine rağmen,
Mardin İli, yoksulluğa ve geri kalmışlığa terk edilmiştir.
Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde, terör yüzünden büyük kentlere yaşanan yoğun göç, terörün bölgede
artık bir son bulmasıyla bitmiş, yavaş yavaş yaralar sarılmaya başlanmıştır.
Şimdi ise, terör nedeniyle boşaltılan 129 köyden 118 köye dönüş izni
verilmektedir. Peki, bu insanlar köylerine nasıl dönsün; evler okullar
yıkılmış, elektrik trafoları tahrip edilmiş, telefon hatları sökülmüş, sondaj
pompaları yok olmuş ve en önemlisi, tek geçim kaynakları olan hayvancılık bitmiştir
ve siz diyorsunuz ki, hadi köyünüze dönün. Bu yüzden, ben de diyorum ki,
yerleşime açılan köylerin altyapısı hazırlanmalı, ekonomik olanakları yeterli
seviyede ve güvenliğin tam olarak sağlandığı köylerde, dönüş devlet katkısıyla
yapılmalıdır.
Seçim zamanı, Mardin
milletvekili değerli arkadaşlarımla bu köyleri ve mezraları tek tek ziyaret
ettik. Arkadaşlar, lütfen, siz de beni onaylayın; o dönemde hangi ihtiyaçlar
talep edildi: Penceresi, tahtası olmayan okullar, malzeme; kilometrelerce
uzakta okullarına yürüyerek giden yavrularımın derdine deva, susuzluğa bir
çözüm olsun diye sondaj kuyularına yeni motor; daha neler neler... Bu sorunları
çözeceğiz diye söz vermedik mi arkadaşlar?
Dert çok, say say
bitmiyor, al işte, bir başka kanayan yara, hükümet programı ortada; Türkiye'nin
bir turizm markası olması için turistik bölgelerin çeşitlendirilmesi
öngörülüyor. Buyurun değerli hükümet üyeleri, size dünya üzerinde Venedik ve
Kudüs'ten sonra hâlâ yaşanabilir üçüncü SİT kenti Mardin. Dil, din, ırk ayrımı
yapılmaksızın kültürlerin beşiği olan Mardin, Türk turizmi için bir fırsat. Bu
fırsat neden değerlendirilmesin? Neden, Mardin, Türkiye'nin turizm merkezlerinden
biri olmasın?
Sorunlar bitmedi;
Mardin İli, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamamaktadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın
Bölünmez, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
SÜLEYMAN BÖLÜNMEZ
(Devamla)- Teşekkürler Başkan.
Düşünün ki, bölgede,
bundan tam 1700 yıl öncesinde yapılan ve eğitim için kullanılan Kasımiye
Medresesi, Hıristiyan Dinine birçok âlim yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam eden
Deyr'üz zafaran Manastırı varken, şu anda 21 inci Yüzyılda, bırakın
üniversiteyi, maalesef, bir yüksekokul bile yoktur. Ne eğitim ne sağlık, on
yıldır hastanesi bile bitirilmemiştir; bu da, atalarımıza karşı bizim bir ayıbımızdır
arkadaşlar.
Sözlerimi
tamamlarken, üzerinde önemle durmak istediğim bir konu daha var; dokunulmazlık
konusu. Hükümet Programı içinde yer alan kamu adına görev yapanların
dokunulmazlığıyla birlikte, Meclisin saygınlığı açısından gerekliliğine yürekten
inandığım milletvekilliği dokunulmazlığının da kaldırılması şarttır. 59 uncu
hükümetin öncelikli icraatlarından biri bu olmalıdır; yürekten destekliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Erdoğan'ın Yüce
Meclise girmesinde nasıl iktidar ve muhalefet olarak katkımız olduysa, vatanın
huzuru ve refahı için verilen her kararda beraber olmamız gerektiğine
inanıyorum. İnancım ve desteğim, Mardin İlinin tüm sorunlarının, 22 nci Dönem
milletvekillerinin de katkılarıyla, 59 uncu hükümetin çabasıyla çözüleceği
yönündedir.
Mardin halkı adına
icraatlarını yakından takip edeceğim 59 uncu hükümetin programına müspet
baktığımı bildirir, 59 uncu hükümetin vatanımıza ve milletimize hayırlı
olmasını dilerken, bizi izleyen yüce, aziz milletimize ve Meclisimize saygılarımı
arz ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın
Bölünmez, teşekkür ederim.
Ankara Milletvekili
Sayın Yakup Kepenek, talebinizi aldım. "Son söz milletvekilinindir"
hükmü uyarınca söz istiyorsunuz. Şahıslar adına konuşma listesinde onuncu
sıradasınız. Eğer, hükümet, iki sayın üyenin arkasından bir konuşma yapmış
olsaydı "son söz milletvekilinindir" hükmü gereğince, üçüncü sıradaki
Samsun Milletvekili Sayın Suat Kılıç'a söz verme durumunda kalacaktım; size söz
verme imkânım yok.
Sayın
milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Güvenoylamasının,
Anayasanın 110 uncu, İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin
bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre,
güvenoylaması, 23 Mart 2003 Pazar günü yapılacaktır.
Alınan karar
gereğince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu
hakkında güvenoylamasını yapmak ve 2003 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile
2001 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 23 Mart 2003 Pazar
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 17.59