BIM 2 3 2002-12-10T15:34:00Z 2002-12-10T15:34:00Z 33 23759 135427 TBMM 1128 270 166313 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22          CİLT : 1       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

4 üncü Birleşim

26 . 11 . 2002 Salı

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Başkanı Apostolos Kaklamanis’in Atina’da düzenlenecek 20 nci KEİPA Genel Kuruluna KEİPA Türk Delegasyonunu davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/4)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Plan ve Bütçe Komisyonu ile Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda bağımsız milletvekillerine düşen 1’er üyelik için aday olmak isteyen bağımsız milletvekillerinin yazılı olarak başvuruda bulunmalarına ilişkin Başkanlık duyurusu.

2. - Genel Kurulu ziyaret eden Kosova Meclisi Kosova Türk Partisi Milletvekillerinden oluşan heyete “Hoş geldiniz” denilmesi.

IV. – HÜKÜMET PROGRAMI

1. - Başbakan Abdullah Gül tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programı üzerindeki görüşmeler.

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.

 

Bakanlar  Kurulu  Programı  üzerinde  26 Kasım  2002  Salı  günü  yapılacak  görüşmeler  ile 28 Kasım 2002 Perşembe günü yapılacak güven oylamasının, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve bu günlerde işaret oyuyla yapılacak seçimlerin de yapılmasına, 27 Kasım 2002 Çarşamba günü Genel Kurul çalışması yapılmamasına,

26 Kasım 2002 Salı günü yapılacak Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere saat 13.00'te başlanmasına, hükümet ve siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmaların 60'ar dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına, görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 15 üyeden kurulmasına ve görev yerleri dağılımının; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna 3 başkanvekili, 4 kâtip üye, 2 idare amiri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna 1 başkanvekili, 3 kâtip üye, 1 idare amiri şeklinde olmasına,

Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarından Dilekçe Komisyonu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun 15'er üyeden, Plan ve Bütçe Komisyonunun Anayasa gereği 40 üyeden, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunun 3346 sayılı Kanun gereği 35 üyeden, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ile diğer komisyonların 24'er üyeden kurulmasına ve komisyon üyeliklerinin siyasî parti gruplarına dağılımınına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

 

Başbakan Abdullah Gül tarafından Bakanlar Kurulu Programı okundu.

 

Anayasanın 110 ve İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeleri yapmak ve gündemdeki diğer konuları sırasıyla görüşmek için, 26 Kasım 2002 Salı günü saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşime 16.27'de son verildi.

 

 

Bülent Arınç

Başkan

 

 

Sinan Özkan

Suat Kılıç

 

Kastamonu

Samsun

 

Geçici Kâtip Üye

Geçici Kâtip Üye

 

 

 

 

 

                                                     No. : 1

 

II. - GELEN KÂĞITLAR

 

26 . 11 . 2002  SALI

 

Yazılı Soru Önergeleri

 

1. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, üst kurul ve kurulların personel sayısı ile fayda-maliyet durumlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2002)

2. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, yurt dışına gönderilen üst kurul ve kurul personeline ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2002)

3. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, üst kurul ve kurulların denetimi ile yeniden yapılandırma çalışmalarının ne zaman tamamlanacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2002)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.00

26 Kasım 2002 Salı

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

GEÇİCİ KÂTİP ÜYELER : Muzaffer KÜLCÜ (Çorum), Mehmet ERASLAN (Hatay)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 4 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

 

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Başkanı Apostolos Kaklamanis’in Atina’da düzenlenecek 20 nci KEİPA Genel Kuruluna KEİPA Türk Delegasyonunu davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/4)

                                                                          2 Kasım 2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Başkanı Apostolos Kaklamanis'ten alınan bir yazıda, 26-28 Kasım 2002 tarihleri arasında Atina'da düzenlenecek 20 nci KEİPA Genel Kuruluna KEİPA Türk Delegasyonu davet edilmektedir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

Bülent Arınç

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Plan ve Bütçe Komisyonu ile Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda bağımsız milletvekillerine düşen 1’er üyelik için aday olmak isteyen bağımsız milletvekillerinin yazılı olarak başvuruda bulunmalarına ilişkin Başkanlık duyurusu.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu ile Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda bağımsız milletvekillerine de 1'er üyelik düşmektedir. Bu komisyonlara üye olmak isteyen bağımsız milletvekillerinin 29 Kasım 2002 Cuma günü saat 18.00'e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak başvurmalarını rica ediyorum.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan, Başbakan Sayın Abdullah Gül tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerinde görüşmelere başlıyoruz.

 

IV. - HÜKÜMET PROGRAMI

1.-  Başbakan Abdullah Gül tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programı üzerindeki görüşmeler.

BAŞKAN - Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına, hükümete ve şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir.

Genel Kurulun 23.11.2002 tarihli 3 üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalarda süre 60'ar dakikadır -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- kişisel konuşmalarda ise süre 10 dakikadır.

Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal -Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan isim henüz bildirilmedi- şahısları adına; Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan, Mardin Milletvekili Nihat Eri, Trabzon Milletvekili Asım Aykan, Konya Milletvekili Ahmet Işık, Ağrı Milletvekili Mehmet Melik Özmen, Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan, Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun, Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem, Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut, Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay, Kütahya Milletvekili Hüsnü Ordu, Kars Milletvekili Selami Yiğit.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ın.

Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Baykal, istirham ediyorum... Bir arzım var.

 

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER (Devam)

2. - Genel Kurulu ziyaret eden Kosova Meclisi Kosova Türk Partisi Milletvekillerinden oluşan heyete “Hoş geldiniz” denilmesi.

BAŞKAN - Şu anda, Kosova Meclisi Kosova Türk Partisi Milletvekilleri Sayın Mahir Yağcılar, Sayın Gani Sadık, Sayın Nasiye Baş Parlamentomuzu teşrif ettiler. (Alkışlar)

Kendilerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına hoş geldiniz diyorum.

 

IV. - HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)

1. - Başbakan Abdullah Gül tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programı üzerindeki görüşmeler. (Devam)

BAŞKAN - Sayın Baykal, buyurun.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 58 inci hükümetin Programı hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüş ve değerlendirmelerini sunmak üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi ve ekran başında bizleri izleyen halkımızı, şahsım ve Partim adına içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken, çok güç bir dönemde görev yapmış bulunan 21 inci Dönem milletvekillerine ve başta Sayın Ecevit olmak üzere, siyasî parti liderleri Sayın Bahçeli'ye, Sayın Yılmaz'a, Sayın Çiller'e ve Sayın Kutan'a iyi dileklerimi iletiyor ve esenlikler diliyorum.

3 Kasım seçimleri ülkemizde yepyeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. 41 400 000 seçmenden 17 000 000 seçmenin oyu Meclise yansımıştır; yani, toplam seçmenlerin sadece yüzde 41'i. Cumhuriyet Halk Partisi, yeni muhalefet anlayışında, Meclisimizde temsil şansı bulamamış olan yüzde 59 seçmenin taleplerini göz önünde bulundurma dikkati ve çabası içerisinde olacaktır.

3 Kasımda siyasî hayatımız yeni bir dönüm noktasına gelmiştir ve 50'li yıllardan bu yana ilk kez Parlamentomuzda sadece iki siyasî parti yer tutmuştur. Bu, ülkemiz bakımından bir şans da olabilir, bir şanssızlık da. Bunu şans ya da şanssızlık haline dönüştürme konusunda sorumluluk biz-lerdedir.

Eğer, milletimizin bu kararını, Parlamentoda iki siyasî partiden oluşan bir yapıyı sağlıklı biçimde işletebilirsek, Türkiyemizin önündeki sorunların çözümü için bunu bir çıkış noktası olarak değerlendirebilirsek, öyle umut ediyorum ki, bundan, ülkemiz de, milletimiz de çok şey kazanacaktır. Bunu bu hale getirmek, hepimizin temel görevi, temel sorumluluğudur.

Değerli arkadaşlarım, seçimlerde, milletimiz, Adalet ve Kalkınma Partisine de, Cumhuriyet Halk Partisine de yoksulluğu ve yolsuzluğu yenmek için oy verdi. Geride bıraktığımız kriz döneminin derin sarsıntıları altında bunalan seçmenimiz, milletimiz, çıkış yolunu bu iki siyasî partiyi Meclise taşımakta gördü ve ikimize de "yolsuzluğu ve yoksulluğu yenin, Türkiye'nin önünü açın" görevini, talimatını verdi. Bu talimatı doğru anlamak lazımdır, bu talimatı iyi değerlendirmek lazımdır. Biz, bu anlayış içindeyiz ve bu dönemde muhalefet anlayışımızı, uzlaşma ilkesine dayanan, iyi niyetli, sorun çözümüne katkı vermeye yönelik bir anlayış etrafında şekillendirmek istiyoruz. Bu doğrultuda bundan sonra da kararlı bir biçimde davranmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bizim bu dönemi değerlendirirken dikkat etmemiz gereken bazı noktalar vardır:

Bir defa, Türkiye'nin gündeminin yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele olduğunu unutmayacağız; bu, gerçek gündemdir. Bu gerçek gündemi bir tarafa bırakıp yapay gündem maddeleri üretmeye kalkarsak, milletin bize görev verirken düşündüğünün ötesinde hedefleri kendi kararımızla gerçekleştirmeye yönelirsek, Türkiye'nin gündemini saptırırsak, korkarım, tarihî bir fırsatı israf etme konusunda tehlikeli bir açılımı yapmış oluruz. O nedenle, gündemi korumak çok büyük bir önem taşıyor.

Yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele; başka bir gündem maddesi yok. Başka bir gündem maddesini milletin iradesinin ötesinde millete dayatmaya kalkmak, Türkiye'yi büyük sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya bırakır. O nedenle, dikkat edilmesi gereken birinci nokta, bu gerçek gündeme sahip çıkmaktır.

İkincisi, Parlamentoda temsil ettiğimiz seçmen kitlesinin, Türkiye'nin genel nüfusu ve genel seçmen kitlesi içerisinde belli bir azınlığı temsil ettiğini unutmamaktır. Parlamentoya yansıyan seçmen, Türkiye'deki genel seçmenin yüzde 41,2'sidir. Bu, bize, mütevazı davranmak, alçakgönüllü olmak, ölçümüzü çok iyi bilmek mükellefiyetini, görevini yüklemektedir; temsil ettiğimiz seçmen kitlesinin Türkiye'nin büyük nüfusu içerisinde belli bir kesimi yansıttığını unutmamak ve Türkiye'yi, o bize oy verenlerden yola çıkarak bütün milleti etkileyecek kararları alırken, iyi niyetle uzlaşmaya, istişareye, dayanışmaya ve toplumun desteğini almaya önem vermek mecburiyetiyle bizi karşı karşıya bırakmaktadır.

Bunları gözetmeliyiz, gerçek gündeme sahip çıkmalıyız, yapacağımız işlerde "yetki bizdedir, güç bizdedir, istediğimizi yaparız" anlayışını askıya almayı bilebilmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, eğer böyle davranırsak Türkiye'nin önünü açarız. Biz, böyle davranmaya açık bir yaklaşım içerisinde muhalefet yapacağız. Biz, sorunların çözülmesi için muhalefet yapacağız. Bizi buraya gönderen iradenin ne beklediğini biliyoruz. O doğrultuda atacağınız her adım bizden destek görecektir; yani yoksullukla mücadele için, yani yolsuzlukla mücadele için atacağınız her adımda sizin yanınızdayız, arkanızdayız, bütün gücümüzle size destek olacağız; bu konuda hiçbir tereddüde gerek yoktur. (Alkışlar)

Bunu, sizin için ya da kendimiz için değil, milletimiz için yapacağız; çünkü, millet bunu istiyor. Bunu yerine getirebilirsek, başarılı oluruz; siz de başarılı olursunuz, biz de başarılı oluruz. Bunu yapamazsak, bunu yapmaktan birbirimizi alıkoyarsak, birbirimizi engellersek, bunun bedelini, geçmişte örneğini gördüğümüz gibi, siz de ödersiniz, biz de öderiz. Yeter ki, bu doğru gündeme sahip çıkalım; yeter ki, bu doğru gündemi benimseyelim ve sürdürelim.

Değerli arkadaşlarım, bu anlayıştayız, bu umutla baktık Hükümet Programına.

Hükümet Programı hakkındaki değerlendirmemi birazdan daha ayrıntılı söyleyeceğim; ama, izin verirseniz, başlangıçta, bu Hükümet Programıyla ilgili iki hayal kırıklığımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce, bu Hükümet Programında, birdenbire, bir yeni anayasa yapma kararına tanık olduk.

Değerli arkadaşlarım, bir ülkenin, bir parlamentonun yapabileceği en önemli, en hayatî iş, belki, bir anayasayı iptal etmek, yeni bir anayasayı yapmaktır. Bu, düşünülebilecek en muazzam sorumluluktur. Böyle bir muazzam sorumluluğu, bir parlamento grubunun, bir hükümetin, seçimden kısa bir süre sonra, birdenbire, hükümet programında ilk kez ifşa etmesi kadar şaşırtıcı, kabul edilemez bir durum düşünülemez. Anayasayı yeniden yapma arzusu içindeyseniz, bunu, beklenir ki, seçimden önce ilan edeceksiniz, seçimde bunu konuşturacaksınız, nasıl bir anayasa istediğinizi millete ilan edeceksiniz, özünü, içeriğini söyleyeceksiniz, Anayasayı niçin iptal etmek istediğinizi anlatacaksınız ve milletten bunun için oy alacaksınız.

Böyle bir şey oldu mu; hayır, böyle bir şey olmadı. Böyle bir ilan yapmadınız; seçim beyannamenizde böyle bir ifade yok, seçim propagandalarınızda böyle bir hedef yok, seçmen böyle bir konudan haberdar değil. 

Seçim beyannamesinde yok, daha sonraki çalışmalarda yok, seçim meydanlarında yok, televizyon konuşmalarında yok, radyo konuşmalarında yok, Acil Eylem Planında yok; muhalefetle sağlıklı ilişki geliştiriyorsunuz, muhalefet sizinle sağlıklı ilişki geliştiriyor "her konuyu konuşacağız, paylaşacağız, danışacağız" diyorsunuz; ama, muhalefet liderinin haberi yok, muhalefet partisinin haberi yok böyle bir iradeden, böyle bir karardan, böyle bir arayıştan, böyle bir ihtiyaç içerisinde olduğunuzdan, hiçbirimizin haberi yok, kamuoyunda kimsenin haberi yok, medyanın haberi yok, sivil toplum kuruluşlarının haberi yok, baroların haberi yok; birdenbire, bir bakıyoruz, önümüze bir Hükümet Programı geliyor ki, Hükümet Programında "bu Anayasayı bırakacağız, yeni bir anayasa yapacağız" diyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu doğru bir yaklaşım değildir. Daha işin başında, yola çıkarken, Anayasayı değiştirmek değil, Anayasayı iptal edip, yenisini yapmak gibi bir iddiayı, kamuoyunun bilgisi ve hazırlığı dışında, kamuoyuyla paylaşmadan, ani bir talep olarak Hükümet Programında ortaya koymak, kabul etmeliyiz ki, hiç uygun olmamıştır, tereddütleri artırmıştır. Zaten bir tereddüt ortamının içerisine maalesef girmeye başladık çeşitli yanlışlıklar nedeniyle. Tereddütler hızla artmaya başlamıştır, kaygılar genişlemeye başlamıştır, tedirginlikler artmaya başlamıştır. Bu ortamda "Anayasayı değiştireceğiz" diyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, Anayasayı değiştirecek Parlamento çoğunluğu burada vardır; ama, biliniz ki, bir anayasanın değiştirilmesi, sadece Parlamentonun matematiksel çoğunluğuyla gerçekleştirilecek bir konu olarak düşünülemez. Anayasa, bizim tarihimiz boyunca, kuvayi milliyeden, müdafaai hukuktan günümüze kadar yaşadığımız büyük olayların ortaya koyduğu bir temel siyasî özü yansıtmaktadır. Yani "Anayasayı değiştireceğiz; çoğunluğumuz var, değiştireceğiz" demek, uygun değildir değerli arkadaşlarım. Buraya, bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Hiç doğru olmamıştır, böyle bir açılımla ortaya çıkılması hiç doğru olmamıştır; Türkiye'yi birden gerginleştirecek, rejim tartışmalarını gündeme getirecek, siyasî sorunları tahrik edecek bir anlayışın işareti olarak görülmüştür.

Değerli arkadaşlarım "çoğunluğumuz var, gücümüz var, yaparız" yaklaşımıyla Türkiye yönetilemez. Bu konuyu Adalet ve Kalkınma Partisinin ve hükümetin bir yeni değerlendirmeye tabi tutması gerektiğine inanıyorum.; Yani, niye değiştirmek istiyoruz? Anayasanın falan falan maddelerini değiştirelim, bunca maddesi değişti, daha değiştirilmesi gereken maddesi varsa, getirin değiştirelim, konuşalım. Neyi değiştirmek istiyorsunuz, niçin değiştirmek istiyorsunuz, söyleyin, biz de katkı verelim; ama "Anayasayı değiştirmek istiyoruz" derken, Anayasanın bazı maddelerinden ve kurumlarından topyekûn kurtulma arayışını mı ifade ediyorsunuz? Böyle bir arayış mı var? Anayasayı ayak bağı sayan, Anayasanın temellerini, siyasî çıkış noktalarını sessizce ortadan kaldırmaya yönelik bir arayış içinde misiniz? İster istemez bu sorular akla geliyor. Bu soruların akla gelmesini önlemenin yolu, gerekeni yapmaktır.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyetin 80 yıllık kazanımlarını, toplumu oluşturan tüm kesimlerin ve kurumların düşünce ve duyarlılıklarını, Türkiye'nin hassas dengelerini yok sayarak, güç bendedir diye yeni bir anayasa yapmayı kimse aklından geçirmemelidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu uyarıyı yapmayı tarihî bir görev olarak görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu, birinci hayal kırıklığımız. Birden anayasa değişikliğiyle başlandı, Anayasayı yenilemekle başlandı. Hiçbir şey yokken, konuşulmamışken, birden Hükümet Programı, madem Parlamentoda çoğunluğumuz var, yeni bir anayasa yapıverelim diye yola çıkıldı. Bir sürpriz olmuştur, bir hayal kırıklığı olmuştur.

İki; bu Hükümet Programında çok temel bir konuyu görememekten büyük üzüntü duyuyorum; dokunulmazlıklar konusu. Değerli arkadaşlarım, dokunulmazlıklar konusu, bizim, geçmiş kriz döneminden ülkemizi çıkarabilmek için, Parlamentonun mutlaka benimsemesi gerektiğine milletçe inandığımız bir temel çıkış yoludur. Bu, seçimde konuşuldu, bu, millet tarafından benimsendi, sahiplenildi ve bildiğim kadarıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin programında var. Sayın Parti Genel Başkanıyla seçim öncesinde Arena Programında yaptığımız konuşmada, açıkça, bu konuyu derhal sahiplenip gereğini yapacaklarını Sayın Genel Başkan da ifade ettiler; 65 milyon bu sözlere tanık olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, seçimde vaat edilmiş bir konu var, yapılmıyor; seçimde adı bile anılmamış bir konu, öncelikle gündeme getiriliyor. Bu çarpıklığa dikkatinizi çekiyorum. Niçin, dokunulmazlığın kaldırılması konusunda bir tereddüt içerisindesiniz?! Niçin bu konuda bir kararlılık sergilenemiyor?! Sayın Parti Genel Başkanı diyor ki: "Bu konuda acele etmeyelim. Hakkında dava açılmış benim bazı arkadaşlarım var; çok değerli insanlardır. O nedenle, bunu şimdi gündeme getirmek istemiyorum."

Değerli arkadaşlarım, yani, dokunulmazlık konusu "bazı arkadaşlarımız hakkında dava açılmıştır, o nedenle gündeme getirmeyelim" diye değerlendirilecek bir konu mudur?! Tam tersine, benim bildiğim, Türkiye'ye egemen kılmak istediğimiz yeni siyaset anlayışı içerisinde "eğer benim arkadaşlarım hakkında dava açılmışsa, derhal dokunulmazlığı kaldırmak lazım, derhal bu konuda düzenleme yapmak lazım" denilmesini gerektirir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım "kendi arkadaşlarımı, kendi milletvekillerimi sakınmak için dokunulmazlığı kaldırmayacağım..." Böyle şey olur mu?! "Eğer benim arkadaşlarım hakkında iddia varsa, o iddia dolayısıyla, öncelikle kaldıracağım..." Tabiî, bunu söyleyebilmek, önce, o arkadaşların, gerçekten, açılan davalar karşısında suçsuz olduğuna kesin bir inanç sahibi olmayı gerektirir. O inanç varsa, bunu söyleyebilirsiniz; o inanç yoksa, dokunulmazlık konusunda 65 milyona verdiğiniz sözü unutmaya başlarsınız; doğru olmaz. Türkiye'nin kurtulmak istediği siyaset anlayışının içerisine doğru işte böyle gidilir, buralardan başlar; verilen sözler tutulmamaya başlar, vaatler unutulmaya başlar, kendinizi düşünmeye başlarsınız; ilkeyi, temel prensibi, kurumu değil, yakınlarınızı kollamaya başlarsınız ve bu, sizi, çok tehlikeli bir istikamete götürür.

Değerli arkadaşlarım, temiz bir siyasete ihtiyaç var. Türkiye, büyük yolsuzlukların içerisinden geçti. Yolsuzlukları kurutmak için, işe, baştan başlamak lazımdır. Baştan başlanılacak yer siyasettir. Siyasetin himayesi olmadan Türkiye'de yolsuzluk yapılabilir mi?! Yapılan geçmişteki yolsuzluklar gelip siyasete dayanmıyor muydu?! Bunu aşamazsak, yolsuzlukların hesabını, nasıl, kimden, ne hakla sorabiliriz?! Kendimiz yolsuzluk hesabını vermekten korkarsak, dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmaya kendimizi mecbur sayarsak, kimden, ne hakla yolsuzluk hesabı sorabiliriz?! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, siyaset cesaret gerektirir; siyaset cesaret gerektirir. Hele böyle konularda, mutlaka cesur olmak zorundasınız. Yolsuzlukla itham edildiyseniz kaçmayacaksınız, korunmaya kalkmayacaksınız; halkın önüne çıkacaksınız, hesabınızı vereceksiniz. Cesaret budur, Kasımpaşalılık işte budur değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu iki hayal kırıklığımı sizlerle paylaşmış bulunuyorum. İyi bir çıkış olmadı, iyi bir başlangıç olmadı.

Ben, buradan, AKP yönetimine bir çağrıda bulunuyorum: Gelin, siyaseti birlikte kirlilikten arındıralım. Aranızda yargılananlar var; bunlar suçsuzlarsa, bırakın aklansınlar. Aklanmalarını engelliyorsanız, o zaman suçlu olduklarını siz de kabul ediyorsunuz demektir. Açıkça söylüyorum: Sadece lojmanları satarak ya da boş sözler söyleyerek siyasete saygınlık kazandırılamaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Asıl, dokunulmazlıkları kaldırdığınız zaman siyasete saygınlık kazandırırsınız. Vatandaş size yeni bir anayasa yapmanız için değil, yolsuzlukları ve yoksullukları kaldırmanız için yetki verdi; bunu unutmayınız.

Değerli arkadaşlarım, son günlerde büyünün bozulmaya başladığını üzüntüyle görüyorum. Toplumun duyarlı olduğu konuların üstüne inatla ve meydan okuyan tavırla gidilmeye başlandı. Seçim döneminde verilen sözlerden Acil Eylem Planında dönülme işaretleri başladı; siyasetin temeli olan güven unsuru kaybolmaya yüz tuttu.

Vakit geçmeden, işin başında, görevimizi iyi niyetle yapmak istiyoruz: Devletin temel kurumlarıyla asla kavga etmeyiniz. Cumhurbaşkanının uyarılarını dikkatle değerlendiriniz. Cumhuriyetin seksen yıllık kazanımlarına dokunmayınız. Anayasal düzenin temelleriyle oynamayınız. Rejim sorunu çıkarmayınız.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki gerçek gündemimizi hiçbir şey bize unutturmamalıdır. Bu gündemi temel almaya devam etmeliyiz. Gündem, yoksullukla mücadeledir, yolsuzlukla mücadeledir.

Bakın, Hükümet Programında da ifade edildiği gibi, toplam sivil istihdamın yaklaşık yüzde 40'ı tarım sektöründe çalışmakta; ancak, bu sektörün gayri safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 14'e gerilemiş bulunmaktadır. Tarım kesiminde çalışanlar, halen, toplumumuzun en düşük gelirli, sosyal refahın nimetlerinden en yoksun kesimini oluşturmaktadır. Tarım kesiminin sorunlarını, istihdam ve sosyal politikalar açısından ele almak gerekir. Tarımda mazot, ilaç, gübre, tohum gibi girdilerin fiyatları çok yükselmiş, buna karşılık ürün fiyatları yerinde saymıştır. 1998 yılında 2 kilo buğday karşılığı 1 litre mazot alınırken, bugün 6 kilo buğday karşılığı 1 litre mazot alınabilmektedir. Daha geçen yıl 1 kilo kütlü pamukla 2 litre mazot alınırken, şimdi, 2-3 kilo pamukla 1 litre mazot alınabilmektedir. Çiftçi, bu maliyetin altından nasıl kalkacaktır? Çiftçimiz, ekonomik krizin faturasını en ağır ödeyen kesim olmakla kalmamış, son üç yıldır uygulamaya konulan tarım politikalarının büyük darbesini de yemiştir. Son yıllarda, bu kesime dönük tarımsal destekleme araçlarının bir bir tasfiye edildiğini görüyoruz. Destekleme kurumları ya tasfiye edilmiş ya tasfiye programına alınmış ya da işlevsizleştirilmiştir. Hükümetinizin bu konulardaki tutumu belirsizliğini korumaktadır. Hükümet Programında tarıma ilişkin bölüm, son derece yetersiz ve muğlak ifadelerden oluşmaktadır; önceki açıklamalarınızda yer alan vaatler de ortadan kalkmış gözükmektedir. Oysa, milyonlarca üreticimiz, bazı soruların cevabının hemen şimdi verilmesini beklemektedir. İşte sorular:

Ziraat Bankasını yeniden çiftçiye dönük özerk bir ihtisas bankası yapma konusunda adım atılacak mıdır?

Hükümetiniz, kamu bankalarını özelleştirmeyi planlıyor; peki, Ziraat ve Halk Bankaları için neler öngörülmektedir?

Ziraat ve Halk Bankalarına kredi borcu olan çiftçi ve esnafın şubat krizinden sonra yüzde 200'lere yükseltilen faizlerinde, seçim meydanlarında söz verdiğiniz gibi bir indirim yapmayı ve borç faizlerini silmeyi düşünüyor musunuz?

Kredi kartı kullanıcılarını -hiçbir günahları olmadığı halde- yaşanan ekonomik kriz sonucu yüklendikleri ağır faizlerden kurtarmayı düşünüyor musunuz?

Tarımda yüzbinlerce üretici, Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri borçlarını ve özellikle bunların yığılan faizlerini ödeyemez durumdadır. İzmir'in bazı köylerinde, Antalya Demre'de, Mersin'de olduğu gibi dolu afetini yaşamış, ancak, Afetler Yasasının dar elbisesi nedeniyle kapsama alınamamış çiftçinin durumu daha da perişandır. Hükümetinizin bu kesimlerle ilgili politikası nedir?

Benzer biçimde, tarım satış kooperatifleri birlikleri konusunda, Hükümet Programında tek bir satıra bile yer verilmemiştir. Söz konusu birlikler, 2000 yılında çıkarılan yasayla, sözde "özerkleştirme" adı altında aşırı yetkilere sahip olan Yeniden Yapılandırma Kurulunun insafına bırakılmıştır.

Tariş, Fiskobirlik, Trakyabirlik, Çukobirlik, Antbirlik gibi 16 adet kooperatif birliğine gerçek anlamda bir özerkleştirme sağlayacak mısınız?

Bu birliklere kamusal kaynak teminini yasaklayan yasa hükmünü değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

Egeli kooperatifçilerin önemli bir finans kaynağı olan Tarişbankın tekrar Tariş'e verilmesini savunuyor musunuz?

Hükümet Programında bu konulara hiç değinilmemiş olmasını yadırgatıcı bir boşluk olarak değerlendiriyoruz. Hükümeti bu konularda acilen bir açıklama ve düzenleme yapmaya davet ediyoruz.

Acil Eylem Planında "arz açığı olan yağlı ürünlere prim sistemi uygulanacaktır" ifadesine rağmen, Hükümet Programında, niçin, prim uygulamasının hiç bahsi geçmemektedir?

AKP'nin seçim beyannamesinde pamuk, ayçiçeği, zeytinyağı gibi yağlı bitkiler yanında, buğday ve mısır gibi ürünlerin dahi prim sistemi kapsamına alınacağı belirtildiği halde, Hükümet Programı bu konularda niçin suskundur?

Ege'de, Antalya'da, Çukurova'da erken gelen yağışlarla büyük bir kalite kaybına uğrayan ve pamuğun bazı yerlerde hasat edilmeden tarlada bırakılmasına yol açan olumsuz hava koşulları, kütlü pamukta maliyet-fiyat ilişkisini bozmuş ve çiftçi zarara uğramıştır. Bu koşullarda çiftçinin tek umudu, bir an önce 2002 mahsulüne makul düzeyde bir prim verilmesidir. Bunun gerçekleşmemesi halinde, Türkiye'nin ve özellikle Ege'nin önümüzdeki yıl pamuk ekim sahaları kapsamlı bir biçimde daralacak,  ithal faturamız ve döviz giderlerimiz kabaracaktır.  Bu konuda ne gibi bir önleminiz vardır? Açıkladığınız Acil Eylem Planının pamuk primine ilişkin vaadinin gün geçirilmeden uygulanmasını bekliyoruz. Bütün bunlar için yasal bir destek arıyorsanız, tüm katkımızı çiftçiden yana vereceğimizi bilmenizi isterim.(CHP sıralarından alkışlar)

Fındık üreticileri bu yıl perişan olmuştur; fiyatlar, geçen yılın altına düşmüştür. Seçim meydanlarında "fındığınızı 4 Kasıma kadar satmayın; biz, iktidara gelince size 3 000 000 lira fiyat vereceğiz"diyen AKP'li yetkililer şimdi acaba nerededirler?!. Bu vaatlerle oy toplayan partiniz, sorumluluğunun gereğini yerine getirecek midir? 

Aynı şekilde, şekerpancarında kotaları kaldıracağını, Tütün Yasasını değiştireceğini söyleyerek seçmenlerden oy isteyen ve oy alan partinizin bu konulardaki politika önerileri, Hükümet Programında niçin hiçbir şekilde yer almamıştır?

Programınızda tarımsal KİT'lerin tümü  için özelleştirme tercihi belirtildiğine göre, Tekel'in şeker fabrikalarının tasfiyesini gündemde tutarak şekerpancarı ve tütün üreticisine ne gibi bir koruma sağlayabileceksiniz? Sizin tarım modelinizle, ekmeğini tarımdan kazanan güçsüz küçük üreticiler tamamen piyasa güçlerinin insafına ve tarımsal piyasaların büyük çaplı belirsizliklerine mi terk edilecektir? Hükümetiniz, bunun yaratacağı ekonomik tasfiye süreçlerinin, yeni kırsal göç dalgalarının ve toplumsal sorunların acaba farkında mıdır?

Acil Eylem Planında "mülkiyete dayalı olarak uygulanan doğrudan gelir desteği aksaklıklarının giderilmesi ve dargelirli çiftçiyi hedefleyen bir yapı oluşturulması" şeklindeki ifadenizi destekliyoruz; ancak, bu ifadenin Hükümet Programında yer almamış olmasını da büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyoruz. Bilindiği gibi, 2001 yılında, 1 800 000 çiftçi ailesi, mülkiyet belgelerini tamamlayamadığı için, doğrudan gelir desteği sisteminden yararlanamamıştı; Hükümet Programında bu konu yer almamıştır. Bu kapsamdaki yoksul ve küçük çiftçi için önlemleriniz nelerdir? Öte yandan, üretimle ilişkilendirilmeyen ve bu şekliyle ürün desenini değiştirmeye yönelik iddiası olmayan bu uygulamanın yeniden tasarlanması düşünülmekte midir?

Doğrudan gelir desteğinin 2002 yılı ilk taksit ödemeleri, seçim öncesinde 14 ilde başlatılmıştır; ikinci taksitlerin, 2003 bütçe döneminin ilk ayları içinde ödenecek olmasını anlarız; ama, yüksek enflasyonun geçerli olduğu bir ekonomide, eşitliği bozmamak ve yeni mağdurlar yaratmamak için, birinci taksit ödemeleri, tüm illerde 2002 yılı içinde tamamlanmalıdır. Bunun için gerekirse bir ekbütçe çıkararak hemen ödemeler tamamlanmalıdır. Ayrıca, pamuk ve ayçiçeği prim ödemeleri ve fındıkta söz verdiğiniz fiyat düzeyinin tutturulabilmesi açısından, 2002 yılı ekbütçesine bu ödemeleri de dahil etmeli ve uygulamayı hemen başlatmalısınız. Üreticiye verilen sözler, çiftçinin en haklı taleplerini yansıtmaktadır; şimdi, verilen sözlerin gereğini yapma zamanıdır.

Seçim beyannamenizde ve Acil Eylem Planında önemle altı çizilen, bizim de çok önemsediğimiz bir konu da, gübre, mazot, tohumluk, tarım ilaçları gibi girdilerde ağır vergilerin azaltılması yoluyla çiftçinin üzerindeki tahammül edilemez yükün hafifletilmesidir. Biz, bu taahhüdünüzü sonuna kadar destekliyoruz; ancak, bu ifadelerden hiçbirinin Hükümet Programında yer almamış olmasını da yadırgıyoruz. Eğer, bunun arkasında, uluslararası finans kuruluşlarının olası baskılarından çekinme kaygısı varsa, biliniz ki, bu konularda her şart ve durumda çiftçimizin yanında yer alacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Yeter ki, Türkiye'nin, tarımımızın, çiftçimizin sorunlarını çözme kararlılığında bir geri adım veya bir zafiyet belirtisi söz konusu olmasın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açlık sınırında olan yoksullara sağlanacak destek, vatandaşlık hakkının sonucu olarak, bir sosyal güvenlik yardımı niteliğinde ve mutlaka nakdî olmalıdır. Bunun adı, Batı ülkelerinde olduğu gibi "aile yardımı" olmalı ve Uluslararası Çalışma Örgütünün bizde de kabul edilen ancak uygulanamayan normlarına uygun düzenlenmelidir. Artık, iane, sadaka sisteminden, sosyal hak sistemine kesin bir geçiş yapmanın zamanı gelmiştir; gelişmiş ülke olma iddiasını sürdürmenin başka bir yolu yoktur. Kamyonlardan atılan yiyecek paketleri için birbirini ezen vatandaş görüntüleri, Avrupa Birliği için takvim bekleyen bir ülkeye yakışmakta mıdır?! Bu görüntüler daha hafızamızdan silinmeden beş yıldızlı otellerde görkemli iftar sofraları düzenlemek, İslamiyetin temel anlayışına ne kadar uygun düşmektedir?! (CHP sıralarından alkışlar) Bütün bunlar, yoksullar yararına balolar düzenlenmesinde olduğu gibi, yoksulluk sorununu çözmüyor, aksine kalıcılaştırıyor.

Açlık sınırı altında yaşayan sadece işsizler değildir; bunların yanında, Bağ-Kur ve SSK emeklilerimiz de yardıma muhtaç hale gelmişlerdir. SSK emeklilerine verilen asgarî 240 000 000 liralık emekli aylığıyla geçinmek artık mümkün değildir; Bağ-Kur emeklilerine verilen aylık ise, tümüyle sefalet ücretidir. SSK ve Bağ-Kur emekli maaşları, mutlaka, acilen yükseltilmeli ve geçmişimizi borçlu olduğumuz bu insanlara, hayatlarının son döneminde insanca yaşayacak emekli maaşı verilmeli ve hastane kapılarında itilip kakılmaktan kurtarılmalıdır. SSK emeklilerinin intibak sorunu da geciktirilmeden çözümlenmelidir. Elbette, Emekli Sandığı emeklilerinin emekli maaşları da, insanca yaşayacakları düzeye çıkarılmalıdır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığını tek çatı altında toplamayı ve emekliler arasında maaş farklılıklarını gidermeyi öneriyoruz. Çalışan herkes, çalışma süresi ve ödediği prim oranında emekli maaşı almalıdır; emekliler arasındaki uçurum giderilmelidir.

Cumhuriyet Halk Partisi, işsizliği, temel sorun olarak kabul etmektedir. Hem ekonomik krizde işsiz kalan milyonlara iş bulabilmek hem de her yıl çalışmak durumuna gelen 500 000 genci istihdam edebilmek için özel istihdam projeleri uygulanması gerekmektedir. Ancak, bu yetmez, mevcut işsiz sayısının azaltılabilmesi için, Cumhuriyet Halk Partisi Programında belirtildiği gibi, birkaç yıl üst üste 1 000 000 kişiye yeni iş alanları açılması gerekmektedir.

Toplumu tehdit eden boyutlara ulaşmış bulunan işsizliği, ekonominin canlanmasıyla kendiliğinden çözümlenecek bir sorun gibi algılamak yanlıştır.

Bilgisayar yazılım teknolojisi alanında, Silikon Vadisi örneğinde olduğu gibi, teknoloji öbekleri oluşturmak; kendi işini kuracak insanlara proje ve düşük faizli kredi desteği sağlamak; gençlere uygulamalı meslek edindirme eğitimi vermek; gençlerin istihdamında özel vergi ve sigorta primi indirimlerine gitmek; istihdam vergilerinin yükünü azaltmak; kayıtlı istihdamı özendirmek önemli satırbaşlarıdır.

Ayrıca, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da, GAP İdaresinin önemli hazırlıklar yaptığı köye dönüş projesinin yeterli kaynaklara kavuşturulması, böylece Diyarbakır'ın, Batman'ın, Siirt'in ve diğer göç alan illerin varoşlarında oluşan sağlıksız yapılaşmadaki işsiz güçsüz, köylü kesimlerin yeniden tarımsal faaliyete döndürülmesi; köylerde tahrip olan altyapı ve konut dokusunun yeniden imarı yoluyla inşaat ve diğer sektörlere yeni talepler yaratılması ve ayrıca istihdam yaratıcı yeni kırsal kalkınma projeleri uygulanmaya konulması sağlanmalıdır.

Sınır ticaretine etkinlik kazandırılması da başta güneydoğu olmak üzere, sınır illerimizde nakliye ve benzeri sektörlerdeki işsizliğe bir ölçüde çare olacaktır. Habur, Nusaybin, Akçakale, Türkgözü, Aktaş, Doğu Kapı, Nahcivan gümrük kapıları, sınır ticareti durduğu için tümüyle işlevsiz kalmıştır. Özellikle Habur Sınır Kapısında, sınır ve mazot ticaretinin en kısa zamanda başlatılması, yöre halkı açısından hayati önem taşımaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)

Sınır kapılarıyla komşu ülkeler arasında demiryolu bağlantılarının kurulması, sınır ticaretinin daha da gelişmesi için şarttır.

Acil Eylem Planında iddialı vergi reformu önerilerine yer verilmişken, Hükümet Programında somut önerilerden uzak durulmuştur. İki paragrafa sıkıştırılan vergi bölümünde ne vergi yükünü tabana yayacak vergi indirimlerinden, ne vergi barışından ve bunun içerdiği kapsamlı af paketinden ne de malî miladın bir ay içinde yürürlükten kaldırılması önerisinden tek bir söz dahi edilmiştir. Bunun anlamı nedir; yoksa, seçim beyannamesi ve Acil Eylem Planını hazırlayan AKP yetkilileri, tutamayacakları ve iyi tasarlanmamış vaatler mi vermişlerdi?! Bu vaatlerin gerçekleştirilmesi başka bir bahara mı bırakılmıştır?! Ancak, unutulmamalıdır ki, seçmen kitleleri, bu vaatlere göre oy tercihlerini yapmışlar ve AKP'yi  iktidara taşımışlardır. Şimdi, bunların peşini bırakmamak, muhalefet olarak bizim en temel görevimiz olacaktır.

Bugün, ülkemizde, toplam vergi gelirlerinin yüzde 66'sını, tüketim üzerinden alınan vergiler oluşturmaktadır. Bu, dengesiz bir durumdur. Gelir ve Kurumlar Vergilerindeki kayıp ve kaçaklar önlenemediği için, tüketim vergilerine yüklenilmekte, KDV ve ÖTV gibi vergilerin oranları sürekli yükseltilmektedir. Bu haksız durumu önlemek için, KDV ve ÖTV oranları düşürülmelidir. Bu oranların yüksekliği hem maliyetleri artırarak piyasayı durgunluğa itmekte hem de fiş, fatura pazarlığını teşvik ederek vergi kaçağına yol açmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, KDV ve ÖTV oranlarının anlamlı bir şekilde düşürülmesinden yanayız. Buradan ortaya çıkacak gelir kaybını, vergi idaresini güçlendirerek, kayıtdışılıkla mücadele sonucu artırılacak gelirlerden karşılamalıyız. AKP Hükümeti, seçim öncesinde bu vergilerin düşürülmesi konusunda verdiği sözleri unutmuş gözükmektedir. Oysa, seçim meydanlarında, AKP Lideri "ilacın, kanın KDV'si olur mu" diyordu. Bu sözler unutuldu mu?! Hükümeti, sağlık, ilaç, temel gıda, tarım girdileri üzerindeki KDV ve ÖTV oranlarını öncelikle düşürmeye davet ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Seçim beyannamesi veya Acil Eylem Planı uygulamaya sokulacaksa, hükümetin, gündeme bir vergi affı getireceği anlaşılıyor. Krizden zarar gören iyiniyetli mükelleflerin gecikme zamları ve cezalarında indirim doğal karşılanabilir; ancak, sahte belge  düzenleyenler, hayalî ihracat yapıp yüz milyarlarca lira KDV iadesi alanlar, kesinlikle, af dışında kalmalıdırlar. (CHP sıralarından alkışlar) Ayrıca, vergi görevlerini zamanında yerine getiren, kuruşuna kadar vergisini zamanında ödeyen iyiniyetli vatandaşları aldatılmış duruma düşürmemek gerekir. Bu, uzun vadede vergi bilincini zayıflatan en önemli etken olmaktadır. Af yoluyla tahsilinden vazgeçilen kamu alacakları, sonuçta kime yüklenecektir? Sadece bu nedenle, önümüzdeki süreçte daha çok vergi ödemek zorunda kalacak olan dürüst mükelleflerin vergi affından sağlayacakları yarar nedir?

Hükümetin, uygulanmakta olan IMF destekli istikrar programını aynen uygulamakta kararlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun, AKP'nin seçim öncesi duruşuyla çeliştiğini de görmemezlikten gelemeyiz. Daha önce söylediğimiz bir gerçeği bugün bir kez daha hatırlatmakta yarar var; IMF ile teslimiyetçi bir ilişki içine girilmesi, hem Türkiye'nin ulusal hedefleri açısından sıkıntı yaratır hem de Türkiye gerçekleri gözardı edileceği için başarısızlıkla sonuçlanır. Bizden uyarması!.. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basına yansıyan haberlere göre, hükümet, daha güvenoyu almadan bürokraside önemli değişikliklere gitmeye başlamıştır. Bu, iktidarın, bürokrasiyi yönetimi anlayışında tehlikeli eğilimlerin varlığını gündeme getirmektedir. Oysa, hükümetin, mevcut bürokratik kadroların dürüst ve yetenekli olanlarını görevde tutmak gibi temel bir ilkesi olmak gerekirdi. Yeni atanacak bürokratların belirlenmesinde AKP'ye yakınlık değil, yetenek ve liyakat esas alınmalıydı. Cumhuriyet Halk Partisi, bürokrasideki atamaları bu kıstaslar çerçevesinde yakından izleyecektir.

Yeni kurulmuş bulunan memur sendikalarının grev hakkıyla donatılmasını istiyoruz. Ayrıca, yönetici kadroların belirlenmesinde bu sendikaların görüşlerine başvurulmalıdır.

Devletin etkin ve verimli bir yapıya kavuşturulması, vatandaş odaklı e- devletin kurulması Cumhuriyet Halk Partisinin hedefidir. Kamu yönetimi, halka hesap soran değil, halka hesap veren saydam bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Hükümet Programının çalışma yaşamına ilişkin alanındaki eksiklikleri çok daha vahim boyutlarda bulunuyor. Programda "sendika" kelimesi sadece bir kez telaffuz ediliyor; ancak, işçilerin mevcut haklarının da ortadan kaldırılacağına ilişkin önemli belirtiler vardır. AKP Programı, ülkemizi bir ucuz emek cenneti haline getirecek düzenlemeleri içerirken, sendikal hak ve özgürlükleri görmemezlikten gelmektedir. Programda ücret politikalarına ilişkin herhangi bir ibare yoktur; asgarî ücretle çalışan milyonlarca işçiyle ilgili tek satıra yer verilmemiştir.

Seçim öncesinde, iki eşit taksitte, çalışanlara iade edileceği açıklanan çalışanların Zorunlu Tasarruf Fonunda ve Konut Edindirme Fonunda biriken yaklaşık 14 katrilyon lira tutarındaki alacaklarına ilişkin, Programda tek satıra yer verilmemiştir. Böylelikle, Hükümet, seçim öncesi vaatleri ile seçim sonrası icraatları arasındaki çelişkileri unutturmayı hedeflemektedir.

Hükümet Programında, eşleriyle birlikte sayıları 10 000 000'u aşan ve işsizlerden sonra halkımızın en yoksul kesimini oluşturan emeklilere yönelik tek satıra yer verilmeyerek, seçimlerde desteğini aldığı kesimlerin sorunlarına ilgisiz olduğunu daha yolun başında ortaya koymaktadır.

Unutulmaması gereken çok önemli bir konu daha var; o da, mevcut emekliler arasındaki ayırımdır. Bugün, aynı tutarda ve aynı sürede prim ödediği halde farklı emekli aylığı alan yurttaşlarımız vardır. Bu farklılıkların da daha doğrusu, bu adaletsizliğin de önlenmesi gerekmektedir. Bu düzeltilmediği takdirde, daha önce çıkan yasalarla emekliler arasında yaratılan haksızlık devam edecektir. Özellikle, işçi emeklileri bu haksızlığın giderilmesini beklemektedirler. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tüm işçi emeklileri adına bu taahhüdün de takipçisi olacağız.

Sayıları yaklaşık 3 500 000'i bulan işçi emeklilerinin her birinin, 25 Ağustos 1999'dan bugüne kadar, emekli maaş farkı olarak 200 000 000 liradan fazla alacağı var. Bu alacakları, yargı kararı olmasına rağmen, ödenmiyor. Her bir emeklinin yargıya başvurma zorunda bırakılması fevkalade üzüntü vericidir. Kaldı ki, bu yola gidilmesi de devlete daha büyük yük getirecektir.

57 nci hükümet döneminde sosyal güvenlik alanında yapılan değişiklikler bazı haksızlıklara yol açtı. Örneğin, işçi ve Bağ-Kur emeklilerine refahtan pay verilmemesi, bir yasa maddesi olarak düzenlendi. Bir anlamda, emekliler emekli oldukları tarihteki gelire mahkûm edildiler. Millî gelir artışından emeklilere pay verilmemesi, en hafif açıklamasıyla, bir insanlık ayıbıdır. Bu utancın Hükümet Programında düzeltilmemesi üzüntü vericidir.

Seçim bildirgelerinde ve programlarında "kamu çalışanlarına grevli, toplusözleşmeli sendikal haklarını geliştirmek için gerekli düzenleme yapılacak" denilmesine rağmen, Hükümet Programında bu konuda da tek satır yoktur.

Hükümet kurulur kurulmaz bazı ekonomik güç odaklarının istekleri doğrultusunda açıklama yapan bazı bakanlar, henüz yürürlüğe girmemiş, yaşanılan krize hiçbir etkisi ve katkısı olmamış İş Güvencesi Yasası ile çıkarmak istedikleri İş Yasasının ilişkilendirileceği yönündeki açıklamalarıyla, emek kesimini kaygıya sevk eden bir tavır sergilemişlerdir.

Programda, kaçak işçilikle ilgili, sadece yabancı kaçak işçiliğin önleneceğine ilişkin açıklama vardır. Oysa kaçak işçilik, yerli yabancı ayırımı yapılmadan engellenmelidir. Kaçak çalıştırma ayıbı, aynı zamanda kanundışı çalıştırma anlamına gelmektedir. Asıl olması gereken ise, kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alarak devlet gelirini artırmak olmalıdır. Bunun için sadece istihdam vergilerini indirmek yeterli olmayacaktır. Türkiye, ucuz ve vasıfsız emeğe dayalı mal ve hizmet ticareti alanında kaldıkça, kayıtdışı istihdam talebinin önü alınamayacaktır. Türkiye'nin bulunduğu bu noktadan, uluslararası rekabette anlamlı bir çıkış yakalayamayacağının artık anlaşılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, sağlık sorunu Türkiye'nin gündemindeki önemli ve acil konulardan biridir. Bu alanda, hem çok büyük bir savurganlık yaşanmakta hem de insanlarımız hastane kapılarında perişan olmaktadır. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan vatandaşlarımızın zaman zaman hastanelerde rehin kaldıklarını gazetelerde okuyoruz. Ancak, burada, şu gerçeğin altını çizmekte yarar var: Sağlık sorununu sadece sigorta kapsamında olmayan nüfusa indirgerseniz yanlış yapmış olursunuz; çünkü, sağlık sistemimiz bir sorunlar yumağı halindedir ve dikkatle, özenle çözümlenmesi gereken bir sorundur.

Bugün, doktor hastanın ayağına gitmemektedir. Bugünkü sistemde hastayı doktora taşıyoruz. Hakkâri'deki, Mardin'deki, Artvin'deki, hatta Kırşehir ve Kırıkkale'deki hastayı Ankara'ya taşıyoruz; çünkü, hastanın bulunduğu yerde doktor yok, doktor varsa da hastane yok. Hekim dağılımında ciddî dengesizlikler var. Hastane-muayenehane ilişkisi üzerine kurulan bir sağlık sisteminden yarar sağlayamazsınız. Vatandaş, bıçak parası vermekten bıkıp usanmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Çıkar sistemi üzerine kurulan bir sağlık sisteminden beklenen faydayı sağlayamazsınız. Hasta ile kamuda çalışan hekimin arasına para giriyorsa, sağlık sisteminden bekleneni elde edemezsiniz. Yine, muayenehaneye gitmeyen vatandaş, hastanede tedavi edilemeyecektir. Bu döngünün, bu çirkin çıkar ilişkisinin kesilmesi için, tam zamanlı çalışma ilkesinin özendirilmesi gerekir; ama, maalesef, Hükümet Programında, bu çok önemli konuda bir satır dahi yok. O zaman sormak gerekiyor; siz, bu çıkar ilişkilerini ortadan kaldırmadan, sağlıkta nasıl reform yapacaksınız?

Bakın, Türkiye gerçeklerini size hatırlatmak istiyorum: Anadolu'daki birçok sağlık ocağı doktorsuz, ebesiz, hemşiresiz birer virane haline gelmiştir. Bu manzaraları, seçim çalışmalarında hepiniz gördünüz. İnsanlarımızın taleplerini çok çabuk unutuyoruz. Türkiye'deki 6 000  sağlık ocağı ve 12 000 sağlık evinin, bir an önce, personel ve teknik donanımlarının tamamlanarak, temel ve koruyucu sağlık hizmetlerinin yurttaşların ayağına ulaştırılması sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde hastanelerin önündeki kuyrukları engelleyebilir ve etkin bir hasta sevk zinciri kurabilirsiniz.

Sağlık reformunun bir diğer önemli halkası da, sağlık çalışanlarının durumudur. Bugün, sağlık çalışanları, büyük bir özveriyle gece gündüz çalışmaktadırlar. Bu insanların hakkını vermeden, yani insan unsurunu ihmal ederek sağlıklı reformu nasıl yapacaksınız? Bu konuda da, Hükümet Programında tek satır yoktur.

Eğitim, kişi için temel bir insan hakkı, devlet için ise yerine getirilmesi zorunlu bir ödevdir. Bilgi çağının gereklerine uygun, çağdaş, laik, demokratik bir eğitim sisteminin yapılandırılmasının, eğitimde Atatürk ilke ve devrimleri ile öğretim birliği anlayışından ödün verilmemesinin takipçisi olacağımız bilinmelidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Öğretmenlerimizin, eğitim bilimleri uzmanlarının, üniversite öğretim elemanlarının yaşam koşulları ve özlük hakları mutlaka iyileştirilmelidir. Meslek eğitimine dönük ortaöğretim kurumlarında eğitim görenlerin seçtikleri dalda yüksekeğitime devam edebilmelerinin  yolu açık tutulmalıdır. Üniversitelerin, çağdaş, demokratik kurumlar olarak gelişmelerini sağlayacak önlemler mutlaka alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Hükümet Programının dışpolitikayla ilgili bölümü hakkındaki görüşlerimizi açıklamadan önce şu hususları belirtmekte yarar görüyorum: Dışpolitika ülkemizin yüksek menfaatlarını ilgilendiren bir alandır. Dışpolitikayı, şartları ne olursa olsun, iç siyasî çekişmelere feda etmek çok yanlış olur. Biz, sorumluluk duygusu içinde, yapıcı bir muhalefet olduğumuzu dışpolitika alanında da kanıtlayacağız. İçinde yaşadığımız bu çok hassas dönemde, iktidarıyla muhalefetiyle, herkesin duyarlılık içinde, sorumluluk içinde hareket etmesi lazımdır.

Dışpolitika devamlılık ister; iktidarın değişmesi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını değiştirmemiştir. Ulusal çıkarlarımızın gereği olan temel dışpolitika anlayışımızın da değiştirilmemesi gerekir. Bu bakımdan, Sayın AKP Genel Başkanının geçtiğimiz günlerde yurt dışında düzenlediği bazı basın toplantılarında geçmiş hükümetlerin dışpolitika yaklaşımlarını kökten eleştiren sözlerini yadırgadığımızı söylemek zorundayım. Eğer değişen dünya koşullarında bizim politikalarımızda da bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulacak olursa, bunun konuşulacağı yer hükümettir, Millî Güvenlik Kuruludur, en önemlisi, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Genel Başkanla yaptığım görüşmede, basına ifade ettiği bazı düşüncelerin gerçek niyetlerini yansıtmadığı veya yanlış anlaşıldığı izlenimini aldım; ancak, dışpolitikada söylenen her cümlenin, her kelimenin özel bir anlamı ve önemi vardır. Yalnız bizim neyi kastettiğimiz değil, sözlerimizin diğer ülkeler tarafından da nasıl anlaşılacağı önemlidir. Örneğin "statükocu bir yaklaşımı benimsemiyoruz" dediğiniz zaman, ne kastettiğinizi herkes farklı bir şekilde anlayabilir. Eğer ülkemiz açısından veya Kıbrıs'taki soydaşlarımız bakımından bugünkünden daha iyi koşullar yaratacak durumda değilseniz, statükodan vazgeçmek size çok şey kaybettirebilir.

Ülkemiz, şu anda, dışpolitika alanında ciddî sınavlarla karşı karşıyadır. Bir yandan Kıbrıs meselesi, bir yandan AB üyeliği ve bir yandan da güney sınırlarımızın ötesinde dolaşan savaş bulutları, dışpolitikaya büyük bir hassasiyetle ve sorumlulukla eğilmemizi zorunlu kılıyor. Hal böyleyken, ne yazık ki, Hükümet Programının dışpolitika bölümünün çok genel ve müphem ifadelerle kaleme alındığını görüyoruz.

Bununla birlikte, şunu belirtmek isterim ki, dışpolitika alanındaki bazı temel hedeflerde hükümetle aynı görüşleri paylaşıyoruz. Örneğin, Avrupa Birliğine tam üyeliği öncelikli hedefimiz olarak kabul etmek, katılım müzakerelerine bir an önce başlanması gerektiğini vurgulamak doğru tespitlerdir. Kamuoyumuzda da Türkiye'ye AB üyeliği için bir müzakere tarihi verilmesi, öncelikli bir hedef olarak benimsenmiştir; bu, gerçekten çok önemlidir. Biz de parti olarak bunu kuvvetle destekliyoruz. Ben de Varşova'da bazı Avrupa Birliği liderleriyle yaptığım görüşmelerde bunu kuvvetle dile getirdim. Bu konuda tam desteğimize güvenebilirsiniz.

AB üyeliği amacına ulaşmak için, hükümet tarafından yurt içinde nelerin yapılacağını söylemek elbette doğrudur; ama, AB ile ilişkilerimizde yaşanan sorunların sadece Türkiye'nin eksikliklerinden kaynaklandığı izlenimini vermek doğru değildir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Prag'ta yaptığı basın toplantısında da belirttiği gibi, Türkiye'nin üyeliği konusunda AB tarafında bir samimiyet eksikliği olduğu kuşkusuzdur. Biz beklerdik ki, Hükümet Programında, ülkemize karşı yapılan haksızlıklara, uygulanan çifte standartlara karşı kuvvetle ve kararlılıkla mücadele edileceği yolunda ifadeler de yer alsın. (CHP sıralarından alkışlar) Ancak, bu anlama gelecek sözlere pek rastlayamadık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın AKP Genel Başkanı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluş yıldönümü vesilesiyle Lefkoşe'ye yaptığı ziyaret sırasında, basının önünde, Türkiye ve Kıbrıs'ın eşzamanlı olarak AB'ye girmesi gerektiğini söyledi. Bu, doğrudur; Türkiye'nin şimdiye kadar izlediği politikalara da uygundur; ancak, biz, Sayın Erdoğan'ın aynı sözleri, AB liderleriyle yaptığı konuşmalarda da dile getirdiğine dair bir habere rastlamadık. Eğer söylediyse ve hükümet, bunu, burada, Yüce Meclisin huzurunda teyit ederse bundan ancak mutluluk duyarız.

Değerli arkadaşlar, burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Sayın Erdoğan'ın, Başbakan Tony Blair ile görüşmelerde bulunmak üzere Londra'ya yaptığı ziyaretten önce, İngiliz Avam Kamarasının Dış İlişkiler Komitesinin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda hazırladığı raporu okuduğunu tahmin ediyorum. Avam Kamarasının yüz sayfalık raporunu bir cümleyle özetlemek gerekirse, orada deniliyor ki: "Türkiye'nin kendisinden beklenen demokratik reformları yapması çok önemlidir; ama, Türkiye'nin AB üyelik sürecine girmesi için Kıbrıs meselesinin çözümü, olmazsa olmaz bir şart niteliğindedir." İşte, karşımızdakilerin görüşleri bunlardır, bu meseleleri birbirine bağlamak isteyenlerin görüşleri bunlardır.

Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci, Kıbrıs sorunu ve Avrupa savunma ve güvenlik politikası birbirine bağlanamaz. AB üyeliği Türkiye'nin hakkıdır. AB'nin Türkiye'ye üyelik müzakereleri takvimi verme karşılığında ülkemizden Kıbrıs'ta taviz istemesi kabul edilemez. Kıbrıs'ta eğer bir çözüm şansı varsa, o çözüm şansı gerçekleştirilmelidir; AB takvimi vermeseler de gerçekleştirilmelidir. Kıbrıs bir sorunumuz, AB bir sorunumuz; her ikisinde de hakkımızı sonuna kadar takip etmeliyiz.

Hükümet, aynı zamanda AGSP konusundaki tutumundan taviz verebileceği, İngiltere ve ABD ile varılan Ankara mutabakatından geri adım atılabileceği izlenimi veriyor. Önce şurasını belirteyim ki, bu mutabakat hakkında Yüce Meclise bugüne kadar bilgi verilmemiştir. Metin ne diyor? Vermeye hazırlandığınız anlaşılan tavizlerden sonra durum ne olacaktır? Hükümet, Avrupa ordusunun, Kıbrıs'ta ve Ege'de, Türkiye'nin çıkarlarını etkileyebilecek bir rol oynamayacağı hususunda Yüce Meclise güvence verebilecek durumda mıdır?

Son günlerde Sayın AKP Genel Başkanının ziyaret ettiği her ülkede farklı bir dil kullandığı dikkati çekiyor. Belki de gittiği ülkelerdeki devlet adamlarının beklentilerini karşılamaya çalışıyor; ama, unutulmasın ki, dışpolitikada nabza göre şerbet vermek çok yanlış olur ve ileride devleti sıkıntıya sokabilir. Üstelik Sayın Erdoğan kimin namına konuşuyor; hangi sıfatla konuşuyor?! Yoksa, kendisi Başbakan naibi konumunda mıdır?! (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve gecikmeler yalnız yabancılar tarafından değil, bazı Türk siyaset adamları tarafından da sadece Türkiye'nin eksikliklerinden, kusurlarından kaynaklanan meseleler gibi takdim edildi. Hep Türk tarafı kusurlu görüldü ve Türkiye'nin atacağı adımlarla bu meselelerin çözülebileceği inancı yayılmak istendi. Şimdi de bazı beyanlarda bunun izlerine rastlanıyor. Bu yılın başlarında öyle bir hava yaratıldı ki, sanki Türkiye Büyük Millet Meclisinin idam cezasını kaldırması ve yerel dillerde eğitim ve yayın hakkının önündeki engelleri giderecek yasaları çıkarması halinde Türkiye'nin AB yolu kendiliğinden açılacaktır. Türk kamuoyunda yaratılan izlenim buydu. Oysa ne gördük; Türkiye Büyük Millet Meclisi üstün bir gayretle bu yasaları çıkardı; ama, buna rağmen, AB Komisyonu, Türkiye'ye üyelik müzakeresi için tarih verilmesini önermedi. Demek ki, mesele bundan ibaret değilmiş. Demek ki, başka nedenlerle, Türkiye'nin üyelik sürecini, türlü bahaneler icat ederek geciktirmek isteyenler varmış. İtiraf edelim ki, bu çevrelerle, zamanında, gerekli mücadelenin cesaretle, kararlılıkla yapılamamış olması bir eksiklik olmuştur.

Öyle anlaşılıyor ki, sorunlar, sadece Türkiye'den kaynaklanmıyor. AB'den kaynaklanan sıkıntılar da var; ama, bu sıkıntıları açıkça dile getirmek yerine, bütün kusuru, bütün eksiklikleri Türkiye'ye atfetmek yolunu seçiyorlar. Bu, doğru bir yaklaşım değildir, haklı bir yaklaşım değildir, insaflı bir yaklaşım değildir.

Nitekim, görüyoruz ki, Avrupa'da önemli görevler üstlenen ve daha önce de kendi ülkelerinde çok önemli görevlerde bulunan bazı şahsiyetler, hiçbir kayıt ve şarta bağlamaksızın, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyorlar. Fransa eski Cumhurbaşkanı ve şimdiki AB Konvansiyonu Başkanı Giscard d'Estaing, birkaç gün önce "Türkiye'nin üyeliği, AB'nin sonu olur" dedi. Ondan hemen sonra, Lüksemburg eski Başbakanı Santer de üyeliğimize karşı çıkan beyanlarda bulundu. Eski Alman Başbakanı Kohl ile son seçimlerde Alman Hıristiyan Demokratların Başbakan adayı olan Stoiber de öyle düşünüyorlar. Bunlar demiyorlar ki, Türkiye şu şu koşulları yerine getirirse, biz, bu ülkenin AB üyeliğini destekleriz. Kayıtsız, koşulsuz, üyeliğimize karşı çıkıyorlar. Neymiş; Türkiye'nin topraklarının çoğu Asya kıtasındaymış, başkenti Asya'daymış. Bazıları din farkını, kültür farkını dile getiriyorlar. Bu sözlere hayret etmemek mümkün değildir. Türkiye 1949 yılında Avrupa Konseyine girerken, toprakları ve başkenti başka bir yerde miydi?! (CHP sıralarından alkışlar) 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliğini hedefleyen ortaklık anlaşmasını imzaladığımızda, dünyanın başka bir bölgesinde mi yaşıyorduk?! Bu farklılıklarımızı şimdi mi keşfettiniz?! Bunlar ciddiye alınacak görüşler değildir; ama, ne yazık ki, bu düşünceleri dile getirenler, Avrupa'da çok önemli mevkilerde bulunan insanlardır ve Avrupa kamuoyunun bu düşünceleriyle olumsuz yönde etkilendiğini de görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim, hükümetten beklediğimiz, bütün bu haksızlıklara, çifte standartlara, Türk Milletini incitici sözlere karşı, kuvvetle, cesaretle, inançla ve kararlılıkla mücadele etmesidir. Bunu yaparsanız, biz de bütün gücümüzle size destek veririz. Bunu yaparsanız, ülkemizin çıkarlarını her şeyden üstün tutan Cumhuriyet Halk Partisini yanınızda bulursunuz, sivil toplum örgütlerini yanınızda bulursunuz, Türk Milletini yanınızda bulursunuz. Hepimiz tek bir yumruk gibi ülkemizin haklarını, menfaatlarını ve itibarını koruruz; ama, bu cesareti gösteremezseniz, biliniz ki, sizin akıbetiniz de, sizden önce bu sorumluluğu taşıyanlardan farklı olmayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs meselesinde bıkkınlık duymaya, sabırsızlık göstermeye hakkımız yoktur. Diplomaside hiç yapılmaması gereken şey, yorgunluk ve bıkkınlık emareleri göstererek, ulusal çıkarlardan taviz vermektir. "Kıbrıs'ta bir anlaşma olsun da nasıl olursa olsun; bu mesele bize artık yük oldu, başka menfaatlarımızı zedeliyor" diyemeyiz. Haklı olduğuna inandığımız ve ülkemizin ve Kıbrıs'taki soydaşlarımızın hak ve çıkarlarına hizmet eden tezlerimizi inançla savunmaya devam etmeliyiz. Kıbrıs konusunda, Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, şimdiye kadar tam bir uyum içinde, işbirliği içinde, dayanışma içinde hareket etmiştir. Bu işbirliğinin ve dayanışmanın sürdürülmesi önem taşımaktadır. Müzakerelerde Türk tarafını dirayetle temsil eden Sayın Denktaş'ın görüşlerini dikkatle değerlendirmek lazımdır. Sayın Denktaş'a verilen destek, azalmadan devam etmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, önümüzde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın bazı görüşleri ve önerileri var. Önce, bu noktaya nasıl gelindiğini hatırlatayım. Sayın Denktaş'ın önerisi üzerine, Kıbrıslı Türk ve Rum liderler, bir araya geldiler, hiçbir dış baskı, etki ve öneri almadan Kıbrıs meselesine bir çözüm bulmak için yoğun bir müzakere süreci başlattılar. Bu müzakerelerde bazı ilerlemeler oldu; ama, öyle anlaşılıyor ki, bir uzlaşmaya varılamadı. İşte, bu noktada, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bazı görüşler ortaya attı. Eğer, Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, Genel Sekreterin böyle görüşler beyan etmesini kabul ederlerse, bizim bir itirazımız olamaz, hatta, Genel Sekreterin bir çözüme yardımcı olma çabalarını bir iyiniyet işareti olarak görürüz. Ne var ki, o mevkide olan bir kimsenin önereceği fikirlerin, düşüncelerin, adil ve tarafsız olması, yeni sıkıntılara yol açacak nitelik taşımaması beklenir.

Önce, işin zamanlamasına bakalım. Bu öneriler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başkanı Sayın Denktaş'ın ağır bir ameliyattan sonra henüz iyileşmediği, Türkiye'de Yüce Meclisin çalışmaya başlamadığı, hükümetin henüz kurulma aşamasında olduğu bir zamana rastlatılmıştır; bir hafta içinde de bir prensip mutabakatı istenmiştir. Böyle bir zamanlama, uluslararası ilişkilerde geçerli olan kurallara uygun değildir. 12 Aralıkta düzenlenecek AB zirvesinden önce bu öneriler üzerinde mutabakata varılmasını beklemek gerçekçi değildir. Bu gibi hayatî sorunlar zaman baskısı içinde görüşülemez. AB'nin 12 Aralıkta yapması gereken şey, Türkiye'ye tam üyelik için yakın bir gelecekte müzakerelere başlama tarihi vermek, Kıbrıs'ın üyelik sürecini ertelemektir.

Biz defalarca söyledik, bir kere daha tekrarlıyorum: Kıbrıs'ta çözümden yanayız, uzlaşmadan yanayız; ancak, hedef, Kıbrıs'ta otuz yıla yakın zamandan beri iki ayrı coğrafyaya yerleşen, kendi içinde mütecanis, uyumlu, homojen bir yapı oluşturan Kıbrıslı Türk ve Rumları yeniden iç içe sokarak yeni çatışmaların tohumlarını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, konuşma süreniz bitti; ancak, sizi ikaz da etmedim, çok önemli bir noktaya temas ediyorsunuz. Hükümet Programı üzerindeki görüşmelerin çok önemli olduğunu biliyorum. Sürenizi kısıtlamıyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çözüm, bugünkü sosyal dokuyu bozmadan, Kıbrıs'ta oluşan toplumsal yapıyı esas alarak, bir ortak devlet kurmaya çalışarak bulunabilir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin önerilerinin temel felsefesi, temel mantığı ise, birbirinden farklı, ayrılmış, mütecanis iki toplumu, 1974 öncesindekine benzer bir yapıya dönüştürmeyi öngörmektedir. Yani, tatbikatta ne olacaktır; yüzyıllardır güneyde yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalarak kuzeye yerleşmiş, orayı vatan bilmiş, evini barkını kurmuş, toprağını işlemiş, yatırım yapmış, otuz yıla yakın bir süredir orada yaşamakta olan 55 000-60 000 Kıbrıs Türkü, bir kere daha her şeyini terk edip göçmen olacak, sıfırdan yeni bir hayata başlayacaktır. Bunun yaratacağı insanî ve toplumsal ıstırapları görmemek, düşünmemek mümkün değildir. Mesele bununla da bitmiyor: Plan uygulanacak olursa, birkaç yıl içinde, yaklaşık 20 000 Rum, Türklerin boşaltacağı bölgeye yerleşecek, daha sonra bunların sayısı 60 000'e çıkacak, Türk kesiminin üçte 1'i Rum olacaktır; Rum kesimin tümü Rum olmaya devam edecektir.

Peki, bunca yılın acı tecrübelerinden sonra yeniden bir arada yaşamak zorunda bırakılan Türkler ve Rumlar barış ve huzur içinde yaşayacaklar mıdır; bunu, kimse beklemiyor, tahmin etmiyor. Bu nereden belli; bizzat, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin önerilerinden belli. Kuzeye bir Birleşmiş Milletler barış gücü yerleşecek. Bu barış gücü ne yapacak; Türk kesimine yerleştirilecek Rumları koruyacak; yani, Türk Devletinin güvenlik güçlerine itimat edilmeyecek, Rumları bu barış gücü koruyacak, gerekirse barikatlar kuracak. Üstelik, Kıbrıs Türk Devletinin bu barış gücünün görevine son verme yetkisi de hiç olmayacak.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; dünyanın yerleşmiş hiçbir demokrasisinde böyle bir sistem yoktur. Genel Sekreterin planı sunulurken Belçika modelinden, İsviçre modelinden söz ediliyor. Belçika'da Flamanlara karşı Wallonları Birleşmiş Milletler Barış Gücü mü koruyor?! İsviçre'de farklı kantonlarda yaşayanların güvenliğini barış gücü mü sağlıyor?! Mesele bununla da bitmiyor. Kuzeye yerleşecek Rumlar, KKTC'nin vatandaşlığını kazanacak ve bütün siyasî haklara sahip olacaklar; yani, yirmi otuz yıl sonra belki de, Kıbrıs Türk Parlamentosunun üçte 1'i Rumlardan oluşacaktır ve böylece, başlangıçta kurulmuş gözüken siyasî eşitliğini içi boşaltılmış olacaktır. Bu siyasî eşitlik varsayımına göre oluşturulmuş olan merkezî Kıbrıs devleti Rumların kontrolüne otomatik olarak geçecektir; ayrıca, bazı azınlıklara da Parlamentoda yer ayrılacaktır. Türk Meclisindeki bu yapısal değişiklik, kuşkusuz merkezî devletin yapısına da yansıyacak ve orada bugün öngörülen sistem de işlemeyecektir.

Getirilmek istenen sistemin özü, 1960'ta kurulan başkanlık sisteminden farklıdır, birçok noktada bunun gerisine gitmektedir. Yönetim yetkisi altı kişilik bir konseye veriliyor, bunun ikisi Türk kesiminden olacaktır, bunlardan sadece birinin onayıyla başkanlık konseyi istediği kararı alacaktır. Şimdi, bu sisteme bakarak, Kıbrıs Türk Halkının haklarının eşitliğinden söz etmek, bunun tam korunduğunu söyleyebilmek mümkün müdür?!

Mesele bununla da kalmıyor, 1960 anlaşmalarına göre gerektiğinde Ada'ya tek taraflı müdahale imkânına sahip olan Türkiye'nin bu hakkı da sulandırılıyor. 1960 anlaşmaları, bu yeni koşullara uyduğu ölçüde uygulanacak. Ayrıca, Türklerin güvenliğini korumakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri hem azaltılacak hem de Ada'da belli yerlerde konuşlandırılmak zorunda kalacak.

Toprakla ilgili öneriler de başka bir olumsuzluk örneği oluşturuyor. Sayın Denktaş'a iki harita sunulmuş ve bunlardan birini kabul etmesi istenmiştir. Bu haritalardan birinde, Türkiye'nin stratejik menfaatları ve güvenliği açısından büyük önem taşıyan Karpas Burnu Rumlara bırakılıyor. Denktaş bunu kabul etmezse ikinci haritayı kabul etmek zorunda, orada da, Ada'nın kuzeyindeki en verimli toprakların bulunduğu Güzelyurt ve Magosa'nın geniş bölgeleri Rumlara veriliyor. Bu kesimde Kıbrıs'ın en büyük su kaynakları yer almaktadır. Bütün kuzeyin yeraltı su kaynaklarının yaklaşık yarısı buradadır. Kıbrıs tarımının can damarı olan portakal bahçeleri buradadır. Kıbrıslı Türklerin bütün bu bölgeleri terk etmeleri kaçınılmaz olacak. Plana göre, Barış Harekâtından sonra Türkiye'den Kıbrıs'a gidenlerin durumu daha da kötü olacak. Neticede çok sayıda insan, âdeta Ada'dan göç edecek.

İşte, taraflara sunulan ve bazılarının kaçınılmaz fırsat gibi takdim etmeye çalıştığı planın özü budur. Bütün bu nedenlerle Genel Sekreterin önerilerinde ciddî ve köklü değişikliklere ihtiyaç bulunmaktadır.

Hükümet Programına dönersek, orada bu plan hakkında ne deniliyor; aynen şöyle: "Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından yapılan barış planı olumlu karşılanmakla birlikte, hükümetimizce sorunun kalıcı bir biçimde çözümü için ulusal çıkarlarımız ve Kıbrıs Türklerinin Ada'daki varlığını ve güvenliğini garanti altına alacak bir müzakere süreci öngörülmektedir." Öyle anlaşılıyor ki, hükümet de, planın Kıbrıslı Türklerin varlığını ve egemenliğini teminat altına alacak bir nitelik taşımadığının farkındadır. Eğer böyle ise, bu planın olumlu karşılandığını nasıl söylersiniz?! Burada bir çelişki yok mu?! Hükümete yakışan tavır, Kıbrıs Türkleri için yeni ıstıraplar doğuracak bu planın bazı olumlu yönlerinin yanı sıra olumsuz yanlarını da açıkça ortaya çıkarmak, programda bunları da vurgulamak olmaz mıydı? Bu kadar hayatî bir konuda, üstelik, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarına da zarar verebilecek bir meselede cesaret gösteremeyecekseniz, bu cesareti nerede göstereceksiniz?!

Bir şey daha söyleyeyim: Uzun yıllardan beri tüm bu haksızlıklara karşı cesaretle mücadele eden insanlarımızı şahinlikle suçlamak, doğru ve insaflı bir yaklaşım değildir. Ülkemize, millî çıkarlarımıza, millî itibarımıza zarar verecek bütün davranışlara, bütün girişimlere karşı hepimiz şahin kesiliriz. (CHP sıralarından alkışlar) Bütün Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri şahin kesilir. Yurt içinde ve yurt dışında herkes bunu böyle bilsin. Bu gibi haksız ve insafsız davranışlara karşı sessiz kalamayız, kayıtsız kalamayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakın, halkımız neleri istiyor, özetleyelim: Gelir dağılımının adil paylaşılmasını istiyor, hastane kuyruklarında beklemeden insanca tedavi olmak istiyor, adaletin gecikmeden tecelli etmesini istiyor, yoksulluk sınırında veya yoksulluk sınırının altındaki aileler için ekonomik güvence istiyor, her yurttaşın sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmasını istiyor, emekli aylığını alırken kuyruklarda ölmemek istiyor, çocuklarının daha iyi eğitim ve öğretim hizmetine alınmasını istiyor ve en önemlisi, iş istiyor, çalışarak üretime katkıda bulunmak istiyor; akşam, çalıştığı işyerinden evine huzurla dönmek istiyor; gençler, yabancı elçiliklerin vize kuyruklarında umut aramak yerine, kendi ülkesinde, kendi geleceğine güvenle bakabilmek istiyor; kadınlar, her türlü baskıdan uzak, özgür, eşit, çağdaş bir toplum yaşamı içinde yer almak istiyor. Yani, özetle, insanımız, bu ülkede onurlu bir insan gibi yaşamak istiyor.

Gelin, iktidarı ve muhalefetiyle bu tabloyu Türkiye'de kuralım. Biz muhalefet olarak, bu bağlamda atacağınız her olumlu adımı destekleyeceğiz.

Halkımız, sadece bunları mı istiyor; elbette ki hayır. Seçim meydanlarından yeni geldik, halkımızın taleplerini kulağımıza küpe ettik. Halkımız, yolsuzlukların önlenmesini istiyor ve ayrıca, devleti soyanlardan da hesap sorulmasını istiyor; ancak, hesap sorarken, devletten, bankalardan çalınan paranın da son kuruşuna kadar geri alınmasını istiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Hiçbir çağdaş, demokratik ülkede olmayan ve yolsuzluklara âdeta kapı aralayan mevcut milletvekili dokunulmazlığının değiştirilmesini istiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Adı yolsuzluklara karışan bakanların ve milletvekillerinin adilce yargılanmasını istiyor; yani "yapanın yanına kâr kalır" anlayışının, artık, terk edilmesini istiyor, yargının bağımsız kalmasını istiyor.

Özetle, halkımız, kendisine hizmet eden bir devlet istiyor. Biz, seçim meydanlarında halkımıza söz verdik. İktidarda da olsak muhalefette de olsak bu taleplerin takipçisi olacağız. Bu söylemimizi, bu taahhüdümüzü bu kürsüden şu anda bir kez daha dile getiriyorum. Halkımıza söz veriyoruz, sizin taleplerinizin daima takipçisi olacağız. (CHP sıralarından alkışlar)

Hükümet programının başarılı olmasını diliyor, Yüce Meclisimizi ve Sayın Başkanımızı saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar; AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ederim.

Program üzerinde konuşma sırası Adalet ve Kalkınma Partisindedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi, program üzerinde üç konuşmacı tayin etmiştir; süreleri eşit olarak kullanacaklardır.

İlk konuşma hakkı Amasya Milletvekili Sayın Akif Gülle'ye, ikinci söz hakkı Mersin Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'a, üçüncü söz hakkı Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba'ya aittir.

Buyurun Sayın Gülle. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AKİF GÜLLE (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu adına, 58 inci hükümetimizin sosyal politikalarıyla alakalı görüşlerimizi belirtmek üzere huzurlarınızdayım; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3 Kasım 2002 tarihinden önce siyaset, ekonomi, toplumsal yaşamdaki ciddî problemler, insanımızın günlük hayatını ve geleceğe bakışını, maalesef, olumsuz yönde etkiledi. Bu nedenle, Türk Halkı, yeni ve taze anlayışı, kararlı, önünü ve geleceğini görebilen, ayakları yere basan, çağdaş bilgilerle donanmış, ufuk açıcı, gerçekçi program ve projelere sahip kadroların önünü açtı. Diğer taraftan, gelir dağılımındaki bozuklukları düzeltecek, yoksulluğu ortadan kaldıracak, toplumsal barışı temin edecek, kurumlar ile yurttaşlar arasındaki toplumsal güveni sağlayacak, bölgesinde ve tüm dünyada yeniliğin ve kalkınmanın öncüsü bir siyasî oluşumu iktidara taşıma arzusunda olan insanımız, 3 Kasımda tercihini AK Parti üzerinde yaptı ve AK Partiyi iktidara taşıdı.

Değerli milletvekilleri, bize göre, Türkiye'nin sorunları çözümsüz değildir; çünkü, Türkiye, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Milletimizin köklü ve zengin bir devlet geleneği vardır. Toplumsal yardımlaşma ve dayanışma hasleti önemli bir servetimizdir. İşte, bu büyük potansiyeli harekete geçirecek, halkımızı mutlu ve ülkemizi itibarlı kılmaya kararlı olan partimiz, siyaset sahnesindeki yerini -hepinizin bildiği gibi- 14 Ağustos 2001 tarihinde almıştı.

Partimizin hedefi, aynı coğrafya üzerinde, asırlardır, barış, dostluk ve kardeşlik içinde birlikte yaşayan, ortak bir kaderi paylaşan, sevinçleri, kederleri, kıvançları ortak olan tüm halkımızı kucaklamaktı. Bu anlayışla yola çıkan partimiz, toplumsal refah ve kalkınmanın sağlanması için ortak yaşam kıvancını besleyen, insanî temel değerlerin gelişmesine imkân veren ortamın tesisini bireysel ve toplumsal mutluluğun temeli saymıştı.

Değerli milletvekilleri, düşünce ve sanatın ihmal edildiği, bireyin kişiliği, özgürlüğü ve sağlığına, çevre ve doğanın korunmasına, kültür ve estetiğin gelişmesine gereken özenin gösterilmediği bir ortamda yaşam kalitesinden söz etmek elbette mümkün değildir.

Toplumsal refah ve kalkınmanın sağlanması kadar, birey ve toplum hayatını olumsuz etkileyen sosyal ve doğal çevre koşullarının da insanîleştirilmesi şarttır. Hayata, insana ve topluma bir bütün olarak bakmayan kalkınma modelleri, yapılan işlerin sosyal faydasını hesaba katmayan politikalar, insanı esas almadığı için mutluluk üretemiyor ve yaşam kalitesini de, maalesef, geliştiremiyor.

Teknolojik gelişmenin, herkese, durumunu ötekiyle mukayese imkânı verdiği günümüzde, küreselleşmenin yıkıcı etkisi, insanı bir tüketim aracına da dönüştürmektedir.

Bize göre, nitelikli bir hayat için üretilecek sosyal politikalarla maddî ve manevî dinamikleri birlikte ele alma zorunluluğu vardır.

Kentleşmeden sağlık kurumlarının idaresine, kültürel mekânların fonksiyonelliğinden çalışma barışına, eğitim yönetiminden trafiğe, spordan engelli vatandaşlarımızın üretim süreçlerine katılmasına kadar her alanda güleryüzlü bir yönetim, adaletin ve kalkınmanın dinamiğini oluşturacak ve yaşam kalitesini geliştirecektir.

Bu bütünlük içerisinde, kültürel dokunun, doğal kaynakların, çevrenin, yoksul ve kimsesizlerin korunması, sanat ve estetiğin geliştirilmesi, bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi; bakıma muhtaç yaşlılar, çocuklar ve işsizler için özel programların oluşturulması, engellilerin hayatlarını kolaylaştıracak yapısal önlemlerin alınması; sağlık ve sosyal güvenlik, trafik, spor, kentleşme, eğitimde fırsat eşitliği ve eğitimde kalitenin yükseltilmesi, gelir dağılımındaki bozuklukların giderilmesi, yolsuzlukla mücadele, yoksulluk ve işsizlikle mücadele, kadın ve gençlere yönelik programlar, bir ülkenin sosyal politikalarının temelini oluşturmak zorundadır. Sıraladığım bu özelliklerin, Hükümet Programında gereği gibi yer almış olmasını görmüş olmamızdan dolayı memnuniyetimizi bu noktada ifade etmek durumundayız.

Değerli milletvekilleri, eğitim, sağlık, konut, ulaşım ve benzeri sorumluluklar, ülkemizde, ailelere büyük yükler getirmektedir. Ailelerin, günlük ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekmesi, toplumun en temel direnç noktasının tehdit altında olduğunun açık bir işaretidir. Bize göre, ülkemizde, sosyal güvenlik, sosyal hizmet ve sosyal yardım politikalarının temelini Türk toplumunun dayanışmacı özelliği oluşturmaktadır. Bu dayanışmacı özellik, evrensel hizmet disiplinlerini dikkate alan, kamu ve sivil inisiyatif işbirliğini geliştirmeye imkân sağlayan yasal, idarî ve malî zeminlerin oluşturulmasıyla sosyal hizmet kalitesini de elbette artıracaktır.

Ekonomik ve sosyal ihtiyaç içerisinde olan kişi ve ailelere el uzatmak, toplumsal ve kamusal bir sorumluluktan öte, insanî ve aynı zamanda da vicdanî bir görevdir. Toplum ve devlet ilişkilerinde vicdanların yaralandığı en önemli alan birey ve ailenin kendisini güvensiz ve de çaresiz hissetmesidir. Özellikle, son yıllarda ülkemizin içine düştüğü ekonomik çöküntü, işsizlik, yoksulluk ve sefalet bu alanda telafisi pek de kolay olmayan büyük yaraların açılmasına, maalesef, sebebiyet vermiştir. Hükümetimizden ilk beklentimiz, bu alanlarda hiç vakit kaybetmeden acil tedbirlerin alınması ve kaderi, yoksulluk ve sefalet olmayan bu kitleleri rahatlatmasıdır; çünkü, bize göre, devlet, anayasal bir hak olan sosyal güvenliği herkes için sağlamak mecburiyetindedir. Hükümet Programında bu konuların öncelikli olarak yer aldığını, boş laflar değil, dolu dolu cümleler olarak yer aldığını da huzurlarınızda ifade etmek mecburiyetindeyim.

Değerli milletvekilleri, eğitim, ülkemizin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. Bu cümleden olarak, eğitimde temel hedefimiz, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmektir. Ülke sorunlarımızın kaynağı da çözümü de elbette eğitimin niteliğinden geçmektedir. Nüfusumuzun yüzde 52'sinin çocuk ve gençlerden oluşması ve dünyanın en genç ülkelerinden biri olmamız, eğitime öncelik vererek eğitimin niteliğini yükseltmemiz açısından büyük bir önem taşımaktadır. Eğitim sistemimiz, çocuk ve gençlerimizin gelecek kaygısının sebebi değil, güvenli bir geleceğin dayanağı olmalıdır. Çağımızda nitelikli işgücü ve rekabet edilebilir bir üretim, hiç şüphesiz, yetişmiş insan kaynaklarına bağlıdır.

BAŞKAN - Sayın Gülle, bir saniye...

Bakanlar Kurulu sıralarında bulunan değerli milletvekillerimiz, hem hatibi dinlemiyorsunuz hem sayın bakanları meşgul ediyorsunuz hem de dikkati dağıtıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Gülle, buyurun efendim.

AKİF GÜLLE (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nitelik ile istihdam ve üretim arasındaki ilişkilerin belirleyiciliği açıktır. İnsan kaynağını nitelikli kılmanın yolu ise hiç şüphesiz eğitimden geçmektedir. Mevcut eğitim sistemimiz, üretim ve istihdam süreçlerini ve meslekî formasyonu, bilginin kullanım alanını, maalesef, hesaba katmayan bir sistemdir. Okulöncesi eğitim, temel eğitim, ortaöğrenim ve yükseköğrenim, kademeli olmak üzere, amaçları, programları, uygulamalarıyla, ülkenin ve çağın ihtiyaçlarına bugün itibariyle cevap vermekten de uzaktır. Türk eğitim sisteminin temel zaafı, meslekî eğitime yeterince önem ve değer verilmemesinde, maalesef, odaklanmaktadır.

Genel lise eğiliminin, eğitim politikalarının temel karakteristiğini oluşturması, Türkiye'yi, meslekî formasyondan yoksun büyük bir gençlik örgüsüyle bugün yüz yüze bırakmıştır.

Ülkemizdeki ekonomik ve sosyal güvensizlik ortamı, özellikle, genç kuşakları oldukça ve derinden etkilemektedir.

Psikososyal sorunlara yol açan ve kimlik bunalımı olarak yansıyan güven sorunu ve gelecek kaygısı, gençlerimizi yurtdışı arayışlarına, maalesef, sevk etmekte ve de yöneltmektedir.

Toplumun mimarı olan öğretmenlerin ve eğitim yöneticilerinin çağdaş usullerle yetiştirilmesi, mevcutların ciddî bir hizmetiçi eğitim programına tabi tutulması, hiç şüphesiz, büyük önem taşımaktadır ve öyle inanıyoruz ki, hükümetimizin de öncelikleri arasında yer alacaktır.

Öğretme yerine öğrenmeye öncelik verilmeli, interaktif eğitim ağırlıklı olarak uygulanmalı, yaygın ve örgün eğitimin her aşamasında yeni bir model olarak e-eğitim yürürlüğe konulmalı, eğitimi belirli dönemlerle sınırlamak yerine yaşam boyu eğitim anlayışı benimsenmeli; yeni okul, bina ve tesisleri ile eğitim müfredatı, çağdaş beklentilere göre, lisan, bilgi işlem, araştırma laboratuvarlarına göre yeniden mutlaka tasarlanmalı, spor ve seçmeli derslere, elbette, oldukça ağırlık verilmeli.

Bugün için eğitim sistemimizin, toplumun ihtiyaç ve beklentilerini karşılayamadığını toplumumuzun bütün kesimleri kabul etmektedir. Sorun, sadece öğretmenlerin, okulların, okul idarelerinin başarısızlığı değil, sorun, bir sistem sorunudur. Eğitim niteliğinin düşük olması, ihtiyaçlara cevap üretecek bir eğitimin verilmemesi, toplumsal alanda demokratikleşmenin yerleşmesinden gelir dağılımı adaletsizliğine kadar geniş bir alanda, maalesef, çok büyük çöküntülere sebebiyet vermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplumsal barışın zedelendiği, gençlerin haksız rekabete maruz bırakıldığı, kişiliğinin baskı altına alındığı ilk yer, unutmayalım ki, okuldur. Çözüm, niteliği, üretimi ve sonuç almayı hedefleyen bir eğitim sistemine ülkemizin bir an önce geçmesidir.

Eğitim sistemiyle sürekli oynanması eğitimin niteliğini yok etmektedir. İlk ve orta öğrenimden üniversiteye kadar eğitim sisteminin ülke ihtiyaçlarına cevap vermediğini, az önce de ifade ettiğim gibi, herkes kabul etmektedir.

Yüksek Öğretim Kurulu, üniversitelerin özerk yapısını, bilimsel araştırmayı, üniversitenin kalifiye insan yetiştirme amacını yok etmiş, Kurul, üniversitelerin üzerinde bir asayiş ve denetim birimi haline, maalesef, gelmiştir.

Sosyal yaraların kaynağında yer alan işsizlik, kalifiye işgücü eksikliğiyle doğrudan etkilidir. Eğitimin nitelik zaafları yalnızca ekonomik sonuçları doğurmuyor, yaşamımızın -unutmayalım ki- bütün alanlarını, maalesef, içine alıyor.

Vatandaşlık bilincinin gelişmemesi, hukuk devletinin yerleşememesi, refah ve adaletin yaygınlaşamaması, toplumda suç potansiyelinin yükselmesi, ulusal barış ve güven zeminin oluşmaması, eğitimin toplum ihtiyaçlarına göre verilmeyişiyle yakından ilintili ve bağlantılıdır.

Değerli milletvekilleri, dünyanın her yerinde, sistemler, geleceklerini ve güvenlik alanlarını eğitim sistemiyle oluştururlar. Ülkemizdeki eğitim sisteminin sorunu ise, değişime açık olmaması, aksine, değişime karşı direnç oluşturmasıdır. Değişime karşı direncin, statükoda ısrarın, her alanda topluma ağır bedeller ödettiği yer, unutmayalım ki, eğitim sistemimizdir. Bunun için, dogmatik ve otoriter eğitim modellerinden bir an önce vazgeçmek zorundayız.

Şimdiye kadar, eğitim sorunları kendi zemininde, bilimsel gerçeklere uygun olarak tartışılmayıp, topluma biçim verme çabasına giren, buyurgan anlayışla sürdürüldüğünden, üretilen çözümler ve sisteme yapılan müdahaleler, çözüm yerine, maalesef, problem üretti.

Kısaca, toplumsal dokunun korunması, sosyal adaletin sağlanabilmesi ve herkesin öngörülebilir bir gelecek tasavvuruna sahip olması, her şeyden önce nitelikli bir eğitimden geçmektedir.

Hükümetimizden, sosyal politikalar kapsamında, eğitimde başarıyı mutlaka ödüllendirecek bir anlayışla, öğretmen ve araştırma görevlileri, öğretim üyeleri öncelikli olmak üzere, özlük haklarında iyileştirmeleri bir an önce, beklediğimizi huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.

Buna paralel olarak, eğitimin bütün kademelerinde, kimseyi mağdur etmeden, cumhuriyetimizin ve demokrasinin kazanımlarını evrensel değerlerle bütünleştiren, ülkenin kalkınma önceliklerine ve bilgi çağının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Eğitimde fırsat eşitliğini kaldıran, cinsiyet ayırımcılığına yol açan, nitelikten çok niceliğe, sonuç almaktan çok şekilciliğe odaklanan ve haksız rekabet yaratan uygulamalara da, hiç vakit kaybetmeden son verilmelidir. Hükümetimizin, eğitim politikalarında aynı anlayışları paylaştığını, Programın içerisinde görmüş olmamızdan dolayı da memnuniyetimizi, ayrıca, tekraren ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mensubu olmaktan onur duyduğumuz 22 nci Dönem Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu, muhalefetiyle iktidarıyla yeni bir dönemi başlatmak zorundadır. Bu dönemin en önemli özelliği, başarının ve doğrunun, nereden ve kimden gelirse gelsin, desteklenmesi, yanlış ve haksızlığın da, kimden ve nereden gelirse gelsin, mutlaka engellenmesi olmalıdır.

3 Kasım seçimlerinde, halkımız, geçmişe ait değerlendirme yapmış ve oylarını bu Meclise itibar kazandıracak şekilde kullanarak, güçlü bir iktidar ve güçlü bir muhalefet oluşturmuştur.

4 Kasım sabahı Türkiye'de yeni başlayan hayat, aşsızlara aş, işsizlere iş, kimsesizlere kimse olma umudunun önünü açmış, herkes ama herkes, bu Meclisin iktidarından ve muhalefetinden övgüyle söz etmeye başlamıştır.

Bu dönemin Parlamentosu, sorunları çözülmüş, yoksullukları giderilmiş, işsizleri iş bulmuş ve dünya milletleri arasında hak ettiği yere ulaşmış bir Türkiye'yi yakalayabilme potansiyeline sahiptir. Bunu yapabilirsek, itilmişliğin, kakılmışlığın pençesinde ezilmiş insanımızı hakkı olan şerefli ve haysiyetli yaşama seviyesine ulaştırabilirsek, hem iktidar hem de muhalefet için bundan daha büyük bir şeref olabilir mi?!

Sözlerimin sonunda, sayın hükümetimize başarılar diliyorum, Parlamentomuza başarılar diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim.(Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gülle, teşekkür ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşma, Mersin Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'a aittir.

Buyurun Sayın Fırat. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Mersin) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi, Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

58 inci Hükümetin Programı üzerinde, özellikle, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi konusunu işlemek üzere huzurunuzda bulunuyorum.

Hükümet Programını, Sayın Başbakanın sunuşu sırasında dikkatle dinledik ve ilk intibamız şu oldu: Her şeyin ötesinde, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak, halkımıza, bazı siyasî belgelerle taahhütlerde bulunmuştuk. Bu taahhütlerimiz, Partimizin programında, seçim beyannamemizde ve Acil Eylem Planımızda yer almıştı. Hükümet Programıyla, halkımıza sunmuş olduğumuz ve seçimlerde halkımızın güvenini istemiş olduğumuz programla bu üç siyasî belgenin örtüşüp örtüşmediğini dikkatle inceledik ve şunu gördük: Hakikaten, Hükümet Programımız, gerek partimizin programı, gerekse seçim beyannamemiz ve gerekse acil eylem planımızla tıpatıp uyuşmaktadır.

Bu, şunu gösteriyordu: Halkımıza vermiş olduğumuz sözün hayata geçirileceğinin ve geçirmekte azimli olduğumuzun kesin deliliydi. Burada, dolayısıyla, hükümetimize, bu konuda, özellikle teşekkür etmek istiyoruz. Bu üç siyasî belgemizde de, girişlerinde, çok detaylı olarak bir konunun incelendiğini ve öncelik verildiğini görüyoruz. Türkiye'de optimal bir demokrasinin yakalanması, temel hak ve özgürlüklerde dünya standartlarının yakalanması ve artık, bir hukuk devleti oluşumunun ötesinde, hukukun üstünlüğünün var olmasının savaşımını veren bir siyasî partiydik ve bunlara öncelik veriyorduk.

Sayın Baykal'ın biraz önce üzerinde durduğu, hakikaten, önceliğimiz, halkımıza vermiş olduğumuz söz, yolsuzluk ve yoksulluğun önlenmesiydi. Ancak, yoksulluk ve yolsuzluğun önlenmesinin temel niteliklerinden biri, bunlarla mücadelenin temel nedenlerinden biri, argümanlarından biri, hiç unutulmaması lazım gelir ki, demokrasidir, insan haklarıdır ve hukukun üstünlüğüdür. Eğer, bunlar yok ise, yoksulluğu ve yolsuzluğu önleyebilmek mümkün olamaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üzerinde ısrarla durulması gereken şey şudur: Çok uzun bir süredir, Türkiye, Türk halkı bir ikilemle karşı karşıya bırakılmıştır; özellikle jakoben ve elitist bir idareci kesim tarafından, halkımıza, ekmek mi yaşam hakkı mı veya insan hakları mı demokrasi mi ikilemi geti-rilmiştir. Artık, insanlarımız şunun farkına varmıştır ki, bu ikilemle bir noktaya varabilmek mümkün değildir. Ekmek, özgürlük ve demokrasi; neden üçü bir arada olmasın?! Zaten ikisi olmadan, özgürlük ve demokrasi olmadan, hukukun üstünlüğü tesis edilmeden yolsuzluğun önlenemeyeceğini geçmişten görüyoruz. Sayın Baykal da bu konuda bayağı şikâyetçi, hepimiz de şi-kâyetçiyiz. Ancak, çözüm demokraside, çözüm insan haklarında, çözüm hukukun üstünlüğünde.

Özetler isek, bu programın temelinde şunu gördük; girişinde, özellikle ilk 20-30 sayfasında şu sözü veriyor hükümet bize: Özgür, özerk, eşit bireylerden oluşan, bilgilendirilmiş, özgür halkın, hukukun egemenliği altında, sivil toplumun, özgürlükçülüğe, çoğulculuğa ve katılımcılığa yaslanan normlarına göre, özgür halk tarafından, özgürce yönetilmesini taahhüt ediyor bize. Bu, bence çok önemli, altı çizilmesi gereken bir konu. Demokrasinin ve AK Partinin odağında, hak ve özgürlüklerle donatılmış, özgür ve özerk bireyin olduğunu tescil ediyor bu Hükümet Programı. Eğer, odağa insanımızı alır isek, Türk halkını, Türk ferdini alır isek, çözümler daha kolaylaşacaktır kanısındayım.

Sayın Baykal'ın konuşmasının girişinde yapmış olduğu, iki konuda, Adalet ve Kalkınma Partisine yönelik eleştirisini anlamak mümkün olmadı. Özellikle sosyaldemokrat bir parti yapısı içerisinde olan Cumhuriyet Halk Partisini, özellikle insan hak ve özgürlüklerini parantez içerisine almış, demokrasiyi olmazsa olmaz kabul etmeyen 1982 Anayasasının savunucusu halinde görmek beni üzmüştür. (AK Parti sıralarından alkışlar) Anayasalar toplumsal konsensüsü gerektirir; çünkü, toplumsal kontratlardır. Ancak, 1982 Anayasasını yapan Danışma Meclisinin üyeleri, millî iradeyle bu sıralara oturarak, bu toplum adına bir anayasa yapmamışlardır; bir otoriter iradenin buraya tayin etmiş olduğu insanların düzenlemiş olduğu bir anayasadır ve parantezlerle doludur. İnsan hak ve özgürlükleri ötelenmiştir. Demokrasi şekil olarak vardır, içi boşaltılmıştır.

Evet, şu söylenebilir; yüzde 93'le, büyük bir çoğunlukla kabul edilmiş bir anayasadır denilebilir. Şekil olarak doğrudur; ancak, içerik olarak doğru değildir; zira, o günkü oylamayı, halkoylamasını hatırlarsak, o Anayasa hakkında karşıt görüş belirtmek suçtu, onu beğenmedim veya şu noktası yanlıştır demek cezayı gerektiriyordu.

Aynı şekilde, oy zarflarının şeffaf olduğunu unutmamak gerekir; yani, kabul oyu mu ret oyu mu kullanıldığı görülen bir zarfla yapılan oylamanın, gizlilik esasına uygun bir oylama olmadığını zihinlerimizden silmemiz mümkün değildir.

Kaldı ki, büyük bir çelişki daha vardır kendi içerisinde: Yalnız Anayasa oylanmamıştır, aynı oylamayla, bir devlet başkanı, bir cumhurbaşkanı seçimi de ortaya getirilmiştir. Seçim nedir; seçim, en az iki kişinin yarışması demektir. Tek bir kişinin oylamaya sunulmasının demokratik olduğunu söyleyebilmek mümkün değil bence. O zaman, eğer, bu toplum Anayasaya "evet" demişse Devlet Başkanı, Devlet Başkanına "evet" demişse Anayasa boşluktadır.

Anayasalar kutsal kitaplar değildir, her zaman değişebilir. Zaten, değişmesini, o süreç içerisinde, 1982'den bugüne kadar, en az altı kez değiştirerek göstermiş bu irade ve halen de değiştirilmesi gerektiğini, birçok maddesinin değiştirilmesi gerektiğini de ifade ediyoruz, mutabıkız bu konuda.

Peki, o zaman, biz, Anayasayı yeniden yapalım dediğimiz zaman, biz bunu AK Parti çoğunluğuna güvenerek yapmıyoruz; onun bir devamı var, bu Meclisin içerisindeki Muhalefet Partisi, bu Meclisin dışarısındaki muhalefet partileri, sivil toplum kuruluş örgütleri, toplumun çeşitli katmanlarıyla bir araya gelerek, bir Anayasa yapılması gereklidir diyoruz. Buna hayır demenin sebeplerini anlayabilmek bence mümkün değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İkinci konu dokunulmazlık: Evet, bizim programımızda dokunulmazlık konusu ele alınmıştır ve dokunulmazlığın sınırlandırılması programımız gereğidir. Ancak, dokunulmazlığı yalnız Parlamento seviyesinde düşünebilmek veya bunu öne sürmek de popülizmin ötesine geçemez; çünkü, şu Anayasa incelendiği zaman, Türkiye'de mevcut 2 750 000 civarındaki kamu görevlisinin dokunulmaz olduğunu görüyoruz; Anayasanın ilgili maddesi, Memurin Muhakematı Hakkında Yasa... Hâkimler ve Savcılar Yasasını inceleyin; hâkimlere dokunamazsınız, belli bir prosedüre tabidir; güvenlik güçleri, aynı şekilde dokunulmazlıkları vardır; askerler, dokunabilmek mümkün mü?

Biz diyoruz ki, herkes, bir hukuk devleti içerisinde, hukuk güvencesi altında yargılanabilmelidir, bu bir şereftir.(AK Parti sıralarından alkışlar) Ancak, yalnız halkın temsilcilerinin dokunulmazlığını ortaya koyabilmek bence popülizmin ötesine geçmez. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bugün, yalnız Afrika'da, Gabon'da bir Memurin Muhakemat Yasası vardır. Artık modern dünyada bunlar yok. Gelin, hep birlikte, 2 750 000 memurun yargılanmasının önünü açalım; gelin, olağanüstü bölgelerde yaşayan kamu görevlilerinin yargılanmasının önündeki engelleri açalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ha, bunların tümünü sağlayalım; hakikaten o gün Parlamentonun, bir hukuk devleti içerisinde, emin bir hukuk devleti içerisinde adil bir yargılanmaya hazır olduğunu, AK Partinin de buna evet diyeceğini kesinlikle belirtmek istiyorum.

ABDULKADİR ATEŞ (Gaziantep)- Gelin, örnek olalım.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla)- Değerli arkadaşlar, dokunulmazlığın ötesinde, bir de Türkiye'de dokunulmazlar var. Dokunulmazlık, yasalardan ve Anayasadan gelen bir ayrıcalık; ama, Türkiye'de belli bir kesime, ellerinde bulundurdukları ekonomik ve medya gücünden dolayı dokunulamıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunların yasada yeri yok. İşte, bu Meclisin görevi, önce bu dokunulmazların dokunulmazlıklarını kaldırmaktır. Ondan sonra, söylediğim, devlet erkinin içerisinde yer almış olan insanların dokunulmazlıklarının da bu Anayasa içerisinde yeniden gözden geçirilmesi gerekir; onun yanında olmaya biz hazırız.

Biz kimseyi korumuyoruz. Eğer, korumak iddiasında olsaydık, 21 inci Dönem Meclisi erken seçim kararı aldıktan sonra, erken seçimin ertelenmesinde, Adalet ve Kalkınma Partisine sunulmak istenen siyasî rüşvetlere evet der ve Genel Başkanımızın milletvekili ve başbakan olması için gerekli olan değişikliklere, seçimin ertelenmesi uğruna evet diyebilirdik; ama, yapmadık bunu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bugün Genel Başkanımız milletvekili değildir, dokunulmazlığı yoktur ve hakikaten, sizin biraz önce belirtmiş olduğunuz o Kasımpaşalılık özelliklerini halen devam ettirebilmektedir ve yargılanmaya açık olan bir kişidir.  (AK Parti sıralarından alkışlar)

O bakımdan, bizim, dokunulmazlığın, dokunulmazlık zırhının arkasına sığınma gibi bir çabamız yok. Eylem planımız içerisinde, yani, bir yıllık eylem planımız içerisinde, bu, yer almamıştır; ancak, 22 nci Dönem Meclis, AK Partinin de önderliği içerisinde, bu sınırlamaya gidecektir. Bu, taahhütlerimiz arasındadır ve taahhütlerimizi yerine getirmek de bizim görevimizdir, boynumuzun borcudur halkımıza karşı.

Halkımıza güvenmek durumundayız. Halkımızın kısıtlanmış olan özgürlüklerini, şu veya bu kuruma veya şu birliğe gireceğiz diye değil, insanımız hak ettiği için, insanımızın hakkı olduğu için, modern dünyadaki insanların özgürlükleriyle eşit bir özgürlüğe getirme ve rejimi de dünyada en üst seviyedeki, optimum noktadaki demokrasiyi yakalamak yönünde çabalarımızı sürdüreceğiz.

Biz, toplumumuzun, ekmeği ve özgürlüğü konusunda bir ikilem içerisinde yaşamasına son vereceğiz. 58 inci Hükümetimizin Programının temelinde de bu yatmaktadır. Yani, kısacası, biz, insanlarımızın mutlu ve kardeşçe yaşamasını istiyoruz. Şairin dediği gibi "bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine" bu toplumun mutlu ve müreffeh yaşamasını sağlamaktır amacımız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Fırat, çok teşekkür ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına üçüncü konuşma, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba'ya aittir.

Sayın Açba, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Hükümet Programı üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hükümet Programımızın, daha çok ekonomik nitelikli bölümleriyle ilgili bazı genel değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Ülkemizin, genç ve dinamik nüfusu, zengin doğal kaynakları, girişimci ruhlu insanları, tarihî ve tabiî güzellikleri ve jeostratejik konumuyla büyük bir ekonomik kalkınma potansiyeline sahip bir ülke olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak, bugüne kadar, cumhuriyet döneminde uygulanan ekonomik ve malî politikalar çerçevesinde, maalesef, hep popülist zeminde politika yapılması, belli kesimlerin menfaatlarına odaklanan bir politikanın seçilmesi, fayda-maliyet analizlerini içermemesi ve sosyal yansımaları gözardı etmesi, ekonomik politikaların hep devletçi zeminde gelişmesi, tekelci nitelikli olması ve rekabete açık olmaması sonucu, âdeta, ekonomik politikaların, ekonomik sorunlar üreten mekanizmalar haline dönüştüğünü hep beraber görüyoruz.

79 yılda 58 hükümetin kurulmuş olması ve her 14 aya bir hükümetin düşmesi sonucu ortaya çıkan siyasal istikrarsızlıkların, ekonomideki olumsuzlukları besleyen en önemli etkenlerden biri olduğunu da açıkça ifade etmemiz gerekiyor.

Ülkemizde, demokrasi ve insan hakları standartlarının çağdaş dünyanın çok gerisinde kalması, baskıcı ve kanun devleti anlayışı çerçevesinde, toplum fertlerinin kabiliyetlerinden faydalanılamaması, yine, ekonomik kalkınmamızı etkileyen en önemli unsurlardan biri olmuştur.

Siyasal iktidarların ekonomik faaliyetlerinin nihaî amacı, insanların yaşam kalitesini artırmaktır, onların refah ve mutluluğunu artırmaktır; ama, ülkemizde uygulanan ekonomik politikalar sonucunda insanımızın yaşam kalitesinin artmadığını, refah ve mutluluğun artmadığını, gerçekten, uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, cumhuriyet döneminde, ciddî bir ekonomik çöküntü içinde, halkımızın ağırlıklı bir kesiminin, maalesef, mutsuz olduğunu, ekonomik sıkıntılar içinde hayatlarını idame ettirdiklerini hepimiz görüyoruz.

Bugün, toplumun en önemli problemi deyince, aklımıza, açlık ve fakirlik geliyor. Gerçekten, Türkiye'de, son hükümet döneminde uygulanan ekonomik politikalar sonucunda, toplumun tamamıyla açlıkla karşı karşıya kaldığını, yüzde 15'e ulaşan bir kitlenin, maalesef, açlık sınırının altında kaldığını hepimiz biliyoruz. Fakirlik problemi de, yoksulluk problemi de, gerçekten, bütün boyutlarıyla, ağırlıklı bir biçimde, kitlelerin ağırlıklı bir sorunu olarak devam ediyor.

Diğer taraftan, yanlış finansman politikaları sonucunda ve sağlam finansman kaynaklarının kullanılmaması, kolay finansman kaynaklarının siyasî yönetimler tarafından tercih edilmesi suretiyle, büyük bir borç batağıyla, büyük bir faiz batağıyla karşı karşıya olduğumuzu ve Türkiye'nin en öncelikli problemlerinden birisinin bu olduğunu da yine hepimiz biliyoruz.

Tabiî, bu bağlamda, ekonomik ve malî alandaki bu yanlışlıkların sonucunda, ekonomik krizlerin, sürekli olarak, ekonomide eksik olmadığını, enflasyonun süreklilik arz ettiğini, sonuçta, yine, işsizliğin büyük boyutlara ulaştığını, bilhassa son hükümet döneminde de ciddî anlamda bir işsizlik probleminin çok ileri boyutlara taşındığını ve toplumu tehdit eder noktaya, âdeta, sosyal barışı dinamitleyecek noktaya gelmiş olduğunu da, yine hepimiz biliyoruz.

Hayat pahalılığı ve enflasyon da, yine, önceliklerimiz arasında. Rüşvet ve yolsuzluklarla bütünleşmiş olan bir kamu yönetimiyle de hep beraber karşı karşıyayız.

Diğer taraftan, hantal, merkeziyetçi bir yapı içinde, kaynakların da sağlıklı bir biçimde kullanılamadığını, büyük kaynak israfıyla ülkenin idare edilmekte olduğunu, yine, hepimiz görüyoruz. Bunlar Türkiye'nin hayatî konularıdır ve siyasî yönetimlerin gözardı edemeyecekleri öncelikleridir; dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin de öncelikli konuları arasında yer almaktadır.

Biz, AK Parti olarak, ekonomi yönetiminin ortaya çıkardığı uygulamaların sosyal yansımalarının da birlikte değerlendirilmesi gerektiğinin, sosyal politikaların çok önem arz ettiğinin altını çizmek istiyoruz. Gerçekten, sosyal politikalar -biraz önce de ifade ettiğim gibi, bilhassa gelir dağılımındaki ciddî anlamda bozukluklar- Türkiye'de sosyal barışı tehdit eder hale gelmiştir. Gelirin belli ellerde toplanması, sanayi mülkiyetinde ciddî anlamda temerküzleşme, büyük sermaye gruplarının tekelci, oligopol piyasalar içinde boy göstermesi, gerçekten, ülke kaynaklarının yanlış yöne yönlendirilmesi ve siyaset üzerinde de bir egemenliğin, bir hükümranlığın ortaya çıkması gibi bir tehlikeyle, hâlâ karşı karşıyayız.

58 inci hükümetin hareket noktası, merkezî idarenin yeniden yapılanması ve sürmenaj hale gelmiş olan, hantal, merkeziyetçi yapıdan uzak bir mekanizmanın tesisidir. Bununla ilgili olarak adımlar atılmıştır; bakanlıkların sayısının azaltılması suretiyle, merkezî idarede yeniden yapılanma suretiyle ilk adımlar atılmıştır. Ancak, bu adımların yeterli olmadığını düşünüyoruz. Bakanlıkların görev tanımlarının da net bir şekilde yapılması suretiyle, daha ileri adımları da önümüzdeki günlerde atacağımızı açıkça ifade ediyoruz.

Ancak, merkezî idarede yeniden yapılanma ve hantal merkeziyetçi idarî yapının çözülmesi açısından AK Partinin önemle üzerinde durduğu bir konu; uzun yıllardır bütün siyasî iktidarların gündeminde olan, hatta, komisyonlarda görüşülüp Genel Kurula kadar indirilen mahallî idareler reformu noktasında bugüne kadar hiçbir adım atılmadığını görüyoruz; ama, hazırladığımız eylem planı çerçevesinde, yakın bir gelecekte, mahallî idareler reformunu sağlamak suretiyle bu alanda ülkede ilkel demokrasinin gerçek anlamda demokrasiye dönüşmesi açısından, yerel demokrasinin en önemli kaynakları olan mahallî idareler reformunu sağlamakla ilgili olarak önemli adımları atacağımızı da yine açıkça ifade etmemiz gerekiyor.

Türkiye insanı, gücü hep merkezde tutan, kaynağı hep merkezde tutan, yetkiyi hep merkezde tutan, tekelci ve baskıcı bir yönetim sergileyen, sürekli popülist olan, şeffaf olmayan siyasal yönetimlere bugüne kadar tanık olmuştur; ancak, şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla, tek başına iktidarla, bu devran sona ermektedir. Artık, merkezdeki güç ve yetki, merkezdeki kaynak, ademi merkeziyetçi uygulamalarla halkımızla paylaşılacaktır. Kamu yönetimine şeffaf, katılımcı ve demokratik bir yönetim anlayışı hâkim olacaktır. Bu yeni anlayışı, Hükümet Programımızın, parti programımızın, seçim beyannamemizin satır aralarında görmemiz mümkündür.

Merkezî idarenin yeniden yapılanması, mahallî idareler reformu kaynakların etkin kullanılabileceği bir ortam hazırladığı için bunun yansıması devlet harcamalarının azalması demektir veya diğer bir ifadeyle, mevcut kaynaklarla daha fazla hizmet yapılabilmesi demektir.

Türkiye ekonomisi, yanlış kamusal finansman yöntemleriyle -biraz önce ifade ettiğim gibi- bugün ağır bir borç bunalımı içindedir, âdeta, Düyunu Umumiye döneminin şartlarını yaşamaktayız; bu sorun aşılmadan enflasyonu yenmek, işsizliği yenmek, fakirliği yenmek mümkün değildir. Türkiye, maalesef, 1984'ten beri uygulanan finansman politikaları... Kamu finansman politikalarında hâkim olan unsur, kolay bir finansman yöntemi olması nedeniyle, borçlanma olmuştur. Siyasî iktidarlar, hiçbir kaygı duymaksızın, borçlanma mekanizmasını, iç ve dış borç enstrümanlarını, maalesef, sorumsuz bir şekilde kullanmışlardır. Bunun sonucunda, gerçekten, toplum ciddî bir faturayla karşı karşıya kalmıştır.

Sorumsuz bir şekilde borçlanma politikalarının uygulanması sonucunda, çok yüksek bedellerde faiz ödenmesi nedeniyle, Türkiye, âdeta, sıcakpara cenneti haline gelmiştir; dışarıdan, ciddî anlamda, bazı yollardan 15 milyar dolara kadar varan sıcakpara akımlarıyla, gerçekten, Türkiye ekonomisinin altına, her an patlamaya hazır bombalar her an konulmuştur ve istikrar programları çerçevesinde, en son uygulanan istikrar programı çerçevesinde, maalesef, bu bombaların patladığını ve Türkiye'nin, bütün ekonomi kesimleriyle birlikte ağır bir ekonomik krizin içine girdiğine hep beraber tanık olmuş bulunuyoruz. Türkiye, 1984'ten beri, maalesef, her yıl, neredeyse yüzde 40'lara varan reel faizlerle bir borçlanma politikası izlemiştir. Hiçbir ekonominin, çoğu yıllarda sürekli yüzde 40'larda devam eden reel faizlere dayanması mümkün değildir. Bunun sonucu gelir dağılımının bozulması olmuştur, bunun sonucu açlık sınırının altında büyük kitlelerin kalması olmuştur, bunun sonucu fakirlik olmuştur, bunun sonucu iktisadî sektörlerin bir bir çökmesi, geniş anlamda ekonomiye durgunluğun hâkim olması olmuştur. Ekonomi, bu uygulamalar çerçevesinde, maalesef, üretimden uzaklaştırılmıştır. Türkiye ekonomisi, 1984'ten itibaren her geçen yıl üretimden uzaklaştırılmak suretiyle, maalesef, ranta yöneltilmiştir, tamamıyla spekülatif alana yöneltilmiştir. Devletin kaynaklarının bu alana aktarılması sonucunda, diğer iktisadî sektörler de ciddî anlamda zarar görmüş, bir taraftan da sosyal boyutta çok büyük tehlikeler ortaya çıkmıştır.

Bütçeden yüklü faiz transferleri, bir bakıma, ülkemizdeki fakirleşmenin en önemli nedenidir. Bütçeden yüklü faiz transferlerinin, bir bakıma, Türkiye ekonomisinin diğer ülkeler nezdinde denetim altına alınması ve uluslararası finans kurumlarının denetimi altına girmesi şeklinde bir sonuç doğurmuş olduğunu yine açıkça ifade edebiliriz. 1995-2002 döneminde bütçeden transfer edilen faiz miktarı, maalesef, 184 milyar dolara ulaşmıştır. 2003 yılında da, en son hükümetin hazırlamış olduğu bütçe tasarısına baktığımızda, 66 katrilyon liralık bir faiz yükü vardır; ki, neredeyse her vatandaşımız 1 milyar liralık bir faiz yüküyle karşı karşıyadır. Faiz karşısında, maalesef, bu ülkenin vergileri tükenmiştir; artık, vergilerin dışında diğer devlet gelirleri de faize ödenir hale gelmiştir. Örneğin, 1997 yılında 100 liralık verginin 48 lirası faize giderken, maalesef, 2001 yılında 100 liralık vergi karşısında 108 lira faiz ödenir hale gelinmiştir ve en son yılın tablosu da bundan farklı değildir.

Vatandaşın ödediği vergilerin hizmete yansımaması, ona hizmet olarak gelmemesi, bir bakıma, vatandaşın, devlete, siyasî iktidarlara karşı güvenini de gittikçe azaltmıştır ve bu çerçevede, vergi ödeme bilinci de ciddî anlamda körelmiştir. Vergi ödeme bilincini körelten diğer unsurlar da hepinizin bildiği gibi, Türkiye'nin malî sistemindeki, bilhassa bankalar sistemindeki vurgunlardır, bankaların içinin boşaltılmasıdır; tabiî bu, siyasetçi, bürokrat ve bankacının işbirliği çerçevesinde gerçekleşmiştir. Maalesef, yine bankaların hortumlanmasında millî iradeyi by-pass eden bazı kesimlerin de görev aldığını hepimiz biliyoruz. Siyasî yozlaşma sonucu, büyük sermaye kesimlerinin güdümündeki siyaset çoğu dönemlerde hükümran olmuş, siyasetçi, bürokrat, bankacı işbirliğiyle bankaların içi boşaltılmıştır.

Diğer taraftan, siyasetçi, bankacı, bürokrat üçgeninde kamu bankalarından alınan krediler, geri dönmeyen donmuş krediler olarak karşımıza çıkmış, bir de buna gizli bütçe açıkları dediğimiz kamu bankalarının görev zararları ilave edilince, malî sistem tamamiyle çökertilmiştir.

Şimdi hükümetimize düşen en önemli görev, ekonomi yönetimini çok başlılıktan kurtarmaktır, tek çatı altına toplamaktır; bunun adımları atılmıştır, yeni adımlarla bu adımlar güçlendirilecektir. Kamu borç stoku -2001 yılı sonu itibariyle- gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 93'ü gibi yüksek bir düzeye çıkmıştır; Maastricht Kriterlerine göre düşündüğümüzde, yüzde 60'lık sınırı geçmemesi gerekmektedir.

Güçlü ekonomiye geçiş programının mimarlarının da, maalesef, kamu borç stoklarıyla ilgili olarak, diğer makroekonomik göstergelerle ilgili olarak vermiş oldukları hedeflerden çok ciddî anlamda sapmış olduklarını, etkili bir ekonomik performans sergilemediklerini de yine hepimiz biliyoruz.

Bu kısır döngünün kırılabilmesi için, biz, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak, kamu açıklarının başlıca nedenleri olan cari harcamalardaki yüksek artış, kısa vadeli yüksek reel faizli borçlanma, verimsiz ve hantal kamu idaresi, kamuda istihdam fazlası, kamu harcamalarındaki savurganlık, yolsuzluklar ve kamu hizmetlerinin maliyetlerinin yüksekliği, yüksek maliyetli çalışan KİT'ler, aktuaryel dengeleri bozulmuş olan sosyal güvenlik kurumları, rasyonel olmayan teşvik, sübvansiyon politikaları gibi konuları bir masaya yatırmak ve etkin tedbirler almak suretiyle bunun üstesinden geleceğimizin mesajını, programımızda, seçim beyannamemizde ve Hükümet Programımızda da arz etmiş bulunuyoruz.

Tabiî, sadece bunun yapılmasının yeterli olduğunu düşünmüyoruz. Bunun yanısıra, gelirler politikamızın, kamu harcamaları politikamızın etkin bir borç yönetimi politikasıyla desteklenmek suretiyle, Türkiye'nin bu kısır döngüden  çıkacağı inancındayız. Madencilik sektöründe, turizm sektöründe, tarım sektöründe, öngördüğümüz çeşitli atılımlar çerçevesinde, bu kısır döngünün aşılacağı inancındayız.

Hepimizin ortak görüşü, ekonomi yönetiminde en önemli unsurun güven olduğudur. Tek başına işbaşına gelen ve halkın güvenini kazanan bir hükümetin görevde olmasının, bir bakıma, hükümetin kurulduğu bugünden, hatta seçimlerden itibaren, iktisadî hayatı rahatlatmış olduğunu hepimiz biliyoruz. Halkın güvendiği bir yönetimin ve uyumlu ve rasyonel hareket eden bir muhalefetin varlığının, yeni dönemin en önemli kazancı olduğunu düşünüyoruz.

Sürdürülebilir borç yapısı için olumlu bir ortamın da oluştuğunu düşünüyoruz. Yüzde 75'lerdeki faiz oranlarının yüzde 50'lere düşmüş olmasının da önemli bir kazanım olduğunu düşünüyoruz.

Hatırlarsınız, Mayıs 2002'de, faizler yüzde 53, dolar 1 370 000 lira, Ulusal 100-Endeksi 11 400 civarındayken, başbakanın rahatsızlığı, diğer taraftan hükümet ortakları arasındaki ciddî anlaşmazlık, bilhassa Avrupa Birliği konusundaki ciddî tartışmalar, ekonomide ciddî anlamda bir belirsizlik ortamının doğmasına neden olmuş, faiz oranları yüzde 75'e yükselmiş ve dolar da 1 600 000 lirayı geçmişti. Bunun, iki aylık dönem içinde gerçekleştiğini biliyoruz; ama, iki aylık dönemin faturasının, neredeyse, Türk malî yönetimine 14 milyar dolar civarında olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Sadece içborçlar açısından düşündüğümüzde, dolardaki ve faizlerdeki bu artışlar nedeniyle, bilhassa dolardaki artışlar nedeniyle, içborçlarımızdaki yansımasının 5,5 katrilyon civarında olduğunu düşünürsek, gerçekten şu andaki durumumuzun ne kadar olumlu bir konumda seyrettiğini ve etkili ekonomi politikalarıyla, etkili para politikalarıyla, etkili kur politikalarıyla bunun daha ileri seviyelere çıkarılacağını da yine açıkça ifade etmemiz gerekiyor.

Hükümet Programının hayırlı olmasını temenni ediyorum ve bütün değerli milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Açba, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, Sayın Genel Başkanımızın yaptığı konuşmayla ilgili bir düzeltme hakkı istiyoruz; Grup adına bu hakkı istiyoruz.

Sayın Dengir Mir Fırat'ın konuşmasında, Sayın Genel Başkanımızın konuşması farklı şekilde değerlendirilmiş ve yansıtılmıştır. Bu konuda, lütfederseniz, Grubumuz adına Sayın Önder Sav bir açıklamada bulunacaktır.

BAŞKAN - Sayın Özyürek, Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ı dikkatle izledim; Sayın Baykal'a atfen, onun sözlerini nezaketli biçimde eleştirdi. Sataşma veya sözlerini yanlış şekilde tevil etmeyi görmedim; dolayısıyla, 69 uncu madde kapsamına giren bir keyfiyet olmadığına inanıyorum.

Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - 1982 Anayasasıyla ilgili çok farklı ve yanlış bir değerlendirme oldu Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Baykal kendi düşüncelerini ifade ettiler, Sayın Fırat da kendi düşüncelerini özenli biçimde ifade ettiler.

Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına konuşmalar bitirilmiştir.

Şimdi, kişisel konuşmalara geçiyoruz.

Birinci söz hakkı, Diyarbakır Milletvekili Sayın İhsan Arslan'dayken, Sayın Arslan, söz hakkını Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli'ye devretmiştir.

Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 58 inci hükümetin programı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Programda yer alan ekonomik görüş ve taahhütlerin, esasında, milletimizin görüş ve taleplerini içerdiğinin öncelikli olarak belirtilmesi gerekir. Milletimiz, AK Partiyi büyük çoğunlukla iktidara taşımakla, ekonomide istikrarın sağlanması yanında, büyümenin gerçekleştirilmesi, istihdam imkânlarının iyileştirilmesi, fakirlikle mücadele edilmesi ve gelir dağılımının düzeltilmesi gerektiği yolundaki iradesini ortaya koymuştur. Kısacası, millet, çok net mesajlar vermiştir.

Milletimiz, enflasyonla mücadele adı altında, üretimin azaltılmasına yol açacak politikalar uygulanmasına karşı çıkmaktadır. Milletimiz, bir an önce işsizlik problemine çözüm bulunmasını istemektedir. Milletimiz, ticaretin canlandırılmasını, tarımın desteklenmesini arzu etmektedir. Özetle, milletimiz, refah seviyesinin yükseltilmesini istemektedir. Bu mesaj, hükümet tarafından doğru bir şekilde algılanmış ve bugün görüşmesi yapılan programa yansıtılmıştır.

Hükümetimizin, programda ifade ettiği adımları atacağından hiç kimsenin kuşkusu bulunmamaktadır. Bu anlamda, hükümet de milletin taleplerini programına yansıtarak, üzerine düşeni yapmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletimizin ve hükümetimizin dışında, görevini ve üzerine düşeni yapması gerekenler de bulunmaktadır. Örneğin Merkez Bankası da, bu iradeye uygun hareket etmek ve politika üretmek durumundadır.

Bugünlerde, piyasaların hükümetimize olan güven ve desteğinin sonucu olarak, faiz oranlarının yanında döviz fiyatının da düştüğünü biliyor ve görüyoruz. Bu gelişme, dövizin fiyat istikrarını bozabilecek ve ihracatımızı olumsuz yönde etkileyebilecektir. Diğer taraftan, dövizdeki düşüş dış talebi ve ithalatı kamçılayarak, cari işlemler açığının büyümesine yol açabilecektir. Enflasyon oranından bağımsız bir kur politikası düşünülemez. Merkez Bankası, bağımsızlığının arkasına sığınarak ve enflasyon hedeflemesi politikasını gerekçe göstererek, döviz fiyatında istikrarsızlığa ve Türk Lirasında aşırı değerlenmeye müsaade edemez, etmemelidir. Merkez Bankası, 2001 Şubat krizindeki büyük katkısını ve bu krizin nedenlerini hiçbir zaman unutmamalıdır. Sadece toplam talebin azaltılması, kısılması ve döviz fiyatının baskı altına alınmasıyla enflasyonla mücadelede başarı elde edilemez. Bu şekilde enflasyon oranlarında geçici düşüşler elde edilebilir; ancak, yakın geçmişte görüldüğü gibi bu düşüşler kesinlikle kalıcı değildir. Merkez Bankası, bu gerçekleri de hiçbir zaman unutmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerine düşeni yapması gerekenlerden birisi de, başta IMF olmak üzere uluslararası finans kuruluşlarıdır. 57 nci hükümet döneminde IMF'yle yapılan son derece katı ve sert, sadece enflasyonla mücadeleyi hedefleyen bir program uygulamaya konulmuştur. IMF Programının, bugüne kadarki uygulamasında, sosyal politikalarla ve büyümeyle ilgili bölümler eksiktir; daha doğrusu, söz konusu bu program, bugüne kadarki uygulamaları itibariyle, böyle bir kaygı taşımamıştır. IMF, artık, geçmişteki hatalarından ders almalı ve katı tutumunu terk etmelidir. 2001 yılı şubat krizinde IMF'nin ağır sorumluluğu bulunmaktadır. Brezilya ve Arjantin ekonomilerinin kaosa sürüklenmesinde, IMF'nin hatalı yönlendirmelerinin büyük payını inkâr etmek mümkün değildir.

Anti IMF'ci değilim; ancak, böyle bir suçlamaya muhatap olmamak için de, gerçeklerin örtülmemesi gerektiğine inanıyorum. Evet, IMF geçmişte çok büyük hatalar yapmıştır; ki, kendisi de, kurumsal olarak, bu hatalarını kabul etmiştir. Hatta, bir adım daha ileri giderek, IMF'yle uyumlu çalışmış ülkelerden, ekonomik gelişmişlik seviyelerini Batı Avrupa ülkeleri seviyesine çıkarmış bir ülke dahi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. IMF, bu gerçekleri de unutmamalıdır; hatalar yaptığını ve bundan sonra da yapabileceğini kabul etmeli ve dayatmacı anlayışını terk etmelidir. Bana göre, ilk gerçekçi yaklaşımı faizdışı fazla oranında göstermeli ve yüzde 6,5'lik faizdışı fazla oranının yüzde 4'lere çekilmesi için gerekli esnekliği göstermelidir. Keza, tarımın desteklenmesinde daha etkili ve akılcı argümanlar kullanılmalıdır. Doğrudan gelir desteği politikası bir aldatmacadır. Fındık üreticisi ile buğday üreticisine aynı miktar destek sağlamak, mantıkla bağdaşmaz ya da 200 dönüm arazisi olan ile 3 dönüm arazide tarımla uğraşan çiftçiyi aynı kefeye koyamazsınız. Tarıma verilecek destek, üretim miktarı ve ürünün çeşidiyle bağlantılı ve uyumlu olmalıdır. IMF, hatalı tarımı destekleme politikasında da ısrar etmemelidir.

Üretimin ve istihdamın artırılması için, tüketim harcamalarının artırılması gerekir. Bu amaçla, marjinal tüketim eğilimi yüksek olan orta ve alt gelir grubunda bulunan insanlara, gruplara gelir desteği sağlanması gerekir. Bu olmadığı takdirde, üretimin artırılması kesinlikle mümkün değildir. IMF bütün bunları göz önünde bulundurmak ve gerekli esnekliği göstermek zorundadır; hükümetimizin iyi niyetli yaklaşımına, IMF de iyi niyetli karşılık vermek zorundadır. Hiç kimse unutmasın ki, milletimiz, refahının artırılması konusunda kesin kararını vermiştir; hiçbir kimse ve kuruluş, milletin sabrını zorlamamalıdır.

58 inci hükümetimizin programının milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Canikli, teşekkür ederim.

İkinci kişisel söz hakkı, Mardin Milletvekili Sayın Nihat Eri'ye aittir.

Sayın Eri, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NİHAT ERİ (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Abdullah Gül başkanlığındaki 58 inci cumhuriyet hükümetinin programıyla ilgili kişisel görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce Meclisimize ve bizi izleyen aziz milletimize saygılar sunuyor, halkımızın büyük umutlar beslediği yeni hükümetimize başarılar diliyorum.

Yetmişdokuz yaşındaki cumhuriyetimizin 58 inci hükümetinin programını müzakere ediyoruz. 79 yılda 58 hükümet kurulmuş, hükümetlerin ortalama ömrü 16 ay. Bu, bir siyasî istikrarsızlık göstergesidir. Halkımız, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde AK Partiye tek başına iktidar, CHP'ye güçlü bir anamuhalefet görevi vererek, iradesini siyasî istikrar yönünde kullanmıştır. Yüce Meclisin ve yeni hükümetin bu tarihî fırsatı iyi değerlendireceğini, Kurucu Meclis gibi çalışarak, halkımızın bizden beklediği ve Hükümet Programında da öngörüldüğü gibi, yapısal değişiklikleri ve reformları gerçekleştirerek ülkemizin birikmiş sorunlarına kısa zamanda çözüm getireceğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, 58 inci hükümet, içeride ve dışarıda büyük sorunlarla baş etmek zorundadır; bir tarafta Kıbrıs ve Avrupa Birliği, diğer tarafta ekonominin canlanması, işsizliğin önlenmesi, Türkiye'nin yeniden bir büyüme sürecine girmesi, bölgelerarası gelişmişlik farkını ortadan kaldıracak tedbirlerin alınması gibi.

Hükümet, bakanlık sayısını azaltmakla iyi bir başlangıç yaptı. 38 olan bakanlık sayısının 25'e indirilmesi, başlıbaşına bir reformdur. Bununla da yetinmemeli; genel müdürlük sayısının azaltılması ve özellikle kaynak israfından başka bir işe yaramayan bölge müdürlüklerinin de lağvedilmesi ve il yönetimlerinin güçlendirilmesi gereklidir. Bakanlıkların taşradaki görev ve yetkilerinin valiliklere ve il özel idarelerine devredilmesi kaynak israfını azaltacak, hizmetlere sürat kazandıracak ve yerel tercihlerin gerçekleşmesi imkân dahiline girecektir.

Değerli arkadaşlar, halkımız, bizden iş ve ekmek istemektedir; ama, en az bunlar kadar da demokrasi ve özgürlük talep etmektedir. Bu yeni dönemde, temel hak ve özgürlüklerin önündeki tüm engellerin iktidar ve muhalefetin işbirliğiyle ortadan kaldırılacağına inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Hükümet Programında "kesimlerarası gelir dağılımı bozukluğu yanında, bölgeler ve iller arasındaki gelişmişlik farkı artarak devam etmektedir" denilmekte; bunun aşılması için açlık sınırının altındaki ailelerin belirleneceği, destekleneceği ve bu ailelerin çocuklarına eğitim ve sağlık yardımı yapılacağı belirtilmektedir.

Aynî yardımların dağıtımı esnasında vicdanları rahatsız eden, yardım alanların da onurunu zedeleyen manzaralar yaşanmaktadır. Kanaatimce, belirlenecek ailelere aynî yardım yerine nakdî yardım yapmak ve bunu da hak sahipleri adına bankalarda açılacak hesaba yatırmak, hem daha kolay hem de yardım alanlar açısından daha onurluca olacaktır. Üstelik, kaymakamlarımızın mesailerinin çoğunu alan dağıtım külfeti de ortadan kalkacaktır.

Değerli arkadaşlar, her milletvekili Türkiye milletvekilidir. Türkiye'nin tüm sorunları bizi ilgilendirir; ama, her birimizin seçildiği bir seçim bölgemiz vardır. Seçim bölgemizin sorunları, takdir edersiniz ki, bizim için önceliklidir. Müsaadelerinizle, hükümetin de öncelikleri arasında sayılan sınır ticaretinin geliştirilmesi, yeni istihdam alanlarının oluşturulması, turizmin yaygınlaştırılması ve desteklenmesi bağlamında seçim bölgemle ilgili birkaç hususa değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ekonomik ve sosyal yönden kalkınmada birinci derecede öncelikli olan Güneydoğu Anadolu Bölgemiz, 1991 yılında ortaya çıkan körfez krizi sonucu daha da gerilemiş, bölgede dışticaret, nakliyecilik ve ihracata yönelik üretim durma noktasına gelmiştir. Bölgede büyük çapta ekonomik sıkıntılar meydana gelmiş, işsizlik had safhaya ulaşmıştır; ancak, 1994 Ağustosunda Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda Irak'a insanî yardım ve tarıma dayalı mamul maddeleri götüren kamyonların dönüşte büyütülmüş depolarla getirdikleri mazotun bölgede satılması sonucu, gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan büyük bir gelişme yaşanmıştır. Bu durum bölgede kısa zamanda bir nakliye sektörünün oluşmasına yardımcı olmuştur. Bu anlamda, 52 000'e yakın kayıtlı, sabit numarayı haiz kamyon ve TIR bulunmaktadır. Bu yolla yapılan mazot ticareti bölge insanının gelir düzeyini artırmakla kalmamış, büyük bir istihdam yaratmış, ihracata yönelik üretim yapan sanayi sektörünün tam kapasiteyle çalışmasına vesile olmuştur. Ayrıca, diğer bölgelerimizdeki çiftçilerimizin ürettikleri tarım ürünlerinin de, Irak'a bu yolla ihraç edilmesiyle ülkemiz üreticilerine de büyük bir katkı sağlanmıştır.

Yaklaşık olarak üçyüz günden beri, araçlar, mazot için Irak'a gönderilmemekte ve temel gıda maddeleri de ihraç edilmemektedir. Gerek sanayicimiz gerekse nakliyecilerimiz ve diğer kesimdeki esnafın iş yapamaz duruma düşmesi sonucu, bölge ekonomisi çökme noktasına gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, Irak'a temel gıda maddesi götürüp mazot getiren bu 52 000 adet kamyon ve TIR, bu işe yatırım yapmış bölge insanının bütün sermayesidir. Bunların içinde, aile bütçelerine katkı olsun diye bir araya gelerek bir kamyona emekli ikramiyesini yatırmak suretiyle ortak olan emekliler, ziynet eşyalarını satarak ortak olan dul kadınlar vardır. Bu ticaretin yasaklanması sonucu, bu araçlar gün geçtikçe yaşlanmakta, millî servet heba olmakta; ayrıca, araç sahipleri altından kalkamayacakları vergiler ödemek zorunda kalmaktadırlar.

Değerli arkadaşlar, bölge insanımız için Habur Sınır Kapısı iştir, aştır, ihracattır, istihdamdır; mutlaka açılmalıdır.

Hükümetimizin, bu kanayan yaraya gecikmeden çözüm getireceğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Programda, yeni turizm bölgelerinin ihdas edileceği ve bir turizm ülkesi olarak "Türkiye" markasının oluşturulmasına dönük tanıtma projelerine önem verileceği yazılıdır. Avrupa Birliği tarafından GAP bölgesinin kültür merkezi seçilen, UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası Kentler" listesine almaya hazırlandığı, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve UNESCO tarafından birçok projeyle desteklenen ve bütünüyle SİT alanı olan Mardin'in, Kültür Bakanlığının da istemi doğrultusunda turizm bölgesi olarak ilan edilmesinin, turizmde "Türkiye" markasının oluşmasına önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz.

Devlet Planlama Teşkilatı, Kültür Bakanlığı ve Turizm Bakanlığının, Mardin'le ilgili projelere destek vermelerini;  bu bağlamda, dış kredi finansmanı Dünya Bankası tarafından sağlanacak olan ve proje bileşenleri arasında Mardin Kentsel Rehabilitasyon Projesinin ağırlıklı olarak yer aldığı Türkiye Toplumsal Kalkınma ve Kültürel Mirası Projesi için gerekli olan ulusal katkı payının Kültür Bakanlığı bütçesine konulmasını bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, GAP kapsamında Dicle Nehri üzerinde yer alan ve ülkemizde henüz inşaatına geçilmeyen en büyük hidroelektrik projesi olan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı, Atatürk, Karakaya ve Keban Barajlarından sonra Türkiye'nin en büyük enerji üreten dördüncü barajı olacaktır. 1997'de Bakanlar Kurulu kararıyla, Ilısu Barajı Hidroelektrik Santralı inşaatı ile elektromekanik teçhizatının temin ve tesisi işi, yurtdışı kredisi, firmalarınca temin edilmek üzere yerli ve yabancı firmalardan oluşan bir konsorsiyuma verilmiştir. Bilahara, konsorsiyumda yer alan İngiliz, İtalyan ve İsveç firmaları konsorsiyumdan çekilmişlerdir.

Ülke ekonomisine büyük katkıları olacak ve üç yılda kendisini finanse edecek, inşaat süresince çevresindeki il ve ilçelerin istihdam açığını büyük ölçüde kapatacak olan böylesine önemli bir projenin, ya tekrar Hazine Müsteşarlığının uygun göreceği bir dış krediyle veya finansmanının Hazine tarafından özkaynaklardan karşılanması suretiyle yapılması gerekmektedir.

Ilısu Barajı, ayrıca, aşağısında yapılacak olan ve yılda 1 200 000 000 milyar kilovat/saat enerjinin yanında 1 200 000 dönüm araziyi sulayacak olan Cizre Barajının sulama suyu ve enerji üretimi için gerekli olan suyu da temin edecektir.

Değerli arkadaşlar, GAP Projesinin en büyük tarımsal sulama kısmını teşkil eden Mardin-Ceylanpınar ovalarının 220 kilometrelik Mardin sulama kanalı ve Mardin sulama depolamasının ihalesi acilen yapılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Eri, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

NİHAT ERİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ihracatın çok yönlü olarak destekleneceği ve sınır ticaretinin yeniden düzenleneceği hususu Hükümet Programında yer almıştır. Bu açıdan, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Ortadoğu'ya açılan bir ticaret kapısı durumundadır. GAP'ın devreye girmesiyle artacak üretimin kolaylıkla ihraç edilebilmesi ve daha genel bir yaklaşımla, GAP bölgesinin uluslararası bir ticaret merkezi olabilmesi araçlarından olan sınır ticareti ve transit ticaretin önündeki bürokratik engellerin kaldırılması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, ilave transit kapılarının açılması ve bu bağlamda, Nusaybin Gümrük Kapısının transit ticarete açılması gereklidir.

Değerli arkadaşlar, Kilis'ten başlayıp Cizre'ye kadar olan Suriye sınırında yer yer 200 ilâ 400 metre genişliğinde ve 600 kilometre uzunluğunda yüzbinlerce dönüm arazi, mayın döşendiği için, yıllardan beri ekime kapalıdır. Mayın döşeme anahtarı bulunmadığı için nerelere döşendiği tam olarak bilinmemektedir. Bir kısmı, yangın, sel gibi afetlerle etkisiz hale gelmiştir. Güvenlik güçleri için engel oluşturan mayınlı saha, yasadışı geçişler için engel oluşturmamaktadır. Bu sahanın mayınlardan temizlenerek buranın topraksız köylülere satılması sonucu sağlanacak kaynağın, sınırın daha iyi korunacağı termal kameralar, radarlar, sensör ve uyarı sistemleriyle donatılmasında kullanılabilmesi mümkündür.

Değerli arkadaşlar, güneydoğuda geçmişte yaşanan olaylar nedeniyle birçok köyün boşaltıldığı malumunuzdur. Bölgede olayların sona ermesiyle köylerini terk edenlerin tekrar köylerine dönmelerine izin verilmektedir. İskâna açılan köylerin, yol, su, elektrik ve telefon gibi altyapılarındaki eksikliklerin giderilmesi için devletçe sağlanan destek yetersizdir, ihtiyacı karşılamamaktadır. Bu iş için ayrılan ödeneğin artırılması gerekmektedir. Ayrıca, köye dönüş yapanların gelir artırıcı projelerle desteklenmeleri gerekmektedir.

Sözlerime son verirken, 58 inci hükümete başarılar diliyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Eri, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Hükümetin söz talebi vardır.

Hükümet adına, Başbakan Sayın Abdullah Gül konuşacaktır.

Buyurun Sayın Gül. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Başbakan, süreniz 60 dakikadır; umarım ekonomik kullanacaksınız.

Teşekkür ediyorum.

BAŞBAKAN ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi bir kez daha, şahsım ve Kabine üyesi arkadaşlarım adına saygıyla selamlıyorum. Bu çalışmaların, milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

23 Kasım 2002 tarihinde Hükümetimizin Programını burada okudum ve okuduktan sonra da bitirirken hepinize şunu söyledim: Sizlerden, eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı tespit etmenizi, uyarmanızı, eleştirilerle düzeltmenizi özellikle bekliyor; ortak akıl ve işbirliği içinde geleceğe umutla bakıyoruz. Bu bakımdan, sadece, Meclis içindeki eleştirileri değil, Meclis dışındaki eleştirileri de dikkate aldığımızı özellikle belirtmek isterim. Sayın Deniz Baykal başta olmak üzere değerli arkadaşlarımız Sayın Akif Gülle, Sayın Dengir Fırat, Sayın Sait Açba, Sayın Nurettin Canikli ve Sayın Nihat Eri'ye de teşekkür ediyorum. Buradaki eleştirilerin, tavsiyelerin, tenkitlerin hepsinden iyi niyetli olarak faydalanacağımızı bir kez daha teyit etmek isterim.

Yine, Hükümet Programımızı burada anlatırken üç şeyi referansta bulundum; bunlardan biri Hükümet Programı -burada okuduğum program- diğeri parti programımız ve diğeri de Acil Eylem Planımız dedim. Bunların üçünü bir bütün şeklinde almak gerekir, birbirini tamamlayıcı belgelerdir dedim. Bu açıdan da bunlara zaman zaman referanslarda bulunulduğu için, değinmelerde bulunulduğu için memnuniyetimi ifade etmek isterim.

Hükümet Programının içine tabiî ki birçok detay girmiyor; ama, bunun detaylanmasını, acil eylem planımızda ve diğer programlarımızda bulacaksınız.

Bir şeyin altını da özellikle çizmek istiyorum: Biz seçimlerden önce seçim beyannamemizi hazırlarken ve hemen seçimden sonra da acil eylem planımızı hazırlarken bunları dikkatlice hazırladık. Bunları hiçbir zaman, sadece, düşünceleri, iyi niyetleri ortaya koyan belgeler olarak düşünmedik. Bunları, yapabileceklerimizi çalıştık, fizibl olanları, imkân dahilinde olanları düşünerek yazdık; o bakımdan, acil eylem planında kendimizi zamanla da bağladık. Belki ilk defa bir siyasî parti, milletin karşısına çıktı, bir ay içinde, üç ay içinde, altı ay içinde ve bir sene içinde şunları, şunları yapacağım deme cesaretini gösterdi. O bakımdan, bu belgelerin hepsi partimize ve hükümetimize aittir ve bu belgelerin hepsini uygulamak için elimizden gelen azamî gayreti sarf edeceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, hepiniz, herkes değindi, Türk siyasî hayatında yeni bir dönem başlıyor. Eski dönemi unutuyoruz, eski dönemin siyasî alışkanlıklarını, siyasî konseptlerini, mantalitelerini bir kenara bırakıp, hepimiz geleceğe bakıyoruz; çünkü, halkımız, gerçekten geçen üç dört sene içerisinde çok büyük sıkıntılar çekti, dertlerine dert katıldı, problemleri daha da kronik hale geldi ve neticede, hep beraber gittiğimiz 3 Kasım seçimlerinde, hepimiz açık seçik milletin önüne çıktık ve millet kararını verdi; iki partili bir Meclisi uygun gördü, iktidar partisine açık bir çoğunluk verdi ve tek başına iktidarı getirdi.

Şimdi, bu dönemin değerini ve kıymetini hepimizin bilmesi gerekir. Birikmiş sorunları, çözülemeyen sorunları, yapısal değişiklikleri, köklü reformları hep beraber yapmamız gerekir ve başarı da hepimizin başarısı olacaktır, ortak başarı olacaktır. Bununla muhakkak ki şunu söylemek istiyorum: Muhalefet bizi denetleyecektir, eleştirecektir, doğru bulduğu noktalarda da destekleyecektir. Yeni siyaset tarzı da bunu gerektirmektedir.

O açıdan, diyaloğa, karşılıklı işbirliğine çok önem veriyoruz ve devamlı tekrarladığım bir şey, biz, Meclisteki aritmetik çoğunluğumuzun değerini muhakkak ki biliyoruz; çünkü, bunu millet vermiştir bize, siyasî irade böyle tecelli etmiştir; ama, bir ülkeyi yönetmek için, Meclisteki aritmetik çoğunluğun da her şey anlamına gelmediğini biliyoruz. Meclis içi muhalefet, Meclis dışı muhalefet, ki bu dönemde önemli hale gelmiştir, Türk siyasetinin önemli partileri Meclis dışında kalmıştır, onlarla diyalog, sivil toplum örgütleriyle diyalog, ülkemizin, devletimizin kurumlarıyla diyalog ve işbirliği... Bunların hepsiyle birlikte, muhakkak ki, bir ülke daha iyi bir şekilde yönetilebilir. Bunun bilinci içerisindeyiz. O açıdan hedefimiz şudur: Türkiye'yi muasır medeniyetlerin üzerine çıkarmak. Bu ilke, cumhuriyetimiz kurulurken, Büyük Atatürk tarafından hepimize işaret edilmiştir; bugünkü anlamıyla da, çağdaş, demokrat, gelişmiş, kalkınmış ülkelerin üzerine çıkmaktır. Bunun için, hepimiz, elbirliği içerisinde çalışacağız. Bunun için, hepimiz, güçlerimizi seferber edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Sayın Deniz Baykal, konuşmalarında "yolsuzluk ve yoksullukla mücadele ederseniz, hepimiz arkanızda olacağız" dediler ve biz de, kendilerini, ilk defa, burada alkışlayarak teşekkür ettik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu, hep beraber yapacağız gerçekten. Bunun için, biz, şeffaflığa çok önem veriyoruz, açıklığa çok önem veriyoruz, öngörülebilirliğe çok önem veriyoruz. Bunlara çok vurgu yaptık, programımızda da çok vurgu yaptık, Hükümet Programımızda da çok vurgu yaptık ve onun için de, şunları, burada, huzurunuzda bir kez daha okumak istiyorum:

"Kamunun kaynak dağıtım mekanizmalarında yolsuzluğun azaltılabilmesi için, vergi, ihaleler, devlet yardımları, krediler, teşvikler, sübvansiyonlar, gümrük işlemleri, işe alma, terfi ve tayinlerde, siyaset-sermaye ilişkilerinde şeffaflık sağlanarak siyasî kayırmacılık önlenecektir.

Kamu yönetiminde gereksiz yere genişletilen gizlilik kültürüyle mücadele edilecek, kamunun bütün iş ve işlemlerinde şeffaflık asıl, gizlilik ise istisna olacaktır. Vatandaşın bilgi edinme hakkı kanunu çıkarılacak ve kamu kuruluşlarının evrak akış sistemleri ve karar alma süreçleri yeniden düzenlenecektir." Yönetim ve karar alma sürecinin her aşamasında toplam kalite anlayışını benimseyecek, belirsizlikleri azaltacak, öngörülebilir bir yönetim sağlayacağız. Bunları, yolsuzlukları önlemek için söylüyorum; çünkü, yoksullukların da anasebebi yolsuzluklardır.

Değerli arkadaşlar, bu açıdan, biz, sadece hesap sormayacağız yapılan yolsuzluklarla ilgili. Bunları da hiçbir zaman siyasetin konusu yapmayacağız. Bunları, bağımsız mahkemeler, savcılar, hâkimler takip edeceklerdir, biz de idare olarak bunların önündeki engelleri açacağız ve bunların her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşmalarını temin edeceğiz. Ama, bir şeyi daha burada söylemek istiyorum -biz, bunu belgelerimize de geçirdik- biz, sadece yolsuzlukların hesabını sormayacağız, biz, hesap da vereceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, kamuda hizmet yapanların, ülkeyi yönetenlerin yeri geldiğinde hesap da vermeleri gerekliliğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, o açıdan, bunların özellikle bilinmesini istiyorum.

Sayın Deniz Baykal'ın konuşmasında benim en çok önem verdiğim husus -muhakkak ki, söylediklerinin hepsi değerlidir- yeni anayasayla ilgili değindikleri noktalardır. Basında ve kamuoyunda, bugün, bu konuyla ilgili çeşitli yazılar gördüm. O bakımdan, bu, gerçekten önemlidir. Tereddütleri gidermek istiyoruz. "Tereddütlere yol açmayınız" dediniz, bunları gidermek istiyoruz.

Bizim, Hükümet Programında ortaya koyduğumuz yeni anayasa talebi, arzusu bir vizyonu ortaya koymaktadır. Bu, aslında, sadece bizim partimizin değil, bütün partilerin siyasî belgelerine bakarsanız, bütün hükümet programlarına bakarsanız, anayasayla başlarlar, yeni bir anayasa, daha çağdaş bir anayasa, 21 inci Yüzyıl mantalitesini kavrayan bir anayasa, aslında, hepimizin idealidir. Bununla ilgili, sivil toplum örgütlerinin de çalışmaları vardır; TÜSİAD'ın, MÜSİAD'ın, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin, baroların çalışmaları vardır. Bütün toplantılarda baro başkanları konuşmalarına yeni anayasayla başlarlar. Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümlerinde yapılan konuşmalarda bu tip talepler vardır. Aydınların, sosyaldemokrat entelektüellerin, yazarların, çizerlerin, herkesin bu konuda talepleri vardır. Hepimizin de bunda katkıları vardır. Sayın Deniz Baykal'ın da -ben hatırlıyorum- daha önceki dönemlerde milletvekili arkadaşlarıyla birlikte, bu Anayasanın değiştirilmesiyle ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sundukları teklifler vardır. Dolayısıyla, önemli olan şey bu talep değil, önemli olan, bunun nasıl yapılacağı, nasıl ele alınacağıdır; ki, zannediyorum, esas hassas olan bu noktadır. Bu, gerçekten çok önemli bir konudur; çünkü, bunlar bir gün içerisinde... Biz "benim çoğunluğum var, Anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa da ulaşabilirim, Anayasayı birden bire değiştiriyorum, şu maddeleri istediğim gibi yazıyorum" anlayışında değiliz. O bakımdan, tereddütlere hiç mahal yoktur. Bizim, gizli kapaklı hiçbir niyetimiz de yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hiçbir arayış içerisinde de değiliz. Arayış içerisinde olduğumuz tek bir şey vardır, ülkemizi, Türkiye'yi, milletimizi, çağdaş ülkelerdeki, kalkınmış, gelişmiş ülkelerdeki ortama ulaştırmaktır. Bizim tek amacımız, Türkiye'yi o noktalara getirmektir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Zaten, bu hedef de, cumhuriyet kurulurken hepimize görev olarak verilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu noktaya gelince biraz durmak istiyorum. Bir anayasa değişikliği nasıl yapılır; bir anayasa değişikliği, büyük bir uzlaşmayla, büyük bir konsensüsle yapılır. Buna, sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisindeki uzlaşma da yetmez. Demin saydığım bütün sivil toplum örgütleri, toplumun değişik kademeleri, değişik katmanları, hep beraber, bir araya gelecek, toplantılar yapılacak, konferanslar, paneller düzenlenecek, burada fikirler ortaya çıkacak ve neticede, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir uzlaşma komisyonu oluşturulacaktır. Önemli olan bir başka nokta da şudur: Uzlaşma komisyonlarının bir geleneği vardır; buralarda siyasî partiler Meclisteki çoğunluklarına göre temsil edilmezler, eşit temsil edilirler. Dolayısıyla, bu uzlaşma komisyonunu beraber kuracağız, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti beraber kuracaktır; bizlerin, ortak, aynı şekilde, eşit çoğunlukta üyelerimiz olacaktır. Bunlar, oturacak, çalışacak ve neticede, karşımıza uzlaşılan konular gelecektir. Daha önce de böyle olmuştur. İki dönem üst üste çalıştık; Anayasanın 37 maddesini uzlaşarak buraya getirdik; ama, 37 maddenin içerisinden 34'ünü geçirebildik. O açıdan, eğer arzu edilirse -geçirilmeyen maddeler tartışılmıştır, görüşülmüştür- bunun içerisinde dokunulmazlıkla ilgili madde de vardır, bunu hemen getirebiliriz; ama, yine söylediğim gibi, bunu, beraber, uzlaşarak yapacağız; bunu, tek  başına bir siyasî parti yapmayacaktır; bunun da altını, özellikle çizmek istiyorum.

Dokunulmazlıklar önemlidir gerçekten; milletin karşısına çıkarken alnımızın açık olması gerekir. Milletten ayrı, milletten ayrıcalıklı olmamamız gerekir; biz, buna inanıyoruz.

Dokunulmazlık sadece şunun için gereklidir: Millet adına görev yapan milletvekillerinin, hiç kimseden korkmadan, çekinmeden, doğru bildikleri şeyi söyleyebilmeleri ve yapabilmeleri için gereklidir. Yoksa, dokunulmazlıklar, şahsî istismar konuları olmak için, şahsî ayrıcalıklar elde etmek için kesinlikle söz konusu olmamalıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Partimizi kurarken bu konuları çok tartıştık; bunlarda açık, net neticelere ulaştık ve bu konuyla ilgili şunları söyledik: "Milletvekili ve bakanların yargılanmaları önündeki anayasal engeller kaldırılacak; dokunulmazlık, tüm kamu görevlilerinin yargılanabilmeleri önündeki engeller ve ayrıcalıklarla birlikte ele alınacak ve milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerine inhisar ettirilecektir."

Bunu hep beraber yapabiliriz. Bir gerçektir, dokunulmazlık deyince sadece milletvekillerinin dokunulmazlığı akla geliyor; ama, biraz önce arkadaşımın da bu kürsüde izah ettiği gibi, Türkiye'de o kadar çok dokunamadığınız kesimler ve kişiler vardır ki, bunların hep beraber ele alınması gerektiğine inanıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, her şeyin açık olmasını istiyoruz; gizlilikte, sadece devletin güvenliğiyle ilgili istisnalar olmalıdır; onun dışında, her şey, açık olmalıdır. Sadece bizler değil, sadece hükümet değil, sadece milletvekilleri, siyasetçiler değil, yeri geldiğinde, herkes, devlet memurları da bu millete hesap verebilmelidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, devlet memurluğu, kamu yönetimi, kamu kurumları anlayışında da farklı düşünüyoruz. Bunlar, farklı diyorum; ama, aslında, bunlar, hepimizin uzun yıllar konuştuğumuz ortak görüşlerdir; ama, siyasî irade olmadığı için harekete geçirilemeyen konulardır. Kamu görevlileri neyle finanse ediliyor, kamu kurumları neyle finanse ediliyor; bunlar, toplanan vergilerle finanse ediliyor. Vergileri, sadece zenginlerden almıyoruz; vergileri sadece -Kurumlar Vergisi- şirketlerden almıyoruz. Vergileri, ne yazık ki, bugün, asgarî ücretle geçinen insanlardan da alıyoruz. Dolayısıyla, vergileri harcarken, biz, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Onun için kurumları tekrar gözden geçirip Türkiye'de devleti küçültmeliyiz. Onun için kurumlardaki kamu görevlileri; yani, memurlarımız, millete, vergi ödeyen insanlara hizmet ettiklerini ve onlara hizmet etmek için var oldukları şuurunu bilmeleri gerekir. O açıdan hiçbirimizin ve hiç kimsenin ayrıcalığı söz konusu değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ekonomik konulara geçecek olursam; IMF'yle ilişkiler bir realitedir, gerçektir; bu da, bizim iktidarımızda başlamamıştır. Ne yazık ki, son üç dört sene içerisinde Türkiye, basiretsizlik ve becerisizlik yüzünden kendisini iyi yönetemediği için krizler içerisine girmiştir, halk çok kaybetmiştir. Neticede, bildiğiniz gibi, geçen hükümet, Sayın Kemal Derviş'i davet etmek zorunda kalmıştır ve ekonominin dizginlerini Sayın Kemal Derviş'e vermişlerdir ve IMF'yle yeni bir anlaşma, yeni bir stand by anlaşması yapılmıştır ve yürürlükteki program odur. Dolayısıyla, bu program bizim eserimiz değildir, Sayın Kemal Derviş de, şu anda, Cumhuriyet Halk Partisinin çok değerli bir üyesidir. Cumhuriyet Halk Partisine katılırken, Sayın Deniz Baykal'ın, kendileriyle ilgili söylediklerini hep beraber de takip ettik. Kendileri faydalı, değerli işler de yapmıştır. Kim iyi iş yaparsa, kim Türkiye'ye katkı verirse iktidar-muhalefet demeden, ayırım yapmadan bunu görmemiz gerekir, takdir de etmemiz gerekir; ama, eksikler de vardır. O açıdan, biz, gerek Hükümet Programımızda gerekse acil eylem planımızda, yürürlükte olan ekonomik programın eksikliklerini açık açık gördük ve bunları söyledik. Nedir bunlar; sosyal taraflar, sosyal politikalar çok eksiktir dedik. Başka ne dedik; tarımla ilgili politikalar yine çok eksiktir dedik. Bunları söylerken de, Türkiye nüfusunun yüzde 15'inin açlık sınırının altında olduğunu hepimiz biliyoruz, bunu görmezlikten gelemeyiz. Geçen program, yürürlükteki program bunu görmezlikten gelmiştir, "ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" anlayışı içerisinde uygulanmıştır; ama, biz böyle yapamayız. Biz, bu ülkenin her ferdi bizim vatandaşımızdır, onun acısını biz hissederiz; dolayısıyla, onun sorunlarını çözmek bizim önceliğimizdir dedik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ayrıca, tarım kesimi söz konusu olduğunda da, Türkiye nüfusunun yüzde 40'ı tarımdadır, tarım sektöründe istihdam olmaktadır. Biz, nüfusumuzun yüzde 40'ının iştigal ettiği bir alanı, yine görmezlikten gelemeyiz.

Türkiye'de ekonomi sadece finans demek değildir, reel ekonomi söz konusudur, sanayi söz konusudur, ticarî hayat söz konusudur, tarım sektörü söz konusudur; dolayısıyla, bunları gördüğümüz için yeni bir ekonomik programla karşınıza çıkacağımızı söyledik. Bu bağlamda, Sayın Deniz Baykal'ın burada yaptığı tavsiyeyi biz de aynı şekilde kabul ediyoruz. IMF, Dünya Bankası, diğer uluslararası finans sektörleri veya kuruluşlarla, onurlu bir şekilde muhakkak ki, ilişkilerimiz sürecektir. Biz, kendi işimizi kendimiz bileceğiz, kendi işlerimizi başkalarına havale etmeyeceğiz, onlarla konuşacağız, ortak programlarımız olacaktır, karşılıklı tartışacağız; ama, biz, kendi işimize kendimiz hâkim olacağız. Türkiye'de reformlar yapılacaksa -ki, yapılması gerektiğine inanıyoruz- bu reformları biz yapacağız, bizim inisiyatifimizde olacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Tarım sektörü yüzde 40'ı istihdam ediyor; ama, ne yazık ki, tarımın millî gelire katkısı yüzde 14. O bakımdan, tarımdaki nüfusumuzun büyük bir kısmı gizli işsizdir. Tarım, bizim için gerçekten önemlidir. Önce, işlenebilir toprakların işlenmesi açısından önemlidir; sonra, nüfusun tutulması açısından önemlidir; yoksa, nüfusun, zaten çarpık olan şehirlerimize aktığını, akın ettiğini düşünürseniz, şehirlerin yaşanamaz hale geleceğini ve imkânların yetersiz olacağını göreceksiniz.

O açıdan, değerli arkadaşlar; biz, tarım politikalarının temel hedeflerini de açık açık koyduk: Tarımın verimli olması! Hangi ürün verimlidir, hangi üründe arz fazlası vardır, hangi üründe ihtiyaç vardır; bunlarla ilgili çalışmaların yapılacağını ve hangi ürünün destekleneceğini, bunları da açık açık belirteceğiz.

Ayrıca, doğrudan gelir yardımı devam etmektedir. Bununla ilgili yine, Dünya Bankası, IMF programları söz konusudur; ama, bunun da gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Burada, sadece, mülkiyet esasına dayalı olan gelir desteğinin çok doğru olmadığını biliyoruz. Mülkü, arazisi olan insanların bazıları şehirlerde. Şehirlerde çok zengin, büyük işler yapmaktadırlar; ama, o mülkiyet üzerinde çalışan insanlar fakir çiftçilerdir, köylülerdir. Sizin yaptığınız destek ise, şehirdeki o mülk sahibine gitmektedir. Bunlar gözden geçirilecektir; eminim ki, bunları sizler de uygun buluyorsunuzdur.

O açıdan, tarıma öncelik veriyoruz, hayvancılığa öncelik veriyoruz. Tarım girdilerinin ucuzlatılması gerekliliğine inanıyoruz; bunların başında da mazot olduğuna inanıyoruz. Doğrudur, haklısınız, Hükümet Programında değinilmemiş; ama, bunu bir bütün olarak gördüğümüz için, biz, Acil Eylem Planımızda bu konuyu çok dikkatli bir şekilde yazdık. Özellikle, mazottaki fiyat indirimini önümüzdeki günlerde gerçekleştirmek zorundayız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, bunu, her şeyi yaparken, bilinçli olarak da yapmak zorundayız. Çünkü, şimdiye kadar Türkiye bilinçli şekilde yönetilmediği için, karşılıksız paralar basıldığı için, karşılıksız vaatlerde bulunulduğu için bu ekonomik krizlerin içine düşmüştür.

Şimdi, bizim mazeretimiz yoktur. Şu anda biz iş yapma noktasındayız. Bütçemizi elimize alıyoruz; gelirimiz-giderimiz nedir. Harcama reformunu yapacağız. Harcama reformuyla elde ettiğimiz tasarrufların önceliği köylüye olacaktır, fakirlere olacaktır ve köylü söz konusu olduğunda da köylünün girdilerinin ucuzlatılması olacaktır; bunun da başında mazot gelecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sağlık, yine en önemli konulardan biridir; çünkü, yeri geldiğinde hepimizin karşı karşıya kaldığı bir gerçektir; fakir halkımızın, özellikle en çok sıkıntı duyduğu noktadır. Bu bağlamda, sağlık hizmetinin sunumu ile finansmanını birbirinden ayırmayı düşünüyoruz; çünkü, sağlık sigortası uzun vadeli sigorta kollarından çıkarılacaktır, nüfusun tamamını kapsayacak şekilde bir genel sağlık sigortası sistemi kurulacak, prim ödeme gücü bulunmayanların primleri devlet tarafından karşılanacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Burada önem verdiğimiz nokta şudur; sağlıkta köklü reform; hastaların da hakkı vardır, hastaların da doktor seçme hakkı olacaktır, bu da doktorlar arasında rekabeti oluşturacaktır. Hangi doktor hastasına titiz davranıyor, hangi doktor gerçekten hastasını yakından takip ediyor, bu da ortaya çıksın. Rekabetin, sadece ticarette, sanayide değil, sağlık sektöründe de iyi neticeler vereceğine inanıyoruz. Eğitim sektöründeki rekabetin de, üniversiteler arasındaki rekabetin de, liseler arasındaki rekabetin de Türkiye'nin faydasına olduğuna inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, dışpolitika, tabiî ki, hepimizin çok dikkatle takip ettiği bir konudur. Belki de siyasî partiler arasındaki, iktidar-muhalefet arasındaki en az farklılık dışpolitikada söz konusudur; çünkü, ulusal çıkarlarımız söz konusu olduğunda hepimiz birleşiriz, hepimiz aynı istikamette enerjilerimizi sarf ederiz.

Bugün de önümüzde çok önemli dışpolitika konuları söz konusudur. Şöyle gözden geçirecek olursak; Avrupa Birliğiyle ilgili önemli bir toplantı 12 Aralıkta Kopenhag'da yapılacaktır ve Avrupa Birliğinin sınırları yeniden tespit edilecektir; dünyada çok önemli yeni bir organizasyon söz konusu olacaktır; yeni yapılanma söz konusu olacaktır.

Kıbrıs meselesi önümüzdedir. Kıbrıs meselesiyle ilgili Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin ortaya attığı yeni bir adım söz konusudur.

Irak çok önemli bir meseledir bizim için; çünkü, komşumuzdur. Olup bitenler Irak'ta, komşumuzda olacaktır. Birinci Körfez Savaşının maliyetini ödeyen bir ülke olarak, muhakkak ki, burada olup bitenler de hepimizi yakından ilgilendirmektedir.

O açıdan, dışpolitikada sloganlara, retoriğe yer olmadığına inanıyoruz. Bunun için birikimler... Biz, evet, yeni iktidar olduk; ama, bu konuların hepsinin geçmişi vardır. Bununla ilgili dosyalar vardır. Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay, Millî Güvenlik Kurulu, Türkiye'nin diğer birimleri oradan buradan bu konuların içerisine girmiştir. Dolayısıyla, birikimler söz konusudur.

Bu konularla ilgili biz hayalî programlar düşünemeyiz; ama, şüphesiz ki, dışpolitikada da dinamik olmak zorundayız. Dışpolitikada da statükoyla bir yere varılamadığını hepimiz biliyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dünya bir yerlere varıyor, siz ise, o zaman, dışarıda kalıyorsunuz. Bu, kesinlikle şu anlama gelmez; hak ve hukukumuzdan hiçbir zaman vazgeçemeyiz. Muhakkak ki, Türkiye'nin çıkarı, milletimizin çıkarı her şeyin üstündedir. Sonunda tek lokmamız varsa, bunu paylaşacak, buna bir öncelik vereceksek, muhakkak ki, bu, millî çıkarlarımıza ayrılacaktır; ona harcanacak kuruş...

Bunu peşinen söyledikten sonra, Avrupa Birliğiyle ilgili iktidar-muhalefet, Meclisiçi-Meclisdışı partiler, hepimiz, âdeta dört koldan görev yapmaktayız. İktidar partisi olarak, AK Parti Genel Başkanı olarak Sayın Tayyip Erdoğan'ın çalışmalarını, gezilerini takip ediyorsunuz. Bir siyasî parti genel başkanı olarak bu ziyaretlerini yapmaktadır.

Aynı şekilde, Anamuhalefet Partimizin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da Varşova'ya gitmişlerdir. Bunun dışında, bilmediğimiz, muhakkak ki birçok gayretler içindedirler, telefonlarla görüşmektedirler, mektuplar yazılmaktadır; Avrupa'nın liderleri ile Cumhuriyet Halk Partisinin, sosyal demokratların kendi hukuklarını devreye koymaktadırlar.

Sayın İsmail Cem Meclisdışı bir partinin genel başkanıdır; iki gün önce ziyaret ettiler, bugün yurt dışındadırlar.

Aynı şekilde, Sayın Cumhurbaşkanımız ve herkes, üstüne düşeni yapmaktadır.

Biz şuna inanıyoruz ki, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği sadece Türkiye'nin çıkarına değildir, Avrupa Birliğinin de çıkarınadır. Avrupa Birliği, dünyada stratejik bir rol oynayacaksa, Türkiye gibi, nüfusu Müslüman olan bir ülkeyi içine almak zorundadır; ama, çok dar bir açıdan bakacaksa, o da kendilerinin bileceği bir iştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, nüfusu Müslüman olan bir ülkenin, demokrat, açık, şeffaf ve modern dünyayla bir arada olabileceğini göstermek istiyoruz. Bu bağlamda, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği, dünya barışına da bir hediye olacaktır, Avrupa ile Doğu arasında gerçek bir köprü oluşacaktır; Avrupa ile Ortadoğu, İslam ülkeleri, Türk cumhuriyetleri, bütün bunlarla Avrasya arasında... Türkiye'nin üyeliği Avrupa Birliğini güçlendirecektir, eğer Avrupa Birliği dünya barışında stratejik bir rol üstlenmek istiyorsa.

Bunun için, muhakkak ki, bize düşen görevler vardır önce. Burada da, bizim yine gerçekçi olmamız gerekir. Avrupa Birliği kulübünün şartları yazılıdır. Bu şartları yerine getirmeden "ben, ortaklığa, tam üyeliğe adayım" demenin de bir anlamı yoktur. Şimdiye kadar, biraz, böyle zaman kaybedilmiştir. Bizim özel şartlarımız var, özel statümüz var, bizi anlayışla karşılayın, biz bu şekilde sizinle beraber olalım; böyle bir şey olamaz. Kopenhag siyasî kriterleri, Maastricht kriterleri ortadadır. Maastricht kriterleri, tam üyelik için, tarih almak için şart değildir, bu geçiş süreci içerisinde yerine getirilebilecek konulardır; ama, Kopenhag siyasî kriterleri, evet, şarttır.

Burada da bir şeyin altını çizmek istiyorum, istismarı önlemek için, Avrupalıların istismarına dur demek için. Kopenhag siyasî kriterleri ölçülebilir bir şey değildir ki... İşte, borçlarınız millî gelirinizin yüzde 60'ı olacak; bu, ölçülür; enflasyon şu kadar olacak; bu, ölçülür; ama, eğer iyiniyetli olmazsanız, siyasî kriterleri ilelebet yerine getirmediniz diye iddia da edilebilir. O bağlamda, biz şuna inanıyoruz ki, 3 Ağustosta bu Meclisten geçen paket, aslında, Kopenhag siyasî kriterlerinin önemli bir kısmını karşılamıştır.

Şu anda tam üyeliğe giriş yapacak birçok ülke, bizim kadar bile siyasî kriterleri yerine getirmemişlerdir. Ayrıca, bizim hükümetimizin ilk etapta çıkaracağı bir paket vardır. Bunu, muhalefet partisiyle de görüşeceğiz. Bunun sadece bizim eserimiz olmasını da istemiyoruz; bu tip önemli yasa değişikleri Meclisin eseri olsun istiyoruz. Bundan sonra, bize karşı "siz siyasî kriterleri yerine getirmiyorsunuz" deme hakkı yoktur; ben buna inanıyorum, arkadaşlarım buna inanıyor ve milletimiz buna inanıyor. O açıdan, Kopenhag'da kesin bir tarih elde etmek için hep beraber elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs, muhakkak ki, önemli bir sorundur. Bizim burada anlayışımız da şudur: Çözümsüzlük, çözüm değildir. Ne yazık ki, böyle bir algılama vardır Türkiye söz konusu olduğunda; bu da yanlıştır. Tabiî ki çözümü istiyoruz. Çözüm olsun ki herkes yoluna devam etsin, çözüme ulaşalım ki bir güven ortamı oluşsun, Ada bir barış adası olsun, Ada'daki zenginliklerden herkes faydalansın; ama, bu demek değildir ki, biz bıktık artık, masanın üstünde her şeyi teslim edelim ve çıkalım... Böyle bir şey değil. Muhakkak ki, onurlu, şerefli bir şekilde, her iki tarafı tatmin edici bir sonuca ulaşacağız. (Alkışlar)

Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin son teklifini, projesini, biz "bu olmaz" diye elimizin tersiyle itmedik. Bu, konuşulabilecek, üzerinde çalışılabilecek bir tekliftir diye baktık. Bununla ilgili detayları veya görüşleri Hükümet Programına koymamız, tahmin edersiniz ki mümkün değildi; çünkü, bunlar çalışılacak şeylerdir. Ancak, biz, genel anlamda pozitif bir yaklaşım içerisindeyiz; oturacağız, konuşacağız, tartışacağız. Tabiî ki, Kıbrıs'ta Sayın Rauf Denktaş'ın görüşleri de önemlidir. Bütün bunları değerlendirdikten sonra, uzmanlarımız, diplomatlarımız, siyasetçilerimiz, hep beraber, burada olumlu şekilde bir çözüm olsun diye gayret edeceğiz; ama, bu, Kıbrıs'ın geleceğiyle ilgili kaygılarımızdan vazgeçtiğimiz anlamına gelmez.

Burada en çok dikkat edeceğimiz noktalardan biri şudur: 1990'ların ortasına doğru Bosna'daki katliamlara, insanlığın utandığı sahnelere şahit olduk; ondan sonra, yine Kosova'da şahit olduk. Halbuki, ona benzer manzaralar Kıbrıs'ta 1970'li yılların başında olmuştu. O açıdan, kaygılarımızda haklıyız. Bütün bunları giderecek, iki egemenli tek bir devlete, bunu gerçekleştirecek bir projeye, doğrusu, bizler de destek vereceğiz. Bu, oturulup konuşulduktan sonra, tartışıldıktan sonra ortaya çıkacak bir netice olacaktır.

Değerli arkadaşlar, tabiî, aslında birçok konuya değinildi; ama, öne çıkan konular bunlar olduğu için ben de bunlarla ilgili olarak hükümetimin görüşlerini ifade ettim. Sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum.

Yeni bir dönemdeyiz. Hepimiz aynı geminin içindeyiz. Bu geminin alt katı, üst katı yok. Bu gemi batarsa, bu geminin altındaki de üstündeki de zarar görür. Onun için, bize oy verdi -oy vermedi, şu partiden- bu partiden değiliz, hepimiz bu ülkenin şerefli vatandaşları olmak istiyoruz ve hepimiz bu ülkede mutlu olmak istiyoruz. Mutluluğun da kaynağı, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı, kalkınmış, zenginleşmiş, gelişmiş bir ülkedir. Bunu oluşturursak mutluluklar devam eder ve paylaşılabilir. Bunun için bir fırsat doğmuştur. Geçen dönemleri hatırlarsanız, nasıl bir karmaşa vardı, siyasî irade ortaya çıkamıyordu ve Türkiye kaybediyordu. Şimdi, milletimiz, tek başına bir iktidar vermiştir, iki partili bir Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşturmuştur. Bunun imkânlarından hep beraber faydalanalım, Türkiye'de yapılması gereken köklü reformları elbirliği içerisinde yapalım ve milletimizin yüzünü güldürelim ve başarı hepimizin olsun diyorum.

Tekrar, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Başbakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüzün 61 inci maddesi gereğince, son söz milletvekilinindir. Hükümet iki kişisel konuşmadan sonra söz aldığı için, bir arkadaşımızın daha konuşması gerekmektedir. Ankara Milletvekili Sayın Önder Sav, Başkanlığımıza gönderdiği dilekçesinde, bu bağlamda söz istemektedir.

Hatırlayacağınız gibi, birleşimin başında, kişisel söz talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini okumuştum. Üçüncü sırada Sayın Asım Aykan yer almaktadır; dolayısıyla, Sayın Önder Sav'a söz vermem mümkün değildir.

Kişisel konuşmasını yapmak üzere, Trabzon Milletvekili Sayın Asım Aykan'ı davet ediyorum.

Buyurun Sayın Aykan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi hürmetle selamlıyorum. 10 dakikayı da daha iktisatlı kullanarak, iftar vaktindeki arkadaşlarımızı fazla bekletmek istemiyorum.

Hükümetimizin ülkemiz için hayırlı hizmetler yapmasını diliyorum.

Biz, seçim meydanlarında, insanlarımıza "aman bizi koalisyona bırakmayın, mutlaka, tek başına iktidar verin" şeklinde yalvardık. Burada, Türk Milletine huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. Bu, aynı zamanda, şu anda muhalefet sıralarında olan kardeşlerimizin de ortak arzusuydu. Nasip bizimmiş. Milletimiz, elli yıldan sonra, iki partili bir Meclisi; ama, güçlü biçimde, tek başına bir siyasî iktidarı işbaşına getirmiş bulunuyor. Umuyorum, biz de, milletimizin vermiş olduğu bu siyasî avantajı, ona hizmet etme biçiminde, en güzel şekilde değerlendireceğiz.

Sevgili arkadaşlar, Hükümet Programını şöyle bir özet haline getirip baktığımız zaman, satır başlarıyla şu hususları tespit etmek mümkün: Birincisi, özgürlüğe önem veriyor hükümetimiz. Türkiye'nin de ihtiyacı bu.

İnsan şahsiyetini belirleyen ana unsur özgürlüktür ve dünyada, özgür olmadan kalkınmış bir ülke bulamazsınız. Bu kategoride, özellikle ticaretin önündeki, teşebbüsün önündeki sınırların kaldırılmasında çok büyük önem olduğu kanaatindeyiz.  Özellikle son yıllarda Türk müteşebbislerinin sınırlarımıza doğru kaçtıklarını görünce, bizim insanımız işsizken fabrikaların yurtdışına kaçtığına görünce, bunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamakta fayda görüyoruz.

Özgürlüğün olduğu her ülkede, arkadan zenginlik gelir. Türkiye'nin zenginliğe şiddetle ihtiyacı var. Bizimle yirmi sene evvel beraber olan ülkeler bugün 10 000 doların üzerinde millî gelire ulaşmışken Türkiye'nin 2 000 dolarlık millî gelire inmesi, utanılacak bir tablodur. Dolayısıyla, hükümetimizin, zenginliği ortaya çıkaracak olan bütün unsurları öne alarak sonuçlandıracağı kanaatindeyiz. Bu açıdan biz de kendilerine her türlü desteği vereceğiz.

Zengin olmak da yetmiyor değerli kardeşlerim, arkadaşlar, bunun adil paylaşılması gerekiyor. Trabzon'da, seçim çalışması esnasında, Beşikdüzü'nde seyyar satıcılık yapan bir üniversite mezununun bizlere hitaben söylediği cümleler hâlâ beynimde duruyor. Üniversite mezunlarının işportacılık yaptığı bir yerde, eğer, biz, serveti adil paylaştıramıyorsak ve bu insanların ümidini yiyorsak, onları, ümitsiz halde, aşsız ve işsiz bırakıyorsak, eşsiz bırakıyorsak, çok düşünmemiz gereken bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.

Devletin yayınlamış olduğu rakamlara göre, Türkiye'de yüzde 10 nüfusun hiçbir geliri yoktur. Böylesine bir tabloda, eğer servetimizi adil paylaştıramıyorsak, serveti artırmanın da fazla bir anlamı olduğuna inanmıyoruz.

Dördüncü husus, hukuk devleti konusudur. Eğer, bir ülkede hukuk devleti bihakkın yerleşmemişse ve bu anlayış insanlarımız tarafından benimsenmemişse, insanların hem geçmişiyle ilgili endişeleri olur hem günleriyle ilgili, yaşadıkları anla ilgili endişeleri olur hem de gelecekle ilgili endişeleri olur. Ayrıca, bu servet dağılımının ve özgürlüklerin sınırını da hukukla tayin etmek mümkündür. Dolayısıyla, Türkiye'nin, umuyorum, 58 inci hükümet elinde, bir an önce, gerçek anlamda hukuk devletine kavuştuğunu göreceğiz.

Hükümet Programındaki ana unsurlardan bir tanesi ise, demokrasidir. Demokratik anlamda Türkiye'nin istenen düzeye gelmediğini herkes biliyor. Özellikle, 11 milyona yakın oy almış bir siyasî partinin genel başkanının şu anda Parlamentoda bulunmaması ayıbını, Türkiye uzun süre daha kaldıramaz! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hükümetimizin altını çizdiği bir diğer husus ise, yeniden yapılanmadır. Ben, şahsen belediye başkanlığından geliyorum, dokuz yıla yakın belediye başkanlığı yaptım. Her zeminde şunu söylüyorduk -burada birçok belediye başkanı arkadaşımız var- Ankara'yı küçültmeden Türkiye'yi büyütemezsiniz. Ne yaparsanız yapın, önce Ankara, ilgilendiği alanlar itibariyle küçülmek zorundadır ve görev alanlarında da etkili olmak zorundadır. Yetkileri -hizmet anlamında, özellikle, hizmeti sunmak anlamında söylüyorum- Anadolu'ya yaymak zorundayız.

Bu yeniden yapılanma içerisinde sosyal kurumlarımızın ve sağlık kurumlarımızın birleştirilmesi ve entegre edilmesi çok önemli bir olaydır ve halkımızın dört gözle beklemiş olduğu bir olaydır.

Bir diğeri de, yerelleşmedir. Dünyada yerelleşmeden kalkınmış bir tek ülke görmedim. Belediye Başkanlığım döneminde Amerika'dan Çin'e, Rusya'dan aşağıya kadar her tarafı gezdik. Herkes yerelleşerek kalkındı. Türkiye de yerelleşerek kalkınabilecektir. Şahsen, biz, bunun altını özellikle çizmek istiyoruz ve hükümetimize, acil eylem planı içerisine böyle bir yaklaşımı koymuş olmasından dolayı da şükran borcumuzu sunmak istiyoruz.

Doğumuyla hizmetler alan, ölümüyle hizmetleri devreden -insanlarımız açısından söylüyorum- yerel yönetimlerin güçlenmesi gerekiyor. Bu anlamda, gerek kaliteli teknik eleman gerek mevzuat noktasından gerekse de yerinde vergi koyma, vergi ihdas etme ve sivil toplum örgütleri, seçilmiş kişilerle oluşan kent meclisleri marifetiyle kenti yönetme anlamında yerel yönetimlerin ciddî anlamda desteklenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Değerli milletvekilleri, sözlerimi bitirmeden önce, bölgesel anlamda birkaç hususu ifade etmek istiyorum. 57 nci hükümet döneminde Maliye Bakanı, giderayak, bazı belediye başkanlarına, kendi siyasî çizgisini gözetmek suretiyle para gönderdi. Ben Trabzon'dan geliyorum. Tabiî, haklı olarak, oradaki arkadaşlarımız, onlara gönderilmişse siz de bize gönderin diyor; ama, ayırım yapmaksızın, para gönderilmeyen her belediyeye hakkı olan bu paraların gönderilmesi gerektiğini burada ifade etmek istiyorum ve Sayın Maliye Bakanımızı göreve davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Doğu Karadeniz Bölgesiyle ilgili olarak, KEİPA bünyesindeki ülkelerle, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Rusya ve Ukrayna dahil olmak üzere, özellikle sınır ticaretinin geliştirilmesi anlamındaki tedbirlere önem verilmesini özellikle istirham ediyoruz.

Sayın Genel Başkanımızın 15 000 kilometrelik duble yol müjdesini burada alkışlıyorum. Bu anlamda, özellikle Samsun-Sarp arasındaki yolun bir an önce bitirilmesi için hükümetimizin özel dikkat göstereceğini umuyorum.

Doğu Karadeniz Bölgesinin köy yolları Türkiye'nin en kötü köy yollarıdır. Bizzat seçim çalışmasından geldiğim için söylüyorum. Belki belli bölgelerimizde var; batıda olabilir, Ege'nin bazı yerlerinde var; ama, Artvin'den Ordu'ya, Samsun'a kadar köy yollarını, kardeşlerimiz isterlerse beraberce bir ziyaret edelim. Rehabilite edilmiş yol nispeti yüzde 10. Yani, asfalt diyebileceğimiz yol, yüzde 10. Yüzde 90'ı katır yoludur. Dolayısıyla, ilgili bakanlığımızın bu bütçeleriyle köy yollarının yapılmayacağını özellikle bilmelerini istiyorum. Bu bütçeyle, elli yıl daha bu yollar yapılamaz. Hükümet Programına, bu yollarla ilgili ciddî anlamda kaynak ve ekipman konulmasında fayda görüyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın, Genel Başkanımızın açıklamasıyla ilgili bir hususu oldu. Fındığa 3 000 000 lira fiyat önerdiklerini ifade ettiler. Bunu düzeltmek istiyorum. Bizatihi bizim de takip etmiş olduğumuz bir çalışmadır bu. Fındığa, Genel Başkanımızın önerdiği fiyat 3 000 000 değil, 2 000 000'dur. AK Parti de bir şey söylerse, mutlaka yapar; bundan kimsenin şüphesi olmasın! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Doğu Karadeniz Bölgesinde yayla turizminin, özellikle Hükümet Programımızda yer almasını istiyoruz. Ormanın mülkiyetinde olan arazileri turizme açmak için sayın valilerimiz ve ilgili arkadaşlarımız yıllardır Ankara'ya gidip geliyorlar. Turizm alanı olarak belirlenmiş olan yerlerin, bir yasayla, derhal Orman Bakanlığının uhdesinden özel idarelere 49 yıllığına devredilmesi gerekiyor. Buraların halihazırının yapılması lazım, imar planının yapılması lazım, yollarının yapılması lazım, teşvik verilmesi lazım, mülkiyet probleminin -gerekirse yabancılara da açmak üzere- halledilmesi lazım ki, Doğu Karadeniz Bölgesinde korkunç bir turizm potansiyeli var; fakat, şimdiye kadar, maalesef, toplu halde meseleye yaklaşılmadığı için, konu, dünyaya kapatılmış ve dünyadaki tur operatörlerinin Karadeniz'de buluşturulması suretiyle milyarlarca dolarlık dövizin bütçeye kazandırılması lazım. Türkiye'deki turizm sıfır kodundadır ve en az bin koduna çıkarılması gerekiyor.

Ayrıca, Batum ile Hopa arasında 20 kilometre yol yaptığımız zaman, Hopa Limanıyla beraber, ta Çin'e kadar gidebiliyoruz. Yapacağımız 20 kilometrelik demiryoludur. Özellikle Ulaştırma Bakanımıza, bunu huzurlarınızda hatırlatmak istiyorum. Oraya getirilecek olan bu imkân birçok ihracat kapısını da bize açmış olacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, daha fazla zamanınızı almak istemiyorum; sürem doluyor; 58 inci hükümetin ülkemiz için faydalı çalışmalar yapacağını umuyorum ve Kabinede görev alan arkadaşlarımıza huzurlarınızda başarılar diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aykan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Güvenoylamasının, Anayasanın 110, İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güvenoylaması, 28 Kasım 2002 Perşembe günü yapılacaktır.

Başbakan Sayın Abdullah Gül tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylamasını ve gruplarca aday gösterildiği takdirde Başkanlık Divanına ve komisyonlara üye seçimlerini yapmak için, alınan karar gereğince, 28 Kasım 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

 

Kapanma Saati: 16.26