DÖNEM
: 22 CİLT : 1 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
11 inci Birleşim
17 . 12 . 2002 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1. - TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in,
Başkanvekilliği görevine başlaması nedeniyle konuşması
B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Manisa Milletvekili Hüseyin
Tanrıverdi'nin, Yoksullarla Dayanışma Haftasına ilişkin gündemdışı konuşması
2. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut
Yıldız'ın, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri Çiftliğinde yaşayan vatandaşlarımızın
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
3. - Batman Milletvekili Afif
Demirkıran'ın, Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
4. - Başbakan Abdullah Gül'ün,
Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet başkanları ve hükümet
başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP
Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve AK Parti Adana Milletvekili
Ömer Çelik'in aynı konuda grupları
adına konuşmaları
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
1. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve
42 arkadaşının, trafik kazalarına karışan belli bir marka yolcu otobüslerinin
teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme kararlarına müdahale ettiği
iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/7)
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. - Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, CHP
Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, konuşmasında, ileri sürmüş
olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
2. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın,
Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten
farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
V. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, 57 nci Hükümet döneminde afet kapsamına alınan yerler ile
uygulamada ayrımcılık yapıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1)
2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
doğrudan gelir desteği öde-melerine ve çiftçi borçlarına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/2)
3. - Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın,
sigorta eksperliği sınavıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından
(Ali Babacan) sözlü soru önergesi (6/3)
VI. -
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33
arkadaşının Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/2)
2. - Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan
Sarıçam ve 24 arkadaşının Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/6)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açıldı.
Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un,
Dünya İnsan Hakları Haftası münasebetiyle, insan hakları ihlallerinin ve
işkencenin önlenmesinin önemine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır cevap verdi;
Trabzon Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, fındık üreticilerinin sorunlarına ve uygulanması gereken
politikalara,
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, UEFA
Kupasında dördüncü tura yükselmesi nedeniyle Denizlispor Kulübüne Türk Tanıtma
Fonundan maddî destek sağlanması gerektiğine,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 22
arkadaşının, Tuz Gölündeki kirlenmenin (10/5),
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan
Sarıçam ve 24 arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin
(10/6),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/1)
(S. Sayısı : 2 ve 2’ye 1 inci ek) ikinci görüşmesi tamamlandı; yapılan gizli
oylama sonucunda tümünün kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.
17 Aralık 2002 Salı günü saat 15.00’te
toplanmak üzere, birleşime 18.18’de son verildi.
İsmail
Alptekin |
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Yaşar Tüzün |
Mehmet Daniş |
|
Bilecik |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
No. : 11
II. - GELEN KÂĞITLAR
16.12.2002 PAZARTESİ
Tasarı
1. - Yolsuzluğa Karşı
Ceza Hukuku Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/285) (Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
11.12.2002)
Teklifler
1. - Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün'ün; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/6)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 3.12.2002)
2. - Diyarbakır
Milletvekili Osman Aslan ve 3 Milletvekilinin; Bir İl Kurulması Hakkında Kanun
Teklifi (2/7) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 3.12.2002)
3. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın; Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Dahilindeki
İllerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi Hakkında Kanun
Teklifi (2/8) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
11.12.2002)
4. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/9) (Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
11.12.2002)
Rapor
1. - Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri, Adalet ve Anayasa
Komisyonları Raporları (1/282) (S.
Sayısı: 3'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi : 16.12.2002) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. - Mersin Milletvekili
Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinde öncelik kriterlerine ve dekar
başına ödeme miktarının artırılıp artırılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/12) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.2002)
2. - Mersin Milletvekili
Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinin, mülkiyet yerine üretici olma
şartına ve ürün çeşidine göre yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/13) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.2002)
3. - Mersin Milletvekili
Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinin üreticilerin borçlarına
mahsup edilip edilmeyeceğine ve kalan ödemelerin zamanına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/14) (Başkanlığa geliş tarihi :
12.12.2002)
4. - Mersin Milletvekili
Ali Oksal'ın, tabiî afetlerden zarar gören üreticilere verilen destek ile tarım
ürünleri ithalatına kısıtlama getirilip getirilmeyeceğine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/15) (Başkanlığa geliş tarihi :
12.12.2002)
5. - Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt'ün, Kars-Tiflis Demiryolu Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
sözlü soru önergesi (6/16) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.2002)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - İstanbul
Milletvekili Emin Şirin'in, BDDK'nın Demirbank tasarrufuyla ilgili Devlet
Denetleme Kurulunun bir rapor hazırlayıp hazırlamadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/36) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
2. - İstanbul
Milletvekili Emin Şirin'in, Merkez Bankasının müdahalesiyle Demirbank'ın Fona
devrinin önlenip önlenemeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/37) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
3. - İstanbul
Milletvekili Emin Şirin'in, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun BDDK hakkındaki
raporunun işleme konulup konulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/38) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
4. - İstanbul
Milletvekili Emin Şirin'in, BDDK üyeleri hakkında savcılığa soruşturma izni
verilip verilmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/39) (Başkanlığa geliş tarihi :
12.12.2002)
5. - İzmir Milletvekili
Hakkı Akalın'ın, İzmir Karşıyaka-Çiğli bölgesinin hastane ihtiyacına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/40) (Başkanlığa
geliş tarihi : 12.12.2002)
6. - Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Makedonya'daki Ata-Evinin müze ev olarak yeniden
inşa edilmesine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/41)
(Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
7. - Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü'nün, Tekirdağ'da yürütülen kazıların ödeneklerine ve
Tekirdağ Müzesinin personel ihtiyacına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru
önergesi (7/42) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
8. - İzmir Milletvekili
Hakkı Akalın'ın, İzmir'in bazı ilçelerindeki yapımı bitirilemeyen hastane
inşaatlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/43) (Başkanlığa
geliş tarihi : 12.12.2002)
9. - Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, Antalya-Kale İlçesinde yaşanan doğal afetle ilgili yardım
yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/44) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
10. - Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Zorunlu Tasarruf Fonuna ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/45) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
11. - İzmir Milletvekili
Ali Rıza Bodur'un, İzmir İlindeki bazı su işleri projelerine ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/46) (Başkanlığa geliş tarihi
: 12.12.2002)
12. - Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş'in, Ankara-Kızılay-Çayyolu metro projesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/47) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.2002)
No. : 12
17.12.2002 SALI
Sözlü Soru Önergeleri
1. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ve Ekinözü
ilçelerinde polis teşkilâtı kurulup kurulmayacağına ilişkin İçişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/17) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
2. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'taki otoyol ve bağlantı yolları
çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi
(6/18) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
3. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta iş mahkemesi kurulup
kurulmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/19)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
4. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta Bölge Çalışma Müdürlüğü ve
İş Müfettişleri Grup Başkanlığı kurulup kurulmayacağına ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/20) (Başkanlığa geliş tarihi
: 16.12.2002)
5. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, TSE'nin Kahramanmaraş'ta tekstil laboratuvarı
kurup kurmayacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi
(6/21) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
6. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş il merkezinin SSK hastanesi
ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi
(6/22) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
7. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi öğretim
elemanlarının lojman ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/23) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
8. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi 2003
yılı yatırım programına bazı projelerin dahil edilip edilmeyeceğine ilişkin
Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/24) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.12.2002)
9. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta Vakıflar İl Şube Müdürlüğü
kurulup kurulmayacağına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Mehmet Ali Şahin) sözlü soru önergesi (6/25) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.12.2002)
10. - Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesindeki
öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/26) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Birecik Barajı suları altında kalan Halfeti
İlçesinin yeni yerleşim merkezine nakledilmesine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/48) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)
2. - Ankara Milletvekili
Ersönmez Yarbay'ın, Ankara'nın bazı ilçe ve köylerinde görev yapan
öğretmenlerin aldıkları raporlara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/49) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
3. - Samsun Milletvekili
Suat Kılıç'ın, TEKEL ile ilgili çeşitli iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/50)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
Meclis Araştırması Önergesi
1. - Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya ve 42 Milletvekilinin, trafik kazalarına karışan belli bir marka
yolcu otobüslerinin teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme kararlarına
müdahale ettiği iddialarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/7) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
17 Aralık 2002 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN- Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 11 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1. - TBMM
Başkanvekili Nevzat Pakdil'in, Başkanvekilliği görevine başlaması nedeniyle
konuşması
BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulun, yöneteceğim bu ilk oturumunda, 28 Kasım 2002
tarihli 5 inci Birleşimde değerli oylarınızla Başkanvekilliğine seçilmiş
olmamdan dolayı siz saygıdeğer milletvekillerine teşekkür ediyorum.
Yeni bir parlamento yeni
bir ümit demektir. Bu Parlamento, iktidarıyla ve muhalefetiyle gelecek
nesillere örnek teşkil edecek yeniliklere imza atarak halkımızın umutlarını
boşa çıkarmayacaktır. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün
muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ideali etrafında hep birlikte daha güçlü
bir Türkiye için gayret sarf edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanvekili olarak, yöneteceğim oturumlarda tarafsızlık ilkesine bağlı
kalarak, ülkemizin ve milletimizin menfaatlarının korunması konusunda gerekli
duyarlılığı göstereceğimi belirtir, Yüce Heyetinize saygılar sunarım.
(Alkışlar)
Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır.
Hükümet bu konuşmalara
cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz,
Yoksulluk Haftası münasebetiyle söz isteyen Manisa Milletvekili Hüseyin
Tanrıverdi'ye aittir.
Buyurun Sayın Tanrıverdi.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Manisa
Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi'nin, Yoksullarla Dayanışma Haftasına ilişkin
gündemdışı konuşması
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; sözlerimin başında
hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, içinde bulunduğumuz yeni yasama
döneminin ülkemize, milletimize ve Meclisimize hayırlar getirmesini diliyorum.
12-18 Aralık günlerinde,
Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı koordinatörlüğünde sivil toplum örgütlerince
düzenlenen Yoksullarla Dayanışma Haftası münasebetiyle, ülkemizdeki yoksulluk
ve yoksulluğun giderilmesi için alınması gereken tedbirler konusunda
görüşlerimi açıklamak amacıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi, tekrar, saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ekonomik krizin başgösterdiği son iki yıllık dönemde
siyasetçiler, ekonomi bürokratları ve iktisatçılar ekonomi adına sadece para,
borsa, döviz ve faizi gündemde tutmuşlar, finans sektörünün sorunlarını her
şeyden daha çok önemsemişler, halkımızın içinde bulunduğu yoksulluk ve işsizlik
sorunuyla, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve bölgeler arasındaki ekonomik
farklılıklara çözüm bulma arayışını önemsememişlerdir. Ne var ki, yaşadığımız
ekonomik krizlerin üretim ve bölüşüm sonrasındaki olumsuz etkileri kısa sürede
kendisini göstermiş, pek çok işyeri kapanmış, var olan işsizlerin sayısı
artmış, açlık ve yoksulluk toplumsal barışı ve halkımızın yaşama umutlarını yok
etmeye başlamıştır.
Yoksulluk, toplumumuzun
kanayan yarasıdır. Ülkemizde yaşanan ekonomik krizlerin de etkileriyle yüz yüze
geldiğimiz işsizlik ve üretimsizlik, var olan yoksulluk gerçeğini her geçen gün
daha da derinleştirmektedir.
Nüfusumuzun üçte 1'i,
yoksulluk sınırı altında bir gelirle hayat mücadelesi vermektedir. Devlet
Planlama Teşkilatı verilerine göre, ülkemiz nüfusunun yüzde 38'i yoksuldur. Bu
insanlar, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, günde 1,5 dolar gelire dahi
sahip değillerdirler.
Ülkemizde, kişi başına
düşen millî gelir, 1999 yılında 3 000 dolar düzeyindeyken, bugün 2 100 - 2 200
dolar düzeyine gerilemiştir. Bu rakamlar bile, birkaç yıl içerisinde ne kadar
yoksullaştığımızı göstermektedir.
Yoksulluk, milyonlarca
çocuğun ölümüne yol açmakta, daha fazla sayıda çocuğun da okula gidememesine,
hastalanmasına veya işçi olarak çalışmasına neden olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yoksulluk, bütün sosyal yaraların kaynağıdır. Gelir dağılımı
adaletsizliği ve işsizlik gibi konularda, sosyal politikalardan yoksun olarak
topluma sırtını dönmüş yönetimlerin izlediği ekonomik politikalar, çığ gibi
büyüyen ve önü alınamayan sosyal yaraları saramamıştır.
Ülkemizde yaşanan yüksek
enflasyon, özellikle sabit gelirlilerin giderek yoksullaşması anlamına gelmektedir.
Sürekli derinleşen ekonomik kriz, kronik hale gelen enflasyon ve artan kamu
açıkları, mütemadiyen, gelir dağılımını bozmuş ve yoksulluk düzeyini
yükseltmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yoksulluğu, en genel anlamıyla, insanca yaşamak için gerekli
olan asgarî gelir düzeyine sahip olamama durumu olarak tarif edebiliriz. Bu
anlamda, yoksulluğu, insanların beslenme, barınma, giyim, eğitim, sağlık ve
benzeri ihtiyaçlarını yeterli düzeyde karşılayamamaları biçiminde anlamak doğru
olacaktır.
Son iki yıl içinde
yaşanan ekonomik kriz, milyonlarca çalışanın işini kaybetmesine neden olmuştur.
Bu dönemde, mevcut yoksullar arasına yeni yoksullar eklenmiştir. Sosyal
güvenlik sisteminin yetersiz olduğu ve özellikle, gerçek anlamda işsizlik
sigortasının bulunmadığı bir ortamda, işsizlik, mutlak yoksulluk anlamına
gelmektedir.
Kısaca ifade edecek
olursam, bir taraftan millî gelir hızla düşerken, diğer taraftan gelir dağılımı
da giderek bozuluyor. Bunun anlamı, daha çok yoksul, daha aç ve daha mutsuz bir
toplum demektir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HÜSEYİN TANRIVERDİ
(Devamla) - Her mutsuzluğun altında yoksulluk yatar gerçeği akıldan
çıkarılmamalıdır. Bilinmelidir ki, aç kalan insanlar, zaman içinde, kendi
değerlerini yer ve bitirirler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, yoksulluğu önlemeye
yönelik politikalar gündeme gelmektedir. Yoksullukla mücadelenin gereği gibi
yapılabilmesi için, öncelikli olarak, ülke genelini kapsayan ciddî gelir
dağılımı araştırmalarına ihtiyaç vardır.
Bu gerçeğin ifadesinden
sonra, yoksullukla mücadelenin iki boyutlu olarak düşünülmesi gerektiğini
vurgulamak isterim. Yoksullukla mücadelenin birinci boyutunu, sayısal olarak
yoksulluğun azaltılması oluşturmalıdır. Buna göre, yoksulluğu önlemeye
yarayacak olan ekonomik kalkınmayı kalıcı biçimde gerçekleştirip, millî geliri
yükseltmek, gelir dağılımında adaleti ve ekonomik büyümeyi sağlamak
gerekmektedir; yani, yoksulluğu önlemenin en etkili yolunun, ekonomik büyümenin
sağlanması olduğunu önemle vurgulamak isterim.
Yoksullukla mücadelenin
ikinci boyutu ise, yoksulluğun etkisini azaltmak biçiminde olmalıdır. 58 inci
hükümetimizin açıkladığı program ve acil önlemler bildirgesinde, yoksullukla
mücadele çerçevesinde, kısa ve orta vadede alınacak ve uygulamaya konulacak
tedbirler arasında bu hususlar yer almaktadır. Hükümetimizin bu yöndeki
çabalarının etkileri ve olumlu sonuçlarını kısa sürede görebileceğimize
inanıyorum.
Toplumsal açıdan
baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, hatta öncesinde, yoksullara
yardım konusunun, devlet yanında vakıf müessesesi aracılığıyla, bugünkü
ifadesiyle sivil toplum kuruluşları eliyle yerine getirildiğini görüyoruz. Bu
geleneğin bugün de önemli oranda devam ettirildiğini söyleyebiliriz.
Yoksulluğun önlenmesi
kapsamında, kamu kaynakları yanında gönüllü kuruluşların teşvik edilmesinde
sayısız faydalar vardır. İnsanlararası dayanışma ve işbirliğinin gelişimi,
toplumu ayakta tutan değerlerin yaşatılması ve geliştirilmesi, bir yandan
yoksulların dertlerine çare bulunmasının yollarını açarken, diğer yandan
toplumsal dokunun güçlenmesine ve dolayısıyla, toplumsal kriz riskinin
önlenmesine katkı sağlayacaktır.
Kamusal açıdan
bakıldığındaysa, Türkiye'de himayeye muhtaç kesimlere yardım yapan ve hizmet
götüren kurumların başında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gelmektedir. Yoksullara yardım amacıyla
kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, yoksullukla mücadele
kapsamında önemli bir kuruluştur.
Hükümetimiz zamanında bu
kuruluşlara ayrılan kaynakların artırılması ve kaynakların tamamının, yoksullar
için, adil ve gerçek ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılması sağlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özetle ifade etmem gerekirse, bütün sosyal sorunların
kaynağını kurutmanın yegâne yolu, yoksullukla mücadele için adaletli bir gelir
dağılımı yaklaşımını ve üretici bir anlayışı, politik çabalarımızın, siyaset ve
yönetim anlayışımızın merkezine taşımaktır.
Yeni dönemde,
hükümetimizin, sivil toplum kuruluşları ve halkımızla elbirliği içerisinde,
yoksullukla mücadele edeceği umudu ve inancı içerisindeyim. Bu umut ve inançla,
hepinize tekrar saygılar sunuyorum.
"Yoksullukla
Mücadele Stratejileri" adı altında, Hak-İş Konfederasyonu tarafından
hazırlanan bu değerli yayını, Sayın Meclis Başkanımıza takdim etmek istiyorum;
parti gruplarımıza da birer tane takdim edeceğim.
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Tanrıverdi.
Gündemdışı ikinci söz,
Ceylanpınar Üretme Çiftliğinde yaşayan yurttaşlarımızın sorunları hakkında söz
isteyen Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'a aittir.
Buyurun Sayın Yıldız.
(Alkışlar)
2. -
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri
Çiftliğinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
MAHMUT YILDIZ (Şanlıurfa)
- Sayın Başkan ve saygıdeğer milletvekilleri; peygamberler şehri ve GAP'ın
başkenti olan Şanlıurfamızın Ceylanpınar İşletme Çiftliğinde yaşayan, göçer
dediğimiz 5 185 yurttaşımızın çağdışı yaşam koşullarını bilgilerinize sunmak ve
sorunlarına çözüm bulmak için gündemdışı söz almış bulunmaktayım.
Ceylanpınar İşletme
Çiftliği, 1943 yılında, artan nüfusun beslenebilmesi için gerekli hububatın
temin edilmesine yönelik, boş hazine arazilerinin değerlendirilmesi
düşüncesiyle tesis edilmiş olup, 1950 yılına kadar ziraî kombinalara, 1984
yılına kadar da devlet üretme çiftliklerine bağlı olarak çalışmış, 1984 yılında
çıkarılan 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Tarım İşletmeleri Genel
Müdürlüğüne bağlanmıştır.
Türk çiftçisine kaliteli
ve döl kademesi yüksek tohum, fide, fidan, damızlık hayvan temin etmek, gelişen
tarım teknolojisini yakından takip ederek, modern çiftçilikte üretimi artırmak
ve öncülük yapmak için kurulan bu işletmenin alanı 1 752 259 dekardır. Bu
işletmede, ayrıca, 1 632 baş sığır, 26 843 baş koyun ve 726 baş ceylan
beslenmektedir. Çalışan işçi ve diğer personel sayısı ise 1 129'u geçici, 416
kişisi de daimî olmak üzere toplam 1 545'tir. Görevini tamamlamış bu işletmenin
son iki yıldaki zararı ise 19 trilyondur.
Özelleştirmeye hız
vereceğini taahhüt eden hükümetimizin, GAP Projesiyle sulanması düşünülen bu
araziyi topraksız çiftçimize dağıtmasında, ülke kaynaklarının değerlendirilmesi
açısından yarar görmekteyim. Bu uygulamayla, aynı zamanda her aileye 100 dönüm
arazi verdiğimizde, yaklaşık olarak 15 000 aileye; yani, ortalama 60 000-70 000
insanımıza iş imkânı sağlamakla birlikte, bu insanların şehir varoşlarında
yoksulluğa terk edilmesini de önlemiş oluruz.
İnsanlık faciasının
yaşandığı, diktatörlerin bile insanına reva görmediği, insan haklarıyla,
demokrasiyle, İslam dinimizle bağdaşmayan bir yönetim anlayışına terk edilen bu
5 185 kişi -mensup olduğu 800 ailesiyle birlikte- 30 köyde yaşama savaşı
vermektedir.
Değerli milletvekilleri,
hepiniz takdir edersiniz ki, yaşamak demek, bu insanlarımızın yaptığı gibi,
nefes alıp vermek demek değildir; yaşamak demek, insanların etnik yapısına,
mezhebine, rengine, mevkiine, yaşadığı coğrafyasına, zenginliğine ve
fakirliğine bakılmaksızın, insanın onurluca yaşadığı, insana ait olan
değerlerin verildiği, devletin ezen, dışlayan, işkence yapan, insanları kendi
kaderine terk eden yüzü yerine, şefkatli, babacan, sahiplenen yüzüyle; yani,
"insanı yaşat ki, devlet yaşasın" anlayışıyla idare edilmek demektir.
"Göçer"
dediğimiz bu insanların yaşadığı köylerin elektriği, suyu ve altyapıları
olmadığı gibi, nüfus artışlarına rağmen, konut yapma müsaadesi verilmemektedir.
Sağlık koşulları nedeniyle hayvanların bile içinde yaşamasına izin verilmeyen,
kerpiçten yapılan, tuvaleti olmayan bu toprak evlerin onarımına ve kırılan
camların yerine takılmasına müsaade edilmemektedir. Bu uygulamayla, bu
insanlar, içmesularını, devletin açtığı kuyulardan, parayla satın almaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MAHMUT YILDIZ (Devamla) -
Bu insanlarımız, tek geçim kaynağı olan hayvanlarının işletmeye ait meralara
girmesiyle, sınır tecavüzü neticesinde, her gün maddî ve manevî işkencelere
tabi tutulmaktadırlar.
Aynı Ceylanpınar
İlçemizde iskân edilen Afganlı göçmenlere, model evlerle birlikte, hayvanlarına
-bizim yurttaşlarımızın içerisinde yaşadıkları konutlarına göre- villa sayılan
ahırları yapmış bulunmaktayız. Hem arazi vermişiz hem de iş vermişiz. Bu farklı
uygulamayı gören yurttaşlarımızın büyük bir kısmı Afgan göçmeni olma özlemi ve
arayışı içindedirler.
Ortaçağdaki bu yaşam
koşullarını 21 inci Yüzyıla taşımak ve gümrük birliği ile girdiğimiz Avrupa Birliğine
ait apartmanın bodrum katından normal kata taşınmak için, bölgeler arasındaki
bu farklı uygulamayı kaldırmak zorundayız.
Değerli milletvekilleri,
bu sorunu çözmek için, Ceylanpınar Tarım İşletmesinde iskânların sağlanmasına
yönelik çalışmalar derhal başlatılmalıdır. Aşiretlerin sosyal ilişkileri
araştırılarak, 25-30 yerleşim birimi yerine, bu insanlarımızı 7-8 ünitede
toplulaştırılabilmenin daha uygun olacağını ve tarımsal iskân projesinin acilen
planlanması gerektiğini düşünüyorum.
Şanlıurfa, GAP'ın
başkenti olmasına rağmen, geri kalmışlığı ve fakirliği yenememiştir. Çiftçisi,
tarlasını ekebilmek için, doğrudan destekleme primini almak için beklemeye
girmiştir. Urfa ve doğrudan destekleme primini alamayan iller, hükümetin bu
konuda hassas ve adil davranacağını beklerken, maalesef, Kayseri'ye bayram
öncesi sıradışı gönderilen destekleme primiyle hayal kırıklığına uğramışlardır.
Kayserili vatandaşlarımızın alacağını almasına karşı değiliz; fakat, bölgeler
ve iller arasındaki bu farklı ve yanlış uygulamalara son verilmesini istiyoruz.
Bu düşüncelerimle siz
değerli Meclisimizi saygılarımla selamlar, hepinize iyi günler dilerim.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Yıldız'a
teşekkür ediyorum.
Gündemdışı üçüncü söz, 14
Aralık Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin sorunları konusunda söz
isteyen Batman Milletvekili Afif Demirkıran'a aittir.
Buyurun Sayın Demirkıran.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
3. - Batman
Milletvekili Afif Demirkıran'ın, Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)-
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz cumartesi günü, bütün dünyada
olduğu gibi, ülkemizde de çeşitli etkinliklerle kutlanan 14 Aralık Madenciler
Günü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her ne kadar 58 inci Cumhuriyet Hükümetinin Programında
madencilik sektörü, reform niteliğinde olan bazı ana başlıklarla yer almış olsa
dahi, ülkemiz madenciliğinin içinde bulunduğu durumun tespitini, bazı
problemlerini ve çözüm önerilerini Yüce Heyetinizin dikkatine arz etmek için
karşınızda bulunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; doğal kaynakların insan ve toplum yaşamındaki önemi
malumunuzdur. Yaşamı fonksiyonel hale getiren araç ve gereçlerin yüzde 99'u
doğal kaynaklardan, özellikle madenlerden sağlanmaktadır. Toplumların refah ve
gelişmişlik düzeyleriyle, madencilik faaliyetleri arasında çok yakın bir ilişki
bulunmaktadır. Madencilik faaliyetleri ve maden ürünleri medeniyetin doğuşunu
sağladığı gibi, uzay çağı ve sanayi ötesi bilgi toplumunun doğuşuna da vesile
olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkelerin kalkınma ve ekonomik gelişiminde önemli yeri olan
madencilik ve entegre üretim sanayii önemli katmadeğer yaratmaktadır. Gelişmiş
ülkelerde gayri safî millî hâsılada madenciliğin payı, Amerika Birleşik
Devletlerinde yüzde 4,2, Almanya'da yüzde 4, Kanada'da yüzde 7,5, Avustralya'da
yüzde 8,7 olup, bu pay Türkiye'de ise sadece yüzde 1,2 seviyesindedir.
Esasen, ülkemiz,
madenciliğin hak ettiği gelişimi göstermesi halinde, sosyal sorunlarımızın
başında gelen bölgelerarası gelişmişlik farkı ve bunun yarattığı içgöç ve
işsizlik kendiliğinden giderilmiş olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, maden kaynakları ve çeşitliliği açısından oldukça
zengindir. Yetersiz aramalara karşın, bor mineralleri, ponza, toryum ve zeolit
gibi madenlerde dünyanın en büyük rezervleri ülkemizde bulunmaktadır. Krom,
manyezit, mermer, trona, feldispat, selestin, barit ve bazı endüstriyel
minerallerin üretimi ve rezervinde de ülkemiz, dünyanın söz sahibi ülkeleri
arasında yer almaktadır.
Değerli arkadaşlar,
mevcut verilerle -petrol ve doğalgaz hariç- ülkemiz yaklaşık 2 trilyon dolar
maden varlığına sahiptir. Gerekli yatırımlar yapıldığı takdirde, önümüzdeki 10
yıl içerisinde 4,6 milyar doları ihracat olmak üzere, yıllık madencilik
gelirinin 11 milyar dolara; 20 yılın sonunda ise, 17,3 milyar doları ihracat
olmak üzere, 34,2 milyar dolara yükseleceği hesap edilmektedir.
Buna mukabil, günümüzde
halen yıllık 3,5 milyar dolar düzeyinde madencilik üretimi yapılmaktadır. 2001
yılı maden ihracatımız ise, 573 000 000 dolar olmuştur. Bu ihracatın
içerisinde, mermer 212 000 000 dolar, bor tuzları da 101 000 000 dolarla başta
gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; madenciliğimizin küçümsenemeyecek bu potansiyeline rağmen,
ülkemizde madencilik faaliyetleri hiç de iç açıcı durumda değildir. Her şeyden
önce, 58 inci hükümete kadar madencilik faaliyetleri üç ayrı .bakanlık
bünyesinde, çok başlılık ve koordinasyonsuzluk içerisinde yürütülmekte idi. 58
inci hükümet, tüm madencilik faaliyetlerini Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
bünyesinde toplayarak önemli bir adım atmış ve karmaşayı önlemiştir. Ancak,
halen, bir maden yatırımcısı, 11 bakanlıktan ayrı ayrı 44 izin almak
mecburiyetindedir. Madencilik yatırımlarının arzu edilen seviyelere ulaşması
için madenciler tek mevzuat ve tek merciden izin alarak yatırımlarına
başlayabilmelidirler.
Mevcut Maden Yasası
günümüz koşullarına uyum sağlayamamakta ve ruhsat güvencesi vermemektedir. Bu
nedenle, yanılmıyorsam, halen Bakanlar Kurulunun gündeminde olan Maden
Kanunuyla ilgili değişiklik tasarısı taşocaklarını da kapsayacak şekilde tadil
edilerek ivedîlikle yasalaştırılmalıdır.
Madencilikte arama en
riskli yatırım dönemidir. Bu safhada finans kuruluşları, maalesef,
yatırımcıların finans ihtiyaçlarını karşılamamaktadırlar. Dolayısıyla, özel
sektör arama faaliyeti yapamamaktadır. Devlette de durum pek farklı değildir.
Örneğin, MTA'nın 2001 yılı bütçesinde yatırımlara ve aramalara ayrılan pay
sadece yüzde 10 olup, 4 000 000-5 000 000 dolar civarındadır. MTA bütçesinin
geri kalanı personel ve cari harcamalara sarf edilmektedir. Bu nedenle, özel
sektöre arama safhası için özel teşvikler sağlanmalı ve MTA'nın gerçek bir
araştırma enstitüsüne dönüştürülerek daha fazla arama yapması sağlanmalıdır...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Ülkemizde madencilik sektörü diğer sektörlere nazaran yüzde 14 daha fazla
vergilendirilmektedir. Dünyadaki uygulamalar bunun tam aksinedir. Ülkemiz
madenciliğini cezalandıran bugünkü vergi sistemi, sadece maden üretimini
engellemiyor, aynı zamanda harekete geçmesi gereken maden rezervlerinin atıl
kalmasına da neden oluyor. Maden yatırımlarını ciddî manada engelleyen bu
haksız vergi uygulamalarının bir an önce gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yukarıdaki tedbirlerin yanı sıra madencilik sektörü master
planı, özelleştirme, yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, yabancı
sermayeyi özendirme, sektörde pazar araştırması, madencilik yatırımlarının
finans ihtiyaçlarının karşılanması, teknoloji, eğitim, altyapı ve girdi
maliyetleri, kömüre dayalı elektrik üretiminin özendirilmesi, altın ve bunun
gibi madencilik faaliyetlerinin önünü açacak yasal düzenlemeler gibi bir dizi
ilave tedbirin, 58 inci hükümetimiz tarafından ivedilikle alınması ümit ve
temennisiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Demirkıran.
Sayın milletvekilleri,
hükümet adına, Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre
söz talebi vardır. Gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.
Sayın Başbakanın
açıklamasından sonra, istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu
bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.
Konuşma süreleri hükümet
için 20, siyasî parti grupları için 10, grubu bulunmayan milletvekili için 5
dakikadır.
Buyurun Sayın Başbakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
4. -
Başbakan Abdullah Gül'ün, Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet
başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin
gündemdışı açıklaması ve CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve
AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in
aynı konuda grupları adına konuşmaları
BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL
(Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; modern Türkiye'nin
en büyük projelerinden biri olarak kabul ettiğimiz Avrupa Birliği yolunda,
geçen hafta, yeni bir merhale alındı. Kopenhag'da, Avrupa Birliği ülkelerinin
devlet başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısı
gerçekleştirildi. Bu toplantıda olup bitenler, Avrupa'yı çok yakından
ilgilendirdiği gibi, Türkiye'yi de çok yakından ilgilendirmekteydi. Bu
toplantı, Avrupa Birliği tarihinin en önemli toplantılarından biri oldu; çünkü,
Avrupa Birliğinin genişleme süreci içerisinde tarihî kararlar alındı, Avrupa
Birliğine yeni 10 ülkenin üyeliği kabul edildi; Avrupa Birliğinin 15 olan üye
sayısı bu şekilde 25'e çıkmış oldu.
Türkiye açısından da bu
toplantı çok önemliydi; çünkü, Türkiye'nin kırk yıllık, Avrupa Birliğiyle
beraber olma serüveni, bu toplantıyla belli bir aşamaya ulaşmış oldu.
Şimdi, bütün bu olup
bitenler sadece hükümeti değil bütün kamuoyunu, Türkiye Büyük Millet Meclisini,
Meclisiçi, Meclisdışı bütün siyasî partilerimizi ve kurumlarımızı yakından
ilgilendirdiği için, yeni siyaset anlayışımız gereği Türkiye Büyük Millet
Meclisine bilgi verme gereğini duydum, onun için söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor dedim; çünkü, kırk yıldır, Türkiye, Avrupa
Birliği yolunda çeşitli merhaleleri geçti; ama, bir belirsizlik devam ediyordu.
Her ne kadar, 1999 yılında, Helsinki'deki toplantı, Türkiye'nin adaylığının
kabul edilmesi toplantısı olduysa da, Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık
süreci yine bir -bazılarının tabiriyle- sanal âlemde devam ediyordu; bunun daha
da pekiştirilmesi, bunun daha da gerçekçi hale getirilmesi, bunun daha da çok
realize edilmesi önemliydi. Bu toplantının önemi şu olmuştur: Türkiye'nin,
artık, Avrupa Birliğiyle ilişkileri geri dönülemez bir noktaya gelmiştir,
müzakere tarihiyle ilgili kesin bir tarih ortaya konulmuştur, açıklanan nihaî
bildiride 2004 yılı aralık ayında Türkiye ile müzakerelerin başlayacağı
söylenmiştir, bu müzakerelerin gecikmeden başlatılmasına vurguda bulunulmuştur,
bundan ayrı olarak da Türkiye'nin, Hükümetimizin yaptığı gayretler, Avrupa
Birliği yolunda atılan adımlar çok büyük bir takdirle karşılanmıştır, bunlara
vurguda bulunulmuştur ve ayrıca daha önceden, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri
söz konusu olduğundan, özellikle malî ilişkiler söz konusu olduğundan adaylık
statüsünde gösterilen Türkiye, bütçelerden alacağı paylar itibariyle artık
müzakereye başlayan ülkeler bölümüne alınmıştır. Bunlar önemli adımlardır,
bunların takdiri kamuoyunun önündedir; ama, şu bir gerçektir ki, bunda, atılan adımlarda, hepimizin katkısı
olmuştur. Önce, şuna da vurguda
bulunmak istiyorum: Biz Kopenhag'taki bu toplantıya gitmeden önce -seçimlerden
önce ve seçimlerden sonra- dört bir yandan, herkes, üzerine düşen görevi
yapmaya başlamıştır. Partimizin Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, seçim
neticeleri kesin olarak, tam her şey ortaya çıkmadan, hükümetimiz kurulmadan,
Avrupa Biriliği ülkelerini ziyarete edip, beklentileri tersine çıkarmıştır;
önemli görüşmeler, faydalı görüşmeler yapılmıştır. Muhalefet Partisi Genel
Başkanı Sayın Deniz Baykal, birçok toplantılarda bulunmuş, Varşova'ya giderek,
Avrupa'nın sol partileriyle bir araya gelmiş, onlara, Türkiye'nin durumunu izah
etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, yaptığı görüşmelerde, yine, Türkiye'nin müzakerelere
aday olduğunu söylemiştir. Hükümet olarak da, biz, bunların lafta kalmaması
için, üzerimize düşenleri yapmışızdır.
Bunlar nedir? Kopenhag
kriterleri bellidir; siyasî kriterler olarak kabul edilmiştir ve müzakerelerin
başlaması için de, Kopenhag siyasî kriterlerinin yerine getirilmesi şart
koşulmuştur.
Maastricht kriterleri,
ekonomik meseleleri ihtiva etmektedir; Avrupa Birliğiyle müzakere için şart
değildir; müzakereler başladıktan sonra tam üyelik için önemli olan
kriterlerdir.
Hükümetimiz, bunun bilinci
içerisinde, çok hızlı bir şekilde hareket etmiş ve reform paketlerini Türkiye
Büyük Millet Meclisine göndermiştir. İki paket gelmiştir; bunlardan biri 32
maddeyi, diğeri ise 6 maddeyi ihtiva etmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi
iktidar-muhalefet olarak büyük bir gayret içerisinde olmuş, biz Kopenhag'a
giderken birinci reform paketini de gerçekleştirmiştir.
Değerli arkadaşlar,
Kopenhag'taki bu toplantı önemliydi. Birçok Avrupa Birliği ülkesinin kendi
çıkarları, kendi politikaları söz konusudur. Realist ve gerçekçi de olmak
zorundayız; her şeye sadece kendi atmosferimizden bakarsak, doğru neticelere de
ulaşamayız. Reel politikayı, uluslararası politika söz konusu olduğunda dikkate
almak zorundayız. Biz, bunları dikkate alarak, müzakere tarihinin daha erken
başlatılması için sonuna kadar vurguda bulunduk, sonuna kadar Avrupa Birliği
üyesi ülkeler nezdinde gayretlerimizi sarf ettik.
Kopenhag'ta da birçok
görüşmeler yaptık; İtalya, Yunanistan, İngiltere Başbakanları, Fransa Başkanı
ve Alman Başbakanı ile ikili görüşmelerimiz oldu; birçok ülkenin dışişleri
bakanlarıyla görüşmelerim oldu. Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanıyla uzun
görüşmelerim oldu. Bütün buralarda, Türkiye'nin müzakere tarihini alması
gerektiğini, bu belirsizliğe artık son verilmesi gerektiğini, bizim üzerimize
düşen görevleri yaptığımızı, buraya gelirken "bizim özel şartlarımız var;
lütfen, bu özel şartları dikkate alarak, sizin bazı kurallarınızı görmezlikten
gelerek, bizimle müzakere tarihini başlatın" niyetinde olmadığımızı ve Türkiye'nin
müzakere tarihini hak ettiğini kendilerine açık açık söyledim.
Neticede, gelişmeler şu
çerçevede olmuştur: Almanya ve Fransa'nın Avrupa Birliği içindeki ağırlığını
herkes bilmektedir. Onlarla yaptığımız görüşmeler çok önemliydi. Bu görüşmeler
neticesinde ortaya çıkan nokta şu olmuştur ki, 2004 yılının sonlarına doğru
müzakere tarihinin başlatılmasına Avrupa Birliği üyesi ülkeler ancak hazırdır;
çünkü, Avrupa Birliğinde kararlar ittifakla alınmaktadır, oybirliğiyle
alınmaktadır. Bazı ülkeler, kendi kamuoylarını dikkate alarak, bizimle müzakere
tarihine başlamayı henüz hiç düşünmediklerini, bazı ülkeler 2005 yılının sonunu
düşündüklerini, bazı ülkeler ise bizimle beraber düşünüp, daha da erken
başlatılabileceğini ortaya koymuşlardır; ama, karar ittifakla olduğu için,
neticede, 2004 yılının sonu ortaya çıkmıştır.
Taslak ortaya çıktıktan
sonra, bizim, yine, Avrupa Birliği ülkeleri nezdinde yaptığımız olağanüstü
gayretler neticesinde, son olarak "2004 yılı aralık ayında gecikmeden
müzakerelere başlanması" cümleleri de buraya eklenmiştir.
Şimdi, sizlerle samimi
konuşmam gerekirse, biz, 2004 yılının başında müzakerelerin başlatılabileceğini
arzu ediyorduk ve bu yöndeydi hedefimiz; ama, ortaya, bir orta yol çıkmıştır,
2004 yılının sonları çıkmıştır.
Hükümetimizin gayretleri
olağanüstüdür, hiç kimse de bizden bu gayreti beklemiyordu, bu başarıyı
beklemiyordu. Avrupa Birliğinin başbakanları ve cumhurbaşkanlarıyla yaptığım
görüşmelerde, hepsinin bize ifadesi şu olmuştur:"Üç ay önce biz bu noktaya
geleceğimizi düşünmüyorduk; ama, sizin olağanüstü gayretiniz, performansınız
bizi o kadar çok pres altına almıştır ki, bizler de şimdi bu noktaya
gelmişizdir."
Bunları takdir,
kamuoyunundur; bunları, içpolitika meselesi yapmayı hiçbir zaman düşünmedik;
düşünseydik, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Türkiye'ye çok çok farklı
yansıtabilirdik. O açıdan, biz, gerçekçiyiz, realistiz ve böyle olmaya da devam
edeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Kıbrıs meselesi, hepimizin meselesidir; ulusal bir meseledir. Kıbrıs'la ilgili
problemler, sadece 1974 yılından beri değil, daha önceden başlamaktadır,
1960'lı yıllardan başlamaktadır. Türk askerinin Kıbrıs'a çıkışının bir sebebi
vardır. Avrupalı liderlerle yaptığımız görüşmelerde hepsine şunu söylemişimdir:
"Eğer, Kıbrıs'ı ziyaret ederseniz, oradaki toplu mezarları göreceksiniz;
bu mezarların, Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin gözetiminde açıldığını
göreceksiniz. Dolayısıyla, 1990'lı yıllarda yaşadığımız Bosna'daki, Kosova'daki
olaylar, 1960'lı ve 1970'li yıllarda Kıbrıs'ta yaşanmıştır ve onun için Türk
askeri oraya gitmiştir. Biz, Kıbrıs'ta bir nihaî barış olmasını çok arzu
ediyoruz; ama, bu korktuğumuz olayların tekrar ortaya çıkmamasından emin
olmamız gerekir, Kıbrıs'ın bir barış adası haline gelmesi gerekir. Bunlar
garanti altına alındığında, tabiî ki, orada bir barış hepimizin lehinedir, bu
ada, barış adası olmalıdır. Hatta, bunun yolu da kısadır demişimdir hepsine.
Mademki, Avrupa Birliğini bir ev olarak düşünüyoruz; bu evin içine hep beraber
girdiğimizde, bu problemlerin hepsi otomatik olarak çözülecektir; çünkü,
sınırlar bile anlamsız hale gelecektir. Nasıl bugün 15 ülke arasında sınırlar
anlamını kaybettiyse, yarın Türkiye ile Kıbrıs, Kıbrıs ile Yunanistan,
Yunanistan ile Türkiye arasında da sınırlar artık eskisi gibi önemli
olmayacaktır. Dolayısıyla, hep beraber bu evin içerisine girelim, bu süreci
hızlandıralım ve neticede, problemler bu şekilde çözülsün demişimdir.
Belli ki, bu yönde henüz
katedilecek hâlâ bazı yollar vardır; ama, bu yolların da çok uzun olmadığı
kanaatindeyim, bu da biraz bize bağlıdır. Şimdiye kadar, hep Avrupa Birliği
bizim üzerimizde baskı kurmaya çalışmıştır; ama, hükümetimizden itibaren artık
biz Avrupa Birliği üzerinde baskı kurmaya başladık, biz onları "evet, biz
şu noktaya geldik, müzakereyi başlatacağız, anlaşmaları imzalayacağız"
diye sıkıştırmaya başlamışızdır.
2003 yılının ekim ayında,
bütün üyelerde olduğu gibi, Türkiye ile ilgili bir ilerleme raporu çıkacaktır.
Bu rapor, Kopenhag siyasî kriterleri, ülkelerde ne kadar uygulanıyor, ne kadar geçerlidir,
bunu değerlendirecektir. Bizim hedefimiz, 2003 yılındaki bu raporun en iyi
şekilde çıkmasıdır; çünkü, bizim temel bir anlayışımız vardır, bütün bu
değişiklikler, bütün bu reformlar, her ne kadar Avrupa Birliğine girmek uğrunda
yapılıyor görünse de, biz, esasen, bütün bunları, kendi halkımız, kendi
milletimiz için yapıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Neticede, Avrupa
Birliğine girsek de girmesek de, Türk halkı, daha çok özgürlüğü, daha çok
serbestliği, daha çok demokratik hak ve özgürlükleri hak etmiyor mu, onlara
bunları vermemiz gerekmiyor mu? Bireysel hürriyetleri, temel hak ve
hürriyetlerin garanti altına alınmasını, ifade özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü,
serbestlikleri bizim milletimiz hak etmiyor mu? Aslında, burada bir itirafta da
bulunmam gerekir; bütün bunların hepsini çok önceden yapmış olmamız gerekirdi.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, ne yazık ki, ortada bir gerçek vardır;
bunları yeteri kadar yerine getiremedik. Dolayısıyla, bu fırsattan da
yararlanarak -biz, halkımızın hak ettiği hakları halkımıza veriyoruz,
sunuyoruz- hedefimiz ve temel kanaatimiz bu olduğuna göre, Kopenhag
kriterlerini, Ankara kriterleri gibi düşünebiliriz. Biz, bunları yapmaya devam
edeceğiz, bu yolda devam edeceğiz netice ne olursa olsun; ama, biz, kendi
ödevimizi yaptıkça, kendi halkımızı ve kendi demokrasimizi Avrupa Birliği
kriterlerine yükselttikçe, zaten Avrupa Birliği nezdinde de gücümüz ve
pazarlığımız daha da artacaktır.
Kıbrıs'la ilgili herhangi
bir gizli pazarlık, herhangi bir taahhüt içerisinde değiliz. Dün, bazı
gazetelerde çıkan haberler... Bunların hiçbiri doğru değildir; çünkü, Kıbrıs,
Kopenhag Zirvesinde esas konu olmamıştır. Bizim yaptığımız ikili görüşmelerde
de, Kıbrıs meselesi, beklediğimiz gibi çok gündeme gelmemiştir; çünkü, Kıbrıs'la
ilgili esas karar, aslında, 1999 yılında Helsinki'de alınmıştır. Helsinki
Zirvesinde, Kıbrıs'ta bir yola girilmiştir ve eğer, şu tarihe kadar Kıbrıs'ta
bir çözüm olursa, o zaman Kıbrıs bütünüyle Avrupa Birliğine girecektir; yoksa,
Rum kesimi geçici olarak girecektir kararı alınmıştır. Bu, bizim hükümetimizin
de dışındadır; şu anda Türkiye'nin de elinde olmayan bir süreçtir; ama, biz,
Kopenhag'taki görüşmelerde şunu söylemişizdir: Rum kesimi, tek başına Kıbrıs'ı
temsil edemez; Avrupa Birliği, Kıbrıs meselesinin çözümüne yardımcı olmalıdır,
oradaki çözümü daha da zorlaştırıcı tavır içerisinde olmamalıdır. Bunları
devamlı söylemişizdir ve ayrıca şunu da yapmışızdır; biz, daha önceki
antlaşmalardan gelen haklarımızı, Londra ve Zürih Antlaşmalarından gelen haklarımızı
koruduğumuzu Avrupa Birliğine de bildirmişizdir. Dolayısıyla, biz, yapacağımız
her şeyi yapmışızdır; Kıbrıs'taki görüşmeler, Birleşmiş Milletler nezdinde
devam etmektedir. Bu, Türkiye'nin de bir devlet tezidir; Avrupa Birliğine bunu
taşımamak, Birleşmiş Milletler nezdinde bu meseleyi çözmek... Burada da öyle
olmuştur. Kopenhag toplantısından daha önce, Kofi Annan'ın ortaya çıkardığı
yeni plan çerçevesi içinde görüşmeler zaten başlamıştır, Kofi Annan'ın özel
temsilci De Soto Kıbrıs'a gitmiştir; Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve diğer Türk
yetkilileri ve Rum yetkilileriyle görüşmelerde bulunmuştur; bizimle de,
Dışişleri Bakanlığımız çerçevesi içinde görüşmeler yapılmıştır. Bildiğiniz
gibi, çeşitli taslaklar vardır; bunlara karşı, biz, kaygılarımızı da dile
getirmişizdir, olumlu bulduğumuz şeyleri de söylemişizdir. Aynı şekilde, Rum
tarafının da itirazları olmuştur. Bunlar, kamuoyunun önündedir.
Değerli arkadaşlar,
Kıbrıs'la ilgili, hiçbir gizli mesele söz konusu değildir; ama, buradan,
hepinizin, değerli milletvekili arkadaşlarımın, Anamuhalefet Partisinin,
herkesin de bir noktaya dikkatini çekmek istiyorum: Bu meselede uzun vadeli
düşünelim, bu meseleyi, hiçbir zaman içpolitika meselesi yapmayalım; çünkü, bu,
ulusal bir meseledir, hepimizin meselesidir. Ben Kopenhag'a gitmeden önce,
Sayın Deniz Baykal'ı da ziyaret ettim ve bu konudaki karşılıklı
mutabakatlarımız da ortaya çıktı; kendilerine de teşekkür ederim. Ortak basın
toplantımızda "hükümet Kopenhag'a sadece hükümet olarak gitmiyor, muhalefetin
de desteğini alarak gidiyor" dedi. Bunların hepsini orada da söyledim, bu
mesele, ulusal bir meseledir dedim. Bu mesele, sadece bir parti veya hükümet
meselesi değildir ve burada, tekrar ediyorum; her şey açıktır; anlaşmalar
ortadadır, Helsinki'de varılan süreç, anlaşma ortadadır, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreterinin ortaya sunduğu paket ortadadır, gizli hiçbir şey yoktur.
Şimdi, bizim bu konuda,
soğukkanlı bir şekilde karar vermemiz gerekir ve Kıbrıs'la ilgili her konuda
da, Kuzey Kıbrıs Türk kesimiyle daima görüşme içerisinde olduk. Kopenhag'tan
da, Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı defalarca aradım, karşılıklı görüştük.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanı, bizimle beraber Kopenhag'a
geldi ve oradaki görüşmelere katıldı.
Neticede, biz, bizim de
tatmin olacağımız, geleceğe baktığımızda bu doğrudur diyebileceğimiz bir karar,
bir netice ortaya çıkmazsa buna kesinlikle "evet" demeyiz; ama,
burada herkesin büyük bir sorumluluk içinde hareket etmesini istiyorum. Uzun
vadede lehimize olan nedir, zararımıza olan nedir, gelişmeler uzun vadede hangi
yönde cereyan edecektir; bunları hepimizin dikkate alması gerekir. Sayın
Dışişleri Bakanımızın aslında yaptığı budur. Burada farklı farklı
yorumlanabilir bu; ama, Türkiye Dışişleri Bakanının önceliği, şüphesiz ki, her
şeyden önce, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türklerin
çıkarını korumak olacaktır, bunda hiç kimsenin tereddüde düşmemesi gerekir. Bu
kaygılar içerisinde uzun vadeli analizleri yapmıştır Sayın Bakanımız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz bitirmek üzereyim.
BAŞKAN - Devam ediniz
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, Kıbrıs'taki vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın
soğukkanlı olması gerekir. Biz, dayanışmamızı hiçbir zaman bırakmayacağız,
bundan emin olsunlar. Biz, kendilerinin geleceğini tehlikeye düşürecek hiçbir
şeye de "evet" demeyiz. Bizim bütün çabalarımız, onların gelecekte
mutlu olmalarıdır, onların gelecekte güçlü olmalarıdır. Bütün bunları düşünerek
bu görüşmeler devam ediyor ve devam edecektir; bir sonuca varılması Türkiye'nin
de, Kıbrıs'ın da çıkarınadır. Kıbrıs, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti olarak
girmemiştir Avrupa Birliğine; yani, burada açıklamam gerekirse Republic of
Cyprus diye değil, Kıbrıs olarak girmiştir, bunda da biz ısrarcı olmuşuzdur;
yani, yeni bir ortaklık, yeni bir Kıbrıs olarak, Türk ve Rum tarafının ortaya
çıkaracağı yeni bir devlet olarak oraya girmesidir. Bunun izlerini, zaten,
zirvede yayımlanan raporda da
göreceksiniz.
Önümüzde bir süreç
vardır, bunun tarihi de bellidir, gizli kapaklı hiçbir şey de söz konusu
değildir. Neticede, bizleri de tatmin edici bir mutabakata varırsak, buna, hep
beraber "evet" diyeceğiz; ama, bizleri tatmin edici bir netice ortaya
çıkmazsa, biz, şüphesiz ki büyük bir ülkeyiz, güçlüyüz, haklarımızı sonuna
kadar korumaya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de haklarını sonuna kadar
korumaya devam edeceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sözlerimi bitirmeden, sizlere,
bir kez daha, çağrım şu olacaktır: Bu ulusal meselelerde, kesinlikle uzun
vadeli düşünelim; Türkiye'nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin çıkarlarını
düşünelim; bunları, polemiklerden ve içpolitika meseleleri yapmaktan uzak
tutalım; çünkü, mutabakata hep beraber varacağız, tek başımıza varmayacağız,
hepimiz, Meclis içi ve Meclis dışı herkesi bu işin içine katarak, bir neticeye
varacağız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Başbakan.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; buyurun efendim. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ
BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın 59
uncu maddeye göre söz alması üzerine, Kopenhag Zirvesiyle ilgili
düşüncelerimizi ifade etmek için huzurunuzdayız; bu vesileyle, Sayın Başkanı,
sayın milletvekillerini, bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başbakanın
gündemdışı konuşması dolayısıyla, biz, grup adına söz aldık. Tabiî, gönül
isterdi ki, bu konuyu, böyle bir gündemdışı konuşma ve onun cevabı niteliğinde
değil, daha ayrıntılı, daha rahat bir ortamda ele alıp, görüşme fırsatını
bulalım. Konu önemlidir, Türkiye'de, bu konuda, lehte aleyhte çok değerlendirme
yapılıyor. Gerçeğin ortaya çıkması, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
tartışmalarla sağlanacaktır; buna katkı yapmamız gerekiyor. Bunu, rahat bir
ortamda yapmayı tercih ederdim; ama, şimdi Sayın Başkanın hoşgörüsüne ve bize
daha rahat bir konuşma zamanı tanıyacağına olan güven içinde, ben de düşüncelerimi,
İçtüzüğümüzün kısıtlarına bağlı kalma gayreti içine girmeden, bir büyük, önemli
millî konuyu Parlamentoda konuştuğumuzu bilerek düşüncelerimi aktarmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten tarihî günler yaşıyoruz. Bir süre önce Kopenhag'ta gerçekleştirilen
zirve, Türkiye bakımından çok önemli gelişmelere yol açtı. Bu zirvenin doğru
değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Elbette, bu konuyu bir iktidar-muhalefet
tartışması, çekişmesi içinde ele almak fevkalade yanlıştır. Konu, bir millî meseledir;
Türkiye'nin bu konuyu çok ciddî, ayrıntılı bir şekilde ele almasına,
konuşmasına ihtiyaç vardır. Ben, elimden geldiğince buna gayret edeceğim; ama,
yapacağım tespitlerin iyiniyetli, hepimizin temenni ettiği olumlu bir çerçeveye
sığması yer yer mümkün olmayacaksa, biliniz, bu bizim muhalefet
gayretkeşliğimizden değil, karşı karşıya bulunduğumuz tablonun ağırlığından
kaynaklanacaktır. Karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu bütün unsurlarıyla, bütün
ağırlığıyla değerlendirmek, kavramak durumundayız.
Değerli arkadaşlarım,
2002 yılının aralık ayının 12'sinde, 13'ünde gerçekleşen Kopenhag'a, biz,
Avrupa Birliğinden üyelik müzakerelerimizi başlatmak üzere tarih almak için
gittik. Türkiye'nin üyelik
müzakerelerini başlatmak için tarih alma konusunda, geçmiş Avrupa Birliği
uygulamaları ve bizimle ilgili alınmış olan kararlar dikkate alındığı zaman
çıkan tablo şudur: Türkiye, 1999 Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine bir aday
ülke olarak kabul edilmiştir. Aday ülke olarak kabul edilen Türkiye'nin, 1993
Kopenhag kriterlerini -yani, bu son Kopenhag değil, 1993 Kopenhag kriterlerini-
1993 Kopenhag'ının siyasî kriterlerini karşılaması halinde, Türkiye'yle üyelik
müzakerelerinin başlamaması için hiçbir neden yoktur. Türkiye, 1999'da aday
ülke ilan edilmiştir ve Türkiye'ye "1993 Kopenhag siyasî kriterlerini
karşıla seninle üyelik müzakeresi başlar" denilmiştir. Avrupa Birliğinde
şimdi 15 tane ülke vardır, 10 tane ülke girmek üzeredir, 2 tane ülke -Romanya
ve Bulgaristan- 2007'de girecektir. Bu 27 ülkenin hiçbirisi aday ülke haline
geldikten ve Kopenhag siyasî kriterlerini karşıladıktan sonra üyelik müzakeresi
için bir gün bile beklemek durumunda kalmamışlardır. Türkiye, adaysa ve
Kopenhag 1993 kriterlerini karşılıyorsa, Türkiye'yle üyelik müzakerelerinin
başlaması zorunludur; durum budur, bütün başka ülkeler için böyle olmuştur,
Türkiye için de böyle olmamasını gerektirecek hiçbir özel neden yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bu
amaçla, biz, iktidar-muhalefet tam bir dayanışma içerisinde, görüş birliği
içerisinde 2003'te; yani, aralıktan hemen sonra bizimle üyelik müzakeresini
başlatmalısınız talebiyle gittik. Bu, bizim tercihimiz değil, bu, bizim
hakkımızdır; 27 ülkenin uyguladığı gerçektir; Türkiye'ye de uygulanması gereken
muameledir. Biz, 2003'te üyelik müzakeresini başlatmayı hak etmiştik. Bunu
talep ettik; ama, maalesef, 2003 yılında üyelik müzakeresine başlama hakkını,
Avrupa Birliği yöneticilerine kabul ettiremedik.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin 2004 yılında, ekim ayında hazırlanacak olan ilerleme raporuna,
değerlendirme raporuna göre, eğer olumlu bir sonuç ortaya çıkarsa, 2005
yılından itibaren, fazla gecikmeden, mümkünse 2005'in ilk aylarında ya da
ortasında, temmuzda ya da en geç sonunda; ama, 2005 yılında -çünkü, 2005
telaffuz edilmiştir ve gecikmeden denilmiştir- üyelik müzakerelerinin başlaması
gerektiği kabul edilmiştir.
Bu kabul, Shcröder ile
Chirac'ın, çok önce, arkadaşlarımız oraya gitmeden önce, ilan ettikleri
takvimin aynısıdır. O takvimde de, Türkiye'nin, 2004 yılı sonundaki ilerleme
raporuna bağlı olarak, orada ortaya koyacağı sonuca bağlı olarak, 2005 yılı
temmuzunda kesin olarak üyelik müzakeresinin başlayacağı taahhüt edilmişti.
"Rapor olumlu olacak, 2005 Temmuzu" denilmişti. Şimdi "rapor
olumlu olacak, 2005'te bakacağız, gecikmeden bakacağız, en erken tarihte
bakacağız" denilmiştir; değişen, fiilen değişen bir şey yoktur.
Sonuç şudur ki,
Türkiye'ye iki yıllık bir bekleme süresi dayatılmıştır. Bu haklı değildir, bu
doğru değildir. Bunu almamız gerekirdi, alabilirdik, almalıydık; ama, alamadık.
Bir defa bunu tespit edelim. Bunu, hükümete yönelik olumsuz bir eleştiri,
değerlendirme olarak söylemiyorum. Kimse de, geçmiştekiler alamazdı, biz
alıyorduk falan demeye kalkmasın. Bu, onun meselesi, bunun meselesi değildir;
bu, Türkiye'nin meselesidir, maalesef, Türkiye, bütün çabasına, gayretine,
iktidarıyla, muhalefetiyle, Cumhurbaşkanıyla el ele vermiş olmasına rağmen,
bunu alamamıştır; bunu tespit ediyoruz, bunu görelim.
Değerli arkadaşlarım, bu,
üzüntü verici bir saptamadır. Bundan gerçekten büyük tedirginlik duyuyorum. Ben
isterdim ki, bu alınsın. Alınmış olsa, en büyük sevinci ben duyacaktım; ama,
alamadık. Almamız gerektiğini söyledim, almak için ne yapılması gerekiyorsa
yapmaya çalıştık, hepimiz gayret gösterdik.
İşte, biz, çok gezdik,
dolaştık, alttan aldık, üstten aldık, her türlü yoldan saptık ve sonunda bu
böyle ortaya çıktı, iyi oldu... Bunları bırakınız, bunlar doğru değil; yok
böyle bir şey. Yani, bugün, Hazreti Mevlana'yı anma günü, hiç olmazsa bugün,
eğri oturalım, doğru konuşalım. (CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Her zaman doğruyu söyleyelim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Evet, her zaman da, bugün özellikle... Bugün özellikle...
Değerli arkadaşlarım,
dediğim gibi, maalesef, tarih, hak ettiğimiz tarih değildir. Öyle, gayretle,
çabayla, işte özel etkiyi kullanarak, bastırarak, taktik uygulayarak
"taktik dedik, önce yüksek söyledik, sonra ortaya razı olduk"
yaklaşımlarıyla falan bu iş olmaz. Olmadı arkadaşlar, olmadı!.. Olması
gerekiyordu, olmadı. Olsun istedik hepimiz, gayret gösterdik; olmayacağını da,
yavaş yavaş biz sezdik, Sayın Cumhurbaşkanı da sezdi hatırlayacaksınız, bunu
ben de ifade ettim gelince, bir büyük senaryo oynanıyor diye, üzüntülerimi de
ifade ettim. Olmadı...
Şimdi, niye olmadı; bunu
anlamamız lazım; niçin olmadı?.. Değerli arkadaşlarım, biz, niye olsun
istiyorduk? Yani "bu kadar önemli mi bu; Türkiye, 2003'te alacaktı 2005'te
alıverdi tarihi; niye bu kadar üzülüyorsunuz; bir devletin yaşamında, iki yılın
bu kadar önemi olur mu; iki yıl sabrediverelim, iki yıl bekleyiverelim, bu işi
de o kadar büyütmeyin" demek mümkündür. Pek çok kişi de böyle
düşünmektedir "tarih aldın, daha ne istiyorsun" demektedirler.
Değerli arkadaşlarım,
mesele sabırsızlık meselesi, telaş meselesi, bir an önce bu işi halledelim
meselesi değildir. 2003'te Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlayabilmesi ile
2005'te Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlaması arasında, Türkiye'nin
aleyhine, zamanın ötesinde, iki yılın ötesinde çok büyük bir fark vardır. Nedir
o fark; değerli arkadaşlarım, bir defa, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, eğer
2005'te üyelik müzakeresine geçersek, karşımızda 15 değil 25 ülke olacaktır ve
o ülkelerden birisi de Kıbrıs olacaktır; yani, 2003'te başlamayı başarabilmiş
olsaydık, hükümetin, bizim istediğimiz ve mücadele ettiğimiz gibi ve hakkımız
olduğu gibi... Kopenhag kriterlerini karşılamışız; Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bizden önceki Meclis -saygıyla anıyorum- gerçekten çok büyük bir iş
yapmış, bir büyük demokrasi reformu gerçekleştirmiş, işin temelini rahatlatmış.
Daha sonra paketi hazırlamışız, hızla onu gerçekleştireceğimizi de ortaya
koymuşuz. Kopenhag kriterleri bakımından bir "eksik" suçlamasını hak
eden bir konumda olmaktan çıkmışız. Almamız lazım... Verilmedi
"bekleyin" denildi. "E canım bekleyiverelim, iki yıl geçer, göz
açıp kapayıncaya kadar..." Geçer de, bu iki yılın içinde, karşımızda 15
iken 25 ülke olur, ülkelerden birisi Kıbrıs olur. Bu arada, 2005'te masaya
otururken, bize, Yunanistan'la Ege'deki sorunlarınızı çözdünüz mü diye
sorarlar; çünkü, Helsinki'de, Türkiye ile Yunanistan'ın arasındaki Ege
sorununun, sınır sorunlarının çözülmesi için gerekenin yapılması; eğer
çözülemezse, konunun, Adalet Divanına gönderilmesi talep edilmiştir. Papandreu
da, Kopenhag toplantısından sonra "Helsinki'yi de unutmayalım, Helsinki de
masada duruyor" demiştir. Yani, 2005'te gelirseniz, bizimle Ege'deki
sorunları da çözeceksiniz, öyle geleceksiniz demiş. Türkiye'nin üyelik
müzakeresinin 2005'e ertelenmesi, Yunanistan ile Ege sorunlarını çözme
mükellefiyetinin sorumluluğunun da önümüze getirilmesi demektir. Bu bakımdan,
bu iki yıl olmasın istiyorduk, daha rahat olsun diye; ama, şimdi, Ege konusu da
ele alınacaktır ve çözülmesi zorunlu hale gelecektir.
Değerli arkadaşlarım,
sadece bu da değil; 2004 yılının ortalarında Avrupa Parlamentosu seçimi
yapılacak, Avrupa Parlamentosu yeniden oluşacak ve Avrupa Parlamentosunun
hükümeti mesabesindeki komisyonun üyeleri değişecek daha sonraki tarihlerde,
ama, 2005'ten önce; Komisyonun başkanı değişecek; bugün bize bu taahhütleri yapanlar
gidecek, yerine başkaları gelecek. Avrupa Birliğinin konvansiyon çalışmaları,
anayasa çalışmaları sonucunda, Avrupa Birliğinin Komisyon Başkanı olan zat,
büyük bir ihtimalle Parlamento tarafından seçilecek. Böylece, hükümetlerin
telkinlerine değil, seçmenin telkinlerine duyarlı bir komisyon ve başkanı
ortaya çıkacak ve bu yeni kadro, büyük bir ihtimalle, yeni bir genişleme
stratejisi ortaya koyacak. Bütün bunlar, Türkiye bakımından, yeni sorunların,
önemli sıkıntıların karşımıza çıkacağı anlamına geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
bunlar olmasın istedik. 2003'ü başarabilmiş olsaydık -ki, başarmamız
gerekiyordu, hakkımızdı- bunlardan kurtulacaktık. Bunları, şimdi, ayrıca çözmek
durumundayız. Bize ne denilmiştir; "2004'ten sonra bakacağız, 2005'te bunu
değerlendireceğiz ve bütün bunların da çözülmesi şartını o dönemde
arayacağız."
Değerli arkadaşlarım,
bunlar, tabiî, gecikmenin bizim açımızdan yaratacağı sorunlar. Avrupa Birliği
üyesi ülkeler bu iki yıllık gecikmeyi niçin istediler? Niçin, onlar, Türkiye'ye
biraz daha farklı muamele yaparak, iki yıllık bir süreyi de yaşamak ihtiyacı
içine girdiler? Bu soru zihnimizde olarak, yayınlanan sonuç bildirgesine
bakacak olursak, zirve bildirisine bakacak olursak ipuçlarını buluyoruz.
Bunlardan birisi şudur: "Türkiye, gerçekten, son zamanlarda,
demokratikleşme doğrultusunda çok önemli adımlar attı, Kopenhag kriterlerini
karşılama doğrultusunda ciddî işler başardı; ama, bunların bir de uygulamasını
görelim" diyorlar, "bunların uygulanıp uygulanamayacağını görelim"
diyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasasını değiştirmiş, yasalarını değiştirmiş.
Kopenhag kriterlerini uygulama doğrultusunda fevkalade önemli kararlar almış,
en güç koşullarda bunu yapmış. Şimdi, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresi için
tarih beklerken "Bunları yaptınız; ama, acaba, samimî misiniz; acaba,
bunları gerçekten uygulayacak mısınız; bunlar kâğıt üzerinde kalmayacak mı,
bunun güvencesi ne" diye zihinlerinden bir soru geçiyor. O sorunun
geçtiğini, yayımlanan bildirinin içinde görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, ben,
bundan büyük ıstırap duydum. Ben, Türkiye'nin çıkardığı Anayasanın ve
kanunların, acaba, ciddiyetle, samimiyetle çıkarılıp çıkarılmadığının,
çıkarıldıktan sonra samimiyetle uygulanıp uygulanmayacağının, başka hiçbir
ülkeye uygulanmayan bir anlayışla, bir talep olarak Türkiye'nin önüne
konulmasından, bu Meclisin bir üyesi olarak büyük acı duydum, ıstırap duydum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
kimsenin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin samimiyetini sorgulamaya hakkı
yoktur. Biz, gerekeni yapmışızdır; elbette uygulayacağız; başka türlüsü
düşünülebilir mi?! "Canım, çıkardınız; acele etmeyelim, bir
görüverelim." Bu yaklaşım, Türkiye'ye çok kırıcı bir yaklaşım olmuştur;
bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bu gecikmenin altında yatan ana nedenlerden
birisi olarak bunu dikkatinize sunuyorum.
İkinci bir unsur
"yeni bir hükümet var; bu hükümetin gidişatını hele bir görelim; bu
hükümetin anlayışını, uygulamasını, sözlerinde samimî olup olmadığını, başka
bir ikinci gündeminin olup olmadığını, gerçekten, bize, kendisini gösterdiği
gibi devam edip etmeyeceğini bir görelim" anlayışı da, maalesef,
bildirgeye yansımıştır. Bundan da sizin adınıza değil, Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına gene büyük ıstırap duyuyorum. Önümüzdeki dönemde Avrupa'da Avrupa
Birliğine üyelik müzakeresiyle alınması söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti olmanın ötesinde Türkiye'dir, Türk Milletidir (CHP sıralarından
alkışlar) ve bugünkü hükümet de Türk Milletinin kararıyla işbaşına gelmiş bir hükümettir. Bu hükümetin
de böyle bir sınava tabi tutulmasından, tereddütle karşılanmasından, gene büyük
ıstırap duyuyorum, acı duyuyorum; bunu da içime sindiremiyorum. Arkadaşlarımın
dikkatine de bunları sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
aslında, tabiî, Avrupa Birliğinin bize karşı takındığı bu çekingen tavrın
altında yatan ana olaylardan birisi, Avrupa'nın içinde sadece marjinal,
radikal, uçuk siyasî hareketlerin değil, o ülkelerin temel siyasî
hareketlerinin bir kısmının da Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yer almasına
prensipte karşı çıkma anlayışı içine girmeleridir. Bu tablo, maalesef, kaygı
verici bir gelişmeyi ortaya koymaktadır. Fransa'da, Almanya'da -Almanya'da
CDU/CSU- iktidar alternatifi bir büyük parti, prensibinde olmaz diye karşı
çıkıyor; Fransa'da Giscard d'Estaing, çeşitli siyasî partiler, belli medya
grupları Türkiye'nin üyeliğine prensipte karşı çıkıyorlar. Onların bu tavrı,
iktidar partilerini de, hükümetleri de, ister istemez, etkisi altına alıyor ve
Türkiye'nin Avrupa Birliği içindeki konumu bu gelişmelerden olumsuz
etkileniyor. Bu da, Türkiye'ye yönelik ayaksürüme politikasının altında
yatıyor. Bu manzara karşısında, gecikme değil, hızlı davranma, zamanında karar
alma, konunun üzerine yürüme, daha doğru bir strateji olarak benimsenmeliydi.
Değerli arkadaşlarım,
sonuç bu. Türkiye, istediği takvimi alamadı, 2005'i aldı. 2005'te bu iş olacak.
İnşallah olacak. Olacak diye çalışacağız; ama, bilelim, çok ciddî sorunlar var,
çok ciddî engeller var, demin ifade ettiğim sıkıntılar var. Bunlara karşı,
yine, el ele, iktidar-muhalefet hep birlikte mücadeleye devam edeceğiz. Bu,
hepimizin ortak davasıdır; ama, bu güçlüklerle karşı karşıya olduğumuzu da
hepimizin çok yakından bilmesi gerekiyor.
Kopenhag Zirvesinin bizim
açımızdan en üzüntü verici sonucu, Kıbrıs'ın, bir anlaşma gerçekleşmeden,
Avrupa Birliğine alınacağının kesinlik kazanmış olmasıdır. Tabiî, bu zirveden
önce -Sayın Başbakanın biraz önce yaptığı konuşmada da söylediği gibi- bu
karar, Helsinki'de alınmış olan kararın bir uzantısıdır; doğrudur; ama,
maalesef olmuştur. Olay budur ve çok yanlış olmuştur. Yani, bu, gerçekten,
Türkiye'yi ciddî sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya bırakabilecek bir büyük
haksızlıktır. Yıllarca, Türkiye'ye "siz, Kıbrıs sorununun çözümünü
sağlamadıkça, size, üyelik için takvim vermeyeceğiz" denilmişti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Yıllarca, Türkiye'ye bu muamele yapılmıştı. Yıllarca, Türkiye'ye "Kıbrıs
sorunu çözülmeden size üyelik takvimi verilmez" denmişti, "Ege
sorununu çözmeden üyelik takvimi verilmez" denmişti. Şimdi, ne görüyoruz;
Kıbrıs'ın içindeki iki parçadan birisini -"parça" diyorsam, otuz yıla
yakın bir süredir, yirmisekiz yılın gerçeğini ortaya koyuyor; iki ayrı toplum,
iki ayrı millet, iki ayrı din, iki ayrı dil, iki ayrı siyasî organizasyon, iki
ayrı yapı, yirmisekiz yıldır devam ediyor, yirmisekiz yıldır- bu parçalanmış
yapının parçalarından birisini Avrupa Birliğine tam üye olarak almakta, Avrupa
Birliği sakınca görmüyor. Bunu haklı, makul, vicdana uygun, mantığa uygun diye
kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Türkiye'ye diyeceksiniz ki, üyelik
müzakeresine başlamam için Yunanistan'la sorununu çöz. Türkiye'ye diyeceksiniz
ki, Kıbrıs sorununu çöz, öyle seninle üyelik müzakeresine başlarım; ama, Kıbrıs'taki
iki parçadan birisini Avrupa Birliğine tam üye olarak kabul etmeyi içinize
sindireceksiniz. Bunun aklı, mantığı, eşitliği, hakkı, hukuku yoktur, bunun
mantığı yoktur; bunu kimseye kabul ettiremezsiniz. Bunu, Aristoteles'e kabul
ettiremezsiniz, Sokrates'e kabul ettiremezsiniz, bunu Descartes'a kabul
ettiremezsiniz, bunu Goethe'ye kabul ettiremezsiniz; ama, maalesef, bunu kabul
ettiler (CHP sıralarından alkışlar) ve bugün biz, bu kadar büyük bir haksızlığa
maruz bırakılmış bir ülke konumundayız. Bunları unutmayalım. Bunlar gerçek
diye, bunları hatırlatmak için söylüyorum. Uygulanan manzara bu. Böyle geldik
buraya.
Şimdi, Kopenhag'ta Kıbrıs
alınıyor. Bize diyorlar ki "siz de anlaşıverin canım, siz de
anlaşıverin..." Anlaşalım da, yani, her iki toplumun meşru haklarına saygı
gösterecek, geleceğini güvence altına alacak bir çözüm şansı varsa anlaşalım;
onu arıyoruz zaten. "Canım siz de köşeye sıkıştınız, o kadar da hassas
olmayıverin..." İşte, bunu da hazmetmiyorum, bunu da kabul etmiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu
muamele Türkiye'ye bilerek yapılmıştır; yani, bu büyük adaletsizliği Avrupalı
dostlarımız bilmiyorlar mı; biliyorlar. Niçin yapıyorlar; çünkü, zihinlerindeki
tablo öyledir. Öyle bir Türkiye'yi o hale getirerek almak istiyorlar, Kıbrıs'ı
o hale getirerek almak istiyorlar ve bizi de ona güdüyorlar, yönlendiriyorlar,
oraya doğru bizi itiyorlar ve çok da mesafe aldılar, çok da mesafe aldılar...
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, üzüntü verici bir manzara. Şimdi, Türkiye, Kıbrıs'ın Avrupa
Birliğine girdiği bir tabloyla karşı karşıyadır. Kıbrıs, Londra ve Zürih
Antlaşmalarıyla kurulmuştur. Londra ve Zürih Antlaşmaları yürürlükte olmaya
devam ediyor; hayatı o yönlendiriyor, o orada, işliyor.
Şimdi, bu manzara
karşısında, bizi, inanıyorum, milletimizi çok derinden yaralayan bir tabloyla
karşı karşıya kaldık. Sayın Dışişleri Bakanı -kendisine saygı sunuyorum; ama,
düşüncelerimi ifade etmek zorundayım- bu kritik ortamda, Türkiye'nin güdülmek
istendiği, yönlendirilmek istendiği, bir uluslararası senaryonun, bir tezgâhın
parçası olarak bir noktaya doğru yönlendirilmek istendiği bir aşamada, iki gün
önce, bir televizyon konuşmasında, maalesef, şunları söyledi: "Çözüme
ulaşılamaması halinde, 1960 anlaşmalarındaki Rum tarafı, Ada'yı temsilen, tek
başına girer." Daha vahimi ise, Sayın Bakan, "Rum tarafının tek
başına tüm Ada'yı temsilen AB'ye üye olması halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Avrupa Birliği topraklarının bir kısmını işgal etmiş gibi gösterilmeye
çalışılması tehlikesi vardır" diyor.
Değerli arkadaşlarım,
dünyada 6 milyarın üzerinde insan var. Bu 6 milyarın üzerindeki insanın
arasından bu sözleri söylememesi gereken birinci kişi, Türkiye'nin Dışişleri
Bakanıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu sözler içimizde derin bir yara
açmıştır, derin bir yara açmıştır... Bu sözlerin tahribatını nasıl telafi
edeceğiz, doğrusu bilemiyorum. Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, Kıbrıs'a, 1960
anlaşmalarından kaynaklanan meşru haklarımıza dayanarak girmediler mi? Bu
anlaşmalar hâlâ geçerli değil mi? Yoksa bu anlaşmalar değişti de bizim
haberimiz mi yok?! Uluslararası anlaşmalara uygun olarak Kıbrıs'a giren
askerlerimiz nasıl işgalci durumuna düşürülebilir?! Bunu söylemeye kim cesaret
edebilir?! Yabancıların bile söylemeye cesaret edemedikleri bir şeyi siz nasıl
söylersiniz?! (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Dışişleri Bakanının görevi,
böyle düşünenlere yanlış düşündüklerini anlatmaktır. Şimdiye kadar bu sözü
Yunanlar ve Rumlar söyledi ve her defasında, Türkiye'den gerekli tepkiyi aldı.
(CHP sıralarından alkışlar) Günün birinde, Türk Dışişleri Bakanının da aynı
sözleri söyleyeceğini onlar bile tahmin edemezlerdi, tahayyül edemezlerdi.
Bu sözlerin anlamı nedir?
Bu sözlerin söylenilmesi yanlış olmuştur; hepimiz çok üzüldük; ama, ben kendi
kendime sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Bu sözler niçin söylenmiştir? Sayın
Bakan bu söylediklerimi bilmez mi; elbette bilir; ama, Sayın Bakan, niçin
bunları söyleme ihtiyacı içine girmiştir? Bunları söyleyerek ne yapmaya
çalışmaktadır? Bu sözler sıradan bir hata olmanın ötesinde, kararlaştırılmış
olan bir politikanın, uygulanmaya çalışılan bir politikanın bir kilometre taşı
olarak mı telaffuz edilmiştir; bunu sormaktan kendimi uzak tutamıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
planla bu sözlerin anlamı nedir? Kime hangi mesajı vermek istiyorsunuz? Kofi
Annan Planının eksikliklerini, yanlışlarını söyleyenlere gözdağı mı vermek
istiyorsunuz? Bu planla ilgili çekinceleri olan Türk Silahlı Kuvvetlerine mi
mesaj vermek istiyorsunuz?! Amacınız nedir? Bir Dışişleri Bakanı, ne anlama
geleceğini düşünmeden, yurt içinde ve dünyada nasıl yorumlanabileceğini hesaba
katmadan böyle sözler söyler mi?! Kofi Annan Planının avukatlığını yapmak size
mi düştü?! (CHP sıralarından alkışlar) Hele hele, bu plan kabul edilmezse
başımıza ne gibi sıkıntılar çıkabileceğini söyleyerek felaket tellallığı
yapmak, toplumu korkutmak, ikna etmeye çalışmak size mi düştü?!
Türk Dışişleri Bakanı
bunları mı söylemeliydi; yoksa, bu gibi endişeleri Türk Halkına, Kıbrıs
Türklerine karşı bir baskı unsuru gibi kullanmak isteyenlere karşı tepki mi
göstermeliydi... Eğer, Türkiye'nin, Kıbrıslı Türklerin tezlerini savunacak
gücünüz ve cesaretiniz yoksa susmasını bileceksiniz. (CHP sıralarından
alkışlar) Karşı tarafa kozlar vererek, zafiyetinizi gösterecek sözler söylemeyeceksiniz.
Dışişleri Bakanının
sözleri büyük bir talihsizlik olmuştur. Unutulmasın ki, Dışişleri Bakanının
sözleri devleti bağlar, bütün dünyada bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
görüşleri olarak kabul edilir. Bu düşüncelere sahip olan bir bakanın hâlâ
göreve devam etmesi, hükümetin de aynı görüşleri paylaştığını ortaya koyuyor.
Bu, hazin bir durumdur ve sanıyorum ki, size oy veren, size devlet sorumluluğu
veren vatandaşlarımızın beklentisi bu değildir.(CHP sıralarından alkışlar) Daha
ilk günden, devletin çıkarlarını ve itibarını zedeleyici sözler söylemenizi
kimse beklemiyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi
olarak bu düşünceleri kesinlikle paylaşmadığımızı, Türkiye'nin ve Kıbrıs
Türklerinin üzerine baskı yapmak isteyenlere karşı bütün gücümüzle
direneceğimizi, yüksek huzurunuzda ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Türkiye, baskı altında
politika yapacak bir ülke değildir, başkalarının tazyikiyle politika yapacak,
taviz verecek bir ülke değildir, başkalarının baskılarına boyun eğecek bir
Dışişleri Bakanına layık bir ülke değildir.(CHP sıralarından alkışlar)
Tekrar ediyorum, biz,
Kıbrıs'ta barışı ve bir çözümü destekliyoruz, makul ölçülerde, karşılıklı
esneklikler gösterilmesine de karşı değiliz; ama, Türk toplumunun geleceğini
tehlikeye düşürerek, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarını zedeleyerek, ortaya
atılan önerilere karşı çıkacaklara direnmesini hep birlikte bilmeliyiz. Millî
gururumuzla, haysiyetimizle kimsenin oynamasına izin vermemeliyiz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Girit'te yaşananların
şimdi Kıbrıs'ta tekrar planlanmakta olduğuna dikkatinizi çekiyorum. Tarihî bir
sorumlulukla karşı karşıyasınız. Bunun hesabını, elbette, bugünkü insanlar da,
yarınki kuşaklar da, tarih de değerlendirecektir, soracaktır.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa
Birliğiyle üyelik müzakerelerine başlama tarihini 2004 yılı sonundan daha
erkene çekmek için hükümetin göstereceği bütün çabalara destek vermeye hazırız.
Türkiye'nin hakkını elde etmek için hükümetin yapacağı bütün çalışmalara destek
vereceğiz. Önümüzdeki dönemde, eğer, Kıbrıs'ta, bizim, 13 Aralıkta önümüze
sunulan ve uygun görmediğimiz, hükümetimizin uygun görmediği, kabul etmediği
öneri, Kofi Annan önerisi daha da geliştirilerek, daha da adaletli, dengeli,
kabul edilebilir bir noktaya çekilerek bir anlaşma sağlanabilirse, bundan
mutluluk duyarız; ama, Kofi Annan Planını, 13 Aralıkta reddettiğimiz Annan
Planını, 28 Şubatta, esas itibariyle hiçbir değişikliğe tabi tutmadan kabul
edecek olursak, bize, Kopenhag'ta, kapalı kapılar arkasında, Kıbrıs tavizi
temelinde bir pazarlık yapılmadığını kimsenin inandırarak söylemeye hakkı
olamaz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
barışçı bir çözümü mümkünse deneyelim ve gerçekleştirelim. Sorunlar belli;
Karpaz'ı gözden çıkarmayacak, Türklerin içine 70 000 Rum'un getirilip
yerleştirilmesini öngörmeyecek, siyasî hak eşitliğini kabul edilebilir düzeyde
güvence altına alacak ve Türkiye'nin garantilerini sulandırmayacak, sürdürecek
bir çözüm ortaya çıkarsa, memnuniyetle, hepimiz bunu destekleyelim; ama, bu
çözüm ortaya çıkmazsa, işte asıl o zaman, hükümetin hükümet olduğunu
göstermesine ihtiyaç vardır. O noktada milletçe çok büyük bir sınav vermek
durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Halkını yalnız bırakmayacağımızı, onlara haksız
ve adaletsiz bir şekilde zulümle uygulanan politikayı desteklemeyeceğimizi, o
politikaya kurban etmeyeceğimizi, ekonomik bakımdan onların yanında, arkasında
olacağımızı göstermek zorundayız. 200 000 KKTC vatandaşına, eğer, 70 milyonluk
Türkiye sahip çıkamayacak haldeyse, yazıklar olsun. (CHP sıralarından alkışlar)
O, 200 000 kişiyi orada refah ve mutluluk içinde yaşatmanın şartlarını
elbirliğiyle sağlamalıyız. Hükümetin bu doğrultuda atacağı bütün adımlarda
onlarla tam bir dayanışma içinde olacağız. Gerekirse, Sayın Başbakanla el ele,
bir anlaşma olmadıktan sonra umutsuzluğa düşecek olan -olmazsa eğer- Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkına moral vermek, onlara birlikte sahip çıktığımızı
göstermek için Kıbrıs'a gitmeye de hazır olduğumu burada ifade ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Sayın Başkana, gösterdiği anlayışa teşekkür ederek sözlerimi
tamamlıyorum. Bu konu, gerçekten, önemli bir konudur, böyle bir gündemdışı
konuşmaya cevap çerçevesi içinde ele alınarak noktalanacak bir konu değildir ve
maalesef, bu konu, Türkiye'de, soğukkanlı bir biçimde ele alınıp tartışılma
şansına da sahip olamamıştır. Bir olupbittiyle ülke olarak karşı karşıya
bulunuyoruz. Buna karşı uyanık ve tedbirli davranmalıyız. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gerçekleri en iyi şekilde değerlendireceğine de güveniyorum. Bu
inanç, bu güvenle düşüncelerimi sizlere ilettim. Türkiye Büyük Millet Meclisini
tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal'a
teşekkür ediyoruz.
Dışişleri Bakanı Sayın
Yaşar Yakış, Sayın Baykal'ın, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü
kendisine atfettiği için söz istemiştir. İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre
kendisine söz veriyorum.
Buyurun Sayın Yakış. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. -
Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz
Baykal'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü
kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR
YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Baykal'ın, yaptığı
konuşmada, bana atfedilen sözleri ya anlamadığı veya yanlış okuduğu veya yanlış
muhakeme yaptığı veya yanlış ifade ettiği kanısına vardığım için söz almış
bulunuyorum; huzurunuza, bunu açıklamak için geldim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Böyle ulusal bir konunun,
önemli bir konunun içpolitika malzemesi yapılması belki herkese yakışırdı; ama,
eski bir Dışişleri Bakanına yakışmazdı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ben, Sayın Baykal'ı kırk
küsur yıldır tanırım (CHP sıralarından "İyi tanıyamamışsın" sesleri)
o zamanki, gençlik yıllarındaki heyecanını da bilirim; siyasî hayattaki
performansını da hepimiz gördük, üslubunu hepimiz biliyoruz, bu üslubunda bir
değişiklik olmadığını da biraz önce görmüş bulunuyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sayın Baykal'ın değil, Türk Halkının düşüncesi.
DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR
YAKIŞ (Devamla) - Sayın Baykal'ın okuduğu, bana atfedilen ifadeyi tekrar okumak
istiyorum değerli milletvekilleri ve Sayın Başkan: "Yakış, Kopenhag'taki
temaslarıyla ilgili şunları söylemiştir: Kıbrıs konusunda verdim gitti
diyemeyiz; hükümetiyle, muhalefetiyle, Ada'daki halkla, sivil toplum
örgütleriyle, bu kararı birlikte vereceğiz. Yakış, öte yandan, devamla; 28
Şubata kadar bir çözüme ulaşılırsa, Annan Planındaki, içte iki parçalı, dışta
tek olan Kıbrıs'ı, o ülkeyi üye olarak alacaklardır. Çözüme ulaşılamaması
halinde, 1960 Anayasasındaki, Rum tarafı, tüm Ada'yı temsilen tek başına girer
diye konuştu. Yakış, Rum tarafının tek başına AB üyesi olması halinde AB'nin
hastalıklı bir çocuğu kucağına alacağını ifade etti ve bu durumda, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, Avrupa Birliği topraklarını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması
tehlikesi bulunduğuna dikkati çekti." (CHP sıralarından "Daha
ne?!" sesleri)
Bunu Yaşar Yakış
söylemiyor; bunu Avrupa Birliği ülkeleri ve Kıbrıs Rum kesimi söyleyecektir.
(CHP sıralarından "Daha ne diyecektin?!" sesleri)
Değerli milletvekilleri,
eğer söyleyeceğiniz bir şey varsa, kürsü herkese açıktır, kürsü, kimsenin
inhisarında değildir.
Dolayısıyla, ben, ne
şahıs olarak ne de Dışişleri Bakanı olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri Ada'yı
işgal altında tutmaktadır demedim. Eğer bu senaryo gerçekleşirse, Avrupa
Birliği ülkeleri ve Kıbrıs Rum kesimi, bunu bu şekilde göstermeye
çalışacaklardır diyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
Böyle yapacaklardır, bunu
böyle bilesiniz; biz istesek de istemesek de böyle bileceklerdir ve biz, bizden
önceki hükümetlerden farklı olarak, bu realiteyi, öteki ülkelerin bu şekilde
söyleyeceklerini bilerek dışpolitikamızı oluşturacağız. Bundan önceki
hükümetler, bunu bu şekilde oluşturmadıkları için "efendim, onlar yanlış
söylüyorlar, biz bildiğimiz yoldan devam ederiz" diye diye, Kıbrıs'ı, şu
anda dar bir sokağa sokmuşlardır. Bunların arasında, Sayın Baykal'ın Dışişleri
Bakanlığı yaptığı hükümetler de vardır. Bunda sorumluluk onlarda da vardır,
Kıbrıs'ı bu duruma getirmişlerdir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bu durumda
Kıbrıs'ta ne yapabiliriz, onun çaresini arıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
biz diyoruz ki, 28 Şubat günü böyle bir senaryonun bize doğru gelmekte olduğunu
görüyoruz; bunu bilmemiz lazımdır, bunu görmezlikten gelerek hiçbir yere
varamayız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR
YAKIŞ (Devamla) - Onun için, Sayın Baykal'ın, değerli devlet tecrübesine
dayanarak, bu hususu bu şekilde anlamasını istiyorum ve şimdiye kadar muhalefet
lideri olarak gösterdiği anlayışı, burada... Kendisine, ya konuşma metnimizin
tamamı gösterilmedi veya hangi kontekstte söylediğimiz anlatılmadı.
Dolayısıyla, bu şekilde tavzih ediyorum.
Sayın Baykal'ın
söylediklerinde başka... Yani, ya konunun bütün yönlerini anlamayan arkadaşlar
tarafından kendisine metin yazıldığı için veya bilerek bu şekilde davranıldığı
için (CHP sıralarından "Halktan özür dile bari" sesleri, AK Parti
sıralarından alkışlar) bazı konular, bu Yüce Meclisin bilgisine yanlış takdim
edilmiştir; müsaade ederseniz, onu da düzeltmek istiyorum.
Bir tanesi şudur: 2004
yılına kadar tarih verilmemesinin nedenini, Ege sorunlarının çözümünden sonraya
bir tarih verilmesi şeklinde takdim etmiştir.
Efendim, Sayın Baykal
mutlaka biliyordur; Ege sorunlarının çözümlenmesi için verilen tarihten sonraya
bırakılmasında, hakikaten, Avrupa Birliği tarafının bir arka düşüncesi
olabilir; fakat, sonuç, Sayın Baykal'ın çıkardığı sonuç değil; çünkü, Sayın
Baykal diyor ki: "Eğer, tarih 2004'ten sonra değil de, diyelim, bu zirvede
verilmiş olsaydı..." En yakın senaryoyu söylüyorum: 12-13 Aralık
Zirvesinde tarih verilmiş olsaydı ne olacaktı; 2003 yılının başında
müzakerelere başlayacaktık. Müzakereler ne kadar sürecekti; 2 yıl, 3 yıl, 4
yıl... En azından alalım, 2 yıl sürecekti desek, 2005 yılına kadar müzakereler
tamamlanacaktı; 2005 yılının sonundaki zirvede, Türkiye Avrupa Birliğine
alınacaktır kararı verilecekti. Sonra, bu karar, Yunanistan Parlamentosunda,
Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl Kıbrıs olacak ise -ya yeni ortaklık devleti veya 1960
Kıbrıs'ı; ama, şu anda onunla ilgilenmeyelim- hangi Kıbrıs olacak ise, o Kıbrıs
parlamentosu, 2005 veya 2006 yılında "Türkiye girsin mi, girmesin mi"
diye kendi parlamentosunda onaylayacaktı. Yani, bize tarih geçen hafta verilmiş
olsaydı dahi, 2004 yılında olması gereken işler, Sayın Baykal'ın değindiği
işler yine yerine gelmemiş olacaktı, o ülkeler, yine bize, bizim, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine girmesiyle ilgili, girip girmeyeceğiyle ilgili kararı 2004'ten
sonraki bir tarihte vereceklerdi; her senaryoya göre böyle olacaktı. Onun için
"2004 yılının ötesinde tarih vermekle bütün bu fırsatları kaçırdık şimdi,
eyvah, ne yapacağız" diye çizdiği senaryonun önemli bir eksiği bulunduğunu
sizin bilginize sunmak istiyorum.
Londra ve Zürih
Antlaşmalarından doğan haklarımız vardır. Sayın Baykal'ı ve etrafındaki
arkadaşları temin etmek isterim ki, o anlaşmalardan doğan haklara en az
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri ve onun etrafındaki arkadaşlar kadar vâkıfız, en
az onlar kadar önem veriyoruz ve oradan doğan haklarımızı en az onlar kadar
savunuyoruz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakan.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)
4. -
Başbakan Abdullah Gül'ün, Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet
başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin
gündemdışı açıklaması ve CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve
AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in aynı konuda grupları adına konuşmaları
(Devam)
BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ömer Çelik konuşacaklar.
Buyurun Sayın Çelik. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER
ÇELİK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, bu atılan turun,
son yirmi yirmibeş günlük turun... (AK Parti sıralarından "Sesiniz
gelmiyor" sesleri)
Eğilmem gerekiyor;
eğilince de konsantrasyonum bozulur... Sesim gelecek, sesim güzeldir; şimdi
duyacaksınız.
Bu atılan turun yirmi
yirmibeş günlük kısmında birtakım özel görüşmelerde de bulunduğum için, size
hem buradaki birtakım teknik konularla ilgili hem de bu görüşmelere hâkim olan
siyasal psikolojiyle ilgili bilgi vermek istiyorum hem de bazı hususları
cevaplamak istiyorum.
Öncelikle şunu söylemek
istiyorum: Mevcut dünya siyasetinde, artık, sadece metinlerle konuşmak, metin
üzerinde haklı olmak ya da metin üzerinde haksız olmak çok bir şey ifade
etmiyor. Kuşkusuz, metinler, anlaşmalar, eldeki birtakım belgeler ve bilgiler,
halen dünya siyasetini büyük oranda belirliyor; ama, temel olarak da şöyle bir
şey var: Herhangi bir siyasî meselede global algının sizi nasıl algıladığı,
sizin global algıyı nasıl yönettiğiniz, en az metinlerdeki pozisyonunuz kadar
önemli oluyor. O sebeple, bugün, artık, hiç kimse, dünyadaki herhangi bir
konuyu konuşurken, 11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen
menfur saldırıyı görmezden gelerek herhangi bir konuyu konuşamıyor.
11 Eylülden sonra ne
olduğunu biliyoruz. Dünyanın önüne bir mesele konuldu. Bu mesele, bir küresel
savaş tehdidi olduğu, bir küresel terörizm tehdidi olduğu şeklindeydi. Buna
karşılık dünya, yeni bir küresel barış arayışını nasıl kurabileceğini, yeni bir
pax'ı nasıl tesis edebileceğini düşünmeye başladı. Bu çerçevede bakıldığı
zaman, Avrupa Birliği meselesi ve bunun dışındaki büyük siyasî entegrasyonlar,
her zaman için, bir medeniyetler arası temas meselesi olarak önümüze
gelmektedir. Şunu kabul etmek gerekir: Avrupa Birliğinin genişlemek üzere
alacağı son 10 ülkenin toplam yüzölçümü ve 10'unun toplam nüfusu, neredeyse,
ancak Türkiye kadar edebiliyor; dolayısıyla, 10 ülkeyi almakla Türkiye'yi almak
birbirine eşdeğer bir kuvvet oluşturuyor, Avrupa Birliği dengeleri içerisinde.
Bu çerçevede bakıldığı
zaman, Türkiye'nin bütün haklı tezlerini sonuna kadar anlatmak gerekiyor;
fakat, Türkiye'yle ilgili tezlerin anlatılmasında, Türkiye'nin pozisyonunun
korunmasında çok ince ayarların yapılması gerektiği de ortada. Bizim öncelikle,
bu süreçteki pozisyonumuz şudur: Biz, sınırımızın ötesinde daha çok demokrasi
için, özgürlükler için, askerlerimizi, NATO çerçevesindeki mükellefiyetlerimiz
doğrultusunda, ölüme göndermekten çekinmediğimizi bütün Avrupalı liderlere
Genel Başkanımız ifade etmiştir.
Bu çerçevede, NATO
çerçevesinde beraber ölmekten çekinmediğimiz değerlerin, daha çok demokrasi ve
daha çok özgürlük çerçevesinde daha çok beraber yaşamak için kullanılması
doğrultusunda, bu siyasî entegrasyondan Türkiye'nin dışlanmasını kabul
edemeyeceğimizi ifade etmişizdir.
İfade ettiğimiz bir diğer
husus şudur: Şimdi, tabiî, bu kürsüden, benim bütün çocukluğum boyunca gördüğüm
gibi, Türkiye'yi içe kapatacak milliyetçi bir söylem kullanıp, alkış toplamak
kolaydır. Benim bütün çocukluğum boyunca gördüğüm gibi, bu kürsüden, çeşitli
yerlerde, milliyetçi duyguların harekete geçmesini sağlayacak konuşmalar yapmak
kolaydır; ama, Türkiye'nin de önünde bir problem vardır, o problem de şudur:
Önümüzdeki yüzyılda siyasetten beklenen, bütün değerlerin ötesinde şöyle bir
şeydir: Artık "biz sana ideoloji veriyoruz, sen bize oy ver"
mantığını bir kenara bırakıyor yeni siyaset ve insanlara nasıl iyi yaşam
vereceğini vaat etmek durumunda kalıyor. İnsanların önüne, kuşkusuz, mensubiyet
duygularını onaran, mensubiyet duygularını yücelten tavırlar da koymak
gerekiyor; fakat, onları, daha çok demokrasi ve daha çok refah çerçevesinde
nasıl daha iyi yaşatacağı konusunda da siyasetin çok ciddî bir ekseni ve
problemi olması gerekiyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu çerçevede sık sık
söylenen bir şey vardır; bizim jeopolitik konumumuz... Kuşkusuz Türkiye'nin
eşsiz bir jeopolitik bir konumu vardır. Kuşkusuz Türkiye Avrasya'nın kalbi ve
beynidir. Kuşkusuz Türkiye bütün
medeniyetlerin kavşak noktasıdır. Bu çerçevede Türkiye'nin jeopolitik konumunu
çok önemsiyoruz; fakat, bir ülkenin dışarıya pazarlayabileceği tek şey kendi
jeopolitik konumuysa, onun demokrasisi de jeodemokrasi oluyor. Jeodemokrasi
şöyle bir şey: Diyoruz ki, bizim demokrasimizin, bizim jeopolitik konumumuzdan
ötürü kendine has özellikleri var, bu özellikler sebebiyle bazı
eksikliklerimizin olması doğaldır diye söylene gelmiştir. Biz, kesinlikle, bunu
kabul etmiyoruz. Demokrasinin daha az olması ya da özgürlüklerin daha az olması
gibi bir mazereti kabul etmiyoruz. Bu sebeple, Kopenhag kriterlerine
Türkiye'nin uymasını, Kopenhag kriterlerinin Ankara kriterleri yapılmasını,
dünyanın birçok bölgesinin Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri olarak
tanımasını, biz, sadece Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, oraya girme
çerçevesinde değil, kendi halkımıza saygımız gereği kabul ediyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bunu, bütün zeminlerde
ifade ettik ve çok açık bir tablo vardı önümüzde, o da şuydu: Sayın Cumhuriyet
Halk Partisi Genel Başkanı güzel bir şey söyledi; 1993'teki siyasî kriterlere
uymuşsa alınmalıydı, uymadığı taraf neydi diye. Evet, bu soruyu biz de sorduk,
aynen söylenen şey şuydu, Sayın Genel Başkanımıza şu ifade edildi: "Evet,
siz, bizden, Türkiye'ye kesin müzakere tarihi verilmesini istiyorsunuz. Biz de
size diyoruz ki, evet, Meclisiniz göz kamaştırıcı işler yapıyor; ama, ortada da
bir gerçek var, göz kamaştırıcı işler yapıldığı kadar, bunun uygulamaya
geçirilmesi gerekir." Kendilerine uygulamadaki eksiklikleri sorduğumuzda
söyledikleri şey şuydu: "Somut örneği sizsiniz, siz, hâlâ, siyasî yasaklısınız."
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, Türkiye'de
uygulamadan kaynaklanan eksikliklerin Türkiye'nin önüne sürülmesinin,
Meclisimizin samimiyetinin denenmesi ya da hükümetimizin samimiyetinin
denenmesi diye bir tavır alınması şeklinde yorumlanması doğru değildir.
Özellikle şunu belirtmek gerekir: Sadece bizim hükümetimizi değil, hiçbir
cumhuriyet hükümetini, hiçbir dış güç samimiyet sınavına tabi tutamaz! (AK
Parti sıralarından alkışlar) Eğer, herhangi bir cumhuriyet hükümeti bu konuda
bir zaaf gösterirse, o, bir hükümet olarak kalabilir; ama, başındaki
"cumhuriyet" sıfatını kaybeder. Bizim cumhuriyet hükümetimiz bu
konuda hiçbir samimiyet sınavına tabi tutulamaz; kendi pozisyonunu açıkça belli
etmiştir ve bu pozisyonunun arkasında da sonuna kadar durmuştur. Özellikle,
Sayın Başbakanın Kopenhag'taki temaslarında açıkça ortaya çıkan gerçek şudur:
Türkiye'nin tezlerinin, Türkiye aleyhine hiçbir esneklik gösterilmeden, tam bir
kararlılıkla savunulduğu, Danimarka Başbakanı olmak üzere diğer başbakanlar tarafından
ifade edilmiştir.
Bu temaslar sırasında
açıkça hazırlanan taslak metinlerde, biz bu tura ilk başladığımızda, Türkiye
için en erken düşünülen randevu için randevu tarihî bile 2008 yılına
sarkıyordu. 2008 yılı, çeşitli ülkelerde, çeşitli vesilelerle bize ifade
edilmiştir. Bu turla birlikte şöyle bir şey söylenmiştir; bizden önceki
Meclisin yaptığı çabalar, olağanüstü gayretler, yine bu Meclisin gösterdiği
irade ve kararlılık doğrultusunda Danimarka Başbakanının bizzat kendi
ifadesidir: "Bizi yeni siyasî stratejiler geliştirmeye zorluyorsunuz,
elimizdeki taslakları değiştirmek durumunda kalıyoruz ve bu tarihi geri çekmek
için yeni bir hazırlık yapmak durumundayız." Dolayısıyla, hiç kimse,
sadece bu gezi sebebiyle bu başarı elde edildi demiyor. Bunda, kuşkusuz,
geçmişteki kazanımların da katkısı vardır. Sayın Baykal, Hazreti Mevlana'yı
andı, biz de analım. Mevlana diyor ki: "Söyle, söyle ki, her söyleyen bir
çağ açıyor, bir ark açıyor, bir sonraki çağa su ulaştırıyor. Gerçi, her çağın
bir söyleyeni var; ama, öncekilerin söyledikleri ona yar." (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Biz, geçmiştekilerin,
geçmişteki Meclislerin ve hükümetlerin, Avrupa Birliğine girişimiz yolunda
açtığı arktan gelen kazanımları muhakkak surette istihdam ettik; fakat, bunları
daha da yükseğe taşımaya çalışarak, en tempolu bir biçimde, en kararlı bir
biçimde bu hususu anlattık. Peki, fark neydi? Fark şuradaydı: Birincisi, çok
uzun zamandır, Türk siyasî sistemini yenileyecek şekilde bir seçim galibiyeti
ortaya çıkmıştır. Bu seçimin galibi olan parti, uyum yasalarını geçirmekte ve
bunu uygulamakta hiçbir müşkülle karşı karşıya değildir. Ayrıca, birebir
temaslar doğrultusunda, Türkiye'nin tezleri en kararlı biçimde anlatılmıştır.
Türkiye'den önce üye yapılan ülkelerin ya da Türkiye'den önce tarih verilen
ülkelerin, bizden daha geri olduğu noktalar, bizim daha ileri olduğumuz
noktalar, tek tek, bu liderlerin önüne serilmiştir ve burada çok iyi bir
müzakere ve diplomasi trafiği yaşanmıştır.
Bu metne giren
"fazla gecikmeden" ifadesi, bir yıl sonra, iki yıl sonra, üç yıl
sonra gibi bir anlam taşımaz; bu, teknik olarak, üç ay ile altı ay arası bir
anlam taşır. Bu müzakereler konusunda daha önce verileceği söylenen ilerleme
raporu, sadece Türkiye'ye özgü bir rapor değildir. Bu ilerleme raporu, zaten,
bütün ülkeler için geçerlidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bu
ilerleme raporunun sonuçlarına göre bir tarih verilip verilmemesi söz konusu
olacaktır, müzakereye başlanıp başlanmaması söz konusu olacaktır; dolayısıyla,
o, herkes için geçerlidir.
Yine bir teknik düzeltme
yapmak gerekiyor. Yeni giren 10 ülkenin, eğer, bize, 2003'te müzakere tarihî
verilseydi, bizimle ilgili müzakerenin başlaması konusunda söz sahibi
olamayacağı bilgisi de doğru değildir. O ülkeler, bize 2003'te müzakere tarihî
verilmiş olsaydı bile, bizim gibi yeni müzakere tarihî alacak ülkelerin
gidişatları konusunda söz sahibi olacaklardır; fakat, yeni bir gelişme
olabilir; Avrupa Birliği, konsensüsle karar almak yerine, çoğunlukla karar alma
aşamasına geçebilir; o zaman, çoğunluğun oy hakkı doğrultusunda bir karar
alınması ortaya çıkabilecektir.
Buradaki tavrımız şudur:
Sayın Baykal'ın söylediklerinde, bir nebze, siyasal totoloji var; onlar bizi
almıyorlar, biz yaptık; fakat, onlar bunu kabul etmediler; peki, ne
yapacağız?.. Bizim cumhuriyetimiz, temelinde bir Avrupa perspektifidir. Kıta
Avrupasındaki cumhuriyetçi değerlerin, burada, kendi ülkemizde, yeni bir
siyasal aşama olarak yaşatılmasıdır. O sebeple, Kıta Avrupasındaki gibi, bizim
cumhuriyetimiz de, her şeyden önce, siyasal erdemin yaşatılmasına dayanır; bu,
cumhuriyeti kuran kadroların büyük bir basiretle, büyük bir önseziyle, daha
cumhuriyeti kurar kurmaz verdikleri bir karardır. Dolayısıyla, bizim, buradaki
perspektifimiz şudur: Avrupa Birliği gibi bir siyasî entegrasyona üye olsak da
olmasak da, herhangi bir şekilde Avrupa Birliğinin tam üyesi olsak da olmasak
da, açık bir şekilde, Kopenhag siyasî kriterlerini, kendi ülkemizdeki yerli
siyasî değerler haline getireceğiz; çünkü, bize göre, Kopenhag siyasî
kriterleri Avrupa Birliğinin kendisinden bile çok daha önemlidir.
Kıbrıs konusunda kısa bir
şey söyleyeceğim. Çok basit bir şey var; kuşkusuz, hiç kimse, Kıbrıslı
yurttaşlarımızın, Kıbrıslı kardeşlerimizin varoluş davasını görmezden gelemez.
Zaten, bütün bu çabalar, Kıbrıslı kardeşlerimizin varoluş davasını yeni siyasî
enstrümanlarla nasıl yürütebiliriz, nasıl devam ettirebiliriz şeklinde bir
yaklaşımın ürünüdür; ama, şöyle bir şey var: Eğer, siz, ekonomik olarak Ada'nın
güneyinden daha fakir hale getirmişseniz; eğer, siz, her gün, sizin
topraklarınızdan binlerce kişinin karşı tarafa geçip çalışmak zorunda kalmasını
bir siyasal problem olarak önünüze koymamışsanız; eğer, siz, karşı tarafın
Avrupa Birliği pasaportunu Türklere de dağıtması karşısında ortaya çıkacak
psikolojik çözülme hakkında yeterli bir yaklaşım geliştirme şeklinde bir tavra
sahip olmazsanız "Kıbrıslı kardeşlerimizi koruyacağız" demeniz, sonuç
olarak hiçbir şey ifade etmez.
Bir sistemin, kendi
kardeşlerini, kendi soydaşlarını koruması için üç şey üretmesi gerekir; adalet
üretmesi gerekir, refah üretmesi gerekir, güvenlik üretmesi gerekir. Kuşkusuz,
güvenlik üretmeye çok önem veriyoruz, kuşkusuz, adalet üretmeye çok önem
veriyoruz; fakat, bunlar kadar refah üretmeye de önem vermek durumundayız.
Ortaya çıkacak tabloda
bizim yaklaşımımız, Kuzey'in ve Güney'in haklarını eşit olarak güvence altına
alan bir ortaklık devletinin Avrupa Birliğince kabul edilmesidir. 28 Şubata
kadar yapılacak müzakereler, Annan Planı üzerinde yapılacak müzakereler, iki
tarafın egemenlik haklarını kabul eden, eşitliğe dayanan bir statü şeklinde
yeni bir ortaklık devletinin Avrupa Birliğine girmesini sağlamaya dönük
olacaktır. Bunun gerisinde herhangi bir tavrın, kapı arkasında gizli bir pazarlığın,
hükümetimize ya da partimize ima yoluyla bile atfedilmesinin hiçbir zemini ve
mesnedi yoktur.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çelik,
teşekkür ediyorum.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Baykal.
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Sayın Başkan, Sayın Dışişleri Bakanına söz verdiğiniz maddeden; yani, 69 uncu
maddeden, düşüncelerimin çarpıtılarak aktarılması nedeniyle, cevap hakkımı
kullanmak istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Baykal, lütfen,
yeni bir sataşmaya sebebiyet vermeden sözlerinizi tamamlarsanız...
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim.
IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Dışişleri Bakanı
Yaşar Yakış’ın konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü
kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Değerli arkadaşlarım, dışişleri mesleği, üslup mesleğidir; ne söylediğinizi ve
nasıl söylediğinizi bilerek konuşacaksınız, yanlış anlaşılmayacaksınız,
karşınızdakine hakaret etmeyeceksiniz... Karşınızdakini üzebilirsiniz; farklı
düşünüyorsunuzdur, farklı düşüncelerinizi söylediğinizde, o, belki üzülebilir,
kırılabilir; ama, hiçbir zaman, karşınızdaki insanın düşüncelerini beğenmediniz
diye, kişiliğine, geçmişine, üslubuna yönelik hakaret etmeyeceksiniz.
Ediyorsanız, her şey olabilirsiniz; ama, diplomat olamazsınız, dışişleri bakanı
olamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ben
açıklamalarımı teypten deşifre edilen bir metin üzerinden yaptım; ne bir kelime
ekledim ne bir kelime çıkardım; sadece okudum, okuduklarım hakkındaki
düşüncelerimi söyledim. O düşüncelerimde yanılıyor olabilirim; o yanılgıları
düzeltmek Sayın Bakanın görevidir, bana hakaret etmek değil...
Biz, Türkiye'de yeni bir
siyaset anlayışını şekillendirmeye çalışıyoruz, Türkiye'nin bu güç döneminde,
siyasî hayatımızın hiçbir döneminde görülmemiş bir dayanışmayı sergilemeye
çalışıyoruz. Eğer, ben, Sayın Dışişleri Bakanını ciddiye alsam, bu tarihî
görevi de yapamaz hale geleceğim; yani, Sayın Dışişleri Bakanına rağmen bu
dayanışmayı sürdürme durumunda kalıyoruz.
RESUL TOSUN (Tokat) - Bu
da hakaret değil mi?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Hayır, hakaret değil, hakaret değil...
RESUL TOSUN (Tokat) -
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Dışişleri Bakanını ciddiye almamak hakaret
değil mi?!
BAŞKAN - Lütfen,
karşılıklı konuşmayın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben, teypten deşifre ettim, okudum. Sayın Bakan
buraya geldi, gazetelerden aktararak okudu, gazetelerden aktararak; yani,
rötuşlanmış, değiştirilmiş, yönlendirilmiş metne dayanarak cevap veriyor; ben,
teypten ne söylediğini aktararak konuşuyorum. Buna dikkatinizi çekiyorum; bir.
Sayın Dışişleri Bakanının
siyasî muhataplarına daha saygılı davranması gerektiğini ona hatırlatıyorum;
iki.
Ayrıca, bir dışişleri
bakanının bilmesi gereken bir nokta da; yani, benim Dışişleri Bakanı olarak
görev yaptığım dönemde, Kıbrıs sorununda ne gibi olumsuzluklar yarattığımıza
ilişkin iddiasını da anlamakta ciddî güçlüğüm var. Sayın Dışişleri Bakanı diyor
ki: "Sayın Baykal'ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde izlenilen Kıbrıs
politikası, olayı buraya getirdi." Ben 54 gün Dışişleri Bakanlığı yaptım.
Bu dönemde, Kıbrıs'la ilgili, olumlu olumsuz katkı getirecek hiçbir açılım
yapmak durumunda olmadık. Bu dönemde, Suriye'ye bir nota verdik "Apo'nun
derhal Türkiye'ye iade edilmesi gerekir" diye. O zamana kadar, hiç kimse,
Dışişleri Bakanlığı olarak, böyle bir iade talebini ortaya koymamıştı. Daha
sonra o gelişimin nereye yol açtığını hep beraber gördük. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bir de, Kardak kriziyle
karşı karşıya kaldık; yani, Ege'deki Kardak Adasında, bir Rum papaz, getirdi,
Yunan bayrağını oraya dikti. Biz "ne oluyor, ne yapıyorsunuz" dedik,
"bunu yapamazsınız" dedik, "orası size ait değildir" dedik,
"bunu ortaya koyan hiçbir anlaşma yoktur, bu yaptığınızın hiçbir hukukî
temeli yoktur" dedik ve onları, oradan, hukuk içinde çıkardık, bir tek
kişinin burnunu kanatmadan çıkardık ve şimdi, o nedenle, bir Ege sorunu gündeme
geldi; yani, Ege'de, Yunanistan'a ve Türkiye'ye ait olduğu ispatlanamayan
adacıkların bulunduğu ortaya çıktı, şimdi, o adacıklardaki durumu yeniden
düşünmek için bir çalışma yapma, o belirsiz adacıkları ülkelere dağıtma
ihtiyacı ortaya çıktı.
Yani, o 54 günde, Deniz
Baykal'ın 54 günlük Dışişleri Bakanlığı döneminde, acaba -Sayın Dışişleri
Bakanı, herhalde, bilerek konuşuyordur, boş konuşmuyordur; kendisi de bir
diplomat, mesleğin içinden- Kıbrıs'la ilgili hangi karar bu sıkıntılara yol
açmıştır, şunu anlatsa da, bir öğrensek... (CHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, bir Dışişleri Bakanıyla böyle bir tartışmaya girmiş olmaktan üzüntü
duyuyorum. Beni asıl üzen, bu tartışmanın, gerçek çerçevesinin dışına
taşırılmış olmasıdır. Bizi harekete geçiren düşünce, sadece, Türkiye'nin
yararıdır. Biz, burada siyaset yapmıyoruz. Siyaset yapmaya kalksak, siyaset
yapacağımız çok konu var. Günü geldiğinde onu da yaparız; ama, şimdi siyaset
yapma günü değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Bitiriyorum, hemen bağlıyorum...
BAŞKAN - Buyurun efendim,
buyurun; devam ediniz...
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Biz, burada, sadece, Türkiye'nin haklarının korunmasının önem taşıdığı
inancıyla, bu konuda bizi kaygılandıran bir yanlış gidişi gördüğümüz için,
Türkiye'nin yararları konusunda bizi kaygılandıran bir yanlış gidişi gördüğümüz
için, uyarı görevimizi yapıyoruz; aman dikkatli olun diyoruz, aman yapmayın...
Bundan siyasî kazanç gelir-gelmez, onunla hiç meşgul değiliz, tarihe karşı
görevimizi yapıyoruz ve sizi tarih karşısında da uyarmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir
moda çıktı. Artık globalleşme çağı var, artık ulusal kimlikler, benlikler,
duyarlılıklar anlamını kaybetti; çağdaş ilericilik, yenilikcilik, bu konuda en
büyük ödünü verme yarışına dönüşmüştür; o nedenle, bırakın bu eski lafları, bu
demode lafları; ne konuşuyorsunuz; hâlâ siz bıraktığımız yerde misiniz, hâlâ
millet diyorsunuz, hâlâ tarih diyorsunuz, hâlâ ulusal yararlar, ulusal çıkarlar
diyorsunuz; bitti onlar, biz Avrupa Birliğinden o çıkarları sağlayacağız...
Değerli arkadaşlarım,
lütfen dikkatli olunuz. Lütfen dikkatli olunuz; bu havalar size çok ağır
bedeller ödemek durumunu yaratabilir; ama, ne yazık ki, o bedelleri siz değil,
Türk Milleti öder! Tarih boyunca öyle olmuştur; yani, öyle olmasından kaygı
duyuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Son bir söz de Sayın
Bakana: Sayın Bakan, bir cam fanusun içerisinde duruyor; oraya buraya taş
atmaktan kendisini alıkoymalıdır. Dünya tarihinde, açıklaması bakanlığı
tarafından tekzip edilmiş tek bir dışişleri bakanı vardır. (CHP sıralarından
alkışlar) Yaptığı açıklama kendi bakanlığı tarafından tekzip edilmiş tek bir
bakan vardır. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Bakanın yanlış anlaşılma gibi bir
sakarlığı var. (CHP sıralarından alkışlar) Bu sakarlıkla her şey olur da,
Dışişleri Bakanlığı olmaz!
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından "Bravo" sesleri ve ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Bir Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum:
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
1. - Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya ve 42 arkadaşının, trafik kazalarına karışan belli
bir marka yolcu otobüslerinin teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme
kararlarına müdahale ettiği iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/7)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
200 civarında 0 403
Mercedes marka yolcu otobüsünün geçtiğimiz dönemlerde karıştıkları trafik
kazaları sonucunda yanması ve aynı kazalarda 150 kadar vatandaşımızın da yine
yanarak hayatlarını kaybetmelerine söz konusu otobüslerin teknik birtakım
kusurlarının sebep olduğu yönündeki iddiaların doğru olup olmadığının ortaya
çıkarılabilmesi amacıyla, Anayasamızın 98 inci ve Meclis İçtüzüğümüzün 104 ve
105 inci maddeleri gereği bir Meclis araştırması açılması için gereğini arz
ederiz.
1- Musa Uzunkaya (Samsun)
2- Ahmet Yeni (Samsun)
3- Mustafa Demir (Samsun)
4- Cevdet Erdöl (Trabzon)
5- Emin Şirin (İstanbul)
6- Bülent Gedikli (Ankara)
7- Selami Uzun (Sıvas)
8- Orhan Yıldız (Artvin)
9- Azmi Ateş (İstanbul)
10- Mustafa Çakır (Samsun)
11- Nur Doğan Topaloğlu (Ankara)
12- Mehmet Kurt (Samsun)
13- Musa Sıvacıoğlu (Kastamonu)
14- Asım Aykan (Trabzon)
15- Adem Tatlı (Giresun)
16- Mustafa Said
Yazıcıoğlu (Ankara)
17- Tayyar Altıkulaç (İstanbul)
18- Mehmet Ali Bulut (Kahramanmaraş)
19- Hacı Biner (Van)
20- Fazıl Karaman (İzmir)
21- Mehmet Ceylan (Karabük)
22- Hasan Bilir (Karabük)
23- Temel Yılmaz (Gümüşhane)
24- Ali Er (Mersin)
25- Şerif Birinç (Bursa)
26- Köksal Toptan (Zonguldak)
27- Hamza Albayrak (Amasya)
28- Ekrem Erdem (İstanbul)
29- Şükrü Ünal (Osmaniye)
30- Recep Özel (Isparta)
31- Mehmet Sait Armağan (Isparta)
32- Şükrü Önder (Yalova)
33- Mehmet Sayım
Tekelioğlu (İzmir)
34- Şükrü Ayalan (Tokat)
35- Serpil Yıldız (İzmir)
36- Mehmet Beyazıt
Denizolgun (İstanbul)
37- İlhan Albayrak (İstanbul)
38- Mustafa Cumur (Trabzon)
39- Faruk Özak (Trabzon)
40- Kemalettin Göktaş (Trabzon)
41- Fahrettin Poyraz (Bilecik)
42- Mustafa Öztürk (Sinop)
43- Cemal Yılmaz Demir (Samsun)
Gerekçe:
Konya Karapınar'da 24
Ekim 1997'de meydana gelen trafik kazası sonucu 49 kişinin yanarak ölümüyle
dikkatleri üzerine çeken 0 403 Mercedes marka yolcu otobüslerinin yangına
elverişli bir donatıma sahip oldukları iddialarıyla ilgili olarak ve bu
iddiaların doğruluk derecelerinin ortaya konulabilmesi amacıyla;
- Ülkemizde bulunan bu
otobüsler ile başka ülkelerde bulunan aynı marka ve model otobüslerin teknik
donatımlarının farklı yönlerinin bulunup bulunmadığı,
- Söz konusu otobüslerin
yangına karşı elverişli bir yapı arz ettiği iddia edilen yakıt tankları ve bu
tankların çevre ayırımlarının ilgili yasal prosedür işlemlerinden geçip
geçmediği,
- Bu otobüslerin diğer
marka ve model otobüslere oranla yanma risklerinin daha yüksek bulunduğu
yönündeki iddiaların doğruluk derecelerinin tespiti,
- Mercedes-Benz Türk AŞ
adlı üretici firmanın, ülkemizde meydana gelen 200 otobüs yangınında
hayatlarını yanarak kaybettikleri ileri sürülen 150 kişinin yakınlarına
tazminat ödeyip ödemedikleri, tazminat ödemeleri yapılmışsa, yeterlilik
dereceleri ve miktarları,
- Konya Karapınar Asliye
Ceza Mahkemesinin, 49 kişinin hayatını yanarak kaybettiği kazayla ilgili dava
sonucunda üretici otobüs firması yetkilileri hakkında verdiği gıyabî tutuklama
kararının, firmanın girişimleri sonucunda yerine getirilemediği iddialarının
doğru olup olmadığı,
- İlgili mahkeme
hâkiminin verdiği bu karar sonucunda, Mardin'in Dargeçit İlçesine tayin
edildiği iddialarının araştırılması,
- Söz konusu otobüsler
hakkında verilen ODTÜ ve KTÜ bilirkişi raporlarının benzer ve farklı yönlerinin
tespiti ile bilirkişi heyetlerine firma tarafından baskı uygulandığı
iddialarının doğruluklarının tespiti,
- Davanın Yargıtay
aşamasında da, aynı firma yetkililerinin, çıkacak kararı kendi lehlerinde
etkileyebilmek için devreye girdikleri iddialarının incelenmesi,
- Bilirkişi raporlarına
istinaden verilen "95, 96 ve 97 imali 0 403 Mercedeslerin trafikten
çekilerek, yakıt tanklarıyla ilgili teknik kusurlarının giderildikten sonra
yeniden trafiğe çıkması" yönündeki ilgili mahkeme tarafından verilen karar
ne ölçüde uygulanabilmiştir?
- Bugün, söz konusu
otobüslerin yakıt tankları hangi özelliklere sahiptir gibi yukarıda
dikkatlerinize sunulan ve bugüne kadar da sağlıklı cevapları ortaya konulamamış
bir dizi soru hâlâ halkımızın gündemini meşgul etmekte ve geçmişte bu konunun
mağduru olmuş vatandaşlarımız ve
onların yakınları, bir an önce bu konuda Meclisimizden olumlu bir adım
atılmasını beklemektedirler.
Anılan tüm bu nedenler
gözönünde bulundurularak, Anayasamızın 98 ve Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci
maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmına geçiyoruz.
V. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 57 nci
hükümet döneminde afet kapsamına alınan yerler ile uygulamada ayrımcılık
yapıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1)
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Sorunun görüşülmesi
ertelenmiştir.
2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, doğrudan gelir
desteği ödemelerine ve çiftçi borçlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/2)
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Başbakan veya Sayın Bakan?.. Yok.
Sorunun görüşülmesi
ertelenmiştir.
3. - Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın, sigorta
eksperliği sınavıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Ali
Babacan) sözlü soru önergesi (6/3)
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Sorunun görüşülmesi
ertelenmiştir.
Gündemin "Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına
geçiyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu
kısmın 1 inci sırasındaki Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 arkadaşı ile 5
inci sırasındaki Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24
arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri aynı mahiyette olduğundan, her iki önergeyi birlikte görüşeceğiz.
VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 Arkadaşının,
Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/2)
2. - Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24
Arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/6)
BAŞKAN - Hükümet?..
Burada.
İçtüzüğümüze göre, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği
bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet
ve gruplar için 20'şer, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.
Hükümet adına, Çevre
Bakanı Sayın İmdat Sütlüoğlu, buyurun efendim.
Süreniz 20 dakika.
ÇEVRE BAKANI İMDAT
SÜTLÜOĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene havzasında
meydana gelen kirlenmeyle alakalı olarak verilen önergelere cevap vermek üzere
huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum; konuşmama başlamadan evvel hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ergene havzası, çevre
sorunlarının yoğun olarak yaşandığı en önemli havzadır. 1973 yılında Çerkezköy
Organize Sanayi Bölgesinin kurulmasıyla havzada kirlilik başlamış, daha sonra,
belediyelerin kurmuş olduğu organize sanayi bölgeleri bu kirliliği önemli
oranda artırmıştır.
Bu bölgeyi, özellikle
kâğıt, tekstil, deri ve kimya sektörlerine ait sanayi tesisleri cazibe merkezi
haline getirmiştir ki, bu sektörler kirlilik oranı yüksek olan sektörlerdir.
Öte yandan Ergene Nehir
havzası üzerindeki il ve ilçe belediyelerinin atık su arıtma tesisleri
bulunmaması nedeniyle evsel atıkların doğrudan Ergene Nehrine deşarj edilmesi,
Trakya bölgesindeki aşırı gübreleme ve ziraî ilaçlama faaliyetleri de Ergene
Nehrinin daha çok kirlenmesine sebep olmuştur.
Bölgedeki çevre sorunları
Bakanlığımızca öncelikli olarak ele alınmış ve çözüme yönelik çalışmalar devam
ettirilmektedir. Yapılan çalışmalar: Denetim çalışmaları kapsamında, bölgedeki
mevcut çok sayıdaki sanayi kuruluşları arıtma tesisleri Bakanlığımız
girişimleriyle tamamlatılmıştır. Arıtma tesislerinin düzenli çalıştırılması
yönünde il çevre müdürlükleri ve Bakanlığımız elemanlarınca sürekli denetim
yapılmaktadır. 2000 yılında fabrikalar 2 131 kez denetlenmiş ve 55 fabrikaya
ceza kesilmiştir. 2001 yılında fabrikalar 1 948 kez denetlenmiş ve 11 fabrikaya
ceza kesilmiştir. 2002 yılındaki denetimler ise sürdürülmektedir.
Bakanlığımız ile Trakya
Üniversitesi arasında 13.1.2002 tarihinde imzalan protokolle proje
başlatılmıştır. Çevre düzeni planlama projesi, toplam maliyeti 50 milyar Türk
Lirası olan bir projedir. Projeyle ilgili 3 adet önaraştırma raporu 2000 ve
2001 yıllarında Bakanlığımıza teslim edilerek 22,8 milyar Türk Lirası
ödenmiştir. Planlanan 1/100 000 ölçekli Ergene havzası çevre düzeni planı ile
iki alanda 1/25 000 ölçekli planlar birlikte gerçekleştirilerek son halini
almıştır. 9.12.2002 tarihi itibariyle nihaî belgeler Bakanlığımıza teslim
edilmiş, planın son bölümünde, uygun bulunması halinde 17 milyar TL ödenerek iş
bitirilmiş olacaktır. Bundan sonra, belediyelerle işbirliği halinde, çalışmalar
sürdürülecektir.
Ergene Havzası Atık Su ve
Katı Atık Yönetimi Projesi: Bakanlığımızca hazırlanan önfizibilite raporuna
göre Ergene havzasındaki katı atıkların geri kazanılması ve uygun olan yerlerde
ortak kurulacak düzenli, deponi alanların da bertarafı, bölgedeki yerleşim
alanlarından kaynaklanan atık suların ortak veya münferit kurulacak arıtma
tesislerinde arıtılması öngörülmektedir. Projenin tahminî maliyeti 260 000 000
dolar olup, atık su arıtma tesisleri için 168,9 milyon dolar, katı atık
bertaraf tesisleri için 91,8 milyon dolar yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır.
Projeye finansman temini
için, İspanyol Hükümeti ve Avrupa Yatırım Bankasına başvuruda bulunulmuştur.
Projenin Bakanlığımız koordinasyonunda bölgedeki belediyeler ve hizmet
birliklerince yürütülebilmesi için, Bakanlar Kurulu kararı çıkarılması yönünde
çalışma yapılmaktadır.
Tehlikeli Atıkların
Yönetimine İlişkin Fizibilite Projesi: Havzadaki sanayi kuruluşlarından
kaynaklanan tehlikeli atıklara çözüm bulmak amacıyla, Bakanlığımızca 2000
yılında başlatılan fizibilite projesi, 2001 yılında tamamlanmıştır. Projeyle,
bölgedeki tehlikeli atık envanteri çıkarılmış, Tekirdağ, Çanakkale, Edirne,
kısmen İstanbul ve Kırklareli illerindeki sanayi tesislerine hizmet verecek
yakma ve depolama tesisi kurulması planlanmıştır.
Meriç Nehri kirliliğinin
önlenmesi için Yunanistan'la yapılan ortak
çalışmalar: Türkiye ile Yunanistan arasında, çevrenin korunması alanında
imzalanan mutabakat muhtırası çerçevesinde ortak komite kurulmuştur. Komite,
yaptığı toplantılar sonunda, Meriç ve Ergene nehirlerinin temizliği konusunda
ortak çalışma kararı almış, komite
toplantılarının, Bakanlığımız koordinatörlüğünde, Yunanistan ve Bulgaristan'ın
katılımıyla, Türkiye'de yapılmasına karar verilmiştir; çalışmalar devam
etmektedir.
Trakya Çevre Sorunları
Hizmet Birliği kuruluş çalışmaları: Trakya bölgesinde ihtiyaç duyulan çevre
altyapı projelerini ortak veya münferit olarak kurmak ve işletmek amacıyla,
Bakanlığımız girişimleriyle, Tekirdağ Valiliği koordinasyonunda, bir hizmet
birliği kuruluş çalışmaları başlatılmıştır.
Birliğe, Tekirdağ,
Edirne, Kırklareli Merkez Belediyeleri ve İl Özel İdareleri ile Lüleburgaz
Belediyesi katılmıştır. Birlik tüzüğü, 17.9.2001 tarihinde, Tekirdağ Valiliğince
İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir. Alınan bilgilere göre, Tarım Bakanlığının
itirazı nedeniyle, tüzük, henüz onaylanmamıştır.
Kırklareli İli
kanalizasyon durumu: Bu itiraz, önceki hükümet dönemine rastlamaktadır; onu da
açıklamak istiyorum. İlin kanalizasyon şebekesi yüzde 95 tamamlanmış olup,
yüzde 5'lik kısmı fosseptiklerde toplanmaktadır.
Arıtma tesisi projesi
İller Bankasınca yapılmış ve ihalesi devam ediyor. Projenin toplam maliyeti 12
trilyon civarındadır. Atıklar, dereler vasıtasıyla Ergene Nehrine ulaşmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
çevre yönünden, Türkiye'de, çok ciddî manada yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır.
Sadece kanalizasyon atıklarının arıtılması ve sağlıklı bir şekilde ortama
bırakılması için 15 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç vardır. Katı atık ve diğer
çevresel problemlerle ilgili tüm çevresel yatırımlar için ise toplam 35 milyar
dolar gibi çok büyük bir kaynak, bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.
Tabiî ki, bu şartlarda,
Çevre Bakanlığının bugünkü yapısıyla ve 35 trilyonluk küçük bütçesiyle, bu
büyük problemlerin altından kalkması hiç mümkün değildir.
Çok yakında, inşallah,
önümüze gelecek olan Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde Çevre Bakanlığını
ilgilendiren kanunlar geçtiğinde ve gerçekleştiğinde -ki, bunların bir tanesi
Çevre Kanunu, bir tanesi Hayvan Hakları Kanunu, bir tanesi de Avrupa Çevre
Ajansına üyeliği sağlayacak olan kanundur- Çevre Bakanlığı olarak Avrupa
Birliği aday ülkesi statüsünde işlem görme şansını yakalayacağız. O zaman,
Avrupa Birliğinde, çevreye çok çok önem veren Avrupa Birliği bünyesindeki büyük
çevre kaynaklarına ulaşma şansını da yakalamış olacağız.
Bu konuda biz, Çevre
Bakanlığı olarak, tüm finans
kurumlarıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz, mahallî idarelerle,
belediyelerle işbirliği halinde Türkiye'nin çevresel problemlerinin altına
elimizi sokmak istiyoruz. Sadece, koordinatör bakanlık, yasakçı bir bakanlık
olarak değil, fiilen bu sıkıntılara çözüm getirmek isteyen bir bakanlık olarak
aktif çalışmalarımızı başlatmış bulunuyoruz.
Bu kapsamda, 15 Aralıkta
katıldığım Tahran'daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Görüşmeleri esnasında,
Birleşmiş Milletler Çevre Direktörüyle görüşerek, Birleşmiş Milletler
nezdindeki fonlardan istifade etmek istediğimizi belirttim ve yardımlarını
talep ettim; bize destek olacakları sözünü verdiler. Yine, Dünya Bankası
yetkilileriyle de bu konuda dün görüşmelerimiz oldu ve teknik manada çok hızlı
bir çalışmayı birlikte başlatma kararı aldık. İnşallah, bahsettiğim kanunlar
geçtikten sonra, birçoğu hibe olan, bir bölümü ise düşük faizli ve uzun vadeli
krediler şeklinde olan fonlara ulaşarak, özellikle, bölgesel bazdaki
problemlere el atmayı ve bunlara çözüm getirmeyi amaçlıyoruz.
Karadeniz havzasının
kirlenmesi problemi var; Van Gölü havzasının kirlenmesi problemi, Tuz Gölü
havzasının kirlenmesi problemi, Ege Denizinin, Akdeniz'in, Marmara Denizinin,
tüm nehirlerimizin kirlenmesi gibi çok büyük problemlerimiz var. Biz, bu
problemlerimizin altından, hep beraber, elbirliğiyle, bahsettiğimiz şekilde bu
kaynaklara ulaşmak ve bizden istenen projeleri en hızlı, en etkili şekilde
yapmak suretiyle gidermeyi amaçlıyor ve aynı zamanda Avrupa Birliği yolunda,
Avrupa'nın olmazsa olmaz şartı olan çevre standardını yakalamayı amaçlıyoruz.
Ergene havzasında ciddî
bir kirlilik problemi olduğu doğrudur, bunu biliyoruz; bunun için de çok büyük
finansman kaynaklarına ihtiyaç olduğunu da tekrar hatırlatmak istiyorum.
Bu vesileyle Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Araştırma önergesinin
öngörüşmesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Edirne
Milletvekili Necdet Budak.
Buyurun Sayın Budak. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA NECDET
BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; Ergene Nehri
kirliliğine ilişkin verilen araştırma önergesinin hayatî önemini ortaya koymak
amacıyla, Ergene Nehri kirliliğinin kaynağı ve etkileri üzerindeki görüşlerimi
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizlerle paylaşmak istiyorum.
Trakya bölgesinin
kuzeyinde Yıldız Dağlarındaki kaynaklardan doğan, 194 kilometre uzunluğu, 10
730 kilometrekare drenaj alanı, 16 ana kolu ve onlarca dereleriyle, ekolojiler
coğrafyası Trakya topraklarının atardamarı Ergene, bugün ülkemizde, akarsu
kirliliğinin sembolü haline gelmiştir. Bölgede, çevre kirliliği sınır tanımaz
haldedir. Zira, Meriç ve Tunca Nehirlerimiz Bulgaristan'dan, Ergene Nehriyse
Tekirdağ ve Kırklareli İllerimizin çeşitli kirliliklerini bünyesinde taşıyarak
Edirne İlimize girmekte, daha sonra Ege'de Saros Körfezine dökülmektedir.
Edirne İlimiz hudutları
dahilinde Meriç, Tunca, Arda ve Ergene Nehirlerinden alınan numuneler üzerinde
yapılan analizlere göre, Arda ve Tunca nehirleri 2 nci sınıf, Meriç Nehrinin 2
nci ve 3 üncü sınıf, Ergene Nehrinin ise 3 üncü ve 4 üncü sınıf kirlilik
taşıdığı saptanmıştır. Özellikle, Ergene Nehrinin yüksek düzeyde taşıdığı bu
kirlilik, nehrin kaynağındaki Tekirdağ, Çorlu, Çerkezköy ve Kırklareli
bölgelerinde bulunan çok sayıdaki sanayi kuruluşundan kaynaklanan endüstriyel
atıksuların arıtıma tabi tutulmadan deşarj edilmesi ya da arıtma tesisi olan
sanayi tesislerinin verimli çalışmaması nedeniyle meydana gelmektedir. Ayrıca,
yerleşim yerlerinden kaynaklanan evsel atıksuların, belediyelerimizin
imkânsızlıkları nedeniyle, arıtıma tabi tutulmadan deşarj edilmesi de Ergene
Nehrinin kirlenmesine neden olmaktadır. Kirlilik taşıyan bu nehir suları,
tarımda sulama suyu olarak uzun süre kullanıldığında bitkilerde toksik etki,
tarım alanlarında tuzlanma, diğer bir deyişle çoraklık problemi yaratmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği üzere, Trakya, Marmara Bölgesinin diğer kesimleri gibi, hızlı bir
sanayileşme sürecine girmiştir. Trakya, sanayileşme açısından tam anlamıyla
İstanbul'un bir alt bölgesidir. Özellikle, tekstil ve deri sanayii, Çorlu ve
civarında yerleşmiştir. Türkiye ihracatının yaklaşık yüzde 40 payına sahip olan
bu sektörlerin Trakya'ya göçü devam etmektedir. Trakya, toprak yapısı, coğrafî
koşulları, geçmiş birikimleri nedeniyle, tam bir tarım bölgesidir; ama, bu
kirlilik nedeniyle toprakların tahribi tehlikeli boyutlardadır. Özellikle,
Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz ve Muratlı
arasında su kullanım oranları da bunun bir göstergesidir. Gümrük birliği
olgusu, Trakya'yı, hem tarım hem sanayileşme açısından son derece cazip bir bölge
haline getirmiştir; ancak, Edirne halkı, gümrük ithalat, ihracat işlemlerinin
Edirne dışında yapılması nedeniyle, Kapıkule'den yeterince faydalanamamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
biz, sanayie karşı değiliz; ancak, sanayiin verimli tarım toprakları üzerine
kurulmasına karşıyız. Avrupa Birliğiyle ilgili çalışmalarda, Avrupa Birliğinin
bazı kurallarına da uyum göstermemiz gerekir. Tarım toprakları, dünyada giderek
önem arz ediyor. 21 inci Yüzyıla girerken gıda maddeleri ile su, stratejik
anlamda önem kazanmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinin bize ihtiyaç duyduğu
konuların başında ekolojik tarım gelmektedir, organik tarıma dayalı ürünler
gelmektedir ve şu anda, ancak bu konuda destek alınabilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Ergene Nehri kirliliği yaklaşık 700 000 dekar araziyi etkilemektedir. Bu nehir,
aynı zamanda, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin önemli bir
koludur. Ergene suyu, bugün, 4 üncü sınıf su niteliğinde olup, taşıdığı su,
kendi doğal suyu değildir; sanayi atığıdır, evsel atıktır, taşıdığı kimyasal
yükler her türlü canlı yaşamını sona
erdirmektedir. Pirinç tarlalarında su içerisine giren çiftçilerin vücutlarının
suyla temas ettiği bölgelerde deri hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Böyle bir
suyu içen hayvanların yaşama şansı yoktur. Nehirden akan su, sulamada
kullanıldığında, kısa sürede toprağın biyolojik yapısını yok etmektedir. Bu tür
topraklarda tuz oranı artmakta ve toprak çoraklaşarak verimsiz hale
gelmektedir. Bölgede bitki türleri azalmakta, genetik kaynaklar yok olmakta,
verimde düşüşler yaşanmakta ve doğanın dengesi bozulmaktadır.
Ülkemizin, dünyadaki
bitki türlerinin ortaya çıkışı bakımından yedi gen merkezinden biri olduğunu
bilmiyorum biliyor musunuz. Amerikalılar, bizdeki bitki türlerini toplayıp,
Amerika'da, Maryland'te müze halinde sergiliyorlar, genetik kaynak olarak
kullanıyorlar. Harlan isimli, Türkiye'yi karış karış gezen Amerikalı bir bilim
adamı, aynen, Türkiye'yle ilgili şunu söylüyor ve: "Bitki çeşitliliği
bakımından, Türkler, neye sahip olduğunu bilmiyor." Ama, biz, kendi
doğamızı ve gen kaynaklarımızı, Ergene örneğinde olduğu gibi, kendi ellerimizle
katlediyoruz.
Ergene kirliliği,
bölgenin, Çorlu-Çerkezköy-Büyükkarıştıran-Muratlı- Lüleburgaz aksının,
İstanbul'un sanayi baskısı sonucu ve yanlış politikalar nedeniyle, yanlış yerde
yerleşmesinden kaynaklanmıştır. Buralarda birinci ve ikinci sınıf tarım
arazileri mevcuttur. Ancak buraları dağınık sanayi tarlası haline dönüşmüştür.
Bölgede yaklaşık 900 büyük ve küçük işletme, Ergene Nehri ve kollarındaki suyu
kullanmayıp, yeraltı sularını da kontrolsüz kullanarak, olmayan, işletilmeyen
veya yanlış projelendirilen arıtmaları nedeniyle nehri sadece bir boşaltım
alanı haline getirmişlerdir. Bu sanayi tesisleri, bölge halkına ekonomik
katkısı söylemleriyle beraber, kontrolsüz işletim, su kaynaklarının kontrolsüz
kullanımı, çarpık kentleşme, hava ve gürültü kirliliği nedeniyle bölgede
yaşayanların geleceğini tehdit etmektedir. Ayrıca, bölgedeki belediyelerin
düzenli katı atık depoları, evsel atıklar için arıtmalarının olmaması nedeniyle
gerek nehirler ve gerekse yeraltı suları kirlenmektedir.
Ergene ve Meriç Nehirleri
birleşerek Enez bölgesinde Ege Denizine dökülmektedir. Kirli su nedeniyle, bir
kuş cenneti niteliğinde olan Gala Göleti olumsuz yönde etkilenirken, kirli
suların denizle birleştiği alanda tonlarca balık zehirlenmeleri meydana
gelmekte ve oluşan kirli su bataklıkları nedeniyle hem tarihî ve hem de deniz
turizmi bakımından ülkemizin ender cennet köşelerinden biri olan Enez'de
sivrisinek ve karasinek salgını nedeniyle bölge halkı ve tatile gelen turistler
huzur bulamamakta ve bölgeyi terk etmektedir.
Ergene ve Meriç'teki
balık ölümlerinin sebebi sudaki oksijen azlığıdır. Trakya bölgesi, Türkiye
koşullarında verimli sayılabilecek düzeyde tarımsal üretim yapılan bir
bölgedir, nüfusun yüzde 70'i tarımla geçimini sağlamaktadır. Ergene Nehri
kirliliğinin toprak-su-bitki-hava ekolojik ilişkilerini olumsuz etkilemesi
nedeniyle tarımsal üretimde verimlilik düşmektedir. Trakya'da başlıca ürünler
ayçiçeği, pirinç, buğday ve şekerpancarıdır.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizin şu anda 1 000 000 ton yağ açığı nedeniyle Türkiye'nin toplam yağ
üretiminin yaklaşık yarısını Trakya bölgesinden sağlanmaktadır.Türkiye toplam
ayçiçeği üretiminin yüzde 73'ü bu bölgede gerçekleşmektedir. 1998 yılı
itibariyle 900 000 ton yağ ithal ettiğimiz, ithalat verilerinden
anlaşılmaktadır. Bunun yaklaşık değeri de 1 milyar dolardır. Türkiye, 700 000
hektar ayçiçeği ekmektedir. Bu kadar daha geniş ekim alanında ekim yapılması
gerekir ki, bu 1 milyar dolara karşılık gelen ürün elde edilebilsin; ama, bu
da, yeni alanlara ihtiyaç göstermekte, yeni alanlar açamadığımıza göre de,
birim alandaki verimliliği artırmamız gerekmektedir. Ülkemizde, GAP Projesiyle
üretim artışı planlanırken, diğer taraftan, ayçiçeği için önemli bir bölge olan
Ergene havzasındaki verimlilik değer kaybetmektedir.
Değerli milletvekilleri,
yine, Trakya yöresinde, sadece Edirne, 150 000 ton ithal etmek zorunda
olduğumuz ülkemiz pirincinin yüzde 45'ini, İpsala Ovası ise, kendi başına yüzde
25'ini karşılamaktadır; ancak, aşırı su kirliliği nedeniyle, 60 000-70 000
dönüm arazi boş bırakılmakta ve çeltik ekilememektedir. Sadece bu arazi verimli
bir şekilde kullanılabilse, ithal etmek zorunda olduğumuz pirinci buradan
karşılama imkânımız vardır.
Değerli milletvekilleri,
pirinç tarlalarının neden su içinde olduğunu, bilmiyorum hiç düşündünüz mü.
Belki, farklı bölgelerden geldiğimiz için, bunu bilmeyebiliriz; ama, bu,
Allah'ın bir lütfudur ki, pirinç bitkisinin kökleri, diğer bitkilerden farklı
olarak, aynen balık gibi, sudaki oksijeni kullanabilmektedir. Bitki kökleri
tarafından, sudan ve topraktan besin maddelerinin alınabilmesi, o topraktaki su
ve toprak yapısındaki asitliğe bağlıdır; ama, Ergene Nehri kirliliğiyle bu
asitlik oranı arttığı için, pirinç ekilen alanlarda, bitki topraktan yeterli
besini alamamakta ve verim düşmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bunun yanısıra, Ergene boyundaki köylerde içmesuyu tehlikesi başlamıştır. Kirli
su 120 metre kil tabanına kadar inebilmektedir. Bölgede, içmesularının tümü kil
tabakasının üstünden temin edilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliği gündemi, bugün, detaylı bir şekilde burada tartışıldı. Avrupa
Birliğine girme çabalarımızın yoğun olduğu bu dönemde, çevre kirliliği gibi bir
konuda Avrupa Birliği ülkeleriyle ortak hareket etmek durumundayız; çünkü,
Ergene Nehri kirliliği sınır tanımamakta, Meriç Nehriyle birleşerek Ege
Denizine dökülmektedir. Bu, ileride, bize, uluslararası bir sorun dahi
yaratabilecek niteliktedir.
Ergene Nehrinin Trakya
bölgesinde yarattığı çevre sorunları, genellikle hızlı sanayileşme kadar, az
gelişmişliğin ve fakirliğin bir sonucudur.
Yine, çevre sorunları,
uluslararası ekonomik ilişkiler üzerinde, giderek, daha fazla etkisini
göstermektedir. Ergene Nehri kirliliğine dayandırılarak yetiştirilen pirinç
ürünü hakkında çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Özellikle, Ergene
Nehrinden veya diğer su kaynaklarından sulanan pirinçlerde ağır metal olduğu
iddia edilmektedir. Bunu, Türkiye dışındaki, dış piyasalar iddia etmektedir. Bu
da, bölge çiftçisinin ürününün düşük fiyatla alınmasını ve ithalatın
artırılmasını teşvik etmektedir. Zaten, birim alanda üretim maliyetleri
nedeniyle uluslararası piyasada rekabet edemez durumda olan çiftçimiz, tamamen
iflas etme noktasına gelmiştir.
Çağımızda, Belçika ve
Hollanda gibi ülkeleri irdelediğimizde, bu ülkelerde idealist insanlar
denizlerden toprak yaratmanın yollarını aramışlardır. Belçika ve Hollanda
hükümetleri, ortaklaşa, Meuse Nehri üzerinde 400 hektarlık taşkın düzlüğünü
restore ederek yeniden ülkelerine kazandırmışlardır. Hollandalılar, Danimarka'dan denize taş taşıyarak, burada çeşitli
bitki türleri yetiştirerek, bataklıklar oluşturarak denizden toprak kazanmanın
yollarını aramışlar ve başarılı olmuşlardır; ama, biz, Ergene Nehri
kirliliğinin yanı sıra, erozyon nedeniyle toprak kaybetmekteyiz.
Yine, hükümet programında
ifade edildiği gibi, ülkemiz tarımında sadece kendine yeterlilikle kalınmayıp,
uluslararası rekabet gücüne sahip bir verimlilik sağlanmak isteniyorsa, Trakya
gibi, verimliliğin kolaylıkla artırılabileceği bir bölgede, Ergene Nehri
kirliliği probleminin çözülmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bunun siyasî
hiçbir boyutu yoktur. Bunun İçin, Ergene Nehri kirliliği araştırma önergesi
kapsamında, Ergene'ye atık sularını boşaltan her bir sanayi kuruluşu ve
belediyeye bu suları arıtma işlemine tabi tutma zorunluluğu getirilmesi, su
arıtma sistemlerinin geniş ölçekli ve çok işletmeyi kapsayacak şekilde entegre
olarak bölgede inşa edilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bu vesileyle, bölgemiz çiftçisinin bir vekili, bir sesi olarak, doğrudan gelir
desteği konusuna da kısaca değinmek istiyorum.
Edirne İli Ergene Nehri
kirliliğinin özellikle tarımda yarattığı bu olumsuz etkiler yanında, Ziraat Bankası
borçları nedeniyle tarlalarını satmak zorunda kalan ve nehir problemleriyle
boğuşurken, özellikle bu ay itibariyle -çiftçi için bu ay çok önemli- buğday
tarlalarını gübrelemek amacıyla azotlu gübre satın almak için ümidini bağladığı
doğrudan gelir desteği ödemelerinin gecikmesi ve ödeme planında Edirne İlinin
geriye bırakılması, bölgemiz çiftçisini zor durumda bırakmıştır.
Bu anlamda, ödemelerin en
kısa sürede yapılması umuduyla, ve sözlerimin sonunda, Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün "milletin efendisi köylüdür" sözünü unutmayarak, Ergene
Projesinin en kısa sürede gerçekleşmesini talep eder; Yüce Meclisime
saygılarımı sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Budak,
teşekkür ediyorum.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Sayın Bakanımın ve değerli milletvekili arkadaşımın uzun uzun
anlattığı gibi, Ergene Nehri ve Ergene Havzasındaki çevre kirlenmesi, ülkemizin
önemli sorunlarının başında gelmektedir.
Sayın Bakanımızın konuya
olan vukufiyeti ve gösterdiği hassasiyet bizi memnun etmiştir.
Bilindiği üzere, Ergene
Nehrimiz, Trakya bölgesinin candamarı konumunda bir akarsudur. Ergene Nehri
havzası, ayrıca, Kırklareli'nin Lüleburgaz, Babaeski, Vize, Pınarhisar,
Pehlivanköy ve Kofçaz, Tekirdağ'ın Çorlu, Çerkezköy, Malkara, Hayrabolu, Saray
ve Muratlı, Edirne'nin Uzunköprü, Yeniköy, Havsa, Süloğlu, Meriç gibi son
derece yoğun yerleşim alanlarının içerisinde bulunduğu ilçeleri ve bu ilçelere
bağlı diğer yerleşim alanlarını da içerisine almaktadır.
Ergene Nehri havzası,
Trakya bölgesinde, çiftçilerimizin yaklaşık olarak 300 000 dekarlık, bir, iki
ve üçüncü sınıf önemli tarım alanlarının beslendiği önemli bir arazidir.
Diğer taraftan, Ergene
Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu
durumundadır.
Yukarıda açıkladığım
gibi, ülkemiz ve özellikle Trakya bölgemizde, gerek çevresel gerekse
sosyoekonomik açıdan son derece önemli bir yer işgal eden Ergene Nehri ve
havzasının doğal dengesinin korunması için önemli hayatî projelerin
oluşturulması gerekmektedir; ancak, bugüne kadar Ergene Nehri, sanayi atıkları,
evsel atık sular, uygun olarak yapılmayan tarımsal gübreleme nedeniyle hızla
kirlenmekte, havza içerisindeki bitki türleri azalmakta, canlı türleri yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Ayrıca, Istranca
Dağlarında, dünyada ender görülen Langöz Ormanları, havza güneyinde yer alan
sulak alanlardan Gala Gölü gibi birçok değerli eko sistem de bu kirlilikten
etkilenmektedir. Bu kirlenmenin doğal sonucu olarak, tarımsal ürün deseni ve
miktarı günden güne azalmaktadır, verim düşmektedir; kimyasal atıklar, besin
zinciri içerisinde, öncelikle tarım ürünlerine, sonra bölgede beslenen
hayvanlara ve sonuç olarak da insanlarımıza geçerek, büyük sağlık
problemleriyle karşı karşıya kalınmasına sebep olmaktadır.
Trakya Üniversitesi ve
Devlet Su İşlerinin yaptığı incelemeler sonucunda, mevcutta 132 200 dekar tarım
alanının kirlilikten etkilendiği ve sulama yapılamadığı ve halen işletmede olan
Devlet Su İşleri sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu
sulamalarının da bu kirlilikten etkilenerek, bölgede, yaklaşık 700 000 dekar arazinin
bu kirliliğin etkisi altında kalacağı neticesi ortaya çıkmaktadır.
Ülkemiz tarım ürünleri
içerisinde çeltik, ayçiçeği, pirinç, buğday, soğan, şekerpancarı, arpa, üzüm ve
fasulyenin Türkiye verim ortalamasının üzerinde üretildiği bu önemli havzanın, böylesine
duyarsız bir şekilde kirletilerek gerek ülke ekonomisi ve gerekse bölge
ekonomisinin sekteye uğratılması kabul edilemez bir sonuçtur.
Bölgede, bugüne kadar,
sanayi alanları ile tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması, sanayi
tesislerinin gerekli çevresel önlemleri almadan atıklarını doğrudan havzaya
boşaltması, bölgedeki yerleşim alanlarının kanalizasyon sistemlerinin hiçbir
önlem alınmadan Ergene Nehrine akıtılması, yaşanan çevre felaketini gün
geçtikçe artırmakta ve ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçlara doğru hızla
gidilmesine sebep olmaktadır.
Avrupa'ya yüzünü dönmüş
Türkiye'nin topraklarının yüzde 10'unu teşkil eden Avrupa Kıtasındaki Trakya
bölgesinin, nedenleri bilinen bu çevre felaketinden bir an önce kurtarılması, ileride oluşacak sosyoekonomik
problemlerin önlenmesi bakımından aciliyet göstermektedir.
Bu kirlilik felaketine
son vermek amacıyla, sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi için
kalkınma - kullanma dengelerini kuran, tek elden yenilenecek olan bir çevre
düzeni planına göre mevcut çevre düzeni planının gözden geçirilmesi; bir, iki,
üç ve dördüncü sınıf tarım arazilerinin korunmasına yönelik yasal düzenlemenin
sağlanması; bölgede tarım ve sanayiin birbirini olumsuz etkilemeyecek şekilde
gelişmesinin sağlanması; yeraltı suyunun dengeli kullanımının sağlanması;
doğalgaz ve benzeri, çevreye saygılı enerji kaynaklarının kullanımının
yaygınlaştırılması gibi hususların dikkate alınacağı Ergene havzası master
planının bir an önce hazırlanması bir zorunluluktur. Bu master plan
hazırlanırken, tıpkı GAP Projesinde olduğu gibi, Ergene Havzasının bir bütün
olarak ele alınması ve kurumlar arasında gerekli koordinasyonun sağlanması
gerekmektedir.
Hükümetimizin,
muhalefetimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın büyük çaba harcadığı Avrupa
ailesine katılım sürecinde, Avrupa'ya dönük yüzümüzü ve vizyonumuzu oluşturan
Trakya bölgemizin bu çevre felaketinden kurtulması için gerekli hassasiyeti
gösteren Sayın Bakanımıza, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ İlleri
milletvekillerine ve önergemize destek veren milletvekili arkadaşlarıma
teşekkür ediyor, Yüce Meclisimizin bu hassas konuya sahip çıkacağına tüm
kalbimle inanıyorum.
Hepinizi, saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Sarıçam'a
teşekkür ediyorum.
Önerge sahipleri adına,
Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; 29.11.2002 günü Yüce
Meclisimize vermiş olduğumuz, Trakya'da Ergene Nehrinin kirlenmesi ve kirliliğin
ekonomik, sosyal, toplum sağlığı ve diğer açılardan etkileriyle ilgili Meclis
araştırması önergesinin gerekçelerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum.
Konuşmamı yapmadan önce, şahsım ve önergeye imza atan değerli milletvekili
arkadaşlarım adına, Yüce Meclisinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen
değerli yurttaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bilindiği gibi, Trakya bölgemiz, ülkemizin koşulları göz önüne alındığında,
verimli düzeyde tarım yapılan bir bölgedir. "İnsan ek, insan yetişir"
mecazî özdeyişine mesnet olan Ergene ve Meriç Ovaları, yüzyıllardır insanlığa
hizmet vermenin haklı gururunu yaşamaktadır.
Çağımızda dengeli
ekonomik gelişmenin sürdürülebilir zorunluluğu ve buna dayalı olarak doğal
kaynakların uygun biçimde kullanımı ilkesi, ülkelerin, toprak varlığı
politikalarını yeniden gözden geçirmelerine ve konuyu önplana çıkarmalarına
sebep olmuştur. Ülkemizin diğer bölgelerine göre yüzde 10 ilâ yüzde 70 oranında
pozitif bir verimlilik sahibi olan Trakya'nın 2 376 400 hektar olan arazi
varlığının ancak 1 260 000 hektarı, yani, yüzde 53'ünde tarım yapılmaktadır. Bu
alanlarda, Türkiye genelinde yüzde 56 ayçiçeği, yüzde 32 pirinç, yüzde 7,8
buğday, yüzde 7,1 soğan, yüzde 6,4 şekerpancarı ve diğer ürünler üretilmektedir.
Bahse konu olan Ergene havzamızda kirlenmeden direkt etkilenen arazi miktarı
700 000 dekar civarındadır. Yine, bölgede, ekmeği Ergene havzasında yapılan
üretime bağlı olarak yaşayan 800 000 yurttaşımız bulunmaktadır.
Daha dün diyebileceğimiz,
benim çocukluk yıllarıma tekabül eden 30-40 yıl evvel gibi bir zaman diliminde,
Ergene Nehri suyu, gerektiğinde içmesuyu olarak kullanılırken, maalesef, bugün,
tarımsal sulama için bile kullanılamaz olmuş; bereket değil, zehir saçan bir
kaynak haline gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, dünyada, yüzyıllar boyunca, hızlı
nüfus artışı ve doğanın bilinçsiz günlük kullanılışı sonucu, bugün, açlık ve
kıtlık sorunları yaşayan, su kaynakları tükenmiş, bitki örtüsü bozulmuş,
yaşayan canlı türleri azalmış bölgeler mevcuttur. Biz de böyle bir sona
gitmeden önce gerekli önlemleri almalıyız diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
önceki hükümetler döneminde konuyla ilgili birtakım çalışmalar yapılmasına
rağmen, ne yazık ki, sorun, artarak bugüne kadar gelmiştir. Bugün, Ergene
Ovası, üretim yapılamaz durumdadır. Yapılmaya çalışılan üretimin verimliliği
çok düşüktür. Bunun yanında, üretilen ürünleri, bilinçli tüketici, tüketmek
istemez durumdadır. Bu da, bölgede üretilen ürünlerin pazarlama sorunlarını
gündeme getirmektedir. Özellikle, çeltik üreticileri, ürettikleri ürüne hak
ettikleri fiyatı ve müşteriyi bulamaz hale gelmişlerdir. Kavun ve karpuz
üreticilerinin de durumları diğerlerinden farklı değildir.
Bölge üniversitesi
konumunda bulunan ve toplumsal yarar için bilim yapmayı temel ilke edinmiş
Trakya Üniversitesi, bölgedeki bu olumsuz gelişmeleri yıllardır incelemekte
olup, Trakya Bölgesindeki Meriç ve Ergene Havza ve Akarsularında birçok çalışma
gerçekleştirerek sonuçlarını düzenlediği ve katıldığı sempozyum ve panellerde açıklamıştır;
bunların en önemlileri, 9 Ocak 1997'de Babaeski, 2 Mayıs 1997'de Lüleburgaz
forumları, 12-13 Şubat 1999'da "Tekirdağ Çevre Sorunları ve Çözümü"
toplantıları olup, bu toplantıların sonuç bildirgelerinde, Trakya'nın acilen
bir bölgesel planlamaya gereksinimi olduğu kararları çıkmıştır. Bu kararların
alınmasında temel etken, Ergene Nehrinin, önlem alınmazsa, çevresine yapacağı
büyük tahribattır. Buradan hareketle Trakya Üniversitesi, Ergene havzası çevre
düzeni planı yapma kararlılığıyla Çevre Bakanlığımıza başvurarak 11.11.1999
tarihinde protokol imzalamış ve az önce Sayın Bakanımın ifade ettiği şekliyle,
yapılan çalışmaların önemli bir bölümü Bakanlığımıza iletilmiştir. Bu
protokolle, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ İlleri ve Trakya alt bölgesi detaylı
olarak incelenmiş, Marmara Bölgesi ve Türkiye karşılaştırmaları yapılmış,
bilimsel verilerin sentezlenmesiyle bölgenin planlamasına geçilmiş olup, temel
amaç olarak bölgede sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek, koruma kullanma
dengelerini kurmak, bölgenin tarımsal, tarihsel, kültürel, toplumsal kimliğini
korumak ve geliştirmektir. Bu amaçların gerçekleştirilmek istenmesinin nedeni
ise, bölgenin doğal, ekolojik, sosyal yapısının değerlerle yüklü olması ve bu
değerleri, ülke ekonomisi ve sosyal gelişmesinde, sürdürülebilir kalkınmada
temel faktörler olmasıdır.
Yapılan planlama
çalışmalarına uygun olarak, bölgedeki bir, iki, üç ve dördüncü sınıf tarım
topraklarına koruma ve kullanma dengesinde kesin tedbirler alınarak, kararların
bir an önce uygulanması gerekmektedir. Buna göre, tarım arazilerinin,
monokültür deseninden çıkarılarak, tarım alanları, çayır, mera, sebze ve meyve
ile bağcılık için cazibeli üretim alanları haline getirilmesi amacıyla üretim
modelleri geliştirilmelidir. Bu modellerde, bölge insanının toprağını tanıyan
insanın bilgilerini güçlendirecek eğitim programları yapılmalı; bu programlar,
eğitim kurumlarının eğitim programlarına dahil edilerek, ürünün
değerlendirilmesi için finans kaynakları bulunup, tarıma dayalı un, makarna ve
yağ sanayii gibi işletmeleri rehabilite edecek işletme model ve önerileri
bulunmalıdır.
Bölgedeki tarıma dayalı
tarım işletmelerinin üretim tesislerinin rehabilite edilmesi, bölgenin tarım
kültürünü ve yapısını bilen, deneyimli ve eğitimli bireylerin yer almasına
ilişkin çalışmalar yapılmalıdır. Toprağın korunması, işlenmesi, ürünün
değerlendirilmesi için üretici bazında her türlü destek sağlanmalı ve
üreticinin paydaş olacağı, karar hakkına sahip olacağı yönetim modelleri
önerilmelidir. Büyük ve küçük baş hayvancılığın geliştirilmesi için, örnek mera
projeleri geliştirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
küreselleşme, hâlâ devam etmekte olan bir olgudur. Bu sürecin, zenginler ile
fakirler arasındaki uçurumun genişlemesine neden olduğu, az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler üzerinde birçok olumsuz etkisi olduğu ve bu ülkelerin
kalkınmama kısır döngüsünden kurtulmalarını zorlaştırdığı ve küresel ekolojik
tahribatı artırdığı gözlemlenebilir olgulardır. Bu bağlamda, zenginler ile
fakirler arasındaki farkın azaltılması, ekolojik tahribatın önüne geçilebilmesi
ve genel olarak da küreselleşmenin olumsuz etkilerinin engellenebilmesi için
önerilen çözüm yollarından biri de, sürdürülebilir kalkınma stratejisidir. Bu
yaklaşım, kısaca, var olan gereksinimleri, gelecek nesillerin kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine engel olmadan karşılayarak kalkınma olarak
tanımlanmaktadır.
Standartların
belirlenmesi, çevre sorununu tek başına çözmeye yetmeyecektir. Özellikle, bu
konuda zihniyet gelişimine gereksinim vardır. Yani, insan ve doğa, iki unsurdur
ve insan, doğanın dışında bir öğe olarak yer almalıdır; insanın yüklenmesi
gereken misyon, doğayı fethetmek ve onu iktisadî gelişme yolunda kullanmaktır
düşüncesinin artık değişmesi gerekmektedir. Öyleyse, bu konuda, insan doğa arasında
olumlu ve dengeli bir uzlaşma sağlanmalıdır. Bu uzlaşmanın temeli, insan
olmazsa doğanın bir anlamı kalmaz, doğa olmazsa insanın yaşaması olanaksızdır
anlayışına dayanmalıdır. Çevre yönetiminin amacı, insan ile doğa arasında kabul
edilebilir bir uzlaşma sağlamaktır. Bu konuyla ilgili bölgede kirliliğe neden
olanların, kirletme gibi sadist duygular taşıdığına inanmıyoruz; ama, kirliliğe
sebep olanlar ve kirlilikten mağdur olanların, devletin ve politikacıların,
ortak bir masanın etrafında toplanıp, ortak bir akıl üreterek, kolektif çalışma
anlayışıyla sorunun çözümü noktasına gitmelerinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
RASİM ÇAKIR (Devamla) -
Değerli milletvekili arkadaşlarım, unutulmaması gerekir ki, doğada ne en güçlü
ne de en zeki canlı türleri hayatta kalmayı başarırlar; oysa, aralarında
değişime en çabuk adapte olanlar bunu başarırlar.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Edirne Milletvekili olarak, konunun önemini, aciliyetini göz
önüne alarak, Yüce Meclisimizin gözünün, kulağının sürekli bölgenin üzerinde
olması ve örnek bir çalışma yapma adına bir araştırma komisyonu kurulmasını
sizlerden talep ediyor ve desteğiniz için şimdiden teşekkür ediyorum.
Verdiğimiz önergenin
aynısını Adalet ve Kalkınma Partisinin çok değerli milletvekillerinin de vermiş
olması ve Sayın Çevre Bakanımızın konuyla ilgili düşüncelerini hassasiyetle
ifade etmiş olması, daha şimdiden, bölgede yaşayan insanların sorunun çözümüyle
ilgili heyecanlanmalarına sebep olmuştur diye düşünüyorum.
Bu vesileyle, Sayın
Başbakanın bayram öncesi çiftçimize verdiği müjdeli haberle bağlantılı olarak,
Edirne İlinin kişi başına millî gelir düzeyi yüksek görünmesi sebebiyle alt
sıralarda kalmış olmasına rağmen açıklamaya çalıştığım, köylünün Ergene
kirliliğinden gelen üretim eksikliği, fiyat-pazar dengesizliği sebebiyle
doğrudan gelir desteklerinin bir an önce ödenmesi için gereken hassasiyetin
gösterilmesini, başta Sayın Başbakan ve bakanlardan, Edirneliler adına talep
ediyor; Yüce Meclisinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çakır,
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
Meclis araştırma önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması
açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Meclis araştırması
açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (Alkışlar)
Hayırlı, uğurlu olsun.
Meclis araştırmasını
yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma
süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden
başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun gerektiğinde
Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
bundan sonraki Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinde grupların
hazırlıklarını tamamlayamamış olmaları ve çalışmak için gerekli sürenin
kalmaması nedeniyle görüşmelere devam edemiyoruz.
Alınan karar gereğince,
sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18
Aralık 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 17.58