BIM 2 2 2002-12-24T13:18:00Z 2002-12-24T13:18:00Z 34 21701 123700 TBMM 1030 247 151912 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22          CİLT : 1       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

11 inci Birleşim

17 . 12 . 2002 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. - TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in, Başkanvekilliği görevine başlaması nedeniyle konuşması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi'nin, Yoksullarla Dayanışma Haftasına ilişkin gündemdışı konuşması

2. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri Çiftliğinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Batman Milletvekili Afif Demirkıran'ın, Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

4. - Başbakan Abdullah Gül'ün, Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in  aynı konuda grupları adına konuşmaları

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

1. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 42 arkadaşının, trafik kazalarına karışan belli bir marka yolcu otobüslerinin teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme kararlarına müdahale ettiği iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/7)

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

2. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 57 nci Hükümet döneminde afet kapsamına alınan yerler ile uygulamada ayrımcılık yapıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1)

2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, doğrudan gelir desteği öde-melerine ve çiftçi borçlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2)

3. - Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın, sigorta eksperliği sınavıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) sözlü soru önergesi (6/3)

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 arkadaşının Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/2)

2. - Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 arkadaşının Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/6)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açıldı.

Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un, Dünya İnsan Hakları Haftası münasebetiyle, insan hakları ihlallerinin ve işkencenin önlenmesinin önemine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır cevap verdi;

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, fındık üreticilerinin sorunlarına ve uygulanması gereken politikalara,

Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, UEFA Kupasında dördüncü tura yükselmesi nedeniyle Denizlispor Kulübüne Türk Tanıtma Fonundan maddî destek sağlanması gerektiğine,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 22 arkadaşının, Tuz Gölündeki kirlenmenin (10/5),

Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin (10/6),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/1) (S. Sayısı : 2 ve 2’ye 1 inci ek) ikinci görüşmesi tamamlandı; yapılan gizli oylama sonucunda tümünün kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

17 Aralık 2002 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 18.18’de son verildi.

İsmail Alptekin

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Yaşar Tüzün

Mehmet Daniş

 

Bilecik

Çanakkale

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 


                                                                          No. :  11

II. - GELEN KÂĞITLAR

16.12.2002 PAZARTESİ

Tasarı

1. - Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/285) (Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.2002)

Teklifler

1. - Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/6) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.12.2002)

2. - Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan ve 3 Milletvekilinin; Bir İl Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/7) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.12.2002)

3. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın; Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Dahilindeki İllerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/8) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.2002)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/9) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.2002)

Rapor

1. - Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri, Adalet ve Anayasa Komisyonları Raporları  (1/282) (S. Sayısı: 3'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi : 16.12.2002) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinde öncelik kriterlerine ve dekar başına ödeme miktarının artırılıp artırılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/12) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.2002)

2. - Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinin, mülkiyet yerine üretici olma şartına ve ürün çeşidine göre yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/13) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.2002)

3. - Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerinin üreticilerin borçlarına mahsup edilip edilmeyeceğine ve kalan ödemelerin zamanına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/14) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

4. - Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın, tabiî afetlerden zarar gören üreticilere verilen destek ile tarım ürünleri ithalatına kısıtlama getirilip getirilmeyeceğine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/15) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

5. - Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Kars-Tiflis Demiryolu Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/16) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.2002)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, BDDK'nın Demirbank tasarrufuyla ilgili Devlet Denetleme Kurulunun bir rapor hazırlayıp hazırlamadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/36) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

2. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Merkez Bankasının müdahalesiyle Demirbank'ın Fona devrinin önlenip önlenemeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/37) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

3. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun BDDK hakkındaki raporunun işleme konulup konulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/38) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

4. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, BDDK üyeleri hakkında savcılığa soruşturma izni verilip verilmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/39) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

5. - İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, İzmir Karşıyaka-Çiğli bölgesinin hastane ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/40) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

6. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Makedonya'daki Ata-Evinin müze ev olarak yeniden inşa edilmesine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/41) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

7. - Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, Tekirdağ'da yürütülen kazıların ödeneklerine ve Tekirdağ Müzesinin personel ihtiyacına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/42) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

8. - İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, İzmir'in bazı ilçelerindeki yapımı bitirilemeyen hastane inşaatlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/43) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

9. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, Antalya-Kale İlçesinde yaşanan doğal afetle ilgili yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/44) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

10. - Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Zorunlu Tasarruf Fonuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/45) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

11. - İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, İzmir İlindeki bazı su işleri projelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/46) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

12. - Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Ankara-Kızılay-Çayyolu metro projesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/47) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.2002)


                                                                          No. :  12

17.12.2002 SALI

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ve Ekinözü ilçelerinde polis teşkilâtı kurulup kurulmayacağına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/17) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

2. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'taki otoyol ve bağlantı yolları çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/18) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

3. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta iş mahkemesi kurulup kurulmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/19) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

4. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta Bölge Çalışma Müdürlüğü ve İş Müfettişleri Grup Başkanlığı kurulup kurulmayacağına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/20) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

5. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, TSE'nin Kahramanmaraş'ta tekstil laboratuvarı kurup kurmayacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/21) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

6. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş il merkezinin SSK hastanesi ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/22) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

7. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi öğretim elemanlarının lojman ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/23) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

8. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi 2003 yılı yatırım programına bazı projelerin dahil edilip edilmeyeceğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/24) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

9. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş'ta Vakıflar İl Şube Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) sözlü soru önergesi (6/25) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

10. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesindeki öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/26) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Birecik Barajı suları altında kalan Halfeti İlçesinin yeni yerleşim merkezine nakledilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/48) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.2002)

2. - Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay'ın, Ankara'nın bazı ilçe ve köylerinde görev yapan öğretmenlerin aldıkları raporlara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/49) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

3. - Samsun Milletvekili Suat Kılıç'ın, TEKEL ile ilgili çeşitli iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/50) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

Meclis Araştırması Önergesi

1. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 42 Milletvekilinin, trafik kazalarına karışan belli bir marka yolcu otobüslerinin teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme kararlarına müdahale ettiği iddialarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/7) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2002)

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

17 Aralık 2002 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. - TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in, Başkanvekilliği görevine başlaması nedeniyle konuşması

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun, yöneteceğim bu ilk oturumunda, 28 Kasım 2002 tarihli 5 inci Birleşimde değerli oylarınızla Başkanvekilliğine seçilmiş olmamdan dolayı siz saygıdeğer milletvekillerine teşekkür ediyorum.

Yeni bir parlamento yeni bir ümit demektir. Bu Parlamento, iktidarıyla ve muhalefetiyle gelecek nesillere örnek teşkil edecek yeniliklere imza atarak halkımızın umutlarını boşa çıkarmayacaktır. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ideali etrafında hep birlikte daha güçlü bir Türkiye için gayret sarf edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili olarak, yöneteceğim oturumlarda tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, ülkemizin ve milletimizin menfaatlarının korunması konusunda gerekli duyarlılığı göstereceğimi belirtir, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır.

Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Yoksulluk Haftası münasebetiyle söz isteyen Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi'ye aittir.

Buyurun Sayın Tanrıverdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi'nin, Yoksullarla Dayanışma Haftasına ilişkin gündemdışı konuşması

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, içinde bulunduğumuz yeni yasama döneminin ülkemize, milletimize ve Meclisimize hayırlar getirmesini diliyorum.

12-18 Aralık günlerinde, Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı koordinatörlüğünde sivil toplum örgütlerince düzenlenen Yoksullarla Dayanışma Haftası münasebetiyle, ülkemizdeki yoksulluk ve yoksulluğun giderilmesi için alınması gereken tedbirler konusunda görüşlerimi açıklamak amacıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, tekrar, saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik krizin başgösterdiği son iki yıllık dönemde siyasetçiler, ekonomi bürokratları ve iktisatçılar ekonomi adına sadece para, borsa, döviz ve faizi gündemde tutmuşlar, finans sektörünün sorunlarını her şeyden daha çok önemsemişler, halkımızın içinde bulunduğu yoksulluk ve işsizlik sorunuyla, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve bölgeler arasındaki ekonomik farklılıklara çözüm bulma arayışını önemsememişlerdir. Ne var ki, yaşadığımız ekonomik krizlerin üretim ve bölüşüm sonrasındaki olumsuz etkileri kısa sürede kendisini göstermiş, pek çok işyeri kapanmış, var olan işsizlerin sayısı artmış, açlık ve yoksulluk toplumsal barışı ve halkımızın yaşama umutlarını yok etmeye başlamıştır.

Yoksulluk, toplumumuzun kanayan yarasıdır. Ülkemizde yaşanan ekonomik krizlerin de etkileriyle yüz yüze geldiğimiz işsizlik ve üretimsizlik, var olan yoksulluk gerçeğini her geçen gün daha da derinleştirmektedir.

Nüfusumuzun üçte 1'i, yoksulluk sınırı altında bir gelirle hayat mücadelesi vermektedir. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre, ülkemiz nüfusunun yüzde 38'i yoksuldur. Bu insanlar, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, günde 1,5 dolar gelire dahi sahip değillerdirler.

Ülkemizde, kişi başına düşen millî gelir, 1999 yılında 3 000 dolar düzeyindeyken, bugün 2 100 - 2 200 dolar düzeyine gerilemiştir. Bu rakamlar bile, birkaç yıl içerisinde ne kadar yoksullaştığımızı göstermektedir.

Yoksulluk, milyonlarca çocuğun ölümüne yol açmakta, daha fazla sayıda çocuğun da okula gidememesine, hastalanmasına veya işçi olarak çalışmasına neden olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluk, bütün sosyal yaraların kaynağıdır. Gelir dağılımı adaletsizliği ve işsizlik gibi konularda, sosyal politikalardan yoksun olarak topluma sırtını dönmüş yönetimlerin izlediği ekonomik politikalar, çığ gibi büyüyen ve önü alınamayan sosyal yaraları saramamıştır.

Ülkemizde yaşanan yüksek enflasyon, özellikle sabit gelirlilerin giderek yoksullaşması anlamına gelmektedir. Sürekli derinleşen ekonomik kriz, kronik hale gelen enflasyon ve artan kamu açıkları, mütemadiyen, gelir dağılımını bozmuş ve yoksulluk düzeyini yükseltmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluğu, en genel anlamıyla, insanca yaşamak için gerekli olan asgarî gelir düzeyine sahip olamama durumu olarak tarif edebiliriz. Bu anlamda, yoksulluğu, insanların beslenme, barınma, giyim, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlarını yeterli düzeyde karşılayamamaları biçiminde anlamak doğru olacaktır.

Son iki yıl içinde yaşanan ekonomik kriz, milyonlarca çalışanın işini kaybetmesine neden olmuştur. Bu dönemde, mevcut yoksullar arasına yeni yoksullar eklenmiştir. Sosyal güvenlik sisteminin yetersiz olduğu ve özellikle, gerçek anlamda işsizlik sigortasının bulunmadığı bir ortamda, işsizlik, mutlak yoksulluk anlamına gelmektedir.

Kısaca ifade edecek olursam, bir taraftan millî gelir hızla düşerken, diğer taraftan gelir dağılımı da giderek bozuluyor. Bunun anlamı, daha çok yoksul, daha aç ve daha mutsuz bir toplum demektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla) - Her mutsuzluğun altında yoksulluk yatar gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Bilinmelidir ki, aç kalan insanlar, zaman içinde, kendi değerlerini yer ve bitirirler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, yoksulluğu önlemeye yönelik politikalar gündeme gelmektedir. Yoksullukla mücadelenin gereği gibi yapılabilmesi için, öncelikli olarak, ülke genelini kapsayan ciddî gelir dağılımı araştırmalarına ihtiyaç vardır.

Bu gerçeğin ifadesinden sonra, yoksullukla mücadelenin iki boyutlu olarak düşünülmesi gerektiğini vurgulamak isterim. Yoksullukla mücadelenin birinci boyutunu, sayısal olarak yoksulluğun azaltılması oluşturmalıdır. Buna göre, yoksulluğu önlemeye yarayacak olan ekonomik kalkınmayı kalıcı biçimde gerçekleştirip, millî geliri yükseltmek, gelir dağılımında adaleti ve ekonomik büyümeyi sağlamak gerekmektedir; yani, yoksulluğu önlemenin en etkili yolunun, ekonomik büyümenin sağlanması olduğunu önemle vurgulamak isterim.

Yoksullukla mücadelenin ikinci boyutu ise, yoksulluğun etkisini azaltmak biçiminde olmalıdır. 58 inci hükümetimizin açıkladığı program ve acil önlemler bildirgesinde, yoksullukla mücadele çerçevesinde, kısa ve orta vadede alınacak ve uygulamaya konulacak tedbirler arasında bu hususlar yer almaktadır. Hükümetimizin bu yöndeki çabalarının etkileri ve olumlu sonuçlarını kısa sürede görebileceğimize inanıyorum.

Toplumsal açıdan baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, hatta öncesinde, yoksullara yardım konusunun, devlet yanında vakıf müessesesi aracılığıyla, bugünkü ifadesiyle sivil toplum kuruluşları eliyle yerine getirildiğini görüyoruz. Bu geleneğin bugün de önemli oranda devam ettirildiğini söyleyebiliriz.

Yoksulluğun önlenmesi kapsamında, kamu kaynakları yanında gönüllü kuruluşların teşvik edilmesinde sayısız faydalar vardır. İnsanlararası dayanışma ve işbirliğinin gelişimi, toplumu ayakta tutan değerlerin yaşatılması ve geliştirilmesi, bir yandan yoksulların dertlerine çare bulunmasının yollarını açarken, diğer yandan toplumsal dokunun güçlenmesine ve dolayısıyla, toplumsal kriz riskinin önlenmesine katkı sağlayacaktır.

Kamusal açıdan bakıldığındaysa, Türkiye'de himayeye muhtaç kesimlere yardım yapan ve hizmet götüren kurumların başında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gelmektedir. Yoksullara yardım amacıyla kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, yoksullukla mücadele kapsamında önemli bir kuruluştur.

Hükümetimiz zamanında bu kuruluşlara ayrılan kaynakların artırılması ve kaynakların tamamının, yoksullar için, adil ve gerçek ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılması sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle ifade etmem gerekirse, bütün sosyal sorunların kaynağını kurutmanın yegâne yolu, yoksullukla mücadele için adaletli bir gelir dağılımı yaklaşımını ve üretici bir anlayışı, politik çabalarımızın, siyaset ve yönetim anlayışımızın merkezine taşımaktır.

Yeni dönemde, hükümetimizin, sivil toplum kuruluşları ve halkımızla elbirliği içerisinde, yoksullukla mücadele edeceği umudu ve inancı içerisindeyim. Bu umut ve inançla, hepinize tekrar saygılar sunuyorum.

"Yoksullukla Mücadele Stratejileri" adı altında, Hak-İş Konfederasyonu tarafından hazırlanan bu değerli yayını, Sayın Meclis Başkanımıza takdim etmek istiyorum; parti gruplarımıza da birer tane takdim edeceğim.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Tanrıverdi.

Gündemdışı ikinci söz, Ceylanpınar Üretme Çiftliğinde yaşayan yurttaşlarımızın sorunları hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'a aittir.

Buyurun Sayın Yıldız. (Alkışlar)

2. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri Çiftliğinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MAHMUT YILDIZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan ve saygıdeğer milletvekilleri; peygamberler şehri ve GAP'ın başkenti olan Şanlıurfamızın Ceylanpınar İşletme Çiftliğinde yaşayan, göçer dediğimiz 5 185 yurttaşımızın çağdışı yaşam koşullarını bilgilerinize sunmak ve sorunlarına çözüm bulmak için gündemdışı söz almış bulunmaktayım.

Ceylanpınar İşletme Çiftliği, 1943 yılında, artan nüfusun beslenebilmesi için gerekli hububatın temin edilmesine yönelik, boş hazine arazilerinin değerlendirilmesi düşüncesiyle tesis edilmiş olup, 1950 yılına kadar ziraî kombinalara, 1984 yılına kadar da devlet üretme çiftliklerine bağlı olarak çalışmış, 1984 yılında çıkarılan 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır.

Türk çiftçisine kaliteli ve döl kademesi yüksek tohum, fide, fidan, damızlık hayvan temin etmek, gelişen tarım teknolojisini yakından takip ederek, modern çiftçilikte üretimi artırmak ve öncülük yapmak için kurulan bu işletmenin alanı 1 752 259 dekardır. Bu işletmede, ayrıca, 1 632 baş sığır, 26 843 baş koyun ve 726 baş ceylan beslenmektedir. Çalışan işçi ve diğer personel sayısı ise 1 129'u geçici, 416 kişisi de daimî olmak üzere toplam 1 545'tir. Görevini tamamlamış bu işletmenin son iki yıldaki zararı ise 19 trilyondur.

Özelleştirmeye hız vereceğini taahhüt eden hükümetimizin, GAP Projesiyle sulanması düşünülen bu araziyi topraksız çiftçimize dağıtmasında, ülke kaynaklarının değerlendirilmesi açısından yarar görmekteyim. Bu uygulamayla, aynı zamanda her aileye 100 dönüm arazi verdiğimizde, yaklaşık olarak 15 000 aileye; yani, ortalama 60 000-70 000 insanımıza iş imkânı sağlamakla birlikte, bu insanların şehir varoşlarında yoksulluğa terk edilmesini de önlemiş oluruz.

İnsanlık faciasının yaşandığı, diktatörlerin bile insanına reva görmediği, insan haklarıyla, demokrasiyle, İslam dinimizle bağdaşmayan bir yönetim anlayışına terk edilen bu 5 185 kişi -mensup olduğu 800 ailesiyle birlikte- 30 köyde yaşama savaşı vermektedir.

Değerli milletvekilleri, hepiniz takdir edersiniz ki, yaşamak demek, bu insanlarımızın yaptığı gibi, nefes alıp vermek demek değildir; yaşamak demek, insanların etnik yapısına, mezhebine, rengine, mevkiine, yaşadığı coğrafyasına, zenginliğine ve fakirliğine bakılmaksızın, insanın onurluca yaşadığı, insana ait olan değerlerin verildiği, devletin ezen, dışlayan, işkence yapan, insanları kendi kaderine terk eden yüzü yerine, şefkatli, babacan, sahiplenen yüzüyle; yani, "insanı yaşat ki, devlet yaşasın" anlayışıyla idare edilmek demektir.

"Göçer" dediğimiz bu insanların yaşadığı köylerin elektriği, suyu ve altyapıları olmadığı gibi, nüfus artışlarına rağmen, konut yapma müsaadesi verilmemektedir. Sağlık koşulları nedeniyle hayvanların bile içinde yaşamasına izin verilmeyen, kerpiçten yapılan, tuvaleti olmayan bu toprak evlerin onarımına ve kırılan camların yerine takılmasına müsaade edilmemektedir. Bu uygulamayla, bu insanlar, içmesularını, devletin açtığı kuyulardan, parayla satın almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MAHMUT YILDIZ (Devamla) - Bu insanlarımız, tek geçim kaynağı olan hayvanlarının işletmeye ait meralara girmesiyle, sınır tecavüzü neticesinde, her gün maddî ve manevî işkencelere tabi tutulmaktadırlar.

Aynı Ceylanpınar İlçemizde iskân edilen Afganlı göçmenlere, model evlerle birlikte, hayvanlarına -bizim yurttaşlarımızın içerisinde yaşadıkları konutlarına göre- villa sayılan ahırları yapmış bulunmaktayız. Hem arazi vermişiz hem de iş vermişiz. Bu farklı uygulamayı gören yurttaşlarımızın büyük bir kısmı Afgan göçmeni olma özlemi ve arayışı içindedirler.

Ortaçağdaki bu yaşam koşullarını 21 inci Yüzyıla taşımak ve gümrük birliği ile girdiğimiz Avrupa Birliğine ait apartmanın bodrum katından normal kata taşınmak için, bölgeler arasındaki bu farklı uygulamayı kaldırmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, bu sorunu çözmek için, Ceylanpınar Tarım İşletmesinde iskânların sağlanmasına yönelik çalışmalar derhal başlatılmalıdır. Aşiretlerin sosyal ilişkileri araştırılarak, 25-30 yerleşim birimi yerine, bu insanlarımızı 7-8 ünitede toplulaştırılabilmenin daha uygun olacağını ve tarımsal iskân projesinin acilen planlanması gerektiğini düşünüyorum.

Şanlıurfa, GAP'ın başkenti olmasına rağmen, geri kalmışlığı ve fakirliği yenememiştir. Çiftçisi, tarlasını ekebilmek için, doğrudan destekleme primini almak için beklemeye girmiştir. Urfa ve doğrudan destekleme primini alamayan iller, hükümetin bu konuda hassas ve adil davranacağını beklerken, maalesef, Kayseri'ye bayram öncesi sıradışı gönderilen destekleme primiyle hayal kırıklığına uğramışlardır. Kayserili vatandaşlarımızın alacağını almasına karşı değiliz; fakat, bölgeler ve iller arasındaki bu farklı ve yanlış uygulamalara son verilmesini istiyoruz.

Bu düşüncelerimle siz değerli Meclisimizi saygılarımla selamlar, hepinize iyi günler dilerim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Yıldız'a teşekkür ediyorum.

Gündemdışı üçüncü söz, 14 Aralık Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin sorunları konusunda söz isteyen Batman Milletvekili Afif Demirkıran'a aittir.

Buyurun Sayın Demirkıran. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3. - Batman Milletvekili Afif Demirkıran'ın, Dünya Madenciler Günü ve Türk madenciliğinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

AFİF DEMİRKIRAN (Batman)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz cumartesi günü, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de çeşitli etkinliklerle kutlanan 14 Aralık Madenciler Günü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her ne kadar 58 inci Cumhuriyet Hükümetinin Programında madencilik sektörü, reform niteliğinde olan bazı ana başlıklarla yer almış olsa dahi, ülkemiz madenciliğinin içinde bulunduğu durumun tespitini, bazı problemlerini ve çözüm önerilerini Yüce Heyetinizin dikkatine arz etmek için karşınızda bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğal kaynakların insan ve toplum yaşamındaki önemi malumunuzdur. Yaşamı fonksiyonel hale getiren araç ve gereçlerin yüzde 99'u doğal kaynaklardan, özellikle madenlerden sağlanmaktadır. Toplumların refah ve gelişmişlik düzeyleriyle, madencilik faaliyetleri arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Madencilik faaliyetleri ve maden ürünleri medeniyetin doğuşunu sağladığı gibi, uzay çağı ve sanayi ötesi bilgi toplumunun doğuşuna da vesile olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkelerin kalkınma ve ekonomik gelişiminde önemli yeri olan madencilik ve entegre üretim sanayii önemli katmadeğer yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde gayri safî millî hâsılada madenciliğin payı, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 4,2, Almanya'da yüzde 4, Kanada'da yüzde 7,5, Avustralya'da yüzde 8,7 olup, bu pay Türkiye'de ise sadece yüzde 1,2 seviyesindedir.

Esasen, ülkemiz, madenciliğin hak ettiği gelişimi göstermesi halinde, sosyal sorunlarımızın başında gelen bölgelerarası gelişmişlik farkı ve bunun yarattığı içgöç ve işsizlik kendiliğinden giderilmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, maden kaynakları ve çeşitliliği açısından oldukça zengindir. Yetersiz aramalara karşın, bor mineralleri, ponza, toryum ve zeolit gibi madenlerde dünyanın en büyük rezervleri ülkemizde bulunmaktadır. Krom, manyezit, mermer, trona, feldispat, selestin, barit ve bazı endüstriyel minerallerin üretimi ve rezervinde de ülkemiz, dünyanın söz sahibi ülkeleri arasında yer almaktadır.

Değerli arkadaşlar, mevcut verilerle -petrol ve doğalgaz hariç- ülkemiz yaklaşık 2 trilyon dolar maden varlığına sahiptir. Gerekli yatırımlar yapıldığı takdirde, önümüzdeki 10 yıl içerisinde 4,6 milyar doları ihracat olmak üzere, yıllık madencilik gelirinin 11 milyar dolara; 20 yılın sonunda ise, 17,3 milyar doları ihracat olmak üzere, 34,2 milyar dolara yükseleceği hesap edilmektedir.

Buna mukabil, günümüzde halen yıllık 3,5 milyar dolar düzeyinde madencilik üretimi yapılmaktadır. 2001 yılı maden ihracatımız ise, 573 000 000 dolar olmuştur. Bu ihracatın içerisinde, mermer 212 000 000 dolar, bor tuzları da 101 000 000 dolarla başta gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madenciliğimizin küçümsenemeyecek bu potansiyeline rağmen, ülkemizde madencilik faaliyetleri hiç de iç açıcı durumda değildir. Her şeyden önce, 58 inci hükümete kadar madencilik faaliyetleri üç ayrı .bakanlık bünyesinde, çok başlılık ve koordinasyonsuzluk içerisinde yürütülmekte idi. 58 inci hükümet, tüm madencilik faaliyetlerini Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde toplayarak önemli bir adım atmış ve karmaşayı önlemiştir. Ancak, halen, bir maden yatırımcısı, 11 bakanlıktan ayrı ayrı 44 izin almak mecburiyetindedir. Madencilik yatırımlarının arzu edilen seviyelere ulaşması için madenciler tek mevzuat ve tek merciden izin alarak yatırımlarına başlayabilmelidirler.

Mevcut Maden Yasası günümüz koşullarına uyum sağlayamamakta ve ruhsat güvencesi vermemektedir. Bu nedenle, yanılmıyorsam, halen Bakanlar Kurulunun gündeminde olan Maden Kanunuyla ilgili değişiklik tasarısı taşocaklarını da kapsayacak şekilde tadil edilerek ivedîlikle yasalaştırılmalıdır.

Madencilikte arama en riskli yatırım dönemidir. Bu safhada finans kuruluşları, maalesef, yatırımcıların finans ihtiyaçlarını karşılamamaktadırlar. Dolayısıyla, özel sektör arama faaliyeti yapamamaktadır. Devlette de durum pek farklı değildir. Örneğin, MTA'nın 2001 yılı bütçesinde yatırımlara ve aramalara ayrılan pay sadece yüzde 10 olup, 4 000 000-5 000 000 dolar civarındadır. MTA bütçesinin geri kalanı personel ve cari harcamalara sarf edilmektedir. Bu nedenle, özel sektöre arama safhası için özel teşvikler sağlanmalı ve MTA'nın gerçek bir araştırma enstitüsüne dönüştürülerek daha fazla arama yapması sağlanmalıdır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Ülkemizde madencilik sektörü diğer sektörlere nazaran yüzde 14 daha fazla vergilendirilmektedir. Dünyadaki uygulamalar bunun tam aksinedir. Ülkemiz madenciliğini cezalandıran bugünkü vergi sistemi, sadece maden üretimini engellemiyor, aynı zamanda harekete geçmesi gereken maden rezervlerinin atıl kalmasına da neden oluyor. Maden yatırımlarını ciddî manada engelleyen bu haksız vergi uygulamalarının bir an önce gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıdaki tedbirlerin yanı sıra madencilik sektörü master planı, özelleştirme, yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, yabancı sermayeyi özendirme, sektörde pazar araştırması, madencilik yatırımlarının finans ihtiyaçlarının karşılanması, teknoloji, eğitim, altyapı ve girdi maliyetleri, kömüre dayalı elektrik üretiminin özendirilmesi, altın ve bunun gibi madencilik faaliyetlerinin önünü açacak yasal düzenlemeler gibi bir dizi ilave tedbirin, 58 inci hükümetimiz tarafından ivedilikle alınması ümit ve temennisiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demirkıran.

Sayın milletvekilleri, hükümet adına, Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre söz talebi vardır. Gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Başbakanın açıklamasından sonra, istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.

Konuşma süreleri hükümet için 20, siyasî parti grupları için 10, grubu bulunmayan milletvekili için 5 dakikadır.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

4. - Başbakan Abdullah Gül'ün, Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in  aynı konuda grupları adına konuşmaları

BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; modern Türkiye'nin en büyük projelerinden biri olarak kabul ettiğimiz Avrupa Birliği yolunda, geçen hafta, yeni bir merhale alındı. Kopenhag'da, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıda olup bitenler, Avrupa'yı çok yakından ilgilendirdiği gibi, Türkiye'yi de çok yakından ilgilendirmekteydi. Bu toplantı, Avrupa Birliği tarihinin en önemli toplantılarından biri oldu; çünkü, Avrupa Birliğinin genişleme süreci içerisinde tarihî kararlar alındı, Avrupa Birliğine yeni 10 ülkenin üyeliği kabul edildi; Avrupa Birliğinin 15 olan üye sayısı bu şekilde 25'e çıkmış oldu.

Türkiye açısından da bu toplantı çok önemliydi; çünkü, Türkiye'nin kırk yıllık, Avrupa Birliğiyle beraber olma serüveni, bu toplantıyla belli bir aşamaya ulaşmış oldu.

Şimdi, bütün bu olup bitenler sadece hükümeti değil bütün kamuoyunu, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Meclisiçi, Meclisdışı bütün siyasî partilerimizi ve kurumlarımızı yakından ilgilendirdiği için, yeni siyaset anlayışımız gereği Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi verme gereğini duydum, onun için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor dedim; çünkü, kırk yıldır, Türkiye, Avrupa Birliği yolunda çeşitli merhaleleri geçti; ama, bir belirsizlik devam ediyordu. Her ne kadar, 1999 yılında, Helsinki'deki toplantı, Türkiye'nin adaylığının kabul edilmesi toplantısı olduysa da, Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık süreci yine bir -bazılarının tabiriyle- sanal âlemde devam ediyordu; bunun daha da pekiştirilmesi, bunun daha da gerçekçi hale getirilmesi, bunun daha da çok realize edilmesi önemliydi. Bu toplantının önemi şu olmuştur: Türkiye'nin, artık, Avrupa Birliğiyle ilişkileri geri dönülemez bir noktaya gelmiştir, müzakere tarihiyle ilgili kesin bir tarih ortaya konulmuştur, açıklanan nihaî bildiride 2004 yılı aralık ayında Türkiye ile müzakerelerin başlayacağı söylenmiştir, bu müzakerelerin gecikmeden başlatılmasına vurguda bulunulmuştur, bundan ayrı olarak da Türkiye'nin, Hükümetimizin yaptığı gayretler, Avrupa Birliği yolunda atılan adımlar çok büyük bir takdirle karşılanmıştır, bunlara vurguda bulunulmuştur ve ayrıca daha önceden, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri söz konusu olduğundan, özellikle malî ilişkiler söz konusu olduğundan adaylık statüsünde gösterilen Türkiye, bütçelerden alacağı paylar itibariyle artık müzakereye başlayan ülkeler bölümüne alınmıştır. Bunlar önemli adımlardır, bunların takdiri kamuoyunun önündedir; ama, şu bir gerçektir ki, bunda,  atılan adımlarda, hepimizin katkısı olmuştur. Önce, şuna da  vurguda bulunmak istiyorum: Biz Kopenhag'taki bu toplantıya gitmeden önce -seçimlerden önce ve seçimlerden sonra- dört bir yandan, herkes, üzerine düşen görevi yapmaya başlamıştır. Partimizin Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, seçim neticeleri kesin olarak, tam her şey ortaya çıkmadan, hükümetimiz kurulmadan, Avrupa Biriliği ülkelerini ziyarete edip, beklentileri tersine çıkarmıştır; önemli görüşmeler, faydalı görüşmeler yapılmıştır. Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, birçok toplantılarda bulunmuş, Varşova'ya giderek, Avrupa'nın sol partileriyle bir araya gelmiş, onlara, Türkiye'nin durumunu izah etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, yaptığı görüşmelerde, yine, Türkiye'nin müzakerelere aday olduğunu söylemiştir. Hükümet olarak da, biz, bunların lafta kalmaması için, üzerimize düşenleri yapmışızdır.

Bunlar nedir? Kopenhag kriterleri bellidir; siyasî kriterler olarak kabul edilmiştir ve müzakerelerin başlaması için de, Kopenhag siyasî kriterlerinin yerine getirilmesi şart koşulmuştur.

Maastricht kriterleri, ekonomik meseleleri ihtiva etmektedir; Avrupa Birliğiyle müzakere için şart değildir; müzakereler başladıktan sonra tam üyelik için önemli olan kriterlerdir.

Hükümetimiz, bunun bilinci içerisinde, çok hızlı bir şekilde hareket etmiş ve reform paketlerini Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermiştir. İki paket gelmiştir; bunlardan biri 32 maddeyi, diğeri ise 6 maddeyi ihtiva etmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidar-muhalefet olarak büyük bir gayret içerisinde olmuş, biz Kopenhag'a giderken birinci reform paketini de gerçekleştirmiştir.

Değerli arkadaşlar, Kopenhag'taki bu toplantı önemliydi. Birçok Avrupa Birliği ülkesinin kendi çıkarları, kendi politikaları söz konusudur. Realist ve gerçekçi de olmak zorundayız; her şeye sadece kendi atmosferimizden bakarsak, doğru neticelere de ulaşamayız. Reel politikayı, uluslararası politika söz konusu olduğunda dikkate almak zorundayız. Biz, bunları dikkate alarak, müzakere tarihinin daha erken başlatılması için sonuna kadar vurguda bulunduk, sonuna kadar Avrupa Birliği üyesi ülkeler nezdinde gayretlerimizi sarf ettik.

Kopenhag'ta da birçok görüşmeler yaptık; İtalya, Yunanistan, İngiltere Başbakanları, Fransa Başkanı ve Alman Başbakanı ile ikili görüşmelerimiz oldu; birçok ülkenin dışişleri bakanlarıyla görüşmelerim oldu. Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanıyla uzun görüşmelerim oldu. Bütün buralarda, Türkiye'nin müzakere tarihini alması gerektiğini, bu belirsizliğe artık son verilmesi gerektiğini, bizim üzerimize düşen görevleri yaptığımızı, buraya gelirken "bizim özel şartlarımız var; lütfen, bu özel şartları dikkate alarak, sizin bazı kurallarınızı görmezlikten gelerek, bizimle müzakere tarihini başlatın" niyetinde olmadığımızı ve Türkiye'nin müzakere tarihini hak ettiğini kendilerine açık açık söyledim.

Neticede, gelişmeler şu çerçevede olmuştur: Almanya ve Fransa'nın Avrupa Birliği içindeki ağırlığını herkes bilmektedir. Onlarla yaptığımız görüşmeler çok önemliydi. Bu görüşmeler neticesinde ortaya çıkan nokta şu olmuştur ki, 2004 yılının sonlarına doğru müzakere tarihinin başlatılmasına Avrupa Birliği üyesi ülkeler ancak hazırdır; çünkü, Avrupa Birliğinde kararlar ittifakla alınmaktadır, oybirliğiyle alınmaktadır. Bazı ülkeler, kendi kamuoylarını dikkate alarak, bizimle müzakere tarihine başlamayı henüz hiç düşünmediklerini, bazı ülkeler 2005 yılının sonunu düşündüklerini, bazı ülkeler ise bizimle beraber düşünüp, daha da erken başlatılabileceğini ortaya koymuşlardır; ama, karar ittifakla olduğu için, neticede, 2004 yılının sonu ortaya çıkmıştır.

Taslak ortaya çıktıktan sonra, bizim, yine, Avrupa Birliği ülkeleri nezdinde yaptığımız olağanüstü gayretler neticesinde, son olarak "2004 yılı aralık ayında gecikmeden müzakerelere başlanması" cümleleri de buraya eklenmiştir.

Şimdi, sizlerle samimi konuşmam gerekirse, biz, 2004 yılının başında müzakerelerin başlatılabileceğini arzu ediyorduk ve bu yöndeydi hedefimiz; ama, ortaya, bir orta yol çıkmıştır, 2004 yılının sonları çıkmıştır.

Hükümetimizin gayretleri olağanüstüdür, hiç kimse de bizden bu gayreti beklemiyordu, bu başarıyı beklemiyordu. Avrupa Birliğinin başbakanları ve cumhurbaşkanlarıyla yaptığım görüşmelerde, hepsinin bize ifadesi şu olmuştur:"Üç ay önce biz bu noktaya geleceğimizi düşünmüyorduk; ama, sizin olağanüstü gayretiniz, performansınız bizi o kadar çok pres altına almıştır ki, bizler de şimdi bu noktaya gelmişizdir."

Bunları takdir, kamuoyunundur; bunları, içpolitika meselesi yapmayı hiçbir zaman düşünmedik; düşünseydik, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Türkiye'ye çok çok farklı yansıtabilirdik. O açıdan, biz, gerçekçiyiz, realistiz ve böyle olmaya da devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs meselesi, hepimizin meselesidir; ulusal bir meseledir. Kıbrıs'la ilgili problemler, sadece 1974 yılından beri değil, daha önceden başlamaktadır, 1960'lı yıllardan başlamaktadır. Türk askerinin Kıbrıs'a çıkışının bir sebebi vardır. Avrupalı liderlerle yaptığımız görüşmelerde hepsine şunu söylemişimdir: "Eğer, Kıbrıs'ı ziyaret ederseniz, oradaki toplu mezarları göreceksiniz; bu mezarların, Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin gözetiminde açıldığını göreceksiniz. Dolayısıyla, 1990'lı yıllarda yaşadığımız Bosna'daki, Kosova'daki olaylar, 1960'lı ve 1970'li yıllarda Kıbrıs'ta yaşanmıştır ve onun için Türk askeri oraya gitmiştir. Biz, Kıbrıs'ta bir nihaî barış olmasını çok arzu ediyoruz; ama, bu korktuğumuz olayların tekrar ortaya çıkmamasından emin olmamız gerekir, Kıbrıs'ın bir barış adası haline gelmesi gerekir. Bunlar garanti altına alındığında, tabiî ki, orada bir barış hepimizin lehinedir, bu ada, barış adası olmalıdır. Hatta, bunun yolu da kısadır demişimdir hepsine. Mademki, Avrupa Birliğini bir ev olarak düşünüyoruz; bu evin içine hep beraber girdiğimizde, bu problemlerin hepsi otomatik olarak çözülecektir; çünkü, sınırlar bile anlamsız hale gelecektir. Nasıl bugün 15 ülke arasında sınırlar anlamını kaybettiyse, yarın Türkiye ile Kıbrıs, Kıbrıs ile Yunanistan, Yunanistan ile Türkiye arasında da sınırlar artık eskisi gibi önemli olmayacaktır. Dolayısıyla, hep beraber bu evin içerisine girelim, bu süreci hızlandıralım ve neticede, problemler bu şekilde çözülsün demişimdir.

Belli ki, bu yönde henüz katedilecek hâlâ bazı yollar vardır; ama, bu yolların da çok uzun olmadığı kanaatindeyim, bu da biraz bize bağlıdır. Şimdiye kadar, hep Avrupa Birliği bizim üzerimizde baskı kurmaya çalışmıştır; ama, hükümetimizden itibaren artık biz Avrupa Birliği üzerinde baskı kurmaya başladık, biz onları "evet, biz şu noktaya geldik, müzakereyi başlatacağız, anlaşmaları imzalayacağız" diye sıkıştırmaya başlamışızdır.

2003 yılının ekim ayında, bütün üyelerde olduğu gibi, Türkiye ile ilgili bir ilerleme raporu çıkacaktır. Bu rapor, Kopenhag siyasî kriterleri, ülkelerde ne kadar uygulanıyor, ne kadar geçerlidir, bunu değerlendirecektir. Bizim hedefimiz, 2003 yılındaki bu raporun en iyi şekilde çıkmasıdır; çünkü, bizim temel bir anlayışımız vardır, bütün bu değişiklikler, bütün bu reformlar, her ne kadar Avrupa Birliğine girmek uğrunda yapılıyor görünse de, biz, esasen, bütün bunları, kendi halkımız, kendi milletimiz için yapıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Neticede, Avrupa Birliğine girsek de girmesek de, Türk halkı, daha çok özgürlüğü, daha çok serbestliği, daha çok demokratik hak ve özgürlükleri hak etmiyor mu, onlara bunları vermemiz gerekmiyor mu? Bireysel hürriyetleri, temel hak ve hürriyetlerin garanti altına alınmasını, ifade özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü, serbestlikleri bizim milletimiz hak etmiyor mu? Aslında, burada bir itirafta da bulunmam gerekir; bütün bunların hepsini çok önceden yapmış olmamız gerekirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, ne yazık ki, ortada bir gerçek vardır; bunları yeteri kadar yerine getiremedik. Dolayısıyla, bu fırsattan da yararlanarak -biz, halkımızın hak ettiği hakları halkımıza veriyoruz, sunuyoruz- hedefimiz ve temel kanaatimiz bu olduğuna göre, Kopenhag kriterlerini, Ankara kriterleri gibi düşünebiliriz. Biz, bunları yapmaya devam edeceğiz, bu yolda devam edeceğiz netice ne olursa olsun; ama, biz, kendi ödevimizi yaptıkça, kendi halkımızı ve kendi demokrasimizi Avrupa Birliği kriterlerine yükselttikçe, zaten Avrupa Birliği nezdinde de gücümüz ve pazarlığımız daha da artacaktır.

Kıbrıs'la ilgili herhangi bir gizli pazarlık, herhangi bir taahhüt içerisinde değiliz. Dün, bazı gazetelerde çıkan haberler... Bunların hiçbiri doğru değildir; çünkü, Kıbrıs, Kopenhag Zirvesinde esas konu olmamıştır. Bizim yaptığımız ikili görüşmelerde de, Kıbrıs meselesi, beklediğimiz gibi çok gündeme gelmemiştir; çünkü, Kıbrıs'la ilgili esas karar, aslında, 1999 yılında Helsinki'de alınmıştır. Helsinki Zirvesinde, Kıbrıs'ta bir yola girilmiştir ve eğer, şu tarihe kadar Kıbrıs'ta bir çözüm olursa, o zaman Kıbrıs bütünüyle Avrupa Birliğine girecektir; yoksa, Rum kesimi geçici olarak girecektir kararı alınmıştır. Bu, bizim hükümetimizin de dışındadır; şu anda Türkiye'nin de elinde olmayan bir süreçtir; ama, biz, Kopenhag'taki görüşmelerde şunu söylemişizdir: Rum kesimi, tek başına Kıbrıs'ı temsil edemez; Avrupa Birliği, Kıbrıs meselesinin çözümüne yardımcı olmalıdır, oradaki çözümü daha da zorlaştırıcı tavır içerisinde olmamalıdır. Bunları devamlı söylemişizdir ve ayrıca şunu da yapmışızdır; biz, daha önceki antlaşmalardan gelen haklarımızı, Londra ve Zürih Antlaşmalarından gelen haklarımızı koruduğumuzu Avrupa Birliğine de bildirmişizdir. Dolayısıyla, biz, yapacağımız her şeyi yapmışızdır; Kıbrıs'taki görüşmeler, Birleşmiş Milletler nezdinde devam etmektedir. Bu, Türkiye'nin de bir devlet tezidir; Avrupa Birliğine bunu taşımamak, Birleşmiş Milletler nezdinde bu meseleyi çözmek... Burada da öyle olmuştur. Kopenhag toplantısından daha önce, Kofi Annan'ın ortaya çıkardığı yeni plan çerçevesi içinde görüşmeler zaten başlamıştır, Kofi Annan'ın özel temsilci De Soto Kıbrıs'a gitmiştir; Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve diğer Türk yetkilileri ve Rum yetkilileriyle görüşmelerde bulunmuştur; bizimle de, Dışişleri Bakanlığımız çerçevesi içinde görüşmeler yapılmıştır. Bildiğiniz gibi, çeşitli taslaklar vardır; bunlara karşı, biz, kaygılarımızı da dile getirmişizdir, olumlu bulduğumuz şeyleri de söylemişizdir. Aynı şekilde, Rum tarafının da itirazları olmuştur. Bunlar, kamuoyunun önündedir.

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs'la ilgili, hiçbir gizli mesele söz konusu değildir; ama, buradan, hepinizin, değerli milletvekili arkadaşlarımın, Anamuhalefet Partisinin, herkesin de bir noktaya dikkatini çekmek istiyorum: Bu meselede uzun vadeli düşünelim, bu meseleyi, hiçbir zaman içpolitika meselesi yapmayalım; çünkü, bu, ulusal bir meseledir, hepimizin meselesidir. Ben Kopenhag'a gitmeden önce, Sayın Deniz Baykal'ı da ziyaret ettim ve bu konudaki karşılıklı mutabakatlarımız da ortaya çıktı; kendilerine de teşekkür ederim. Ortak basın toplantımızda "hükümet Kopenhag'a sadece hükümet olarak gitmiyor, muhalefetin de desteğini alarak gidiyor" dedi. Bunların hepsini orada da söyledim, bu mesele, ulusal bir meseledir dedim. Bu mesele, sadece bir parti veya hükümet meselesi değildir ve burada, tekrar ediyorum; her şey açıktır; anlaşmalar ortadadır, Helsinki'de varılan süreç, anlaşma ortadadır, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin ortaya sunduğu paket ortadadır, gizli hiçbir şey yoktur.

Şimdi, bizim bu konuda, soğukkanlı bir şekilde karar vermemiz gerekir ve Kıbrıs'la ilgili her konuda da, Kuzey Kıbrıs Türk kesimiyle daima görüşme içerisinde olduk. Kopenhag'tan da, Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı defalarca aradım, karşılıklı görüştük. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanı, bizimle beraber Kopenhag'a geldi ve oradaki görüşmelere katıldı.

Neticede, biz, bizim de tatmin olacağımız, geleceğe baktığımızda bu doğrudur diyebileceğimiz bir karar, bir netice ortaya çıkmazsa buna kesinlikle "evet" demeyiz; ama, burada herkesin büyük bir sorumluluk içinde hareket etmesini istiyorum. Uzun vadede lehimize olan nedir, zararımıza olan nedir, gelişmeler uzun vadede hangi yönde cereyan edecektir; bunları hepimizin dikkate alması gerekir. Sayın Dışişleri Bakanımızın aslında yaptığı budur. Burada farklı farklı yorumlanabilir bu; ama, Türkiye Dışişleri Bakanının önceliği, şüphesiz ki, her şeyden önce, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türklerin çıkarını korumak olacaktır, bunda hiç kimsenin tereddüde düşmemesi gerekir. Bu kaygılar içerisinde uzun vadeli analizleri yapmıştır Sayın Bakanımız.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz bitirmek üzereyim.

BAŞKAN - Devam ediniz Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Kıbrıs'taki vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın soğukkanlı olması gerekir. Biz, dayanışmamızı hiçbir zaman bırakmayacağız, bundan emin olsunlar. Biz, kendilerinin geleceğini tehlikeye düşürecek hiçbir şeye de "evet" demeyiz. Bizim bütün çabalarımız, onların gelecekte mutlu olmalarıdır, onların gelecekte güçlü olmalarıdır. Bütün bunları düşünerek bu görüşmeler devam ediyor ve devam edecektir; bir sonuca varılması Türkiye'nin de, Kıbrıs'ın da çıkarınadır. Kıbrıs, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti olarak girmemiştir Avrupa Birliğine; yani, burada açıklamam gerekirse Republic of Cyprus diye değil, Kıbrıs olarak girmiştir, bunda da biz ısrarcı olmuşuzdur; yani, yeni bir ortaklık, yeni bir Kıbrıs olarak, Türk ve Rum tarafının ortaya çıkaracağı yeni bir devlet olarak oraya girmesidir. Bunun izlerini, zaten, zirvede yayımlanan raporda  da göreceksiniz.

Önümüzde bir süreç vardır, bunun tarihi de bellidir, gizli kapaklı hiçbir şey de söz konusu değildir. Neticede, bizleri de tatmin edici bir mutabakata varırsak, buna, hep beraber "evet" diyeceğiz; ama, bizleri tatmin edici bir netice ortaya çıkmazsa, biz, şüphesiz ki büyük bir ülkeyiz, güçlüyüz, haklarımızı sonuna kadar korumaya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de haklarını sonuna kadar korumaya devam edeceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sözlerimi bitirmeden, sizlere, bir kez daha, çağrım şu olacaktır: Bu ulusal meselelerde, kesinlikle uzun vadeli düşünelim; Türkiye'nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin çıkarlarını düşünelim; bunları, polemiklerden ve içpolitika meseleleri yapmaktan uzak tutalım; çünkü, mutabakata hep beraber varacağız, tek başımıza varmayacağız, hepimiz, Meclis içi ve Meclis dışı herkesi bu işin içine katarak, bir neticeye varacağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Başbakan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın 59 uncu maddeye göre söz alması üzerine, Kopenhag Zirvesiyle ilgili düşüncelerimizi ifade etmek için huzurunuzdayız; bu vesileyle, Sayın Başkanı, sayın milletvekillerini, bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başbakanın gündemdışı konuşması dolayısıyla, biz, grup adına söz aldık. Tabiî, gönül isterdi ki, bu konuyu, böyle bir gündemdışı konuşma ve onun cevabı niteliğinde değil, daha ayrıntılı, daha rahat bir ortamda ele alıp, görüşme fırsatını bulalım. Konu önemlidir, Türkiye'de, bu konuda, lehte aleyhte çok değerlendirme yapılıyor. Gerçeğin ortaya çıkması, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tartışmalarla sağlanacaktır; buna katkı yapmamız gerekiyor. Bunu, rahat bir ortamda yapmayı tercih ederdim; ama, şimdi Sayın Başkanın hoşgörüsüne ve bize daha rahat bir konuşma zamanı tanıyacağına olan güven içinde, ben de düşüncelerimi, İçtüzüğümüzün kısıtlarına bağlı kalma gayreti içine girmeden, bir büyük, önemli millî konuyu Parlamentoda konuştuğumuzu bilerek düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten tarihî günler yaşıyoruz. Bir süre önce Kopenhag'ta gerçekleştirilen zirve, Türkiye bakımından çok önemli gelişmelere yol açtı. Bu zirvenin doğru değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Elbette, bu konuyu bir iktidar-muhalefet tartışması, çekişmesi içinde ele almak fevkalade yanlıştır. Konu, bir millî meseledir; Türkiye'nin bu konuyu çok ciddî, ayrıntılı bir şekilde ele almasına, konuşmasına ihtiyaç vardır. Ben, elimden geldiğince buna gayret edeceğim; ama, yapacağım tespitlerin iyiniyetli, hepimizin temenni ettiği olumlu bir çerçeveye sığması yer yer mümkün olmayacaksa, biliniz, bu bizim muhalefet gayretkeşliğimizden değil, karşı karşıya bulunduğumuz tablonun ağırlığından kaynaklanacaktır. Karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu bütün unsurlarıyla, bütün ağırlığıyla değerlendirmek, kavramak durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılının aralık ayının 12'sinde, 13'ünde gerçekleşen Kopenhag'a, biz, Avrupa Birliğinden üyelik müzakerelerimizi başlatmak üzere tarih almak için gittik.  Türkiye'nin üyelik müzakerelerini başlatmak için tarih alma konusunda, geçmiş Avrupa Birliği uygulamaları ve bizimle ilgili alınmış olan kararlar dikkate alındığı zaman çıkan tablo şudur: Türkiye, 1999 Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine bir aday ülke olarak kabul edilmiştir. Aday ülke olarak kabul edilen Türkiye'nin, 1993 Kopenhag kriterlerini -yani, bu son Kopenhag değil, 1993 Kopenhag kriterlerini- 1993 Kopenhag'ının siyasî kriterlerini karşılaması halinde, Türkiye'yle üyelik müzakerelerinin başlamaması için hiçbir neden yoktur. Türkiye, 1999'da aday ülke ilan edilmiştir ve Türkiye'ye "1993 Kopenhag siyasî kriterlerini karşıla seninle üyelik müzakeresi başlar" denilmiştir. Avrupa Birliğinde şimdi 15 tane ülke vardır, 10 tane ülke girmek üzeredir, 2 tane ülke -Romanya ve Bulgaristan- 2007'de girecektir. Bu 27 ülkenin hiçbirisi aday ülke haline geldikten ve Kopenhag siyasî kriterlerini karşıladıktan sonra üyelik müzakeresi için bir gün bile beklemek durumunda kalmamışlardır. Türkiye, adaysa ve Kopenhag 1993 kriterlerini karşılıyorsa, Türkiye'yle üyelik müzakerelerinin başlaması zorunludur; durum budur, bütün başka ülkeler için böyle olmuştur, Türkiye için de böyle olmamasını gerektirecek hiçbir özel neden yoktur.

Değerli arkadaşlarım, bu amaçla, biz, iktidar-muhalefet tam bir dayanışma içerisinde, görüş birliği içerisinde 2003'te; yani, aralıktan hemen sonra bizimle üyelik müzakeresini başlatmalısınız talebiyle gittik. Bu, bizim tercihimiz değil, bu, bizim hakkımızdır; 27 ülkenin uyguladığı gerçektir; Türkiye'ye de uygulanması gereken muameledir. Biz, 2003'te üyelik müzakeresini başlatmayı hak etmiştik. Bunu talep ettik; ama, maalesef, 2003 yılında üyelik müzakeresine başlama hakkını, Avrupa Birliği yöneticilerine kabul ettiremedik.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin 2004 yılında, ekim ayında hazırlanacak olan ilerleme raporuna, değerlendirme raporuna göre, eğer olumlu bir sonuç ortaya çıkarsa, 2005 yılından itibaren, fazla gecikmeden, mümkünse 2005'in ilk aylarında ya da ortasında, temmuzda ya da en geç sonunda; ama, 2005 yılında -çünkü, 2005 telaffuz edilmiştir ve gecikmeden denilmiştir- üyelik müzakerelerinin başlaması gerektiği kabul edilmiştir.

Bu kabul, Shcröder ile Chirac'ın, çok önce, arkadaşlarımız oraya gitmeden önce, ilan ettikleri takvimin aynısıdır. O takvimde de, Türkiye'nin, 2004 yılı sonundaki ilerleme raporuna bağlı olarak, orada ortaya koyacağı sonuca bağlı olarak, 2005 yılı temmuzunda kesin olarak üyelik müzakeresinin başlayacağı taahhüt edilmişti. "Rapor olumlu olacak, 2005 Temmuzu" denilmişti. Şimdi "rapor olumlu olacak, 2005'te bakacağız, gecikmeden bakacağız, en erken tarihte bakacağız" denilmiştir; değişen, fiilen değişen bir şey yoktur.

Sonuç şudur ki, Türkiye'ye iki yıllık bir bekleme süresi dayatılmıştır. Bu haklı değildir, bu doğru değildir. Bunu almamız gerekirdi, alabilirdik, almalıydık; ama, alamadık. Bir defa bunu tespit edelim. Bunu, hükümete yönelik olumsuz bir eleştiri, değerlendirme olarak söylemiyorum. Kimse de, geçmiştekiler alamazdı, biz alıyorduk falan demeye kalkmasın. Bu, onun meselesi, bunun meselesi değildir; bu, Türkiye'nin meselesidir, maalesef, Türkiye, bütün çabasına, gayretine, iktidarıyla, muhalefetiyle, Cumhurbaşkanıyla el ele vermiş olmasına rağmen, bunu alamamıştır; bunu tespit ediyoruz, bunu görelim.

Değerli arkadaşlarım, bu, üzüntü verici bir saptamadır. Bundan gerçekten büyük tedirginlik duyuyorum. Ben isterdim ki, bu alınsın. Alınmış olsa, en büyük sevinci ben duyacaktım; ama, alamadık. Almamız gerektiğini söyledim, almak için ne yapılması gerekiyorsa yapmaya çalıştık, hepimiz gayret gösterdik.

İşte, biz, çok gezdik, dolaştık, alttan aldık, üstten aldık, her türlü yoldan saptık ve sonunda bu böyle ortaya çıktı, iyi oldu... Bunları bırakınız, bunlar doğru değil; yok böyle bir şey. Yani, bugün, Hazreti Mevlana'yı anma günü, hiç olmazsa bugün, eğri oturalım, doğru konuşalım. (CHP sıralarından alkışlar)

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Her zaman doğruyu söyleyelim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet, her zaman da, bugün özellikle... Bugün özellikle...

Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, maalesef, tarih, hak ettiğimiz tarih değildir. Öyle, gayretle, çabayla, işte özel etkiyi kullanarak, bastırarak, taktik uygulayarak "taktik dedik, önce yüksek söyledik, sonra ortaya razı olduk" yaklaşımlarıyla falan bu iş olmaz. Olmadı arkadaşlar, olmadı!.. Olması gerekiyordu, olmadı. Olsun istedik hepimiz, gayret gösterdik; olmayacağını da, yavaş yavaş biz sezdik, Sayın Cumhurbaşkanı da sezdi hatırlayacaksınız, bunu ben de ifade ettim gelince, bir büyük senaryo oynanıyor diye, üzüntülerimi de ifade ettim. Olmadı...

Şimdi, niye olmadı; bunu anlamamız lazım; niçin olmadı?.. Değerli arkadaşlarım, biz, niye olsun istiyorduk? Yani "bu kadar önemli mi bu; Türkiye, 2003'te alacaktı 2005'te alıverdi tarihi; niye bu kadar üzülüyorsunuz; bir devletin yaşamında, iki yılın bu kadar önemi olur mu; iki yıl sabrediverelim, iki yıl bekleyiverelim, bu işi de o kadar büyütmeyin" demek mümkündür. Pek çok kişi de böyle düşünmektedir "tarih aldın, daha ne istiyorsun" demektedirler.

Değerli arkadaşlarım, mesele sabırsızlık meselesi, telaş meselesi, bir an önce bu işi halledelim meselesi değildir. 2003'te Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlayabilmesi ile 2005'te Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlaması arasında, Türkiye'nin aleyhine, zamanın ötesinde, iki yılın ötesinde çok büyük bir fark vardır. Nedir o fark; değerli arkadaşlarım, bir defa, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, eğer 2005'te üyelik müzakeresine geçersek, karşımızda 15 değil 25 ülke olacaktır ve o ülkelerden birisi de Kıbrıs olacaktır; yani, 2003'te başlamayı başarabilmiş olsaydık, hükümetin, bizim istediğimiz ve mücadele ettiğimiz gibi ve hakkımız olduğu gibi... Kopenhag kriterlerini karşılamışız; Türkiye Büyük Millet Meclisi, bizden önceki Meclis -saygıyla anıyorum- gerçekten çok büyük bir iş yapmış, bir büyük demokrasi reformu gerçekleştirmiş, işin temelini rahatlatmış. Daha sonra paketi hazırlamışız, hızla onu gerçekleştireceğimizi de ortaya koymuşuz. Kopenhag kriterleri bakımından bir "eksik" suçlamasını hak eden bir konumda olmaktan çıkmışız. Almamız lazım... Verilmedi "bekleyin" denildi. "E canım bekleyiverelim, iki yıl geçer, göz açıp kapayıncaya kadar..." Geçer de, bu iki yılın içinde, karşımızda 15 iken 25 ülke olur, ülkelerden birisi Kıbrıs olur. Bu arada, 2005'te masaya otururken, bize, Yunanistan'la Ege'deki sorunlarınızı çözdünüz mü diye sorarlar; çünkü, Helsinki'de, Türkiye ile Yunanistan'ın arasındaki Ege sorununun, sınır sorunlarının çözülmesi için gerekenin yapılması; eğer çözülemezse, konunun, Adalet Divanına gönderilmesi talep edilmiştir. Papandreu da, Kopenhag toplantısından sonra "Helsinki'yi de unutmayalım, Helsinki de masada duruyor" demiştir. Yani, 2005'te gelirseniz, bizimle Ege'deki sorunları da çözeceksiniz, öyle geleceksiniz demiş. Türkiye'nin üyelik müzakeresinin 2005'e ertelenmesi, Yunanistan ile Ege sorunlarını çözme mükellefiyetinin sorumluluğunun da önümüze getirilmesi demektir. Bu bakımdan, bu iki yıl olmasın istiyorduk, daha rahat olsun diye; ama, şimdi, Ege konusu da ele alınacaktır ve çözülmesi zorunlu hale gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, sadece bu da değil; 2004 yılının ortalarında Avrupa Parlamentosu seçimi yapılacak, Avrupa Parlamentosu yeniden oluşacak ve Avrupa Parlamentosunun hükümeti mesabesindeki komisyonun üyeleri değişecek daha sonraki tarihlerde, ama, 2005'ten önce; Komisyonun başkanı değişecek; bugün bize bu taahhütleri yapanlar gidecek, yerine başkaları gelecek. Avrupa Birliğinin konvansiyon çalışmaları, anayasa çalışmaları sonucunda, Avrupa Birliğinin Komisyon Başkanı olan zat, büyük bir ihtimalle Parlamento tarafından seçilecek. Böylece, hükümetlerin telkinlerine değil, seçmenin telkinlerine duyarlı bir komisyon ve başkanı ortaya çıkacak ve bu yeni kadro, büyük bir ihtimalle, yeni bir genişleme stratejisi ortaya koyacak. Bütün bunlar, Türkiye bakımından, yeni sorunların, önemli sıkıntıların karşımıza çıkacağı anlamına geliyor.

Değerli arkadaşlarım, bunlar olmasın istedik. 2003'ü başarabilmiş olsaydık -ki, başarmamız gerekiyordu, hakkımızdı- bunlardan kurtulacaktık. Bunları, şimdi, ayrıca çözmek durumundayız. Bize ne denilmiştir; "2004'ten sonra bakacağız, 2005'te bunu değerlendireceğiz ve bütün bunların da çözülmesi şartını o dönemde arayacağız."

Değerli arkadaşlarım, bunlar, tabiî, gecikmenin bizim açımızdan yaratacağı sorunlar. Avrupa Birliği üyesi ülkeler bu iki yıllık gecikmeyi niçin istediler? Niçin, onlar, Türkiye'ye biraz daha farklı muamele yaparak, iki yıllık bir süreyi de yaşamak ihtiyacı içine girdiler? Bu soru zihnimizde olarak, yayınlanan sonuç bildirgesine bakacak olursak, zirve bildirisine bakacak olursak ipuçlarını buluyoruz. Bunlardan birisi şudur: "Türkiye, gerçekten, son zamanlarda, demokratikleşme doğrultusunda çok önemli adımlar attı, Kopenhag kriterlerini karşılama doğrultusunda ciddî işler başardı; ama, bunların bir de uygulamasını görelim" diyorlar, "bunların uygulanıp uygulanamayacağını görelim" diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasasını değiştirmiş, yasalarını değiştirmiş. Kopenhag kriterlerini uygulama doğrultusunda fevkalade önemli kararlar almış, en güç koşullarda bunu yapmış. Şimdi, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresi için tarih beklerken "Bunları yaptınız; ama, acaba, samimî misiniz; acaba, bunları gerçekten uygulayacak mısınız; bunlar kâğıt üzerinde kalmayacak mı, bunun güvencesi ne" diye zihinlerinden bir soru geçiyor. O sorunun geçtiğini, yayımlanan bildirinin içinde görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, ben, bundan büyük ıstırap duydum. Ben, Türkiye'nin çıkardığı Anayasanın ve kanunların, acaba, ciddiyetle, samimiyetle çıkarılıp çıkarılmadığının, çıkarıldıktan sonra samimiyetle uygulanıp uygulanmayacağının, başka hiçbir ülkeye uygulanmayan bir anlayışla, bir talep olarak Türkiye'nin önüne konulmasından, bu Meclisin bir üyesi olarak büyük acı duydum, ıstırap duydum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, kimsenin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin samimiyetini sorgulamaya hakkı yoktur. Biz, gerekeni yapmışızdır; elbette uygulayacağız; başka türlüsü düşünülebilir mi?! "Canım, çıkardınız; acele etmeyelim, bir görüverelim." Bu yaklaşım, Türkiye'ye çok kırıcı bir yaklaşım olmuştur; bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bu gecikmenin altında yatan ana nedenlerden birisi olarak bunu dikkatinize sunuyorum.

İkinci bir unsur "yeni bir hükümet var; bu hükümetin gidişatını hele bir görelim; bu hükümetin anlayışını, uygulamasını, sözlerinde samimî olup olmadığını, başka bir ikinci gündeminin olup olmadığını, gerçekten, bize, kendisini gösterdiği gibi devam edip etmeyeceğini bir görelim" anlayışı da, maalesef, bildirgeye yansımıştır. Bundan da sizin adınıza değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına gene büyük ıstırap duyuyorum. Önümüzdeki dönemde Avrupa'da Avrupa Birliğine üyelik müzakeresiyle alınması söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olmanın ötesinde Türkiye'dir, Türk Milletidir (CHP sıralarından alkışlar) ve bugünkü hükümet de Türk Milletinin kararıyla  işbaşına gelmiş bir hükümettir. Bu hükümetin de böyle bir sınava tabi tutulmasından, tereddütle karşılanmasından, gene büyük ıstırap duyuyorum, acı duyuyorum; bunu da içime sindiremiyorum. Arkadaşlarımın dikkatine de bunları sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, aslında, tabiî, Avrupa Birliğinin bize karşı takındığı bu çekingen tavrın altında yatan ana olaylardan birisi, Avrupa'nın içinde sadece marjinal, radikal, uçuk siyasî hareketlerin değil, o ülkelerin temel siyasî hareketlerinin bir kısmının da Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yer almasına prensipte karşı çıkma anlayışı içine girmeleridir. Bu tablo, maalesef, kaygı verici bir gelişmeyi ortaya koymaktadır. Fransa'da, Almanya'da -Almanya'da CDU/CSU- iktidar alternatifi bir büyük parti, prensibinde olmaz diye karşı çıkıyor; Fransa'da Giscard d'Estaing, çeşitli siyasî partiler, belli medya grupları Türkiye'nin üyeliğine prensipte karşı çıkıyorlar. Onların bu tavrı, iktidar partilerini de, hükümetleri de, ister istemez, etkisi altına alıyor ve Türkiye'nin Avrupa Birliği içindeki konumu bu gelişmelerden olumsuz etkileniyor. Bu da, Türkiye'ye yönelik ayaksürüme politikasının altında yatıyor. Bu manzara karşısında, gecikme değil, hızlı davranma, zamanında karar alma, konunun üzerine yürüme, daha doğru bir strateji olarak benimsenmeliydi.

Değerli arkadaşlarım, sonuç bu. Türkiye, istediği takvimi alamadı, 2005'i aldı. 2005'te bu iş olacak. İnşallah olacak. Olacak diye çalışacağız; ama, bilelim, çok ciddî sorunlar var, çok ciddî engeller var, demin ifade ettiğim sıkıntılar var. Bunlara karşı, yine, el ele, iktidar-muhalefet hep birlikte mücadeleye devam edeceğiz. Bu, hepimizin ortak davasıdır; ama, bu güçlüklerle karşı karşıya olduğumuzu da hepimizin çok yakından bilmesi gerekiyor.

Kopenhag Zirvesinin bizim açımızdan en üzüntü verici sonucu, Kıbrıs'ın, bir anlaşma gerçekleşmeden, Avrupa Birliğine alınacağının kesinlik kazanmış olmasıdır. Tabiî, bu zirveden önce -Sayın Başbakanın biraz önce yaptığı konuşmada da söylediği gibi- bu karar, Helsinki'de alınmış olan kararın bir uzantısıdır; doğrudur; ama, maalesef olmuştur. Olay budur ve çok yanlış olmuştur. Yani, bu, gerçekten, Türkiye'yi ciddî sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya bırakabilecek bir büyük haksızlıktır. Yıllarca, Türkiye'ye "siz, Kıbrıs sorununun çözümünü sağlamadıkça, size, üyelik için takvim vermeyeceğiz" denilmişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yıllarca, Türkiye'ye bu muamele yapılmıştı. Yıllarca, Türkiye'ye "Kıbrıs sorunu çözülmeden size üyelik takvimi verilmez" denmişti, "Ege sorununu çözmeden üyelik takvimi verilmez" denmişti. Şimdi, ne görüyoruz; Kıbrıs'ın içindeki iki parçadan birisini -"parça" diyorsam, otuz yıla yakın bir süredir, yirmisekiz yılın gerçeğini ortaya koyuyor; iki ayrı toplum, iki ayrı millet, iki ayrı din, iki ayrı dil, iki ayrı siyasî organizasyon, iki ayrı yapı, yirmisekiz yıldır devam ediyor, yirmisekiz yıldır- bu parçalanmış yapının parçalarından birisini Avrupa Birliğine tam üye olarak almakta, Avrupa Birliği sakınca görmüyor. Bunu haklı, makul, vicdana uygun, mantığa uygun diye kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Türkiye'ye diyeceksiniz ki, üyelik müzakeresine başlamam için Yunanistan'la sorununu çöz. Türkiye'ye diyeceksiniz ki, Kıbrıs sorununu çöz, öyle seninle üyelik müzakeresine başlarım; ama, Kıbrıs'taki iki parçadan birisini Avrupa Birliğine tam üye olarak kabul etmeyi içinize sindireceksiniz. Bunun aklı, mantığı, eşitliği, hakkı, hukuku yoktur, bunun mantığı yoktur; bunu kimseye kabul ettiremezsiniz. Bunu, Aristoteles'e kabul ettiremezsiniz, Sokrates'e kabul ettiremezsiniz, bunu Descartes'a kabul ettiremezsiniz, bunu Goethe'ye kabul ettiremezsiniz; ama, maalesef, bunu kabul ettiler (CHP sıralarından alkışlar) ve bugün biz, bu kadar büyük bir haksızlığa maruz bırakılmış bir ülke konumundayız. Bunları unutmayalım. Bunlar gerçek diye, bunları hatırlatmak için söylüyorum. Uygulanan manzara bu. Böyle geldik buraya.

Şimdi, Kopenhag'ta Kıbrıs alınıyor. Bize diyorlar ki "siz de anlaşıverin canım, siz de anlaşıverin..." Anlaşalım da, yani, her iki toplumun meşru haklarına saygı gösterecek, geleceğini güvence altına alacak bir çözüm şansı varsa anlaşalım; onu arıyoruz zaten. "Canım siz de köşeye sıkıştınız, o kadar da hassas olmayıverin..." İşte, bunu da hazmetmiyorum, bunu da kabul etmiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu muamele Türkiye'ye bilerek yapılmıştır; yani, bu büyük adaletsizliği Avrupalı dostlarımız bilmiyorlar mı; biliyorlar. Niçin yapıyorlar; çünkü, zihinlerindeki tablo öyledir. Öyle bir Türkiye'yi o hale getirerek almak istiyorlar, Kıbrıs'ı o hale getirerek almak istiyorlar ve bizi de ona güdüyorlar, yönlendiriyorlar, oraya doğru bizi itiyorlar ve çok da mesafe aldılar, çok da mesafe aldılar...

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, üzüntü verici bir manzara. Şimdi, Türkiye, Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine girdiği bir tabloyla karşı karşıyadır. Kıbrıs, Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla kurulmuştur. Londra ve Zürih Antlaşmaları yürürlükte olmaya devam ediyor; hayatı o yönlendiriyor, o orada, işliyor.

Şimdi, bu manzara karşısında, bizi, inanıyorum, milletimizi çok derinden yaralayan bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Sayın Dışişleri Bakanı -kendisine saygı sunuyorum; ama, düşüncelerimi ifade etmek zorundayım- bu kritik ortamda, Türkiye'nin güdülmek istendiği, yönlendirilmek istendiği, bir uluslararası senaryonun, bir tezgâhın parçası olarak bir noktaya doğru yönlendirilmek istendiği bir aşamada, iki gün önce, bir televizyon konuşmasında, maalesef, şunları söyledi: "Çözüme ulaşılamaması halinde, 1960 anlaşmalarındaki Rum tarafı, Ada'yı temsilen, tek başına girer." Daha vahimi ise, Sayın Bakan, "Rum tarafının tek başına tüm Ada'yı temsilen AB'ye üye olması halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa Birliği topraklarının bir kısmını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması tehlikesi vardır" diyor.

Değerli arkadaşlarım, dünyada 6 milyarın üzerinde insan var. Bu 6 milyarın üzerindeki insanın arasından bu sözleri söylememesi gereken birinci kişi, Türkiye'nin Dışişleri Bakanıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu sözler içimizde derin bir yara açmıştır, derin bir yara açmıştır... Bu sözlerin tahribatını nasıl telafi edeceğiz, doğrusu bilemiyorum. Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, Kıbrıs'a, 1960 anlaşmalarından kaynaklanan meşru haklarımıza dayanarak girmediler mi? Bu anlaşmalar hâlâ geçerli değil mi? Yoksa bu anlaşmalar değişti de bizim haberimiz mi yok?! Uluslararası anlaşmalara uygun olarak Kıbrıs'a giren askerlerimiz nasıl işgalci durumuna düşürülebilir?! Bunu söylemeye kim cesaret edebilir?! Yabancıların bile söylemeye cesaret edemedikleri bir şeyi siz nasıl söylersiniz?! (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Dışişleri Bakanının görevi, böyle düşünenlere yanlış düşündüklerini anlatmaktır. Şimdiye kadar bu sözü Yunanlar ve Rumlar söyledi ve her defasında, Türkiye'den gerekli tepkiyi aldı. (CHP sıralarından alkışlar) Günün birinde, Türk Dışişleri Bakanının da aynı sözleri söyleyeceğini onlar bile tahmin edemezlerdi, tahayyül edemezlerdi.

Bu sözlerin anlamı nedir? Bu sözlerin söylenilmesi yanlış olmuştur; hepimiz çok üzüldük; ama, ben kendi kendime sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Bu sözler niçin söylenmiştir? Sayın Bakan bu söylediklerimi bilmez mi; elbette bilir; ama, Sayın Bakan, niçin bunları söyleme ihtiyacı içine girmiştir? Bunları söyleyerek ne yapmaya çalışmaktadır? Bu sözler sıradan bir hata olmanın ötesinde, kararlaştırılmış olan bir politikanın, uygulanmaya çalışılan bir politikanın bir kilometre taşı olarak mı telaffuz edilmiştir; bunu sormaktan kendimi uzak tutamıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu planla bu sözlerin anlamı nedir? Kime hangi mesajı vermek istiyorsunuz? Kofi Annan Planının eksikliklerini, yanlışlarını söyleyenlere gözdağı mı vermek istiyorsunuz? Bu planla ilgili çekinceleri olan Türk Silahlı Kuvvetlerine mi mesaj vermek istiyorsunuz?! Amacınız nedir? Bir Dışişleri Bakanı, ne anlama geleceğini düşünmeden, yurt içinde ve dünyada nasıl yorumlanabileceğini hesaba katmadan böyle sözler söyler mi?! Kofi Annan Planının avukatlığını yapmak size mi düştü?! (CHP sıralarından alkışlar) Hele hele, bu plan kabul edilmezse başımıza ne gibi sıkıntılar çıkabileceğini söyleyerek felaket tellallığı yapmak, toplumu korkutmak, ikna etmeye çalışmak size mi düştü?!

Türk Dışişleri Bakanı bunları mı söylemeliydi; yoksa, bu gibi endişeleri Türk Halkına, Kıbrıs Türklerine karşı bir baskı unsuru gibi kullanmak isteyenlere karşı tepki mi göstermeliydi... Eğer, Türkiye'nin, Kıbrıslı Türklerin tezlerini savunacak gücünüz ve cesaretiniz yoksa susmasını bileceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Karşı tarafa kozlar vererek, zafiyetinizi gösterecek sözler söylemeyeceksiniz.

Dışişleri Bakanının sözleri büyük bir talihsizlik olmuştur. Unutulmasın ki, Dışişleri Bakanının sözleri devleti bağlar, bütün dünyada bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin görüşleri olarak kabul edilir. Bu düşüncelere sahip olan bir bakanın hâlâ göreve devam etmesi, hükümetin de aynı görüşleri paylaştığını ortaya koyuyor. Bu, hazin bir durumdur ve sanıyorum ki, size oy veren, size devlet sorumluluğu veren vatandaşlarımızın beklentisi bu değildir.(CHP sıralarından alkışlar) Daha ilk günden, devletin çıkarlarını ve itibarını zedeleyici sözler söylemenizi kimse beklemiyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu düşünceleri kesinlikle paylaşmadığımızı, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin üzerine baskı yapmak isteyenlere karşı bütün gücümüzle direneceğimizi, yüksek huzurunuzda ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye, baskı altında politika yapacak bir ülke değildir, başkalarının tazyikiyle politika yapacak, taviz verecek bir ülke değildir, başkalarının baskılarına boyun eğecek bir Dışişleri Bakanına layık bir ülke değildir.(CHP sıralarından alkışlar)

Tekrar ediyorum, biz, Kıbrıs'ta barışı ve bir çözümü destekliyoruz, makul ölçülerde, karşılıklı esneklikler gösterilmesine de karşı değiliz; ama, Türk toplumunun geleceğini tehlikeye düşürerek, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarını zedeleyerek, ortaya atılan önerilere karşı çıkacaklara direnmesini hep birlikte bilmeliyiz. Millî gururumuzla, haysiyetimizle kimsenin oynamasına izin vermemeliyiz. (CHP sıralarından alkışlar)

Girit'te yaşananların şimdi Kıbrıs'ta tekrar planlanmakta olduğuna dikkatinizi çekiyorum. Tarihî bir sorumlulukla karşı karşıyasınız. Bunun hesabını, elbette, bugünkü insanlar da, yarınki kuşaklar da, tarih de değerlendirecektir, soracaktır.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine başlama tarihini 2004 yılı sonundan daha erkene çekmek için hükümetin göstereceği bütün çabalara destek vermeye hazırız. Türkiye'nin hakkını elde etmek için hükümetin yapacağı bütün çalışmalara destek vereceğiz. Önümüzdeki dönemde, eğer, Kıbrıs'ta, bizim, 13 Aralıkta önümüze sunulan ve uygun görmediğimiz, hükümetimizin uygun görmediği, kabul etmediği öneri, Kofi Annan önerisi daha da geliştirilerek, daha da adaletli, dengeli, kabul edilebilir bir noktaya çekilerek bir anlaşma sağlanabilirse, bundan mutluluk duyarız; ama, Kofi Annan Planını, 13 Aralıkta reddettiğimiz Annan Planını, 28 Şubatta, esas itibariyle hiçbir değişikliğe tabi tutmadan kabul edecek olursak, bize, Kopenhag'ta, kapalı kapılar arkasında, Kıbrıs tavizi temelinde bir pazarlık yapılmadığını kimsenin inandırarak söylemeye hakkı olamaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, barışçı bir çözümü mümkünse deneyelim ve gerçekleştirelim. Sorunlar belli; Karpaz'ı gözden çıkarmayacak, Türklerin içine 70 000 Rum'un getirilip yerleştirilmesini öngörmeyecek, siyasî hak eşitliğini kabul edilebilir düzeyde güvence altına alacak ve Türkiye'nin garantilerini sulandırmayacak, sürdürecek bir çözüm ortaya çıkarsa, memnuniyetle, hepimiz bunu destekleyelim; ama, bu çözüm ortaya çıkmazsa, işte asıl o zaman, hükümetin hükümet olduğunu göstermesine ihtiyaç vardır. O noktada milletçe çok büyük bir sınav vermek durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Halkını yalnız bırakmayacağımızı, onlara haksız ve adaletsiz bir şekilde zulümle uygulanan politikayı desteklemeyeceğimizi, o politikaya kurban etmeyeceğimizi, ekonomik bakımdan onların yanında, arkasında olacağımızı göstermek zorundayız. 200 000 KKTC vatandaşına, eğer, 70 milyonluk Türkiye sahip çıkamayacak haldeyse, yazıklar olsun. (CHP sıralarından alkışlar) O, 200 000 kişiyi orada refah ve mutluluk içinde yaşatmanın şartlarını elbirliğiyle sağlamalıyız. Hükümetin bu doğrultuda atacağı bütün adımlarda onlarla tam bir dayanışma içinde olacağız. Gerekirse, Sayın Başbakanla el ele, bir anlaşma olmadıktan sonra umutsuzluğa düşecek olan -olmazsa eğer- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkına moral vermek, onlara birlikte sahip çıktığımızı göstermek için Kıbrıs'a gitmeye de hazır olduğumu burada ifade ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başkana, gösterdiği anlayışa teşekkür ederek sözlerimi tamamlıyorum. Bu konu, gerçekten, önemli bir konudur, böyle bir gündemdışı konuşmaya cevap çerçevesi içinde ele alınarak noktalanacak bir konu değildir ve maalesef, bu konu, Türkiye'de, soğukkanlı bir biçimde ele alınıp tartışılma şansına da sahip olamamıştır. Bir olupbittiyle ülke olarak karşı karşıya bulunuyoruz. Buna karşı uyanık ve tedbirli davranmalıyız. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerçekleri en iyi şekilde değerlendireceğine de güveniyorum. Bu inanç, bu güvenle düşüncelerimi sizlere ilettim. Türkiye Büyük Millet Meclisini tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal'a teşekkür ediyoruz.

Dışişleri Bakanı Sayın Yaşar Yakış, Sayın Baykal'ın, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfettiği için söz istemiştir. İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre kendisine söz veriyorum.

Buyurun Sayın Yakış. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

 

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Baykal'ın, yaptığı konuşmada, bana atfedilen sözleri ya anlamadığı veya yanlış okuduğu veya yanlış muhakeme yaptığı veya yanlış ifade ettiği kanısına vardığım için söz almış bulunuyorum; huzurunuza, bunu açıklamak için geldim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Böyle ulusal bir konunun, önemli bir konunun içpolitika malzemesi yapılması belki herkese yakışırdı; ama, eski bir Dışişleri Bakanına yakışmazdı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ben, Sayın Baykal'ı kırk küsur yıldır tanırım (CHP sıralarından "İyi tanıyamamışsın" sesleri) o zamanki, gençlik yıllarındaki heyecanını da bilirim; siyasî hayattaki performansını da hepimiz gördük, üslubunu hepimiz biliyoruz, bu üslubunda bir değişiklik olmadığını da biraz önce görmüş bulunuyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Baykal'ın değil, Türk Halkının düşüncesi.

DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Sayın Baykal'ın okuduğu, bana atfedilen ifadeyi tekrar okumak istiyorum değerli milletvekilleri ve Sayın Başkan: "Yakış, Kopenhag'taki temaslarıyla ilgili şunları söylemiştir: Kıbrıs konusunda verdim gitti diyemeyiz; hükümetiyle, muhalefetiyle, Ada'daki halkla, sivil toplum örgütleriyle, bu kararı birlikte vereceğiz. Yakış, öte yandan, devamla; 28 Şubata kadar bir çözüme ulaşılırsa, Annan Planındaki, içte iki parçalı, dışta tek olan Kıbrıs'ı, o ülkeyi üye olarak alacaklardır. Çözüme ulaşılamaması halinde, 1960 Anayasasındaki, Rum tarafı, tüm Ada'yı temsilen tek başına girer diye konuştu. Yakış, Rum tarafının tek başına AB üyesi olması halinde AB'nin hastalıklı bir çocuğu kucağına alacağını ifade etti ve bu durumda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliği topraklarını işgal etmiş gibi gösterilmeye çalışılması tehlikesi bulunduğuna dikkati çekti." (CHP sıralarından "Daha ne?!" sesleri)

Bunu Yaşar Yakış söylemiyor; bunu Avrupa Birliği ülkeleri ve Kıbrıs Rum kesimi söyleyecektir. (CHP sıralarından "Daha ne diyecektin?!" sesleri)

Değerli milletvekilleri, eğer söyleyeceğiniz bir şey varsa, kürsü herkese açıktır, kürsü, kimsenin inhisarında değildir.

Dolayısıyla, ben, ne şahıs olarak ne de Dışişleri Bakanı olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri Ada'yı işgal altında tutmaktadır demedim. Eğer bu senaryo gerçekleşirse, Avrupa Birliği ülkeleri ve Kıbrıs Rum kesimi, bunu bu şekilde göstermeye çalışacaklardır diyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

Böyle yapacaklardır, bunu böyle bilesiniz; biz istesek de istemesek de böyle bileceklerdir ve biz, bizden önceki hükümetlerden farklı olarak, bu realiteyi, öteki ülkelerin bu şekilde söyleyeceklerini bilerek dışpolitikamızı oluşturacağız. Bundan önceki hükümetler, bunu bu şekilde oluşturmadıkları için "efendim, onlar yanlış söylüyorlar, biz bildiğimiz yoldan devam ederiz" diye diye, Kıbrıs'ı, şu anda dar bir sokağa sokmuşlardır. Bunların arasında, Sayın Baykal'ın Dışişleri Bakanlığı yaptığı hükümetler de vardır. Bunda sorumluluk onlarda da vardır, Kıbrıs'ı bu duruma getirmişlerdir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bu durumda Kıbrıs'ta ne yapabiliriz, onun çaresini arıyoruz.

Değerli milletvekilleri, biz diyoruz ki, 28 Şubat günü böyle bir senaryonun bize doğru gelmekte olduğunu görüyoruz; bunu bilmemiz lazımdır, bunu görmezlikten gelerek hiçbir yere varamayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DIŞİŞLERİ BAKANI YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Onun için, Sayın Baykal'ın, değerli devlet tecrübesine dayanarak, bu hususu bu şekilde anlamasını istiyorum ve şimdiye kadar muhalefet lideri olarak gösterdiği anlayışı, burada... Kendisine, ya konuşma metnimizin tamamı gösterilmedi veya hangi kontekstte söylediğimiz anlatılmadı. Dolayısıyla, bu şekilde tavzih ediyorum.

Sayın Baykal'ın söylediklerinde başka... Yani, ya konunun bütün yönlerini anlamayan arkadaşlar tarafından kendisine metin yazıldığı için veya bilerek bu şekilde davranıldığı için (CHP sıralarından "Halktan özür dile bari" sesleri, AK Parti sıralarından alkışlar) bazı konular, bu Yüce Meclisin bilgisine yanlış takdim edilmiştir; müsaade ederseniz, onu da düzeltmek istiyorum.

Bir tanesi şudur: 2004 yılına kadar tarih verilmemesinin nedenini, Ege sorunlarının çözümünden sonraya bir tarih verilmesi şeklinde takdim etmiştir.

Efendim, Sayın Baykal mutlaka biliyordur; Ege sorunlarının çözümlenmesi için verilen tarihten sonraya bırakılmasında, hakikaten, Avrupa Birliği tarafının bir arka düşüncesi olabilir; fakat, sonuç, Sayın Baykal'ın çıkardığı sonuç değil; çünkü, Sayın Baykal diyor ki: "Eğer, tarih 2004'ten sonra değil de, diyelim, bu zirvede verilmiş olsaydı..." En yakın senaryoyu söylüyorum: 12-13 Aralık Zirvesinde tarih verilmiş olsaydı ne olacaktı; 2003 yılının başında müzakerelere başlayacaktık. Müzakereler ne kadar sürecekti; 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl... En azından alalım, 2 yıl sürecekti desek, 2005 yılına kadar müzakereler tamamlanacaktı; 2005 yılının sonundaki zirvede, Türkiye Avrupa Birliğine alınacaktır kararı verilecekti. Sonra, bu karar, Yunanistan Parlamentosunda, Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl Kıbrıs olacak ise -ya yeni ortaklık devleti veya 1960 Kıbrıs'ı; ama, şu anda onunla ilgilenmeyelim- hangi Kıbrıs olacak ise, o Kıbrıs parlamentosu, 2005 veya 2006 yılında "Türkiye girsin mi, girmesin mi" diye kendi parlamentosunda onaylayacaktı. Yani, bize tarih geçen hafta verilmiş olsaydı dahi, 2004 yılında olması gereken işler, Sayın Baykal'ın değindiği işler yine yerine gelmemiş olacaktı, o ülkeler, yine bize, bizim, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesiyle ilgili, girip girmeyeceğiyle ilgili kararı 2004'ten sonraki bir tarihte vereceklerdi; her senaryoya göre böyle olacaktı. Onun için "2004 yılının ötesinde tarih vermekle bütün bu fırsatları kaçırdık şimdi, eyvah, ne yapacağız" diye çizdiği senaryonun önemli bir eksiği bulunduğunu sizin bilginize sunmak istiyorum.

Londra ve Zürih Antlaşmalarından doğan haklarımız vardır. Sayın Baykal'ı ve etrafındaki arkadaşları temin etmek isterim ki, o anlaşmalardan doğan haklara en az Cumhuriyet Halk Partisi Lideri ve onun etrafındaki arkadaşlar kadar vâkıfız, en az onlar kadar önem veriyoruz ve oradan doğan haklarımızı en az onlar kadar savunuyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

4. - Başbakan Abdullah Gül'ün, Kopenhag'ta, Avrupa Birliği ülkelerinin devlet başkanları ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve toplantısına ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in aynı konuda grupları adına konuşmaları (Devam)

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ömer Çelik konuşacaklar.

Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, bu atılan turun, son yirmi yirmibeş günlük turun... (AK Parti sıralarından "Sesiniz gelmiyor" sesleri)

Eğilmem gerekiyor; eğilince de konsantrasyonum bozulur... Sesim gelecek, sesim güzeldir; şimdi duyacaksınız.

Bu atılan turun yirmi yirmibeş günlük kısmında birtakım özel görüşmelerde de bulunduğum için, size hem buradaki birtakım teknik konularla ilgili hem de bu görüşmelere hâkim olan siyasal psikolojiyle ilgili bilgi vermek istiyorum hem de bazı hususları cevaplamak istiyorum.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Mevcut dünya siyasetinde, artık, sadece metinlerle konuşmak, metin üzerinde haklı olmak ya da metin üzerinde haksız olmak çok bir şey ifade etmiyor. Kuşkusuz, metinler, anlaşmalar, eldeki birtakım belgeler ve bilgiler, halen dünya siyasetini büyük oranda belirliyor; ama, temel olarak da şöyle bir şey var: Herhangi bir siyasî meselede global algının sizi nasıl algıladığı, sizin global algıyı nasıl yönettiğiniz, en az metinlerdeki pozisyonunuz kadar önemli oluyor. O sebeple, bugün, artık, hiç kimse, dünyadaki herhangi bir konuyu konuşurken, 11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen menfur saldırıyı görmezden gelerek herhangi bir konuyu konuşamıyor.

11 Eylülden sonra ne olduğunu biliyoruz. Dünyanın önüne bir mesele konuldu. Bu mesele, bir küresel savaş tehdidi olduğu, bir küresel terörizm tehdidi olduğu şeklindeydi. Buna karşılık dünya, yeni bir küresel barış arayışını nasıl kurabileceğini, yeni bir pax'ı nasıl tesis edebileceğini düşünmeye başladı. Bu çerçevede bakıldığı zaman, Avrupa Birliği meselesi ve bunun dışındaki büyük siyasî entegrasyonlar, her zaman için, bir medeniyetler arası temas meselesi olarak önümüze gelmektedir. Şunu kabul etmek gerekir: Avrupa Birliğinin genişlemek üzere alacağı son 10 ülkenin toplam yüzölçümü ve 10'unun toplam nüfusu, neredeyse, ancak Türkiye kadar edebiliyor; dolayısıyla, 10 ülkeyi almakla Türkiye'yi almak birbirine eşdeğer bir kuvvet oluşturuyor, Avrupa Birliği dengeleri içerisinde.

Bu çerçevede bakıldığı zaman, Türkiye'nin bütün haklı tezlerini sonuna kadar anlatmak gerekiyor; fakat, Türkiye'yle ilgili tezlerin anlatılmasında, Türkiye'nin pozisyonunun korunmasında çok ince ayarların yapılması gerektiği de ortada. Bizim öncelikle, bu süreçteki pozisyonumuz şudur: Biz, sınırımızın ötesinde daha çok demokrasi için, özgürlükler için, askerlerimizi, NATO çerçevesindeki mükellefiyetlerimiz doğrultusunda, ölüme göndermekten çekinmediğimizi bütün Avrupalı liderlere Genel Başkanımız ifade etmiştir.

Bu çerçevede, NATO çerçevesinde beraber ölmekten çekinmediğimiz değerlerin, daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük çerçevesinde daha çok beraber yaşamak için kullanılması doğrultusunda, bu siyasî entegrasyondan Türkiye'nin dışlanmasını kabul edemeyeceğimizi ifade etmişizdir.

İfade ettiğimiz bir diğer husus şudur: Şimdi, tabiî, bu kürsüden, benim bütün çocukluğum boyunca gördüğüm gibi, Türkiye'yi içe kapatacak milliyetçi bir söylem kullanıp, alkış toplamak kolaydır. Benim bütün çocukluğum boyunca gördüğüm gibi, bu kürsüden, çeşitli yerlerde, milliyetçi duyguların harekete geçmesini sağlayacak konuşmalar yapmak kolaydır; ama, Türkiye'nin de önünde bir problem vardır, o problem de şudur: Önümüzdeki yüzyılda siyasetten beklenen, bütün değerlerin ötesinde şöyle bir şeydir: Artık "biz sana ideoloji veriyoruz, sen bize oy ver" mantığını bir kenara bırakıyor yeni siyaset ve insanlara nasıl iyi yaşam vereceğini vaat etmek durumunda kalıyor. İnsanların önüne, kuşkusuz, mensubiyet duygularını onaran, mensubiyet duygularını yücelten tavırlar da koymak gerekiyor; fakat, onları, daha çok demokrasi ve daha çok refah çerçevesinde nasıl daha iyi yaşatacağı konusunda da siyasetin çok ciddî bir ekseni ve problemi olması gerekiyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu çerçevede sık sık söylenen bir şey vardır; bizim jeopolitik konumumuz... Kuşkusuz Türkiye'nin eşsiz bir jeopolitik bir konumu vardır. Kuşkusuz Türkiye Avrasya'nın kalbi ve beynidir.  Kuşkusuz Türkiye bütün medeniyetlerin kavşak noktasıdır. Bu çerçevede Türkiye'nin jeopolitik konumunu çok önemsiyoruz; fakat, bir ülkenin dışarıya pazarlayabileceği tek şey kendi jeopolitik konumuysa, onun demokrasisi de jeodemokrasi oluyor. Jeodemokrasi şöyle bir şey: Diyoruz ki, bizim demokrasimizin, bizim jeopolitik konumumuzdan ötürü kendine has özellikleri var, bu özellikler sebebiyle bazı eksikliklerimizin olması doğaldır diye söylene gelmiştir. Biz, kesinlikle, bunu kabul etmiyoruz. Demokrasinin daha az olması ya da özgürlüklerin daha az olması gibi bir mazereti kabul etmiyoruz. Bu sebeple, Kopenhag kriterlerine Türkiye'nin uymasını, Kopenhag kriterlerinin Ankara kriterleri yapılmasını, dünyanın birçok bölgesinin Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri olarak tanımasını, biz, sadece Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, oraya girme çerçevesinde değil, kendi halkımıza saygımız gereği kabul ediyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bunu, bütün zeminlerde ifade ettik ve çok açık bir tablo vardı önümüzde, o da şuydu: Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı güzel bir şey söyledi; 1993'teki siyasî kriterlere uymuşsa alınmalıydı, uymadığı taraf neydi diye. Evet, bu soruyu biz de sorduk, aynen söylenen şey şuydu, Sayın Genel Başkanımıza şu ifade edildi: "Evet, siz, bizden, Türkiye'ye kesin müzakere tarihi verilmesini istiyorsunuz. Biz de size diyoruz ki, evet, Meclisiniz göz kamaştırıcı işler yapıyor; ama, ortada da bir gerçek var, göz kamaştırıcı işler yapıldığı kadar, bunun uygulamaya geçirilmesi gerekir." Kendilerine uygulamadaki eksiklikleri sorduğumuzda söyledikleri şey şuydu: "Somut örneği sizsiniz, siz, hâlâ, siyasî yasaklısınız." (AK Parti sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, Türkiye'de uygulamadan kaynaklanan eksikliklerin Türkiye'nin önüne sürülmesinin, Meclisimizin samimiyetinin denenmesi ya da hükümetimizin samimiyetinin denenmesi diye bir tavır alınması şeklinde yorumlanması doğru değildir. Özellikle şunu belirtmek gerekir: Sadece bizim hükümetimizi değil, hiçbir cumhuriyet hükümetini, hiçbir dış güç samimiyet sınavına tabi tutamaz! (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer, herhangi bir cumhuriyet hükümeti bu konuda bir zaaf gösterirse, o, bir hükümet olarak kalabilir; ama, başındaki "cumhuriyet" sıfatını kaybeder. Bizim cumhuriyet hükümetimiz bu konuda hiçbir samimiyet sınavına tabi tutulamaz; kendi pozisyonunu açıkça belli etmiştir ve bu pozisyonunun arkasında da sonuna kadar durmuştur. Özellikle, Sayın Başbakanın Kopenhag'taki temaslarında açıkça ortaya çıkan gerçek şudur: Türkiye'nin tezlerinin, Türkiye aleyhine hiçbir esneklik gösterilmeden, tam bir kararlılıkla savunulduğu, Danimarka Başbakanı olmak üzere diğer başbakanlar tarafından ifade edilmiştir.

Bu temaslar sırasında açıkça hazırlanan taslak metinlerde, biz bu tura ilk başladığımızda, Türkiye için en erken düşünülen randevu için randevu tarihî bile 2008 yılına sarkıyordu. 2008 yılı, çeşitli ülkelerde, çeşitli vesilelerle bize ifade edilmiştir. Bu turla birlikte şöyle bir şey söylenmiştir; bizden önceki Meclisin yaptığı çabalar, olağanüstü gayretler, yine bu Meclisin gösterdiği irade ve kararlılık doğrultusunda Danimarka Başbakanının bizzat kendi ifadesidir: "Bizi yeni siyasî stratejiler geliştirmeye zorluyorsunuz, elimizdeki taslakları değiştirmek durumunda kalıyoruz ve bu tarihi geri çekmek için yeni bir hazırlık yapmak durumundayız." Dolayısıyla, hiç kimse, sadece bu gezi sebebiyle bu başarı elde edildi demiyor. Bunda, kuşkusuz, geçmişteki kazanımların da katkısı vardır. Sayın Baykal, Hazreti Mevlana'yı andı, biz de analım. Mevlana diyor ki: "Söyle, söyle ki, her söyleyen bir çağ açıyor, bir ark açıyor, bir sonraki çağa su ulaştırıyor. Gerçi, her çağın bir söyleyeni var; ama, öncekilerin söyledikleri ona yar." (AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, geçmiştekilerin, geçmişteki Meclislerin ve hükümetlerin, Avrupa Birliğine girişimiz yolunda açtığı arktan gelen kazanımları muhakkak surette istihdam ettik; fakat, bunları daha da yükseğe taşımaya çalışarak, en tempolu bir biçimde, en kararlı bir biçimde bu hususu anlattık. Peki, fark neydi? Fark şuradaydı: Birincisi, çok uzun zamandır, Türk siyasî sistemini yenileyecek şekilde bir seçim galibiyeti ortaya çıkmıştır. Bu seçimin galibi olan parti, uyum yasalarını geçirmekte ve bunu uygulamakta hiçbir müşkülle karşı karşıya değildir. Ayrıca, birebir temaslar doğrultusunda, Türkiye'nin tezleri en kararlı biçimde anlatılmıştır. Türkiye'den önce üye yapılan ülkelerin ya da Türkiye'den önce tarih verilen ülkelerin, bizden daha geri olduğu noktalar, bizim daha ileri olduğumuz noktalar, tek tek, bu liderlerin önüne serilmiştir ve burada çok iyi bir müzakere ve diplomasi trafiği yaşanmıştır.

Bu metne giren "fazla gecikmeden" ifadesi, bir yıl sonra, iki yıl sonra, üç yıl sonra gibi bir anlam taşımaz; bu, teknik olarak, üç ay ile altı ay arası bir anlam taşır. Bu müzakereler konusunda daha önce verileceği söylenen ilerleme raporu, sadece Türkiye'ye özgü bir rapor değildir. Bu ilerleme raporu, zaten, bütün ülkeler için geçerlidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bu ilerleme raporunun sonuçlarına göre bir tarih verilip verilmemesi söz konusu olacaktır, müzakereye başlanıp başlanmaması söz konusu olacaktır; dolayısıyla, o, herkes için geçerlidir.

Yine bir teknik düzeltme yapmak gerekiyor. Yeni giren 10 ülkenin, eğer, bize, 2003'te müzakere tarihî verilseydi, bizimle ilgili müzakerenin başlaması konusunda söz sahibi olamayacağı bilgisi de doğru değildir. O ülkeler, bize 2003'te müzakere tarihî verilmiş olsaydı bile, bizim gibi yeni müzakere tarihî alacak ülkelerin gidişatları konusunda söz sahibi olacaklardır; fakat, yeni bir gelişme olabilir; Avrupa Birliği, konsensüsle karar almak yerine, çoğunlukla karar alma aşamasına geçebilir; o zaman, çoğunluğun oy hakkı doğrultusunda bir karar alınması ortaya çıkabilecektir.

Buradaki tavrımız şudur: Sayın Baykal'ın söylediklerinde, bir nebze, siyasal totoloji var; onlar bizi almıyorlar, biz yaptık; fakat, onlar bunu kabul etmediler; peki, ne yapacağız?.. Bizim cumhuriyetimiz, temelinde bir Avrupa perspektifidir. Kıta Avrupasındaki cumhuriyetçi değerlerin, burada, kendi ülkemizde, yeni bir siyasal aşama olarak yaşatılmasıdır. O sebeple, Kıta Avrupasındaki gibi, bizim cumhuriyetimiz de, her şeyden önce, siyasal erdemin yaşatılmasına dayanır; bu, cumhuriyeti kuran kadroların büyük bir basiretle, büyük bir önseziyle, daha cumhuriyeti kurar kurmaz verdikleri bir karardır. Dolayısıyla, bizim, buradaki perspektifimiz şudur: Avrupa Birliği gibi bir siyasî entegrasyona üye olsak da olmasak da, herhangi bir şekilde Avrupa Birliğinin tam üyesi olsak da olmasak da, açık bir şekilde, Kopenhag siyasî kriterlerini, kendi ülkemizdeki yerli siyasî değerler haline getireceğiz; çünkü, bize göre, Kopenhag siyasî kriterleri Avrupa Birliğinin kendisinden bile çok daha önemlidir.

Kıbrıs konusunda kısa bir şey söyleyeceğim. Çok basit bir şey var; kuşkusuz, hiç kimse, Kıbrıslı yurttaşlarımızın, Kıbrıslı kardeşlerimizin varoluş davasını görmezden gelemez. Zaten, bütün bu çabalar, Kıbrıslı kardeşlerimizin varoluş davasını yeni siyasî enstrümanlarla nasıl yürütebiliriz, nasıl devam ettirebiliriz şeklinde bir yaklaşımın ürünüdür; ama, şöyle bir şey var: Eğer, siz, ekonomik olarak Ada'nın güneyinden daha fakir hale getirmişseniz; eğer, siz, her gün, sizin topraklarınızdan binlerce kişinin karşı tarafa geçip çalışmak zorunda kalmasını bir siyasal problem olarak önünüze koymamışsanız; eğer, siz, karşı tarafın Avrupa Birliği pasaportunu Türklere de dağıtması karşısında ortaya çıkacak psikolojik çözülme hakkında yeterli bir yaklaşım geliştirme şeklinde bir tavra sahip olmazsanız "Kıbrıslı kardeşlerimizi koruyacağız" demeniz, sonuç olarak hiçbir şey ifade etmez.

Bir sistemin, kendi kardeşlerini, kendi soydaşlarını koruması için üç şey üretmesi gerekir; adalet üretmesi gerekir, refah üretmesi gerekir, güvenlik üretmesi gerekir. Kuşkusuz, güvenlik üretmeye çok önem veriyoruz, kuşkusuz, adalet üretmeye çok önem veriyoruz; fakat, bunlar kadar refah üretmeye de önem vermek durumundayız.

Ortaya çıkacak tabloda bizim yaklaşımımız, Kuzey'in ve Güney'in haklarını eşit olarak güvence altına alan bir ortaklık devletinin Avrupa Birliğince kabul edilmesidir. 28 Şubata kadar yapılacak müzakereler, Annan Planı üzerinde yapılacak müzakereler, iki tarafın egemenlik haklarını kabul eden, eşitliğe dayanan bir statü şeklinde yeni bir ortaklık devletinin Avrupa Birliğine girmesini sağlamaya dönük olacaktır. Bunun gerisinde herhangi bir tavrın, kapı arkasında gizli bir pazarlığın, hükümetimize ya da partimize ima yoluyla bile atfedilmesinin hiçbir zemini ve mesnedi yoktur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çelik, teşekkür ediyorum.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Dışişleri Bakanına söz verdiğiniz maddeden; yani, 69 uncu maddeden, düşüncelerimin çarpıtılarak aktarılması nedeniyle, cevap hakkımı kullanmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Baykal, lütfen, yeni bir sataşmaya sebebiyet vermeden sözlerinizi tamamlarsanız...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Değerli arkadaşlarım, dışişleri mesleği, üslup mesleğidir; ne söylediğinizi ve nasıl söylediğinizi bilerek konuşacaksınız, yanlış anlaşılmayacaksınız, karşınızdakine hakaret etmeyeceksiniz... Karşınızdakini üzebilirsiniz; farklı düşünüyorsunuzdur, farklı düşüncelerinizi söylediğinizde, o, belki üzülebilir, kırılabilir; ama, hiçbir zaman, karşınızdaki insanın düşüncelerini beğenmediniz diye, kişiliğine, geçmişine, üslubuna yönelik hakaret etmeyeceksiniz. Ediyorsanız, her şey olabilirsiniz; ama, diplomat olamazsınız, dışişleri bakanı olamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ben açıklamalarımı teypten deşifre edilen bir metin üzerinden yaptım; ne bir kelime ekledim ne bir kelime çıkardım; sadece okudum, okuduklarım hakkındaki düşüncelerimi söyledim. O düşüncelerimde yanılıyor olabilirim; o yanılgıları düzeltmek Sayın Bakanın görevidir, bana hakaret etmek değil...

Biz, Türkiye'de yeni bir siyaset anlayışını şekillendirmeye çalışıyoruz, Türkiye'nin bu güç döneminde, siyasî hayatımızın hiçbir döneminde görülmemiş bir dayanışmayı sergilemeye çalışıyoruz. Eğer, ben, Sayın Dışişleri Bakanını ciddiye alsam, bu tarihî görevi de yapamaz hale geleceğim; yani, Sayın Dışişleri Bakanına rağmen bu dayanışmayı sürdürme durumunda kalıyoruz.

RESUL TOSUN (Tokat) - Bu da hakaret değil mi?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hayır, hakaret değil, hakaret değil...

RESUL TOSUN (Tokat) - Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Dışişleri Bakanını ciddiye almamak hakaret değil mi?!

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmayın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben, teypten deşifre ettim, okudum. Sayın Bakan buraya geldi, gazetelerden aktararak okudu, gazetelerden aktararak; yani, rötuşlanmış, değiştirilmiş, yönlendirilmiş metne dayanarak cevap veriyor; ben, teypten ne söylediğini aktararak konuşuyorum. Buna dikkatinizi çekiyorum; bir.

Sayın Dışişleri Bakanının siyasî muhataplarına daha saygılı davranması gerektiğini ona hatırlatıyorum; iki.

Ayrıca, bir dışişleri bakanının bilmesi gereken bir nokta da; yani, benim Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığım dönemde, Kıbrıs sorununda ne gibi olumsuzluklar yarattığımıza ilişkin iddiasını da anlamakta ciddî güçlüğüm var. Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: "Sayın Baykal'ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde izlenilen Kıbrıs politikası, olayı buraya getirdi." Ben 54 gün Dışişleri Bakanlığı yaptım. Bu dönemde, Kıbrıs'la ilgili, olumlu olumsuz katkı getirecek hiçbir açılım yapmak durumunda olmadık. Bu dönemde, Suriye'ye bir nota verdik "Apo'nun derhal Türkiye'ye iade edilmesi gerekir" diye. O zamana kadar, hiç kimse, Dışişleri Bakanlığı olarak, böyle bir iade talebini ortaya koymamıştı. Daha sonra o gelişimin nereye yol açtığını hep beraber gördük. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir de, Kardak kriziyle karşı karşıya kaldık; yani, Ege'deki Kardak Adasında, bir Rum papaz, getirdi, Yunan bayrağını oraya dikti. Biz "ne oluyor, ne yapıyorsunuz" dedik, "bunu yapamazsınız" dedik, "orası size ait değildir" dedik, "bunu ortaya koyan hiçbir anlaşma yoktur, bu yaptığınızın hiçbir hukukî temeli yoktur" dedik ve onları, oradan, hukuk içinde çıkardık, bir tek kişinin burnunu kanatmadan çıkardık ve şimdi, o nedenle, bir Ege sorunu gündeme geldi; yani, Ege'de, Yunanistan'a ve Türkiye'ye ait olduğu ispatlanamayan adacıkların bulunduğu ortaya çıktı, şimdi, o adacıklardaki durumu yeniden düşünmek için bir çalışma yapma, o belirsiz adacıkları ülkelere dağıtma ihtiyacı ortaya çıktı.

Yani, o 54 günde, Deniz Baykal'ın 54 günlük Dışişleri Bakanlığı döneminde, acaba -Sayın Dışişleri Bakanı, herhalde, bilerek konuşuyordur, boş konuşmuyordur; kendisi de bir diplomat, mesleğin içinden- Kıbrıs'la ilgili hangi karar bu sıkıntılara yol açmıştır, şunu anlatsa da, bir öğrensek... (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bir Dışişleri Bakanıyla böyle bir tartışmaya girmiş olmaktan üzüntü duyuyorum. Beni asıl üzen, bu tartışmanın, gerçek çerçevesinin dışına taşırılmış olmasıdır. Bizi harekete geçiren düşünce, sadece, Türkiye'nin yararıdır. Biz, burada siyaset yapmıyoruz. Siyaset yapmaya kalksak, siyaset yapacağımız çok konu var. Günü geldiğinde onu da yaparız; ama, şimdi siyaset yapma günü değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bitiriyorum, hemen bağlıyorum...

BAŞKAN - Buyurun efendim, buyurun; devam ediniz...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Biz, burada, sadece, Türkiye'nin haklarının korunmasının önem taşıdığı inancıyla, bu konuda bizi kaygılandıran bir yanlış gidişi gördüğümüz için, Türkiye'nin yararları konusunda bizi kaygılandıran bir yanlış gidişi gördüğümüz için, uyarı görevimizi yapıyoruz; aman dikkatli olun diyoruz, aman yapmayın... Bundan siyasî kazanç gelir-gelmez, onunla hiç meşgul değiliz, tarihe karşı görevimizi yapıyoruz ve sizi tarih karşısında da uyarmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bir moda çıktı. Artık globalleşme çağı var, artık ulusal kimlikler, benlikler, duyarlılıklar anlamını kaybetti; çağdaş ilericilik, yenilikcilik, bu konuda en büyük ödünü verme yarışına dönüşmüştür; o nedenle, bırakın bu eski lafları, bu demode lafları; ne konuşuyorsunuz; hâlâ siz bıraktığımız yerde misiniz, hâlâ millet diyorsunuz, hâlâ tarih diyorsunuz, hâlâ ulusal yararlar, ulusal çıkarlar diyorsunuz; bitti onlar, biz Avrupa Birliğinden o çıkarları sağlayacağız...

Değerli arkadaşlarım, lütfen dikkatli olunuz. Lütfen dikkatli olunuz; bu havalar size çok ağır bedeller ödemek durumunu yaratabilir; ama, ne yazık ki, o bedelleri siz değil, Türk Milleti öder! Tarih boyunca öyle olmuştur; yani, öyle olmasından kaygı duyuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Son bir söz de Sayın Bakana: Sayın Bakan, bir cam fanusun içerisinde duruyor; oraya buraya taş atmaktan kendisini alıkoymalıdır. Dünya tarihinde, açıklaması bakanlığı tarafından tekzip edilmiş tek bir dışişleri bakanı vardır. (CHP sıralarından alkışlar) Yaptığı açıklama kendi bakanlığı tarafından tekzip edilmiş tek bir bakan vardır. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Bakanın yanlış anlaşılma gibi bir sakarlığı var. (CHP sıralarından alkışlar) Bu sakarlıkla her şey olur da, Dışişleri Bakanlığı olmaz!

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri ve ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

1. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 42 arkadaşının, trafik kazalarına karışan belli bir marka yolcu otobüslerinin teknik kusurları olduğu ve firmanın mahkeme kararlarına müdahale ettiği iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/7)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

200 civarında 0 403 Mercedes marka yolcu otobüsünün geçtiğimiz dönemlerde karıştıkları trafik kazaları sonucunda yanması ve aynı kazalarda 150 kadar vatandaşımızın da yine yanarak hayatlarını kaybetmelerine söz konusu otobüslerin teknik birtakım kusurlarının sebep olduğu yönündeki iddiaların doğru olup olmadığının ortaya çıkarılabilmesi amacıyla, Anayasamızın 98 inci ve Meclis İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri gereği bir Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

1- Musa Uzunkaya                                (Samsun)

2- Ahmet Yeni                                (Samsun)

3- Mustafa Demir                                (Samsun)

4- Cevdet Erdöl                                (Trabzon)

5- Emin Şirin                                (İstanbul)

6- Bülent Gedikli                                (Ankara)

7- Selami Uzun                                (Sıvas)

8- Orhan Yıldız                                (Artvin)

9- Azmi Ateş                                (İstanbul)

10- Mustafa Çakır                                (Samsun)

11- Nur Doğan Topaloğlu                                (Ankara)

12- Mehmet Kurt                                (Samsun)

13- Musa Sıvacıoğlu                                (Kastamonu)

14- Asım Aykan                                (Trabzon)

15- Adem Tatlı                                (Giresun)

16- Mustafa Said Yazıcıoğlu                                (Ankara)

17- Tayyar Altıkulaç                                (İstanbul)

18- Mehmet Ali Bulut                                (Kahramanmaraş)

19- Hacı Biner                                (Van)

20- Fazıl Karaman                                (İzmir)

21- Mehmet Ceylan                                (Karabük)

22- Hasan Bilir                                (Karabük)

23- Temel Yılmaz                                (Gümüşhane)

24- Ali Er                                (Mersin)

25- Şerif Birinç                                (Bursa)

26- Köksal Toptan                                (Zonguldak)

27- Hamza Albayrak                                (Amasya)

28- Ekrem Erdem                                (İstanbul)

29- Şükrü Ünal                                (Osmaniye)

30- Recep Özel                                (Isparta)

31- Mehmet Sait Armağan                                (Isparta)

32- Şükrü Önder                                (Yalova)

33- Mehmet Sayım Tekelioğlu                                (İzmir)

34- Şükrü Ayalan                                (Tokat)

35- Serpil Yıldız                                (İzmir)

36- Mehmet Beyazıt Denizolgun                                (İstanbul)

37- İlhan Albayrak                                (İstanbul)

38- Mustafa Cumur                                (Trabzon)

39- Faruk Özak                                (Trabzon)

40- Kemalettin Göktaş                                (Trabzon)

41- Fahrettin Poyraz                                (Bilecik)

42- Mustafa Öztürk                                (Sinop)

43- Cemal Yılmaz Demir                                (Samsun)

Gerekçe:

Konya Karapınar'da 24 Ekim 1997'de meydana gelen trafik kazası sonucu 49 kişinin yanarak ölümüyle dikkatleri üzerine çeken 0 403 Mercedes marka yolcu otobüslerinin yangına elverişli bir donatıma sahip oldukları iddialarıyla ilgili olarak ve bu iddiaların doğruluk derecelerinin ortaya konulabilmesi amacıyla;

- Ülkemizde bulunan bu otobüsler ile başka ülkelerde bulunan aynı marka ve model otobüslerin teknik donatımlarının farklı yönlerinin bulunup bulunmadığı,

- Söz konusu otobüslerin yangına karşı elverişli bir yapı arz ettiği iddia edilen yakıt tankları ve bu tankların çevre ayırımlarının ilgili yasal prosedür işlemlerinden geçip geçmediği,

- Bu otobüslerin diğer marka ve model otobüslere oranla yanma risklerinin daha yüksek bulunduğu yönündeki iddiaların doğruluk derecelerinin tespiti,

- Mercedes-Benz Türk AŞ adlı üretici firmanın, ülkemizde meydana gelen 200 otobüs yangınında hayatlarını yanarak kaybettikleri ileri sürülen 150 kişinin yakınlarına tazminat ödeyip ödemedikleri, tazminat ödemeleri yapılmışsa, yeterlilik dereceleri ve miktarları,

- Konya Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinin, 49 kişinin hayatını yanarak kaybettiği kazayla ilgili dava sonucunda üretici otobüs firması yetkilileri hakkında verdiği gıyabî tutuklama kararının, firmanın girişimleri sonucunda yerine getirilemediği iddialarının doğru olup olmadığı,

- İlgili mahkeme hâkiminin verdiği bu karar sonucunda, Mardin'in Dargeçit İlçesine tayin edildiği iddialarının araştırılması,

- Söz konusu otobüsler hakkında verilen ODTÜ ve KTÜ bilirkişi raporlarının benzer ve farklı yönlerinin tespiti ile bilirkişi heyetlerine firma tarafından baskı uygulandığı iddialarının doğruluklarının tespiti,

- Davanın Yargıtay aşamasında da, aynı firma yetkililerinin, çıkacak kararı kendi lehlerinde etkileyebilmek için devreye girdikleri iddialarının incelenmesi,

- Bilirkişi raporlarına istinaden verilen "95, 96 ve 97 imali 0 403 Mercedeslerin trafikten çekilerek, yakıt tanklarıyla ilgili teknik kusurlarının giderildikten sonra yeniden trafiğe çıkması" yönündeki ilgili mahkeme tarafından verilen karar ne ölçüde uygulanabilmiştir?

- Bugün, söz konusu otobüslerin yakıt tankları hangi özelliklere sahiptir gibi yukarıda dikkatlerinize sunulan ve bugüne kadar da sağlıklı cevapları ortaya konulamamış bir dizi soru hâlâ halkımızın gündemini meşgul etmekte ve geçmişte bu konunun mağduru olmuş  vatandaşlarımız ve onların yakınları, bir an önce bu konuda Meclisimizden olumlu bir adım atılmasını beklemektedirler.

Anılan tüm bu nedenler gözönünde bulundurularak, Anayasamızın 98 ve Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.


V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 57 nci hükümet döneminde afet kapsamına alınan yerler ile uygulamada ayrımcılık yapıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Sorunun görüşülmesi ertelenmiştir.

2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, doğrudan gelir desteği ödemelerine ve çiftçi borçlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Başbakan veya Sayın Bakan?.. Yok.

Sorunun görüşülmesi ertelenmiştir.

3. - Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın, sigorta eksperliği sınavıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) sözlü soru önergesi (6/3)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Sorunun görüşülmesi ertelenmiştir.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Sayın milletvekilleri, bu kısmın 1 inci sırasındaki Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 arkadaşı ile 5 inci sırasındaki Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri aynı mahiyette olduğundan, her iki önergeyi birlikte görüşeceğiz.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 Arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/2)

2. - Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 Arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/6)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

Hükümet adına, Çevre Bakanı Sayın İmdat Sütlüoğlu, buyurun efendim.

Süreniz 20 dakika.

ÇEVRE BAKANI İMDAT SÜTLÜOĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene havzasında meydana gelen kirlenmeyle alakalı olarak verilen önergelere cevap vermek üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum; konuşmama başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ergene havzası, çevre sorunlarının yoğun olarak yaşandığı en önemli havzadır. 1973 yılında Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinin kurulmasıyla havzada kirlilik başlamış, daha sonra, belediyelerin kurmuş olduğu organize sanayi bölgeleri bu kirliliği önemli oranda artırmıştır.

Bu bölgeyi, özellikle kâğıt, tekstil, deri ve kimya sektörlerine ait sanayi tesisleri cazibe merkezi haline getirmiştir ki, bu sektörler kirlilik oranı yüksek olan sektörlerdir.

Öte yandan Ergene Nehir havzası üzerindeki il ve ilçe belediyelerinin atık su arıtma tesisleri bulunmaması nedeniyle evsel atıkların doğrudan Ergene Nehrine deşarj edilmesi, Trakya bölgesindeki aşırı gübreleme ve ziraî ilaçlama faaliyetleri de Ergene Nehrinin daha çok kirlenmesine sebep olmuştur.

Bölgedeki çevre sorunları Bakanlığımızca öncelikli olarak ele alınmış ve çözüme yönelik çalışmalar devam ettirilmektedir. Yapılan çalışmalar: Denetim çalışmaları kapsamında, bölgedeki mevcut çok sayıdaki sanayi kuruluşları arıtma tesisleri Bakanlığımız girişimleriyle tamamlatılmıştır. Arıtma tesislerinin düzenli çalıştırılması yönünde il çevre müdürlükleri ve Bakanlığımız elemanlarınca sürekli denetim yapılmaktadır. 2000 yılında fabrikalar 2 131 kez denetlenmiş ve 55 fabrikaya ceza kesilmiştir. 2001 yılında fabrikalar 1 948 kez denetlenmiş ve 11 fabrikaya ceza kesilmiştir. 2002 yılındaki denetimler ise sürdürülmektedir.

Bakanlığımız ile Trakya Üniversitesi arasında 13.1.2002 tarihinde imzalan protokolle proje başlatılmıştır. Çevre düzeni planlama projesi, toplam maliyeti 50 milyar Türk Lirası olan bir projedir. Projeyle ilgili 3 adet önaraştırma raporu 2000 ve 2001 yıllarında Bakanlığımıza teslim edilerek 22,8 milyar Türk Lirası ödenmiştir. Planlanan 1/100 000 ölçekli Ergene havzası çevre düzeni planı ile iki alanda 1/25 000 ölçekli planlar birlikte gerçekleştirilerek son halini almıştır. 9.12.2002 tarihi itibariyle nihaî belgeler Bakanlığımıza teslim edilmiş, planın son bölümünde, uygun bulunması halinde 17 milyar TL ödenerek iş bitirilmiş olacaktır. Bundan sonra, belediyelerle işbirliği halinde, çalışmalar sürdürülecektir.

Ergene Havzası Atık Su ve Katı Atık Yönetimi Projesi: Bakanlığımızca hazırlanan önfizibilite raporuna göre Ergene havzasındaki katı atıkların geri kazanılması ve uygun olan yerlerde ortak kurulacak düzenli, deponi alanların da bertarafı, bölgedeki yerleşim alanlarından kaynaklanan atık suların ortak veya münferit kurulacak arıtma tesislerinde arıtılması öngörülmektedir. Projenin tahminî maliyeti 260 000 000 dolar olup, atık su arıtma tesisleri için 168,9 milyon dolar, katı atık bertaraf tesisleri için 91,8 milyon dolar yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır.

Projeye finansman temini için, İspanyol Hükümeti ve Avrupa Yatırım Bankasına başvuruda bulunulmuştur. Projenin Bakanlığımız koordinasyonunda bölgedeki belediyeler ve hizmet birliklerince yürütülebilmesi için, Bakanlar Kurulu kararı çıkarılması yönünde çalışma yapılmaktadır.

Tehlikeli Atıkların Yönetimine İlişkin Fizibilite Projesi: Havzadaki sanayi kuruluşlarından kaynaklanan tehlikeli atıklara çözüm bulmak amacıyla, Bakanlığımızca 2000 yılında başlatılan fizibilite projesi, 2001 yılında tamamlanmıştır. Projeyle, bölgedeki tehlikeli atık envanteri çıkarılmış, Tekirdağ, Çanakkale, Edirne, kısmen İstanbul ve Kırklareli illerindeki sanayi tesislerine hizmet verecek yakma ve depolama tesisi kurulması planlanmıştır.

Meriç Nehri kirliliğinin önlenmesi için Yunanistan'la yapılan ortak  çalışmalar: Türkiye ile Yunanistan arasında, çevrenin korunması alanında imzalanan mutabakat muhtırası çerçevesinde ortak komite kurulmuştur. Komite, yaptığı toplantılar sonunda, Meriç ve Ergene nehirlerinin temizliği konusunda ortak çalışma kararı almış,  komite toplantılarının, Bakanlığımız koordinatörlüğünde, Yunanistan ve Bulgaristan'ın katılımıyla, Türkiye'de yapılmasına karar verilmiştir; çalışmalar devam etmektedir.

Trakya Çevre Sorunları Hizmet Birliği kuruluş çalışmaları: Trakya bölgesinde ihtiyaç duyulan çevre altyapı projelerini ortak veya münferit olarak kurmak ve işletmek amacıyla, Bakanlığımız girişimleriyle, Tekirdağ Valiliği koordinasyonunda, bir hizmet birliği kuruluş çalışmaları başlatılmıştır.

Birliğe, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli Merkez Belediyeleri ve İl Özel İdareleri ile Lüleburgaz Belediyesi katılmıştır. Birlik tüzüğü, 17.9.2001 tarihinde, Tekirdağ Valiliğince İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir. Alınan bilgilere göre, Tarım Bakanlığının itirazı nedeniyle, tüzük, henüz onaylanmamıştır.

Kırklareli İli kanalizasyon durumu: Bu itiraz, önceki hükümet dönemine rastlamaktadır; onu da açıklamak istiyorum. İlin kanalizasyon şebekesi yüzde 95 tamamlanmış olup, yüzde 5'lik kısmı fosseptiklerde toplanmaktadır.

Arıtma tesisi projesi İller Bankasınca yapılmış ve ihalesi devam ediyor. Projenin toplam maliyeti 12 trilyon civarındadır. Atıklar, dereler vasıtasıyla Ergene Nehrine ulaşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, çevre yönünden, Türkiye'de, çok ciddî manada yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır. Sadece kanalizasyon atıklarının arıtılması ve sağlıklı bir şekilde ortama bırakılması için 15 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç vardır. Katı atık ve diğer çevresel problemlerle ilgili tüm çevresel yatırımlar için ise toplam 35 milyar dolar gibi çok büyük bir kaynak, bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.

Tabiî ki, bu şartlarda, Çevre Bakanlığının bugünkü yapısıyla ve 35 trilyonluk küçük bütçesiyle, bu büyük problemlerin altından kalkması hiç mümkün değildir.

Çok yakında, inşallah, önümüze gelecek olan Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde Çevre Bakanlığını ilgilendiren kanunlar geçtiğinde ve gerçekleştiğinde -ki, bunların bir tanesi Çevre Kanunu, bir tanesi Hayvan Hakları Kanunu, bir tanesi de Avrupa Çevre Ajansına üyeliği sağlayacak olan kanundur- Çevre Bakanlığı olarak Avrupa Birliği aday ülkesi statüsünde işlem görme şansını yakalayacağız. O zaman, Avrupa Birliğinde, çevreye çok çok önem veren Avrupa Birliği bünyesindeki büyük çevre kaynaklarına ulaşma şansını da yakalamış olacağız.

Bu konuda biz, Çevre Bakanlığı olarak, tüm finans  kurumlarıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz, mahallî idarelerle, belediyelerle işbirliği halinde Türkiye'nin çevresel problemlerinin altına elimizi sokmak istiyoruz. Sadece, koordinatör bakanlık, yasakçı bir bakanlık olarak değil, fiilen bu sıkıntılara çözüm getirmek isteyen bir bakanlık olarak aktif çalışmalarımızı başlatmış bulunuyoruz.

Bu kapsamda, 15 Aralıkta katıldığım Tahran'daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Görüşmeleri esnasında, Birleşmiş Milletler Çevre Direktörüyle görüşerek, Birleşmiş Milletler nezdindeki fonlardan istifade etmek istediğimizi belirttim ve yardımlarını talep ettim; bize destek olacakları sözünü verdiler. Yine, Dünya Bankası yetkilileriyle de bu konuda dün görüşmelerimiz oldu ve teknik manada çok hızlı bir çalışmayı birlikte başlatma kararı aldık. İnşallah, bahsettiğim kanunlar geçtikten sonra, birçoğu hibe olan, bir bölümü ise düşük faizli ve uzun vadeli krediler şeklinde olan fonlara ulaşarak, özellikle, bölgesel bazdaki problemlere el atmayı ve bunlara çözüm getirmeyi amaçlıyoruz.

Karadeniz havzasının kirlenmesi problemi var; Van Gölü havzasının kirlenmesi problemi, Tuz Gölü havzasının kirlenmesi problemi, Ege Denizinin, Akdeniz'in, Marmara Denizinin, tüm nehirlerimizin kirlenmesi gibi çok büyük problemlerimiz var. Biz, bu problemlerimizin altından, hep beraber, elbirliğiyle, bahsettiğimiz şekilde bu kaynaklara ulaşmak ve bizden istenen projeleri en hızlı, en etkili şekilde yapmak suretiyle gidermeyi amaçlıyor ve aynı zamanda Avrupa Birliği yolunda, Avrupa'nın olmazsa olmaz şartı olan çevre standardını yakalamayı amaçlıyoruz.

Ergene havzasında ciddî bir kirlilik problemi olduğu doğrudur, bunu biliyoruz; bunun için de çok büyük finansman kaynaklarına ihtiyaç olduğunu da tekrar hatırlatmak istiyorum.

Bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Araştırma önergesinin öngörüşmesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Edirne Milletvekili Necdet Budak.

Buyurun Sayın Budak. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; Ergene Nehri kirliliğine ilişkin verilen araştırma önergesinin hayatî önemini ortaya koymak amacıyla, Ergene Nehri kirliliğinin kaynağı ve etkileri üzerindeki görüşlerimi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sizlerle paylaşmak istiyorum.

Trakya bölgesinin kuzeyinde Yıldız Dağlarındaki kaynaklardan doğan, 194 kilometre uzunluğu, 10 730 kilometrekare drenaj alanı, 16 ana kolu ve onlarca dereleriyle, ekolojiler coğrafyası Trakya topraklarının atardamarı Ergene, bugün ülkemizde, akarsu kirliliğinin sembolü haline gelmiştir. Bölgede, çevre kirliliği sınır tanımaz haldedir. Zira, Meriç ve Tunca Nehirlerimiz Bulgaristan'dan, Ergene Nehriyse Tekirdağ ve Kırklareli İllerimizin çeşitli kirliliklerini bünyesinde taşıyarak Edirne İlimize girmekte, daha sonra Ege'de Saros Körfezine dökülmektedir.

Edirne İlimiz hudutları dahilinde Meriç, Tunca, Arda ve Ergene Nehirlerinden alınan numuneler üzerinde yapılan analizlere göre, Arda ve Tunca nehirleri 2 nci sınıf, Meriç Nehrinin 2 nci ve 3 üncü sınıf, Ergene Nehrinin ise 3 üncü ve 4 üncü sınıf kirlilik taşıdığı saptanmıştır. Özellikle, Ergene Nehrinin yüksek düzeyde taşıdığı bu kirlilik, nehrin kaynağındaki Tekirdağ, Çorlu, Çerkezköy ve Kırklareli bölgelerinde bulunan çok sayıdaki sanayi kuruluşundan kaynaklanan endüstriyel atıksuların arıtıma tabi tutulmadan deşarj edilmesi ya da arıtma tesisi olan sanayi tesislerinin verimli çalışmaması nedeniyle meydana gelmektedir. Ayrıca, yerleşim yerlerinden kaynaklanan evsel atıksuların, belediyelerimizin imkânsızlıkları nedeniyle, arıtıma tabi tutulmadan deşarj edilmesi de Ergene Nehrinin kirlenmesine neden olmaktadır. Kirlilik taşıyan bu nehir suları, tarımda sulama suyu olarak uzun süre kullanıldığında bitkilerde toksik etki, tarım alanlarında tuzlanma, diğer bir deyişle çoraklık problemi yaratmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, Trakya, Marmara Bölgesinin diğer kesimleri gibi, hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. Trakya, sanayileşme açısından tam anlamıyla İstanbul'un bir alt bölgesidir. Özellikle, tekstil ve deri sanayii, Çorlu ve civarında yerleşmiştir. Türkiye ihracatının yaklaşık yüzde 40 payına sahip olan bu sektörlerin Trakya'ya göçü devam etmektedir. Trakya, toprak yapısı, coğrafî koşulları, geçmiş birikimleri nedeniyle, tam bir tarım bölgesidir; ama, bu kirlilik nedeniyle toprakların tahribi tehlikeli boyutlardadır. Özellikle, Çerkezköy, Çorlu,  Lüleburgaz ve Muratlı arasında su kullanım oranları da bunun bir göstergesidir. Gümrük birliği olgusu, Trakya'yı, hem tarım hem sanayileşme açısından son derece cazip bir bölge haline getirmiştir; ancak, Edirne halkı, gümrük ithalat, ihracat işlemlerinin Edirne dışında yapılması nedeniyle, Kapıkule'den yeterince faydalanamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, biz, sanayie karşı değiliz; ancak, sanayiin verimli tarım toprakları üzerine kurulmasına karşıyız. Avrupa Birliğiyle ilgili çalışmalarda, Avrupa Birliğinin bazı kurallarına da uyum göstermemiz gerekir. Tarım toprakları, dünyada giderek önem arz ediyor. 21 inci Yüzyıla girerken gıda maddeleri ile su, stratejik anlamda önem kazanmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinin bize ihtiyaç duyduğu konuların başında ekolojik tarım gelmektedir, organik tarıma dayalı ürünler gelmektedir ve şu anda, ancak bu konuda destek alınabilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Ergene Nehri kirliliği yaklaşık 700 000 dekar araziyi etkilemektedir. Bu nehir, aynı zamanda, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin önemli bir koludur. Ergene suyu, bugün, 4 üncü sınıf su niteliğinde olup, taşıdığı su, kendi doğal suyu değildir; sanayi atığıdır, evsel atıktır, taşıdığı kimyasal yükler her  türlü canlı yaşamını sona erdirmektedir. Pirinç tarlalarında su içerisine giren çiftçilerin vücutlarının suyla temas ettiği bölgelerde deri hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Böyle bir suyu içen hayvanların yaşama şansı yoktur. Nehirden akan su, sulamada kullanıldığında, kısa sürede toprağın biyolojik yapısını yok etmektedir. Bu tür topraklarda tuz oranı artmakta ve toprak çoraklaşarak verimsiz hale gelmektedir. Bölgede bitki türleri azalmakta, genetik kaynaklar yok olmakta, verimde düşüşler yaşanmakta ve doğanın dengesi bozulmaktadır.

Ülkemizin, dünyadaki bitki türlerinin ortaya çıkışı bakımından yedi gen merkezinden biri olduğunu bilmiyorum biliyor musunuz. Amerikalılar, bizdeki bitki türlerini toplayıp, Amerika'da, Maryland'te müze halinde sergiliyorlar, genetik kaynak olarak kullanıyorlar. Harlan isimli, Türkiye'yi karış karış gezen Amerikalı bir bilim adamı, aynen, Türkiye'yle ilgili şunu söylüyor ve: "Bitki çeşitliliği bakımından, Türkler, neye sahip olduğunu bilmiyor." Ama, biz, kendi doğamızı ve gen kaynaklarımızı, Ergene örneğinde olduğu gibi, kendi ellerimizle katlediyoruz.

Ergene kirliliği, bölgenin, Çorlu-Çerkezköy-Büyükkarıştıran-Muratlı- Lüleburgaz aksının, İstanbul'un sanayi baskısı sonucu ve yanlış politikalar nedeniyle, yanlış yerde yerleşmesinden kaynaklanmıştır. Buralarda birinci ve ikinci sınıf tarım arazileri mevcuttur. Ancak buraları dağınık sanayi tarlası haline dönüşmüştür. Bölgede yaklaşık 900 büyük ve küçük işletme, Ergene Nehri ve kollarındaki suyu kullanmayıp, yeraltı sularını da kontrolsüz kullanarak, olmayan, işletilmeyen veya yanlış projelendirilen arıtmaları nedeniyle nehri sadece bir boşaltım alanı haline getirmişlerdir. Bu sanayi tesisleri, bölge halkına ekonomik katkısı söylemleriyle beraber, kontrolsüz işletim, su kaynaklarının kontrolsüz kullanımı, çarpık kentleşme, hava ve gürültü kirliliği nedeniyle bölgede yaşayanların geleceğini tehdit etmektedir. Ayrıca, bölgedeki belediyelerin düzenli katı atık depoları, evsel atıklar için arıtmalarının olmaması nedeniyle gerek nehirler ve gerekse yeraltı suları kirlenmektedir.

Ergene ve Meriç Nehirleri birleşerek Enez bölgesinde Ege Denizine dökülmektedir. Kirli su nedeniyle, bir kuş cenneti niteliğinde olan Gala Göleti olumsuz yönde etkilenirken, kirli suların denizle birleştiği alanda tonlarca balık zehirlenmeleri meydana gelmekte ve oluşan kirli su bataklıkları nedeniyle hem tarihî ve hem de deniz turizmi bakımından ülkemizin ender cennet köşelerinden biri olan Enez'de sivrisinek ve karasinek salgını nedeniyle bölge halkı ve tatile gelen turistler huzur bulamamakta ve bölgeyi terk etmektedir.

Ergene ve Meriç'teki balık ölümlerinin sebebi sudaki oksijen azlığıdır. Trakya bölgesi, Türkiye koşullarında verimli sayılabilecek düzeyde tarımsal üretim yapılan bir bölgedir, nüfusun yüzde 70'i tarımla geçimini sağlamaktadır. Ergene Nehri kirliliğinin toprak-su-bitki-hava ekolojik ilişkilerini olumsuz etkilemesi nedeniyle tarımsal üretimde verimlilik düşmektedir. Trakya'da başlıca ürünler ayçiçeği, pirinç, buğday ve şekerpancarıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin şu anda 1 000 000 ton yağ açığı nedeniyle Türkiye'nin toplam yağ üretiminin yaklaşık yarısını Trakya bölgesinden sağlanmaktadır.Türkiye toplam ayçiçeği üretiminin yüzde 73'ü bu bölgede gerçekleşmektedir. 1998 yılı itibariyle 900 000 ton yağ ithal ettiğimiz, ithalat verilerinden anlaşılmaktadır. Bunun yaklaşık değeri de 1 milyar dolardır. Türkiye, 700 000 hektar ayçiçeği ekmektedir. Bu kadar daha geniş ekim alanında ekim yapılması gerekir ki, bu 1 milyar dolara karşılık gelen ürün elde edilebilsin; ama, bu da, yeni alanlara ihtiyaç göstermekte, yeni alanlar açamadığımıza göre de, birim alandaki verimliliği artırmamız gerekmektedir. Ülkemizde, GAP Projesiyle üretim artışı planlanırken, diğer taraftan, ayçiçeği için önemli bir bölge olan Ergene havzasındaki verimlilik değer kaybetmektedir.

Değerli milletvekilleri, yine, Trakya yöresinde, sadece Edirne, 150 000 ton ithal etmek zorunda olduğumuz ülkemiz pirincinin yüzde 45'ini, İpsala Ovası ise, kendi başına yüzde 25'ini karşılamaktadır; ancak, aşırı su kirliliği nedeniyle, 60 000-70 000 dönüm arazi boş bırakılmakta ve çeltik ekilememektedir. Sadece bu arazi verimli bir şekilde kullanılabilse, ithal etmek zorunda olduğumuz pirinci buradan karşılama imkânımız vardır.

Değerli milletvekilleri, pirinç tarlalarının neden su içinde olduğunu, bilmiyorum hiç düşündünüz mü. Belki, farklı bölgelerden geldiğimiz için, bunu bilmeyebiliriz; ama, bu, Allah'ın bir lütfudur ki, pirinç bitkisinin kökleri, diğer bitkilerden farklı olarak, aynen balık gibi, sudaki oksijeni kullanabilmektedir. Bitki kökleri tarafından, sudan ve topraktan besin maddelerinin alınabilmesi, o topraktaki su ve toprak yapısındaki asitliğe bağlıdır; ama, Ergene Nehri kirliliğiyle bu asitlik oranı arttığı için, pirinç ekilen alanlarda, bitki topraktan yeterli besini alamamakta ve verim düşmektedir.

Değerli milletvekilleri, bunun yanısıra, Ergene boyundaki köylerde içmesuyu tehlikesi başlamıştır. Kirli su 120 metre kil tabanına kadar inebilmektedir. Bölgede, içmesularının tümü kil tabakasının üstünden temin edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği gündemi, bugün, detaylı bir şekilde burada tartışıldı. Avrupa Birliğine girme çabalarımızın yoğun olduğu bu dönemde, çevre kirliliği gibi bir konuda Avrupa Birliği ülkeleriyle ortak hareket etmek durumundayız; çünkü, Ergene Nehri kirliliği sınır tanımamakta, Meriç Nehriyle birleşerek Ege Denizine dökülmektedir. Bu, ileride, bize, uluslararası bir sorun dahi yaratabilecek niteliktedir.

Ergene Nehrinin Trakya bölgesinde yarattığı çevre sorunları, genellikle hızlı sanayileşme kadar, az gelişmişliğin ve fakirliğin bir sonucudur.

Yine, çevre sorunları, uluslararası ekonomik ilişkiler üzerinde, giderek, daha fazla etkisini göstermektedir. Ergene Nehri kirliliğine dayandırılarak yetiştirilen pirinç ürünü hakkında çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Özellikle, Ergene Nehrinden veya diğer su kaynaklarından sulanan pirinçlerde ağır metal olduğu iddia edilmektedir. Bunu, Türkiye dışındaki, dış piyasalar iddia etmektedir. Bu da, bölge çiftçisinin ürününün düşük fiyatla alınmasını ve ithalatın artırılmasını teşvik etmektedir. Zaten, birim alanda üretim maliyetleri nedeniyle uluslararası piyasada rekabet edemez durumda olan çiftçimiz, tamamen iflas etme noktasına gelmiştir.

Çağımızda, Belçika ve Hollanda gibi ülkeleri irdelediğimizde, bu ülkelerde idealist insanlar denizlerden toprak yaratmanın yollarını aramışlardır. Belçika ve Hollanda hükümetleri, ortaklaşa, Meuse Nehri üzerinde 400 hektarlık taşkın düzlüğünü restore ederek yeniden ülkelerine kazandırmışlardır.  Hollandalılar, Danimarka'dan denize taş taşıyarak, burada çeşitli bitki türleri yetiştirerek, bataklıklar oluşturarak denizden toprak kazanmanın yollarını aramışlar ve başarılı olmuşlardır; ama, biz, Ergene Nehri kirliliğinin yanı sıra, erozyon nedeniyle toprak kaybetmekteyiz.

Yine, hükümet programında ifade edildiği gibi, ülkemiz tarımında sadece kendine yeterlilikle kalınmayıp, uluslararası rekabet gücüne sahip bir verimlilik sağlanmak isteniyorsa, Trakya gibi, verimliliğin kolaylıkla artırılabileceği bir bölgede, Ergene Nehri kirliliği probleminin çözülmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bunun siyasî hiçbir boyutu yoktur. Bunun İçin, Ergene Nehri kirliliği araştırma önergesi kapsamında, Ergene'ye atık sularını boşaltan her bir sanayi kuruluşu ve belediyeye bu suları arıtma işlemine tabi tutma zorunluluğu getirilmesi, su arıtma sistemlerinin geniş ölçekli ve çok işletmeyi kapsayacak şekilde entegre olarak bölgede inşa edilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle, bölgemiz çiftçisinin bir vekili, bir sesi olarak, doğrudan gelir desteği konusuna da kısaca değinmek istiyorum.

Edirne İli Ergene Nehri kirliliğinin özellikle tarımda yarattığı bu olumsuz etkiler yanında, Ziraat Bankası borçları nedeniyle tarlalarını satmak zorunda kalan ve nehir problemleriyle boğuşurken, özellikle bu ay itibariyle -çiftçi için bu ay çok önemli- buğday tarlalarını gübrelemek amacıyla azotlu gübre satın almak için ümidini bağladığı doğrudan gelir desteği ödemelerinin gecikmesi ve ödeme planında Edirne İlinin geriye bırakılması, bölgemiz çiftçisini zor durumda bırakmıştır.

Bu anlamda, ödemelerin en kısa sürede yapılması umuduyla, ve sözlerimin sonunda, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "milletin efendisi köylüdür" sözünü unutmayarak, Ergene Projesinin en kısa sürede gerçekleşmesini talep eder; Yüce Meclisime saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Budak, teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Bakanımın ve değerli milletvekili arkadaşımın uzun uzun anlattığı gibi, Ergene Nehri ve Ergene Havzasındaki çevre kirlenmesi, ülkemizin önemli sorunlarının başında gelmektedir.

Sayın Bakanımızın konuya olan vukufiyeti ve gösterdiği hassasiyet bizi memnun etmiştir.

Bilindiği üzere, Ergene Nehrimiz, Trakya bölgesinin candamarı konumunda bir akarsudur. Ergene Nehri havzası, ayrıca, Kırklareli'nin Lüleburgaz, Babaeski, Vize, Pınarhisar, Pehlivanköy ve Kofçaz, Tekirdağ'ın Çorlu, Çerkezköy, Malkara, Hayrabolu, Saray ve Muratlı, Edirne'nin Uzunköprü, Yeniköy, Havsa, Süloğlu, Meriç gibi son derece yoğun yerleşim alanlarının içerisinde bulunduğu ilçeleri ve bu ilçelere bağlı diğer yerleşim alanlarını da içerisine almaktadır.

Ergene Nehri havzası, Trakya bölgesinde, çiftçilerimizin yaklaşık olarak 300 000 dekarlık, bir, iki ve üçüncü sınıf önemli tarım alanlarının beslendiği önemli bir arazidir.

Diğer taraftan, Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu durumundadır.

Yukarıda açıkladığım gibi, ülkemiz ve özellikle Trakya bölgemizde, gerek çevresel gerekse sosyoekonomik açıdan son derece önemli bir yer işgal eden Ergene Nehri ve havzasının doğal dengesinin korunması için önemli hayatî projelerin oluşturulması gerekmektedir; ancak, bugüne kadar Ergene Nehri, sanayi atıkları, evsel atık sular, uygun olarak yapılmayan tarımsal gübreleme nedeniyle hızla kirlenmekte, havza içerisindeki bitki türleri azalmakta, canlı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Ayrıca, Istranca Dağlarında, dünyada ender görülen Langöz Ormanları, havza güneyinde yer alan sulak alanlardan Gala Gölü gibi birçok değerli eko sistem de bu kirlilikten etkilenmektedir. Bu kirlenmenin doğal sonucu olarak, tarımsal ürün deseni ve miktarı günden güne azalmaktadır, verim düşmektedir; kimyasal atıklar, besin zinciri içerisinde, öncelikle tarım ürünlerine, sonra bölgede beslenen hayvanlara ve sonuç olarak da insanlarımıza geçerek, büyük sağlık problemleriyle karşı karşıya kalınmasına sebep olmaktadır.

Trakya Üniversitesi ve Devlet Su İşlerinin yaptığı incelemeler sonucunda, mevcutta 132 200 dekar tarım alanının kirlilikten etkilendiği ve sulama yapılamadığı ve halen işletmede olan Devlet Su İşleri sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu sulamalarının da bu kirlilikten etkilenerek, bölgede, yaklaşık 700 000 dekar arazinin bu kirliliğin etkisi altında kalacağı neticesi ortaya çıkmaktadır.

Ülkemiz tarım ürünleri içerisinde çeltik, ayçiçeği, pirinç, buğday, soğan, şekerpancarı, arpa, üzüm ve fasulyenin Türkiye verim ortalamasının üzerinde üretildiği bu önemli havzanın, böylesine duyarsız bir şekilde kirletilerek gerek ülke ekonomisi ve gerekse bölge ekonomisinin sekteye uğratılması kabul edilemez bir sonuçtur.

Bölgede, bugüne kadar, sanayi alanları ile tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması, sanayi tesislerinin gerekli çevresel önlemleri almadan atıklarını doğrudan havzaya boşaltması, bölgedeki yerleşim alanlarının kanalizasyon sistemlerinin hiçbir önlem alınmadan Ergene Nehrine akıtılması, yaşanan çevre felaketini gün geçtikçe artırmakta ve ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçlara doğru hızla gidilmesine sebep olmaktadır.

Avrupa'ya yüzünü dönmüş Türkiye'nin topraklarının yüzde 10'unu teşkil eden Avrupa Kıtasındaki Trakya bölgesinin, nedenleri bilinen bu çevre felaketinden bir an önce  kurtarılması, ileride oluşacak sosyoekonomik problemlerin önlenmesi bakımından aciliyet göstermektedir.

Bu kirlilik felaketine son vermek amacıyla, sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi için kalkınma - kullanma dengelerini kuran, tek elden yenilenecek olan bir çevre düzeni planına göre mevcut çevre düzeni planının gözden geçirilmesi; bir, iki, üç ve dördüncü sınıf tarım arazilerinin korunmasına yönelik yasal düzenlemenin sağlanması; bölgede tarım ve sanayiin birbirini olumsuz etkilemeyecek şekilde gelişmesinin sağlanması; yeraltı suyunun dengeli kullanımının sağlanması; doğalgaz ve benzeri, çevreye saygılı enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması gibi hususların dikkate alınacağı Ergene havzası master planının bir an önce hazırlanması bir zorunluluktur. Bu master plan hazırlanırken, tıpkı GAP Projesinde olduğu gibi, Ergene Havzasının bir bütün olarak ele alınması ve kurumlar arasında gerekli koordinasyonun sağlanması gerekmektedir.

Hükümetimizin, muhalefetimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın büyük çaba harcadığı Avrupa ailesine katılım sürecinde, Avrupa'ya dönük yüzümüzü ve vizyonumuzu oluşturan Trakya bölgemizin bu çevre felaketinden kurtulması için gerekli hassasiyeti gösteren Sayın Bakanımıza, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ İlleri milletvekillerine ve önergemize destek veren milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyor, Yüce Meclisimizin bu hassas konuya sahip çıkacağına tüm kalbimle inanıyorum.

Hepinizi, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Sarıçam'a teşekkür ediyorum.

Önerge sahipleri adına, Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; 29.11.2002 günü Yüce Meclisimize vermiş olduğumuz, Trakya'da Ergene Nehrinin kirlenmesi ve kirliliğin ekonomik, sosyal, toplum sağlığı ve diğer açılardan etkileriyle ilgili Meclis araştırması önergesinin gerekçelerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmamı yapmadan önce, şahsım ve önergeye imza atan değerli milletvekili arkadaşlarım adına, Yüce Meclisinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, Trakya bölgemiz, ülkemizin koşulları göz önüne alındığında, verimli düzeyde tarım yapılan bir bölgedir. "İnsan ek, insan yetişir" mecazî özdeyişine mesnet olan Ergene ve Meriç Ovaları, yüzyıllardır insanlığa hizmet vermenin haklı gururunu yaşamaktadır.

Çağımızda dengeli ekonomik gelişmenin sürdürülebilir zorunluluğu ve buna dayalı olarak doğal kaynakların uygun biçimde kullanımı ilkesi, ülkelerin, toprak varlığı politikalarını yeniden gözden geçirmelerine ve konuyu önplana çıkarmalarına sebep olmuştur. Ülkemizin diğer bölgelerine göre yüzde 10 ilâ yüzde 70 oranında pozitif bir verimlilik sahibi olan Trakya'nın 2 376 400 hektar olan arazi varlığının ancak 1 260 000 hektarı, yani, yüzde 53'ünde tarım yapılmaktadır. Bu alanlarda, Türkiye genelinde yüzde 56 ayçiçeği, yüzde 32 pirinç, yüzde 7,8 buğday, yüzde 7,1 soğan, yüzde 6,4 şekerpancarı ve diğer ürünler üretilmektedir. Bahse konu olan Ergene havzamızda kirlenmeden direkt etkilenen arazi miktarı 700 000 dekar civarındadır. Yine, bölgede, ekmeği Ergene havzasında yapılan üretime bağlı olarak yaşayan 800 000 yurttaşımız bulunmaktadır.

Daha dün diyebileceğimiz, benim çocukluk yıllarıma tekabül eden 30-40 yıl evvel gibi bir zaman diliminde, Ergene Nehri suyu, gerektiğinde içmesuyu olarak kullanılırken, maalesef, bugün, tarımsal sulama için bile kullanılamaz olmuş; bereket değil, zehir saçan bir kaynak haline gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, dünyada, yüzyıllar boyunca, hızlı nüfus artışı ve doğanın bilinçsiz günlük kullanılışı sonucu, bugün, açlık ve kıtlık sorunları yaşayan, su kaynakları tükenmiş, bitki örtüsü bozulmuş, yaşayan canlı türleri azalmış bölgeler mevcuttur. Biz de böyle bir sona gitmeden önce gerekli önlemleri almalıyız diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, önceki hükümetler döneminde konuyla ilgili birtakım çalışmalar yapılmasına rağmen, ne yazık ki, sorun, artarak bugüne kadar gelmiştir. Bugün, Ergene Ovası, üretim yapılamaz durumdadır. Yapılmaya çalışılan üretimin verimliliği çok düşüktür. Bunun yanında, üretilen ürünleri, bilinçli tüketici, tüketmek istemez durumdadır. Bu da, bölgede üretilen ürünlerin pazarlama sorunlarını gündeme getirmektedir. Özellikle, çeltik üreticileri, ürettikleri ürüne hak ettikleri fiyatı ve müşteriyi bulamaz hale gelmişlerdir. Kavun ve karpuz üreticilerinin de durumları diğerlerinden farklı değildir.

Bölge üniversitesi konumunda bulunan ve toplumsal yarar için bilim yapmayı temel ilke edinmiş Trakya Üniversitesi, bölgedeki bu olumsuz gelişmeleri yıllardır incelemekte olup, Trakya Bölgesindeki Meriç ve Ergene Havza ve Akarsularında birçok çalışma gerçekleştirerek sonuçlarını düzenlediği ve katıldığı sempozyum ve panellerde açıklamıştır; bunların en önemlileri, 9 Ocak 1997'de Babaeski, 2 Mayıs 1997'de Lüleburgaz forumları, 12-13 Şubat 1999'da "Tekirdağ Çevre Sorunları ve Çözümü" toplantıları olup, bu toplantıların sonuç bildirgelerinde, Trakya'nın acilen bir bölgesel planlamaya gereksinimi olduğu kararları çıkmıştır. Bu kararların alınmasında temel etken, Ergene Nehrinin, önlem alınmazsa, çevresine yapacağı büyük tahribattır. Buradan hareketle Trakya Üniversitesi, Ergene havzası çevre düzeni planı yapma kararlılığıyla Çevre Bakanlığımıza başvurarak 11.11.1999 tarihinde protokol imzalamış ve az önce Sayın Bakanımın ifade ettiği şekliyle, yapılan çalışmaların önemli bir bölümü Bakanlığımıza iletilmiştir. Bu protokolle, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ İlleri ve Trakya alt bölgesi detaylı olarak incelenmiş, Marmara Bölgesi ve Türkiye karşılaştırmaları yapılmış, bilimsel verilerin sentezlenmesiyle bölgenin planlamasına geçilmiş olup, temel amaç olarak bölgede sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek, koruma kullanma dengelerini kurmak, bölgenin tarımsal, tarihsel, kültürel, toplumsal kimliğini korumak ve geliştirmektir. Bu amaçların gerçekleştirilmek istenmesinin nedeni ise, bölgenin doğal, ekolojik, sosyal yapısının değerlerle yüklü olması ve bu değerleri, ülke ekonomisi ve sosyal gelişmesinde, sürdürülebilir kalkınmada temel faktörler olmasıdır.

Yapılan planlama çalışmalarına uygun olarak, bölgedeki bir, iki, üç ve dördüncü sınıf tarım topraklarına koruma ve kullanma dengesinde kesin tedbirler alınarak, kararların bir an önce uygulanması gerekmektedir. Buna göre, tarım arazilerinin, monokültür deseninden çıkarılarak, tarım alanları, çayır, mera, sebze ve meyve ile bağcılık için cazibeli üretim alanları haline getirilmesi amacıyla üretim modelleri geliştirilmelidir. Bu modellerde, bölge insanının toprağını tanıyan insanın bilgilerini güçlendirecek eğitim programları yapılmalı; bu programlar, eğitim kurumlarının eğitim programlarına dahil edilerek, ürünün değerlendirilmesi için finans kaynakları bulunup, tarıma dayalı un, makarna ve yağ sanayii gibi işletmeleri rehabilite edecek işletme model ve önerileri bulunmalıdır.

Bölgedeki tarıma dayalı tarım işletmelerinin üretim tesislerinin rehabilite edilmesi, bölgenin tarım kültürünü ve yapısını bilen, deneyimli ve eğitimli bireylerin yer almasına ilişkin çalışmalar yapılmalıdır. Toprağın korunması, işlenmesi, ürünün değerlendirilmesi için üretici bazında her türlü destek sağlanmalı ve üreticinin paydaş olacağı, karar hakkına sahip olacağı yönetim modelleri önerilmelidir. Büyük ve küçük baş hayvancılığın geliştirilmesi için, örnek mera projeleri geliştirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, küreselleşme, hâlâ devam etmekte olan bir olgudur. Bu sürecin, zenginler ile fakirler arasındaki uçurumun genişlemesine neden olduğu, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde birçok olumsuz etkisi olduğu ve bu ülkelerin kalkınmama kısır döngüsünden kurtulmalarını zorlaştırdığı ve küresel ekolojik tahribatı artırdığı gözlemlenebilir olgulardır. Bu bağlamda, zenginler ile fakirler arasındaki farkın azaltılması, ekolojik tahribatın önüne geçilebilmesi ve genel olarak da küreselleşmenin olumsuz etkilerinin engellenebilmesi için önerilen çözüm yollarından biri de, sürdürülebilir kalkınma stratejisidir. Bu yaklaşım, kısaca, var olan gereksinimleri, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine engel olmadan karşılayarak kalkınma olarak tanımlanmaktadır.

Standartların belirlenmesi, çevre sorununu tek başına çözmeye yetmeyecektir. Özellikle, bu konuda zihniyet gelişimine gereksinim vardır. Yani, insan ve doğa, iki unsurdur ve insan, doğanın dışında bir öğe olarak yer almalıdır; insanın yüklenmesi gereken misyon, doğayı fethetmek ve onu iktisadî gelişme yolunda kullanmaktır düşüncesinin artık değişmesi gerekmektedir. Öyleyse, bu konuda, insan doğa arasında olumlu ve dengeli bir uzlaşma sağlanmalıdır. Bu uzlaşmanın temeli, insan olmazsa doğanın bir anlamı kalmaz, doğa olmazsa insanın yaşaması olanaksızdır anlayışına dayanmalıdır. Çevre yönetiminin amacı, insan ile doğa arasında kabul edilebilir bir uzlaşma sağlamaktır. Bu konuyla ilgili bölgede kirliliğe neden olanların, kirletme gibi sadist duygular taşıdığına inanmıyoruz; ama, kirliliğe sebep olanlar ve kirlilikten mağdur olanların, devletin ve politikacıların, ortak bir masanın etrafında toplanıp, ortak bir akıl üreterek, kolektif çalışma anlayışıyla sorunun çözümü noktasına gitmelerinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RASİM ÇAKIR (Devamla) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, unutulmaması gerekir ki, doğada ne en güçlü ne de en zeki canlı türleri hayatta kalmayı başarırlar; oysa, aralarında değişime en çabuk adapte olanlar bunu başarırlar.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Edirne Milletvekili olarak, konunun önemini, aciliyetini göz önüne alarak, Yüce Meclisimizin gözünün, kulağının sürekli bölgenin üzerinde olması ve örnek bir çalışma yapma adına bir araştırma komisyonu kurulmasını sizlerden talep ediyor ve desteğiniz için şimdiden teşekkür ediyorum.

Verdiğimiz önergenin aynısını Adalet ve Kalkınma Partisinin çok değerli milletvekillerinin de vermiş olması ve Sayın Çevre Bakanımızın konuyla ilgili düşüncelerini hassasiyetle ifade etmiş olması, daha şimdiden, bölgede yaşayan insanların sorunun çözümüyle ilgili heyecanlanmalarına sebep olmuştur diye düşünüyorum.

Bu vesileyle, Sayın Başbakanın bayram öncesi çiftçimize verdiği müjdeli haberle bağlantılı olarak, Edirne İlinin kişi başına millî gelir düzeyi yüksek görünmesi sebebiyle alt sıralarda kalmış olmasına rağmen açıklamaya çalıştığım, köylünün Ergene kirliliğinden gelen üretim eksikliği, fiyat-pazar dengesizliği sebebiyle doğrudan gelir desteklerinin bir an önce ödenmesi için gereken hassasiyetin gösterilmesini, başta Sayın Başbakan ve bakanlardan, Edirneliler adına talep ediyor; Yüce Meclisinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çakır, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Meclis araştırma önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (Alkışlar)

Hayırlı, uğurlu olsun.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bundan sonraki Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinde grupların hazırlıklarını tamamlayamamış olmaları ve çalışmak için gerekli sürenin kalmaması nedeniyle görüşmelere devam edemiyoruz.

Alınan karar gereğince, sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Aralık 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 17.58