DÖNEM
: 21 CİLT : 102 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 127 nci Birleşim (Olağanüstü) 8 . 8 . 2002 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – MHP Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Koray Aydın, DYP Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Turhan
Güven, ANAP Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, DSP Grup
Başkanvekili Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, YTP Grup Başkanvekili
Ankara Milletvekili Oğuz Aygün, AKParti Grup Başkanvekili Van Milletvekili
Hüseyin Çelik, SP Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve 187
arkadaşının, (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını görüşmek üzere, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/509) 2. – Giresun Milletvekili Turhan Alçelik
ve 121 arkadaşının, (2/13) ve (2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl
Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/510) 3. – Bursa Milletvekili Burhan Orhan ve
115 arkadaşının, (2/301) ve (2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl;
Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması
Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, olağanüstü toplantıya çağrılmasına
ilişkin önergesi (4/511) 4. – Sivas Milletvekili Temel
Karamollaoğlu ve 119 arkadaşının, (2/27) esas numaralı Suşehri İlinin Kurulması
Hakkında Kanun Teklifini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü
toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/513) 5. – Yaşar Okuyan’dan boşalan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat Arseven’in, boşalacak olan
Devlet Bakanlığına, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın atandıklarına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1153) B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunun; 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Şebinkarahisar İlçesinin İl
Yapılması Hakkında (2/13) ve (2/48) esas numaralı kanun teklifini, İnegöl
Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe
Kurulması Hakkında (2/301) ve (2/357) esas numaralı kanun teklifini görüşmek
için toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
duyurusu 2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunun; daha önce yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrı konusuna ilaveten,
Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifini görüşmek için olağanüstü
toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
duyurusu IV.–
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurul gündemindeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine, gündemde bulunan kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin SP Grubu
önerisi 2. – 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin birinci
sırasına, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin ikinci sırasına alınmasına
ilişkin MHP, DYP, ANAP, DSP, YTP ve AK Parti Gruplarının müşterek önerisi 3. – 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İş
Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışma süresinin
uzatılmasına ilişkin MHP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi V.– KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı : 894) 2. – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893) VI. –
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – YTP Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Oğuz Aygün’ün DSPGrup Sözcüsü Osman Kılıç’ın partisine sataşması
nedeniyle konuşması VII. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Kayseri Milletvekili Salih
Kapusuz’un, 1997 yılında Konya-Karapınar’da meydana gelen kazayla ilgili davaya
etki edilmeye çalışıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet
Sami Türk’ün cevabı (7/7143) 2. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in,
ABüyesi ülkeler, AB’ne aday ülkeler ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine açılan davalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7521) 3. – Konya
Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bir lise müdür yardımcısının görevden alınmasına
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7396) 4. – Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya’nın, Halk Bankası ve Ziraat Bankasından kullanılan bazı kredilere
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/7660) 5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın,
Yüksek Denetleme Kurulunun Halkbankla ilgili 1996, 1997 ve 1998 yıllarına ait
raporlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/7669) 6. – Konya Milletvekili Remzi Çetin’in,
özel öğretim hizmetlerinde teşvik edici vergi uygulamaları düşünülüp
düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/7695) 7. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik’in,
İstanbul 1 Numaralı DGM Başkanı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7748) 8. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik’in,
Van-Erçiş’de görülmekte olan tapu davalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7818) 9. – Bolu Milletvekili İsmail Alptekin’in,
sahte ve taklit ürünlerden Türk ekonomisinin gördüğü zarara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/7883) 10. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir
Mehmet Fırat’ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmesi için yargısal
işlemler yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk’ün cevabı (7/7889) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak
üç oturum yaptı. Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet
Fırat’ın Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğindençekildiğine ilişkin önergesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimlerin
yenilenmesine dair 31.7.2002 günlü ve 745 sayılı kararı çerçevesinde;Adalet
Bakanlığına Aysel Çelikel’in, İçişleri Bakanlığına Muzaffer Ecemiş’in ve
Ulaştırma Bakanlığına Naci Kınacıoğlu’nun Başbakan tarafından atanmış
olduklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, Genel Kurulun bilgisine sunuldu. TBMMdışından bakanlıklara atanmış bulunan;
Ulaştırma Bakanı Naci Kınacıoğlu, İçişleri Bakanı Muzaffer Ecemiş ve Adalet
Bakanı Aysel Çelikel andiçtiler. Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan
üyeliklerden : Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 3
üyeliğe; Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin,Ankara Milletvekili Mustafa
Cihan Paçacı ve Şanlıurfa Milletvekili Muzaffer Çakmaklı, Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe,
Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut, Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 3
üyeliğe; Antalya Milletvekili Metin Şahin, Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven
Karahan ve Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan, Demokratik Sol Parti Grubuna düşen 3
üyeliğe; Ankara Milletvekili Ayşe Gürocak, İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert
ve Karabük Milletvekili Erol Karan; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonunda boş bulunan ve Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Uşak
Milletvekili Hasan Özgöbek, Kocaeli Milletvekili M. Turhan İmamoğlu ve
Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet Turgut; Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve Yeni
Türkiye Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Uşak Milletvekili Mehmet Yaşar Ünal,
Adana Milletvekili Ali Tekin ve Antalya Milletvekili Ahmet Sancar Sayın; Dilekçe Komisyonunda boş bulunan ve Yeni
Türkiye Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe, Ardahan Milletvekili Faruk Demir; Seçildiler. Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına alınan ve olağanüstü toplantı konusu
olan,Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Denizli Milletvekili Beyhan Aslan,
Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek ile Kırıkkale Milletvekili Nihat
Gökbulut’un; 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/1021) (S. Sayısı :
891) reddine dair Anayasa Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlandı;
raporun oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar
sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından,
olağanüstü toplantı çağrı önergesinde yer alan konunun görüşülme imkânı
kalmadığı ve çağrı önergesinin düştüğü; 1 Eylül 2002 tarihi için yapılmış olan
olağanüstü toplantı çağrısının konusunu oluşturan seçimlerin yenilenmesi
önergesi kabul edilmiş olduğundan, söz konusu olağanüstü toplantı çağrısının da
düştüğü; Açıklandı. Anayasa ve İçtüzük gereğince 1 Ekim 2002
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.26’da son verildi. Mustafa
Murat Sökmenoğlu
II. – GELEN
KÂĞITLAR No. : 178 8.8. 2002 PERŞEMBE (Olağanüstü) Tezkereler 1. – Tekirdağ
Milletvekili Enis Sülün’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1149) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi :5.8.2002) 2. – Ali Gülmez
Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi
(3/1150) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.8.2002) Raporlar 1. – İş Kanunu ile
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı :893)
(Dağıtma tarihi :8.8.2002) (GÜNDEME) 2. – 4726 Sayılı 2002
Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı :894) (Dağıtma tarihi :8.8.2002) (GÜNDEME) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Kayseri Milletvekili
Sevgi Esen’in, Kayseri Raylı Sistem Projesinin ne zaman faaliyete geçeceğine
ilişkinUlaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8173) (Başkanlığa geliş
tarihi :6.8.2002) 2. – Kayseri Milletvekili
Sevgi Esen’in, Kayseri Kara Konteyner Terminali Projesi çalışmaları yapılıp
yapılmadığına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8174)
(Başkanlığa geliş tarihi :6.8.2002) 3. – İstanbul
Milletvekili Ahmet Güzel’in, İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi ve diğer
belediyelerce dikilen ağaç, çiçek ve fidan sayılarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8175) (Başkanlığa geliş tarihi :6.8.2002) 4. – Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik’in, AKBİL olayında isminin gerçeklere aykırı olarak geçirildiği
iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8176) (Başkanlığa
geliş tarihi : 7.8.2002) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati :15.05 8 Ağustos 2002 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu Kâtip Üyeler : Mehmet Ay (Gaziantep), Mustafa Vural
(Antalya) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Danışma Kurulu toplantısının çok geç bitmesi sebebiyle Danışma
Kurulu kararlarının yazımını beklediğimiz için, Başkanlığımız, siz sayın
milletvekillerini bekletmiştir; bundan dolayı, oturumu 5 dakika geç açtım; özür
diliyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
Anayasanın 93 üncü, İçtüzüğün 7 nci maddelerine göre, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Koray Aydın, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Turhan Güven, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Denizli
Milletvekili Beyhan Aslan, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Konya
Milletvekili Emrehan Halıcı, Yeni Türkiye Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili
Oğuz Aygün, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Van Milletvekili
Hüseyin Çelik, Saadet Partisi Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin
Hatiboğlu ve 187 milletvekilinin; Giresun Milletvekili Turhan Alçelik ve 121
milletvekilinin, Bursa Milletvekili Burhan Orhan ve 116 milletvekilinin, Sıvas
Milletvekili Temel Karamollaoğlu ve 119 milletvekilinin istemleri üzerine
yaptığı çağrı sonucu olağanüstü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127
nci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı
vardır, gündeme geçiyoruz. Gündemin
"Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmında yer alan olağanüstü
toplantı çağrı önergelerini ve Başkanlığın çağrı yazısını okutacağım; ancak,
çağrı önergeleri çok uzun olduğu için, bunları, Kâtip Üyenin yerinde oturarak
okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – MHP
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Koray Aydın, DYP Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Turhan Güven, ANAP Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan
Aslan, DSP Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, YTP Grup
Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün, AKParti Grup Başkanvekili Van
Milletvekili Hüseyin Çelik, SP Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin
Hatiboğlu ve 187 arkadaşının, (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını görüşmek üzere,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin
önergesi (4/509) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Anayasanın 93 üncü ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi gereğince 1/955 esas
numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısını görüşmek üzere, 7.8.2002 tarihinde olağanüstü toplanmasını arz ve
talep ederiz. Gerekçe: İş Güvencesiyle
İlgili Kanun Tasarısının bir an önce kanunlaşması gerekmektedir. İşçilerimizin
mağduriyetlerinin giderilmesi ve geç kalmış hakların iadesi, söz konusu
tasarının kanunlaşmasıyla mümkün olacaktır.
8. İbrahim Yavuz Bildik (Adana) 9. Yakup Budak (Adana) 10. Ali Tekin (Adana) 11. İsmet Vursavuş (Adana) 12. Mahmut Bozkurt (Adıyaman) 13. Mehmet Özyol (Adıyaman) 14. İsmet Attila (Afyon) 15. Müjdat Kayayerli (Afyon) 16. Halil İbrahim Özsoy (Afyon) 17. Mehmet Telek (Afyon) 18. Gönül Saray Alphan (Amasya) 19. Akif Gülle (Amasya) 20. Saffet Arıkan Bedük (Ankara) 21. Cemil Çiçek (Ankara) 22. Uluç Gürkan (Ankara) 23. H. Tayfun İçli (Ankara) 24. Esvet Özdoğu (Ankara) 25. M. Zeki Sezer (Ankara) 26. Aydın Tümen (Ankara) 27. Rıza Ulucak (Ankara) 28. Şevket Bülend Yahnici (Ankara) 29. Osman Müderrisoğlu (Antalya) 30. Nesrin Ünal (Antalya) 31. Mustafa Vural (Antalya) 32. Saffet Kaya (Ardahan) 33. Halit Dikmen (Aydın) 34. Mustafa Güven Karahan (Balıkesir) 35. İsmail Özgün (Balıkesir) 36. Cafer Tufan Yazıcıoğlu (Bartın) 37. Alaattin Sever Aydın (Batman) 38. Ataullah Hamidi (Batman) 39. Burhan İsen (Batman) 40. Faris Özdemir (Batman) 41. Suat Pamukçu (Bayburt) 42. Sebahat Vardar (Bilecik) 43. Mahfuz Güler (Bingöl) 44. Hüsamettin Korkutata (Bingöl) 45. İbrahim Halil Oral (Bitlis) 46. Ali Arabacı (Bursa) 47. Ali Rahmi Beyreli (Bursa) 48. Orhan Ocak (Bursa) 49. Teoman Özalp (Bursa) 50. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa) 51. Orhan Şen (Bursa) 52. Nevfel Şahin (Çanakkale) 53. Hüseyin Karagöz (Çankırı) 54. Salih Erbeyin (Denizli) 55. Hasan Erçelebi (Denizli) 56. Osman Aslan (Diyarbakır) 57. Nurettin Atik (Diyarbakır) 58. Nurettin Dilek (Diyarbakır) 59. Mehmet Selim Ensarioğlu (Diyarbakır) 60. Abdulbaki Erdoğmuş (Diyarbakır) 61. Sacit Günbey (Diyarbakır) 62. Seyyit Haşim Haşimi (Diyarbakır) 63. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır) 64. Salih Sümer (Diyarbakır) 65. Evren Bulut (Edirne) 66. Ali Ahmet Ertürk (Edirne) 67. Mustafa İlimen (Edirne) 68. Mehmet Ağar (Elazığ) 69. Latif Öztek (Elazığ) 70. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ) 71. Lütfü Esengün (Erzurum) 72. Fahrettin Kukaracı (Erzurum) 73. Aslan Polat (Erzurum) 74. Necati Albay (Eskişehir) 75. Mahmut Erdir (Eskişehir) 76. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir) 77. Nurettin Aktaş (Gaziantep) 78. Mustafa Yılmaz (Gaziantep) 79. Hasan Akgün (Giresun) 80. Turhan Alçelik (Giresun) 81. Burhan Kara (Giresun) 82. Lütfi Doğan (Gümüşhane) 83. Hakkı Töre (Hakkâri) 84. Hakkı Oğuz Aykut (Hatay) 85. Mehmet Dönen (Hatay) 86. Mustafa Geçer (Hatay) 87. Metin Kalkan (Hatay) 88. Ramazan Gül (Isparta) 89. Erkan Mumcu (Isparta) 90. Mustafa Zorlu (Isparta) 91. Fadlı Ağaoğlu (İstanbul) 92. Bülent Akarcalı (İstanbul) 93. Şamil Ayrım (İstanbul) 94. Mukadder Başeğmez (İstanbul) 95. Rıdvan Budak (İstanbul) 96. Nami Çağan (İstanbul) 97. Ahmet Çakar (İstanbul) 98. Mustafa Düz (İstanbul) 99. Süleyman Arif Emre (İstanbul) 100. Yücel Erdener
(İstanbul) 101. Mehmet Fuat Fırat
(İstanbul) 102. Mehmet Gül
(İstanbul) 103. Ahmet Güzel
(İstanbul) 104. Hüseyin Kansu
(İstanbul) 105. Osman Kılıç
(İstanbul) 106. Emre Kocaoğlu
(İstanbul) 107. Hüseyin Mert
(İstanbul) 108. Nazif Okumuş
(İstanbul) 109. Bozkurt Yaşar Öztürk
(İstanbul) 110. Mehmet Pak
(İstanbul) 111. Necdet Saruhan
(İstanbul) 112. Sulhiye Serbest
(İstanbul) 113. Bahri Sipahi
(İstanbul) 114. Ahmet Tan (İstanbul) 115. Masum Türker
(İstanbul) 116. Süleyman Yağız
(İstanbul) 117. Nevzat Yalçıntaş
(İstanbul) 118. Cahit Savaş Yazıcı
(İstanbul) 119. Perihan Yılmaz
(İstanbul) 120. Osman Yumakoğulları
(İstanbul) 121. Güler Aslan (İzmir) 122. Burhan Bıçakçıoğlu
(İzmir) 123. Mehmet Çümen (İzmir) 124. Salih Dayıoğlu
(İzmir) 125. Hasan Metin (İzmir) 126. Mehmet Özcan (İzmir) 127. Rahmi Sezgin (İzmir) 128. Yıldırım Ulupınar
(İzmir) 129. Kemal Vatan (İzmir) 130. Ali Doğan
(Kahramanmaraş) 131. Ali Sezal
(Kahramanmaraş) 132. Mustafa Eren
(Karabük) 133. Hasan Çalış
(Karaman) 134. Arslan Aydar (Kars) 135. Çetin Bilgir (Kars) 136. M. Hadi Dilekçi
(Kastamonu) 137. Hasan Basri Üstünbaş
(Kayseri) 138. Sadık Yakut
(Kayseri) 139. Nihat Gökbulut
(Kırıkkale) 140. Nural Karagöz
(Kırklareli) 141. Mustafa Haykır
(Kırşehir) 142. Halil Çalık
(Kocaeli) 143. Sefer Ekşi (Kocaeli) 144. M. Turhan İmamoğlu
(Kocaeli) 145. Veysel Candan
(Konya) 146. Mustafa Sait Gönen
(Konya) 147. Mehmet Keçeciler
(Konya) 148. Emin Karaa (Kütahya) 149. Oğuzhan Asiltürk
(Malatya) 150. Yaşar Canbay
(Malatya) 151. Basri Coşkun
(Malatya) 152. Mehmet Recai Kutan
(Malatya) 153. Hasan Gülay (Manisa) 154. M. Cihan Yazar
(Manisa) 155. Mustafa Kemal
Tuğmaner (Mardin) 156. Yalçın Kaya (Mersin) 157. Edip Özgenç (Mersin) 158. Akif Serin (Mersin) 159. Cahit Tekelioğlu
(Mersin) 160. Tunay Dikmen (Muğla) 161. Fikret Uzunhasan
(Muğla) 162. Sabahattin Yıldız
(Muş) 163. Mehmet Elkatmış
(Nevşehir) 164. Mükremin Taşkın
(Nevşehir) 165. Mükerrem Levent
(Niğde) 166. İhsan Çabuk (Ordu) 167. Mehmet Bekâroğlu
(Rize) 168. Ahmet Kabil (Rize) 169. Cevat Ayhan
(Sakarya) 170. Ş. Ramis Savaş
(Sakarya) 171. Ersin Taranoğlu
(Sakarya) 172. Yekta Açıkgöz
(Samsun) 173. Ahmet Demircan
(Samsun) 174. Şenel Kapıcı
(Samsun) 175. Musa Uzunkaya
(Samsun) 176. Metin Bostancıoğlu
(Sinop) 177. Kadir Bozkurt
(Sinop) 178. Yaşar Topçu (Sinop) 179. Musa Demirci (Sıvas) 180. Temel Karamollaoğlu
(Sıvas) 181. Mustafa Niyazi
Yanmaz (Şanlıurfa) 182. Mehmet Salih
Yıldırım (Şırnak) 183. Bayram Fırat
Dayanıklı (Tekirdağ) 184. Enis Sülün
(Tekirdağ) 185. Ahmet Zamantılı (Tekirdağ) 186. Ali Şevki Erek
(Tokat) 187. Ali Kemal Başaran
(Trabzon) 188. Şeref Malkoç
(Trabzon) 189. Mehmet Yaşar Ünal
(Uşak) 190. Maliki Ejder Arvas
(Van) 191. Yaşar Okuyan
(Yalova) 192. Hasan Suna (Yalova) 193. Mehmet Çiçek
(Yozgat) 194. Hasan Gemici
(Zonguldak) 2. –
Giresun Milletvekili Turhan Alçelik ve 121 arkadaşının, (2/13) ve (2/48) esas
numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerini
görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına
ilişkin önergesi (4/510) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Bazı milletvekillerince
değişik tarihlerde verilen Şebinkarahisar İlçesinin il yapılmasına dair kanun
tekliflerinin (2/13, 2/48) ve Giresun Milletvekilleri Turhan Alçelik, Burhan
Kara, Hasan Akgün, Mustafa Yaman ve Rasim Zaimoğlu'nun 1.8.2002 tarihli ortak
teklifinin birleştirilerek görüşmelerinin yapılabilmesi amacıyla, Anayasamızın
93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi gereği,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8.8.2002 Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü
toplantıya çağrılmasını arz ve talep ederiz. Saygılarımızla. 1. Turhan Alçelik (Giresun) 2. Burhan Kara (Giresun) 3. Hasan Akgün (Giresun) 4. Mustafa Yaman (Giresun) 5. Rasim Zaimoğlu (Giresun) 6. Yakup Budak (Adana) 7. Ali Gören (Adana) 8. Adnan Fatin Özdemir (Adana) 9. Arif Sezer (Adana) 10. Müjdat Kayayerli (Afyon) 11. Mehmet Telek (Afyon) 12. Musa Konyar (Ağrı) 13. Nidai Seven (Ağrı) 14. Murat Akın (Aksaray) 15. Kürşat Eser (Aksaray) 16. Ahmet İyimaya (Amasya) 17. Mehmet Zeki Çelik (Ankara) 18. Ayşe Gürocak (Ankara) 19. Aydın Tümen (Ankara) 20. Rıza Ulucak (Ankara) 21. Osman Müderrisoğlu (Antalya) 22. Mehmet Zeki Okudan (Antalya) 23. Mustafa Vural (Antalya) 24. Saffet Kaya (Ardahan) 25. Alaattin Sever Aydın (Batman) 26. Şaban Kardeş (Bayburt) 27. Suat Pamukçu (Bayburt) 28. Hüsamettin Korkutata (Bingöl) 29. Necati Yöndar (Bingöl) 30. Yahya Çevik (Bitlis) 31. Hasan Macit (Burdur) 32. Ali Arabacı (Bursa) 33. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa) 34. Teoman Özalp (Bursa) 35. Orhan Şen (Bursa) 36. Oğuz Tezmen (Bursa) 37. Hüseyin Karagöz (Çankırı) 38. İrfan Keleş (Çankırı) 39. Yasin Hatiboğlu (Çorum) 40. Beyhan Aslan (Denizli) 41. Hasan Erçelebi (Denizli) 42. Mehmet Gözlükaya (Denizli) 43. Ali Keskin (Denizli) 44. Sacit Günbey (Diyarbakır) 45. Mustafa Gül (Elazığ) 46. Latif Öztek (Elazığ) 47. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ) 48. Zeki Ertugay (Erzurum) 49. Fahrettin Kukaracı (Erzurum) 50. Aslan Polat (Erzurum) 51. Necati Albay (Eskişehir) 52. Mehmet Mail Büyükerman (Eskişehir) 53. İbrahim Yaşar Dedelek (Eskişehir) 54. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir) 55. Mustafa Yılmaz (Gaziantep) 56. Lütfi Doğan (Gümüşhane) 57. Bedri Yaşar (Gümüşhane) 58. Hakkı Töre (Hakkâri) 59. Mehmet Nuri Tarhan (Hatay) 60. Ramazan Gül (Isparta) 61. Ziya Aktaş (İstanbul) 62. Aydın Ayaydın (İstanbul) 63. Şamil Ayrım (İstanbul) 64. Mustafa Düz (İstanbul 65. Ahmet Güzel (İstanbul) 66. Ediz Hun (İstanbul) 67. Hüseyin Kansu (İstanbul) 68. Osman Kılıç (İstanbul) 69. Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul) 70. Ali Oğuz (İstanbul) 71. Mehmet Ali Şahin (İstanbul) 72. Ahmet Tan (İstanbul) 73. Masum Türker (İstanbul) 74. Süleyman Yağız (İstanbul) 75. Nevzat Yalçıntaş (İstanbul) 76. Perihan Yılmaz (İstanbul) 77. Osman Yumakoğulları (İstanbul) 78. Güler Aslan (İzmir) 79. Saffet Başaran (İzmir) 80. Mehmet Çümen (İzmir) 81. Yusuf Kırkpınar (İzmir) 82. Hasan Metin (İzmir) 83. Rahmi Sezgin (İzmir) 84. Hasan Ufuk Söylemez (İzmir) 85. Metin Kocabaş (Kahramanmaraş) 86. Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş) 87. Erol Karan (Karabük) 88. Hasan Çalış (Karaman) 89. M. Hadi Dilekçi (Kastamonu) 90. Hasan Basri Üstünbaş (Kayseri) 91. Hacı Filiz (Kırıkkale) 92. Nihat Gökbulut (Kırıkkale) 93. Mustafa Haykır (Kırşehir) 94. Mehmet Nacar (Kilis) 95. Halil Çalık (Kocaeli) 96. Veysel Candan (Konya) 97. Mehmet Gölhan (Konya) 98. Mehmet Emrehan Halıcı (Konya) 99. Lütfi Yalman (Konya) 100. Yaşar Canbay
(Malatya) 101. Basri Coşkun
(Malatya) 102. Mehmet Recai Kutan
(Malatya) 103. İsmail Bozdağ
(Manisa) 104. Fehim Adak (Mardin) 105. Metin Musaoğlu
(Mardin) 106. Turhan Güven
(Mersin) 107. Mümtaz Yavuz (Muş) 108. Mükremin Taşkın
(Nevşehir) 109. Mehmet Bekâroğlu
(Rize) 110. Ahmet Kabil (Rize) 111. Cevat Ayhan
(Sakarya) 112. Yekta Açıkgöz
(Samsun) 113. Kemal Kabataş (Samsun) 114. Erdoğan Sezgin
(Samsun) 115. Musa Uzunkaya
(Samsun) 116. Mehmet Yalçınkaya
(Şanlıurfa) 117. Mustafa Niyazi
Yanmaz (Şanlıurfa) 118. Şeref Malkoç
(Trabzon) 119. Maliki Ejder Arvas
(Van) 120. Ayhan Çevik (Van) 121. İlyas Arslan
(Yozgat) 122. İsmail Hakkı
Cerrahoğlu (Zonguldak) BAŞKAN - Efendim, çağrı
önergesi Sayın Orhan'ın. Kâtip Üyemiz, İnegöl için verilen bu önergeyi kendisi
okuyacak; o imkânı da ona verelim bir parçacık. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Olsun; okusun Sayın Başkanım; Develi'yi de okusun. BAŞKAN - Buyurun: 3. – Bursa
Milletvekili Burhan Orhan ve 115 arkadaşının, (2/301) ve (2/357) esas numaralı
İnegöl Adıyla Bir İl; Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, olağanüstü
toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/511) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Anayasanın 93 üncü ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi uyarınca Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündeminde 419 ve 420 sıra sayısıyla yer alan (2/301) ve (2/357)
esas numaralı 5 ilçe Alanyurt, Yenice, Cerrah, Tahtaköprü, Kurşunlu ve İnegöl
adıyla bir il kurulması hakkında kanun tekliflerini görüşmek üzere, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, 8.8.2002 saat 15.00'te olağanüstü toplantıya
çağrılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. 1. Burhan Orhan (Bursa) 2. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa) 3. Yakup Budak (Adana) 4. Mehmet Metanet Çulhaoğlu (Adana) 5. Ali Halaman (Adana) 6. Adnan Fatin Özdemir (Adana) 7. Recai Yıldırım (Adana) 8. Hasari Güler (Adıyaman) 9. Mehmet Özyol (Adıyaman) 10. Müjdat Kayayerli (Afyon) 11. Mehmet Telek (Afyon) 12. Nidai Seven (Ağrı) 13. Kürşat Eser (Aksaray) 14. Zeki Çelik (Ankara) 15. Hayrettin Özdemir (Ankara) 16. Mustafa Cihan Paçacı (Ankara) 17. Rıza Ulucak (Ankara) 18. Osman Müderrisoğlu (Antalya) 19. Bekir Ongun (Aydın) 20. Ali Uzunırmak (Aydın) 21. Aydın Gökmen (Balıkesir) 22. Alaattin Sever Aydın (Batman) 23. Şaban Kardeş (Bayburt) 24. Suat Pamukçu (Bayburt) 25. Hüseyin Arabacı (Bilecik) 26. Hüsamettin Korkutata (Bingöl) 27. İbrahim Halil Oral (Bitlis) 28. Süleyman Coşkuner (Burdur) 29. Orhan Şen (Bursa) 30. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa) 31. Hakkı Duran (Çankırı) 32. Hüseyin Karagöz (Çankırı) 33. İrfan Keleş (Çankırı) 34. Bekir Aksoy (Çorum) 35. Melek Denli Karaca (Çorum) 36. Vahit Kayrıcı (Çorum) 37. Sacit Günbey (Diyarbakır) 38. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır) 39. Mustafa Gül (Elazığ) 40. Latif Öztek (Elazığ) 41. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ) 42. Mihrali Aksu (Erzincan) 43. Lütfü Esengün (Erzurum) 44. Mücahit Himoğlu (Erzurum) 45. Aslan Polat (Erzurum) 46. Cezmi Polat (Erzurum) 47. Nurettin Aktaş (Gaziantep) 48. Mehmet Ay (Gaziantep) 49. Turhan Alçelik (Giresun) 50. Mustafa Yaman (Giresun) 51. Lütfi Doğan (Gümüşhane) 52. Bedri Yaşar (Gümüşhane) 53. Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 54. Mustafa Geçer (Hatay) 55. Metin Kalkan (Hatay) 56. Abbas Bozyel (Iğdır) 57. Osman Gazi Aksoy (Isparta) 58. Mustafa Zorlu (Isparta) 59. Ahmet Çakar (İstanbul) 60. Mehmet Gül (İstanbul) 61. Ali Oğuz (İstanbul) 62. Nazif Okumuş (İstanbul) 63. Bozkurt Yaşar Öztürk (İstanbul) 64. Mehmet Pak (İstanbul) 65. Avni Doğan (Kahramanmaraş) 66. Mustafa Kamalak (Kahramanmaraş) 67. Mehmet Kaya (Kahramanmaraş) 68. Ali Sezal (Kahramanmaraş) 69. Nevzat Taner (Kahramanmaraş) 70. İlhami Yılmaz (Karabük) 71. Hasan Çalış (Karaman) 72. Arslan Aydar (Kars) 73. Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu) 74. Hasan Basri Üstünbaş (Kayseri) 75. Mustafa Haykır (Kırşehir) 76. Mehmet Nacar (Kilis) 77. Meral Akşener (Kocaeli) 78. Kemal Köse (Kocaeli) 79. Veysel Candan (Konya) 80. Ali Gebeş (Konya) 81. Mustafa Sait Gönen (Konya) 82. Özkan Öksüz (Konya) 83. Lütfi Yalman (Konya) 84. Yaşar Canbay (Malatya) 85. Basri Coşkun (Malatya) 86. Ali Serdengeçti (Manisa) 87. Fehim Adak (Mardin) 88. Yalçın Kaya (Mersin) 89. Enis Öksüz (Mersin) 90. Cahit Tekelioğlu (Mersin) 91. Metin Ergun (Muğla) 92. İsmail Çevik (Nevşehir) 93. Mükremin Taşkın (Nevşehir) 94. Mükerrem Levent (Niğde) 95. Cemal Enginyurt (Ordu) 96. Yener Yıldırım (Ordu) 97. Birol Büyüköztürk (Osmaniye) 98. Mehmet Kundakçı (Osmaniye) 99. Nezir Aydın (Sakarya) 100. Cevat Ayhan
(Sakarya) 101. Osman Fevzi
Zihnioğlu (Sakarya) 102. Ahmet Aydın (Samsun) 103. Musa Demirci (Sıvas) 104. Temel Karamollaoğlu
(Sıvas) 105. Mustafa Niyazi Yanmaz
(Şanlıurfa) 106. Orhan Bıçakçıoğlu
(Trabzon) 107. Nail Çelebi
(Trabzon) 108. Şeref Malkoç
(Trabzon) 109. Armağan Yılmaz
(Uşak) 110. Maliki Ejder Arvas
(Van) 111. Ayhan Çevik (Van) 112. Fethullah Erbaş
(Van) 113. İlyas Arslan
(Yozgat) 114. Ahmet Erol Ersoy
(Yozgat) 115. Mesut Türker
(Yozgat) 116. İsmail Hakkı
Cerrahoğlu (Zonguldak) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bu 3 olağanüstü toplantı önergesiyle ilgili Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanının çağrı yazısını okutuyorum: B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. –
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Şebinkarahisar
İlçesinin İl Yapılması Hakkında (2/13) ve (2/48) esas numaralı kanun teklifini,
İnegöl Adıyla Bir İl; Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5
İlçe Kurulması Hakkında (2/301) ve (2/357) esas numaralı kanun teklifini
görüşmek için toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı duyurusu 7
Ağustos 2002 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığından Bildirilmiştir : Türkiye Büyük Millet
Meclisini; (1/1034) Esas Numaralı 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile
Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını görüşmek için
doğrudan doğruya; (1/955) Esas Numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, (2/13, 2/48) Esas Numaralı
Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve (2/301, 2/357)
Esas Numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve
Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifini ise yeter sayıdaki
üyenin istemi üzerine 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te Anayasanın 93
üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddeleri gereğince olağanüstü
toplantıya çağırıyorum. Sayın milletvekillerinin
belirtilen gün ve saatte Genel Kurul toplantısına katılmalarını rica ederim. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 4. – Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu ve 119
arkadaşının, (2/27) esas numaralı Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun
Teklifini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya
çağrılmasına ilişkin önergesi (4/513) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Kamu hizmetlerinin ülke
çapında verimli ve rasyonel bir şekilde yürütülebilmesi, bölgenin coğrafî
yapısıyla birlikte sosyoekonomik ve kültürel yapısına ve nüfus artışındaki
değişikliklerin idarî yapılanmaya yansıtılmasına bağlıdır. Bu çerçevede,
bölgesel gelişimini pek çok alanda tamamlamış yerleşim birimlerinde bir statü
değişikliği yapılmasını Anayasamızın 126 ncı maddesi açıkça belirtmektedir. Sıvas İli 17 ilçesi ve
yüzölçümüyle Türkiye'nin ikinci büyük topraklarına sahip şehridir. Suşehri'nin
merkezinde bulunduğu Kelkit Vadisi bölgesi il merkezinden kopuk ve yerleşim
yerlerinin merkeze uzaklığı 200 kilometreden
fazladır. Coğrafi yapı ve ulaşım şartları da gösteriyor ki, Kelkit Vadisi yeni
bir ilin kurulması için en öncelikli bölgedir. Sosyokültürel gelişmişlik
düzeyi dikkate alındığında, her türlü altyapısı, son derece modern hastanesi,
yüksekokulu ve kalabalık nüfusu ile Suşehri Türkiye'nin en eski
ilçelerindendir. Tabiî konumu, ulaşım ağı,
turizm ve enerji potansiyeli, stratejik önemi, tarım ve ticaret merkezi olması
yönünden ve şehirleşme hızı en yüksek ilçesi olması bakımından bölgenin il
olmaya en uygun ilçesi Suşehri'dir. Hangi ilçelerin il olması gerektiği ilmî
kıstaslara göre tespit edildiğinde, bir ihtiyaç olarak bu özellikler,
Suşehri'nin bir an önce il yapılmasında bir gereklilik olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu meyanda şayet Türkiye'de bazı ilçeler il yapılacaksa, Suşehri
bir zaruret olarak, birinci sırada yer almalıdır. Suşehri'nin il yapılması
ile yeni bir cazibe merkezî oluşturulacak ve böylece büyükşehirlere olan nüfus
göçü de büyük ölçüde durdurulacaktır. Anayasanın 93 üncü,
İçtüzüğün 7 nci maddesi uyarınca, Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili,
tarafımızdan daha önce verilen ve 691 sıra sayısı ile Meclis gündeminde
bekleyen önergenin görüşülmesi için, TBMM'nin 8.8.2002 tarih ve saat 15.00'te
olağanüstü toplantıya çağrılması istemiyle 110'un üzerinde milletvekiline ait
imzalar ekte sunulmuştur. Gereğini saygılarımızla
arz ederiz. 1. Temel Karamollaoğlu (Sıvas) 2. Abdüllatif Şener (Sıvas) 3. Musa Demirci (Sıvas) 4. Mehmet Ali Bilici (Adana) 5. Yakup Budak (Adana) 6. Musa Öztürk (Adana) 7. Mahmut Nedim Bilgiç (Adıyaman) 8. Dengir Mir Mehmet Fırat (Adıyaman) 9. Mahmut Göksu (Adıyaman) 10. Mehmet Özyol (Adıyaman) 11. Yaşar Eryılmaz (Ağrı) 12. Celal Esin (Ağrı) 13. Musa Konyar (Ağrı) 14. Ramazan Toprak (Aksaray) 15. Ahmet İyimaya (Amasya) 16. M. Zeki Çelik (Ankara) 17. Cemil Çiçek (Ankara) 18. Yücel Seçkiner (Ankara) 19. Rıza Ulucak (Ankara) 20. Cengiz Aydoğan (Antalya) 21. Saffet Kaya (Ardahan) 22. Hasan Ekinci (Artvin) 23. İsmail Özgün (Balıkesir) 24. Alaattin Sever Aydın (Batman) 25. Burhan İsen (Batman) 26. Suat Pamukçu (Bayburt) 27. Mahfuz Güler (Bingöl) 28. Hüsamettin Korkutata (Bingöl) 29. Yahya Çevik (Bitlis) 30. Zeki Ergezen (Bitlis) 31. İsmail Alptekin (Bolu) 32. Mustafa Örs (Burdur) 33. Faruk Çelik (Bursa) 34. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa) 35. Teoman Özalp (Bursa) 36. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa) 37. Oğuz Tezmen (Bursa) 38. Mustafa Cumhur Ersümer (Çanakkale) 39. Nevfel Şahin (Çanakkale) 40. Hüseyin Karagöz (Çankırı) 41. Beyhan Aslan (Denizli) 42. Mehmet Gözlükaya (Denizli) 43. Osman Aslan (Diyarbakır) 44. Nurettin Atik (Diyarbakır) 45. Sacit Günbey (Diyarbakır) 46. Seyyit Haşım Haşimi (Diyarbakır) 47. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır) 48. Abdulsamet Turgut (Diyarbakır) 49. Latif Öztek (Elazığ) 50. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ) 51. Sebahattin Karakelle (Erzincan) 52. Zeki Ertugay (Erzurum) 53. Lütfü Esengün (Erzurum) 54. Aslan Polat (Erzurum) 55. Mehmet Mail Büyükerman (Eskişehir) 56. İbrahim Yaşar Dedelek (Eskişehir) 57. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir) 58. Nurettin Aktaş (Gaziantep) 59. İbrahim Konukoğlu (Gaziantep) 60. Mustafa Yılmaz (Gaziantep) 61. Lütfi Doğan (Gümüşhane) 62. Mecit Piruzbeyoğlu (Hakkâri) 63. Hakkı Oğuz Aykut (Hatay) 64. Mustafa Geçer (Hatay) 65. Metin Kalkan (Hatay) 66. Ramazan Gül (Isparta) 67. Erkan Mumcu (Isparta) 68. Abdülkadir Aksu (İstanbul) 69. Ahat Andican (İstanbul) 70. Aydın Ayaydın (İstanbul) 71. Şamil Ayrım (İstanbul) 72. Ali Coşkun (İstanbul) 73. Ediz Hun (İstanbul) 74. Hüseyin Kansu (İstanbul) 75. Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul) 76. Nesrin Nas (İstanbul) 77. Ali Oğuz (İstanbul) 78. Nevzat Yalçıntaş (İstanbul) 79. Işın Çelebi (İzmir) 80. Hasan Ufuk Söylemez (İzmir) 81. Yıldırım Ulupınar (İzmir) 82. Avni Doğan (Kahramanmaraş) 83. Mustafa Kamalak (Kahramanmaraş) 84. Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş) 85. Ali Sezal (Kahramanmaraş) 86. Kemal Albayrak (Kırıkkale) 87. Hacı Filiz (Kırıkkale) 88. Nihat Gökbulut (Kırıkkale) 89. Veysel Candan (Konya) 90. Özkan Öksüz (Konya) 91. Miraç Akdoğan (Malatya) 92. Yaşar Canbay (Malatya) 93. Fehim Adak (Mardin) 94. Metin Musaoğlu (Mardin) 95. Ali Er (Mersin) 96. Turhan Güven (Mersin) 97. Hasan Özyer (Muğla) 98. Cemal Enginyurt (Ordu) 99. Şükrü Yürür (Ordu) 100. Şükrü Ünal
(Osmaniye) 101. Mehmet Bekâroğlu
(Rize) 102. Nezir Aydın
(Sakarya) 103. Cevat Ayhan
(Sakarya) 104. Nevzat Ercan
(Sakarya) 105. Mehmet Çakar
(Samsun) 106. Musa Uzunkaya
(Samsun) 107. Kadir Bozkurt
(Sinop) 108. Yahya Akman
(Şanlıurfa) 109. Mehmet Güneş
(Şanlıurfa) 110. Zülfükar İzol
(Şanlıurfa) 111. Mehmet Yalçınkaya
(Şanlıurfa) 112. Mustafa Niyazi
Yanmaz (Şanlıurfa) 113. Mehmet Sait Değer
(Şırnak) 114. Mehmet Salih
Yıldırım (Şırnak) 115. Enis Sülün
(Tekirdağ) 116. Şeref Malkoç
(Trabzon) 117. Maliki Ejder Arvas
(Van) 118. Fethullah Erbaş
(Van) 119. İlyas Arslan (Yozgat) 120. Mehmet Çiçek
(Yozgat) B) ÇEŞİTLİ
İŞLER (Devam) 2. –
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; daha önce yapılmış olan
olağanüstü toplantı çağrı konusuna ilaveten, Suşehri İlinin Kurulması Hakkında
Kanun Teklifini görüşmek için olağanüstü toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı duyurusu 8
Ağustos 2002 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığından Bildirilmiştir : Türkiye Büyük Millet
Meclisini; daha önce yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrı konusu (1/1034)
esas numaralı 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını görüşmek için doğrudan doğruya;
(1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı, (2/13, 2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve (2/310, 2/357) esas numaralı İnegöl
Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerine ilaveten yeter sayıdaki
milletvekillerinin istemi üzerine, Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili kanun
teklifini de görüşmek üzere 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te
Anayasanın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddeleri
gereğince olağanüstü toplantıya çağırıyorum. Sayın milletvekillerinin
bildirilen gün ve saatte Genel Kurul toplantısına katılmalarını rica ederim. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi
vardır; okutuyorum : A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 5. – Yaşar Okuyan’dan boşalan Çalışma ve SosyalGüvenlik
Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat Arseven’in, boşalacak olan Devlet Bakanlığına,
Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1153) 7
Ağustos 2002 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Başbakanlığın, 7
Ağustos 2002 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/12422 sayılı yazısı. İstifa eden ve istifası kabul edilen Yaşar
Okuyan'dan boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat
Arseven, Bu suretle boşalacak olan
Devlet Bakanlığına ise, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 109 ve 113 üncü maddeleri gereğince atanmışlardır. Bilgilerinize sunarım. Ahmet
Necdet Sezer Cumhurbaşkanı BAŞKAN - Efendim,
bilgilerinize sunulmuştur. Sayın milletvekilleri,
Saadet Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır; okutup oylarınıza sunacağım : IV.– ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. – Genel
Kurul gündemindeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine, gündemde bulunan kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşmelerini bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılmasına ilişkin SP Grubu önerisi 8.8.2002 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 8 Ağustos 2002 Perşembe
günü saat 13.30'da yapılan Danışma Kurulunda anlaşma sağlanamadığından
aşağıdaki önerilerimizin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince doğrudan Genel
Kurulun onayına sunulması hususunda gereğini arz ederim. Yasin
Hatiboğlu Grup
Başkanvekili Öneriler : 1. 8 Ağustos 2002
Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü toplanan TBMMM Genel Kurulunun gündeminin aşağıdaki şekilde tanzimi; 1 inci sırada (1/955)
esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısının, 2 nci sırada Suşehri'nin
il yapılmasıyla ilgili kanun teklifinin, 3 üncü sırada (2/13,
2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkındaki Kanun
Teklifinin, 4 üncü (2/301, 2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla
Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla Beş İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerinin, 5 inci sırada, 4726
sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının görüşülmesi. 2. Gündemde bulunan kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılması. BAŞKAN - Saadet Partisi
Grubu önerisinin lehinde, Sayın Hatiboğlu söz istediler; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Yüce Heyetin değerli üyeleri; biz, her nedense, nedir bilmem
sebebini, olağanüstü halleri hep olağan hale getirdik. Şu, doğu ve güneydoğuda
uyguladığımız olağanüstü hal, âdeta, olağan hale geldi, 23 yaşındaki delikanlı
bilmiyor ne zaman başladığını. Şimdi, olağanüstü toplantıyı da, neredeyse
olağan hale getirdik; her gün bir olağanüstü toplantı var. Onun sebebi,
İçtüzüğün 7 nci maddesinin, Anayasanın 93 üncü maddesinin yanlış anlaşılması ve
yanlış uygulanmasıdır. Eğer biz, bir olağanüstü toplantıyı, şartlarına uygun
biçimde devam ettirebilseydik, tekrar tekrar olağanüstü toplantı yapmayacak ve
her toplantıda, her birleşimde, değerli Divan Üyelerimiz, 350, 400, 500
civarında imza sahibini okumayacaktı. Yani, Meclis çalışacaktı ve üretecekti;
bir başka ifadeyle -Yüce Heyeti hep tenzih etmişimdir, şahsı manevisine saygım
hep sonsuzdur- avare kasnak gibi böyle boşa döndürülmüş olmayacaktı. Ben, geçen gün itiraz
ettim ve toplantı yetersayısı yoksa ertelersiniz, olduğu gün çalışırsınız
dedim; bazı arkadaşlarım, kendi akıllarındaki, kafalarındaki beklentiye uygun
düşmediği için itiraz ettiler. Bu, Meclisin istimraren; yani devamlı
çalışmasının yolu ve şartıydı; "olmaz" dediler. Bendeniz, rahat
edemedim; acaba nedir diye tutanaklara baktım; Millî Güvenlik Konseyi Anayasa
Komisyonunun değişiklik gerekçesinde aynen şöyle deniliyor: "Danışma
Meclisince kabul edilen 101 inci maddenin ikinci fıkrası madde metninden
çıkarılmış ve ara verme veya tatil sırasında toplanan Türkiye Büyük Millet
Meclisinde öncelikle bu toplantıyı gerektiren konunun görüşülmesini sağlamak
amacıyla, bu konu görüşülmeden ara verme veya tatile devam edilemez hükmü
getirilmiş ve böylece, ara verme veya tatil sırasında toplantıya çağrılan
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, çağrılmayı gerektiren o konu için
toplanmadan..." Değerli milletvekilleri, dikkat buyurunuz; çağrıyı
yaptınız değil mi, toplantı yetersayısını bulamadınız, toplanamıyorsunuz;
dağılamazsınız, o toplantıyı gerçekleştirmeye mecbursunuz, maddenin gerekçesi
bu; deniliyor ki; "...o konu için toplanmadan ve toplandıktan sonra da
çağrılmaya esas olunan konunun görüşülmesi tamamlanmadan ara verme veya tatile
devam etmesi engellenmiştir. Bu suretle, ara verme ve tatil sırasında yapılmış
bulunan çağrı gereğinin yerine getirilmesi, sağlanması amaçlanmıştır."
Bunu, anlatamadık... Ne yapalım, kerrat ile ifade ettik, arz ettik; ama,
anlatamadık. Şimdi, yeniden çağrıldık;
önümüzde 3 konu var: 1. Ekbütçe tasarısı. 2. İş güvencesi tasarısı. 3. Bazı ilçelerin il,
bazı yerleşim yerlerinin de ilçe olmasına dair talepler var. Endişe ederim ki,
korkarım ki -ben endişemi söylüyorum, kehanet değildir, kehanete ihtiyaç da
yok; çünkü, perşembenin ne zaman geleceği çarşambadan belli oluyor- siz, Yüce
Heyet "toplantı yetersayısı yoktur, bu olağanüstü davet düşmüştür"
dediniz ya, buna rıza gösterdiniz ya, bugün, şimdi, burada da uygulanacak
budur. Bütçeyi görüşeceğiz, illere gelince ya da iş güvencesine gelince, 20
arkadaşımız zahmet buyurup yerlerinden kıyam edecekler, ondan sonra, bir
yoklama yapılacak, yetersayı bulunamayacak ve sonra denecek ki "ne
yapalım, yetersayı bulunamadı, davet çağrısı düştü." Bu doğru değildir.
Bunu -kehanette bulunmuyorum- iki gün evvelki uygulamadan çıkarıyorum. Böyle
yaparsanız, yanlış yapmış oluruz. Gerçekten, Yüce Heyetimiz, çok büyük, çok
değerli çalışmalar yaptı. Geliniz, şu milletimizin huzuruna giderken, yararlı
birtakım işler daha yaparak gidelim. Onun için, Saadet Partisi
Grubu olarak, biz, dedik ki, bu 3
konunun görüşülmesine karşı değiliz; yani, bütçe görüşülmelidir, iş güvencesi
görüşülmelidir, iller meselesi görüşülmelidir; bunlara karşı değiliz. Neye
karşıyız; getirdiğiniz sıralamaya karşıyız; çünkü, siz, önce bütçeyi
görüşürseniz, sonra, işiniz bitiyor ve öbür tekliflerin işini sessiz ve sakin
bitirirsiniz, görüşülemez. Onun için, gelin, önce iş güvencesini görüşelim;
bir. İki, iller meselesini
görüşelim; İnegöl'ü görüşelim, Suşehri'ni görüşelim, Şebinkarahisar'ı görüşelim
ve ilçeleri görüşelim, sonra da bütçeyi görüşelim; çünkü, bütçe için oturup
beklemeye mecbursunuz, mecburuz. Biz, iş güvencesi
dediğimiz zaman, yalnız işçi meselelerini düşünmüyoruz. Otuz yıl, dile kolay,
otuz yıl, iş denildiği zaman üç ana faktörü birbirinden ayırmadık: Bir,
işveren. İşverenin de problemleri var, onları da çözmeye mecburuz. Siz,
problemli bir işverenle üretim yapamazsınız, problemli bir işverenle sanayi
üretimi yapamazsınız, sanayi üretimi yapamadığınız yerde ihracat yapamazsınız,
ihracat yapamadığınız yerde taze yabancı para bulamazsınız; taze para bulamazsanız,
o fasit daire dönmeye başlar, ödünç almaya devam edersiniz ve biz bu hale
geliriz. Onun için, diyoruz ki, işverenimizin, gerçekten, bu ülkenin
kalkınmasına katkısı olan işverenimizin problemlerini çözelim. İkincisi, işyeri. İşyeri
problemleri de vardır. Şu kapanan işyerlerinin problemlerini çözmezseniz
işveren ne işe yarayacak, işyerini kapattırdınızsa, iflas ettirdinizse ne
yapacak bu işveren? Onun için, gelin, işyeri problemlerini de çözelim. İşçinin, problemli,
dertli, bizar, acılı, ıstıraplı, gözyaşlı olduğu bir ülkede üretimi nasıl
gerçekleştireceksiniz? Eğer işçi perişansa, eğer işçinin yüzü gülmüyorsa, sizin
yüzünüzü -üretimle- nasıl güldürecek? Onun için, biz dedik ki, gelin, iş
güvencesi konusunu önce görüşelim, bitirelim, illere geçelim. Ümit verdiniz illere,
ilçelere ümit verdiniz. Şimdi, yolda Tarsus var, Merzifon var, Gebze var;
Gebze'nin de enteresan bir teklifi oldu, onu ben tekrar etmeyeyim. Değerli milletvekilleri,
nereye gideceğiz böyle? Gelin, şu elimizdeki illeri bitirelim, sonra bütçeyi
oturup konuşalım, bunların bitimine kadar da süreyi uzatalım; bizim teklifimiz
budur. Biz, bu çalışma modelini
tanıyoruz; işinize geleni yapıp, bitireceksiniz, ondan sonra da işçiye, ne
yapalım; toplantı yetersayımız olmadı diyeceksiniz. İlçelere de diyeceksiniz
ki, ne yapalım... Hatta, uyanık biri çıkıp, diyecek ki İnegöllüye, değerli
İnegöllü, 3 Kasımda aklını kullan, eğer biz iktidar olursak, kesin siz 82
numarasınız. Bu fırsatı da vermeyelim; onun için, bugün bunları bitirelim. Bir daha sıralıyorum: 1. İşvereniyle, işyeriyle
birlikte iş güvencesi. 2. İller meselesi. 3. Bütçemiz; elbette,
seçime gidiyoruz, bütçe lazım, bunu yok sayamayız. Değerli milletvekilleri,
Değerli Divan; hepinize saygı sunuyorum. Ben, hayırlı çalışmaların olacağını
hâlâ umuyorum. Çıkmamış canda ümit vardır derler, ümidim devam ediyor. Millete
inanıyorum, millete güveniyorum, temsilcileri olarak size de güveniyorum ve
saygı sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, saygı
sundum efendim. BAŞKAN - Saygı bizden
efendim; teşekkür ederim. Efendim, öneri üzerinde
başka söz isteyen?.. Yok. 1 inci öneriyi okutuyorum
: Öneriler: 1. 8 Ağustos 2002
Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulunun gündeminin
aşağıdaki şekilde tanzimi; 1 inci sırada, (1/955)
esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısının, 2 nci sırada, Suşehri'nin
il yapılması ile ilgili kanun teklifinin, 3 üncü sırada, (2/13,
2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkındaki Kanun
Teklifinin, 4 üncü (2/301, 2/357)
esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah; Kurşunlu, Tahtaköprü ve
Yenice Adıyla Beş İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerinin; 5 inci sırada, 4726
Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının görüşülmesi. BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul
edilmemiştir. 2 nci öneriyi okutuyorum
: 2. Gündemde bulunan kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılması. BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir. Milliyetçi Hareket
Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti, Yeni
Türkiye Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş müşterek bir önerisi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım : 2. – 4726
sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile
Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat
geçmeden gündemin birinci sırasına, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin
ikinci sırasına alınmasına ilişkin MHP, DYP, ANAP, DSP, YTP ve AK Parti
Gruplarının müşterek önerisi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre toplanan Danışma Kurulunda siyasî parti grupları arasında
uzlaşma sağlanamadığından aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ve talep ederiz.
Öneri : 894 sıra sayılı
4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin 1 inci sırasına,
893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin 2 nci sırasına
alınmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneri üzerinde
söz isteyen?.. Yok. Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
üçüncü bir öneri daha var. Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkanvekili Sayın İsmail Köse ve Demokratik Sol Parti Grup
Başkanvekili Sayın Aydın Tümen'in vermiş oldukları öneriyi okutuyorum: 3. – 4726
sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin MHP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Meclisimizin olağanüstü
toplanmasına gerekçe olan ekbütçe ile İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda
değişiklik yapan (iş güvencesi) yasa tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını arz ve talep ederiz.
8.8.2002 İsmail Köse Aydın Tümen MHP Grup Başkanvekili DSP
Grup Başkanvekili BAŞKAN - Efendim, öneri
üzerinde, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse lehinde söz istemişlerdir. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başkanlığın da okumuş olduğu,
milletvekillerimizin önerilerinden anlaşıldığı üzere, iki önemli konu, 6 grup
tarafından benimsenmiştir. Bu konuda, lehinde konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün yapılan Danışma Kurulunda, birinci sırada yer alan
ekbütçenin 48 saat beklenmeden görüşülmesi, ikinci sırada, İş Kanunu ile
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
görüşülmesi, üçüncü sırada da illerle ilgili tekliflerin görüşülmesini isteyen
öneriler vardı. Tabiî, Yüce Meclisimizin
çalışma saatleri, usul ve esasları, Anayasamızda ve İçtüzüğümüzde
belirtilmiştir. Bu sürede ne kadar yasa çıkaracağımız, hangi yasaları ne kadar
süre içerisinde gerçekleştireceğimiz de, arkada bırakmış olduğumuz yetmişbeş
yıllık Meclis tarihinde bellidir; yani, Meclisimizin dayanma süreci, çalışma
süreci ve milletvekillerimizin, çıkaracağı kanunlarla ilgili sarf edeceği zaman
belirlenmiştir. Bu bakımdan, Milliyetçi
Hareket Partisinin bu önerisine DSP Grubu da iştirak etmiştir; ancak, görüşme
imkânını bulamadım, belki bulsaydık, diğer grup başkanvekili arkadaşlarımız da
buna iştirak edeceklerdi; çünkü, aynı önerileri 6 grubumuzun değerli grup
başkanvekilleri de benimsediğine göre, bu iki önemli konunun görüşülmesinin
tamamlanmasına kadar, bu sürede Meclisimizin çalışmasıyla ilgili müspet katkıda
bulunacaklarına da inanıyorum. Kaldı ki, benim konuşmamdan sonra, belki, bu
katkılarını -kendileri, ya konuşarak ya yerlerinden ifade ederek- bu müspet
düşüncelerini ifade edeceklerdir. Ekbütçenin neden önce
görüşülmesi gerekiyor? Saygıdeğer Hatiboğlu, burada, konuşmasında, sıralamanın
değişik şekilde olmasını talep ettiler, bir Saadet Partisi Grubu önerisi olarak
getirdiler. Ben saygı duyuyorum; ama, tartışmalarda Değerli Başkan vardı, Sayın
Meclis Başkanımızın da ifade ettiği gibi -kendi ifadeleriyle söylüyorum- bütçe,
seçimin müştemilatı, bir mütemmim cüzü haline gelmiştir. Esasen, Sayın Maliye
Bakanının da, grup başkanvekillerimizle yapmış olduğu toplantıda ifade ettiği
gibi, herhangi bir ödeneğin aktarılması, tertipler arasında bir değişiklik
yapılması imkânı olsaydı, belki bugün bütçeyi getirmemiş olacaktık; ancak,
Sayın Maliye Bakanı, Değerli Hatiboğlu'nun da bulunduğu bir toplantıda, böyle
bir imkânın bulunmadığını, seçimde yapacağı harcamayla ilgili herhangi bir
ödenek bulunmadığından dolayı çok büyük bir sıkıntı olacağını ifade etmiştir.
Bunun yanında, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, basına intikal eden beyanında,
biliyorsunuz, böyle bir imkân verilmediği takdirde Yüksek Seçim Kurulunun
çalışmalarının sağlıklı olamayacağını ifade etmiştir. Değerli milletvekilleri,
seçimin sağlıklı yapılması, Yüce Meclisimizin en önemli görevidir. Seçimlerin,
güvenlik içerisinde yapılması, eşit şartlar altında yapılması ve seçimlere
herhangi bir gölgenin düşürülmemesi için, adaletin gözetim ve denetiminde
yapılması gerekiyor. Adaletin sağlıklı gözetim ve denetimi ise -süresiz- bu üç
ay içerisinde yapılacak çalışmalarla olacaktır. Bir de, biliyorsunuz,
güncelleştirme çalışması olacaktır; yani, seçmen kütükleri
güncelleştirilecektir. Geçen 1999 seçimlerinden sonra, 4 000 000 genç nüfus
yeni seçmen olarak devreye girecektir. O itibarla, Yüksek Seçim Kurulu Başkanının
açıklamalarını biz olumlu karşıladık ve Maliye Bakanımızın da böyle bir teknik
imkânı olmadığı için, bunu, 6-7 grubumuz da müspet karşıladı. 48 saat
beklenmeden görüşülmesinde de, esasen, 7 grup da mutabık; ancak, yalnız Sayın
Hatipoğlu "bu sıralamayı değiştirmek suretiyle görüşülsün; ama, 48 saat
beklenmesin" ifadesinde bulundular. Tabiî, zaman itibariyle, böyle bir
imkânın olması mümkün değil. Kaldı ki, İçtüzüğe baktığımızda, seçim işiyle
ilişkilendirdiğimiz takdirde, yine, İçtüzüğümüz gereğince, öncelikle görüşülme
gerekçesi de olabilir. Yani, ben burada bir iddiada bulunmuyorum; ama, bir
görüş olarak ifade ediyorum; bu da, belki tartışmaya açılacaktır. Seçimin bir
parçası olduğuna göre, seçimler öncelikle görüşüleceğine göre, ekbütçenin de
öncelikle görüşülmesi gerektiğini ifade ediyorum. Arkasından, yine,
kamuoyuna mal olan, yıllardan bu yana tartışılan, işçimizin alınteri, elemeği,
göznurunun karşılığında, hak ve hukukunun korunması, Avrupa Birliği
standartlarında bir işçi hak ve hukukunun ortaya çıkarılmasını içeren, yüzde
yüz kâmil manada bir şey olmasa dahi, bugünkü şartlardan çok daha iyi imkânlar
getirecek ve işçimizin hakkını koruyacak bir yasa tasarısı, hükümetimiz
tarafından Meclise getirilmiş, Mecliste görüşülememiş, maalesef, gecikme olmuştur.
Seçim olmasaydı, kesinlikle inanıyorum ki, hükümetimiz, arkasından,
işçi-işveren dengesini koruyacak, işçi-işveren arasında herhangi bir kavgaya ya
da husumete meydan vermeyecek İş Kanununu da getirecekti ve bu ikisi beraberce,
dengeyi muhafaza edecekti; ancak, gecikme oldu ve seçim kararı aldığımıza göre,
bu da Yüce Meclisin önüne geldiğine göre, biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak, hükümetin ortağı olduğumuz için, bu sorumluluğu taşıdığımız için,
altında imzamız olduğu için, ayrıca, 7 Grup Başkanvekilinin de altında imzası
olması dolayısıyla -Grup olarak da bunun altında imzamız olduğu için- bu kanun
tasarısının da Yüce Meclisimizin bu olağanüstü toplantısında görüşülmesini
talep etmekteyiz. Bir de şunu ekliyoruz: Bu
iki önerinin, ekbütçenin ve iş güvencesi dediğimiz, kamuoyuna öyle mal olan, İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasıyla ilgili bu önerimizi getirmiş
olduk. Bu önerimize katkılarınızı bekliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Köse. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, önerinin aleyhinde söz istiyorum. BAŞKAN - Lehte başka söz
talebi var mı? SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Aleyhinde söz istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu
önce söz istediler efendim. Sayın Salih Kapusuz,
aleyhte ikinci konuşmacı. Buyurun Sayın Başkanım. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; değerli arkadaşım Sayın
Köse'nin takdimindeki, takdim edilen konudaki bazı hususları, izinleri olursa
düzeltmek istiyorum. Bir defa, ekbütçe,
seçimin parçası değildir, tabir de yanlıştır. Kimi buna "müştemilat"
diyor, -müştemilat meskenlerde söz konusudur- kimi "mütemmim cüz"
diyor; bu tabirler yanlış. Kaldı ki, seçimin parçası da değildir. Eğer, seçimin
parçası olsaydı, bizim yeniden olağanüstü toplantıya çağırmaya ihtiyacımız olur
muydu?! Sayın Başkan, ekbütçe için niye bu Parlamentoyu olağanüstü toplantıya
çağırdı, eğer, bu, seçimin parçası idiyse? Seçimin parçası, ayrılmaz parçası
demek, seçimle birlikte görüşüp, seçimle birlikte karara bağlamak demektir.
Seçimle birlikte görüşüp karara bağlamadığımıza göre, yeniden ihtiyaç duyup,
Türkiye Büyük Millet Meclisini olağanüstü toplantıya çağırdığımıza göre, seçim işi
başka, ödenek işi başka konudur. Doğrudur... Esasen, İçtüzüğümüzün 95 inci
maddesi gayet açık. Değerli Köse -Grup Başkanvekilimiz- kendileri bu meseleyi
çok iyi bilirler. 95 inci madde gayet açık; diyor ki: "Seçimlerin
yenilenmesine dair önergeler, Anayasa Komisyonunda görüşülür ve Anayasa
Komisyonu raporu Genel Kurulda gündemdeki bütün konulardan önce görüşüldükten
sonra açık oya sunulur." Yani, Anayasa Komisyonunda görüşülecek olan, eğer
bu seçimin bir parçası idiyse, niye bunu, biz... Ekbütçeyi nerede görüştük Plan
ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, söyler misiniz?! Sayın Başkan, biz, bu
bütçeyi nerede görüştük; Plan ve Bütçe Komisyonunda görüştük. Peki, erken
seçimi nerede görüştük; Anayasa Komisyonunda görüştük. Bu, nasıl bütündür ki,
nasıl cüzi layetecezzadır ki; yani, ayrılması mümkün olmayan parçadır ki, bir
parçasını gidip Anayasa Komisyonunda görüşüyoruz, bir parçasını gidip Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşüyoruz. Bunun birbiriyle alakası yok; ayrı şeylerdir ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütün işlerin önüne geçecek olan seçimlerin öne
alınmasına dair önergelerdir. Yoksa, seçimler için ödenek lazımmış, bu ödenek
için düzenleme lazımmış; bu, bütün işlerin önüne geçer diye hiçbir düzenleme
yok, hiçbir uygulama da yok. Çok net söyledik biz ve
açık da söyledim; bu, gerek iş güvencesi tasarısının görüşülmesinin davetinde
gerek illerle ilgili tekliflerde benim imzam var, arkadaşlarımın da imzası var.
Ben, imzama sahip çıkmaya mecburum. Ben, sahip çıkacağım imzayı atarım; sahip
çıkamadığım imzayı atmam. (SP sıralarından alkışlar) Buna sahip çıkmak
zorundayım ben. Sahip çıkmanın yolu nedir; bunu görüştürebilmektir.
Görüştürebilmenin yolu nedir; görüştürebilmenin yolu da açık; önce, iş güvencesini
görüşeceksiniz, sonra illeri görüşeceksiniz, sonra da bütçeyi görüşeceksiniz.
Bunu görüştürebilmenin yolu bu; başka yolu yok. Başka yolunun var olduğunu
söyleyen varsa, lütfetsin; ama, şimdi, birazdan, belki bir saat, belki iki
saat, belki üç saat sonra göreceğiz ki, Yasin Hatiboğlu haklı söylemiş, doğru
söylemiş. Bunu birlikte göreceğiz. Ben, İsmail Köse değerli
arkadaşımın, meseleyi, benim takdim ettiğimi mi acaba kendilerine tam
anlatamadım; orada tereddütlerim vardı; onun için düzeltmek istedim. Yoksa,
bunların görüşülmesinin 48 saat beklenmemesine biz de yandaşız, biz de
taraftarız. Beklenmesin; ama... BAŞKAN - Sayın Başkanım,
affedersiniz; şimdi görüştüğümüz önerge, İsmail Köse ve arkadaşlarının; Meclis
Genel Kurulunun çalışma saatini uzatmak için. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Evet efendim; niye buna karşı çıktığımızı söylüyorum. BAŞKAN - Evet. Ben de
şaşırdım da, onun için soruyorum. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Buna neden karşı çıktığımı anlatıyorum deminden beri Sayın Başkanım. Şu sebeple karşı
çıkıyoruz: Biz istiyoruz ki, çağrıya sebep olan konuların tamamı görüşülsün.
Süre bizim de talebimizde, bizim önergemizde de var zaten. Mutlaka dikkat
buyurmuşsunuzdur. Biz de diyoruz ki, bu konular bitinceye kadar devam etsin;
ama, şunu, Genel Kurulun yüksek malumatlarına, ıttılalarına arz etmek istedim
ki, ekbütçe, seçimin ayrılmaz parçası değildir; ayrı konulardır bunlar. Hepinize, Yüce
Heyetinize, değerli Divanımıza saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Efendim, Sayın Köse ve
arkadaşlarının önergesinin lehinde başka söz isteyen var mı?.. Yok... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sayın Başkan, Aydın Bey geliyor. BAŞKAN - Aydın Bey
geliyor. Buyurun... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, ben de aleyhte söz istemiştim. BAŞKAN - Bir dakika
efendim; bir lehte bir aleyhte söz veriyorum. Önce, lehte, Sayın Aydın Tümen'e
söz vereyim; sonra aleyhte, size söz vereyim efendim. Efendim, çok karıştı
işler; neyi görüştüğümüzü ifade edeyim: Aydın Tümen ve İsmail Köse, bugün,
ekbütçe ile iş güvencesi yasa tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar Genel
Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını talep ediyorlar. Buyurun efendim. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bugün, çalışmaların,
ekbütçe yasa tasarısı ve iş güvencesi yasa tasarısının bitimine kadar
uzatılması yönünde bir önergemiz olmuştur; bunun lehinde söz aldım; tekrar,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
Meclisin olağanüstü toplantısıyla ilgili olarak 4 önerge geldi. Birincisi,
ekbütçe yasa tasarısı ve iş güvencesi yasa tasarısının gündeme alınmasıyla
ilgili olarak 210 imzayı aşan bir önerge vardı. Bunun dışında, 110 imzayı aşan
3 önergeyle, 3 ilçemizin il olması talebi ve bunların içerisinde bir tanesinde
bazı beldelerin ilçe olmasıyla ilgili bir önerge vardı. Olağanüstü gündemin devam
edebilmesi için, öncelikle, ilk önerge olan iş güvencesi önergesiyle birlikte,
seçimin yapılabilmesi için ekbütçe kanun tasarısının görüşülebilmesi gerekiyor.
Bunların yasalaşabilmesi için ve Meclisin de bir an önce gündemindeki konuları
görüşüp, bir an önce ara verebilmesi için yoğun bir çalışma yapması gerekiyor.
Bizim talebimiz, bu yoğun çalışmanın, öncelikle ekbütçe yasa tasarısıyla
beraber iş güvencesi yasa tasarısının da gündeme alınmasından geçiyor. Değerli milletvekilleri,
Parlamentomuz 3 Kasım için seçim tarihini belirlemiştir. Eğer 3 Kasımda seçim
yapılacaksa, mutlaka bu ekbütçe yasa tasarısının kanunlaşması gerekiyor
Parlamentomuzda. Bunun arkasından, uzunca bir dönem, seçim atmosferine
girilmeden önce, herkes -bunun içinde işverenler, işçi kesimleri ve hatta
siyasî partiler- kendilerince birtakım paketler ele alarak, bunların seçimden
önce görüşülmesini arzu etmişlerdir. Bizim, Demokratik Sol
Parti olarak, seçime gitmeden önce bazı düzenlemelerin yasalaşmasını arzu
etmemiz gayet doğaldır; ki, biz, Demokratik Sol Parti olarak, şu aşamada
Parlamentonun ve ülkenin seçime sürükleniyor olması bizleri rahatsız etmektedir
ve bunun ülke çıkarına olduğuna inanmadığımızı her vesileyle ifade ediyoruz;
bunu en net bir şekilde kamuoyuna açıkladık ve bu konuda gereken kararımızı ve
kararlılığımızı Parlamentodaki oylamalarda ortaya koyduk. Şu an görüyoruz ki,
aslında, Parlamento ve ülke, istemeyerek ve istemeyerek, seçime sürükleniyor.
Çalışkan, gerçekten büyük işler başaran bu Parlamento, çok kısa bir süre sonra
ömrünü tamamlayacak; gözüken bu. Bizim öncelik verdiğimiz, özellikle iş
güvencesi yasa tasarısıyla ilgili konuya değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, iş
güvencesi yasa tasarısı, bundan yaklaşık bir yıl önce, acil çıkması gereken 15
tasarının içerisinde yer almıştı. Özellikle Avrupa Birliği normları
çerçevesinde hazırlanmış olan iş güvencesi yasa tasarısı bir an önce gerçekleşsin
istedik; ama, o dönemki şartlar içerisinde bu mümkün olmadı. Tabiî ki, iş
güvencesi yasa tasarısından önce, İş Kanunuyla ilgili genel düzenlemelerin
yapılabilmesini arzu ederdik; fakat, bu da, Parlamentonun çalışmasında yerini
alamadı. O açıdan, nasıl ki hukuk sistemimizi, nasıl ki ekonomik sistemimizi
Avrupa Birliği normlarına uyarlamak için mücadele veriyor ve bu çalışmaları
yapıyor isek, bunların büyük bir kısmını gerçekleştirmiş isek, çalışma
yaşamımızı da mutlaka Avrupa Birliği normlarına uyarlamamız gerekiyor ve bunun
da, iş güvencesi yasa tasarısının da, mutlaka, Parlamento seçime girmeden
yasalaştırılması gerekiyor. Değerli milletvekilleri,
Parlamento çalışmalarının, belki, seçim kararı aldıktan sonraki süreç
içerisinde bu şekilde yoğun bir tempoyla devam ediyor olması, ülke gündemimizde
henüz daha çok şeylerin olduğunun göstergesidir. Belki bazı şeylerde geri adım
atma şansımız yok, öyle gözüküyor; ama... BAŞKAN - Sayın Tümen, ben
saati iyi ayarlamamışım; siz kendiniz ayarlarsanız minnettar kalırım. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, zaten, bitiriyorum. Teşekkür ediyorum. Bugün özellikle iki grup
olarak bizim istirhamımız, ekbütçe kanun tasarısıyla beraber iş güvencesi kanun
tasarısının yasalaşmasını istiyoruz ve önerimiz bu yöndedir. Desteğinizi
istiyor, saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tümen. Aleyhte, son söz, Kayseri
Milletvekili Sayın Salih Kapusuz'un. Buyurun Sayın Kapusuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün olmuş, Türkiye
Büyük Millet Meclisi 449 milletvekilinin oyuyla seçim kararının almış, Yüksek
Seçim Kurulu seçim takvimini açıklamış, bürokraside görevli olanların, siyasî
partilerde yönetici olanların resmen görevlerinden ayrılması gerekli olan ana
yaklaşılmış; buna rağmen, hâlâ, bir siyasî partinin sözcüsü çıkıp da seçimlerin
yapılıp yapılmamasını tartışıyorsa, doğrusu bunu kabullenmek, millet adına
kabul etmek mümkün değildir. Hem "demokratik" diyeceksiniz, isminiz
böyle olacak, "demokrasi" diyeceksiniz, "millet iradesi"
diyeceksiniz, halktan korkacaksınız, bunun anlamı yoktur. Bunun, artık tartışma
zemininden çıkması fiilen millet tarafından kabullenilmiş olduğu bir ortamda
tartışmaya açılmasını fevkalade yadırgadığımı ifade etmek isterim. Değerli arkadaşlar, bir
diğer husus -ki, bunun da altını çizmek istiyorum- özellikle seçim ve ek bütçe
meselesini birbirinin parçası mıdır, tamamlayıcısı mıdır, müştemilatı mıdır
gibi tartışmaların da anlamı yoktur. Şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
başta Meclis Başkanının doğrudan çağrısı, milletvekillerinin de büyük bir
ekseriyetle çağrısıyla toplandı. Zannedersem, bu konuyu, benzerse, aynen şuna
benzetmek mümkündür: Seçim ve ek bütçe ilişkisi, otomobil ile benzin ilişkisi
gibidir, bu kadar birbirine yakın olan hususların, artık bundan sonra, bunun
parçası olup olmadığını tartışmanın manası kalmamıştır. Evet, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, bu konuyu da, bugün burada noktalayacaktır. Değerli arkadaşlar,
şimdi, bu önerinin aleyhinde olmamızın sebebini izah etmek isterim. Biraz önce,
6 grup başkanvekilimizin imzasıyla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, bir karar verdik, bir öneriyi kabul ettik. Kabul ettiğimiz öneri, iki
husustan ibarettir: Sıralama belli; birinci olarak ekbütçe, ikinci olarak da İş
Kanunu ve Sendikalar Kanunundaki değişiklik; bunu, 48 saat geçmeden gündemimize
alıp görüşüyoruz. Zaten, bu konuyla ilgili olarak, biraz sonra da ifade
edeceğim gibi, bunlar bitinceye kadar çalışılıp çalışılmamasından daha önemli
olan, gündeme alınmasıdır. Şimdi, değerli
arkadaşlar, elbette, Türkiye, demokratik bir ülkedir. Avrupa Birliği uyum
yasalarıyla ilgili yapılan çalışmaların, milletimiz nezdinde, bu Parlamento
adına müspet bir adım olduğu, her fırsatta ifade edilmektedir. Tabiî, bu
hükümet, beceri, başarı konusunda yetersiz kaldığı için, yapılacakları
zamanlama olarak yerinde yapamadı. Uyum yasalarından olduğu ifade edilen -ki,
hükümet üyesisiniz- bu paketin içerisinde olması gerekli olan bir tasarıyı,
siz, şu anda, tekrar gündeme getirmek mecburiyetinde kalıyorsunuz. Neden;
çünkü, hazırlıklı değilsiniz, yeterli değilsiniz; hatta, bu konularda samimî
bile değilsiniz. Seçim şartları doğmuştur; bu şartların zorlamasıyla gündeme
gelen bu hususu, öyle veyahut da böyle, siyasî malzeme yapmanın doğru olmadığı
kanaatini taşıyorum. Evet, ILO'ya ve Avrupa
Birliği uyum yasalarına uygun olan İş Güvencesi Yasasının, mutlaka bu
Parlamento tarafından çıkarılması konusunda, zannediyorsam, bütün
milletvekillerinin ve partilerimizin bir mutabakatı söz konusu; ancak, burada bir
husus var ki, bunun da altını çizmeden geçmek doğru olmaz. Bu hak,
işçilerimizin yerinde bir talebidir ve doğru bir hakkıdır. Bunu vermek,
elbette, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bir görevidir; ancak, Türkiye'nin
üst üste yaşamış olduğu ekonomik krizler, iş hayatında yaşanan sıkıntılar, buna
bağlı olarak, çalışma yasasında eşzamanlı olarak yapılması gerekli olan
düzenlemeler, maalesef, yine eksik yapılmaktadır. Evet, işçilerimizin hakkı
olduğu kadar, işverenlerimizin de haklı birtakım serzenişleri vardır. Ekonomik
kriz ve güvensizlik ortamı hâlâ devam etmektedir. Ben, biraz önce, değerli
arkadaşlarımızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Danışma Kurulunda da ifade
ettim. Elbette, bu yasa tehir edilmemelidir; ancak, bir husus var ki, bu da
dengelenmelidir: İşçilerimizin bu hakkını yerine getirelim; ancak, işverenlerimizin
de birtakım talepleri var, en azından, bunu, dengeyi sağlamak için, bir adım
atalım. Bunun yolu, şayet, hükümet ile işçi-işveren arasında yapılabiliyorsa
ki, geçmişte bu çalışmaların yapıldığı her fırsatta ifade ediliyor; ancak, bu
konuda bir mutabakat sağlanmamışsa, hükümet hakemlik görevini yapamıyorsa, biz,
Parlamento olarak, Meclis Başkanı olarak, bu çalışma döneminde bunu yapalım,
tehir etmeyelim. Yani, işin özü ve esası itibariyle, işçi temsilcilerimiz,
işveren temsilcilerimiz ve hükümetimizle birlikte, bir araya gelelim, bugün
olur, yarın olur, saatini birlikte belirleyelim; ihtilaf konusu nedir,
istenilen nedir... Bunun uzun bir zamana da yayılmasına ihtiyaç yoktur. Hep
birlikte, bu konuda Parlamentonun da katkısını almak için, tarafları bir araya getirip,
bu konuyu çözmemiz mümkündür. Onun için, bugün, bitinceye kadar, bu yasanın, bu
tekliflerin çıkarılması konusundan daha çok, bunun çözüm haline getirilmesi,
bir problem değil, bir çözüm ve çare haline getirilmesi konusuna dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. Onun için, bazı işçi kesimlerimiz, bunun dışında
kalmalarından dolayı, sürekli, sizleri ve bizleri arıyorlar ve "tarım
kesimi burada yok" diyorlar, "denizcilik kesimi burada yok"
diyorlar. Buna benzer birçok kesim de, işçi kesimleri olarak "bu iş
güvencesinde yokuz" diyorlar. O halde, taraflar olarak bu serzenişleri,
Parlamento olarak, mutlaka ama mutlaka dikkate almalıyız; ama, bundan da şöyle
bir sonuç çıkmamalıdır: Yani, bu talep, bugün, olağanüstü toplanan bu
Parlamentonun çalışmalarına, gündem maddesi olarak girmesiyle yapılan
çalışmalar, tehir edilmemelidir. Yani, bu toplantının arifesinde, bu mutabakat
sağlanmalı, işçi, işveren, hükümet ve Parlamento, topyekûn, bu problemi
çözmeliyiz. Bu konunun artık tartışma zeminine sürekli gelmemesini, özellikle,
bu karardan sonraki dönemde tartışmaların son bulmasını önemsemeliyiz diye
düşünüyorum. Sayın Başkanım, o halde,
bu öneriyi kabul etmek yerine... "Bugün, bu iş bitsin" demek doğru
olmaz. Dolayısıyla, Parlamentodaki diğer gruplarımızın da dikkatlerini bir kez
daha çekiyor ve diyorum ki: Evet, bugün, bitinceye kadar bunu çalışmak yerine,
bu, gündemimizde olduğu için, bu konuları da görüşmeden Meclisi kapatmak gibi
bir niyetimiz olmadığına göre, bütün siyasî partilerimizin bunun altında imzası
bulunduğuna göre, yaptığımız işi doğru dürüst yapmalıyız; yani, efradını cami
ağyarını mâni, tabiri caizse dört dörtlük yapmalıyız, tarafları memnun ederek
bu çalışmaları tamamlamalıyız diye düşünüyorum. Dolayısıyla -bu önerinin
aleyhinde- bu, gündeme almış olduğumuz, özellikle ekbütçe ve buna bağlı olarak
İş Güvencesi Yasa Tasarısıyla ilgili düzenlemeleri doğru dürüst yapıp, Meclisi
ondan sonra kapatmalıyız diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Kapusuz
teşekkür ediyorum. Sayın Ünal, bir arzunuz
mu var efendim? Buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Sayın Başkan, hemen iki cümle söylemek istiyorum. BAŞKAN - Hangi konuda söz
istiyorsunuz? NESRİN ÜNAL (Antalya) -
İş Güvencesi Yasa Tasarısı için... Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki çoğunluk olarak, idamı kaldırmak, azınlık vakıfları hakları ve ana
dilde öğretim için oy verdik; oysa, karnı doğru dürüst doymayan, çocuğunu iyi
şartlarda okutmaya gücü yetmeyip... MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Bu konuyla ne ilgisi var?! BAŞKAN - Peki efendim...
Teşekkür ederim, anladım ben... Çok teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, ne oylayacağımızı
söyleyeyim. Ekbütçe ile İş Güvencesi Yasa Tasarılarının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar Genel Kurulumuzun çalışma süresinin uzatılmasını; yani,
bitimine kadar çalışma kararı almak istiyor Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse ile Demokratik Sol Parti
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen. Bu öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür
ediyorum efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Hatiboğlu, haddim
değil de, madem kabul edecektiniz ne diye bizi oyaladınız; vakit geçirdiniz!
İnsaf!.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Nasıl; anlamadım?.. BAŞKAN - Efendim, haddim
olmayarak bir şey söyledim; madem kabul edecektiniz, niye, bizi... Ben yanlış
anlamışım; affedersiniz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, bizim süre uzatma talebimiz... BAŞKAN - Doğru efendim,
siz, ekbütçeyle ilgili... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
...üç hususun birlikte görüşülmesi içindi. Yani, iş güvencesi yasa tasarısı ve
illerle ilgili yasa teklifleri de görüşülsün diye süre uzatma talebinde
bulunduk. BAŞKAN - Evet; teşekkür
ediyorum efendim. Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz. Olağanüstü toplantı
konusu olan ve alınan karar gereğince gündemin 1 inci sırasına alınan 4726
sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine
başlıyoruz. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı
Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı : 894 (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu 894 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde,
Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya milletvekili Sayın Cevat Ayhan söz
istemiştir. Buyurun Efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA CEVAT
AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 894 sıra sayılı 2002 yılı
bütçesinde ek ödenek verilmesiyle ilgili, seçimlerle ilgili eködenek
verilmesiyle ilgili, getirilen kanun tasarısında, Saadet Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım. Muhterem arkadaşlar, 2002
yılı bütçesinin 8 inci ayındayız; ancak, önceki ay bütçe uygulamaları, her ayın
20'sinde Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanmaktadır. Elimizdeki bilgilerden
ocak-haziran dönemine bakalım -altı aylık uygulamalara bakalım- bu altı aylık
sürede harcama nedir, gelir nedir bunu görelim. Altı aylık uygulamalara
baktığımızda; harcamaların toplamı 53-54 katrilyon, gelirlerin toplamı 36
katrilyon, bütçe açığı da 18 katrilyon liradır, yuvarlak olarak ifade ediyorum.
Bu altı aylık dönemde toplanan vergi 25 katrilyon, ödenen faizlerin toplamı da
28 katrilyondur; yani, görülüyor ki, altı aylık bütçe uygulamalarında, faiz
ödemeleri, vergi gelirlerini aşmış bulunmaktadır. Zaten, bu aşma keyfiyeti,
2001 yılında da böyleydi, 2002 yılında da aynı şekilde devam etmektedir. Yine, faiz ödemelerine
baktığınız zaman, bütçedeki hedefin yüzde 67'sine ulaşmış bulunulmaktadır. Borç
faizleri ödemeleri için bütçeye konulan 43 katrilyon liradır. Bunun 28
katrilyon lirası, bu hedefin üçte 2'sini, yüzde 67'sini teşkil etmektedir.
Görülüyor ki, bütçedeki açık, yıl sonuna doğru daha da büyüme istikametinde
gelişmektedir. Yine, bütçenin
rakamlarına baktığımız zaman, giderlerin gelirlerden daha fazla arttığını,
dolayısıyla, neticede de, bütçe açıklarının çoğaldığını ve bütçe açıkları
sebebiyle borçlanmanın çoğaldığını, borçlanma sebebiyle de faiz ödemelerinin
çoğaldığını görüyoruz. Muhterem arkadaşlar,
hükümet, üç yılını doldurmuştur, şimdi seçime gitmektedir. Bu hükümetin üç
yılda ne yaptığına baktığımız zaman, ülkeyi bir felakete götürmüştür. 1999
yılında teslim aldığı şartları, 2002 yılının ağustos ayına mukayese ettiğimiz
zaman, bütün rakamlar aleyhtedir; yani, bu hükümetin üç yıllık çalışmaları,
millete hiçbir şey kazandırmamış, milletin sırtındaki yükleri artırmış,
milleti, sefalete ve açlığa mahkûm etmiş bulunmaktadır. Evet, birçok kanunlar
çıkarılmıştır "Derviş kanunları" dediğimiz, 15 günde 15 kanun
çıkarılmış, birçok kanun çıkarılmış; ama, kanun çıkarmakla Türkiye'deki
insanların durumu iyileşmemiş; durum daha da kötüye gitmiş bulunmaktadır. Tabiî,
bunun neticesi olarak da, bugün, halkta, fevkalade infial vardır. Hükümete
karşı infial vardır, siyasete karşı infial vardır; toplam olarak bütün
partilere karşı da infial vardır. Nitekim, bu seçim kararını halk "bugünkü
hükümetten kurtulayım da de olursa olsun" diye büyük bir şevkle, büyük bir
sevinçle karşılamış, bu şekilde bir sevinç ifadesinde bulunmuştur. Değerli arkadaşlar,
tabiî, halkın bu şikayetlerinin sebepleri nedir diye baktığımız zaman, şunu
söylemek istiyorum: Demokrasi de, cumhuriyet de millet içindir, insanlar
içindir. Demokrasinin de, cumhuriyetin de halka hizmet vermesi lazım; halka
saadet getirmesi lazım; halkın hukukunu koruması lazım; halkın değerlerini
koruması lazım; netice itibariyle, halkın seçtiklerinin, halkı koruması lazım;
halkın şartlarını geliştirmesi lazım. Tabiî, biz, bunu yapabilmiş miyiz; maalesef,
biz, bunu yapamıyoruz; yani, Türkiye tablosuna baktığımız zaman, bunun böyle
olduğunu görüyoruz; uluslararası mukayeselere gittiğimiz zaman böyle olduğunu
görüyoruz; bugüne kadar hep bu kürsüde "başka ülkelerin durumu nedir,
bizim durumumuz nedir" diye bunları mukayese olarak arz etmeye çalıştık;
ama, bunların hiçbir faydasının olmadığını görüyorum. Zira, bu meseleleri
anlayacak, kavrayacak, yönetecek kabiliyette bir hükümet ortada olmadığı
sürece, rakamlar ne olursa olsun, hiçbir şey iyileşmiyor, daha da kötüye
gidiyor. Neticede, tabiî, halk şaşırmış vaziyettedir. Halk seçiyor; ama,
seçtikleri Ankara'da şaşırıyor; halkın hakkını savunmuyor, halkı eziyor,
fakirleştiriyor, işini ve aşını kaybettiriyor, inancının üzerinde, hak ve
özgürlüklerinin üzerinde baskı uyguluyor. Değerli arkadaşlar
soruyorum size: Seçilip geldiniz, 1999 seçimlerinde ne sözler verdiniz, üç
yılda neler yaptınız? Bakın, neler yaptığınıza baktığımız zaman, seçilip
geldiniz, halkın seçtiği bir milletvekilini sırf başı örtülü diye bu Meclisten
attınız; iktidar çoğunluğu bunu yaptı. Seçilip geldiniz, haziran ayında ilk
yaptığınız iş, 12 yaşından küçük çocukların Kur'an kursuna gitmesini kanunla
yasakladınız. Bale kursuna gider, müzik kursuna gider; ama, Kur'an kursuna
gitmez diye tarihte ilk defa kanunla dinî eğitimi yasakladınız; Stalin
Rusyasında dahi olmayan kanunlara bu yasakları koydunuz. Ondan sonra, milletin
evlatlarını sırf başı örtülü diye okul kapılarından çevirdiniz; okulların
kapılarına panzerleri götürdünüz, polisleri götürdünüz, güvenlik güçlerini
götürdünüz, millete eziyet verdiniz ve milletin fertleri sırf kılık-kıyafet
sebebiyle hastanelerde horlandı, ölüme mahkûm edildi. Bütün bunların sorumlusu
sizsiniz değerli arkadaşlar; siz derken, elbette bu hükümettir, elbette bu
hükümeti güvenoyuyla ayakta tutan iktidar çoğunluğunu kastediyorum. Şimdi, bunları millete
nasıl anlatacaksınız? Bakın, iktidarda olduğunuz bu üç yıllık dönemde 15 000
fabrika kapanmış, 400 000 esnaf dükkânını kapatmış, 1 500 000 kişi işini
kaybetmiş; mevcut fabrikalar sökülüp yurtdışına gidiyor, Balkanlara gidiyor,
Çin'e gidiyor, her tarafa gidiyor. Köylü, traktörüne mazot, tarlasına gübre
alamıyor. Köylünün ürettiği para etmiyor. Esnaf, kirasını, elektrik parasını,
Bağ-Kur primini ödeyemiyor. Köylü, esnaf, işçi, memur, emekli geçinemiyor. 70
milyon Türkiye kazanıyor, çalışıyor; ama, rantiyeyi, faizcileri besliyor. İşte,
gösterdim size; vergi gelirlerinin tamamı faize gidiyor. Uluslararası
sermayenin âdeta kölesi haline geldik. Değerli arkadaşlar,
bakın, bugün neyi konuşuyoruz. Türkiye'nin Karadeniz Bölgesinde, aşağı yukarı
15 ilde fındık ekimi yapılır. Fındık çiftçileri, mahsullerini topluyorlar,
pazara götürecekler; ama, ne fiyat alacaklar belli değil. Fiskobirlik'in bir
kuruş parası yok, hükümetin bir kuruş desteği yok. Hükümet, bu meseleleri
görmüyor. Tabiî, çiftçinin kalbi tıp tıp tıp atıyor; acaba, fındığımı kaça
satacağım, pancarımı kaça satacağım... Bunları gören, bunların üzerinde
çalışan, maalesef, bir hükümet, bir siyasî irade yok. Bu çiftçi 11 ay beklemiş, borçları ödenecek ve önümüzdeki kış
için ihtiyaçlarını karşılayacak. Maliyeti 1 200 000 lira; ama, hükümet destek
vermiyor. Fiskobirlik'te para yok ve ne olacağı da belli değil. Şimdi, değerli
arkadaşlar, tabiî, fındık üreticisi Hasan bekleyemez, malını satacak. Tabiî,
Avrupa'daki, Hamburg'taki fındık ithalatçısı Hans da, yarı fiyatına toplayıp
götürecek. İşte, 54 üncü Refahyol Hükümeti, Erbakan Hükümeti, benim de içinde
bulunduğum hükümette "Hans kazanmayacak, fındık üreticisi Hasan kazanacak"
dedik, 2 dolar fiyat verdik; Hans da, 2 dolardan fındığı aldı. Neticede ne
oldu; Türkiye'nin ihracat geliri 2 misli oldu; yani, 965 000 000 dolara yükseldi.
Türkiye de kazandı, Hasan da kazandı. Tabiî, fındıkçı da memnun, Türkiye de
memnun. İşte, hükümet bu. Bir ay sonra, pancar
çiftçisi feryat edecek. Neden; fiyat vermeyeceksiniz. Ne olacak?.. Ne
yaptığınızın farkında mısınız? Pancar ekme, tütün ekme, fındıkları sök,
fabrikaları kapat, sanayi yıkılsın, tarım yıkılsın, petrole para bulamayan
Türkiye tarım ürünlerini ithal etsin... Türkiye sömürge haline geliyor.
İnsanlar bir dilim ekmeğe muhtaç, bir tas çorbaya muhtaç hale geldi. İnsanlar
umudunu kaybetmiş durumda. 28 Şubat rüzgârıyla gelen iktidarlarınız Türkiye'yi krizden
krize, kâbustan kâbusa sürüklüyor değerli arkadaşlar. Şimdi seçime gidiyoruz.
Telaş içindesiniz, görüyorum. Ya halk sizi seçmezse diye panik içindesiniz.
Seçim neticelerinden ürküyorsunuz. Ne yapalım da neticeye tesir edelim
diyorsunuz. Çekilin halkın önünden. Sizden çektiği zulmün hesabını seçimde
soracak. Halk, siyasetin tamamına küskün. Neden; seçtikleri onu korumuyor, güç
odakları karşısında dik durmuyor; güç odakları halkın iradesi önüne engel
çıkarıyor. Çalışma hayatında sıkıntı var; çalışan atılıp, yerine ucuz,
sigortasız işçi alınıyor. İşte, şimdi, işçi kesimi
bekliyor. Gelin, işgüvencesi yasasını çıkaralım; ama, salı günü bunu
engellediniz hiç sebepsiz yere, şimdi bugün yine engelleyeceksiniz. Meclis
düzenleme yapacak, olmaz... Sendikalar tedirgin. Patronlar baskı yapıyor diye
feryat ediyorlar. Ah gidi ah değerli
arkadaşlar! 28 Şubat döneminde beşli grup el ele oldunuz -sendikalara
söylüyorum- size, ülkeye hizmet eden hükümete cephe açtınız, şimdi hep birlikte
acısını çekiyoruz. Ülke yanıyor; yangın yerine döndü. Evet, tabiî, bu şartlar
böyle devam etmez. Seçimle inşallah bunlar düzelecek. Milletin sıkıntısı,
baskıcı seçkinlerdir. Halk baskı altında olacak, soygun devam edecek, halk
fakirleşecek; demokrasi mi, hukuk mu, adalet mi, bunlar hep göstermelik olacak;
ama, insanlar ezilecek. Bu dönem bitti artık. Merhum Ali Fuat Başgil Hoca
"vatandaş, senin hakkın, hukukun, idare adamının ökçe çamuru
değildir" der bir eserinde. Evet, hüküm bu. Karar nedir? Karar şu:
Vatandaşın hakkını çiğneyenler, tepesinde oturamayacaklar. Bu karar ne zaman
çıkacak; bu karar, inşallah, 3 Kasım seçimlerinde çıkacak değerli arkadaşlar. Bu seçimde, 28 Şubat
taşeronluğu bitecek, Apo sayesinde seçim kazananlar bitecek. Evet, çare var.
Çare nedir; çare, millî görüştür; çare, inşallah, Saadet Partisinin
iktidarıdır. Medyanın bütün engellemesine rağmen, inşallah, tırnaklarımızla
çalışarak, söke söke geleceğiz, geçmişte geldiğimiz gibi, yine geleceğiz. Bizi,
halkımız, Refahyol Erbakan Hükümetinden tanıyor. Ne kadar engel olunsa da,
inşallah, bu mesaj halka daima ulaşacak. Halk, gerçeği sonunda bulacak ve desteğini
verecektir. Şimdi, hükümette,
hükümetin bir kanadında bir telaş görüyoruz; seçim neticeleri ya şöyle olursa
ya böyle olursa, ya falan parti gelirse ya falan parti gelmezse... Size ne
arkadaş! Eğer Türkiye'de demokrasinin çalışması için bir düzen kuracaksanız, üç
yıldır iktidardaydınız, niye bu düzeni kurmadınız, niye bunu getirmediniz?!
Siz, işinize gelmediği zaman, anayasayı değiştirir, siyasî partilerin
kapatılmasını kolaylaştırırsınız; ama, Avrupa Birliğinden baskı gelince de, tekrar,
anayasada değişiklik yapıp geri adım atarsanız. Şimdi, tabiî, bir telaş
içindesiniz. Bunu normal şartlarda yapmanız lazım. Elbet, Türkiye'de,
yönetebilen bir demokrasi olması lazım; ama, halkın hukukunun da engellenmemesi
lazım; ara rejimlerle, darbelerle, baskılarla halk iradesi üzerine ipotek
getirilmemesi lazım. Halk seçimde yanlış yapmışsa, bir seçim daha yaparsınız.
Nihayet, doğrusunu bulacak olan halktır; ama, biz, falan partinin gelmesini
istemiyoruz, onun gelmesini engelleyecek şekilde Seçim Kanununu böyle yapalım,
şöyle yapalım derseniz, kazdığınız kuyuya kendiniz düşerseniz. Bırakın, halka
baskı yapmayın. Bırakın, halk, kendi iradesi istikametinde seçimi yapsın. Değerli arkadaşlar,
bugün, hakikaten, Türkiye yanıyor. Bugünkü şartların devam etmesi mümkün değil.
Tabiî, dilerdik ki, hükümet, bu ekbütçe tasarısıyla beraber, yangın olan
kesimlerin yangınını söndürecek olan tedbirleri de beraber getirsin, çarelerini
de beraber getirsin; ama, görüyoruz ki, bunları görmüyor, bunları yönetemiyor,
bunları kavrayamıyor ve bunları anlayamıyor. İnşallah, seçimde bunların hepsi
değişecek; ona inanıyorum. Millet, kendi aklıselimiyle kendisine hizmet edecek
iktidarları seçecek ve getirecektir. Değerli arkadaşlar,
bugünkü şartlarda Türkiye'nin devam etmesi mümkün değildir dedim. Türkiye'nin,
üretime dönmesi, ihracata dönmesi, bu istikametteki projelere destek verecek
bir anlayışta olması lazım; aksi takdirde, bütün kaynakları kurutmuşsunuz,
herkesi üretemez hale getirmişsiniz, bütün piyasaları çökertmişsiniz... Burada,
düşürdüğünüz enflasyonun da hiç kimseye ve hiçbir topluluğa faydası yoktur.
İşte, bu şekilde aciz hale getirilen, yoksul hale getirilen Türkiye, elbette
ki, uluslararası sermayenin de tekeline girmekte ve uluslararası güçler
tarafından da çok kolay yönlendirilebilmektedir. Bu şartlarda, Türkiye'nin,
dışpolitikada hukukunu koruması çok zordur. Bakın, geçenlerde bir Amerikan
televizyonunda bir yorumcu ne dedi; "biz, IMF'yle Türkiye'yi satın aldık;
biz ne istersek onu yapmaya mecburdur." Evet, Türkiye'nin iradesini,
maalesef, sizin hükümetiniz, ipotek altına soktu. 54 üncü hükümet olarak
yaptığımız güzel işlerin hepsini, 55, 56 ve 57 nci hükümet olarak -bugünkü
iktidarın üç ortağının ikisi 55, 56'da, üçü de 57 nci hükümette olmak üzere-
bozdunuz, Türkiye'yi yönetilmez hale getirdiniz. Birtakım güç odaklarına
sırtınızı dayayarak geldiğiniz iktidarda, millete hizmet değil, millete külfet
oldunuz, milletin derdini artırdınız. Ahali sizi istemiyor, halk sizi
istemiyor. Onun için, bu erken seçimden, kaçınmadan, endişe etmeden, bir an
önce seçim sandığını milletin önüne getirmeniz lazım. 5 yılda tahrip ettiğiniz
Türkiye, inşallah, yeni gelecek iktidarlar tarafından, tekrar, yönetilir hale
getirilecektir. Çaresizlik diye bir şey yoktur. Cenabı Allah, bir zorluğa
sonsuz kolaylık ihsan eder; yeter ki, biz, gayretle, ısrarla, milletin
meselelerini çözecek iradeyi ortaya koyalım. Değerli arkadaşlar,
hükümetiniz, Türkiye'de bütün sektörleri çökertti. Bakın, tarımda, bugün, nefes
alacak hal kalmadı. Geçenlerde bir ilçeye gittim; çiftçiler, borçla mazot alıp,
tarlasında çalışmak durumundadırlar. Çiftçiler, tefecilerden borçla, yüksek
faizle kredi alıp, ayakta durma gayreti içindedirler. Şimdi bunların
mahsullerine de para vermiyorsunuz. Tabiî, bütün girdiler büyük ölçüde artmış
vaziyette. Sizin enflasyona endeksli olarak verdiğiniz fiyat desteklerinin
hiçbir manası yoktur, hiçbir faydası yoktur; çiftçileri ezilmekten
korumayacaktır, kurtarmayacaktır. Size şunu ifade ediyorum:
Türkiye toprakları, bu takip ettiğiniz politikalar sebebiyle, ekilemez vaziyete
gelecektir, tarımda rekolteler düşecek, üretim azalacaktır. Neticede, Türkiye,
petrol ithal ederken, aynı zamanda, dışarıdan gıda maddeleri ithal eden bir
ülke haline gelmiştir. Tarım ürünlerinde ithalat ihracatı aşmıştır; Türkiye
kendine yeterlilik kabiliyetini kaybetmiştir. Tarımda uyguladığınız doğrudan
destek politikaları çiftçiye sıkıntı vermektedir. Şimdi, yeni getirdiğiniz 2002
yılındaki uygulamalarla ilgili yirmi çeşit belge istiyorsunuz. Çiftçinin
bunları toparlaması mümkün değildir. Kısa yoldan, bu doğrudan destekten
vazgeçin, ürüne destek verin, fiyata destek verin, kaliteye ve maliyete destek
verin. Avrupa çiftçisine ne veriyorsa, bizim de çiftçimize benzer destekleri vermemiz
lazım. Bakın, bugün Avrupa'da çiftçinin cebine giren her 100 liralık gelirin
38-39 lirası destektir; kamu desteğidir, devlet desteğidir, fon desteğidir.
Bizdeyse, bu, sadece 13 liradır. Siz, şimdi bunları da kaldırma durumundasınız.
Yani, çiftçiyi yok ediyorsunuz. Çiftçi ne yapacak; gecekondulara mı gelsin,
İstanbul'un, Bursa'nın, Ankara'nın banliyölerine mi yığılsın; buralarda nasıl
geçinecek, bunun sosyal maliyeti nedir, iktisadî maliyeti nedir, oturup,
bunların hepsini düşünmeli; ama, ortada bunları düşünecek bir hükümet yok.
Münferit olarak bakanların gayretleri olabilir; ama, ortada siyasî iradeyi birleştiren
bir hükümet iradesi olmayınca da, bu meselelerin hiçbirinin çözülmesi mümkün
değil. Ben, bu ekbütçe
getirilirken, dilerdim ki, bu mağdur olan emeklinin, memurun, çiftçinin,
esnafın dertlerine de deva olacak olan bir kaynak ortaya konulsun; ama, bütün
kaynakları alıp faize verirken, bunu düşünecek halinizin olmadığını biliyorum. Hepinizi hürmetle
selamlıyorum. Teşekkür ederim Muhterem
Başkan. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim efendim. Şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisinde. Samsun Milletvekili Sayın
Kemal Kabataş; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA KEMAL
KABATAŞ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı, 4726
Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerime
başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
21 inci Dönem Parlamento çalışmaları, emsali olmayan uygulamalarla
faaliyetlerini sona erdiriyor. Şu anda Genel Kurulda tartıştığımız tasarı da,
bugüne kadar, her dönem sonunda, "erken seçim" adı altında, erken
seçim uygulamaları içinde, finansman açısından yürütülen uygulamaların dışında
bir uygulama olarak gündeme getirilmiştir. Sayın Maliye Bakanımız, erken
seçimin finansmanı için tahmin edilen 150 trilyonluk kaynağı takriben 100 katrilyonluk
bütçe içerisinden sağlayamayacağı gerekçesiyle, özel bir uygulama olan eködenek
kanununa ihtiyaç duymuş ve seçimin finansmanı için, 150 trilyon liralık, sadece
ödenek talep etmiştir. Belirtmeliyim ki, bu ödenek, bir gelirle karşılanmıyor,
artık bizim de alt alta yazmakta zorlandığımız 120 küsur katrilyonluk borç
bütçesine 150 trilyonluk bir ilave yapıyor. Böylece, ne kadar sıkı bir bütçe
uyguladığımızı, ne kadar disipline riayet ettiğimizi, 100 katrilyona da 150
trilyonu sığdıramadığımızı herkese ilan ediyoruz. Gerçekten, bu anlamda bir bütçe
uygulamasına saygı da duymak lazım; eğer gerçek resim buysa, eğer bütçe bu
ölçülerde, bu daraltılmış ölçülerde sıkı bir bütçe disiplini ilkeleri içerisinde
uygulanıyorsa. Bunlara değinmekte yarar
var; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 150 trilyonluk, bütçenin
içerisinde kuruş bile değerinde olmayan bir tutar üzerinde çok fazla mesai
harcamasının anlamı yok; ama -bütçe tekniği açısından ifade ediyorum- Sayın
Bakanın yönetiminde olan 98 küsur katrilyonluk bütçe harcama büyüklüğünün, her
anlamda ve teknik açıdan da, 150 trilyon liralık bir açığı finanse etmesi
mümkündür. Bütçe uygulayıcıları bunu çok yakından bilir; ama, burada, herhalde,
seçimin getirdiği atmosferle uyumlu olsun diye, ek bir düzenleme yapılması
ihtiyacı doğmuştur. Bu vesileyle, bütçe ne yönde gelişiyor, bütçenin artıları
ve eksileri var, onlara birkaç satırla değinmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
altı aylık bütçe sonuçlarını bakanlık açıkladı. Görüyoruz ki, bütçe için, 35
katrilyon liralık gelir toplamışız ve 53,6 katrilyonluk harcama yapmışız ve
altı ayda 17,8 katrilyon açığımız var. Her ay için yaklaşık 3 katrilyon açık ve
bütçe için öngördüğümüz 26,9 katrilyonluk açık hedefinin yüzde 66'sını,
böylece, ilk altı ayda oluşturmuş oluyoruz. Bütçe harcama temayüllerini bilen,
yakından izleyenler çok iyi hatırlayacaklardır ki, bütçe harcamalarında ikinci
yarı yıl daha ağırlıklıdır, daha ertelenmiş harcamalar gündeme gelir. Öyle
anlaşılıyor ki, bu bütçenin açık rakamı, 26,9'un çok ötesinde bir rakama
ulaşacaktır ve bu rakam da, bu açığı aşan, yani, 98 katrilyonluk büyüklüğe
sığmayan harcamalar da, bu yılın bütçesinde teknik olarak bütçeleştirilmemiş
olacak ve 2003 yılına aktarılacaktır. Böyle bir aktarma operasyonunun içerisine
neden 150 trilyonun sığmadığını, gerçekten, sormak lazımdır. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakanın ve bütçe uygulamasının yıldız ifadesi "faizdışı fazla."
Burada da bir başka görüntü var. Bu görüntüye göre, altı aylık dönemde, IMF'nin
çok sevdiği bu büyük rakam, yani, 10,5 katrilyonluk faizdışı fazla oluşmuş. Esas
olan bu; çünkü, faiz dahil fazlanın farkını kim ödeyecek, bunu sorgulamıyoruz;
ama, diyoruz ki, burada koskocaman bir artı var; 15 katrilyon artı öngörmüşüz,
10,5 katrilyonu gerçekleşmiş ve IMF'den de çok büyük alkış alıyoruz. Eğer
çizgiyi iki satır arasında değerlendirirseniz, böyle; ama, işin esası öyle
değil. Değerli arkadaşlarım,
bütçeden birkaç ayrıntı daha vermek istiyorum. Sosyal güvenlik kuruluşlarının
harcamaları için, 7,9 katrilyon ödenek ayrılmış ve bunun 5,4'ünü kullanmışız.
SSK Genel Müdürlüğünün -SSK Başkanlığının- ikinci yarı yıl için elinde kalan
ödenek -haziran ayı sonu itibariyle- sadece 316 trilyon lira ve Bağ-Kurun da
409 trilyon lira. Bunun anlamı şudur: Sadece bu kuruluşta -henüz
bütçeleştirmediğimiz, asıl eködenek kanunuyla çözmemiz gereken sorun olarak -burada,
zaten 1,5-2 katrilyonluk bir açık var. Faizin, kur farklarının
ne kadar bir açık yarattığını, yüzde 78-79'luk faizlerin bu yılın borç
servisine ne kadar ilave yük getirdiğini bilmiyoruz; ama, bütün bunlar için
bütçeye ihtiyaç var. Ekbütçe, bunlara teknik açıdan bir çözümdür, kaynak
yaratmaz; ama, şeffaf, doğru, ilkeli bütçe uygulamasında bu rakamların yer
alması lazımdı. Ekbütçe, kala kala, 150 trilyonluk bir büyüklüğe ödenek yaratma
uygulamasına dönüştü. Buna işaret etmek istiyorum. Tabiî, bütçeyle, bu sıcak
ağustos ayında, bu seçim döneminde konuştuğumuz konuları alt alta yazdığımızda
ilgilendirilecek çok daha özel konular var. Bunlardan, hepimizi yakından
ilgilendiren, bu ülkede Artvin'den İstanbul'a kadar ekimi yapılan bir ürün ve
435 000 aileye mensup 2,5 milyon insanımızın geçim kaynağı olan fındığın
finansmanında ihtiyaç duyulan kaynak, bu bütçeyle, şu anda görüştüğümüz
eködenek tasarısıyla, çok yakından ilişkilendirilmek zorundaydı. Burada, fındık
üreticilerimiz çok ciddî bir sorunla karşı karşıya. Değerli
milletvekillerimiz, Sayın Zaimoğlu'yla birlikte iki akşam önce fındık üreticisi
illerden gelen milletvekillerimizle yaptığımız toplantıda, ortadaki sorunu
tanımladık ve borsa başkanlarıyla paylaştık. Değerli arkadaşlarımız, akut hale
gelmiş bu sorunu her şeyden sorumlu, ülkenin tek yetkilisi Sayın Derviş'e
anlatmaya çalışıyorlardı. Bilemiyorum, ne sonuç aldılar. Bir sonuç
almadıklarını biliyorum; çünkü, sonuç alınmasını nasıl engellediklerini biliyorum.
Olaya bir bütünlük içerisinde bakarsanız değerli arkadaşlarım... Fındıkta birkaç rakam
vermek istiyorum. Bu yıl 2,5 milyon insanın üreteceği fındık rekoltesi 735 000
ton civarında. Fındıkta 200 000 ton stok fazlası var. Değerli arkadaşlarım,
bugün, fındık, serbest piyasada 70 sente satılıyor. Evet, 70 sente satılıyor!
Fiskobirlik, 2000 yılında IMF-Dünya Bankası desteğiyle "sermaye" adı
altında verilen 250 trilyonun yaklaşık 150 trilyon lirasını kullandı, geçen
yılı bununla geçirdi; depolarında fındık var, kasasında para yok. 700 000 ton
civarındaki rekoltenin 150 000 tonunun, mutlaka, Fiskobirlik tarafından
alınması gerekiyor. Alınmadığı takdirde, üreticinin 2002 yılındaki piyasada
bulabileceği fiyat 70 senttir değerli arkadaşlarım. Belki bunun da altına düşecektir.
Fiskobirlik çaresiz,
Fiskobirlik kaynak arıyor; ama, Fiskobirlik'in ve diğer tarım satış
kooperatiflerinin yeniden yapılandırılması uygulaması içinde yürürlüğe konulan
yasa, yasa maddesi olarak, birliklere destek sağlanmasını yasaklıyor. Fiskobirlik yönetimi,
bugün, Ankara'da, kanunla yasaklanmış olmasına rağmen, üreticinin karşı karşıya
bulunduğu bu hazin ve çaresiz tabloya çözüm bulmak üzere, 300 trilyon lira
kaynak arıyor değerli arkadaşlarım, 300 trilyon lira; 2 500 000 insanımızın,
dünyanın en kaliteli ürününü üreten insanımızın çaresizliğine, fiyatlar
nedeniyle oluşturulan fakirleştirilmesine, bu sürece çözüm olacak arayışlar
içinde. Bu çözümün yeri, değerli
arkadaşlarım, Parlamento; bu çözümün yeri bütçe; bu çözümün yeri, işte bu
eködenek yasası. Eğer üreticiden yanaysanız, üreticinin sorununu çözmek
durumundaysanız, eğer Karadenizde fındık fiyatlarında ve fındık alımlarında
yaşanan trajediyi anlamak istiyorsanız, sadece erken seçim için 150 trilyon
lira kaynak bulmak yerine, DFİF içinde ya da bütçede başka bir kalemden 250 -
300 trilyon lira kaynak yaratmak zorundasınız; ama, anlaşılan o ki, Sayın
Derviş'in ve hükümetin bu konuda hiçbir duyarlılığı yok. Bu, çok hafife
alınacak bir konu değil. Geçen yıl geçiştirildi, ortalama 1 dolar civarında
fiyatlarla fındık üreticisi bir ölçüde korundu; ama, Fiskobirlik, gerçek
anlamda sıfırı tüketmiş durumda ve bugün, devletin gücüne, devletin desteğine,
her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı vardır değerli arkadaşlarım. Bunu burada görüşmemek,
bu vesileyle bütçe içinde konuşmamak, gerçekten eksiklik olacaktı. Ben, fındık
üretiminin ağırlıkta olduğu bir bölgenin milletvekili olarak, bunu, burada,
özenle ve detayla vurgulamak zorundayım. Bu dönem Parlamentosunda,
üzülerek yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunları anlatmak, bunları konuşmak, Derviş
heyecanı içerisinde, IMF programları heyecanı içerisinde, biraz da
küçümsenerek, popülizm diye tanımlandı. Şimdi size soruyorum değerli
arkadaşlarım: Bunları anlatmak görev mi, değil mi; bunlar üzerinde, çözüm için,
burada, milletin kürsüsünde konuşmak görev mi değil mi; evet, hepimiz için
görev değerli arkadaşlarım, hepimiz için!.. Çaresizliği düşünün; 1 ton fındık
üreten insan, bugün açıklanacak fiyatı bekliyor. Değerli arkadaşlarım,
Fiskobirlik yönetiminin hesaplarına göre, fındığın 2002 yılındaki maliyeti 2
000 000 küsur lira. Tam rakam var... 2 000 000 lira fındığın maliyeti ve bu
fındığı üretene refah payı olarak ve maliyetlerini dikkate aldığınızda ödemeniz
gereken fiyat, gerçekten, yapılan hesaplamalara göre, aşağı yukarı 2 777 000
lira. Bugün fındığa kaç lira verileceğini kimse bilmiyor. Fiskobirlik müdahale
etmekten, regülasyon için alım yapmaktan mahrum ve fiyat, muhtemelen, 1 000 000
lira düzeyinde oluşacak, 1 000 000 lira... Evet, üretenin kilo başına gerçek
anlamda kaybı, 1 777 000 lira değerli arkadaşlarım. Bunlar bizim
vatandaşlarımız, bunlar bizim üreticimiz, bunlar bizim muhtaç hale getirdiğimiz
kitleleri oluşturan insanlarımız. Bütün bunlar için bütçeyi bir kaynak olarak
kullanmak zorunluluğu olduğu açık; ama, seçime rağmen, ortada bir tepki yok. Bu
husus, fevkalade önemli. Neden suskun kalıyoruz?! Bakınız, fındığın bundan
önceki dönemlerdeki fiyatı 246 sentti; bugünkü fiyatı 70 sent; aradaki fark,
yaklaşık 1,60 dolar, 1 dolar 60 sent. Bugünün kuruyla bu rakam, yaklaşık 2 800
000 lira değerli arkadaşlarım. İşte, IMF ve Dünya Bankası programı içinde
"tarım reformu" adı altında yapılan uygulamanın faturası, kilo
başına, fındık üreticisine bu olmuştur. Reformun bütün ayakları askıda kalmıştır.
Reformun sadece bir tek boyutu işlerlik kazanmıştır; fındık üreticisi 2,46
dolar olan kilo başına fiyatını, bugün, 70 sent düzeyine indirmiş; çaresiz,
gerçek anlamda çaresiz ve başvuracak bir merci bulamayacak bir konumda,
hepimizi izlemektedir. Tek çareleri, her şeye çözüm bulduğuna inanılan Sayın
Derviştir. Sayın Derviş'in bu konularda bir duyarlılığı olmadığını -umuyoruz
olur- hep beraber göreceğiz. Peki, ne yapacaktır bu
insanlar; iki sene, üç sene önce, bugünkü fiyatlarla baktığınızda, kilo başına
2 800 000 lira kaybı olan insan nereye gidecektir? Böyle bir reform programının
uygulamasının sonucu bu olabilir mi? Dekar başına 10 000 000 lira vererek,
Karadenizdeki fındık üreticisini koruyabilir misiniz? 13 500 000 liraya
çıktığını söylüyoruz. Böyle bir destek neye çare olur?! Böyle bir destek, bu
üretici kitlesi için ne ifade eder; şüphesiz etmez. Bakınız, doğrudan gelir
desteğinin mantığı ve uygulaması şudur: Siz, kilo başına, önceki duruma göre, 1
dolar 60 sent gelir kaybına uğradınızsa -dünyadaki uygulama budur- bu gelir
kaybını "doğrudan gelir desteği" altında bir şekilde finanse etmek
zorundasınız. Tütünde aynı şey var, pancarda aynı şey var değerli arkadaşlarım.
Bütün bunların kaynağı,
sosyal açıdan çok önemli bir belge olan bütçedir. Bütçede bunlara kaynak
bulmak, bütçede bunları planlamak, bütçede bunları çözmek zorundayız. Bu çözüme
dair bu bütçeler hiçbir şey ifade etmiyor ve şu anda Sayın Derviş çok gururla
ifade ediyor "seçim de olsa, bu ülkedeki sistemi kimse değiştiremez"
diyor. Doğrudur; bu Parlamentonun, bu programın bir parçası olarak, bu tür çok
acil ve zor durumlar için üreticiyi desteklemek, kollamak adına alabileceği
kararları kanunla yasaklamışız; buna güveniyor Dünya Bankasının çok bilmiş
uzmanları; ama, onlar, onların kaydında ve sorumluluğunda değil, hepimizin
kaydında ve sorumluluğunda; bu ülkenin insanı, bu ülkenin vatandaşı, bu ülkede
bu sorunları yaşıyor. Trajik bir tablo var
fındıkta; diğer ürünlerde de var; ama, biz, bunları çözüm anlamında, gerçekten
çözüm üretemez duruma gelmiş, siyasî olarak çözümsüzlüğü âdeta çaresizlik
içinde izleyen bir konumdayız değerli arkadaşlarım. Bu, tabiî ki, bütçe
içinde açılmış çok geniş bir parantez... BAŞKAN - Sayın Kabataş... KEMAL KABATAŞ (Devamla) -
Bağlıyorum Sayın Başkan. Bu, bütçe uygulaması
içinde açılmış bir geniş parantez; ama, bu kürsüde konuşulması gereken bir
konu. Hem güncelliği hem sonuçları itibariyle öyle özel bir konu olduğu için bu
vesileyle bunları ifade etmek istedim. Konu önemli; hassasiyet
çok ileri safhada değerli arkadaşlarım. Bakın, Türkiye, bu yıl fındık
üreticisine 70 sent fiyat ödeyerek yoluna devam edemez. Diğer ürünlerde de aynı
şeyler var. Seçime gidiyoruz; seçimde herhalde bunları da anlatmak
durumundayız. Daha doğrusu bize sorulacak, biz de bir şekilde cevap vereceğiz;
neyi yaptığımızı neyi yapamadığımızı, niçin yaptığımızı niçin yapamadığımızı;
ama, tabloyu doğru anlayarak, doğru yorumlayarak, milletin ekonomik açıdan
karşı karşıya bulunduğu felaket tablosunu doğru teşhis ederek bir duruş sergilemek
zorundayız. Bu vesileyle bunlara
işaret ettikten sonra, erken genel seçimin, hepimize, ülkemize, ulusumuza
hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisinde. Afyon Milletvekili Sayın
Sait Açba; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA SAİT
AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekbütçe kanunu tasarısı
üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Seçim kararının
alınmasıyla birlikte, seçimin finansmanı için gerekli olan 150 trilyonluk
eködenek talebini görüşüyoruz. Mevcut kanun tasarısında, 150 trilyonluk
eködenek talebinin 85 ilâ 90 trilyonu, siyasî partilere devlet yardımı olarak
verilmek üzere ve kalan 55-60 trilyonu da, Yüksek Seçim Kurulunun, seçimin
finansmanını sağlamak, seçim masraflarını karşılamak için harcanacak miktarı
içermektedir. Siyasî partilerin,
şüphesiz, pek çok gelir kaynakları vardır; ama, bu gelir kaynaklarının, siyasî
partilerin, seçimin finansmanı açısından veya normal zamanlardaki hayatlarını
idame ettirmek açısından yeterli kaynaklar olduğunu söylememiz mümkün değildir.
Bunun için, siyasî partilere "devlet yardımı" adı altında, Siyasî
Partiler Yasasında bir yardım düzenlenmektedir; bu yardım da, her yıl bütçe
kanunlarından verilmektedir. Tabiî, seçime ilişkin hükümleri ise farklılık arz
etmektedir; seçim dönemlerinde verilen miktarlar da farklı bir biçimde
uygulanmaktadır. Siyasî partilerin yasal
finansman kaynaklarına başvurmaları, şüphesiz, siyasî ahlakın bir gereğidir.
Siyasî partilerin halka hizmet hedefinden sapmamaları için, yasal yönden,
hayatlarını idame ettirecek bir finansman kaynağına kavuşturulması gereklidir;
aksi halde, yasal olmayan alanlarda finanse edildikleri takdirde, halka hizmet
amacından sapacakları ve kendilerini finanse eden çevrelerin menfaatlarını
maksimize etmeye çalışacakları aşikârdır. Türk siyasî hayatına baktığımızda,
geçmişte bunun acı tecrübeleri, maalesef, yaşanmış bulunmaktadır. Siyasî partilerin
finansman kaynakları, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununda, üyelik aidatları,
milletvekili aidatları, aday adaylarından alınacak özel aidatlar, parti malzeme
ve yayınlarından elde edilecek gelirler, parti mal varlığından elde edilecek
gelirler ve bağışlar şeklinde sıralanmıştır; ama, bu gelir kaynakları siyasî
partilerin hayatlarını idame ettirmeye yeterli olmadığı için, Siyasî Partiler
Yasasında bir de "devlet yardımı" adı altında bir yardım
düzenlenmiştir. Siyasî partiler için, devlet yardımı olarak, her malî yıl,
genel bütçe vergi gelirleri (B) cetveli toplamının beşbinde 2'si tutarında bir
kaynak ayrılmaktadır. Bu kaynak, milletvekili seçimlerinin yapılacağı yıl 3 kat
olarak ödenmektedir, mahallî idare seçimlerinin yapılacağı yıl ise 2 kat olarak
ödenmektedir. Milletvekili seçimleri ve mahallî idare seçimlerinin birlikte
yapılacağı bir ortamda ise, bu kaynak, 2 kat olarak ödenmektedir. 2002 yılı 3
Kasımı itibariyle seçim kararı alınmasıyla birlikte, yasa gereği, B cetveline
konulan ve siyasî partilere dağıtılan yardımın 2 kat daha fazlasının tahsisi
gerekmektedir. Bunun için, hükümet, bu yasa tasarısını Meclise sevk etmiş
bulunmaktadır. 2002 malî yılı
itibariyle, ocak ayının 10'unda, bütün siyasî partilere, 2002 malî yılında
öngörülen devlet yardımları dağıtılmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, 2002 yılı
başında, DSP'nin aldığı yardım miktarı 9,6 trilyon, MHP'nin 7,7 trilyon,
ANAP'ın 5,7 trilyon, DYP'nin 5,7 trilyon, CHP, Saadet ve AK Partinin de 3,7
trilyon olmak üzere, toplam 39 trilyon 700 milyar liralık bir kaynak, 10 Ocak
itibariyle dağıtılmış bulunmaktadır. Tabiî, şu andaki Siyasî Partiler Yasası
gereği, bu kaynağın 2 katı tutarında, yani 79 trilyon 400 milyar liralık bir
kaynağın, siyasî partilere, devlet yardımı olarak verilmesi gerekmektedir. Bu
rakam dağıtıldığında, şu anda siyasî partilerin alacağı kaynaklara
baktığımızda, DSP 19,2 trilyon, MHP 15,5 trilyon, ANAP 11,4 trilyon, DYP 10,4
trilyon, CHP, Saadet ve AK Parti de 7,5 trilyon liralık bir devlet yardımına
kavuşmuş olacaklardır. Şimdi, şunun da sorulması
lazım: Sayın Maliye Bakanı, bu kanun tasarısını getirdiğinde, siyasî partilere
devlet yardımı olarak 85 ilâ 90 trilyonluk bir kaynak talebinde bulunmuştur;
bu, 150 trilyon içindeki rakamdır; ama, vergi gelirlerinden ayrılacak toplam
miktar 79 trilyondur; dolayısıyla, bu 85-90 trilyon şeklinde talep edilen
kaynağın gerçek nedeninin ne olduğunu da, Sayın Bakanın, burada Genel Kurula
arz etmesi, bu konuyu aydınlatması gerekmektedir. Diğer bir husus da şudur:
Kaynağın mevcut siyasî partiler arasında dağılımına bakıldığında, DSP'nin
aldığı miktar belki dikkat çekmektedir; 19 trilyonluk bir kaynaktır. Tabiî,
burada 19 trilyonluk kaynak, şüphesiz, DSP'ye yasa gereği verilmektedir. Siyasî
Partiler Yasasındaki milletvekili seçimlerinde alınan oy miktarı ve
milletvekili seçimleri sonucunda çıkarılan milletvekili sayısı, yani Yüksek
Seçim Kurulu tarafından belirtilen, ilan edilen milletvekili sayısı dikkate
alınmak suretiyle, yasa gereği öngörülen bir rakamdır; ama şu anda Meclisteki
birtakım yeni siyasî partilerin ortaya çıkması sonucunda, şüphesiz, DSP'nin
sandalye sayısının yarı yarıya indiğini açıkça görmekteyiz; tabiî, bu yarı
yarıya inme sonucunda da, 19 trilyonluk bir kaynağın verilmesinin de, adalete,
haklı bir nedene dayandığını söylememiz hiçbir zaman için mümkün değildir. Bunu
ifade ederken, ben, bir siyasî partiyi hedef olarak ifade etmiyorum, adaletin
gereği olarak ifade ediyorum. Böyle bir tablonun ortaya çıkması sonucunda,
şüphesiz, yasa gereği bu rakam verilmektedir; ama, görülüyor ki, yasada ciddî
bir eksiklik vardır; çünkü, seçim sonrası Parlamento tablosundaki değişimler
yasa yapılırken dikkate alınmamıştır; yani, Yüksek Seçim Kurulunun, seçim
sonrası, oy oranı + milletvekili sayısına, ilan ettiği sayıya göre tespit
edilen bir rakamdır; ama, Parlamentodaki değişim sonucunda, bu rakamın ne kadar
değişmiş olduğunu hepimiz görüyoruz; ama, yasadaki böyle bir eksikliği
giderecek zamanın da, erken seçim kararının alınması nedeniyle artık mümkün
olmadığını da maalesef hepimiz görmekteyiz. Bu arada, devlet
yardımlarıyla ilgili birkaç hususu da zikretmek gerekir. Devlet yardımları
şüphesiz partilerin sadece genel merkezlerini finanse etmek üzere verilen
yardım değildir; partinin genel merkezi + tüm teşkilatlarıyla birlikte o
partinin siyasetinin finansmanı için, o siyasî partinin bütün organlarının,
bütün teşkilatlarının finansmanı için verilen yardımlardır; ama, Türkiye'de,
Siyasî Partiler Yasasına baktığımızda, verilen devlet yardımlarıyla ilgili
herhangi bir dağıtım kriterinin ortaya konulmadığını, dolayısıyla, bugüne kadar
verilen yardımların, maalesef, siyasî parti merkezlerinde harcandığını, çok
sembolik rakamların teşkilatlara aktarıldığını ve hiçbir siyasî partinin de,
buna ilişkin bir dağıtım kriterini, bugüne kadar tespit etmediğini görüyoruz. Tabiî, demokrasilerde,
siyasî partilerin paylaşım kültüründe, demokrasi kültüründe, bunun böyle
olmaması gerekmektedir. Şüphesiz, siyasetin finansmanı için verilen paraların,
siyasî partilerin bütün birimleri arasında adil bir şekilde dağılımına ihtiyaç
vardır. Ben, bununla ilgili olarak, daha önce, Meclise bir yasa teklifi
vermiştim, dağıtım kriterleriyle ilgili olarak; yani, siyasî partilerin
aldıkları devlet yardımlarının yüzde 40'ını teşkilatlarına aktarmaları şeklinde
ve teşkilatların, gerçekten parasal ihtiyaçları olması nedeniyle, siyaseti, bir
bakıma parasızlık nedeniyle yeterince yerine getirememeleri nedeniyle. Ancak,
böyle bir yasa teklifinin, burada, Parlamentoda kabul görmediğini de, açıkça
görmüş bulunuyoruz. Tabiî, şunu ifade etmemiz
lazım bununla ilgili olarak: Biz, siyasî parti olarak, AK Parti olarak,
kuruluşumuzdan itibaren, tüzüğümüze, devlet yardımı olarak aldığımız miktarın
yüzde 30'unun teşkilatlara dağıtılması yönünde bir hüküm ihdas ettik ve 2002
yılı itibariyle, biz, aldığımız toplam devlet yardımının, 3,7 katrilyonun yüzde
30'unu siyasî parti teşkilatlarımıza dağıttık. Tabiî, bunun, bütün siyasî
partiler tarafından yapılması, şüphesiz, demokrasi gereği ve paylaşım
kültürünün gereğidir. Ayrıca, şunu da ifade
edelim: Bir taraftan, siyasî partilerin aldıkları devlet yardımlarının, şeffaf
bir şekilde, nerelere harcandığı, hangi alanlarda kullanıldığına ilişkin olarak
kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi demokratik bir gerek vardır; ama, bugüne
kadar, siyasî partilerin bunu yapmadığını da, maalesef, üzülerek görmekteyiz.
Biz, AK Parti olarak, tüzüğümüzde ve programımızda, aldığımız devlet
yardımlarının veya mevcut gelirlerimizin nereye harcandığını, üç aylık dönemler
halinde, kamuoyuna arz etmeyi taahhüt ettik ve bunu siyasî partimizin internet
sitesine yerleştirdik. Dolayısıyla, üç aylık dönemler halinde, AK Partinin
gelirlerinin nerelere harcandığının kamuoyu tarafından internet sitesinde
izlenmesi imkânı da bu şekilde gerçekleşmiş oldu. Tabiî, burada 150
trilyonluk bir kaynak talebi var. 150 trilyonluk kaynak talebinin, 100
katrilyon büyüklüğünde olan 2002 yılı bütçesi içinden aktarmalarla
karşılanmamasının gerçekten kaygı verici olduğunu ifade etmek isterim. Bakınız,
bu kanun tasarısının genel gerekçesine baktığımızda ne yazıyor: "Mevcut
150 trilyonluk talep, net borçlanma hâsılatıyla karşılanacaktır" Yani, biz
bir erken seçim yapıyoruz ve erken seçimin finansmanı için gerekli olan 150
trilyonu ne yapacağız; bugünkü faiz oranlarıyla, yüzde 75 faizle borçlanmak
suretiyle seçimi finanse edeceğiz. Bu, bir bakıma, açık şekilde, 57 nci
hükümetin Türkiye'yi nereye getirdiğinin göstergesidir. Yani, 100 katrilyonluk
bir bütçeden siz eğer 150 trilyonu çıkaramıyorsanız, bu durumda, Türkiye'nin 57
nci hükümet eliyle nereye getirildiğinin de açık bir belgesi olduğunu,
maalesef, üzülerek belirtmek isterim. Tabiî, bugün 2002 yılı
bütçesine de bakıyoruz; 2002 yılı bütçesinin ilk altı aylık dönemi bitti,
yedinci ay bitti. Dolayısıyla, 2002 yılı bütçesiyle ilgili olarak hükümetin
öngördüğü hedeflere baktığımızda, maalesef, bütün hedeflerinin fiyasko olduğu
açık bir şekilde ortaya çıktı. Biz, bunu, geçtiğimiz kasım ayında bütçe
görüşmeleri sırasında ve burada Genel Kurul görüşmeleri sırasında, 57 nci
hükümetin makro ekonomik hedeflerini, bütçe hedeflerini tutturamayacağını, ciddî
sapmaların olacağını, hükümete karşı büyük bir güvensizliğin olduğunu, hükümet
ortakları arasında zaten ciddî bir güvensizlik olduğunu ve güvensizlik
ortamında da ekonominin yönetilemeyeceğini açıkça belirlemiştik. Şimdi, altı aylık
sonuçlara baktığımızda, bu, açıkça görülüyor. Altı aylık bütçe
sonuçlarında, bütçe açığına bakınız, vergi gelirleri ile faiz arasındaki
ilişkiye bakınız, diğer makro ekonomik göstergelere bakınız; maalesef, 57 nci
hükümet, Türkiye'yi çok ciddî bir batağın içerisine sürüklemiştir. Tabiî, erken
seçim, halkımız için bir ümittir. Erken seçim sonucunda, halkımız, gerçekten,
yönetimde olanların yönetme kabiliyetinin ne derece yerinde olup olmadığının
-bir bakıma- cevabını ne yapacaktır; sandıkta verecektir. Bakınız, faiz ödemeleri,
bugün, âdeta, bütçede olağan hale gelmiştir. Bir bakıma, Maliye Bakanlığının,
Hazinenin, âdeta, faiz veznedarı konumuna gelmiş olduğunu da maalesef, üzülerek
görüyoruz. 2002 yılı itibariyle, 57
nci hükümet, bize, vergi gelirlerinin faiz giderlerine oranının hedefini ne
olarak göstermişti; yüzde 73,9 olarak hedef göstermişti. Altı ay sonundaki
gerçekleşme ne oldu; altı ay sonunda faiz giderleri ve vergi gelirleri
arasındaki ilişkiye baktığımızda, bu, yüzde 111 olarak gerçekleşti. Şu anda
işbaşında olsaydı, bu hükümetin, yıl
sonuna kadar, altı aylık dönemde, bu yüzde 111'lik oranı, yüzde 73,9'a
indirmesi, şüphesiz, mümkün olmayacaktı; IMF'nin desteğine rağmen, Dünya
Bankasının desteğine rağmen, dışarıdan pompalanan kaynaklara rağmen, hiçbir
zaman için, bu hükümet, bunu başaramayacaktı. Altı aylık sonuçlara
baktığımızda -biraz önce değerli kardeşimiz de ifade etti- bütçe açıklarına
baktığımızda, öngörülen 26,9 katrilyon liralık bütçe açığı hedefinin yüzde
70'inin, maalesef, şu anda, altıncı ay sonu itibariyle gerçekleşmiş olduğunu
görüyoruz, dolayısıyla yüzde 30'luk bir oran kaldı; yani, 26,9 katrilyon
liranın neredeyse 18 katrilyon lirası bütçe açığı olarak ne yaptı; su yüzüne
çıktı. Dolayısıyla, Sayın
Başbakanın veya sayın bakanların, bu hükümetin başarılı olduğuna dair yapmış
oldukları açıklamaların hiç gerçekçi olmadığı da, bir bakıma, bu rakamlarla
açıkça görülüyor; zaten ekonomik çarkın içerisinde boğulan halkımız da,
Türkiye'de yaşayan bütün insanlar da, gerçekten, bu hükümetin ne kadar başarılı
olup olmadığını, yaşadığı ekonomik tablo içerisinde açıkça görüyor. BAŞKAN - Sayın Açba, son
2 dakika. SAİT AÇBA (Devamla) -
Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Hayır, son 2
dakika; hatırlatıyorum. SAİT AÇBA (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, tabiî, burada, şunu açıkça ifade etmemiz lazım; Bu
hükümetin işbaşına geldiğinden itibaren koymuş olduğu makro ekonomik hedeflerin
hiçbiri tutmadı, çok ciddî sapmalar ortaya çıktı. Bakınız, 2001'de, krizle
birlikte, kriz ortamında ne yapıldı; kurtarıcı edasıyla yurtdışından Sayın
Derviş Türkiye'ye getirildi. Sayın Derviş "Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı" adı altında bir program ortaya koydu ve bunu kamuoyuna ilan
etti. Bu programda öngörmüş olduğu makro ekonomik hedeflere baktık, bu
hedeflerin de çok ciddî sapmalarla sonuçlandığını gördük. Örneğin, Sayın Derviş,
Nisan 2001'de geldiğinde, ekonominin yıl sonu itibariyle yüzde 3 küçüleceğini
ifade etti; ama, ekonomi, yıl sonu itibariyle, resmî rakamlara göre ne kadar
küçüldü; yüzde 8,5 küçüldü. Yine, Sayın Derviş,
TEFE'nin, yıl sonu itibariyle enflasyonun yüzde 57 olarak gerçekleşeceğini
ifade etti; ne oldu; yüzde 80 olarak gerçekleşti. Yine, Sayın Derviş,
TÜFE'nin, yıl sonu itibariyle yüzde 52,5 olarak gerçekleşeceğini ifade etti;
sonuç ne oldu; yüzde 65 oldu. Hangi makro ekonomik
göstergeye bakarsanız bakınız, çok ciddî sapmalar var. Bu, ekonominin
karnesinin, hükümetin karnesinin çok ciddî anlamda zayıf olduğunun göstergesi.
Dolayısıyla, şu anda birkısım medya tarafından, ekonominin kurtarıcısı olarak
görülen, kurtarıcısı olarak ilan edilen hâlâ da ilan edilmeye devam edilen
Sayın Derviş'in bugüne kadar göstermiş olduğu veya hükümetin göstermiş olduğu
performans ortada. Dolayısıyla, Türkiye'nin
geldiği nokta itibariyle -gerek içborcuyla gerek dışborcuyla gerekse diğer tüm
makro ekonomik göstergeleriyle- bu tablonun düzeltilmesi için, bu ülkede,
gerçekten, milletin alınterini koruyacak, ciddî bir siyasî iktidarın işbaşına
gelmesine ihtiyaç olduğu açıktır. Dolayısıyla halkımız, bu erken seçimde, bunun
cevabını verecektir; Türkiye'yi, güçlü bir iktidarla... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, daha
evvel ikaz etmiştim; zatıâliniz toparlarsanız minnettar kalırım. Bugün de sabahlayacağız,
ona göre... SAİT AÇBA (Devamla) -
Halkımızın, 3 Kasımda yapacağı tercihlerle, gerçekten, Türkiye'nin önünü açacak
tek başına güçlü bir iktidarı çıkaracağına ümidim sonsuzdur. Ben, bu vesileyle, bu
seçimin Türk siyasî hayatına hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Bakan söz
istediler. Sayın Bakan, mikrofonunuzu
açtım; buyurun efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, izniniz olursa, sadece iki konu üzerinde durmak
istiyorum; çünkü, müzakerelerimizi Türkiye izlemektedir; yanlış bir kanaat
vermemek için. 2002 yılı bütçe
uygulamalarının altı aylık sonuçları, bütçe ve programla öngörülen hedefler
karşısında kesinlikle olumsuz bir sapma göstermemiştir; bilakis, olumlu
gelişmeler vardır. Bu iddia ortaya atılırken -özellikle ekonomide, her iddiayı,
mutlaka, arkasından "çünkü" diyerek- rakamla durumu ortaya koymak
gerekir. Altı ay içerisinde faizdışı harcamaların seyri bellidir, programa göre
öngörülen hedefler de bellidir; onu aşmamıştır, o programdaki rakamları
geçmemiştir. Vergi gelirleri, öngörülen rakamların üzerindedir; faizdışı bütçe
fazlası da öngörülen rakamın üzerindedir. Peki, rakamlar böyle olunca, bütçe
hedefleri nasıl sapmış oluyor, tabiî, onu anlamakta biraz müşkülat çektiğimi
ifade etmek isterim. İkincisi "100
katrilyonluk bütçede, acaba, 150 trilyonluk bir ödenek bulunamadı mı"
iddiası zaman zaman ortaya atılıyor. Bütçe harcamalarında yıl sonu tasarruf
farklıdır, ödenek farklıdır. Burada, siyasî partilere ve Yüksek Seçim Kurulunun
yapacağı harcamalarla ilgili ödenek talep edilmektedir. Bu ödeneği, bütçenin
başka kalemlerinden tasarruf ederek oraya aktarmak güçtür. Bir program var,
programa göre hepsinin rakamları var. Kaldı ki, başka başka bakanlıkların programlarından
oraya ödenek aktarılması için de, yine, kanunî düzenleme gerekir. O bakımdan,
ödenek talep edilmektedir; ama, biz, bu 150 trilyonluk ilave harcamayı, yıl
içerisinde, borçlanmaya gitmeden, kalemlerde uygulamada yapılacak tasarruflarla,
ilave bir borçlanmaya gitmeden karşılama gayreti içerisinde olacağız. Bunu
açıklamak istedim. Teşekkür ederim, saygılar
sunarım. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan. Efendim, birleşime 5
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 17.26 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 17.41 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Mustafa VURAL
(Antalya) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. 894 sıra sayılı komisyon
raporunun görüşülmesine devam ediyoruz efendim. V.– KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1. – 4726
Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı :
894) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
hükümet yerinde. Tasarının tümü üzerinde
kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şimdi söz sırası, Yeni
Türkiye Partisinin. Sayın Gaffar Yakın;
buyurun efendim. (YTP sıralarından alkışlar) YTP GRUBU ADINA GAFFAR
YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, Meclisten seçim
kararı alınalı uzunca bir zaman olmuş, partileri ve tüm Türkiye'yi seçim
heyecanı sarmış; ama, bütün milletvekillerimiz, bir kanunu, bu kanunu,
seçimlerde partilere yardım yapılması için bütçeden eködenek verilmesiyle
ilgili bir kanunu çıkarmak için buradalar. Dışarıdan bakıldığında son derece
garip, anlamsız, 100 katrilyonluk bir Türkiye bütçesinde 150 trilyon, yaklaşık
olarak 600'de, 700'de 1'i bile tutmaz. Şimdiye kadar, Türkiye, onlarca defa
seçim yaptı. Hiç, böyle, eködenekler içinde bir kanun getirilmedi. Türkiye'de
ilk defa da seçim olmuyor. Niçin, böyle bir kanuna ihtiyaç duyuldu ve böyle bir
kanun getirildi; bunun üzerinde, bu, bazılarımıza göre son derece gereksiz, belki
saçma gibi gelebilecek bu olay üzerinde, gerçekten, 21 inci Dönem milletvekilleri
olarak uzun uzun düşünmemiz ve ne mana ifade ettiğini, Türkiye'nin hangi yolda
ilerlemeye başladığını anlamamız gerekiyor. Değerli milletvekilleri,
hepimiz, Türk Devletine, Milletine ve Türkiye'ye, çocuklarımıza daha iyi bir
gelecek hazırlayabilmek için, hizmet anlayışıyla, kendi bölgelerimizi ve
ülkemizi daha iyiye götürebilmek için siyaset yapıyoruz. Siyaset, bir bakıma,
çok kutsal bir ibadettir; ama, bu siyaset, ancak ve ancak halka hizmet etmek,
insanlara hizmet etmek, insanlara daha iyi bir gelecek hazırlamak için,
Türkiye'de veya o ülkede yetişmiş olan, belirli bir birikime sahip olan
insanların kendilerinden bir fedakârlık ederek topluma bir katkısı olsun
amacıyla yapılan bir siyaset, gerçekten kutsal bir ibadettir. Türkiye'de, bugün,
siyaset dibe vurmuştur. Türkiye'de, bugün, insanlarımızın büyük bir kesimi
siyasetçilerden nefret etmektedir. Türkiye'de, Parlamentonun ve milletvekilinin
itibarını sıralamaya koyduğunuzda çok alt seviyelere gelmiş olmasının sebebini
de düşünmek gerekir. Yani, bir tarafta siyaset, hizmet etmek demektir. Siyaset,
bir bakıma, belirli bir fikre ve maddî olgunluğa erişmiş, ulaşmış olan
insanların, toplumda belirli bir yere gelmiş olan insanların toplumu daha ileri
götürebilmek için yapmış oldukları hizmetse, o zaman, bugün, Türkiye'deki
siyasetin ve siyasetçinin toplumdaki itibarının bu noktada olmasının üzerinde
düşünmek zorundayız. Türkiye'de siyaset -belki daha başka ülkelerde de siyaset-
maalesef, rant elde etmek için yapılan bir eylem olarak Türkiye'de yerleşmiştir;
böyle bir anlayış ve böyle bir uygulama hâkimdir. Değerli milletvekilleri,
bu noktada da, Türkiye Devleti içerisinde yaşayan 65 milyon veya 70 milyon
insanın hiçbiri birbirinden daha temiz, hiçbiri birbirinden daha kirli de
değildir. Hepimiz biliyoruz; belde
teşkilatına, il teşkilatına, ilçe teşkilatına üye olan insanlar, gelip de bir
siyaset yapmak isteyen insanlar, benim oğluma iş, benim kızıma iş, benim
etrafımdaki damadıma iş talepleriyle kapı kapı dolaşmakta; her gün başka bir
rozet takmakta, her saat başka bir rozet takmaktadırlar. Türkiye gerçeğinin,
Türk insanının gerçeğinin de bu olduğunu unutmamak zorundayız. Bugün, Türkiye'de siyaset
ve siyasetçi dibe vurduysa, Türkiye'de hâkim olan siyaset anlayışının hizmet
etmek yerine, siyasetin, kendisine çıkar elde etmek için yapılmasından ve çıkar
yolu olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bir atasözümüz var: "Biri
yer biri bakar, kıyamet ondan kopar." Bugün toplumda yaygın olan anlayış,
siyasetle uğraşan insanların, yükseldikleri mevki ve makam nispetinde
kendilerine çıkar temin ettikleri, çevresine çıkar temin ettiği için siyaset
yaptıkları noktasında hâsıl olmuştur. Türkiye'de böyle bir siyaset anlayışıyla
bir yere varabilmenin imkân ve ihtimalî yoktur. Türkiye'de, siyaset, layık
olduğu yüce mertebeye, hizmet anlayışıyla siyaset noktasına çıkarılma
mecburiyeti, sadece milletvekillerinin değil, ta köyünden, beldesinden,
kentinden siyaset yapmak isteyen tüm insanların kendisini sorgulaması gereken
bir meseledir. Siyaset vasıtasıyla ülkeye hizmet etmek isteyen tüm insanların,
önce, kendi nefislerine, ben belirli bir mevki, makam, belirli bir para pul
için mi bunu yapıyorum, yoksa belirli bir fedakârlığı, belirli bir hizmeti
kendi ülkeme katabilmek, çocuklarıma daha iyi bir yarın bırakabilmek için mi
yapıyorum diye sorup, bunu, sadece vicdanında değil, eyleminde de ortaya koyma
mecburiyeti vardır. Onun için, eğer,
Türkiye'nin 21 inci Yüzyılda daha iyi ufuklara gitmesini istiyorsak,
Türkiye'de, devletin ve siyasetin rant kapısı olmaktan çıkarılması şarttır.
Türkiye'de siyasî partilerin ve milletvekillerinin, siyasetle uğraşan tüm
kurumların gelir ve giderlerinin şeffaf olması şarttır. Türkiye'de
milletvekilleri ve bakanlar, siyasetle uğraşan tüm insanlar, Türkiye'nin
kaderini çizen tüm üst bürokratlar, mevkilerine gelmeden önce ve geldikten
sonra, mal beyanını sadece devlete kapalı zarflar içinde değil, kamuoyuna
açıklamak zorundadırlar. Türkiye'de siyaseti bir
yere götürmek ve itibar kazandırmak istiyorsak, mutlaka ve mutlaka siyaseti bir
rant kapısı olmaktan kurtarmak zorundayız. Devletin rant dağıtan bir kurum
olmaktan çıkarılma mecburiyeti vardır. Hiçbir kimse, bedavaya birbirine yardım
etmiyor. Nasrettin Hoca da "parayı veren düdüğü çalar" demiş. Bugün, Türkiye'nin içinde
yaşadığımız tüm kirliliklerden kurtarılabilmesi için, Türkiye'de
hortumlamaların sona ermesi için, Türkiye'deki hırsızlıkların, alavere
dalaverenin, ihale yolsuzluklarının sona erdirilebilmesi için, mutlaka ve
mutlaka milletvekillerinin ve siyasî partilerin ekonomik gelir ve giderlerinin
şeffaf olması mecburiyeti vardır. Bunu yapamadıkça, bunu yapmadıkça, Türkiye'yi
ileri götürebilme imkânımız yoktur. Türkiye, kişilere bağlı
bir sistemden müesseselere bağlı bir sisteme geçmek zorundadır. Türkiye'de iyi
bir lider geldiğinde Türkiye'nin hamle yapması, kötü bir idareci geldiğinde
gerilemesi durumundan kurtarmak, Türkiye için bir zarurettir. Türkiye'de artık
sistemin işlediği, müesseselerin işlediği, en kötü insanların dahi gelmiş olsa
kimsenin Türkiye'nin ilerlemesini durduramayacağı bir yapılandırmaya
kavuşturmak zorundayız. Değerli milletvekilleri,
Almanya Başbakanı Kohl kendi oğlunun geçirdiği kazada götürdüğü uçaktan dolayı
nasıl zora girdiyse, Yeşiller Partisinden Türk olan Cem Özdemir'in bir krediyi
yüzde 9 yerine başka bir işadamından yüzde 6'ya aldığı için nasıl istifa etmek
zorunda kaldıysa, yeni bir seçimin öncesinde, yeni bir dönemin öncesinde ve
hepimiz, mademki, Türkiye'yi ileri götürmek istiyoruz, Türkiye'de siyasetin
ilerlemesini istiyoruz, siyasî partilerin ve milletvekillerinin seçim
kampanyalarının gelir ve giderlerinin şeffaflaştırılması, siyasetle uğraşan tüm
insanların ve devletin etkin yerinde olan tüm insanların mal varlıklarının
sadece mektupla değil kamuoyuna açıklanmasından geçmektedir; aksi takdirde, bu
yapılmadığı takdirde, değerli kardeşlerim, değerli milletvekilleri; ben,
kimsenin dürüstlükten, kimsenin namusluluktan bahsetmesine inanmam. İnsanların
gerçek yüzlerini sözle değil işle ortaya koymak zorundayız; yani, ben, bu
dönemin başında mal varlığımı kamuoyuna ilan etmiştim, bu dönemin sonunda da
mal varlığımı yine kamuoyunun önünde ilan edeceğim. Değerli milletvekilleri,
devletin partilere yardım yapması, seçim zamanında 3 katı yardım yapması doğru
bir yaklaşım; yani, siyaseti kirlilikten kurtarmak açısından devlet diyor ki:
"Kardeşim, gidip de para babalarından, holdinglerden, şundan bundan para
alma; gel, ben sana para vereyim, namusunla, şerefinle, hiç kimseye muhtaç
olmadan, kimseye minnet borcu olmadan git seçim kampanyanı yap." Değerli milletvekilleri,
hepimiz seçim kampanyalarından geçtik. Bu kampanyaların çevre kirliliğine yol
açmadan yapılması gerekir. Bugün bir tarafta insanlarımız açken, bugün bir
tarafta insanlarımızın eğitim, sağlık imkânı yokken, seçim kampanyalarında
bütün sokaklarımızı parti bayraklarıyla doldurmak, her tarafta çevre
kirliliğine yol açmak, ne kadar milliyetçiliğe, ne kadar halkçılığa, ne kadar
Müslümanlığa, ne kadar sosyal adalete yakışır; onu, tekrar, hep birlikte
vicdanlarımızda düşünelim. Değerli milletvekilleri,
bu kanun gerçekten çok önemli. Neden; çünkü, bu kanunla birlikte Türkiye'de,
artık, siyasetin rant dağıtma noktasından çıkarılması ve artık, ihalelerin,
parti seçim kampanyaları sırasında partilere yardım eden falanca holdinglere
falanca şirketlere tezgâhlanmasının sona erdirilmesi demektir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin, 21 inci Yüzyılda çok büyük bir devlet olacağını inşallah ömrümüz
yeterse hep birlikte göreceğiz, çocuklarımız da görecek. Fakat, 21 inci
Yüzyılda, gerçekten, büyük bir Türkiye'nin temellerinin atılabilmesi için,
evvela, bizlerde zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Büyük devlet olabilmek,
güçlü devlet olabilmek için, evvela, kafalarımızdaki zihniyetlerde değişime ve
çok büyük bir devrime ihtiyacımız var. Hepiniz hatırlayacaksınız, o zamanın
Amerikan Başkanı Clinton burada bize hitap ederken dedi ki: 21 inci Yüzyılın
başlangıcında, 20 nci Yüzyılın sonunda Türk Devleti çok büyük önemli hamleler
ve adımlar attı ve ben inanıyorum ki, 21 inci Yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti
Devleti yine çok etkili olacaktır; ama, bu Parlamentonun vereceği kararlar bunu
belirleyecektir." Avrupa Birliğinin uyum yasalarını Parlamento olarak
kimilerimizin daha az, kimilerimizin daha çok çekincelerine rağmen geçirdik. Değerli kardeşlerim, ben
burada zihniyet değişikliğinden bahsederken, Avrupa Birliğine girmek evvela
zihinlerimizde olmalı. Biz, zihinlerimizde Avrupa Birliğine giremezsek, Avrupa
Birliğinin zihin sistemini kavrayamazsak, yarın, Avrupa Birliğine girmiş
olmamız dahi bize bir fayda sağlamaz. Değerli milletvekilleri,
nedir Avrupa Birliğinin temel mantığı; Avrupa, Avrupa Birliğinin ilk adımlarını
demir-çelik işbirliği noktasında atmaya başladığında o günkü bir ihtiyaçtan
kaynaklanmış bir durum değildir. Avrupa medeniyetinin oluşmasında, evet,
Endülüs İslam Medeniyetinden katkı alarak Rönesansı, Reformu yapan, o
engizisyon dönemlerini yaşayan, insanları diri diri yakan, diri diri kazığa
bağlayan, Yüzyıl Savaşlarını yaşayan, din savaşlarını yaşayan ve sonucunda 2
tane büyük dünya savaşını yaşayan bir Avrupa, sonuçta, kavgada değil, barış
içerisinde bir arada yaşayarak, pastayı büyüterek nasıl daha mutlu oluruz,
nasıl refahımızı daha yükseltebiliriz, kavga etmeden barış içerisinde nasıl yaşarız
diyor; bunun için kafalarındaki düşünceyi değiştiriyorlar ve ilk adım, İkinci
Dünya Savaşı sonrasında, İkinci Dünya Savaşının galip tarafı olan Fransa
tarafından atılıyor; mağlup tarafından değil, mağlup Almanya tarafından değil. Mesele
nedir; Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının çıkmasındaki en önemli faktör,
Alsace-Lorraine Bölgelerindeki demir çelik havzalarıdır, demir-çeliğin kime ait
olacağıdır, bu zenginliğin nasıl paylaşılacağıdır. Bunun için 2 tane dünya savaşı
yapılmıştır ve milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Değerli arkadaşlarım,
yine Başkan Clinton'ı anacağım. Amerika "bugünkü anlayış noktasına biz
kolay gelmedik" dedi. Onlar da, siyah-beyaz (zenci-beyaz) kavgasında
milyonlarını verdiler. Fransızlar diyorlar ki:
Biz, eğer, bu kömür ve demir havzalarını müşterek mülkiyet haline getirmezsek,
bu pastayı tekrar paylaşmazsak, üçüncü bir dünya savaşının çıkması mukadderdir.
Ya tekrar kavga ederek, birbirimizin burnunu sürterek, birbirimizi alt etmeye
çalışarak yaşamaya devam edeceğiz ve hayatı birbirimize zehir edeceğiz,
cehennem edeceğiz veya bir araya gelip, insana Allah'ın verdiği en büyük nimet
olan aklı kullanıp, mantığı kullanıp, bu pastayı büyüteceğiz, barış içerisinde
bir arada yaşayarak refahımızı yükselteceğiz. Şimdi, Avrupa Birliğinin temelini
oluşturan bu mantık, bu anlayıştır. Değerli arkadaşlar,
değerli milletvekilleri; Türkiye'de bugün her şey var; Türkiye'nin kaynakları,
insan kaynakları, hammaddesi, sermayesi, her türlü şeyi var; ama, Türkiye'de
evvela olması gereken, bu güzel insanlarımızın kafalarının değişmesi ve düşünce
açığımızın giderilmesidir. Bizim, Türkiye'de, kardeşçe, hoşgörü içerisinde,
barış içerisinde, birbirimizi severek ve birbirimizin güzelliklerini anlatarak,
birbirimize yardımcı olarak ilerlememiz lazım. Şu anda aklıma geldiği
için, bir yöntem olarak, hatırlatmak istiyorum: Değerli milletvekilleri,
peygamberimizin sevgili torunları Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin, bir Arabın
yanlış bir tarzda aptes aldığını görürler. O Arap, yanlış bir tarzda aptes
almaktadır; ama, gidip de ona "sen yanlış aptes alıyorsun" demezler
ve derler ki "kardeşim, biz bir aptes alacağız; bir bak, bizim hatamız var
mı, bizim bir yanlışımız var mı, bize söyle" diye yaklaşırlar. Bir Hazreti
Hasan, bir Hazreti Hüseyin aptes alır ve ondan sonra o Arap der ki "sağ olun,
var olun; ben, yanlış aptes alıyormuşum; siz, kibarlığınızla, nazikliğinizle
bana doğrusunu gösterdiniz." Değerli milletvekilleri,
işte, böyle bir anlayışı, gerçekten kardeş olduğumuzu, gerçekten birbirimizin
özü itibariyle aynı olduğunu, Yunusvari tarzda bir sevgiyi bize hâkim kılan ve
insanların doğru yaptığına doğru, yanlışlarına ise acaba şurada bir yanlışlık
var mı diye yaklaşan bir tutumu benimsersek, Türkiye'nin önünü tutabilecek,
Türkiye'nin önünü kesebilecek ne bir devlet vardır ne de millet vardır;
kimseden korkmaya da gerek yoktur. Değerli milletvekilleri,
erken bir seçime gidiliyor; ama, bu dönemde, çok güzel şeyler de yapılmıştır.
Bir arkadaşımız söyledi; böyle bir kanuna ne gerek vardı... İşte, bu dönemde,
devletin hazinesi çarçur edilmesin, devletin imkânları belirli bir zapturapt
altına alınsın, milletin, yetimin, dulun hakkı çarçur edilmesin diye, her şey
bütçeleşme içerisine alındı; fonların büyük bir kesimi iptal edildi; tüm
kaynaklar iptal edildi ve devlete "yapacağın tüm masraflarını
bütçelendireceksin" denildi. Bu dönemde, ilk defa, devletin borçlanmasıyla
ilgili kanun çıkarıldı. Bizim de mesuliyetini paylaştığımız 57 nci hükümet
döneminde yapılan güzel işlerden birisi de budur. Şöyle bir anlayış var
hepimizde: İktidar "her yaptığım doğru" diyor, muhalefet de
"iktidarın her yaptığı, her söylediği yanlış." Böyle bir şey yok!
Biz, yeni bir anlayışla yeni bir Türkiye kurmak istiyorsak, iktidara, doğru
olduğu yerde, doğrusun, haklısın deyip destek verilmesi; iktidarın da,
muhalefetin haklı ve doğru bulduğu uyarılarını kabul etmesi gerekir; çünkü, bu
bir bayrak koşusudur, bu bir bayrak yarışıdır. Bugün, (A) partisi, bu
bayrağı... BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız acaba? GAFFAR YAKIN (Devamla) -
Toparlıyorum. BAŞKAN - Çok teşekkür
ederim. Bugün, müsamaha yok;
müsamahasız bir günümdeyim. GAFFAR YAKIN (Devamla) -
Sayın milletvekilleri, biz, bu kanunu destekliyoruz; ama, biz, bu kanundan
yararlanamıyoruz; ama, biz, seçimin parayla değil, yürekle, inançla, azimle ve
halkın sevgisiyle kazanılacağına inanıyoruz. Hepinize saygılar
sunarım. (YTP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Canım, biraz da
para lazım yani! Bütçe çıkmazsa, seçimin
garantiye gittiğini kimse bilmez! Bugün, bütçeden sonra
ilan edeceğiz seçimi... Şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubunda. TURHAN GÜVEN (Mersin) -
Yok... Yok... BAŞKAN - "Yok"
yok! Anavatan Partisi her zaman vardır efendim; 80'den beri. TURHAN GÜVEN (Mersin) -
Vazgeçtiler Sayın Başkan... BAŞKAN - Niye vazgeçsin
efendim? TURHAN GÜVEN (Mersin) -
Öyle diyor, ben demiyorum BAŞKAN - Diyor musunuz?.. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Efendim, Nihat Gökbulut konuşacak da... TURHAN GÜVEN (Mersin) -
Sayın Bakan var nasıl olsa... BAŞKAN - Efendim, tabiî,
Maliye Bakanı sizden olduğu için, vazgeçebilme imkânınız var. O zaman, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven'e söz
veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Efendim, vazgeçmedik... Ağrı Milletvekili Sayın
Seven konuşsun, ondan sonra, biz... BAŞKAN - Niye pazarlık
var bugün?! BEYHAN ASLAN (Denizli) -
MHP Grubundan sonra konuşalım efendim. Nihat Bey konuşacaklar... BAŞKAN - Yok... Sayın Masum Türker'e söz
vereceğim. Sözüm var Sayın
Türker'e... BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Vazgeçmedik efendim... BAŞKAN - Gelseydiniz
efendim... Biliyorsunuz, bugün, bir
de iş güvencesini çıkaracağız; hiç olmazsa, gece saat 03.00'te bitirelim. Sayın Seven; buyurun. MHP GRUBU ADINA NİDAİ
SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4726 Sayılı 2002 Malî
Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz ederken,
şahsım ve Partim adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) Siyasî hayatımızda çok
hızlı gelişmelerin yaşandığı bugünlerde, Türkiye'nin ve Türk Milletinin önünü
açacak 3 Kasım tarihe geçmiş bir gün olacaktır. Türkiye'de dönüşü olmayan bu
süreçte siyaset kurumunu yeniden tanzim etmek, ortak hareket eden bir cephenin
sahneye koymaya çalıştığı siyasî senaryolarına bir cevap olarak milletin
hakemliğine gidilmesi zarurî hale gelmiştir. Tasarı, 3 Kasımda
yapılacak olan genel seçimler için giderlerin karşılanmasını teminen 150
trilyonluk bir ekbütçeye ihtiyaç duyulduğundan, bu miktarın net borçlanma
hasılatıyla karşılanacağını kapsamaktadır. Bu tasarının en önemli özelliği
bütçedeki disiplini, şeffaflığı ortaya koyması ve harcama yapılırken kaynağının
belirlenmesidir. Her ne kadar bu yönüyle olumlu karşılansa dahi, seçimler için
yıllardır uygulanan ilkel metotlar gereksiz masraf ve zaman kaybına da sebep
olmaktadır. Bilgi işlem ağının ülkeleri her alanda birbirleriyle irtibatlı hale
getirdiği bu çağda, maalesef, halen seçimlerin bilgisayar ortamında yapılmamış
olması kınanacak ve üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır. Bu konuda
bir an önce alınması gereken tedbirlerin acilen hayata geçirilmesi önem arz
etmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yıllardan beri dibi delik fıçı şeklinde yönetilen ekonomimiz,
hesapsız, gereksiz ve şeffaf olmayan bütçelerin yapılması sonucu, içinden
çıkılmaz bir hal almıştır. Bütçedışı ve bütçeiçi
fonların amaçları doğrultusunda kullanılmaması, kaynağı tespit edilmeden seçim
ulufesi olarak halka dağıtılan vaatler, hazinece ödenmesi gereken kamuya ait
görev zararları, yurtdışı ve yurtiçi taahhütlerimizin sağlıklı bir envanterinin
geçmişte oturtulmamış olması, bugünlerde, büyüyen kartopu yumağıyla bizleri
karşı karşıya bırakmıştır. Uzun yıllardan beri
süregelen kronik enflasyon, gelir dağılımı bozukluğu, yolsuzluk, siyasî
istikrarsızlık, milletimizde, kendini yönetenlere karşı büyük bir güvensizliğin
doğmasına neden olmuştur. Ekonomik problemlerin
çözümü için ciddî ve kararlı bir politika üretilememiş; kısa vadeli tercih ve
başarı arayışı sadece seçime ve seçmenin seçim sırasındaki tercihini etkilemeye
yönelik miyop bir siyaset anlayışı doğurmak suretiyle, küçük hesapların âdeta
esiri haline gelinmiştir. Yolsuzluklar, hem ahlakî
tehlike boyutlarına ulaşmış hem de ekonomik tercihlerin saptırılmasına yol
açmış; bu ahlakî tehlike boyutu sonucunda, toplumun siyasete ve siyasetçilere
duyduğu güveni umutsuzluğa dönüştürmüştür. Ülkemizin içinde
bulunduğu ekonomik istikrarsızlığa ve yolsuzlukların beslendiği siyasî ortama
rağmen, günü kurtarma, yandaşlara veya bazı kesimlere ulufe dağıtma
anlayışıyla, halka rağmen popülist politikalara devam edilmiştir.
Koalisyonlarla ülkeyi idare edenler, iktidarı, ortağını çekiştirmenin aracı
olarak gören siyaset anlayışı, ülkenin devasa problemlerinin çözümü yerine,
parti menfaatlarını önplanda tutarak, uzlaşma, işbirliği yerine çatışma, karalama
ve suçlamaya dayalı siyasetin maliyetini, maalesef, memurumuza, işçimize,
esnafımıza, köylümüze ve gençlerimize fatura etmişlerdir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son yirmi yılda devlet içborçlanma tahvilleri, hazine
bonoları, repo ve mevduata verilen yüksek faiz hadleri, bir rant sınıfının
doğmasına neden olmuştur. Küçük bir azınlık, gayri safî millî hâsıladan en
büyük payı almış; bu rant sınıfı, üretime ve yatırıma katkı yapmadan ellerindeki
nakit paralarla, hiçbir risk almadan, yüksek gelirlerle, saadet zincirini
yakalamışlardır. Bu saadet zincirinde gününü gün yapanlar yatırıma yönelmedikleri
için de istihdam yok olmuş, işsizlik gittikçe büyümüş, yoksulluk, Türkiye'nin
en büyük problemi haline getirilmiştir. Merkez Bankası ve diğer
piyasalardan yüksek faizle toplanan paralar, kamu bankalarının görev zararları,
içinden çıkılmaz bir hal almış, çiftçiye siyasî bir rant olarak takdim edilen
krediler nasıl olsa affa uğrayacak mesajlarıyla çiftçi ile icra daireleri karşı
karşıya getirilmiş, köylü vatandaşın ürünleri yeterince değerlendirilmemiş,
tarım ve hayvancılıkta, günü kurtarma politikalarından dolayı, ağır darbeler
görülmüştür. Geçmişte Bankalar
Yasasında yapılan değişiklikler neticesinde, özellikle 1995 yılında 512 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle getirilen değişiklikle, ülkemizde banka enflasyonu
yaratılmıştır. Faaliyetlerine son verilen bankaların yeniden açılmasına imkân
verilmiştir. Yeni şube açılması için bakanlıktan izin alma zorunluluğu
kaldırılmış, bankaların iflasına ve 64 üncü madde kapsamına alınmasına neden
olan kişilerin sorumlulukları hafifletilmiş veya kaldırılmış, ortak sayısı
100'den 5'e düşürülerek bu imkân getirilmiştir. Bu imkânı verenler, o günkü
şartlarda, herhalde, bugünlerle karşı karşıya gelineceğini unutmuşlardı.
Mevduatı tamamen garanti altına almaları Türkiye'yi bugüne getirmiştir. Hukukî boşluk nedeniyle
ülkemiz, tabela bankacılığıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Banka yeminli
murakıplarının tanzim ettikleri raporlar, maalesef, yıllardan beri sumenaltı
edilmiştir. Halktan toplanan paralar birkısım banka sahiplerince iştiraklerine
aktarılmak suretiyle hortumlama işlemi gerçekleştirilmiştir. Toprak Mahsulleri
Ofisinin, günde 3 trilyon faizle, borçla çalıştırıldığı bir ortamda, Ziraat
Bankasının, tek şubeli küçük bankalardan ve para piyasalarından yüzde 1
000'lere varan faizlerle günlük paralar temin ederek, aktif ve pasiflerini
tamamen yok ettiği gibi, yurt dışında vermiş olduğu kredileri de tamamen denetimsiz
kalmıştır. 1996 yılında, özellikle gümrük birliğine girilirken, altyapısı
hazırlanmadan gümrüklerin sıfırlanması nedeniyle, ülkemizin, 60 milyar dolarlık
kaynağı maalesef, heba olmuştur. Öyle bütçeler
hazırlanmıştır ki, Sayıştay Başkanlığınca 2000 Yılı Hazine İşlemleri Raporunda
-herkes açıp baksın, okusun- 1971 yılından 1999 yılına kadar geçen dönemde 116
milyar dolar tutarındaki harcamanın kayıtdışı kaldığı, bunun acı gerçeğinin bir
örneğidir. Bu örnek, Türkiye'de malî disiplini zedeleyen temel unsurun,
kayıtdışı bütçe işlemleri olduğunu ve olayın önemini ortaya koymaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizim, burada, amacımız bir devri, bir partiyi yargılamak
değildir; geçmişteki hataları görme, bugünün resmini ortaya koyma, geleceğimizi
planlamaktır; çünkü, vatandaşlarımız bu gerçekleri yaşamıştır. Teşhisi doğru
koymazsak tedaviyi bulmamız mümkün değildir. 19 Şubat 2001 tarihinde yaşanan
kriz sonucu birkısım bankalar yurtiçi ve yurtdışı taahhütlerini yerine
getirememiş; maalesef, üzülerek belirtiyorum, Merkez Bankası da müdahalelerde
gerekli basireti gösterememiştir. 57 nci hükümetin içinde
yer alan Milliyetçi Hareket Partisi, ülkemizin uzun ömürlü, verimli ve
istikrarlı bir yönetime kavuşması için, karşılıklı güven, saygı ve işbirliği
anlayışıyla hareket etmiş, millî menfaatların önplanda tutulduğu siyasî ve
ahlakî bir görevi kabul etmiştir; koalisyon protokolünde de yer verildiği
üzere, toplumda gerilimin yükselmesini ve buna bağlı olarak ortaya çıkabilecek
cepheleşmeleri önleyici tutum izlemiş, toplumsal değerler etrafında birleşerek
huzur ortamının geliştirilmesi için önemli rol oynamıştır; 400'ün üzerinde
kanunun çıkarılmasına, Anayasanın çok sayıda maddesinin değiştirilmesine
öncülük ederek, ekonominin önünü açacak birçok reforma imza atmıştır. Daha önce
4 gübre sahibine hortumlanan çiftçinin parası olan doğrudan gelir desteği bugün
Türkiye'deki tüm çiftçilere tek tek ödenmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi
kolaycılığa kaçmamış, basit ve küçük hesaplarla değil, büyük ve onurlu geleceklerle
ilgilenmiştir. Avrupa Birliğini yeryüzü
cenneti olarak tanıtanlar, Türkiye Cumhuriyetinin temel değerleriyle
oynamışlardır. Daha düne kadar, milliyetçi harekete "teslimiyetçi"
diyenler, ne acıdır ki, bugün, tutarsızlık ve teslimiyetçilik batağına saplanmışlardır.
(MHP sıralarından alkışlar) "Ekonomiyi IMF'ye, siyaseti Avrupa Birliğine
teslim ettiniz" diyenler, hatta o gün, Hansları Hasan olarak görenler,
bugün, Hasanları Hans olarak görmüşlerdir. (MHP sıralarından alkışlar) İşte,
dününü görmeyenler, bugün, ne yazık ki, programı sahiplenip, Avrupa Birliğine
her şart altında teslim olan dünün adil düzencileri, bugünün batıl düzencileri
olarak karşımıza çıkmışlardır. (MHP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum)-
Ulusal Programda kimin imzası var, onu söyler misin? BAŞKAN- Sayın Polat, niye
celalleniyorsunuz?... Hayır, zatıâlinize söz verince konuşursunuz. HASARİ GÜLER (Adıyaman)-
Üç yıldır sizi dinliyoruz; bırakın da biz konuşalım... BAŞKAN- Efendim, buyurun. NİDAİ SEVEN (Devamla)-
Birkısım medyanın ve bazı çevrelerin ateş püskürdüğü Milliyetçi Hareket
Partisi, koalisyon protokolü ve hükümet programının öngördüğü temel tespit ve
yaklaşımlar içerisinde, üstlendiği görevi yürütmektedir; iktidarı, ortaklarını
çökertme aracı olarak kullanmamakta, uzlaşarak problemlerin çözümüne yapmış
olduğu katkıyla, siyasî çevrelere ve toplum katmanlarına örnek olmaktadır. Bugün, çeşitli siyasî
parti temsilcilerinin, kalkıp da burada yapmış oldukları konuşmaları
değerlendirmeye girmeyeceğim, sadece şunu söyleyeceğim: 4 Kasım sabahı, Cenabı
Allah'ın takdiri ve milletimizin desteğiyle, Milliyetçi Hareket Partisinin, tek
başına iktidara geleceğini burada müjdelemek istiyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) Bu vesileyle, kanunun
milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor, Grubum ve şahsım adına Yüce
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Efendim, şimdi, söz
sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Masum Türker'in. Ümit ediyorum, Sayın Masum
Türker de, süresini, iktidar milletvekili olarak, Nidai Seven gibi kullanır. Buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA MASUM
TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan
önce, Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına içten saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bugün burada görüştüğümüz kanun, seçim kararını alırken, Demokratik Sol
Partinin karşı koyuş nedeninin haklılığını ortaya koyan bir kanundur. Erken
seçim kararı almaya kalkışıyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin, öteden beri,
demokratik yaşama karşı olan özlemleriyle ilgili düzenlemeleri
gerçekleştirmeden seçime gidiyoruz. Seçime giderken, bizden önce seçime giden
hükümetlerin hep bir sonraki seçim döneminde uygulanacak dediği, yurt dışında
çalışan vatandaşlarımızın oy kullanma haklarını düzenlemeden seçime gidiyoruz.
Seçime giderken, seçimin gerektirdiği harcamaları önceden öngörmeden ya da
böylesine bir olağanüstü toplantıya gerek kalmaksızın, aynı güne yetiştirmek
üzere bir çalışma yapmıyoruz. Neden; çünkü, Türkiye'de, şu anda, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üzerine -amaç, Türkiye'yi kundaklamak- oyun oynayanların bir
nevi istemlerine, oluşturdukları kamuoyuna biz de kendimizi kaptırmış
gidiyoruz. Biraz evvel burada bir
arkadaşımız konuşurken siyasetçinin nasıl olması gerektiğini anlattı. Ben,
sizlere, bugün, tavsiye ederim, NTV'de, Murat Akgün'ün programında, bir değerli
siyasetçimizin, bugün yaşadığımız durumla, Türkiye'nin kundaklanmasıyla ve
haklı olarak söylediğimiz Demokratik Sol Partinin kundaklanmasıyla ilişkili
olan sözlerini tespit edin. (DSP sıralarından alkışlar) İnşallah, NTV, bu
programı tekrar, bugün yayımlar. Baktım NTV'nin internet sitesine, söylenenler
özetlenmiş olarak alınmıştır. Özellikle Türkiye'de
siyaseti kundaklamak isteyenlerin senaryolarında rol alanlar, önce, DSP'yi
kuşatarak, sonra, bir grubu DSP'nin iktidarına getirerek, sonra, Milliyetçi
Hareket Partisini devre dışı çıkararak, ulusal çıkarların dışındaki eylemlerin
oluşmasına çalıştılar; bunun, bir kundaklama programı olduğu söyleniyor,
söylenmeye de devam edecektir. (DSP, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar) Bazı arkadaşlarımız, Demokratik Sol Partili bazı bakanlarımızın, bazı
yetkililerimizin "kundaklandık" sözlerine kızıyorlar, "kim
kundakladı" diyorlar; biz, onu artık söylemeyeceğiz; NTV'nin bugünkü
programını okuyun. Değerli arkadaşlar,
bugün, Parlamento, açılış kararını alırken halkla birlikteydi. Özellikle egemen
olan bazı sermaye gruplarının Parlamentoyu halktan koparma olgusu son üç yıldır
yaşanıyordu. Biz parlamenterlerden bazı arkadaşlar buraya çıkıp konuşurken
-biraz evvel de yaşadık- biz siyasetçiler, biz şunlar, biz bunlar diye
kendilerini acz içinde gösteriyorlardı. Bugün bir gazetenin başyazarı, Nereden
Buldun Yasasıyla ilgili tartışmalarda, partilerin üzerinde, siyasetçilerin
üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyor, özellikle kötü gösteriyor ve en azından
"bakın, İş Güvencesi Yasasını sakın çıkarmayın" diyor. Peki; niye
bunu diyor; çünkü, kendisi halktan kopuktur, bizleri de halktan koparmaya çalışmıştır. BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Sen, ne zaman halkla iç içe oldun?! MASUM TÜRKER (Devamla) -
Ama, bugün, halk oraya geldi, dizildi; işçinin beklediğinin, halkın
çoğunluğunun beklediğinin arkasında durmalıydık. Değerli milletvekilleri,
bu kürsüde açıklama imkânı bulmadım; ama, Demokratik Sol Partinin kundaklandığı
günlerde, çeşitli televizyonlarda söylediğim bir iki konunun, gelecek dönem
milletvekillerinin dikkatine sunmak için, altını çizmek istiyorum. Bu
Parlamentonun gündemine gelmiş olan üç kanun tasarısı -birisi komisyonda, ikisi
Genel Kurula inmiş olan üç kanun tasarısı- Türkiye'nin kundaklanmasını, Türkiye
siyasetinin ipotek altına alınmasını getiren kanun tasarılarıdır. Bir tanesi
-Allah'ın izniyle, bugün, hep birlikte konuşacağız, oylarımızla kabul edeceğiz-
İş Güvencesi Yasa Tasarısı. Hedef, İş Güvencesi Yasa Tasarısını, kanunlaşmaması
açısından, buraya getirmemekti. Bu konuda, aba altından sopa gösterenlerin
kimler olduğunu hepimiz biliyoruz. İkinci bir kanun tasarısı -basılıp
çoğaltılmadı, ilgili komisyondan geçti- Türkiye'nin madenlerini, sıfır vergiyle
ve kime olursa olsun, ulusal çıkarların dışında ipotek altına koymayı amaçlayan
bir kanun tasarısıdır. Biz, bugün, Demokratik Sol Partinin sıraları içerisinde
kalan arkadaşlar, Plan ve Bütçe Komisyonunda, ilgili maddelerin tartışılması
sırasında -burada olan diğer partili arkadaşlar biliyorlar- vergilerin
sıfırlanmasına karşı koyduk. Bu ülkede taşocaklarının da vergisi
sıfırlanacaktı. "Biz kazanırız, gelecek dönem geliriz" diyenlerin,
özellikle, bunu bilmeleri gerektiğini söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
petrolle ilgili kanun tasarısında, hükümetten geçtikten sonra, komisyonlarda
değiştirilerek, Türk Petrolleri Anonim Ortaklığının devredışı bırakılmak
istendiği düşüncesi yaygındı. Bunlar gündeme geldiği gün, bunların da,
Parlamentonun kulislerinde, komisyonlarında konuşulmaya başlanması tesadüf
müdür; yani, diyebilir miyiz ki, bu bir tesadüftür. Değerli arkadaşlar,
özellikle, alınan arkadaşlar, buradan gider gitmez NTV'nin sitesini açın. Biraz
sonra, gidin, NTV tekrar ederse, haberlerin her bir satırını okuyun,
sorgulayın. Hiç kimse, başkasının çizdiği senaryoda -özellikle milletvekiliyse-
rol almamalıdır. Buradan gidip,
gelmeyebiliriz. Biz geldiğimiz zaman, gidip gelmeyen başka arkadaşlarımızın
yerine geldik. Türkiye'de ipotek altına alınmayan tek yer Parlamentonun bu
sıralarıdır. Halkla bütünleşebilen insanlar tekrar buraya gelebilirler. Değerli arkadaşlar, millî
iradenin üzerine ipotek kurmaya çalışanlara alkış tutmaya devam edersek,
onların anketlerle gösterdikleri yalan yanlış rakamlara aldanıp, birbirimizi
kendi içimize döner şekilde suçlarsak, biz, hem millî iradeyi temsil etmemiş
oluruz hem de bizden sonra millî iradeyi temsil edeceklere kötü bir örnek
oluruz. Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, erken seçim kararı alındığı zaman, böyle bir ödeneğe gerek
olmadığını gazeteler yazdı. Oysa, şimdi anlıyoruz ki, böylesi bir ödeneğe gerek
vardı. Şimdi, sorarım size, ogazetelere haberi yansıtanlar bilinçli mi
yansıttı, yoksa, o gazeteler o haberleri bilinçli mi yazdı? Bunu, çok iyi
değerlendirmeliyiz. MUKADDER BAŞEĞMEZ
(İstanbul) - Sen gazetecisin... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Parlamento, bundan sonra, gelecek dönemlerde halkın desteği olursa her şeyi
gururla yapar. Değerli arkadaşlar,
burada laf atmak, söylemek çok kolaydır, dönün, üçbuçuk yıl öncenize bakın.
Üçbuçuk yıl öncenizde, burada, bazen, muhalefet ediliyor adı altında,
parlamenterleri öylesine bir eleştirdik, aşağılara doğru ittik ki, alınan her
kararın halkın yararına olup olmadığını hiç kimse tartışma imkânı bulmadı. Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de ciddî bir devrim yapılmıştır. Bütün bu yapılan devrimlerle,
Türkiye'nin, artık, birikmiş sorunları, halı haltına süpürülmüş bütün sorunları
açığa çıkmıştır. Bundan sonra yapılması gereken -ki, bu dönemdi- halkın sosyal
politikalarını düzeltmekti; ama, değerli arkadaşlar, bir şeyi hatırlatmak
istiyorum; Demokratik Sol Partiyi kuşatma ve kundaklama hareketinin yapıldığı
gün gazetelerdeki manşete göre, bir ünlü işveren örgütünün başkanı "sosyal
politikaları şimdilik öne almayın" diye, bunu, demeç olarak verebiliyor;
neden; çünkü, bu ülkede, hep, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapma
politikalarının altyapısını, kamuoyu oluşturarak belirleme duygusu her zaman hâkimdir. Şimdi, değerli
arkadaşlar, önümüzdeki üç ay sonra seçime gideceğiz. Seçim, hepimizin kendisini
halkla bütünleşme açısından ölçeceği en önemli mihenk taşıdır. Burada oturup
"siz çıkamazsınız" deme devri de bitti artık; çünkü, onu diyecek olan
kişi, kendisi aslında ne yaptığını bilmeden, halkın adına konuştuğunu zanneden,
gerçeği çarpıtandır. Bir daha bu gerçeği kimse çarpıtamayacak; neden
çarpıtamayacak; çünkü, sandık zaten gözüktü; ama, bu sandığa giderken, yine, eksikliklerle
gittiğimizi, gerçek demokratik düzenin oluşması konusunda gerekli önlemlerin
alınmadığını hepimiz kabul etmeliyiz. Bu konuda biz direndik,
onun mutluluğu içindeyiz; ama, bir gün tarihçiler incelerse görecektir, hatta,
bırakın tarihçileri, bazı partilere şimdi tavsiye ediyorum, 1995 yılı seçimleriyle
ilgiyi yayımlanmış bütün anketleri alınız; o anketlerde DSP yoktur, DSP solun
birinci partisi olmuştur. 1999 seçimleriyle ilgili olan anketleri alın; yine,
DSP böyle büyük parti değildir, hele MHP hiç yoktur; DSP birinci parti
olmuştur, MHP ikinci parti olmuştur. Zaten, o analizleri yapanlar, o anketlerle
çıkıp televizyonlarda ahkâm kesenler bu işi çok iyi bilselerdi, hiç merak
etmeyin, kendi partilerini kurar, yerimize kendileri seçilirlerdi. (DSP, MHP ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Şimdi, bu konuda,
özellikle herkesle ve her ortamda, biraz evvel iddia ettiğim kundaklamaya neden
olan şimdiki görünen nedenleri, daha sonra tarihin karşımıza çıkaracağı her
şeyi tartışmaya hazırız. Yani, oturup da siz iktidardınız, yaptınız, yapmadınız
demeyi bir yana bırakın değerli arkadaşlar. Bu ülkenin 1979 yılı değerleri de
mevcuttur, 1986 yılı değerleri de mevcuttur, 1995 yılı değerleri de mevcuttur,
2000'e gelirken de mevcuttur. Yani, sanki, şimdiki borçlar, şimdiki olaylar o
yılların trendindeki gelişmeye göre çok farklıymış gibi; kimse çarpıtmasın. Şimdi, gelin, bakın,
devrim dediğimiz şeylerden birkaç tanesini size burada anlatayım: Bu kürsüde,
hep, bazı insanlar, meslek okuluna devam edip, üniversiteye gireceklere
haksızlık yapıldığını söyleyip durdular. Bu yıl, bütün meslek okullarını,
liselerini bitirenler, sınava girmeden üniversiteye giriyorlar. Şimdi, bunu
beğenmiyorsanız, çıkın, deyin ki, biz, bunu beğenmiyoruz. Bitirdikten sonra
doğrudan doğruya önlisans eğitimi veren ve yüzde 10'u sınavsız girebilecek
olguyu kabul etmiyoruz deyin. Haydi, deyin... Buyurun, deyin... Bunu diyemezsiniz,
kimse diyemez; çünkü, halkın yararına olan bir uygulamadır ve artık,
Şırnak'taki, Hakkâri'deki, Artvin'deki, Ağrı'daki çocuğun, meslek okuluna
gitmişse, üniversite sınavına, yarışa girmeksizin üniversite eğitimi yapabilme
hakkı, bir rüyası gerçekleşmiştir. Bu Parlamentoda kabul
ettiğimiz stratejiyle, 2023 yılında, inşallah, bizden sonra gelenler
gerçekleştirirler. Biz, onlara altyapıyı hazırladık. "Geleceğim" diye
iddia edenlerin boynuna vebaldir. Bizim, üniversiteye, mezun olanların, halkın
yüzde 50'si devam edecek diye bir hedefimiz vardır, bir stratejimiz vardır. Biz, hiçbir zaman
kararsız olmadık, belirsiz de olmadık. Bu ülkede, faizler yüzde 52 iken,
belirsizliği kimlerin gündeme getirip, faizleri yüzde 70'lere sıçrattığını halk
biliyor. Bunu, halktan, televizyonlardaki insanlarla, bu işten para
kazananlarla, gazetelerle saklayabilirsiniz; ama, televizyonlarda ve
gazetelerde saklanan bu gerçeği, biz, halka anlatıyoruz. Özellikle siz anlatın,
bize yardımcı olun; muhalefette olanlar, yardımcı olun; yani, deyin ki, faiz
yüzde 52 iken, belirsizlik yokken, Türkiye, belirsizliğe itilip, belirli bir
ölçüde faiz yüzde 70'lere fırlatıldı. Onun cevabı, bugün, bu saygın, partili
arkadaşın yaptığı açıklamada gizlidir. Değerli arkadaşlar, ben,
son sözlerimde, kamuoyunu yanlış bir şekilde yönlendiren, kamuoyuna yanlış
anlatılan şu "nereden buldun yasası" ile ilgili bir açıklama yapmayı
da borç biliyorum. Geçtiğimiz gün, şu
"nereden buldun yasasını erteliyoruz" diye bir önerge geldi, karşı
çıktık. Demokratik Sol Parti, AK Parti, Saadet Partisi, Milliyetçi Hareket
Partisi oylarıyla, biz, karşı çıktık; hemen, bugün "ekonomi sarsıldı"
diye yazıldı. Ekonomi niye sarsılacak? Allahaşkına, bu, nereden buldun yasası
çıktığı zaman, parasını yurtdışına kaçırdı denilen adam, sizin bölgelerinizdeki
fabrikaların sahipleri mi ya da sizin alış veriş yaptığınız bakkal mehmet
efendi mi ya da tuhafiyeci ahmet efendi mi? Kimdir bunlar? Bunların adı var.
Bunların adı bıyıklı yabancıdır; bunlar, bıyıklı yabancıdır; bunların adı
bıyıklı yabancıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Yani, ömrübillah
parasını yurtdışında bırakmış, kendisi Türk, parası yabancı adına gelip
gidenlerdir. Bunların, zaten, şu anda, bakın, 1 liraları yoktur. Nereden
söylüyorum; bugün, sabahleyin, yine televizyonda yorum yapıyorlar, diyorlar ki
"oh, bugünlerde yabancılar geldi." Piyasaya girmiş!.. Demek ki, bu
kanunun uygulanma tarihi geldiği gün, bu bıyıklı yabancılar dönüyor; bunda bir
keramet var! Para kazanan, parayı
kazanmasını bilen adam, ne zaman, nereye gideceğini çok iyi bilir; ama, değerli
arkadaşlar, o önergeyle getirilen iki şeyi dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bir
tanesi, yine, bu yılın başında sona erecek olan, faiz gelirlerinin vergiden
muaf olmuş, paraya dayalı bazı gelirlerin vergilendirilme dönemi de bir yıl
erteleniyordu; ama, ne yapılıyordu biliyor musunuz; o, 1998 yılında burada
gerçekleştirilen vergi reformunun en önemli öğesi olan, Almanya'da geçen yıl
başlayıp, 2006 yılına doğru planlanmış olan planın benzeri olan Gelir Vergisi
matrahını düşürme olgusu da durduruluyordu. Şimdi, bakkaldan alınan yüzde 20
vergi oranı, 1 Ocakta yüzde 15'e düşecekti. Bir taraftan büyük velveleyle büyük
alkışlarla onu durdururken, milletin gözünü onunla boyarken, esas, düşük
gelirli tüccarın, girişimcinin, esnafın ödeyeceği vergi oranının yüzde 5
düşmesi de engelleniyordu; önergenin üçüncü maddesi o idi. Şimdi, bir taraftan,
burada çıkacaksınız, gazetelerde boy boy konuşacaksınız siyaseten "yabancı
sermayenin gelmesi için gerekli ortamı yaratmalıyız" diye... Nedir gerekli
ortam; verginin düşmesi değil mi?! Vergi yüzde 5 oranında tarife düşecekti;
eğer o önerge kabul edilseydi, bu yüzde 5 düşmeyecekti. Niye; çünkü, yeniden
başka yaptırımları, yeni, gelecek dönem hükümetlerine ve Parlamentosuna
yaptırabilir miyim hesabı doğacaktı! Hoş, yine, seçim kararı
alındığı halde hâlâ doymuyorlar; yeni yeni hükümet senaryolarını, borç-alacak
ilişkilerini ortaya koyuyorlar. Değerli arkadaşlar, borç
ve alacak ilişkisinin eksi mi artı mı olduğunu, zaten, 3 Kasımda, sandıkta hep
beraber göreceğiz. Yani, artık, masabaşında "gelin, bunun -ittifaklar
uğruna- hesabını yapalım" demenin zamanı geçti. Bu konuda, burada
olmaması gerektiğini, nedenlerini, birçok arkadaşımız anlattı. Yani, bu işi
hızlı yapalım, isteyelim, treni hızlandıralım diyen yoktu; yavaşlatalım
diyenler de vardı; ama -özetliyorum- nereden buldun yasasını, kamuoyu, halk
bilsin. Ey vatandaş, senin, o önergeyle yüzde 5 oranında düşecek vergin, yine,
yüzde 5 fazlasıyla muhafaza edilecekti; yani, üreten adamdan, sanayiciden yüzde
5 fazla vergi alınacaktı; ama, faiz gelirlerinin enflasyondan sonra arınmış
kısmının vergilendirilmesi, yine, bir yıl sonrasına ertelenecekti. Şimdi, bunları kamuoyuna
anlatanlar, tabiî ki, işçiye bir şey anlatamazlar, tabiî ki, iş güvencesine
karşı olurlar. Onlara, tek bir şeyi söyleyerek, bir örnek vererek yanlış
olduklarını söylemek istiyorum: 1929 yılı dünya krizinde Ford batmamıştır; Ford
büyümüştür. Neden büyümüştür; Amerika'da herkes kriz var diye işçi çıkarırken,
Ford, kriz var diye işçi çıkarmamış, ürettiği araçları taksitle kendi işçisine
satmıştır. Bir arkadaşı demiş ki: "Yahu, sen ne yapıyorsun?! Bu kadar işçi
çalışmaya devam ediyor, ürettiğin araçları da kendi işçine satıyorsun!" O
da demiş ki: "Bu da benimle işçim arasındaki dayanışmadır." İşçi, işten
çıkarılmadığını görüyor; ücretine karşılık, taksitle bu arabayı alıyor; o da
gidip bu arabaya müşteri buluyor; yani, sinerji yaratıyor. Henry Fayol, işletme
ekonomisi kitaplarında seri üretim konusundaki bütün örneklerinde Ford'un bu
örneğini anlatır. Toparlıyorum Sayın
Başkan, 54 saniyem kaldı; ama, toparlıyorum. Değerli arkadaşlar, biz,
burada, arkadaşların ağzından hep tarihteki kötü örnekleri duyarak, bir nevi
baskı altında kaldık; ama, bugün, gazetelerde, iş âleminde "bu iş
güvencesi çıkmasın" denildiği halde, şurayı dolduran işçilerin gücüyle,
halkla bütünleşerek bunu aldık mı?!. Bunun mu adı popülizm?! Yani, halk için,
halkın ihtiyaçlarının gerektirdiği şeyi yapmak popülistlikse, popülistiz! (DSP
ve MHP sıralarından alkışlar) Halk için yapmaksa!.. Ama, yok, yalnız bir
azınlığı memnun etmek içinse, o işte olmamak daha iyidir. Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker,
teşekkür ediyorum. Şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut'ta;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA NİHAT
GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı
kanun tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek
üzere, huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi şahsım ve Partim adına saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, Yüce Meclisimiz 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim
yapılmasını çoğunlukla kabul etti. 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim
kararı alınmamış olsaydı, şu anda müzakeresini yaptığımız kanun tasarısının ana
konusunu teşkil eden 150 trilyon TL'lik eködenek talebini görüşmeye gerek
kalmayacaktı. Şunu ifade etmek istiyorum: Erken genel seçim olmasaydı,
ekbütçeye de gerek yoktu. Acaba, ekbütçe talebi
olmaksızın, Maliye Bakanımız yedek ödenekten bu kaynağı sağlayabilir miydi? Değerli arkadaşlar, bütçe
disiplini ve şeffaf harcama yönünden, yapılan doğrudur; çünkü, talep edilen
eködenek, altını çizerek söylüyorum, yani 150 trilyon TL net borçlanma
hâsılatıyla karşılanacaktır. Dolayısıyla, içborçlanma hâsılatıyla karşılanacak
bir eködeneğin ekbütçeyle sağlanması kadar doğru bir hareket yoktur. Burada
dikkat edilecek husus, her siyasî partinin hazineden sağladığı bu kaynağı, bu
yardımı, şeffaf bir ortamda kamuoyunun bilgisine sunarak harcamasıdır. Keşke,
seçim harcamalarıyla ilgili olarak yasal bir düzenleme olsaydı, gerek partiler
gerek adaylar harcamalarını kamuoyunun bilgisi dahilinde açık ve şeffaf bir
ortamda yapabilseydi; en büyük dileğimiz buydu. Şu anda bir seçim takvimi
çalışmakta. Meşruiyetin temel kaynağı olan aziz milletimize 3 Kasımda müracaat
edeceğiz. Her parti yaptıklarını, yapacaklarını anlatacak, bol vaatte
bulunacak; ancak, şurası unutulmamalıdır: Halkın talepleriyle ülkenin
kaynaklarını optimum bir noktada... BAŞKAN - Sayın Gökbulut,
bir dakika... Sayın Köse, bu tasarı
açık oylamaya tabidir efendim; haberiniz olsun. Milletvekillerimiz yemeğe de... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Sadece ben değil, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak buradayız Sayın
Başkan. BAŞKAN - Tabiî; ama,
184'ü arayacağız. Onu arz edeyim de... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Merak etmeyin, buradayız. Bir de, bu tasarı
bitmeden birleşime ara vermeyeceğim efendim. Onun için... Buyurun. NİHAT GÖKBULUT (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, tekrar ediyorum, şurası asla unutulmamalıdır: Halkın
talepleriyle ülkenin kaynaklarını optimum uygun noktada buluşturmayan
yönetimler için iki yol vardır: Birincisi, talepleri azaltmak, ikincisi,
kaynakları artırmak. Gelişen, ilerleyen Türk toplumunun, Türk Halkının
istemesi, rahat yaşaması kadar doğal bir şey yoktur; halkımız, köylümüz, işçimiz,
bütün sosyal dilimler, rahat yaşamak için talepte bulunacaktır. O halde, halkın
taleplerini kısmak, siyasî yönetimler için o kadar kolay değildir. Siyasî
yönetimler için başvurulan daha kolay bir yol, ikinci yol, kaynakları
artırmaktır. Kaynakları artırmanın da iki yolu vardır: Birincisi, vergiyi artırmak,
ikincisi ise borçlanmaktır. Ülkemiz, alınan vasıtalı ve vasıtasız vergi çeşidi
ve oranı yönünden sınıra dayanmış bir ülkedir; toplanılan verginin gayri safî
millî hâsılaya oranı, Avrupa ülkeleri içerisinde en yüksek orandır. O halde,
vergiyi artırmak o kadar kolay bir yöntem değildir. Geriye tek yol kalıyor, o
da borçlanmak. Bu yöntem, herkesin tenkit ettiği, borçlanmayacağız dediği bir
yöntem; ama, aslında, herkesin de kolaylıkla başvurduğu bir yöntem. Değerli arkadaşlar,
bugüne kadar çok partili siyasî hayatımızı şöyle analiz edersek, şimdiye kadar
devam eden saadet zincirinin ana orijin noktası, belkemiği borçlanmaktır;
ancak, dikkat edin, artık, borçlanmak kolay olmadığından, borç bulmak kolay olmadığından,
bu saadet zinciri kırılmıştır. Yani, hazineden geçinenler, devletten maaş
alanlar, devleti küçültmekten korkanlar, çekinenler için artık bir dönüm
noktasına gelmiştir. Aslında, bir üçüncü yol var; ancak, çok zor ve uygulaması
kolay olmayan bir yol. O da, devleti etkin bir şekilde küçültmek; yani, hantal
devlet yerine etkin, etken devlet haline getirmek. Bunu birçok partimiz,
şimdiden, seçim yaklaşırken, slogan haline getirmiş; ancak, bu çok zor bir
yoldur. Devletin hızla küçülmesi, hantal devlet yerine etkin, hizmet devletinin
kurulması, hazineden geçinenlerin sayısının azaltılması o kadar kolay bir
hadise değildir. İşte, gerçekle popülizmi karıştıranlar burada ortaya çıkıyor.
"Halk için, istiyorsa, popülizm yapacağım" diyenler alkışlara
aldanmasınlar; gerçek çok farklıdır; gerçekle yüz yüze geldiğiniz zaman bu
şekilde rahat hareket edemezsiniz. Aslında, her şeyin verimlilik ve rekabet
üzerine kurulması gerekir. Zor olan, ama, doğru olan yöntem budur. Biz,
Anavatan Partisi olarak, yeniden yapılanma ve çözüm yollarını, hep, aziz
milletimize anlatmak istedik. Değerli milletvekilleri,
bunları şunun için anlatıyorum: Seçim havasına girdik. Ekonomik krizden dolayı,
halkımız, gerçekten öfkeli, kızgın ve haklılar. Bizler, sizler, bütün partiler,
adaylar, programlarımızı anlatacağız, vaatte bulunacağız; ama, vaatte
bulunanlara şunu hatırlatmak istiyorum: Bir de vaadin sonrası var; yaptığınız
vaatleri, halk, taahhüt olarak önünüze koyacak ve şunu da altını çizerek
söylemek istiyorum: Böylesine bir içborç ve dışborç seviyesinde ucuz halk
politikası yapmak, maalesef, mümkün değildir. Türkiye'nin ana problemi, temel
problemi, borçlanmanın sürdürülebilmesidir. Kısaca rakamlar vermek
istiyorum: Devletimizin yedi aylık geliri 38 katrilyon; yedi aylık harcaması 55
katrilyon; açık 16 katrilyona yakın. Bu açık nasıl kapatılmış, bakıyoruz: Yedi
ay içerisinde 19 katrilyon borç temin edilmiş. Bu borçla ne yapılmış; memurun
maaşını ödemişsiniz, emeklinin maaşını ödemişsiniz, yatırımlara harcamışsınız.
Bakınız, devletimiz, borçlanmanın büyük bir kısmını ise dışarıdan yapmış;
çünkü, içborçlanmayla içborçlanmanın faizini ödemişiz. Geriye ne kalıyor;
sadece dışborçlanma ya da tasarruf etmek, devleti küçültmek. Tabiî, zor olanı
tatbik etmek kolay değil. Devleti küçültmek demek, devletteki elemanı azaltmak
demektir, devletin harcamalarını azaltmak demektir. Hanginiz yapacaksınız zor
olan işi? Acaba, gerçekleri bu seçimde hangi partimiz söyleyecek? Atalarımızın
doğru bir sözü var "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" diye; ama,
yine de, biz, Anavatan Partisi olarak, doğruları söylemeyi kendimize ilke
olarak kabul edeceğiz. Bakınız, devletimiz yedi
ayda -hazine- 19 katrilyon lira borçlanmış; bunun 5,5 katrilyonunu, tekrar,
dışborç olarak ödemişsiniz; geri kalanını ise içeride harcamışsınız; yani,
memurun maaşını, emeklinin maaşını ödemişsiniz, çok az bir kısmını da yatırım
ödeneği olarak ödemişsiniz. Bunu, şunun için söylüyorum; bu borç devam ediyor,
bu borç bitmedi. 3 Kasım sonrası gelecek olanlar, bu borçlanmanın nasıl çevrilebileceğini,
kamuoyuna, aziz halkımıza anlatmak zorundadırlar. Dışsermaye girişi olmazsa,
gerçekten işimiz zor, oldukça zor. Biz, Avrupa Birliğine
girme konusunda gayret sarf ettik; sebebi ne; çünkü, Avrupa Birliğine giriş
sürecinde kriter olarak, yapı olarak, zihniyet olarak kredi bulmanız daha
kolaydır. Avrupa Birliğine giriş için, takvim için tarih alan bir ülkeye
sermaye girişi daha fazla olur. Eğer, sizin, yılda 800 000 000 dolarlık bir
dışsermaye girişiniz varsa, Türkiye'de sermaye yatırımlarını, dışborcu
çevirmeniz mümkün olmaz. Dikkat ediniz, IMF'nin
verdiği krediler azalıyor, dışfinansman çevrelerinden de kredi bulmak
zorlaşıyor. İşte, bugün, tartışmamız gereken, çözüm yolu bulmamız gereken temel
sorun budur. Bol keseden atabiliriz, seçimler öncesi vaatte bulunabiliriz; ama,
bunların hepsinin önümüze konulacağını hesap etmek zorundayız. Değerli arkadaşlar,
bakınız, her şeye rağmen, her türlü eleştiriye rağmen, 57 nci hükümet, gelecek
için önemli işlere, başarıya imza atmıştır; her şeyden önce, yapısal reformlara
imza atmıştır. Üçlü koalisyon uyum içinde hareket etmeye çalışmıştır; ama, bir
şeyde hata yaptı; mükemmel dönüşümü tamamlayamadan, bekleyemeden seçim kararı
aldı. Belki, seçim gerekliydi; çünkü, yürümüyordu iş. Bir ikinci hatası da, bu
yapısal reformları ve mükemmel dönüşümü halka anlatamadı; anlatılması gereken
şeyleri anlatamadı. Bir geçmişe bakın, bir de
57 nci Hükümetin yaptıklarına bakın! Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu... Zarar eden kamu bankalarının kapatılması... Şimdi, soruyorum size:
Seçim meydanlarına gittiğiniz zaman eğer, herhangi bir partiden bir aday,
gittiği ilçede, kapatılan banka için "ben açtıracağım" sözünü
verirse, halkın buna inandığını zannediyor musunuz?! Geçti artık o, mümkün değil;
çünkü, Türkiye öyle bir dönüşüme girdi ki, geriye dönmesi mümkün değil. Ancak, bütün bu
sıkıntılara rağmen, gelecek kuşaklar, bu çalışkan Meclisi, 400'e yakın kanun
tasarı ve teklifini yasalaştıran, sabahlara kadar durmaksızın çalışan Meclisi,
Anayasa değişikliğinin altına imza atmış olan Meclisi, Avrupa Birliği giriş
sürecinde gerekli olan yasaları çıkartan Meclisi hayırla anacak, hayırla yâd
edecektir. Ekbütçenin hayırlı olması
dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim teşekkür
ediyorum. NİHAT GÖKBULUT (Devamla)
- Ben teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Gruplar adına
konuşmalar tamamlandı. Şahıslar adına, Konya
Milletvekili Sayın Veysel Candan; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Bilahara, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat söz istemişlerdir efendim. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2002 Malî Yılı Bütçe Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde kişisel görüşlerimi
açıklamak üzere söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Hükümet ortaklarının
sözcülerini biraz üzüntü, biraz da tebessümle takip ettik. Biri, tek başına
iktidardan bahsetti; biri, yirmi yıllık hedef gösterdi. Doğrusunu isterseniz,
bu arkadaşlarımızın hangi ülkede yaşadıklarını sormak gerek! Değerli sözcü "halk
için yaptık; popülistlikse, hayalcilikse, hayalcilik yaptık" diyor. Ben,
mesela, halk için yapılan bir tane kanunu hatırlatayım: 125 milyar lira faiz
geliri olanı vergi kapsamı dışına aldılar; herhalde, halk için yapılan en iyi
uygulamalardan bir tanesi buydu! Bir sözcü arkadaşım
"talepleri artırmak, kaynakları artırmak, vergi koymak kolay değil"
diyor; halbuki, bu hükümet, 13 tane vergi kanunu çıkardı. "Borçlanma da,
başvurulan bir yol; Avrupa Birliğine girersek, daha çok borç alabiliriz" diyor;
halbuki, bu mantığın, bu mantalitenin mutlaka değişmesi lazım ve 230 milyar
dolar borcu masaya yatırıp tasfiye etmeden adım atamazsınız. "Devleti küçültmek
lazım" diyor; adama sorarlar, üçbuçuk yıldır neredeydiniz; 36 bakanla
hükümeti yönetmeye devam ediyordunuz!.. Bir soru daha soruyor,
gelenlerden endişe duyuyor "bundan sonra gelenler borçları nasıl
çözecekler?!" Tabiî, endişe etmeye lüzum yok, gelenler onu düşünür
herhalde. Yani, özetle söylemek
gerekirse, ortaklar, satır aralarında birbirlerini itham ederek yola devam
ediyorlar. Bu tespitlerden sonra... 2002 bütçesinde, siyasî
partilere ayrılan para 35 trilyon lira; yani, bütçeye bu para konulmuş, siyasî
partilere 35 trilyon lira yardım edebiliriz denilmiş. Bakın, şimdi, hükümet,
havanda su dövüyor. Bu cümlenin yanına "lüzumunda -yani, böyle bir
araseçimde, ani seçimde- bu, 5 katına artırılabilir" denilseydi, bu iş
çözülürdü. Burada, saatlerdir, saat 15.00'ten beri, dört saattir, beş saattir,
müzakereler, halk deyimiyle, havanda su dövmektir; bu, hükümetin, bütçe hazırlamasındaki
beceriksizliğini ve basiretsizliğini gösterir. Enteresan bir tespit şu:
Bu parayı nereden bulacağı noktasında da "biz, bu parayı borç alarak seçim
yapacağız" diyor. Yani, bu hükümetin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,
aslında, tek ifadeyle, yüzkarasıdır borç alarak seçim yapmak! Sayın Bakan, burada
-biraz sonra raporlardan bahsedeceğim- "altı ay sonuçları sapma
göstermedi, programa göre öngörülen hedeflere ulaştık" diyor. Sizin
hedefinizde 50 katrilyon lira açık, 50 katrilyon lira faiz yazılıysa, siz, buna
da hedef diyorsanız; biz, bunu, zaten peşinen, ta başından kabul etmedik, bunun
doğru olmadığı kanaatindeyiz. İşte, bütçesine bir satır
yazı yazamayan bir hükümet için belki şu satırları söylemek daha doğru olur: Bu
hükümet, beceriksiz, yeteneksiz, kabiliyetsiz, sorumsuz, uyumsuz, hastalıklı,
antidemokratik bir hükümettir. (SP sıralarından alkışlar) Sayısal çoğunluğu
olmayan, meşruluğu tartışmalı, azınlık ve işgalci bir hükümettir; söylediklerini
tutmayan, ekonomiyi batıran, Türkiye Büyük Millet Meclisini askıya alan bir
hükümet... Biraz önce "o kadar çok kanun çıkardık ki" dediler;
halbuki, Genel Kurul çalışmalarını düzenleyen İçtüzük değişikliği bile Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilen beceriksiz bir hükümettir. Bu hükümet, kötü
koalisyon örneği vermiştir. Önce birbirini aklayan, sonra ihanetle suçlayan,
fikren hastalıklı, marazî bir hükümettir. O kadar beceriksiz ki, dışarıdan
bakan ithal edebilecek kadar ileri giden bir hükümettir; hem de öyle bir bakan
ki, sabah hükümetin içinde, öğledensonra da başka partilerle flört eden bir Bakanla
beraber! (SP sıralarından alkışlar) 150 trilyon ekbütçe,
beceriksizliğin tipik örneğidir. Borcu artıran, geliri azaltan, batakçı ve
müflis bir hükümetle karşı karşıyayız. Sanayii çökerten bir hükümet. İşte,
İstanbul Sanayi Odası raporunun sonuç bölümünde şu cümleler yazılı: "Bu
hükümet, 500 sanayi kuruluşunun faizine yetişemedi, katmadeğeri devamlı
azalarak gitti." Aslında, bu hükümet, krizkolik bir hükümet; işte
rakamlar: Gayri safî millî hâsılayı 202 milyar dolardan 148 milyar dolara, kişi
başına geliri 3 095 dolardan 2 160 dolara, gelir seviyesini dünyada 20
ncilikten 35 inciliğe düşüren, alt orta sınıfa doğru iten, toplumu
fakirleştiren bir hükümet. Belki, Sayın Bakan da
merak eder; bu hasarın yükünü uzmanlar hesapladılar ve rakamlar şöyle:
Krizlerin faturası 129 milyar dolardır arkadaşlar; 54 milyar doları gelirden
azalma, 25 milyar doları ek içborçtan artma, 50 milyar doları da dışborçtur.
Kişi başına zarar 8 921 dolardır. Ben, şahsen, bir vatandaş olarak, bu
hükümetten 8 921 dolar talep ediyorum. (SP sıralarından alkışlar) Yaptığı
yanlışların düzeltilmesini istiyorum. Bu hükümet vahşi,
acımasız, soyguna ortak olan bir hükümettir. Değerli arkadaşlar, 1920-1983
yılları arasında, altmış yılda, bütün hükümetler, 18 milyar dolar borç yaptı.
Bu hükümet, iki yılda, sadece IMF'den 30 milyar dolar borç aldı; altmış senede
yapılan borcu iki senede 2 defa katladı. Aslında, bu hükümetin
marifetleri saymakla bitmez. İşte, 2002 yılının ilk dört aylık tablosu;
giderler 35,4 katrilyon, gelirler 20,2 katrilyon, açık 15,2 katrilyon lira.
Sayın Bakan ifade buyuruyorlar ki: "Biz, zaten bunları öngörüyorduk, bu
rakamlara geldik, programda sapma yok." İfade ettiğim gibi, bu sapmalar,
bir yerde, ülkenin felaketini hazırlamaktadır. Değerli arkadaşlar, biraz
önce konuşan hükümet ortakları, hâlâ, borçlanarak ülkeyi yönetebileceklerine
inanıyorlar. 230 milyar doları masaya yatıracaksınız, faizlerini
donduracaksınız veya on veya yirmi yıl uzatacaksınız; bunun adına "moratoryum"
deyin, "iflas" deyin, ne derseniz deyin, bu faiz belasından
kurtulmadan ülke bir yere gidemez. Değerli arkadaşlar,
bakın, 2002 yılının ilk altı aylık -haziran sonu itibariyle- faiz ödemeleri 28
katrilyon 464 trilyon 630 milyar, vergi gelirleri 25 katrilyon 485 trilyon 181
milyar liradır; yani, faize, 65 000 000 insanın ödediği vergi yetmemektedir. Bu
hükümet, bir yerde, sadece tahsildarlık görevi yapıyor; yani, topluyor,
topluyor, topluyor, IMF ve Dünya Bankasına götürüp teslim ediyor değerli
arkadaşlar. Bakınız, bu hükümetin
hazinesinin kontrolörleri bir rapor hazırlıyorlar; 2001-2002 yılı faaliyet
raporunun satır aralarını özetle okuyorum: "296 usulsüzlük raporu tutuldu.
Devlet zararı 2,1 katrilyon lira. 221 000 000 dolar karapara aklandı. KİT'lerin
görev zararı, "özelleştirme" adı altında yüksek gösterildi. 32 kişi
hakkında dava açıldı." İşte, tablo bu! Kaynak nereye gidiyor diyenlere
cevabı, bu raporun özet bölümünde takdim ettik. Değerli arkadaşlar,
5.8.2002'de Sayın Derviş, ithal bakan açıklıyor; bakın, şu cümlelere bir bakın,
iki gün önce söylediği cümlelere bir bakın; paylaşılamayan bakan, balon bakan,
medya tarafından şişirilen bakanın söylediklerine bir bakın; iki gün önce
söylüyor: "Şu günlerde her şey iyi gidiyor demiyorum." Göreve
geldikten iki yıl sonra söylediği cümleleri söylüyorum... "Faiz fazla
yüksek, başka sorunlar var, kur açısından çok da kötü değiliz." Kötüyüz;
ama, çok da kötü değiliz... Yani iki yıl sen bu ülkeyi yöneteceksin, ekonominin
patronu sen olacaksın ve geldiğimiz nokta bu! Bu, fevkalade yanlış ve
tehlikelidir. Özetle, bu hükümetle aynı düşünmüyoruz... BAŞKAN - Sayın Candan,
toparlar mısınız. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Tamam Sayın Başkan. BAŞKAN - Burada olmayan,
cevap verme imkânı olmayanlara ismen sataşmasanız. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Faiz ödemelerine bütçe hazırlıyorsunuz. Yani, ne kadar faiz,o kadar vergi ve
zam... Kamu maliyesini yönetemiyorsunuz. Şimdi, gelip, üçbuçuk yıl sonra,
burada, grup sözcülerinin tek başına iktidardan bahsetmesi veya günah
çıkarması, işi çözmez. Değerli arkadaşlarım,
bakın, çözümü söylüyorum: IMF ve Dünya Bankası reçetelerini yırtıp çöpe
atmadan, kendi özkaynaklarımıza dönmeden, hatta Sayın Derviş'i de evine
göndermeden Türkiye'de ekonomi düzelmez. Saygılarımla (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, tabiî,
Sayın Derviş'in size cevap verme hakkı yok; haksızlık etmeyelim... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Var, var, burada adamları var. BAŞKAN - Nerede efendim
burada?!. VEYSEL CANDAN (Konya)
-Sayın Maliye Bakanı var. BAŞKAN - İşte, Sayın
Bakan, Derviş'in eve gidip gitmeyeceğini bilemez. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Efendim, ben bir hükümet üyesini tenkit ettim, Sayın Bakan cevap verebilir. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Derviş isimli Sayın Bakan burada olmalıydı. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Bir şey söyleyeceğim Sayın Başkan; şu anda, Sayın Derviş, parti kurma
çalışmaları yapma yerine bu sıralarda oturmalıydı. BAŞKAN - Efendim, ama,
bütçe, Maliyenin; Maliye Bakanı oturuyor. Neyse, mesele anlaşılmıştır.
MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, bir ufak açıklama yapayım. BAŞKAN - Buyurun efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Candan, konuşmasının bir bölümünde "esas
itibariyle, bütçe cetvelinin içerisinde, siyasî partilere yardım faslı vardır.
O faslın altına, parantez içerisinde bir hüküm konulur 'bu ödenek istendiği
zaman beş katına kadar artırılabilir' denilirse, hiç bu mesaiye gerek yok, o
şekilde uygulanabilir" diye bir ifadede bulundular. Şimdi, bu müesseseye
"otomatik ödenek müessesesi" denilir; fakat, bu, çok uzun yıllardır,
aşağı yukarı yirmi yıla yakın bir süredir sistemimizden kalkmış bir
uygulamadır. Esasen, Anayasamızın 163
üncü maddesinde aynen şu ifade edilmektedir: "Genel ve katma bütçelerle
verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir. Harcanabilecek
miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm
konulamaz." Anayasanın bu amir hükmü
muvacehesinde, Sayın Candan'ın söylediğinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Sayın Candan,
konuşmasında, hükümetle ilgili bazı görüşlerini ifade etti; ama, ben,
Parlamentonun bu son günlerinde, kendisine, bir hükümet üyesi olarak cevap
vermeyi pek tercih etmiyorum. Teşekkür ederim, saygılar
sunarım. BAŞKAN - Size de bu
yakışır Sayın Bakanım. Bütçeden 1979'da kalktı o
uygulama. Şimdi söz sırası, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta. Sayın Polat, buyurun
efendim. (SP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, 894 sıra sayılı Ek Bütçe Kanun Tasarısının
tümü üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım. Tasarı gerekçesinde, 3
Kasım 2002 tarihinde yapılması gereken erken seçim nedeniyle, 2820 sayılı Kanun
hükümleri çerçevesinde siyasî partilere yapılacak ilave yardım ile genel
seçimin gerektirdiği giderlerin karşılanması için gerekli ödeneğin mevcut bütçe
imkânlarıyla karşılanması mümkün görülmediği belirtilerek, "bu gelişme
sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinden 150 trilyon lira tutarında eködenek
talep edilmektedir" denilmektedir. Sadece bu gerekçe dahi,
bu bütçenin iflasının bir itirafıdır; çünkü, eğer hükümet, 98 katrilyon 131
trilyon TL'lik bir bütçe imkânları içerisinde 150 trilyon TL kaynak temin
edemiyorsa, bu, hükümetin bütçesinin fiilen iflasının bir ifadesidir. Esasında, hükümetin asıl
maksadının bu ek bütçe olmadığı, tasarının 1 inci maddesinin görüşmelerinin
bitimi sırasında 2 ANAP milletvekilinin verdiği ve Gelir Vergisi Kanununun
geçici 55, 56 ve 57 nci maddelerinde yer alan sürelerin 2003 yılı sonuna kadar
uzatılmasını isteyen ve hükümetin kabul edip onayladığı önergelerle ortaya
çıktı. Bu geçici maddelerden 55
inci madde, Gelir Vergisi Kanununun 75 inci maddesinin 7, 12 ve 14 numaralı
bentlerinde yazılı "menkul sermaye iratları ile menkul kıymetler yatırım
fonlarının katılma belgelerine ödenen kur payları için yıllık beyanname
verilmez" maddesidir. Yani, faiz vergisine getirilen kolaylık ve istisna
vergisi... Geçici 56 ncı madde, kamuoyunda bilinen adıyla malî miladın ertelenmesini;
yani, herhangi bir şahıs veya tüzelkişiliğin ödediği vergi ile harcamaları
arasında bir oransızlık olduğu takdirde, Maliyenin, bu şahıslara, bu harcamaya
esas mal varlığının kaynağının sorulmasını düzenleyen maddedir. Geçici 57 nci
madde, 1999-2002 yılları arasındaki gelirlerin -ücretler hariç- mükerrer 123
üncü maddeye göre belirlenen gelir dilimlerine karşılık gelen vergi oranları 5
puan artırılmak suretiyle yapılan uygulamanın bir yıl daha uzatılmasını öngören
maddedir. Böylece, faiz geliri elde
edenler ile vergi dairelerine yılda 1-2 milyar vergi ödediklerini beyan edip,
sadece televole gecelerinde milyarlarca para harcayan insanlardan, bu
harcamanın kaynağı bir yıl daha sorulamayacak; buna karşılık, esnaf ve
vergisini dürüst ödeyen tüccar veya sanayici, vergisini 5 puan daha fazla
ödemeye devam edecek ki, bu televoleciler rahatça eğlensin, faiz geliri elde
edenler istisnalardan bir yıl daha faydalansın diye getirilmiş bir düzenlemeydi.
Yine, altı aylık, haziran
sonu itibariyle yayımlanan Maliye Bakanlığı vergi gelirlerine baktığımızda, 6
katrilyon 9 trilyon TL olan Gelir Vergisi içerisinde beyana dayalı vergi
oranının, bu miktarın yüzde 6'sı civarında, sadece 378 trilyon TL olduğunu
görürüz. 2000 yılında dahi yüzde 91 olan Gelir Vergisi içerisindeki stopaj
yoluyla toplanan vergiler, 2001 yılında yüzde 94'e ulaşmıştır. Bunun için,
Maliye Bakanlığı 3 000 dev firmanın
vergisini incelemeye alacağını kamuoyuna duyurmuştur; fakat, bize göre, burada
da adil davranılmıyor. Sebebi, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 50'sini
üretip, beyana dahil Gelir Vergisinin yüzde 70'ini ödeyen bu firmalardan çok
"malî milat ertelensin" diye figan edip, yılda 3-5 milyar vergi
ödeyip, basına yansıdığı şekliyle, 400-500 milyarlık süper lüks otolarla
dolaşıp, milyonlarca dolarlık villalarda hayat süren şahısların vergileri
öncelikli olarak incelenmeye alınıp, bu değirmenin suyunun nereden geldiği
araştırılmalıdır. Önergenin görüşülmesinde,
daha da önemli olanı, bu önergeye, iktidara mensup DSP ve MHP'li milletvekilleri
karşı çıkarken, DYP'li milletvekillerinin önergeye, önerge verenlerden daha çok
sahip çıkarak savunmaları olmuştur. Burada en önemli olan bir
başka husus da, hükümet, eğer, böyle, katrilyonları kapsayan bir uygulama
yapmak istiyorsa, bunu ayrı bir kanun maddesi şeklinde tanzim edip, Türkiye
Büyük Millet Meclisini olağanüstü toplantıya çağırıp, görüşülmesini
sağlamasıdır. Aksi halde, 150 trilyon TL'lik bir seçim masrafını ilgilendiren
bir kanun tasarısını sunup, arasında tasarıyla hiç alakası olmayan hususların
kanunlaştırılmasının hiçbir şekilde kabulü mümkün değildir. Neticede, önergenin
reddedilmesiyle bir yanlışlıktan dönülmüştür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu hükümetin altı aylık bütçe uygulamalarına baktığımızda şunu
görürüz: Altı aylık uygulamalara göre, 2002 yılı bütçesi, 2001 yılı bütçesine
göre, harcamalarda yüzde 73 artarken, gelirlerde artış sadece yüzde 56,2'de
kalmıştır. Dolayısıyla, gelir ile gider farkı iyice açılmaktadır. Bütçede faiz harcamaları,
geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 80,8 artarken, yatırımların altı aylık
artış oranı yüzde 59,2'de kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, bu bütçede, altı ayda,
faizlere 28 katrilyon 464 trilyon TL ödenirken, yatırımlara ayrılan pay, sadece
1 katrilyon 552 trilyon TL'de kalmıştır. Bu borç faizleri ödemelerine, haziran
sonu itibariyle 126 katrilyon 800 trilyon TL olan iç borcun yüzde 29,7'sine
tekabül eden döviz veya dövize endeksli 37 katrilyon 700 trilyon TL'lik borcun
kur farkı da dahil değildir. Yine, 2002 yılı
bütçesinde altı ayda oluşan bütçe açığı, geçen yıla göre yüzde 120,6 artarak,
17 katrilyon 874 trilyon TL'ye ulaşmıştır. Bir başka hesapla, bu
hükümet döneminde, üç yılda 101,4 milyar dolar içborç faizi ödenirken, 1999'da
39,7 milyar dolar olan içborç stoku, bu yılın haziran sonunda 126,8 katrilyon
TL veya 79,1 milyar dolara ulaşmış oldu. Peki, üç yılda 101,4
milyar dolar faiz ödenir ve içborç stoku 40 milyar dolar artarken halka ne
yansıdı derseniz, sadece işsizlik, sefalet ve artan vergi yükü olmuştur. Yine, altı ayda, 98
katrilyon 100 trilyon TL olan bütçe harcamalarının 53 katrilyon 700 trilyon
TL'si harcanmış, ikinci altı aya 44 katrilyon 400 trilyon TL kalmıştır. Eğer harcamalar aynı
düzeyde giderse -ki, o da seçim dolayısıyla zordur- bu, mutlaka artacaktır,
yine de 9 katrilyon TL'lik ilave bir açık meydana çıkacaktır ki, bunun da nasıl
karşılanacağı belli değildir. Zaten, bu yüzden Hazine borçlanma faizleri son
günlerde yüzde 77'lere dayanmış, enflasyondan arındığında, faizler, reel
olarak, dünyada hiçbir ülkenin altından kalkamayacağı yüzde 30-35'ler
seviyesine çıkmıştır. Yine, bütçedeki faiz
giderlerinin konsolide bütçe harcamalarına oranı, bütçede hedef olarak yüzde
43,6 alınmışken, ocak-mayıs gerçekleşmelerinde bu oran yüzde 54,1 olmuştur ki,
nereden bakarsanız bakın hedeflerin tutmayacağı açıkça belli olmaktadır. Yine, ülkemizdeki kamu
harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranları son yıllarda süratle artmaya
başlamıştır. Örneğin, konsolide genel ve katma bütçeli kuruluşlar, fonlar ve
döner sermayenin oluşturduğu merkezî hükümet harcamalarının gayri safî millî
hâsılaya oranı 1999'da yüzde 34,16 iken, 2001'de bu oran yüzde 44,65 olmuştur.
Buna, mahallî idareler, sosyal güvenlik kuruluşları ve KİT'leri eklersek,
toplam kamu kesimi harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı, 1999'da
yüzde 68,57 iken, 2001'de yüzde 83,28'e ulaşmıştır. Burada, tüm üretilen
gelirlerin yüzde 83'ünü kamu eliyle tüketirsek, özel sektöre bir kaynak kalmaz.
Özel sektöre bir kaynak kalmayınca da, ciddî bir kalkınma olmaz. Ülkemiz, bu noktaya,
devletin bilinçli tercihiyle gelmiş ve ülkemizde modernleşmenin devlet projesi
olarak yürütülmeye çalışılması, devleti alabildiğine güçlendiren ve o ölçüde de
sivil toplumun gelişmesini zora sokan bir etken olmuştur. Neticede de, kamu
harcamaları, yıllar itibariyle sürekli artmıştır. Yatırımlara 1 katrilyon
500 trilyon TL dahi ayıramayan bu hükümet, kamu bankalarına, 2000 yılı aralık
ayı sonu itibariyle 17 katrilyon 279 trilyon TL, 2001 yılı içerisinde 11
katrilyon 309 trilyon TL olmak üzere toplam 28 katrilyon 588 trilyon TL
aktarmış; yine, hazinece, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna aktarılan kaynaklar,
31 Aralık 2001 tarihî itibariyle, 21 katrilyon 581 trilyon TL olmuştur.
Böylece, iki yılda, bu hükümetçe, kamu ve fona alınan bankalara, toplam 50
katrilyon 169 trilyon TL'yle, takriben, bu yıl yatırıma ayrılan kaynağın 10
katı aktarılmıştır. Fakat, halkın elindeki
birikimlerin bittiği, yatırımların sürekli ertelendiği, tüketim harcamalarının
minimuma indiği bu ortamda özel sektörün durma noktasına gelmesinin bir sonucu
olarak, kamu bankalarının sorunlu kredileri de günden güne artmaktadır.
Örneğin, 2000 yılı sonunda 1 katrilyon 17 trilyon TL olan bu alacaklar, mayıs
2002 itibariyle 3 katrilyon 680 trilyon TL'ye çıkmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlarsanız minnettar kalırım. ASLAN POLAT (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Siz, kendi
usulünüzle toparlayacaksınız; karışmıyorum. Buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bütün bu kaynak
aktarmalarına karşılık, devlet, bu bankalardan alacağını alıyor mu dersiniz?..
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 2 Ağustos 2002 tarihli bültenine
göre, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 157 borçlusuyla anlaşmış ve bir protokol
yapmış ve bu protokole göre, eğer alabilirse, bunlardan 248 000 000 dolar, 43
000 000 euro ve 34 trilyon TL alacak; ayrıca, üç banka hâkim ortaklar grubuyla
1 milyar 700 milyon dolarlık alacağını da protokole bağlamıştır. Yani,
alacaklarının ancak yüzde 10'unu alabilmek için protokol yaparken, kamu ve fon
bankalarına aktarılan kaynakların gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı yüzde 27,7
olmaktadır. Peki, ülkemizde bir yılda toplanan vergilerin gayri safî yurtiçi
hâsılaya oranı nedir dersek, bu oran da yüzde 27,9'dur. Yani, millet olarak,
bir yılda topladığımız tüm vergilerimizin önemli bir kısmını, banka
hortumlamalarından kaynaklanan kamu ve fon bankalarının zararlarına vermişiz. Sadece şu rakamlar bile,
bankalar ve dış borçlar bakımından, Derviş yönetiminin ne kadar başarısız
olduğunu ortaya koymaktadır: Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası döviz rezervi, Ocak 2001'de 24 milyar 764 milyon dolar, Mayıs 2002'de
21 milyar 993 milyon dolar. Bankalar döviz rezervi,
Ocak 2001'de 9 milyar 189 milyon dolar, Mayıs 2002'de 8 milyar 956 milyon
dolar. IMF'ye borç, Ocak 2001'de
7 milyar 810 milyon dolar, Mayıs 2002'de 24 milyar 918 milyon dolar. Toplam dış borçlar, Ocak
2001'de 102,9 milyar dolar, Mayıs 2002'de 117,5 milyar dolar. Neticede, Derviş
yönetiminde ülke yüzde 8,5 küçülmüş, gayri safî millî hâsıla 200 milyar
dolardan 146 milyar dolara düşmüş, Merkez Bankası ve bankaların toplam dövizi
düşmüş, IMF'ye olan borcumuz ile dış borcumuz artmış; fakat, ne yatırım olmuş
ne de yeni iş imkânı olmuş, sadece işsizlik artmış, sefalet çığ gibi
büyümüştür. Bu hükümet ve IMF
programları neticesinde, halk sürekli fakirleşmekte, bütçesi bir türlü
dengelenememektedir. Örneğin, 1997 yılında, Erbakan Hükümetleri döneminde, kişi
başına millî gelir 3 079 dolar, kişi başına borç 1 849 dolar iken, 2001 yılında
kişi başına millî gelir 2 219 dolara düşerken, borç 2 918 dolara çıkmıştır. IMF
programlarının neticeleri önce Uzakdoğu Asya'da, Endonezya, Malezya'da son
olarak da Arjantin, Brezilya ve Uruguay'da ortaya çıkmış, halk sokaklara
dökülüp dükkânları yağmalamaya başlamıştır. (MHP sıralarından "süresini
geçti" sesleri) BAŞKAN - Sayın Polat,
lütfen toparlayın... Efendim, geçen sefer
Sayın Polat'a rica ettim. Biliyorsunuz, o elektrikli oturumda konuşmadı. Şimdi,
alacak-verecek hesabı yapıyoruz; ondan. Buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, üzülmesinler, bitiriyorum. Bizde ise IMF,
Amerika'nın talimatıyla, Afganistan ve Irak operasyonları yüzünden 30 milyar
dolar ekborç vererek krizi bir yıl geciktirmiş; fakat, bütçe göstergeleri ve
faizlerin yükselişinin kaçınılmaz neticesi, olası felaketi göstermektedir. 3
Kasımda halkımız, ya üretimi esas alan millî görüşü seçecek ya da IMF'ci Derviş
modelini tercih edecektir. Her ikisinin de sonuçları, 1997 Erbakan Hükümeti
uygulamaları ve 2001 Şubat krizi ve ertelenen ve geliyorum diyen krizlerdir.
Tercih halkımızındır. Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkanım, sağ olun.
(SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ederim, sağ olun efendim; ben teşekkür ediyorum anlayışınıza. Sayın Oğuz Aygün,
sataşmadan dolayı söz istemiştiniz; ama, ben, baktım, müsaade ederseniz, zımnî
bir sataşma var. 69 uncu maddeye pek girmiyor. Müsaade ederseniz, söz
vermeyeyim efendim. OĞUZ AYGÜN (Ankara) -
Efendim, ben, zaten, ikinci bir pusula zatıâlinize arz ettim... BAŞKAN - Onu görmedim. OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Ben
zabıtları tetkik ettim. Bana anlatılan gibi olmadığı için feragat ediyorum.
Anlayışınıza teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, görüşmeler
tamamlandı. Soru-cevap kısmına
geçiyoruz. Sayın Esengün, buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkanım, benim sualim İçtüzük uygulamasıyla ilgili olarak Yüksek
Başkanlıktan, yani, zatıâlinizden olacak. Bilindiği üzere,
İçtüzüğün 7 nci maddesine göre, ara vermede ve tatilde yapılan toplantılar,
yani, olağanüstü toplantılar, sadece toplantıyı gerektiren konulara
münhasırdır; başka hiçbir konu görüşülemez. Yine, İçtüzüğün 25 inci maddesine
göre, hangi komisyonların, ara vermede veya tatilde çalışacağına, Başkanın
teklifi üzerine Genel Kurul karar verir. Şimdi, bugün görüştüğümüz
şu ekbütçeyle ilgili tasarı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu, geçen olağanüstü
toplantının gündeminde yoktu. Bugün, bu gündemle Yüce Meclis toplantıya
çağırıldı; ama, Yüce Meclis geldi, önünde komisyon raporunu hazır buldu. Bu
tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda ne zaman görüşüldü; ki, görüşme tarihine,
rapor tarihine bakılırsa, Meclisin tatilde olduğu, sizin, bu hafta salı günü
Meclisi toplantı yetersayısı bulunamadığı için tatil ettiğiniz bir günün
tarihini taşıyor. Geçen olağanüstü toplantı gündeminde olmayan, ancak, İçtüzüğe
göre bugün ele alınması mümkün olan bu tasarı, Plan ve Bütçe Komisyonunda
İçtüzüğün hangi maddesine istinaden görüşüldü? Normalde, bugün olağanüstü toplantı
açıldıktan sonra bu konunun komisyona havale edilmesi gerekmez miydi? Bu iş
kitabına... BAŞKAN - Efendim, müsaade
eder misiniz... Ben dinledim; ama, sorular, komisyona veya hükümete, tasarı
üzerinde soruluyor. Benim şahsıma soruyorsunuz anlaşılan... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Evet efendim,. Meclis Başkanlığına soruyorum ve İçtüzük uygulaması usulle... BAŞKAN - Ama, böyle bir
müzakere usulümüz yok. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Efendim, usulle ilgili olduğu için, zannederim, bu suali sormakta haklıyım. BAŞKAN - Ben, gene de
dinledim; size cevap vereyim. Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunu kapatmadan evvel komisyon çalışma kararı vermişti, biz verdik ve
komisyondaki eksik üyelerin seçimini burada yaptıktan sonra komisyon devam
etti. Bendeniz, burasını, Genel Kurulu, 17.00'yi geçe, 17.30 civarında
kapattım. Bizim kapattığımızda, komisyon, çalışmalarını aşağı yukarı bitirmişti
efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Efendim, komisyonun gündemine onu alması mümkün değil; çünkü, o günkü olağanüstü
toplantı belli iki konu için yapılmıştı; ekbütçe, olağanüstü toplantı
gündeminde yoktu; dolayısıyla, Genel Kurulda görüşülen... BAŞKAN - Efendim, Sayın
Hatiboğlu çok iyi bilirler; İçtüzükte, Genel Kurulun olağanüstü toplantı
çağrısında komisyonları bağlayıcı hiçbir hüküm yok; yani, biz, Genel
Kurulu olağanüstü olarak başka bir
konudan da toplarsak -Allah korusun- onun yerine komisyonlar çalışıyor efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Efendim, malumuâliniz, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kuruluyla, komisyonuyla
bir külldür, bir bütündür; Genel Kurulda görüşülemeyen bir konu komisyonda
görüşülemez. Bu, anlaşılıyor ki, biraz İçtüzüğe uydurularak getirilmiş bir
konu... BAŞKAN - Hayır efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Bunun, hiçbir şekilde İçtüzüğe uygunluğu iddia edilemez... BAŞKAN - Efendim, mesele
anlaşıldı; teşekkür edeyim müsaade ederseniz. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Ben de teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, şimdi,
ben, tabiî, o 3 dakikayı diğer arkadaşların hakkından veremeyeceğim. Şimdi, Sayın Bedük'ten
başlıyoruz efendim. Sayın Bedük, kısa, öz. Buyurun Sayın Bedük. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu sorularımı arz
ediyorum. Sorum, hiçbir suretle, ne
Şebinkarahisar ne de Suşehri'nin il olmasıyla ilgili talebe karşı bir soru
değildir. Sayın Bakan, ekbütçede
veya konsolide bütçede il veya ilçe olmasıyla ilgili birkısım taleplere karşı
yeterli ödenek var mıdır? Bu bağlamda, daha
evvelden, Ankaramıza bağlı Polatlı İlçesi ile Şereflikoçhisar İlçesinin il
olması hususunda kanun teklifleri vardı ve Yüce Parlamento, bu konuda, 37 nci
maddeye göre gündeme alınmasını kabul etti, bütün partiler de kabul etti. Ayrıca, 800 000 nüfuslu
Çankaya İlçesinin, Bahçelievler, Ümitköy veya Bilimkent veya Çankaya olarak üçe
ayrılması, ilçe kurulması ve ayrıca, 200 000 nüfuslu, muhtarlıkla idare edilen
Batıkentimizin, hem sağlık hem eğitim hem altyapısı ve ticaret merkezleriyle
bir bütün olarak ilçe olmayı hak etmesi sebebiyle verdiğimiz kanun teklifinin ve
yine, Pursaklar'ın ilçe olmasıyla ilgili, Temelli'nin ilçe olmasıyla vermiş
olduğumuz kanun tekliflerinin de gündemde olduğu malumlarınızdır. Sizin, ilçelerle ilgili,
belde ve mahallelerin ilçe olmasıyla ilgili olarak görüşünüz nedir? Bunların
ilçe olması ve Koçhisar ve Polatlı'nın il olmasıyla ilgili görüşleriniz nedir?
Ne zaman il olacaklar, ne zaman ilçe olacaklar? Takdirlerinize sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Nidai Seven, kısa
ve öz. Buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkanım, teşekkür ederim; aracılığınızla, Sayın Bakanıma sormak
istediğim sorular şunlar: Soru 1 - 1977 ve 1999
yılları arası, Sayıştayın 2000 yılı raporunda yer alan, 196 milyar dolarlık
bütçe dışı harcama yapıldığı ve bu konudaki görüşlerinizin ne olduğunu merak
ediyorum. Soru 2 - Avrupa Birliğine
gireceğiz diyoruz. Yıllardan beri çok ilkel metotlarla seçimler yapılmakta,
büyük masraflar olmakta, zaman kaybına da sebep olabilmektedir. Ne zaman Türk
seçmeni bir metrelik oy pusulasından kurtulacak? Soru 3 - Seçim sathı
mailinde büyük harcama yapılmakta, sokaklar afişlerle süslenmekte.
Vatandaşların vergileriyle yapılan bu israfın önlenmesi için hukukî bir
düzenleme getirmeyi düşünüyor musunuz? Son sorum: Çok önemli;
Ağrı'nın Doğubayazıt ve Patnos İlçelerinin il olabilmesi için bütçemizde
yeterli ödenek var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Alçelik, buyurun
efendim. TURHAN ALÇELİK (Giresun)
- Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Öğrenmek istediğim
hususlar şunlar efendim: Bir ekbütçe görüşüyoruz. Bu görüşmeler sırasında,
seçim bütçesini görüştüğümüz şu toplantı sırasında, toplumda büyük bir
mağduriyet yaşayan çiftçilerimiz, esnafımız, memurumuz, emeklimiz için, mağdur
olan bütün kesimlerimizin de durumunu rahatlatacak bir katkı sağlamak mümkün
mü? Bu konuda bir katkı sağlamayı düşünüyorlar mı? Arz ediyorum efendim. BAŞKAN - Mümkün olsaydı,
eködeneği seçim için istemezlerdi. Teşekkür ediyorum. Sayın İmamoğlu, buyurun. M. TURHAN İMAMOĞLU
(Kocaeli) - Saygılar sunuyorum. Sayın Bakanım, Yeni
Türkiye Partisi bu yardımdan yararlanacak mı? 41 ilde örgütlenmesini
tamamladığında kendisine yardım yapılacak mı? Bunun cevaplanmasını istiyorum. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Bakanım, buyurun. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarımızın sorduğu suallerle
ilgili, zamanı da dikkate alarak, özet halinde cevap vermeye çalışacağım. Sayın Arıkan Bedük,
Şebinkarahisar'ın il olması halinde, bunun, il olma ve il olduktan sonraki
harcamaları için bütçede yeteri kadar ödenek var mı... BAŞKAN - Öyle sormadı
efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sorum şu efendim: Şebinkarahisar ve Suşehri'nin il olmasına bir
itirazımız yok; ancak, gündemdeki, il veya ilçe olmayla ilgili taleplere karşı
bütçede yeteri kadar ödenek var mıdır? Kaldı ki, Koçhisar'da, Polatlı'da ve
ilçelerde de hükümet konaklarını yerel olarak hazırlamaya biz hazırız. Bu
anlamda sordum. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, benim olaya giriş tarzımla Sayın Bedük'ün suali
arasında büyük bir fark görmüyorum; yani, bütçede, şurası il olacaktır diye bir
ödenek ayrılmaz; normal olarak yeni bir teşkilatlanmanın getireceği birtakım
harcamalar için yedek ödeneğin içerisinde bir miktar kaynak bulunabilir; ama,
bu, tabiî, belli bir ölçü içerisinde olur. Eğer, o miktarı aşacak bir
teşkilatlanma olursa, ya yapılmaz veya bütçeye ilave bir eködenek kanunuyla imkân
sağlanır. Diğer illerle ilgili
konu... Sanıyorum, kendilerinin de eski mesleğidir; İçişleri Bakanlığındaki
çalışmalar hakkında bir bilgiye sahip değilim. Sayın Seven'in Sayıştay
raporuyla ilgili sorusuna -izin verirlerse- yazılı olarak cevap vereyim. Bilgisayarlı oy, gayet
tabiî, olması gereken bir sistem. Yüksek Seçim Kurulunun bu alanda istediği
ödenekler var. Öyle tahmin ediyorum ki, bu yılki çalışmaların içerisinde o
alanda da bir mesafe alacağız ve öyle temenni ediyorum, bir dahaki seçimlerde,
istediğimiz düzeyde, bilgi çağına yakışır bir sistemi biz de tatbik edelim. Afiş ve israf, şüphesiz
ki, o daha çok partilerimizin dikkate alacağı bir konudur. Mutlaka israfla
mücadele edilmesi gerekir. Doğubayazıt ve Patnos'un
il olmaları konusunda bir bilgim yok; onu da, herhalde, İçişleri Bakanlığından
talep etmemiz gerekecek; yani, bizde, Maliye Bakanlığında bir bilgi yok. Sayın Alçelik
"çiftçi, esnaf, memur için bir katkı düşünülüyor mu" diye sordu.
Şüphesiz ki, 2002 yılında ne yapılacağı bütçe ile yıllık programla
öngörülmüştür; o çerçeve içerisinde mesele ele alınabilir. Yeni Türkiye Partisinin
hazine yardımı konusu: Esas itibariyle isimden çok meselenin prensibine ve
ilkesine gitmek lazım. Bir siyasî partinin hazine yardımından yararlanabilmesi
için, Parlamentoda en az 3 milletvekiline ve seçime girmesi bakımından gerekli
olan teşkilata sahip olması lazım; yani, sadece seçime girmesi değil, seçime
girmesi için teşkilat bakımından gerekli yapılanmaya sahip olması lazım; bu da,
41 ilde teşkilatını kurması demektir. Dolayısıyla, Parlamentoda 3'ten fazla
milletvekili olan ve 41 ilde teşkilat kuran siyasî partiler, siyasî partilere
yapılacak hazine yardımından yararlanabilmektedir. Teşekkür ederim Sayın
Başkan. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Efendim, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. 1 inci maddeyi
okutuyorum: 4726 SAYILI 2002 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU İLE BAĞLI
CETVELLERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1. - 12.12.2001
tarihli ve 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli
cetvelin ilişik (1) sayılı cetvelde yazılı tertibine (150 000 000 000 000)
liralık ek ödenek verilmiştir. BAŞKAN - Efendim, 1 inci
madde üzerinde Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili... Efendim, isterseniz daha
sonra çağırayım. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Bilahara konuşayım Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyursunlar
efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - İltimas yok mu Sayın Başkan? BAŞKAN - İltimas yok,
torpil bitti. MHP GRUBU ADINA ORHAN
BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım
ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. 3 Kasımda yapılacak
seçimler için 150 trilyon liralık ek ödeneğin verilmesiyle ilgili görüşmeleri
yapıyoruz; ama, her zaman olduğu gibi, birçok konuşmacı, bu kürsüden konunun
dışına çıkmış ve seçmene selam alışkanlığını devam ettirmiştir. Yıllarca uyguladıkları
yanlış politikalar sonucu 8 milyon kişinin üretimiyle ilgilendiği fındığın bu
hale gelmesinde hiç dahilleri yokmuşçasına, milletin gözünün içine baka baka
popülizm yapmaya devam etmişlerdir. Sadece Doğu Karadenize
mahsus bir ürünken, bugün, 39 ilimizde üretilen bir ürün haline gelen fındığı,
"kim ne veriyorsa bir fazlası" deyip, birkaç oy uğruna Karadenizin
fındığını Bitlis'te, Mardin'de, Niğde'de, Alanya'da, Burdur'da, Bursa'da
diktiren politikaların ve zihniyetin sahibi bizler değiliz. Dünya fındık tüketimi
belliyken fındık üretimini artırma neyin nesiydi? Bu yıl, 700 000 ton fındık
rekoltesi beklenmektedir, 150 000 ton civarında üretim fazlası olacaktır. Son
üç yılın ihracat rakamlarına baktığımızda, 650 000 000 dolarlık ihracat
yapılmıştır. Fiskobirlik, alımları, bu yıl, mutlaka, regüle etmelidir; zira, bu
regüle edilmezse Hazinenin 400 000 000 dolar kaybı olacaktır; 70 sente satılan
fındık 30 sente düşer ve ihracat rakamları 250-300 000 000 dolara iner. Ben, buradan, Hazineden
sorumlu Sayın Bakanımız Derviş'e sesleniyorum. Bir aydır kendisiyle görüşme
talebimiz var, bize randevu vermiyor. Fındık üreticileri birliklerine ve
Fiskobirlik yöneticilerine, lütfen randevu versin ve bu konuyu, kendileriyle
detaylı olarak görüşsün; siyasî çalışmalarına bir iki gün ara verip, aslî
görevine dönmelidir. Girmeye çalıştığı siyasî partilerin milletvekili
sayısından, bu Parlamentodaki Karadenizli milletvekili sayısı daha fazladır. İş
çevreleriyle ittifak arayanların, 8 000 000 Karadenizlinin derdiyle ittifak
aramasının zamanı gelmiştir. Bugün, yöre
milletvekilleri olarak, Sayın Başbakanla görüştük. 150 000 ton üretim fazlası
fındık için, Fiskobirlik'e, mutlaka, 300 trilyon lira kredi verilmelidir. Bu
parayla, Fiskobirlik piyasadan fındık almalı ve maliyeti 2 000 000 lira olan bu
fındığı daha aşağıya düşürmemenin gayretini göstermelidir. Bu bir siyaset
değildir, bu bir popülizm değildir; bu, akıllı bir ticarettir. Karadeniz
insanı, fındığı bu hale getirenleri, yaptıkları fındık mitinglerine ilgi göstermeyerek
teşhir etmektedir. 57 nci hükümet,
Karadenizin birçok kanayan yarasına neşter vurmuş ve netice de almıştır.
Fiskobirlik'in yeniden yapılandırılması sağlanmış, birliğin tüketiciye yük
olması ortadan kaldırılmıştır. Dönümüne 200 dolar prim verilerek, taban arazideki
sökümler teşvik edilmiş ve alternatif ürünün yaygınlaştırılması cihetine
gidilmiştir. Fındıktan fındığa ortaya çıkıp oy avcılığı yapmanın, bölge
insanına hiçbir faydası yoktur. Yine, 1984 yılında
ihalesi yapılmış olan Karadeniz sahil yolunun, onbeş yıllık inşaat döneminde,
dönemin iktidarları 250 000 000 dolar harcamışken, 57 nci hükümet, Karadeniz
sahil yoluna, Karadeniz insanına verdiği önem gereği, 1 milyar dolar para
harcamıştır bu son üç yıl içerisinde. Bu rakamlarla oynamanın kimseye faydası
yoktur. Cumhuriyetimiz
yetmişsekiz yıllıktır. Cumhuriyet tarihinin altmış yılını alıp, o zamanki
borçları ortaya koyup, son üç yılda alınan borçlarla kıyaslamanın bir anlamı
yoktur. Sayın Candan, cumhuriyetin yirmibeş yılını niye atıyorsunuz?! Son üç
yılı eğer 57 nci hükümetinse, son yirmibeş yılında, sizin de iktidar olduğunuz
hükümetler vardır. Lütfen, o rakamları da, çıkın, bu milletin gözüne baka baka
ortaya koyun. Maliye Bakanımız, daha bir hafta önce yayımlamış olduğu tebliğde,
Türkiye Cumhuriyetinin iç ve dış borç toplamının 205 milyar dolar civarında
olduğunu söylemiştir. Bu hükümet işbaşına geldiğinde, 150 milyar dolar iç ve
dışborç toplamı vardı. Şimdi, size soruyorum,
aziz milletimiz bizi dinliyor: Fona devredilen bankaların 1993'ten sonraki
müsebbipleri kimlerdir? Hazineye devredilen bu bankaların, yük olan bu
bankaların maliyetinin 35 milyar dolar civarında olduğu bilinirken, yine,
Ziraat Bankasının ve Halk Bankasının kamu maliyesine maliyetinin görev zararı
adıyla 20-25 milyar dolar olduğu bilinirken, bunların müsebbibi, geçmiş dönemde
işbaşında olan hükümetlerden başkası değildir. Ben, 3 Kasım seçimlerinin
aziz milletimize hayırlar getirmesini Yüce Allah'tan niyaz ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Söz sırası, Yeni Türkiye
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'da. Buyurun efendim. (YTP
sıralarından alkışlar) Sayın Al, süreniz 5
dakika. YTP GRUBU ADINA EROL AL
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı kanun
tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Yeni Türkiye Partisinin görüşlerini arz
etmek üzere söz aldım; Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu
kanunla, 150 trilyon liralık ödenek, genel seçimin ihtiyaçları, genel seçim
nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması ve siyasî partilere malî
yardım yapılması için bütçeye konuluyor. Bu, yedek ödenekten de
karşılanabilirdi diye düşünüyorduk; ancak, böyle bir kanun tasarısının
gelmesine bir ihtiyaç var ise, buna da bir itirazımız yok; kanun tasarısını
destekliyoruz. Her seçim öncesinde, bir
siyasî hareketin malî yardımdan yararlanabilmesi için -Siyasî Partiler Yasamıza
bakarsak- bir kanun değişikliği yapıldığını görürüz. Biz, Yeni Türkiye olarak,
şu anda önümüzde böyle bir imkân bulunmasına rağmen, böyle bir anlayışın
içerisinde olmadık. Bunu, Yüce Türk Halkının layık olduğu düzeyde bir siyaset
anlayışının gereği olarak görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, bu
anlayışın herkes tarafından paylaşılması ve yerine getirilmesi halinde Büyük
Türk Milletine yararlı hizmetlerde bulunabiliriz; ancak, bunun tam olarak böyle
olmadığını da üzülerek söylemek durumundayım. Biraz önce, bir
arkadaşımız söz aldılar ve dediler ki: "Türkiye'de siyaseti kundaklamak
isteyenlerin senaryolarında rol alanlar, önce o partiyi kuşatarak, sonra bu
grubu, bu partinin iktidarına getirerek bu role soyunanlar..." Değerli arkadaşlarım, son
derece saygıyla ve hürmetle hepimizin andığı büyük bir siyaset adamına hiç
kimsenin haksızlık yapmasını istemiyorum. Bu, büyük siyaset adamımızı mahkûm
eden bir konuşmadır. Bu partinin iktidarına uluslararası güçler mi hükmediyor
acaba? Bu partinin iktidarına birilerini uluslararası güçler mi getiriyor ki,
burada, böyle bir ifade kullanılabiliyor, bunu sormak istiyorum. Uydurma
saldırılarla tarihe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemenin bedelini
ödeyemeyiz. Değerli arkadaşlarım,
yine, arkadaşımız, sanki Mecliste ilk defa parmak kaldıracakmış veya ilk defa
bir kanun müzakeresine katılıyormuş gibi, bugüne kadarki bütün sorumluluklarını
üçbuçuk yıl sırat köprüsünde yürüdüğü arkadaşlarına saldırarak ve bütün
faturayı onlara yükleyerek bunun altından kalkmak gibi bir kolaycılığı
seçebiliyor. Böyle bir siyaset anlayışını reddediyoruz. Yüce Türk Halkı bu
siyaset anlayışını mahkûm edecek olgunluktadır. Bakın, size bir şey ifade
edeyim, ben ve benim arkadaşlarım, uluslararası güçlerin Türkiye üzerindeki
oyununu bozmak için Bergama'da altın madeninin üretime geçmesi için onüç yıldır
yapılamayan bir mücadeleyi yaptık. Bu ülkede, Bergama'da, bugün altın
üretiliyor; yılda 3 ton altın, 3 ton gümüş üretiliyor. Şimdi, Salihli Sart'ta
50 ton altının yerli bir şirket tarafından üretime geçirilmesi için deneme
üretimi başladı. Bunlar, bu büyük Türk Halkı tarafından... Michigan'dan, Almanya'daki
hapishanelerden bana mektuplar geldi, tehditler aldık; ama, bakın, uluslararası
komplo arıyorsanız ben size bir komplo söyleyeyim ya da buna dayanak
gösterilebilecek bir şey söyleyeyim. Bizi, bu mücadeleyi yaparken yalnız bırakanlar,
bize bu şirketlere ortak mısınız diye soranlar, bugün, hangi mevkidedir size
sorarım arkadaşlarım. (YTP sıralarından alkışlar) Bunun cevabını bir versinler
bakalım arkadaşlarım. Ben, böyle bir konuşmayı
bir daha tekrarlamayı, bu Yüce Türk Halkına karşı hiçbir zaman tercih etmiyorum
ve istemiyorum. Arkadaşlarımızın Büyük Türk Milletine söyleyecekleri bir şey
varsa, saygı ve sevgi anlayışı içerisinde onu söylemelerini rica ediyorum ve
vaktinizi aldığım için hepinizden özür diliyorum. Teşekkür ediyorum beni
dinlediğiniz için, saygılarımla. (YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi söz
sırası, Saadet Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da. Buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. SP GRUBU ADINA CEVAT
AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 894 sıra sayılı ekbütçe
kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım. Bu madde, seçimler
münasebetiyle bütçeye 150 trilyonluk bir ek yapmaktadır; onun için getirilmiş
olan bir tasarıdır. Bizim, maddeyle ilgili bir önergemiz var; herhalde, sırası
gelince burada müzakere edeceğiz. Bu ödeneğin artırılarak, fındık çiftçisinin
malını almak için Fiskobirlik'e de ekkaynak aktarılmasına ait bir teklifimiz
var. Şimdi, tabiî, burada
konuşuyoruz arkadaşlar, üç yıllık bir hükümetin muhasebesini yapıyoruz, seçimde
bunu yapacağız; ama, burada yapıyoruz şüphesiz ve iktidara mensup partilere üye
arkadaşlar "öyle iyi yaptık, böyle yaptık" diyorlar. Bakın, ben size
söyleyeyim ne yaptığınızı; MHP son üç yılda olsa bile, diğer iki ortak beş
yıldır hükümette. Bizim, Refahyol Hükümetinin, 54 üncü Hükümetin oniki aylık
döneminde toplam faiz ödemesi 16 402 000 000 dolardır; aylık ortalama 1 366 000
000 dolardır. Ay bazında aldım ki, haksızlık olmasın, teraziyi düzgün
kullanalım diye. Bizden önceki bir yıla baktığınız zaman -1 Temmuz 1995'ten 1
Temmuz 1996'ya- toplam ödeme 16 527 000 000 aylık ödeme 1 377 000 000'dur;
yani, biz, gerek toplamda gerekse aylık ödemede bunun altına düşmüşüz, fren
yapmışız ve geri vitese takmışız, Refahyol Hükümetinin başarısı. Bizden sonra
ne olmuş; 55 inci hükümet döneminde aylık faiz ödemeleri 1 745 000 000, 56 ncı
hükümet döneminde 2 395 000 000, 57 nci hükümet döneminde 2 811 000 000 dolar
ve 57 nci hükümet döneminde ödenen toplam faiz 104 milyar dolardır. 55, 56, 57
nci hükümetler döneminde, 5 yılda ödenen faiz 147 milyar dolardır. Bakın,
Türkiye nereden nereye geldi! Eğer bu, sizin sicilinizde iftihar vesilesiyse,
buyurun yazın, not edin. İkinci bir rakam daha
vereyim. Faizlerin vergiye oranı; yani, toplanan verginin ne kadarı faize
gidiyor, çok konuştuk, yine hatırlayalım: 1996 yılı bütçesinde, bizim
devraldığımız bütçede 100 lira vergi toplanıyor, 68 lirası faize gidiyordu.
1997 yılında biz Refahyol olarak bunu yüzde 48'e düşürmüşüz; 20 puan aşağıya
çekmişiz, vergi gelirlerinden elde ettiğimiz aşağı yukarı 6-7 milyar dolar
tasarrufu fındığa, pancara, emekliye, memura, çalışan zümrelere kaynak
aktarmışız; hem sosyal hem iktisadî transfer yapmışız. Şimdi, 55, 56, 67 nci
hükümetin sicilini söylüyorum: 1998 yılında, bizden sonra gelen 55 inci hükümet
döneminde 100 lira vergi toplanmış, yine 68 lirası faize gitmiş, rantiyenin
hortumu büyütülmüş, gaza basılmış. 1999 yılında, 100 lirası vergi toplanmış, 75
lira faize gitmiş. 2000 yılında, 100 lira vergi toplanmış, 80 lirası faize
gitmiş. 2001 yılında, 100 lira vergi toplanmış, 106 lira faize gitmiş; yani,
faizler vergiyi aşmış, boynuz kulağı geçmiş. 2002 yılı, 6 yıllık ocak-haziran
konsolide bütçe uygulamalarında 100 lira vergi toplamışız, 112 lira faize
gitmiş; hükümetin tablosu bu, bu ortakların tablosu bu. Bir de, lütfen çabucak
içborçlara bakalım: Biz hükümeti devrettiğimizde, 1997 yılının haziran ayının
sonunda toplam 86 milyar dışborç, 28 milyar dolar da içborç; 115 milyar dolar
varmış. Bugün geldiğiniz nokta, 2001 yılının ilk üç ayı itibariyle 207 milyar
dolardır borçlarınız; yani, bunun içerisinde 117 milyar dolar dışborç var, 90
milyar dolar içborç var; içborç üçe katlanmış -üçten de fazla- dışborç da,
aşağı yukarı yüzde 50'den fazla artmış. Şimdi, ağustos ayına geldiğimiz zaman,
bu, 230 milyar dolardır; yani, bıraktığımız borçların toplamını ikiye
katlamışsınız; yani, bu hükümetin sicili, tablosu budur. Muhterem üyeler, muhterem
kardeşlerim; biz, size, bunları, hep anlattık, hep anlattık; ama, bizi
dinlemediniz, muhalefete önem vermediniz. Bakın, 2000 yılında krize giderken,
her platformda dedik ki "bakın, enflasyon kur makası açılıyor, batağa
gidiyorsunuz" nitekim, kasımda lastik patladı, 2001 yılının şubat ayında
bir daha patladı, Türkiye, krizden krize yuvarlandı. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Bitiriyorum Muhterem Başkanım. BAŞKAN - Buyurun efendim. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Teşekkür ederim efendim. Yani, bunları dikkate
almıyorsunuz. Şeyh Sadi'de bir hikâye
var. Adamın birinin evi hasarlı, yıkılacak; tabiî, bir türlü tamir etmiyor. Bir
gün yıkılıyor, çoluk çocuk altında kalınca, feryadı figan "niye
söylemedin" diyor ve taş, toprak dile geliyor "be, hey gafil, ben hep
söyledim; sen, ağzıma bir avuç çamur sıvadın" diyor. İşte, Türkiye'yi
getirdiğiniz nokta budur; yani, üç yıllık iktidar, beş yıllık iktidarsınız,
Türkiye için fevkalade talihsiz dönemdir; inşallah yeni dönemde, yeni
hükümetler bunun altından kalkar; Türkiye, batmayacak, Türkiye'nin çaresi
vardır, inşallah o çare de bulunacaktır, diyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum.
(SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi, Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. DYP GRUBU ADINA TURHAN
GÜVEN (Mersin) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum, Doğru Yol Partisi Grubu adına
hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. Değerli arkadaşlarım, bu
dönem, bir bütçe kanunu ve diğer bazı kanunlarla beraber belki bitmek üzere;
ama, görünen o ki, birtakım talepleri karşılamak noktasında, biraz evvel bir
arkadaşım fındıktan falan bahsetti, asıl popülist siyaset, işte, her önüne
gelen şeye imza atmaktır. Asıl popülist siyaset, Türkiye'de, daha önceden
yapılması noksan olan yerleri ikmal etmek, tamamlamak; yani, ilçeleri il
yapmaksa onun bir örneği vardır, ciddîyeti vardır. Ben, bu ilçeler il olsun, olmasın
demiyorum, olsun; ama, benim seçim çevremde üç tane, eskiden, gerçekten bir
tanesi il olan bir Silifke vardır. Eğer, bu noktaya gireceksek, bir çırpıda
hepsini beraber yapacaksak yapalım ondan sonra seçime gidelim; ama, bir başka
olay var, Türkiye'de seçime gideceksek vatandaşın beklentilerine cevap vererek
gidelim. İkibuçuk yıldan beri,
hatta 1999'dan beri bağırıyoruz: "Gelin, şu vatandaşın isteklerini gözardı
etmeyin; Siyasî Partiler Kanununda değişiklik yapalım, Seçim Kanununda
değişiklik yapalım, şu tercih hakkını getirin." Tercih hakkı bu milletin
en büyük arzularından biridir. Ne diyor vatandaş size ve hepimize ne diyor:
"Ben arzu ettiğim insana oy atamıyorum; genel merkezlerin hazırlamış
olduğu listeler üzerinde oy kullanmayı arzu etmiyorum." Biz, Genel
Başkanımız Sayın Tansu Çiller'le beraber bütün genel başkanları dolaştık, bunu
anlattık. 1999 seçimleri sonunda gittik, bize dediler ki: "Daha seçimden
yeni çıktık, ne gereği var Seçim Kanununda değişikliğe." Halbuki,
olmalıydı, kalıcı bir sistem koymalıydık. O zaman, eğer, Seçim Kanununda
gerekli değişikliği yapsaydık, bakın, bu sıkıntılar bugün olmazdı. Türkiye'de
sıkıntıları hafifletmek istiyorsanız, yapacağınız bu seçimden sonuç
alınmayabilinir; ama, bundan da korkmamak lazım. Eğer, böyle bir şey olursa,
daha sonraki bir kısa dönem içinde bir başka seçim daha yapılabilir. Değerli arkadaşlar, konu
bir bütçe meselesi midir, değil midir; geçen haftanın sonunda burada yaptığımız
toplantıda bunun bir bütçe meselesi olmadığını, Türkiye'de 1960'tan bu tarafa 6
kez erken genel seçim yapıldığını ve erken genel seçim yapıldığı için de, o
yılın bütçesinde en ufak bir kuruşun, liranın olmadığını; fakat, seçimlerin
yapıldığını ifade ettiler. Sayın Bakan geldi, açıklamalarda bulundu; bu doğru.
Buna ihtiyaç olduğu ifade edildi; tamam, ama, şimdi başka konuları getirirken,
Anayasanın gerektirdiği şekilde kaynak bulmadan nasıl yapılacaktır noktasına
geldiğinde, acaba, hükümet, ne diyecek? Burada bir aktarmayla yapılıp, bir
ekbütçeyle, yıl sonunda hazırlanacak bir bütçeyle bu olabilirdi. ADNAN FATİN ÖZDEMİR
(Adana)- 95'te tercihli sistem vardı; siz kaldırdınız. TURHAN GÜVEN (Devamla)-
91'de de vardı. 95'te kaldırılmış olması, yanlışın doğruluğunu ispatlamaz. ADNAN FATİN ÖZDEMİR
(Adana)- Sizin iktidarınızda... TURHAN GÜVEN (Devamla)- O
zaman, getirin efendim; getirin... Getirin... ADNAN FATİN ÖZDEMİR
(Adana)- Siz kaldırdınız ama!.. TURHAN GÜVEN (Devamla)-
Hayır; bakınız, işte, bilmiyorsunuz. Kanunda halen vardır; uygulanması
kaldırılmıştır. Onun için, bırakın da, bilmediğiniz konulara girmeyin!. ADNAN FATİN ÖZDEMİR
(Adana)- Siz çok iyi bildiğinizden mi o günleri yaşadık. TURHAN GÜVEN (Devamla)-
Biz çok iyi bildiğimiz için... Ben, şimdi sana laf
anlatacak durumda değilim. Gidersiniz, vatandaş, lazım geleni size yapar. Onun
için, bırakın bunları da, bu memlekette sağlıklı bir seçim yapılması
isteniyorsa, gelin, üçbuçuk yıldan beri, dört yıldan beri söylediğimiz şeyler
üzerinde ittifak neyse onu yapalım. Bu, seçim ittifakı değil; ama, herhalde,
kanunların değişikliğinde ittifak olmalıdır, tercih olmalıdır. Siyasette
istikrar sağlıyorsanız, iki turlu seçimi gelin, kabul edin ve ondan sonra da,
Türkiye'de siyasî istikrarı; yani, Anayasada arzu edilen şeyi birlikte yapalım. Hepinize saygılar
sunuyor, teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Adalet ve
Kalkınma Partisi adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa)- Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bu seçim ülkemize hayırlı olsun. Bütçesini de ayırıyoruz,
parasını da ayırıyoruz; inşallah, bu parayı da en verimli şekilde, gerek
partilerimiz gerek Yüksek Seçim Kurulu kullanacaktır diye temenni ediyorum. Ayrılan paradan 79,4
trilyonu partilere gidecek; yaklaşık 50 veya 55 trilyonu da Yüksek Seçim
Kuruluna gidecek. Arada bir 15,5 trilyonluk fazlalık var; inşallah, bunu da,
önümüzdeki seçimleri bilgisayar ortamında -halkımızın çok süratli bir şekilde
neticesini duyabileceği seçimleri- yapmak üzere Yüksek Seçim Kurulu kullanır
diye temenni ediyoruz. Yaklaşık bir günde
Türkiye'nin ödediği faize eşdeğer tutarda olan bu seçim bütçemizin, inşallah,
neticesinde getireceği iktidarla, her gün ödediğimiz faizlerin daha azalacağı,
daha azaltılacağı -bir yönetime kavuşacağı- günlere geleceğiz diye temenni
ediyorum. Değerli arkadaşlar,
Türkiye neden bugün bu seçim ortamına geldi, neden bugün bu seçimi konuşuyoruz
ve neden bu seçim ortamında da başka konuları konuşuyoruz? Tabiî, ülkemizde,
insanımızın, Türk Halkının uğradığı birtakım ekonomik ve sosyal sıkıntılardan
dolayı, iktidara duyulan güvensizlikten dolayı bu seçim gündeme geldi. Biraz
önce Sayın Bakanımız bazı iddialarda bulunurken "rakamlara da dayanmak
lazım" diye ifade buyurdular. Çok haklılar tabiî; ama, mesela, güven ortamının
oluşup oluşmadığı konusunda önemli bir kriter olan yabancı sermaye girişlerine
bir bakarsak, 2001 yılı ocak-nisan döneminde Türkiye'ye 1,6 milyar dolar
yabancı sermaye gelirken, yine, bu yılın, 2002'nin aynı döneminde maalesef 70
milyon dolarlık net giriş oluyor. Gerek içeriden gerekse dışarıdan ülkenin
yönetimine, ülkedeki siyasî istikrara duyulan güvensizliğin neticesi olarak
yabancı sermaye de gelmiyor tabiî. Değerli arkadaşlar,
burada tarımdan çok bahsettiniz, çok bahsedildi, tarımdan ben de bahsetmek
istiyorum, rakamlarla bahsetmek istiyorum. Bakın, bünyesine girmeye
çalıştığımız Avrupa Topluluğund, 2002 yılı 10 Temmuzunda, uygulanacak tarım
reformuyla verilen sübvansiyonlar ile kaynakların kırsal kesimin kalkındırılması
için kullanılacağına dair karar alınıyor. Ama, dikkat ederseniz, biz, bugün,
ülkemizde, maalesef, köylümüzü sıkıntıya sokacak üretim daralmaları getirirken,
yerine yeni alternatifleri koyamıyoruz. Tabiî, bu seçim
neticesinde gelecek olan iktidardan beklentimiz şu: Zengin topraklarımıza sahip
olan köylümüz, bu zengin toprakların fakir bekçileri olmamalı ve bunun
olmayacağını temin edecek yönetimlere, halkımız, iştiyak ile ihtiyaç duyuyor.
Bunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Yine, Maliye Bakanlığı
kaynaklarından aldığım birkaç rakamı söylemek istiyorum. Bakın, bütçe
gerçekleşmeleri açısından, 18.7.2002 tarihi itibariyle, harcamalar faslında
yaklaşık olarak yüzde 5 fazlalık var; yani, harcama kalemlerimiz yüzde 5
artmış. Gelirler faslında ise, tam rakam tutturulmuş; yani, gelirimizde artış
yok; ama, harcamalarımızda yüzde 5'lik önemli bir miktarda bir fazlalık var. Dolayısıyla, elbette, bu
bütçemizin sonucunun hayırlı olmasını diliyorum; Türkiye, seçime önemli
ekonomik sıkıntı içinde giriyor, bunu da halkımızın bilmesinde yarar var
diyorum. Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri, 1
inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Sayın milletvekilleri, 1
inci maddeyle ilgili olarak, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan ve
arkadaşları tarafından verilen bir önerge vardır; ancak, bu önergeyi, gider
artırıcı nitelikte olduğundan, Anayasanın 163 üncü maddesinin son fıkrası
gereğince işleme koyamıyorum, arz ederim. Şimdi, 1 inci maddeye
bağlı cetvelin bölümünü okutup, oylarınıza sunacağım.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1 inci maddeyi, şimdi
okunan cetvelle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3. - Bu Kanun
hükümlerini Maliye Bakanı yürütür. BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim, şahısları adına,
lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker ve Sakarya Milletvekili Sayın
Cevat Ayhan; aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya ve Giresun
Milletvekili Sayın Turhan Alçelik söz istemişlerdir. İçtüzüğe göre, lehinde ve
aleyhinde olmak üzere, birer sayın üyeye söz vereceğim. Lehinde İstanbul
Milletvekili Sayın Masum Türker; buyurun. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Vazgeçti Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Masum
Türker hiçbir zaman vazgeçmez. Sayın Türker, son söz
olduğu için, 3 dakika süre veriyorum. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz bu tasarısı, herkesi,
birçok şeyi gözden geçirmeye ve -bu gözden geçirmelerden kendine düşen hisseyi
alıp- ona göre konuşmaya yöneltti. Sanıyorum herkes dersini aldı. Oyumun rengi evettir;
hayırlı olsun. Bu hayrın içinde "herkes dersini aldı" lafının da
altını çizerek söylüyorum; herkes düşünerek dersini alsın. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker,
kısa konuşmanızdan ötürü teşekkür ediyorum Aleyhinde, İstanbul
Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Verkaya, size de 3
dakika süre veriyorum. MUSTAFA VERKAYA
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiçbir iktidarın,
özellikle, ülkede reform niteliğinde dönüşümleri sağlamış bir iktidarın erken
seçim talep etmesi ihtiyarî olmaz; yani, kendi arzusuyla, koşa koşa erken
seçime gitmez; mecbur kalırsa, cesur da davranabilirse, isabetli ve ferasetli
bir bakışla erken seçime karar verebilir. Daha önceki iktidarlar dönemine
baktığımızda, gerçekten, ihtiyaç olmasına rağmen, erken seçim kararı alamamanın
sonuçlarına, maalesef, katlanılmıştır. 57 nci hükümetin
kurulması, üç partili koalisyon hükümetinin ortaya koyduğu faaliyetler,
cumhuriyet tarihinde dönüşüm niteliğinde reformların altına imza attığımızı
gösteren önemli uygulamalardır; ancak, üçbuçuk yıla yakın zamandan beri bu
büyük başarıların altında imza koyan hükümetin en önemli ve büyük ortağı
Milliyetçi Hareket Partisini, 4 Temmuz liderler zirvesinden sonra, erken seçim
kararına götüren sebepler nelerdir, niçin bu karara gelinmiştir? 4 Temmuz liderler
zirvesini, kamuoyuna ciddî boyutlarıyla ve tüm boyutlarıyla açıkladığımız
takdirde, bugün, Anavatan Partisinin Genel Başkan Yardımcılığını yapan Sayın
Erkan Mumcu'nun da ifade ettiği gibi, bu komplocu veya hükümete karşı komplo yapmayı
planlayan, dar iradeyi temsil eden ve bu ülkede, yıllardan beri, çeşitli
vesilelerle ve çeşitli zamanlarda, dar iradelerini hâkim kılmaya alışmış
jakoben kafalıların, aynı alışkanlıklarını... MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Kim bunlar?.. MUSTAFA VERKAYA (Devamla)
- ...57 nci hükümete de uygulama noktasında göstermiş oldukları davranış, hesap
edemedikleri bir gerçekle bozulmuştur; çünkü, bu hükümetin içerisinde, Türk
milliyetçiliği davasını savunan, Türk Milletinin iradesini her türlü iradenin
üzerinde ve önünde gören, demokrasiye iliklerine kadar inanmış Milliyetçi
Hareket Partisinin, bu tür dar iradeci uygulamalara, siyaset terziliğine
tahammül edemeyeceğini hesap edememişlerdir. (MHP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. MUSTAFA VERKAYA (Devamla)
- Bundan dolayı, 4 Temmuz liderler zirvesinde bile, yeni siyasî senaryolardan
bahsedebilmeye cesaret edenler, bugün, o siyasî senaryoların arayışı içerisinde
nafile turlar atıp yorulanlar ve onu destekleyenler, maalesef, bu ülkenin
demokratik bir ülke olduğunu, bu ülkenin Meclisinde hâkimiyetin kayıtsız ve
şartsız millete ait olduğunu hesap edememişlerdir veya hafife aldıkları için,
başka devlet terbiyesinden gelmenin hafifliği içerisinde oldukları için gerekli
derslerini de almışlardır. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün, şaşkın ördek
misali, arayışlarını devam ettiriyorlar; ama, bilsinler ki, bu ülkede,
hâkimiyet kayıtsız ve şartsız millete aittir ve bu tür tabloları ortadan
kaldırmanın yegâne yolu, milletin iradesine başvurmaktır. Bundan sonra, o
siyaset terzilerine tembih ediyoruz: Bu tür komploları kurduğunuza bugün pişman
olacaksınız, yarın da pişman olacaksınız. (MHP sıralarından alkışlar) Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Tasarının tümünü açık
oylamaya sunmadan önce, açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım: Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Oylama için 3 dakika süre
veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açık oylamasına 237 sayın
milletvekili katılmış olup; 236 kabul, 1 ret oyuyla tasarı kanunlaşmıştır. (1) Sayın Bakana ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerine teşekkür ediyorum. Demokrasinin supabı olan
seçimin parası da temin edildiğine göre, Türkiye'nin önü açılmıştır. Türk
Milletine, seçim hayırlı ve uğurlu olsun efendim. (Alkışlar) Saat 21.00'de, İş
Güvencesi Tasarısının görüşmelerine başlamak üzere, birleşime ara veriyorum.
Afiyet olsun. Kapanma Saati : 20.12 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 21.00 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Mustafa VURAL
(Antalya) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 127 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri,
gündemin 2 nci sırasına alınan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu raporunun görüşülmesine başlıyoruz. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2 – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu 893 sıra
sayısı ile bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde
görüşmelere başlamadan önce, Komisyonun bir tezkeresi var; okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemde bulunan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
13 ve 14 üncü maddelerinin, İçtüzüğün 88 inci maddesi gereğince, Komisyona geri
verilmesini arz ve talep ederim. Saygılarımla. Ertuğrul
Kumcuoğlu Aydın Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Başkanı BAŞKAN - Efendim,
İçtüzüğün 88 inci maddesine göre 13 ve 14 üncü maddeler Komisyona geri
verilmiştir. Tasarının tümü üzerinde
Anavatan Partisi Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli söz istediler. Sayın Pakdemirli?.. Yok. Saadet Partisi Grubu
adına, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan konuşacaktır. Buyurun Sayın Demircan.
(SP sıralarından alkışlar) Sayın Demircan, süreniz
20 dakika. SP GRUBU ADINA AHMET
DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iş güvencesi yasa
tasarısı adıyla bilinen kanun tasarısı hakkında Saadet Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
şu anda 21 inci Dönemin belki de en son yasama faaliyetini icra ediyoruz. Belki
de bundan sonra Meclisimiz tamamen tatile girecek ve yapılacak bir seçimle
millet iradesi yenilenmiş olacak. Bazı çevreler şunu
söyleyebilir: "Meclis niçin böylesine önemli bir yasa tasarısını giderayak
olağanüstü toplantı talebiyle gündemine aldı, bu yasanın görüşülme ve karara
bağlanmasını gelecek döneme bırakmadı?" Yine şu sorulabilir: "Ülke İkinci
Cihan Harbinden sonra maruz kaldığı en ağır ekonomik krizini yaşarken böyle bir
yasa neden gündeme geldi?" Değerli milletvekilleri,
"şemsiye yağmur yağarken gereklidir" diye bir söz vardır. Ülkede bu
ekonomik kriz yaşanırken güvenceye, çalışanların korunmasına, işverenin de
çalışanlarının haklarını korumasına, elbette, böyle bir dönemde ihtiyaç vardı. Değerli milletvekilleri,
İş Güvencesi Yasası, Türkiye'nin, Avrupa Birliği yolunda en önemli belgesi olan
Ulusal Programda "Sosyal Politika ve İstihdam" bölümünde, kısa vadede
yapılacak işler ve çıkarılacak yasalar arasında sayılıyor. Elimizde, altında
tarafların tümünü temsil eden hükümetin Bakanı Yaşar Okuyan -ki bu yasa
tasarısıyla ilgili olarak Bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı- işveren
temsilcisi TİSK ve işçilerin temsilcileri Türk-İş, DİSK ve Hak-İş Genel Başkanlarının
imzalarının bulunduğu bir protokol var. Bu protokole, çalışma hayatımıza örnek
oluşturacak bir yaklaşım sergilenerek "taraflar, aralarında aldıkları
ortak kararla 3'er üye vererek bir bilim kurulu oluşturacak ve bu kurulun oybirliğiyle
alacağı kararlar herhangi bir çekince ileri sürülmeden taraflarca kabul edilmiş
sayılacak, oyçokluğuyla alınan kararlar da kabul edilmiş sayılacak; fakat, bu
konularda tarafların deklarasyon hakkı saklı kalacaktır" şeklinde de bir
hüküm konuluyor. Bilim kurulunun, 1475 sayılı İş Kanununu, 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununu
ele alması kararlaştırılıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının da, en
geç Eylül 2001 sonuna kadar bitirilmesi düşünülen bu çalışmalar sonucu elde
edilecek tasarı metinlerini, 2001 yılı sonuna kadar yasalaştırmak üzere gerekli
girişimleri yapacağı taahhüt ediliyor. Değerli milletvekilleri,
böyle bir protokole rağmen ne oluyor: Çalışma Bakanlığı, yaklaşık iki ay sonra,
tasarıyı, Bakanlar Kuruluna sevk ediyor; ancak, Bakanlar Kurulunca 29.8.2001
tarihinde kararlaştırılan tasarı, altı aydan fazla, Meclise sevk edilmeden,
Başbakanlıkta bekletiliyor. Neden sonra, işveren sendikası başkanınca yapılan
bir beyanda, tasarının kendileri tarafından Başbakanlıkta tutulduğu gibi bir
ifade ortalığa yayılınca, hükümet tasarıyı komisyona sevk ediyor ve komisyonda
da tasarı beş ay beklemek durumunda kalıyor. Seçime gitme kararı alınınca,
taraflardan, çalışanlar, Meclisin bu yasayı çıkarması için, işverenler ise
Meclisin bu yasayı çıkarmaması için harekete geçtiler. Hatırlarsanız, 57 nci
hükümet, iş dünyasını ilgilendiren yasalardan biri olan emeklilikle ilgili
yasayı, daha üçüncü ayında çıkarmış ve toplum kesimlerinin büyük tepkisine
rağmen bu kanunu Meclisten geçirmişti. Ülke deprem felaketiyle boğuşurken,
sosyal güvenlik kurumlarının ödeme dengelerinde bozukluklar var gerekçesiyle,
Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı kanunlaştırılmıştı. Sayın Bakanımıza, ki
o günkü Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan'a göre, bu bir reform paketiydi ve bu
paketteki yasaların tümü geçmeliydi; bu, doğruydu. Biz, muhalefet olarak, bu
yasalardaki yanlışlıkları ve noksanlıkları, yaptığımız uyarılarla, gösterdik,
dile getirdik. Ancak, 57 nci hükümet, başlangıçtan itibaren sergilediği
tutumunu sürdürdü ve muhalefetin uyarılarını yok sayarak yoluna devam etmede
ısrarcı oldu. İlk olarak, o zaman anamuhalefet partisi olarak, Anayasa
Mahkemesine başvurduk ve yanlışlıkların bir kısmı olsun düzeltilme fırsatı
bulunmuş oldu; ama, hükümet, aynı alışkanlığı o konuda da devam ettirdi ve son
güne bıraktı. Hatırlarsanız, Anayasa Mahkemesinin iptal etmiş olduğu bu yasa,
verilen sürenin dolmasına gün kala Meclise getirildi ve son günde, son anda
Meclisten geçirildi. Değerli milletvekilleri,
reform paketi olarak sunulan yasalar, maalesef, başladığı gibi hızlı bir
şekilde devam etmedi. İşsizlik sigortası ve emeklilik yaşıyla ilgili olanlar
kanunlaştı; ancak, iş güvencesi ve İş Kanunuyla ilgili yasalar bir türlü
kanunlaşma sürecini tamamlayamadı. Kamuoyu, bu gecikmenin nedenini anlamaya
çalışırken, reform paketinin durdurulduğu, durduranın da iş dünyasında
taraflardan biri olduğu ortaya çıkınca, hükümet, bu konuda, taraflardan birini
değil, her ikisini dinlemesi gerekirken, birini dinlemiş gibi bir tutum
içerisinde kaldı; oysa, her ikisinin de ve tüm ülkenin haklarını gözeten bir
tutum içinde olmalı değil miydi?! Değerli milletvekilleri,
biz, Saadet Partisi olarak, çıkarı değil, hakkı esas alan bir anlayışla
meselelere yaklaşıyoruz ve hep böyle yaklaştık. Çıkar esas alındığında, çatışma
kaçınılmazdır; çatışma olunca ise, daima devreye güç girecektir ve güç devreye
girince, güçlünün dediği olacaktır. İşte, bu kanun tasarısının serüveninde de
aynı durumun sergilendiğini görüyoruz. Oysa, hakkı esas aldığımızda, olaya
bakışımız, elbette, tamamen değişecektir. Sadece kendimizin hakkını değil,
diğer insanların da hakkını savunmak gibi yüksek değerlere ulaşmak mümkün
olacaktır. Eğer, haklar arasında çatışma olur mu derseniz, haklar arasında
çatışma olduğundaysa, yürütmenin, yasamanın, yani, siyasetin temel görevi,
hakları korumak, adaletle hükmetmektir. İşte, Meclise düşen, temel insan
haklarına ve Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, hakların düzenlenmesi ve
kullanılması hususunda, hak ve adalet ölçüleri içinde kalmak olmalıdır. İşte, bu
noktada, biz, Saadet Partisi olarak, meseleye, hak ölçüsü noktasından yaklaşmak
istiyoruz. Bu, bir haktır; sosyal koruma, sosyal güvenlik, bir haktır. İşte, bu
sosyal koruma hakkının, işçinin de korunması hakkı olarak ele alınması bağlamında,
iş güvencesi yasa tasarısını parti olarak destekledik. Değerli milletvekilleri,
bu olayda, tarafların her ikisinin iyi niyetini esas alıyoruz. Biz, iki tarafın
da iyi niyetle olaya yaklaşmakta olduğunu kabul etmek durumundayız. Bu olayda,
taraflar, sadece kendi çıkarlarını değil, karşı tarafın haklarını da düşünmek
zorundadırlar. İşverenlerimiz, Türkiye'de, ülkemizde, rekabeti ucuz işçilik
üzerine dayandırmaya çalışıyor; bu, yanlıştır. Bakın, Türkiye'de, bugün,
işçilik maliyeti, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde, Avrupa ülkeleriyle mukayese
edildiğinde çok düşüktür. Ülkemizde asgarî ücretin yaklaşık 120 dolar olduğunu,
bütün diğer ödemeleriyle birlikte işçilik maliyetinin 250 doların altında
olduğunu düşünürsek, işçiliğin maliyetinin yüksek olduğunu söylemek insaf dışı
bir davranış olur. Şimdi, iş güvencesini, Türkiye'deki işverenin rekabet gücünü
kıracağı gerekçesiyle reddetmek, karşı olmak yanlıştır. Türkiye'de, bu gidişle,
siz, yüksek katmadeğer üzerine ileri teknolojiyi, yüksek katmadeğeri esas alan
bir gelişmeyi takip etmezseniz, dünyadaki rekabet gücünüzden koparsınız. Değerli milletvekilleri,
bu yasayla, çalışma hayatı bir standarda kavuşturulacaktır. İş dünyası,
standartlarını gözden geçirmek zorundadır. Eski, babadan kalma usullerle
dünyayla rekabet etmenin mümkün olmadığı iyice anlaşılmalıdır. İşçiyi,
atılabilecek, keyfî olarak işten çıkarılabilecek bir iş dünyasının ortağı
olarak görüyorlarsa, bu konuda yanılıyorlar. Bu yasa, bir paketi oluşturan
diğer yasalarla birlikte çıkarılmalıydı; burası doğru. Diğer yasal düzenlemeler
yapılmasını gerektiren bu çalışmanın, bu Meclise gelmesi mümkün olmadı. Şimdi
yapılması gereken, zamanlamayı ayarlamaktır. Yasanın uygulanmasıyla ilgili,
gerek iş dünyasının kendisini yeni duruma uydurması ve gerekse de yeni Meclisin,
toparlanarak, paketin kalan kısmını tamamlaması için bir süreye ihtiyaç
olabilir. Bu konuda, iş dünyasının bir uzlaşma içinde olduğunu da görüyoruz;
ancak, iş dünyasında işçi çıkarmak kurala bağlanıyor diye, işçi çıkarmaların
artmaması konusunda da iş dünyasını, burada, uyarmak istiyorum. Değerli milletvekilleri,
57 nci hükümetin ülkeye yaşatmış olduğu ekonomik kriz nedeniyle, elbette ki, iş
dünyası, büyük bir sıkıntı içerisine düştü; insanlar, işlerini kaybettiler.
Böyle bir ortamda, bir görüş olarak "bu yasanın çıkarılması
yanlıştır" deniyorsa da,
başlangıçta zikrettiğim gibi, iş güvencesinin, ancak, böyle bir ortamda
gerekli olduğunu, tekrar, burada, vurgulamak istiyorum. Ülkemiz, beceriksiz, IMF
teslimiyetçisi hükümet yüzünden, çok ağır ekonomik bunalıma sürüklendi. İş dünyası,
tamamen, bir kaosun içine sürüklenmiş, çalışanı işvereni yarınından emin
olamamıştır. Bir gecede varlıklarının neredeyse yarısını kaybeden bir işveren
tarafı ve bir yılda, yaklaşık 1 500 000 insanın işinin kaybettiği bir çalışan
tarafı. İşveren, işin güvencesinin olmadığı bir ortamla karşı karşıya, işçi
ise, kriz bahanesiyle işini kaybetme ortamıyla karşı karşıya. Bu hükümet, ülkede,
güveni yok etti. O kadar ki, hükümet, kendine güvenini dahi kaybetmiş bir
duruma düştü; birbuçuk yıldır, bu
güvensizliğini, dışarıdan bakan ithal ederek, ekonominin direksiyonunu böyle
bir yönetime teslim etmiş olması da açıkça ortaya koymuştur. IMF'ye teslim
olmuş, alınan her karar, getirilen her yasa tasarısı, âdeta, önce IMF
tarafından niyet mektubu veya ek niyet mektubuyla yazılarak, hükümete ve
Meclise getirilmektedir. Şimdilerde ise, hükümet
ortaklarının bir kısmı, seçime, kendi programıyla girememe durumuna düşmüştür,
ortak aramaktadır. Diğer taraftan, bu beceriksiz hükümetin bir diğer ortağı
ise, üçbuçuk yılın hesabını vermekten kaçmaya çalışmakta, gündemi, Avrupa
Birliği karşıtlığı, Avrupa Birliği taraftarlığı zeminine çekmeye çalışmaktadır.
Biz, her gün, milletin arasında geziyoruz. Millet "bu masanın hesabını
ödemeden kaçmak yok; önce, şu üçbuçuk yılın hesabını ödeyin" diyor.
"Öyle, seçimden seçime Apo'nun arkasına saklanmasınlar" diyor. Millet, bu iktidarda ve
ondan önceki 55 ve 56 ncı hükümetlerde görev alan, ülkeyi batırmada ortak olan,
alınan her kararın altında imzası bulunan, sandık görününce ise sanki birden
karanlıkta ışık yanmış gibi kenara kaçarak "ben yokum, ben yoktum"
diyen "yeniyim" diyenlere de elbette ki inanmıyor. Kimileri ise "biz
değiştik"diyor, "14 Ağustos 2001'den öncesini bize sormayın"
diyor, hafıza kaybı rolü oynayarak, milleti de hafızasını kaybetmiş kabul
ediyor. Hayır beyler, hayır! Bu seçim, öyle bir seçim
olacaktır ki, IMF teslimiyetçileri ile millî çözümden yana olanlar arasında
geçecek. Bu seçimde, milletin, suyu getiren ile testiyi kıranı ayıracağına
inanıyoruz. Millet, 54 üncü hükümet
zamanında yaşamış olduğu ekonomik bereketi, yüzde 8,5 kalkınmayı elbette ki
unutmadı. Bakın, bugün konuşmaları
dinledik. Seçimle ilgili bütçe tasarısında konu geldi fındıkla ilgili bir
noktaya. Bölgemizin temel ürünlerinden, Türkiye'nin temel ihraç ürünü olan
fındıkla ilgili, milletimiz hafızasını şu anda toparlamak zorunda. Bakın, 54
üncü hükümet zamanında, içinde görev yapmaktan gurur duyduğum 54 üncü Necmettin
Erbakan Hükümeti zamanında Karadeniz'de fındık üreticisi 2 dolar 40 sente kadar
fındık sattı, 2 doların altına düşmedi; ama bugün gelinen noktada fındık 1
milyon lira; yani 60 sent, 70 sent düzeyinde. Milletimizin 54 üncü hükümet
zamanında bugünkünün 3 misli fiyata fındık sattığını, fındıktan bugünkü
gelirinin 3 misli düzeyinde gelir elde ettiğini unutmaması lazım ve hatırladığına
da inanıyorum. Elbette bu sıkıntılı
günler bir gün bitecek, millet bu çaresizliği bir şekilde çözecek, millî görüş
iktidara gelecek ve ekonomik kriz aşılacak ve ülke hızla gelişecek, işsizlik
sorunu çözülecek, Meclis, burada, bu yasaları değil, yabancı işçilerin
ülkemizdeki haklarını ve ihtiyaçlarını tartışacak, sosyal güvenliği görüşecek,
Türkiye'nin diğer ülkelere yapacağı yardımları tartışacak. Bu sıkıntılı süreç,
inşallah, önümüzdeki günlerde yapılacak olan seçimle bitecek. Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinizi saygıyla selamlıyor, çıkarılacak olan yasanın ülkemize ve milletimize
hayırlara vesile olmasını diliyorum.(SP, DYP ve YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
ikinci söz, Anavatan Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem
Pakdemirli'ye ait. Buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA EKREM
PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 893 sıra sayılı İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla
ilgili olarak, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlarken, hepinize saygılar sunarım. Değerli arkadaşlar, iş
güvenliği yasasının çıkması lazım. İş güvenliği yasa tasarısına karşı değiliz.
1994 yılında imzalamış olduğumuz ILO 158 sayılı Sözleşme hükümleri, ulusal
hukuk sistemimize taşınmalıdır. Bu bir lazimedir. Unutulmamalıdır ki, 15 AB
ülkesinin sadece 5'i ILO 158 sayılı Sözleşmeyi imzalamıştır, ayrıca, 13 aday
ülkenin sadece 3'ü imzalamış bulunmasına rağmen, ülkemiz, ILO 158 sayılı
Sözleşmeye uyum sağlamak durumundadır. Ulusal Programın orta vadeli hedefleri
içinde de, bu öngörülmüştür. Siyasette önemli olan,
doğru bir şeyi doğru zamanda yapmaktır; yani, zamanlama siyasette fevkalade
önemlidir. Değerli arkadaşlar, ILO
158 sayılı Sözleşmeye uyum yasasını çıkarmalıyız; ama, uyum sağlamanın yüzlerce
alternatif yolu mevcuttur. Bu uyumu, kendi Sekizinci Beş Yıllık Planımız, 1999,
2000, 2001 ve 2002 yılı programlarının emri doğrultusunda yapmalıyız. Beş
yıllık plan buradan geçmiştir, kanun hükmündedir, kamuyu bağlar, özel sektöre
de yol göstericidir. Burada, eğer bu kanunlar,
programlar; yani, beş yıllık plan neymiş, programlar neymiş dersek, tamam,
onlardan bağımsız bir şey çıkarırız; ama, kendimizle tutarlı olmayız. Değerli arkadaşlar, iş
hayatımızla ilgili Sekizinci Beş Yıllık Plan, "Amaçlar, İlkeler ve
Politikalar" başlığı altında şunları emrediyor, 963 sayılı madde, yani
emir şöyle: "Çalışma hayatı mevzuatının, ILO ve AB norm ve standartları başta
olmak üzere, uluslararası norm ve kurallara uygunluğu sağlanacaktır." Bu
bir emirdir. 966 numaralı emir de: "İşgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu
esneklikler sağlanacak, işgücü piyasasında kayıtdışı çalışma önlenecek ve yeni
çalışma biçimleri düzenlenecektir" diyor. 967 numaralı emirde de:
"Esas ücret yan ödeme paritesini esas ücret ağırlıklı kılma politikaları
sürdürülecek, verimliliğe dayalı ücret sistemlerine geçiş sağlanacaktır."
Bir başka emirde de: "Tarım İş Kanunu çıkarılacaktır" diyor. 977
numaralı maddede de: "İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, Avrupa Birliği ile
ILO normları dikkate alınarak yenilenecek ve sosyal tarafların da yer alacağı
İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu oluşturulacaktır" diyor. Değerli arkadaşlar, başta
da dediğim gibi, beş yıllık plan emredici, hepimizi bağlayıcı hükümler
getirmiştir. Şimdi, acaba, bu plana uygun olarak hangi emirler aşağıya
sıralanmıştır onlara bir bakalım. Bakın, 1999 yılı
Programı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bir görev veriyor, diyor ki:
"Çalışmakta iken işsiz kalanların gelir kayıplarını kısmen karşılamak
üzere, işsizlik sigortası kanun tasarısı hazırlıkları 3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun
ile 1475 sayılı İş Kanununun ihbar ve kıdem tazminatlarına ilişkin maddelerinde
yapılacak gerekli düzenlemelerle birlikte sonuçlandırılacaktır." Demiş;
ama, biz, sadece İşsizlik Sigortası Kanununu, 1475'i dikkate almadan
çıkarmışız. Olsun; yani, planda, programda böyle denmiş; pek de önemli değil gibi geliyor bize. Şimdi, 2000 yılı Programı
bakın ne diyor -2000 yılı Programının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
DTP Müsteşarlığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu, işçi ve işveren sendikalarına
verdiği bir görev var- 2000 programında, iş güvenliği ile ihbar ve kıdem
tazminat müesseselerinde yapılması gereken düzenlemeleri ve kıdem tazminatı
fonu kurulmasına yönelik çalışmayı bitirme emri verilmiş; ancak, bu çalışma,
2000 yılında değil 2002 yılında bitirilebilmiş -şu çalışmadır o- bu çalışma
esas alınmıyor da sadece iş güvenliği konusu, ihbar ve kıdem tazminatlarından
kopuk bir şekilde önümüze getiriliyor. Değerli arkadaşlar, böyle
kalmıyor, 2001 Programında da var. Şimdi, 2002 programını
-daha yeni yayımlandı; yani, altı aylık değil- sizlere okuyayım: "Çalışma
hayatı mevzuatı, ILO ve AB norm ve standartları başta olmak üzere, uluslararası
norm ve kurallara uygunluğun sağlanması doğrultusunda yenilenecektir. İş
güvencesine ilişkin mevzuat hazırlık çalışmaları, kıdem ve ihbar tazminatı
müesseselerini bir bütünlük içerisinde dikkate alacak şekilde
tamamlanacaktır." Bir başka emrinde "tarım kesiminde ücretli
çalışanları kapsayacak olan ayrı bir tarım iş kanunu hazırlık çalışmaları
başlatılacaktır" deniyor. Şimdi, çok rica ederim,
buraya kadar okuduğum plan ve programların bu emirlerine veya bu tedbirlerine
uyan bir şey yaptık mı; ne işsizlik sigortasında ne de bu kanunda yapıyoruz.
Şimdi, bunların hepsini birden bu plan ve programlara uygun biçimde yapmamamız
için bir sebep yoktu. Şimdi, değerli
arkadaşlar, önümüzdeki bu yasa tasarısıyla ilgili olarak, değerli işçi
sendikalarının başkanları "acil çıkarılmalıdır" diyorlar "bu,
bizim kabulümüz" diyorlar; yani, bunu olduğu gibi kabul ediyorlar; ama,
işverenler sendikasının bu konuda çekinceleri var. Bu çekinceleri biraz sonra
özetleyeceğim; ancak, bana göre, iş güvencesi yasa tasarısı, ILO 158'e uygun
biçimde mutlaka çıkarılmalıdır. İş güvencesi yasa
tasarısı, işçinin işine son verilmesi hallerinde, işverence ödenen ihbar
tazminatı, kıdem tazminatı, işsizlik sigortasının yasallaştığı dikkate
alınarak, üçü bir arada dengelenerek çıkarılmalıdır. Bu, zaten planın programın
emri; bir de, tarafların mutabakatı. Geçmişte kıdem tazminatı
ihdas edilirken, bunun, işsizlik sigortası ve iş güvencesi olmadığından ihdas
edildiği zabıtlarda vardır ve bu gerekçeyle Meclislerden kanun geçirilmiştir.
Kıdem tazminatı, her yıl için 15 günden 30 güne çıkarılırken de "işsizlik
sigortası ve iş güvencesi olmadığından bunu yapıyoruz" denilmiştir; hem
zabıtlarda vardır hem de basında, tarafların ifadeleri olarak yer almıştır. O halde, bugün işsizlik
sigortası var ve çalışır durumda, iş güvencesi yasa tasarısı da bu akşam
yasalaşacak ise, iş aktinin feshinden doğacak tazminatların mutlaka dengelenmesi
gerekir. İş güvencesi yasasını işçi temsilcilerinin acil olarak çıkarılmasını
istemelerini anlayışla karşılıyoruz, onlar için menfaat budur; ama, bir
toplumda, kesimlere en uygun gelen çözüm tarzları, topluma en uygun gelen çözüm
tarzı olmayabilir. Nitekim, geçmişte bununla ilgili çok örnekler yaşadık;
ancak, yasama organının, işveren temsilcilerinin çekincelerine kulak vermesi de
zarurîdir. Biz, bir tarafı dinledik, "mutlaka çıkarılsın, bu metinde
mutabıkız, bunu da yeni dönemden önce mutlaka çıkaralım" diyorlar; ama, işverenlerin
de bir talebi var, onlara da kulak asmamız lazım. Bu yasa değişikliğini,
DPT'nin plan ve programlarına uygun bir biçimde geçirmemizin gerektiğini
düşünmekteyim. İşveren temsilcileri, bu yasa tasarısına şu çekinceleri
koymaktadırlar: 1- Zamanlama yanlış
diyorlar "ağır bir kriz geçiriyoruz, bu zaman yanlıştır" diyorlar. 2- Mevcut ihbar ve kıdem
tazminatlarının, AB ülkelerinde bulunandan kat kat yüksek olduğunu söylüyorlar. 3- Tasarının, en pahalı,
en katı iş güvencesini ülkemize getirmeyi hedeflemekte olduğunu söylüyorlar. 4- İş güvencesi
müessesesini getirirken, mevcut müessesenin dikkate alınmamakta olduğunu
söylüyorlar. İddiaları bunlar. Bir başka iddia: İş
güvencesi müessesesini getirirken ILO-158 sözleşmesine uyum adı altında, işçi
çalıştırmaya karşı âdeta cezalandırıcı bir tutum sergilenmekte olduğunu ifade
ediyorlar ve diyorlar ki "bu tasarı aynen yasalaşırsa işsizlik
artacak." Bir başka iddiaları:
Bunun, şu anda dahi OECD ülkeleri içerisinde en katı çalışma mevzuatına sahip
Türkiye'yi daha katı hale getireceğini ifade ediyorlar. Ben de merak ettim,
OECD istatistiklerine baktım. Hakikaten, katılık derecemiz "4 üzerinden
3,2" denilmiş ve bizden daha katısı yok; yani, iş esnekliği yönünden,
Türkiye, 24 ülkenin en gerisinde. 4 üzerinden Türkiye 3,2 alırken, ABD 0,2,
İngiltere 0,6, Japonya 2,4, Almanya 2,5 ve -iddia şu- diyorlar ki "yeni
alacağımız tedbirlerle, bunu artıracağımıza, 0,5'e çekmeliyiz." Bunda
haklı olup olmadıklarını takdirlerinize sunacağım. Bir başka iddiaları da:
"Bu tasarı aynen yasalaşırsa, işgücü verimini ve ekonomik büyüme hızını
azaltacaktır" diyorlar. Yine, OECD'nin yayınlarına baktım -burada var
yayınlar- hakikaten, OECD ülkeleri içinde, işgücü verimliliğini Türkiye için
100 aldığımızda, verimlilikte Belçika 465, ABD 412, Yunanistan 265, İspanya
341... Yani, bizi fersah fersah geçmişler; biz, hâlâ, verimlilik ve iş
güvenliğini katılaştıracak tedbirleri alıyoruz diye bir iddiaları var. Yani, bu
iddialara kulaklarımızı tıkayamayız, bunları dikkatle dinlememiz lazım; çünkü,
yasama organı taraf değildir; yasama organı, ülkenin menfaatına en uygun olanı
bulmakla mükelleftir, taraf olması hiçbir zaman düşünülmemelidir. Bir başka iddia:
"İşsizin yeniden iş bulma şansı azalacaktır" diyorlar. Bir başka iddia: Bu
yasalaştığı takdirde, maliyetlerin yükseleceği, içte ve dışta rekabet gücünü
azaltacağı ifade edilmektedir. Yine, OECD
istatistiklerine göre, brüt giydirilmiş ücret düzeyleri mukayesesi
yapıldığında, Türkiye için 100 olan endeks, İspanya için 96, Yunanistan için
72, Çek Cumhuriyeti için 63, Macaristan için 37. Bu saydığım bütün ülkeler,
fert başına düşen millî gelir olarak bizden öndeler ve bizi, ekonomik büyüklük
olarak katlamaktadırlar. Değerli arkadaşlar, bir
başka iddiaları da var: "İş güvencesinden ziyade, işgücü esnekliği önem
taşıyacaktır, buna dikkat etmemiz lazımdır" diyorlar. Bir başka söylem:
"Toplu işçi çıkarma kriter önerileri, gelişmiş ülkelerdeki kriterle
örtüşmüyor; niye örtüştürmüyoruz" diyorlar. Bir başka talep:
"İşçi temsilciliği adı altında yeni getirilen kavram, çalışma hayatı
yönünden olumlu bulunmuyor" deniliyor. Onlar da bir yere takılmışlar;
"tarım işçilerinin İş Kanunu kapsamına alınması son derece yanlıştır"
diyorlar. Bu çekincelerle,
"bize zaman ayırın, zaman verin, bu zaman zarfında taraflar anlaşsın,
uyuşsun ve daha önce, anlaşarak, bilim adamlarına hazırlatılan şu raporla
karşınıza çıkalım" diyorlar. Tabiî, bu, işverenler tarafının söylemi.
Dediğim gibi, sendikalar tarafı, işçi sendikalarımızın tarafında da
"efendim, bu, acil bir noktadadır; bunu hemen bu akşam çıkaralım,
beklemeye tahammülü yoktur" deniliyor. İki tarafın bu
taleplerini, biz, yasama organı olarak dinlediğimizde, bizim yapacağımız şey
şudur: Ülkemizin rekabet gücünün artırılması, işsizliğin azaltılması, çalışma
barışının korunması hedefleri doğrultusunda bu talepleri optimize etmeliyiz.
Yani, taleplerin hepsi haklıdır demiyoruz; ama, haklı olan talepler varsa, iki
tarafın da bu haklı taleplerini bir yerde örtüştürmemiz lazım. Bize yakışan,
yasama organına yakışan da budur. Sadece taraflardan
birinin isteği, ülkemiz için en iyi çözüm değildir. Tarafların mutabık kaldığı
çözüm, ülkemiz için en yararlı çözümdür. Gelin, bilim adamlarının mutabık
kaldığı modelden yararlanıp, önümüzdeki bu taslağa son şeklini verelim. Bir
taslak gelmiştir, bunu da çıkaralım; ama, hangi doğrultuda; bilim adamlarının
antant kaldığı, müşterek "evet" dedikleri metnin doğrultusunda bir
düzenleme yapalım. Onu da bu gece yetiştiririz. Yani, tarafların mutabık kaldığı
metin üzerinde, o metni kullanarak, mevcut tasarıyı düzeltelim. Bilim adamlarının
hazırladığı yeni iş kanunu ile büyük farklar taşıyan bu kanun tasarısı arasında
beş önemli fark var. Ben de bu farklara teker teker baktım. Hakikaten, bu
farkları sonradan izale edemeyeceğimiz bir noktaya getirdi. Yani "efendim,
bunu altı ay sonra yürürlüğe sokalım; işte, gelecek sene bakarız veya yeni
gelecek Meclis buna baksın" demek yanlış olur; çünkü, bu beş madde eğer
tevil edilemezse, çıkacak olan metinde müktesep haklar doğacaktır. O müktesep
hakları yasama organının ceffelkalem reddetmesi ve dikkate almaması doğru
olmaz. Bu beş maddeyi şöyle
sıralıyorum: 1- Madde 13/a ile
getirilen tek işveren temsilcisi yerine, iş kanunlarında tarif edilen işveren
temsilcileri olmalıdır. 2- Aktin feshi halinde
ispat yükü işverene yüklenmemelidir; onun yerine, ILO 158'de olduğu gibi, ispat
külfeti taraflara verilmelidir. Birisi bir iddiada bulunuyorsa, genel hukuk
kaidesidir, iddiasını ispatla mükelleftir; ama, ILO 158'de deniliyor ki:
"İşçiye bunun hepsini yüklemeyelim; gelin, taraflara verelim; taraflar
gelsinler, ortaya delillerini koysunlar, hâkim de karar versin." Akti feshedilmiş işçiyi
işveren işe başlatmaz ise, 6-12 ay arasında değişen bir tazminat
öngörülmektedir. Bu tazminatı 6 aya kadar sınırlamak doğru olur; çünkü, dava
müddetince işverenin işçiye 4 aya kadar daha ücret ödemesi öngörülmekte zaten.
O zaman, 10 aylık bir ödeme oluyor. 10 aylık bir ödemede de -zaten işsizlik
sigortası da var- o işçinin muğber olmasını, perişan olmasını düşünmek yanlış
olur. Dördüncüsü: 1475 sayılı
Kanunda kıdem tazminatı her yıl için bir ay brüt ücret ödemesini öngörmektedir.
Bunun yerine, her yıl için 15 günlük bir kıdem tazminatı ödenmesi
sağlanmalıdır. Yani, geriye dönüp, işsizlik sigortası olmadığı için 15 günden
30 güne çıkardığımız mevzuatımızı tekrar eski haline getirmeliyiz. Bir de, toplu işten
çıkarma tarifini, tasarıda olduğu gibi, 10 kişiyle sınırlama yerine, işletmede
çalışan işçi sayısına göre kademelendirmeliyiz; mesela, 10'dan 30'a kadar...
Şimdi, 2 000 kişi çalıştıran bir işletmede -mevcut tasarıya göre- 10 kişi
çıkarırsanız, toplu işten çıkarma oluyor. 50 kişi çalıştıran bir işletmede de
10 kişi çıkarırsanız, aynı şey. Halbuki, orada "2 000 işçi çalıştıran bir
müessesede eğer 30 kişi çıkarılırsa, o zaman bir toplu işten çıkarma olayı
doğsun" denilmektedir. Değerli arkadaşlar,
burada, bu beş maddeyle ilgili, ben ve bazı arkadaşlarımız Meclis
Başkanlığımıza takrirlerimizi verdik. Sırası geldikçe, onları burada sizlere
açıklayacağım. Eğer, bu beş maddeyi düzeltecek olursak, bugün çıksın, Meclis
çok iyi bir iş yaptığını söyleyerek dağılır; ama, eğer bunları dikkate almadan,
tasarı geldiği gibi yasalaştı, işte, bizim de son günümüzdü dersek, korkarım
ki, geçmişte yaptığımız büyük yanlışlardan birini tekrar etmiş oluruz. Geçmişte
yaptığımız büyük yanlışlıklar, mesela, 38 ve 43 yaşında emekliliği getirmemiz
oldu. Buradan defalarca haykırdık, "yapmayın, yanlış olur, hesabı bakın
şudur, Türkiye çok zor duruma gelir" dedik ve sonunda, kanunu değiştirdiğimizdeki
günde devletin kaybı 45 milyar dolardı. Sayın Bakan da bu rakamları doğruluyor.
Yani, yaptığımız bir hata, Türk ekonomisine 45 milyar dolara mal olmuştur. Bir başka büyük hatamız,
vergi mükelleflerine sınırsız af getirdik. O, fevkalade yanlıştı. Onun da
yankıları, sonra bizim bütçemize yansımıştır. Değerli arkadaşlar, ben,
sonradan tekrar karşınıza çıkmak üzere, sabrınız için teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, Sayın
Pakdemirli'ye teşekkür ederim. Şimdi, söz sırası, Yeni
Türkiye Partisinde. Bolu Milletvekili Sayın
Mustafa Karslıoğlu; buyursunlar efendim. (YTP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. YTP GRUBU ADINA MUSTAFA
KARSLIOĞLU (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 893 sıra sayılı İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde, Yeni Türkiye Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime
başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına, hepinizi en içten saygıyla selamlıyorum. Uzun bir çalışma ve
tartışma sonucu, 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını bugün görüşüyoruz. İnşallah, en kısa
zamanda da yasa haline gelecek. Burada, önemli olan, iş güvencesi yasa
tasarısını çıkarmak; önceliği almıştır. Bilindiği gibi, 21 inci
Dönem Parlamentosu, iktidarıyla muhalefetiyle çok olumlu, verimli bir çalışma
yaşamı geçirmiştir, birçok yapısal reform niteliğinde yasalar çıkarmıştır. Uzun
yıllardır, taa, 1963'lerde başlayan, Avrupa Birliği -o zaman için Avrupa
Ekonomik İşbirliği ve bugün için Avrupa Birliği- denilen Birliğe katılmamız
için gerekli siyasî kriterleri, daha geçenlerde bu Meclisten çıkarmış
bulunmaktayız ve buna göre birçok yasamızı da bu Avrupa Birliği Katılım
Ortaklığı uyum yasaları paralelinde çıkarmamız gerekli; fakat, daha önce de,
biz, bu çalışma hayatıyla ilgili birçok yasayı çıkarmış bulunmaktayız. Bunun en
önemlisi 1999 yılında çıkardığımız sosyal güvenlikte reform getiren yasadır. Bu
da, iflasın eşiğine gelmiş olan güvenlik kuruluşlarını rahatlatan, aktüaryel
dengeleri koruyan bir yasaydı. Arkasından, ilk defa, Türkiye'de yıllardır
özlemi çekilen 4447 İşsizlik Sigortası Yasası çıkarılmıştı. Bugün de, esasında,
daha önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, İş Kanununun tam olarak çıkması
daha uyumlu olacaktı; ama, biz, burada, öne aldığımız iş güvencesi yasasını
çıkaracağız; fakat, daha detaylı olarak, o imzalanan protokoldeki yasayı da, en
kısa zamanda bu Parlamentonun veya en kısa zamanda Büyük Millet Meclisinin
çıkaracağına inanıyorum. Bugün, ülkemize
baktığımız zaman, karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun, üretimsizlik,
işsizlik ve verimsizlik. Gerçekten, Türkiye'de işsizlik çok büyük boyutlara
ulaşmıştır. İnsanlar, artık, özellikle, doğdukları yerde asgarî ücretle de iş
bulmayı büyük bir şans, hatta, piyango saymaktadır; hem üç beş kuruş para eline
geçiyor hem de daha çok sosyal güvenliğe kavuştuğu için mutlu oluyor; çünkü,
ülkemizin... Ben, bir hekim olarak, bu Parlamentoya, en fazla, şu kürsüden
"bu ülkede ben bir genel sağlık sigortası istiyorum" demek için
gelmiştim. Vatandaşlarım hastane kapılarına vardığı zaman, yeşil kartlı mısın,
Bağ-Kurlu musun, yaşlılık aylığı mı alıyorsun, sigortalı mısın diye değil;
lütfen, bana genel sağlık sigortası kartını çıkarır mısın diye sorulmalı.
İnşallah, bu Parlamento bunu da çıkaracak. İnsanlarımız hastane kapılarına
vardığı zaman, bana, lütfen, genel sağlık sigortası kartını çıkarır mısınız
diye sormalı acildeki veya normal poliklinikteki hemşirelerimiz. Bu da çok lazım;
çünkü, daha geçenlerde yayımlanan araştırmada, 180 ülke içinde insanî
gelişmişlik açısından 85 inci sıradayız. Bu, gerçekten, Türk Milleti için çok
üzücüdür. Neden üzücüdür; biz, imparatorluk kurmuşuz, üç kıtaya hükmetmişiz,
bizim imparatorluğumuzdan 35 millî devlet kurulmuş ve Türk Ulusu da kendi
devletini kurmuş; ama, bizden ayrılan devletler insanî gelişmişlik açısından
bizim çok daha önümüzde yer almaktadırlar ve genel sağlık sigortalarını da
çıkarmışlardır. Yani, burada, işsizliğin
iki boyutu var; hem iş bulmak hem de sosyal güvenceye kavuşmak; çünkü, sağlık
giderleri hayli pahalanmıştır ve bayağı büyük masraflara yol açmaktadır. Bunun
için de, insanlarımız, iş bularak bir nevi sosyal güvenceye kavuşmak
istemektedir ve bu da onların en doğal hakkıdır. Evet, bugün, gerçekten,
Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorun, üretimsizlik, işsizlik ve eşitsizlik;
gerek bireyler arasında eşitsizlik gerek bölgeler arası eşitsizlik; ama, Türk
Ulusu bu makus talihini en kısa zamanda yenecektir; çünkü, bu Parlamentonun
çıkardığı Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve stratejisine, 2023 yılı için
bir hedef koymuşuz kendimize; demişiz ki "Türkiye, dünyanın sayılır 10
ülkesi içine girecek." Yani, cumhuriyetimizin 100 üncü yılında ve bu yönde
de yoğun çalışmalarımız, elbette ki, üreterek, çalışarak, uzlaşarak... Yani,
Türkiye'de, bir de, bizi mutlu eden -ki, bizim kuşak bunun çok acısını ve
üzüntüsünü yaşamıştır- uzlaşma ortamının yaratılması, uzlaşmanın sağlanması. Bunları belirttikten
sonra, bugünkü iş güvencesi yasamız çalışma hayatımıza -her şeyden önce, hem
işverenimize hem de çalışanlarımıza çalışma barışını sağlaması dileğimle- neler
getiriyor, neler kazandırıyor, ona kısaca değinmek istiyorum: 1475 sayılı İş Kanununda,
günümüzün koşullarından ve uygulama ile yargı kararlarından kaynaklanan
gereksinimleri karşılamak amacıyla bugüne kadar çeşitli tarihlerde
değişiklikler yapılmış; ancak, tarım ve orman işçilerinin durumlarıyla ilgili
olarak bir değişiklik öngörülmemiştir. Bugüne kadar, tarım ve
orman işçilerini de yasal güvenceye kavuşturmak amacıyla bir dizi çalışma
yapılmış; ancak, tarım ve orman işlerinin iklime dayalı işler olması, bu
işyerlerinin birer işletme halini almadan kanunun yürürlüğe girmesinin
yaratacağı olumsuz etkiler gibi nedenlerle bugüne kadar bir yasal düzenleme
yapılamamıştır. Tarım sektöründe geniş
bir alana yayılan küçük işletmelerde çalışanların büyük bir bölümü örgütlenememekte ve toplu iş
sözleşmesi düzeni dışında kalmaktadırlar. Bu nedenle de, çalışma koşulları,
ücret, sağlık ve güvenlik konularında gerekli korumadan yararlanamamaktadırlar.
Yapılan değişiklikle,
tarım ve orman işyerlerinde çalışan işçiler de 1475 sayılı İş Kanunu kapsamına
alınmış, sektörün özellikleri dikkate alınarak gerekli düzenlemenin
yönetmelikle yapılması öngörülmüştür. Bana göre, Türkiye'de
bugün dinamik iki sektör olması gerekli. Biri, gelişen turizmimiz; ikincisi de,
tarımımız. Türkiye, artık, tarıma çok önem vermeli ve ürettiği malları da gıda
sanayiine dönüştürmeli, katma değerini almalı. Örnek olarak da Hollanda. Bugün,
bizim bir ilimiz kadar olan Hollanda, dünyaya, 45 milyar dolarlık -yani, bizim
tüm ihracatımızdan daha fazla- gıda satmaktadır. Türkiye'nin kurtuluşu, tarım
işletmelerinin -gerek hayvancılık sektöründe olsun gerek bitkisel sektörde
olsun- küçük küçük KOBİ'leşmesidir, buraya dinamizm kazandırılmasıdır ve
bölgesel entegre kalkınma projelerinin uygulanmasıdır. Örneğin, Sakarya
Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'ın da daha önce belirttiği gibi, ayrıca, daha
önceki Bakanlarımızdan Samsun Milletvekili Dr. Ahmet Demircan'ın da belirttiği
gibi, bugünlerde Karadenizde büyük bir sıkıntı vardır. Karadenizin her şeyi
olan, 8 000 000 insanın her şeyi olan fındık fiyatları acaba ne olacak; çünkü,
burada bir üretim planlaması yapılmamış, örgütlenme tam sağlanamamış, kalite
standartları uygulanmamış, fındıkta katma değer alacak bölgesel entegre
planları uygulanmamış ve fındıktaki inisiyatifi tamamen Avrupa'ya, Münih,
Hamburg borsalarına kaptırmışız. Örneğin, eğer, bizim 700 000 ton fındığımız
olursa, 750 000 000 dolar girdimiz oluyor, eğer, 500 000 ton fındığımız olursa,
1 milyar dolar girdimiz oluyor; çünkü, çok fındığımız olduğu zaman, Avrupa
diyor ki "nasıl olsa çok fındık var, bize ucuza verecek" ama, onların
işlediği kadar fındık elimizde olursa "aman ha, Türkiye, bu fındığı
kısıtlarsa; biz, bu fındığı bir an önce alalım" diyor ve pazarlık gücümüz
artıyor, daha fazla ihracat girdimiz oluyor. Fındık da, öyle küçümsenecek bir
dışsatım ürünü değil; aşağı yukarı 1 milyar dolara yakın dışgirdisi olan bir ihraç,
dışsatım malımız. Yani, kısaca belirtmek istiyorum ki, tarım işçilerinin de
kapsama alınması, sosyal güvenliğe kavuşturulması çok uygun; hatta, daha önce
çıkardığımız bir yasayla bunların da sosyal güvenceye kavuşturulmasını
sağlamıştık. Çağdaş iş hukukunun temel
amaçlarından biri de, işçiye iş güvencesi sağlanması; başka bir deyişle,
işçinin iş aktinin feshine karşı korunmasıdır. İşçinin iş ilişkisine süreklilik
sağlanarak, geleceğine güven duyması, işini kaybetme, dolayısıyla, kendisinin
ve ailesinin geçim kaynağını oluşturan gelirinden yoksun kalma endişesinin
dışında tutulması, iş hukukun en önemli amaçlarından ve konularından biri
sayılır. İşçinin feshe karşı gerektiği şekilde korunmadığı bir hukuk düzeninde,
sendika özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi özerkliği ve grev hakkı yeterli işlev
göremez. Yani, muhakkak, iş güvencesine kavuşturulması lazım. İşverenin işçinin işine
sebep göstermeksizin son verebilmesi olanağına sahip bulunması, işçinin hakkını
arayamaması ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı menfaatını koruyamaması
sonucunu doğurabilmektedir. Ülkemizde bu konudaki davaların hep iş ilişkisi
sona erdikten sonra açılmış olması bir rastlantı değildir. Kuşkusuz, işçiye
böyle bir güvence sağlanması, işçi ile işveren arasındaki iş ilişkisinin her ne
olursa olsun sürdürülmesi anlamını taşımaz. "İş güvencesi" kavramıyla
amaçlanan, işçinin işine geçerli bir sebep olmaksızın son verilebilme
olanağının sınırlandırılmasıdır. Bu yaşadığımız ekonomik
krizde, gerçekten -ben, birçok işverenimize de, buradan minnetlerimi,
saygılarımı sunuyorum- kendi gelirlerinden, kendi hayat standartlarından ödün
vererek, işçilerini korudular, muhafaza ettiler ve işçi çıkarmadılar; ama, az
da olsa, bu ekonomik krizi, işte, biraz da şey görerek, telaşa kapılarak,
birçok gencimiz, birçok insanımız işsiz kaldı. Yani, o da var. Bunun için,
tabiî, bu dengelerin çok iyi kurulması, karşılıklı saygı, çalışma barışı, huzurun
sağlanması da çok önemli. 1475 sayılı İş Kanununda,
belirsiz süreli hizmet akitlerinin ihbar önelleri verilerek feshi bakımından
göze çarpan ve temel bir eksiklik olarak kabul edilen husus, feshin
geçerliliğini herhangi bir sebebe dayandırma zorunluluğunun olmamasıdır. Bu
serbestlik, işveren yönünden fesih hakkının kötüye kullanıldığı durumlarda
tazminat ödenmesini öngören hükümlerle sınırlanmıştır. İş Kanunundaki kötü
niyet tazminatı, sadece sendikacılık nedeniyle işine son verilen işçiyle ilgili
olarak, 2821 sayılı Sendikalar Kanununda en az bir yıllık ücret tutarı düzeyine
varacak şekilde ve önemli bir ölçüde artırılmıştır. Haklı bir sebebe dayanmayan
fesihlerde işe iade olanağı ise, yalnız işyeri sendika temsilcilerine
tanınmıştır. Belirsiz süreli hizmet
akitlerinin işverence geçerli bir sebep gösterilmeksizin feshi olanağı,
uygulamada öteden beri işçileri huzursuz eden sonuçlar doğurmuştur. Bu sorun
üzerinde işçi sendikalarınca da durulmasına ve iş güvencesine yönelik sözleşme
önerileri getirilmesine karşılık, toplu iş sözleşmeleri ile hizmet akdinin
feshini sınırlayıcı düzenlemeler yaygınlık ve etkinlik kazanamamış,
toplusözleşme düzeni dışındaki işyerlerinde ise iş güvencesinin sağlanması
ihtiyacı daha da belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Kanun koyucu tarafından,
sistemin aksayan yönlerini düzeltmek ve sebepsiz olarak işten çıkarma
işlemlerinin işçi aleyhine doğurduğu sonuçları gidermek için belirli önlemler
alınmıştır. Kısaca, bu iş güvencesi,
ayrıca da, çalışma hayatımızı belirli, sağlıklı bir platforma oturtmuştur. Kısaca, bir hekim olarak,
işin daha çok sosyal güvence yönünün sağlanması ve işsiz kalan bir insanın
ayrıca sosyal güvenceden de yoksun olacağı düşüncesiyle, bir insanın işsiz
kaldığı zaman, ne kadar çok sıkıntıyla karşı karşıya kaldığını görmüş bir kişi
olarak, elbette ki, işçilerimizin iş güvencesine kavuşması, beni mutlu
etmiştir; ama, burada temel amaç, çalışma barışını, çalışma hayatını sağlam
temellere oturtacak önlemlerin alınması, onların da yaşama geçirilmesidir diye
düşünüyorum. Tabiî, getirdiği, götürdüğü bazı detaylar var; onlara fazla girmek
istemiyorum. Ben, bu yasanın,
ülkemize, ulusumuza, özellikle çalışma hayatımıza, işçilerimize,
işverenlerimize hayırlı olmasını diliyor; hepinizi, bir daha, saygıyla
selamlıyorum. (YTP, MHP, ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi,
söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın
Mahfuz Güler'de. Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 893 sıra sayılı,
İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı, yani, kamuoyunda İş Güvencesi Yasa Tasarısı olarak bilinen tasarı
üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum. Değerli arkadaşlar, uzun
süreden beri sözü edilen, ama, bir türlü Yüce Meclise getirilemeyen bu tasarı,
nihayet bugün önümüze getirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde
olduğu, ancak Seçim Kanunu ve Avrupa Birliğine uyum yasaları nedeniyle
toplanması bir fırsat doğurmuştur. Sayın Genel Başkanımız, Avrupa Birliğine
uyum yasaları için destek ziyaretinde bulunan hükümet yetkililerine Avrupa
Birliğine uyum yasalarına destek olacağımızı söylemiş; ama, İş Güvencesi Yasa
Tasarısının da bu yasalara ilave edilmesini şart koşmuştur. Böylece, bu
tasarının bu tatil döneminde yasalaşmasının ilk startı verilmiş oldu. Biz AK
Parti olarak, kurulduğumuz bir yıldan beri, ülkemizin ve halkımızın menfaatına
olan her konuda pozitif muhalefet yapacağımızı dile getirdik. İş Güvencesi Yasa
Tasarısında, başta Genel Başkanımız olmak üzere, tüm parti yetkililerimiz,
gerek Meclis dışında ve gerekse Mecliste, özellikle Sağlık Komisyonunda, çok
açık ve net olarak, bu yasadan yana olduğumuzu beyan etmişizdir; bu konudaki
tavrımız açık ve nettir. Değerli arkadaşlar,
yapılan görüşmelerde, birbuçuk yıldan beri hükümetin Başbakanlıkta beklettiği
ve 18 Şubat 2002 tarihinden beri de Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonunda bekletilen bu tasarı, nihayet, 30 Temmuz 2002'de, adı geçen
komisyonumuzda, esas komisyon olması nedeniyle görüşülmüş ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemine girmiştir; ancak, Avrupa Birliği uyum yasalarına
eklenen tasarının Adalet Komisyonunca görüşülmesi uygun görülmediğinden,
Komisyonumuz, 2 Ağustos 2002 tarihinde yeniden toplanarak bu tasarıyı görüşmüş
ve ittifakla kabul etmiştir. Değerli arkadaşlar, bu
hükümetin kerhen de olsa destek vermek zorunda kaldığı ve değerli bir
bakanımızın istifasına neden olan, iki yıldan beri Başbakanlıkta bekletilen,
Meclisin tatilde olduğu bir dönemde bile olsa bu tasarının bugün Genel Kurul
gündemine getirilmesi, çalışma hayatımız açısından, emekçilerimiz için,
sendikal hayatımız için büyük bir kazançtır. Geç de olsa, Yüce Meclis, bu
dönemin son toplantısında böylesine hayırlı bir tasarıyı görüştüğü için, anlamlı
ve yararlı bir iş yapmaktadır. Türkiye'nin, uluslararası
alanda itibarını daha da artırmak ve Avrupa Birliğine girmek için, işçimize iş
güvenliği sağlaması gerekmektedir. Türkiye -demin arkadaşlarımın da söylediği
gibi- 158 sayılı ILO Sözleşmesini onaylamıştır. İş güvencesi sağlanmazsa,
ülkemizin her yıl ILO'da eleştirilmesine devam edilecektir. Türkiye, Avrupa Birliğine
verdiği Türkiye Ulusal Programında, iş güvencesi yasasını çıkarma sözü
vermiştir. Bu yasanın çıkarılması, Avrupa Birliğine giriş sürecini
kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. Değerli arkadaşlar, iş
güvencesi, hiçbir zaman, hangi şartlarda ve hangi suçları işlerse işlesin,
işçinin işten çıkarılamayacağı anlamını taşımamaktadır. Tasarıya göre, işçinin
yüz kızartıcı suç işlemesi, iş düzenini bozması, işini ihmal etmesi veya
yetersizliği durumunda işçinin işine her zaman son verilebilir. Keza, işyerinin
krize girmesi veya teknolojik değişiklik gibi nedenlerle işçi fazlası doğması
durumunda işçi çıkarılabilir. Bu durumların hiçbirinde ek bir tazminat ödeme
yükümlülüğü de getirilmemiştir. Ek tazminatı, ancak son derece kötü niyetli,
keyfî olarak ve özellikle de sendikalara üye olma konusundaki anayasal hakkını
kullanan işçileri işten çıkaran işverenler ödeyecektir, bu tazminat için de
mahkeme kararı gerekmektedir. İş güvencesi, işyerinin
ve çalışma barışının güvencesidir. Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde, 158
sayılı ILO Sözleşmesiyle sağlanan hakları aşan düzeyde bir iş güvencesi
sağlanmıştır. Bakınız, Hollanda'da bir işçinin, geçerli bir nedenle bile olsa,
işten çıkarılabilmesi için, önceden bölge çalışma bürosundan izin alınması
gerekmektedir. Bulgaristan, Beyaz Rusya, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Letonya,
Portekiz, Rusya Federasyonu, İspanya, Avustralya, Etiyopya, Almanya,
Macaristan, Lübnan, Lüksemburg, Peru ve daha birçok ülkede, geçerli bir neden
olmaksızın işçi çıkarılması yasaktır. Bugüne kadarki
uygulamalarda iş güvencesi sağlanan hiçbir ülkede ekonomi kötüye gitmemiş,
hiçbir ülkede bu sebepten dolayı kriz de doğmamıştır; tam tersine, iş güvencesi
sağlanan tüm ülkelerde iş güvenliği ve çalışma barışı sağlanmış, üretimin
artmasına katkıda bulunulmuştur. Geleceğinden emin olarak çalışan işçinin,
alınteri kurumadan ücretini alan emekçinin çok daha verimli olduğu, kesin bir
olgudur. Avrupa Birliği
ülkelerinde ücretler ve işyeri kıdemi ülkemizdekinden çok daha yüksektir; buna
rağmen, yasalarda ve toplu iş sözleşmeleriyle, kıdem tazminatı da ödenmesi
zorunda bırakılmışlardır. Bakınız, ülkemizde kaçak çalıştırılan 5 000 000'dan
fazla işçinin hiçbir güvencesi ve tazminatı da yoktur. Bu tablo, Türkiye'nin
hak ettiği bir tablo olmasa gerektir. OECD tarafından yapılan
bir araştırmaya göre, 9 ay çalıştırılan bir işçiye ülkemizde hiçbir tazminat
ödenmezken, Çek Cumhuriyetinde 2 aylık, Yunanistan'da 15 günlük -evet, yanlış
duymadınız- İtalya'da 21 günlük işçiye bile belli oranlarda tazminat
ödenmektedir. Keza, OECD'nin bu araştırmasına göre, Portekiz'de 4 yıl
çalıştırılan bir işçiye 4 aylık, İspanya'da 2 ay 20 gün, Meksika'da 3 ay,
Japonya'da 2 ay, İtalya'da 3,5 ay, Yunanistan'da 1,5 aylık ücret tutarında
tazminat ödenmektedir. Hollanda'da yargı
kararlarında 40 yaşın altındaki işçilere her hizmet yılı için 30 günlük ücret
verilmesi yaygın bir uygulamadır; işçinin yaşı 40 ile 50 arasında ise, her
hizmet yılı için 45 günlük; eğer işçinin yaşı 50'nin üzerinde ise, her hizmet
yılı için 60 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı verilir. Bakınız,
Japonya'da hemen hemen tüm işletmelerde, her kıdem yılı için, 1 aylık ücret
tutarında kıdem tazminatı verilmektedir; bu miktar, işçinin kendi isteğiyle
ayrılmasında daha düşük; işten çıkarılmasında ise daha fazladır. Ayrıca, bu tasarıyla,
deniz işkolunda çalışan emekçilerimizin de mutlaka kapsam içine alınması
gerektiğini düşünüyorum. Yine, tasarının yürürlük tarihinde işverenle anlaşma
sağlanmasını olumlu bir gelişme olarak buluyorum. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; söz çalışma hayatımızdan açılmışken, kısaca bugün ülkemiz açısından
geldiğimiz noktaya da bakmamız gerektiğine inanıyorum. Hepinizin bildiği gibi,
4588 sayılı Yetki Yasasının Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucunda, bu
Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan 4 kanun hükmünde kararname 10.11.2000
tarihli Resmî Gazetede iptal gerekçesi yayımlanarak iptal edilmiştir. Bunlar,
sırasıyla 616, 617, 618 ve 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerdir. Bu
kararnamelerle ilgili tasarılarda, sırasıyla SSK, İşkur, Sosyal Güvenlik Kurumu
ve Bağ-Kurun teşkilat yapıları tepeden tırnağa değiştirilmektedir. Eski
kuruluşlar lağvedilerek yerine yenileri kurulduğu halde, Anayasa Mahkemesinin
tanıdığı süre üzerinden birbuçuk yıl geçmesine rağmen, bugüne kadar, Meclis
Genel Kurulunun ilk sıralarında gündeme alındığı halde, ne yazık ki, Sayın eski
Bakanın bütün iyi niyetli çabalarına ve gayretlerine rağmen, bu hükümet bu
tasarıları yasalaştıramamıştır. Deminden beri saydığım SSK'da, İşkurda ve
Bağ-Kurda çok ciddî sıkıntılar vardır. Hiçbirinin teşkilat kanunu yoktur.
Üstelik, şu anda bu tasarılar bu kuruluşlarımızda uygulandığı halde yasal bir
dayanaktan da yoksundurlar. Bakınız, bu teşkilat
yasaları çıkmadığı için Dünya Bankasının İşkura karşılıksız verdiği 40 000 000
euro ne yazık ki alınamamıştır ve kullanılamamıştır. Yine, buna ilaveten, SSK
hastanelerinin restorasyonu için verilen 270 000 dolar da ne yazık ki
alınamamış ve kullanılamamıştır. Bunlar, ülkemiz için, sosyal güvenlik
kuruluşlarımız için çok ciddî kayıplardır. Görünen o ki, bu yasaları yeniden
gözden geçirerek, eksiklerini tamamlayarak yasalaştırmak, AK Parti iktidarına
nasip olacaktır. Biz AK Parti olarak, 3 Kasımda inşallah iktidara gelecek ve bu
hükümetin yapamadıklarını yapacağız. Bu duygu ve düşüncelerle,
İş Güvencesi Yasa Tasarısının iş dünyamıza, çalışma hayatımıza ve tüm
emekçilerimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; Yüce Heyetinize saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Sayın Güler'e
teşekkür ediyorum. Söz sırası Doğru Yol
Partisinde efendim. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim Konukoğlu; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DYP GRUBU ADINA İBRAHİM
KONUKOĞLU (Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 893 sıra sayılı,
İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında -kısaca
kamuoyunda iş güvencesi olarak bilinen- Kanun Tasarısı hakkında Doğru Yol
Partisi adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi Grubum ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
yaklaşık birbuçuk yıl önce hazırlanan, hazırlanması düşünülen, bir yıl önce
Bakanlar Kuruluna gelen ve neredeyse altı yedi aydan beri Sağlık Komisyonunda
bekleyen bir tasarıyı görüşüyoruz. Elbette ki, Türk işçisi, iş güvencesi
hakkına layıktır, olmalıdır; bu bakımdan, bu tasarıyı olumlu buluyor,
destekliyoruz. Ancak, Sayın Çalışma Bakanı tarafından, iki yıldır bu tasarının,
bakanlık duvarına ve bakanlık kuruluşlarına asılan panolarla reklamı yapılıyor;
işsizlik sigortası çıktıktan sonra "sıra İş Güvencesi Yasa
Tasarısında" diye reklam yapılıyor; ama, her nedense, bu yasa tasarısı bir
türlü Meclise bugüne kadar getirilmedi, bugün görüşülüyor. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakan, hazırlanan bu yasa tasarısını, maalesef, bu yasanının tarafı olan
hem işçi kuruluşları için hem işveren kuruluşları için Demokles'in kılıcı gibi
tutmuş; işçi kuruluşları, yani, sendikalar bazı şeyleri dile getirmeye
başladığında yasayı çıkarmamakla tehdit ederek, işveren kuruluşları seslerini
çıkardığı zaman, yükselttikleri zaman yasanın çıkarılacağı şeklinde tehditler
savurarak onları susturmaya çalışmıştır. Bundan yaklaşık birbuçuk
yıl önce, daha doğrusu 26 Haziran 2001 tarihinde, işveren kuruluşları, işçi
sendikaları ve Bakanlık temsilcileri toplanmış, bu yasanın çıkarılması için bir
protokol hazırlanmıştır. Bu protokolde, 1475 sayılı İş Kanunundan başlayarak,
2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Kanununun ele alınması kararlaştırılmış ve bu konuda düzenlemeler
yapılması kabul edilmiştir. Bu vesileyle, bu kuruluşların anlaşmasıyla, her
kuruluşun üniversitelerden seçeceği 3 bilim adamından teşekkül edecek 9 kişilik
bir bilim kurulu kurulmuştur. Bu bilim kurulu çalışmalar yapmış ve bu kanunlar
üzerinde tasarı hazırlamıştır. Bu protokolde, yine bu kuruluşların oybirliğiyle
alacağı kararlar herhangi bir çekince ileri sürülmeden taraflarca kabul edilmiş
olacak, oy çokluğuyla alınan kararlar yine kabul edilecek, ancak, bu konuda
açıklama yapma hakkı olacaktır. Biz, Doğru Yol Partisi
olarak, hazırlanan bu protokole tarafların katılmasını ve Bakanlığın da bunu
uygulamasını beklerdik; ancak, ne yazık ki, bu kuruluşlar arasında -hükümet,
işçi sendikaları ve işveren kuruluşları arasında- hazırlanan bu protokol
uygulanmamış ve bu kanun tasarısı, tek başına, Meclise sevk edilmiştir. Değerli arkadaşlarım,
tarafları temsil eden sivil toplum örgütleri anlaştıktan ve hükümet de bunu
kabul ettikten sonra, bu kanunların toplu halde Meclise getirilip kabul
edilmesi, elbette ki, çok daha yararlı olurdu; hiç olmazsa, taraflar, bunu
benimser, uygulamada çok daha canı gönülden bu kanunların uygulanmasını
sağlardı. Değerli arkadaşlarım,
maalesef, ülkemiz, iki üç yıldan beri büyük bir ekonomik sıkıntı yaşıyor;
işyerleri bir bir kapanıyor, özellikle KOBİ'lerin büyük çoğunluğu kepenklerini
indirmek zorunda kaldılar, fabrikalar kapanıyor; hatta, son bir iki yılda 1,5-2
milyon işçi işten çıkarıldı. Sanayici, bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle,
maliyeti düşürmek için, maalesef, fabrikasını Bulgaristan, Romanya gibi komşu
ülkelere taşıyor. Benim mensubu olduğum Gaziantep Şehrinde de, sanayiciler,
maalesef, fabrikalarını yine yakın olan ülkelere, mesela Suriye'ye taşımaya
başladılar; hiç olmazsa, işçilik giderini bu şekilde azaltmayı düşünüyorlar. Bu
kanun çıkarılırken, en azından, bu ekonomik krizin geçmesi beklenebilirdi; ama,
bugün, maalesef, bu kanun tasarısı Meclise getirilmiştir. Biz de, parti olarak,
bunun çıkarılmasını destekliyoruz, olumlu buluyoruz. Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, daha önce SSK, Bağ-Kur, İşkur gibi kurumlar hakkında
hazırlanan kanun hükmünde kararnameler Anayasa Mahkemesi tarafından bozulmuş ve
hükümete bir süre verilmiştir; bugün, bu kuruluşlar, maalesef, kanunî
dayanaktan yoksun hale gelmiştir. Bugün, Sosyal Sigortalar Kurumu kanunî
dayanaktan yoksundur. Biraz önce Sayın Mahfuz Güler'in söylediği gibi, SSK
müfettişlerinin yazdığı cezalar, kanunî dayanaktan yoksun olduğu için, işverenler
tarafından mahkemeye götürülmekte ve yargıda bozulmaktadır. Meclis, geçtiğimiz
yıl, çok da acil olmayan, ülke için çok da hayatî önemi olmayan kanunlar
çıkardı; ama, maalesef, Bakanlık, bu kanun tasarılarını Meclise getirip
çıkarmadı. Yine, hepiniz
hatırlarsınız, Sayın Çalışma Bakanı, hastane önünde kuyrukların kalkacağını,
hastane önünde çilelerin biteceğini söyledi; ama, maalesef, bunda başarılı
olamadı. Şimdi, şunu söyleyenler çıkacaktır: Efendim, randevu alarak, herkes,
istediği gün muayene oluyor. Ama, maalesef, işçiler, o randevuyu almak imkânına
kavuşamıyor, telefonu açıyorlar, randevu sırası dolu olduğu için daha sonra
aranması söyleniyor, daha sonra yine telefon açtıklarında aynı cevaplarla
karşılaşarak, günlerce randevu bekliyorlar. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Çalışma Bakanı, maalesef, sözlerini yerine getiremediği için, bu kanun
için de uzun süre popülist davrandığı için, istifa tehdidinde bulunarak,
geçtiğimiz gün, dün, istifa etmiştir. Bazı şeyler popülizmle veya reklamla
olmuyor, bilgiyle, çalışmayla oluyor. Sayın Bakan, yine
bildiğiniz gibi, SSK'da yolsuzlukların ortadan kaldırıldığını açıkladı; ama,
daha sonra, maalesef, katrilyonlarca yolsuzluk olduğu, yine aynı Bakan
tarafından dile getirildi. Sayın milletvekilleri,
son aylarda, Türkiye'de yoksulluk sınırı, maalesef, 4 kişilik bir aile için 350
000 000 lira olmuştur. Bugün, asgarî ücret 170 000 000 liradır. Dolayısıyla,
çalışan bir işçinin, ailesinin -bırakın geçindirmesini- sadece zarurî yiyecek
ihtiyacını karşılaması mümkün değildir. Asgarî ücret, günümüz şartlarına göre
çok düşük kalmıştır; bu konuda, gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir.
Asgarî ücretin yanında, SSK tarafından kesilen SSK primi ve vergiler, maalesef,
bu maaşın yanında çok yüksek kalmış ve işverene büyük yük olarak yansımıştır.
Bununla beraber, bunların düzeltilmesi gerekirdi, maalesef, bunlar da
düzeltilmemiştir. Sayın milletvekilleri,
son olarak şunu söylemek istiyorum: Bugün, işçimiz için yararlı olan, ILO
Sözleşmesine göre, Avrupa Birliği uyum yasalarına göre çıkarılması gereken ve
çıkarılmasında da fayda gördüğümüz bir yasayı görüşüyoruz. Parti olarak bu
yasayı destekliyor, ülkemiz için, işçimiz için hayırlı uğurlu olmasını
diliyoruz. Bu düşüncelerle, Yüce
Meclise, Partim ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Şimdi söz
sırası, MHP Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse'de. Buyurun Sayın Köse. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA İSMAİL
KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İş Kanunu ile Sendikalar
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlarken Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Önce, bir borcumu ifa
etmek istiyorum: 6 gruba, değerli partilere, Milliyetçi Hareket Partisinin
önerdiği 3 Kasım tarihinde milletvekili genel seçiminin yapılmasını kabul
etmelerinden dolayı, Grubum adına teşekkür ediyorum. Yine, değerli gruplara,
Milliyetçi Hareket Partimizin öncülüğünde bugün önlerine getirmiş olduğumuz İş
Güvencesi Yasa Tasarımıza verdikleri destekten dolayı da teşekkür ediyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; gerçekten önemli bir tasarıyı görüşüyoruz; üretimimizi
sağlayan, üretimin en önemli ayağı ve parçası olan işçilerimizin, iş camiasının
alınteri, göznuru ve elemeği karşılığı olan haklarından, hukukundan
bahsediyoruz. Avrupa Birliği kanunları
burada görüşülürken, arzu ederdik ki, bu kanun tasarısı da, yine, Anavatan
Partisinin teklifler arasında olsun. Ancak, gördüğümüz manzara odur ki, değerli
ortağımız, iş camiasının baskılarına dayanamamış ve bu teklifi, bu tasarıyı
diğer teklifleri arasına koyamamıştır. Bugün, çok değerli bir bakanımız da yine
aynı manada istifa etmiştir. Ben, Sayın Yaşar Okuyan'ı huzurunuzda tebrik
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Gerçekten, hazırlamış olduğu bir tasarıyı
görüşüyoruz; nasıl bir hazırlık yaptığını, nasıl bir çalışma sürecinden
geçtiğini hep beraber takip ettik. Bir taraftan, işçi kesiminin temsilcileri
olan konfederasyon başkanlarıyla görüşürken, diğer taraftan iş camiasının
temsilcileriyle görüşmek suretiyle, bu tasarının olgunlaşmasını sağlamıştır;
ama, netice itibariyle, kanun tasarısı istediğimiz zamanda Yüce Meclisin önüne
getirilememiştir. Sayın Bakanın istifasıyla bu mesele anlaşılmıştır; yani, kimlerin
engellediğini, hangi baskı gruplarının bu Yüce Meclisin iradesine müdahale
ettiğini, Türk Milleti ve Türk işçisinin temsilcileri bir daha görmüştür. (MHP
sıralarından alkışlar) Ama, bir şeyi daha görmüştür; bundan sonra, Milliyetçi
Hareket Partisinin ortak olduğu bir hükümette ve Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun olduğu bir mecliste millet iradesine bu baskı uygulanamayacaktır;
evet, bu baskı uygulanamayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün, bu yasa
tasarısının gündeme getirilmesi ve yasa tasarısının bitirilmesine, neticesinin
alınmasına kadar da Meclis çalışmasının devamının sağlanması, Milliyetçi
Hareket Partisinin önerisi olarak gelmiştir. O itibarla, işçi konfederasyonlarının
değerli temsilcilerinin üzerinde çok önemli bir vebal vardır; bu gelişmeleri
çok iyi değerlendireceklerdir; kulislerde görüştükleri siyasî parti
temsilcileriyle, genel merkezlerinde görüştükleri siyasî parti temsilcileriyle
veya hangi zeminde, ne zaman, kiminle konuştular ve şu ana kadar tavır ve
hareketler nasıl gelişmiştir, bunun üzerinde siyaset yapmak istemiyorum; çünkü,
Milliyetçi Hareket Partisinin ilkelerine aykırıdır. Alınteri üzerinde siyaset
yapmayız, cami üzerinde siyaset yapmayız, asker ve okulda siyaset yapmayız; bu,
bizim ilkelerimize aykırıdır. (MHP sıralarından alkışlar) Ancak, bir hakkı teslim
etmek lazım. Bakın, işçinin haklarını korurken, işverenin haklarını bir tarafa
bırakmamız mümkün değildir. Sermaye olmazsa, müteşebbis olmazsa, fabrika
olmazsa, tarla, bağ, bahçe olmazsa, işçi nerede çalışacaktır; işçinin
çalışacağı herhangi bir mekânı ya da herhangi bir yeri bulmamız mümkün
değildir. Onun için, sermayeye de aynı saygıyı gösteriyoruz; müteşebbisin de
hakkının, hukukunun korunmasından yana olduğumuzu aynı zamanda ifade ediyoruz. Ancak, kantarın topuzu,
yıllardan bu yana, iş camiasına doğru, maalesef, biraz daha fazla
aktarılmıştır. İşte, bugün onu görüyoruz; yani, gelişmelerde, baskılarda,
netice almada, daima, işçi sahipsiz kalmıştır ve işçinin hakkı daima ötelenmiştir,
ertelenmiştir; ama, bugün, Milliyetçi Hareket Partisinin elinden
kurtaramamışlardır; bugün, bu Mecliste, bu yasa tasarısının görüşülmesine
vesile olmuşuzdur. (MHP sıralarından alkışlar) Sizlerin de elinde
vardır, benim de elimde var. Çok enteresan yazılar var; meslek kuruluşlarının
başkanlarının, bir milletvekiline, milleti temsil eden bir irade sahibine,
nasıl hareket edeceği konusunda talimatına dair yazılar var. Değerli milletvekilleri,
onurumuzu korumamız, millet iradesinin ayakta durmasını sağlamamız lazım; önce,
milletvekili formasyonunun ne manaya geldiğini de çok iyi kavramamız lazım. Bu
Yüce Meclise, hiç kimsenin, talimat vermeye hakkı yoktur. Talepleri olabilir;
gelirler, partilerimizin genel başkanlarını ziyaret ederler, genel başkanlarla
görüşürler ve hükümetin temsilcileriyle -başta Sayın Başbakan ve ilgili
bakanlarla- görüşürler, taleplerini, tekliflerini, o zeminlerde kabul ettirmeye
çalışırlar. Görüşülüp, tartışmalar yapıldıktan ve anlaşmalar da yapıldıktan
sonra, dönüp, tekrar gelip, milleti temsil eden milletvekillerine, nasıl
hareket edecekleri konusunda talimat veremezler. İşte Milliyetçi Hareket
Partisi buna karşı. (MHP sıralarından alkışlar) Hangi kesimde olursa
olsun, hangi sosyal dilimin mensubu olursa olsun, onun hak ve hukukunu koruma
usul ve esasları bellidir. Nasıl bellidir; onun usul ve esasları yasalarla
belirlenmiştir. Bir hakkınız gasp edilmişse, mahkemeye gidersiniz. Eğer, bir
yasanın çıkarılmasını teklif ediyorsanız, o yasanın çıkarılmasıyla ilgili
meslek kuruluşunun temsilcilerini, parti temsilcileriyle buluşturursunuz; ama,
bu çatının altına gelindikten sonra, hele bir tasarı hazırlanıp, hükümetin
iradesi ortaya çıktıktan sonra, buradan geriye dönüş mümkün değildir. Üzülerek ifade ediyorum;
ortağı olduğumuz hükümette, bu mesele çok daha önce çıkarılmalıydı. Bunun
yanında İş Kanunu da; yani, işverenlerin hukukunu da ilgilendiren kanun da
bugüne kadar hazırlanıp, çıkarılmış olmalıydı. Onun için, Sayın Okuyan, demek
ki, çok büyük sıkıntılardan geçti ve bugün de istifasıyla neticelenen bu
olayda, gerçekten bu meselenin ne kadar zor aşamalardan geçtiğinin bir örneğini
de yaşadı. Bu da bir ilk olaydır, onu da söyleyeyim; yani, Sayın Okuyan da gerçekten
tebrike şayan bir harekette bulunmuştur. Bunun da özü, milliyetçi bir düşünceye
sahip bir insan olmasının gereğini yerine getirmiş olduğunun güzel bir örneğini
vermiştir. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; burada bir şey daha söylemek istiyorum. Aynı zamanda, işçi
sendikalarımızın bize vermiş olduğu bilgiler de var. Bu bilgilere de
baktığımızda, şu anda iş kesiminin, gerek siyasî partilerimizin temsilcilerini,
milletvekillerimizi sıkıştırmaya çalıştıkları, çeşitli sıkıntılara
gireceklerini ifade etmelerine rağmen; şu anda elimizde bulunan konfederasyon
başkanlarımızın bize vermiş olduğu bilgiler, yine başka meslek kuruluşları
mensubu sendikalarımızın başkanları, burada iş camiasına herhangi bir zararın
olamayacağını ve özellikle bu iş camiasını temsil eden meslek kuruluşları
başkanlarının televizyonlarda işyerlerinin kapatılacağını, çeşitli maddî imkânsızlıklar
olacağını ve daha fazla ekonomik sıkıntılar olacağını ifade etmelerinin,
fevkalade yanlış olduğunu ifade eden yazılar da var. Bunlardan bir tanesi de,
Sağlık-İş Sendikası Başkanının; itibar ettiğimiz, gerçekten, hepinizin yakinen
tanımış olduğu bir Değerli Başkanımızın da... Vaktinizi almak
istemiyorum; ama, elimizde, bu iş veren temsilcilerinin iddialarının pek doğru
olmadığını ifade eden belgeler ve dokümanlar da var. Değerli milletvekilleri,
kaldı ki -Sayın Pakdemirli de ifade etti, diğer arkadaşlarımız da ifade
ettiler- bir de ILO dediğimiz Uluslararası İşçi Örgütüyle ilgili bir
sözleşmemiz var. Bunun altında imzamız var; bunu da yerine getirmemiz gerekiyor.
Ayrıca, bu, yine Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesine bugün 57 nci cumhuriyet
hükümetimizin vermiş olduğu cevabî ulusal belgede de, orta vadede yerine
getirmemiz gereken yasalardan bir tanesidir. Demek ki, bunu, isabetli
bir tasarı olarak getirmişiz ve isabetli olarak da bu tasarıyı görüşüyoruz;
bitinceye kadar da, inşallah, devam etme imkânı sağlamış olacağız. Yani, bir
yerde, iki işi birden yapmış oluyoruz; bir taraftan, işçi kardeşlerimizin, işçi
camiamızın dileklerini, isteklerini yerine getirirken, diğer taraftan da,
ulusal belgede orta vadede yerine getirmemiz gereken çok önemli bir hizmeti de
yapmış oluyoruz. Dolayısıyla, buradaki
maksat şudur: Üretimi ortaya çıkarabilmemiz için, müteşebbis ile işçi
arasındaki diyaloğu ve buradaki dengeyi çok iyi kurmamız lazım. Yani, biz,
eğer, sistem içerisinde bir tarafı ihmal eder, diğer tarafı ihya eder isek,
orada üretimin tam anlamıyla -serbest piyasa ekonomisi koşullarında tam
anlamıyla- neticesini almamız mümkün değildir. Bugün, mademki, her
şeyimizi Avrupa Birliği standartlarında yapıyoruz, Avrupa Birliği
standartlarında meselelerimizi konuşuyoruz ve şu andaki tasarıyı da, bu manada,
o standartlara kavuşturmak için yapıyoruz, öyleyse, üretimi ortaya çıkarabilmemiz
için, istihdamı tam anlamıyla sağlayabilmemiz için, adaletli bir çalışma
düzenini ve adaletli bir ücret politikasını da ortaya çıkarmamız lazım. Bu,
Türkiye'nin noksanlarından bir tanesidir. Bu bakımdan, her ne kadar geçmişte
yanlışlar, ihmaller, hatalar olmuşsa da bugün çok önemli bir meseleyi yakalamış
bulunuyoruz; bir tarafını şimdi yapmış oluruz, inşallah, ikinci tarafını da
-Allah nasip edecektir- 4 Kasımda Milliyetçi Hareket Partisi tek başına iktidara
geldiğinde (MHP sıralarından alkışlar) bunların hepsini, inşallah, harman
edecektir; böylece hem işçi camiamız hem işveren camiamız ve tüm insanlarımız
hak ettiklerine kavuşacaklardır. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Onu rüyanda görürsün Sayın Köse! İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Bu bakımdan, değerli işveren camiasına buradan sesleniyorum: Acele etmeyiniz,
sizi de sıkıntıya sokmayacağımızı ifade ediyorum ve Değerli Bakanın önümüze
getirmiş olduğu öneriyi... Öneri de işverenlerden gelmiştir, haberiniz olsun.
Bir taraftan da Sayın Bakan gelir gelmez başarılı bir neticeyi de almıştır;
Sayın Bakan Arseven'i de tebrik ediyoruz... BAŞKAN - Vallahi, hem
nalına hem mıhına! MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Mavi boncuk dağıtıyor. İSMAİL KÖSE (Devamla) -
İş camiasıyla da görüşmek suretiyle, işçi konfederasyonlarının değerli
başkanları ile bu işverenlerin taleplerinin güzel bir orta noktasını buldu;
diğer bütün grup başkanvekillerimiz de bunu kabul etmek suretiyle, inşallah
yürürlük tarihinde değişiklik yaparak, 15 Mart 2003 tarihinden -o tarihi de
şimdiden söylüyoruz- geçerli olmak suretiyle de... BAŞKAN - Komisyonu
toplamadık daha?.. İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sayın Başkan, biraz sonra
inşallah o görevi yerine getireceksiniz. ...bu yasa hayata geçmiş
olacaktır ve işçi camiamız gerekli imkânlara kavuştuğu gibi, işverenimizin
de... Sayın Okuyan'ın hazırlamış olduğu bu tasarı ve kendisinden sonra, tabiî,
inşallah, o zamana kadar Milliyetçi Hareket Partili bir bakanın eline geçecek
(MHP sıralarından alkışlar) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının getireceği
bir kanun tasarısı hayata geçmiş olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tabiî, tasarının teknik yönlerini burada birkısım
arkadaşlarımız anlattılar, 1475 sayılı İş Kanunumuzda nelerin olduğunu, nelerin
noksan kaldığını ifade ettiler. Malumunuz, bunun içinde orman işçimiz yoktur,
bunun içinde tarım işçimiz yoktur; işte, bu tasarıyla bu insanlarımız da bu
camianın içerisine giriyor, onlar da, inşallah, bu tasarıyı hayata
geçirdiğimizde çalışmalarının karşılığını alma imkânına kavuşmuş olacaklardır. Yalnız, bir noksanımız
var; bütün gruplarımız eğer anlaşırlarsa, böyle bir konsensüs bulursak...
Basınımız yoktur bunun içinde. Basında çalışanların, burada akşama kadar
alınteri döküp arkamızdan koşanların, yarın üç
ay da bizimle beraber seçimlerde koşacak olanların bunun içinde yeri
yok; bunu da koymamız lazım. (MHP sıralarından alkışlar) ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Önerge verin. İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Basında çalışan kardeşlerimizi de ihmal etmemiz yanlış olur. İnanıyorum ki, DSP
grubundan değerli kardeşlerimizle beraberce vermiş olduğumuz bu önerge, diğer
gruplarla da, inşallah, anlaşarak kabul edildiği takdirde, basında çalışan
arkadaşlarımızın, işçilerimizin de bu tasarı kapsamına alınmasını sağlamış
olacağız. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Birleşin... Birleşin... İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, önemli günler geçiriyoruz. Önce seçim kararı aldık.
Bugün onu tamamlayan bir bütçesini çıkardık ve şimdi onlardan çok daha önemli,
yıllardan bu yana beklemede kalmış, yıllardan bu yana -işte, gerekçeleri şu
anda hepimizin önünde, fotoğraf görülmüştür- kimlerin baskısıyla ertelenmiş
olduğu da ortadadır ve bugün de nasip oldu, bu Yüce Meclisimiz, 21 inci Dönemin
sonunda, en önemli ve en güzel haz alacağımız, mutluluk duyacağımız bir yasa
tasarısını çıkarmış oluyor ve bunun vermiş olduğu mutlulukla da 3 Kasım
milletvekili genel seçimlerine birlikte gideceğiz. Tüm arkadaşlarımıza, bu
üçbuçuk yıl içerisinde yapmış olduğumuz çalışmalarda, birbirimize karşı
göstermiş ilgi ve alakadan dolayı...Birbirimize karşı belki hafif de olsa veya
elimizde olmayan sebeplerden dolayı tarizde bulunmuş olmanın vermiş olduğu bazı
sert hareketler olmuş olabilir, hatta yanlış bakışlarımız olmuş olabilir; ama,
biliniz ki içimizde bir kötülük yoktur, içimizde bir kötü düşüncemiz yoktur.
Bizim sevgimiz, inancımızın gereği. Ölçümüz, insana karşı sevgidir, saygıdır.
Bu bakımdan birbirimize de hakkımızı helal edelim. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Sayın Köse, veda konuşması gibi oluyor. İSMAİL KÖSE (Devamla) - 3
Kasımda, inşallah, milletimizin iradesine gidiyoruz ve milletimize de hakemlik
görevi düşmüştür. Yüce Milletimiz, gerek Avrupa Birliği kanunlarının buradan
çıkarılması esnasındaki gördüğü tabloyu gerek şu anda, bugün, en son bugün
görmüş olduğu bu tabloyu, bu davranışları, bu hareketleri, bu konuşmaları muhakkak
surette, o gerçekten, hiçbir şekilde şüphemiz olmayan vicdan terazisinde
tartacaktır ve en güzel kararını verecektir. Seçimlerimizin ve bu
kanunumuzun da milletimize ve işçi camiamıza hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı
Allah'tan niyaz ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, ANAP, DSP,
DYP ve YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Köse,
teşekkür ederim. Şimdi, Demokratik Sol
Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Kılıç konuşacaktır. Buyurun Sayın Kılıç. (DSP
sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DSP GRUBU ADINA OSMAN
KILIÇ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 893 sıra sayılı iş
güvencesi yasa tasarısı hakkında Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Sözlerime başlarken sizleri ve şu anda ekranları başında bizleri
izlemekte olan, başta emekçilerimiz olmak üzere tüm yurttaşlarımızı Demokratik
Sol Parti Grubu adına en derin saygılarımla selamlıyorum. Sayın üyeler, izninizle
öncelikle 57 nci hükümetin oluşumu, yapısı, icraatıyla, erken seçime
sürüklenmesi sürecine ve Demokratik Sol Partinin konumuna kısaca değinmek ve
daha sonra iş güvencesiyle ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum. "Hafızayı beşer
nisyan ile -yani unutkanlıkla- maluldür" sözünü dikkate alarak yakın
geçmişimizi bir kez daha anımsamakta yarar görüyorum. Sayın üyeler, 18 Nisan
1999 seçimlerinin ardından ülkemizdeki genel siyasî görünüme değinmek
istiyorum. O günlerde, hatırlayacaksınız, bir yandan 1980 öncesi sağ-sol
çatışmalarına dönme korkusu yaşanmakta bir yandan da inancını yaşama hakkı
masum söylemleri altında karşı devrimci çıkışlarla rejimin direnci sınanmakta,
Meclise türbanla girme cüretkârlığı gösterilmektedir. Meclisteki partilerin
suskunluğuna, işbirlikçi tavrına karşın sadece Demokratik Sol Partinin şiddetli
direnişiyle bir Amerikan vatandaşı üzerinden Atatürk'ün Meclisine yönelik
tecavüz önlenmiştir. Diğer yandan, PKK'nın elebaşının yakalanmasına rağmen
hemen sınır ötesinde ve sınır içinde silahlı güçlerinin varlığı, Avrupa Birliği
ülkelerindeki himayeye mazhar örgütlülüğü sürmektedir. Sonradan ortaya
çıkarılmıştır ki, güvenlik güçlerine, istihbarat örgütlerine rağmen, Hizbullah
gibi terör örgütleri, canı malı devletin güvencesinde olan onlarca insanımızı,
din adına, Allah, Peygamber adına işkenceyle katletmekte ve yurdun dört bir
yanında oluşturduğu mezar evlere gömmektedir. Öte yandan, 28 Şubatın sıcaklığı
hâlâ hissedilmektedir. Böylesi bir ortamda,
halktan tek başına iktidar desteğini alamamış, ancak, birinci parti olmuş 1 sol
partiden ve 4 sağ partiden oluşan Parlamento yapısıyla ne yapılabilirdi? Mevcut
koşullar ve olanaklar içinde en iyi çözüm olarak 57 nci hükümet vücut buldu.
Demokratik Sol Parti, 1980 öncesinin karanlık, gerilimli, acı günlerine
dönülmesi kaygılarını önlemek, Kürt ırkçılığı ve din istismarıyla ülkeyi
bölmeye, halkı bölmeye çalışanlara fırsat vermemek için, tarihî bir
sorumlulukla taşın altına elini koymuş ve bu hükümetin oluşumunda görev
almıştır; böylelikle, karamsar, gergin ortamın normalleştirilmesi için önemli
bir adım atmıştır. Aksini de yapabilirdi ve yapılacak ilk seçimlerde tek başına
iktidar olması, belki de işten bile değildi; ancak, Demokratik Sol Parti, her
zamanki gibi, ülkenin ve ulusun esenliği için, siyasî taktiklere tenezzül
etmeyerek, sorumluluk duygusuyla davranmıştır. Demokratik Sol Partinin
öncülüğünde oluşan bu süreçte, evet, ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır,
yaşanmaktadır; ancak, 57 nci hükümet örneği gerçekleştirilmeseydi nelerle
karşılaşacaktık? Demokratik Sol Partinin içinde yer almadığı olası başka
hükümet oluşumları, ülkemizi içte ve dışta hangi ekonomik, sosyal, siyasal ve
hatta rejimsel sorunlarla, maceralarla karşı karşıya bırakacaktı? Tüm bu
soruların cevapları da, o günlerin şartları içerisinde, sorumluluk anlayışıyla
irdelenmelidir. Sayın milletvekilleri,
her şeye rağmen, yüzde 22'lik oy desteğiyle, Demokratik Sol Parti, ülke
yönetiminde aklıselimi ve uzlaşmayı hâkim kılmıştır. İçinden geçmekte olduğumuz
çok duyarlı iç ve dış dengelere rağmen, 57 nci hükümet, dışa karşı ulusal
çıkarlarımızı savunmada, içeride ise ülke bütünlüğüne ve laik rejimimize
yönelik tehlikeleri önlemede, ortadan kaldırmada önemli başarılar göstermiştir.
Ekonomik alanda ise, sağ partiler, kendi sağ düzenlerini adam gibi
yönetemediğinden, tıkanan, yozlaşan sağ yapılı ekonominin piyasa ekonomisi
kurallarına uyumunu tam olarak sağlamak için liberal, yapısal önlemler
alınmıştır. Bunlar yapılırken, Demokratik Sol Parti sosyal önlemlere önem
verilmesini gözetmiştir. Bu bağlamda, şu anda bazı koşulları bakımından
eleştiriye açık olmakla birlikte, ilk kez, İşsizlik Sigortası gerçekleştirilmiş
ve uygulanmaya konmuştur. Tüm çalışanların
gelirlerinde, enflasyon oranında artışların yanında ilave olmak üzere, refah
payı artışları yapılmış ve mevcut durumları korunmaya çalışılmıştır. Sağ hükümetler tarafından
içinden çıkılmaz bir hale getirilen geçici işçiler sorunu Köy Hizmetlerinde
tamamen çözülmüş, diğer kurumlarda da çözüme kavuşturma çalışmaları
sürdürülmektedir. Yapısal bozukluk
içerisinde olan bankacılık ve finans sektörüne yönelik köklü düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Bankaları hortumlayanların ve işbirlikçilerinin üzerine
gidilmiş, sorumluları hesap vermek üzere yüce yargıya sevk edilmişlerdir. Anayasamızda yapılan
değişikliklerle hak ve özgürlükler genişletilmiş, örgütlenme ve siyasî katılım
alanında çağdaş normlar hedeflenmiştir. Değişikliklere ilişkin uyum yasaları da
bir bir yürürlüğe konulmaktadır. Öte yandan, dışpolitikada
çok önemli mesafeler alınmış, Avrupa Birliği adaylığımız resmen sağlandığı
gibi, üyeliğe giden yolda etkin, aktif çabalarla önemli mesafeler alınmıştır.
Nihayet, son olarak, siyasî kriterle ilgili Avrupa Birliği uyum paketi
uzlaşmayla Meclisimizde kabul edilmiş, tabuları yıkmak pahasına, ülkemizin
tarihî bir dönemeçten geçmesi sağlanmıştır. Avrupa Birliği Ulusal
Programında, kamu görevlilerine sendikal hakların tanınması ve geliştirilmesi,
iş güvencesi sağlanması gibi düzenlemelerin yanında, çalışanların haklarının
güvencesi olmak üzere, çalışanlara hak grevi olanağı sağlanması da
öngörülmüştür. Çalışma yaşamıyla ilgili düzenlemelerin çoğu yasallaştırılmış ve
altında, öncelikle Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in imzası bulunan İş
Güvencesi Yasa Tasarısı da inşallah bugün, tüm üyelerimizin desteğiyle
yasalaşacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Milletvekilleri,
Demokratik Sol Partinin 57 nci hükümetteki konumunu, duyarlılıklarını böylece
özetledikten sonra, şimdi de 57 nci hükümetin neden, nasıl 3 Kasımda erken
seçime sürüklendiğine de kısaca değinmek istiyorum. Bilindiği gibi, Aralık
1999'da Avrupa Birliği adaylık statüsü sağlanmış, 2000 Kasım ayında Katılım
Ortaklığı Belgesi yayınlanmış ve 2001 Mart ayında da ulusal program
açıklanmıştır. Koalisyonun iki sağ partisi arasında ekonomik programın
uygulanması aşamasında ilk kez kendini göstermeye başlayan tartışmalar
"Beyaz Enerji ve Vurgun Operasyonları" adı verilen soruşturmalarda
daha da tırmanmış ve son olarak Avrupa Birliği sürecinde âdeta tıkanma,
düğümlenme noktasına varmıştır. "Kopenhag Siyasî Kriterleri" olarak
adlandırılan idamın kaldırılması, ana dilin öğrenimi ve radyo, TV yayınlarında
kullanılmasına olanak verecek yasal düzenlemeler konusunda Milliyetçi Hareket
Partisi ve ANAP arasında var olan tartışmalar doruk noktaya ulaşmış, âdeta
süreç tıkanmıştır. MUSTAFA VERKAYA
(İstanbul)- Bu, parti meselesi değil, memleket meselesi. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Başbakanımızın yoğun çabaları, uzlaştırma arayışları da bir sonuç vermemiştir. Bu tıkanmadan endişeye
kapılan çevreler, uyarı düzeyindeki etkinliklerini, yeni siyasî senaryolar
oluşturma, hükümetteki tıkanmayı açmak için yeni hükümet modelleri üretme ve bu
konuda kamuoyu oluşturma düzeyine taşımışlardır. Başbakanımızın rahatsızlığı
da, bu senaryo sahiplerince maalesef, gayri insanî bir şekilde senaryolarını
uygulamaya sokmak için bir fırsat olarak kullanılmıştır. Bu çevrelerin
Demokratik Sol Partiye ilişkin beklentileri, şiddetli bir parti direnciyle
karşılaşmıştır. Tüm bu gelişmeleri yakinen izleyen ve birbirini kollayan iki
koalisyon ortağımız, yaşanılan süreçten en azamî siyasî faydayı sağlamak veya
en az zarar görmek üzerine stratejiler geliştirmeye başlamışlardır ve nihayet,
4 Temmuz liderler zirvesinde seçimin Nisan 2004'te yapılması mutabakatına
varılmasına ve kamuoyuna açıklanmasına karşın, 7 Temmuzda, Milliyetçi Hareket
Partisi anlaşılmaz bir şekilde ve tek başına, 3 Kasım 2002 tarihinde erken
seçim yapılması için düğmeye basmış, âdeta, ortakları dahil, tüm partilere
"hodri meydan"demiştir. Bunu duyan ve MHP'yi
kollayan ANAP, geri kalır mı; o da "29 Eylül 2002'de seçim yapalım"
karşı meydan okuyuşunda bulunmuştur. Muhalefet partileri için ise, bu
restleşmeler, gökte ararken yerde buldukları altın bir fırsat değerinde olmuştur.
Dış ile iç etkin sermaye
çevrelerinin, Türkiye'nin geleceğine yön verme senaryolarının Demokratik Sol
Parti içindeki maşaları, partinin, planladıkları ve umdukları gibi gümüş
tepside kendilerine sunulmayacağını; aksine, bu kimlikleriyle daha fazla
Demokratik Sol Parti içinde kalamayacaklarını anladıktan sonra, partiyi
parçalamak, yok etmek için harekete geçmişlerdir. BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Kimin maşa olduğu belli! OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Önce elebaşıları, sonra, çeşitli nedenlerle onların ayartısına kapılan diğer
milletvekilleri, doyurucu, makul, geçerli, ilkeli hiçbir gerekçe olmaksızın
Demokratik Sol Partiden ayrılmışlardır. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Seviyelerini gösteriyor!.. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
"Yeni oluşum" olarak adlandırılan bu harekette yer alan kişiler, Yeni
Türkiye Partisi olarak partileşmişlerdir. BAŞKAN - Sayın Karahan,
lütfen... OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Ancak, partinin kimliği, doğrultusu üzerinde tartışmalar oluşmuş ve
süregelmiştir. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Saygılı olsun, doğru konuşsun! OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Nihayet, 31.7.2002 günü, Partinin Genel Sekreteri, Yeni Türkiye Partisinin sol
bir parti olmadığını açıklamıştır. (DSP sıralarından alkışlar) Ertesi günlerde, 4.8.2002
tarihinde, Partinin Genel Başkanı, partilerinin yerini, konumunu ve amacını
şöyle tanımlamaya çalışmıştır: "Çağdaş birikimleri, sosyal demokrasi
ekseninde veyahut programımızdaki galiba ifadesi, demokratik sol olan eksende
bir araya getirmek, onların ittifakını oluşturmaktır." Sayın üyeler, böylesine
çelişkili, mahcup ve utangaç tavırlarla sol parti de olunamaz, sağ parti de
olunmaz! (DSP sıralarından alkışlar) Bu görünümüyle ve tavrıyla, böyle bir
oluşum, iddia edildiği gibi, bir yeni oluşumdan ziyade, sendikacılık dilinde
sıkça kullanılan tabirle, bir sarı oluşum görünümü yansıtmaktadır. (DSP
sıralarından alkışlar) Öte yandan, Yeni Türkiye
Partisi Sayın Genel Başkanı, bilerek veya bilmeyerek, sosyal demokrasi ve
demokratik sol kavramları birbirine karıştırır görünmektedir. Hatta, demokratik
solu hafife alır bir tavır sergilemektedir. Diğer yandansa, Demokratik Sol
Partinin, inançlara saygılı laiklik ilkesi başta olmak üzere, söylemlerini bir
kopyacı gibi tekrarlamaktadır. Önemle belirtmekte yarar
görüyorum, Demokratik Sol Partinin ulusalcı, millîci, laik, demokratik sol
anlayışı ve doğrultusu ile Marksist kökenli, enternasyonalci ve mazlum
halkların emek sömürüsüne dayalı sosyal demokrasi anlayışı, bize göre, asla
aynı şeyler değildir. Öte yandan, Demokratik Sol Partinin oylarıyla seçilen ve
bu partinin Parti Meclisi üyeliğinden, bakanlığından, milletvekilliğinden
ayrılanlarca oluşturulan partinin sol olmadığını açıklaması karşısında, bu
kişilerin ayartmasına kapılıp partisinden ayrılan milletvekillerinin
durumlarını gözden geçirme ihtiyacı duyacaklarına inanıyorum. Zira,
milletvekillikleri, Demokratik Sol Partinin oylarıyla sağlanan, demokratik sol
bir statüdür. (DSP sıralarından alkışlar) Gereğini yapmadıkça, bu kutsal
oyların vebalinden bu cihanda da öteki cihanda da kurtulmaları mümkün
olmayacaktır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sayın üyeler, ifade
etmeye çalıştığım gibi, hükümetin iki ortağının arasında yaşanılan, birinin
Avrupa Birliği öncüsü, şampiyonu olmak, diğerinin "Avrupa Birliğine karşı
değilim" söylemi yanında işi yokuşa sürmek yoluyla siyasî çıkar sağlama
çabaları, hükümetteki uyumu, uzlaşmayı zora sokmuştur. En nihayet, seçim dahil,
geleceğe dönük stratejisini saptayan Milliyetçi Hareket Partisi, siyaseti ve
seçim takvimini bu stratejisine uygun tanzim etmek amacıyla ve âdeta bir dayatma
yaklaşımıyla, ülkeyi seçime götüren süreci başlatmıştır. Demokratik Sol
Partinin hiçbir dahli olmaksızın, aksine ülkemize ve koalisyon partilerine
yönelik mahzurlarını, sakıncalarını, risklerini ısrarla anlatmasına rağmen, 3 Kasımda
erken seçim kararı alınmıştır. Sayın üyeler, Demokratik
Sol Parti, gücünü Hak'tan ve halktan alan bir partidir. Bu nedenle, 18 Nisan
1999 seçimlerinde halkımızdan aldığı yetkiyle neler yaptığını, neleri
yapamadığını, hangi engellerle ve hangi ihanetlerle karşılaştığını gayet samimî
olarak halkımıza anlatacak, hesabını verecek, özeleştirisini yapacaktır.
Demokratik Sol Partinin alnı ak, başı diktir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu,
her konuda, her zaman böyle olmuştur, böyle olmaya da devam edecektir. Takdir,
yüce milletimizin, yüce halkımızın olacaktır. Sayın üyeler, ülkemizde,
şu anda, 50'ye yakın parti bulunmaktadır; bunlardan 23 parti, 3 Kasım
seçimlerine katılacaktır. Kanaatimizce, siyasî partileri, özünde emekten yana
olan, emeğe öncelik veren sol partiler ve emekten yana olmayan partiler olmak
üzere iki kategoriye ayırmak, bu eksende değerlendirmek mümkündür ve gereklidir
de. Bu temel çizgiyi gözden kaçırmak için, bazı partiler, dinî inançları ve
etnik kökenleri öne çıkararak ve istismar ederek, işi sulandırmaya çalışırlar.
Bu, her zaman başvurdukları bir aldatmaca, bir şaşırtmacadır, emekçileri bölme
oyunundan başkaca bir şey değildir; ancak, çoğu kez de, bu oyunda başarılı
olurlar. Oysa, emekçilerimizin, yani, işçi, işsiz, memur, küçük esnaf, köylü ve
emekli, her kökenden ve inançtan, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevî, Sünnî
yurttaşların, emekten yana olmak ya da sermayeden yana olmak ekseninde
partileri irdeleyip, siyasî tercihlerini buna göre belirlemeleri mutlak bir
zorunluluktur. Bu yapıldığında, hangi partinin ulusal yararları ödünsüz
savunduğu, halkın, emekçilerin haklarının öncüsü ve savunucusu olduğu kolayca
görülebilecektir. Böylece, liberal, merkez sağ ve radikal sağ partilerin,
özünde, emeğin değil, varlıklıların, sermayedarların, hortumcuların
işbirlikçisi olduğu görülecek, maskelerinin ardındaki gerçek yüzleri ortaya
çıkacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Aynı şey, sol makyajlı, söylemli partiler için de geçerlidir. Bu,
TÜSİAD orijinli, büyük medya patronları destekli, sözde yeni oluşumlar için
olduğu kadar, solculuğunu Şeyh Edebali'ye dayandırmaya çalışan, ancak, Şeyh
Bedrettin'leri anımsamayan sözde solcu partiler için de geçerlidir. Esasen,
bunların "Anadolu Solu" söylemleri de, demokratik solun kopyasından,
taklidinden başka bir şey değildir. (DSP sıralarından alkışlar) HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan, iş güvencesiyle ne alakası var?!. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - İş güvencesi kanununda var mı bunlar?!. NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Meydan mitinginde konuşuyor Sayın Başkan!.. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Bu arada, söylemek gerekir ki, dünyada ve ülkemizde seslendirilmeye çalışılan
bazı kavramlar da, sömürüyü meşru göstermenin, makyajlamanın yeni
arayışlarından kaynaklanmaktadır. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Sayın Başkan, tasarıyla ne alakası var?!. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Dinle!.. Dinle!.. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Dünyanın, eski ve yeni jandarması, kapitalist, emperyalist ülkelerin
başkanlarının, sözde sol söylem, yöntem olarak sunmaya çalıştıkları
"üçüncü yol" gibi kavramlar da, böyle arayışların ürünüdür. Ülkemizde
ise, kapitalizmin özü olan liberalizmden, liberal sol, liberal sosyal sentez
gibi söylemlerle kafa karıştırıcılığı ve göz boyacılığı yapmanın ardında, hep,
kapitalist sistemin emek sömürüsünün maskelenmesi amacı yatmaktadır. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bir dakika,
Sayın Kılıç... Efendim, niye rahatsız
oluyorsunuz, emeği anlatıyor, emeği anlatıyor. Efendim, istirham ederim yani,
üzerinde konuşuyor. (DSP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Teşekkür ederim. Değerli arkadaşlarım,
sonuç olarak "her kim ki sağ, sol artık yok, sağcılık, solculuk artık
bitti; sağ, sol, merkez anlayışıyla politika yapmıyoruz" diyor ve çağdaş
birikim, eksen, sentez ve bunun gibi söylemlerde bulunuyorsa biliniz ki doğruyu
söylemiyor, doğruları gizlemeye çalışıyor. (DSP sıralarından alkışlar) Bu tür
kişilere ve söylemlere karşı özellikle emekçilerin son derecede dikkatli ve
uyanık olması bir zorunluluktur. Zira, bu cilalı söylem sahiplerinin ardında
hep kapitalist büyük devletler, büyük patronlar ve büyük medya bulunmaktadır.
(DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Amaçları, işçilerin,
köylülerin, kısaca emekçilerin birliğini, dayanışmasını, örgütlenmesini
engellemek ve ülke yönetimine ağırlığını koymasını önlemektir. Bu nedenle, emekçilerin
bu çevrelerden, partilerden uzak durmaları kendilerinin ve çocuklarının
menfaatları, ülkenin aydınlık ve özgür geleceği için bir zorunluluktur. Sayın milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz İş Güvencesi Yasasıyla, yukarıda anlatmaya çalıştığım
yaklaşımlar ışığında siyasî partilerimiz sınavdan geçecektir. Hangi parti iş
güvencesine karşı duruyorsa, açıktan veya gizliden engelleme yapıyorsa o parti
emek dostu, emek yandaşı değildir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Hangi parti iş
güvencesine samimi olarak sahip çıkıyorsa o parti emeğe saygılı, emekten yana
olarak tarihî görevini yapıyor olacaktır. Sayın üyeler, dünyanın
birçok ülkesinde geçerli olan iş güvencesi ne yazık ki, henüz ülkemizde yoktur.
Bu eksiklik zaman zaman bazı işverenlerce istismar edilmekte, geçerli, haklı
bir neden olmaksızın işçiler işten çıkarılmaktadır. Özellikle sendikal
örgütlenme çalışmaları nedeniyle öncü konumundaki işçiler işten
çıkarılmaktadır. Böylece verilen gözdağı ve dönemsel ücret iyileştirmeleriyle
işverenler sendikalaşmayı önlemektedir. Toplusözleşme dönemleri öncesi ve
sonrasında, yine işverenler, sağlanacak artışların faturasından korunmak için
işçi çıkarmaya yeltenmekte, yerine yeni işçiler alarak, düşük ücretlerle
maliyetlerini azaltmaya çalışmaktadırlar. İşverenin takdiri ve
değer yargılarına göre, nedenli nedensiz işçi çıkarmak her zaman mümkündür.
Bunun nedeni, mevzuatımızda, işçi çıkarmak için, işverenin geçerli bir nedene
dayanmak zorunluluğu bulunmamasıdır. Görüştüğümüz tasarı, iş yaşamımızdaki bir
eksikliği, bu manada giderecektir. 1994 yılında Meclisimizde
onaylanan 158 sayılı ILO Sözleşmesi gereği geç de olsa düzenlenen İş Güvencesi
Yasa Tasarısı, iş yaşamıyla ilgili yasalarda değişiklikler öngörmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Mikrofonu açtım
efendim, buyurun. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Bu düzenlemeler, aynı zamanda,
Anayasamızın çalışma hakkını düzenleyen 49 uncu maddesinin de bir gereğidir. Bu bağlamda, 1475 sayılı
İş Yasasının 13 üncü maddesi değiştirilmiş ve yasaya, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve
13/E maddeleri eklenmiştir. Eklenen yeni maddelerle, 10 veya daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde, kıdemi altı aydan fazla işçilerin iş akdinin
feshedilmesi belli koşullara ve usullere bağlanmış, bunlara aykırı işçi çıkaran
işverenlere çeşitli müeyyideler öngörülmüştür. Bu düzenlemelerle,
çalışanların süresi belirli olmayan sürekli iş akdinin feshi halinde, işverene
geçerli bir neden gösterme yükümlülüğü getirilmektedir. Hangi durumların
geçerli bir neden sayılamayacağı tasarıda belirlenmiştir. İşçinin yargıya
başvurması halinde, çıkarma nedeninin haklılığını ispat yükümlülüğü işverene
verilmektedir. Mahkemece işten çıkarmanın haklı bulunmaması halinde, işe geri
almak, işe geri alınmadığında ise, işçiye altı ay ile bir yıl arasındaki ücreti
tutarında bir tazminat ödeme yükümlülüğü öngörülmektedir. Öte yandan, 2821 sayılı
Sendikalar Kanununun 30 uncu ve 31 inci maddelerinde yapılan değişikliklerle,
sendika temsilcileriyle ilgili de aynı iş güvenceleri getirilmiş, ancak, işe
geri alınmadığında, ödenecek tazminatın bir yıllık ücretten az olmaması hüküm
altına alınmıştır. Tasarıya göre, süreli,
geçici çalışanlar ile kıdemi altı aydan az olan işçiler ve 10 işçiden az işçi
çalıştıran işyerinde çalışanlar, iş güvencesi kapsamı dışında kalmaktadırlar;
ancak, bu durumda olanlar için fesih hakkının kötüye kullanılması halinde,
tazminat hakları öngörülmüştür. Tasarıda yapılan bir
diğer düzenlemeyle, basın çalışanları da iş güvencesi kapsamına alınmaktadır. Yine, tasarıyla, tarım ve
orman çalışanları da İş Yasası kapsamına alınmıştır. Bu haliyle yapılan
düzenlemeler son derece yerindedir, hatta geç kalınmış düzenlemelerdir. Sayın üyeler, doyurucu,
ikna edici hiçbir somut neden göstermeksizin, genel, yuvarlak söylemlerle
protokolden, krizden, iş güvenliğinin gelişme ve refah dönemlerinde ele
alınması gerektiğinden, işyeri güvenliğinden, Avrupa Birliğiyle ilgisi
olmadığından, yabancı sermayeyi etkileyeceğinden ve özel sektörün iş ve gelir
yaratmasını engelleyeceğinden bahisle, iş güvencesine karşı çıkmaya çalışan
işverenlerimizin bu gerekçelerine katılmak mümkün değildir. Getirilen
düzenlemeler son derece makul, insaflı ve haklı düzenlemelerdir. Bu nedenlerle,
işverenlerimizin tasarıdaki düzenlemelerden kaygı duymasına hiçbir gerek
olmadığı gibi, kanımca, sahip çıkarak destek olmaları yerinde bir tavır olacaktır;
zira, bu haliyle, tasarı, hiçbir yeni ve ek bir yük getirmemektedir. Feshin
yerindeliğine ve tazminata karar verecek olan ise yüce Türk mahkemeleri
olacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, lütfen;
3 dakika verdim, toparlayın. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan. Görüştüğümüz tasarı
konusunda işverenlerimize tavsiyem, bir an için kendilerini işçi yerine koyarak
düşünmeleridir. Bunu yaptıklarında, her an işinden atılmak, kapının önüne
konulmak ve bir daha iş bulamamak korkusuyla yaşamanın ne demek olduğunu
anlayacak, iş güvencesinin işçiler için nasıl yaşamsal önemde olduğunu görecek
ve işçilerine hak vereceklerdir kanaatindeyim. Sayın üyeler, Demokratik
Sol Partinin tavrı, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da emek öncelikli, emekten
yana bir tavır olacaktır. Bu nedenle, altında Sayın Genel Başkanımızın imzası
bulunan İş Güvencesi Yasa Tasarısını, Demokratik Sol Parti olarak hararetle
destekliyoruz. İş barışına ve üretime büyük katkısı olacağına olan inancımızla,
işçilerimize de, işverenlerimize de hayırlı olmasını diliyoruz. Bu arada, günlerdir,
hatta gecelerdir bizlerle birlikte insanüstü bir çaba sarf eden,
milletvekilleri ve parti yöneticileriyle görüşmeler sürdüren, tek tek imza
toplayan ve İş Güvencesi Yasa Tasarısının, bugün, burada görüşülmesini sağlamada
katkısı olan Türk-İş Genel Başkanı Sayın Bayram Meral'e, Hak-İş Genel Başkanı
Sayın Salim Uslu'ya ve DİSK Genel Başkanı Sayın Süleyman Çelebi'ye, bir işçi,
emekçi olarak teşekkürü bir görev biliyorum. İşçilerimiz ve tüm emekçilerimiz,
bu tarihî önderliklerini asla unutmayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim... OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. Sayın üyeler, çok değerli
işçi ve emekçi kardeşlerim; dün, işçiye, emekçiye, sendika, toplusözleşme, grev
haklarının sağlanmasında bakan olarak öncü olmuş Sayın Bülent Ecevit, bu dönem
ise, kamu çalışanlarının sendika ve toplu görüşme haklarının yasal güvenceye
kavuşturulmasında ve bugün de emekçilerimiz için bir devrim niteliğindeki iş
güvencesinin sağlanmasında Başbakan olarak öncü olmaktadır. İnanıyorum ki, bu
bir takdiri ilahidir. Öte yandan, Demokratik
Sol Parti ve onun lideri Sayın Bülent Ecevit, maalesef, ortaklarınca, önce
kuşatılmak, sonra yolda bırakılmak ve siyaseten zor duruma itilmek için çeşitli
siyasî manevralara maruz kalmıştır... BAŞKAN - Sayın Kılıç,
lütfen, teşekkür edin, bitirin. Lütfen efendim. AHMET DEMİRCAN (Samsun) -
Ne alakası var bunların tasarıyla?! OSMAN KILIÇ (Devamla) -
... ve isteği dışında, bizzat ortaklarınca acele bir seçime mecbur
bırakılmıştır. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Üstelik, her birisini Parlamentoya taşıdığı, en kutsal devlet ve kamu
görevleriyle donattığı, iyilikten gayrı hiçbir kötülükte bulunmadığı kişilerce,
âdeta, arkasından vurulmuştur, hançerlenmiştir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Geçmiş olsun. Geçmiş olsun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan, lütfen... BAŞKAN - Efendim,
teşekkür eder misiniz. Lütfen efendim. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Bazıları bu melekelerini yitirmiş görünse de Türk Milleti kadirşinastır,
vefalıdır; kendisine yapılan iyiliği de kötülüğü de bilecek ve unutmayacak
sağduyudadır, bilinçtedir. Elbette ki, Türk Halkı, yaşamı boyunca, ülkesini ve
halkını savunmaktan, esirgemekten başka hiçbir amacı, davranışı olmayan ve her
bir emekçi ailesi üzerinde hakkı bulunduğuna inandığım Sayın Bülent Ecevit'e ve
partisi Demokratik Sol Partiye gereken vefayı gösterecektir. (DSP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!]) Tüm dış ilişkilerimizde başımızı
dik tutan, ulusal yararlarımızı ve onurumuzu sonuna kadar koruyan bu tarihî
kimliğe, böylesine haksızlığa uğradığı, yalnızlığa itilmeye çalışıldığı zor
dönemde sahip çıkmayı, emekçi halkımız bir görev bilecektir. Buna yürekten
inanıyorum ve halkımızın sağduyusuna güveniyorum. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
2 500 000 işçiyi sokakta bıraktınız! MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Sayın Başkan, 6 dakika oldu. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Yeter, yeter!.. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür eder misiniz... Lütfen, lütfen efendim... Sayın Kılıç... OSMAN KILIÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım... MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Tam 2 500 000 insan işsiz, aç, sefil! OSMAN KILIÇ (Devamla) -
...bu inançlarla sizleri ve başta işçilerimiz olmak üzere... MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Hangi işçiler, sokaktakiler mi?!. OSMAN KILIÇ (Devamla) -
...tüm emeğiyle geçinen yurttaşlarımızı en derin saygılarımla selamlıyor; İş
Güvencesi Yasasının, ulusumuza, emekçilerimize esenlikler ve barış getirmesini
diliyorum. Saygılar sunarım. (DSP
sıralarından alkışlar, YTP, AK Parti ve SP sıralarından "öp, öp"
sesleri) BAŞKAN - Sayın Aygün,
sataşmadan dolayı söz istiyorsunuz herhalde; müsaade ederseniz, sayın
milletvekillerinin kişisel söz hakkından sonra söz vereyim. OĞUZ AYGÜN (Ankara) -
Sıcağı sıcağına verseniz... BAŞKAN - Söz sırası,
İstanbul Milletvekili Masum Türker'de; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce içten
saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bugün, önceki konuşmamda belirtmiştim, yine belirtiyorum; üçbuçuk yıllık yasa
çıkarma faaliyetlerimiz sırasında, özellikle belli güçlerin, milletvekilini
halktan koparmaya çalışarak, oluşturdukları yapay gündemle Parlamentonun
çalışmalarını yönlendirmeye çalışırken, bugün, burada, bu yapay gündemin dışına
taşarak, çıkarak, halkın beklentisi ve özlemi olan önemli bir yasa tasarısını
görüşüyoruz. Bu yasa, bu dönemde çıkmalıydı. 1999 yılında, sosyal
güvenlik reformunu görüşürken, 86 ncı maddeye göre lehinde söz almış ve o
zaman, aynen şu sözleri söylemiştim: Biz, bugün, burada, önemli bir reformu
gerçekleştiriyoruz; bir taraftan işsizlik sigortasını oluştururken, diğer
taraftan emeklilik yaşını geç bir tarihe bırakıyoruz. Bu bir siyasal riskti;
ancak, o siyasal riski alırken yapılan yasal düzenlemenin gereği olan iş
güvencesi yasasının da çıkarılması gerektiğini söylemiştim. Bu Parlamentoda iş
güvencesinin gerekliliğini dile getiren bu dönemdeki ilk milletvekili olarak,
bugün görüştüğümüz bu yasa tasarısının, hepimiz açısından iç barışı sağlayacak
önemli bir yasa tasarısı olduğunu belirtmek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
burada çıkıp konuşulabilir, başka
yerlerde konuşulabilir, yazılabilir. Deniliyor ki: Avrupa ülkelerinde ILO'ya
uygun olarak bu 158 sayılı sözleşmeyi imzalayan ülke sayısı 5. Şimdi, bu ne
çelişkidir; başka şeylerde çıkıyoruz, diyoruz ki Avrupa ülkeleri her şeyi
imzalamış, kalan 2 ülkeden birisi biziz. Neden, biz, bu kez, ilk
imzalayanlardan, ilk uygulayanlardan biri olmayı içimize sindiremiyoruz;
içimize sindirmeyi kim engelliyor? Değerli arkadaşlar,
işçinin feshe karşı korunması konusunda akademik çok çalışma yapılmıştır. Bu
çalışmalardan birisi şu, 2002 yılında yapılmış olan bir sempozyumun kitabıdır.
Bu sempozyum kitabının başlığı "İktisadî Sosyal ve Uluslararası Hukukî
Boyutuyla İşçinin Feshe Karşı Korunması"dır. Yani, biz burada İş Güvencesi
Yasa Tasarısını görüşürken, yaptığımız şey, işverenin sebep göstermeksizin
işçinin işine son vermesini ve bu konudaki davranışını engellemek açısından,
işçinin kendisini korumasıyla ilgili yasal düzenlemeleri veriyoruz. Değerli arkadaşlar, şu
anda, eğer iş hukukuyla ilgili yargı kararlarını tarayacak olursak, bu konuya
biraz vakit ayıracak olursak, görürüz ki, işçinin feshe karşı korunmasıyla
ilgili bu anlamdaki tartışmalar ve yargıdaki çözümlemeler, işçinin işini
kaybetmesinden sonra meydana gelmiştir. Oysa, burada, işçinin işine son
verilirken, sebep gösterilmesini de amir kılıyoruz. Çıkıp denilebilir ki, bu
bir yük getiriyor. Değerli arkadaşlar,
bunları kim söylüyor; gelin, biraz tarihe bakalım. 1970'li yılların sonu;
Başbakan Sayın Bülent Ecevit, Çalışma Bakanı Sayın Bahir Ersoy... O tarihte bir
çalışma yapılıyor; deniliyor ki, kıdem tazminatının ödenmesini güvenceye almak
için, kıdem tazminatı fonu oluşturalım. Kıdem tazminatı fonu oluşturulmasıyla
ilgili çalışmaları gözden geçirdiğimiz zaman, o tarihlerde, DİSK'in Genel
Başkanı rahmetli Kemal Türkler ile Türk-İş'in Genel Başkanı Sayın Halil Tunç
evet diyorlar, işçi kesimi evet diyor, işveren adına katılan o zamanki
yöneticiler hayır diyor. Şimdi, çelişkiye bakın;
ne diyorlar şimdi; bu İş Güvencesi Yasasından önce kıdem tazminatı fonu
meselesini konuşalım... Yine konuşalım... Bu konuda akademik, bu konuda,
Çalışma Bakanlığının arşivlerinde, 1980 öncesi yapılmış çalışmalar var; ama,
kimse çıkıp demiyor ki, 12 Eylül döneminde, kararın sınırlı kişiler tarafından
verildiği zamanda, kıdem tazminatına getirilen 7,5 sınırlaması için insanlar
neden sessiz kaldı?.. Değerli arkadaşlar,
ülkemizde, özellikle, emeğe karşı getirilmiş olan yasalarda, emeğin
korunmasıyla ilgili yasalarda, nedense, bir tuhaflık meydana geliyor, emeği
savunanlar hemen suçlanıyor; ama, bugün görüyoruz ki, bu Parlamentoda çoğunluk,
bugün, emekten yana tavır koymuştur; çünkü, bu ülkede, artık, herkes hemen
hemen emekçidir. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Sayenizde... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayenizde... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, küresel dünya düzeninde... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
O, emekçi dediğiniz, sokakta şimdi! Fabrika kapanmış, memleket bu hale gelmiş,
yarım saat kala da, kalkıyorsunuz... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Evet... Bunların olma nedeni... BAŞKAN - Karşılıklı
konuşmayın efendim. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Bunların olma nedeni, 1980 yılından bu yana uygulanmış ağır liberal
politikalardır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Burası, miting meydanı değil!.. Burası, miting meydanı değil!.. Memleketi bu
hale getirdiniz! Burası miting meydanı değil! BAŞKAN - Sayın Gönül,
lütfen, karşılıklı konuşmayın. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Ağır liberal politikalarla işsizliği hızlandıran, özellikle işçinin haklarını
korumaktan kaçınan... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Memleketi bu hale getirdiniz! BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmaktan vazgeçecek misiniz... MASUM TÜRKER (Devamla) -
...özellikle ve özellikle bugüne geldiğimiz yasal düzenlemeleri yapmayanların
şu anda itiraz etmesi doğrudur, itiraz edebilirsiniz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Burası miting meydanı değil! MASUM TÜRKER (Devamla) -
İtiraz edebilirsiniz... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Aylardır neredesiniz? Samimî değilsiniz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Siz, kimin adına konuşuyorsunuz? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Samimî değilsiniz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Siz, yoksa, bu yasadan taraf değil misiniz? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ayrı mesele; ama, meseleyi çarpıtıyorsunuz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Siz, bu yasadan taraf değil misiniz? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Meseleleri çarpıtıyorsunuz... Konuları çarpıtıyorsunuz. BAŞKAN - Efendim, lütfen,
hatibin sözünü kesmeyelim. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, yaptığı şeyden utanmayanlar... BAŞKAN - Sayın Masum
Türker, bir dakika... MASUM TÜRKER (Devamla)
- ...emeği savunduğu zaman başkasına
hesap vermek zorunda olmayanlar, burada, bizim gibi açıklıkla her şeyi
konuşurlar. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, burası Meclis kürsüsü. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, burada, özellikle emeğin aleyhindeki bütün oluşumlar... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Emeğin aleyhinde olan kimse yok. MASUM TÜRKER (Devamla) -
...12 Eylülden bu yana oluşmuş olan oluşumlardır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, lütfen... Biz, emeğin karşısında
değiliz; ama, meseleleri çarpıtmayın. Biz emekten yanayız. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Meseleyi çarpıtmasına müsaade etmeyin canım! RAMAZAN GÜL (Isparta)
- Türk-İş Başkanı Sayın Bayram Meral
geçen gün dedi ki bir işçi... BAŞKAN - Efendim,
bağırdığınız için anlamıyorum. Bir dakika efendim... Efendim, mikrofonu açın da
duyayım. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Emeğin karşısında olan kimse yok. BAŞKAN - Sayın Bedük,
mikrofonu açın da duyayım itirazınızı. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Konuşmacıyı niye ikaz etmiyorsunuz Sayın Başkan? AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, arkadaşlar niye rahatsız oluyor? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Eğer, o kadar şikâyetçiyseniz ortaklarınızdan, çeker gidersiniz. BAŞKAN - Hep beraber...
Nedir bu?! MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ben, bu tartışmaları hoş
görüyorum... RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Sayın Türker, şov yapıyorsunuz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
...çünkü, emekle ilgili ne zaman bir yasal düzenleme geldiyse, bu Parlamentoda,
hep bunlar yaşanmıştır. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Emeğin sömürüsü var, emeğin sömürüsü. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, isterdim ki, kıdem tazminatı 7,5 misliyle sınırlandığı
zaman buradaki çıkışı sizin adınıza birileri yapsın... Birileri yapsın... (DSP
sıralarından alkışlar, DYP ve SP sıralarından gürültüler) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Siz ne yaptınız, söyleyin... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Birileri yapsın... BAŞKAN - Sayın Türker,
lütfen efendim... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Birileri yapsın... Birileri yapsın... Bu tutanaklar, 274 ve 275
sayılı Yasalardan şikâyet edenlerin sözleriyle de doludur. Dinledik biz burada
bunları. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Üç yıldır neredeydiniz?! RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Sizin döneminizde 1 500 000 kişi işsiz kalmadı mı? Bunu burada nasıl
söylüyorsun?! BAŞKAN - Sayın Gül,
lütfen... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar... Niye gocunuyorsunuz
canım? Ne oluyor? Niye gocunuyorsunuz?! Bu yasayı onayladıktan sonra birisine
hesap mı vereceksiniz?! BAŞKAN - Lütfen
efendim... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Niye gocunuyorsunuz?! Niye gocunuyorsunuz?! Niye gocunuyorsunuz?! (DSP ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
2 500 000 işçi üzerinden demagoji yapma! BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı
konuşmaktan vazgeçin. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakın, emek, bu ülkede en kutsal değerdir... RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Emek kutsaldır, kutsal!.. TURHAN GÜVEN (Mersin) -
Emek, bu ülkede fabrikaları kapatmak değildir. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Emeği yönetenler de en samimî insanlardır. Bu ülkede... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Siz işçiyi sokağa atmışsınız, sokağa!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Önce kendi döneminizi düşünün. BAŞKAN - Sayın Türker... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Siz düşünün!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Düşünün kendi dönemlerinizi; onların hesabını daha vermediniz, daha hesabını
vermediniz!.. Vermediniz!.. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Saygılı ol, saygılı!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Daha hesabını vermediniz, vermediniz!.. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
İşçiyi sokağa siz attınız!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, işte, böyle arkadaşlar, burada düşüncenin oluşmasına izin
vermezler; emekle ilgili sistemli bir düşünceyi söylemeyi bu şekilde
engellerler; bunları tarih kaydedecektir. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Saygısız olma!.. RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Emek düşmanı, işçi düşmanı yaptınız bizi. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakın, bu ülkede hıyanet içinde olup "Ecevit
çekilsin" kampanyası başlatıldığı zaman "Ecevit için yürürüz,
yanınızdayız" diyenler yalnız emekçiler olmuştur. (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Türk-İş Başkanı Sayın Bayram Meral "Sayın Başbakan, sizin yanınızda yer
almamız gerekiyorsa, varız" demiştir.
Hak-İşe bağlı Et ve Balık Kurumu üyeleri, Et ve Balık Kurumu işçileri
her türlü desteği vermeye kalkmışlardır; neden; çünkü, kendilerine yardım eden
herkesin yanındadırlar. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Siz, işçiyi sömürdünüz. BAŞKAN - Sayın Türker...
Sayın Türker... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Sayın Başkan, biraz daha süre verin... BAŞKAN - Sayın Türker...
Sayın Türker... Sayın Türker, toparlar mısınız efendim. RAMAZAN GÜL (Isparta) -
İşçiyi mahvettiniz!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Sayın Gül, burası Isparta değil... BAŞKAN - Sayın Gül,
lütfen... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, bakın, emekle ilgili bir konuyu görüştüğümüz zaman,
kimse bu konuda bir hararet, bu konuda bir düşünce insicamı, bu konuda bir
birliktelik istemiyor; çünkü, kapıdan dışarı çıktığı zaman, başkaları sarılacak
yakasına. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
İşçinin nasıl olduğunu bilir misin sen?! BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız lüften... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, eğer sarılacak kimse yoksa, benim söylediğim her sözü
alkışlamaları gerekirdi. BAŞKAN - Sayın Türker,
toparlar mısınız... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Ama, değil alkışlamak, benim sözlerimi kesmeyi, insicamımı bozmayı uygun
buldular. İtiraz edenler size tavsiyemdir; şu kitaba bir göz atın. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker,
lütfen... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, iş güvencesinin neden çıkarılmadığını önceki konuşmamda
söyledim; nasıl engellendiğini, bu çatının altında 21 inci Dönemde çalışan
herkes biliyor. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - İşçi de biliyor, işçi de! MASUM TÜRKER (Devamla) -
Herkes biliyor; ancak... BAŞKAN - Sayın Türker... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Tamam Sayın Başkanım. Şu veya bu şekilde, biz,
bu ülkede, bugün, itiraz edenlerle birlikte aynı onuru yaşayarak, aynı kıvancı
taşıyarak, iş güvencesi sağlayacak bu yasayı çıkarıyoruz. Bu yasa, hakikaten,
ekonomide işçiyi sokağa dökmeyecek. İşveren de, bununla ilgili gerekli
önlemlerini alacak; verimliliği esas alan yeni bir yapılanmaya geçecek. Bugüne kadar, bu
kavramları, hep toplusözleşme görüşmelerinde, her yerde işçiden bekledik,
şimdi, sıra işverende... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bu yasada itiraz edilen şey nedir biliyor musunuz; küresel
sermayeye karşı ülkelerin en büyük dayanağı olan sendikacılığın, yok edilmiş
olan sendikacılığının tekrar dirilmesinden endişe ediliyor... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Türkiye'nin küresel yapılanmasında, sendikacılığın, hepimiz yanında yer
alacağız. Değerli milletvekilleri,
sözümü kestiniz, belirli sözlerimi, dakikalarımı aldınız; size helal ediyorum;
hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Efendim, söz sırası, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika Sayın
Polat... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, lütfen,
yerinizden... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hayır efendim. BAŞKAN - Duymuyorum;
nasıl hayır?! AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne
oldu Sayın Başkanım?! BAŞKAN - Efendim,
mikrofondan konuşur musunuz... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Benim itirazımda bir yanlış anlama var. Ben bu kanuna karşı olan bir insan
değilim; ama, şu kürsüden konuşayım, müsaade edin. BAŞKAN - Efendim,
mikrofondan söyler misiniz, ki, herkes duysun... Benim duymam kâfi değil. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ama, bu kürsüden... BAŞKAN - 60'a göre söz
vereyim efendim... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, müsaade edin, şuradan, kürsüden konuşayım. BAŞKAN - Efendim,
yerinizden, 60'a göre söz vereceğim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
İstirham ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, ben,
size istirham ederim... Lütfen... 60'a göre söz vereceğim... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Niye rahatsız oluyorlar Sayın Başkan?! BAŞKAN - Efendim, 60'a
göre derdini anlatacak... (DSP sıralarından gürültüler) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Buyursunlar!.. BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Bağırarak olmaz bu... Buyurun efendim. M. ZEKİ SEZER (Ankara) -
Başkan, hem sabote ediyorlar hem söz veriyorsunuz. BAŞKAN - İstirham
ederim... Lütfen... Efendim, mikrofonunuz
açık... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada emeğe karşıymış
gibi gösterilmiş olmam nedeniyle söz aldım. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Ben de onun için
size söz verdim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Öyle bir şey yok Başkanım... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Müsaade buyurun efendim... BAŞKAN - Efendim,
lütfen... Efendim, siz konuşun;
ben, size onun için söz verdim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Grubum adına, emeğe karşı değiliz; ama, şu kürsüden emeğin nasıl istismar
edildiğini içime sindiremediğim için itiraz ettim. Eğer, bu hükümet, bu kanun
tasarısını getirmede bu kadar samimî ise, seçime yarım saat kala değil, aylar
evvel bunu getirmesi ve ortaya koyması gerekirdi. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Niye alınıyorlar Başkanım?!. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - 10 bakan burada oturuyor, hükümet burada... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Yoksa, biz, çalışanın yanındayız, çalışanların hakkının korunmasından yanayız.
Bu işçiyi sokağa bırakan, işsiz bırakan biz değiliz. Bu memuru, çalışan insanı
işsiz ve aç bırakan biz değiliz. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, niye alınıyorlar?! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Şimdi, kalkıp, buradan "işçinin, emeğin, hakkını arıyorum" diye
meselenin istismar edilmesinden, polemik konusu yapılmasından... BAŞKAN - Efendim, siz
zamanlamasına karşısınız; evet... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Tabiî ki Sayın Başkan... BAŞKAN - Geç kaldı
diyorsunuz; mesele anlaşıldı efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Yani, kendi sorumluluklarını unutup, buraya getirmekte gecikenlerin, bugün,
emeğin yanındaymış gibi hareket etmesinden şikâyetçiyiz. BAŞKAN - Sayın Gönül,
teşekkür ederim efendim. Mesele anlaşılmıştır, zapta geçmiştir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Yoksa, biz, işçinin hakkının korunmasından yana olan bir partiyiz ve
destekliyoruz. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Doğru Yol
Partisi Grubu adına, Ali Rıza Gönül, evet, teşekkür ediyorum efendim. Söz sırası, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta. Buyurun efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Şimdi görüştüğümüz
tasarı, İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı. Burada işin özelliği, 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde
bir işçi sendikalıymış diye bahane edilerek işten atılmasını önlemektir; esası
budur. Şimdi, bakın, önümüzde
ILO Sözleşmesi var. ILO Sözleşmesi, 1982 yılında kabul edilmiş, Türkiye
Cumhuriyetinde ise 10.8.1994'te Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiş, Resmî
Gazetede yayım tarihi 12.10.1994. Şimdi, 1994 yılında Bakanlar Kurulunda kabul
edilip Resmî Gazetede yayımlanan bu ILO Sözleşmesiyle bugünkü kanun tasarısını
karşılaştırırsak, maddelerin hemen hemen büyük bölümünün birebir çakıştığını
görürüz. Mesela, burada, ILO Sözleşmesinde son vermenin haklı nedenlere
dayandırılması madde 4, 13/A; madde 6, 13/C; madde 7, 13/B; madde 8, 13/C; yine
madde 13, madde 5'le hemen hemen çakışıyorlar. Buradan ne söylemek
istiyorum; bu getirilen tasarıda esasında öyle çok önemli, yeni bir konu yok.
Yeni konu şu: Diyor ki bir işverene, ILO Sözleşmesine uyarak eğer bir işçiyi
çıkaracaksan işyerinden, o hırsızlık yapmışsa, işi becerememişse veya işyerinin
teknolojisini geliştirmek için işçi çıkarmak zorundaysan, haklı gerekçelerin
varsa veya 10'dan fazla işçi çıkarıyorsan, bunları bir kayda bağlıyorsun. Bunun
dışındaki konuların her birisi hemen hemen eskiden de olan konulardır. Daha
doğrusu, 1 kişiyi bile işten çıkarsan, 10 kişiyi de işten çıkarmış gibi değil,
ama, ona yakın bir şekilde birtakım ILO'ya, dünya şartlarına uyan şartlara
dikkat edeceksin. Şimdi, bir taraftan,
benim anlayamadığım bir konu var, bu konuda ben partilerin adını vermek
istemiyorum, bugün burası çok sertleşti; ama, bilhassa Anavatan Partisine bir
şey söylemek istiyorum. Avrupa Birliği yasalarında öncülük yapıyorsunuz da,
neden işçilerin hakkını koruyan bu ILO Sözleşmesi geldiği zaman Bakanı istifa
etmek zorunda bırakıyorsunuz?! (MHP sıralarından alkışlar) Yani, bunu bir türlü
anlayamadım ben. Bakın, bir gün evvel
Avrupa Birliği yasalarının şampiyonluğunu yapıp, Avrupa Birliğinin ve ILO'nun
en büyük gerekçesi olan 1982'de ILO'nun kabul ettiği 1994'te Türkiye'nin kabul
ettiği sözleşmelerle birebir çakışan, hatta bazı yerlerde hafifleten, mesela
bunun 2 nci maddesinde, bu ILO Sözleşmesinde deniliyor ki: "Tüm ekonomik
faaliyet alanına ve hizmet sözleşmesiyle istihdam olunanlara uygulanır."
Biz bunu, 10 kişi veya daha yukarı sayıda olan işyerlerine uyguluyoruz; yani,
bir de kısıtlama getiriyoruz. Şimdi neyi anlatmak için
söylüyorum; açıkça söylüyorum, biz, eğer Avrupa Birliğini kabul ediyorsak, ILO
şartlarını kabul ediyorsak, işçi de olsak işveren de olsak bu şartlara uymak
zorundayız. Zaten burada bahsedilen çok açık söylenilmiş; diyor ki: Bir
teknolojik gelişme yapmışsan, işçi işe intibak edememişse veya bir yolsuzluk
yapmışsa; ama, bir şart koşmuş, ispat işverene aittir demiş; doğrusu da budur.
Yani, sen şimdi bir işçiye iş yapamıyor diyorsan bunu ispat etmek zorundasın
veya bir işçiye hırsızlık yapmış demek istiyorsan bunu ispat etmek zorundasın;
ama, bir işyerinde işçi, hakkını korumak için sendikalaşmışsa, sendika
temsilcisiyse onu haksız yere bir yere sürmeye, işine son vermeye yasak
getirmiş veya daha doğrusu işten çıkarmaları, artık, Avrupa şartlarına
getirmiştir. Ben, bu ILO Sözleşmesinde
çok emeği geçen Sayın Bakanımızın istifa etmeden burada oturmasını arzu
ederdim; ama, nasip ona değilmiş, o da bir başka mesele. Burada iktidar partisi
milletvekillerine bir şey hatırlatmak istiyorum, eğri oturup doğru konuşalım,
bu yasa tasarısı sekiz aydan beri önünüze gelmiş, hazırlanmışken, niye seçim
kararı alındıktan sonra bunu getiriyorsunuz da bugün savunucusu oluyorsunuz?
Yani, sekiz aydan beri neredeydiniz; gerek MHP'lilere gerek DSP'lilere bunu
sormak bizim hakkımızdır. VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Aslan Bey, geçmişte hiç kanun çıkarmamışsınız, ancak sıra geldi. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın. ASLAN POLAT (Devamla) -
Efendim bir konu vardır; yani, seçim kararı alınmış, seçime gidiliyor,
işçilerin önemli bir oyu var; bunlar için bunu getirmek bence açık yüreklilik
değil; ama, yine de savunun. Hiç olmazsa seçim bahanesiyle de olsa işçiye bir
hakkını veriyorsunuz. Burada bir iki konu
üzerinde durmak istiyorum; bunlardan bir tanesi, işveren temsilcileri sürekli
olarak diyorlar ki: Biz işsizlik sigortasına karşı değiliz, işsizlik
sigortasıyla beraber, kıdem tazminatı, iş güvencesi ve esneklik öğeleri
üzerinde duralım. Şimdi, bu esneklik konusu da çok önemli. Bundan sonra gelecek
hükümetler de mutlaka bunu dile getirecektir. Bu konuda Devlet Planlama
Teşkilatının bir çalışması var. Devlet Planlama Teşkilatı, Çalışma Yasası ve esneklikleri
konusunda diyor ki: Teknolojik gelişmenin üretim biçiminde yarattığı
değişmeler, çalışma biçimlerine ve buradan da sosyal hayata yansımaktadır.
Gelişen üretim teknikleri rekabeti artırmış, işgücü talebinin değişmesine neden
olmuştur. Bu değişiklikler, uygulamada kendini esneklik olarak göstermektedir.
Esnek çalışma, değişen piyasa koşullarına uyum sağlayarak çalışmak veya
değişime ayak uydurmak olarak tanımlanabilir" diyor. Yalnız, Devlet
Planlama Teşkilatı diyor ki: "Esnek çalışmaya işçiler tarafından, emek
tarafından bakarsak, bu da bir doğrudur; işgücü arzı tarafından
bakıldığındaysa, esnek çalışma şekilleri, işçilerin örgütlenme ve sosyal
haklarını sınırlamaktadır." İşte, bu çok önemli bir konudur. Esnek çalışma
konusunda, her ne kadar, işveren bunda ısrar ediyor ve bir yerde de işçinin
çıkmaması için -bir kolaylık olarak- önemli oluyorsa da, hakikaten, esnek
çalışmalar, sendikal hareketleri de kısıtlamakta, küresel ekonominin gelişen
şartlarına göre işçinin en büyük güvencesini de zorlamakta, sınırlamaktadır. Yine, Devlet Planlama
devam ediyor "ayrıca, işgücünün taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma gibi,
örgütlenmelerinin önündeki engeller olarak görülmektedir. Bu ise, işçi-işveren
ilişkilerini etkilemektedir. İş güvencesi, kamusal hakların korunması, sendikal
üye olma gibi kavramlar, artık, yerini, bireysel düzeydeki pazarlıklara
bırakmaktadır" diyor ve devam ediyor "günümüzde birçok sanayileşmiş
ülkede esnek çalışma biçimleri, çalışma mevzuatına girerek belli kurallar
getirmiştir" ve burada da yine devam ediyor "genel olarak işçi
hakları, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, kamu istihdam koşulları,
sendikal haklar ve ücretler bakımından özel sektöre öncülük etmiştir.
Özelleştirmenin önündeki en önemli konu da, sendikalaşmayı azaltması,
taşeronlaşmayı artırmasıdır." Şimdi, burada, bir konu
söylüyorum, yani, esnek çalışma üzerinde işverenler çok duruyor; ama, bu, işçi
açısından sendikasızlaştırma, onların örgütlenme haklarını kısıtlayacağından
dikkate almak gerekir. Şimdi, burada, biraz önce
konuşan iktidar partisi milletvekillerine, ben, Devlet İstatistik Enstitüsünün
birkaç rakamını söyleyeceğim; hiç alınmasınlar, bunları, beraber tartışalım.
21.6.2002 tarihinde Devlet İstatistik Enstitüsü bültenlerinde imalat sanayiinde
bir önceki yılın aynı dönemine göre değişim: Üretimde çalışan sayısında yüzde
6,9 azalma, üretimde çalışılan saatte yüzde 6,3 azalma var. Ne demektir bu; siz,
üretimde çalışan işçilerde ve saatlerinde, yüzde 6 oranında işçi çıkarmışsınız;
yani, işsiz bırakmışsınız. Kim bırakmış; bu hükümetler bırakmış. Yine devam ediyor ve -bu
çok önemli- deniliyor ki, üretimde çalışan kişi başına kısmî verimlilikte ise,
aynı dönemde yüzde 10,8; üretimde çalışılan saat başına yüzde 10,1 artış var;
yani, işçilerin, bu dönemlerde, yani, sizin bu işçileri işsiz bıraktığınız
dönemlerde, verimlilikleri artmış, fakat, yüzde 6 oranında işsiz kalmışlar. Yine önemli bir konu
söyleyeyim size: İşte, Devlet İstatistik Enstitüsünün, 3.8.2002 tarihinde, üç
gün önce çıkan yayınları. BAŞKAN - Toparlar
mısınız. ASLAN POLAT (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Teşekkür ederim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Diyor ki: Toptan eşya fiyatlarında, birinci dönemde, oniki aylık ortalamalara
göre Türkiye'de fiyat artışı yüzde 75,4; fakat, yine, Devlet İstatistik
Enstitüsü diyor ki, 21.6.2002'de, imalat sanayiinde, üretimde çalışılan saat
başına ücretlerde artış, devlet sektöründe yüzde 48,9, özel sektörde yüzde
44,8, toplamda yüzde 43,5'tir. Şimdi, enflasyon yüzde 75, işçilerin ücret
artışı da yüzde 44 olursa, işçi, enflasyona göre 30 puan ezilmiş olur. İşte, devletin rakamları,
hem de MHP'li bakana bağlı Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları. Buradaki
rakamlara baktığımız zaman, sizin hükümet döneminizde, işçiyi ücret bakımından
ezmişsiniz, çalışma bakımından işten çıkarmışsınız; ama, son günlere gelince,
hemen birtakım konulara başlıyorsunuz. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, bitiriyorum. Size bir şey daha
söyleyeyim: Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarında deniliyor ki,
1997'yi 100 kabul edersek, aylık üretim endeksi, 2002'nin altıncı ayında, hâlâ
99,7'de; yani, hâlâ, bizim 1997'de Erbakan hükümetlerinin bıraktığı duruma
gelememişsiniz, hâlâ, üç sene geride kalmışsınız. Son olarak bir şey daha
söyleyeyim : Şimdi, siz, bu hükümetler, getirdiğiniz yasalarla, 50 milyar lira
faiz geliri elde edenleri vergiden muaf etmediniz mi, hem de enflasyondan
arındırılmış. Enflasyonu kattığınız zaman, 110 milyar lira faiz gelirini
enflasyondan muaf ettiniz. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - O
tarafa söyle!.. ASLAN POLAT (Devamla) -
Siz hükümetteydiniz... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, bitiriyorum; ben çok söylemiyorum. Siz, bu arada, bankalara,
banka mevduatlarına, faizlerine güvence getiren hükümetleriniz; neden işçilerin
emeğine güvence gelince rahatsız oluyorsunuz; ben, bunu soruyorum size; niye
rahatsız oluyorsunuz?! BEKİR ONGUN (Aydın) -
Oraya söyle!.. ASLAN POLAT (Devamla) -
Bakın, yine, sizin -bugün basında da var- IMF'ye verdiğiniz son niyet
mektubunda, kamuda 46 000 civarında işçiyi işten çıkaracağınızı... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Sayın Polat... ASLAN POLAT (Devamla) -
Bitiriyorum... Çok fazla sürmedi... (MHP sıralarından gürültüler) Herkes 5 dakika fazla
konuşmayacak! BAŞKAN - Efendim, anlaşma
yapmıştık... Bütçe ile bunun arasında anlaşmamız vardı... ASLAN POLAT (Devamla) -
Bakın, siz, yine, burada, IMF'ye verdiğiniz taahhütte...(MHP sıralarından
gürültüler) Gidiyorsunuz; ama, IMF'ye ne taahhüt vermişsiniz? Vermişsiniz ki,
siz, IMF'ye taahhüdünüzde "biz, 2002 sonunda, memurlara vermiş olduğumuz
telafiyi azaltacağız" diyorsunuz ve ayrıca "45 000 işçiyi işten
çıkaracağız" diyorsunuz. Ondan sonra da, gelip, burada, işçilerin hakkını
koruyorum derseniz, kimseyi inandıramazsınız; ama, bu kanunu çıkarırsanız,
giderayak hayırlı bir iş yapmış olursunuz. Hepinize saygılar
sunarım. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. VI. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – YTP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz
Aygün’ün, DSPGrubu sözcüsü Osman Kılıç’ın partisine sataşması nedeniyle
konuşması BAŞKAN - Efendim, Sayın
Bakana söz vermeden önce, sataşmadan dolayı, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre,
Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün söz istediler. Sayın Aygün, tabiî,
tecrübeniz 1980 öncesine dayandığı için, yeni bir sataşmaya mahal
bırakmayacağınızı umut ediyorum. Çok teşekkür ederim. Buyurun efendim. (YTP
sıralarından alkışlar) OĞUZ AYGÜN (Ankara) -
Sayın Başkanı ve şu Meclisi teşkil eden Büyük Heyetinizi en derin sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum. Hayatımın nadir
ıstırapları vardır; şu anda, onlardan birini yaşayarak huzurlarınıza çıktım.
Yeri burası değildi. Yüce mehabeti zedelemeye hiç kimsenin, ama hiç kimsenin
hakkı yoktu; ama, burada, hiç istemediğimiz halde, arzu etmediğimiz halde, bir
parlamenter arkadaşımızın, bize hücumları mühim değil; ama, bu yüce çatının
altını zedeleyen, rencide eden konuşmaları öyle bir hal aldı ki, benim gibi,
sabretmesini bilen ve buna riayet edebilen bir adamı çileden çıkardı ve huzurlarınıza
çıktım. Beni bağışlayınız. Ben, Sayın Başkanın ifade
ettiği gibi, tecrübeli bir parlamenterim; ama, benim tecrübem terbiyesizlikte
değil, benim tecrübem şirretlikte değil, benim tecrübem başkasına hakarette
değil. (YTP sıralarından alkışlar) Ben, herkese saygılıyım. Buradaki değerli
parlamenterlerin çoğunu maziden tanırım, hepsine de büyük saygım vardır. Bugün,
burada, bu ıstırabı yaşarken size söylemeye mecbur kalacaklarım için herkes,
hepiniz beni affediniz; ama, burada, bu, söylenilmeliydi; burada, biri çıkıp,
bunların yanlışlığını ifade etmeliydi. Değerli arkadaşlarım,
muhterem parlamenterler; ben, Demokratik Sol Partinin içinde sekiz yıl parti
meclisi üyesi olarak bulundum. Üç yıldır da... SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Haram olsun! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Bir dakika... Bir dakika... BAŞKAN - Efendim,
istirham ederim... Lütfen efendim... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Bakın, bir şey söyleyeyim, dinleme terbiyenize hiç olmazsa sahip olunuz. Sahip
olunuz... BAŞKAN - Sayın Aygün,
lüften... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Bak arkadaşım, buraya gelir, cevap verirsin. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Gerekirse veririm. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Olmadı be... Olmadı be kardeşim... Olmadı... Yakışmıyorsun buraya. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Sen yakışmıyorsun!.. BAŞKAN - Efendim,
istirham ederim. Aa!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Üç
senedir de, Parlamentonun içindeyim. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Aynaya bak!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla)
-Demokratik Sol Partinin Sayın Genel Başkanı olarak bulunan ve benim gözümde ve
gönlümde hiçbir zaman leke almamış bulunan Sayın Bülent Ecevit'in yanında
doktora yaptım. AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Eksik yapmışsın, eksik!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Nasıl terbiyeli olunur, nasıl zarafet taşınır... AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Tezini verememişsin; yolun açık olsun. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
...ailemin bana verdiği terbiyeyi ve Allah'ın bana lütfettiği zarafeti orada
daha çok geliştirdim; öyle zannettim; ama, bugün, bir tabloyla karşılaştım.
Burada, bize insafsızca hücum eden arkadaşın... AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Hiçbir şey söylemedi ki... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
...huzurlarına gittiği zaman, ayağa kalkarak, o büyük insan, o değerli tarih,
onu ayakta kutladı; yıkıldım; çünkü, benim kitabımda bu yok. Kırkbeş dakika,
istifamın nedenlerini bir basın toplantısıyla anlattım ve bu basın toplantısını
dinlememiş olanlar beni anlamayabilirler; ama, dinlemiş olanlar, eğer
dinledilerse, şimdi, şu tablodan herhalde utandılar; utanmalıdırlar. Bu da
Allah'ın insanlara verdiği bir histir. AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Sayın Başkan, hayat hikâyesini mi dinleyeceğiz!!. GÖNÜL SARAY ALPHAN
(Amasya) - Biz dinledik Sayın Güzel... Biz dinledik... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim,
sataşırken dikkat edin! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Ben, hâlâ Türkiye'de çok az kalmış olan ve hepimizin fani ömür içinde çok az
gördüğümüz devlet adamlığı vasfını taşıyanları... (DSP sıralarından "Yeter
artık" sesleri) BAŞKAN - Efendim, lütfeder
misiniz... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan, ben burada hayatımın konuşmasını yapıyorum. Buradan istifa eder
giderim de... Hiç mühim değil!.. BAŞKAN - Biliyorum
efendim. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Hiç mühim değil!.. Burada "yeter
artık" yok. Bana burada hücum edildiği kadar, benim içinde bulunduğum
değerli arkadaşlarıma hücum edildiği kadar cevap vereceğim ve beni buradan
hiçbir kuvvet, hiçbir kuvvet götüremez; gayet açık söylüyorum; çünkü, ben,
savunma hakkımı kullanıyorum, mukaddes olan bir hakkımı kullanıyorum. HASAN METİN (İzmir) -
Burası demagoji kürsüsü değil, toplumun kürsüsü! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Kimseye hakaret etmiyorum, hakaret edene cevap veriyorum. Şimdi, bakınız, yıllar
önce, içinizde birçoğunuz bilirsiniz, bilmeyenleriniz de var... (DSP
sıralarından gürültüler) Evvela, birbirimizi
dinlemeye başlayacağız, ondan sonra, hakkımda istediğiniz hükmü veriniz. Yıllar önce, Adalet
Partisinin Grup Başkanvekili sıfatıyla, Adalet Partisinin grup kürsüsünde
konuşurken... (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!] ) Evet, neyi
alkışlıyorsunuz?! Ah zavallılar; neyi alkışlıyorsunuz?! AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Zavallı sensin! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Adalet Partisinin grup kürsüsünde konuşurken, o zaman "Adalet Partisinin
Genel Başkanı ve eski Başbakan olan Sayın Demirel'e karşı bizim görevimiz,
sayımız yeterse, şu anda Başbakan olan Sayın Ecevit'i düşürmektir; sayımız
yetmiyorsa, Türkiye Cumhuriyetinin genç, zarif bir başbakanıdır, ona yardım
edelim, başarılı olsun; Türkiye'ye yardımdır bu" dedim. Bunu, rahmetli
Abdi İpekçi, ölümünden birbuçuk yıl önce bir makaleyle yazdı ve o makalede de,
benim şahsıma sitayişkâr ifadeler kullandı; bunu, Sayın Ecevit Beyefendi çok
iyi hatırlarlar. Şimdi, böyle bir adamı,
burada, âdeta, menfî bir reaksiyonla alkışlıyorlar. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Çok ayıp ediyorlar. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Ayıp ediyorlar; ben de aynı kanaatteyim. Şimdi, bakın, hayatımda,
su içerek konuştuğumu hiç hatırlamıyorum; ilk defa... BAŞKAN - Sayın Aygün, çok
özür dilerim, deneyimli olduğunuzu biliyorum ve zatıdevletleri de ifade
buyurdu; ama, 69... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... 69, kaç dakikadır
efendim?! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Efendim, çok saygı duyduğum Sayın Şandır, geçen gün burada, biraz sonra benim
söyleyeceklerimi söyledi. Bu, mukaddes bir görev, savunmamı yapıyorum. BAŞKAN - Sayın Aygün,
sataşmayla ilgili... Siz isterseniz, veciz birkaç cümleyle cevap verirsiniz.
Geçen oturumda, elektrikli bir ortamda, meseleyi unuttuk, geçtik; ama, emsal
teşkil etmez. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan, niye tartışıyoruz? BAŞKAN - Tartışmıyorum
efendim. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Bir şey söyleyeyim: Ben, bu Parlamentoya ne kadar saygı duyuyorsam, şu andaki
Sayın Başkana da o kadar saygı duyuyorum. BAŞKAN - Estağfurullah
efendim. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan, geçen gün tarihî bir toplantıya riyaset etti. Bu Parlamento,
muhalifiyle muvafıkıyla, birbirleriyle anlaşanıyla anlaşamayanıyla bir
bütündür. Bakın, şimdi kendilerine çok saygı duyduğum -şimdi idrak ederek...
Daha evvel idrak etmedim mi; edememiştim- bir parti, Saadet Partisi ve AK Parti
olarak ikiye bölündü. Bu iki parti de, en ufak bir şekilde, çirkin bir
taarruzda bulunmadılar birbirlerine. Şimdi, onların değerlerini görüyorum ve
kendilerini tebrik ediyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Biz, ikiye bölünmüşüz.
Vallahi biz bölmedik; siz kendiniz böldünüz ve bölünüşün de, sizin
zannettiğiniz gibi ufak sebepleri yoktur. Bunları ben söylemiyorum, buraya
gelen arkadaş, bu bölünmeden bahsetti, arzı cevap ediyorum. Allah, kendisine
hâkim olan partilerin hepsini böyle felaketlerden korusun. ("Amin"
sesleri) Amin... Muhterem arkadaşlarım, üç
gün evvel beraber kol kola yürüdüğümüz, konuştuğumuz arkadaşlara azamî derecede
saygılı olmaya çalışıyorum; hiçbiri hakkında kötü bir şey söylemedim; ama,
gayet samimi söyleyeyim, burada, bize, tecavüz eden arkadaşımız da çok sevdiğim
bir insandır, çok saygı duyduğum bir insandır, takdir ettiğim bir insandır.
Burada, nasıl oldu da bir değerli tarihçi ve hukukçu arkadaşımın, gelip,
yanımda kulağıma fısıldadığı gibi, 1917 Rusyasının o günkü çatışmalarını
hatırlatır tarzda, bir makaleyle buraya çıkarttı; onu bilemiyorum. Bunlar,
tarihin derinliklerinde gömüldü gitti. Yok artık; o aşırı sol, Türkiye'de yok
artık; varsa, ihdas etmeye çalışıyorsanız, yanılıyorsunuz, aldanıyorsunuz! MUSA UZUNKAYA (Samsun )-
Dünyada yok onlar artık Sayın Aygün, bitti. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Hepsi bitti; bunlar tarih de bilmiyorlar! Muhterem arkadaşlar,
benim güvencem, hâlâ güvencem Sayın Ecevit'tir. Bu takımın yanlışlık yapmasına
mâni olacak büyük insan, odur. Aramızda bir münasebet var, saygı var. Ben, ona
karşı hâlâ çok saygılıyım. ORHAN OCAK (Bursa) -
Günah çıkarma!.. Günah çıkarma!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Tarihin yerini dolduramayacağınız bir adamı... Burada çok değerli parti
liderleri var, hepsine saygılıyım. Şimdi, bunları, mahalle çocuklarıvari bir
kötü noktaya getirmeyelim. Burada, değerli Osman Kılıç arkadaşım nasıl yaptı
bunları bilemiyorum; ama, o, bunları konuşurken -çok korkunç bir hadise- arkada
önümü ilikleyerek, benden genç olmalarına rağmen, saygı göstermeye çalıştığım
heyeti vekilenin değerli mensuplarını çocukçavari alkışlarken gördüm. Yok,
yapmayın bunu!.. Allahaşkına yapmayın, kendinize hâkim olun. Benim için değil;
bu Parlamento için hâkim olun. Bu Parlamento, layık olan insanları tutar; acele
de etmeyin. Bizi hatalı buluyorsanız... BAŞKAN - Efendim,
teşekkür etsem... OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan, ben, tamamlayacağım ve ineceğim. BAŞKAN - Çok teşekkür
edeceğim efendim. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Seninle çatışmak istemem; çok saygım var. Bakınız, şimdi, ben,
doluyum beyefendi; ben, bu doluyu boşaltmadan gidemem. (DSP sıralarından
gürültüler) Muhterem arkadaşlarım,
bakınız, seçim geliyor, hep beraber yarışa girdik, seçimin kapısına geldik. Eh,
müsaade edin de, bu seçim bitsin, ayın 4'ünde, bizi yuhalayacak mısınız,
alkışlayacak mısınız, bize kızacak mısınız, sevecek misiniz görelim! Yani,
çatısı altında bulunduğum bir partinin aleyhinde konuşmak benim ne aile
terbiyeme ne siyasî terbiyeme yakışmaz... AHMET GÜZEL (İstanbul) -
O zaman niye konuşuyorsunuz?! OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Ama, onlar, beraber, kol kola çalıştıkları arkadaşlarını tezyif ve tahkir edici
tarzda konuşmayı kendilerine yakıştırıyorlarsa, bu, onlara ait bir konudur,
bizim problemimiz değildir. BAŞKAN - O zaman, mesele
hallolmuş oluyor efendim. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sayın Başkan, benim de zatıâlileri kadar tahsilim ve terbiyem var, bağışlayın
da, ben, bir işi nasıl yapacağımı biliyorum. BAŞKAN - Efendim, anladım
da 12 dakika oldu! Benim, sizin şahsınızla herhangi bir şeyim yok. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Sükûnet bulduğunuz zaman bana haber verin, konuşmama devam edeyim! (Gülüşmeler)
Efendim, Sayın Başkan,
canımdan kesip kendisine vereceğim kadar saygı duyduğum insandır ve burada kaç
gündür ıstırap içinde oldum geçirdiği ameliyattan dolayı bir sıkıntı tevlit
eder mi diye, çok da eski arkadaşım; onun için, şu anda da ısrar etmek
istemiyorum, beni susturma gücü de var. Bu nedenle, meseleyi bağlamaya
mecburum; ama, lütfen, Heyeti Âliyenizin bilmesini istiyorum ki, bunları,
yarın, çirkin bir tarzda meydanlara taşımayalım. O meydanlarda size saygılı
olmaya devam etmemizi bizim, lütfen müsaade ediniz ve kabul ediniz. DEVLET BAKANI M. ZEKİ
SEZER (Ankara) - Oraya söyle!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla) -
Size söylüyorum efendim, oraya değil, size söylüyorum. Bu lafım size, oraya
değil; bu lafım, hükümetin değerli üyesi aziz arkadaşlarım, sizlere. Ben,
sizlere saygılı olmaya devam edeceğim ve sizi de, Sayın Bülent Beyefendinin
huzurunda bize saygılı olmaya davet ediyorum; çünkü, yapılanlar unutulur; ama,
bir gün gelir, eğer Sayın Köse'yle biz hâlâ kucaklaşıp selamlaşıyorsak derin
bir mazimizin saygı ve sevgi içinde geçmiş olmasındandır. Hâlâ içinizde birçoklarıyla
kucaklaşıyorsak, bir Yasin Hatiboğlu'yla hâlâ kucaklaşıyorsak, her şeye rağmen,
bir tesanütü, dostluğu, saygıyı muhafaza ettiğimiz içindir. Size -ukala
deyiniz- son sözüm şudur; Kendinize kişisel olarak hâkim olun. Burada söylenilen
kötü sözlerle karşıdakini mağlup etmiş olamazsınız; bu mümkün değil. İyilikle,
zarafetle, centilmenlikle, dürüstlükle, namuslulukla karşıdakini mağlup
edersiniz. SÜLEYMAN YAĞIZ
(İstanbul)- Yeter artık!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla)-
Mağlup etmeye de ihtiyacınız yok. Herkes kendisini yaşasın, herkes kendi işini
yapsın. Değerli parlamenterler,
önümüzdeki seçimin hayırlı, uğurlu olmasını ve hepimiz dahil, bendeniz de
dahil, bu memlekete ve bu Parlamentoya, Atatürk'ün bu Yüce Parlamentosuna
uygun, seviyeli insanların gelmesine imkân vermesini Cenabı Hak'tan niyaz
ediyorum ve bakınız, biz, burada, emekçi şuydu, öbürü buydu, işçinin hakkıydı,
işverenin bilmem nesiydi demiyoruz. BAŞKAN- Sayın Aygün,
Sayın Şandır'a verdiğim süre kadar size de 15 dakika... OĞUZ AYGÜN (Devamla)-
Ben, bu sözü şöyle tamamlayacağım. İşçi temsilcileri bana geldiler; kendilerine
elimi uzattım, sıktım. Biraz önce de, çok sevgili kardeşim Hüseyin Çelik
beyefendi geldi, dedi ki "anlaşalım, konuşmayalım; böylece, kanunu çabuk
çıkaralım." Sayın Koray Aydın geldi "mutabıkız" dedi. Yanımdaki
değerli Doğru Yol Partisinin mensuplarıyla ayaküstü konuştuk ve karar verdik bu
kanunu bir an evvel çıkaralım. BAŞKAN- İnşallah!.. OĞUZ AYGÜN (Devamla)- Ne
yapalım; susarak çıkaralım ya biz bunları düşünürken, hakaretamiz bir platform
başladı. Allah ıslah etsin
hepinizi!. (YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Sayın Bakan,
buyurun. AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Sayın Başkan... BAŞKAN- Sayın Bakanı
çağırdım artık efendim; size de sonra söz veririm. AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Sayın Başkan, düğmeye çok önceden basılmıştı. BAŞKAN- Aydın beyefendi,
sizi görmedim; önce, Bakana söz verdim. AYDIN TÜMEN (Ankara)- Çok
önceden düğmeye bastım. BAŞKAN- Sizi görmedim,
Sayın Bakanı çağırdım. Artık, geçen günkü gibi, bir sayın bakanı yerine
oturtmayalım. AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Zaten, değmezdi Sayın Başkan!.. BAŞKAN- Teşekkür ederim. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/955) (S. Sayısı :893) (Devam) BAŞKAN- Buyurun Sayın
Bakan. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; İş Güvencesi yasa tasarısı hakkındaki görüşlerimi
belirtmeden önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Uzunca bir süreden beri
kamuoyunun yakından takip ettiği iş güvencesi yasa tasarısı Yüce Meclisimizin
gündemine gelmiş bulunmaktadır. Tüm dünyada işçilerin
önde gelen taleplerinden biri, tabiî ki işsiz kalmamaktır. İş güvencesinde
temel nokta, hizmet akdinin işveren tarafından sona erdirilmesinde geçerli bir
neden aranmasıdır. Türkiye'nin onaylamış
olduğu 158 sayılı ILO Sözleşmesi, birkaç istisna dışında, tüm iş kollarında
hizmet akdiyle çalışan herkesi kapsamına almaktadır; ancak, genelde, uygulama,
yalnızca süresi belirsiz hizmet akitlerinde geçerli neden aranması şeklinde
olmaktadır. Ülkelerin önemli bir
bölümü 158 sayılı ILO Sözleşmesini onaylamadan mevzuatlarında benzer bir
güvenceyi sağlayacak değişiklikleri gerçekleştirmişlerdir. Türkiye tarafından
da onaylanan 158 sayılı ILO Sözleşmesi, işçinin işten çıkarılabilmesi veya
hizmet akdinin işveren tarafından sona erdirilebilmesi için, işçinin
yetenekleri ve davranışlarıyla ya da işletmenin faaliyetine ilişkin
ihtiyaçlarla bağlantılı geçerli bir nedenin olması gerektiğini belirtmektedir. Ülkelerin çoğunda ve 158
sayılı ILO Sözleşmesinde, sendika üyeliği, çalışma saatleri dışında sendika
faaliyetlerine katılma, işçi temsilcisi olma, işveren hakkında yetkili
birimlere şikâyette bulunma, ırk, derinin rengi, cinsiyet, medenî durum, aile
sorumlulukları, gebelik, dinî inanç, siyasî görüş, ulusal veya toplumsal köken
veya analık izni sırasında işyerinde bulunmama gibi nedenlerle işçinin işten
çıkarılamayacağı açıkça belirtilmiştir. İş güvencesinin önemli
bir diğer unsuru, işçinin savunması alınmadan, davranışı veya çalışmasıyla
ilgili bir nedene dayanarak işten çıkarılamamasıdır. İş güvencesinin bir diğer
boyutu, geçerli bir nedene dayandırılmadan işten çıkarılan işçinin hakkını
arama yollarıdır. Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; birçok ülkedeki uygulamaya ve 158 sayılı ILO Sözleşmesine
göre, geçerli bir nedene dayanmadan işveren tarafından işten çıkarıldığına
inanan bir işçinin, yargıya veya hakeme gitme hakkı bulunmalıdır. Burada, önemli bir diğer
konu, ispat yükümlülüğünün kimde olacağıdır. İşçi mi kendi suçsuzluğunu ve
ortada geçerli bir neden olmadığını kanıtlayacaktır; yoksa, işveren mi ortada
geçerli bir neden olduğunu kanıtlayacaktır? Birçok ülkedeki uygulamaya ve 158
sayılı ILO Sözleşmesine göre, işveren, işçinin işten çıkarılması için geçerli
bir nedenin bulunduğunu ispatlamak durumundadır. Fransa'da ve İngiltere'de
geniş ölçüde kabul edilen görüşe göre, işten çıkarmanın yalnızca geçerli
nedenlerden birine dayanması yetmemekte, bu sebebin işten çıkarmayı haklı
gösterecek dayanağının da olması gerekmektedir. Bu husus, adı geçen ülkelerde
"gerçek ve ciddî bir neden" "yeterli bir neden"
sözcükleriyle nitelendirilmektedir. Bu tasarıyla, işverenin
işçiyi işten çıkarmasında geçerli bir nedenin bulunmadığının saptanması
durumunda, işçi işe iade edilmektedir; ancak, bazı ülkelerdeki uygulamada ve
158 sayılı ILO Sözleşmesinde, işçinin işe iadesi esas olmakla birlikte, bunun
mümkün olmadığı durumlarda uygun bir ektazminatın ödenmesi ilkesi kabul
edilmiştir. Görüşülmekte olan tasarıda da, mutlak işe iade öngörülmemiştir. Birçok ülkede, işten
çıkarılacak işçiye önceden haber verilmekte (ihbar) ve kendisine ayrıca kıdem
tazminatı veya işsizlik sigortası ödemesi yapılmaktadır. İşe geri dönmesi
gerekirken işbaşı yaptırılmayan işçilere ödenecek tazminat bunların dışında
değerlendirilmektedir. Sayın milletvekilleri, iş
güvencesinin bir diğer unsuru, işyerindeki ekonomik, teknolojik, yapısal veya
benzeri nedenlere bağlı olarak işçi çıkarılmasının zarurî olması halinde,
işverenin, işyerindeki işçi temsilcileriyle görüşme zorunluluğudur. Bu
tasarıda, işçi çıkarılmasından uygun bir zaman önce, işyerindeki işçi
temsilcisine bilgi verilmesi, çıkarılacak işçi sayısını asgariye indirebilme
konusunda kendileriyle görüşme yapılması esas alınmıştır. Türkiye'nin de onayladığı
158 sayılı ILO Sözleşmesi, yukarıda belirtilen asgarî koşullara uyulmasını
gerektirmektedir. Birçok ülkede ve özellikle de Avrupa Birliği ülkelerinde
belirtilen bu asgarî düzeydeki hakların çok ötesinde haklar tanınarak, iş
güvencesi uygulanmaktadır. Türkiye'de, yukarıda
belirtilen anlamlarda yasalarla güvence altına alınmış bir iş güvencesi
bulunmamaktadır. İşçilerin büyük bir bölümünün işverenlerle ilişkilerini
düzenleyen 1475 sayılı İş Yasasının 13 üncü maddesi, işverenin, ihbar
sürelerine uymak kaydıyla, hiçbir gerekçe göstermeksizin işten işçi çıkarma
hakkını tanımaktadır. İşçinin işveren tarafından işten çıkarılmasında öngörülen
tek koşul, işçiye, belli bir süre önceden haber verilmesi ve işçinin hak etmiş
olması durumunda, kıdem tazminatının ödenmesidir. Günümüzde, istihdam
güvencesi, modern iş hukukunun en önemli konularından birini oluşturmaktadır.
İstihdam güvencesinin anlamı ve amacı, işçinin iş ilişkisinin devamlılığının ve
dolayısıyla, kendisinin ve ailesinin geçim kaynağını oluşturan kazancın da
sürekliliğinin sağlanmasıdır. İş güvencesi sağlamaya
yönelik tartışmalar yapılırken getirilmesi düşünülen sınırlamalar, fesih
hakkını tamamen kaldırmak veya yasaklamak amacı gütmemelidir. Zira, feshe karşı
korunmanın özü, işveren tarafından, iş ilişkisinin keyfî ve serbest bir şekilde
bozulmasının engellenmesi ve mümkün olduğu ölçüde iş ilişkisinde sürekliliğin
sağlanmasıdır. Bir işçinin, ortada
hiçbir haklı sebep yok iken işten çıkarılmasına karşı en kuvvetli koruma
tedbiri, hiç kuşkusuz ki, işe iade müessesesidir. Haklı sebep dışında, işçinin
şahsından doğan nedenlerle veya işletmenin gereksinimlerinden dolayı işçi
çıkarma, hiç kuşkusuz, işverenin hakkıdır; ancak, işverenin herhangi bir haklı
gerekçesi olmadan veya hiçbir gerekçe gösterme lüzumu duymadan bir işçinin
hizmet aktini feshedip edemeyeceği ve bunun hukukî sonuçlarının tartışılması
gerekmektedir. İşçinin istihdam
güvencesini sağlama konusunda günümüzde çeşitli öneriler ortaya atılmaktadır.
İşverenin dilediği zaman, ihbar önerilerine uyarak, hizmet aktini
feshedebileceğini kabul etmek, modern iş hukuku anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Burada üzerinde durulması
gereken en önemli noktalardan biri de, işverenin verimsiz bir işçiyi
çalıştırmaya mecbur tutulamayacağıdır. Feshe karşı korunma, her şeyden önce
verimsiz veya işletme için çalışma imkânı bulunmayan bir işçiyi işyerinde
tutmaya zorlamak değil, keyfî fesihlerin yapılmasını engellemektir. Anayasamızın 49 uncu
maddesinde öngörülen çalışma hakkı, mutlak şekilde iş ilişkisini devam ettirmek
veya işverenin fesih hakkını kaldıracak ya da tamamen güçleştirecek önlemler
getirmek imkânı yaratacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu, sadece anayasa
hükümlerinin değil, ekonomik gereklerin de bir sonucudur. Uzun yıllardan beri ilk
defa çalışma yaşamını ilgilendiren bir taslak, daha hükümet tasarısı haline
gelmeden önce, sendikal faaliyetlerin serbest olduğu, örgütlerin ve insanların
çekinmeden görüşlerini açıklayabildikleri, kısacası, özgür ve demokratik bir
ortamda tartışmaya açılmış bulunmaktadır. Taslak, ILO'nun 158
sayılı Sözleşmesi doğrultusunda hazırlanmıştır. Bilindiği gibi, ILO
sözleşmeleri, çalışma yaşamına ilişkin olarak asgarî normları öngörmektedir.
158 sayılı Sözleşme hükümleri, ilkeleri, bu sözleşmeyi onaylamış veya
onaylamamış bulunan demokratik, liberal ve serbest piyasa ekonomisini
benimsemiş birçok Batı Avrupa ülkesinde, yıllardan beri, yasa yoluyla, esasen
uygulanagelmektedir. Ülkemizde de, iş hukuku
ve sosyal politika alanında çalışan bilim adamları, iş güvencesinin gerekliliği
üzerinde görüş birliği içinde bulunmaktadırlar. Kaldı ki, Anayasamız, nasıl
sözleşme özgürlüğünü güvence altına almış ise, aynı şekilde, iş güvencesi
sağlayan çalışma hakkını da güvence altına almış bulunmaktadır. Bu yönde yasa
değişikliği yapmak, aslında, aynı zamanda Anayasamızın da bir gereği
olmaktadır. Çalışma hakkı, işin sona
erdirilmesinin yanı sıra, yaratılması ve devam ettirilmesini de içeren geniş ve
soyut bir hak kavramını ifade ettiği halde "iş güvencesi" kavramı,
sık kullanılan dar kapsamlı bir anlamı da içermektedir. Esasında, iş
güvencesiyle, hizmet aktinin işveren tarafından sona erdirilmesinin
denetlenmesi kastedilmektedir. Bu açılardan bakıldığında, getirilen modelin,
çağdaş, denenmiş ve belirli bir birikimin ürünü olduğu söylenebilir. Taslağın öngördüğü iş
güvencesi sistemi, öne sürülenlerin aksine, serbest piyasa ekonomisine de
aykırı değildir. Tam aksine, bu düzenleme, taraflar arasında sosyal dengeyi,
dolayısıyla, çalışma barışını sağlayarak, gerçek bir piyasa ekonomisinin
işlerliğine de katkıda bulunacaktır. İş Güvencesi Yasa Taslağı
dikkatle incelendiğinde, şu gerçeklerin varlığı açık bir şekilde kendini
göstermektedir: Bu taslakla, işten çıkarmalar mutlak olarak yasaklanmış
değildir. Esasen, mutlak işten çıkarma yasağı hukukumuz bakımından mümkün de
değildir. Burada öngörülen, sadece, keyfî; yani, haklı bir nedene dayanmadan
işten çıkarmaların engellenmesidir. Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım, konuyla ilgili, tasarıyla ilgili teknik bilgileri
Yüce Heyetinize ifade ettim. Şimdi, özellikle bir dönemden beri ülkemizde ciddî
bir şekilde tartışılan bu iş güvencesi yasasıyla ilgili olarak, Yüce Heyetinizi
bazı konularda da bilgilendirme ihtiyacı içindeyim. Özellikle, gerek işçi
temsilcilerimiz, konfederasyon başkanlarımız gerekse işverenlerimiz tarafından
bir protokolden söz edilmektedir. Bu protokol, altında biraz sonra imzalarını
ifade edeceğim değerli kişiler tarafından imzalanıp hazırlanan bir protokoldür.
Bu protokolü, aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtlarına da
geçmesi açısından huzurunuzda okumak istiyorum: "Dünyada meydana
gelen ekonomik ve sosyal gelişmenin hızı ve niteliği, bölgesel entegrasyonlar,
pek çok alanda yenilik ve değişimlere yol açmaktadır. Bunlara uyum sağlamak,
bizim açımızdan, iki noktada önemlidir. Gelişimin bir ucunda uluslararası örgütlerde
zeminini bulan çalışma standartlarının yükseltilmesi ve bunların dünya
ticaretiyle ilişkilendirilmesi yer alırken, diğer uçta ise, uluslararası
ekonomik rekabetin yoğunlaşması bulunmaktadır. Böylece, sosyal gelişme ve insan
merkezli amaçlar ile bunu gerçekleştirecek ekonomik gelişimin önündeki
engelleri bir arada ele almak gerekmektedir. Çalışma yaşamımızı
düzenleyen yasaların çağdaş gelişim çizgisine uygun biçime getirilmesi için,
taraflarca önerilen ve üniversitelerimizin, çalışma yaşamıyla ilgili, saygın
öğretim üyelerince oluşturulan Bilim Kurulunun, öncelikle 1475 sayılı İş
Kanunundan başlamak ve 2821 sayılı Sendikalar ile 2822 sayılı Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununu ele almak üzere, bu yasalarda gerekli
değişiklik ve düzenlemeleri yapmaları kabul edilmiştir. Böylece, sosyal diyalog
içinde üretilecek çözümün sosyal faydası daha da büyük olacaktır. Bilim Kurulu, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığını temsilen 3, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş
Konfederasyonlarını temsilen 1'er, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunu
temsilen 3 olmak üzere, 9 öğretim üyesinden oluşacak, sekreteryası ise, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yürütülecektir. Kurulun oybirliğiyle
alacağı kararlar, herhangi bir çekince ileri sürülmeden, taraflarca kabul
edilmiş sayılacak, oyçokluğuyla alınan kararlar da kabul edilmiş sayılacak;
fakat, bu konularda tarafların deklarasyon hakkı saklı kalacaktır. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının da, en geç Eylül 2001 sonuna kadar bitirilmesi düşünülen
bu yasalarla ilgili çalışmalar sonucu elde edilecek tasarı metinlerini 2001
yılı sonuna kadar yasalaştırmak üzere gerekli girişimleri yapacağına dair bu
protokol, 26 Haziran 2001 tarihinde imza altına alınmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu protokole göre, bir bilim heyetinden, bir çalışma grubu oluşturulmuş.
Burada, üniversitelerimizin konuyla ilgili 9 değerli bilim adamı bu
çalışmaların içerisinde görev almış. Şimdi, bu değerli bilim adamlarımızın -ki, biraz sonra isimlerini, yine, Yüce
Heyetinize arz edeceğim- Sayın Bakana yazmış oldukları 4 Mayıs 2001 tarihli bir
yazısı var. Bu yazıda, değerli hocalar, şunu ifade ediyorlar: "Komisyonumuz, üç
aya yaklaşan bir süre içerisinde yaptığı toplantılar sonucunda çalışmalarının
ilk bölümünü tamamlamış ve öncelikle İş Güvencesi ile Kıdem Tazminatı Fonu
Kanun Taslaklarını hazırlamıştır. İlişikte bu taslakları genel ve madde
gerekçeleriyle bilgilerinize ve değerlendirmelerinize sunuyoruz. İş Güvencesi ve Kıdem
Tazminatı Fonu Taslaklarıyla yapılan değişiklikler -değerli milletvekili
arkadaşlarım- başta, İş Kanununun, 16, 17 ve 18 inci maddeleri olmak üzere,
diğer hükümlerinin de bütünüyle ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca, son
yıllarda çalışma hayatında gözlemlenen ekonomik ve teknolojik gelişmeler,
uluslararası ve uluslarüstü örgütlerce kabul edilen normlar dikkate alınarak,
İş Kanunları, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunlarının da
gözden geçirilerek yenilenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. İş güvencesi,
uluslararası normlara uygun olarak düzenlenirken, Bakanlığınız tarafından
hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere imzaya açılan
tasarının hem kapsam hem de içerik açısından, beklenen ve 158 sayılı Sözleşmeye
göre olması gereken iş güvencesini sağlamada yeterli olmayacağı saptanmıştır.
Nitekim, sözü edilen tasarı, ILO Uzmanlar Komisyonu Raporunca da yetersiz
bulunmuştur. Türk iş hukukuna, iş
güvencesinin girmesi, kuşkusuz, çalışma hayatımız açısından olağanüstü bir
öneme sahiptir. Ancak, Batı ülkelerinde olduğu gibi, iş güvencesi sağlanırken,
işsizlik sigortası ve kıdem tazminatının da birlikte düşünülmesinde büyük bir
zorunluluk bulunmaktadır. Esasen, Türk öğretisinde, yani doktrinde, yıllardan
beri bu hususa işaret edilmiştir. Ülkemiz açısından soruna yaklaştığımızda,
geçen yıl yürürlüğe giren işsizlik sigortasının, iş güvencesiyle
tamamlanmasında yarar olduğu ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, ülkemize özgü
koşullar nedeniyle yasal çerçevesi zamanla genişletilmiş olan kıdem
tazminatına, kazanılmış haklar saklı tutularak yeni bir biçim verilmesi
kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak, kıdem tazminatının,
ülkemizde, işçiler bakımından nerelere yerleşmiş ve haklı olarak önemsenmiş bir
hak olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim, komisyonumuz, yasanın yürürlüğe
girdiği tarihe kadar, işçilerin kıdem tazminat sürelerine ait tazminat haklarını
saklı tutmuş, bu hususta, mevcut yasa hükümlerine göre işverenlerin
sorumluluğunun devam edeceğini benimsemiştir. İşçi, bu döneme ait
haklarını ileride talep etse bile, bu tazminat, son ücreti üzerinden bugünkü
yasadaki esaslara göre hesaplanacak ve işveren tarafından ödenecektir. Buna
karşılık, yasanın yürürlük tarihinden sonraki hizmet sürelerine ait kıdem
tazminatının, işçinin, yaşlılık, emeklilik, malullük ve ölümü veya toptan ödeme
alması halinde kanunî mirasçılarına ödeneceği hükme bağlanmıştır. Kıdem tazminatı için kabul
edilen bu sistem, özellikle son ekonomik krizde görüldüğü gibi, işçilerin kıdem
tazminatlarını alamama riskine karşı getirilen bir güvencedir." Hocaların bu yazısı devam
ediyor. Sonrasında, tabiî, başka şeyler var; ama, konumuzla ilgili değil. "Durumu saygıyla arz
ederiz. Dağıtım: Türk-İş Genel Başkanı, DİSK Genel Başkanı, Hak-İş Genel
Başkanı, TİSK Genel Başkanı." Bu raporu düzenleyenler,
bu Bilim Kurulunun çok değerli öğretim üyesi çalışan arkadaşlarım şunlar: Prof.
Dr. Metin Kutal (Komisyon Başkanı), Prof Dr Nuri Çelik, Prof. Dr. Münir
Ekonomi, Prof. Dr. Toker Dereli, Prof. Dr. Devrim Ulucan, Prof. Dr. Savaş
Taşkent, Prof. Dr. Sarper Süzek, Prof. Dr. Algun Çifter, Prof. Dr. Öner
Eyrenci... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Buyurun. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, size bu
hususları niçin arz etmek zarureti hissetim, bakın: Dün, bu görevi aldıktan
sonra, derhal, izleyici localarından bizi seyretmekte olan değerli konfederasyon
başkanlarımızla görüşme yaptım. Kendileri, bu tasarının Türk çalışma hayatı
için çok önemli olduğunu bana ifade ettiler -ki, benim için de öyledir,
doğrudur, ben de kendilerine yürekten katılıyorum; zaten, onun için bu
tasarının çıkması için dünden beri bu gayreti değerli arkadaşlarımla beraber
veriyoruz- ancak, bir husus daha vardır ki, gerek size biraz önce söylediğim o
protokolde zabıt altına alınan ve de gerekse bu değerli Bilim Kurulu üyelerinin
Sayın Bakana ve değerli konfederasyon başkanı arkadaşlarımıza, değerli
başkanlarımıza yazmış ve göndermiş oldukları yazıda da açıkça ifade edilmiş
olduğu gibi, bu iş güvenliği yasasıyla birlikte, mutlaka iş kanunu ve bunun
gibi birtakım gerekli düzenlemelerin de yapılması zorunluluğunun olduğudur.
Dün, arkadaşlarımızla bu görüşmeleri yaparken, kendileriyle bu hususu bir süre
tartıştık. Bir hususu daha
dikkatinize getirmek istiyorum; biraz önce okudum; ama, dikkat etmemiş
olabilirsiniz: Bu iş kanunu tasarısıyla, yani, yeni düzenlenmesi düşünülen,
henüz huzurunuzda olmayan, hani o birlikte gelmesi düşünülen kanun taslağında
işçilerimizin kıdem tazminatları düzenlenirken, bugüne kadar çalışmakta olan
işçilerimizin hakları haleldar edilmemektedir. Eğer, bu iş kanunu yürürlüğe
girecekse bir gün, ancak yürürlüğe girdikten sonra çalışmaya başlayacak işçilerimizle
ilgili bir düzenleme olacaktır. Ancak, Bilim Kurulu tarafından da çok açık bir
şekilde ifade edilmektedir ki, iş güvenliği tasarısı yürürlüğe girerse,
mutlaka, İş Kanununun, kıdem tazminatı başta olmak üzere, bazı hükümlerinde de
mutlaka değişiklik yapılması zorunluluğu vardır. Arkadaşlarımızla bu
hususu açık açık tartıştık. Tabiî, işveren temsilcileriyle de görüştüm. Bu
tasarının bir olağanüstü toplantı döneminde gündeme getirilmiş olması,
kamuoyunda bu kadar tartışılması ve çıkarılmasındaki zorunluluk ortadayken, bu,
biraz önce ilinti kurmuş olduğum İş Kanunundaki değişiklikle bağlantıyı
yapmadan bunun çıkarılmasının çok doğru olmadığını değerli federasyon başkanı
arkadaşlarımla da tartıştık. Kendileri de bir ölçüde buna büyük bir anlayış
gösterdiler. Yani, şunu ifade etmek istiyorum ki, işte, o huzurunuza getirmiş
olduğumuz önergeyle, bugün, değerli başkanlarla beraber açıklamış olduğumuz, 15
Martta bu tasarının yürürlüğe girmesiyle ilgili yapmış olduğumuz değişiklik,
sizlere biraz önce ifade etmiş olduğum bu yasayla birlikte yürürlüğe girmesinde
zorunluluk olduğu Bilim Kurulu tarafından da ifade edilen İş Kanunundaki
değişiklikle beraber yürürlüğe girmesi zorunluluğudur. Şimdi, bir olağanüstü
dönemde olmamız ve tatile girecek olmamız dolayısıyla... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ne
tatili! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Meclisin tatile girme... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Tatil yok. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Peki; tatil yoksa, o zaman iş
kanununu da çıkarırız, zaten bu mesele o zaman kendiliğinden hallolur.
Dolayısıyla, seçimden sonra gelecek hükümetin yerine oturması, çalışmaya başlaması
ve daha sonra böyle bir kanunu da çıkarabilmesine imkân vermesi için bu kanunun
yürürlük tarihini 15 Mart tarihine taşıdık. Bu konuda göstermiş olduğu anlayış için değerli
işçi temsilcilerimize huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum. Değerli işverenlerimizin,
özellikle son kriz döneminde, yani çalışma hayatının her iki kesimini temsil
eden işçi ve işveren ilişkileri çerçevesinde bu kriz döneminde göstermiş
oldukları anlayış ve dayanışma, her türlü takdirin ötesindedir. Ben, bu
anlayışın, bu kanun çıktıktan sonra -ki, inşallah, bugün burada sizlerin
değerli oylarıyla çıkacak- ve daha sonra oluşacak parlamentoda ve gelecek o
yeni hükümet döneminde bu tasarının destekçisi olacak, beraber çıkması gereken
İş Kanunundaki değişikliklerin de mutlaka yapılması gerektiğine inanıyorum. Bu
konuda, gerek işçi temsilcilerimizin gerekse işveren temsilcilerimizin o günün
hükümetiyle müşterek bir çalışma yaparak bu hususu dikkate alacaklarını
düşünüyorum. Bir hususu daha
dikkatinize getirmek istiyorum; bazı konuşmacı arkadaşlarım ifade etti; bu yasa
tasarısıyla tarım, orman işçileri de İş Kanunu kapsamına alınmaktadır. Çok değerli arkadaşlarım,
bu, çok uzun zamandan beri hayal edilen, düzenlenmesi arzu edilen; ama,
tasarıdaki mevcut haliyle düzenlenirse belli sıkıntıları da beraberinde
getirecek bir husustur. Dolayısıyla, bürokrat arkadaşlarımız çalışıyor, bazı
grup temsilcisi arkadaşlarımın da talepleri var; hiç olmazsa, burada, belli bir
sayı koymak suretiyle tarımsal işletmelerimizin bu konudaki sıkıntılarının
önüne geçilecek bir düzenlemeyle ilgili bir önergemiz var, hükümet olarak bunu
hazırlıyoruz. Bu hususu da dikkatinize getirmek istedim ve bir hususu daha
dikkatinize getirdikten sonra huzurunuzdan ayrılacağım. Bu konudaki çalışmalar,
yani, huzurunuzdaki İş Güvencesi Tasarısı başta olmak üzere bu konudaki
çalışmalar, Anavatan Partisinin kontenjanında bulunan Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla, bugün bu tasarı
huzurunuza gelmişse ve burada görüşülüyorsa, Anavatan Partili Çalışma Bakanı,
çok değerli arkadaşım Yaşar Okuyan'ın bu konudaki büyük gayretleriyle
tamamlanmış ve huzurunuza gelmiştir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
MHP'den geldi efendim... ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Dolayısıyla, yine, bu konuda, sanki,
Partimizin, bu tasarının çıkmasının engeliymiş gibi gösterilmesinin hiç haklı
bir gerekçesi olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla, bu konuda büyük çalışma
gösteren, büyük gayret gösteren Yaşar Okuyan arkadaşıma da huzurunuzda çok
teşekkür ediyorum. Sayın Başkana, göstermiş
olduğu tolerans, sizlere de sabrınız için çok teşekkür ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Siz bizim eski
Başkanvekilimizsiniz... Teşekkür ederim Sayın
Bakan. Son söz milletvekilinin. İstanbul Milletvekili
Sayın Rıdvan Budak, buyurun efendim. Süreniz 10 dakika. RIDVAN BUDAK (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 893 sıra sayılı İş Kanunu ile
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz
almış bulunuyorum; hepinizi ve işçi temsilcilerini sevgiyle selamlıyorum. Değerli milletvekili
arkadaşlarım, sorunların çözümünde, sosyal tarafların uzlaşmasını önplanda
tutan bir arkadaşınızım. Bir tarafa rağmen, iyi bir işin yapılamayacağına
inananlardanım. 1 Mayıs 2002 tarihinde huzurunuzda yaptığım konuşmada, iş
güvencesiyle ilgili tasarının uzun süre hükümet gündeminde tutulduğunu,
tarafların uzlaşmasıyla, artık, gündeme getirilmesi lazım geldiğini ifade
etmiştim. Seçim kararı aldığımız
bugünlerde, bu tartışmanın en sıcak dönemini yaşıyoruz. Yasayı destekleyen
sendikalar ile yasaya karşı olan çeşitli işveren kuruluşlarımız -ki, bu
kuruluşlarımız, Avrupa Birliği uyum yasalarını birlikte savunmuş ve
desteklemişlerdi- bu konuda ayrışmış gözüküyorlar. Bu tartışmanın bir tarafı,
Avrupa Birliğini, sadece ticarî entegrasyon olarak anlamış gibi görünüyor;
işveren tarafı... Oysa, Avrupa Birliği, sadece, ticarî ve ekonomik bir birlik değildir;
aynı zamanda, demokratik ve sosyal bir birliktir. Öbür taraf; yani, işçi
sendikaları da "Avrupa Birliği bir sosyal modeldir" diyor; ki,
doğrudur. Burada esas olan, sosyal
hakları ve örgütlü toplumu kabul edip etmediğimizdir. Ayrıca, Türkiye'yi ve
halkımızı tüm kötülüklerden korumanın bir tek yolu vardır; o da örgütlü toplumu
geliştirmek ve geliştirmektir. En iyi anayasa taslaklarını hazırlayan, insan
hakları ve özgürlükler konusunda en ileri teklifleri yapan kuruluşlarımız,
sıra, çalışma ve örgütlenme hakkına gelince, bu denli kıskanç ve tamahkâr
davranırlarsa, inandırıcı olamazlar. Sayın milletvekilleri,
bir bardak suda fırtına koparmanın gereği yoktur. "İş güvencesine karşı
değiliz, ancak, kıdem tazminatı, esnek çalışma gibi konularla birlikte
alınmalıdır" deyip, âdeta, kazanılmış hakları birbiriyle değiş tokuş etmek
gibi bir yaklaşım içindedir iş dünyası. İş güvencesi,
Anayasamızdaki sendikalaşma hakkının baskısız ve özgürce kullanılmasını
amaçlamaktadır; esası da budur. Bunun dışında, mutlak istihdam güvencesi, iş
güvencesi getirmek gibi bir amacı da yoktur. Unutulmamalıdır ki, ülkemizde
yüzbinlerce işçi, sırf sendikal haklarını kullandıkları için, sendikalaştıkları
için işten atılmışlardır. Söz konusu işyerlerinde, yani, işten atılmaların
olduğu işyerlerinde üretim sorunu yoktur, verimlilik sorunu yoktur, teknolojik
değişim de olmamıştır; ama, işçiler, anayasal haklarını kullanıp
sendikalaştılar diye işten çıkarılmışlardır. 1997 yılında, DİSK Başkanıyken,
204 işçi arkadaşımla, on günlük İstanbul-Ankara yürüyüşünü, bu haksızlığın
giderilmesi için yapmış idik. Bugün, üç işçi konfederasyonumuz, birlikte, bu
hakkı istiyorlar. Yeni düzenlemedeki en
önemli değişiklik, işten çıkarmada ispat yükümlülüğünün işverene
bırakılmasıdır. Bunun dışında işçi çıkarılamaz diye bir hüküm yoktur, zaten,
böyle bir yaptırım da olamaz. İş Kanunumuzun işten çıkarmayla ilgili 13 ve 17
nci maddeleri geçerliliğini korumaktadır. Getirilen yenilik, sadece, işten
çıkarmanın haklı bir gerekçeye dayandırılmasıdır. İşverenlerimizin böyle bir
yükümlülükten kaçmasının anlaşılabilir hiçbir tarafı yoktur. İspat yükümlülüğünden
kimse kaçmamalıdır. Ortada haklı bir gerekçe var ise, işçi, işten
çıkarılabilir; bunu, kimse önleyemez; ama, onun ötesinde, sıkıyönetim
savcılarının yaptığı gibi, delilsiz, ispatsız suçlama olamaz. İspat yoksa,
delil yoksa, suç da yoktur; yani, işten atılmanın gerekçesi de yoktur. Değerli arkadaşlar,
iddialardan bir tanesi de, iş güvencesinin yabancı girişimcileri
engelleyeceğidir, yabancı sermaye gelişini engelleyeceğidir. Bu sözlerin içi
boştur ve gerçekçi değildir. Türkiye'ye yabancı sermaye gelecek ise, daha çok,
gelişmiş ülkelerden, Avrupa Birliği ülkelerinden gelecektir. Avrupa Birliği
ülkelerindeki sermaye, Avrupa Birliği standartlarına zaten alışkındır. Üstelik
de, kendi ülkesindeki şartların çok altında ücretlerle üretim yapacağını
bilmektedir. Unutmayalım ki, yabancı sermayenin asıl aradığı, ucuz işçilikten
öte, siyasî istikrar ve güvenli bir ekonomik yapıdır. Bu ise, ancak, demokratik
ve örgütlü bir toplumda mümkündür. Yabancı sermaye, ayrıca, güvenilir ortam
kadar, güvenilir ortak da arar. Bu nedenle, iş güvencesinin bu konuda bir engel
oluşturacağı iddiası gerçek dışıdır. Değerli milletvekilleri,
bu yasa, 8 yıl önce kabul ettiğimiz 158 sayılı ILO Sözleşmesinin, iş hukukumuza
geç de olsa uyarlanmasıdır. Ayrıca, bilindiği gibi, iş güvencesi, ulusal
programda da kısa vadeli hedefler arasında yer almaktadır. Değerli arkadaşlar,
unutmayalım ki, işçi konfederasyonlarımız, yaşadığımız kriz döneminde,
sanayimizin ayakta kalabilmesi için, sigorta primlerinin, vergi oranlarının ve
enerji fiyatlarının uluslararası rekabet düzeyini tutturabilecek seviyelere
düşürülmesi için, işveren örgütleriyle birlikte mücadele etmişlerdir, çaba sarf
etmişlerdir. Toplusözleşmelerdeki taleplerini, işyerlerini ayakta
kalabilecekleri noktalarda tutmuşlar, bazı haklardan geri durmuşlardır. Değerli arkadaşlarım,
bizler, bu yasama döneminde, çalışanlar ve geniş yığınlar lehine belki de en
önemli sayılabilecek bu yasayı çıkarmalıyız. Ekonomik dengelerin yerli yerine
oturduğu, enflasyonun yüzde 3'lerle, 5'lerle konuşulduğu ortamlarda bu
sıkıntılar yaşanmayacaktır; çünkü, sorun, öncelikle ekonomiktir. Değerli arkadaşlarım,
dünyanın hiçbir yerinde, iş dünyası, sermaye, parlamento üzerinde, bir konu
hakkında bu denli tehditkâr olamaz. Sayın Yaşar Okuyan, bugün, Çalışma
Bakanlığında yaptığı veda konuşmasında, bunu, açıkça, Türkiye kamuoyunun
izleyeceği bir biçimde ifade etti. Bir iş dünyası mensubunun, kendisine, iş
güvencesi yasa tasarısının çıkarılması halinde bedelinin ödetileceğini
söylediğini söyledi. Sayın Okuyan, bunu, bana, daha evvel anlattı, bu konuyu
birlikte paylaştık, bunu bilen başka arkadaşlarımız da var. Dünyanın hangi
demokratik ülkesinde, bir bakan, çalışanlar lehine olabilecek bir yasayı
gündeme getirdi diye tehdit görmüştür, bilemiyorum! O nedenle, Avrupa Birliği
konusunda o şahane konuşmayı yapan sayın parti başkanı, sıra işçilere gelince,
Avrupa Birliği standartlarını unutuverdi; bu da çok enteresan bir olay! Değerli arkadaşlarım,
Sayın TİSK Genel Başkanı Refik Baydur, bir iki gazetenin yazdığına göre
"iş güvencesi kanununa oy verenler vatan hainidir" demiş. Demişse, bu
ülkenin yarısı yoksulluk sınırında yaşarken, milyonlarca insan işsiz kalmışken,
Türkiye, onbinlerce işyerini kaybetmişken, hiçbir yoksul insanımızın gelecek
güvencesi yok iken... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. RIDVAN BUDAK (Devamla) -
...Sayın Baydur, vatan hainlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde değil,
İsviçre'deki banka hesaplarında aramalıdır. (Alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnız varsılların ve zenginlerin değil, bu
ülkenin en ücra köşelerinde binbir yoksulluk içinde yaşayan insanımızın da
Meclisidir. Kurallara uyan zenginliğe, vergisi verilmiş servete, bu millete
karşı sorumluluğunu yerine getirmiş varsıllığa karşı değiliz; ama, artık, bu
ülke ve bu Meclis, kanun tanımayan, kayıtdışı işçi çalıştıran sözde zenginlere
karşı tavırlı olmak zorundadır. Kötü ekonominin, kayıtdışı ekonominin üzerinde
iyi demokrasi olmaz, mutlu bir halk olmaz, güçlü bir devlet hiç olmaz. Toplumun
bu kadar uzlaştığı bir dönemde "bu kanun çıkarsa, 300 000-500 000 kişiyi
kapıya koyarız" diyenler bilsinler ki, bu ülke sahipsiz değildir ve bu
ülkeyi yöneten bir devlet vardır. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
sanayi zenginliğimizdir. Krizler döneminde, sanayii ve sanayiciyi, dolayısıyla
işyerini ve işçiyi en çok sahiplenen ve mücadele eden arkadaşlarınızdan
biriyim; sanayici ve üretici başımızın tacıdır. Daha çok zenginimiz, daha çok
yatırımcımız olsun; ama, hakka ve hukuka uygun olsun; yoksulumuz ise hiç mi hiç
olmasın; çalışanlar özgürce sendikalı olabilsinler, toplum örgütlensin,
demokrasi güçlensin; böyle bir Türkiye özlemi ve dileğiyle hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Genel Başkan. Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, soru - cevap
kısmına geçiyoruz. Soru - cevap süresi 10
dakikadır. Sayın Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum; diğer sosyal
güvenlik kuruluşlarına verilen eködeme, size bağlı, aynı Bakanlığa bağlı
olmasına rağmen Bağ-Kur çalışanlarına neden verilmemektedir? Bu, bir haksızlık
değil midir? Bu haksızlığın giderilmesi için ne gibi işlem yapmayı
düşünmektesiniz? İş güvencesi yasa
tasarısının, bugün, Meclis Genel Kuruluna getirilmesinden dolayı, öncülük yapan
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'yi, grup
başkanvekillerini ve ayrıca, Bakan Sayın Yaşar Okuyan'ı tebrik eder, hepinize
saygılar sunarım. BAŞKAN - Nejat Arseven'i
de unutmayın canım... Nejat Arseven de var... Sayın Uzunkaya, buyurun. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakan tarafından gecenin bu ilerleyen
saatinde, sorularımın cevaplandırılmasını istirham ediyorum. 55, 56 ve 57 nci
hükümetler döneminde, kamu, özel ve tarım sektöründe işini kaybeden insan
sayısı ve bunların bakmakla yükümlü oldukları nüfus hakkında, bu yasanın
görüşüldüğü günde, bize, bilgi verebilir misiniz? Sosyal Sigortalar
Kurumunda sigortalı olduğu halde, özellikle son dönemdeki perişan ekonomi
uygulamanız nedeniyle, işsizliğinden dolayı sigortalılığı düşen ve prim
ödemeyerek sigorta kurumunu da zaafa uğratan işçi sayımız ne kadardır? İş güvenliği yasasında,
Avrupa'da da -Hollanda dahil- olduğu gibi, özellikle tarım sektöründe ve
seracılıkta çalışan işçilerin, daha çok, güvence dışında olduğu bilinmektedir.
Bu yasada, özellikle, 1 inci ve 2 nci maddeleri ile 7 nci maddesinin ilintisi
-sizin de az önce konuşmanızda temas ettiğiniz alanda- tarım sektöründe, çok
kısa vadede, 1 veya 1'den çok işçi çalıştırmak durumunda olan, özellikle fındık
sektöründe, çay sektöründe, bazen tütün alanındaki kısa vadeli işçilerin -ki,
pamuk da buna dahildir- bu güvencede nasıl bir durumda olacağı, özellikle
işveren durumundaki köylülerin ve tarımla uğraşanların uğrayacağı sıkıntı
yasada gözönünde bulundurulmuş mudur? Diğer bir konu -az önce
söylediniz- iş kanunu çıkmadı, üçbuçuk yıldır iktidardasınız, beş yıl da süren
bir süreç içerisindesiniz. Bu kanun niçin bugüne kadar çıkarılmadı? Şu anda
görebildiğim kadarıyla hükümet ortağı partiler bu yasayı çıkarma yarışında
kendilerini takdim etmek durumundalar. Gerçekten bu yasanın gecenin bu saatinde
sahibi kimdir, doğrusu öğrenmek isterim. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Enginyurt, buyurun. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Avrupa Birliği uyum
yasaları çıkarken bu Parlamentoda ve Parlamento dışında birçok sivil toplum
örgütü, iş dünyası ve Türkiye'deki basın, medya kuruluşları Avrupa Birliği uyum
yasalarının Türkiye için çok hayırlı olacağını ifade ettiler; ama, aynı
duyarlılığı iş güvencesi yasasında göstermediler, göstermedikleri gibi de,
biraz önce Sayın Budak'ın ifade ettiği gibi, bu yasa çıktığı takdirde
Parlamentodaki insanları adeta hainlikle suçladılar. Bu Parlamentoda hiçbir
hain yoktur. Hain, Budak'ın ifade ettiği gibi paralarını yurtdışında İsviçre
bankalarında değerlendirenlerdir. Bu iş dünyası, gerçekten size veya Yaşar
Okuyan'a veyahut da kendilerinin kontrolünde olduğu söylenen partilere bu yasanın
çıkmaması için herhangi bir baskı yaptı mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim. Sayın Mahmut Göksu,
buyurun. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana sormak istiyorum. Sayın Bakan, 21 inci
Dönemde 350'yi aşkın yasa çıktı, bunlar içinde çok gerekli olan yasalar olmakla
beraber olmayanlar da vardı. İşçilerimiz için hayatî önem arz eden bu yasa
niçin bu kadar geciktirildi? Hükümeti teşkil eden bütün partiler bu yasaya
sahip çıkıyor; peki geciktirmenin sebebi ne? Hangi parti geciktirdi? Bu soruma
cevap olarak onun da açıklanması gerekir diye düşünüyorum. İkincisi, kamuoyunda
çokça tartışılan bir yasaydı bu. Tabiî iki tarafı, işçi ve bir de işveren
tarafı var. Bir anlamda iş barışının bozulacağı, işten çıkarmaların artacağı
noktasında endişeler var. Acaba, diğer
tarafın endişeleri giderildi mi? Diğer bir soru; özellikle
hükümetiniz döneminde binlerce işçi işinden oldu. Yıllardır, işçiden ve emekten
yana olduğunu söyleyen Sayın Ecevit'in son başbakanlık dönemi, işçinin ve
emeğin en çok perişan olduğu bir dönemdir. Yeni bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı olarak bu değerlendirmeye katılıyor musunuz? Son sorum; Atatürk'ün
büyük umutlarla temelini atıp sağlığında da açılışını yaptığı Paşabahçe Şişe ve
Cam Fabrikası, yine Ecevit'in başbakanlığı döneminde kapatıldı, işçiler kapıya
konuldu. Kapıya konulan işçi sayısı kaçtır? Bu fabrikayı kapatma Atatürk'ün
hatıratına ve mirasına sahip çıkmamak değil midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Ramazan
Gül, buyurun, kısa ve öz lütfen; süremiz bitti... RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakana soru arz etmek istiyorum. Özellikle son sekiz aydır
Bağ-Kur primlerine yüzde 130 civarında zam gelmiştir. Bu sosyal güvenlik
sisteminde, bu kadar ağır zamları ödeyemeyen Bağ-Kur mükellefleri, Bağ-Kur'dan
çıkarılmaktadır. Hükümetin amacı, benim bildiğim kadarıyla, sosyal güvenlik
sistemlerini geliştirmek ve sosyal güvenlik dışında olan kişileri de sosyal
güvenlik çatısı altına almaktır. Oysa, şu andaki mevcut uygulama, bu Bağ-Kur
primlerini ödeyemeyenleri sosyal güvenlik çatısı altına almak mı, sosyal
güvenlik çatısı altından çıkarmak mıdır? Bunun cevabını istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Efendim söz,
Sayın Öksüz'ün; buyurun. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sayın Başkanım, bütçeden sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan ödenekler ilk
altı ayda tükenmiştir. SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'a, ilaveten, 2,4
katrilyon lira gerekmektedir. SSK için 1,1 katrilyon, Bağ-Kur için 675 trilyon,
Emekli Sandığı için 625 trilyon liralık ödenek ihtiyacı hesaplanmıştır; kaynağı
nasıl bulacaksınız? Sosyal güvenlik sistemi
üç yıl aradan sonra yeniden çökmeye başlamıştır. Sosyal güvenlik kuruluşları
için bütçeden ayrılan ödenekler yılın ilk yarısında tükendi. Dünyanın hiçbir
yerinde, devlete ödenen vergi ve SSK tutarı işçinin eline geçen ücretten yüksek
değildir; bundan dolayı, kayıtdışı artmaktadır. Bunları önlemek için SSK
primlerini düşürmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Ongun. BEKİR ONGUN (Aydın) -
Sayın Bakan, daha önceki hükümetler döneminde iş güvenliği yasası konusunda
çalışma yapılmış mıdır? Meclis Genel Kuruluna bu çalışma getirilmiş midir? Bu
konuda bilgi rica ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Son olarak, buyurun Sayın
Düz. MUSTAFA DÜZ (İstanbul) -
Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Okuyan bugüne
kadar Bakanlıkta idi, bir gün kala istifa etmesinin arkasındaki... BAŞKAN - Bu soruyu kabul
etmiyorum efendim, işçilerle ilgili bir şey soracaksanız buyurun. MUSTAFA DÜZ (İstanbul) -
Ben bunu sormak istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Bu siyasî
efendim, affedersiniz. Buyurun Sayın Bakan,
bitirelim bu işi. Sayın Bakan, yazılı da
cevap verebilirsiniz. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Delaletinizle değerli
milletvekili arkadaşlarımın bazı sorularına cevap vereceğim. Sayın Seven, Bağ-Kurla
ilgili bir soru sordu; eködemenin, Sosyal Sigortalar Kurumunun yanı sıra,
Bağ-Kur ve İşkur çalışanlarına da verilmesi için çalışmalar Bakanlığımızca
yapılmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmiş; ancak, Plan ve
Bütçe Komisyonunca kabul edilmemiştir. Ayrıca, tarımda çalışan
işçilerle ilgili olarak bir soru yöneltildi: İş güvencesiyle ilgili hükümler
mevsimlik işlerde çalışanlara uygulanmayacaktır. Tarımda bu şekilde çalışanlar,
bu nedenle güvenlik kapsamı dışındadır. Ayrıca, bu konularla ilgili bir
yönetmelik çıkarılacağı hususu da yine tasarının metni içinde düzenlenmiştir. Diğer bütün sorulara
yazılı olarak cevap vereceğim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, 1
inci maddeyi okutmadan evvel, birleşime ara veriyorum. Teşekkür ederim efendim. Kapanma Saati : 00.43 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 01.04 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mustafa VURAL (Antalya), Burhan ORHAN (Bursa) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. 893 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2 – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
hükümet yerinde. Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştı. Şimdi, 1 inci maddeyi
okutuyorum : İŞ KANUNU İLE SENDİKALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI (İş Güvencesi - Tarım ve Orman İşçilerinin Kapsama Alınması) MADDE 1. - 25.8.1971
tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinin başlığı ile (III) numaralı
bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki bent
eklenmiştir. "Sanayi, ticaret ve
tarım işleri:" "III. Bu Kanunun
uygulanması bakımından tarımdan sayılacak işler şunlardır: a) Her çeşit meyveli ve
meyvesiz bitkiler; çay, pamuk, tütün, elyaflı bitkiler; turunçgiller; pirinç,
baklagiller; ağaç, ağaççık, omca, tohum fide, fidan; sebze ve tarla ürünleri;
yem ve süs bitkilerinin yetiştirilmesi, üretimi, ıslah, araştırılması, bunlarla
ilgili her türlü toprak işleri, ekim, dikim, aşı, budama, sulama, gübreleme,
hasat, harman, devşirme, temizleme, hazırlama ve ayırma işleri, hastalık ve
zararlılarla mücadele, toprak ıslahı, çayır, mera, toprak ve su korunması
işleri, b) Fidanlık ve
ağaçlandırma, tabiî ve sunî tensil, orman koruma ve bakımı (yangın dahil),
orman imar ve ıslahı, tohum toplama, ormancılık araştırma (sulama, dikim,
yetiştirme, bakım), tali orman yolu yapımı ve onarımı, amenajman, silvikültür,
orman ürünleri istihsali, ana depolara nakil, son depolarda istif ve tasnif,
millî parkların yapım, bakım ve geliştirilmesi işleri, c) Her türlü iş ve gelir
hayvanlarının (arı, ipek böceği ve benzerleri dahil) yetiştirilmesi, üretimi,
ıslahı ve bunlarla ilgili bakım, güdüm, terbiye, kırkım, sağım ve ürünlerinin
elde edilmesi, toplanması, saklanması işleri ile bu hayvanların hastalık ve
asalaklarıyla mücadele işleri, ç) 854 sayılı Deniz İş
Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kara ve su avcılığı ve bu yoldan elde
edilen ürünlerin saklanması, taşınması ve üretilmesi işleri. IV. Yukarıda sayılan
işler dışında kalan bir işin bu Kanunun uygulanması bakımından sanayi, ticaret
veya tarım işlerinden sayılıp sayılmadığını belirlemeye, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşleri alınarak, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilidir. BAŞKAN - 1 inci madde
üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu;
buyurun efendim. SP GRUBU ADINA MEHMET
BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gerçekten, seçimin
güzelliği, daha üç ay kala görülmeye başlandı. Değerli arkadaşlarım, bu
hükümet, üç seneden beri yapamadığını şimdi yapıyor. Niye şimdi yapıyor
demeyeceğiz, doğru bir şey yapıyor; tebrik ediyoruz hükümeti ve katkıda bulunan
herkesi. Değerli arkadaşlarım,
evet, seçim, nelere kadirsin diyorum. Sayın Ecevit ve sosyal demokratlar
kendine geldiler; bu, Türkiye için bir kazanım. Üçbuçuk yıldan beri süren
hipnoz durumundan çıktılar, birbirlerini eleştirmek bile olsa, burada
konuşuyorlar; bu güzel bir gelişme, ülke için. Değerli arkadaşlarım,
burada konuşan, özellikle hükümete mensup arkadaşların konuşmaları, gerçekten
ibret vericiydi, hayretler içinde kaldık. Sanki, üçbuçuk seneden beri hiç
hükümet yapmamışlar gibi, bu ülkede beş yıldan beri olup bitenlerden hiç
sorumlu değillermiş gibi, birilerini suçlayıp durdular, bazen de birbirlerini
suçlayıp durdular. Değerli arkadaşlarım,
hükümet mensuplarına söylüyorum; sizin döneminizde, bu ülkede neler olmadı
ki... Bakınız, önce, mezarda emeklilikle başladınız; daha sonra, çalışma
hayatıyla ilgili çıkarmış olduğunuz yasalar, aldığınız kararlar ve
uygulamalarınızla neler oldu; işsizler, işinden atılanlar; işyerleri kapandı,
üretim yarı yarıya düştü; açlık, yoksulluk... Bütün bunlar sizin döneminizde
oldu; siz yaptınız, siz el kaldırdınız bunlara. Geldiğinizde 210 dolar olan
asgarî ücret, şimdi 110-120 dolar. Ortalama ücretler yarı yarıya azaldı, hep
sizin döneminizde oldu; yani, şimdi, giderayak, seçim geliyor, seçmene selam
"İş Güvencesi Yasası çıkarıyoruz; aman, işçiler, işsizler, biz neymişiz!.."
Yapmayın arkadaşlar... 2 000 000 insan, sizin
döneminizde, son iki senede işinden oldu. Yüzbinlerce işyeri kapandı,
fabrikalar kapandı, üretim durdu; bunları hep siz yaptınız, sizin aldığınız
kararlarla oldu. Türkiye'de yoksulluk sınırında yaşayan insanların sayısı 30
000 000-35 000 000, 15 000 000 insan açlık sınırında yaşıyor. Sizin döneminizde
açlıktan insanlar, bebekler öldü; bunların hepsi bu dönemde oldu. Süt alamayan
anneler intihar etti, evine ekmek götüremeyen babalar kendisini yaktı. Peki, şimdi,
siz neyi paylaşıyorsunuz değerli arkadaşlarım? Gerçekten ibret verici;
yani, bütün bunların sorumluluğunu mu paylaşıyorsunuz; yoksa, İş Güvencesi
Yasasından bir hâsıla ortaya çıkacak da seçimde, seçim meydanlarında bunları mı
paylaşacaksınız? Hangi emekçilerden söz ediyorsunuz? Sayın Ecevit hangi
emekçilerle yürüyor? Biz, üç senede Sayın Ecevit'in emekçilerle yürüdüğünü,
emekçilerin yararına bir şey yaptığını görmedik; ama, emekçilerin Başbakanlığa
yürüdüğünü gördük, atılan yazarkasaları gördük, kamyonlar geldi Başbakanlığa.
İlk defa sizin döneminizde Başbakanlık tel örgülerle çevrildi. Şimdi, ne diyorsunuz siz
buraya gelip: "Emekçiler, işçiler, işsizler, çiftçiler, İş Güvencesi
Yasası çıkardık, her şeyi hallettik..." Yani, bütün bunlar olacak...
Sonra, komplo teorilerinden bahsediliyor. Hangi komplo, kim yaptı, ne zaman
yaptı? Evet, bir komplo var, bu millete kurulmuş bir komplo var ve sizin
iktidara gelmenizle başladı bunlar. Bu millet, sizin iktidara geldiğiniz
dönemde toplumsal ve ekonomik olarak çökertildi. Bugün, bu ülkenin 230 milyar
dolar borcu var, 140 milyar dolar da geliri var; bitmiş bir ülkedir; bunun
sorumlusu sizsiniz. Şimdi, burada gelip diyeceksiniz ki "efendim, biz,
işçilerden yanaydık, şöyleydik, böyleydik; ama, ortaklarımız böyleydi..."
Yapmayın! Değerli arkadaşlarım,
Tütün Yasası, Şeker Yasası, bütün bunlar sizin döneminizde çıktı. İşçiler sizin
döneminizde, çiftçiler sizin döneminizde, esnaf sizin döneminizde mahvoldu.
Şimdi, neyin kavgasını yapıyorsunuz gerçekten? Yani, bütün bunlar, bu kavgadan
sonra, demek ki, emekçiler bütün bunları yiyecek ve seçim meydanlarında
"aman Allahım, bizim ne emekçi dostu yöneticilerimiz varmış" mı
diyecek; hayır. Değerli arkadaşlarım,
şimdi "işçi hakkı" diyorsunuz; ama, Kemal Derviş'i bu ülkeye siz
getirdiniz, IMF politikalarını siz getirdiniz. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız... MEHMET BEKÂROĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum efendim. BAŞKAN -Hayır, ben ikaz
ettim. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) -
Sayın Başkan, bırakın konuşsun arkadaşımız. MEHMET BEKÂROĞLU
(Devamla) - Müsamaha edecektir... Burada, üç koalisyon
liderinin IMF'ye yazmış oldukları niyet mektubu ortada. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. MEHMET BEKÂROĞLU
(Devamla) - Tabiî, niyet mektubunu Sayın Derviş imzalıyor; ama, Türkiye'de ilk
defa -belki dünyada da ilk defa- koalisyon ortakları, kendi hükümetinin yazmış
olduğu niyet mektubu için "biz buna kefiliz, vallahi de billahi de biz
bunlara uyacağız" diyorlar. O niyet mektuplarının sonuncusunda ne yazıyor
biliyor musunuz -hükümet ortaklarına soruyorum; Anavatan Partisine, Milliyetçi
Hareket Partisine, DSP'ye. Size de soruyorum; daha dün hükümet ortağıydınız- diyorlar
ki: "Biz, 120 000 kamu çalışanını işten çıkaracağız." Hangi iş
güvencesinden bahsediyorsunuz?! Şimdi, bütün bunları
yaptıktan sonra, milletin karşısına çıkacaksınız "vallahi biz çok
iyiydik..." Yapmayın, etmeyin... Bütün bunları değerlendirecek olan
millettir, işçilerdir, emekçilerdir. Saygılarımı sunuyorum.
(SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Bu saatte gitmedi bu konuşma. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
İşine gelmeyince gitmiyor. Gitti, gitti... Millet sizi götürecek. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - 38'e indirecek misiniz emeklilik yaşını?! Bu yasayı destekliyor
musunuz desteklemiyor musunuz? MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Bu yasayı getiren biziz. AHMET DEMİRCAN (Samsun) -
Destekliyoruz; sen ona bak. BAŞKAN - Efendim, Yeni
Türkiye Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al. Efendim, bundan sonra,
anlaşmaya kim sadık kalacaksa; ona göre... Diğer grupların önünü kesiyoruz,
sonra vazgeçiyorsunuz. Özür dilerim yani; benim haddim değil ama... Buyurun efendim. (YTP
sıralarından alkışlar) YTP GRUBU ADINA EROL AL
(İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 893 sıra sayılı İş Güvencesi
Yasa Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Yeni Türkiye adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu
düzenlemeyle, 1475 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinde bir değişiklik
yapılıyor ve kapsama; yani İş Kanununun kapsama alanına tarım işleri de ilave
ediliyor. Esasında, önümüzde bulunan bu düzenlemede, mevcut İş Kanunuyla
çelişen hükümler var. Daha düzgün, daha dört başı mamur bir tasarı
hazırlanabilirdi. Örneğin, 5 inci maddede, bu kanunun kapsama alanında
bulunmayan işler sıralanıyor; arkasından, şimdi bizim ilave ettiğimiz 6 ncı
maddeyle -o madde orada dururken- biz, yeni ilaveler yapıyoruz ve yasanın
maddeleri arasında bir çelişki ortaya çıkarmış oluyoruz. Her şeye rağmen, Türk
işçisinin, güvenli bir ortamda, emek vererek, üretim sürecine katılmasını
sağlayan bu düzenlemeyi destekliyoruz, bu düzenleme geç bile kalmıştır. Seçim
öncesinde de olsa, hükümet tarafından Genel Kurula indirilmesini olumlu bir
gelişme olarak görüyoruz ve Yeni Türkiye olarak destekliyoruz. Değerli arkadaşlarım,
gazetelerde, televizyonlarda, son günlerdeki tartışmaları izliyoruz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Anlaşma vardı hani!.. EROL AL (Devamla) -
Anlaşmaya herkes uyarsa, biz de uyarız arkadaşlar. Birtakım işveren
örgütlerinin temsilcileri diyorlar ki "Avrupa Birliği ülkelerinde bile,
Avrupa Birliği ülkelerinin 5 tanesi 158 sayılı ILO Sözleşmesini imzaladı. Aday
ülkelerden de, biz dahil, 4 tanesi imzaladı." 13 tane ülke var. Fakat, bir
şey dikkatten kaçırılıyor. Avrupa Birliği üyelerinin 13'ünde, bizim bu kanunla
getirdiğimiz, iş akdinin feshi halinde ispat yükümlülüğü zaten var; yani,
Danimarka, Almanya, Yunanistan, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg,
Hollanda, Portekiz, Finlandiya, İsveç ve İngiltere'de bu ispat yükümlülüğü
uygulanıyor. O nedenle, bu ülkelerin
158 sayılı Sözleşmeyi imzalayıp imzalamamaları bir sorun teşkil etmiyor bu
ülkeler bakımından. Bizim ise, hizmet ilişkisine işveren tarafından son
verilmesi hakkında 158 sayılı Sözleşmeyi Bakanlar Kurulunda onay tarihimiz
10.8.1994 -başka arkadaşlarımız da ifade ettiler- ve 9.6.1994'te de Yüce
Parlamentomuz bu düzenlemeyi yasalaştırmıştır. Bu süreç, böyle,
imzalamakla bitmiyor ki... Ne oluyor bunun karşılığında; her yıl Cenevre'de ILO
Genel Kurulu toplanıyor biliyorsunuz ve oradaki aplikasyon komitesinde, uyum
komitesinde, Türkiye bu sözleşmeyi onayladığı halde, bu sözleşmeye ilişkin
yasal düzenlemeleri hayata geçirmediği için, paragraflara alınıyor, kınanıyor,
birtakım sorunlarla yüz yüze kalıyor. O nedenle, bu sözleşmenin onaylanması ve
bu kanunun yürürlüğe girerek, çalışma yaşamımızdaki barış ortamını daha da
ileri bir noktaya götürecek iş güvencesinin sağlanması, Türkiyenin ILO
nezdindeki itibarını da yükseltecektir. Bunu, işveren örgütlerimizin de, orada
Türkiye adına mücadeleye katılan işveren örgütlerimizin de bilmesi ve buna göre
tavır almaları gerekir. Locada bizi izleyen işçi örgütlerimizin değerli genel
başkanları, her yıl, gidip, bu mücadeleye katkı veriyorlar; onlar da bunu çok
yakından izliyorlar. Ben, bu arada, burada bir ifade... BAŞKAN - Hiç böyle bir
âdetimiz yok, locaya hitap etmek gibi... Rica edeceğim, Genel Kurula hitap edin
efendim. Affedersiniz... EROL AL (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım, uyarınız için. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Başkanım, olur mu; onlara karşı çıkmıyordunuz, açıkça isim
saydılar. EROL AL (Devamla) - Bir
soruyla gündeme geldi; ama, yanıt verilmedi. Beykoz Paşabahçe'de, Atatürk
tarafından kurdurulan Şişeve Cam Fabrikasının kapatılmaması için direnen 870
işçinin mücadelesini de bir kez daha selamlamak istiyorum. Bu arkadaşlarımızın
708'i -Şişecam işvereni tarafından- başka fabrikalara nakledilmek üzere,
anlaşma sağlanmıştır. Bu, işçilerimizin ve bizim tam olarak taleplerimizin
kabulü anlamına gelmemesine rağmen, Türkiye'de işveren ahlakının da belirli bir
olgunluğa eriştiğinin göstergesidir. Buradan, Şişecam işverenini, bu
işçilerimize sahip çıkma olgunluğunu, anlayışını gösterdikleri için bir kez
daha selamlıyorum, teşekkürlerimizi Parlamento adına sunuyorum ve bu yasanın,
ülkemize, çalışma yaşamımıza barış getirmesi dileğiyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Ali Rıza Gönül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA
GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Biraz evvel, bir
arkadaşım söz atıyor "bu kanunun yanında mısınız, karşısında mısınız"
diye. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana da davul zurna az diye bir halk
tabirimiz var. Doğru Yol Partisi, bu kanunun yanında, öylesine yanında ki... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Kaç kişiyle?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - 5 kişiyle... BAŞKAN - Efendim,
istirham ederim, hatibe laf atmayın. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- ...öylesine yanında ki, bu kanunun eksiklerinin tamamlanmasıyla yanında. Şimdi arkadaşım diyor ki
"kaç kişiyle?" 36 bakandan 3 sayın bakan sırada oturuyor. (MHP
sıralarından gürültüler) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - İnsaf, Başbakan bile vardı. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Şurada!.. Şurada!.. Dinleyin bir defa! CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Başbakan bile... BAŞKAN - Efendim,
istirham ederim... Sayın Enginyurt, lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Şurada 3 bakan... Kırgın, üzgün bir bakan ve bu meseleye sahip çıkmayan bir
Bakanlar Kurulu; ama, işçiye selam diye bu kürsüye gelip, her şeyi kendisinin
yaptığını söyleyen, kendisinden olmayanı da karşıymış gibi gösteren bir
mantık... YALÇIN KAYA (Mersin) -
Yıllardır ne yaptınız?! ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Sizi millet seyrediyor... YALÇIN KAYA (Mersin) -
Siz yıllardır ne yaptınız?! BAŞKAN - Lütfen
efendim... Lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Sizi millet seyrediyor, ne kadar samimî olup olmadığınızı da izliyor.
Bakınız, hiç boş laf etmeyin burada. İbretle, hayretle izlediğimiz sözler,
millet vicdanında, inanıyorum ki, layık olduğu kadar değerlendiriliyor; eğer,
layık olmaya değer bulunuyorsa. Kanun tasarısının ilk
sayfasını okursanız "Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan ve
Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca 29.8.2001 tarihinde kararlaştırılan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir" deniliyor. Bakar mısınız, bir defa,
tarih neymiş -altında, Sayın Ecevit'in imzası var- 29.8.2001; yani, neredeyse
oniki ay olmuş. Oniki aydan beri, siz, bu kanun tasarısını görüşelim diye
gayret etmemişsiniz, işçi, işveren temsilcileri oturmuş... MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Elli senedir çıkmamış... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)-
Bir okuyun da, ondan sonra... BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın. (MHP sıralarından
"Genel Kurula hitap et" sesleri) ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Ben Genel Kurula hitap ediyorum; burası da Genel Kurul. Burası da Genel Kurul
burası da Genel Kurul. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Kendilerini Genel Kurul kabul etmiyorlar. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Ve siz, seçime bir saat kala, bunun hamisi olarak kendinizi kabul edip,
buraya getirip, bu tasarıyı görüşeceğiz diye de ısrar ediyorsunuz. KEMAL KÖSE (Kocaeli) -
Elli yıldır çıkmamış bir kanun, teşekkür etmeniz lazım. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Görüşelim; ama, sizin sözcünüz söylüyor "geç kalmış bir görüşmedir"
diye. Ben de soruyorum buradan; niye bu kadar geciktiniz, sizin elinizi tutan
mı vardı? Yani, siz, işçi için, esnaf için, memleket için, ekonomi için,
vatandaşı ezecek her kanunu buraya getireceksiniz, 36 bakanla burada hazır
olacaksınız ve 48 saat geçmeden, anında yasalaşması için çalışacaksınız,
işçiyle ilgili bu tasarıyı da olağanüstü toplantının bir tarafına sıkıştırıp,
görüştürmeye çalışacaksınız; bu ayıptır. Ayıptır; çünkü, siz, bu işçiyi, bu
kadar saf mı zannediyorsunuz?! CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Oyla ne ilgisi var?! BAŞKAN - Sayın Enginyurt,
lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Sayın Başkan, lütfen... BAŞKAN - Enginyurt'a
söylüyorum, size söylemiyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Siz, bu işçiyi aldatacağınızı mı zannediyorsunuz?! Eğer, sizin kalbinizde,
gönlünüzde, kafanızda, işçinin hakkını aramak olsaydı, siz, bunu, bugüne kadar
çoktan getirir, yasalaştırırdınız ve biz de bu katkımızı sizden ve sizin
gayretlerinizden esirgemezdik. Bilmiyorsanız söyleyelim;
biz, Doğru Yol Partisi olarak bu kanun tasarısının destekliyoruz. (MHP
sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar [!]) Bu kanun tasarısının
eksiği varsa, onu da tamamlayalım. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız; buyurun. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Hani, orman işçileriyle ilgili bir düzenleme? Yangın ekibinde çalışan
işçilerle ilgili bir eksiklik hissetmiyor musunuz? Onları da koyalım. Biz, bu
konuda açıkça diyoruz ki, biz, bu kanun tasarısını desteklerken, öyle, bazı
kanunları çıkarıp da, bazı işverenleri, buradan, hemen kapı dışında arayıp
"yerine getirdik" demedik. AHMET EROL ERSOY (Yozgat)
- Siz iyi bilirsiniz o işleri. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- O gün, RTÜK Yasası çıktığı zaman, çıkardığınız zaman, basın patronlarını
arayıp müjde verenleri bizler iyi biliyoruz; ama, bugün, siz, işvereni de sanki
-anlayışınız icabı- işçiyi ezen, sömüren olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Biz,
hem işçinin hem işverenin bu ülke için gerekli olduğuna inanan bir partiyiz. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Kargalar gülüyor buna. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Biz, bu ülkenin bir denge içerisinde kalkınması, kalkındırılması,
geliştirilmesi ülküsüne, felsefesine gönülden inanan insanlarız. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Şu, Marmaris açıklarındaki tekneden bahset. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Yoksa, burada, siz, bacaları söndüreceksiniz, kepenkleri kapattıracaksınız,
binlerce, milyonlarca insanı kapının önüne bırakacaksınız; ondan sonra da
kalkıp, tabiî ki, işçiye selam, seçime devam mantığıyla şov yapacaksınız... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Ne şovu; şovu siz yapıyorsunuz. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- ...ve siz, kalkıp, buradan... BAŞKAN - Efendim,
lütfen... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- ...işçi vatandaşlarımızı da aldatıp, oylarını alacağınızı zannediyorsunuz;
yanılıyorsunuz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Rodos açıklarındaki teknede kim var, onu söyle?! ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Bu millet çok şeyi biliyor; sizi de biliyor, bizi de biliyor; sizin ne
yaptığınızı da biliyor, bizim ne yaptığımızı da biliyor. Onun için... AHMET ÇAKAR (İstanbul) -
Rodos Adasında ne oluyor?! ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
-Ha, o son kimin için olur, o ayrı bir konu. (MHP sıralarından gürültüler) MEHMET TELEK (Afyon) - Ne
oluyor, söyle bakalım!.. BAŞKAN - Lütfen
efendim... Sayın Telek... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Ama, bir gerçek var değerli arkadaşlarım; bütün mesele şudur... BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Elbirliğiyle, vaktinde, zamanında çıkarsaydık, bu lafların edilmesine hiç de
gerek kalmazdı. Sizin sözcünüz söylüyor, siz söylüyorsunuz; "gecikmiş bir
yasa..." Elinizi tutan mı vardı arkadaşlar? RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Korkup, getiremediniz. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Tansu Hanım yatta... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Sayın Genel Başkanımız... BAŞKAN - Sayın Gönül,
teşekkür ediyorum efendim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Tansu Hanım yatta, şu anda yatta, Rodos'ta. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın Sayın Bıçakçıoğlu. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Herkesin haberi var. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- ... İşçi yasalarıyla ilgili düzenlemeleri, herhalde, sizinkinden 10 misli
daha fazladır. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Aydın Doğan'ın yatında Genel Başkanın. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Üç defa uzattım, istirham ederim yani... ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Şu anda yatta Genel Başkanın. BAŞKAN - Efendim, 1 inci
madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok. 1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - 1475 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu maddeden sonra
gelmek üzere aşağıdaki maddeler eklenmiştir. "MADDE 13. - Süresi
belirli olmayan sürekli hizmet akitlerinin feshinden önce durumun diğer tarafa
bildirilmesi gerekir. Hizmet akdi; a) İşi altı aydan az
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki
hafta sonra, b) İşi altı aydan bir
buçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından
başlayarak dört hafta sonra, c) İşi bir buçuk yıldan
üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından
başlayarak altı hafta sonra, d) İşi üç yıldan fazla
sürmüş işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak sekiz hafta
sonra, feshedilmiş sayılır. Bu süreler asgari olup
sözleşmeler ile artırılabilir. Bildirim şartına uymayan
taraf bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır. İşveren bildirim süresine
ait ücreti peşin vermek suretiyle hizmet akdini feshedebilir. İşverenin bildirim
şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek akdi
feshetmesi, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddelerinin uygulanmasına engel
olmaz. 13/A maddesinin birinci
fıkrası uyarınca, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddelerinin uygulanma alanı dışında
kalan işçilerin hizmet akdinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona
erdirildiği durumlarda işçiye bildirim sürelerine ait ücretin üç katı tutarında
tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca dördüncü
fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir. Feshin geçerli sebebe
dayandırılması : MADDE 13/A. - On veya
daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve
işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili niteliğinde olmayan bir
işçinin belirsiz süreli hizmet akdini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden
veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden
kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Aşağıdaki hususlar fesih
için geçerli bir sebep oluşturmaz: a) Sendika üyeliği veya
çalışma saatleri dışında ya da işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde
sendikal faaliyetlere katılmak, b) İşyeri sendika
temsilciliği veya işçi temsilciliği yapmış olmak, yapmak veya temsilciliğe aday
olmak, c) Mevzuattan veya
sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idarî veya adlî
makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak, d) Irk, renk, cinsiyet,
medenî hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasî görüş, etnik veya
sosyal köken, e) 70 inci madde uyarınca
kadın işçilerin çalıştırılmalarının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek, f) Hastalık veya kaza
nedeniyle 17 nci maddenin (I) numaralı bendinin (b) fıkrasında öngörülen
bekleme süresinde işe geçici olarak devam etmemek. İşçinin altı aylık
kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler
birleştirilerek hesap edilir. Akdin feshinde usul : MADDE 13/B. - İşveren
fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir
şekilde belirtmek zorundadır. İşveren bakımından
beklenemeyecek haller hariç olmak üzere, hakkındaki iddialara karşı savunması
alınmadan bir işçinin belirsiz süreli hizmet akdi, o işçinin davranışı veya
verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 17 nci maddenin
(II) numaralı bendinde gösterilen sebeplerle fesih hakkı saklıdır. Fesih bildirimine itiraz
ve usul: MADDE 13/C. - Hizmet akdi
feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen
sebebin geçerli olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden
itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. Toplu iş sözleşmesinde
hüküm varsa veya taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme
götürülür. Feshin geçerli bir sebebe
dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. Dava seri muhakeme
usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi
halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir. Geçersiz sebeple yapılan
feshin sonuçları : MADDE 13/D. - İşverence
geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece
tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir
ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay
içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az altı ay en çok bir yıllık ücreti
tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme feshin geçersizliğine karar
verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da
belirler. İşçinin mahkeme kararının
kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre içinde en çok dört aya kadar doğmuş
bulunan ücret ve diğer hakları kendisine ödenir. Bildirim süresine ait
ücret işçiye peşin ödenmişse, bu tutar yukarıdaki hükümlere göre yapılacak
ödemeden mahsup edilir. İşçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim
süresine ait ücret peşin olarak ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı
ayrıca ödenir. İşçi, kesinleşen mahkeme
kararının tebliğinden itibaren altı iş günü içinde işe başlamak için işverene
başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmazsa,
işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun
hukukî sonuçları ile sorumlu olur. Birinci, ikinci ve üçüncü
fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde
sözleşme hükümleri geçersizdir. Yeni işe girme : MADDE 13/E. - Hizmet akdi
feshedilen işçi yeni bir işe girer ve mahkemece feshin geçersizliğine karar
verilirse, önceki işine dönmek istemeyen işçi durumu altı iş günü içinde önceki
işverenine bildirir. Yazılı olarak yapılacak bu bildirim üzerine belirsiz
süreli hizmet akdi işverence geçerli bir sebeple feshedilmiş gibi sayılır ve
buna ilişkin hukukî sonuçlar doğar." BAŞKAN - 2 nci madde
üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mukadder
Başeğmez; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MUKADDER
BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Sayın Başkan; sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından "Hani anlaşma vardı" sesleri) Ne konuda anlaşmıştık?!
Dünyanın her tarafında işçiler birtakım haklar alabilmek için sayısız bedeller
ödemiştir, izin verin de şurada 5'er dakika konuşalım, ona da katlansınlar
işveren temsilcileri, sizler; bedelsiz olmasın. Türkiye'de, Sayın Ecevit
sendikal hakları verdi, işçiler aldı; 12 Eylül geldi geri aldı, işçiler verdi;
olmaz, bedelsiz olmaz, bunun demokratik bir mücadele sonucu olması lazım. Ben, huzurunuza... (MHP
sıralarından "Ne diyorsun yani?.." sesi) Ben size hiç çatmayacağım,
zaten yeterince çatıyorlar. Ben genel konuşacağım. Huzurunuza, birtakım -bu
kanun iyi kanun, destekleyeceğiz; ama, söyleyecek sözümüz var, onu da
söyleyeceğiz- endişelerimi, birtakım sorularımı sormak üzere çıkmış
bulunuyorum. Elbirliğiyle sormamız lazım; evet, işçiler işinden kolayca atılamamalı;
ama, genel ekonomik durumda işsizler ne olacak, bunu da hep beraber düşünelim,
on milyonlarca insan işsiz. İşi olmayan işçinin ne hakkı olabilir? İşveren
felaketteyse, işçi saadette olabilir mi? İşyeri zarardaysa, işçi kâr edebilir
mi? Genel ekonomi krizdeyse, işveren de işçi de krizden kurtulabilir mi
arkadaşlar? Kanun çıkarıyoruz, anayasa çıkarsanız ne olur?! Anayasamızda
seyahat hürriyeti yok mu; var. Hangi işçi seyahat edebiliyor; anasının elini
öpmeye gidemiyor otobüs parası bulamadığı için. Bu, seyahat hürriyetinin var
olduğu anlamına gelir mi?! Anayasada tahsil hürriyeti var, tahsil hakkı, okuma
hakkı; çocuklarımızı okutana kadar deveyi hendek atlatmaktan beter zahmetler
çekiyoruz. Anayasada siyaset hakkı var; bir bakıyorsunuz, siyasî kurumlar
hakkında, üstüne düşen düşmeyen, kimisini yasal, kimisini gayriyasal ilan
edebiliyor, Demokles'in kılıcı gibi, siyasîler, üzerinde, ensesinde boza
pişiriyorlar. Hangi hürriyet var?! Peki, çok basit, sorayım:
Sigortasız işçi çalıştırmak kanunlarda serbest mi; değil. Bunun kanunu var mı;
var. Niye sigortasız işçi çalıştırılıyor; çünkü, atalarımız "yokluk
mertliği bozar" demişler. Yok olunca, imkânlar kısıtlı olunca, işte böyle
kanunların yolunu aşıyor, kanunsuzluk yapılıyor; yani, kanun tek başına yetmez
arkadaşlar. Bir de, demokrasinin az
olduğu ya da olmadığı yerlerde işçi hakkı olsa bile bir işe yaramaz; Sovyetler
Birliği gözümüzün önünde, bir işçi cennetiydi; ne işe yaradı?! Şunu ifade etmek
istiyorum ki: Eskiler "Bade harab-ül-Basra" der; yani, Basra harap
olduktan sonra!.. Bizim bir hükümetimiz
vardı. Sendika temsilcileri, toplu sözleşmeler sonunda, o zamanın sayın
başbakanına, barış sembolü olarak canlı kuzu hediye ediyorlardı. Herkes hakkını
alıyordu, sözleşmeler tıkır tıkır işliyordu, işyerleri kapanmıyordu. Ensemizde
sigara söndürüyorlardı, tanklar sokaklarda yürüyordu; ama, bu ülke ekonomik
kriz yaşamıyordu, üst üste işyerleri açılıyordu. (SP sıralarından alkışlar)
Sonra ne oldu; biz gittik... Nasıl gittik; demokrasidışı güçler ile birkısım
işçi ve bazı işveren temsilcileri el ele kol kola girerek tanklara selam durdu,
biz öyle gittik; şimdi, Bade harab-ül-Basra. Yüzbinlerce işyeri kapandı mı;
kapandı. Milyonlarca insan işinden atıldı mı; atıldı. Paşabahçe'yi, daha dün,
işte, herkes konuştu... İşyerleri kapanmış
"şu kadar işçiyi, memuru atacağız" diye imza atıp, IMF'ye söz
vermiştiniz... Sayın Kemal Derviş, aranan kan gibi aranıyor, her gün çıkıyor
"şu kadar işçiyi, şu kadar memuru atacağım" diyor, herkes alkışlıyor.
Çelişkiler içerisindeyiz gibi geliyor bana; sonra "işçiler işyerlerinden
atılmasınlar..." Herkes, atacağını attı; şimdi hatır gönül için zaten mecburiyetten
çalıştırıyor. İşverenin ihtiyacı varsa, işçiyi niye atsın; ihtiyacı yoksa, niye
çalıştırsın? Kanun zoruyla işçi çalıştırılır mı? Bu, arz talep meselesidir.
Ben, bir zamanlar tekstil yapıyordum, gidip, işte, konfeksiyon işçisini,
makineciyi, saat 10.00'da yatağından kaldırıp, yalvar yakar getiriyordum. Sonra
da nasıl ederiz, kapatırız, bu adamı nasıl işten çıkarırız diye düşündük; bu,
tamamen ihtiyaç meselesidir. Değerli arkadaşlar, demem
o ki, eğer, bir ülkede demokrasi varsa, ekonomi rayına oturmuşsa, arz-talep
dengesi iyi gidiyorsa, bırakın kendi işçisini atmayı... İşte Almanya, ta
Bangladeş'ten işçi getirtiyor Türkiye'den işçi götürdü. Keşke, biz, o ekonomik
imkânlara kavuşsak da, bırakın Türkiye'deki kendi işçilerimizi atmayı, uzak
yerlerden, Pakistan'dan, Romanya'dan işçi getirsek; öyle rekabet ortamı olsa;
biz ne yapıyoruz; gecekondu tamiri... Gecekonduyu, gece alelacele yapan adam,
penceresine naylon geçirir, naylon geçirmiştir; cam bulamamıştır... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. ... Naylon geçirmiştir
penceresine; ertesi gün bir tabaka cam bulduysa dünyanın en mutlu insanıdır.
Yakacağı olmayan adam, eğer, sobasına atacak kadar bir çaput parçası, bir
lastik parçası bulmuşsa, dünyanın en mutlu insanıdır; çünkü, o gün yakacaktır,
o gün camını örtmüştür. Biz de, her alanda krizde olduğumuz halde, ekonomi
sıkıntı içerisinde olduğu halde, eh, bu gecekonduyu tamir edelim, naylon yerine
cam koyalım, bakalım soğuktan kurtulabilecek miyiz, işçilerimiz işyerlerinden
atılamasın... Eh, atılamasın!.. Hayırlı olsun, destekliyoruz Saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İş Kanunu ile
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesi
üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, uzun zamandan beri "iş güvencesi" kavramını
tartışmaktadır. Değişik hükümetler tarafından farklı dönemlerde gündeme
getirilen iş güvencesi yasası, maalesef, şimdiye kadar, çeşitli baskı gruplarının
etkisiyle çıkarılamamıştır. Bu anlamda, uluslararası standartlara ulaşabilmek
için ülkemizde atılmış iki somut adım olarak, karşımıza, Uluslararası İşçi Kurumu
(ILO) tarafından 1982 yılında kabul edilen 158 sayılı Sözleşme 1994'te
Meclisimiz tarafından onaylanmıştır. İkinci somut adım olarak ise, Avrupa
Birliğine sunulan Ulusal Programda, İş Güvencesi Yasa Tasarısının yasalaşması
öngörülmüştür. Atılan bu adımları yasalaştırmak yoluyla son noktayı koyma
iradesini göstermenin zamanı ve gerekli şartlarının oluştuğu kanısındayız. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; İş Kanununun 13 üncü maddesinde yapılan değişiklikle, belirsiz
süreli hizmet akitlerinin işveren tarafından feshedilebilmesi için, 158 sayılı
ILO Sözleşmesinde belirlendiği üzere, geçerli bir sebep bulundurma zorunluluğu
getirilmiştir. İşçinin hizmet aktini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden
veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden
kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. "Geçerli sebep"
geniş kapsamlı bir kavram olduğu için, bu düzenlemeyle, söz konusu kavrama
objektif ölçülere uygun bir içerik kazandırılmaya çalışılmıştır. 2 nci maddede yapılan
değişiklikle, hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158
sayılı ILO Sözleşmesi, iş güvencesini, kural olarak, hizmet aktiyle çalışan
bütün işçiler için öngörmekte; ancak, bu hususta belirli ölçütlere dayalı
istisnalar getirilmesine de imkân tanımaktadır. Diğer ülkelerde olduğu üzere,
düzenlemede, ülke ihtiyaçlarına ve kurumun özelliklerine göre sınırlı olarak
istisnalara yer verilmiştir. Buna göre, 10'dan az sayıda işçi çalıştıran
işyerlerinde çalışan işçiler ile işyerindeki kıdemi 6 ayın altında bulunan 13,
13/A, 13/B, 13/C ve 13/D maddelerinde öngörülen koruyucu hükümlerden
yararlanamayacaklardır. Çalışanlar, çalışma ortamında yarınlarından emin olmak
istiyorlar; aksi takdirde, geleceği belirsizlik ve güvensizlikle kaplı olan
çalışanlar umutsuzdur. İşten çıkarılmalarının işverenlerin iki dudakları
arasında çıkacak keyfî bir söze bağlanmasından rahatsızlık duymaktadırlar.
Çalışanlar, haklı ve geçerli gerekçeler olduğunda, hizmet akitlerinin sona
ermesine karşı değiller; ancak, bu konudaki belirsizliklerin giderilmesini,
sosyal güvenlik anlayışı içerisinde, çalışırken de yarınlarından emin olmayı
arzu etmektedirler. Bu talep, oldukça çağdaş, uluslararası ortak akla ve
evrensel insan hakları standartlarına uygun bir istektir. İş güvencesi,
ortaçağın feodal devletlerinde yoktu; ama, günümüzün demokratik, sosyal ve
hukuk devletlerinde olmazsa olmaz bir ilkedir. Fakat, getirilen bu yasa
tasarısı, ortak beklentilere karşın tüm çalışanları kapsamamaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, ekonomik sorunlarla boğuşmakta, krizin yarattığı
işsizlik, ekonomide küçülme ve benzeri sorunlar insanlarımızı bunaltmıştır.
Böyle ortamlarda her kesimden fedâkarlık beklenmesine rağmen, genelde, işçiler
mağdur olmaktadırlar. Her geçen gün ekmeklerinin küçülmesine rağmen, tamamen
kaybetmemek için her türlü haklardan, insan onurundan bile kabul edilemez
ödünler vermek zorunda bırakılmışlardır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, öncelikle, siyasal krizi aşmalı, devlet ile halk
arasındaki güvensizliği ortadan kaldırmalı; devlet, yeniden yapılandırılarak,
yatırımlar artırılarak, istihdam, üretim, ihracat patlaması
gerçekleştirilmelidir. Bu yasanın iş hayatımıza
hayırlı olmasını diliyorum; bu düşüncelerle, Genel Kurulu tekrar selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür
ediyorum. Yeni Türkiye Partisi
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al; buyurun. (YTP sıralarından
alkışlar) YTP GRUBU ADINA EROL AL
(İstanbul)- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İş Güvencesi Yasa Tasarısının 2 nci ve en önemli maddesi
üzerinde Yeni Türkiye Grubu adına söz aldım; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu,
yasal düzenlemenin en önemli maddesi dedim. Bu düzenleme niçin önemli; 13/A
olarak düzenlenen madde şöyle: "On veya daha fazla işçi çalıştırılan
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve işletmenin bütününü sevk ve idare
eden işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli hizmet
aktini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da
işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır." Yani, iş aktini
feshederken, yargı yoluna başvurulduğunda, haklı sebepler göstermek zorundadır
işveren. Yine, burada, 13/A'nın fıkralarında, bentlerinde düzenlenen hükümler,
İş Kanununun meşhur 17 nci maddesi kıdem tazminatsız iş aktinin sona
erdirilmesine dair hükümleri ortadan kaldırmıyor; ancak, bunlara sendikal
faaliyetler, sendika temsilciliği gibi birtakım çekinceler koyuyor ve yargı
yolu zorunluluğu getiriyor. Burada bilmemiz gereken
bir şey var: Türkiye'de, bugün, 6 000 000 civarında -Sosyal Sigortalar
kayıtlarına göre 5 200 000 civarında- işçi var ve kayıtsızları da dahil edersek
ülkemizde 11 000 000 civarında işçi çalışıyor. Bunların tamamı bu kapsama
giriyor mu; hayır, girmiyor. Ne kadarı giriyor? Ben, size, bu konuda,
ulusumuzun da bilgi sahibi olması, tutanaklarda yer alması bakımından bazı
notlar ifade etmek istiyorum. Türkiye'de şu anda 753
000 işyeri var. Bunları işletme kabul edebiliriz. Bu 753 000 işyerinin 20 000'i
kamuya aittir; yani, özel sektör tarafından kurulmuş, işletilen, hayatiyeti
devam eden 733 000 işyeri var. Bunların tamamı bu kapsamda mı; hayır, değil. Ne
kadarı bu kapsamda? 1 işçi çalıştıran işletme sayısı 323 686'dır. Yine, bu İş
Güvencesi Kanununun kapsamına girmeyen 2 ile 9 arasında işçi -yani, 10 işçinin
altında işçi çalıştıran işletmeler girmiyor- çalıştıran işletme sayısı da 348
187'dir; bu durumda, 671 873 işletme iş güvencesi kapsamı dışında kalmaktadır;
bu, 2,5 milyon işçi demektir. Bunu şunun için söylüyorum: İşveren örgütlerimiz
veya toplum mühendisi olarak adlandırılan birtakım kişiler bu düzenlemeye karşı
çıkarken, bunun sanki bütün Türkiye'deki işletmeleri ve bütün çalışanları
kapsadığı gibi bir anlayışla bunu ortaya sürüyorlar; bu, doğru değildir.
Tekrarlıyorum, 733 000 işletmeden 671 800'ü İş Güvencesi Yasası kapsamı
dışındadır. Tabiî ki, biz, Parlamento
olarak, iş güvencesinin daha kapsamlı bir şekilde iş hukukumuzda yer alması ve
çalışma yaşamının, daha özgür, daha üretken işçilerle daha verimli bir hale
getirilmesi için düzenlemeler yapmalıyız. Bu düzenlemeleri, yine bu yasama
döneminde kanunlaştırdığımız Ekonomik ve Sosyal Konsey çatısı altında bir
uzlaşmaya vararak, işçi ve işveren temsilcileri örgütlerinin uzlaştığı,
hükümetin de onlara ağabeylik yaptığı bir anlayış çerçevesinde Parlamentoya
taşıyıp, herkesin daha mutlu olabileceği bir tabloyu yaratma imkânını eğer
bugün elde edememişsek, bundan sonraki yasal çalışmalarımızda Ekonomik Sosyal
Konseyin daha etkin bir şekilde çalışma yaşamımıza müdahalesini sağlamalıyız
diyorum, tekrar, bu yasanın ulusumuza hayırlı olmasını temenni ediyor, teşekkür
ediyorum. (YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Al. Madde üzerinde başka söz
isteyen?.. Yok. Madde üzerinde 3 adet
önerge var; geliş sıralarına göre okutup, aykırılık derecesine göre işleme
alacağım. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/D maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve
teklif ederiz. Ekrem Pakdemirli Ediz
Hun Ahmet Arkan Manisa İstanbul Kocaeli Nesrin Nas Cengiz Aydoğan Turhan Tayan İstanbul Antalya Bursa "İşçiyi, başvurusu
üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en çok altı aylık
ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur." BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/C maddesinin ikinci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.
"Mahkeme taraflarca
getirilen deliller çerçevesinde karar verir." BAŞKAN - Üçüncü önerge en
aykırı önergedir; okutup, işleme alacağım. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/A maddesinin birinci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.
"On veya daha fazla
işçi çalıştırılan işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve bu kanun
anlamında işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli hizmet
akdini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da
işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır." BAŞKAN - Komisyon?... SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılamıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, gerekçeyi mi okuyayım? EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa)
- Konuşacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Pakdemirli. EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bir kanun tasarısı var önümüzde. Bu
tasarı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve
gönderilmiştir. Bu Bakanlığın bizim partimizle ilgili olması, onun yanlış
yapmamasını gerektirmez. Geçmişi hatırlarsanız,
Bankalar Kanunu burada üç defa değiştirildi. Mera Kanunu... Yine, farklı farklı
partilere mensup olan arkadaşların bakanlık yaptığı yerlerden de böyle yanlış
şey gelebilir. Bizim iddiamız şu: Bu
kanunu geçirelim; ama, bazı yanlışlıklarını da düzeltelim. Düzeltelim ki, bizim
ihracat potansiyelimiz geriye gelmesin, bizim iş güvenliği esnekliğimiz zarar
görmesin. Şimdi, arkadaşımız bazı
rakamlar verdi, dedi ki: 2 ilâ 9 kişi çalıştıran yerlerde 2,5 milyon insan
çalışıyor. Doğru; ama, o 2 ilâ 9 kişi çalıştıran işletmeler ihracat yapmıyor;
ihracatı yapan, KOBİ'ler ve büyük şirketlerdir. KOBİ'lerden kastım da, 100
kişiden fazla işçi çalıştıran yerlerdir. Unutmayın ki, önümüzdeki
sene, Türkiye, dışborcuna 16 milyar dolar faiz ve anapara ödeyecektir;
içborçlarını saymıyorum. Bu parayı, ihracatını geliştirirse, hizmet sektöründe
atılım yaparsa ancak bulabilir. Bulmadığınız zaman ne yapacaksınız; gidip,
yine, IMF'ye avuç açacaksınız. Bu, küçültücü değil midir arkadaşlar? Bizim
burada yapmak istediğimiz, yanlışlıklar olmasın... Bakın, burada 1475 sayılı
Kanun bir tarif getiriyor. Nasıl tarif getiriyor; işveren temsilcisi... İşveren
temsilcisinin bir tarifi var 1475 sayılı Kanunda, şimdi getirdiğimiz şekliyle
ise işveren temsilcisi tek adam. Halbuki, kanun öyle değil ki, kendi içerisinde
çelişki var; bunları düzeltelim diyoruz. Verdiğimiz üç önergede
de, ana yanlışlıklar değiştirilip daha mükemmel bir hale gelsin diyoruz. Yoksa,
efendim, getirilen kanuna ihtiyacımız yoktur diyen yok. Baktım, bütün partiler
de, evet, çıksın, 158'i imzalamışız ve onun karşılığında da içhukukumuza bu
yansısın diyor. Niye biz, bir tasarıya sıkıca yapışıp, aman geldiği gibi
geçsin, hiçbir değişiklik istemiyoruz diye bir tutum içindeyiz, bunu anlamak
mümkün değil. Geçmişte de böyle oluyordu; yanlış kanunlar geliyor, yanlış
olduğunu söylüyoruz, bile bile, tecrübelerimizden diyoruz ki, yahu, bakın,
arkadaşlar bu yanlıştır, şurası dönecek diyoruz, üç ay sonra, bakıyoruz, tekrar
aynı kanun gelmiş... Bu, Parlamentoyu yüceltmez. Parlamentoya ne getirirsen
çıkar, evet; ama, yanlışıyla çıkar diye bir kavram oluşur insanlarımızın
kafasında. Şimdi, arkadaşımız diyor
ki: "Efendim, ILO Sözleşmesi, aslında, işverene iddiasını ispat etme
yükümlülüğü getiriyor." Böyle bir ILO Sözleşmesi yok. ILO Sözleşmesinin 9
uncu maddesi çok açık; İngilizcesine de baktım, Almancasına da baktım;
fevkalade mükemmel. Yani, burada diyor ki: "Tek başına işçiye ispat
yükümlülüğü bırakmamak için." Aslında diyor ki: Efendim, bu ispat etme
yükümlülüğü işçinindir; ama, işveren de buna katılsın. Biz de diyoruz ki,
mahkeme, tarafları, delillerini dikkate alsın, iki taraftan da delili alsın;
bunda ne var ki?! Niye iki taraf da delil vermeyecek? Birisi bir şey
söyleyecek, efendim, işveren bunu ispat etsin... Delili yok, şahidi yok, nasıl
ispat edecek?! O zaman onaltı aylık tazminat versin diyorsunuz. Onaltı aylık
tazminat kendi maliyetlerini yükseltecektir. O, dönüp ne yapacak; benim kendi
içpazarımda tüketiciden alacak -hayatiyetini başka türlü devam ettiremez- veya
ihracatını yapamayacak, içeriye dönecek ve rekabet dışında olan bir mal satacak
demektir. Buradaki yanlışları elbirliğiyle düzeltelim ve gelmiş olan tasarı
mutlaka doğrudur diye bir idefiks'ten de kurtulalım diyoruz. Hepinize saygılar
sunuyorum efendim. BAŞKAN - Efendim,
Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum
: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/C maddesinin ikinci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz. Ekrem
Pakdemirli (Manisa) ve
arkadaşları "Mahkeme, taraflarca
getirilen deliller çerçevesinde karar verir." BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu efendim?.. SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılamıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, gerekçeyi okutayım mı efendim? EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa)
- Gerekçeyi okutun. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe : Feshin geçerli bir sebebe
dayandığını ispat yükümlülüğünün tamamen işverene bırakılması hukuka aykırıdır.
İddiayı getirenin ispatla yükümlü olması genel bir hukuk kuralıdır. Ayrıca, 158
sayılı Sözleşme hükümleriyle bağdaşmamaktadır. 158 sayılı ILO Sözleşmesinde,
ispat yükümlülüğü, getirilen deliller çerçevesinde, her iki taraf için de
öngörülmüştür. Aslında, ILO Sözleşmesi, yazılış itibariyle, ispat
yükümlülüğünün sadece işçiye bırakılmaması kuralıyla her iki tarafa yükümlülüğü
eşit dağıtmış olmamasına rağmen, teklifimizle, bu yükümlülük, iki tarafa birden
verilmiştir. ILO Sözleşmesinin son
vermeyle ilgili düzenleme madde 4, madde 5 ve madde 6'dan, sadece madde 4'le
ilgili son vermede işverene ispat yükümlülüğü getirildiği unutulmamalıdır. KOBİ'ler için fevkalade
zaman yitirici olacak olan bu fıkranın teklifimizdeki gibi değiştirilmesi dahi,
onların mahkeme kapılarında zaman harcamasını önleyemeyecektir. BAŞKAN - Efendim,
Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Son önergeyi okutuyorum : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/D maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve
teklif ederiz. Ekrem
Pakdemirli (Manisa) ve
arkadaşları "İşçiyi başvurusu
üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en çok altı aylık
ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur." BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu? SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılamıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, gerekçeyi okutuyorum... Teşekkür ederim. Gerekçeyi okutuyorum : Gerekçe : Bilindiği gibi ILO
Sözleşmesinin 10 uncu maddesi, işe son verme işleminin haksız bulunması halinde
yeterli bir tazminat veya uygun addolan bir diğer telafi biçimi
kararlaştırmadan bahisle, bu tazminatın kanun tasarısındaki gibi, oniki aya
kadar bir tazminatın öngörülmesi değildir. Ülkemizde ihbar ve kıdem
tazminatları girmeyi düşündüğümüz AB topluluk ülkelerinin mevzuatlarındaki
miktarların neredeyse 3 katıdır. Kanunla böyle bir sınır
getirmek, yargıya da yardımcı olacaktır. Ayrıca, bu maddenin
ikinci fıkrasında, işçiye mahkeme sürecinde dört aya kadar doğmuş bulunan ücret
ve diğer hakların ödeneceği hükmünün de yer aldığı dikkate alınarak, ödenecek
tazminatta bir sınır getirilmesi isabetli olacaktır. Örnek olarak, beş yıllık
kıdemi olan işçi için aşağıdaki ülkeler mukayesesine bakmakta yarar
görmekteyiz:
Ayrıca, ihbar tazminatı,
sözleşmenin feshi, sendika üyeliğinden veya işvereni şikâyetten kötü niyetin
tespiti halinde yapılmışsa, 3 katı bir ceza, yani yukarıdaki örnekte 180 gün
ilave bir tazminat gerekmektedir. Sendikal faaliyetlerde
bulunması dolayısıyla fesih söz konusu ise, yukarıdaki haklara ilave olarak en
az bir yıllık tutarı kadar tazminat hükmü 2821/31-5'te mevcuttur. İşçi temsilciliğinden
dolayı fesih yapılmışsa, mahkeme işçiyi işyerine iade etmektedir. BAŞKAN - Hükümetin ve
Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. 2 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum
: MADDE 3. - 1475 sayılı
Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "13" ibaresi, "13,
13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E" şeklinde, aynı Kanunun 14 üncü maddesinin
onbirinci fıkrasında yer alan "13 üncü maddenin (C) bendinde" ibaresi
"13 üncü maddesinde" şeklinde değiştirilmiştir BAŞKAN - 3 üncü madde
üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer;
buyurun efendim. MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Konuşmayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Konuşmuyor.
Teşekkür ediyorum. Sayın Yakın, siz de mi
konuşmuyorsunuz? GAFFAR YAKIN (Afyon) -
Konuşacağım Sayın Başkanım. BAŞKAN - Peki, siz
konuşun efendim. Yeni Türkiye Partisi
Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın. (YTP sıralarından alkışlar) YTP GRUBU ADINA GAFFAR
YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim kararı alındıktan
sonra bile, iş hayatımıza büyük faydalar sağlayacak ve ileride takdir edilecek
böyle bir kanunun çıkması, doğru bir hareket. Bu kanun tasarısı içeriği
açısından incelendiğinde, ben, birçok yönleriyle katılıyorum, doğrudur; fakat,
benim asıl vurgulamak istediğim olay şu: 1991 yılında 21 Ekim seçim
kampanyaları ile hemen gideceğimiz 3 Kasım seçimleri arasında hemen
paralellikler kurmaya başladım. 1991 yılındaki seçimlerde, o zamanların, bir
partinin genel başkanı, her gittiği yerde "onlar kaç veriyorsa, ben beş
vereceğim" diyordu, her gittiği yerde bir plaka dağıtılıyordu. Bizim
Dinar'ın da plaka numarası 90'dı; hâlâ bekliyoruz. "Ötekiler ne veriyorsa
fazlasını veriyorum..." İki anahtarlar, yıldızlar vaat ediliyordu. (MHP
sıralarından alkışlar) SEDAT ÇEVİK (Ankara) -
Polatlı'nın plakası da 81 idi. GAFFAR YAKIN (Devamla) -
Bugün, şimdi bakıyorum, 2002 seçimlerinden önce, bu kampanyalar, Meclisin
içerisinde olmaya başladı. Herkese bir selam dağıtıyoruz; selam kanunları
başladı. Plakalar dağıtmaya başladık... Sayın milletvekilleri,
seçim kararı aldıktan sonra çalışmayı çok fazla sevdik; birçok insan geliyor.
Gelin, hep birlikte, şu kanunlara devam edelim; memurlarımızın maaşlarını
artıralım, emeklilik yaşını düşürelim, şimdiye kadar yaptığımız ne varsa
hepsinin tersini yapalım. 1990'lı yıllarda yapılan tüm faaliyetleri devam
ettirelim. Emeklilerimiz sıkıntı içerisinde; niye maaşlarını artırmıyoruz?!
İşçilerimizin hali perişan; yeni kadrolar verelim. Sokakta bu kadar işsiz insan
var; gelin, kadro çıkaralım. Niye çalışmaya devam etmiyoruz?! Ondan sonra da,
gidip seçimlerde rey almak daha kolay olur. İnsanlar derler ki "aferin
size yahu! Son anda hiç olmazsa... Üç yıldır anamızı bellediniz, canımıza
okudunuz..." MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sayın Başkan, konuşmasını düzeltsin; yakışıyor mu böyle konuşmak! GAFFAR YAKIN (Devamla) -
"...bizim kemerleri sıktınız; ama, önünde sonunda yine bir şeyler
verdiniz." Ha, neden; fatura da bize gelmeyecek, Yörük sırtından kurban
kesiyoruz. Bu kanun çok güzel bir kanun; ama, geçerliliği ne zaman;
"efendim, mart 2003'te; nasıl olsa biz gelmeyeceğiz, başkaları gelecek,
başkaları ödesin." (YTP sıralarından alkışlar) Yani, böyle anlayışlarla... Bakın, değerli
milletvekilleri, Türkiye, bu idare anlayışına layık değil, hangi parti idare
ederse etsin; Türkiye on yıllarını böyle kaybetti. Bugün 57 nci hükümet
döneminde nasıl büyük bir ekonomik fatura ödediysek, hep birlikte nasıl
fedakârlık yapmak zorunda kaldıysak, daha öncekilerin popülist politikalarından
dolayı, işte bu anlayış... Türkiye'nin en önemli sorunu, yönetim anlayışı. Doğrular var... 1980
sonrasından itibaren Türkiye'de sendikacılık ölmüştür. İnsanlar sendikaya üye
olmaya korkmuşlardır, korkutulmuşlardır; taşeron işçilik yapılmıştır, ucuz
işçiliğe gidilmiştir; ama, Türkiye'de dışarıdan gelen insanlar da vardır, 1
milyona yakın kaçak işçi var bir de. Diğer taraftan, sanayide verimlilik
düşüktür, rekabet gücümüz kalmamıştır; işçilerden kesintiler fazladır,
işçilerimizin maliyeti yüksektir, çok fazla SSK primidir, diğer primlerdir
kesilmektedir; kayıtdışı ekonomi vardır... İnsanlarımız rekabet edemiyor ki,
bir tarafta her şeyini kuralıyla yapan işveren var, öteki tarafta hiçbir şeyi
kayıt içerisinde olmayan insanlar var; kayıtdışı, haksız bir rekabet yapmaktadır.
Bugün, Türkiye'nin en önemli sorunu yatırımdır. İşsizlik, en büyük sorundur.
Hepimizin kapısında işsizler var. Değerli milletvekilleri,
işçilerimiz de yerden göğe kadar haklıdır, işverenlerimiz de yerden göğe kadar
haklıdır. Çözüm: Devlet, önce devlet olacak. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Cem Uzan gibi konuşuyorsun! GAFFAR YAKIN (Devamla) -
Gerçek bir yönetim anlayışıyla, çağdaş bir yönetim anlayışıyla, ciddî devlet
adamlığı yönetimi anlayışıyla Türkiye'nin idare edilmesi gerekir. Bunun için,
doğruları yapacaktır. Doğrular nedir?.. Biz sosyal ekonomik konseyi niye
kurduk, niye çalıştırmıyoruz? Niye işçiler ile işverenleri bir araya getirip
bütün meseleleri çözdürmüyoruz? Niye seçimlerden önce yapıyoruz senelerce
bekledikten sonra? Bunların hesaplarını veremeyiz. Doğrusu nedir?.. Evet, bu
kanunun tümüne katılıyorum. Bu kanun, işçilere sendika hakkı vermektedir,
patronların istediği zaman işçileri kapı dışarısına bırakmasına engel
olmaktadır; ama, Türkiye'nin genel menfaatları açısından bakıldığında, kıdem
tazminatı fonuyla birlikte, esnek çalışmayla birlikte gelmek zorundadır. Yatırımların önü
açılmalıdır. Nerede kaldı, kırk günde insanlara hemen yatırım imkânı
veriyorduk? Pösteki saydırmayacaktık, bürokratik engeller çıkarmayacaktık... Değerli milletvekilleri,
her şeyi, bekliyoruz, bekliyoruz, seçimden önce yapıyoruz. İnanın, bu kanun iyi
olmasına rağmen, bu kanunun hiçbirimize bir faydası olmayacaktır. İnsanlar, iş
işten geçtikten sonra bir değer vermeyeceklerdir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - İşçilerimize
faydası olsun kâfi, size olması önemli değil. (MHP sıralarından alkışlar) GAFFAR YAKIN (Devamla) -
Gelecek iktidarlara fatura edilmek üzere Yörük sırtından... Bizim işçilerimiz
de zekidir. Seçim meydanlarında gidip göreceğiz nasıl olsa. Benim sıkıntım, bu
yönetim anlayışını doğru bulmuyorum. Bu kanun doğrudur; ama, bu yönetim
anlayışı doğru değildir. Bu yönetim anlayışıyla biz Türkiye'yi on yılda bir
yere getiremedik, bu yönetim anlayışıyla 21 inci Yüzyılda Türkiye'yi layık
olduğu yere getiremeyiz. İnşallah, 3 Kasım seçimleriyle bu yönetim anlayışını
Türk Milleti sona erdirecektir ve layık olduğu noktaya götürecektir. Hepinize saygılar
sunarım. (YTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - İnşallah, 3
Kasımdan sonra gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri de tüzük ve kaidelere
uyar. Teşekkür ediyorum
efendim. 3 üncü madde üzerinde 1
adet önerge vardır; okutup işleme alacağım : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
3 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif
ederiz. Ekrem Pakdemirli Turhan
Tayan Manisa Bursa Nesrin Nas Ahmet Arkan İstanbul Kocaeli Cengiz
Aydoğan Antalya Madde 3.- 1475 sayılı
Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "13" ibaresi, "13,
13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E" şeklinde; aynı kanunun 14 üncü maddesinin
birinci fıkrasında yer alan "Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten
itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü
sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet
aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti
tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran
üzerinden ödeme yapılır" ibaresi "feshedilmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde üç
yıldan fazla çalışmış olmak şartıyla işe başladığından itibaren her tam yıl
için işçiye 15 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan
süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır"; onbirinci fıkrasında
yer alan "13 maddenin (C) bendinde" ibaresi "13 üncü maddesinde"
şeklinde değiştirilmiştir. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan, bir şey anlamadık. Arkadaşımız önergeyi doğru dürüst okusun. BAŞKAN - Ben ikaz ettim. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Kimse bir şey anlamadı Sayın Başkan. BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu? SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim, anlamakta
zorluk çektiğim için katılamıyorum. BAŞKAN - Efendim,
komisyonun önünde önerge vardı. Grup başkanvekillerinin bu itirazı... HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan, bu işin bir ciddiyeti var, doğru dürüst okunsun. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Burada var; ama, bizde yok. Olur mu böyle, yakışır mı Sayın Başkan? BAŞKAN - Yine başa
döndük. Hükümet önergeye
katılıyor mu? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Efendim, tabiî, keşke bu önergeler
komisyon çalışmaları sırasında verilmiş olsaydı, zannediyorum ki, komisyonda
bunları enine boyuna değerlendirmek imkânı bulunabilirdi; ancak, burada çok
aniden gündeme geldiği için ve bu önemli yasada aslında belki önemli
değişiklikler getiren bu önergelere katılmamız mümkün olmuyor. BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, gerekçeyi mi okutayım? EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa)
- Gerekçe okunsun Sayın Başkan. BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe : Kıdem tazminatı tutarı,
üç yıldan fazla çalışmış olmak kaydıyla çalışılan her tam yıl için işçinin 15
günlük ücreti tutarı olarak belirlenmiştir. Kıdem tazminatı tutarının
15 günden 30 güne çıkarılması ve hak kazanma süresinin 3 yıldan 1 yıla
indirilmesine ilişkin kanun değişikliği gerekçesinde "Kıdem tazminatı
müessesesinin henüz işsizlik sigortasının da kurulmadığı göz önünde tutularak
bu konunun sözü geçen sigortanın kuruluşu sırasında tekrar ele alınması uygun
görülmüştür" ifadesine yer verilmiştir. İşsizlik sigortasının 4447 sayılı
Kanunla devreye girmesiyle kıdem tazminatının eski haline getirilmesi kaçınılmaz
bir durumdur. Kıdem tazminatının eski hale gelmesinde dahi, AB topluluğunun
ihbar ve kıdem tazminatları ortalamasının çok üzerindeyiz. Beş yıllık bir
işçinin alacağı teklifimize göre kıdem ve ihbar tazminat toplamı 135 günlük çalışması
eşdeğerinde olacaktır. Avrupa ülkelerinden Belçika, Fransa, İngiltere, İsviçre,
Norveç'in aynı durumdaki ortalaması 49 gün olduğu unutulmamalıdır. BAŞKAN - Komisyonun ve
Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. 3 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir. 4 üncü maddeyi okutuyorum
efendim : MADDE 4. - 1475 sayılı
Kanunun 17 nci maddesine aşağıdaki bent eklenmiştir. "IV. - İşçi, feshin
(I), (II) ve (III) numaralı bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı
iddiası ile 13, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E madde hükümleri çerçevesinde yargı
yoluna başvurabilir." BAŞKAN - Efendim, madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. Önerge de yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 5 inci maddeyi okutuyorum
efendim : MADDE 5. - 1475 sayılı
Kanunun 24 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. "Toplu işçi çıkarma Madde 24. - İşveren;
ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri ve işin gerekleri
sonucu topluca veya bir ay içinde toplam en az on işçinin iş akdini feshetmek
istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika
temsilcilerine veya işçi temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş
Kurumuna bildirir. Bu bildirimde işçi
çıkarmalarının sebepleri, çıkarılacak işçi sayısı ve grupları ve işe son verme
işlemlerinin ne kadarlık bir zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin
bilgilerin bulunması zorunludur. Bildirimden sonra
temsilcilerle işveren arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın
önlenmesi ya da çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler
açısından olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır.
Görüşmelerin sonunda toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir. Fesih bildirimleri,
işverenin toplu işçi çıkarma isteğini bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün
sonra hüküm doğurur. İşyerinin bütünüyle
kapatılarak kesin ve devamlı suretle faaliyete son verilmesi halinde, işveren
sadece durumu en az otuz gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş
Kurumuna bildirmek ve işyerinde ilan etmekle yükümlüdür. Mevsim ve kampanya işlerinde
çalışan işçilerin işten çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin
niteliğine bağlı olarak yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler
uygulanmaz. İşveren, toplu işçi
çıkarılmasına ilişkin hükümleri 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddeleri
hükümlerinin uygulanmasını engellemek amacıyla kullanamaz; aksi halde işçi sözü
edilen maddelere göre dava açabilir." BAŞKAN - 5 inci madde
üzerinde, Sayın Hatiboğlu?.. Teşekkür ederim efendim. 5 inci madde üzerinde söz
isteyen yok; Sayın Hatiboğlu da çekti. 5 inci madde üzerinde
önerge var efendim. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
5 inci maddesi ile 1475 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesinde yapılan
değişikliğin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz
ve teklif ederiz.
Fıkra: İşveren; ekonomik,
teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu otuz
gün içinde; yirmi ile yüz işçi çalıştıran işyerlerinde en az 10, yüzbir ile
üçyüz işçi çalıştıran işyerlerinde en az işçi sayısının yüzde 10'u,
üçyüzbir'den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az otuz işçiyi işten
çıkarmak istediğinde, bunların adlarını ve nitelikleri ile çıkarma
gerekçelerini, zorunlu haller hariç, ilgili bölge müdürlüğüne ve İş Kurumu'na
önceden bildirir. Anlaşıldı herhalde değil
mi efendim? MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Anlaşıldı Sayın Başkan; teşekkür ederiz. BAŞKAN - Rica ederim. Komisyon?.. Anlaşıldı
herhalde ifade... SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Anlaşılıyor Sayın
Başkan; ama, Sayın Bakanın dediği gibi, madem bu kanun bu kadar önemliydi de,
niye bu arkadaşlarımız, biz, komisyonda bunun üzerinde çalışırken, bunun
üzerinde konuşmadılar. Bu tasarıları... Ben, katılmıyorum
efendim. BAŞKAN - Hükümet?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Söz konusu önerge, aslında, maddeyi
daha düzgün bir hale getirmektedir ve aynı zamanda Avrupa Birliği normlarına da
bir uygunluk sağlamaktadır. Dolayısıyla, hükümet
olarak bu önergeye katılıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, gerekçeyi okuyayım müsaade ederseniz; hükümet katıldı. Lütfen... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Başkan,müsaade eder misiniz... BAŞKAN - Buyurun efendim. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Kanun teklifleri sadece komisyonda düzeltilmez, Genel Kurulun da önergeyle
düzeltme hakkı vardır. BAŞKAN - Doğru efendim,
tabiî... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Bu gerekçeyle önergelerin reddedilmesini doğru bulmuyorum efendim. BAŞKAN - Zaten kabul
ediyor hükümet efendim. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Bakan da biraz önce aynı gerekçeyle önergeyi reddetti, şimdi Komisyon
Başkanı da... BAŞKAN - Efendim, şimdi
değiştirdi, teşekkür ederim. Gerekçeyi okutuyorum : Gerekçe: Madde metni
Avrupa Birliğine ait 98/59 sayılı Yönerge hükümleri çerçevesinde
değiştirilmiştir. Yönerge hükümleri bu değişiklikle aynı ifade ve kıstasları
taşımaktadır. Diğer taraftan, mevcut
tasarıda işçi sayısı ne olursa olsun, 10 işçi çıkaran her işletme toplu işçi
çıkarma kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Ancak, çalıştırdığı işçi
sayısının yüzleri, hatta binleri geçen bir işletmenin 10 ve daha fazla işçi
çıkarması halinde yine bu maddeyle getirilen yükümlülüklere tabi olmasını
öngörmek işletmelerin belirli dönemlerde hızla hareket etmelerini önleyecektir.
Tasarıyla getirilmek istenilen hüküm nedeniyle, işçi sayısı fazla olan
işletmeler açısından çıkarılan her 10 işçi için toplu işçi çıkarma kurallarını
uygulama zorunluluğu doğacaktır. Bu nedenle, maddede işçi sayıları kriter
olarak 98/59 sayılı AB Yönergesi hükümlerine paralel olarak; 20-100 işçi
çalıştıran işyerinde en az 10, 101-300 işçi çalıştıran işyerlerinde işçi
sayısının en az yüzde 10'unu, 301-daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az
30 işçi ayrımına gidilmiştir. AB'nin 98/59 sayılı Yönergesini bu günden
kabullenerek iş hukukumuza almak, ikinci bir değişikliği şimdiden önlemek
olacaktır. BAŞKAN - Komisyonun kabul
etmediği, hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim. 5 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir. 6 ncı maddeyi okutuyorum
: MADDE 6. - 1475 sayılı
Kanunun 98 inci maddesinin (A) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan
"13 üncü maddenin (A) bendinde" ibaresi, "13 üncü maddede"
şeklinde, aynı maddenin (B) bendinde yer alan "24 üncü maddesindeki
hükümlere aykırı olarak işçi çıkaran veya işyerine yeni işçi alan işveren veya
vekiline işten çıkardığı veya işe aldığı her işçi için" ibaresi "24
üncü maddesindeki hükümlere aykırı hareket eden işveren veya vekiline"
şeklinde değiştirilmiştir. BAŞKAN - Sayın
Hatiboğlu?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Yok efendim. BAŞKAN - Peki efendim,
teşekkür ederim. 6 ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 7 nci maddeyi okutuyorum
: MADDE 7. - 1475 sayılı
Kanuna aşağıdaki madde eklenmiştir. "EK MADDE 4. -
Tarımdan sayılan işlerde çalışanların, çalışma koşullarına ilişkin hükümleri,
hizmet akdî, ücret, işin düzenlenmesi ile ilgili hususlar altı ay içinde
çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir." BAŞKAN - 7 nci madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. 7 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 8 inci maddeyi okutuyorum
: MADDE 8. - 1475 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. "GEÇİCİ MADDE 13. -
İşyeri temsilcileri ile ilgili olarak yeni bir düzenleme getirilinceye kadar,
işyerinde sendika temsilcilerinin bulunmadığı hallerde, o işyerinde çalışan
işçiler tarafından 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 34 üncü maddesinde
belirlenen sayıda seçilecek işçi temsilcileri görev yaparlar." BAŞKAN - 8 inci madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. 8 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 9 uncu maddeyi okutuyorum
: MADDE 9. - 5.5.1983
tarihli ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 30 uncu maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. "Madde 30. - İşyeri
sendika temsilcisinin belirsiz süreli hizmet akdinin işveren tarafından
feshinde 1475 sayılı İş Kanununun ilgili hükümleri uygulanır. Temsilcinin hizmet
akdinin sadece temsilcilik faaliyetlerinden dolayı feshedilmesi halinde, 1475
sayılı Kanunun 13/D maddesinin birinci fıkrası uyarınca en az bir yıllık ücreti
tutarında tazminata hükmedilir. İşveren, yazılı rızası
olmadıkça işyeri temsilcisinin çalıştığı işyerini değiştiremez veya işinde
esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde değişiklik geçersiz
sayılır." BAŞKAN - 9 uncu madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 10 uncu maddeyi
okutuyorum : MADDE10. - 2821 sayılı
Kanunun 31 inci maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve
maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. "İşverenin, hizmet
akdinin feshi dışında, üçüncü ve beşinci fıkra hükümlerine aykırı hareket
etmesi halinde, işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata
hükmedilir. Sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlerden dolayı hizmet akdinin
feshi halinde ise, 1475 sayılı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E madde
hükümleri uygulanır. Ancak, 1475 sayılı Kanunun 13/D maddesinin birinci fıkrası
uyarınca ödenecek tazminat işçinin bir yıllık ücret tutarından az olamaz. 854 sayılı Deniz İş
Kanunu, 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun ile 818 sayılı Borçlar Kanununa tabi olan
işçiler ve tarımdan sayılan işlerde çalışanlar ile 1475 sayılı Kanunun 13/A
maddesinin birinci fıkrası uyarınca, aynı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve
13/E maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçinin sendika üyeliği veya
sendikal faaliyetlerden dolayı hizmet akdinin feshi iddiası ile açacağı davada,
ispat yükümlülüğü işverende olmak üzere 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun
genel hükümleri uygulanır. İşçiye ödenecek tazminat miktarı için, altıncı fıkra
hükmü esas alınır. İşçinin iş kanunları ve
diğer kanunlara göre haiz olduğu bütün hakları saklıdır." BAŞKAN - 10 uncu madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. 10 uncu maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 11 inci maddeyi
okutuyorum : MADDE 11. - 25.8.1971
tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (2)
numaralı bendi, ikinci fıkrasının (c), (ç) ve (d) bentleri, ek 3 üncü
maddesinde yer alan "2 numaralı bendi ile" ibaresi ve geçici 4 üncü
maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. BAŞKAN - 11 inci madde
üzerinde söz isteyen?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, 11 inci madde üzerinde sözcümüz var; Sayın Cevat Ayhan
konuşacaklar. BAŞKAN - 11 inci madde
üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan;
buyurun efendim. SP GRUBU ADINA CEVAT
AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; iş güvencesi yasası isimli
bir yasayı çıkarıyoruz. Uzun süre tartışıldı. Sayın Bakan, müstafi Bakan ve
işverenler tarafından, sendikaların, işçi temsilcilerinin ısrarıyla ve
işverenlerin de bazı itirazlarıyla, alelacele çıkarıyoruz; hayırlı olsun. Tabiî, iş güvencesi mühim
bir düzenlemedir. Görüyoruz ki, birçok işyerinde, maalesef, kıdemli işçiler
çıkarılmakta, asgarî ücretli yeni işçiler alınmakta ve çıkarılan işçiler mağdur
olmakta, işçi-işveren münasebetleri de, bir hercümerç içinde devam etmektedir.
Bunun bir düzene kavuşturulması ihtiyacı vardır; ancak, böyle mühim bir
kanunun, maddelerin müzakeresine dahi imkân vermeyecek bir anlayışla, alelacele
geçirilmiş olmasını da doğru görmüyorum. Biraz önce, Sayın
Pakdemirli'nin vermiş olduğu önergelerden son verilen önergeyle ilgili
değişikliğin yapılması gerekirdi. 50 kişi çalışan işyeriyle 2 000 kişi çalışan
işyerini, aynı şekilde, 10 kişilik sayıya bağlamak, mantıklı da değil, doğru da
değildir. Yani, tabiî, bir işyerinde işçiyi korurken, işyerinin düzenini de
koruyucu bir yaklaşım içinde olunması gerekirdi. Bu kanun tasarısının, bir
yıldan beri, Meclisin rahat bir zamanında müzakere edilip çıkarılması gerekirdi.
Şimdi, bir taraftan seçime gidiyoruz, Meclis tatile girmiş, olağanüstü bir
toplantıda bunu görüşüyoruz, gece yarısı görüşüyoruz, tazyik altında
görüşüyoruz. Kimin tazyiki; bizzat üyelerin tazyiki, "bir an önce bitsin
de gidelim" şeklinde bir tazyik. Yani, özürlü bir kanun çıkarıyoruz; onu
söylemek istiyorum. Önümüzdeki seçimden sonra
gelecek Meclisin ve gelecek hükümetin, bu kanunu tekrar ele alıp, hem işçiler
hem de işverenler için faydalı olacak, eksik olan düzenlemeleri ele alıp,
tekrar çıkarmasında fayda var. Söz aldığım madde,
birtakım iptallerle ilgili olduğu için, basit, teknik bir düzenlemedir, madde
üzerinde konuşmadım; ama, bu genel mülahazamı da ifade etmek istedim. Türkiye'nin bugün temel
meselesi, tabiî, bir taraftan işi olanların işini kaybetmemesi, öbür taraftan
da işsiz insanların işe kavuşmasıdır. Üzüldüğümüz bir noktadayız; yani,
fabrikaların kapandığı, mevcutların yurtdışına gittiği bir ortamı süratle
değiştirip, Türkiye'nin, tekrar, yatırım yapılan, üretim yapılan, insanların iş
bulma umudu olan bir ülke haline gelmesi lazım. Aksi takdirde, insanlarımız
umudunu kaybetmiş, gidecek yer arıyor, kaçacak yer arıyor; zaten konsoloslukların
önüne gittiğiniz zaman, binlerce insanın sabah saatlerinde, çok erken saatlerde
kuyrukta beklediğini görüyorsunuz; bunlar Türkiye için çok kötü bir tablodur,
süratle bunu değiştirecek bir iradenin ortaya çıkması lazım. Bu IMF reçeteleri bizi
nereye götürdü, nereye götürmedi, neyi yaptık, neyi yanlış yaptık, herhalde bu
seçimde de bunları çok konuşacağız; seçimden sonra gelen hükümetler de çok
konuşacak; ama, Türkiye bu borç baskısı altındayken, bu ödeme zorluğu
altındayken, bu meseleleri de kolay kararlaştıramayacak. İktisadî meseleler çok
dikkat istemekte, önceden değerlendirme istemekte, önceden tedbir istemektedir.
Bunları yapamadığımız takdirde, bu borç kıskacından çıkamadığımız sürece
çalışan insanlara daha iyi bir gelecek ortaya koymamız mümkün değil. Bugün en büyük felaket
Türkiye'de, işsizliktir, işini kaybetmiş olmaktır; toplum düzeni sosyal yönden,
iktisadî yönden çökmekte, aileler ve insanlar büyük psikolojik sıkıntılara,
çöküntülere maruz kalmaktadır. Bunun tedbirlerini, dileyelim ki, bundan sonra
gelecek olan hükümetler ortaya koysun; iş barışı kadar, iş de mühimdir, iş
bulabilmek de mühimdir. Şunu da ifade edeyim;
tabiî, Türkiye'de işçi ücretleri aslında yük değildir. Bugün en son asgarî ücrete
göre de toplam ücret, işverene maliyet 300 000 000 liradır, aynı işçi maliyeti
Almanya'da 3 000 000 000 liradır, diğer ülkelerde 3- 4 milyar lira
mertebesinde. Bizim, üretimde de katma
değeri yüksek mallara doğru yönelmemiz lazım; işçilik ücretini düşük tutarak
rekabet kabiliyeti kazanmak mümkün değildir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Yani, bundan sonra önümüzdeki mesele, hükümetin, ne yapıp yapıp, kaynak bulup,
sanayide, üretimde, teknoloji yenilemesine, verimliliğe, katma değeri yüksek
malların üretimine doğru bir istikamette yol alması gerekir; özel sektörle
beraber bu projelerin dikkatle uygulanması gerekir. "İşçilik ücreti
yüksektir" iddialarıyla ne işveren ortaya çıkabilir ne de bu ücretlerle bu
insanlar çalışabilir. Bugün asgarî ücret felaket bir ücrettir, kimsenin bununla
geçinmesi mümkün değil. Hepinizi hürmetle
selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. 1 adet önerge vardır;
okuyorum : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan İş
Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının
11 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Nejat
Arseven Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Madde 11.- 25.8.1971
tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (2)
numaralı bendi '50'den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım işlerinin
yapıldığı iş yerlerinde' şeklinde değiştirilmiştir." Komisyon?.. SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Çoğunluğumuz
olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Gerekçeyi
okuyorum : "Gerekçe : Ülkemizin tarım
sektöründe, ekonomik olarak genellikle çok küçük ölçekli işletmelerin bulunması
sebebiyle, tarım işyerlerinin tamamında İş Kanunu hükümlerinin uygulanmasının
getireceği güçlükler dikkate alınarak (50) işçi çalıştırma kriteri
getirilmiştir." Komisyonun takdire
bıraktığı hükümetin önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. 11 inci maddeyi kabul
edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 12 nci maddeyi okutuyorum
: MADDE 12. - 13.6.1952
tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunun değişik 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir. "1475 Sayılı Kanunun
13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E maddeleri kıyas yoluyla uygulanır." BAŞKAN - 12 nci madde
üzerinde, Yeni Türkiye Partisi adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al. Buyurun Sayın Al. (YTP
sıralarından alkışlar) YTP GRUBU ADINA EROL AL
(İstanbul) -Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tasarının 12 nci maddesi, Basın
Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi
Hakkında Kanunu, yani basın işçilerini bu iş güvencesi yasası kapsamına dahil
eden bir maddedir. Bu maddenin bir eksiği var, onu da tamamlamak üzere bir
önerge vermiş bulunuyoruz. Şuna dikkatinizi çekmek
istiyorum değerli arkadaşlarım: 1961 yılında Millî Birlik Komitesi tarafından
çıkarılan 212 sayılı Yasa, basın çalışanlarına, bugün için bile çağdaş
sayılabilecek çok önemli haklar getirmişti; 212 sayılı Yasa 5953'e ilave
edilmiş ve basın çalışanları çalışma yaşamında müstesna bir yer edinmişlerdi;
ancak, aradan geçen kırkbir yılık süre içerisinde, maalesef, basın çalışanları,
İş Kanununun bugün getirdiği hükümlerin bile daha gerisinde bir konuma itilmiştir,
tamamen iş güvencesinden yoksun hale getirilmiştir ve maalesef, bunun bir
bölümü de yargı kararlarıyla sağlanmıştır. Tasarının bu maddesiyle,
1475 sayılı İş Kanununa tabi genel - iş kolundaki işçilerle aynı haklar
veriliyor, yani öyle önemli bir şey sağlamış olmuyoruz. Bir konuyu daha
dikkatlerinize sunmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, sadece çalışanlara
güvence sağlayarak, üstelik de bunu bir seçim arifesinde yaparak, görevimizi
yapmış sayılamayız. Hiç kimse, kendisini huzur içinde hissetmesin. Bu ülkede
milyonlarca işsiz yurttaşımız var ve hayat pahalılığının en acımasız şekilde
yıkıp geçtiği kesim, işsizlerimizdir. Kentlerin kenarlarında kaderleriyle yüz
yüze bırakılan, ulusal kaynaklarımız değerlendirilemediği için Anadolu'dan
büyük kentlere göç etmek zorunda bırakılan yurttaşlarımıza ne diyeceğiz;
çalışanlara güvence sağladık mı diyeceğiz?! 4325 sayılı Kanunun
kalkınmada öncelikle yörelere getirdiği hakları ulusal kaynaklarımızın
değerlendirilmesi için Maden Yasası kapsamına taşıdığımız için bizi eleştiren
arkadaşlarımız, acaba, bu ülkedeki milyonlarca işsize, işsiz arkadaşlarımıza,
işsiz kardeşlerimize, milyonlara, emek-yoğun sektörleri desteklediğimiz için
bizi bu konuda mahkûm etmelerini nasıl izah edecekler? Bizim yapmamız gereken,
içi boş nutuklarla, seçim öncesi, açıktan atamaları açıp, bugüne kadarki
ilkelerimizi yıkıp geçmek değildir. Bizim yapmamız gereken, emek-yoğun
sektörleri desteklemek, teşvik etmek, üretimi, istihdamı artırmaktır; ulusal
kaynaklarımızın değerlendirilmesine baş koymaktır; bunun için mücadele
etmektir, proje üretmektir, iş üretmektir, söz üretmektir. Bizim yapmamız
gereken... Tek bir şey söyleyeyim sizlere arkadaşlarım: Elazığ ferrokrom tesislerinde,
1 100 işçi arkadaşımız, birbuçuk yıldır boş oturuyor; hangimiz başını çevirip
baktı; bunları nasıl üretken hale getiririz, ekonomiye kazandırırız diye kim
ilgilendi bunlarla; biz ilgilendik ve hükümetimize sunduk; ne yapıldı; hangi
tedbiri getirdiniz? Biz, 4325 sayılı Kanunun bazı hükümlerini, bu emek-yoğun
sektörlerde işsiz vatandaşlarımıza iş olarak, halkımızın refahını artıralım
diye getirdik; bununla bizim mahkûm etmek yerine, şu tabloyu değiştiremez miydiniz;
değiştiremez miyiz? Bakınız, 770 dolara
ferrokrom üretiyoruz, 300 dolara satıyoruz. 1 ton ferrokromda... MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Daha önce verseydiniz. EROL AL (Devamla) - Biz
bunu altı ay önce verdik arkadaşım. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Bir ay önce neredeydiniz? EROL AL (Devamla) - Altı
ay önce verdik biz bunu. Dinle, dinle. Dinlemesini öğren.... BAŞKAN - Sayın Güler,
karşılıklı konuşmayın. EROL AL (Devamla)
-Dinlemesini öğrenin, lütfen. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Kimi kandırıyorsun?! EROL AL (Devamla) -
Kimseyi kandırmıyorum. Sen kendi işine bak. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Öyle, boş nutuklarla bu iş olmaz. EROL AL (Devamla) - Kimin
kimi kandırdığını biliyor vatandaş. Emek/yoğun sektörleri
teşvik ederek, Türkiye'nin işsizlik sorununu, üretim sorununu çözebiliriz. MEHMET DÖNEN (Hatay) -
Bize niye bakıyorsun; o tarafa bak. EROL AL (Devamla) - Ee,
canım, burada da bir moda çıktı şimdi, kime baktım; herkes üstüne bir şey
alınıyor. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - Bana bak, bana bak. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... EROL AL (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, biz, işçilik maliyetini, enerji maliyetini, hammadde
maliyetini, taşıma maliyetini teşviklerle, özellikle ulusal kaynaklarımızı
değerlendireceğimiz, yeraltı kaynaklarımızı değerlendireceğimiz sektörlerde
teşvik etmezsek, bu yaptıklarımızın hiçbiri bir işe yaramaz ve hiç kimseye,
çocuklarımıza da bunun hesabını veremeyiz. Bunları yapmamız
gerektiğini bir kez daha vurguluyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (YTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Söz sırası, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Şen'de. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ORHAN ŞEN
(Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan İş Kanunu
ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 11
inci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce Yüce
Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
her sosyal hadisenin sosyal tarafları vardır. Bir sosyal hadise gündeme
geldiğinde, bu hadisenin çözümü, sosyal tarafların bir masa etrafında bir araya
gelerek, konuyla ilgili bir uzlaşma ve mutabakata varmasından geçmektedir. Aksi
takdirde, sosyal hadisenin, ilgili sosyal tarafları tatmin edici şekilde çözümü
mümkün olamaz ve konu, zamanla, sosyal bir yara halini alır. Bu düşünceden hareketle,
çalışma hayatımızın da iki önemli sosyal tarafı vardır; bunlar işçilerimiz ve
işverenlerimizdir. Çalışma hayatımızla ilgili her konuda, mutlaka bu iki sosyal
grubun mutabakatı aranmalıdır. Bugün, çalışma
hayatımızla ilgili çok önemli bir yasa tasarısı görüşülmektedir. İşçi
arkadaşlarımız ve onların örgütlü güçleri olan sendikalar, bu kanunun
çıkarılmasını istemekte ve beklemektedirler. Buna karşılık, işverenlerimiz de
bu kanunun çıkışından endişe duymaktadırlar. Bu kanunla, öncelikle, sebepsiz
yere, keyfî olarak işten çıkarılmalar son bulacak, işten çıkarmalar kurallara
bağlanacak ve bugüne kadar örgütsüz bulunan tarım ve orman işyerlerinde çalışan
işçiler de 1475 sayılı İş Kanunu kapsamına alınacaktır. Dolayısıyla,
çıkaracağımız bu kanun, gerekli ve faydalı bir kanundur. Değerli milletvekilleri,
bu ülkede, işçilerimizin, anayasal hakları olan sendikalara üye olma haklarını
kullanamadıkları bir vakıadır; hatta, işe girerken, sendikalara üye olup olmama
hususu, pazarlık konusu yapılabilmektedir. Kendi seçim bölgemde, yani Bursa'da,
sendikalara üye oldukları için işten atılan ve fabrika önlerinde günlerce eylem
yapan işçi arkadaşlarımızın varlığı, inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bu
manada, çıkaracağımız bu yasanın -işten çıkarmaların, haklı bir sebebe,
gerekçeye dayandırılması bakımından- faydalı olduğuna ve olacağına inanıyorum.
Elbette, verimsiz ve yanlış davranışlara sahip işçiler işten çıkarılmalıdır;
ancak, keyfî işten çıkarmalara da son verilmelidir. Diğer taraftan, bu yasa
tasarısından rahatsız ve tedirgin olan işverenlerimizin de seslerine kulak
verilmelidir. 1964 yılında, merhum İsmet İnönü döneminde, kıdem tazminatı
müessesesinin -işsizlik sigortasının da kurulmadığı göz önünde tutularak- bu
konunun, sözü geçen sigortanın kuruluşu sırasında tekrar ele alınmasıyla ilgili
bir kanun çıkarılmıştı. 57 nci hükümet döneminde,
çalışma hayatıyla ilgili önemli adımlar atılmıştır; önce, kamu görevlilerine
sendika yasası çıkarılmış, sonra, sosyal güvenlik reformu ve işsizlik sigortası
da bu manada çıkarılmıştır. Bu yasaların tamamlayıcı ayaklarından birisi de,
görüşmekte olduğumuz iş güvencesi kanun tasarısıdır. Bunlar, çok önemli
yasalardır; ancak, işsizlik sigortası çıkarıldığı halde, kıdem tazminatı
müessesesinin gözden geçirilmemesi, işverenlerimizi endişeye sevk etmektedir.
Keşke, bu yasa tasarısıyla birlikte, kıdem tazminatını yeniden düzenleyen bir
yasa tasarısını da görüşebilseydik; kısacası, çalışma hayatıyla ilgili
düzenlemeleri topyekûn elden geçirebilseydik. Sayın milletvekilleri, bu
yasa, çalışma hayatımızın Avrupaî normlara
uydurulmasıyla ilgili önemli bir yasa olacaktır. Avrupa Birliğine girme
adına, geçtiğimiz hafta sonu bu salonu doldurup sabaha kadar mesai yapanların,
Apo'yu kurtarmak için âdeta nöbet bekleyenlerin, sıra Türk işçisine gelince
ortada görünmemelerini de, doğrusu anlayamıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
her şeye rağmen, görüşmekte olduğumuz iş güvencesi yasa tasarısının olumlu bir
yasa olduğu düşüncesiyle, çalışma hayatımızla ilgili yapılması gereken yeni iş
kanununun, büyük reformların, 3 Kasım seçimlerinden sonra kurulacak Milliyetçi
Hareket Partisinin tek başına iktidarında çözüleceği umuduyla, yasanın çalışma
hayatımıza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - 12 nci madde
üzerindeki görüşmeler tamamlandı. 12 nci madde üzerinde 2
adet önerge verilmiştir; yalnız, mahiyet itibariyle aynı olduğu için
birleştiriyorum; isimlerini okuyacağım : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 893
sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısının 12 nci maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini saygılarımızla arz ederiz. '1475 sayılı Kanunun
13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E ile 24 üncü maddeleri hükümleri kıyas yoluyla
uygulanır.'
Diğer önergenin imza
sahipleri: Kocaeli Milletvekili Turhan
İmamoğlu, Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu, İstanbul Milletvekili
Erol Al, Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan, Eskişehir Milletvekili Mahmut
Erdir. Bu önergelere Komisyon
katılıyor mu efendim? SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim,
çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Hükümet?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara)- Katılıyoruz efendim. BAŞKAN - Gerekçesini mi
okuyalım efendim? MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Evet. BAŞKAN - Gerekçenin
fotokopisi çok kötü olduğu için, Sayın Türker, bir dakika gelip izah eder
misiniz... Uzatmayacağınızı biliyorum efendim. Gerekçelerin yazısı çok kötü
olmuş. Buyurun. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, bugün kabul ettiğimiz maddelerden toplu çıkarma maddesi, kıyasen
basın çalışanlarına konulmamıştır; önergemizde, mevcut maddelere ilaveten 24
üncü madde de ekleniyor. Saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Al, sizin
gerekçenizi okuyayım; sizinki okunaklı. Erol Al ve arkadaşlarının
önergesinin gerekçesi : "İş Kanununun toplu
işten çıkarma hükmünde 5953 sayılı Kanuna kıyas yoluyla uygulanması
amaçlanmıştır." Hükümetin kabul ettiği,
komisyonun takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Kabul edilen önerge
doğrultusunda 12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. 13 üncü madde olarak, 12
nci maddeden sonra gelmek üzere yeni bir madde ilavesine ilişkin önerge vardır;
okutuyorum : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 893
sıra sayılı kanun tasarısına 12 nci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki
maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 13. Bu kanunun
13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E ve 24 üncü madde hükümleri 854 sayılı Deniz İş
Kanunu kapsamında istihdam edilen işçilere de kıyas yoluyla uygulanır. BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bu, yeni madde ihdasına dair bir önergeydi. Malumları olmak üzere
"görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde
bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır" hükmü, İçtüzüğün
87 nci maddesinin dördüncü fıkrasının hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi
okuttum; komisyona soracağım; Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 13 üyesiyle
katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun
salt çoğunlukla katılmaması halinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım efendim. Şimdi, önergeyi okuttum;
Komisyona soruyorum; katılıyor musunuz efendim? SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim, şu anda 25
üyenin salt çoğunluğunun olup olmadığını tespit edemeyiz. Müsaade ederseniz,
toplayalım arkadaşları, soralım. BAŞKAN - Efendim,
arkanızda yoksa, yoktur; varsa, vardır. SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Yoktur o zaman;
katılamıyoruz. BAŞKAN - Mühim olan,
arkanızdaki çoğunluk. Efendim, önergeyi
işlemden kaldırıyorum. EROL AL (İstanbul) -
Sayın Başkan, arkadaşlarımız buradaysa, otursunlar... BAŞKAN - Sayın Al, geçti
efendim. Sayın milletvekilleri, 2
adet daha önerge var. Ankara Milletvekili Sayın
Saffet Arıkan Bedük ve arkadaşlarının, Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün ve
arkadaşlarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu
ile ilgili aynı mahiyette 2 ayrı önergesi vardır. İçtüzüğün 87 nci
maddesinin üçüncü fıkrasına göre "görüşülmekte olan tasarı veya teklifin
konusu olmayan sair kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi
niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulmaz." İçtüzüğün bu hükmü
karşısında her 2 önergeyi de işleme koymuyorum. Arz ederim efendim. Tasarının 13 ve 14 üncü
maddeleri, İçtüzüğün 88 inci maddesi gereğince komisyona geri verilmişti
malumlarınız. Komisyonun bu maddelere ilişkin raporu ve metni gelmiştir.
Komisyon raporunu tutanaklara geçmesi bakımından okutuyorum efendim : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunun 8.8.2002 tarihli 127 nci Birleşiminde görüşülürken 893
sıra sayılı kanun tasarısının yürürlük ve yürütme maddeleri, İçtüzüğün 88 inci
maddesi gereğince Komisyonumuza geri verilmiştir. Komisyonumuz 8.8.2002
tarihinde yaptığı toplantıda, hükümet ve işçi temsilcileriyle yapılan
görüşmeler sonucunda, 1475 sayılı İş Kanununun işvereni ilgilendiren diğer
hükümlerinde de değişiklikler yapılabilmesine imkân sağlamak amacıyla bu kanun
tasarısının yürürlük maddesi yeniden düzenlenerek bu kanun hükümlerinin 15 Mart
2003 tarihinde yürürlüğe girmesi yönünde görüş birliğine varmıştır. Bilindiği gibi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 81 inci maddesi uyarınca tasarı ve tekliflerin
yürürlük ve yürütme maddeleri üzerinde önerge verilememektedir. Görüşmekte
olduğumuz kanun tasarısının yürürlüğünün İş Kanununda işverenle ilgili olarak
yapılacak gerekli yasal düzenlemeye imkân sağlamak amacıyla ileri bir tarihe
atılması konusunda gerek kamuoyunda gerekse iş çevrelerinde ortaya çıkan
uzlaşmayı bu kanun tasarısına yansıtmak için tasarının 13 üncü ve 14 üncü
maddesi komisyona geri çekilerek yeniden gözden geçirilmiştir. Yapılan görüşmeler
sonucunda Komisyonumuzca, tasarının 13 üncü maddesi değiştirilmiş ve 14 üncü
maddesi aynen kabul edilmiştir. Raporumuz Genel Kurulun
onayına sunulmak üzere saygıyla arz olunur.
BAŞKAN - Efendim, şimdi
de, komisyonun 13 üncü maddeye ilişkin metnini okutuyorum : MADDE 13. - Bu Kanun 15
Mart 2003 tarihinde geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - 13 üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim; hayırlı uğurlu olsun. 14 üncü maddeyi
okutuyorum : MADDE 14. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - 14 üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
Başkanlık olarak, kanun içeriği nedeniyle kanun başlığının aşağıdaki şekilde
olması gerektiği kanaatindeyiz: "İş Kanunu,
Sendikalar Kanunu ile Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun." Komisyon?.. SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Başlığın bu
şekilde olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir; hayırlı olsun. Efendim, tasarının tümünü
oylamadan evvel, İçtüzük 86'ya göre, lehte, İstanbul Milletvekili Sayın Masum
Türker, Yalova Milletvekili Sayın Yaşar Okuyan; aleyhte, Bilecik Milletvekili
Sayın Hüseyin Arabacı söz istemişlerdir. Şimdi, Sayın Masum Türker
hakkını Yalova Milletvekili Sayın Bakanımız Yaşar Okuyan'a devretti. Buyurun sayın bakan.
(ANAP sıralarından alkışlar) YAŞAR OKUYAN (Yalova) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Bugün, 21 inci Dönem
Parlamentomuzun belki de bu dönemde çıkardığı çok önemli yasalardan bir
tanesini gerçekleştirmiş olduk. Tam elli yıldan bu yana, 1952 yılında Türk-İş
Konfederasyonu kurulduğu tarihten bu yana, çalışanların, emekçilerin,
işçilerin, sendikaların üç konuda talebi, elli yıl Türkiye'nin gündemini
iştigal etti. Bunlardan bir tanesi, işsizlik sigortası; bir tanesi, sigortasız
işçi çalıştırmanın önlenmesi; bir diğeri de, iş güvencesiydi. İşte, elli
seneden bu yana bütün partilerin seçim beyannamelerinde var olan bu 3 tane
haklı talep, Allah'a çok şükür, 21 inci Dönem Parlamentomuz tarafından,
hepimizin, iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin katkılarıyla hayata geçirildi. Bugünkü buradaki
çalışmalarımız da, yine çalışma hayatıyla ilgili olarak tarihî bir gündür.
Aradan çok zaman geçtikten sonra, 21 inci Dönem Parlamentomuzu ve bu dönemde
çıkarılan önemli yasaları, mutlaka aziz milletimiz takdirle anacaktır. Burada
pay, hepimize aittir; hepimizin ortak katkısıyla bunlar geçekleştirilmiştir. İş güvencesi meselesinde
ikibuçuk yıla yakın bir süredir, bilen bilmeyen, yalan yanlış, her kesimden her
yerden eleştirilere ve suçlamalara muhatap oldum. İş güvencesini felaket gibi
takdim edenler, birçok örneklerinde olduğu gibi, 13 maddelik, 14 maddelik kanun
tasarısını bile okumadan polemik konusu yaptılar; bilmedikleri, okumadıkları,
lütfedip de 14 maddelik kanun tasarısını ele almadıkları bir iş güvencesine
"bu çıkarsa Türkiye felakete sürüklenir" diye, aylardan beri
kamuoyunu yanlış bilgilendirme gayreti içinde oldular. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Kim onlar? YAŞAR OKUYAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Meclisimiz bu tarihî günde bütün bu yanlışlıkların
karşısında, gerçekten, milletin iradesini ortaya koymuştur. Ben, katkı sağlayan
iktidarıyla muhalefetiyle bütün değerli arkadaşlarımıza, en azından, üçbuçuk
yıla yakın bir süredir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında hasbelkader
bulunmuş bir arkadaşınız olarak teşekkürü bir borç biliyorum. Hayırlı uğurlu olsun
efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ederim. Efendim, şimdi, aleyhte,
Bilecek Milletvekili Sayın Hüseyin Arabacı; buyurun. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, MHP'li arkadaş aleyhinde mi konuşur? (MHP sıralarından
gürültüler) Ben aleyhinde konuşmam,
lehinde konuşurum. BAŞKAN - Sayın Polat,
arkadaşımız Sayın Arabacı tasarının üzerinde konuşacak. HÜSEYİN ARABACI (Bilecik)
- Sayın Başkan, değerli üyeler; 893 sıra sayılı kanun tasarısı hakkında söz
aldım; bu vesileyle, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. Her ne kadar tasarının
aleyhinde söz aldıysam da, Genel Kuruldan özür dileyerek ve hoşgörüsüne
sığınarak tasarının lehindeki görüşlerimi arz etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli
üyeler; tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş yapmakta olan ülkemizin
sosyoekonomik yapısı hızla değişim göstermektedir. Üretim ve tüketim şekilleri
değişmekte, bu değişime bağlı olarak da yeni müesseseler ve hukuk normları
oluşmaktadır. Sanayileşmenin etkisiyle sosyoekonomik yapımızda önem arz eden ve
öne çıkan konulardan birisi de, emeğiyle geçinen sosyal kesimler açısından,
istihdam, sosyal güvenlik, iş güvencesi ve sosyal adalettir. Ülkemizin ekonomik
kalkınmasını sağlamak amacıyla doğrudan ve dolaylı olarak sermaye kesimi
desteklenmiştir ve desteklenmektedir. Bunun neticesi olarak da sermaye
kesiminin millî gelirden aldığı pay artmıştır. Ekonomik kalkınmanın sağlanması
için sermaye kesiminin devlet tarafından
desteklenmesi nasıl bir gereklilik ise, emek kesiminin sosyal politikalarla
desteklenmesi de vazgeçilmez bir gerekliliktir. İnsanca yaşamaya imkân verecek
bir ücret seviyesi, ömür boyu sürecek sosyal güvenlik imkânı ve iş güvencesi,
bu sosyal politikaların en önemli ve önde gelen unsurlarıdır. Sayın Başkan, değerli
üyeler; son onbeş yılın yanlış politikaları yüzünden ülkemizin makroekonomik,
hatta siyasî dengeleri ciddî ölçüde bozulmuştur. Ülkemiz, 1989-1999 yılları
arasında -ki, on yıllık dönemde- 11 hükümet görmüş ve bu on yıllık dönemde
devlet, harcadığı 500 milyar dolar paranın 450 milyar dolarını borç faizlerine
ve transferlere harcamıştır. Bunun sonucu olarak da, ekonomik yapımız rant
ekonomisine dönüşmüş, ekonomik büyüme ve üretim durmuş, işsizlik büyümüştür.
Diğer taraftan, erken emeklilik nedeniyle sosyal güvenlik sistemimiz çökmüştür.
57 nci hükümetin göreve
gelmesiyle birlikte, rant ekonomisinden üreten ekonomiye geçiş için yapısal ve
radikal tedbirler hayata geçirilmiştir. Sosyal Güvenlik Yasası çıkarılmış,
işsizlik sigortasına geçilmiştir. Şimdi de, İş Güvencesi Yasa Tasarısı
kanunlaşmak üzeredir. Bu tasarının yasalaşmasıyla da, çalışma hayatımızda
bundan önce hiçbir hükümetin el atmadığı bu alanda, 57 nci hükümet, reform
hükümeti olarak tarihe geçecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyelik yolunun önünde ekonomik,
siyasî, kültürel ve jeopolitik engeller vardır. Türkiye'nin Avrupa Birliği
yolunda yolculuğuna ekonomik kriterlerden başlayarak yola çıkmasında her iki
taraf açısından ortak fayda varken ve bu alanda yapılacak çok iş varken -bu İş
Güvencesi Yasası gibi- her ne hikmetse, Türkiye'ye öncelikle siyasî kriterler
dayatılmıştır. Bugün görüşmekte
olduğumuz İş Güvencesi Yasa Tasarısı hem Avrupa Birliği normları açısından hem
emeğiyle geçimini sağlayan vatandaşlarımız açısından hem de sosyal devlet
ilkesi açısından doğru, gerekli ve toplum yararınadır. Dolayısıyla, bu yasa
tasarısına, öncelikle Avrupa Birliği uyum yasaları için gök kubbeyi başımıza
yıkanlar olmak üzere, her kesimden destek beklerken, hayal kırıklığına uğramış
durumdayız. Zira, Avrupa Birliği uyum yasaları için her şeyi yapanlar, bizi
Avrupa Birliğine sosyal açıdan daha da yaklaştıracak olan İş Güvencesi Yasa
Tasarısının çıkmaması için, gerekli her şeyi yapmaktadırlar. Biz isterdik ki,
Avrupa Birliği uyum yasalarında olduğu gibi, bu tasarının yasalaşması için de
her türlü gayret ve destek yapılsın ve Avrupa Birliği konusundaki samimiyetleri
ortaya çıksın. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Bundan daha iyi nasıl destek olur?! HÜSEYİN ARABACI (Devamla)
- Ama, heyhat, bu kanunu çıkardığımız için, gökkubbeyi başımıza yıkmaya
çalışmaktadırlar. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Kim onlar?! HÜSEYİN ARABACI (Devamla)
- Her şeyi ibret ve sağduyuyla izlemekte olan yüce milletimiz, 3 Kasımda,
sandıkta gökkubbeyi kimin başına yıkacağını çok iyi bilmektedir. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Hep beraber göreceğiz. HÜSEYİN ARABACI (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli üyeler; eski bir emekçi olarak, işçi olarak, bu yasayı
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirerek görüşülmesini sağlayan
partimizin grup yönetimine, oylarıyla destek veren bütün üyelere ve parti
gruplarına teşekkür ediyor; yasanın, iş dünyamıza, emekçilerimize hayırlı ve
uğurlu olmasını diliyor, Genel Kurula saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım: Tasarının tümünü kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun milletimize
efendim. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri,
Şebinkarahisar, İnegöl, Suşehri'nin il olmasıyla ilgili olağanüstü toplantı
çağrısı daha durmaktadır. Onun için, bu konuları
görüşmek için, 13 Ağustos 2002 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 03.07 |
|