DÖNEM : 22 CİLT : 4 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
31 inci Birleşim
5 . 2 . 2003 Çarşamba
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Antalya Milletvekili Burhan Kılıç'ın, Antalya İli
Kumluca İlçesinde meydana gelen sel felaketi ve alınması gereken önlemlere
ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul
Yalçınbayır'ın cevabı
2. - Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün'ün, Bilecik İlinin
sorunları, beklentileri ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması
3. - Çorum Milletvekili Agâh Kafkas'ın, Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun
uyarınca toplanan tasarrufların tasfiyesine ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'ın cevabı
B) GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Balıkesir Milletvekili Orhan Sür ve
47 milletvekilinin, bor madeni kaynaklarımızın stratejik ve ekonomik değerinin
araştırılarak gereği gibi değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/38)
2. - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
21 milletvekilinin, bankacılık ve finans sektöründe yaşanan sorunların
araştırılarak sağlıklı bir yapı ve işleyişe kavuşturulması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/39)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Millî Savunma Komisyonu Başkanlığına
İstanbul Milletvekili Cengiz Kaptanoğlu'nun seçildiğine ilişkin Komisyon
Başkanlığı tezkeresi (3/179)
IV. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. - Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen
Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin 2.1.2003 tarihli ve 4779 sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu
Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/432) (S. Sayısı : 37)
2. - Harp Akademileri Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Millî Savunma Komisyonları raporları (1/334) (S.Sayısı: 44)
3. - Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve
Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu(1/304) (S.Sayısı: 43)
4. - Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan
Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun
Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/393) (S.Sayısı: 40)
5. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Örgütü Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Uluslararası Sekreteryası İçin Evsahibi Ülke
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/348) (S.Sayısı: 39)
VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Gaziantep Milletvekili Nurettin
Aktaş'ın, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil
Çiçek'in cevabı.(7/16)
2. - Tokat Milletvekili Orhan Ziya
Diren'in, Tokat'ta Dış Ticaret Standardizasyon Grup Denetim Şubesi kurulup
kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/129)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.
Kars Milletvekili Zeki Karabayır'ın, Kars
İlinin ekonomik sorunlarına ve Sarıkamış kayak tesislerine,
İstanbul Milletvekili Bülent Hasan
Tanla'nın, dünya kamuoyunun olası Irak savaşı hakkındaki yaklaşımına,
İlişkin gündemdışı konuşmalarına Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır,
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Faruk
Bayrak'ın, Habur gümrük kapısına alternatif gümrük kapılarına ve Suriye ile
sınır ticaretinin geliştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşmasına da Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen;
Cevap verdiler.
İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur ve 24
milletvekilinin, Tarişbank'ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devrinin ve
satışının araştırılması (10/36),
Zonguldak Milletvekili Harun Akın ve 22
milletvekilinin, Türkiye Taşkömürü Kurumunun sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/37),
Amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemde yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Çorum Milletvekili Murat Yıldırım'ın,
Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir'in,
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu üyeliğinden çekildiklerine ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın,
(6/71), (6/72),
Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın,
(6/113), (6/114), (6/115),
Esas numaralı sözlü sorularını geri
aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği
bildirildi.
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:
1 inci sırasında bulunan (6/63) esas
numaralı sözlü soru, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadığından, yazılı
soruya çevrildi.
2 nci sırasında bulunan (6/65),
3 üncü sırasında bulunan (6/67),
4 üncü sırasında bulunan (6/68),
5 inci sırasında bulunan (6/69),
Esas numaralı sözlü sorular üç birleşim
içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; soru sahipleri de
görüşlerini açıkladı;
8 inci sırasında bulunan (6/73) esas
numaralı sözlü soruya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır;
9 uncu sırasında bulunan (6/74),
10 uncu sırasında bulunan (6/75),
11 inci sırasında bulunan (6/76),
Esas numaralı sözlü sorulara Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami Güçlü;
Cevap verdi; soru sahipleri de cevaplara
karşı görüşlerini açıkladı.
Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 22
milletvekilinin, Tuz Gölündeki kirlenmenin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesinin (10/5), yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.
Kurulacak komisyonun 12 üyeden oluşması,
Komisyonun çalışma süresinin, başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden itibaren üç ay olması,
Komisyonun, gerektiğinde Ankara dışında da
çalışması;
Kabul edildi.
5 Şubat 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.00'de son verildi.
İsmail
Alptekin
Başkanvekili
Yaşar Tüzün Enver Yılmaz
Bilecik Ordu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
5 . 2 . 2003 ÇARŞAMBA
Tezkere
1.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/176) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.2.2003)
Raporlar
1.- Uluslararası
Sergilere İlişkin Sözleşme ile Sözleşmeye Değişiklik Getiren Uluslararası
Sergiler Bürosu Genel Kurul Kararına Katılmamızın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/373) (S.
Sayısı: 47) (Dağıtma tarihi: 5.2.2003) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
ve Moldova Cumhuriyeti Arasında Konsolusluk Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/381) (S.
Sayısı: 48) (Dağıtma tarihi: 5.2.2003) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
ile Türkmenistan Cumhuriyeti Hükümetleri Arasında Ankara ve Aşkabad'da
Diplomatik Temsilciliklerin Yerleşimine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/417) (S.
Sayısı: 49) (Dağıtma tarihi: 5.2.2003) (GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
ile Tacikistan Cumhuriyeti Hükümetleri Arasında Ankara ve Duşanbe'de Diplomatik
Temsilciliklerinin Yerleşimine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/421) (S.
Sayısı: 50) (Dağıtma tarihi: 5.2.2003)
(GÜNDEME)
5.- Adli Tıp Kurumu
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/310) (S. Sayısı: 51) (Dağıtma
tarihi: 5.2.2003) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Bosna ve Hersek Bakanlar Kurulu Arasında Ankara ve Saraybosna'da
Diplomatik Temsilciliklerinin Yerleşimine İlişkin Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/413)
(S. Sayısı: 52) (Dağıtma tarihi:
5.2.2003) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Antalya Milletvekili
Tuncay Ercenk'in, çiftçilerin faiz borçlarına ve tarımsal girdilerin
vergilerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/182) (Başkanlığa geliş
tarihi: 31.1.2003)
2.- Antalya Milletvekili
Tuncay Ercenk'in, esnafın kredi faizi borcunun silinip silinmeyeceğine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/183) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.1.2003)
3.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, zirai ilaç analiz ücretlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/184) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
4.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, bürokrat atamalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/185) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
5.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, BAĞ-KUR'lu ve sosyal güvencesi olmayan özürlü çocukların
eğitim sorununa ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru
önergesi (6/186) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
6.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, belediyelerin genel aydınlatma yerleri elektrik giderlerine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/187)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
7.- Manisa Milletvekili
Nuri Çilingir'in, yapı denetim şirketlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından sözlü soru önergesi (6/188) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
8.- Manisa Milletvekili
Nuri Çilingir'in, belediyelerdeki imarla ilgili teknik personele ilişkin
İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/189) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.2.2003)
9.- Manisa Milletvekili
Nuri Çilingir’in, Karayolları Trafik Yönetmeliğine Bir And Metni Eklenip
Eklenmeyeceğine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/190)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.2.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/200) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
2.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/201) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.2.2003)
3.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/202) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
4.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/203) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
5.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/204) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
6.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/205) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
7.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Millî Savunma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/206) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
8.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/207) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
9.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanından
(Kürşad Tüzmen) yazılı soru önergesi (7/208) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.2.2003)
10.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanından (Ali
Babacan) yazılı soru önergesi (7/209) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
11.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanından
(Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/210) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
12.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanından
(Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/211) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
13.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Ertuğrul Yalçınbayır) yazılı soru önergesi (7/212)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
14.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/213)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
15.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/214)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
16.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/215) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
17.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/216) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
18.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Çevre Bakanından
yazılı soru önergesi (7/217) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
19.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/218) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
20.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Kültür Bakanından
yazılı soru önergesi (7/219) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
21.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/220) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
22.- Hatay Milletvekili
Gökhan Durgun'un, Suriye'deki bir barajdan kaynaklanan Hatay'daki su baskını
zararına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/221) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.2.2003)
23.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/222) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.2.2003)
24.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'da yürütülen projelere ve doğrudan gelir desteği
ödemelerinin ne zaman yapılacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/223) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
25.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, stratejik araştırma enstitülerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/224) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
26.- Eskişehir
Milletvekili Cevdet Selvi'nin, özelleştirme programına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/225) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir
Milletvekili Orhan Sür ve 47 Milletvekilinin, bor madeni kaynaklarımızın
stratejik ve ekonomik değerinin araştırılarak gereği gibi değerlendirilmesi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/38) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
2.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek ve 21 Milletvekilinin, bankacılık ve finans sektöründe yaşanan
sorunların araştırılarak, sağlıklı bir yapı ve işleyişe kavuşturulması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/39) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2003)
Açılma
Saati: 15.00
5 Şubat
2003 Çarşamba
BAŞKAN:
Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
31 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden
önce, üç değerli milletvekili arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Antalya İli Kumluca
İlçesinde meydana gelen sel felaketi hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili
Burhan Kılıç'a aittir.
Buyurun Sayın Kılıç.
Süreniz 5 dakikadır.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Antalya Milletvekili
Burhan Kılıç'ın, Antalya İli Kumluca İlçesinde meydana gelen sel felaketi ve
alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'ın cevabı
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Antalya İlimizin Kumluca İlçesinde meydana gelen sel
ve hortum felaketi nedeniyle gündemdışı söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlar, 20 Ocak 2003
tarihinde, aşırı yağışlar nedeniyle, örtüaltı sebze yetiştiriciliğinin yoğun
olarak yapıldığı Kumluca İlçemizde büyük bir sel felaketi yaşanmıştır. Trilyonlarca
Türk Lirası harcayarak, domates, biber, salatalık, patlıcan ekerek, geçimini
seracılığa bağlamış olan üreticimiz, bu afet karşısında, akla hayale gelmeyecek
şekilde tarımsal bir yıkımla karşı karşıya gelmiştir.
Kumluca İlçemiz, seracılığın başkenti olarak
anılmayı hak etmiş, tarım sektörünün gurur veren ilçelerinden biridir.
Türkiye'deki toplam örtüaltı sebze üretiminin yaklaşık yüzde 30'u Kumluca'da
yapılmaktadır. Toplam 34 500 dekar sera alanı bulunmaktadır. 2002 yılı
itibariyle, Kumluca İlçemizin tarım geliri 450 trilyon liraya ulaşmıştır. Bu,
sadece üretilen ürünün değeridir; hizmet gelirleri ve diğer yan gelirlerle
birlikte, ülke ekonomisine ayrıca katmadeğer sağlamaktadır. Yaklaşık olarak,
tarımsal gelirin yüzde 86'sı seracılıktan, geri kalanı narenciye ve diğer
ürünlerden karşılanmaktadır.
Ülke ekonomisine böylesine büyük bir katkı
sağlayan Kumluca İlçemizin, Mavikent Beldesindeki 7 000 dekar seranın yüzde
80'i, Beykonak Beldesindeki 5 500 dekar seranın yüzde 60'ı, Yenimahalle'deki,
Hızırkahya ve Salur Köylerindeki seraların yaklaşık 2 000 dekarı sular altında
kalmıştır.
Sel felaketinden hemen sonra bölgeye
giderek, bizzat incelemelerde bulundum. Yaptığım incelemelerden edindiğim
izlenimler ve yetkili uzmanlardan aldığım bilgilere göre, sel felaketinde
zararın bu kadar fazla olması, yağışın düzensizliğiyle beraber, dere
ıslahlarının yapılmamış ve yeterli tahliye kanallarının açılmamış
olmasındandır. Öyle anlaşılıyor ki, önceki iktidarlar, tarımın yoğun olarak
yapıldığı bu bölgeye hizmet götürmekte yetersiz kalmışlardır.
Ayrıca, beldedeki belediye başkanlarının,
kendi imkânlarıyla aşabilecekleri problemlerin üzerine gitmediklerini,
devletten çözüm beklediklerini gördüm. Tahliye kanallarının açılması noktasında
çaba sarf etmemişlerdir.
Yöre halkından aldığım bilgiye göre, daha
önce açık olan bazı kanalların kapandığını tespit ettim. Siyasî olarak, göz
yumulan bu gibi olayların takipçisi olacağımızı bir kez daha belirtmek
istiyorum.
İlçede öyle dereler gördüm ki, dere belli
bir noktaya kadar geliyor ve ucu sera bahçelerine salıverilmiş, denize kadar
ulaşmıyor. Konunun uzmanları birçok proje yapmış; ama, bu projeler, siyasî
partiler tarafından, kendi yandaşlarının yerinden değil de başka yerlerden
geçmesini sağlama çabaları yüzünden uygulanamamış ve sürekli yeni projeler
yapılmıştır. Kırk yıldır çözülemeyen 1 400 metre mesafeli Baysı Deresi konusu
bunun en güzel örneklerinden birisidir. Taşkın kontrol projeleri, sel
kapanları, acil ihtiyaçtır.
Baysı Deresi için yöre halkımıza söz
vermiştik. Hükümetimizi kurduktan sonra, en uygun projenin uygulanması
noktasında Devlet Su İşlerine tavsiyede bulundum ve derenin açılması için
çalışmalar başlatıldı. Kamulaştırma Kanunu gereği, gönüllülerle, kamulaştırma
fiyatı üzerinde anlaşıldı; ücretleri ödenerek, arazilerin tapusu Devlet Su
İşleri adına kesildi. Bu bölgedeki çiftçilerimize, bu müjdeyi verebilirim.
Ayrıca, yörenin su baskınlarına maruz kalmaması için bugüne kadar yapılmayan
gerekli proje ve etütler yapılarak, köklü çözüme gidilmelidir.
Kumluca İlçemizdeki seracılık sektörü,
ekonomimize sağladığı katkının yanında, istihdam yönünden de onbinlerce
insanımıza iş ve aş sağlamaktadır. Sera sahiplerinin, ortakçılarının ve
işçilerimizin mağduriyetinin, vakit geçirilmeden ve adil bir biçimde
giderilmesi için, ilgili devlet kuruluşlarınca -yani, Ziraat Bankası, Halk
Bankası ve tarım kredi kooperatiflerince- verilen gübre, mazot, tarımsal ilaç
borçları faizsiz ertelenmeli; ayrıca, mağdur üreticilerin tamamının bölgede
tarım yapabilmesi için, kendilerine yeniden kredi verilmelidir.
Felaket mahalline intikal ettiğimde,
hükümet olarak, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu ve Kızılayın, mağdur
çiftçi ailelerine battaniye, gıda ve ihtiyaç yardımı yaptığını gördüm. Olay
mahalline anında yardım ulaştırdıkları için, her iki kuruma ve görevli
arkadaşlara teşekkür ediyorum.
2 Şubat 2003 tarihinde Demre (Kale)
İlçemizde hortum çıkmış, 2 200 adet cam sera, 600 adet plastik sera yerle bir
olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözünüzü tamamlayın
efendim.
BURHAN KILIÇ (Devamla) - Yine, 2 Şubat
2003 tarihinde Serik İlçemizde sel felaketi olmuş, 40 ev, 150 sera, 2 köprü
tamamen yıkılmıştır.
Sayın milletvekilleri, seracılığın açık
tarla ziraati gibi düşünülmesi durumunda, problemlerin çözümü mümkün
olmayacaktır; örtüaltı sebze yetiştiriciliği, klasik ziraatin dışında, bir tür
sanayi tipi üretim gibi değerlendirilmelidir. Cam veya naylon örtü, ısı
kontrolü sağlayan malzeme ve yakıt, hibrit tohum, ilaç, gübre, sulama
sistemleri gibi birçok pahalı girdileri olan bu tesislerin tabiî afetlere karşı
sigortalanması gerekmektedir. Maalesef,
bu konuda çiftçilerimizin yeterli duyarlılığı göstermediklerini
gözledim. Bu tesislerin sigortalanması için gerekli eğitim desteği ve teşvik
edici, özendirici devlet desteğinin de bugüne kadar yapılmadığını müşahede
ettim. Ayrıca, şehirlerimizin yapılan altyapı planlamasının bir benzeri olarak,
sera alanlarının da planlanması artık zorunlu hale gelmiştir.
Sözlerime son verirken, bundan sonra da
çiftçilerimizin yanında olacağımızı, problemlerini halletme noktasında gerekli
girişimlerde bulunacağımızı belirtiyor, zarar gören çiftçilerimize geçmiş olsun
dileklerimi tekrar iletiyor ve saygılar sunuyorum. Ayrıca, hepinizin kurban
bayramını da kutluyorum.
Hoşça kalın. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kılıç.
Bu konuşmaya karşı, hükümetin söz isteği
var.
Sayın Başbakan Yardımcımız Ertuğrul
Yalçınbayır; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya
Milletvekilimiz Burhan Kılıç'ın, Antalya İli Kumluca'daki sel felaketi
nedeniyle aldığı söze cevaben söz hakkımızı kullanıyoruz. Hepinizi sevgi,
saygı, barış ve mutluluk dileklerimle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, dikkatsizlik,
tedbirsizlik, doğal afet ve benzeri nedenlerle ülkemiz, epey maddî ve manevî
kayıplara uğrayan bir ülkedir. Bu yolla, katrilyonlarca lira zarar ve ölüm
meydana gelmektedir. Gerek trafik kazaları itibarıyla olsun gerek sel, deprem ve
benzeri nedenlerle olsun, ülkemiz, bu konuda büyük bir kaynak israfına maruz
kalmaktadır. Bunların azaltılmasıyla ilgili gerekli çalışmaların hem yasal
düzeyde hem de idarî düzeyde yapılması zorunluluğu ortadadır.
Değerli milletvekilleri, bunlarla ilgili
olarak gerek deprem için gerekse sel felaketi için ve trafik kazaları için,
bunların azaltılması için programlar önümüzdeki günlerde gündeme getirilecek,
gerekli çalışmalar tamamlanıp, kamuoyuna da
bildirilecektir. Güncel olarak, Antalya İli Kumluca'daki sel felaketine
uğrayan kişilere, biz, geçmiş olsun diyoruz. Onların zararlarının önlenmesi
konusunda gerekli idarî çalışmalar yapılmıştır ve bu arada, Başbakanlık Acil
Destek Fonu programından dört gün önce bir miktar para gönderilmiş ve
önümüzdeki günlerde de yeni ilaveler gönderilecektir.
Ben, Antalya İlindeki, Kumluca'daki bütün
çiftçilerimize geçmiş olsun diyorum. Diğer yerler itibariyle de, gerekli
tedbirlerin öncelikle kişiler ve kurumlar tarafından alınması ve
bilgilendirilme işlemlerinin yapılması fevkalade önemlidir. Ülkenin, bu tür
maddî ve manevî kayıplardan, gerek doğa vasıtasıyla gerekse kendi eli
vasıtasıyla sebebiyet verdiği zararlardan kurtulması dileğiyle, gerekli
çalışmaların hem Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla hem de idare vasıtasıyla
yapılması dileklerimle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Gündemdışı ikinci söz, Bilecik İlinin
sorunları hakkında söz isteyen Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün'e aittir.
Buyurun Sayın Tüzün. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
2. - Bilecik Milletvekili
Yaşar Tüzün'ün, Bilecik İlinin sorunları, beklentileri ve alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; Bilecik İlinin sorunlarını ve beklentilerini anlatmak
üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Osmanlının beylikten imparatorluğa,
imparatorluktan kurtuluşa ve nihayet Türkiye Cumhuriyetine geçişinde önemli bir
tarihî misyonu üzerinde taşıyan Bilecik Kenti, 1920'lerde, Kurtuluş Savaşının
hareketli yıllarında birden çok yangına maruz kalmış ve Bilecik'in büyük bir
bölümü yanmıştır. Söz konusu yangın Bilecik'in büyüme hızını yavaşlatmış ve
Bilecik, bugüne kadar hızlı bir kalkınma gerçekleştirememiş, sosyal ve kültürel
yatırımlardan yeterince pay alamamıştır. İlimizin ve Marmara Bölgesinin en
önemli sorunlarının başında yer alan ve İstanbul'u Akdenize bağlayan Bozüyük-Adapazarı,
Bozüyük-Bilecik-Osmaneli-Mekece yolu projesidir; Marmara ve Akdenizi birbirine
bağlayan tek yoldur. 1996 yılından bu yana yatırım programında bulunan toplam
135 kilometre olan ve ihalesi yapılan bu yolun bitirilmesi, ilimizin
karayoluyla civar illere bağlantısını güçlendirecektir.
Bursa Yenişehir Havaalanı-Bilecik arası 50
kilometredir. Bu havaalanından ilimizin yararlandırılması, sanayi
kuruluşlarımız başta olmak üzere, Bilecik için büyük önem taşımaktadır. Mevcut
devlet yolu keskin virajlı ve dardır. Yatırım programında da yer alan Yenişehir
yolunun iyileştirilmesi, Bilecik için hayatî önem taşımaktadır.
Bilecik'in üretim ve ihracat mallarının
Marmara Denizi üzerinden denizyoluyla
taşınmasına imkân verecek olan ve 2002 yılı yatırım programında bulunan,
Ayazma-İnönü-Osmaneli-Bursa-Bandırma demiryolunun yapımına bir an önce
başlanarak tamamlanması, ilimizde bulunan sanayi kuruluşlarının ürünlerini
demiryolu aracılığıyla taşıması, ilimiz açısından aciliyet arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Bilecik'te 520 kilometrekarelik alanı sulayabilecek su potansiyeli bulunmasına
rağmen, bu potansiyelin yaklaşık olarak yarısı kullanılabilmektedir. Başta,
Gölpazarı ovası olmak üzere, ilimizdeki sulanabilir alanların sulanabilmesi,
sulama ve drenaj problemlerinin köklü çözüme kavuşturulması için ilimizde
sulama konusunda faaliyet gösteren kuruluşların personel, araç gereç ve ödenek
ihtiyaçlarının karşılanması halinde, elimizdeki bu yaşamsal sorun çözüme
kavuşacaktır.
Yüzyıllar boyu farklı kültürlerin ticaret
kervanlarının uğrak yeri olan Bilecik'te ipekböcekçiliği halkın önemli bir
geçim kaynağı olmuştur; ancak, bugün, yüzyılların simgesi ve halkın geçim
kaynağı olan bu gelenek yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalmıştır. Ülkemiz ve
ilimiz açısından önemli bir tarihî değeri olan ipekböcekçiliğinin yeniden
canlandırılması için gerekli çalışmaların acilen yapılması uygun olacaktır.
Bir başka önemli sorun ise, bira üretiminin en önemli hammaddesi
olan ve Türkiye'de sadece Bilecik İli, Pazaryeri İlçesi ve köylerinde
yetiştirilen şerbetçiotu bitkisidir; ancak, şerbetçiotunun daha ucuza ithal
edilmeye başlamasıyla üretimi azaltılmıştır. Şerbetçiotu için teşvik kanunu
çıkarılması veya üreticilerin taban fiyat uygulamasıyla desteklenmesi
gerekmektedir; çünkü, şerbetçiotu, yaklaşık 4 000 ailenin, yani, 15 000 nüfusun
geçim kaynağıdır.
Sayın Başkan, değerli üyeler; sağlık, hiç
kuşku yok ki, insan hayatı açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda, ilimizde
bulunan ve aciliyet arz eden sağlık sorununa değinmek istiyorum. Bilecik'te,
çalışan nüfusunun büyük çoğunluğunun SSK'lı olmasına rağmen, ne yazık ki, bir
SSK hastanesi bulunmamaktadır. İl merkezindeki SSK Dispanseri, hem donanım hem
de personel yönünden yetersiz olduğundan, en az 50 yataklı SSK hastanesine
ihtiyaç vardır. Bilecik halkının dileği, en kısa zamanda bir SSK hastanesine
kavuşmaktır. Toplam yatak kapasitesi 118 olan Bilecik Devlet Hastanesi, büyük
bir hasta yoğunluğuna sahiptir. İl içinden geçmekte olan 650 sayılı devlet
yolunda çok sık meydana gelen trafik kazaları nedeniyle çok sayıda tramvatik
hasta başvurusu olduğu da dikkate alınarak, Bilecik Devlet Hastanesinin 200
yatak kapasiteye çıkarılması ve personel yönünden takviye edilmesi, yaşanmasını
istemediğimiz olumsuzlukları da önleyecektir.
Geçmişi olmayan toplumların gelecekleri de
olamaz. Zengin bir kültür mozaiğine sahip olan ilimizde kültürel etkinlikler ve
kültürel nitelikli sergiler, halen, çok uygun olmayan ortamlarda yapılmaktadır.
Kültürel etkinliklere gençlerin, öğrencilerin ve halkın katılımının daha yüksek
düzeyde sağlanabilmesi ve kültür ve tabiat varlıklarına duyarlı, kimlikli
bireyler yetiştirebilmemiz açısından, arsası hazır olan ve yatırım programında
yer alan kültür sitesinin yapılması yerinden olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, bir dakikanızı rica
edeyim.
Buyurun.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
2000 yılında düşünce olarak başlayan,
bugün projesi tamamlanmış olan ve Bilecik için yaşamsal önem taşıyan "Beylikten
İmparatorluğa, İmparatorluktan Kurtuluşa: Bilecik" projesi, ilimizin dünya
platformunda zengin kültür mirasının tanıtılması ve özlediğimiz bacasız
sanayiin kurulması açısından önemlidir. Bu bağlamda, projesi hazır olan bu
önemli proje için gerekli ödeneğin ilimize ayrılması, Bilecik'in büyüme hızına
hız katarken, yıllardır büyük kentlerin arasında sıkışıp kalmaktan da
kurtaracaktır.
Marmara Bölgesinin en zengin ve çeşitli
tabiat varlıklarıyla çevrili tek ili olan Bilecik, doğa sporları ve yayla turizmi
açısından da yüksek bir potansiyele sahiptir. Gerekli yatırımların yapılması
halinde, bu önemli zenginliği, başta ulusumuza ve dünya insanına tanıtmak
mümkün olacaktır.
Bilecik'te sanayi, eğitim ve diğer kamu
alanlarında çalışanların giderek artması, konut açığı sorununu da beraberinde
getirmektedir. Söz konusu konut açığının kapatılabilmesi için, toplu konut
yapımının teşviki ve desteklenmesi gerekmektedir. Toplu Konut İdaresi
Başkanlığının, toplu konut yapımıyla bu soruna çözüm getirebileceği düşünülmektedir.
Diğer yandan, il özel idaresinin kamulaştırma yapabilmesi ve hazine arazisi
satın alabilmesine imkân tanınması yönünde mevzuat değişikliği yapılması ve
belediyelerin bu konuda desteklenmesinin de bu sorunun çözümünde etkili
olabileceği düşünülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bildiğiniz gibi, ülkelerin gelişmişlik göstergelerinin en önemli unsurlarından
birisi de, ülkelerin eğitim seviyesi ve eğitilmiş insangücüdür. Ülkemizde son
dönemlerde yeniden hız kazanan üniversiteleşme hareketinin başarıya ulaşması,
bu açıdan büyük önem taşımaktadır.
Bilecik, gerek sahibi olduğu köklü ve
tarihî geçmişi açısından gerekse coğrafî konumu itibariyle, her dönemde,
ekonomi, kültür, ticaret ve eğitim merkezi olmuştur; ancak, altyapısının tam anlamıyla
mevcut olmasına rağmen, bir üniversite mevcut değildir.
Bilecik İlinde yükseköğretimdeki bugünkü
öğrenci sayısı 4 430'dur. Bu öğrenciler, 3 üniversiteye dağıtılmış durumdadır.
Bu öğrenci sayısının daha altında Türkiye'de kurulmuş mevcut üniversiteler de
vardır. Bu üniversitelerin fizikî ve sosyal kapasitelerinden daha iyi imkânlara
sahip okullarımızın da bir araya gelerek bir üniversiteye dönüşmesi, Bilecik
İline büyük canlılık kazandıracaktır.
İlimizde halen Dumlupınar Üniversitesine
bağlı 1 iktisadî ve idarî bilimler fakültesi ve 4 meslek yüksekokulu -Gölpazarı
Meslek Yüksekokulu, Osmaneli Meslek Yüksekokulu, Pazaryeri Meslek Yüksekokulu,
Söğüt Meslek Yüksekokulu- Anadolu Üniversitesine bağlı Bilecik ve Bozüyük
Meslek Yüksekokulları öğretim vermektedir. Bu okullara ilaveten diğer eğitim
dallarında da fakülte ve yüksekokulların kurulması ve bunların Edebali
üniversitesi çatısı altında toplanması, ilimizin sosyal, kültürel ve ekonomik
gelişmesini hızlandıracaktır. Bu konuda hazırlamış olduğum Edebali
üniversitesinin kurulmasına ilişkin kanun teklifine desteklerinizi bekliyorum.
Sayın Başkanım, değerli milletvekillerim;
Bilecik İli, kuruluşun ve kurtuluşun merkezi olup, Osmanlı İmparatorluğunun
kurulduğu, Türk Milletinin makûs talihinin yenildiği ildir.
Böyle bir günde, Yüce Meclisin bu
masasından sizlere hitap etmekten, gerçekten, büyük mutluluk ve onur duyuyorum.
Ülkemizin ve dünyamızın, maalesef, Irak
savaşını konuştuğu bugünlerde, türbesi Bilecik'te bulunan Sayın Şeyh
Edebali'nin vasiyeti, benim için, ülkemiz için ve dünya için büyük önem arz
etmelidir.
Sayın Başkanın müsaadeleriyle, Şeyh
Edebali'nin Osman Beye nasihatini, burada, huzurlarınızda okumak istiyorum.
"Ey Oğul! Beysin...
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek
sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar
bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize,
bağışlama sana...
Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek
sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek,
şekillendirmek sana...
Ey Oğul!
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek
açmaz.
Şunu da unutma ki!
İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.
Allah yardımcın olsun!" (Alkışlar)
Böylesine bir dönemde, Irak savaşıyla
ilgili alacağımız kararları elbette saygıyla karşılıyorum; ama, Şeyh
Edebali'nin yediyüz yıl önce söylemiş olduğu "önce insan; insanı yaşat ki,
devlet yaşasın" düşüncesini de önplanda tutmalıyız diyor; hepinizin kurban
bayramını kutluyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüzün.
Bu vasiyet doğrultusunda, Başkanlık
Divanının, size de gereken müsamahayı gösterdiğini görüyorsunuz. (Alkışlar)
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) - Huzurlarınızda da
vasiyetin bir nüshasını Sayın Başkanıma hediye etmek istiyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüzün.
Hükümetin herhangi bir söz talebi?.. Yok.
Gündemdışı üçüncü söz isteği, Çalışanların
Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere
Dair Kanun Tasarısı hakkında söz isteyen Çorum Milletvekili Agâh Kafkas'a
aittir.
Buyurun Sayın Kafkas. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
3. - Çorum Milletvekili
Agâh Kafkas'ın, Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca toplanan tasarrufların tasfiyesine
ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul
Yalçınbayır'ın cevabı
AGÂH KAFKAS (Çorum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ile tesis edilen çalışanların
tasarruflarını teşvik hesabının tasfiyesine ilişkin olarak görüşlerimi
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Adı bile tartışmalı olan,
"tasarruf" dediğiniz zaman gönüllülük ilkesinde olması lazımken
"zorunlu" diye adı bile tartışmalı olan; Anayasa açısından tartışmalı
olan, tasarruf ilkesi açısından tartışmalı olan, hak sahipleri açısından
tartışmalı olan, nemalandırma usulü açısından tartışmalı olan; ayrıca, mülkiyet
hakkına tecavüz olarak değerlendirilebilecek ve insan hakları açısından da
tartışmalı olan bir zorunlu tasarruf serüveninin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Toplumun çok büyük bir kesimini
ilgilendiren bu konunun, özellikle bütün sosyal tarafların, olayın bütün
taraflarının mutabakatı alınarak çözülmesini, hükümetin demokratikleşme
açısından attığı önemli bir adım olarak değerlendiriyorum. 1 Nisan 1988
tarihinde yürürlüğe giren 3417 sayılı Yasayla çalışanların tasarruf yapmalarını
teşvik amacıyla ücretlerinden belli oranlarda kesinti yapılması, devlet ya da
ilgili işverenlerin de tasarruflara katkıda bulunması ve toplanan tasarrufların
en iyi şekilde değerlendirilmesi hedeflenmişti. Bu amaç doğrultusunda, 10 veya
daha fazla işçi çalıştıran işyerlerindeki işçiler, sözleşmeli personel ve kamu
kesimi çalışanları yasa kapsamına alınmıştı. Kanunun çıktığı günden bu yana,
yaklaşık 6 000 000 kişi, bu tasarruf hesabında toplanan paradan, değişik
tutarlarda hak sahibi konumuna gelmiştir.
31 Aralık 2002 tarihi itibariyle, bu
hesapta toplanan anapara miktarı 1 katrilyon 696 trilyon liradır; k,ümülatif
olarak hesapta toplanan nema ise 12 katrilyon 400 trilyon lira civarındadır.
Aynı tarih itibariyle, hesaptan kümülatif çıkış tutarı ise, 3 katrilyon 560
trilyon liradır. Bu çıkışları, esas olarak, hak sahiplerine yapılan nema
ödemeleri teşkil etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere,
sosyal güvenlik reformu çerçevesinde çıkarılan 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanunuyla, işsizlik sigortası uygulamasına geçilmiştir. İşsizlik sigortasının
çalışanlara ve işverenlere ek bir yük getirmemesi amacıyla, 3417 sayılı Yasanın
kapsam ve tasarruf tutarlarını düzenleyen 2 ve 3 üncü maddeleri, 1 Haziran 2000
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere iptal edilmiş ve bu fona nema kesilmesi
durdurulmuştu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 23
Mayıs 2000 tarihinde 57 nci hükümetin ekonomiden sorumlu Bakanı, zorunlu
tasarruflarla ilgili, şöyle bir konuşma yapıyor; Sayın Bakan "bu noktada,
geri ödeme yapılması usul ve esaslarına yönelik yeni bir yasal düzenlemeye
gereksinim olup olmadığı tartışılmaktadır. Öncelikle bir noktayı açıkça
belirtmek istiyorum ki, 3,7 katrilyon TL'ye, yani, yaklaşık 6 milyar dolara
ulaşan bir hesabın, bir anda nakden ve defaten tasfiyesi olanaklı değildir.
Makro ekonomik dengelerin tümünü bozacak böyle bir uygulamaya yönelik
önerilerin akla dahi getirilmemesi gerekir. Her ne kadar, bu hesabın tasfiye
edilmesine olumlu bakıyorsak da, tüm piyasaları bir anda altüst edecek böyle
bir uygulamanın beklenmesi, ekonomik programımız yönünden doğru
olmayacaktır" diyor; yani, imkânsız olduğunu söylüyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hatırlanacağı üzere, fonun tasfiyesi, hak sahiplerine ödenmesi konusunda iyice
çıkmaza girilmişti; ancak, 58 inci hükümet, söz verdiği gibi, çıkmaza giren
konuyu sivil toplum kuruluşlarının da tam bir mutabakatıyla çözmüştür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kafkas, 1 dakika eksüre
veriyorum; lütfen, toparlayın efendim.
Buyurun.
AGÂH KAFKAS (Devamla) - Bu paralar,
aşağıdaki şekilde hak sahiplerine ödenecek; piyasaya girecek olan sıcak parayla,
ekonomimiz dinamizm kazanacaktır.
Tasarruf kesintileri ve devlet-işveren
katkılarından oluşan anapara ödemesinin en geç Nisan 2003 içerisinde ve bütçe
imkânları çerçevesinde eğer mümkün olabilirse, Mart 2003'te yapılması; geriye
kalan tutarın 2004, 2005, 2006 yıllarında, mart, haziran, eylül ve aralık
aylarında olmak üzere 10 taksitte ödenmesi; bu tutarların enflasyon karşısında
erimesini önlemek için, TÜFE artı 5 puan uygulamasıyla değerlendirilmesi; hak
sahiplerini mağdur etmeyecek şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
tasfiyeye ilişkin kanunun 2 nci ve 8 inci maddelerinde gerekli düzenlemelerin
yapılması ve 2007 yılında bitirilmesi öngörülen ödeme takviminin geriye
çekilerek 2006'da tamamlanması kararlaştırılmıştır.
Onbeş yıllık haksızlık -İşçi Sendikaları
Konfederasyonu (Türk-İş) Hak-İş, DİSK,
Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu ve İşveren Sendikaları
Konfederasyonu (TİSK) olmak üzere- 4 kamu çalışanları konfederasyonu olmak
üzere, 8 büyük kuruluşun genel başkanlarıyla, tam bir mutabakatla, uzun süren
müzakere sonucunda çözülmüştür. Hükümetin, işçi, işveren ve kamu çalışanlarının
temsilcileriyle vardığı bu mutabakatı şahsım adına olumlu bir gelişme olarak
değerlendiriyorum. Bu, AK Parti anlayışının yaşama geçirilmesinin önemli adımlarından
bir tanesidir diye düşünüyorum. Burada, AK Partinin bu anlayışında, insana
saygı var, emeğe saygı var, hakka saygı vardır; hak anlayışının hayata
geçirilmesinin somut bir göstergesidir. Başta bu anlayışın mimarı Değerli Genel
Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Başbakanımız Abdullah Gül'e ve
ilgili bakan arkadaşlarımıza, çalışanlar ve emekçiler adına şükranlarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hak sahibi değerli emekçi
kardeşlerime de bu sorunun çözülmesinde gösterdikleri gayretten dolayı teşekkür
ediyorum ve kendilerine bu sonucun hayırlı olmasını diliyor, bayrama ağız
tadıyla girmelerini diliyorum. Kimsesizlerin kimi olma anlayışının bu somut
örneğinin milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Yüce Heyetin ve milletimizin Kurban
Bayramını içtenlikle kutluyor, saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kafkas.
Hükümet söz istemiştir.
Hükümet adına, Başbakan Yardımcımız Sayın
Ertuğrul Yalçınbayır konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Bakan.
Süreniz 20 dakikadır.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikacı
arkadaşımız Agâh Kafkas'ın zorunlu tasarruflar üzerine aldığı söze karşılık
hükümet adına söz almış bulunuyorum; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bilindiği gibi, 58 inci hükümet, acil
eylem planıyla, birçok sorunu hangi sürede, hangi konuyu nasıl çözeceğini
belirlemişti ve bunlar, seçim meydanlarında da halka söylenen hususlardı.
AHMET ERSİN (İzmir) - Ama, hiçbir şey
çözmediniz Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Artık, siyaset kurumu, seçim meydanlarında
neyi söylüyorsa, bunları hangi zamanda, hangi kaynaklarla yapacağını
bildiriyorsa, hükümet olduğunda bunları da o şekilde takip etme görevi
altındadır; dünyada siyasetin vardığı seviye budur. Seçim meydanında halkı siz
kandıramazsınız; bunlar, sandığa bir türlü yansır. Kandırdım diyemezsiniz;
verdiğiniz söze bağlanan sonuçlar mutlaka takip edilecektir.
Bunlardan birisi de, seçim meydanlarında
hem bizim hem anamuhalefet partisinin ve diğer partilerin söylediği,
Çalışanları Tasarrufa Teşvik Fonunun tasfiyesiyle ilgili yapılacaklardı. Biz
de, bunları altı ay içinde çözme vaadinde bulunmuştuk. Hazine Müsteşarlığının
bağlı bulunduğu Devlet Bakanımızın çok ciddî çalışmaları, ayrıca, konunun
tarafı olan sendikaların da büyük katkılarıyla, sorun çözüme kavuştu. Bilindiği
gibi, anapara 2003 Nisanında ödenecektir; 2004, 2005 ve 2006 yıllarında olmak
kaydıyla, 10 taksitte de diğer borçlar tasfiye edilecektir.
Yıllardır Türkiye'nin gündemini işgal
etti. Zorunlu olarak, kanunen de olsa insana bir şeyi dayatmak mümkün değil;
zaman zaman bunlar çıkıyor. Biz, halkın rızasının önemli olduğunu düşünüyoruz;
zorunlu tasarruf anlayışını hiç benimsemedik ve bu Türkiye gündeminden
çıkarılacaktır; bundan sonra da, kamu vakıflarının, halkı zorunlu bağışa
zorlamaları mutlaka gündemden düşürülecektir. Zorunluluk yoktur, rıza esası
vardır. Zorunluluk, ancak, idarenin belli konularda vermiş olduğu kararlarla
-ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlı olarak- mümkündür; onun
dışında zorunluluk, olabilecek iş değildir. Siz, tasarrufa mecbur kılamazsınız;
ister yapar ister yapmaz; ama, onbeş yıldır Türkiye bu acayip durumu yaşadı,
kaynakları itibariyle şu anda çözebilecek hale geldi; bundan sonraki sorunları
da, biz, devlet, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerle bir uzlaşma
anlayışı içinde çözmeye hazırız. Bu konuda millete verdiğimiz sözün yerine
getirilmesi, milletin siyaset kurumuna olan güvenini de artıracaktır. Biz
halkımıza güveniyoruz, biz insanımıza güveniyoruz; kurumlarımıza güvenilmesini
istiyoruz. Bu güven ortamı, en önemli kaynaktır; bu kaynaktan yararlanacak
olan, tüm Türkiye'dir.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula diğer sunuşları vardır.
2 adet Meclis araştırması önergesi vardır,
ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım; ancak, okunacak metinlerin uzun
olması dikkate alınarak -Yüce Heyetiniz karar verirse- Kâtip Üyenin oturarak
okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
B) GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. -
Balıkesir Milletvekili Orhan Sür ve 47 milletvekilinin, bor madeni
kaynaklarımızın stratejik ve ekonomik değerinin araştırılarak gereği gibi
değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/38)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Yüzlerce bilim adamının "21 inci
Yüzyılın petrolü" olarak tanımladığı ve uzay teknolojisinde, bilişim
sektörü, nükleer teknolojiden savaş sanayiine kadar pek çok alanın vazgeçilmez
hammaddesi olan dünya bor rezervlerinin yüzde 63'ü ülkemizde bulunmaktadır.
İşlenildiği zaman trilyonlarca dolarlık
bir değere ulaşan ulusal zenginliğimiz olan bor madenlerimizin stratejik ve
ekonomik değerinin araştırılması, bu zenginliğimizin korunması ve
geliştirilmesini sağlayıcı politikaların belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
1.- Orhan Sür (Balıkesir)
2.- Sedat Pekel (Balıkesir)
3.- Ahmet Küçük (Çanakkale)
4.- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
5.- İzzet Çetin (Kocaeli)
6.- Naci Aslan (Ağrı)
7.- Sedat Uzunbay (İzmir)
8.- Vahit Çekmez (Mersin)
9.- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
10.- Hüseyin Bayındır (Kırşehir)
11.- Hasan Fehmi Güneş (İstanbul)
12.- Mehmet Siyam
Kesimoğlu (Kırklareli)
13.- Abdulkadir Ateş (Gaziantep)
14.- Hasan Aydın (İstanbul)
15.- Hüseyin Ekmekçioğlu (Antalya)
16.- Cemal Kaya (Ağrı)
17.- Şefik Zengin (Mersin)
18.- Halil Ünlütepe (Afyon)
19.- Züheyir Amber (Hatay)
20.- Abdulaziz Yazar (Hatay)
21.- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
22.- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
23.- İsmail Özay (Çanakkale)
24.- Onur Öymen (İstanbul)
25.- Şükrü Elekdağ (İstanbul)
26.- Feramus Şahin (Tokat)
27.- Hüseyin Güler (Mersin)
28.- Muharrem Toprak (İzmir)
29.- Orhan Ziya Diren (Tokat)
30.- Enis Tütüncü (Tekirdağ)
31.- Mustafa Özyurt (Bursa)
32.- Ali Rıza Bodur (İzmir)
33- Erdal Karademir (İzmir)
34- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
35- Mustafa Sayar (Amasya)
36- Nail Kamacı (Antalya)
37- Mehmet Ali Arıkan (Eskişehir)
38- Mehmet Vedat Yücesan (Eskişehir)
39- Yaşar Tüzün (Bilecik)
40- Nevin Gaye Erbatur (Adana)
41- Uğur Aksöz (Adana)
42- Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
43- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
44- Mustafa Gazalcı (Denizli)
45- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
46- İlyas Sezai Önder (Samsun)
47- M. Sezai Nasıroğlu (Batman)
48- Ahmet Sırrı Özbek (İstanbul)
Gerekçe:
Nükleer teknolojiden uzay araçlarına kadar
250'yi aşkın alanda kullanılan ve teknolojik gelişmelerle kullanım alanı gün
geçtikçe genişleyen bor madenleri ülkemizi dünyada söz sahibi yapan stratejik
bir madendir.
Dünya bor rezervlerinin yüzde 63'üne sahip
olan ülkemiz, dünya üretiminin yüzde 31'ini gerçekleştirmektedir.
Rezervlerimizin büyük bir kısmı Balıkesir, Kütahya ve Eskişehir illerimizde
bulunmaktadır. Türkiye'den sonra en büyük bor rezervine yüzde 13'le ABD
sahiptir.
Türkiye'nin dışındaki ülkelerde dünyanın
ancak 50-60 yıllık ihracatını karşılayabilecek bor rezervleri bulunurken,
ülkemizde tüm dünyanın 450 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek rezervler
bulunmaktadır. Yani bugünkü üretim ve tüketim hızıyla 60 yıl sonra Türkiye'den
başka hiçbir ülkede bor madeni kalmayacaktır ve Türkiye bu konuda dünyada tekel
konumuna gelecektir.
Yılda ortalama 250 000 000 dolarlık bor
ihracatı, toplam maden ihracat gelirlerimizin yüzde 50'sini oluşturmaktadır.
Dünya ihracatının yüzde 21'ini tek başına ülkemiz gerçekleştirmektedir.
Bor madeninin rafine olarak ihracı,
özellikle uç ürünlerinin işlenerek elde edilmesinde Balıkesir ve Bandırma
Organize Sanayi Bölgelerinin özel teşvik alanı olarak ilan edilip gerekli
yatırımların yapılmasıyla sağlanmalıdır. Bu takdirde ihracatın yıllık 800 000
000 dolar seviyesine çıkması ve dünya ihracatının yüzde 50'sini kontrol etmesi
mümkündür.
Bor madeni stratejik nitelikli ulusal
kaynağımızdır. Bu alanda kamu yararı ve ulusal çıkarların kararlı olarak
korunmasını sağlayacak politikaların etkin olarak eşgüdümü, yönlendirilmesi ve
denetimi ancak kamu işletmeciliğiyle sağlanabilir.
Ulusal zenginliğimiz olan bor
madenlerimizin ulusal üretim kapasitemizi artırmak, daha çok rafine bor ürünü
üretmek, çevre ve doğanın korunmasına özen gösterilmesi ve zengin
rezervlerimizi rasyonel bir şekilde ekonomiye entegre edebilmek amacıyla ulusal
politikaların belirlenerek gerekli yasal düzenlemelere öncülük ve rehberlik
yapması için bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasında yarar görmekteyiz.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
İkinci önergeyi okutuyorum:
2. - Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek ve 21 milletvekilinin, bankacılık ve finans
sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak sağlıklı bir yapı ve işleyişe
kavuşturulması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/39)
3
Şubat 2003
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bankacılık başta olmak üzere finans
kurumlarının sağlıklı işleyişi, ekonomik gelişmenin önkoşuludur. Ancak, son
günlerde, kimi basın ve yayın organlarına da yansıyan ve ekonomik yaşamı
olumsuz etkileyebilecek karşılıklı suçlamaların bir kez daha kanıtladığı gibi,
finans sisteminin işleyişinde sorunlar yaşanmaktadır.
Bu konuda:
1- Bankacılık sektörünün, ekonominin,
özellikle Kasım 2000'den sonra karşılaştığı ağır bunalım sonrasında yapılan
yeniden düzenlemelere karşın, yaşadığı yapısal aksaklıkların saptanması;
2- TMSF-Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
alınan bankalarla ilgili olarak, BDDK-Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu
tarafından bugüne dek yapılan ve yapılmakta olan işlemler hakkında daha
ayrıntılı ve sağlıklı bilgi edinilmesi;
3- Ekonomik faaliyetlerin can damarı olan
bankacılık ve finans kurumlarıyla ilgili olarak, varsa, yasal boşlukların
saptanması;
4- Bu konuda alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi;
Amacıyla, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün
104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını
istiyoruz.
Saygılarımızla.
Gerekçe:
Aşağıdaki göstergeler, bankacılık
sektöründe büyük sorunlar yaşanmakta olduğunu kanıtlamaktadır.
1- Ulusal gelirin 2002 yılı ilk dokuz
aylık verileri, ekonominin bir bütün olarak, yüzde 6,2 oranında büyüdüğünü;
buna karşılık, esas olarak bankacılığı içeren "Malî Kuruluşlar" alt
sektörünün aynı dönemde, bir önceki yılın, yani 2001'in aynı dönemine göre
yüzde 6,8 oranında küçüldüğünü göstermektedir. Eklemek gerekir ki, 2001 yılı,
tümüyle ekonominin, tarihinin en ağır bunalımlarından biriyle karşılaştığı bir
yıl olmuştur.
2- TMSF-Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
devredilmiş bulunan bir bankanın yeniden eski sahiplerine verilmesi süreci,
kamuoyunda yoğun tartışmaların yaşanmasına ve değişik basın yayın kuruluşlarının
karşılıklı olarak birbirlerini ağır bir biçimde suçlamalarına neden olmaktadır.
Karşılıklı suçlamalar, kamuoyunu ciddî bir
biçimde rahatsız edecek boyutlara varmaktadır.
3- Bankaların, bankacıların ve bu alandaki
bağımsız kurulların tartışmalı bir duruma gelmesi ve giderek karşılıklı
suçlamalara konu olması, genel olarak ekonomide, özellikle de finans
piyasalarında bulunması gereken güven ortamını ağır bir biçimde sarsmaktadır.
4- Bilindiği gibi, güven bunalımı, çoğu
kez, daha ağır krizlerin doğmasına neden olduğundan, finans sisteminin
bütünüyle ve bir an önce Meclis tarafından ele alınması gerekmektedir.
Meclis araştırmasıyla:
Finans sektörünü düzenleyen yasaların
uygulama durumu;
TMSF kapsamındaki bankaların her biriyle
ilgili olarak yapılmış ve yapılmakta olan işlemler;
Bankaların yeniden yapılanması amacıyla
sağlanan destekler, gelirler ve harcamaların ayrıntılı incelenmesi;
Genel olarak banka sahipliğinin el
değiştirmesi, özel olarak da son tartışmalara yol açan bir bankanın eski sahibine
geri verilmesi sürecinin incelenmesi, bu sürecin para piyasaları üzerindeki
olumlu ya da olumsuz etkilerinin değerlendirilmesi;
Genel olarak finans kesimi, özel olarak da
bankacılık sektöründe yaşanmakta olan tartışmalı ortamdan çıkılması için yeni
yasal düzenlemelere gerek olup olmadığı;
Ekonominin güçlenmesi için altyapı
oluşturan bankalar ve finans kuruluşlarının etkin, saydam ve kredi
ilişkilerinde tüm girişimcilere eşit uzaklıkta olmalarını sağlamak üzere
alınması gereken diğer önlemlerin neler olabileceği;
Açıklık kazanacaktır.
1- Yakup Kepenek (Ankara)
2- Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon)
3- Ahmet Küçük (Çanakkale)
4- Hasan Aydın (İstanbul)
5- Hüseyin Ekmekçioğlu (Antalya)
6- Kemal Kılıçdaroğlu (İstanbul)
7- Ali Rıza Bodur (İzmir)
8- Mustafa Sayar (Amasya)
9- Erdal Karademir (İzmir)
10- Yılmaz Kaya (İzmir)
11- Nuri Çilingir (Manisa)
12- Nezir Büyükcengiz (Konya)
13- Mehmet Vedat Yücesan (Eskişehir)
14- Mehmet Ali Arıkan (Eskişehir)
15- Nevin Gaye Erbatur (Adana)
16- Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (Malatya)
17- Uğur Aksöz (Adana)
18- Türkan Miçooğulları (İzmir)
19- Fikret Ünlü (Karaman)
20- Bülent Hasan Tanla (İstanbul)
21- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
22- Harun Akın (Zonguldak)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Şimdi, Millî Savunma Komisyonunun Başkan
seçimine dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Millî
Savunma Komisyonu Başkanlığına İstanbul Milletvekili Cengiz Kaptanoğlu'nun
seçildiğine ilişkin Komisyon Başkanlığı tezkeresi (3/179)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi Millî Savunma
Komisyonu 30.1.2003 tarihinde yaptığı 3 üncü birleşiminde alınan karar
gereğince Başkan seçimini yapmak üzere 5.2.2003 Çarşamba günü saat 13.00'te
toplanmış, toplantıya (19) üye katılmış ve kullanılan oy pusulalarının tasnifi
sonucunda, aşağıda ad ve soyadı ile seçim çevresi belirtilen üye, hizasında
gösterilen oyu alarak, İçtüzüğün 24 üncü maddesi uyarınca Başkan seçilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Ziyaeddin Yağcı
Adana
Komisyon Sözcüsü
Başkan: Cengiz Kaptanoğlu (İstanbul
Milletvekili) (19) oy
BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutuyorum:
IV. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. - Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
NO: 15 Tarih:
5.2.2003
Genel Kurulun 5 Şubat 2003 Çarşamba günkü
(bugün) birleşiminde, sözlü soruların görüşülmemesi, gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 9 uncu
sırasında yer alan 44 sıra sayılı Harp Akademileri Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 2 nci sırasına, 6 ncı sırasında
yer alan 40 sıra sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin
Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 4
üncü sırasına, 5 inci sırasında yer alan 39 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Örgütü Arasında Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Uluslararası Sekretaryası İçin
Evsahibi Ülke Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının 5 inci sırasına, daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve
bastırılarak dağıtılan, 43 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu İle Hapishane ve
Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 3 üncü sırasına alınması ve aynı
birleşimde gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Salih Kapusuz Oğuz
Oyan
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP
Grubu Başkanvekili
BAŞKAN- Söz isteği?.. Yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara
İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin 2.1.2003 Tarihli ve 4779 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve
Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. - Basın
ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 2.1.2003 tarihli ve 4779 sayılı Kanun ve
Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/432) (S. Sayısı : 37)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Harp Akademileri Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Millî Savunma Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
2. - Harp
Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Millî Savunma Komisyonları Raporları (1/334) (S. Sayısı: 44) (1)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet burada.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 44
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin.
Buyurun Sayın Keskin. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA FAHRİ KESKİN
(Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun gündeminde
bulunan 44 sıra sayılı Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum, hepinizi şahsım ve
Grubum adına saygıyla selamlarım.
Yurdumuzda ilk teknik yükseköğretim
kurumlarının askerlik, yine askerliğe bağlı olarak mühendislik ve tıbbî alanda
başladığı hepimizin malumudur. Bu bağlamda, temeli Osmanlı İmparatorluğu
zamanında atılan bu kurumlardan harp akademilerinin tarihçesine kısaca göz
atmamız gerekir.
Yurdumuzda Kara Harp Akademisinin 1848
yılında, bundan tam 155 yıl önce kurulmuş olduğunu çoğumuz hatırlamıyor bile.
Deniz Harp Akademisinin 1864 yılında, Hava Harp Akademisinin 1937 yılında,
Millî Güvenlik Akademisinin de 1952 yılında kurulduğunu görüyoruz. Bütün bu
akademiler ise, 1954 yılında "Harp Akademileri Komutanlığı" adı
altında bir çatı altında toplanmış ve birleştirilmiştir.
Bugün, harp okullarında, standart askerî
eğitimin yanında, en gelişmiş üniversitelerimizden olan Orta Doğu ve Boğaziçi
Üniversiteleri gibi okullarda okutulan sistem mühendisliği branşı ve diğer
konularda eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Okutulan bu standart eğitim nedeniyle,
geçtiğimiz dönemde, harp okullarıyla ilgili kanun tasarısının bu Meclis
tarafından kabul edilmesiyle, harp okullarının, yükseköğretim kurumu olarak
görev yaptıkları kabul edilmiştir.
Günün ihtiyaçlarına ve çağın gereklerine
uygun olarak harp okullarında verilen bu standart eğitimi takiben harp
akademilerinde verilen yükseköğrenime, mevcut kanunda "üst düzey
eğitim" denilmektedir. Bunun nedeni de, Harp Akademileri Kanununun YÖK
Kanunundan daha eski tarihli olmasından kaynaklanmaktadır.
Üst düzey eğitim kavramı, halen YÖK
Kanununda geçen "master" olarak da adlandırılan "lisansüstü
eğitim" kavramını karşılamaktadır. Bu kavram yerleşmiş olduğundan,
geçerliliğini korumakta olup, bu tasarıyla, bu kanunda hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
Ancak, doktora eğitimi için, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa paralel olarak,
tasarının öngördüğü gibi, akademilere bağlı olarak enstitülerin kurulması
gerekmektedir. Tasarıyla gerçekleştirilmek istenilen düzenleme de işte budur.
Hatırlanacağı üzere, sivil üniversitelerde,
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun çıkmasından önce master ve doktora yapmak
mümkünken, Yükseköğretim Kanununun kabul edilmesiyle beraber, rektörlüklere
bağlı enstitülerde master ve doktora yapılmasına başlanılmıştır. Bu sistemin
neticesinde, Türkiye, Uluslararası Bilim Yayın Katalogunca kabul edilen
standartlarda bilimsel yayın sayısını çoğaltmış, geliştirmiş, bu sıralamada
kendisini 22 nci sıraya yükseltmiştir.
Tasarıyla getirilen düzenlemede, Harp
Akademilerinde de, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunundaki bu düzenlemelere
paralel olarak, enstitülerin kurulması planlandığı görülmektedir.
Çağdaş ülkelerde olduğu gibi, Harp
Akademileri Komutanlığı bünyesinde kurulacak olan bu enstitülerle, geleceğin
komutanlarını oluşturan kurmay subayların doktora eğitimi almaları, bu sıfatla,
dünya görüşlerinin ve değerlendirmelerinin bilimsel bir tabana oturması
sağlanacaktır ve stratejik araştırma olanakları artırılmış olmaktadır. Tesis
edilecek enstitülerde doktora yapan personelden, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
çeşitli eğitim ve öğretim kurumlarında öğretim üyesi ve araştırmacı olarak
yararlanılabilecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki ihtiyaçları da
buradan karşılanabilecektir. Halihazırda buna benzer enstitüler NATO ve Batı
Avrupa ülkelerinde mevcuttur ve faaliyet göstermektedirler.
Bunun dışında, bu tip doktora eğitimi
veren harp akademisi bulunan Arnavutluk, Kırgızistan, ABD, Azerbaycan,
Gürcistan gibi çeşitli ülkelerden 54 subay, yurdumuzda bu akademilerde eğitim
ve öğretim görmektedirler.
Kurulacak olan bu enstitüler, devletimiz
için ilave bir yük, ilave bir bütçe getirmeyecektir; aynı eğitim kadrosuyla,
aynı binalarda, mevcut eğitim ve öğretimine devam edecektir.
Bunun dışında, bu enstitüler, çağın
gerektirdiği anabilim dallarında da eğitim ve öğretim faaliyetlerini
sürdürecektir. Örneğin, kriz yönetimi veya terörle mücadele gibi konularda
kurulacak olan anabilim dallarında, gerekli yapılanma, zaman içerisinde
kolaylıkla sağlanmış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sonuç olarak, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa paralel olarak yapılan bu
düzenlemeler için, Yüksek Öğretim Kurulunun akademik konularda karar organı
olan Üniversitelerarası Kurulun da olumlu görüşü alınmış bulunmaktadır.
Kurulacak olan bu enstitülerin Türk
Silahlı Kuvvetlerine ve milletimize hayırlı olmasını diler, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi belirtir, hepinizi
saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Keskin.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA SEDAT PEKEL (Balıkesir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan (1/334) esas numaralı
Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde
Grubum adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, sizleri, şahsım
ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Türk Milletinin ve onun değerli varlığı
Türk Silahlı Kuvvetlerinin insana yaptığı yatırımın en güzel örneği olan Harp
Akademileri 1848 yılında kurulmuş ve ilk mezunlarını 1849 yılında vermiştir.
1848 yılında kurulan Harp Akademilerinin ilk öğrencileri, harp okulunu
dereceyle bitiren ilk 5 subay olup, bu subaylardan 4'ü mareşalliğe kadar
yükselebilmişlerdir.
1864 yılında "Erkânı Harbiye
Nizamnamesi" adıyla yayımlanan metin, Harp Akademilerinin yönetimine
ilişkin ilk objektif hukuk metnidir.
Deniz Harp Akademisi, 1864 yılında,
Hasköy'deki tersane binasında kurulmuştur.
Harp Akademilerinde 1878 yılına kadar
Fransız eğitim sistemi uygulanmıştır; 1877-78 Rus Harbinden sonra bu sistem
terk edilmiştir. 1880 yılında Erkânı Harbiyede öğretim süresi 2 yıldan 3 yıla
çıkarılmıştır.
1927 yılında mektebin adı "Harp
Akademisi Müdürlüğü" olmuş ve bilahara, müdürlük unvanı komutanlığa
çevrilmiştir. İlk kez 15 Ocak 1927 tarihinde öğretime açılan Yüksek Levazım
Okulu, Levazım Üstsubay Kursu ve Levazım Okulu ile genel ve üstsubaylara mahsus
Yüksek Komuta Kursu da Harp Akademisine bağlandığından "Askerî Akademiler
Komutanlığı" adı verilmiştir.
1937 yılında Hava Harp Akademisi
kurulmuştur. 1948 yılından itibaren Amerikan eğitim usulü kabul edilmiş ve
öğretim metotlarında büyük değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. İkinci Dünya
Harbinde elde edilen denemelere göre ihtisaslaşmaya geniş ölçüde yer verilmiş,
kuvvet harp akademileri birinci sınıfta bulunanlardan başlayarak, harekât
kurmayı ve ikmal kurmayı yetiştirilmeye başlanmışsa da, iki yıllık denemeden
sonra bu uygulamadan vazgeçilmiştir.
Mart 1949 tarihinden itibaren akademilere
"Harp Akademileri Komutanlığı" adının verildiğini görüyoruz. 1 Eylül
1952 tarihinde, bugünkü Millî Güvenlik Akademisi "Millî Savunma
Akademisi" adıyla kurularak, 2 Aralık 1952 tarihinde öğretime başlamıştır;
7 Ağustos 1964 tarihinde ise "Millî Güvenlik Akademisi" adını
almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugünkü Silahlı Kuvvetler Akademisi, 19 Ekim 1954 tarihinde "Müşterek Harp
Akademisi" adı altında öğretime açılmıştır. 1956 yılında ismi "Yüksek
Komuta Akademisi" olarak değiştirilmiş ve 7 Ağustos 1964 tarihine kadar bu
isim altında faaliyetlerine devam etmiştir. Bu tarihten sonra da Silahlı
Kuvvetler Akademisi adını almıştır.
Harp Akademileri, 1848 ile 1853 yılları
arasında, Harp Okulu ile birlikte, Pangaltı'da; 1853 ile 1858 yılları arasında
Taşkışla'da; 1858 ile 1862 yılları arasında Gülhane'deki askerî hastanede; 1862
ile 1909 yılları arasında tekrar Pangaltı'da; 1909 ile 1914 yılları arasında
Yıldız Sarayında; 1917 yılında, üç ay süreyle, Çağlayan Köşkünde; 1919 ile 1921
yılları arasında, Teşvikiye'de, Şerif Paşa Konağında; 1923 ile 1924 yılları
arasında, Beyazıt'ta, Harbiye Nezaretinde; 1924 ile 1941 yılları arasında
Yıldız Sarayında faaliyet göstermiştir. 1914 ile 1919 yılları arasında, harp nedeniyle,
sürekli öğrenim yapılamamıştır.
İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, 1941 ile
1946 yılları arasında, Ankara'da, Kara Kuvvetleri Komutanlığının bulunduğu
binada faaliyetine devam eden Harp Akademileri, 1946 yılında tekrar Yıldız
Sarayına taşınmıştır. 1946 ile 1975 yılları arasında Yıldız Sarayında eğitim ve
öğretim faaliyetlerini sürdüren Harp Akademileri, 24 Ağustos 1975 tarihinden
itibaren Yenilevent'teki yeni tesislerine taşınmaya başlamış ve intikal, 12
Eylül 1975 tarihinde sona ermiştir.
Harp Akademileri, 1975-1976 eğitim öğretim
yılına, 1 Ekim 1975 tarihinde yeni tesislerinde başlamıştır. Bu arada, 11
Ağustos 1971 tarihinde, 1467 sayılı Harp Akademileri Kanunu yürürlüğe
girmiştir. Bu kanuna uygun olarak hazırlanan yönetmelik gereği, subaylar, diplomalarını
almaya hak kazanmıştır.
8 Eylül 1878 tarihinde, Hava Harp
Akademisi, geçici olarak iskân edildiği Deniz Harp Akademisinden, inşaatı
tamamlanan kendi binasına taşınmıştır.
Harp Akademileri Komutanlığı teşkilatı
içerisinde Kara, Deniz, Hava Harp Akademileri, Silahlı Kuvvetler Akademisi,
Millî Güvenlik Akademisi ve Askeri Bilimler Araştırma Merkezî olarak eğitim ve
öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.
Millî Güvenlik Akademisi, sivil
müdavimlerin daha etkin katılımını sağlamak amacıyla, 1995 senesinden itibaren,
Ankara'da Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği binasında hizmet
vermektedir.
Harp Akademileri Komutanlığı bünyesindeki
Yüksek Askerî Bilimler Enstitüsü Başkanlığının adı, 24 Mayıs 1989 tarihinde
kabul edilen 3563 sayılı Harp Akademileri Kanunuyla, Askeri Bilimler Araştırma
Merkezi olarak değiştirilmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki tüm
Genelkurmay Başkanları ile kuvvet komutanları, başta Yüce Önder Atatürk olmak
üzere, 6 Cumhurbaşkanı, 3 Senato Başkanı, 7 Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı, 19 Başbakan, 10 Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı, 7 Dışişleri ve
Maliye Bakanı, 5 Millî Eğitim Bakanı, 21 Bayındırlık Bakanı, 2 Ticaret ve Tarım
Bakanı, 1 Basın Yayın ve Turizm Bakanı, 1 Gümrük ve Tekel Bakanı, 7 Ulaştırma
Bakanı, 1 Vakıflar Bakanı, 2 Köyişleri Bakanı, 1 Gençlik ve Spor Bakanı Harp
Akademilerinden mezun olmuştur.
2001-2002 eğitim ve öğretim yılında 27
dost ve müttefik ülkeden 53 subay Harp Akademilerinde öğrenim görmüştür. Bu yıl
ise 24 ülkeden 54 subay Harp Akademilerinde öğrenim görmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk Silahlı Kuvvetleri ve ülkemiz için stratejik araştırma ve incelemeye
duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Bu ihtiyacın, strateji konularında
altyapıya sahip Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst düzeyde eğitim ve öğretim
veren kuruluşu olan Harp Akademileri Komutanlığı bünyesinde kurulacak
enstitüyle giderilebileceği değerlendirilmektedir.
Çağdaş ülkelerde olduğu gibi, Harp
Akademileri Komutanlığı bünyesinde kurulacak enstitüyle, geleceğin
komutanlarını oluşturan kurmay subayların doktora eğitimi almaları; bu sıfatla,
dünya görüşleri ve değerlendirmelerinin bilimsel bir tabana oturması sağlanacak
ve stratejik araştırma olanakları artacaktır. Ayrıca, tesis edilecek
enstitülerde doktora yapan personelden, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli
eğitim ve öğretim kurumlarında öğretim üyesi ve araştırmacı olarak
yararlanılabilecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki ihtiyaçları da
karşılanabilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Harp Akademileri Komutanlığı bünyesinde enstitü teşkiline imkân sağlanmasını
öngören tasarıyı Cumhuriyet Halk Partisi olarak desteklediğimizi bildirir,
hepinizi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Pekel.
Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları adına söz isteyen
arkadaşlarımıza söz vermeden önce, Hükümet ve Komisyonun bir talebi var mı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Hayır.
BAŞKAN - Yok.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Cavit Torun;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Torun, süreniz 10 dakikadır.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım.
Bu yasa tasarısının geçmesiyle, harp
akademileri ilmî hüviyet kazanacak ve bu yolla, güzel araştırmalara imza
atacaktır; buna, inanıyorum. Bu arada, doktora eğitimi yapma imkânı da doğacak;
bunun da çok faydalı olduğuna kaniim.
Yalnız, özellikle, görüşülmekte olan kanun
tasarısının 4 üncü maddesinin (c) bendini okumak istiyorum. (c) bendinde
"Millî Güvenlik Akademisinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde, kamu kurum ve
kuruluşlarında ve gerektiğinde özel kesimde üst kademede görevli veya görev
almaya aday yöneticilere millî güvenlik konularında bilgi ve yetenek
kazandırmak" yönünde bir madde getirilmiş bulunuyor.
Bu maddeyi kabul etmemizin imkânı yoktur;
zira, bu maddede, Millî Güvenlik Akademisi, kamu kurum ve kuruluşlarında
çalışan sivil personele eğitim verecek ve gerektiğinde özel kesimde çalışan
insanlara da eğitim verme hakkını elde edecek. Ayrıca, bu yetmiyormuş gibi,
görev almaya aday, yani, kamuda görev almaya aday yöneticilere de millî
güvenlik konularında bilgi ve gerektiğinde de yetenek kazandıracak. Yani, bilgi
vermekle yetinilmeyecek, gerektiğinde, bu insanlar askerî akademilerde eğitime
tabi tutulacaklar.
Bizler, 28 Şubat dönemini yaşamış olan
insanlarız. Bu tasarı, bu haliyle kabul edilecek olur ise, kamuda ve özel
kesimde çalışanlar dahil olmak üzere, tüm sivil yöneticilere eğitim verilecek
ve ordu, sivil hayatın hemen her kesimine müdahil olacaktır. Hepimizin müşteki
olduğu 28 Şubat sürecini unutmayalım.
AHMET ERSİN (İzmir) - Hepimiz değil...
Hepimiz değil, kendinizi söyle!
CAVİT TORUN (Devamla) - Hâkimler,
savcılar, Yargıtay üyeleri brifinglerden geçirildiler. Koca koca adamların,
brifingi veren askerlerin önünde kalkışları ve alkışlamaları, doğrusu, hem çok
yanlış, hem de çok komik görüntüler oluşturmuştu. Bu durumda, bu tasarının
geçmesiyle, sivil kesimde çalışan, kamuda çalışan insanlar askerî akademilerde
belirli bir yazım işlemine tabi tutulacaklardır; hadi diyelim,
fişleneceklerdir.
Sonsuz yetki verilmektedir. Çağrılan
insanların bu toplantıya gitmemelerine imkân ve ihtimal yoktur; bu tasarı kabul
edildiği takdirde, çağrılan insanlar, eğitime kesin olarak gitmek
zorundadırlar. Aday yöneticiler dahi eğitime çağrılacaklar, burada kendilerinin
hizmetlerinden askerî anlamda yararlanılamayacağı konusunda kanaat
getirilenler, olumsuz sicile tabi tutulacaklardır; anlamı budur.
Şu andaki yapısıyla, Avrupa Birliğine
katılımın önündeki en büyük engellerden birisi olarak kabul edilen ordunun yapısal
biçimi, sivil hayata müdahalesi, bu tasarının geçmesi halinde, hemen her kesimi
ilgilendirecek tarzda etkinlik kazanacaktır. Bizler, Avrupa Birliğine girmek
için yoğun çaba içerisinde olan bir milletin Parlamentosunun fertleri olarak,
tasarının bu halinin kabul edilmesinin imkân dahilinde olmadığını görüyoruz ve
bunu sizlerle paylaşmak düşüncesini taşıdım. Bu nedenle, benim, sayın hükümet
yetkililerinden ve Sayın Millî Savunma Bakanımızdan talebim, yasanın 4 üncü
maddesinin (c) bendinin, tadilat vesaire yapılarak değil, tümüyle yasa
metninden çıkarılması doğrultusundadır.
Bu itibarla, hepinizi, sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Torun.
Hükümetin söz talebi vardır.
Buyurun Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcımız Sayın Ertuğrul Yalçınbayır.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
huzurunuza getirilen yasa tasarısıyla 3563 sayılı Harp Akademileri Kanununun 7
maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
YÖK Başkanlığının 1998 tarihli yazısında,
Harp Akademileri mezunu kurmay subayların, uluslararası ilişkiler, personel
yönetimi, inkılâp tarihi ve Atatürkçülük, uluslararası işbirliği ve ulusal
güvenlik konularında doktora yapabilecekleri belirtilmiştir. Söz konusu yazı
kapsamında, kurmay subaylar, belirtilen beş dalda yükseklisans yapmış kabul
edilmekte ve üniversitelere başvurdukları takdirde, 6 Kasım 1981 tarihli ve
2547 sayılı YÖK Kanunu çerçevesinde doğrudan doktora yapabilmektedirler.
Yabancı ülkelerin lisansüstü düzeyde
eğitim veren askerî kurumlarına baktığımızda, Amerika Birleşik Devletlerinde
lisansüstü düzeyde eğitim veren çok sayıda askerî veya yarı askerî eğitim
kurumu bulunmaktadır. Bu okullarda çeşitli teknik ve sosyal branşlarda askerî
ve sivil personele lisansüstü düzeyde eğitim verilmektedir. İngiltere'de de
Birleşik Krallık Savunma Akademisi bünyesinde Müşterek Kuvvetler Komuta Kurmay
Kolejinin yanı sıra, Kraliyet Savunma Çalışmaları Koleji, Çatışma Çalışmaları
Araştırma Merkezi bulunmaktadır. Söz konusu iki merkez de lisansüstü düzeyde
eğitim veren ve araştırma yapan kuruluşlardır. Her iki kurum bünyesinde askerî
ve sivil personele eğitim verilmektedir. Almanya'da aynı şekilde Hamburg ve
Münih silahlı kuvvetler üniversitelerinin bünyesinde bu tür fakülte ve
enstitüler vasıtasıyla, teknik branşların yanı sıra, sosyal, siyasal ve
strateji bilimleri alanında lisansüstü düzeyde eğitim imkânı tanınmaktadır.
Kanada'da da aynı kapsamda, askerî ve sivil personele lisansüstü düzeyde eğitim
verilmektedir. İtalya'da, çeşitli birimler bünyesinde, askerî ve sivil
personele lisansüstü düzeyde eğitim verilmektedir. Macaristan'da, Polonya'da,
Güney Kore'de benzeri örnekler vardır. Getirilen kanun tasarısıyla, Harp
Akademilerinin görevleri arasında yer alan "kurmay subay yetiştirmek"
yerine "kurmay subayları lisans üstü düzeyde eğitim-öğretim ile
yetiştirmek" tabiri yer almaktadır.
4 üncü maddenin (c) bendinde -biraz önce
konuşmacının belirttiği (c) bendinde- ise hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Bu,
1989'dan beri vardır. Belirtilen endişelere katılmak mümkün değildir. Bu, Harp
Akademilerinde, Türk Silahlı Kuvvetleri ve ülkemiz için stratejik araştırma ve
incelemeye duyulan ihtiyacı gidermek ve kaliteli personel yetiştirmekle ilgili
bir hadisedir. Biz, dünyadaki yarışın dışında kalamayız. Biz, en üst düzeyde
personele eğitim vermekle ilgili bu kurumların kurulmasında, bu kanun
tasarısının getirilmesinde zaruret gördük; bunda ülkemizin çıkarları vardır.
Çağdaş ülkelerde olduğu gibi, Harp Akademileri
Komutanlığı bünyesinde kurulacak enstitüyle geleceğin komutanlarını oluşturan
kurmay subayların doktora eğitimi almaları, bu sıfatla, dünya görüşleri ve
değerlendirmelerinin bilimsel bir tabana oturtulması sağlanacak ve stratejik
araştırma olanakları artacaktır.
Ayrıca, tesis edilecek enstitülerde
doktora yapan personelden, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli eğitim ve öğretim
kurumlarında öğretim üyesi ve araştırmacı olarak yararlanılabilecek, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin bu konuda ihtiyaçları da karşılanabilecektir.
Komisyonda her iki parti grubunun da
oybirliğiyle kabul ettiği metin huzurunuzdadır. Bu metnin yasalaşmasında
çeşitli yararlar vardır.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bu tasarının hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Şahsı adına ikinci söz, Ankara
Milletvekili Mehmet Tomanbay'a aittir.
Buyurun Sayın Tomanbay.
Süreniz 10 dakikadır.(CHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
İçinde bulunduğumuz hafta, ülkemizin
geleceğini derinden etkileyecek çok önemli kararların alınmakta olduğu tarihî
bir haftadır. Olası Irak savaşıyla ilgili hükümet tezkeresinin, bir önemli
değişiklik olmaz ise, yarın Genel Kurulumuza, Yüce Meclisimize getirileceği
bilinmektedir. Ne yazık ki, Türkiye, kendisini hiçbir şekilde ilgilendirmeyen,
ülkemize acı ve gözyaşından, vatandaşlarımıza ekonomik sıkıntıdan ve
geleceğimize belirsizlikten başka hiçbir katkıda bulunmayacak bir savaşa,
bağımsız karar alma yeteneğinden, bilgi birikiminden ve iradesinden yoksun bir
hükümetin yönetimi altında sürüklenmektedir. Özellikle, uluslararası hukukî
dayanaktan yoksun bir savaşa taraf olmak ve bunun sonucunda topraklarımızda
yabancı asker konuşlandırmak, bu askerlere limanlarımızı açmak, kara ve
demiryollarımızı kullandırmak, İstiklâl Savaşıyla taçlandırdığımız tam
bağımsızlığımızı ve ulusal egemenliğimizi yok saymakla eşanlamlıdır. Dilerim,
Yüce Meclisimiz, olası Irak savaşıyla ilgili tezkere gündeme geldiği zaman, bu
duyarlılığı göstererek, karar alır ve bölgemizde barışı egemen kılar.
Savaş tamtamlarının seslerinin yükseldiği
bir dönemde, ülkemizin güvenliğinin ve savunmasının temel taşı ve teminatı olan
Silahlı Kuvvetlerimizin elemanlarına en üst düzeyde eğitim ve öğretim veren
Harp Akademilerinin kanununda bir
değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısını görüşmekteyiz.
Tasarıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en
üst düzeyde eğitim ve öğretim veren kuruluşu olan Harp Akademileri Komutanlığı
bünyesinde, geleceğin komutanlarını oluşturan kurmay subayların doktora eğitimi
almalarını sağlayacak enstitüler kurulması amaçlanmaktadır. Böylelikle, kurmay
subayların, doktora eğitimi alarak dünya görüşleri ve değerlendirmelerinin
bilimsel bir tabana oturması, dünyadaki bilgisel gelişimi takip etmeleri ve
stratejik araştırma olanaklarını artırmaları sağlanmış olacaktır.
Türkiye, dünyanın en sorunlu bölgesi olan
Ortadoğu'da yer alan ve çok önemli stratejik konuma sahip bir ülkedir. Bölgede
daha önceleri yaşanan krizler ve bölgesel savaşlar ile çok yakın zamanda çıkma
olasılığı yüksek olan Irak savaşının da gösterdiği gibi, sürekli olarak bölgesel
sorunlarla karşılaşma riski yüksek olan bir ülkeyiz. Bütün bu yapıya rağmen, ne
mutlu ki, cumhuriyetimizin kurulduğu günden beri geçen 80 yılda, Türkiye,
bölgemizde hiçbir savaşa karışmamıştır; Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün
"yurtta barış, dünyada barış" ilkesi yaşama geçirilebilmiştir.
Kuşkusuz, bunun altında, bölgemizin, demokratik, istikrarlı ve son yıllarda
yaşadığımız tüm ekonomik krizlere karşın, yine de güçlü bir ülkesi olmamız
yatmaktadır.
21 inci Yüzyıl, bilgi çağı diye adlandırılmaktadır.
Çağımızın ünlü düşünürlerinden Alvin Toffler, insanlığın başlangıcından
günümüze kadar olan sürecini üç döneme ayırır: Bunlardan ilk dönem tarım
dönemi, ikinci dönem sanayi dönemi ve içinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyılla
başlayan dönemse bilgi çağı, bilgi dönemidir. Dolayısıyla, bilgiyi üreten ve
kontrol edebilen ülkeler hızla gelişmekte, gönenç düzeylerini artırmakta ve
demokratik, güçlü, çağdaş bilgi toplumu haline gelebilmektedirler.
Bilgi toplumunun ana kurumları ise,
üniversiteler, akademik enstitüler ve araştırma merkezleridir. Dünyanın her
yerinde bu kurumlarda yoğun bir bilgi üretimi gerçekleştirilmektedir.
Günümüzde, mevcut bilgi, her beş yılda iki katına çıkmaktadır.
Gelişmiş ülkeler, toplumlarının, bilgi
çağının gerektirdiği şekilde eğitim almalarını en temel görev bilmekte ve bu
yönde her türlü yatırımı yaparak, uluslararası yarışmada geri kalmamaya
çalışmaktadırlar.
Günümüzde, artık, savaşlar da, en gelişmiş
bilgilerin kullanıldığı teknolojik savaşlara dönüşmüştür. 1950'lere kadar egemenliğini
sürdürmüş bulunan konvansiyonel silahlar ve savaş sanayii, İkinci Dünya
Savaşından sonra hızla önemini yitirmeye başlamıştır. Bu dönemden sonra
geliştirilen ileri teknolojiyle tam isabet ve uzun menzilli silahların üretimi
gerçekleştirilmiş ve mikroçip teknolojisi, savaşlarda imha bölgesini artırmak
için gerekli araçları sağlayarak hedeflerin bulunmasını, takip ve yok
edilmesini kolaylaştırmıştır. Yani, askerî alanda da bilgi üretimi ve bilginin
kontrolü, ülke savunmasında ya da savaşlarda çok önemli bir güç haline
gelmiştir. Bu konuda en yakın örnekler, 1991 Körfez Savaşı ve Afganistan
Savaşıdır. Kuşkusuz, teknolojik üstünlük, ileriyi görebilme, çeşitli
alternatifler arasında en doğru seçimi yapabilme, bölgesel tahliller gibi
stratejik bilgi birikimini de içermektedir. Bu nedenlerle, çağımızda Silahlı
Kuvvetler mensuplarının en gelişmiş düzeylerde eğitilmeleri, bilimsel
gelişmeleri yakından takip etmeleri ve bilgi üretebilir hale gelmeleri,
dolayısıyla, ileri teknolojileri diğer gelişmiş ülkeler gibi kullanabilmeleri
kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Bilginin üretimi için çok önemli bir diğer
önkoşul ise, özgür bir düşünce ortamına sahip olmaktır. Özgür düşünce ortamının
olmadığı, demokratik hoşgörüden uzak ortamlarda, yeni fikirlerin, düşüncelerin
ve buluşların ortaya çıkması ve bilimin gelişerek bilgi birikiminin sağlanması
olanaklı değildir. Öte yandan, gelişen bilim ve artan bilgi birikimi ise,
demokrasi ve özgür düşünceye olan bağlılığı da besler ve gelişimine katkıda
bulunur. Bir diğer deyişle, bilgi ve demokrasi, karşılıklı olarak birbirini
besleyen ve geliştiren iki güçtür. Bu açıdan, Harp Akademileri Komutanlığı
bünyesinde kurulacak olan ve kurmay subaylara, doktora yaparak bilgi üretiminde
katkıda bulunmalarını, dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip etmelerini
sağlayacak enstitüler aracılığıyla yeni bir yapılanmaya izin veren bu kanun
tasarısı, hem Silahlı Kuvvetlerimizin savunma gücünü bilgi toplumuna uygun
şekilde artıracak hem de demokrasi ve özgür düşünce bilincini daha da
güçlendirecektir.
Bu düşüncelerle, tasarıya kabul oyu
vereceğimi bildirir, Genel Kurula saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Tomanbay.
Soru?.. Yok.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Tasarının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Maddelerine geçilmesi
kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
HARP AKADEMİLERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE 1. - 24.5.1989 tarihli ve 3563
sayılı Harp Akademileri Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve
(b) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı fıkraya (e) ve (f)
bentleri ile bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
a) Harp Akademileri : Genelkurmay Başkanlığı
kuruluşunda lisans üstü düzeyde akademik eğitim-öğretim yapan, Silahlı
Kuvvetlere Komutanlık ve Karargâh Subaylığı niteliklerine sahip kurmay subay
yetiştiren, kurmay subaylara müşterek ve birleşik karargâh ve birliklerin
faaliyetlerini yönetecek tarzda öğrenim yaptıran, Silahlı Kuvvetlerde, kamu
yönetiminde ve gerektiğinde özel kesimde görevli üst kademe yöneticilerine
millî güvenlik konularında bilgi ve yetenek kazandıran, stratejik konularda
bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan bir bilim ve ihtisas
kuruluşudur.
b) Akademik Eğitim-Öğretim : Harp
Akademileri eğitim-öğretimine katılan personele askerî bilimler, millî
güvenlik, komutanlık ve yöneticilikle ilgili konularda araştırma ve inceleme
suretiyle yaptırılan bir yüksek öğretimdir. Harp Akademileri bünyesindeki
Kuvvet Harp Akademileri ve Enstitülerde, Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul
edilen alanlarda lisans üstü düzeyde eğitim-öğretim yapılır.
e) Enstitüler : Harp Akademilerinde ilgili
bilim dallarında lisans üstü düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve
uygulama yapan ve bilimsel özerkliğe sahip olan yükseköğretim kurumlarıdır.
f) Lisans Üstü : Yüksek lisans ve doktora
eğitimini kapsar ve aşağıdaki kademelere ayrılır.
1) Yüksek Lisans (Bilim uzmanlığı, yüksek
mühendislik, yüksek mimarlık, master): Bir lisans öğretimine dayalı,
eğitim-öğretim ve araştırmanın sonuçlarını ortaya koymayı amaçlayan bir yüksek
öğretimdir.
2) Doktora : Lisansa dayalı en az altı
yarı yıl veya yüksek lisansa veya eczacılık veya fen fakültesi mezunlarınca
Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen esaslara göre bir laboratuvar dalında
kazanılan uzmanlığa dayalı en az dört yarı yıllık programı kapsayan ve orijinal
bir araştırmanın sonuçlarını ortaya koymayı amaçlayan bir yüksek öğretimdir.
Bu Kanunda geçen diğer kavram ve terimler
hakkında, 6.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 3 üncü
maddesinde yer verilen tanımlar geçerlidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - 3563 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 3. - Harp Akademileri
Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığına bağlı olup, aşağıdaki birimlerden oluşur:
a) Kuvvet Harp Akademileri;
1) Kara Harp Akademisi,
2) Deniz Harp Akademisi,
3) Hava Harp Akademisi.
b) Silâhlı Kuvvetler Akademisi,
c) Millî Güvenlik Akademisi,
d) Enstitüler,
e) Askerî Bilimler Araştırma Merkezi,
f) İhtiyaca göre, Genelkurmay Başkanlığınca
teşkil edilecek diğer eğitim ve öğretim birimleri,
g) Harp Akademileri Komutanlığına bağlı
birlik ve kurumlar.
Gerektiğinde bu birimlerin birkaçı bir
komutanlık altında birleştirilebilir.
Harp Akademilerinin kuruluş ve kadroları,
Türk Silâhlı Kuvvetleri kuruluş ve kadrolarında gösterilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - 3563 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 4. - Harp Akademilerinin
görevleri aşağıda belirtilmiştir :
a) Kuvvet Harp Akademilerinde; Atatürkçü
görüşü tam olarak benimseyen, özellikle askerî faaliyet alanlarında uygun
harekat tarzını bulma, doğru karara ulaşma ve verilen kararı en etkin şekilde
uygulama yeteneği olan, komutanlık ve karargâh subaylığı tekniklerine sahip,
muhakeme ve planlama becerisi gelişmiş kurmay subayları lisans üstü düzeyde
eğitim-öğretim ile yetiştirmek.
b) Silâhlı Kuvvetler Akademisinde; kurmay
subaylara müşterek ve birleşik karargâh ve birlikler seviyesinde planlama,
yönlendirme ve kontrol teknikleri ile bu karargâh ve birliklerin faaliyetlerini
yönetecek tarzda eğitim ve öğretim yaptırmak.
c) Millî Güvenlik Akademisinde; Türk
Silâhlı Kuvvetlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında ve gerektiğinde özel
kesimde üst kademede görevli veya görev almaya aday yöneticilere millî güvenlik
konularında bilgi ve yetenek kazandırmak.
d) Enstitülerde; 2 nci maddenin (e)
bendine uygun olarak lisans üstü düzeyde eğitim-öğretim yapmak, çeşitli
konularda verilecek araştırma ve inceleme görevlerini yürütmek.
e) Askerî Bilimler Araştırma Merkezinde;
Silâhlı Kuvvetlerin bilimsel gelişmesine katkıda bulunmak maksadıyla, askerî ve
millî güvenlik konularında, özellikle stratejik seviyede inceleme yapmak,
yenilikleri araştırmak ve geliştirmek, elde edilecek sonuçlardan lüzumlu
görülenleri ilgili komutanlık ve kuruluşlara yayımlamak, akademik
eğitim-öğretimin geliştirilmesi için çalışmalarda bulunmak.
f) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ihtiyacı
dikkate alınarak, Genelkurmay Başkanlığının yapacağı plana göre, Harp
Akademileri bünyesinde açılacak çeşitli kurslara katılan subayların meslekî
bilgileri ile sevk ve idare kabiliyetlerini geliştirmek.
g) Müşterek talimnameleri tetkik etmek,
değerlendirmek, gerektiğinde yeni talimnameler hazırlamak ve mevcut talimname
değişiklik tekliflerini yetkili makama sunmak."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4. - 3563 sayılı Kanunun 5 inci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 5. - Harp Akademileri
Komutanlığında; Harp Akademileri Yüksek Kurulu ile Akademiler bünyesinde birer
Akademik Kurul; Enstitüler bünyesinde ise birer Enstitü Kurulu teşkil edilir.
Bu kurulların genel görevi, eğitim-öğretimi düzenlemek ve değerlendirmektir.
Harp Akademileri Yüksek Kurulu; eğitim ve
öğretim konularında, Akademi ve Enstitü kurullarınca karara bağlanamayan
hususları, bu Kanun ve Genelkurmay Başkanlığının emirleri çerçevesinde karara
bağlayan üst kuruldur. Bu Kurul, Harp Akademileri Komutanları, Askerî Bilimler
Araştırma Merkezi Başkanı, Harp Akademileri Komutanlığı Öğretim Başkanından
oluşur. Enstitülerdeki eğitim-öğretim ile ilgili olan, ancak Enstitü Kurulları
tarafından karara bağlanamayan konuların incelenmesinde Harp Akademileri Yüksek
Kuruluna, Enstitü müdürleri de iştirak eder.
Akademi kurulları; Kuvvet Harp
Akademilerinin, Silahlı Kuvvetler Akademisinin ve Millî Güvenlik Akademisinin
bünyelerinde oluşturulan kurullardır. Akademi kurulları; Akademi Komutanının
başkanlığında, Akademi Öğretim Başkanı ve Akademi öğretim elemanı kadrolarına
atanan subaylardan oluşur. Eğitim-öğretimin düzenlenmesi ile ilgili konularda,
kurullara, Harp Akademilerinde daimî görevli üniversite öğretim üyeleri ile
eğitim-öğretim planlamacıları da katılır. Harp Akademileri Komutanı, gerek
duyduğu hallerde Akademi kurullarının toplantılarına katılır.
Enstitü kurulları; Enstitülerin bünyesinde
oluşturulan kurullardır. Enstitü müdürü başkanlığında, müdür yardımcıları ve
Enstitülerde eğitim ve öğretimi yapılan ana bilim dalları başkanlarından
oluşur.
Kurullarda başarı durumlarının tespiti ile
ilgili kararlar toplantıya katılanların üçte iki çoğunluğu ile alınır. Her üye
oyunu kabul veya ret yoluyla belirlemek zorundadır. "
BAŞKAN - 4 üncü madde üzerinde söz
isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5. - 3563 sayılı Kanunun 10 uncu
maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki (e) bendi eklenmiştir.
"e) Enstitülere, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu ile 4566 sayılı Harp Okulları Kanunu kapsamında olan veya
bunlara denkliği onaylanmış yükseköğretim kurumlarını bitiren lisans veya
yüksek lisans diplomasına sahip asker, sivil veya yabancı kişiler ile Kuvvet
Harp Akademilerini bitiren kurmay subaylar katılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6. - 3563 sayılı Kanunun 12 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 12. - Kuvvet Harp
Akademilerinde eğitim-öğretimin süresi iki akademik eğitim-öğretim yılıdır.
Silâhlı Kuvvetler ve Millî Güvenlik
Akademilerinde eğitim-öğretim süresi beş aydır.
Enstitülerde yüksek lisans ve doktora
eğitim-öğretiminin süresi, akademik eğitim-öğretimin dönemleri, yabancıların
Enstitülere katılım esasları ile diğer hususlar Millî Savunma Bakanlığı
tarafından hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir.
Kuvvet Harp Akademileri ile Silâhlı
Kuvvetler Akademisi ve Millî Güvenlik Akademisinde eğitim-öğretim süreleri;
teknik ve bilimsel gelişmeler, strateji ve taktikteki yenilikler veya
uluslararası askerî politik şartlar gibi sebeplerle Genelkurmay Başkanlığınca
uzatılabilir veya kısaltılabilir.
Savaş veya savaşı gerektiren haller ile
olağanüstü hallerde, Genelkurmay Başkanlığı, Harp Akademilerinde eğitim-öğretime
ara verebilir. Bu hallerde, Harp Akademilerinde öğrenimde bulunan veya
eğitim-öğretime katılma hakkını kazanmış bulunanların bu hakları saklıdır.
Bunların eğitim-öğretimi tamamlamalarına ait hususlar yönetmelikte gösterilecek
esaslara göre Genelkurmay Başkanlığınca düzenlenir."
BAŞKAN - 6 ncı madde üzerinde söz
isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7. - 3563 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 14. - Kuvvet Harp
Akademilerinden mezun olan ve kurmaylıkları Genelkurmay Başkanlığınca onaylanan
subaylara eğitim gördükleri ana bilim dallarında yüksek lisans diploması,
Enstitülerden mezun olanlara da akademik seviyelerine göre yüksek lisans veya
doktora diploması verilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Maddeler üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından "1 ret"
sesi)
Sayın milletvekilleri, 3 üncü sıraya
alınan, Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporunun müzakeresine başlıyoruz.
3. - Türk
Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/304)
(S.Sayısı: 43) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Hazır.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 43
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü; buyurun.
Süreniz 20 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA MUZAFFER KÜLCÜ
(Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu ile Hapisane
ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Suç teşkil eden bir fiili işleyen kimse
için işletilen yargı sürecinin sonunda beraat etme veya hüküm giyme gibi iki
ihtimal vardır. Bir cezayla cezalandırılan kişi için uygulanan infaz ise ceza
yargılamasının tamamlayıcı bir unsuru olmaktadır.
Ceza mahkemelerince verilen mahkûmiyet
kararları veya henüz bir mahkûmiyet kararı vaki olmamakla birlikte, yargı
süreci devam ederken yaşanan tutuklanma sırasında yapılan işlemler, infaz
işlemlerini oluşturmaktadır genel olarak. İnfaz sisteminin kurulmasının temel
amacı ise suç teşkil eden fiili işleyen kişinin yeniden topluma
kazandırılmasıdır. Kişinin kendisinden kaynaklanan sebeplerle olabilir veya
toplum içerisinde uzlaşıyla yaşamayı becerememesinden doğan problemlerden olabilir;
infaz kurumları, bu sebeplerin hiçbirisine bakmaksızın, sebep ne olursa olsun,
bu kurumlarda bulunan kişileri, yani, hükümlü veya tutukluları, uygun bir
iyileştirme ve eğitim dönemi sonunda toplumsal yaşama yeniden hazırlamak ve
toplumla bütünleştirip, infaz süresi sonunda yeniden suç işlemelerinin önüne
geçmek için çalışmalar yapmaktadır.
Tabiî olarak, böyle bir süreç, birtakım
kısıtlamaları, hatta bazı yaptırımları da beraberinde getirmektedir; ama,
takdir olunur ki, hiçbir halde, tutuklu veya hükümlünün, insan olması hasebiyle
sahip olduğu hakları kullanması engellenmemekte ve elinden alınmamaktadır.
Zaten, bu tür haklar, uluslararası bildirgeler ve sözleşmelerle de tespit
edilmiş durumdadır.
Tutuklu veya hükümlülerin haklarını
güvence altına almak için yayımlanmış metinlere şöyle bir göz atarsak; bunların
en önemlisi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 19.1.1973'te kabul edilen ve
taraf ülkelere yönelik olarak yayımladığı, Suçluların Islahı İçin Asgarî
Standart Kurallar diye bilinen, 5 sayılı tavsiye kararlarıdır. Suçluların
ıslahı için belirlenmiş olan asgarî standart kuralların dayanağını ise, yine,
Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyince kabul edilen 31.7.1957
tarihli Mahpusların Islahı İçin Asgarî Standart Kurallar oluşturmaktadır. Yine,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2 ilâ 18 inci maddeleri, hükümlüler
bakımından uygulanabilir düzenlemeleri içermektedir.
İçmevzuat bakımından bir değerlendirme
yaparsak, Anayasamızın, kişinin hakları ve ödevlerini düzenleyen ikinci
bölümünde, kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığını geliştirme
bahsinde "herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir" denilerek üst bir güvence sağlanmış bulunmaktadır. Bu
anayasal düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2 nci maddesindeki
"her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır" hükmüyle de
paralellik arz etmektedir.
Bugün görüşmekte olduğumuz değişiklik
çalışmaları da, özellikle ceza ve tutukevlerinde yaşanan açlık grevlerine
ilişkin düzenlemelerde, bu ilkelerden hareketle yapılan iyileştirme
çabalarıdır. Artık, çağdaş dünyada, insan hakları söz konusu olduğunda, insan
onuru konuşulduğunda, hiçbir devlet, hiçbir millet bunları tartışır durumda
değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
devlet olmak, bir taraftan, tutuklu veya hükümlüyü insanca yaşam standardında
tutmayı gerektirirken, aynı zamanda, devlet olmak bir sorumluluğu daha
gerektirmektedir; bu da, üzerinde konuştuğumuz infaz kurumlarının güvenliğini
sağlamak olacaktır. Eğer, bu kurumlarda gerekli otoritenin sağlanması mümkün
olmazsa, güvenliğin sağlanması, otoritenin temini hususunda bir ihmal veya
gevşeklik söz konusu olursa, geçmişte cezaevlerinde yaşanan ve hepimizin takip
ettiği olayları bir kez daha yaşamak mukadder olacaktır.
Sanıyorum, tasarı üzerindeki görüşmelerin
sonunda, Sayın Adalet Bakanımız burada bir konuşma yapacaklardır. Ümit ederim,
o zaman, bize, o geçmişte yaşadığımız olaylardan sonra ceza ve tutukevlerinde
güvenliği sağlama ve devletin otoritesini temin hususunda, o günden bu güne
kadar epeyce olumlu mesafe katedildiğini söyleyeceklerdir.
Değerli milletvekilleri, hafızalarımızı
tazeleyerek, şöyle o cezaevlerinde yaşanan hadiseleri gözümüzün önüne getirecek
olursak, hepimizin tüyleri ürperiyor; âdeta, o günlerde cezaevleri, mafyanın,
teröristlerin hâkimiyet sağladığı, devletinse, orada bulunan kişilere sadece
ekmek ve yemek verdiği kurumlar haline getirilmişti. Bu kurumlarda devletin
hâkimiyetinin yeniden tesisi için onlarca insanın ölümüne sebebiyet verildi. Bu
tür olayların yaşanmaması için, eğer tamamen yok etmek mümkün olmuyorsa, hiç
olmazsa minimize edebilmek için, görüşmekte olduğumuz tasarıyla, cezaevleri ve
tutukevlerine, delici, kesici, patlayıcı maddelerin ve buna benzer öldürücü
gazların, kör edici gazların sokulmasına ilişkin, biraz daha ağırlaştırıcı
düzenlemeler yapılmaktadır. Bu tasarıyla birlikte bu tür eylemleri işleyen
insanlar, işlemiş oldukları fiiller başka bir suç teşkil ediyor olsa bile, iki
yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaklardır.
Ayrıca, bu infaz kurumlarında kalan
insanların toplumsal yaşama uyumunun sağlanması temel bir amaç olarak kabul
edildiğine göre, buradaki insanların potansiyel suçlu psikolojisinden
kurtarılmasını sağlayacak, oradaki kişilerin sosyalitesini geliştirecek, birlikte
ve uyum içerisinde yaşama kültürünü artıracak bazı çalışmaların da buralarda
yapıldığını hepimizin bilmesi gerekir. Bu çerçevede değerlendirilebilecek,
tutukluların haberleşmelerinin, ziyaretçileriyle görüşmelerinin, eğitim ve spor
faaliyetlerine katılmalarının, meslek kazandırma ve işyurdu faaliyetlerine
katılmaları gibi birtakım çalışmaların engellenmesi durumunda, yine, bu
fiilleri işleyenler için de -filleri başka bir suç oluştursa bile- bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezasıyla tecziye edilmeleri öngörülmektedir ki, bu da, bu
fiillerin işlenmesini caydırıcı olacaktır ve bu caydırıcılığın artırılması
hususunda yapılan düzenleme doğru bir adımdır diye düşünmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, yine,
görüşülmekte olan tasarıyla, tutuklu veya hükümlülerin beslenmeyi reddetmesi
veya ölüm orucunda bulunması hallerine ilişkin de yeni düzenlemeler
getirilmektedir. Beslenmenin reddedilmesi veya ölüm orucu gibi hallerin
yaşanması durumlarında buna ilişkin düzenlemeler yapılırken, şöyle,
uluslararası mevzuat nasıldır diye baktığımızda, Amerika Birleşik Devletleri,
Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İspanya, İsviçre ve Portekiz gibi
ülkelerde görüyoruz ki, bu hallerin yaşanması durumunda, doktor raporuyla
duruma müdahale edilmektedir. Hatta, Fransa ve Avusturya'da daha radikal bir
düzenleme yapılmış; bu gibi durumlara, sadece 7 gün izin verilmekte ve ondan
sonra, böyle bir rapor da aranmaksızın, hemen müdahale edilmektedir.
Bu tür içdüzenlemeler, uluslararası bazı
komitelerin veya konseylerin kararları ve bildirgeleri çerçevesinde
yapılmaktadır. Bu anlamda, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye
kararlarına bakacak olursak, orada deniliyor ki "yasa ve kurallara uygun
bir emre aktif veya pasif mukavemet dışında, tutuklu ve hükümlülere karşı güç
kullanılamaz." Biz, bu cümleyi mefhumu muhalifinden okuduğumuz zaman şu
sonuca varıyoruz ki, yasaya uygun bir emre karşı gelen kimseye karşı güç
kullanmak, o devletin bir hakkı olarak belirmektedir.
Yine, söz konusu Komitenin 98/7 sayılı
Kararının 63 üncü maddesinde belirtiliyor ki, açlık grevinde bulunan kimsenin
durumunda gözle görülebilir bir kötüleşme meydana gelmesi halinde, doktor,
durumu yetkili makama rapor edecek ve bu konudaki ulusal düzenlemeye göre, bu
raporun ibrazından sonra, bu raporun sunulmasından sonra hareket edilecektir.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu kararlarında ise, zaruret halinde, hayat
kurtarmak amacıyla zor kullanılabileceği çok açık bir şekilde kabul edilmiştir.
Görüştüğümüz tasarıyla, bu konuda içhukuka
ilişkin yeni bir düzenleme getirilmektedir. Buna göre, hükümlü ve tutuklular,
sebepleri özel olarak irdelenmeksizin, hangi sebeple olursa olsun, kendilerine
verilen yiyecek veya içecekleri reddettikleri takdirde, öncelikle bu
davranışlarının kötü sonuçları kendilerine anlatılacak, bedenleri ve ruhları
üzerinde bırakacağı hasarlar kendilerine anlatılacaktır. Ayrıca, kurumun
bünyesinde bulunan psikososyal hizmet birimince de, bu davranışlarından
vazgeçmeleri hususunda, kendileri için, ikna çalışmaları yapılacaktır.
Bu getirilen düzenleme, birçok Avrupa
ülkesinden çok daha ileri bir düzenlemedir. Yukarıda belirttiğim bilgilendirme
ve ikna çalışmalarına rağmen beslenmeyi reddeden veya ölüm orucuna devam etme
hususunda inat eden kimseler, hayatî tehlikenin söz konusu olması veya
bilincinin bozulduğunun kurum tabibince tespit edilmesi hallerinde derhal
tedavi altına alınacaklardır.
Burada dikkatimizi çeken bir husus var ki,
bu, tedavi veya doktor müdahalesiyle gerçekleşen beslenmenin, ilgilinin sağlını
veya hayatını hiçbir şekilde tehlike altına sokmayacak olmasıdır.
Yine, burada, dikkat etmemiz gereken bir
husus, kurum idaresi, hükümlü veya tutuklunun serbest iradesine dayanmayan
hiçbir tedbiri de uygulamak zorunda bulunmayacaktır. Burada elde edilmek
istenen netice ise, esasında, böyle bir tedbirin alınması hususunda iradesi
olmamasına rağmen, rızası olmamasına rağmen, daha sonra, ilgilinin, kötüniyetli
birtakım davranışlarla kurum idarecilerine zarar vermesinin önüne geçmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarının bir maddesiyle de, ceza ve tutukevlerine girişte yapılan arama ve
kontrol hususunda nasıl bir çalışma yapılacağı düzenlenmiş olmaktadır. Bu
kurumlara girişlerde arama konusu, şimdiye kadar, çokça tartışılan bir mesele
olagelmiştir. Bu tartışmalar, özellikle avukat arkadaşlarımın zihninde hâlâ
tazeliğini koruyordur eminim. Yargının ana unsuru olarak kabul edilen hâkim,
savcı ve avukat üçlüsü üzerinde böyle bir tartışma, bugün, yeni bir
düzenlemenin yapılmasını zaruret haline getirmiştir. Ceza infaz kurumlarına
yasak maddelerin sokulması, bu yasak maddelerin içeriye taşınması hususunda, ne
yazık ki, o kurumlarda çalışan personeli ve oraya, sanıklarla, tutuklularla,
hükümlülerle görüşmek için gitmek zorunda olan avukatları, biraz daha hassasça
üzerinde durulan kişiler haline getirmiştir. Bu, böyle bir düzenlemenin
zaruretini ortaya çıkarmıştır.
Değerli milletvekilleri, böyle bir ihtimal
herkes için söz konusudur. Bu işlere tevessül eden avukatların sayısına toplam
avukatların sayısı içerisinde bakıldığında, bu, yüzde 1'leri bile bulmayacak
kadar küçük bir orandır. Kaldı ki, bir insanın hâkim, savcı, avukat olması çok
da önemli değildir. Bizler düzenlemelerimizi yaparken, kişilerin bulundukları
konumlara bakmamak gibi bir objektifliğe sahip olmak zorundayız. Eğer böyle bakmazsak,
şöyle bir sonuca da varmak elbette mümkündür: Halen, hâkimler, savcılar
hakkında da görevi kötüye kullanma, rüşvet ve benzeri suçlardan açılmış onlarca
dava vardır. Öyleyse, bizim, kişilerin makamlarını, mevkilerini dikkate
almadan, sadece, işlerini yaparken layıkıyla davranıyorlar mı, dürüst
davranıyorlar mı, kaliteli ve dürüst insan olmaya dikkat ediyorlar mı
ilkesinden hareket etmemiz gerekecektir. Aksi halde, yargı mekanizmasının
içinde bulunduğu konumlara göre davranacak olursak, o konumlarına göre,
birilerini daha fazla güvenilir, birilerini de daha az güvenilir görecek
olursak, bu, bizi, fazlaca, devletçi bir anlayışın temsilcileri kılar. Halbuki,
bizler, bir hukuk devletinin yasama üyeleri olarak, bunlardan daha fazla, şuna
dikkat etmek zorundayız: Biz, yargı organında hem karar merciine hem iddia
makamına hem de savunma makamına aynı derecede güvenmek ve aynı derecede de
sahip çıkmak zorundayız. Ümit ediyorum ki bugün yapılacak olan değişiklikle
birlikte bu tür tartışmalara da hep birlikte son veriyor olacağız.
Bugün getirilen tasarıyla şöyle bir
düzenleme yapılıyor: Ceza infaz kurumlarına girecek olanlar kim olursa olsun,
bunların taşıdıkları sıfatlar ne olursa olsun, orada bulunan duyarlı kapıdan
herkes geçmek zorundadır. Eğer duyarlı kapı yoksa elle arama yapılacaktır;
fakat, milletvekilleri Türkiye'nin en üst düzeyde seçilmişleri olması
hasebiyle; mülkî amirler o yörenin en üst düzey yöneticileri olması hasebiyle;
hâkimler, savcılar ve avukatlar da yargı üçlüsünün içerisinde en üstte bulunan
kimseler olması hasebiyle, onların üstlerinin elle aranması seçim hakkına
bırakılmıştır. Eğer her geçişlerinde o duyarlı kapıda ikaz sinyali çalıyorsa, o
zaman, o gün içeriye girmekten vazgeçmek veya üstlerinin elle aranmasına razı
olmak durumunda olacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bu aramalarda
dikkat edilmesi gereken ve yasayla da belirtilen bir husus daha var ki, o da,
bu aramalarda, hiçbir şekilde, insan onuruna saygıyı temel esas olarak kabul
etmekten kimse geri kalmayacaktır.
Tasarının tümü üzerinde yaptığımız bu
değerlendirme sonucunda görüyoruz ki, hem infaz kurumlarının güvenliğini
artırmaya hem de bu kurumlarda bulunan insanların toplumsal yaşama yeniden
hazırlanmasına ve bu kişilerin, gelecekteki yaşamlarına hazırlanırken de,
sıhhatlerinin ve hayatlarının korunmasına yönelik azamî gayretin gösterilmesine
ilişkin, yeni, çağdaş ve Avrupa normlarında bir düzenlemeyi, bugün, hep
birlikte kabul edeceğiz. Öbür taraftan da, uzunca zamandır, özellikle avukatlar
için tartışma konusu olan arama meselesine, bugün, yine birlikte son veriyor
olacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ben, son söz olarak, bu tasarının komisyon çalışmalarını yürüten Adalet
Komisyonu üyesi arkadaşlarıma ve bugün, buradaki çalışmaları yürüten
milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) - Ayrıca,
sizlerin ve aziz milletimizin yaklaşan Kurban Bayramını tebrik ediyor;
bayramların bayram tadında yaşandığı, huzur dolu, mutluluk dolu, barış dolu
nice günleri hepimiz için temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarında alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Külcü.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Niğde
Milletvekili Sayın Orhan Eraslan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve
Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Bilindiği üzere, geçen dönemde,
cezaevlerinde açlık grevleri ve ölüm oruçları yaşandı, dramatik birtakım
olaylar oldu. Bunun üzerine, 57 nci hükümet tarafından, şimdi görüşmekte
olduğumuz konuda bir yasa tasarısı hazırlanarak Parlamentoya sevk edilmişti;
kadük oldu. Bu tasarı, 58 inci hükümet tarafından yenilenerek şimdi huzurunuza
getirilmiş bulunuyor. Bu tasarı, mutlaka bir ihtiyaçtan doğdu; bir hastalık
vardı, o hastalığın tedavisi ihtiyacı doğdu; ancak, acaba teşhis doğru muydu,
bu konuya değinmekte yarar var. Hastalık neredeydi, teşhiste hata yapıldı mı
yapılmadı mı bunu değerlendirmek istiyorum.
57 nci hükümet tarafından hazırlanan yasa
tasarısı, fevkalade tepkisel, tepkiyi içeren bir tasarıydı. Bu tasarı Adalet
Komisyonuna geldiğinde, Cumhuriyet Halk Partili üyeler ve AKP'li üyeler olarak,
oybirliğiyle, bu tasarının bir tepki yasası olduğunu, sakat olduğunu gördük;
doğrusu, insan haklarının kullanılması, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması
açısından önemli sakınca ve sınırlamalar getirdiğini gördük. Bu tasarının bir
alt komisyona sevk edilmesi oybirliğiyle uygun görüldü. Alt komisyonda yapılan
iyi bir çalışmayla, yasa tasarısı, deyim yerindeyse, insancıllaştırıldı,
demokratikleştirildi, insana daha yakın hale getirildi, temel hak ve
hürriyetlerin kullanılmasındaki sınırlamalar bir ölçüde -tamamen demeyi arzu
ederdim- kaldırıldı, kaldırılmaya çalışıldı; ancak, hâlâ, bizim kanaatimizce
önemli sakatlıkları da içermektedir, yeri geldikçe buna değineceğiz.
Şimdi, alt komisyonca yapılan bu
çalışmadan sonra, komisyon çalışması sırasında ne yazık ki, -üzüntüyle ifade
etmek istiyorum- Bakanlıkça, özellikle çok tartışılan 6 ncı madde konusunda,
tasarının geri çekilmesi tehdidinde bulunuldu ve bu koşul içerisinde bazı
antidemokratik hükümleri içermesine rağmen, bazı temel hak ve hürriyetleri
sınırlayıcı hükümleri içermesine rağmen, mevcut durumdan daha iyileşme
sağladığı için bu tasarının bu şekilde geçmesine rıza göstermek zorunluluğu
doğdu.
Evet, yasa önemli eksiklikler içeriyor.
Mesela, Ceza Yasasının 307 nci maddesine 307/a ve 307/b maddeleri olarak
çerçeve 2 nci maddeyle eklenen ekler, kuşkusuz, bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor;
ancak, gerek ceza miktarının yüksekliği, gerekse birtakım muğlak ifadeleri
taşıması uygulamada tereddütleri doğuracaktır ve tartışmalara neden olacaktır.
Keza, çerçeve 3 üncü maddedeki
değişiklikle, esasen, Türk Ceza Kanununun 516 ncı maddesinde var olan bir hüküm
tekrar edilmiştir. Bu da, bir anlamda, Bakanlığın o tepkiselliğini bir ölçüde
devam ettirdiğini göstermektedir.
Çerçeve 5 inci madde ise, bir insanlık
dramı olan ölüm oruçlarıyla ilgilidir. Bu konuda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
olarak, özellikle hekimlik mesleğinin etik kurallarına riayet edilmesi, Dünya
Tabipler Birliğinin, Tokyo ve Malta Bildirgeleri esaslarının dikkate alınması
konusunda ısrarlı davrandık; aynı hassasiyeti, burada hakşinas olmak
durumundayız, AKP'li arkadaşlarımız da gösterdiler. Bu maddenin alt komisyon
çalışması sırasında, müdahalenin ancak bir hekim gözetiminde yapılması
hususunda kanaat birliği yaratmaya çalıştık; fakat, AKP'li arkadaşlarımızın
oylarıyla, ileride çok sakıncalı olacağını gördüğümüz -çerçeve 5 inci maddenin
dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi- gecikmesi hükümlü ve tutuklu için hayatî
tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere hekim gözetimi olmadan da
başvurulabileceğini içeren cümle ne yazık ki tasarı metnine konulmuştur; bu,
yer almamalıydı. Bu cümle, bu maddeyi, ileride sürekli istismara yol açacak
-işte, hekimin gecikmesi söz konusu olabilir, müdahale edememesi durumu
olabilir gibi- istismar edilebilecek bir noktaya getirmektedir.
Değerli milletvekilleri, tasarının
üzerinde en çok tartışılan maddesi ise çerçeve 6 ncı maddesi. Bu madde,
kamuoyunda bilinen şekliyle, avukatların cezaevlerini ziyaretleriyle ilgili
maddedir. Şimdi, bir konuya değinmekte yarar var. Savunma hakkı, avukatlara
tanınan bir hak değildir; savunma hakkı, en temel insan haklarındandır, yaşam
hakkıyla koşuttur; avukatlar, sadece, savunma hakkının kullanılmasında bir
vasıtadır. Bunun için, bu maddedeki imkânı, bu maddedeki çabayı, avukatlara
tanınan bir ayrıcalık, bir istisna gibi görmemek gerekir, işin özü buradadır.
Bir diğer nokta da, esasen, nedense,
Bakanlık bürokrasisi, hep, avukatların cezaevine gireceği şeklinde, cezaevine
girmesi şeklinde işi tasrih etmiştir. Avukat, cezaevine girmiyor, ceza çekilen
bölgelere gitmiyor; avukat, müvekkiliyle görüşmeye mahsus yere gidiyor, mahkûm
ya da tutuklu oraya getiriliyor. Tutuklunun, avukatın yanına getirilmesinde ve
geri götürülmesinde farklı kişilerce, defalarca aranması söz konusudur.
Dolayısıyla, burada, avukatın, yargının bir unsuru olduğu, üstelik kurucu bir
unsuru olduğu unutularak, mahkûmun bir ortağıymış ya da suçlunun bir ortağıymış
muamelesine tabi tutulması, insan haklarına da, Avukatlık Yasasının 58 inci
maddesine de aykırıdır.
Şimdi burada değinmek istediğimiz bazı
noktalar var. Bir ülkede demokrasinin genişliği, seviyesi neyle ölçülür; bunun
en önemli kriterlerinden biri olan savunmanın genişliği ve savunmanın önünde
engellerin olmamasıyla ölçülür. Eğer bir ülkede savunma engellere çarpıyorsa,
savunma engelleniyorsa, orada -kimse kusura bakmasın- demokrasi henüz
gelişmemiştir, tekemmül etmemiştir, tekâmül etmemiştir, eksiktir, yarımdır;
konuyu bu şekilde ortaya koymak durumundayız.
İdare, çeşitli nedenlerle ve çeşitli
anlaşmazlıklar sebebiyle cezaevinde düzeni sağlayamayınca, bunun avukatların
sorumluluğunda olduğu savını, ne yazık ki işlemeye başlamıştır. Benden önce
konuşan arkadaşımızın da belirttiği gibi, Türkiye'de 48 000 avukat var.
Bakanlık yetkililerinden "avukatlar şimdiye kadar içeriye ne soktular,
bildiğiniz olayları bir söyleyin, 48 000 avukat ne soktu" diye sorduğumda,
bana bir metin verildi.
Değerli milletvekilleri, bu metne göre 199
avukat cep telefonu sokmuş; sanırım, bunların içerisinde 199'u değilse de,
belki 195'i, unutkanlıkla olan bir şeydir; benim de başıma geldi, ben de bir
avukatım unutkanlıkla içeriye cep telefonuyla geçtiğim olmuştur; onu, ne sanığa
ne de müvekkilime vermek gibi bir kastım vardı; diğer arkadaşlarımızın da...
Dolayısıyla, 199 avukatın suç işleme kastıyla cep telefonu soktuğunu kimse
savunamaz.
14 avukat bıçak sokmaya teşebbüs etmiş. Bu
bıçakların boyutuna bakmak lazım; çakı mıdır değil midir, unutkanlık eseri
midir, o da ayrı bir şey. Geriye kalan 2 avukat, silah ve mermi, 3 avukat da
esrar; yani, kırksekizbinde 5.
Değerli milletvekilleri, şimdi, bıçakla da
suç işleniyor; hiç üretimi yapılmasın, çok sayıda insan bıçakla öldürüldü; öyle
mi?.. Yani, 48 000 kişilik bir camiada üç beş kişi suç işleyecek diye, camianın
tümünü töhmet altında bırakmaya -töhmet altında kalsın avukatlar, zararı yok;
avukatlar onu taşır, birçok şeyi taşıdıkları gibi- çok temel bir hak olan
savunma hakkını sınırlamaya kimsenin hakkı olmadığını düşünüyoruz.
Şimdi, amacımız, tabiî ki, cezaevlerinde
huzur ve sükunu temin etmek; ama, bunu temin ederken, kantarın topuzunu kaçırıp
savunma hakkını budamamak, insan haklarını budamamak, bunları da işler durumda
tutmak.
Tüm bunlara karşın, savunmada, avukatın
sır tutma mükellefiyeti bu tasarıyla korunmuştur. Belgeleri eskiden olduğu gibi
-ilk tasarıdaki gibi- artık, yetkili yetkisiz herkes inceleyemiyor, savunması
nedir diye bakamıyor; bu tür iyileştirmeler de sağlanmıştır, bir anlamda, üçlü
protokolden bir adım daha ileridir. Açık sözle ifade ediyoruz, gönlümüzün arzu
ettiği yasa değildir, üçlü protokolden bir adım ileridir. Uygun bulmadığımız
noktalara, yeri gelince, maddeler üzerinde görüşme yapılırken arkadaşlarımız
değineceklerdir; ancak, üçlü protokolden, mevcut uygulamadan bir adım ileri
olan bu yasa tasarısına kabul oyu vereceğiz; yani, ölümün yerine sıtmaya razı
olmak gibi bir şey.
Hepinize saygılar, sevgiler sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Eraslan.
Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahıslar adına bir konuşma talebi yoktur.
Böylece, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum:
TÜRK CEZA
KANUNU İLE HAPİSHANE VE TEVKİFHANELERİN İDARESİ
HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı
Türk Ceza Kanununun 30 uncu maddesinin ikinci fıkrasında geçen ikinci
"bir" kelimesi "bin" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Türk Ceza Kanununa 307 nci
maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 307/a ve 307/b maddeleri eklenmiştir.
"MADDE 307/a. - Ceza infaz kurumları
ve tutukevlerine kanuna aykırı olarak, ateşli silah, mermi, patlayıcı madde,
kesici, delici, yaralayıcı, bereleyici alet, yakıcı, aşındırıcı, boğucu,
bayıltıcı, kör edici gaz ve ecza, her türlü zehir ve uyuşturucu madde, cep
telefonu, telsiz ve sair elektronik haberleşme aracı sokanlar, bunları ceza
infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunduranlar veya kullananlar, fiilleri
başka bir suç oluştursa bile ayrıca iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılırlar. Ancak, bu durumda 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesindeki
fiillerden dolayı ceza verilmez.
Birinci fıkrada sayılanların dışında kalıp
da kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç, gereç veya
malzemeyi ceza infaz kurumları ve tutukevlerine sokanlar, bunları ceza infaz
kurumları ve tutukevlerinde bulunduranlar veya kullananlar, altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
BAŞKAN- Efendim, 307/a okundu.
Bu konuda söz isteği var mı?.. Yok.
307/a'yı oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, 307/b'yi okutuyorum:
MADDE 307/b. - Ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların haberleşmelerini,
ziyaretçileriyle görüşmelerini, iyileştirme ve eğitim programları çerçevesinde
eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve
kültürel faaliyetlere katılmalarını, kurum tabibince muayene ve tedavi
edilmelerini, müdafi veya avukat tayin etmelerini, bunlarla görüşmelerini,
mahkemelere veya Cumhuriyet Başsavcılıklarına gitmelerini, kurum görevlileri
ile görüşmelerini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmalarını her ne suretle
olursa olsun engelleyenler, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teşvik edenler,
bu yolda talimat verenler, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı sair her
türlü görüşme ve temas olanaklarını engelleyenler, fiilleri başka bir suç
oluştursa bile, ayrıca bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılırlar.
Hükümlü ve tutukluların beslenmesini
engelleyenler hakkında iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Hükümlü
ve tutukluların açlık grevine veya ölüm orucuna teşvik veya ikna edilmeleri ya
da bu yolda kendilerine talimat verilmesi de beslenmenin engellenmesi sayılır.
Beslenmenin engellenmesi nedeniyle ölüm
meydana geldiğinde faile on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. 456
ncı maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında sayılan bedensel zararların
meydana gelmesi hâlinde ise, faile aynı madde hükümleri gereğince ceza
verilir."
BAŞKAN - Çerçeve 2 nci maddeye bağlı madde
307/b üzerinde söz isteyen var mı? Yok.
Çerçeve 2 nci maddeye bağlı madde 307/b'yi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, çerçeve 2 nci maddeye bağlı madde
307/a ve madde 307/b Yüce Heyetinizce kabul edilmiştir.
Şimdi, çerçeve 2 nci maddeyi, bu maddeye
bağlı madde 307/a ve madde 307/b ile birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - Türk Ceza Kanununun 516 ncı
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ancak eylem, ceza infaz kurumları ve
tutukevlerine ait bina, araç, gereç veya tesislerine karşı işlenirse veya 7 nci
bentteki halde hapis cezası üç yıldan az olamaz."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?..
Yok.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4. - 14.6.1930 tarihli ve 1721
sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunun 10.9.1993 tarihli
ve 524 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılan 3 üncü
maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"Madde 3. - Bu Kanunun 2 nci
maddesine uygun olarak, Adalet ve Sağlık Bakanlıklarınca birlikte belirlenecek
esaslara göre, hükümlü ve tutukluların yaşları, çalıştıkları işin özellikleri,
dinî ve kültürel gerekleri de göz önünde tutulmak suretiyle, sağlıklı ve güçlü
kalmaları için kendilerine nitelik ve nicelik bakımından besleyici, sağlık
koşullarına uygun, yeterli kaloride ve makul çeşitlilikte besin verilir; içme
suyu sağlanır.
Hükümlü ve tutuklular, kendilerine verilen
günlük besin maddeleri dışındaki ihtiyaçlarını ceza infaz kurumları ve
tutukevleri kantininden sağlayabilirler. Kantini bulunmayan kurumlarda bu
maddeler, idarenin izin ve kontrolü altında dışardan sağlanabilir.
Hasta hükümlü ve tutuklulara kurum
tabibinin belirleyeceği besin verilir."
BAŞKAN - 4 üncü madde üzerinde söz
isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 4 üncü madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5. - Hapishane ve Tevkifhanelerin
İdaresi Hakkında Kanunun 10.9.1993 tarihli ve 524 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile yürürlükten kaldırılan 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde yeniden
düzenlenmiştir.
"Madde 4. - Hükümlü ve tutuklular,
hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli
olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı
bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu veya tutukevi tabibince
bilgilendirilirler. Psiko-sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden
vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması halinde,
beslenmelerine kurum tabibince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.
Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya
ölüm orucunda bulunan hükümlü ve tutuklulardan, birinci fıkra gereğince alınan
tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayatî tehlikeye girdiği veya
bilincinin bozulduğu tabipçe belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın
kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastahaneye kaldırılmak suretiyle
muayene ve teşhise yönelik tıbbî araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler,
sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.
Yukarıda belirtilen haller dışında, bir
sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlü ve tutukluların
sağlık veya hayatlarının ciddî tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumu ve
tutukevinde bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir
durumun varlığı halinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum
tabibinin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak kurum tabibinin
zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü ve tutuklu için hayatî
tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar
aranmaksızın başvurulur.
Bu madde uyarınca hükümlü ve tutukluların
sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur
kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.24
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 17.43
BAŞKAN:
Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
43 sıra sayılı kanun tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3. - Türk
Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/304)
(S.Sayısı: 43) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Hazır.
Şimdi, tasarının 6 ncı maddesini
okutuyorum:
MADDE 6. - Hapishane ve Tevkifhanelerin
İdaresi Hakkında Kanunun 10.9.1993 tarihli ve 524 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile yürürlükten kaldırılan 6 ncı maddesi aşağıdaki şekilde yeniden
düzenlenmiştir.
"Madde 6. - Sıfat ve görevi ne olursa
olsun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerine giren herkes, duyarlı kapıdan
geçmek zorundadır. Ayrıca, iç ve dış güvenlik personeli dahil olmak üzere ceza
infaz kurumları ve tutukevlerine girenlerin üstleri metal dedektörle aranır;
eşyaları x-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilir ve
ayrıca şüphe halinde elle aranır. Bu cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve
kontrol elle yapılır. Ancak, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının, avukatların,
milletvekillerinin, mülki amirlerin hiçbir şekilde üstü elle aranmaz. Duyarlı
kapı cihazının ikazının sürmesi halinde bu kişiler elle aranmayı kabul
ettikleri takdirde kuruma girebilirler.
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerine
giren müdafi veya avukatlarca, savunmaya ilişkin olduğu yazılı olarak beyan
edilen belge ve dosyalar aramaya tâbi tutulmaz.
Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza
infaz kurumları ve tutukevlerine sokulması yasak olan eşya, araç, gereç veya
malzemeler çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına
alınır.
Hükümlü ve tutuklular, ziyaret veya
iyileştirme ve eğitim programları dışında herhangi bir sebeple odalarından
çıkış veya dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst veya eşya
aramasına tâbi tutulurlar.
Aramalarda insan onuruna saygı
esastır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ziya Yergök.
Buyurun Sayın Yergök. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana)
- Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 6 ncı madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli üyeler, görüşmekte olduğumuz
tasarı, 57 nci hükümet tarafından hazırlanmış, hatta, Adalet Komisyonunda da
görüşülmüş, kabul edilmiş; ancak, özellikle şu anda görüşmekte olduğumuz bu
maddeyle ilgili olarak barolardan ve avukat arkadaşlardan gelen yoğun tepki
üzerine, yasalaşmamış ve hükümsüz olmuştur.
Bu tasarı, 58 inci hükümet tarafından da
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş, Adalet Komisyonunda ve alt
komisyonda bazı değişikler bazı değişiklikler yapılarak kabul edilmiştir.
Tasarı, hem alt komisyonda hem Adalet Komisyonunda, AKP'li arkadaşlarımızın da
olumlu katkılarıyla -biraz önce tümü hakkında söz alan değerli arkadaşımız,
Niğde Milletvekilimiz Orhan Eraslan'ın da belirttiği gibi- ideal olmamakla
beraber, kısmî bir iyileştirmeye kavuşturulmuştur.
Değerli üyeler, özellikle hükümet tasarısı
biçiminde ortaya çıkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sevk edilen
bu tasarının mantığının altında, avukatları potansiyel suçlu olarak gören bir
anlayış yatmaktadır. Her zaman, her yerde dile getiriyoruz, adalet mülkün
temelidir. Hepimiz biliyoruz ki, buradaki mülk, mal mülk anlamında değil,
devletin ülkesi anlamındadır; adalet, devletin ve ülkenin temelidir; ancak,
savunma da adaletin temelidir. İşte, savunma hakkını kullanan avukatları,
potansiyel suçlu olarak gören, sanığın cüppe giymiş suç ortağı olarak kabul
eden anlayış, ilkel bir anlayıştır, çağdışı bir anlayıştır. Ne yazık ki, Adalet
Bakanlığı bürokrasisine egemen olan anlayış da budur ve bu tasarının altında
onların mantığı ve çabası yatmaktadır.
Değerli üyeler, hükümet tasarısında
"sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerine
giren herkes, duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Ayrıca, iç ve dış güvenlik
personeli dahil olmak üzere ceza infaz kurumları ve tutukevlerine girenlerin
üstleri metal dedektörle aranır; eşyaları x-ray cihazından veya benzeri
güvenlik sistemlerinden geçirilir. Bu cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve
kontrol elle yapılır" şeklindeydi. Adalet Komisyonumuzda buna "ancak,
hâkim ve cumhuriyet savcılarının, avukatların, milletvekillerinin, mülkî
amirlerin hiçbir şekilde üstü elle aranmaz" cümlesi ilave edildi. Bu,
yerinde ve doğru bir düzenlemeydi; ancak "Duyarlı kapı cihazının ikazının
sürmesi halinde bu kişiler elle aranmayı kabul ettikleri takdirde kuruma
girebilirler" cümlesinin ilave edilmesiyle bir kaygımız ortaya çıkmıştır.
İdare tarafından duyarlı kapı cihazı çok hassas bir şekilde ayarlandığı
takdirde, bu duyarlı kapı sürekli ikaz verecek ve oraya gelen avukat veya cezaevine
girecek diğer kişiler ya cezaevine girmekten vazgeçecekler veyahut da elle
aranmayı kabul etmek zorunda kalarak içeri gireceklerdir. Geçmiş uygulamalardan
da yola çıkarak, haklı olarak, bunun idare tarafından kötüye kullanılabileceği
endişesini, kaygısını duyuyoruz.
Yine, hükümet tasarısında "Ceza infaz
kurumları ve tutukevlerine giren müdafi veya avukatlarca, savunmaya ilişkin
olduğu yazılı olarak beyan edilen belge ve dosyalar aramaya tabi tutulamaz.
Ancak, şüphe halinde hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet
Savcısının kararı ile arama yapılır" hükmü vardı. Yine, Adalet
Komisyonunda, isabetli bir şekilde "Ancak, şüphe halinde hâkimin,
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararı ile arama
yapılır" bölümü, verilen önergelerle, oybirliğiyle çıkarılmıştır. Bu
düzenleme, doğru bir düzenlemedir; çünkü, cezaevine gittiğiniz zaman kim
duyacak şüpheyi; ya orada görevli olan jandarma veya infaz koruma memuru ;
hangi bilgisiyle, hangi görgüsüyle, bir avukatın dosyasının ve evrakının
savunmaya ilişkin olup olmadığı hakkında şüphe duyacak, ondan sonra da bu
belgelerin aranması süreci başlayacak?! Bu, yanlış bir düzenlemeydi. Adalet
Komisyonunun kabul ettiği metin, bu anlamda, daha doğru ve daha yerinde bir
metin olmuştur.
Değerli arkadaşlar, biraz önce, sözlerimin
başında da belirttiğim gibi, avukatı potansiyel suçlu gören ve cezaevlerine
giren suç aletlerinin avukatlar tarafından sokulduğu önyargısından hareketle
hazırlanmış bir tasarı söz konusuydu.
Cezaevine, gerçekten, çeşitli suç aletleri
zaman zaman sokulmaktadır; ancak, kabul etmek gerekir ki, bunların çok azından
avukat sorumludur. 2000 ile 2003 yılları arasında, yine Bakanlığın verdiği
rakamlarda, sadece 3 kişi cezaevine bir suç aleti sokmaktan mahkûm olmuştur.
Değerli üyeler, Türkiye'de 48 000 avukat
var. Eğer, son üç yılda, cezaevine en yoğun biçimde giren bu meslek
mensuplarından sadece 3 kişi bu şekilde mahkûm olmuşsa, 48 000 avukata
hukukdışı uygulamayı getirecek bir düzenleme yapmanın haksızlığı da açık ve seçik
ortadadır. Kaldı ki, avukatların üstünün aranması, avukatların belgelerinin
aranması hem ulusal düzenlemeler açısından hem de uluslararası belgeler
açısından yanlıştır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 144 üncü
maddesi "Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi, vekâletname aranmaksızın,
müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duymayacağı bir ortamda
görüşebilir. Bu kişinin müdafii ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz"
hükmünü taşımaktadır. Yine, Avukatlık Yasasının 36 ncı maddesinde "Avukatların
kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse Türkiye Barolar
Birliği ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususu
açığa vurmaları yasaktır" denilmiştir. Yine, Avukatlık Yasasının 1 inci
maddesinde "Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı
serbestçe temsil eder" hükmü vardır. Keza, Avukatlık Yasasının 58 inci
maddesi "Ağır cezayı gerektiren suç halleri dışında, avukatın üzeri
aranamaz" hükmünü amirdir.
Diğer taraftan, 27 Ağustos - 7 Eylül 1990
tarihleri arasında Havana'da toplanan Suçların Önlenmesine ve Suçluların Islahı
Üzerine Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen
Avukatların Rolüne Dair Temel Prensiplerde -ki, bu kısaca Havana Kuralları diye
geçmektedir- avukatların üstünün aranmasını, belgelerinin aranmasını önleyen
düzenlemeler söz konusudur. Keza, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin avukatlık
mesleğinin özgürce yapılmasına ilişkin 9 numaralı tavsiye kararında da,
avukatların üstlerinin ve eşyalarının herhangi bir şekilde aranması,
avukatların zilyetliğinde bulunan dokümanlara veya belgelere el konulması
halinde baroların derhal harekete geçeceğini ifade etmektedir.
Değerli üyeler, cezaevine sokulan çeşitli
suç aletlerinin kimler tarafından sokulduğu konusunda, şu okuyacağım genelge
çok açık bir fikir verecektir. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün, güvenlik önlemleri konusunda 19.9.1995 tarihinde cumhuriyet
başsavcılıklarına gönderdiği genelgenin 5 inci maddesinde aynen şu hüküm yer
almaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Yergök, buyurun, sözlerinizi
tamamlayın lütfen.
MEHMET ZİYA YERGÖK (Devamla)- Tamamlıyorum
Sayın Başkanım.
Adalet Bakanlığı genelgesinin 5 inci
maddesini aynen okuyorum sayın üyeler: "Alınan duyumlardan, tabanca,
bıçak, uyuşturucu madde ve benzeri gibi yasak eşyanın daha ziyade tatil günleri
ve gece mesaileri sırasında cezaevine sokulduğu anlaşıldığından, bu saatlerde
daha hassas davranılması için nöbetçi müdürler ve vardiya başmemurları
uyarılacaktır; gerekirse her türlü aramanın yapılması sağlanacaktır."
Geceleyin ve tatil günleri bu suç aletlerinin sokulduğu belirtilmektedir.
Geceleyin ve tatil günleri avukat cezaevine girmemektedir. Bu genelgenin bu
maddesi bile bu suç aletlerinin avukatlar tarafından sokulmadığını çok açık ve
kesin biçimde ortaya koymaktadır.
Değerli üyeler, benden önce söz alan
arkadaşımın da ifade ettiği gibi, yapılan düzenleme ideal bir düzenleme
olmamakla beraber, üçlü protokolün ötesinde kısmî iyileştirme getiren bir
düzenleme olması nedeniyle, buna destek vereceğimizi ifade ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Yergök.
Değerli milletvekilleri, madde üzerinde
şahısları adına söz isteyen sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat, İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu
ve Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay.
Bildiğiniz gibi, İçtüzüğümüz gereğince iki
sayın milletvekiline söz verebiliyoruz; konuşmayan bir milletvekili olursa,
ondan sonra sırası gelene söz vereceğim.
Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili
Sayın Mehmet Ali Özpolat'ın.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakika.
MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve
Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı, bilindiği gibi, geçen yasama dönemine ait bir kanun tasarısıdır. Yeni
hükümet hiçbir yeni çalışma yapmadan, yeni demokratik açılımlar aramadan, eski
tasarıyı, şimdi yine Meclisimizin gündemine taşımıştır.
Tüm dünyada kabul gördüğü gibi, avukatlık
mesleği, yargı için yadsınamaz bir güçtür. Avukatlık olmazsa yargı olmaz. O
nedenle, bu meslek diğerlerinden farklı ve özel bir öneme sahiptir.
Demokratik sistemin işlemesi, avukatlık
mesleğinin iyi işlemesine bağlıdır. Demokratik sistemin iyi işlemesi, adil
yargılamanın tüm koşullarda birlikte yerine getirilmesi, avukatlık mesleğinin
özgürlük ve bağımsızlık içerisinde yapılabilmesine bağlıdır. Avukatlık
mesleğinin, toplumun hiçbir kesiminden, herhangi bir sebeple doğrudan doğruya
veya dolaylı olarak hukukdışı bir sınırlamaya, tahrike, etkiye, baskıya,
tehdide uğramadan icra edilebilmesi, adil yargılamanın en temel koşuludur.
Ancak, bugün "ağır cezayı gerektiren
suçüstü halleri dışında avukatın üzeri
aranamaz" diyen Avukatlık Yasasının 58 inci maddesi ortadayken,
kararname ve protokollerle, onun üzerinde uygulamalarla savunma mesleği baskı
ve tehdit altına alınmak istenmektedir. Kamuoyunun üçlü protokol olarak bildiği
Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları arasında düzenlenen protokolle, zaten,
ceza ve tutukevlerine girişte avukatlar inanılmaz uygulamalarla karşı
karşıyadırlar. Bugünkü yasa tasarısının ve yapılmak istenen değişikliğin temel
dayanağı da işte bu üçlü protokoldür.
Hafta sonu İstanbul Barosunun tasarı
hakkında bir toplantısına katıldım. Toplantıya birçok ilin baro başkanı da
davetliydi. Savunma mesleğinin sorunlarını dinleme fırsatı buldum. Avukatlar
şikâyetçi, şikâyetleri inanılmaz boyutlarda. Müvekkille görüşebilmek yoğun
sabır ve cesaret gerektiriyor. Birkaç noktada aramadan geçen avukatlar, yüksek
duyarlığa ayarlanmış x-ray cihazından ellerinde kemerleri, ayaklarında lastik
terlikleri ya da yalınayak, görevlilerin önünden onurları zedelenmiş olarak
geçmek durumunda kalıyorlar. Çünkü, cihaz, ayakkabıdaki bir çiviye, bayan
avukatların giysilerindeki en küçük metal aksama bile geçit vermiyor. Avukatlar
bu cihazlardan defalarca geçmek zorunda bırakılıyorlar. İşlem, kişilik
haklarını zedeleyici ve onur kırıcı bir duruma dönüşüyor. Bu durum kimi zaman
öyle bezdirici bir hal alıyor ki, cihazdan defalarca geçmek yerine, neredeyse,
eziyet bitsin diye elle aranılmaya razı olmak gerekiyor. Bu noktada da başka
bir tehlike var; elle arama tacize, küçümsemeye, saygısızlığa dönüştürülüyor.
Üstelik, kadın avukatı kadın görevlinin araması da durumu hafifletmiyor.
Sonuçta, avukatın, bu biçimde, cihazdan bezdirilmesi adil savunma ve
yargılamaya gölge düşürüyor. Görevini yapmaya çalışan avukatın daha işin
başında kişilik haklarına bu denli yoğun saldırı ve darbe alması sürecin
devamını olumsuz etkileyebiliyor.
Avukatların cezaevlerine girerken
aranmalarında özel hükümler bulunmalı; ama, işlemin herhangi bir kişiye değil
de savunma mesleğini yerine getiren kişiye yapıldığı gözönünde tutulmalı;
hiçbir zaman, avukatın evrakları ve çantası aranmamalı, aranamamalı,
dokunmamalı ve üst araması hiçbir surette yapılmamalı, x-ray cihazından
geçişler eziyete dönüşmemelidir. Bu cihazların duyarlılıkları kişilik haklarına
saldırıya dönüşmeyecek şekilde ayarlanabilir. Örneğin, silah arama ya da
benzeri metalleri tespite ayarlamak kural haline getirilebilinir.
Avukatlık Yasasının 58 inci maddesine göre
ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında avukatın üstünün aranmayacağı
hükmü emredici hükümdür. Buna rağmen ve bunun üstünde uygulamalar hukuka
aykırılık taşır. İşte, bu nedenle, 48 000 avukatı temsil eden baroların
görüşleri yansıtılmadan, değerlendirilmeden sonuca gidilmesi çok sakıncalı
olmuştur. Aksi halde, savunma mesleği, adil yargılama ilkesi, giderek,
hukukumuz ve demokrasimiz ciddî yaralar alacaktır. Çünkü, savunma hakkına
duyulan güven demokrasiye duyulan güvendir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özpolat, süre veriyorum; sözlerinizi tamamlayın.
MEHMET ALİ ÖZPOLAT (Devamla) - Bitiriyorum
efendim.
Hak ve özgürlükleri geliştirmek, çağdaş
dünyanın üyesi bir hukuk devleti olmak istiyorsak savunma mesleğinin
saygınlığını korumak zorundayız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özpolat.
İstanbul Milletvekili Sayın Algan
Hacaloğlu.
Buyurun Sayın Hacaloğlu. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Hacaloğlu, süreniz 5 dakika.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan tasarının 6 ncı
maddesinin son cümlesinde "Aramalarda insan onuruna saygı esastır"
denilmektedir; önemli bir tespit. İnsan onuruna saygıyı... Biz, son iki yıl
içinde, 100'ü aşkın tutuklu ve hükümlünün ölüm oruçlarında yaşamını yitirdiği,
koğuşlarda sayısız, sınırsız adi suçların, insan yaşamına yönelik, onuruna
yönelik tehditlerin süregeldiği ve genel anlamda savunma hakkının yeterince
gözetilmediği bir toplumda, bir ortamda, cezaevlerine yönelik getirdiğimiz
düzenlemede, bu maddeyle, aramalarda insan onuruna saygıyı esas almaktayız.
İnsan onurunun korunmadığı, insan onurunun esas alınmadığı bir düzen, hukuk
devleti olabilir mi?!
Anayasamızın 17 nci maddesinde
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan
bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz" denilmektedir. Diyebilirsiniz
ki, o, üst hukuk; şimdi, biz, alt hukukun gereğini yapıyoruz; orada öngörüleni,
maddeye geçiriyoruz. Peki, Türkiye, şimdi mi, bu maddeyle mi hukuk devletine
dönüşecek!
Değerli arkadaşlarım, sorun, sistemdedir;
sorun, hem cezaevi sisteminde hem de ülkemizde, özellikle 12 Eylülle beraber
çökertilen, genel anlamda demokrasi kültüründe ve çıtası düşürülen hukuk
sistemimizdedir.
Cezaevlerimiz, yıllardır sorun kaynağı
olmuştur. Anımsayınız; son ölüm oruçlarından önce -televizyonlara yansımıştır-
törenle, topluca ölüm oruçlarının başlangıcını, bizler, televizyonlarımızda,
başlangıçtan yaklaşık 100 gün sonra, ölümler başladıktan sonra bir şekilde izleyebilmişizdir.
Yani, resmî kesim, onu banda almıştır, bunu, ancak, ölüm oruçları geri
dönülemez noktaya geldiği zaman, bir konunun yanlışını ortaya koyabilmek için,
bir gerekçe olarak sunmuştur.
Evet, insan onuru, her alanda
korunmalıdır; insan onuru, cezaevlerine girişte de, aramalarda da korunmalıdır;
ama, cezaevleriyle ilişkin olduğu için konumuz, burada bir ironinin tespitini
yapmak istiyorum. Bu yasa teklifini sunmuş olan hükümet döneminde yaşanan ölüm
oruçları, temelinde yanlış bir uygulama olmakla beraber, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, biz, daima ölüm oruçlarının karşısında olmamıza rağmen,
gelinen noktada bunun önü
alınamamıştır.
F tipi cezaevleri ölüm oruçlarına gerekçe
olarak göstermiştir. Şudur, budur; işin ideolojik boyutu vardır, başka boyutları
vardır; ama, hukuk devletinde, eğer, biz, Avrupa Topluluğu normlarına yükselmek
istiyorsak, cezaevlerini de o standartlarda geliştirmemiz ve doğal olarak o ortamda aramasını da,
ziyaretleri de, avukatla görüşmeleri de o standartlara çıkarmamız gerekmektedir.
Batı normlarında geceleri, tutukluların ve hükümlülerin güven içinde
kalabilecekleri 1,2,3 kişilik odalar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, mikrofonu açıyorum;
buyurun, devam edin...
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Teşekkür
ederim, bitiriyorum.
...gündüzleri ise, eşzamanlı olarak, aynı
anda, ayırım gözetmeksizin, tüm odaların açılarak, tüm hükümlü veya
tutukluların sosyal yaşamlarını veya kendi eğitimlerini veya meslek
edinmelerini, becerilerini geliştirebilecekleri ortamda gündüzlerini
geçirebilmeleri. Çağdaş cezaevi tipi budur. Bunun, tabiatıyla, maddî boyutları
vardır, diğer boyutları vardır.
Her şeyden evvel, cezaevlerinde görevli
olan kamu görevlilerine, insan onuruna saygılı olmalarını sağlayacak bir eğitim
vermek gerekir. Aksi halde, buradaki söylemle, biz, bazı kamu görevlilerinin,
gereğinde, insan onuruna saygılı olmayan davranışta olduklarını kabul etmiş
oluyoruz; bu ise, kabul edilecek bir şey değil, olamaz.
Ben, Yüce Meclisimizin, uygun bir ortamda,
cezaevlerinin düzeni ve yapısına ilişkin gerekli değişiklikleri de ele alacağı
umuduyla, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Hacaloğlu.
Sayın milletvekilleri, konuşmalar
tamamlanmıştır.
6 ncı madde üzerinde 2 adet önerge vardır.
Önergeleri, önce, geliş sırasına göre
okutacağım, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Türk Ceza Kanunu ile
Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 6 ncı maddesinin 1, 2 ve 4 üncü fıkralarının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Mehmet Kurt |
Mehmet Fehmi Uyanık |
|
Ankara |
Samsun |
Diyarbakır |
|
Sabri Varan |
Yusuf Selahattin Beyribey |
|
|
Gümüşhane |
Kars |
|
"Kurum personeli ve
dış güvenlik personeli dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza
infaz kurumları ve tutukevlerine girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Bu
kişilerin üstleri metal dedektörle aranır; eşyaları x-ray cihazından veya
benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilir, ayrıca şüphe halinde elle aranır. Bu
cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve kontrol elle yapılır. Ancak
milletvekilleri, mülkî amirler, hâkim, cumhuriyet savcıları ve bu sınıftan
sayılanlar, müdafi ve avukatlar, noterler, ceza infaz kurumları ve tutukevleri
kontrolörleri, izleme kurulu başkan ve üyeleri, uluslararası sözleşmelerle
yetkileri tanınmış kişi ve kuruluşların temsilcileri, ceza infaz kurumu ve
tutukevi koruma birlik komutanı ile kurum müdürünün üstleri ağır cezayı
gerektiren suçüstü halleri dışında elle aranamaz. Duyarlı kapı cihazının
ikazının sürmesi halinde bu kişiler elle aramayı kabul ettikleri takdirde
kuruma girebilirler.
Ceza infaz kurumlarına ve
tutukevlerine giren müdafi veya avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı
olarak beyan edilen belge ve dosyalar incelemeye tabi tutulmaz.
Hükümlü ve tutuklular,
odalarından çıkış veya dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve
eşya aramasına tabi tutulurlar."
BAŞKAN - İkinci önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türk Ceza Kanunu ile
Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının Adalet Komisyonunun kabul ettiği metnin 6 ncı maddesinin
1 inci fıkrasına son cümle olarak ilave edilen "Duyarlı kapı cihazının
ikazının sürmesi halinde bu kişiler elle aramayı kabul ettikleri takdirde
kuruma girebilirler" cümlesinin metinden çıkarılmasını saygıyla arz
ederiz. 5.1.2003
|
M. Ziya Yergök |
Orhan Eraslan |
Muharrem Kılıç |
|
|
Adana |
Niğde |
Malatya |
|
|
Feridun Fikret Baloğlu |
Feridun Ayvazoğlu |
Türkân Miçooğulları |
|
|
Antalya |
Çorum |
İzmir |
|
BAŞKAN - Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi
tekrar okutup, işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Türk Ceza Kanunu ile
Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 6 ncı maddesinin 1, 2 ve 4 üncü fıkralarının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz
(Ankara)
ve arkadaşları
"Kurum personeli ve dış güvenlik
personeli dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz
kurumları ve tutukevlerine girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Bu
kişilerin üstleri metal dedektörle aranır; eşyaları x-ray cihazından veya
benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilir, ayrıca şüphe halinde elle aranır. Bu
cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve kontrol elle yapılır. Ancak
milletvekilleri, mülkî amirler, hâkim, cumhuriyet savcıları ve bu sınıftan
sayılanlar, müdafi ve avukatlar, noterler, ceza infaz kurumları ve tutukevleri
kontrolörleri, izleme kurulu başkan ve üyeleri, uluslararası sözleşmelerle
yetkileri tanınmış kişi ve kuruluşların temsilcileri, ceza infaz kurumu ve
tutukevi koruma birlik komutanı ile kurum müdürünün üstleri ağır cezayı
gerektiren suçüstü halleri dışında elle aranamaz. Duyarlı kapı cihazının
ikazının sürmesi halinde bu kişiler elle aramayı kabul ettikleri takdirde
kuruma girebilirler.
Ceza infaz kurumlarına ve tutukevlerine
giren müdafi veya avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı olarak beyan
edilen belge ve dosyalar incelemeye tabi tutulmaz.
Hükümlü ve tutuklular, odalarından çıkış
veya dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tabi
tutulurlar."
BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN
(Zonguldak) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Takdire bırakıyorsunuz.
Hükümet önergeye katılıyor mu?
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) -
Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor.
Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okutalım,
söz mü istiyorsunuz?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe :
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde
asayiş ve güvenliğin daha iyi bir şekilde sağlanması amacıyla kurum personeli
ve dış güvenlik personeli de dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa
olsun, kurumlara giren kişilerin duyarlı kapıdan geçmesi, metal dedektör, x-ray
cihazı veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilmesi ve bunun dışında kalan
hallerde aramanın nasıl yapılacağı konularına ve istisna getirilecek kişilere
açıklık getirilmesi amaçlanmıştır.
Öte yandan, maddede belirtilen bazı meslek
gruplarının özel kanunlarındaki düzenlemelere paralellik sağlamak ve
bazılarının da cezaevi sistemi içerisindeki konumları gereği elle aranmalarının
ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinde mümkün olabileceği düzenlenmiştir.
Ayrıca, savunma yargının vazgeçilmez
parçası olduğundan, savunmaya ilişkin dosya ve belgelerin incelemeye tabi
tutulamayacağı hükmü bağlanmıştır.
Cezaevi iç güvenliği de önem taşıdığından,
hükümlü ve tutukluların odalarından giriş ve dönüşlerinde, ayrı yerlerde ve
farklı memurlarca aramaya tabi tutulacağı hükmü getirilmiştir.
BAŞKAN - Gerekçeyi okuttuk.
Şimdi, önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Efendim, kâtip üyeler, sayımda bir türlü
sonuca ulaşamadılar.
Şimdi, elektronik cihazla oylama
yapacağım.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, iki
arkadaşımızın mutabakat sağlaması şart değil; arada çok ciddî bir fark var;
dolayısıyla, böyle bir arayışa lüzum yok.
BAŞKAN - Sayın Başkan, Başkanlık olarak
böyle bir karar verdik; kararımızı tatbik edeceğiz.
Oylama için 5 dakika süre veriyorum.
Bu süre içerisinde sisteme giremeyen
üyelerin, teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen sisteme
giremeyen üyelerin oy pusulalarını Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önerge
kabul edilmiştir.
Sayın Yergök ve arkadaşlarının vermiş
olduğu ikinci önerge, maddenin birinci fıkrasının son cümlesinin metinden
çıkarılmasını istemektedir; ancak, kabul ettiğiniz önergeyle, bu cümle metinde
kalmıştır. Bu nedenle, ikinci önergeyi işleme alamıyorum.
Şimdi, maddeyi, kabul edilen önerge
doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7.- Bu kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - 7 nci Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8.- Bu kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - 8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının maddeleri
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarının tümü kabul edilmiştir ve kanunlaşmıştır;
hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın Bakanın bir konuşma talebi vardır,
teşekkür etme noktasında.
Sayın Adalet Bakanımız Cemil Çiçek Beyi
davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; bu yasa
vesilesiyle, katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkürlerimi arz etmek
istiyorum.
Evvela, bu yasanın neden gündeme geldiğini
kısaca ifade etmek isterim. Bu yasa, bir tepkiden dolayı gündeme gelmiyor.
Testi kırılmadan tedbir alma anlayışıyla bu yasa gündeme gelmiştir; bunun
altını evvela çizmek isterim. Bir ihtiyaçtır; cezaevlerinde bir defa daha eski
sıkıntıları, eski acıları, ıstırapları yaşamak istemiyorsak, bu neviden düzenlemelere
ihtiyaç vardı. Yasal yetersizliği, yetmezliği, boşluğu ortadan kaldırmak
istiyoruz; bunun için bu yasa gündeme getirilmiştir.
İkincisi, burada ifade edildiği gibi, biz,
58 inci hükümet olarak ve onun Adalet Bakanı olarak, doğruların kabulünde
hiçbir kompleksim yok, hükümet olarak da yok. Doğruyu kim söylerse söylesin,
kimin zamanında gündeme getirilirse getirilsin, biz, o doğrunun takipçisi
oluruz, o yasa tasarısının arkasında oluruz. Elbette, bu yasanın, belli
acıların, belli üzüntülerin ve sıkıntıların arkasından gündeme getirildiği
doğrudur; ancak, belli düzenlemelerden sonra da, çok şükür, belli sıkıntılara
rağmen, şu an, cezaevlerinde huzur ve düzen sağlanmıştır. Temenni ediyoruz ki,
bu yasayla birlikte, burada görev yapan infaz memurlarımız ve bizler, buraların
sevk ve idaresinde daha yetkili ve daha etkili olma imkânına kavuşmuş olacağız.
Şüphesiz, ceza infaz kurumlarıyla ilgili
kurallar belirlenirken, bunların maksadı, cezaevleri içerisinde düzeni
sağlamak, oradaki insanların güvenliğini sağlamak ve orada hükümlü bulunan
insanların cezaların infazından sonra topluma faydalı bir insan olarak
katılmalarını temin etmek maksadıyla yapılmaktadır. Dikkat ederseniz, bu
yasanın 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 5 inci maddelerine baktığınızda, esas itibariyle,
bu maksatlardan birini, ikisini, üçünü karşılamak üzere düzenleme yapılmıştır.
En çok tartışılan konu, 6 ncı maddeyle alakalıdır.
Şüphesiz, burada, maksadı aşan
değerlendirmeler yapıldı. Ben de avukatlık mesleğinden geliyorum. Bugün sahip
olduğum imkânı bu meslekteki kazanımlarıma borçluyum. Bundan dolayı da,
avukatlık mesleğini icra etmiş ve bugün bu noktaya gelmiş bir insan olarak, bu
mesleğin mensuplarıyla ilgili bizim bir peşin hükmümüz olamaz; bu, mümkün
değildir. Tümünü hesaba katarak bir değerlendirme yapmamız da mümkün değildir.
Onun için, burada, maksadı aşan beyanların
bu tasarıyla uzaktan yakından bir alakası da yoktur. Kaldı ki, bir şey daha
ifade etmek isterim. Eğer bu düzenleme yapılmasaydı... Zaten, burada zikredilen
bir protokol var, üçlü protokol; Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı. Bugün getirdiğimiz düzenlemelerden daha ağır birkısım hükümleri
ihtiva etmekte ve bunlar uygulanmakta. Halbuki, bu 6 ncı maddeyle ilgili
düzenleme, muhalefetle birlikte -bizim getirdiğimiz tasarıya rağmen- ortaya
çıkan bir düzenlemedir. Dolayısıyla, üçlü protokole nazaran da daha ileri bir
uygulamayı getirmektedir. Bu protokol yargıya gitmiştir. 15 baro, bu
uygulamanın savunma hakkını kısıtladığı, Anayasaya, yasaya aykırı olduğu iddiasıyla
Danıştaya götürmüştür. Şimdi, biz, burada hukuk adına bir konuşma yapıyorsak...
Anayasanın 138 inci maddesi de gayet açık, orada deniliyor ki, yargı kararları
herkesi bağlar. Bu üçlü protokolle ilgili olarak Danıştay 10. Dairesi, 2000/776
esas 2000/2531 sayılı kararıyla "ceza ve tutukevlerindeki gözetim ve
denetim görevinin en etkin biçimde yapılabilmesi ve avukatlık görevinin her
türlü isnat ve iftiralardan da korunmasını sağlamak amacıyla getirilen
düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir" demiştir. Biz de zaten bunları
düzenlemeye çalışıyoruz. Dolayısıyla, yaptığımız işte hukuka aykırı bir yan da
yoktur. Vicdanen müsterih olabilmeniz açısından -şu an yasalaştı; inşallah,
bunları kullanmaya ihtiyaç olmaz; orada huzur ve sükûn sağlanır; bir defa daha o
acılı günleri yaşamak istemeyiz- bir şeyi ifade etmek istiyorum; acaba, biraz
evvel kabul ettiğimiz yasa, bize mahsus bir yasa mı; 6 ncı maddeyle ilgili
düzenlemeler sadece Türkiye'de mi var?.. Şimdi, her cümlemize başlarken Avrupa
Birliğine bir atıf yapıyoruz, bütün müktesebatımızı Avrupa Birliği normlarına
uydurmaya çalışıyoruz. Bunun için de ne fedakârlıklara katlandığımız hep
beraber ortadadır. Ben, komisyonda da ifade etmeye çalıştım. Bir tartışma açmak
anlamında söylemiyorum; ama, vicdanen müsterih olasınız.
Şimdi, Avrupa Birliği ülkelerinde cezaevi
giriş çıkışlarıyla ilgili uygulamadan birkaç metin okuyacağım. Mesela
Almanya'da, tutuklu ve hükümlüleri ziyaret izni verilmiş olan avukatlar,
güvenlik nedeniyle, dedektör ya da elle aranabilmekte; savunmaya ilişkin
belgelerine bakılmakta; fakat, içeriği incelenmemektedir. Söz konusu belgeler,
idarece verilen bir dosyaya konulmakta; çantaları içeriye sokulmamaktadır.
Birçoğumuzun Almanya'da yakınları var; isterseniz, burada okuduğum bilgileri,
bilvesile oradan da öğrenme imkânı olabilecek; ancak, Alman Ceza Kanununun 129
uncu maddesi kapsamında, terör örgütleri veya mensuplarının avukatı olan
kişilerin beraberinde bulunan belgeler, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
148 inci maddesi gereğince, cezaevinde el konularak hâkime
incelettirilebilmektedir. Ayrıca, avukatla ilgili olarak, tutukluyla yaptıkları
görüşmeler izlenebilmekte, yaptıkları yazışmalar denetlenebilmektedir.
Diğer taraftan, Alman Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununun 138 inci maddesine göre, örgüt üyesi müvekkiliyle ilişkiye
giren ya da gireceğinden haklı olarak şüphe edilen avukatlar, hâkim kararıyla
davadan uzaklaştırılabilmektedir. Alman yüksek mahkemeleri, kararlarında,
tutuklu müvekkillerini ziyaret etmek isteyen avukatların, cezaevi ziyaretçileri
için öngörülmüş bulunan üst baş arama yükümlülüğüne katlanmak zorunda
olduklarını belirterek, açmış oldukları davaları reddetmişlerdir.
İtalya'da, cezaevlerine giren avukatlar,
duyarlı kapıdan geçerek bir metal dedektörle üst aramasına tabi tutulmakta;
eğer, cezaevine yasaklanmış bir şey sokacağına dair bir şüphe varsa, savcının
sözlü emriyle üzerleri de aranabilmekte; bu arama sırasında, savunmaya ilişkin
belgeleri incelenmemektedir; ancak, bu belgeler, avukat tarafından, doğrudan
tutukluya verilmemekte, bir zarfa konularak idareye verilmekte ve idare
tarafından tutukluya verilmektedir. Avukatlar mafya veya terör örgütü
mensuplarıyla açık görüş yapamamakta, aralarında ayrıca cam bulunmaktadır.
Bizde yüz yüze görüşüyorlar.
Belçika'da cezaevlerine giren avukatlar,
meslekî belgesini göstererek duyarlı bir kapıdan geçirilmekte ve çantaları
açılarak içerisinde bulunan belgelere basitçe bakılmakta, şüphe üzerine
üzerleri elle aranabilmekte; ancak, bu arama polis tarafından yapılmaktadır.
Fransa'da, Amerika'da, Kanada'da, Hollanda'da, Danimarka'da, Finlandiya'da,
Norveç'te benzer hükümler var.
Demek istediğim şey, bizim getirdiğimiz
düzenleme, Avrupa Birliği uygulamalarından farklı bir uygulama değil; belki,
bazı noktalarda ondan çok daha fazla bu konuda avukatlık mesleğine duyarlılık
gösteren, savunma hakkının kısıtlanmaması noktasında bir çabanın, gayretin
mahsulü olarak huzurunuza gelmiştir; bunu da bu vesileyle ifade etmek
istiyorum.
Katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkür
ediyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Değerli milletvekilleri, şimdi, Taşınmaz
Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşülmesine
başlıyoruz.
4. -
Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı
Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/393)
(S. Sayısı: 40) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 40 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sıdıka Aydoğan; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA SIDIKA AYDOĞAN (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan
Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun
Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak görüşlerimizi bildirmek
için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisin değerli üyelerini,
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime, 3091 sayılı Taşınmaz Mal
Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanundan kısaca söz ederek
başlamak istiyorum.
Anılan bu kanun, taşınmaz malikinin kim
olduğuna bakmaksızın, sadece ve sadece zilyedi araştıran ve zilyet edinilen
taşınmaza bir şahıs tarafından vaki müdahale karşısında, işbu müdahalenin def'i
ile taşınmazın zilyet edene teslimi konusunda mülkî amirlere yetki veren bir
yasadır.
Bu kanunda, az önce de belirttiğim gibi,
mülkiyet üzerinde kesinlikle durulmaz. Tapuda kayıtlı bir taşınmaz, maliki
tarafından kullanılmayıp başka bir şahıs tarafından kullanılıyorsa, bu durumda
taşınmaz maliki, tapulu yerine vaki tecavüzün önlenmesi için, görevli ve
yetkili mahkemelerde meni müdahale davası açması gerekmektedir.
Ayrıca, yine, üzerinde önemle durulması ve
karıştırılmaması gereken bir diğer konu da, şifahî ya da yazılı kira
sözleşmesiyle bir meskende kiracı konumunda bulunan şahıslara karşı bu yasanın
uygulanamayacağıdır. Bu gibi konularda da, yine, görevli ve yetkili
mahkemelerde dava açmak gerekmektedir.
3091 sayılı Yasa, genel mahkemelerde
uyuşmazlık konusu yapılmış olan olaylarda da uygulanamaz. Sözü edilen yasa,
acil durumlarda, zilyet edilen taşınmaza vaki tecavüzlerde uygulanır.
Şu anda üzerinde konuştuğumuz tasarı, bu
yasanın uygulaması sırasında görülen aksaklıkları gidermek, bir nevi boşlukları
doldurmak üzere hazırlanmış, mevcut 3091 sayılı Yasaya bazı maddelerin
eklenmesine dairdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
3091 sayılı Yasanın uygulaması sırasında, kırsal kesimde çalışan bir avukat
olarak ben de bu güçlüklerle gerçekten karşılaşmış bulunuyorum. Bunu, sizlere
birkaç misalle daha kolay anlatabileceğimi düşünüyorum.
Bir şahıs tarafından zilyet edilen
bir taşınmaz üzerine, başka bir şahıs
bir kondu yapıyor ve içine birkaç parça eşya koyuyor ya da zilyet edilen bir
taşınmaza yine bir başka şahıs bir dam yapıp içine küçük ve büyükbaş hayvan yerleştiriyor veya zilyet edilen
bir taşınmaza başka bir şahıs bir depo yapıp, içine mahsul koyuyor.
Bu gibi durumlarda, zilyedin, kaymakamlık
ya da valilik makamına başvurarak tecavüzü def ettirmesi, mevcut 3091 sayılı
Yasaya göre mümkün; ancak, yetkililerin, taşınmazların içinde bulunan eşya,
hayvan, mahsul vesaireyi, şayet mütecaviz tarafından teslim alınmazsa, başka
bir yere kaldırması, teslim etmesi mümkün değildir. Kaldı ki, bu malların
bozulma ihtimali göz önüne alındığında ya da hayvan ise, bakımı, yemesi, içmesi
düşünüldüğünde, olay daha da vahim hale gelmektedir.
Görüldüğü gibi, bu durumlarda mevcut 3091
sayılı Yasayla sonuca ulaşmak, tecavüzü tam anlamıyla bertaraf etmek imkânsız
hale gelmektedir. Nasıl ki, genel mahkeme kararlarının infazı için, icra
müdürlüklerinin, gerektiğinde yanına polis ve çilingir almak suretiyle kilitli
kapıyı açıp içeriye girme ve içeride bulunan eşyayı muhafaza altına alma,
yediemine teslim etme ve muhafaza altına alınan malı paraya çevirme yetkisi
varsa, 3091 sayılı Yasanın uygulanmasında karşılaşılan bu güçlükleri gidermek
için de, mülkî amirleri bu yetkilerle donatmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu anlamda, Genel Kurula getirilen mevcut
3091 sayılı Yasanın uygulaması sırasında karşılaşılan güçlükleri gidermek
amacına matuf bazı maddelerin eklenmesine ilişkin yasa tasarısına, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi Yüce Heyetinize bildirir,
sevgi ve saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Aydoğan.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Yalova Milletvekili Sayın Şükrü Önder; buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA ŞÜKRÜ ÖNDER (Yalova)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine
Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, Grubum adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve
Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayan,
ancak, kadastro çalışmalarının yetersizliği, arazi yapısı, mahkemelerin aşırı
yükü, başka bir deyişle, ülkemizin sosyal ve hukukî şartları nedeniyle
cumhuriyet döneminde de devam eden taşınmaz mallara yapılan tecavüz ve
müdahalelerin, idarî yolla çözümlenmesi görevi, ülkemizin gelenekleri ve mülkî
idareye duyulan güven nedeniyle vali ve kaymakamlarımıza verilmiştir.
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine
Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun, acil ve henüz mahkemeye
başvurulmamış hallerde, zilyedi bulunan gayrimenkuller üzerinde tasarruf
hakkının sağlanmasının ve gayrimenkullere yapılacak tecavüz ve müdahalelerin
önlenmesini amaçlamaktadır. Ancak, kanunun kabul edildiği 1984 yılından bu yana
yapılan uygulamalarda, istenilen sonuç alınamamıştır. Özellikle, taşınmaz mal
zilyetliğine yapılan tecavüzlerde, mütecaviz tarafından getirildikten sonra
damlı yapılar içinde kalan eşyaların varlığı, zilyedin, taşınmaz maldan gereği
gibi yararlanmasını engellemektedir. Az evvel, konuşmacı arkadaşımızın da ifade
ettiği gibi, bilhassa, canlı hayvan veyahut da uzun süre içeride kalması
durumunda kokacak yiyecek ve sebze gibi maddelerin dışarıya tahliye edilmesi
durumu söz konusu olduğunda, mülkî amirler veya bunların yerine uygulamayı
yapan görevli arkadaşlarımız, çeşitli güçlüklerle karşılaşmaktaydı.
Kanunda, mezkûr eşyaların ne olacağı
yolunda herhangi bir hüküm bulunmaması, lehine men ve teslim kararı verilmiş
olanların mağduriyetine sebep olmaktadır. Diğer taraftan, men kararının infazı
sırasında, teslimin de bu hususu sağlayacak şekilde ve kanunî gayeye uygun olarak
yapılması, yani adlî icra yoluyla, teslime benzer şekilde gerekli tedbirler
alınarak, taşınmazın zilyedine olduğu gibi teslimi gerektiği mütalaa
olunmaktadır. Nitekim, uygulamada da, damlı yapılarla ilgili men kararlarının
infazında, mütecavize ait eşyanın bu görüş ışığında çıkarılarak, zilyedin,
anılan taşınmaza tasarrufu sağlanmaktadır; ancak, 3091 sayılı Kanunda bu konuda
boşluk bulunması sebebiyle, tereddüdün devam ettiği ve kanunun özüne uygun
olarak, uyuşmazlık konusu taşınmaz mal içindeki eşyayı boşalttıran mülkî
amirlerin, bu infaz dolayısıyla ağır bir sorumluluk altına girdiği de tespit
edilmiştir. Bunu önlemek üzere getirilecek ek bir maddeyle, üzerindeki tecavüz
ve müdahale men edilen taşınmaz mal içinde bulunan ve sahibine teslim
edilemeyen eşyanın muhafazası ve açık artırma yoluyla satışının yapılarak,
zilyedin, lehine karar verilen taşınmaz üzerinde tam olarak tasarrufunu
sağlamak suretiyle, kanunun öngördüğü amaca kısa sürede ulaşılacaktır. Bu
nedenle, uygulamaya büyük bir rahatlık getirileceği değerlendirilmektedir.
Grubumuz olarak, bu yasa tasarısına uygun
görüşle olumlu oy vereceğimizi bildiriyorum. Yaklaşan kurban bayramı
dolayısıyla, tüm ulusumuzun ve Yüce Meclisimizin siz değerli üyelerinin kurban
bayramını kutluyorum.
Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Önder.
Şahısları adına söz isteği?.. Yok.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelere geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TAŞINMAZ
MAL ZİLYEDLİĞİNE YAPILAN TECAVÜZLERİN ÖNLENMESİ
HAKKINDA
KANUNA BAZI MADDELER EKLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 4.12.1984 tarihli ve 3091
sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna
aşağıdaki maddeler eklenmiştir.
"EK MADDE 1. - Tecavüz ve müdahalenin
önlenmesi hakkındaki kararın uygulanmasında, kilitli ve kapalı taşınmaz
malların açılması zorunludur.
Gerekirse bu yerler zorla açtırılır, kilit
ve her türlü tertipler kırılabilir. Üzerindeki tecavüz ve müdahale men edilen
taşınmaz mal içindeki mütecavize ait eşyanın boşaltılmasında, durumun
gerektirdiği tedbirler alınır.
BAŞKAN - Ek madde 1 üzerinde söz isteği?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Ek madde 1 kabul edilmiştir.
Şimdi, ek madde 2'yi okutuyorum:
EK MADDE 2. - Üzerindeki tecavüz veya
müdahale men edilen taşınmaz mal içinde bulunan mütecavize ait eşya çıkarılarak
mütecavize, vekiline veya bunlar hazır değilse mütecavizin aile efradından veya
işçilerinden reşit bir kişiye teslim edilir. Bunlardan hiç birinin bulunmaması
halinde, anılan eşya yed'i emin olarak zilyedin uhdesinde muhafaza altına
alınır ve infaz memurunca mütecavize hemen tebligat yapılarak; eşyanın bulunduğu mahalde ise beş ve değilse
otuz gün içinde eşyayı teslim alması, aksi halde eşyanın açık artırma yolu ile
satılacağı bildirilir. Verilen süre içinde teslim alınmayan eşya; kaymakamın,
vali veya yetkili vali yardımcısının emriyle görevlendirilen en az bir memur
veya gerekirse bilir kişiler tarafından yapılacak bedel takdiri ve ilanı
takiben açık artırma yolu ile satılarak, muhafaza ve satışla ilgili bütün
giderler karşılanır. Artan para, mütecaviz hesabına Ziraat Bankasına yatırılır
ve durum kendisine tebliğ edilir."
Bozulması ihtimali bulunan eşya, tebligat
aranmaksızın, miktar tespiti ve bedel takdiri yapıldıktan sonra satılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Ek madde 2 kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi, çerçeve 1
inci maddeyi, ek madde 1, ek madde 2'yle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteği?.. Yok.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve yasalaşmıştır; hayırlı
olmasını diliyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter
Asamblesi Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
raporunun müzakeresine başlıyoruz.
5. -
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Örgütü
Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA)
Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/348) (S.
Sayısı: 39) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Hükümet?.. Hazır.
Komisyon raporu 39 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ'ın söz isteği vardır.
Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Parlamenter Asamblesi Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini sunmak amacıyla huzurunuzda bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1992 yılında
Türkiye'nin öncülüğünde kurulmuş olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, çok taraflı
bölgesel bir ekonomik işbirliği örgütüdür. Kurulma amacı, Karadeniz
havzasındaki ülkeler arasında ticareti ve ekonomik işbirliğini geliştirerek
ekonomik kalkınmaya, refaha ve bölgedeki siyasî istikrara katkıda bulunmaktır.
Üyeleri; Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldava,
Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan'dır.
Değerli milletvekilleri, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinin kuruluş amacı, tahmin edeceğiniz
gibi, üye ülkeler arasında, parlamenterleri bir araya getirerek, siyasî
dayanışmanın güçlendirilmesine yardımcı olmak, bu şekilde, Karadeniz Ekonomik
İşbirliğinin görevlerinin ve öneminin geniş halk katmanları tarafından
anlaşılmasına yardımcı olmak, katkıda bulunmak ve işbirliği alanlarının genişletilip
derinleştirilmesini sağlamaktır.
Bu amaçla, Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Parlamenter Asamblesinin kurulması 26 Şubat 1963 tarihinde İstanbul'da kabul
edilmiştir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinden beklenen
verimin alınabilmesi için de, bir uluslararası sekretarya oluşturulmuş ve
Dolmabahçe Sarayı Harekât Köşkünün selamlık bölümü bu Sekretaryaya bina olarak
tahsis edilmiştir.
Şimdi sizlere sunulan bu tasarıyla, bu
binanın kullanım usul ve kuralları düzenlenmekte, Sekretaryanın ve Sekretaryada
çalışanların statüsü yasal bir zemine oturtulmakta, Sekretaryanın mal varlığına
ilişkin ayrıcalık ve bağışıklıkların tabi olacağı kurallar belirlenmektedir.
Sayın milletvekilleri, ancak, bu işlem,
tam on yıl gibi bir gecikmeyle yapılmaktadır. On yıllık bir gecikmenin izahı,
takdir ederseniz, biraz zor; ama, Karadeniz Ekonomik İşbirliği içerisinde her
şey kaplumbağa hızıyla yürüyor sayın milletvekilleri. Bu durumun nedenlerini
sorarsanız, o zaman biraz gerilere ve bu uluslararası kuruluşun Türkiye'nin
öncülüğünde nasıl ortaya çıktığına bir göz atmamız gerekecek.
Esasında, Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Örgütü, Türkiye'nin, merkezî, jeopolitik konumu açısından ticarî ve ekonomik
ilişkilerini çok yönlü olarak geliştirmesine imkân verecek çok yararlı, hatta,
eşsiz diye nitelendirilebilecek bir platform oluşturmaktadır. Bu eşsiz
jeopolitik konum, Türkiye'nin, hem bir Asya hem bir Avrupa hem bir Karadeniz
hem bir Akdeniz hem bir Balkan hem bir Kafkas hem de bir Ortadoğu ülkesi
olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye'nin, güneyindeki Arap
Yarımadası ve Kuzey Afrika ülkeleriyle de derin, tarihî ve kültürel bağlara
sahip olması da önemlidir tabiatıyla, bu bağlamda.
Buna ilaveten, Türkiye, Asya, Avrupa ve
Afrika Kıtaları arasındaki en kısa hava, deniz ve karayollarının üstünden
geçtiği merkezî bir konumda bulunmaktadır. Uluslararası alanda da
akademisyenler ve yabancı devlet adamları, Türkiye'nin, Karadeniz Ekonomik
İşbirliğini kurmasını alkışlamışlar ve Türkiye'nin, bu Ekonomik İşbirliği
Örgütüyle çok yönlü birleştirici bir köprü ve platform olma özelliğini daima
vurgulamışlardır.
Ne var ki, sayın milletvekilleri,
Türkiye'nin attığı bazı yanlış adımlar nedeniyle, başlangıçta ülkemize büyük
açılımlar vaat eden bu örgütten tam anlamıyla yararlandığımızı söylemek mümkün
değildir.
Değerli milletvekilleri, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütünün oluşmasına kişisel katkımı ve bu kuruluşla ilgili
olarak bilahara atıldığını gözlemlediğim bazı yanlış adımları sizlerle
paylaşırsam, bu kuruluşun vaat ettiği potansiyel ile bugünkü performansı
arasındaki büyük uçurum çok daha iyi anlaşılacaktır.
Karadeniz havzasındaki ülkeler arasında
kurumsal bir işbirliği önerimi, ilk defa, 9 Ocak 1990 tarihinde, Türk Henkel
Firması tarafından düzenlenen "Dünyada Değişimler ve Türkiye" konulu
bir panel toplantısında açıklamıştım. Bu panele, o zaman Sabah Gazetesi yazarı
olan Mehmet Barlas, gazeteci yazar Çetin Altan, Sovyetler Birliği Büyükelçisi
Albert Çernişev ve ben konuşmacı olarak katılmıştık. Benim Amerika'daki
görevimi takiben emekli olmamın üstünden üç ay geçmişti. O tarihte Sovyetler
Birliği henüz dağılmamıştı, Varşova Paktı da ayaktaydı; ama, Gorbaçov'un
politikaları Doğu Avrupa'da bir yumuşamanın zeminini hazırlamıştı sayın
milletvekilleri. Ancak, Türkiye, gelişen yumuşama atmosferini henüz
algılamaktan çok uzaktı, Ankara hâlâ
Sovyetler Birliğini bir numaralı tehdit olarak değerlendiriyor ve dış
politikası ile güvenlik politikası bu tehdit üzerine bina ediliyordu. Bu
bakımdan, toplantıda, ben, Karadeniz Ekonomik İşbirliği fikrini ortaya attığım
zaman salonda bir sessizlik oldu ve herkes emekli Türk Büyükelçisinin bu çılgın
fikri hakkında Sovyet Büyükelçisinin yapacağı yorumu beklemeye başladı.
Sovyetler Birliği Büyükelçisi Çernişev'in tepkisi ise çok olumlu oldu; aynen şu
ifadelerde bulundu: "Sayın Elekdağ'ın fikirlerini ben şahsen çok olumlu
buldum; ama, Moskova ne der bilemem."
Çetin Altan, o günkü konuşmasında şöyle
bir espri yaptı sayın milletvekilleri: "Ben, dünyanın değiştiğini
seziyordum; ama, bu kadarını beklemiyordum. Bir süre önce, ben Sovyetler
Birliğinin 50 nci yıldönümü dolayısıyla bir yazı yazınca, cumhuriyet savcısı,
benim üç yıla mahkûm edilmemi istemişti. Şimdi, şu geldiğimiz noktaya bakın.
Bir yanımda, birkaç ay önceye kadar Amerika'da büyükelçimiz olan Şükrü Elekdağ,
öte yanımda da, Sovyetler Birliği Büyükelçisi Çernişev var ve biz burada,
komünizmden, kapitalizmden ve Sovyetler ile Türkiye'yi iç içe getirecek bir
işbirliğinden bahsediyoruz. Beni hapse atmaya çalışan savcının şimdi aramızda
olmasını çok isterdim; herhalde, burada duydukları küçük dilini yutmasına neden
olurdu."
Toplantının ertesi günü, tanınmış işadamı
Tekfen Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Gökyiğit Çernişev'le karşılaşmış.
Büyükelçi, Gökyiğit'e "Elekdağ'ın önerisi son derece ilginç ve cazip. Bu
fikirden o kadar heyecanlandım ki, dün gece uyuyamadım" demiş.
Ben, bundan sonra, Karadeniz Ekonomik
İşbirliği konusunda bir dizi makale yazdım. Bunların ilki 20 Şubat 1990'da
Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandı. Bu makaleden sonraki diğer makalelerde,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ticareti Geliştirme ve Yatırımları Güçlendirme
Bankası hakkında yazılar yazdım. Bilhassa şu hususu belirttim; dedim ki:
"Bölge ülkeleri arasında ticaret hacminin gelişmesi finansman alanında
karşılaşılan sorunların çözümlenmesiyle doğrudan orantılıdır. Bu amaçla, bir
ticaret ve yatırım bankasının kurulması son derece önemlidir." Önerdiğim
model çokuluslu bir Eximbanktı.
O zaman cumhurbaşkanı olan, rahmetli,
Turgut Özal, 1990 Mayıs ayında Harp Akademileri Komutanlığında yapılan bir
diploma töreninde beni gördüğü zaman, fikrimi fevkalade beğendiğini söyledi ve
benden bu konuda ayrıntılı bir rapor istedi. Raporumu okuduktan sonra da, bu
konuyu resmî bir girişim haline getirmek amacıyla düzenlenen ve ilgili bakanlar
ile üst düzey bürokratların katıldıkları toplantılara benim de katılmamı
sağladı. Bu toplantılarda projeye ilişkin görüşlerimi ayrıntılı biçimde izah
etme imkânını buldum ve birçok rapor sundum.
O dönemde, Devlet Planlama Teşkilatı,
Karadeniz Ekonomik İşbirliğine olumlu bakmıyordu, Dışişleri Bakanı da projeye
kuvvetle karşı çıkıyordu. Bakanlık, soğuk savaşın, artık sona ermek üzere
olduğunu pek algılayamamıştı. Türkiye'yi, ufukta beliren yeni bir dünya
düzenine uydurmak için, atılması gereken adımlar arasında Karadeniz Ekonomik
İşbirliğinin başta gelen bir girişim olduğu pek kavranamıyordu. Bakanlığa göre,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği mevsimsiz bir girişimdi. Türkiye'deki iş çevreleri
ise, fikri benimsediler ve desteklediler. Özellikle, Türkiye-Sovyetler Birliği
İş Konseyinin yıllık toplantısında bu konuda yaptığım konuşma çok büyük ilgi ve
destek gördü. Konseyin Yönetim Kurulu Başkanı rahmetli Nejat Eczacıbaşı'nın
yönettiği toplantıda 150'den fazla Rus işadamı vardı, konuşmamı ayakta
alkışladılar. Gorbaçov'un perestroika yaklaşımı Rusya'da yeni bir hava
estiriyordu. Moskova, Karadeniz Ekonomik İşbirliğini, Rusya'yı Türkiye
üzerinden Batı'ya açacak, açılabileceği, bir koridor olarak görüyordu. Bu
ortamda Karadenizi çevreleyen ülkeler arasında müzakereler başladı, Sovyetler
Birliği dağılınca da, bağımsızlıklarına kavuşan Bulgaristan'dan, Romanya'dan
başka, Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan da, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği müzakerelerine katıldılar.
Sonuçta, Karadeniz Ekonomik İşbirliğini
kuran belge, 25 Haziran 1992 tarihinde Çırağan Sarayında, 11 ülkenin devlet ve
hükümet başkanlarının katılımıyla, görkemli bir törende imzalandı. Bu, çok
medyatik bir olaydı. Böyle medyatik bir olayın odağında olmak, siyasî
liderlerimiz açısından önemliydi. Bu nedenle, zamanın Başbakanı Demirel ile
Cumhurbaşkanı Özal arasında, belgeyi kimin imzalayacağı konusunda bir
anlaşmazlık çıktı. Davetler Özal tarafından yapılmıştı, bu itibarla, evsahibi
olarak konuklarını ağırlaması gerekirdi; Demirel de icradan sorumlu kişi olarak
belgeyi imzalayacaktı, bu doğaldı; ama, rahmetli Özal, bir süredir Karadeniz
Ekonomik İşbirliğinin fikir babalığını üstlenmişti, bu projenin kendi
fikriyatının ürünü olduğunu her konuşmasında dile getiriyor ve projeyi
sahipleniyordu, onun için, belgeyi mutlaka imzalamak istiyordu. Belgeyi
imzalamayınca da toplantıya katılmayı reddetti ve böylece, pek de yakışık
olmayan bir durum ortaya çıktı.
Değerli milletvekilleri, bu girizgâhtan
sonra, kuruluşundan bu yana on yıl geçmiş olan Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin,
bu süre zarfında neler yaptığına bir bakalım. Gerçeği isterseniz, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü, aslî faaliyet alanı olan üyeleri arasında ticaretin
geliştirilmesi hususunda somut bir ilerleme sağlayamamıştır. Karadeniz Ekonomik
İşbirliği gibi bir kuruluşun başarısının en başta gelen göstergesi, üye ülkeler
arasında ticaretin artırılmasıdır.
Yasa tasarısının Meclis Dışişleri
Komisyonunda görüşülmesi sırasında, ilgili Bakanlık temsilcilerinden bu konuda
analitik bir değerlendirme talebinde bulundum. Aldığım yanıt, bu konuda
Karadeniz Ekonomik İşbirliği bünyesinde hiçbir araştırmanın yapılmamış olduğu,
bu konuda hiçbir analitik bir değerlendirmenin olmadığı yolundaydı.
Sayın milletvekilleri, bu yanıt, benim
için olduğu kadar sizler için de şaşırtıcıdır. Bu ne biçim bir bölgesel
ekonomik işbirliği kuruluşudur ki, ticarî alandaki performansını sarih şekilde
ortaya koyan bir değerlendirmeye sahip değildir.
Hadi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Sekretaryası görevini yapmadı, bu konuda dalga geçti diyelim; ama, bu üye olan
devletler, onların bakanları, onların bürokratları, temsilcileri on yıl boyunca
neden bunu hatırlamadılar? Benim bu sorduğumu sormak, onların da hatırına
gelmedi mi? Akla durgunluk veren bir durum.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği niteliğinde
bir bölgesel ekonomik işbirliği kuruluşunun başarısının ikinci göstergesi,
ortak projeler üretmek ve bunların finansmanı için, Dünya Bankası gibi
uluslararası finans kuruluşlarından da finansman sağlamaktır; fakat, gördüğüm
kadarıyla, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, maalesef, bu konuda da sınıfta
kalmıştır. On onbir yıl içerisinde, dişe gelir bir veya iki tane proje
üretmiştir; onun dışında, bu büyük kuruluşa hiçbir şekilde yakışmayacak olan
çerez kabilinden küçük birtakım projelerdir.
Sonuç olarak, bugüne kadar, ortak projeler
alanında da Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin başarılı olduğu söylenemez.
Sayın milletvekilleri, yıllardan beri,
Karadeniz Ekonomik İşbirliğine üye ülkelerin işadamları, vize güçlüklerinden
şikâyet ederler. İşadamları, işlerini takip için, Karadeniz Ekonomik
İşbirliğine üye olan ülkelere gidemediklerini, haftalarca vize beklediklerini
ileri sürerler. İşadamları için bu muamelelerin basitleştirilmesi amacıyla,
bundan on yıl önce girişimlerde bulunuldu; hâlâ, bir sonuç alınmış değil. Bu
ataleti, bu laçkalığı anlamak mümkün mü değerli arkadaşlarım?! İşadamlarının
serbest dolaşımı sağlanmadan, malların ve sermayenin serbest dolaşımı
sağlanabilir mi?! Gördüğünüz gibi, Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin, bugüne
kadar etkin bir ekonomik işbirliği kuruluşu haline geldiği söylenemez. Bunun
birkaç nedeni var: Zamanım azaldığı için, bunları çok kısaca sizlere arz
edeceğim.
Bunlardan bir tanesi, Yunanistan'ın,
Karadeniz Ekonomik İşbirliğine kurucu üye olarak alınmasıdır. Bu, rahmetli
Özal'ın fikridir; maalesef, bu konuda kimseye danışmadan hareket etmiştir ve
Türkiye, uzun yıllar ve hâlâ, bu vahim hatanın bedelini ödemiştir, ödemektedir.
Zira, Yunanistan, Karadeniz Ekonomik İşbirliğinde, Türkiye'nin çıkarlarını
sistematik olarak baltalamıştır, Atina, Türkiye'nin çıkarlarının bulunduğu her
alanda Türkiye'nin önünü kesmiştir. Bunun en açık örneği de, Karadeniz Ticaret
ve Yatırım Bankasının kuruluşunda görülür. Yunanistan'ın tutumu dolayısıyla,
temel görevi bölgeiçi ticaretin gelişmesini sağlamak olan bu banka, yıllar boyu
kurulamamıştır, ancak 1998 yılında kurulabildi; maalesef, uzun bir gecikmeden
sonra ve acıdır ki, Türkiye'nin fikir babası olduğu bu banka da Selanik'te
kuruldu. Üzüntüyü mucip olan bir husustur gerçekten bu; çünkü, banka,
İstanbul'daki Karadeniz Ekonomik İşbirliği sekretaryasına rakip bir kuruluş
niteliği kazanmaktadır.
Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin etkin bir
kuruluş haline gelmesini engelleyen ikinci önemli neden de, Karadeniz Ekonomik
İşbirliğinin, ancak, yedi sekiz senelik bir gecikmeyle, uluslararası
tüzelkişilik kazanabilmesinden ileri gelmiştir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği,
uzun bir süre, yani, sekiz sene, uluslararası statüden mahrum bir teşkilat
olarak yaşamını sürdürmüştür. Yani, bu süre zarfında, Karadeniz Ekonomik
İşbirliği, uluslararası alanda geçerli bir nüfus kâğıdına sahip değildi, yani,
nesebi sahih değildi.
Tüzelkişilik sağlanması hususundaki
işlemler Haziran 1998 tarihinde tamamlandı ve bu konuyla ilgili KEİ şartı da
1999'da yürürlüğe girdi.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği, bu kimlik
zafiyeti dolayısıyla önemli ortak projelerine, Dünya Bankasından ve Avrupa
Kalkınma ve İmar Bankasından finansman sağlayamadı. Bu bankalara başvurduğu
zaman şöyle bir yanıtla karşılaştı: Projeler güzel; ama, siz nesiniz? Kuruluş
belgeniz sadece siyasî bir deklarasyon; parlamentolarınız bu deklarasyonu kabul
etmiş değil, onaylamış değil ve siz, bunu, götürüp, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterliğine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, izin verir misiniz,
mikrofonu açıyorum; buyurun.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Evet,
uluslararası kamu finansal kuruluşlarının Karadeniz Ekonomik İşbirliğine
verdiği cevap buydu, "bizim ilkelerimiz, sizin statünüzdeki bir kuruluşa
kredi vermemizi engelliyor" dediler.
Değerli milletvekilleri, Karadeniz
Ekonomik İşbirliği hakkında kuvvetli eleştirilerde bulunduysam da, bu
kuruluşun, bütün bu gecikmelere ve hatalara rağmen, büyük bir potansiyeli
olduğuna inanıyorum. Başarılı olması, muhakkak ki, temelde, üye ülkelerin,
ortak bir geleceği bina etmenin sorumluluğunun bilinciyle hareket etmelerine
bağlı.
Gerçekte, Karadeniz Ekonomik İşbirliği,
Türkiye'nin dışpolitikasında ve dış ekonomik ilişkilerinin gelişmesinde
yararlanabileceği çok önemli bir levyedir, bir kaldıraçtır. Bu bakımdan,
örgütün gelişip, güçlenmesinde Türkiye'nin büyük yararı vardır; ancak, bunun
için, Türkiye'nin, iyi düşünülmüş ve tutarlı bir politikaya ihtiyacı vardır.
Zamanın dolması nedeniyle, bu konudaki
öneri ve yaklaşımlarımı sizlerle paylaşamıyorum; ancak, yukarıda izah etmiş
olduğum görüşlerle ve Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin büyük potansiyelinin
fiiliyata intikal ettirilmesi için gerekli önlemlerin alınması kaydıyla,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter
Asamblesi Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşmasının onayına
olumlu oy vereceğimizi bilgilerinize sunarım.
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Kars Milletvekili Sayın Zeki Karabayır söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Karabayır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA ZEKİ KARABAYIR (Kars)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti ile
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Parlamenter Asamblesi Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının geneli üzerinde, AK
Parti Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi, kısaca KEİPA, 26 Şubat 1993
tarihinde, Arnavutluk, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya,
Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Türkiye Parlamento başkanlarının İstanbul'da
toplanarak yayımladıkları ortak bir deklarasyonla kurulmuştur. Bu aşamada,
Bulgaristan ve Yunanistan KEİPA'ya gözlemci statüsünde katılmayı tercih
etmişlerdir. Yunanistan asambleye Haziran 1995'te, Bulgaristan ise Haziran
1997'de tam üye olmuştur.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
KEİPA'nın temel fonksiyonları ve amaçları şöyle özetlenebilir: Karadeniz
Ekonomik İşbirliği sürecine hukukî ve siyasal zemin hazırlamak; parlamentolar
aracılığıyla sürece siyasî destek sağlamak; halkların temsilcileri olan
parlamenterler vasıtasıyla KEİ süreci ideallerinin bölge genelinde
benimsenmesini sağlamak; parlamentolar arasında, siyasî, ekonomik, ticarî,
sosyal ve kültürel alanlarda işbirliği, dayanışma, diyalog ortamını yaratarak,
bölge halkları arasında güven ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine,
böylelikle, bölgede barış ve istikrarın tesisine ve korunmasına somut
katkılarda bulunmaktır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; KEİPA
Uluslararası Sekretaryası, on yıldır, Dolmabahçe Sarayı Harekât Köşkünde
çalışmalarını sürdürmektedir. KEİPA'ya, Türkiye Cumhuriyeti tarafından geçici
Uluslararası Sekretarya binası olarak tahsis edilen bu yerin kullanım usul ve
kurallarının düzenlenmesine gerek duyulmuştur. Söz konusu düzenlemeleri de
içeren Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile KEİ Örgütü Arasında KEİPA Uluslararası
Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşması, 25 Nisan 2002 tarihinde Kiev'de
yapılan Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısı sırasında imzalanmıştır.
Evsahibi Ülke Anlaşmasında, KEİPA
Uluslararası Sekretaryasının görev ve işlevlerini daha etkili bir şekilde
yerine getirebilmesi ve KEİPA Sekretaryasının statüsünün yasal bir zemine
oturtulması da amaçlanmıştır. Bu kapsamda, anlaşma hükümleriyle, KEİPA
Sekretaryası olarak kullanılacak bina ve sekretaryanın malvarlığına ilişkin
ayrıcalık ve bağışıklıkların yanında, KEİPA faaliyetleri çerçevesinde
Türkiye'ye gelecek ya da sekretaryada çalışacak kişilerin ve ailelerin geliş gidişleri
ve ülkemizde bulundukları süre içinde tabi olacakları kurallar belirtilmiştir.
Anlaşmada, KEİPA Uluslararası
Sekretaryasının malvarlığının yanı sıra, arşiv, yayın ve haberleşmesine ilişkin
bağışıklıklar da yer almaktadır. KEİPA'nın ilke ve amaçları doğrultusundaki
faaliyetlerin bağımsız bir şekilde yerine getirilebilmesi için tanınan
ayrıcalık ve bağışıklıkların kötüye kullanılmasını önlemek üzere tedbirler de
öngörülmüştür.
Evsahibi Ülke Anlaşması, anlaşmanın
onaylandığının KEİ Uluslararası Daimî Sekretaryasına bildirildiği tarihte
yürürlüğe girmiş sayılacaktır.
KEİ Uluslararası Sekretaryasının
İstanbul'da yerleşik olması nedeniyle, bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi ülkemiz
açısından önem taşımaktadır.
AK Parti Grubu olarak, bu anlaşmayı uygun
bulduğumuzu belirtir, siz değerli arkadaşlarımın ve aziz milletimin Kurban
Bayramını tebrik eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın
Karabayır.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ (KEİ) ÖRGÜTÜ ARASINDA
KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ PARLAMENTER ASAMBLESİ (KEİPA) ULUSLARARASI
SEKRETARYASI İÇİN EVSAHİBİ ÜLKE
ANLAŞMASININ
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
KANUN
TASARISI
MADDE 1. - 25 Nisan 2002 tarihinde Kiev'de
imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği
(KEİ) Örgütü Arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi
(KEİPA) Uluslararası Sekretaryası İçin Evsahibi Ülke Anlaşması"nın
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Şimdi, açık oylamanın şekli hakkında Genel
Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oylama
elektronik cihazla yapılacaktır.
Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu
süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin, teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın
bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullanacağını, oyunun rengini ve
kendisinin adı ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulasını, yine oylama için
öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi Uluslararası Sekretaryası İçin Ev
Sahibi Ülke Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının açık oylamasının sonucunu açıklıyorum:
Oylamaya 216 sayın milletvekili katılmış;
kabul 216.
Tasarı, bu şekilde, kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (1)
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 6 Şubat 2003 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.31