Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21      CİLT : 102       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

127 nci Birleşim (Olağanüstü)

8 . 8 . 2002 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – MHP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Koray Aydın, DYP Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Turhan Güven, ANAP Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, DSP Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, YTP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün, AKParti Grup Başkanvekili Van Milletvekili Hüseyin Çelik, SP Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve 187 arkadaşının, (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/509)

2. – Giresun Milletvekili Turhan Alçelik ve 121 arkadaşının, (2/13) ve (2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/510)

3. – Bursa Milletvekili Burhan Orhan ve 115 arkadaşının, (2/301) ve (2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl; Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/511)

4. – Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu ve 119 arkadaşının, (2/27) esas numaralı Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/513)

5. – Yaşar Okuyan’dan boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat Arseven’in, boşalacak olan Devlet Bakanlığına, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1153)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında (2/13) ve (2/48) esas numaralı kanun teklifini, İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında (2/301) ve (2/357) esas numaralı kanun teklifini görüşmek için toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı duyurusu

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; daha önce yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrı konusuna ilaveten, Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifini görüşmek için olağanüstü toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı duyurusu

IV.– ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurul gündemindeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine, gündemde bulunan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin SP Grubu önerisi

2. – 4726 sayılı 2002  Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin birinci sırasına, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin ikinci sırasına alınmasına ilişkin MHP, DYP, ANAP, DSP, YTP ve AK Parti Gruplarının müşterek önerisi

3. – 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin MHP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi

V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı : 894)

2. – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893)

VI. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – YTP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün’ün DSPGrup Sözcüsü Osman Kılıç’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması

VII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un, 1997 yılında Konya-Karapınar’da meydana gelen kazayla ilgili davaya etki edilmeye çalışıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7143)

2. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, ABüyesi ülkeler, AB’ne aday ülkeler ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılan davalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7521)

3. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bir lise müdür yardımcısının görevden alınmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7396)

4. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, Halk Bankası ve Ziraat Bankasından kullanılan bazı kredilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/7660)

5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Yüksek Denetleme Kurulunun Halkbankla ilgili 1996, 1997 ve 1998 yıllarına ait raporlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/7669)

6. – Konya Milletvekili Remzi Çetin’in, özel öğretim hizmetlerinde teşvik edici vergi uygulamaları düşünülüp düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/7695)

7. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik’in, İstanbul 1 Numaralı DGM Başkanı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7748)

8. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik’in, Van-Erçiş’de görülmekte olan tapu davalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7818)

9. – Bolu Milletvekili İsmail Alptekin’in, sahte ve taklit ürünlerden Türk ekonomisinin gördüğü zarara ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/7883)

10. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmesi için yargısal işlemler yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/7889)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğindençekildiğine ilişkin önergesi,

Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimlerin yenilenmesine dair 31.7.2002 günlü ve 745 sayılı kararı çerçevesinde;Adalet Bakanlığına Aysel Çelikel’in, İçişleri Bakanlığına Muzaffer Ecemiş’in ve Ulaştırma Bakanlığına Naci Kınacıoğlu’nun Başbakan tarafından atanmış olduklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

TBMMdışından bakanlıklara atanmış bulunan; Ulaştırma Bakanı Naci Kınacıoğlu, İçişleri Bakanı Muzaffer Ecemiş ve Adalet Bakanı Aysel Çelikel andiçtiler.

Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan üyeliklerden :

Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin,Ankara Milletvekili Mustafa Cihan Paçacı ve Şanlıurfa Milletvekili Muzaffer Çakmaklı,

Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe, Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut,

Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Antalya Milletvekili Metin Şahin, Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan,

Demokratik Sol Parti Grubuna düşen 3 üyeliğe; Ankara Milletvekili Ayşe Gürocak, İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert ve Karabük Milletvekili Erol Karan;

Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda boş bulunan ve Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Uşak Milletvekili Hasan Özgöbek, Kocaeli Milletvekili M. Turhan İmamoğlu ve Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet Turgut;

Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 3 üyeliğe; Uşak Milletvekili Mehmet Yaşar Ünal, Adana Milletvekili Ali Tekin ve Antalya Milletvekili Ahmet Sancar Sayın;

Dilekçe Komisyonunda boş bulunan ve Yeni Türkiye Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe, Ardahan Milletvekili Faruk Demir;

Seçildiler.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına alınan ve olağanüstü toplantı konusu olan,Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek ile Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut’un; 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/1021) (S. Sayısı : 891) reddine dair Anayasa Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlandı; raporun oylanması sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, olağanüstü toplantı çağrı önergesinde yer alan konunun görüşülme imkânı kalmadığı ve çağrı önergesinin düştüğü;

1 Eylül 2002 tarihi için yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrısının konusunu oluşturan seçimlerin yenilenmesi önergesi kabul edilmiş olduğundan, söz konusu olağanüstü toplantı çağrısının da düştüğü;

Açıklandı.

Anayasa ve İçtüzük gereğince 1 Ekim 2002 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.26’da son verildi.

Mustafa Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

 

 

 

Mehmet Batuk

Mustafa Vural

 

Kocaeli

Antalya

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

                                                    II. – GELEN KÂĞITLAR                                            No. : 178

8.8. 2002 PERŞEMBE (Olağanüstü)

Tezkereler

1. – Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1149) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi :5.8.2002)

2. – Ali Gülmez Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/1150) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.8.2002)

Raporlar

1. – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı :893) (Dağıtma tarihi :8.8.2002) (GÜNDEME)

2. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034)  (S. Sayısı :894) (Dağıtma tarihi :8.8.2002) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Kayseri Milletvekili Sevgi Esen’in, Kayseri Raylı Sistem Projesinin ne zaman faaliyete geçeceğine ilişkinUlaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8173) (Başkanlığa geliş tarihi :6.8.2002)

2. – Kayseri Milletvekili Sevgi Esen’in, Kayseri Kara Konteyner Terminali Projesi çalışmaları yapılıp yapılmadığına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8174) (Başkanlığa geliş tarihi :6.8.2002)

3. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in, İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi ve diğer belediyelerce dikilen ağaç, çiçek ve fidan sayılarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8175) (Başkanlığa geliş tarihi :6.8.2002)

4. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik’in, AKBİL olayında isminin gerçeklere aykırı olarak geçirildiği iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8176) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.8.2002)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati :15.05

8 Ağustos 2002 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu

Kâtip Üyeler : Mehmet Ay (Gaziantep), Mustafa Vural (Antalya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulu toplantısının çok geç bitmesi sebebiyle Danışma Kurulu kararlarının yazımını beklediğimiz için, Başkanlığımız, siz sayın milletvekillerini bekletmiştir; bundan dolayı, oturumu 5 dakika geç açtım; özür diliyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 93 üncü, İçtüzüğün 7 nci maddelerine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Koray Aydın, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Turhan Güven, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Emrehan Halıcı, Yeni Türkiye Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Van Milletvekili Hüseyin Çelik, Saadet Partisi Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve 187 milletvekilinin; Giresun Milletvekili Turhan Alçelik ve 121 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Burhan Orhan ve 116 milletvekilinin, Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu ve 119 milletvekilinin istemleri üzerine yaptığı çağrı sonucu olağanüstü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

Gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmında yer alan olağanüstü toplantı çağrı önergelerini ve Başkanlığın çağrı yazısını okutacağım; ancak, çağrı önergeleri çok uzun olduğu için, bunları, Kâtip Üyenin yerinde oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – MHP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Koray Aydın, DYP Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Turhan Güven, ANAP Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, DSP Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, YTP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün, AKParti Grup Başkanvekili Van Milletvekili Hüseyin Çelik, SP Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve 187 arkadaşının, (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/509)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasanın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi gereğince 1/955 esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını görüşmek üzere, 7.8.2002 tarihinde olağanüstü toplanmasını arz ve talep ederiz.

Gerekçe: İş Güvencesiyle İlgili Kanun Tasarısının bir an önce kanunlaşması gerekmektedir. İşçilerimizin mağduriyetlerinin giderilmesi ve geç kalmış hakların iadesi, söz konusu tasarının kanunlaşmasıyla mümkün olacaktır.

 

1. Koray Aydın

2. Turhan Güven

3. Beyhan Aslan

 

Ankara

Mersin

Denizli

 

MHP Grup Başkanvekili

DYP Grup Başkanvekili

ANAP Grup Başkanvekili

 

4. Emrehan Halıcı

5. Oğuz Aygün

6. Hüseyin Çelik

 

Konya

Ankara

Van

 

DSP Grup Başkanvekili

YTP Grup Başkanvekili

AK Parti Grup Başkanvekili

 

 

7. Yasin Hatiboğlu

 

 

 

Çorum

 

 

 

SP Grup Başkanvekili

 

  8. İbrahim Yavuz Bildik (Adana)

  9. Yakup Budak (Adana)

 10. Ali Tekin (Adana)

 11. İsmet Vursavuş (Adana)

 12. Mahmut Bozkurt (Adıyaman)

 13. Mehmet Özyol (Adıyaman)

 14. İsmet Attila (Afyon)

 15. Müjdat Kayayerli (Afyon)

 16. Halil İbrahim Özsoy (Afyon)

 17. Mehmet Telek (Afyon)

 18. Gönül Saray Alphan (Amasya)

 19. Akif Gülle (Amasya)

 20. Saffet Arıkan Bedük (Ankara)

 21. Cemil Çiçek (Ankara)

 22. Uluç Gürkan (Ankara)

 23. H. Tayfun İçli (Ankara)

 24. Esvet Özdoğu (Ankara)

 25. M. Zeki Sezer (Ankara)

 26. Aydın Tümen (Ankara)

 27. Rıza Ulucak (Ankara)

 28. Şevket Bülend Yahnici (Ankara)

 29. Osman Müderrisoğlu (Antalya)

 30. Nesrin Ünal (Antalya)

 31. Mustafa Vural (Antalya)

 32. Saffet Kaya (Ardahan)

 33. Halit Dikmen (Aydın)

 34. Mustafa Güven Karahan (Balıkesir)

 35. İsmail Özgün (Balıkesir)

 36. Cafer Tufan Yazıcıoğlu (Bartın)

 37. Alaattin Sever Aydın (Batman)

 38. Ataullah Hamidi (Batman)

 39. Burhan İsen (Batman)

 40. Faris Özdemir (Batman)

 41. Suat Pamukçu (Bayburt)

 42. Sebahat Vardar (Bilecik)

 43. Mahfuz Güler (Bingöl)

 44. Hüsamettin Korkutata (Bingöl)

 45. İbrahim Halil Oral (Bitlis)

 46. Ali Arabacı (Bursa)

 47. Ali Rahmi Beyreli (Bursa)

 48. Orhan Ocak (Bursa)

 49. Teoman Özalp (Bursa)

 50. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa)

 51. Orhan Şen (Bursa)

 52. Nevfel Şahin    (Çanakkale)

 53. Hüseyin Karagöz (Çankırı)

 54. Salih Erbeyin (Denizli)

 55. Hasan Erçelebi (Denizli)

 56. Osman Aslan (Diyarbakır)

 57. Nurettin Atik (Diyarbakır)

 58. Nurettin Dilek (Diyarbakır)

 59. Mehmet Selim Ensarioğlu (Diyarbakır)

 60. Abdulbaki Erdoğmuş (Diyarbakır)

 61. Sacit Günbey (Diyarbakır)

 62. Seyyit Haşim Haşimi (Diyarbakır)

 63. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır)

 64. Salih Sümer (Diyarbakır)

 65. Evren Bulut (Edirne)

 66. Ali Ahmet Ertürk (Edirne)

 67. Mustafa İlimen (Edirne)

 68. Mehmet Ağar (Elazığ)

 69. Latif Öztek (Elazığ)

 70. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)

 71. Lütfü Esengün (Erzurum)

 72. Fahrettin Kukaracı (Erzurum)

 73. Aslan Polat (Erzurum)

 74. Necati Albay (Eskişehir)

 75. Mahmut Erdir (Eskişehir)

 76. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir)

 77. Nurettin Aktaş (Gaziantep)

 78. Mustafa Yılmaz (Gaziantep)

 79. Hasan Akgün (Giresun)

 80. Turhan Alçelik (Giresun)

 81. Burhan Kara (Giresun)

 82. Lütfi Doğan (Gümüşhane)

 83. Hakkı Töre (Hakkâri)

 84. Hakkı Oğuz Aykut (Hatay)

 85. Mehmet Dönen (Hatay)

 86. Mustafa Geçer (Hatay)

 87. Metin Kalkan (Hatay)

 88. Ramazan Gül (Isparta)

 89. Erkan Mumcu (Isparta)

 90. Mustafa Zorlu (Isparta)

 91. Fadlı Ağaoğlu (İstanbul)

 92. Bülent Akarcalı (İstanbul)

 93. Şamil Ayrım (İstanbul)

 94. Mukadder Başeğmez (İstanbul)

 95. Rıdvan Budak (İstanbul)

 96. Nami Çağan (İstanbul)

 97. Ahmet Çakar (İstanbul)

 98. Mustafa Düz (İstanbul)

 99. Süleyman Arif Emre (İstanbul)

100. Yücel Erdener (İstanbul)

101. Mehmet Fuat Fırat (İstanbul)

102. Mehmet Gül (İstanbul)

103. Ahmet Güzel (İstanbul)

104. Hüseyin Kansu (İstanbul)

105. Osman Kılıç (İstanbul)

106. Emre Kocaoğlu (İstanbul)

107. Hüseyin Mert (İstanbul)

108. Nazif Okumuş (İstanbul)

109. Bozkurt Yaşar Öztürk (İstanbul)

110. Mehmet Pak (İstanbul)

111. Necdet Saruhan (İstanbul)

112. Sulhiye Serbest (İstanbul)

113. Bahri Sipahi (İstanbul)

114. Ahmet Tan (İstanbul)

115. Masum Türker (İstanbul)

116. Süleyman Yağız (İstanbul)

117. Nevzat Yalçıntaş (İstanbul)

118. Cahit Savaş Yazıcı (İstanbul)

119. Perihan Yılmaz (İstanbul)

120. Osman Yumakoğulları (İstanbul)

121. Güler Aslan (İzmir)

122. Burhan Bıçakçıoğlu (İzmir)

123. Mehmet Çümen (İzmir)

124. Salih Dayıoğlu (İzmir)

125. Hasan Metin (İzmir)

126. Mehmet Özcan (İzmir)

127. Rahmi Sezgin (İzmir)

128. Yıldırım Ulupınar (İzmir)

129. Kemal Vatan (İzmir)

130. Ali Doğan (Kahramanmaraş)

131. Ali Sezal (Kahramanmaraş)

132. Mustafa Eren (Karabük)

133. Hasan Çalış (Karaman)

134. Arslan Aydar (Kars)

135. Çetin Bilgir (Kars)

136. M. Hadi Dilekçi (Kastamonu)

137. Hasan Basri Üstünbaş (Kayseri)

138. Sadık Yakut (Kayseri)

139. Nihat Gökbulut (Kırıkkale)

140. Nural Karagöz (Kırklareli)

141. Mustafa Haykır (Kırşehir)

142. Halil Çalık (Kocaeli)

143. Sefer Ekşi (Kocaeli)

144. M. Turhan İmamoğlu (Kocaeli)

145. Veysel Candan (Konya)

146. Mustafa Sait Gönen (Konya)

147. Mehmet Keçeciler (Konya)

148. Emin Karaa (Kütahya)

149. Oğuzhan Asiltürk (Malatya)

150. Yaşar Canbay (Malatya)

151. Basri Coşkun (Malatya)

152. Mehmet Recai Kutan (Malatya)

153. Hasan Gülay (Manisa)

154. M. Cihan Yazar (Manisa)

155. Mustafa Kemal Tuğmaner (Mardin)

156. Yalçın Kaya (Mersin)

157. Edip Özgenç (Mersin)

158. Akif Serin (Mersin)

159. Cahit Tekelioğlu (Mersin)

160. Tunay Dikmen (Muğla)

161. Fikret Uzunhasan (Muğla)

162. Sabahattin Yıldız (Muş)

163. Mehmet Elkatmış (Nevşehir)

164. Mükremin Taşkın (Nevşehir)

165. Mükerrem Levent (Niğde)

166. İhsan Çabuk (Ordu)

167. Mehmet Bekâroğlu (Rize)

168. Ahmet Kabil (Rize)

169. Cevat Ayhan (Sakarya)

170. Ş. Ramis Savaş (Sakarya)

171. Ersin Taranoğlu (Sakarya)

172. Yekta Açıkgöz (Samsun)

173. Ahmet Demircan (Samsun)

174. Şenel Kapıcı (Samsun)

175. Musa Uzunkaya (Samsun)

176. Metin Bostancıoğlu (Sinop)

177. Kadir Bozkurt (Sinop)

178. Yaşar Topçu (Sinop)

179. Musa Demirci (Sıvas)

180. Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

181. Mustafa Niyazi Yanmaz (Şanlıurfa)

182. Mehmet Salih Yıldırım (Şırnak)

183. Bayram Fırat Dayanıklı (Tekirdağ)

184. Enis Sülün (Tekirdağ)

185. Ahmet  Zamantılı (Tekirdağ)

186. Ali Şevki Erek (Tokat)

187. Ali Kemal Başaran (Trabzon)

188. Şeref Malkoç (Trabzon)

189. Mehmet Yaşar Ünal (Uşak)

190. Maliki Ejder Arvas (Van)

191. Yaşar Okuyan (Yalova)

192. Hasan Suna (Yalova)

193. Mehmet Çiçek (Yozgat)

194. Hasan Gemici (Zonguldak)

2. – Giresun Milletvekili Turhan Alçelik ve 121 arkadaşının, (2/13) ve (2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/510)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bazı milletvekillerince değişik tarihlerde verilen Şebinkarahisar İlçesinin il yapılmasına dair kanun tekliflerinin (2/13, 2/48) ve Giresun Milletvekilleri Turhan Alçelik, Burhan Kara, Hasan Akgün, Mustafa Yaman ve Rasim Zaimoğlu'nun 1.8.2002 tarihli ortak teklifinin birleştirilerek görüşmelerinin yapılabilmesi amacıyla, Anayasamızın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi gereği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8.8.2002 Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü toplantıya çağrılmasını arz ve talep ederiz.

Saygılarımızla.

   1. Turhan Alçelik (Giresun)

   2. Burhan Kara (Giresun)

   3. Hasan Akgün (Giresun)

   4. Mustafa Yaman (Giresun)

   5. Rasim Zaimoğlu (Giresun)

   6. Yakup Budak (Adana)

   7. Ali Gören (Adana)

   8. Adnan Fatin Özdemir (Adana)

   9. Arif Sezer (Adana)

  10. Müjdat Kayayerli (Afyon)

  11. Mehmet Telek (Afyon)

  12. Musa Konyar (Ağrı)

  13. Nidai Seven (Ağrı)

  14. Murat Akın (Aksaray)

  15. Kürşat Eser (Aksaray)

  16. Ahmet İyimaya (Amasya)

  17. Mehmet Zeki Çelik (Ankara)

  18. Ayşe Gürocak (Ankara)

  19. Aydın Tümen (Ankara)

  20. Rıza Ulucak (Ankara)

  21. Osman Müderrisoğlu (Antalya)

  22. Mehmet Zeki Okudan (Antalya)

  23. Mustafa Vural (Antalya)

  24. Saffet Kaya (Ardahan)

  25. Alaattin Sever Aydın (Batman)

  26. Şaban Kardeş (Bayburt)

  27. Suat Pamukçu (Bayburt)

  28. Hüsamettin Korkutata (Bingöl)

  29. Necati Yöndar (Bingöl)

  30. Yahya Çevik (Bitlis)

  31. Hasan Macit (Burdur)

  32. Ali Arabacı (Bursa)

  33. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa)

  34. Teoman Özalp (Bursa)

  35. Orhan Şen (Bursa)

  36. Oğuz Tezmen (Bursa)

  37. Hüseyin Karagöz (Çankırı)

  38. İrfan Keleş (Çankırı)

  39. Yasin Hatiboğlu (Çorum)

  40. Beyhan Aslan (Denizli)

  41. Hasan Erçelebi (Denizli)

  42. Mehmet Gözlükaya (Denizli)

  43. Ali Keskin (Denizli)

  44. Sacit Günbey (Diyarbakır)

  45. Mustafa Gül (Elazığ)

  46. Latif Öztek (Elazığ)

  47. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)

  48. Zeki Ertugay (Erzurum)

  49. Fahrettin Kukaracı (Erzurum)

  50. Aslan Polat (Erzurum)

  51. Necati Albay (Eskişehir)

  52. Mehmet Mail Büyükerman (Eskişehir)

  53. İbrahim Yaşar Dedelek (Eskişehir)

  54. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir)

  55. Mustafa Yılmaz (Gaziantep)

  56. Lütfi Doğan (Gümüşhane)

  57. Bedri Yaşar (Gümüşhane)

  58. Hakkı Töre (Hakkâri)

  59. Mehmet Nuri Tarhan (Hatay)

  60. Ramazan Gül (Isparta)

  61. Ziya Aktaş (İstanbul)

  62. Aydın Ayaydın (İstanbul)

  63. Şamil Ayrım (İstanbul)

  64. Mustafa Düz (İstanbul

  65. Ahmet Güzel (İstanbul)

  66. Ediz Hun (İstanbul)

  67. Hüseyin Kansu (İstanbul)

  68. Osman Kılıç (İstanbul)

  69. Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul)

  70. Ali Oğuz (İstanbul)

  71. Mehmet Ali Şahin (İstanbul)

  72. Ahmet Tan (İstanbul)

  73. Masum Türker (İstanbul)

  74. Süleyman Yağız (İstanbul)

  75. Nevzat Yalçıntaş (İstanbul)

  76. Perihan Yılmaz (İstanbul)

  77. Osman Yumakoğulları (İstanbul)

  78. Güler Aslan (İzmir)

  79. Saffet Başaran (İzmir)

  80. Mehmet Çümen (İzmir)

  81. Yusuf Kırkpınar (İzmir)

  82. Hasan Metin (İzmir)

  83. Rahmi Sezgin (İzmir)

  84. Hasan Ufuk Söylemez (İzmir)

  85. Metin Kocabaş (Kahramanmaraş)

  86. Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş)

  87. Erol Karan (Karabük)

  88. Hasan Çalış (Karaman)

  89. M. Hadi Dilekçi (Kastamonu)

  90. Hasan Basri Üstünbaş (Kayseri)

  91. Hacı Filiz (Kırıkkale)

  92. Nihat Gökbulut (Kırıkkale)

  93. Mustafa Haykır (Kırşehir)

  94. Mehmet Nacar (Kilis)

  95. Halil Çalık (Kocaeli)

  96. Veysel Candan (Konya)

  97. Mehmet Gölhan (Konya)

  98. Mehmet Emrehan Halıcı (Konya)

  99. Lütfi Yalman (Konya)

100. Yaşar Canbay (Malatya)

101. Basri Coşkun (Malatya)

102. Mehmet Recai Kutan (Malatya)

103. İsmail Bozdağ (Manisa)

104. Fehim Adak (Mardin)

105. Metin Musaoğlu (Mardin)

106. Turhan Güven (Mersin)

107. Mümtaz Yavuz (Muş)

108. Mükremin Taşkın (Nevşehir)

109. Mehmet Bekâroğlu (Rize)

110. Ahmet Kabil (Rize)

111. Cevat Ayhan (Sakarya)

112. Yekta Açıkgöz (Samsun)

113. Kemal Kabataş (Samsun)

114. Erdoğan Sezgin (Samsun)

115. Musa Uzunkaya (Samsun)

116. Mehmet Yalçınkaya (Şanlıurfa)

117. Mustafa Niyazi Yanmaz (Şanlıurfa)

118. Şeref Malkoç (Trabzon)

119. Maliki Ejder Arvas (Van)

120. Ayhan Çevik (Van)

121. İlyas Arslan (Yozgat)

122. İsmail Hakkı Cerrahoğlu (Zonguldak)

BAŞKAN - Efendim, çağrı önergesi Sayın Orhan'ın. Kâtip Üyemiz, İnegöl için verilen bu önergeyi kendisi okuyacak; o imkânı da ona verelim bir parçacık.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Olsun; okusun Sayın Başkanım; Develi'yi de okusun.

BAŞKAN - Buyurun:

3. – Bursa Milletvekili Burhan Orhan ve 115 arkadaşının, (2/301) ve (2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl; Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerini görüşmek üzere, olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/511)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasanın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde 419 ve 420 sıra sayısıyla yer alan (2/301) ve (2/357) esas numaralı 5 ilçe Alanyurt, Yenice, Cerrah, Tahtaköprü, Kurşunlu ve İnegöl adıyla bir il kurulması hakkında kanun tekliflerini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 8.8.2002 saat 15.00'te olağanüstü toplantıya çağrılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

   1. Burhan Orhan (Bursa)

   2. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa)

   3. Yakup Budak (Adana)

   4. Mehmet Metanet Çulhaoğlu (Adana)

   5. Ali Halaman (Adana)

   6. Adnan Fatin Özdemir (Adana)

   7. Recai Yıldırım (Adana)

   8. Hasari Güler (Adıyaman)

   9. Mehmet Özyol (Adıyaman)

  10. Müjdat Kayayerli (Afyon)

  11. Mehmet Telek (Afyon)

  12. Nidai Seven (Ağrı)

  13. Kürşat Eser (Aksaray)

  14. Zeki Çelik (Ankara)

  15. Hayrettin Özdemir (Ankara)

  16. Mustafa Cihan Paçacı (Ankara)

  17. Rıza Ulucak (Ankara)

  18. Osman Müderrisoğlu (Antalya)

  19. Bekir Ongun (Aydın)

  20. Ali Uzunırmak (Aydın)

  21. Aydın Gökmen (Balıkesir)

  22. Alaattin Sever Aydın (Batman)

  23. Şaban Kardeş (Bayburt)

  24. Suat Pamukçu (Bayburt)

  25. Hüseyin Arabacı (Bilecik)

  26. Hüsamettin Korkutata (Bingöl)

  27. İbrahim Halil Oral (Bitlis)

  28. Süleyman Coşkuner (Burdur)

  29. Orhan Şen (Bursa)

  30. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa)

  31. Hakkı Duran (Çankırı)

  32. Hüseyin Karagöz (Çankırı)

  33. İrfan Keleş (Çankırı)

  34. Bekir Aksoy (Çorum)

  35. Melek Denli Karaca (Çorum)

  36. Vahit Kayrıcı (Çorum)

  37. Sacit Günbey (Diyarbakır)

  38. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır)

  39. Mustafa Gül (Elazığ)

  40. Latif Öztek (Elazığ)

  41. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)

  42. Mihrali Aksu (Erzincan)

  43. Lütfü Esengün (Erzurum)

  44. Mücahit Himoğlu (Erzurum)

  45. Aslan Polat (Erzurum)

  46. Cezmi Polat (Erzurum)

  47. Nurettin Aktaş (Gaziantep)

  48. Mehmet Ay (Gaziantep)

  49. Turhan Alçelik (Giresun)

  50. Mustafa Yaman (Giresun)

  51. Lütfi Doğan (Gümüşhane)

  52. Bedri Yaşar (Gümüşhane)

  53. Süleyman Turan Çirkin (Hatay)

  54. Mustafa Geçer (Hatay)

  55. Metin Kalkan (Hatay)

  56. Abbas Bozyel (Iğdır)

  57. Osman Gazi Aksoy (Isparta)

  58. Mustafa Zorlu (Isparta)

  59. Ahmet Çakar (İstanbul)

  60. Mehmet Gül (İstanbul)

  61. Ali Oğuz (İstanbul)

  62. Nazif Okumuş (İstanbul)

  63. Bozkurt Yaşar Öztürk (İstanbul)

  64. Mehmet Pak (İstanbul)

  65. Avni Doğan (Kahramanmaraş)

  66. Mustafa Kamalak (Kahramanmaraş)

  67. Mehmet Kaya (Kahramanmaraş)

  68. Ali Sezal (Kahramanmaraş)

  69. Nevzat Taner (Kahramanmaraş)

  70. İlhami Yılmaz (Karabük)

  71. Hasan Çalış (Karaman)

  72. Arslan Aydar (Kars)

  73. Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)

  74. Hasan Basri Üstünbaş (Kayseri)

  75. Mustafa Haykır (Kırşehir)

  76. Mehmet Nacar (Kilis)

  77. Meral Akşener (Kocaeli)

  78. Kemal Köse (Kocaeli)

  79. Veysel Candan (Konya)

  80. Ali Gebeş (Konya)

  81. Mustafa Sait Gönen (Konya)

  82. Özkan Öksüz (Konya)

  83. Lütfi Yalman (Konya)

  84. Yaşar Canbay (Malatya)

  85. Basri Coşkun (Malatya)

  86. Ali Serdengeçti (Manisa)

  87. Fehim Adak (Mardin)

  88. Yalçın Kaya (Mersin)

  89. Enis Öksüz (Mersin)

  90. Cahit Tekelioğlu (Mersin)

  91. Metin Ergun (Muğla)

  92. İsmail Çevik (Nevşehir)

  93. Mükremin Taşkın (Nevşehir)

  94. Mükerrem Levent (Niğde)

  95. Cemal Enginyurt (Ordu)

  96. Yener Yıldırım (Ordu)

  97. Birol Büyüköztürk (Osmaniye)

  98. Mehmet Kundakçı (Osmaniye)

  99. Nezir Aydın (Sakarya)

100. Cevat Ayhan (Sakarya)

101. Osman Fevzi Zihnioğlu (Sakarya)

102. Ahmet Aydın (Samsun)

103. Musa Demirci (Sıvas)

104. Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

105. Mustafa Niyazi Yanmaz (Şanlıurfa)

106. Orhan Bıçakçıoğlu (Trabzon)

107. Nail Çelebi (Trabzon)

108. Şeref Malkoç (Trabzon)

109. Armağan Yılmaz (Uşak)

110. Maliki Ejder Arvas (Van)

111. Ayhan Çevik (Van)

112. Fethullah Erbaş (Van)

113. İlyas Arslan (Yozgat)

114. Ahmet Erol Ersoy (Yozgat)

115. Mesut Türker (Yozgat)

116. İsmail Hakkı Cerrahoğlu (Zonguldak)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu 3 olağanüstü toplantı önergesiyle ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının çağrı yazısını okutuyorum:

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında (2/13) ve (2/48) esas numaralı kanun teklifini, İnegöl Adıyla Bir İl; Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında (2/301) ve (2/357) esas numaralı kanun teklifini görüşmek için toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı duyurusu

                               7 Ağustos 2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından Bildirilmiştir :

Türkiye Büyük Millet Meclisini; (1/1034) Esas Numaralı 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını görüşmek için doğrudan doğruya; (1/955) Esas Numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, (2/13, 2/48) Esas Numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve (2/301, 2/357) Esas Numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifini ise yeter sayıdaki üyenin istemi üzerine 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te Anayasanın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddeleri gereğince olağanüstü toplantıya çağırıyorum.

Sayın milletvekillerinin belirtilen gün ve saatte Genel Kurul toplantısına katılmalarını rica ederim.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

4. – Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu ve 119 arkadaşının, (2/27) esas numaralı Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifini görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasına ilişkin önergesi (4/513)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamu hizmetlerinin ülke çapında verimli ve rasyonel bir şekilde yürütülebilmesi, bölgenin coğrafî yapısıyla birlikte sosyoekonomik ve kültürel yapısına ve nüfus artışındaki değişikliklerin idarî yapılanmaya yansıtılmasına bağlıdır. Bu çerçevede, bölgesel gelişimini pek çok alanda tamamlamış yerleşim birimlerinde bir statü değişikliği yapılmasını Anayasamızın 126 ncı maddesi açıkça belirtmektedir.

Sıvas İli 17 ilçesi ve yüzölçümüyle Türkiye'nin ikinci büyük topraklarına sahip şehridir. Suşehri'nin merkezinde bulunduğu Kelkit Vadisi bölgesi il merkezinden kopuk ve yerleşim yerlerinin  merkeze uzaklığı 200 kilometreden fazladır. Coğrafi yapı ve ulaşım şartları da gösteriyor ki, Kelkit Vadisi yeni bir ilin kurulması için en öncelikli bölgedir.

Sosyokültürel gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında, her türlü altyapısı, son derece modern hastanesi, yüksekokulu ve kalabalık nüfusu ile Suşehri Türkiye'nin en eski ilçelerindendir.

Tabiî konumu, ulaşım ağı, turizm ve enerji potansiyeli, stratejik önemi, tarım ve ticaret merkezi olması yönünden ve şehirleşme hızı en yüksek ilçesi olması bakımından bölgenin il olmaya en uygun ilçesi Suşehri'dir. Hangi ilçelerin il olması gerektiği ilmî kıstaslara göre tespit edildiğinde, bir ihtiyaç olarak bu özellikler, Suşehri'nin bir an önce il yapılmasında bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır. Bu meyanda şayet Türkiye'de bazı ilçeler il yapılacaksa, Suşehri bir zaruret olarak, birinci sırada yer almalıdır.

Suşehri'nin il yapılması ile yeni bir cazibe merkezî oluşturulacak ve böylece büyükşehirlere olan nüfus göçü de büyük ölçüde durdurulacaktır.

Anayasanın 93 üncü, İçtüzüğün 7 nci maddesi uyarınca, Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili, tarafımızdan daha önce verilen ve 691 sıra sayısı ile Meclis gündeminde bekleyen önergenin görüşülmesi için, TBMM'nin 8.8.2002 tarih ve saat 15.00'te olağanüstü toplantıya çağrılması istemiyle 110'un üzerinde milletvekiline ait imzalar ekte sunulmuştur.

Gereğini saygılarımızla arz ederiz.

   1. Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

   2. Abdüllatif Şener (Sıvas)

   3. Musa Demirci (Sıvas)

   4. Mehmet Ali Bilici (Adana)

   5. Yakup Budak (Adana)

   6. Musa Öztürk (Adana)

   7. Mahmut Nedim Bilgiç (Adıyaman)

   8. Dengir Mir Mehmet Fırat (Adıyaman)

   9. Mahmut Göksu (Adıyaman)

  10. Mehmet Özyol (Adıyaman)

  11. Yaşar Eryılmaz (Ağrı)

  12. Celal Esin (Ağrı)

  13. Musa Konyar (Ağrı)

  14. Ramazan Toprak (Aksaray)

  15. Ahmet İyimaya (Amasya)

  16. M. Zeki Çelik (Ankara)

  17. Cemil Çiçek (Ankara)

  18. Yücel Seçkiner (Ankara)

  19. Rıza Ulucak (Ankara)

  20. Cengiz Aydoğan (Antalya)

  21. Saffet Kaya (Ardahan)

  22. Hasan Ekinci (Artvin)

  23. İsmail Özgün (Balıkesir)

  24. Alaattin Sever Aydın (Batman)

  25. Burhan İsen (Batman)

  26. Suat Pamukçu (Bayburt)

  27. Mahfuz Güler (Bingöl)

  28. Hüsamettin Korkutata (Bingöl)

  29. Yahya Çevik (Bitlis)

  30. Zeki Ergezen (Bitlis)

  31. İsmail Alptekin (Bolu)

  32. Mustafa Örs (Burdur)

  33. Faruk Çelik (Bursa)

  34. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa)

  35. Teoman Özalp (Bursa)

  36. Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa)

  37. Oğuz Tezmen (Bursa)

  38. Mustafa Cumhur Ersümer (Çanakkale)

  39. Nevfel Şahin (Çanakkale)

  40. Hüseyin Karagöz (Çankırı)

  41. Beyhan Aslan (Denizli)

  42. Mehmet Gözlükaya (Denizli)

  43. Osman Aslan (Diyarbakır)

  44. Nurettin Atik (Diyarbakır)

  45. Sacit Günbey (Diyarbakır)

  46. Seyyit Haşım Haşimi (Diyarbakır)

  47. Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır)

  48. Abdulsamet Turgut (Diyarbakır)

  49. Latif Öztek (Elazığ)

  50. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)

  51. Sebahattin Karakelle (Erzincan)

  52. Zeki Ertugay (Erzurum)

  53. Lütfü Esengün (Erzurum)

  54. Aslan Polat (Erzurum)

  55. Mehmet Mail Büyükerman (Eskişehir)

  56. İbrahim Yaşar Dedelek (Eskişehir)

  57. Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir)

  58. Nurettin Aktaş (Gaziantep)

  59. İbrahim Konukoğlu (Gaziantep)

  60. Mustafa Yılmaz (Gaziantep)

  61. Lütfi Doğan (Gümüşhane)

  62. Mecit Piruzbeyoğlu (Hakkâri)

  63. Hakkı Oğuz Aykut (Hatay)

  64. Mustafa Geçer (Hatay)

  65. Metin Kalkan (Hatay)

  66. Ramazan Gül (Isparta)

  67. Erkan Mumcu (Isparta)

  68. Abdülkadir Aksu (İstanbul)

  69. Ahat Andican (İstanbul)

  70. Aydın Ayaydın (İstanbul)

  71. Şamil Ayrım (İstanbul)

  72. Ali Coşkun (İstanbul)

  73. Ediz Hun (İstanbul)

  74. Hüseyin Kansu (İstanbul)

  75. Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul)

  76. Nesrin Nas (İstanbul)

  77. Ali Oğuz (İstanbul)

  78. Nevzat Yalçıntaş (İstanbul)

  79. Işın Çelebi (İzmir)

  80. Hasan Ufuk Söylemez (İzmir)

  81. Yıldırım Ulupınar (İzmir)

  82. Avni Doğan (Kahramanmaraş)

  83. Mustafa Kamalak (Kahramanmaraş)

  84. Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş)

  85. Ali Sezal (Kahramanmaraş)

  86. Kemal Albayrak (Kırıkkale)

  87. Hacı Filiz (Kırıkkale)

  88. Nihat Gökbulut (Kırıkkale)

  89. Veysel Candan (Konya)

  90. Özkan Öksüz (Konya)

  91. Miraç Akdoğan (Malatya)

  92. Yaşar Canbay (Malatya)

  93. Fehim Adak (Mardin)

  94. Metin Musaoğlu (Mardin)

  95. Ali Er (Mersin)

  96. Turhan Güven (Mersin)

  97. Hasan Özyer (Muğla)

  98. Cemal Enginyurt (Ordu)

  99. Şükrü Yürür (Ordu)

100. Şükrü Ünal (Osmaniye)

101. Mehmet Bekâroğlu (Rize)

102. Nezir Aydın (Sakarya)

103. Cevat Ayhan (Sakarya)

104. Nevzat Ercan (Sakarya)

105. Mehmet Çakar (Samsun)

106. Musa Uzunkaya (Samsun)

107. Kadir Bozkurt (Sinop)

108. Yahya Akman (Şanlıurfa)

109. Mehmet Güneş (Şanlıurfa)

110. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)

111. Mehmet Yalçınkaya (Şanlıurfa)

112. Mustafa Niyazi Yanmaz (Şanlıurfa)

113. Mehmet Sait Değer (Şırnak)

114. Mehmet Salih Yıldırım (Şırnak)

115. Enis Sülün (Tekirdağ)

116. Şeref Malkoç (Trabzon)

117. Maliki Ejder Arvas (Van)

118. Fethullah Erbaş (Van)

119. İlyas Arslan (Yozgat)

120. Mehmet Çiçek (Yozgat)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER (Devam)

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun; daha önce yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrı konusuna ilaveten, Suşehri İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifini görüşmek için olağanüstü toplantıya çağrıldığına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı duyurusu

                               8 Ağustos 2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından Bildirilmiştir :

Türkiye Büyük Millet Meclisini; daha önce yapılmış olan olağanüstü toplantı çağrı konusu (1/1034) esas numaralı 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını görüşmek için doğrudan doğruya; (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, (2/13, 2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve (2/310, 2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla 5 İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerine ilaveten yeter sayıdaki milletvekillerinin istemi üzerine, Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili kanun teklifini de görüşmek üzere 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te Anayasanın 93 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7 nci maddeleri gereğince olağanüstü toplantıya çağırıyorum.

Sayın milletvekillerinin bildirilen gün ve saatte Genel Kurul toplantısına katılmalarını rica ederim.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum :

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

5. – Yaşar Okuyan’dan boşalan Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat Arseven’in, boşalacak olan Devlet Bakanlığına, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın atandıklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1153)

                               7 Ağustos 2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Başbakanlığın, 7 Ağustos 2002 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/12422 sayılı yazısı.

 İstifa eden ve istifası kabul edilen Yaşar Okuyan'dan boşalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Devlet Bakanı Nejat Arseven,

Bu suretle boşalacak olan Devlet Bakanlığına ise, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan,

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 ve 113 üncü maddeleri gereğince atanmışlardır.

Bilgilerinize sunarım.

                        Ahmet Necdet Sezer

                               Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Efendim, bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Saadet Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :

IV.– ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurul gündemindeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine, gündemde bulunan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerini bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin SP Grubu önerisi

                                          8.8.2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 13.30'da yapılan Danışma Kurulunda anlaşma sağlanamadığından aşağıdaki önerilerimizin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince doğrudan Genel Kurulun onayına sunulması hususunda gereğini arz ederim.

                              Yasin Hatiboğlu

                          Grup Başkanvekili

Öneriler :

1. 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü toplanan  TBMMM Genel Kurulunun gündeminin aşağıdaki şekilde tanzimi;

1 inci sırada (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının,

2 nci sırada Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili kanun teklifinin,

3 üncü sırada (2/13, 2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifinin,

4 üncü  (2/301, 2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah, Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla Beş İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerinin,

5 inci sırada, 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının görüşülmesi.

2. Gündemde bulunan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması.

BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu önerisinin lehinde, Sayın Hatiboğlu söz istediler; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Heyetin değerli üyeleri; biz, her nedense, nedir bilmem sebebini, olağanüstü halleri hep olağan hale getirdik. Şu, doğu ve güneydoğuda uyguladığımız olağanüstü hal, âdeta, olağan hale geldi, 23 yaşındaki delikanlı bilmiyor ne zaman başladığını. Şimdi, olağanüstü toplantıyı da, neredeyse olağan hale getirdik; her gün bir olağanüstü toplantı var. Onun sebebi, İçtüzüğün 7 nci maddesinin, Anayasanın 93 üncü maddesinin yanlış anlaşılması ve yanlış uygulanmasıdır. Eğer biz, bir olağanüstü toplantıyı, şartlarına uygun biçimde devam ettirebilseydik, tekrar tekrar olağanüstü toplantı yapmayacak ve her toplantıda, her birleşimde, değerli Divan Üyelerimiz, 350, 400, 500 civarında imza sahibini okumayacaktı. Yani, Meclis çalışacaktı ve üretecekti; bir başka ifadeyle -Yüce Heyeti hep tenzih etmişimdir, şahsı manevisine saygım hep sonsuzdur- avare kasnak gibi böyle boşa döndürülmüş olmayacaktı.

Ben, geçen gün itiraz ettim ve toplantı yetersayısı yoksa ertelersiniz, olduğu gün çalışırsınız dedim; bazı arkadaşlarım, kendi akıllarındaki, kafalarındaki beklentiye uygun düşmediği için itiraz ettiler. Bu, Meclisin istimraren; yani devamlı çalışmasının yolu ve şartıydı; "olmaz" dediler. Bendeniz, rahat edemedim; acaba nedir diye tutanaklara baktım; Millî Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonunun değişiklik gerekçesinde aynen şöyle deniliyor: "Danışma Meclisince kabul edilen 101 inci maddenin ikinci fıkrası madde metninden çıkarılmış ve ara verme veya tatil sırasında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde öncelikle bu toplantıyı gerektiren konunun görüşülmesini sağlamak amacıyla, bu konu görüşülmeden ara verme veya tatile devam edilemez hükmü getirilmiş ve böylece, ara verme veya tatil sırasında toplantıya çağrılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, çağrılmayı gerektiren o konu için toplanmadan..." Değerli milletvekilleri, dikkat buyurunuz; çağrıyı yaptınız değil mi, toplantı yetersayısını bulamadınız, toplanamıyorsunuz; dağılamazsınız, o toplantıyı gerçekleştirmeye mecbursunuz, maddenin gerekçesi bu; deniliyor ki; "...o konu için toplanmadan ve toplandıktan sonra da çağrılmaya esas olunan konunun görüşülmesi tamamlanmadan ara verme veya tatile devam etmesi engellenmiştir. Bu suretle, ara verme ve tatil sırasında yapılmış bulunan çağrı gereğinin yerine getirilmesi, sağlanması amaçlanmıştır." Bunu, anlatamadık... Ne yapalım, kerrat ile ifade ettik, arz ettik; ama, anlatamadık.

Şimdi, yeniden çağrıldık; önümüzde  3 konu var:

1. Ekbütçe tasarısı.

2. İş güvencesi tasarısı.

3. Bazı ilçelerin il, bazı yerleşim yerlerinin de ilçe olmasına dair talepler var.

Endişe ederim ki, korkarım ki -ben endişemi söylüyorum, kehanet değildir, kehanete ihtiyaç da yok; çünkü, perşembenin ne zaman geleceği çarşambadan belli oluyor- siz, Yüce Heyet "toplantı yetersayısı yoktur, bu olağanüstü davet düşmüştür" dediniz ya, buna rıza gösterdiniz ya, bugün, şimdi, burada da uygulanacak budur. Bütçeyi görüşeceğiz, illere gelince ya da iş güvencesine gelince, 20 arkadaşımız zahmet buyurup yerlerinden kıyam edecekler, ondan sonra, bir yoklama yapılacak, yetersayı bulunamayacak ve sonra denecek ki "ne yapalım, yetersayı bulunamadı, davet çağrısı düştü." Bu doğru değildir. Bunu -kehanette bulunmuyorum- iki gün evvelki uygulamadan çıkarıyorum. Böyle yaparsanız, yanlış yapmış oluruz. Gerçekten, Yüce Heyetimiz, çok büyük, çok değerli çalışmalar yaptı. Geliniz, şu milletimizin huzuruna giderken, yararlı birtakım işler daha yaparak gidelim.

Onun için, Saadet Partisi Grubu olarak, biz, dedik ki, bu  3 konunun görüşülmesine karşı değiliz; yani, bütçe görüşülmelidir, iş güvencesi görüşülmelidir, iller meselesi görüşülmelidir; bunlara karşı değiliz. Neye karşıyız; getirdiğiniz sıralamaya karşıyız; çünkü, siz, önce bütçeyi görüşürseniz, sonra, işiniz bitiyor ve öbür tekliflerin işini sessiz ve sakin bitirirsiniz, görüşülemez. Onun için, gelin, önce iş güvencesini görüşelim; bir.

İki, iller meselesini görüşelim; İnegöl'ü görüşelim, Suşehri'ni görüşelim, Şebinkarahisar'ı görüşelim ve ilçeleri görüşelim, sonra da bütçeyi görüşelim; çünkü, bütçe için oturup beklemeye mecbursunuz, mecburuz.

Biz, iş güvencesi dediğimiz zaman, yalnız işçi meselelerini düşünmüyoruz. Otuz yıl, dile kolay, otuz yıl, iş denildiği zaman üç ana faktörü birbirinden ayırmadık: Bir, işveren. İşverenin de problemleri var, onları da çözmeye mecburuz. Siz, problemli bir işverenle üretim yapamazsınız, problemli bir işverenle sanayi üretimi yapamazsınız, sanayi üretimi yapamadığınız yerde ihracat yapamazsınız, ihracat yapamadığınız yerde taze yabancı para bulamazsınız; taze para bulamazsanız, o fasit daire dönmeye başlar, ödünç almaya devam edersiniz ve biz bu hale geliriz. Onun için, diyoruz ki, işverenimizin, gerçekten, bu ülkenin kalkınmasına katkısı olan işverenimizin problemlerini çözelim.

İkincisi, işyeri. İşyeri problemleri de vardır. Şu kapanan işyerlerinin problemlerini çözmezseniz işveren ne işe yarayacak, işyerini kapattırdınızsa, iflas ettirdinizse ne yapacak bu işveren? Onun için, gelin, işyeri problemlerini de çözelim.

İşçinin, problemli, dertli, bizar, acılı, ıstıraplı, gözyaşlı olduğu bir ülkede üretimi nasıl gerçekleştireceksiniz? Eğer işçi perişansa, eğer işçinin yüzü gülmüyorsa, sizin yüzünüzü -üretimle- nasıl güldürecek? Onun için, biz dedik ki, gelin, iş güvencesi konusunu önce görüşelim, bitirelim, illere geçelim.

Ümit verdiniz illere, ilçelere ümit verdiniz. Şimdi, yolda Tarsus var, Merzifon var, Gebze var; Gebze'nin de enteresan bir teklifi oldu, onu ben tekrar etmeyeyim.

Değerli milletvekilleri, nereye gideceğiz böyle? Gelin, şu elimizdeki illeri bitirelim, sonra bütçeyi oturup konuşalım, bunların bitimine kadar da süreyi uzatalım; bizim teklifimiz budur.

Biz, bu çalışma modelini tanıyoruz; işinize geleni yapıp, bitireceksiniz, ondan sonra da işçiye, ne yapalım; toplantı yetersayımız olmadı diyeceksiniz. İlçelere de diyeceksiniz ki, ne yapalım... Hatta, uyanık biri çıkıp, diyecek ki İnegöllüye, değerli İnegöllü, 3 Kasımda aklını kullan, eğer biz iktidar olursak, kesin siz 82 numarasınız. Bu fırsatı da vermeyelim; onun için, bugün bunları bitirelim.

Bir daha sıralıyorum:

1. İşvereniyle, işyeriyle birlikte iş güvencesi.

2. İller meselesi.

3. Bütçemiz; elbette, seçime gidiyoruz, bütçe lazım, bunu yok sayamayız.

Değerli milletvekilleri, Değerli Divan; hepinize saygı sunuyorum. Ben, hayırlı çalışmaların olacağını hâlâ umuyorum. Çıkmamış canda ümit vardır derler, ümidim devam ediyor. Millete inanıyorum, millete güveniyorum, temsilcileri olarak size de güveniyorum ve saygı sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, saygı sundum efendim.

BAŞKAN - Saygı bizden efendim; teşekkür ederim.

Efendim, öneri üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

1 inci öneriyi okutuyorum :

Öneriler:

1. 8 Ağustos 2002 Perşembe günü saat 15.00'te olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulunun gündeminin aşağıdaki şekilde tanzimi;

1 inci sırada, (1/955) esas numaralı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının,

2 nci sırada, Suşehri'nin il yapılması ile ilgili kanun teklifinin,

3 üncü sırada, (2/13, 2/48) esas numaralı Şebinkarahisar İlçesinin İl Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifinin,

4 üncü (2/301, 2/357) esas numaralı İnegöl Adıyla Bir İl, Alanyurt, Cerrah; Kurşunlu, Tahtaköprü ve Yenice Adıyla Beş İlçe Kurulması Hakkında Kanun Tekliflerinin;

5 inci sırada, 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının görüşülmesi.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

2 nci öneriyi okutuyorum :

2. Gündemde bulunan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti, Yeni Türkiye Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :

2. – 4726 sayılı 2002  Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin birinci sırasına, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin ikinci sırasına alınmasına ilişkin MHP, DYP, ANAP, DSP, YTP ve AK Parti Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre toplanan Danışma Kurulunda siyasî parti grupları arasında uzlaşma sağlanamadığından aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve talep ederiz.

 

İsmail Köse

Turhan Güven

Nihat Gökbulut

 

MHP Grubu Başkanvekili

DYP Grubu Başkanvekili

ANAPGrubu Başkanvekili

 

Aydın Tümen

Oğuz Aygün

Salih Kapusuz

 

DSP Grubu Başkanvekili

YTP Grubu Başkanvekili

AK Parti Grubu Başkanvekili

Öneri : 894 sıra sayılı 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin 1 inci sırasına, 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının da 48 saat geçmeden gündemin 2 nci sırasına alınmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneri üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, üçüncü bir öneri daha var.

Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Sayın İsmail Köse ve Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Sayın Aydın Tümen'in vermiş oldukları öneriyi okutuyorum:

3. – 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin MHP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Meclisimizin olağanüstü toplanmasına gerekçe olan ekbütçe ile İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda değişiklik yapan (iş güvencesi) yasa tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını arz ve talep ederiz. 8.8.2002

İsmail Köse Aydın Tümen                               

MHP Grup Başkanvekili    DSP Grup Başkanvekili

BAŞKAN - Efendim, öneri üzerinde, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse lehinde söz istemişlerdir.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başkanlığın da okumuş olduğu, milletvekillerimizin önerilerinden anlaşıldığı üzere, iki önemli konu, 6 grup tarafından benimsenmiştir. Bu konuda, lehinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün yapılan Danışma Kurulunda, birinci sırada yer alan ekbütçenin 48 saat beklenmeden görüşülmesi, ikinci sırada, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi, üçüncü sırada da illerle ilgili tekliflerin görüşülmesini isteyen öneriler vardı.

Tabiî, Yüce Meclisimizin çalışma saatleri, usul ve esasları, Anayasamızda ve İçtüzüğümüzde belirtilmiştir. Bu sürede ne kadar yasa çıkaracağımız, hangi yasaları ne kadar süre içerisinde gerçekleştireceğimiz de, arkada bırakmış olduğumuz yetmişbeş yıllık Meclis tarihinde bellidir; yani, Meclisimizin dayanma süreci, çalışma süreci ve milletvekillerimizin, çıkaracağı kanunlarla ilgili sarf edeceği zaman belirlenmiştir.

Bu bakımdan, Milliyetçi Hareket Partisinin bu önerisine DSP Grubu da iştirak etmiştir; ancak, görüşme imkânını bulamadım, belki bulsaydık, diğer grup başkanvekili arkadaşlarımız da buna iştirak edeceklerdi; çünkü, aynı önerileri 6 grubumuzun değerli grup başkanvekilleri de benimsediğine göre, bu iki önemli konunun görüşülmesinin tamamlanmasına kadar, bu sürede Meclisimizin çalışmasıyla ilgili müspet katkıda bulunacaklarına da inanıyorum. Kaldı ki, benim konuşmamdan sonra, belki, bu katkılarını -kendileri, ya konuşarak ya yerlerinden ifade ederek- bu müspet düşüncelerini ifade edeceklerdir.

Ekbütçenin neden önce görüşülmesi gerekiyor? Saygıdeğer Hatiboğlu, burada, konuşmasında, sıralamanın değişik şekilde olmasını talep ettiler, bir Saadet Partisi Grubu önerisi olarak getirdiler. Ben saygı duyuyorum; ama, tartışmalarda Değerli Başkan vardı, Sayın Meclis Başkanımızın da ifade ettiği gibi -kendi ifadeleriyle söylüyorum- bütçe, seçimin müştemilatı, bir mütemmim cüzü haline gelmiştir. Esasen, Sayın Maliye Bakanının da, grup başkanvekillerimizle yapmış olduğu toplantıda ifade ettiği gibi, herhangi bir ödeneğin aktarılması, tertipler arasında bir değişiklik yapılması imkânı olsaydı, belki bugün bütçeyi getirmemiş olacaktık; ancak, Sayın Maliye Bakanı, Değerli Hatiboğlu'nun da bulunduğu bir toplantıda, böyle bir imkânın bulunmadığını, seçimde yapacağı harcamayla ilgili herhangi bir ödenek bulunmadığından dolayı çok büyük bir sıkıntı olacağını ifade etmiştir. Bunun yanında, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, basına intikal eden beyanında, biliyorsunuz, böyle bir imkân verilmediği takdirde Yüksek Seçim Kurulunun çalışmalarının sağlıklı olamayacağını ifade etmiştir.

Değerli milletvekilleri, seçimin sağlıklı yapılması, Yüce Meclisimizin en önemli görevidir. Seçimlerin, güvenlik içerisinde yapılması, eşit şartlar altında yapılması ve seçimlere herhangi bir gölgenin düşürülmemesi için, adaletin gözetim ve denetiminde yapılması gerekiyor. Adaletin sağlıklı gözetim ve denetimi ise -süresiz- bu üç ay içerisinde yapılacak çalışmalarla olacaktır.

Bir de, biliyorsunuz, güncelleştirme çalışması olacaktır; yani, seçmen kütükleri güncelleştirilecektir. Geçen 1999 seçimlerinden sonra, 4 000 000 genç nüfus yeni seçmen olarak devreye girecektir. O itibarla, Yüksek Seçim Kurulu Başkanının açıklamalarını biz olumlu karşıladık ve Maliye Bakanımızın da böyle bir teknik imkânı olmadığı için, bunu, 6-7 grubumuz da müspet karşıladı. 48 saat beklenmeden görüşülmesinde de, esasen, 7 grup da mutabık; ancak, yalnız Sayın Hatipoğlu "bu sıralamayı değiştirmek suretiyle görüşülsün; ama, 48 saat beklenmesin" ifadesinde bulundular. Tabiî, zaman itibariyle, böyle bir imkânın olması mümkün değil. Kaldı ki, İçtüzüğe baktığımızda, seçim işiyle ilişkilendirdiğimiz takdirde, yine, İçtüzüğümüz gereğince, öncelikle görüşülme gerekçesi de olabilir. Yani, ben burada bir iddiada bulunmuyorum; ama, bir görüş olarak ifade ediyorum; bu da, belki tartışmaya açılacaktır. Seçimin bir parçası olduğuna göre, seçimler öncelikle görüşüleceğine göre, ekbütçenin de öncelikle görüşülmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Arkasından, yine, kamuoyuna mal olan, yıllardan bu yana tartışılan, işçimizin alınteri, elemeği, göznurunun karşılığında, hak ve hukukunun korunması, Avrupa Birliği standartlarında bir işçi hak ve hukukunun ortaya çıkarılmasını içeren, yüzde yüz kâmil manada bir şey olmasa dahi, bugünkü şartlardan çok daha iyi imkânlar getirecek ve işçimizin hakkını koruyacak bir yasa tasarısı, hükümetimiz tarafından Meclise getirilmiş, Mecliste görüşülememiş, maalesef, gecikme olmuştur. Seçim olmasaydı, kesinlikle inanıyorum ki, hükümetimiz, arkasından, işçi-işveren dengesini koruyacak, işçi-işveren arasında herhangi bir kavgaya ya da husumete meydan vermeyecek İş Kanununu da getirecekti ve bu ikisi beraberce, dengeyi muhafaza edecekti; ancak, gecikme oldu ve seçim kararı aldığımıza göre, bu da Yüce Meclisin önüne geldiğine göre, biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, hükümetin ortağı olduğumuz için, bu sorumluluğu taşıdığımız için, altında imzamız olduğu için, ayrıca, 7 Grup Başkanvekilinin de altında imzası olması dolayısıyla -Grup olarak da bunun altında imzamız olduğu için- bu kanun tasarısının da Yüce Meclisimizin bu olağanüstü toplantısında görüşülmesini talep etmekteyiz.

Bir de şunu ekliyoruz: Bu iki önerinin, ekbütçenin ve iş güvencesi dediğimiz, kamuoyuna öyle mal olan, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasıyla ilgili bu önerimizi getirmiş olduk. Bu önerimize katkılarınızı bekliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köse.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, önerinin aleyhinde söz istiyorum.

BAŞKAN - Lehte başka söz talebi var mı?

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Aleyhinde söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu önce söz istediler efendim.

Sayın Salih Kapusuz, aleyhte ikinci konuşmacı.

Buyurun Sayın Başkanım.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; değerli arkadaşım Sayın Köse'nin takdimindeki, takdim edilen konudaki bazı hususları, izinleri olursa düzeltmek istiyorum.

Bir defa, ekbütçe, seçimin parçası değildir, tabir de yanlıştır. Kimi buna "müştemilat" diyor, -müştemilat meskenlerde söz konusudur- kimi "mütemmim cüz" diyor; bu tabirler yanlış. Kaldı ki, seçimin parçası da değildir. Eğer, seçimin parçası olsaydı, bizim yeniden olağanüstü toplantıya çağırmaya ihtiyacımız olur muydu?! Sayın Başkan, ekbütçe için niye bu Parlamentoyu olağanüstü toplantıya çağırdı, eğer, bu, seçimin parçası idiyse? Seçimin parçası, ayrılmaz parçası demek, seçimle birlikte görüşüp, seçimle birlikte karara bağlamak demektir. Seçimle birlikte görüşüp karara bağlamadığımıza göre, yeniden ihtiyaç duyup, Türkiye Büyük Millet Meclisini olağanüstü toplantıya çağırdığımıza göre, seçim işi başka, ödenek işi başka konudur. Doğrudur... Esasen, İçtüzüğümüzün 95 inci maddesi gayet açık. Değerli Köse -Grup Başkanvekilimiz- kendileri bu meseleyi çok iyi bilirler. 95 inci madde gayet açık; diyor ki: "Seçimlerin yenilenmesine dair önergeler, Anayasa Komisyonunda görüşülür ve Anayasa Komisyonu raporu Genel Kurulda gündemdeki bütün konulardan önce görüşüldükten sonra açık oya sunulur." Yani, Anayasa Komisyonunda görüşülecek olan, eğer bu seçimin bir parçası idiyse, niye bunu, biz... Ekbütçeyi nerede görüştük Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, söyler misiniz?! Sayın Başkan, biz, bu bütçeyi nerede görüştük; Plan ve Bütçe Komisyonunda görüştük. Peki, erken seçimi nerede görüştük; Anayasa Komisyonunda görüştük. Bu, nasıl bütündür ki, nasıl cüzi layetecezzadır ki; yani, ayrılması mümkün olmayan parçadır ki, bir parçasını gidip Anayasa Komisyonunda görüşüyoruz, bir parçasını gidip Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüyoruz. Bunun birbiriyle alakası yok; ayrı şeylerdir ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütün işlerin önüne geçecek olan seçimlerin öne alınmasına dair önergelerdir. Yoksa, seçimler için ödenek lazımmış, bu ödenek için düzenleme lazımmış; bu, bütün işlerin önüne geçer diye hiçbir düzenleme yok, hiçbir uygulama da yok.

Çok net söyledik biz ve açık da söyledim; bu, gerek iş güvencesi tasarısının görüşülmesinin davetinde gerek illerle ilgili tekliflerde benim imzam var, arkadaşlarımın da imzası var. Ben, imzama sahip çıkmaya mecburum. Ben, sahip çıkacağım imzayı atarım; sahip çıkamadığım imzayı atmam. (SP sıralarından alkışlar) Buna sahip çıkmak zorundayım ben. Sahip çıkmanın yolu nedir; bunu görüştürebilmektir. Görüştürebilmenin yolu nedir; görüştürebilmenin yolu da açık; önce, iş güvencesini görüşeceksiniz, sonra illeri görüşeceksiniz, sonra da bütçeyi görüşeceksiniz. Bunu görüştürebilmenin yolu bu; başka yolu yok. Başka yolunun var olduğunu söyleyen varsa, lütfetsin; ama, şimdi, birazdan, belki bir saat, belki iki saat, belki üç saat sonra göreceğiz ki, Yasin Hatiboğlu haklı söylemiş, doğru söylemiş. Bunu birlikte göreceğiz.

Ben, İsmail Köse değerli arkadaşımın, meseleyi, benim takdim ettiğimi mi acaba kendilerine tam anlatamadım; orada tereddütlerim vardı; onun için düzeltmek istedim. Yoksa, bunların görüşülmesinin 48 saat beklenmemesine biz de yandaşız, biz de taraftarız. Beklenmesin; ama...

BAŞKAN - Sayın Başkanım, affedersiniz; şimdi görüştüğümüz önerge, İsmail Köse ve arkadaşlarının; Meclis Genel Kurulunun çalışma saatini uzatmak için.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Evet efendim; niye buna karşı çıktığımızı söylüyorum.

BAŞKAN - Evet. Ben de şaşırdım da, onun için soruyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Buna neden karşı çıktığımı anlatıyorum deminden beri Sayın Başkanım.

Şu sebeple karşı çıkıyoruz: Biz istiyoruz ki, çağrıya sebep olan konuların tamamı görüşülsün. Süre bizim de talebimizde, bizim önergemizde de var zaten. Mutlaka dikkat buyurmuşsunuzdur. Biz de diyoruz ki, bu konular bitinceye kadar devam etsin; ama, şunu, Genel Kurulun yüksek malumatlarına, ıttılalarına arz etmek istedim ki, ekbütçe, seçimin ayrılmaz parçası değildir; ayrı konulardır bunlar.

Hepinize, Yüce Heyetinize, değerli Divanımıza saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, Sayın Köse ve arkadaşlarının önergesinin lehinde başka söz isteyen var mı?.. Yok...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, Aydın Bey geliyor.

BAŞKAN - Aydın Bey geliyor.

Buyurun...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan, ben de aleyhte söz istemiştim.

BAŞKAN - Bir dakika efendim; bir lehte bir aleyhte söz veriyorum. Önce, lehte, Sayın Aydın Tümen'e söz vereyim; sonra aleyhte, size söz vereyim efendim.

Efendim, çok karıştı işler; neyi görüştüğümüzü ifade edeyim: Aydın Tümen ve İsmail Köse, bugün, ekbütçe ile iş güvencesi yasa tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını talep ediyorlar.

Buyurun efendim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bugün, çalışmaların, ekbütçe yasa tasarısı ve iş güvencesi yasa tasarısının bitimine kadar uzatılması yönünde bir önergemiz olmuştur; bunun lehinde söz aldım; tekrar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Meclisin olağanüstü toplantısıyla ilgili olarak 4 önerge geldi. Birincisi, ekbütçe yasa tasarısı ve iş güvencesi yasa tasarısının gündeme alınmasıyla ilgili olarak 210 imzayı aşan bir önerge vardı. Bunun dışında, 110 imzayı aşan 3 önergeyle, 3 ilçemizin il olması talebi ve bunların içerisinde bir tanesinde bazı beldelerin ilçe olmasıyla ilgili bir önerge vardı.

Olağanüstü gündemin devam edebilmesi için, öncelikle, ilk önerge olan iş güvencesi önergesiyle birlikte, seçimin yapılabilmesi için ekbütçe kanun tasarısının görüşülebilmesi gerekiyor. Bunların yasalaşabilmesi için ve Meclisin de bir an önce gündemindeki konuları görüşüp, bir an önce ara verebilmesi için yoğun bir çalışma yapması gerekiyor. Bizim talebimiz, bu yoğun çalışmanın, öncelikle ekbütçe yasa tasarısıyla beraber iş güvencesi yasa tasarısının da gündeme alınmasından geçiyor.

Değerli milletvekilleri, Parlamentomuz 3 Kasım için seçim tarihini belirlemiştir. Eğer 3 Kasımda seçim yapılacaksa, mutlaka bu ekbütçe yasa tasarısının kanunlaşması gerekiyor Parlamentomuzda. Bunun arkasından, uzunca bir dönem, seçim atmosferine girilmeden önce, herkes -bunun içinde işverenler, işçi kesimleri ve hatta siyasî partiler- kendilerince birtakım paketler ele alarak, bunların seçimden önce görüşülmesini arzu etmişlerdir.

Bizim, Demokratik Sol Parti olarak, seçime gitmeden önce bazı düzenlemelerin yasalaşmasını arzu etmemiz gayet doğaldır; ki, biz, Demokratik Sol Parti olarak, şu aşamada Parlamentonun ve ülkenin seçime sürükleniyor olması bizleri rahatsız etmektedir ve bunun ülke çıkarına olduğuna inanmadığımızı her vesileyle ifade ediyoruz; bunu en net bir şekilde kamuoyuna açıkladık ve bu konuda gereken kararımızı ve kararlılığımızı Parlamentodaki oylamalarda ortaya koyduk. Şu an görüyoruz ki, aslında, Parlamento ve ülke, istemeyerek ve istemeyerek, seçime sürükleniyor. Çalışkan, gerçekten büyük işler başaran bu Parlamento, çok kısa bir süre sonra ömrünü tamamlayacak; gözüken bu. Bizim öncelik verdiğimiz, özellikle iş güvencesi yasa tasarısıyla ilgili konuya değinmek istiyorum.

Biliyorsunuz, iş güvencesi yasa tasarısı, bundan yaklaşık bir yıl önce, acil çıkması gereken 15 tasarının içerisinde yer almıştı. Özellikle Avrupa Birliği normları çerçevesinde hazırlanmış olan iş güvencesi yasa tasarısı bir an önce gerçekleşsin istedik; ama, o dönemki şartlar içerisinde bu mümkün olmadı. Tabiî ki, iş güvencesi yasa tasarısından önce, İş Kanunuyla ilgili genel düzenlemelerin yapılabilmesini arzu ederdik; fakat, bu da, Parlamentonun çalışmasında yerini alamadı. O açıdan, nasıl ki hukuk sistemimizi, nasıl ki ekonomik sistemimizi Avrupa Birliği normlarına uyarlamak için mücadele veriyor ve bu çalışmaları yapıyor isek, bunların büyük bir kısmını gerçekleştirmiş isek, çalışma yaşamımızı da mutlaka Avrupa Birliği normlarına uyarlamamız gerekiyor ve bunun da, iş güvencesi yasa tasarısının da, mutlaka, Parlamento seçime girmeden yasalaştırılması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, Parlamento çalışmalarının, belki, seçim kararı aldıktan sonraki süreç içerisinde bu şekilde yoğun bir tempoyla devam ediyor olması, ülke gündemimizde henüz daha çok şeylerin olduğunun göstergesidir. Belki bazı şeylerde geri adım atma şansımız yok, öyle gözüküyor; ama...

BAŞKAN - Sayın Tümen, ben saati iyi ayarlamamışım; siz kendiniz ayarlarsanız minnettar kalırım.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Başkan, zaten, bitiriyorum. Teşekkür ediyorum.

Bugün özellikle iki grup olarak bizim istirhamımız, ekbütçe kanun tasarısıyla beraber iş güvencesi kanun tasarısının yasalaşmasını istiyoruz ve önerimiz bu yöndedir. Desteğinizi istiyor, saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tümen.

Aleyhte, son söz, Kayseri Milletvekili Sayın Salih Kapusuz'un.

Buyurun Sayın Kapusuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün olmuş, Türkiye Büyük Millet Meclisi 449 milletvekilinin oyuyla seçim kararının almış, Yüksek Seçim Kurulu seçim takvimini açıklamış, bürokraside görevli olanların, siyasî partilerde yönetici olanların resmen görevlerinden ayrılması gerekli olan ana yaklaşılmış; buna rağmen, hâlâ, bir siyasî partinin sözcüsü çıkıp da seçimlerin yapılıp yapılmamasını tartışıyorsa, doğrusu bunu kabullenmek, millet adına kabul etmek mümkün değildir. Hem "demokratik" diyeceksiniz, isminiz böyle olacak, "demokrasi" diyeceksiniz, "millet iradesi" diyeceksiniz, halktan korkacaksınız, bunun anlamı yoktur. Bunun, artık tartışma zemininden çıkması fiilen millet tarafından kabullenilmiş olduğu bir ortamda tartışmaya açılmasını fevkalade yadırgadığımı ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, bir diğer husus -ki, bunun da altını çizmek istiyorum- özellikle seçim ve ek bütçe meselesini birbirinin parçası mıdır, tamamlayıcısı mıdır, müştemilatı mıdır gibi tartışmaların da anlamı yoktur. Şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, başta Meclis Başkanının doğrudan çağrısı, milletvekillerinin de büyük bir ekseriyetle çağrısıyla toplandı. Zannedersem, bu konuyu, benzerse, aynen şuna benzetmek mümkündür: Seçim ve ek bütçe ilişkisi, otomobil ile benzin ilişkisi gibidir, bu kadar birbirine yakın olan hususların, artık bundan sonra, bunun parçası olup olmadığını tartışmanın manası kalmamıştır. Evet, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuyu da, bugün burada noktalayacaktır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu önerinin aleyhinde olmamızın sebebini izah etmek isterim. Biraz önce, 6 grup başkanvekilimizin imzasıyla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bir karar verdik, bir öneriyi kabul ettik. Kabul ettiğimiz öneri, iki husustan ibarettir: Sıralama belli; birinci olarak ekbütçe, ikinci olarak da İş Kanunu ve Sendikalar Kanunundaki değişiklik; bunu, 48 saat geçmeden gündemimize alıp görüşüyoruz. Zaten, bu konuyla ilgili olarak, biraz sonra da ifade edeceğim gibi, bunlar bitinceye kadar çalışılıp çalışılmamasından daha önemli olan, gündeme alınmasıdır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, elbette, Türkiye, demokratik bir ülkedir. Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ilgili yapılan çalışmaların, milletimiz nezdinde, bu Parlamento adına müspet bir adım olduğu, her fırsatta ifade edilmektedir. Tabiî, bu hükümet, beceri, başarı konusunda yetersiz kaldığı için, yapılacakları zamanlama olarak yerinde yapamadı. Uyum yasalarından olduğu ifade edilen -ki, hükümet üyesisiniz- bu paketin içerisinde olması gerekli olan bir tasarıyı, siz, şu anda, tekrar gündeme getirmek mecburiyetinde kalıyorsunuz. Neden; çünkü, hazırlıklı değilsiniz, yeterli değilsiniz; hatta, bu konularda samimî bile değilsiniz. Seçim şartları doğmuştur; bu şartların zorlamasıyla gündeme gelen bu hususu, öyle veyahut da böyle, siyasî malzeme yapmanın doğru olmadığı kanaatini taşıyorum.

Evet, ILO'ya ve Avrupa Birliği uyum yasalarına uygun olan İş Güvencesi Yasasının, mutlaka bu Parlamento tarafından çıkarılması konusunda, zannediyorsam, bütün milletvekillerinin ve partilerimizin bir mutabakatı söz konusu; ancak, burada bir husus var ki, bunun da altını çizmeden geçmek doğru olmaz. Bu hak, işçilerimizin yerinde bir talebidir ve doğru bir hakkıdır. Bunu vermek, elbette, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bir görevidir; ancak, Türkiye'nin üst üste yaşamış olduğu ekonomik krizler, iş hayatında yaşanan sıkıntılar, buna bağlı olarak, çalışma yasasında eşzamanlı olarak yapılması gerekli olan düzenlemeler, maalesef, yine eksik yapılmaktadır.

Evet, işçilerimizin hakkı olduğu kadar, işverenlerimizin de haklı birtakım serzenişleri vardır. Ekonomik kriz ve güvensizlik ortamı hâlâ devam etmektedir. Ben, biraz önce, değerli arkadaşlarımızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Danışma Kurulunda da ifade ettim. Elbette, bu yasa tehir edilmemelidir; ancak, bir husus var ki, bu da dengelenmelidir: İşçilerimizin bu hakkını yerine getirelim; ancak, işverenlerimizin de birtakım talepleri var, en azından, bunu, dengeyi sağlamak için, bir adım atalım. Bunun yolu, şayet, hükümet ile işçi-işveren arasında yapılabiliyorsa ki, geçmişte bu çalışmaların yapıldığı her fırsatta ifade ediliyor; ancak, bu konuda bir mutabakat sağlanmamışsa, hükümet hakemlik görevini yapamıyorsa, biz, Parlamento olarak, Meclis Başkanı olarak, bu çalışma döneminde bunu yapalım, tehir etmeyelim. Yani, işin özü ve esası itibariyle, işçi temsilcilerimiz, işveren temsilcilerimiz ve hükümetimizle birlikte, bir araya gelelim, bugün olur, yarın olur, saatini birlikte belirleyelim; ihtilaf konusu nedir, istenilen nedir... Bunun uzun bir zamana da yayılmasına ihtiyaç yoktur. Hep birlikte, bu konuda Parlamentonun da katkısını almak için, tarafları bir araya getirip, bu konuyu çözmemiz mümkündür. Onun için, bugün, bitinceye kadar, bu yasanın, bu tekliflerin çıkarılması konusundan daha çok, bunun çözüm haline getirilmesi, bir problem değil, bir çözüm ve çare haline getirilmesi konusuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Onun için, bazı işçi kesimlerimiz, bunun dışında kalmalarından dolayı, sürekli, sizleri ve bizleri arıyorlar ve "tarım kesimi burada yok" diyorlar, "denizcilik kesimi burada yok" diyorlar. Buna benzer birçok kesim de, işçi kesimleri olarak "bu iş güvencesinde yokuz" diyorlar. O halde, taraflar olarak bu serzenişleri, Parlamento olarak, mutlaka ama mutlaka dikkate almalıyız; ama, bundan da şöyle bir sonuç çıkmamalıdır: Yani, bu talep, bugün, olağanüstü toplanan bu Parlamentonun çalışmalarına, gündem maddesi olarak girmesiyle yapılan çalışmalar, tehir edilmemelidir. Yani, bu toplantının arifesinde, bu mutabakat sağlanmalı, işçi, işveren, hükümet ve Parlamento, topyekûn, bu problemi çözmeliyiz. Bu konunun artık tartışma zeminine sürekli gelmemesini, özellikle, bu karardan sonraki dönemde tartışmaların son bulmasını önemsemeliyiz diye düşünüyorum.

Sayın Başkanım, o halde, bu öneriyi kabul etmek yerine... "Bugün, bu iş bitsin" demek doğru olmaz. Dolayısıyla, Parlamentodaki diğer gruplarımızın da dikkatlerini bir kez daha çekiyor ve diyorum ki: Evet, bugün, bitinceye kadar bunu çalışmak yerine, bu, gündemimizde olduğu için, bu konuları da görüşmeden Meclisi kapatmak gibi bir niyetimiz olmadığına göre, bütün siyasî partilerimizin bunun altında imzası bulunduğuna göre, yaptığımız işi doğru dürüst yapmalıyız; yani, efradını cami ağyarını mâni, tabiri caizse dört dörtlük yapmalıyız, tarafları memnun ederek bu çalışmaları tamamlamalıyız diye düşünüyorum. Dolayısıyla -bu önerinin aleyhinde- bu, gündeme almış olduğumuz, özellikle ekbütçe ve buna bağlı olarak İş Güvencesi Yasa Tasarısıyla ilgili düzenlemeleri doğru dürüst yapıp, Meclisi ondan sonra kapatmalıyız diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kapusuz teşekkür ediyorum.

Sayın Ünal, bir arzunuz mu var efendim?

Buyurun.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, hemen iki cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Hangi konuda söz istiyorsunuz?

NESRİN ÜNAL (Antalya) - İş Güvencesi Yasa Tasarısı için...

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluk olarak, idamı kaldırmak, azınlık vakıfları hakları ve ana dilde öğretim için oy verdik; oysa, karnı doğru dürüst doymayan, çocuğunu iyi şartlarda okutmaya gücü yetmeyip...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Bu konuyla ne ilgisi var?!

BAŞKAN - Peki efendim... Teşekkür ederim, anladım ben... Çok teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, ne oylayacağımızı söyleyeyim. Ekbütçe ile İş Güvencesi Yasa Tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulumuzun çalışma süresinin uzatılmasını; yani, bitimine kadar çalışma kararı almak istiyor Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse ile Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen. Bu öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ediyorum efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Hatiboğlu, haddim değil de, madem kabul edecektiniz ne diye bizi oyaladınız; vakit geçirdiniz! İnsaf!..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Nasıl; anlamadım?..

BAŞKAN - Efendim, haddim olmayarak bir şey söyledim; madem kabul edecektiniz, niye, bizi... Ben yanlış anlamışım; affedersiniz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, bizim süre uzatma talebimiz...

BAŞKAN - Doğru efendim, siz, ekbütçeyle ilgili...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - ...üç hususun birlikte görüşülmesi içindi. Yani, iş güvencesi yasa tasarısı ve illerle ilgili yasa teklifleri de görüşülsün diye süre uzatma talebinde bulunduk.

BAŞKAN - Evet; teşekkür ediyorum efendim.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Olağanüstü toplantı konusu olan ve alınan karar gereğince gündemin 1 inci sırasına alınan 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı : 894 (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 894 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya milletvekili Sayın Cevat Ayhan söz istemiştir.

Buyurun Efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 894 sıra sayılı 2002 yılı bütçesinde ek ödenek verilmesiyle ilgili, seçimlerle ilgili eködenek verilmesiyle ilgili, getirilen kanun tasarısında, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım.

Muhterem arkadaşlar, 2002 yılı bütçesinin 8 inci ayındayız; ancak, önceki ay bütçe uygulamaları, her ayın 20'sinde Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanmaktadır. Elimizdeki bilgilerden ocak-haziran dönemine bakalım -altı aylık uygulamalara bakalım- bu altı aylık sürede harcama nedir, gelir nedir bunu görelim. Altı aylık uygulamalara baktığımızda; harcamaların toplamı 53-54 katrilyon, gelirlerin toplamı 36 katrilyon, bütçe açığı da 18 katrilyon liradır, yuvarlak olarak ifade ediyorum. Bu altı aylık dönemde toplanan vergi 25 katrilyon, ödenen faizlerin toplamı da 28 katrilyondur; yani, görülüyor ki, altı aylık bütçe uygulamalarında, faiz ödemeleri, vergi gelirlerini aşmış bulunmaktadır. Zaten, bu aşma keyfiyeti, 2001 yılında da böyleydi, 2002 yılında da aynı şekilde devam etmektedir.

Yine, faiz ödemelerine baktığınız zaman, bütçedeki hedefin yüzde 67'sine ulaşmış bulunulmaktadır. Borç faizleri ödemeleri için bütçeye konulan 43 katrilyon liradır. Bunun 28 katrilyon lirası, bu hedefin üçte 2'sini, yüzde 67'sini teşkil etmektedir. Görülüyor ki, bütçedeki açık, yıl sonuna doğru daha da büyüme istikametinde gelişmektedir.

Yine, bütçenin rakamlarına baktığımız zaman, giderlerin gelirlerden daha fazla arttığını, dolayısıyla, neticede de, bütçe açıklarının çoğaldığını ve bütçe açıkları sebebiyle borçlanmanın çoğaldığını, borçlanma sebebiyle de faiz ödemelerinin çoğaldığını görüyoruz.

Muhterem arkadaşlar, hükümet, üç yılını doldurmuştur, şimdi seçime gitmektedir. Bu hükümetin üç yılda ne yaptığına baktığımız zaman, ülkeyi bir felakete götürmüştür. 1999 yılında teslim aldığı şartları, 2002 yılının ağustos ayına mukayese ettiğimiz zaman, bütün rakamlar aleyhtedir; yani, bu hükümetin üç yıllık çalışmaları, millete hiçbir şey kazandırmamış, milletin sırtındaki yükleri artırmış, milleti, sefalete ve açlığa mahkûm etmiş bulunmaktadır.

Evet, birçok kanunlar çıkarılmıştır "Derviş kanunları" dediğimiz, 15 günde 15 kanun çıkarılmış, birçok kanun çıkarılmış; ama, kanun çıkarmakla Türkiye'deki insanların durumu iyileşmemiş; durum daha da kötüye gitmiş bulunmaktadır. Tabiî, bunun neticesi olarak da, bugün, halkta, fevkalade infial vardır. Hükümete karşı infial vardır, siyasete karşı infial vardır; toplam olarak bütün partilere karşı da infial vardır. Nitekim, bu seçim kararını halk "bugünkü hükümetten kurtulayım da de olursa olsun" diye büyük bir şevkle, büyük bir sevinçle karşılamış, bu şekilde bir sevinç ifadesinde bulunmuştur.

Değerli arkadaşlar, tabiî, halkın bu şikayetlerinin sebepleri nedir diye baktığımız zaman, şunu söylemek istiyorum: Demokrasi de, cumhuriyet de millet içindir, insanlar içindir. Demokrasinin de, cumhuriyetin de halka hizmet vermesi lazım; halka saadet getirmesi lazım; halkın hukukunu koruması lazım; halkın değerlerini koruması lazım; netice itibariyle, halkın seçtiklerinin, halkı koruması lazım; halkın şartlarını geliştirmesi lazım. Tabiî, biz, bunu yapabilmiş miyiz; maalesef, biz, bunu yapamıyoruz; yani, Türkiye tablosuna baktığımız zaman, bunun böyle olduğunu görüyoruz; uluslararası mukayeselere gittiğimiz zaman böyle olduğunu görüyoruz; bugüne kadar hep bu kürsüde "başka ülkelerin durumu nedir, bizim durumumuz nedir" diye bunları mukayese olarak arz etmeye çalıştık; ama, bunların hiçbir faydasının olmadığını görüyorum. Zira, bu meseleleri anlayacak, kavrayacak, yönetecek kabiliyette bir hükümet ortada olmadığı sürece, rakamlar ne olursa olsun, hiçbir şey iyileşmiyor, daha da kötüye gidiyor. Neticede, tabiî, halk şaşırmış vaziyettedir. Halk seçiyor; ama, seçtikleri Ankara'da şaşırıyor; halkın hakkını savunmuyor, halkı eziyor, fakirleştiriyor, işini ve aşını kaybettiriyor, inancının üzerinde, hak ve özgürlüklerinin üzerinde baskı uyguluyor.

Değerli arkadaşlar soruyorum size: Seçilip geldiniz, 1999 seçimlerinde ne sözler verdiniz, üç yılda neler yaptınız? Bakın, neler yaptığınıza baktığımız zaman, seçilip geldiniz, halkın seçtiği bir milletvekilini sırf başı örtülü diye bu Meclisten attınız; iktidar çoğunluğu bunu yaptı. Seçilip geldiniz, haziran ayında ilk yaptığınız iş, 12 yaşından küçük çocukların Kur'an kursuna gitmesini kanunla yasakladınız. Bale kursuna gider, müzik kursuna gider; ama, Kur'an kursuna gitmez diye tarihte ilk defa kanunla dinî eğitimi yasakladınız; Stalin Rusyasında dahi olmayan kanunlara bu yasakları koydunuz. Ondan sonra, milletin evlatlarını sırf başı örtülü diye okul kapılarından çevirdiniz; okulların kapılarına panzerleri götürdünüz, polisleri götürdünüz, güvenlik güçlerini götürdünüz, millete eziyet verdiniz ve milletin fertleri sırf kılık-kıyafet sebebiyle hastanelerde horlandı, ölüme mahkûm edildi. Bütün bunların sorumlusu sizsiniz değerli arkadaşlar; siz derken, elbette bu hükümettir, elbette bu hükümeti güvenoyuyla ayakta tutan iktidar çoğunluğunu kastediyorum.

Şimdi, bunları millete nasıl anlatacaksınız? Bakın, iktidarda olduğunuz bu üç yıllık dönemde 15 000 fabrika kapanmış, 400 000 esnaf dükkânını kapatmış, 1 500 000 kişi işini kaybetmiş; mevcut fabrikalar sökülüp yurtdışına gidiyor, Balkanlara gidiyor, Çin'e gidiyor, her tarafa gidiyor. Köylü, traktörüne mazot, tarlasına gübre alamıyor. Köylünün ürettiği para etmiyor. Esnaf, kirasını, elektrik parasını, Bağ-Kur primini ödeyemiyor. Köylü, esnaf, işçi, memur, emekli geçinemiyor. 70 milyon Türkiye kazanıyor, çalışıyor; ama, rantiyeyi, faizcileri besliyor. İşte, gösterdim size; vergi gelirlerinin tamamı faize gidiyor. Uluslararası sermayenin âdeta kölesi haline geldik.

Değerli arkadaşlar, bakın, bugün neyi konuşuyoruz. Türkiye'nin Karadeniz Bölgesinde, aşağı yukarı 15 ilde fındık ekimi yapılır. Fındık çiftçileri, mahsullerini topluyorlar, pazara götürecekler; ama, ne fiyat alacaklar belli değil. Fiskobirlik'in bir kuruş parası yok, hükümetin bir kuruş desteği yok. Hükümet, bu meseleleri görmüyor. Tabiî, çiftçinin kalbi tıp tıp tıp atıyor; acaba, fındığımı kaça satacağım, pancarımı kaça satacağım... Bunları gören, bunların üzerinde çalışan, maalesef, bir hükümet, bir siyasî irade yok.  Bu çiftçi 11 ay beklemiş, borçları ödenecek ve önümüzdeki kış için ihtiyaçlarını karşılayacak. Maliyeti 1 200 000 lira; ama, hükümet destek vermiyor. Fiskobirlik'te para yok ve ne olacağı da belli değil.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabiî, fındık üreticisi Hasan bekleyemez, malını satacak. Tabiî, Avrupa'daki, Hamburg'taki fındık ithalatçısı Hans da, yarı fiyatına toplayıp götürecek. İşte, 54 üncü Refahyol Hükümeti, Erbakan Hükümeti, benim de içinde bulunduğum hükümette "Hans kazanmayacak, fındık üreticisi Hasan kazanacak" dedik, 2 dolar fiyat verdik; Hans da, 2 dolardan fındığı aldı. Neticede ne oldu; Türkiye'nin ihracat geliri 2 misli oldu; yani, 965 000 000 dolara yükseldi. Türkiye de kazandı, Hasan da kazandı. Tabiî, fındıkçı da memnun, Türkiye de memnun. İşte, hükümet bu.

Bir ay sonra, pancar çiftçisi feryat edecek. Neden; fiyat vermeyeceksiniz. Ne olacak?.. Ne yaptığınızın farkında mısınız? Pancar ekme, tütün ekme, fındıkları sök, fabrikaları kapat, sanayi yıkılsın, tarım yıkılsın, petrole para bulamayan Türkiye tarım ürünlerini ithal etsin... Türkiye sömürge haline geliyor. İnsanlar bir dilim ekmeğe muhtaç, bir tas çorbaya muhtaç hale geldi. İnsanlar umudunu kaybetmiş durumda. 28 Şubat rüzgârıyla gelen iktidarlarınız Türkiye'yi krizden krize, kâbustan kâbusa sürüklüyor değerli arkadaşlar.

Şimdi seçime gidiyoruz. Telaş içindesiniz, görüyorum. Ya halk sizi seçmezse diye panik içindesiniz. Seçim neticelerinden ürküyorsunuz. Ne yapalım da neticeye tesir edelim diyorsunuz. Çekilin halkın önünden. Sizden çektiği zulmün hesabını seçimde soracak. Halk, siyasetin tamamına küskün. Neden; seçtikleri onu korumuyor, güç odakları karşısında dik durmuyor; güç odakları halkın iradesi önüne engel çıkarıyor. Çalışma hayatında sıkıntı var; çalışan atılıp, yerine ucuz, sigortasız işçi alınıyor.

İşte, şimdi, işçi kesimi bekliyor. Gelin, işgüvencesi yasasını çıkaralım; ama, salı günü bunu engellediniz hiç sebepsiz yere, şimdi bugün yine engelleyeceksiniz. Meclis düzenleme yapacak, olmaz... Sendikalar tedirgin. Patronlar baskı yapıyor diye feryat ediyorlar.

Ah gidi ah değerli arkadaşlar! 28 Şubat döneminde beşli grup el ele oldunuz -sendikalara söylüyorum- size, ülkeye hizmet eden hükümete cephe açtınız, şimdi hep birlikte acısını çekiyoruz. Ülke yanıyor; yangın yerine döndü. Evet, tabiî, bu şartlar böyle devam etmez. Seçimle inşallah bunlar düzelecek.

Milletin sıkıntısı, baskıcı seçkinlerdir. Halk baskı altında olacak, soygun devam edecek, halk fakirleşecek; demokrasi mi, hukuk mu, adalet mi, bunlar hep göstermelik olacak; ama, insanlar ezilecek. Bu dönem bitti artık. Merhum Ali Fuat Başgil Hoca "vatandaş, senin hakkın, hukukun, idare adamının ökçe çamuru değildir" der bir eserinde. Evet, hüküm bu. Karar nedir? Karar şu: Vatandaşın hakkını çiğneyenler, tepesinde oturamayacaklar. Bu karar ne zaman çıkacak; bu karar, inşallah, 3 Kasım seçimlerinde çıkacak değerli arkadaşlar.

Bu seçimde, 28 Şubat taşeronluğu bitecek, Apo sayesinde seçim kazananlar bitecek. Evet, çare var. Çare nedir; çare, millî görüştür; çare, inşallah, Saadet Partisinin iktidarıdır. Medyanın bütün engellemesine rağmen, inşallah, tırnaklarımızla çalışarak, söke söke geleceğiz, geçmişte geldiğimiz gibi, yine geleceğiz. Bizi, halkımız, Refahyol Erbakan Hükümetinden tanıyor. Ne kadar engel olunsa da, inşallah, bu mesaj halka daima ulaşacak. Halk, gerçeği sonunda bulacak ve desteğini verecektir.

Şimdi, hükümette, hükümetin bir kanadında bir telaş görüyoruz; seçim neticeleri ya şöyle olursa ya böyle olursa, ya falan parti gelirse ya falan parti gelmezse... Size ne arkadaş! Eğer Türkiye'de demokrasinin çalışması için bir düzen kuracaksanız, üç yıldır iktidardaydınız, niye bu düzeni kurmadınız, niye bunu getirmediniz?! Siz, işinize gelmediği zaman, anayasayı değiştirir, siyasî partilerin kapatılmasını kolaylaştırırsınız; ama, Avrupa Birliğinden baskı gelince de, tekrar, anayasada değişiklik yapıp geri adım atarsanız. Şimdi, tabiî, bir telaş içindesiniz. Bunu normal şartlarda yapmanız lazım. Elbet, Türkiye'de, yönetebilen bir demokrasi olması lazım; ama, halkın hukukunun da engellenmemesi lazım; ara rejimlerle, darbelerle, baskılarla halk iradesi üzerine ipotek getirilmemesi lazım. Halk seçimde yanlış yapmışsa, bir seçim daha yaparsınız. Nihayet, doğrusunu bulacak olan halktır; ama, biz, falan partinin gelmesini istemiyoruz, onun gelmesini engelleyecek şekilde Seçim Kanununu böyle yapalım, şöyle yapalım derseniz, kazdığınız kuyuya kendiniz düşerseniz. Bırakın, halka baskı yapmayın. Bırakın, halk, kendi iradesi istikametinde seçimi yapsın.

Değerli arkadaşlar, bugün, hakikaten, Türkiye yanıyor. Bugünkü şartların devam etmesi mümkün değil. Tabiî, dilerdik ki, hükümet, bu ekbütçe tasarısıyla beraber, yangın olan kesimlerin yangınını söndürecek olan tedbirleri de beraber getirsin, çarelerini de beraber getirsin; ama, görüyoruz ki, bunları görmüyor, bunları yönetemiyor, bunları kavrayamıyor ve bunları anlayamıyor. İnşallah, seçimde bunların hepsi değişecek; ona inanıyorum. Millet, kendi aklıselimiyle kendisine hizmet edecek iktidarları seçecek ve getirecektir.

Değerli arkadaşlar, bugünkü şartlarda Türkiye'nin devam etmesi mümkün değildir dedim. Türkiye'nin, üretime dönmesi, ihracata dönmesi, bu istikametteki projelere destek verecek bir anlayışta olması lazım; aksi takdirde, bütün kaynakları kurutmuşsunuz, herkesi üretemez hale getirmişsiniz, bütün piyasaları çökertmişsiniz... Burada, düşürdüğünüz enflasyonun da hiç kimseye ve hiçbir topluluğa faydası yoktur. İşte, bu şekilde aciz hale getirilen, yoksul hale getirilen Türkiye, elbette ki, uluslararası sermayenin de tekeline girmekte ve uluslararası güçler tarafından da çok kolay yönlendirilebilmektedir. Bu şartlarda, Türkiye'nin, dışpolitikada hukukunu koruması çok zordur. Bakın, geçenlerde bir Amerikan televizyonunda bir yorumcu ne dedi; "biz, IMF'yle Türkiye'yi satın aldık; biz ne istersek onu yapmaya mecburdur." Evet, Türkiye'nin iradesini, maalesef, sizin hükümetiniz, ipotek altına soktu. 54 üncü hükümet olarak yaptığımız güzel işlerin hepsini, 55, 56 ve 57 nci hükümet olarak -bugünkü iktidarın üç ortağının ikisi 55, 56'da, üçü de 57 nci hükümette olmak üzere- bozdunuz, Türkiye'yi yönetilmez hale getirdiniz. Birtakım güç odaklarına sırtınızı dayayarak geldiğiniz iktidarda, millete hizmet değil, millete külfet oldunuz, milletin derdini artırdınız. Ahali sizi istemiyor, halk sizi istemiyor. Onun için, bu erken seçimden, kaçınmadan, endişe etmeden, bir an önce seçim sandığını milletin önüne getirmeniz lazım. 5 yılda tahrip ettiğiniz Türkiye, inşallah, yeni gelecek iktidarlar tarafından, tekrar, yönetilir hale getirilecektir. Çaresizlik diye bir şey yoktur. Cenabı Allah, bir zorluğa sonsuz kolaylık ihsan eder; yeter ki, biz, gayretle, ısrarla, milletin meselelerini çözecek iradeyi ortaya koyalım.

Değerli arkadaşlar, hükümetiniz, Türkiye'de bütün sektörleri çökertti. Bakın, tarımda, bugün, nefes alacak hal kalmadı. Geçenlerde bir ilçeye gittim; çiftçiler, borçla mazot alıp, tarlasında çalışmak durumundadırlar. Çiftçiler, tefecilerden borçla, yüksek faizle kredi alıp, ayakta durma gayreti içindedirler. Şimdi bunların mahsullerine de para vermiyorsunuz. Tabiî, bütün girdiler büyük ölçüde artmış vaziyette. Sizin enflasyona endeksli olarak verdiğiniz fiyat desteklerinin hiçbir manası yoktur, hiçbir faydası yoktur; çiftçileri ezilmekten korumayacaktır, kurtarmayacaktır.

Size şunu ifade ediyorum: Türkiye toprakları, bu takip ettiğiniz politikalar sebebiyle, ekilemez vaziyete gelecektir, tarımda rekolteler düşecek, üretim azalacaktır. Neticede, Türkiye, petrol ithal ederken, aynı zamanda, dışarıdan gıda maddeleri ithal eden bir ülke haline gelmiştir. Tarım ürünlerinde ithalat ihracatı aşmıştır; Türkiye kendine yeterlilik kabiliyetini kaybetmiştir. Tarımda uyguladığınız doğrudan destek politikaları çiftçiye sıkıntı vermektedir. Şimdi, yeni getirdiğiniz 2002 yılındaki uygulamalarla ilgili yirmi çeşit belge istiyorsunuz. Çiftçinin bunları toparlaması mümkün değildir. Kısa yoldan, bu doğrudan destekten vazgeçin, ürüne destek verin, fiyata destek verin, kaliteye ve maliyete destek verin. Avrupa çiftçisine ne veriyorsa, bizim de çiftçimize benzer destekleri vermemiz lazım. Bakın, bugün Avrupa'da çiftçinin cebine giren her 100 liralık gelirin 38-39 lirası destektir; kamu desteğidir, devlet desteğidir, fon desteğidir. Bizdeyse, bu, sadece 13 liradır. Siz, şimdi bunları da kaldırma durumundasınız. Yani, çiftçiyi yok ediyorsunuz. Çiftçi ne yapacak; gecekondulara mı gelsin, İstanbul'un, Bursa'nın, Ankara'nın banliyölerine mi yığılsın; buralarda nasıl geçinecek, bunun sosyal maliyeti nedir, iktisadî maliyeti nedir, oturup, bunların hepsini düşünmeli; ama, ortada bunları düşünecek bir hükümet yok. Münferit olarak bakanların gayretleri olabilir; ama, ortada siyasî iradeyi birleştiren bir hükümet iradesi olmayınca da, bu meselelerin hiçbirinin çözülmesi mümkün değil.

Ben, bu ekbütçe getirilirken, dilerdim ki, bu mağdur olan emeklinin, memurun, çiftçinin, esnafın dertlerine de deva olacak olan bir kaynak ortaya konulsun; ama, bütün kaynakları alıp faize verirken, bunu düşünecek halinizin olmadığını biliyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Teşekkür ederim Muhterem Başkan. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı, 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 21 inci Dönem Parlamento çalışmaları, emsali olmayan uygulamalarla faaliyetlerini sona erdiriyor. Şu anda Genel Kurulda tartıştığımız tasarı da, bugüne kadar, her dönem sonunda, "erken seçim" adı altında, erken seçim uygulamaları içinde, finansman açısından yürütülen uygulamaların dışında bir uygulama olarak gündeme getirilmiştir. Sayın Maliye Bakanımız, erken seçimin finansmanı için tahmin edilen 150 trilyonluk kaynağı takriben 100 katrilyonluk bütçe içerisinden sağlayamayacağı gerekçesiyle, özel bir uygulama olan eködenek kanununa ihtiyaç duymuş ve seçimin finansmanı için, 150 trilyon liralık, sadece ödenek talep etmiştir. Belirtmeliyim ki, bu ödenek, bir gelirle karşılanmıyor, artık bizim de alt alta yazmakta zorlandığımız 120 küsur katrilyonluk borç bütçesine 150 trilyonluk bir ilave yapıyor. Böylece, ne kadar sıkı bir bütçe uyguladığımızı, ne kadar disipline riayet ettiğimizi, 100 katrilyona da 150 trilyonu sığdıramadığımızı herkese ilan ediyoruz. Gerçekten, bu anlamda bir bütçe uygulamasına saygı da duymak lazım; eğer gerçek resim buysa, eğer bütçe bu ölçülerde, bu daraltılmış ölçülerde sıkı bir bütçe disiplini ilkeleri içerisinde uygulanıyorsa.

Bunlara değinmekte yarar var; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 150 trilyonluk, bütçenin içerisinde kuruş bile değerinde olmayan bir tutar üzerinde çok fazla mesai harcamasının anlamı yok; ama -bütçe tekniği açısından ifade ediyorum- Sayın Bakanın yönetiminde olan 98 küsur katrilyonluk bütçe harcama büyüklüğünün, her anlamda ve teknik açıdan da, 150 trilyon liralık bir açığı finanse etmesi mümkündür. Bütçe uygulayıcıları bunu çok yakından bilir; ama, burada, herhalde, seçimin getirdiği atmosferle uyumlu olsun diye, ek bir düzenleme yapılması ihtiyacı doğmuştur. Bu vesileyle, bütçe ne yönde gelişiyor, bütçenin artıları ve eksileri var, onlara birkaç satırla değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, altı aylık bütçe sonuçlarını bakanlık açıkladı. Görüyoruz ki, bütçe için, 35 katrilyon liralık gelir toplamışız ve 53,6 katrilyonluk harcama yapmışız ve altı ayda 17,8 katrilyon açığımız var. Her ay için yaklaşık 3 katrilyon açık ve bütçe için öngördüğümüz 26,9 katrilyonluk açık hedefinin yüzde 66'sını, böylece, ilk altı ayda oluşturmuş oluyoruz. Bütçe harcama temayüllerini bilen, yakından izleyenler çok iyi hatırlayacaklardır ki, bütçe harcamalarında ikinci yarı yıl daha ağırlıklıdır, daha ertelenmiş harcamalar gündeme gelir. Öyle anlaşılıyor ki, bu bütçenin açık rakamı, 26,9'un çok ötesinde bir rakama ulaşacaktır ve bu rakam da, bu açığı aşan, yani, 98 katrilyonluk büyüklüğe sığmayan harcamalar da, bu yılın bütçesinde teknik olarak bütçeleştirilmemiş olacak ve 2003 yılına aktarılacaktır. Böyle bir aktarma operasyonunun içerisine neden 150 trilyonun sığmadığını, gerçekten, sormak lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın ve bütçe uygulamasının yıldız ifadesi "faizdışı fazla." Burada da bir başka görüntü var. Bu görüntüye göre, altı aylık dönemde, IMF'nin çok sevdiği bu büyük rakam, yani, 10,5 katrilyonluk faizdışı fazla oluşmuş. Esas olan bu; çünkü, faiz dahil fazlanın farkını kim ödeyecek, bunu sorgulamıyoruz; ama, diyoruz ki, burada koskocaman bir artı var; 15 katrilyon artı öngörmüşüz, 10,5 katrilyonu gerçekleşmiş ve IMF'den de çok büyük alkış alıyoruz. Eğer çizgiyi iki satır arasında değerlendirirseniz, böyle; ama, işin esası öyle değil.

Değerli arkadaşlarım, bütçeden birkaç ayrıntı daha vermek istiyorum. Sosyal güvenlik kuruluşlarının harcamaları için, 7,9 katrilyon ödenek ayrılmış ve bunun 5,4'ünü kullanmışız. SSK Genel Müdürlüğünün -SSK Başkanlığının- ikinci yarı yıl için elinde kalan ödenek -haziran ayı sonu itibariyle- sadece 316 trilyon lira ve Bağ-Kurun da 409 trilyon lira. Bunun anlamı şudur: Sadece bu kuruluşta -henüz bütçeleştirmediğimiz, asıl eködenek kanunuyla çözmemiz gereken sorun olarak -burada, zaten 1,5-2 katrilyonluk bir açık var.

Faizin, kur farklarının ne kadar bir açık yarattığını, yüzde 78-79'luk faizlerin bu yılın borç servisine ne kadar ilave yük getirdiğini bilmiyoruz; ama, bütün bunlar için bütçeye ihtiyaç var. Ekbütçe, bunlara teknik açıdan bir çözümdür, kaynak yaratmaz; ama, şeffaf, doğru, ilkeli bütçe uygulamasında bu rakamların yer alması lazımdı. Ekbütçe, kala kala, 150 trilyonluk bir büyüklüğe ödenek yaratma uygulamasına dönüştü. Buna işaret etmek istiyorum.

Tabiî, bütçeyle, bu sıcak ağustos ayında, bu seçim döneminde konuştuğumuz konuları alt alta yazdığımızda ilgilendirilecek çok daha özel konular var. Bunlardan, hepimizi yakından ilgilendiren, bu ülkede Artvin'den İstanbul'a kadar ekimi yapılan bir ürün ve 435 000 aileye mensup 2,5 milyon insanımızın geçim kaynağı olan fındığın finansmanında ihtiyaç duyulan kaynak, bu bütçeyle, şu anda görüştüğümüz eködenek tasarısıyla, çok yakından ilişkilendirilmek zorundaydı. Burada, fındık üreticilerimiz çok ciddî bir sorunla karşı karşıya.

Değerli milletvekillerimiz, Sayın Zaimoğlu'yla birlikte iki akşam önce fındık üreticisi illerden gelen milletvekillerimizle yaptığımız toplantıda, ortadaki sorunu tanımladık ve borsa başkanlarıyla paylaştık. Değerli arkadaşlarımız, akut hale gelmiş bu sorunu her şeyden sorumlu, ülkenin tek yetkilisi Sayın Derviş'e anlatmaya çalışıyorlardı. Bilemiyorum, ne sonuç aldılar. Bir sonuç almadıklarını biliyorum; çünkü, sonuç alınmasını nasıl engellediklerini biliyorum. Olaya bir bütünlük içerisinde bakarsanız değerli arkadaşlarım...

Fındıkta birkaç rakam vermek istiyorum. Bu yıl 2,5 milyon insanın üreteceği fındık rekoltesi 735 000 ton civarında. Fındıkta 200 000 ton stok fazlası var. Değerli arkadaşlarım, bugün, fındık, serbest piyasada 70 sente satılıyor. Evet, 70 sente satılıyor! Fiskobirlik, 2000 yılında IMF-Dünya Bankası desteğiyle "sermaye" adı altında verilen 250 trilyonun yaklaşık 150 trilyon lirasını kullandı, geçen yılı bununla geçirdi; depolarında fındık var, kasasında para yok. 700 000 ton civarındaki rekoltenin 150 000 tonunun, mutlaka, Fiskobirlik tarafından alınması gerekiyor. Alınmadığı takdirde, üreticinin 2002 yılındaki piyasada bulabileceği fiyat 70 senttir değerli arkadaşlarım. Belki bunun da altına düşecektir.

Fiskobirlik çaresiz, Fiskobirlik kaynak arıyor; ama, Fiskobirlik'in ve diğer tarım satış kooperatiflerinin yeniden yapılandırılması uygulaması içinde yürürlüğe konulan yasa, yasa maddesi olarak, birliklere destek sağlanmasını yasaklıyor.

Fiskobirlik yönetimi, bugün, Ankara'da, kanunla yasaklanmış olmasına rağmen, üreticinin karşı karşıya bulunduğu bu hazin ve çaresiz tabloya çözüm bulmak üzere, 300 trilyon lira kaynak arıyor değerli arkadaşlarım, 300 trilyon lira; 2 500 000 insanımızın, dünyanın en kaliteli ürününü üreten insanımızın çaresizliğine, fiyatlar nedeniyle oluşturulan fakirleştirilmesine, bu sürece çözüm olacak arayışlar içinde.

Bu çözümün yeri, değerli arkadaşlarım, Parlamento; bu çözümün yeri bütçe; bu çözümün yeri, işte bu eködenek yasası. Eğer üreticiden yanaysanız, üreticinin sorununu çözmek durumundaysanız, eğer Karadenizde fındık fiyatlarında ve fındık alımlarında yaşanan trajediyi anlamak istiyorsanız, sadece erken seçim için 150 trilyon lira kaynak bulmak yerine, DFİF içinde ya da bütçede başka bir kalemden 250 - 300 trilyon lira kaynak yaratmak zorundasınız; ama, anlaşılan o ki, Sayın Derviş'in ve hükümetin bu konuda hiçbir duyarlılığı yok. Bu, çok hafife alınacak bir konu değil. Geçen yıl geçiştirildi, ortalama 1 dolar civarında fiyatlarla fındık üreticisi bir ölçüde korundu; ama, Fiskobirlik, gerçek anlamda sıfırı tüketmiş durumda ve bugün, devletin gücüne, devletin desteğine, her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı vardır değerli arkadaşlarım.

Bunu burada görüşmemek, bu vesileyle bütçe içinde konuşmamak, gerçekten eksiklik olacaktı. Ben, fındık üretiminin ağırlıkta olduğu bir bölgenin milletvekili olarak, bunu, burada, özenle ve detayla vurgulamak zorundayım.

Bu dönem Parlamentosunda, üzülerek yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.  Bunları anlatmak, bunları konuşmak, Derviş heyecanı içerisinde, IMF programları heyecanı içerisinde, biraz da küçümsenerek, popülizm diye tanımlandı. Şimdi size soruyorum değerli arkadaşlarım: Bunları anlatmak görev mi, değil mi; bunlar üzerinde, çözüm için, burada, milletin kürsüsünde konuşmak görev mi değil mi; evet, hepimiz için görev değerli arkadaşlarım, hepimiz için!.. Çaresizliği düşünün; 1 ton fındık üreten insan, bugün açıklanacak fiyatı bekliyor.

Değerli arkadaşlarım, Fiskobirlik yönetiminin hesaplarına göre, fındığın 2002 yılındaki maliyeti 2 000 000 küsur lira. Tam rakam var... 2 000 000 lira fındığın maliyeti ve bu fındığı üretene refah payı olarak ve maliyetlerini dikkate aldığınızda ödemeniz gereken fiyat, gerçekten, yapılan hesaplamalara göre, aşağı yukarı 2 777 000 lira. Bugün fındığa kaç lira verileceğini kimse bilmiyor. Fiskobirlik müdahale etmekten, regülasyon için alım yapmaktan mahrum ve fiyat, muhtemelen, 1 000 000 lira düzeyinde oluşacak, 1 000 000 lira... Evet, üretenin kilo başına gerçek anlamda kaybı, 1 777 000 lira değerli arkadaşlarım. Bunlar bizim vatandaşlarımız, bunlar bizim üreticimiz, bunlar bizim muhtaç hale getirdiğimiz kitleleri oluşturan insanlarımız. Bütün bunlar için bütçeyi bir kaynak olarak kullanmak zorunluluğu olduğu açık; ama, seçime rağmen, ortada bir tepki yok. Bu husus, fevkalade önemli. Neden suskun kalıyoruz?!

Bakınız, fındığın bundan önceki dönemlerdeki fiyatı 246 sentti; bugünkü fiyatı 70 sent; aradaki fark, yaklaşık 1,60 dolar, 1 dolar 60 sent. Bugünün kuruyla bu rakam, yaklaşık 2 800 000 lira değerli arkadaşlarım. İşte, IMF ve Dünya Bankası programı içinde "tarım reformu" adı altında yapılan uygulamanın faturası, kilo başına, fındık üreticisine bu olmuştur. Reformun bütün ayakları askıda kalmıştır. Reformun sadece bir tek boyutu işlerlik kazanmıştır; fındık üreticisi 2,46 dolar olan kilo başına fiyatını, bugün, 70 sent düzeyine indirmiş; çaresiz, gerçek anlamda çaresiz ve başvuracak bir merci bulamayacak bir konumda, hepimizi izlemektedir. Tek çareleri, her şeye çözüm bulduğuna inanılan Sayın Derviştir. Sayın Derviş'in bu konularda bir duyarlılığı olmadığını -umuyoruz olur- hep beraber göreceğiz.

Peki, ne yapacaktır bu insanlar; iki sene, üç sene önce, bugünkü fiyatlarla baktığınızda, kilo başına 2 800 000 lira kaybı olan insan nereye gidecektir? Böyle bir reform programının uygulamasının sonucu bu olabilir mi? Dekar başına 10 000 000 lira vererek, Karadenizdeki fındık üreticisini koruyabilir misiniz? 13 500 000 liraya çıktığını söylüyoruz. Böyle bir destek neye çare olur?! Böyle bir destek, bu üretici kitlesi için ne ifade eder; şüphesiz etmez.

Bakınız, doğrudan gelir desteğinin mantığı ve uygulaması şudur: Siz, kilo başına, önceki duruma göre, 1 dolar 60 sent gelir kaybına uğradınızsa -dünyadaki uygulama budur- bu gelir kaybını "doğrudan gelir desteği" altında bir şekilde finanse etmek zorundasınız. Tütünde aynı şey var, pancarda aynı şey var değerli arkadaşlarım.

Bütün bunların kaynağı, sosyal açıdan çok önemli bir belge olan bütçedir. Bütçede bunlara kaynak bulmak, bütçede bunları planlamak, bütçede bunları çözmek zorundayız. Bu çözüme dair bu bütçeler hiçbir şey ifade etmiyor ve şu anda Sayın Derviş çok gururla ifade ediyor "seçim de olsa, bu ülkedeki sistemi kimse değiştiremez" diyor. Doğrudur; bu Parlamentonun, bu programın bir parçası olarak, bu tür çok acil ve zor durumlar için üreticiyi desteklemek, kollamak adına alabileceği kararları kanunla yasaklamışız; buna güveniyor Dünya Bankasının çok bilmiş uzmanları; ama, onlar, onların kaydında ve sorumluluğunda değil, hepimizin kaydında ve sorumluluğunda; bu ülkenin insanı, bu ülkenin vatandaşı, bu ülkede bu sorunları yaşıyor.

Trajik bir tablo var fındıkta; diğer ürünlerde de var; ama, biz, bunları çözüm anlamında, gerçekten çözüm üretemez duruma gelmiş, siyasî olarak çözümsüzlüğü âdeta çaresizlik içinde izleyen bir konumdayız değerli arkadaşlarım.

Bu, tabiî ki, bütçe içinde açılmış çok geniş bir parantez...

BAŞKAN - Sayın Kabataş...

KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan.

Bu, bütçe uygulaması içinde açılmış bir geniş parantez; ama, bu kürsüde konuşulması gereken bir konu. Hem güncelliği hem sonuçları itibariyle öyle özel bir konu olduğu için bu vesileyle bunları ifade etmek istedim.

Konu önemli; hassasiyet çok ileri safhada değerli arkadaşlarım. Bakın, Türkiye, bu yıl fındık üreticisine 70 sent fiyat ödeyerek yoluna devam edemez. Diğer ürünlerde de aynı şeyler var. Seçime gidiyoruz; seçimde herhalde bunları da anlatmak durumundayız. Daha doğrusu bize sorulacak, biz de bir şekilde cevap vereceğiz; neyi yaptığımızı neyi yapamadığımızı, niçin yaptığımızı niçin yapamadığımızı; ama, tabloyu doğru anlayarak, doğru yorumlayarak, milletin ekonomik açıdan karşı karşıya bulunduğu felaket tablosunu doğru teşhis ederek bir duruş sergilemek zorundayız.

Bu vesileyle bunlara işaret ettikten sonra, erken genel seçimin, hepimize, ülkemize, ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde.

Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekbütçe kanunu tasarısı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Seçim kararının alınmasıyla birlikte, seçimin finansmanı için gerekli olan 150 trilyonluk eködenek talebini görüşüyoruz. Mevcut kanun tasarısında, 150 trilyonluk eködenek talebinin 85 ilâ 90 trilyonu, siyasî partilere devlet yardımı olarak verilmek üzere ve kalan 55-60 trilyonu da, Yüksek Seçim Kurulunun, seçimin finansmanını sağlamak, seçim masraflarını karşılamak için harcanacak miktarı içermektedir.

Siyasî partilerin, şüphesiz, pek çok gelir kaynakları vardır; ama, bu gelir kaynaklarının, siyasî partilerin, seçimin finansmanı açısından veya normal zamanlardaki hayatlarını idame ettirmek açısından yeterli kaynaklar olduğunu söylememiz mümkün değildir. Bunun için, siyasî partilere "devlet yardımı" adı altında, Siyasî Partiler Yasasında bir yardım düzenlenmektedir; bu yardım da, her yıl bütçe kanunlarından verilmektedir. Tabiî, seçime ilişkin hükümleri ise farklılık arz etmektedir; seçim dönemlerinde verilen miktarlar da farklı bir biçimde uygulanmaktadır.

Siyasî partilerin yasal finansman kaynaklarına başvurmaları, şüphesiz, siyasî ahlakın bir gereğidir. Siyasî partilerin halka hizmet hedefinden sapmamaları için, yasal yönden, hayatlarını idame ettirecek bir finansman kaynağına kavuşturulması gereklidir; aksi halde, yasal olmayan alanlarda finanse edildikleri takdirde, halka hizmet amacından sapacakları ve kendilerini finanse eden çevrelerin menfaatlarını maksimize etmeye çalışacakları aşikârdır. Türk siyasî hayatına baktığımızda, geçmişte bunun acı tecrübeleri, maalesef, yaşanmış bulunmaktadır.

Siyasî partilerin finansman kaynakları, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununda, üyelik aidatları, milletvekili aidatları, aday adaylarından alınacak özel aidatlar, parti malzeme ve yayınlarından elde edilecek gelirler, parti mal varlığından elde edilecek gelirler ve bağışlar şeklinde sıralanmıştır; ama, bu gelir kaynakları siyasî partilerin hayatlarını idame ettirmeye yeterli olmadığı için, Siyasî Partiler Yasasında bir de "devlet yardımı" adı altında bir yardım düzenlenmiştir. Siyasî partiler için, devlet yardımı olarak, her malî yıl, genel bütçe vergi gelirleri (B) cetveli toplamının beşbinde 2'si tutarında bir kaynak ayrılmaktadır. Bu kaynak, milletvekili seçimlerinin yapılacağı yıl 3 kat olarak ödenmektedir, mahallî idare seçimlerinin yapılacağı yıl ise 2 kat olarak ödenmektedir. Milletvekili seçimleri ve mahallî idare seçimlerinin birlikte yapılacağı bir ortamda ise, bu kaynak, 2 kat olarak ödenmektedir. 2002 yılı 3 Kasımı itibariyle seçim kararı alınmasıyla birlikte, yasa gereği, B cetveline konulan ve siyasî partilere dağıtılan yardımın 2 kat daha fazlasının tahsisi gerekmektedir. Bunun için, hükümet, bu yasa tasarısını Meclise sevk etmiş bulunmaktadır.

2002 malî yılı itibariyle, ocak ayının 10'unda, bütün siyasî partilere, 2002 malî yılında öngörülen devlet yardımları dağıtılmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, 2002 yılı başında, DSP'nin aldığı yardım miktarı 9,6 trilyon, MHP'nin 7,7 trilyon, ANAP'ın 5,7 trilyon, DYP'nin 5,7 trilyon, CHP, Saadet ve AK Partinin de 3,7 trilyon olmak üzere, toplam 39 trilyon 700 milyar liralık bir kaynak, 10 Ocak itibariyle dağıtılmış bulunmaktadır. Tabiî, şu andaki Siyasî Partiler Yasası gereği, bu kaynağın 2 katı tutarında, yani 79 trilyon 400 milyar liralık bir kaynağın, siyasî partilere, devlet yardımı olarak verilmesi gerekmektedir. Bu rakam dağıtıldığında, şu anda siyasî partilerin alacağı kaynaklara baktığımızda, DSP 19,2 trilyon, MHP 15,5 trilyon, ANAP 11,4 trilyon, DYP 10,4 trilyon, CHP, Saadet ve AK Parti de 7,5 trilyon liralık bir devlet yardımına kavuşmuş olacaklardır.

Şimdi, şunun da sorulması lazım: Sayın Maliye Bakanı, bu kanun tasarısını getirdiğinde, siyasî partilere devlet yardımı olarak 85 ilâ 90 trilyonluk bir kaynak talebinde bulunmuştur; bu, 150 trilyon içindeki rakamdır; ama, vergi gelirlerinden ayrılacak toplam miktar 79 trilyondur; dolayısıyla, bu 85-90 trilyon şeklinde talep edilen kaynağın gerçek nedeninin ne olduğunu da, Sayın Bakanın, burada Genel Kurula arz etmesi, bu konuyu aydınlatması gerekmektedir.

Diğer bir husus da şudur: Kaynağın mevcut siyasî partiler arasında dağılımına bakıldığında, DSP'nin aldığı miktar belki dikkat çekmektedir; 19 trilyonluk bir kaynaktır. Tabiî, burada 19 trilyonluk kaynak, şüphesiz, DSP'ye yasa gereği verilmektedir. Siyasî Partiler Yasasındaki milletvekili seçimlerinde alınan oy miktarı ve milletvekili seçimleri sonucunda çıkarılan milletvekili sayısı, yani Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirtilen, ilan edilen milletvekili sayısı dikkate alınmak suretiyle, yasa gereği öngörülen bir rakamdır; ama şu anda Meclisteki birtakım yeni siyasî partilerin ortaya çıkması sonucunda, şüphesiz, DSP'nin sandalye sayısının yarı yarıya indiğini açıkça görmekteyiz; tabiî, bu yarı yarıya inme sonucunda da, 19 trilyonluk bir kaynağın verilmesinin de, adalete, haklı bir nedene dayandığını söylememiz hiçbir zaman için mümkün değildir. Bunu ifade ederken, ben, bir siyasî partiyi hedef olarak ifade etmiyorum, adaletin gereği olarak ifade ediyorum. Böyle bir tablonun ortaya çıkması sonucunda, şüphesiz, yasa gereği bu rakam verilmektedir; ama, görülüyor ki, yasada ciddî bir eksiklik vardır; çünkü, seçim sonrası Parlamento tablosundaki değişimler yasa yapılırken dikkate alınmamıştır; yani, Yüksek Seçim Kurulunun, seçim sonrası, oy oranı + milletvekili sayısına, ilan ettiği sayıya göre tespit edilen bir rakamdır; ama, Parlamentodaki değişim sonucunda, bu rakamın ne kadar değişmiş olduğunu hepimiz görüyoruz; ama, yasadaki böyle bir eksikliği giderecek zamanın da, erken seçim kararının alınması nedeniyle artık mümkün olmadığını da maalesef hepimiz görmekteyiz.

Bu arada, devlet yardımlarıyla ilgili birkaç hususu da zikretmek gerekir. Devlet yardımları şüphesiz partilerin sadece genel merkezlerini finanse etmek üzere verilen yardım değildir; partinin genel merkezi + tüm teşkilatlarıyla birlikte o partinin siyasetinin finansmanı için, o siyasî partinin bütün organlarının, bütün teşkilatlarının finansmanı için verilen yardımlardır; ama, Türkiye'de, Siyasî Partiler Yasasına baktığımızda, verilen devlet yardımlarıyla ilgili herhangi bir dağıtım kriterinin ortaya konulmadığını, dolayısıyla, bugüne kadar verilen yardımların, maalesef, siyasî parti merkezlerinde harcandığını, çok sembolik rakamların teşkilatlara aktarıldığını ve hiçbir siyasî partinin de, buna ilişkin bir dağıtım kriterini, bugüne kadar tespit etmediğini görüyoruz.

Tabiî, demokrasilerde, siyasî partilerin paylaşım kültüründe, demokrasi kültüründe, bunun böyle olmaması gerekmektedir. Şüphesiz, siyasetin finansmanı için verilen paraların, siyasî partilerin bütün birimleri arasında adil bir şekilde dağılımına ihtiyaç vardır. Ben, bununla ilgili olarak, daha önce, Meclise bir yasa teklifi vermiştim, dağıtım kriterleriyle ilgili olarak; yani, siyasî partilerin aldıkları devlet yardımlarının yüzde 40'ını teşkilatlarına aktarmaları şeklinde ve teşkilatların, gerçekten parasal ihtiyaçları olması nedeniyle, siyaseti, bir bakıma parasızlık nedeniyle yeterince yerine getirememeleri nedeniyle. Ancak, böyle bir yasa teklifinin, burada, Parlamentoda kabul görmediğini de, açıkça görmüş bulunuyoruz.

Tabiî, şunu ifade etmemiz lazım bununla ilgili olarak: Biz, siyasî parti olarak, AK Parti olarak, kuruluşumuzdan itibaren, tüzüğümüze, devlet yardımı olarak aldığımız miktarın yüzde 30'unun teşkilatlara dağıtılması yönünde bir hüküm ihdas ettik ve 2002 yılı itibariyle, biz, aldığımız toplam devlet yardımının, 3,7 katrilyonun yüzde 30'unu siyasî parti teşkilatlarımıza dağıttık. Tabiî, bunun, bütün siyasî partiler tarafından yapılması, şüphesiz, demokrasi gereği ve paylaşım kültürünün gereğidir.

Ayrıca, şunu da ifade edelim: Bir taraftan, siyasî partilerin aldıkları devlet yardımlarının, şeffaf bir şekilde, nerelere harcandığı, hangi alanlarda kullanıldığına ilişkin olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi demokratik bir gerek vardır; ama, bugüne kadar, siyasî partilerin bunu yapmadığını da, maalesef, üzülerek görmekteyiz. Biz, AK Parti olarak, tüzüğümüzde ve programımızda, aldığımız devlet yardımlarının veya mevcut gelirlerimizin nereye harcandığını, üç aylık dönemler halinde, kamuoyuna arz etmeyi taahhüt ettik ve bunu siyasî partimizin internet sitesine yerleştirdik. Dolayısıyla, üç aylık dönemler halinde, AK Partinin gelirlerinin nerelere harcandığının kamuoyu tarafından internet sitesinde izlenmesi imkânı da bu şekilde gerçekleşmiş oldu.

Tabiî, burada 150 trilyonluk bir kaynak talebi var. 150 trilyonluk kaynak talebinin, 100 katrilyon büyüklüğünde olan 2002 yılı bütçesi içinden aktarmalarla karşılanmamasının gerçekten kaygı verici olduğunu ifade etmek isterim. Bakınız, bu kanun tasarısının genel gerekçesine baktığımızda ne yazıyor: "Mevcut 150 trilyonluk talep, net borçlanma hâsılatıyla karşılanacaktır" Yani, biz bir erken seçim yapıyoruz ve erken seçimin finansmanı için gerekli olan 150 trilyonu ne yapacağız; bugünkü faiz oranlarıyla, yüzde 75 faizle borçlanmak suretiyle seçimi finanse edeceğiz. Bu, bir bakıma, açık şekilde, 57 nci hükümetin Türkiye'yi nereye getirdiğinin göstergesidir. Yani, 100 katrilyonluk bir bütçeden siz eğer 150 trilyonu çıkaramıyorsanız, bu durumda, Türkiye'nin 57 nci hükümet eliyle nereye getirildiğinin de açık bir belgesi olduğunu, maalesef, üzülerek belirtmek isterim.

Tabiî, bugün 2002 yılı bütçesine de bakıyoruz; 2002 yılı bütçesinin ilk altı aylık dönemi bitti, yedinci ay bitti. Dolayısıyla, 2002 yılı bütçesiyle ilgili olarak hükümetin öngördüğü hedeflere baktığımızda, maalesef, bütün hedeflerinin fiyasko olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı. Biz, bunu, geçtiğimiz kasım ayında bütçe görüşmeleri sırasında ve burada Genel Kurul görüşmeleri sırasında, 57 nci hükümetin makro ekonomik hedeflerini, bütçe hedeflerini tutturamayacağını, ciddî sapmaların olacağını, hükümete karşı büyük bir güvensizliğin olduğunu, hükümet ortakları arasında zaten ciddî bir güvensizlik olduğunu ve güvensizlik ortamında da ekonominin yönetilemeyeceğini açıkça belirlemiştik. Şimdi, altı aylık sonuçlara baktığımızda, bu, açıkça görülüyor.

Altı aylık bütçe sonuçlarında, bütçe açığına bakınız, vergi gelirleri ile faiz arasındaki ilişkiye bakınız, diğer makro ekonomik göstergelere bakınız; maalesef, 57 nci hükümet, Türkiye'yi çok ciddî bir batağın içerisine sürüklemiştir. Tabiî, erken seçim, halkımız için bir ümittir. Erken seçim sonucunda, halkımız, gerçekten, yönetimde olanların yönetme kabiliyetinin ne derece yerinde olup olmadığının -bir bakıma- cevabını ne yapacaktır; sandıkta verecektir.

Bakınız, faiz ödemeleri, bugün, âdeta, bütçede olağan hale gelmiştir. Bir bakıma, Maliye Bakanlığının, Hazinenin, âdeta, faiz veznedarı konumuna gelmiş olduğunu da maalesef, üzülerek görüyoruz.

2002 yılı itibariyle, 57 nci hükümet, bize, vergi gelirlerinin faiz giderlerine oranının hedefini ne olarak göstermişti; yüzde 73,9 olarak hedef göstermişti. Altı ay sonundaki gerçekleşme ne oldu; altı ay sonunda faiz giderleri ve vergi gelirleri arasındaki ilişkiye baktığımızda, bu, yüzde 111 olarak gerçekleşti. Şu anda işbaşında olsaydı,  bu hükümetin, yıl sonuna kadar, altı aylık dönemde, bu yüzde 111'lik oranı, yüzde 73,9'a indirmesi, şüphesiz, mümkün olmayacaktı; IMF'nin desteğine rağmen, Dünya Bankasının desteğine rağmen, dışarıdan pompalanan kaynaklara rağmen, hiçbir zaman için, bu hükümet, bunu başaramayacaktı.

Altı aylık sonuçlara baktığımızda -biraz önce değerli kardeşimiz de ifade etti- bütçe açıklarına baktığımızda, öngörülen 26,9 katrilyon liralık bütçe açığı hedefinin yüzde 70'inin, maalesef, şu anda, altıncı ay sonu itibariyle gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz, dolayısıyla yüzde 30'luk bir oran kaldı; yani, 26,9 katrilyon liranın neredeyse 18 katrilyon lirası bütçe açığı olarak ne yaptı; su yüzüne çıktı.

Dolayısıyla, Sayın Başbakanın veya sayın bakanların, bu hükümetin başarılı olduğuna dair yapmış oldukları açıklamaların hiç gerçekçi olmadığı da, bir bakıma, bu rakamlarla açıkça görülüyor; zaten ekonomik çarkın içerisinde boğulan halkımız da, Türkiye'de yaşayan bütün insanlar da, gerçekten, bu hükümetin ne kadar başarılı olup olmadığını, yaşadığı ekonomik tablo içerisinde açıkça görüyor.

BAŞKAN - Sayın Açba, son 2 dakika.

SAİT AÇBA (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hayır, son 2 dakika; hatırlatıyorum.

SAİT AÇBA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, tabiî, burada, şunu açıkça ifade etmemiz lazım; Bu hükümetin işbaşına geldiğinden itibaren koymuş olduğu makro ekonomik hedeflerin hiçbiri tutmadı, çok ciddî sapmalar ortaya çıktı.

Bakınız, 2001'de, krizle birlikte, kriz ortamında ne yapıldı; kurtarıcı edasıyla yurtdışından Sayın Derviş Türkiye'ye getirildi. Sayın Derviş "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı altında bir program ortaya koydu ve bunu kamuoyuna ilan etti. Bu programda öngörmüş olduğu makro ekonomik hedeflere baktık, bu hedeflerin de çok ciddî sapmalarla sonuçlandığını gördük.

Örneğin, Sayın Derviş, Nisan 2001'de geldiğinde, ekonominin yıl sonu itibariyle yüzde 3 küçüleceğini ifade etti; ama, ekonomi, yıl sonu itibariyle, resmî rakamlara göre ne kadar küçüldü; yüzde 8,5 küçüldü.

Yine, Sayın Derviş, TEFE'nin, yıl sonu itibariyle enflasyonun yüzde 57 olarak gerçekleşeceğini ifade etti; ne oldu; yüzde 80 olarak gerçekleşti.

Yine, Sayın Derviş, TÜFE'nin, yıl sonu itibariyle yüzde 52,5 olarak gerçekleşeceğini ifade etti; sonuç ne oldu; yüzde 65 oldu.

Hangi makro ekonomik göstergeye bakarsanız bakınız, çok ciddî sapmalar var. Bu, ekonominin karnesinin, hükümetin karnesinin çok ciddî anlamda zayıf olduğunun göstergesi. Dolayısıyla, şu anda birkısım medya tarafından, ekonominin kurtarıcısı olarak görülen, kurtarıcısı olarak ilan edilen hâlâ da ilan edilmeye devam edilen Sayın Derviş'in bugüne kadar göstermiş olduğu veya hükümetin göstermiş olduğu performans ortada.

Dolayısıyla, Türkiye'nin geldiği nokta itibariyle -gerek içborcuyla gerek dışborcuyla gerekse diğer tüm makro ekonomik göstergeleriyle- bu tablonun düzeltilmesi için, bu ülkede, gerçekten, milletin alınterini koruyacak, ciddî bir siyasî iktidarın işbaşına gelmesine ihtiyaç olduğu açıktır. Dolayısıyla halkımız, bu erken seçimde, bunun cevabını verecektir; Türkiye'yi, güçlü bir iktidarla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, daha evvel ikaz etmiştim; zatıâliniz toparlarsanız minnettar kalırım.

Bugün de sabahlayacağız, ona göre...

SAİT AÇBA (Devamla) - Halkımızın, 3 Kasımda yapacağı tercihlerle, gerçekten, Türkiye'nin önünü açacak tek başına güçlü bir iktidarı çıkaracağına ümidim sonsuzdur.

Ben, bu vesileyle, bu seçimin Türk siyasî hayatına hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan söz istediler.

Sayın Bakan, mikrofonunuzu açtım; buyurun efendim.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, izniniz olursa, sadece iki konu üzerinde durmak istiyorum; çünkü, müzakerelerimizi Türkiye izlemektedir; yanlış bir kanaat vermemek için.

2002 yılı bütçe uygulamalarının altı aylık sonuçları, bütçe ve programla öngörülen hedefler karşısında kesinlikle olumsuz bir sapma göstermemiştir; bilakis, olumlu gelişmeler vardır. Bu iddia ortaya atılırken -özellikle ekonomide, her iddiayı, mutlaka, arkasından "çünkü" diyerek- rakamla durumu ortaya koymak gerekir. Altı ay içerisinde faizdışı harcamaların seyri bellidir, programa göre öngörülen hedefler de bellidir; onu aşmamıştır, o programdaki rakamları geçmemiştir. Vergi gelirleri, öngörülen rakamların üzerindedir; faizdışı bütçe fazlası da öngörülen rakamın üzerindedir. Peki, rakamlar böyle olunca, bütçe hedefleri nasıl sapmış oluyor, tabiî, onu anlamakta biraz müşkülat çektiğimi ifade etmek isterim.

İkincisi "100 katrilyonluk bütçede, acaba, 150 trilyonluk bir ödenek bulunamadı mı" iddiası zaman zaman ortaya atılıyor. Bütçe harcamalarında yıl sonu tasarruf farklıdır, ödenek farklıdır. Burada, siyasî partilere ve Yüksek Seçim Kurulunun yapacağı harcamalarla ilgili ödenek talep edilmektedir. Bu ödeneği, bütçenin başka kalemlerinden tasarruf ederek oraya aktarmak güçtür. Bir program var, programa göre hepsinin rakamları var. Kaldı ki, başka başka bakanlıkların programlarından oraya ödenek aktarılması için de, yine, kanunî düzenleme gerekir. O bakımdan, ödenek talep edilmektedir; ama, biz, bu 150 trilyonluk ilave harcamayı, yıl içerisinde, borçlanmaya gitmeden, kalemlerde uygulamada yapılacak tasarruflarla, ilave bir borçlanmaya gitmeden karşılama gayreti içerisinde olacağız. Bunu açıklamak istedim.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Efendim, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 17.26

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.41

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Mustafa VURAL (Antalya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

894 sıra sayılı komisyon raporunun görüşülmesine devam ediyoruz efendim.

V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1034) (S. Sayısı : 894) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde.

Tasarının tümü üzerinde kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Şimdi söz sırası, Yeni Türkiye Partisinin.

Sayın Gaffar Yakın; buyurun efendim. (YTP sıralarından alkışlar)

YTP GRUBU ADINA GAFFAR YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Meclisten seçim kararı alınalı uzunca bir zaman olmuş, partileri ve tüm Türkiye'yi seçim heyecanı sarmış; ama, bütün milletvekillerimiz, bir kanunu, bu kanunu, seçimlerde partilere yardım yapılması için bütçeden eködenek verilmesiyle ilgili bir kanunu çıkarmak için buradalar. Dışarıdan bakıldığında son derece garip, anlamsız, 100 katrilyonluk bir Türkiye bütçesinde 150 trilyon, yaklaşık olarak 600'de, 700'de 1'i bile tutmaz. Şimdiye kadar, Türkiye, onlarca defa seçim yaptı. Hiç, böyle, eködenekler içinde bir kanun getirilmedi. Türkiye'de ilk defa da seçim olmuyor. Niçin, böyle bir kanuna ihtiyaç duyuldu ve böyle bir kanun getirildi; bunun üzerinde, bu, bazılarımıza göre son derece gereksiz, belki saçma gibi gelebilecek bu olay üzerinde, gerçekten, 21 inci Dönem milletvekilleri olarak uzun uzun düşünmemiz ve ne mana ifade ettiğini, Türkiye'nin hangi yolda ilerlemeye başladığını anlamamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, hepimiz, Türk Devletine, Milletine ve Türkiye'ye, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlayabilmek için, hizmet anlayışıyla, kendi bölgelerimizi ve ülkemizi daha iyiye götürebilmek için siyaset yapıyoruz. Siyaset, bir bakıma, çok kutsal bir ibadettir; ama, bu siyaset, ancak ve ancak halka hizmet etmek, insanlara hizmet etmek, insanlara daha iyi bir gelecek hazırlamak için, Türkiye'de veya o ülkede yetişmiş olan, belirli bir birikime sahip olan insanların kendilerinden bir fedakârlık ederek topluma bir katkısı olsun amacıyla yapılan bir siyaset, gerçekten kutsal bir ibadettir.

Türkiye'de, bugün, siyaset dibe vurmuştur. Türkiye'de, bugün, insanlarımızın büyük bir kesimi siyasetçilerden nefret etmektedir. Türkiye'de, Parlamentonun ve milletvekilinin itibarını sıralamaya koyduğunuzda çok alt seviyelere gelmiş olmasının sebebini de düşünmek gerekir. Yani, bir tarafta siyaset, hizmet etmek demektir. Siyaset, bir bakıma, belirli bir fikre ve maddî olgunluğa erişmiş, ulaşmış olan insanların, toplumda belirli bir yere gelmiş olan insanların toplumu daha ileri götürebilmek için yapmış oldukları hizmetse, o zaman, bugün, Türkiye'deki siyasetin ve siyasetçinin toplumdaki itibarının bu noktada olmasının üzerinde düşünmek zorundayız. Türkiye'de siyaset -belki daha başka ülkelerde de siyaset- maalesef, rant elde etmek için yapılan bir eylem olarak Türkiye'de yerleşmiştir; böyle bir anlayış ve böyle bir uygulama hâkimdir.

Değerli milletvekilleri, bu noktada da, Türkiye Devleti içerisinde yaşayan 65 milyon veya 70 milyon insanın hiçbiri birbirinden daha temiz, hiçbiri birbirinden daha kirli de değildir.

Hepimiz biliyoruz; belde teşkilatına, il teşkilatına, ilçe teşkilatına üye olan insanlar, gelip de bir siyaset yapmak isteyen insanlar, benim oğluma iş, benim kızıma iş, benim etrafımdaki damadıma iş talepleriyle kapı kapı dolaşmakta; her gün başka bir rozet takmakta, her saat başka bir rozet takmaktadırlar. Türkiye gerçeğinin, Türk insanının gerçeğinin de bu olduğunu unutmamak zorundayız.

Bugün, Türkiye'de siyaset ve siyasetçi dibe vurduysa, Türkiye'de hâkim olan siyaset anlayışının hizmet etmek yerine, siyasetin, kendisine çıkar elde etmek için yapılmasından ve çıkar yolu olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bir atasözümüz var: "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar." Bugün toplumda yaygın olan anlayış, siyasetle uğraşan insanların, yükseldikleri mevki ve makam nispetinde kendilerine çıkar temin ettikleri, çevresine çıkar temin ettiği için siyaset yaptıkları noktasında hâsıl olmuştur. Türkiye'de böyle bir siyaset anlayışıyla bir yere varabilmenin imkân ve ihtimalî yoktur. Türkiye'de, siyaset, layık olduğu yüce mertebeye, hizmet anlayışıyla siyaset noktasına çıkarılma mecburiyeti, sadece milletvekillerinin değil, ta köyünden, beldesinden, kentinden siyaset yapmak isteyen tüm insanların kendisini sorgulaması gereken bir meseledir. Siyaset vasıtasıyla ülkeye hizmet etmek isteyen tüm insanların, önce, kendi nefislerine, ben belirli bir mevki, makam, belirli bir para pul için mi bunu yapıyorum, yoksa belirli bir fedakârlığı, belirli bir hizmeti kendi ülkeme katabilmek, çocuklarıma daha iyi bir yarın bırakabilmek için mi yapıyorum diye sorup, bunu, sadece vicdanında değil, eyleminde de ortaya koyma mecburiyeti vardır.

Onun için, eğer, Türkiye'nin 21 inci Yüzyılda daha iyi ufuklara gitmesini istiyorsak, Türkiye'de, devletin ve siyasetin rant kapısı olmaktan çıkarılması şarttır. Türkiye'de siyasî partilerin ve milletvekillerinin, siyasetle uğraşan tüm kurumların gelir ve giderlerinin şeffaf olması şarttır. Türkiye'de milletvekilleri ve bakanlar, siyasetle uğraşan tüm insanlar, Türkiye'nin kaderini çizen tüm üst bürokratlar, mevkilerine gelmeden önce ve geldikten sonra, mal beyanını sadece devlete kapalı zarflar içinde değil, kamuoyuna açıklamak zorundadırlar.

Türkiye'de siyaseti bir yere götürmek ve itibar kazandırmak istiyorsak, mutlaka ve mutlaka siyaseti bir rant kapısı olmaktan kurtarmak zorundayız. Devletin rant dağıtan bir kurum olmaktan çıkarılma mecburiyeti vardır. Hiçbir kimse, bedavaya birbirine yardım etmiyor. Nasrettin Hoca da "parayı veren düdüğü çalar" demiş.

Bugün, Türkiye'nin içinde yaşadığımız tüm kirliliklerden kurtarılabilmesi için, Türkiye'de hortumlamaların sona ermesi için, Türkiye'deki hırsızlıkların, alavere dalaverenin, ihale yolsuzluklarının sona erdirilebilmesi için, mutlaka ve mutlaka milletvekillerinin ve siyasî partilerin ekonomik gelir ve giderlerinin şeffaf olması mecburiyeti vardır. Bunu yapamadıkça, bunu yapmadıkça, Türkiye'yi ileri götürebilme imkânımız yoktur.

Türkiye, kişilere bağlı bir sistemden müesseselere bağlı bir sisteme geçmek zorundadır. Türkiye'de iyi bir lider geldiğinde Türkiye'nin hamle yapması, kötü bir idareci geldiğinde gerilemesi durumundan kurtarmak, Türkiye için bir zarurettir. Türkiye'de artık sistemin işlediği, müesseselerin işlediği, en kötü insanların dahi gelmiş olsa kimsenin Türkiye'nin ilerlemesini durduramayacağı bir yapılandırmaya kavuşturmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, Almanya Başbakanı Kohl kendi oğlunun geçirdiği kazada götürdüğü uçaktan dolayı nasıl zora girdiyse, Yeşiller Partisinden Türk olan Cem Özdemir'in bir krediyi yüzde 9 yerine başka bir işadamından yüzde 6'ya aldığı için nasıl istifa etmek zorunda kaldıysa, yeni bir seçimin öncesinde, yeni bir dönemin öncesinde ve hepimiz, mademki, Türkiye'yi ileri götürmek istiyoruz, Türkiye'de siyasetin ilerlemesini istiyoruz, siyasî partilerin ve milletvekillerinin seçim kampanyalarının gelir ve giderlerinin şeffaflaştırılması, siyasetle uğraşan tüm insanların ve devletin etkin yerinde olan tüm insanların mal varlıklarının sadece mektupla değil kamuoyuna açıklanmasından geçmektedir; aksi takdirde, bu yapılmadığı takdirde, değerli kardeşlerim, değerli milletvekilleri; ben, kimsenin dürüstlükten, kimsenin namusluluktan bahsetmesine inanmam. İnsanların gerçek yüzlerini sözle değil işle ortaya koymak zorundayız; yani, ben, bu dönemin başında mal varlığımı kamuoyuna ilan etmiştim, bu dönemin sonunda da mal varlığımı yine kamuoyunun önünde ilan edeceğim.

Değerli milletvekilleri, devletin partilere yardım yapması, seçim zamanında 3 katı yardım yapması doğru bir yaklaşım; yani, siyaseti kirlilikten kurtarmak açısından devlet diyor ki: "Kardeşim, gidip de para babalarından, holdinglerden, şundan bundan para alma; gel, ben sana para vereyim, namusunla, şerefinle, hiç kimseye muhtaç olmadan, kimseye minnet borcu olmadan git seçim kampanyanı yap."

Değerli milletvekilleri, hepimiz seçim kampanyalarından geçtik. Bu kampanyaların çevre kirliliğine yol açmadan yapılması gerekir. Bugün bir tarafta insanlarımız açken, bugün bir tarafta insanlarımızın eğitim, sağlık imkânı yokken, seçim kampanyalarında bütün sokaklarımızı parti bayraklarıyla doldurmak, her tarafta çevre kirliliğine yol açmak, ne kadar milliyetçiliğe, ne kadar halkçılığa, ne kadar Müslümanlığa, ne kadar sosyal adalete yakışır; onu, tekrar, hep birlikte vicdanlarımızda düşünelim.

Değerli milletvekilleri, bu kanun gerçekten çok önemli. Neden; çünkü, bu kanunla birlikte Türkiye'de, artık, siyasetin rant dağıtma noktasından çıkarılması ve artık, ihalelerin, parti seçim kampanyaları sırasında partilere yardım eden falanca holdinglere falanca şirketlere tezgâhlanmasının sona erdirilmesi demektir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin, 21 inci Yüzyılda çok büyük bir devlet olacağını inşallah ömrümüz yeterse hep birlikte göreceğiz, çocuklarımız da görecek. Fakat, 21 inci Yüzyılda, gerçekten, büyük bir Türkiye'nin temellerinin atılabilmesi için, evvela, bizlerde zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Büyük devlet olabilmek, güçlü devlet olabilmek için, evvela, kafalarımızdaki zihniyetlerde değişime ve çok büyük bir devrime ihtiyacımız var. Hepiniz hatırlayacaksınız, o zamanın Amerikan Başkanı Clinton burada bize hitap ederken dedi ki: 21 inci Yüzyılın başlangıcında, 20 nci Yüzyılın sonunda Türk Devleti çok büyük önemli hamleler ve adımlar attı ve ben inanıyorum ki, 21 inci Yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti yine çok etkili olacaktır; ama, bu Parlamentonun vereceği kararlar bunu belirleyecektir." Avrupa Birliğinin uyum yasalarını Parlamento olarak kimilerimizin daha az, kimilerimizin daha çok çekincelerine rağmen geçirdik.

Değerli kardeşlerim, ben burada zihniyet değişikliğinden bahsederken, Avrupa Birliğine girmek evvela zihinlerimizde olmalı. Biz, zihinlerimizde Avrupa Birliğine giremezsek, Avrupa Birliğinin zihin sistemini kavrayamazsak, yarın, Avrupa Birliğine girmiş olmamız dahi bize bir fayda sağlamaz.

Değerli milletvekilleri, nedir Avrupa Birliğinin temel mantığı; Avrupa, Avrupa Birliğinin ilk adımlarını demir-çelik işbirliği noktasında atmaya başladığında o günkü bir ihtiyaçtan kaynaklanmış bir durum değildir. Avrupa medeniyetinin oluşmasında, evet, Endülüs İslam Medeniyetinden katkı alarak Rönesansı, Reformu yapan, o engizisyon dönemlerini yaşayan, insanları diri diri yakan, diri diri kazığa bağlayan, Yüzyıl Savaşlarını yaşayan, din savaşlarını yaşayan ve sonucunda 2 tane büyük dünya savaşını yaşayan bir Avrupa, sonuçta, kavgada değil, barış içerisinde bir arada yaşayarak, pastayı büyüterek nasıl daha mutlu oluruz, nasıl refahımızı daha yükseltebiliriz, kavga etmeden barış içerisinde nasıl yaşarız diyor; bunun için kafalarındaki düşünceyi değiştiriyorlar ve ilk adım, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İkinci Dünya Savaşının galip tarafı olan Fransa tarafından atılıyor; mağlup tarafından değil, mağlup Almanya tarafından değil. Mesele nedir; Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının çıkmasındaki en önemli faktör, Alsace-Lorraine Bölgelerindeki demir çelik havzalarıdır, demir-çeliğin kime ait olacağıdır, bu zenginliğin nasıl paylaşılacağıdır. Bunun için 2 tane dünya savaşı yapılmıştır ve milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir.

Değerli arkadaşlarım, yine Başkan Clinton'ı anacağım. Amerika "bugünkü anlayış noktasına biz kolay gelmedik" dedi. Onlar da, siyah-beyaz (zenci-beyaz) kavgasında milyonlarını verdiler.

Fransızlar diyorlar ki: Biz, eğer, bu kömür ve demir havzalarını müşterek mülkiyet haline getirmezsek, bu pastayı tekrar paylaşmazsak, üçüncü bir dünya savaşının çıkması mukadderdir. Ya tekrar kavga ederek, birbirimizin burnunu sürterek, birbirimizi alt etmeye çalışarak yaşamaya devam edeceğiz ve hayatı birbirimize zehir edeceğiz, cehennem edeceğiz veya bir araya gelip, insana Allah'ın verdiği en büyük nimet olan aklı kullanıp, mantığı kullanıp, bu pastayı büyüteceğiz, barış içerisinde bir arada yaşayarak refahımızı yükselteceğiz. Şimdi, Avrupa Birliğinin temelini oluşturan bu mantık, bu anlayıştır.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; Türkiye'de bugün her şey var; Türkiye'nin kaynakları, insan kaynakları, hammaddesi, sermayesi, her türlü şeyi var; ama, Türkiye'de evvela olması gereken, bu güzel insanlarımızın kafalarının değişmesi ve düşünce açığımızın giderilmesidir. Bizim, Türkiye'de, kardeşçe, hoşgörü içerisinde, barış içerisinde, birbirimizi severek ve birbirimizin güzelliklerini anlatarak, birbirimize yardımcı olarak ilerlememiz lazım.

Şu anda aklıma geldiği için, bir yöntem olarak, hatırlatmak istiyorum:

Değerli milletvekilleri, peygamberimizin sevgili torunları Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin, bir Arabın yanlış bir tarzda aptes aldığını görürler. O Arap, yanlış bir tarzda aptes almaktadır; ama, gidip de ona "sen yanlış aptes alıyorsun" demezler ve derler ki "kardeşim, biz bir aptes alacağız; bir bak, bizim hatamız var mı, bizim bir yanlışımız var mı, bize söyle" diye yaklaşırlar. Bir Hazreti Hasan, bir Hazreti Hüseyin aptes alır ve ondan sonra o Arap der ki "sağ olun, var olun; ben, yanlış aptes alıyormuşum; siz, kibarlığınızla, nazikliğinizle bana doğrusunu gösterdiniz."

Değerli milletvekilleri, işte, böyle bir anlayışı, gerçekten kardeş olduğumuzu, gerçekten birbirimizin özü itibariyle aynı olduğunu, Yunusvari tarzda bir sevgiyi bize hâkim kılan ve insanların doğru yaptığına doğru, yanlışlarına ise acaba şurada bir yanlışlık var mı diye yaklaşan bir tutumu benimsersek, Türkiye'nin önünü tutabilecek, Türkiye'nin önünü kesebilecek ne bir devlet vardır ne de millet vardır; kimseden korkmaya da gerek yoktur.

Değerli milletvekilleri, erken bir seçime gidiliyor; ama, bu dönemde, çok güzel şeyler de yapılmıştır. Bir arkadaşımız söyledi; böyle bir kanuna ne gerek vardı... İşte, bu dönemde, devletin hazinesi çarçur edilmesin, devletin imkânları belirli bir zapturapt altına alınsın, milletin, yetimin, dulun hakkı çarçur edilmesin diye, her şey bütçeleşme içerisine alındı; fonların büyük bir kesimi iptal edildi; tüm kaynaklar iptal edildi ve devlete "yapacağın tüm masraflarını bütçelendireceksin" denildi. Bu dönemde, ilk defa, devletin borçlanmasıyla ilgili kanun çıkarıldı. Bizim de mesuliyetini paylaştığımız 57 nci hükümet döneminde yapılan güzel işlerden birisi de budur. Şöyle bir anlayış var hepimizde: İktidar "her yaptığım doğru" diyor, muhalefet de "iktidarın her yaptığı, her söylediği yanlış." Böyle bir şey yok! Biz, yeni bir anlayışla yeni bir Türkiye kurmak istiyorsak, iktidara, doğru olduğu yerde, doğrusun, haklısın deyip destek verilmesi; iktidarın da, muhalefetin haklı ve doğru bulduğu uyarılarını kabul etmesi gerekir; çünkü, bu bir bayrak koşusudur, bu bir bayrak yarışıdır. Bugün, (A) partisi, bu bayrağı...

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız acaba?

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim.

Bugün, müsamaha yok; müsamahasız bir günümdeyim.

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, biz, bu kanunu destekliyoruz; ama, biz, bu kanundan yararlanamıyoruz; ama, biz, seçimin parayla değil, yürekle, inançla, azimle ve halkın sevgisiyle kazanılacağına inanıyoruz.

Hepinize saygılar sunarım. (YTP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Canım, biraz da para lazım yani!

Bütçe çıkmazsa, seçimin garantiye gittiğini kimse bilmez!

Bugün, bütçeden sonra ilan edeceğiz seçimi...

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubunda.

TURHAN GÜVEN (Mersin) - Yok... Yok...

BAŞKAN - "Yok" yok! Anavatan Partisi her zaman vardır efendim; 80'den beri.

TURHAN GÜVEN (Mersin) - Vazgeçtiler Sayın Başkan...

BAŞKAN - Niye vazgeçsin efendim?

TURHAN GÜVEN (Mersin) - Öyle diyor, ben demiyorum

BAŞKAN - Diyor musunuz?..

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Efendim, Nihat Gökbulut konuşacak da...

TURHAN GÜVEN (Mersin) - Sayın Bakan var nasıl olsa...

BAŞKAN - Efendim, tabiî, Maliye Bakanı sizden olduğu için, vazgeçebilme imkânınız var.

O zaman, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven'e söz veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Efendim, vazgeçmedik...

Ağrı Milletvekili Sayın Seven konuşsun, ondan sonra, biz...

BAŞKAN - Niye pazarlık var bugün?!

BEYHAN ASLAN (Denizli) - MHP Grubundan sonra konuşalım efendim.

Nihat Bey konuşacaklar...

BAŞKAN - Yok...

Sayın Masum Türker'e söz vereceğim.

Sözüm var Sayın Türker'e...

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Vazgeçmedik efendim...

BAŞKAN - Gelseydiniz efendim...

Biliyorsunuz, bugün, bir de iş güvencesini çıkaracağız; hiç olmazsa, gece saat 03.00'te bitirelim.

Sayın Seven; buyurun.

MHP GRUBU ADINA NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4726 Sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz ederken, şahsım ve Partim adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Siyasî hayatımızda çok hızlı gelişmelerin yaşandığı bugünlerde, Türkiye'nin ve Türk Milletinin önünü açacak 3 Kasım tarihe geçmiş bir gün olacaktır. Türkiye'de dönüşü olmayan bu süreçte siyaset kurumunu yeniden tanzim etmek, ortak hareket eden bir cephenin sahneye koymaya çalıştığı siyasî senaryolarına bir cevap olarak milletin hakemliğine gidilmesi zarurî hale gelmiştir.

Tasarı, 3 Kasımda yapılacak olan genel seçimler için giderlerin karşılanmasını teminen 150 trilyonluk bir ekbütçeye ihtiyaç duyulduğundan, bu miktarın net borçlanma hasılatıyla karşılanacağını kapsamaktadır. Bu tasarının en önemli özelliği bütçedeki disiplini, şeffaflığı ortaya koyması ve harcama yapılırken kaynağının belirlenmesidir. Her ne kadar bu yönüyle olumlu karşılansa dahi, seçimler için yıllardır uygulanan ilkel metotlar gereksiz masraf ve zaman kaybına da sebep olmaktadır. Bilgi işlem ağının ülkeleri her alanda birbirleriyle irtibatlı hale getirdiği bu çağda, maalesef, halen seçimlerin bilgisayar ortamında yapılmamış olması kınanacak ve üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır. Bu konuda bir an önce alınması gereken tedbirlerin acilen hayata geçirilmesi önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yıllardan beri dibi delik fıçı şeklinde yönetilen ekonomimiz, hesapsız, gereksiz ve şeffaf olmayan bütçelerin yapılması sonucu, içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Bütçedışı ve bütçeiçi fonların amaçları doğrultusunda kullanılmaması, kaynağı tespit edilmeden seçim ulufesi olarak halka dağıtılan vaatler, hazinece ödenmesi gereken kamuya ait görev zararları, yurtdışı ve yurtiçi taahhütlerimizin sağlıklı bir envanterinin geçmişte oturtulmamış olması, bugünlerde, büyüyen kartopu yumağıyla bizleri karşı karşıya bırakmıştır.

Uzun yıllardan beri süregelen kronik enflasyon, gelir dağılımı bozukluğu, yolsuzluk, siyasî istikrarsızlık, milletimizde, kendini yönetenlere karşı büyük bir güvensizliğin doğmasına neden olmuştur.

Ekonomik problemlerin çözümü için ciddî ve kararlı bir politika üretilememiş; kısa vadeli tercih ve başarı arayışı sadece seçime ve seçmenin seçim sırasındaki tercihini etkilemeye yönelik miyop bir siyaset anlayışı doğurmak suretiyle, küçük hesapların âdeta esiri haline gelinmiştir.

Yolsuzluklar, hem ahlakî tehlike boyutlarına ulaşmış hem de ekonomik tercihlerin saptırılmasına yol açmış; bu ahlakî tehlike boyutu sonucunda, toplumun siyasete ve siyasetçilere duyduğu güveni umutsuzluğa dönüştürmüştür.

Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik istikrarsızlığa ve yolsuzlukların beslendiği siyasî ortama rağmen, günü kurtarma, yandaşlara veya bazı kesimlere ulufe dağıtma anlayışıyla, halka rağmen popülist politikalara devam edilmiştir. Koalisyonlarla ülkeyi idare edenler, iktidarı, ortağını çekiştirmenin aracı olarak gören siyaset anlayışı, ülkenin devasa problemlerinin çözümü yerine, parti menfaatlarını önplanda tutarak, uzlaşma, işbirliği yerine çatışma, karalama ve suçlamaya dayalı siyasetin maliyetini, maalesef, memurumuza, işçimize, esnafımıza, köylümüze ve gençlerimize fatura etmişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yirmi yılda devlet içborçlanma tahvilleri, hazine bonoları, repo ve mevduata verilen yüksek faiz hadleri, bir rant sınıfının doğmasına neden olmuştur. Küçük bir azınlık, gayri safî millî hâsıladan en büyük payı almış; bu rant sınıfı, üretime ve yatırıma katkı yapmadan ellerindeki nakit paralarla, hiçbir risk almadan, yüksek gelirlerle, saadet zincirini yakalamışlardır. Bu saadet zincirinde gününü gün yapanlar yatırıma yönelmedikleri için de istihdam yok olmuş, işsizlik gittikçe büyümüş, yoksulluk, Türkiye'nin en büyük problemi haline getirilmiştir.

Merkez Bankası ve diğer piyasalardan yüksek faizle toplanan paralar, kamu bankalarının görev zararları, içinden çıkılmaz bir hal almış, çiftçiye siyasî bir rant olarak takdim edilen krediler nasıl olsa affa uğrayacak mesajlarıyla çiftçi ile icra daireleri karşı karşıya getirilmiş, köylü vatandaşın ürünleri yeterince değerlendirilmemiş, tarım ve hayvancılıkta, günü kurtarma politikalarından dolayı, ağır darbeler görülmüştür.

Geçmişte Bankalar Yasasında yapılan değişiklikler neticesinde, özellikle 1995 yılında 512 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle getirilen değişiklikle, ülkemizde banka enflasyonu yaratılmıştır. Faaliyetlerine son verilen bankaların yeniden açılmasına imkân verilmiştir. Yeni şube açılması için bakanlıktan izin alma zorunluluğu kaldırılmış, bankaların iflasına ve 64 üncü madde kapsamına alınmasına neden olan kişilerin sorumlulukları hafifletilmiş veya kaldırılmış, ortak sayısı 100'den 5'e düşürülerek bu imkân getirilmiştir. Bu imkânı verenler, o günkü şartlarda, herhalde, bugünlerle karşı karşıya gelineceğini unutmuşlardı. Mevduatı tamamen garanti altına almaları Türkiye'yi bugüne getirmiştir.

Hukukî boşluk nedeniyle ülkemiz, tabela bankacılığıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Banka yeminli murakıplarının tanzim ettikleri raporlar, maalesef, yıllardan beri sumenaltı edilmiştir. Halktan toplanan paralar birkısım banka sahiplerince iştiraklerine aktarılmak suretiyle hortumlama işlemi gerçekleştirilmiştir. Toprak Mahsulleri Ofisinin, günde 3 trilyon faizle, borçla çalıştırıldığı bir ortamda, Ziraat Bankasının, tek şubeli küçük bankalardan ve para piyasalarından yüzde 1 000'lere varan faizlerle günlük paralar temin ederek, aktif ve pasiflerini tamamen yok ettiği gibi, yurt dışında vermiş olduğu kredileri de tamamen denetimsiz kalmıştır. 1996 yılında, özellikle gümrük birliğine girilirken, altyapısı hazırlanmadan gümrüklerin sıfırlanması nedeniyle, ülkemizin, 60 milyar dolarlık kaynağı maalesef, heba olmuştur.

Öyle bütçeler hazırlanmıştır ki, Sayıştay Başkanlığınca 2000 Yılı Hazine İşlemleri Raporunda -herkes açıp baksın, okusun- 1971 yılından 1999 yılına kadar geçen dönemde 116 milyar dolar tutarındaki harcamanın kayıtdışı kaldığı, bunun acı gerçeğinin bir örneğidir. Bu örnek, Türkiye'de malî disiplini zedeleyen temel unsurun, kayıtdışı bütçe işlemleri olduğunu ve olayın önemini ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim, burada, amacımız bir devri, bir partiyi yargılamak değildir; geçmişteki hataları görme, bugünün resmini ortaya koyma, geleceğimizi planlamaktır; çünkü, vatandaşlarımız bu gerçekleri yaşamıştır. Teşhisi doğru koymazsak tedaviyi bulmamız mümkün değildir. 19 Şubat 2001 tarihinde yaşanan kriz sonucu birkısım bankalar yurtiçi ve yurtdışı taahhütlerini yerine getirememiş; maalesef, üzülerek belirtiyorum, Merkez Bankası da müdahalelerde gerekli basireti gösterememiştir.

57 nci hükümetin içinde yer alan Milliyetçi Hareket Partisi, ülkemizin uzun ömürlü, verimli ve istikrarlı bir yönetime kavuşması için, karşılıklı güven, saygı ve işbirliği anlayışıyla hareket etmiş, millî menfaatların önplanda tutulduğu siyasî ve ahlakî bir görevi kabul etmiştir; koalisyon protokolünde de yer verildiği üzere, toplumda gerilimin yükselmesini ve buna bağlı olarak ortaya çıkabilecek cepheleşmeleri önleyici tutum izlemiş, toplumsal değerler etrafında birleşerek huzur ortamının geliştirilmesi için önemli rol oynamıştır; 400'ün üzerinde kanunun çıkarılmasına, Anayasanın çok sayıda maddesinin değiştirilmesine öncülük ederek, ekonominin önünü açacak birçok reforma imza atmıştır. Daha önce 4 gübre sahibine hortumlanan çiftçinin parası olan doğrudan gelir desteği bugün Türkiye'deki tüm çiftçilere tek tek ödenmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi kolaycılığa kaçmamış, basit ve küçük hesaplarla değil, büyük ve onurlu geleceklerle ilgilenmiştir.

Avrupa Birliğini yeryüzü cenneti olarak tanıtanlar, Türkiye Cumhuriyetinin temel değerleriyle oynamışlardır. Daha düne kadar, milliyetçi harekete "teslimiyetçi" diyenler, ne acıdır ki, bugün, tutarsızlık ve teslimiyetçilik batağına saplanmışlardır. (MHP sıralarından alkışlar) "Ekonomiyi IMF'ye, siyaseti Avrupa Birliğine teslim ettiniz" diyenler, hatta o gün, Hansları Hasan olarak görenler, bugün, Hasanları Hans olarak görmüşlerdir. (MHP sıralarından alkışlar) İşte, dününü görmeyenler, bugün, ne yazık ki, programı sahiplenip, Avrupa Birliğine her şart altında teslim olan dünün adil düzencileri, bugünün batıl düzencileri olarak karşımıza çıkmışlardır. (MHP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum)- Ulusal Programda kimin imzası var, onu söyler misin?

BAŞKAN- Sayın Polat, niye celalleniyorsunuz?... Hayır, zatıâlinize söz verince konuşursunuz.

HASARİ GÜLER (Adıyaman)- Üç yıldır sizi dinliyoruz; bırakın da biz konuşalım...

BAŞKAN- Efendim, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Devamla)- Birkısım medyanın ve bazı çevrelerin ateş püskürdüğü Milliyetçi Hareket Partisi, koalisyon protokolü ve hükümet programının öngördüğü temel tespit ve yaklaşımlar içerisinde, üstlendiği görevi yürütmektedir; iktidarı, ortaklarını çökertme aracı olarak kullanmamakta, uzlaşarak problemlerin çözümüne yapmış olduğu katkıyla, siyasî çevrelere ve toplum katmanlarına örnek olmaktadır.

Bugün, çeşitli siyasî parti temsilcilerinin, kalkıp da burada yapmış oldukları konuşmaları değerlendirmeye girmeyeceğim, sadece şunu söyleyeceğim: 4 Kasım sabahı, Cenabı Allah'ın takdiri ve milletimizin desteğiyle, Milliyetçi Hareket Partisinin, tek başına iktidara geleceğini burada müjdelemek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Bu vesileyle, kanunun milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor, Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Efendim, şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Masum Türker'in.

Ümit ediyorum, Sayın Masum Türker de, süresini, iktidar milletvekili olarak, Nidai Seven gibi kullanır.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına içten saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün burada görüştüğümüz kanun, seçim kararını alırken, Demokratik Sol Partinin karşı koyuş nedeninin haklılığını ortaya koyan bir kanundur. Erken seçim kararı almaya kalkışıyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin, öteden beri, demokratik yaşama karşı olan özlemleriyle ilgili düzenlemeleri gerçekleştirmeden seçime gidiyoruz. Seçime giderken, bizden önce seçime giden hükümetlerin hep bir sonraki seçim döneminde uygulanacak dediği, yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın oy kullanma haklarını düzenlemeden seçime gidiyoruz. Seçime giderken, seçimin gerektirdiği harcamaları önceden öngörmeden ya da böylesine bir olağanüstü toplantıya gerek kalmaksızın, aynı güne yetiştirmek üzere bir çalışma yapmıyoruz. Neden; çünkü, Türkiye'de, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerine -amaç, Türkiye'yi kundaklamak- oyun oynayanların bir nevi istemlerine, oluşturdukları kamuoyuna biz de kendimizi kaptırmış gidiyoruz.

Biraz evvel burada bir arkadaşımız konuşurken siyasetçinin nasıl olması gerektiğini anlattı. Ben, sizlere, bugün, tavsiye ederim, NTV'de, Murat Akgün'ün programında, bir değerli siyasetçimizin, bugün yaşadığımız durumla, Türkiye'nin kundaklanmasıyla ve haklı olarak söylediğimiz Demokratik Sol Partinin kundaklanmasıyla ilişkili olan sözlerini tespit edin. (DSP sıralarından alkışlar) İnşallah, NTV, bu programı tekrar, bugün yayımlar. Baktım NTV'nin internet sitesine, söylenenler özetlenmiş olarak alınmıştır.

Özellikle Türkiye'de siyaseti kundaklamak isteyenlerin senaryolarında rol alanlar, önce, DSP'yi kuşatarak, sonra, bir grubu DSP'nin iktidarına getirerek, sonra, Milliyetçi Hareket Partisini devre dışı çıkararak, ulusal çıkarların dışındaki eylemlerin oluşmasına çalıştılar; bunun, bir kundaklama programı olduğu söyleniyor, söylenmeye de devam edecektir. (DSP, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Bazı arkadaşlarımız, Demokratik Sol Partili bazı bakanlarımızın, bazı yetkililerimizin "kundaklandık" sözlerine kızıyorlar, "kim kundakladı" diyorlar; biz, onu artık söylemeyeceğiz; NTV'nin bugünkü programını okuyun.

Değerli arkadaşlar, bugün, Parlamento, açılış kararını alırken halkla birlikteydi. Özellikle egemen olan bazı sermaye gruplarının Parlamentoyu halktan koparma olgusu son üç yıldır yaşanıyordu. Biz parlamenterlerden bazı arkadaşlar buraya çıkıp konuşurken -biraz evvel de yaşadık- biz siyasetçiler, biz şunlar, biz bunlar diye kendilerini acz içinde gösteriyorlardı. Bugün bir gazetenin başyazarı, Nereden Buldun Yasasıyla ilgili tartışmalarda, partilerin üzerinde, siyasetçilerin üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyor, özellikle kötü gösteriyor ve en azından "bakın, İş Güvencesi Yasasını sakın çıkarmayın" diyor. Peki; niye bunu diyor; çünkü, kendisi halktan kopuktur, bizleri de halktan koparmaya çalışmıştır.

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Sen, ne zaman halkla iç içe oldun?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Ama, bugün, halk oraya geldi, dizildi; işçinin beklediğinin, halkın çoğunluğunun beklediğinin arkasında durmalıydık.

Değerli milletvekilleri, bu kürsüde açıklama imkânı bulmadım; ama, Demokratik Sol Partinin kundaklandığı günlerde, çeşitli televizyonlarda söylediğim bir iki konunun, gelecek dönem milletvekillerinin dikkatine sunmak için, altını çizmek istiyorum. Bu Parlamentonun gündemine gelmiş olan üç kanun tasarısı -birisi komisyonda, ikisi Genel Kurula inmiş olan üç kanun tasarısı- Türkiye'nin kundaklanmasını, Türkiye siyasetinin ipotek altına alınmasını getiren kanun tasarılarıdır. Bir tanesi -Allah'ın izniyle, bugün, hep birlikte konuşacağız, oylarımızla kabul edeceğiz- İş Güvencesi Yasa Tasarısı. Hedef, İş Güvencesi Yasa Tasarısını, kanunlaşmaması açısından, buraya getirmemekti. Bu konuda, aba altından sopa gösterenlerin kimler olduğunu hepimiz biliyoruz. İkinci bir kanun tasarısı -basılıp çoğaltılmadı, ilgili komisyondan geçti- Türkiye'nin madenlerini, sıfır vergiyle ve kime olursa olsun, ulusal çıkarların dışında ipotek altına koymayı amaçlayan bir kanun tasarısıdır. Biz, bugün, Demokratik Sol Partinin sıraları içerisinde kalan arkadaşlar, Plan ve Bütçe Komisyonunda, ilgili maddelerin tartışılması sırasında -burada olan diğer partili arkadaşlar biliyorlar- vergilerin sıfırlanmasına karşı koyduk. Bu ülkede taşocaklarının da vergisi sıfırlanacaktı. "Biz kazanırız, gelecek dönem geliriz" diyenlerin, özellikle, bunu bilmeleri gerektiğini söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, petrolle ilgili kanun tasarısında, hükümetten geçtikten sonra, komisyonlarda değiştirilerek, Türk Petrolleri Anonim Ortaklığının devredışı bırakılmak istendiği düşüncesi yaygındı. Bunlar gündeme geldiği gün, bunların da, Parlamentonun kulislerinde, komisyonlarında konuşulmaya başlanması tesadüf müdür; yani, diyebilir miyiz ki, bu bir tesadüftür.

Değerli arkadaşlar, özellikle, alınan arkadaşlar, buradan gider gitmez NTV'nin sitesini açın. Biraz sonra, gidin, NTV tekrar ederse, haberlerin her bir satırını okuyun, sorgulayın. Hiç kimse, başkasının çizdiği senaryoda -özellikle milletvekiliyse- rol almamalıdır.

Buradan gidip, gelmeyebiliriz. Biz geldiğimiz zaman, gidip gelmeyen başka arkadaşlarımızın yerine geldik. Türkiye'de ipotek altına alınmayan tek yer Parlamentonun bu sıralarıdır. Halkla bütünleşebilen insanlar tekrar buraya gelebilirler.

Değerli arkadaşlar, millî iradenin üzerine ipotek kurmaya çalışanlara alkış tutmaya devam edersek, onların anketlerle gösterdikleri yalan yanlış rakamlara aldanıp, birbirimizi kendi içimize döner şekilde suçlarsak, biz, hem millî iradeyi temsil etmemiş oluruz hem de bizden sonra millî iradeyi temsil edeceklere kötü bir örnek oluruz.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, erken seçim kararı alındığı zaman, böyle bir ödeneğe gerek olmadığını gazeteler yazdı. Oysa, şimdi anlıyoruz ki, böylesi bir ödeneğe gerek vardı. Şimdi, sorarım size, ogazetelere haberi yansıtanlar bilinçli mi yansıttı, yoksa, o gazeteler o haberleri bilinçli mi yazdı? Bunu, çok iyi değerlendirmeliyiz.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Sen gazetecisin...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Parlamento, bundan sonra, gelecek dönemlerde halkın desteği olursa her şeyi gururla yapar.

Değerli arkadaşlar, burada laf atmak, söylemek çok kolaydır, dönün, üçbuçuk yıl öncenize bakın. Üçbuçuk yıl öncenizde, burada, bazen, muhalefet ediliyor adı altında, parlamenterleri öylesine bir eleştirdik, aşağılara doğru ittik ki, alınan her kararın halkın yararına olup olmadığını hiç kimse tartışma imkânı bulmadı.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de ciddî bir devrim yapılmıştır. Bütün bu yapılan devrimlerle, Türkiye'nin, artık, birikmiş sorunları, halı haltına süpürülmüş bütün sorunları açığa çıkmıştır. Bundan sonra yapılması gereken -ki, bu dönemdi- halkın sosyal politikalarını düzeltmekti; ama, değerli arkadaşlar, bir şeyi hatırlatmak istiyorum; Demokratik Sol Partiyi kuşatma ve kundaklama hareketinin yapıldığı gün gazetelerdeki manşete göre, bir ünlü işveren örgütünün başkanı "sosyal politikaları şimdilik öne almayın" diye, bunu, demeç olarak verebiliyor; neden; çünkü, bu ülkede, hep, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapma politikalarının altyapısını, kamuoyu oluşturarak belirleme duygusu her zaman hâkimdir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, önümüzdeki üç ay sonra seçime gideceğiz. Seçim, hepimizin kendisini halkla bütünleşme açısından ölçeceği en önemli mihenk taşıdır. Burada oturup "siz çıkamazsınız" deme devri de bitti artık; çünkü, onu diyecek olan kişi, kendisi aslında ne yaptığını bilmeden, halkın adına konuştuğunu zanneden, gerçeği çarpıtandır. Bir daha bu gerçeği kimse çarpıtamayacak; neden çarpıtamayacak; çünkü, sandık zaten gözüktü; ama, bu sandığa giderken, yine, eksikliklerle gittiğimizi, gerçek demokratik düzenin oluşması konusunda gerekli önlemlerin alınmadığını hepimiz kabul etmeliyiz.

Bu konuda biz direndik, onun mutluluğu içindeyiz; ama, bir gün tarihçiler incelerse görecektir, hatta, bırakın tarihçileri, bazı partilere şimdi tavsiye ediyorum, 1995 yılı seçimleriyle ilgiyi yayımlanmış bütün anketleri alınız; o anketlerde DSP yoktur, DSP solun birinci partisi olmuştur. 1999 seçimleriyle ilgili olan anketleri alın; yine, DSP böyle büyük parti değildir, hele MHP hiç yoktur; DSP birinci parti olmuştur, MHP ikinci parti olmuştur. Zaten, o analizleri yapanlar, o anketlerle çıkıp televizyonlarda ahkâm kesenler bu işi çok iyi bilselerdi, hiç merak etmeyin, kendi partilerini kurar, yerimize kendileri seçilirlerdi. (DSP, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu konuda, özellikle herkesle ve her ortamda, biraz evvel iddia ettiğim kundaklamaya neden olan şimdiki görünen nedenleri, daha sonra tarihin karşımıza çıkaracağı her şeyi tartışmaya hazırız. Yani, oturup da siz iktidardınız, yaptınız, yapmadınız demeyi bir yana bırakın değerli arkadaşlar. Bu ülkenin 1979 yılı değerleri de mevcuttur, 1986 yılı değerleri de mevcuttur, 1995 yılı değerleri de mevcuttur, 2000'e gelirken de mevcuttur. Yani, sanki, şimdiki borçlar, şimdiki olaylar o yılların trendindeki gelişmeye göre çok farklıymış gibi; kimse çarpıtmasın.

Şimdi, gelin, bakın, devrim dediğimiz şeylerden birkaç tanesini size burada anlatayım: Bu kürsüde, hep, bazı insanlar, meslek okuluna devam edip, üniversiteye gireceklere haksızlık yapıldığını söyleyip durdular. Bu yıl, bütün meslek okullarını, liselerini bitirenler, sınava girmeden üniversiteye giriyorlar.

Şimdi, bunu beğenmiyorsanız, çıkın, deyin ki, biz, bunu beğenmiyoruz. Bitirdikten sonra doğrudan doğruya önlisans eğitimi veren ve yüzde 10'u sınavsız girebilecek olguyu kabul etmiyoruz deyin. Haydi, deyin... Buyurun, deyin... Bunu diyemezsiniz, kimse diyemez; çünkü, halkın yararına olan bir uygulamadır ve artık, Şırnak'taki, Hakkâri'deki, Artvin'deki, Ağrı'daki çocuğun, meslek okuluna gitmişse, üniversite sınavına, yarışa girmeksizin üniversite eğitimi yapabilme hakkı, bir rüyası gerçekleşmiştir.

Bu Parlamentoda kabul ettiğimiz stratejiyle, 2023 yılında, inşallah, bizden sonra gelenler gerçekleştirirler. Biz, onlara altyapıyı hazırladık. "Geleceğim" diye iddia edenlerin boynuna vebaldir. Bizim, üniversiteye, mezun olanların, halkın yüzde 50'si devam edecek diye bir hedefimiz vardır, bir stratejimiz vardır.

Biz, hiçbir zaman kararsız olmadık, belirsiz de olmadık. Bu ülkede, faizler yüzde 52 iken, belirsizliği kimlerin gündeme getirip, faizleri yüzde 70'lere sıçrattığını halk biliyor. Bunu, halktan, televizyonlardaki insanlarla, bu işten para kazananlarla, gazetelerle saklayabilirsiniz; ama, televizyonlarda ve gazetelerde saklanan bu gerçeği, biz, halka anlatıyoruz. Özellikle siz anlatın, bize yardımcı olun; muhalefette olanlar, yardımcı olun; yani, deyin ki, faiz yüzde 52 iken, belirsizlik yokken, Türkiye, belirsizliğe itilip, belirli bir ölçüde faiz yüzde 70'lere fırlatıldı. Onun cevabı, bugün, bu saygın, partili arkadaşın yaptığı açıklamada gizlidir.

Değerli arkadaşlar, ben, son sözlerimde, kamuoyunu yanlış bir şekilde yönlendiren, kamuoyuna yanlış anlatılan şu "nereden buldun yasası" ile ilgili bir açıklama yapmayı da borç biliyorum.

Geçtiğimiz gün, şu "nereden buldun yasasını erteliyoruz" diye bir önerge geldi, karşı çıktık. Demokratik Sol Parti, AK Parti, Saadet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi oylarıyla, biz, karşı çıktık; hemen, bugün "ekonomi sarsıldı" diye yazıldı. Ekonomi niye sarsılacak? Allahaşkına, bu, nereden buldun yasası çıktığı zaman, parasını yurtdışına kaçırdı denilen adam, sizin bölgelerinizdeki fabrikaların sahipleri mi ya da sizin alış veriş yaptığınız bakkal mehmet efendi mi ya da tuhafiyeci ahmet efendi mi? Kimdir bunlar? Bunların adı var. Bunların adı bıyıklı yabancıdır; bunlar, bıyıklı yabancıdır; bunların adı bıyıklı yabancıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Yani, ömrübillah parasını yurtdışında bırakmış, kendisi Türk, parası yabancı adına gelip gidenlerdir. Bunların, zaten, şu anda, bakın, 1 liraları yoktur. Nereden söylüyorum; bugün, sabahleyin, yine televizyonda yorum yapıyorlar, diyorlar ki "oh, bugünlerde yabancılar geldi." Piyasaya girmiş!.. Demek ki, bu kanunun uygulanma tarihi geldiği gün, bu bıyıklı yabancılar dönüyor; bunda bir keramet var!

Para kazanan, parayı kazanmasını bilen adam, ne zaman, nereye gideceğini çok iyi bilir; ama, değerli arkadaşlar, o önergeyle getirilen iki şeyi dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bir tanesi, yine, bu yılın başında sona erecek olan, faiz gelirlerinin vergiden muaf olmuş, paraya dayalı bazı gelirlerin vergilendirilme dönemi de bir yıl erteleniyordu; ama, ne yapılıyordu biliyor musunuz; o, 1998 yılında burada gerçekleştirilen vergi reformunun en önemli öğesi olan, Almanya'da geçen yıl başlayıp, 2006 yılına doğru planlanmış olan planın benzeri olan Gelir Vergisi matrahını düşürme olgusu da durduruluyordu. Şimdi, bakkaldan alınan yüzde 20 vergi oranı, 1 Ocakta yüzde 15'e düşecekti. Bir taraftan büyük velveleyle büyük alkışlarla onu durdururken, milletin gözünü onunla boyarken, esas, düşük gelirli tüccarın, girişimcinin, esnafın ödeyeceği vergi oranının yüzde 5 düşmesi de engelleniyordu; önergenin üçüncü maddesi o idi.

Şimdi, bir taraftan, burada çıkacaksınız, gazetelerde boy boy konuşacaksınız siyaseten "yabancı sermayenin gelmesi için gerekli ortamı yaratmalıyız" diye... Nedir gerekli ortam; verginin düşmesi değil mi?! Vergi yüzde 5 oranında tarife düşecekti; eğer o önerge kabul edilseydi, bu yüzde 5 düşmeyecekti. Niye; çünkü, yeniden başka yaptırımları, yeni, gelecek dönem hükümetlerine ve Parlamentosuna yaptırabilir miyim hesabı doğacaktı!

Hoş, yine, seçim kararı alındığı halde hâlâ doymuyorlar; yeni yeni hükümet senaryolarını, borç-alacak ilişkilerini ortaya koyuyorlar.

Değerli arkadaşlar, borç ve alacak ilişkisinin eksi mi artı mı olduğunu, zaten, 3 Kasımda, sandıkta hep beraber göreceğiz. Yani, artık, masabaşında "gelin, bunun -ittifaklar uğruna- hesabını yapalım" demenin zamanı geçti.

Bu konuda, burada olmaması gerektiğini, nedenlerini, birçok arkadaşımız anlattı. Yani, bu işi hızlı yapalım, isteyelim, treni hızlandıralım diyen yoktu; yavaşlatalım diyenler de vardı; ama -özetliyorum- nereden buldun yasasını, kamuoyu, halk bilsin. Ey vatandaş, senin, o önergeyle yüzde 5 oranında düşecek vergin, yine, yüzde 5 fazlasıyla muhafaza edilecekti; yani, üreten adamdan, sanayiciden yüzde 5 fazla vergi alınacaktı; ama, faiz gelirlerinin enflasyondan sonra arınmış kısmının vergilendirilmesi, yine, bir yıl sonrasına ertelenecekti.

Şimdi, bunları kamuoyuna anlatanlar, tabiî ki, işçiye bir şey anlatamazlar, tabiî ki, iş güvencesine karşı olurlar. Onlara, tek bir şeyi söyleyerek, bir örnek vererek yanlış olduklarını söylemek istiyorum: 1929 yılı dünya krizinde Ford batmamıştır; Ford büyümüştür. Neden büyümüştür; Amerika'da herkes kriz var diye işçi çıkarırken, Ford, kriz var diye işçi çıkarmamış, ürettiği araçları taksitle kendi işçisine satmıştır. Bir arkadaşı demiş ki: "Yahu, sen ne yapıyorsun?! Bu kadar işçi çalışmaya devam ediyor, ürettiğin araçları da kendi işçine satıyorsun!" O da demiş ki: "Bu da benimle işçim arasındaki dayanışmadır."

İşçi, işten çıkarılmadığını görüyor; ücretine karşılık, taksitle bu arabayı alıyor; o da gidip bu arabaya müşteri buluyor; yani, sinerji yaratıyor. Henry Fayol, işletme ekonomisi kitaplarında seri üretim konusundaki bütün örneklerinde Ford'un bu örneğini anlatır.

Toparlıyorum Sayın Başkan, 54 saniyem kaldı; ama, toparlıyorum.

Değerli arkadaşlar, biz, burada, arkadaşların ağzından hep tarihteki kötü örnekleri duyarak, bir nevi baskı altında kaldık; ama, bugün, gazetelerde, iş âleminde "bu iş güvencesi çıkmasın" denildiği halde, şurayı dolduran işçilerin gücüyle, halkla bütünleşerek bunu aldık mı?!. Bunun mu adı popülizm?! Yani, halk için, halkın ihtiyaçlarının gerektirdiği şeyi yapmak popülistlikse, popülistiz! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Halk için yapmaksa!.. Ama, yok, yalnız bir azınlığı memnun etmek içinse, o işte olmamak daha iyidir.

Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker, teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut'ta; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere, huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi şahsım ve Partim adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Yüce Meclisimiz 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim yapılmasını çoğunlukla kabul etti. 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim kararı alınmamış olsaydı, şu anda müzakeresini yaptığımız kanun tasarısının ana konusunu teşkil eden 150 trilyon TL'lik eködenek talebini görüşmeye gerek kalmayacaktı. Şunu ifade etmek istiyorum: Erken genel seçim olmasaydı, ekbütçeye de gerek yoktu.

Acaba, ekbütçe talebi olmaksızın, Maliye Bakanımız yedek ödenekten bu kaynağı sağlayabilir miydi?

Değerli arkadaşlar, bütçe disiplini ve şeffaf harcama yönünden, yapılan doğrudur; çünkü, talep edilen eködenek, altını çizerek söylüyorum, yani 150 trilyon TL net borçlanma hâsılatıyla karşılanacaktır. Dolayısıyla, içborçlanma hâsılatıyla karşılanacak bir eködeneğin ekbütçeyle sağlanması kadar doğru bir hareket yoktur. Burada dikkat edilecek husus, her siyasî partinin hazineden sağladığı bu kaynağı, bu yardımı, şeffaf bir ortamda kamuoyunun bilgisine sunarak harcamasıdır. Keşke, seçim harcamalarıyla ilgili olarak yasal bir düzenleme olsaydı, gerek partiler gerek adaylar harcamalarını kamuoyunun bilgisi dahilinde açık ve şeffaf bir ortamda yapabilseydi; en büyük dileğimiz buydu.

Şu anda bir seçim takvimi çalışmakta. Meşruiyetin temel kaynağı olan aziz milletimize 3 Kasımda müracaat edeceğiz. Her parti yaptıklarını, yapacaklarını anlatacak, bol vaatte bulunacak; ancak, şurası unutulmamalıdır: Halkın talepleriyle ülkenin kaynaklarını optimum bir noktada...

BAŞKAN - Sayın Gökbulut, bir dakika...

Sayın Köse, bu tasarı açık oylamaya tabidir efendim; haberiniz olsun. Milletvekillerimiz yemeğe de...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sadece ben değil, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak buradayız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tabiî; ama, 184'ü arayacağız. Onu arz edeyim de...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Merak etmeyin, buradayız.

Bir de, bu tasarı bitmeden birleşime ara vermeyeceğim efendim. Onun için...

Buyurun.

NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, tekrar ediyorum, şurası asla unutulmamalıdır: Halkın talepleriyle ülkenin kaynaklarını optimum uygun noktada buluşturmayan yönetimler için iki yol vardır: Birincisi, talepleri azaltmak, ikincisi, kaynakları artırmak. Gelişen, ilerleyen Türk toplumunun, Türk Halkının istemesi, rahat yaşaması kadar doğal bir şey yoktur; halkımız, köylümüz, işçimiz, bütün sosyal dilimler, rahat yaşamak için talepte bulunacaktır. O halde, halkın taleplerini kısmak, siyasî yönetimler için o kadar kolay değildir. Siyasî yönetimler için başvurulan daha kolay bir yol, ikinci yol, kaynakları artırmaktır. Kaynakları artırmanın da iki yolu vardır: Birincisi, vergiyi artırmak, ikincisi ise borçlanmaktır. Ülkemiz, alınan vasıtalı ve vasıtasız vergi çeşidi ve oranı yönünden sınıra dayanmış bir ülkedir; toplanılan verginin gayri safî millî hâsılaya oranı, Avrupa ülkeleri içerisinde en yüksek orandır. O halde, vergiyi artırmak o kadar kolay bir yöntem değildir. Geriye tek yol kalıyor, o da borçlanmak. Bu yöntem, herkesin tenkit ettiği, borçlanmayacağız dediği bir yöntem; ama, aslında, herkesin de kolaylıkla başvurduğu bir yöntem.

Değerli arkadaşlar, bugüne kadar çok partili siyasî hayatımızı şöyle analiz edersek, şimdiye kadar devam eden saadet zincirinin ana orijin noktası, belkemiği borçlanmaktır; ancak, dikkat edin, artık, borçlanmak kolay olmadığından, borç bulmak kolay olmadığından, bu saadet zinciri kırılmıştır. Yani, hazineden geçinenler, devletten maaş alanlar, devleti küçültmekten korkanlar, çekinenler için artık bir dönüm noktasına gelmiştir. Aslında, bir üçüncü yol var; ancak, çok zor ve uygulaması kolay olmayan bir yol. O da, devleti etkin bir şekilde küçültmek; yani, hantal devlet yerine etkin, etken devlet haline getirmek. Bunu birçok partimiz, şimdiden, seçim yaklaşırken, slogan haline getirmiş; ancak, bu çok zor bir yoldur. Devletin hızla küçülmesi, hantal devlet yerine etkin, hizmet devletinin kurulması, hazineden geçinenlerin sayısının azaltılması o kadar kolay bir hadise değildir. İşte, gerçekle popülizmi karıştıranlar burada ortaya çıkıyor. "Halk için, istiyorsa, popülizm yapacağım" diyenler alkışlara aldanmasınlar; gerçek çok farklıdır; gerçekle yüz yüze geldiğiniz zaman bu şekilde rahat hareket edemezsiniz. Aslında, her şeyin verimlilik ve rekabet üzerine kurulması gerekir. Zor olan, ama, doğru olan yöntem budur. Biz, Anavatan Partisi olarak, yeniden yapılanma ve çözüm yollarını, hep, aziz milletimize anlatmak istedik.

Değerli milletvekilleri, bunları şunun için anlatıyorum: Seçim havasına girdik. Ekonomik krizden dolayı, halkımız, gerçekten öfkeli, kızgın ve haklılar. Bizler, sizler, bütün partiler, adaylar, programlarımızı anlatacağız, vaatte bulunacağız; ama, vaatte bulunanlara şunu hatırlatmak istiyorum: Bir de vaadin sonrası var; yaptığınız vaatleri, halk, taahhüt olarak önünüze koyacak ve şunu da altını çizerek söylemek istiyorum: Böylesine bir içborç ve dışborç seviyesinde ucuz halk politikası yapmak, maalesef, mümkün değildir. Türkiye'nin ana problemi, temel problemi, borçlanmanın sürdürülebilmesidir.

Kısaca rakamlar vermek istiyorum: Devletimizin yedi aylık geliri 38 katrilyon; yedi aylık harcaması 55 katrilyon; açık 16 katrilyona yakın. Bu açık nasıl kapatılmış, bakıyoruz: Yedi ay içerisinde 19 katrilyon borç temin edilmiş. Bu borçla ne yapılmış; memurun maaşını ödemişsiniz, emeklinin maaşını ödemişsiniz, yatırımlara harcamışsınız. Bakınız, devletimiz, borçlanmanın büyük bir kısmını ise dışarıdan yapmış; çünkü, içborçlanmayla içborçlanmanın faizini ödemişiz. Geriye ne kalıyor; sadece dışborçlanma ya da tasarruf etmek, devleti küçültmek. Tabiî, zor olanı tatbik etmek kolay değil. Devleti küçültmek demek, devletteki elemanı azaltmak demektir, devletin harcamalarını azaltmak demektir. Hanginiz yapacaksınız zor olan işi? Acaba, gerçekleri bu seçimde hangi partimiz söyleyecek? Atalarımızın doğru bir sözü var "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" diye; ama, yine de, biz, Anavatan Partisi olarak, doğruları söylemeyi kendimize ilke olarak kabul edeceğiz.

Bakınız, devletimiz yedi ayda -hazine- 19 katrilyon lira borçlanmış; bunun 5,5 katrilyonunu, tekrar, dışborç olarak ödemişsiniz; geri kalanını ise içeride harcamışsınız; yani, memurun maaşını, emeklinin maaşını ödemişsiniz, çok az bir kısmını da yatırım ödeneği olarak ödemişsiniz. Bunu, şunun için söylüyorum; bu borç devam ediyor, bu borç bitmedi. 3 Kasım sonrası gelecek olanlar, bu borçlanmanın nasıl çevrilebileceğini, kamuoyuna, aziz halkımıza anlatmak zorundadırlar. Dışsermaye girişi olmazsa, gerçekten işimiz zor, oldukça zor.

Biz, Avrupa Birliğine girme konusunda gayret sarf ettik; sebebi ne; çünkü, Avrupa Birliğine giriş sürecinde kriter olarak, yapı olarak, zihniyet olarak kredi bulmanız daha kolaydır. Avrupa Birliğine giriş için, takvim için tarih alan bir ülkeye sermaye girişi daha fazla olur. Eğer, sizin, yılda 800 000 000 dolarlık bir dışsermaye girişiniz varsa, Türkiye'de sermaye yatırımlarını, dışborcu çevirmeniz mümkün olmaz.

Dikkat ediniz, IMF'nin verdiği krediler azalıyor, dışfinansman çevrelerinden de kredi bulmak zorlaşıyor. İşte, bugün, tartışmamız gereken, çözüm yolu bulmamız gereken temel sorun budur. Bol keseden atabiliriz, seçimler öncesi vaatte bulunabiliriz; ama, bunların hepsinin önümüze konulacağını hesap etmek zorundayız.

Değerli arkadaşlar, bakınız, her şeye rağmen, her türlü eleştiriye rağmen, 57 nci hükümet, gelecek için önemli işlere, başarıya imza atmıştır; her şeyden önce, yapısal reformlara imza atmıştır. Üçlü koalisyon uyum içinde hareket etmeye çalışmıştır; ama, bir şeyde hata yaptı; mükemmel dönüşümü tamamlayamadan, bekleyemeden seçim kararı aldı. Belki, seçim gerekliydi; çünkü, yürümüyordu iş.

Bir ikinci hatası da, bu yapısal reformları ve mükemmel dönüşümü halka anlatamadı; anlatılması gereken şeyleri anlatamadı.

Bir geçmişe bakın, bir de 57 nci Hükümetin yaptıklarına bakın! Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu... Zarar eden kamu bankalarının kapatılması...

Şimdi, soruyorum size: Seçim meydanlarına gittiğiniz zaman eğer, herhangi bir partiden bir aday, gittiği ilçede, kapatılan banka için "ben açtıracağım" sözünü verirse, halkın buna inandığını zannediyor musunuz?! Geçti artık o, mümkün değil; çünkü, Türkiye öyle bir dönüşüme girdi ki, geriye dönmesi mümkün değil.

Ancak, bütün bu sıkıntılara rağmen, gelecek kuşaklar, bu çalışkan Meclisi, 400'e yakın kanun tasarı ve teklifini yasalaştıran, sabahlara kadar durmaksızın çalışan Meclisi, Anayasa değişikliğinin altına imza atmış olan Meclisi, Avrupa Birliği giriş sürecinde gerekli olan yasaları çıkartan Meclisi hayırla anacak, hayırla yâd edecektir.

Ekbütçenin hayırlı olması dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim teşekkür ediyorum.

NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Ben teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Gruplar adına konuşmalar tamamlandı.

Şahıslar adına, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Bilahara, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat söz istemişlerdir efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2002 Malî Yılı Bütçe Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Hükümet ortaklarının sözcülerini biraz üzüntü, biraz da tebessümle takip ettik. Biri, tek başına iktidardan bahsetti; biri, yirmi yıllık hedef gösterdi. Doğrusunu isterseniz, bu arkadaşlarımızın hangi ülkede yaşadıklarını sormak gerek!

Değerli sözcü "halk için yaptık; popülistlikse, hayalcilikse, hayalcilik yaptık" diyor. Ben, mesela, halk için yapılan bir tane kanunu hatırlatayım: 125 milyar lira faiz geliri olanı vergi kapsamı dışına aldılar; herhalde, halk için yapılan en iyi uygulamalardan bir tanesi buydu!

Bir sözcü arkadaşım "talepleri artırmak, kaynakları artırmak, vergi koymak kolay değil" diyor; halbuki, bu hükümet, 13 tane vergi kanunu çıkardı. "Borçlanma da, başvurulan bir yol; Avrupa Birliğine girersek, daha çok borç alabiliriz" diyor; halbuki, bu mantığın, bu mantalitenin mutlaka değişmesi lazım ve 230 milyar dolar borcu masaya yatırıp tasfiye etmeden adım atamazsınız.

"Devleti küçültmek lazım" diyor; adama sorarlar, üçbuçuk yıldır neredeydiniz; 36 bakanla hükümeti yönetmeye devam ediyordunuz!..

Bir soru daha soruyor, gelenlerden endişe duyuyor "bundan sonra gelenler borçları nasıl çözecekler?!" Tabiî, endişe etmeye lüzum yok, gelenler onu düşünür herhalde.

Yani, özetle söylemek gerekirse, ortaklar, satır aralarında birbirlerini itham ederek yola devam ediyorlar. Bu tespitlerden sonra...

2002 bütçesinde, siyasî partilere ayrılan para 35 trilyon lira; yani, bütçeye bu para konulmuş, siyasî partilere 35 trilyon lira yardım edebiliriz denilmiş. Bakın, şimdi, hükümet, havanda su dövüyor. Bu cümlenin yanına "lüzumunda -yani, böyle bir araseçimde, ani seçimde- bu, 5 katına artırılabilir" denilseydi, bu iş çözülürdü. Burada, saatlerdir, saat 15.00'ten beri, dört saattir, beş saattir, müzakereler, halk deyimiyle, havanda su dövmektir; bu, hükümetin, bütçe hazırlamasındaki beceriksizliğini ve basiretsizliğini gösterir.

Enteresan bir tespit şu: Bu parayı nereden bulacağı noktasında da "biz, bu parayı borç alarak seçim yapacağız" diyor. Yani, bu hükümetin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, aslında, tek ifadeyle, yüzkarasıdır borç alarak seçim yapmak!

Sayın Bakan, burada -biraz sonra raporlardan bahsedeceğim- "altı ay sonuçları sapma göstermedi, programa göre öngörülen hedeflere ulaştık" diyor. Sizin hedefinizde 50 katrilyon lira açık, 50 katrilyon lira faiz yazılıysa, siz, buna da hedef diyorsanız; biz, bunu, zaten peşinen, ta başından kabul etmedik, bunun doğru olmadığı kanaatindeyiz.

İşte, bütçesine bir satır yazı yazamayan bir hükümet için belki şu satırları söylemek daha doğru olur: Bu hükümet, beceriksiz, yeteneksiz, kabiliyetsiz, sorumsuz, uyumsuz, hastalıklı, antidemokratik bir hükümettir. (SP sıralarından alkışlar) Sayısal çoğunluğu olmayan, meşruluğu tartışmalı, azınlık ve işgalci bir hükümettir; söylediklerini tutmayan, ekonomiyi batıran, Türkiye Büyük Millet Meclisini askıya alan bir hükümet... Biraz önce "o kadar çok kanun çıkardık ki" dediler; halbuki, Genel Kurul çalışmalarını düzenleyen İçtüzük değişikliği bile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen beceriksiz bir hükümettir. Bu hükümet, kötü koalisyon örneği vermiştir. Önce birbirini aklayan, sonra ihanetle suçlayan, fikren hastalıklı, marazî bir hükümettir. O kadar beceriksiz ki, dışarıdan bakan ithal edebilecek kadar ileri giden bir hükümettir; hem de öyle bir bakan ki, sabah hükümetin içinde, öğledensonra da başka partilerle flört eden bir Bakanla beraber! (SP sıralarından alkışlar)

150 trilyon ekbütçe, beceriksizliğin tipik örneğidir. Borcu artıran, geliri azaltan, batakçı ve müflis bir hükümetle karşı karşıyayız. Sanayii çökerten bir hükümet. İşte, İstanbul Sanayi Odası raporunun sonuç bölümünde şu cümleler yazılı: "Bu hükümet, 500 sanayi kuruluşunun faizine yetişemedi, katmadeğeri devamlı azalarak gitti." Aslında, bu hükümet, krizkolik bir hükümet; işte rakamlar: Gayri safî millî hâsılayı 202 milyar dolardan 148 milyar dolara, kişi başına geliri 3 095 dolardan 2 160 dolara, gelir seviyesini dünyada 20 ncilikten 35 inciliğe düşüren, alt orta sınıfa doğru iten, toplumu fakirleştiren bir hükümet.

Belki, Sayın Bakan da merak eder; bu hasarın yükünü uzmanlar hesapladılar ve rakamlar şöyle: Krizlerin faturası 129 milyar dolardır arkadaşlar; 54 milyar doları gelirden azalma, 25 milyar doları ek içborçtan artma, 50 milyar doları da dışborçtur. Kişi başına zarar 8 921 dolardır. Ben, şahsen, bir vatandaş olarak, bu hükümetten 8 921 dolar talep ediyorum. (SP sıralarından alkışlar) Yaptığı yanlışların düzeltilmesini istiyorum.

Bu hükümet vahşi, acımasız, soyguna ortak olan bir hükümettir. Değerli arkadaşlar, 1920-1983 yılları arasında, altmış yılda, bütün hükümetler, 18 milyar dolar borç yaptı. Bu hükümet, iki yılda, sadece IMF'den 30 milyar dolar borç aldı; altmış senede yapılan borcu iki senede 2 defa katladı.

Aslında, bu hükümetin marifetleri saymakla bitmez. İşte, 2002 yılının ilk dört aylık tablosu; giderler 35,4 katrilyon, gelirler 20,2 katrilyon, açık 15,2 katrilyon lira. Sayın Bakan ifade buyuruyorlar ki: "Biz, zaten bunları öngörüyorduk, bu rakamlara geldik, programda sapma yok." İfade ettiğim gibi, bu sapmalar, bir yerde, ülkenin felaketini hazırlamaktadır.

Değerli arkadaşlar, biraz önce konuşan hükümet ortakları, hâlâ, borçlanarak ülkeyi yönetebileceklerine inanıyorlar. 230 milyar doları masaya yatıracaksınız, faizlerini donduracaksınız veya on veya yirmi yıl uzatacaksınız; bunun adına "moratoryum" deyin, "iflas" deyin, ne derseniz deyin, bu faiz belasından kurtulmadan ülke bir yere gidemez.

Değerli arkadaşlar, bakın, 2002 yılının ilk altı aylık -haziran sonu itibariyle- faiz ödemeleri 28 katrilyon 464 trilyon 630 milyar, vergi gelirleri 25 katrilyon 485 trilyon 181 milyar liradır; yani, faize, 65 000 000 insanın ödediği vergi yetmemektedir. Bu hükümet, bir yerde, sadece tahsildarlık görevi yapıyor; yani, topluyor, topluyor, topluyor, IMF ve Dünya Bankasına götürüp teslim ediyor değerli arkadaşlar.

Bakınız, bu hükümetin hazinesinin kontrolörleri bir rapor hazırlıyorlar; 2001-2002 yılı faaliyet raporunun satır aralarını özetle okuyorum: "296 usulsüzlük raporu tutuldu. Devlet zararı 2,1 katrilyon lira. 221 000 000 dolar karapara aklandı. KİT'lerin görev zararı, "özelleştirme" adı altında yüksek gösterildi. 32 kişi hakkında dava açıldı." İşte, tablo bu! Kaynak nereye gidiyor diyenlere cevabı, bu raporun özet bölümünde takdim ettik.

Değerli arkadaşlar, 5.8.2002'de Sayın Derviş, ithal bakan açıklıyor; bakın, şu cümlelere bir bakın, iki gün önce söylediği cümlelere bir bakın; paylaşılamayan bakan, balon bakan, medya tarafından şişirilen bakanın söylediklerine bir bakın; iki gün önce söylüyor: "Şu günlerde her şey iyi gidiyor demiyorum." Göreve geldikten iki yıl sonra söylediği cümleleri söylüyorum... "Faiz fazla yüksek, başka sorunlar var, kur açısından çok da kötü değiliz." Kötüyüz; ama, çok da kötü değiliz... Yani iki yıl sen bu ülkeyi yöneteceksin, ekonominin patronu sen olacaksın ve geldiğimiz nokta bu! Bu, fevkalade yanlış ve tehlikelidir. Özetle, bu hükümetle aynı düşünmüyoruz...

BAŞKAN - Sayın Candan, toparlar mısınız.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Tamam Sayın Başkan.

BAŞKAN - Burada olmayan, cevap verme imkânı olmayanlara ismen sataşmasanız.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Faiz ödemelerine bütçe hazırlıyorsunuz. Yani, ne kadar faiz,o kadar vergi ve zam... Kamu maliyesini yönetemiyorsunuz. Şimdi, gelip, üçbuçuk yıl sonra, burada, grup sözcülerinin tek başına iktidardan bahsetmesi veya günah çıkarması, işi çözmez.

Değerli arkadaşlarım, bakın, çözümü söylüyorum: IMF ve Dünya Bankası reçetelerini yırtıp çöpe atmadan, kendi özkaynaklarımıza dönmeden, hatta Sayın Derviş'i de evine göndermeden Türkiye'de ekonomi düzelmez.

Saygılarımla (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, tabiî, Sayın Derviş'in size cevap verme hakkı yok; haksızlık etmeyelim...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Var, var, burada adamları var.

BAŞKAN - Nerede efendim burada?!.

VEYSEL CANDAN (Konya) -Sayın Maliye Bakanı var.

BAŞKAN - İşte, Sayın Bakan, Derviş'in eve gidip gitmeyeceğini bilemez.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Efendim, ben bir hükümet üyesini tenkit ettim, Sayın Bakan cevap verebilir.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Derviş isimli Sayın Bakan burada olmalıydı.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Bir şey söyleyeceğim Sayın Başkan; şu anda, Sayın Derviş, parti kurma çalışmaları yapma yerine bu sıralarda oturmalıydı.

BAŞKAN - Efendim, ama, bütçe, Maliyenin; Maliye Bakanı oturuyor.

Neyse, mesele anlaşılmıştır.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, bir ufak açıklama yapayım.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Candan, konuşmasının bir bölümünde "esas itibariyle, bütçe cetvelinin içerisinde, siyasî partilere yardım faslı vardır. O faslın altına, parantez içerisinde bir hüküm konulur 'bu ödenek istendiği zaman beş katına kadar artırılabilir' denilirse, hiç bu mesaiye gerek yok, o şekilde uygulanabilir" diye bir ifadede bulundular.

Şimdi, bu müesseseye "otomatik ödenek müessesesi" denilir; fakat, bu, çok uzun yıllardır, aşağı yukarı yirmi yıla yakın bir süredir sistemimizden kalkmış bir uygulamadır.

Esasen, Anayasamızın 163 üncü maddesinde aynen şu ifade edilmektedir: "Genel ve katma bütçelerle verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir. Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm konulamaz."

Anayasanın bu amir hükmü muvacehesinde, Sayın Candan'ın söylediğinin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Sayın Candan, konuşmasında, hükümetle ilgili bazı görüşlerini ifade etti; ama, ben, Parlamentonun bu son günlerinde, kendisine, bir hükümet üyesi olarak cevap vermeyi pek tercih etmiyorum.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım.

BAŞKAN - Size de bu yakışır Sayın Bakanım.

Bütçeden 1979'da kalktı o uygulama.

Şimdi söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta.

Sayın Polat, buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, 894 sıra sayılı Ek Bütçe Kanun Tasarısının tümü üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarı gerekçesinde, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılması gereken erken seçim nedeniyle, 2820 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde siyasî partilere yapılacak ilave yardım ile genel seçimin gerektirdiği giderlerin karşılanması için gerekli ödeneğin mevcut bütçe imkânlarıyla karşılanması mümkün görülmediği belirtilerek, "bu gelişme sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinden 150 trilyon lira tutarında eködenek talep edilmektedir" denilmektedir.

Sadece bu gerekçe dahi, bu bütçenin iflasının bir itirafıdır; çünkü, eğer hükümet, 98 katrilyon 131 trilyon TL'lik bir bütçe imkânları içerisinde 150 trilyon TL kaynak temin edemiyorsa, bu, hükümetin bütçesinin fiilen iflasının bir ifadesidir.

Esasında, hükümetin asıl maksadının bu ek bütçe olmadığı, tasarının 1 inci maddesinin görüşmelerinin bitimi sırasında 2 ANAP milletvekilinin verdiği ve Gelir Vergisi Kanununun geçici 55, 56 ve 57 nci maddelerinde yer alan sürelerin 2003 yılı sonuna kadar uzatılmasını isteyen ve hükümetin kabul edip onayladığı önergelerle ortaya çıktı.

Bu geçici maddelerden 55 inci madde, Gelir Vergisi Kanununun 75 inci maddesinin 7, 12 ve 14 numaralı bentlerinde yazılı "menkul sermaye iratları ile menkul kıymetler yatırım fonlarının katılma belgelerine ödenen kur payları için yıllık beyanname verilmez" maddesidir. Yani, faiz vergisine getirilen kolaylık ve istisna vergisi... Geçici 56 ncı madde, kamuoyunda bilinen adıyla malî miladın ertelenmesini; yani, herhangi bir şahıs veya tüzelkişiliğin ödediği vergi ile harcamaları arasında bir oransızlık olduğu takdirde, Maliyenin, bu şahıslara, bu harcamaya esas mal varlığının kaynağının sorulmasını düzenleyen maddedir. Geçici 57 nci madde, 1999-2002 yılları arasındaki gelirlerin -ücretler hariç- mükerrer 123 üncü maddeye göre belirlenen gelir dilimlerine karşılık gelen vergi oranları 5 puan artırılmak suretiyle yapılan uygulamanın bir yıl daha uzatılmasını öngören maddedir. 

Böylece, faiz geliri elde edenler ile vergi dairelerine yılda 1-2 milyar vergi ödediklerini beyan edip, sadece televole gecelerinde milyarlarca para harcayan insanlardan, bu harcamanın kaynağı bir yıl daha sorulamayacak; buna karşılık, esnaf ve vergisini dürüst ödeyen tüccar veya sanayici, vergisini 5 puan daha fazla ödemeye devam edecek ki, bu televoleciler rahatça eğlensin, faiz geliri elde edenler istisnalardan bir yıl daha faydalansın diye getirilmiş bir düzenlemeydi.

Yine, altı aylık, haziran sonu itibariyle yayımlanan Maliye Bakanlığı vergi gelirlerine baktığımızda, 6 katrilyon 9 trilyon TL olan Gelir Vergisi içerisinde beyana dayalı vergi oranının, bu miktarın yüzde 6'sı civarında, sadece 378 trilyon TL olduğunu görürüz. 2000 yılında dahi yüzde 91 olan Gelir Vergisi içerisindeki stopaj yoluyla toplanan vergiler, 2001 yılında yüzde 94'e ulaşmıştır. Bunun için, Maliye Bakanlığı    3 000 dev firmanın vergisini incelemeye alacağını kamuoyuna duyurmuştur; fakat, bize göre, burada da adil davranılmıyor. Sebebi, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 50'sini üretip, beyana dahil Gelir Vergisinin yüzde 70'ini ödeyen bu firmalardan çok "malî milat ertelensin" diye figan edip, yılda 3-5 milyar vergi ödeyip, basına yansıdığı şekliyle, 400-500 milyarlık süper lüks otolarla dolaşıp, milyonlarca dolarlık villalarda hayat süren şahısların vergileri öncelikli olarak incelenmeye alınıp, bu değirmenin suyunun nereden geldiği araştırılmalıdır.

Önergenin görüşülmesinde, daha da önemli olanı, bu önergeye, iktidara mensup DSP ve MHP'li milletvekilleri karşı çıkarken, DYP'li milletvekillerinin önergeye, önerge verenlerden daha çok sahip çıkarak savunmaları olmuştur.

Burada en önemli olan bir başka husus da, hükümet, eğer, böyle, katrilyonları kapsayan bir uygulama yapmak istiyorsa, bunu ayrı bir kanun maddesi şeklinde tanzim edip, Türkiye Büyük Millet Meclisini olağanüstü toplantıya çağırıp, görüşülmesini sağlamasıdır. Aksi halde, 150 trilyon TL'lik bir seçim masrafını ilgilendiren bir kanun tasarısını sunup, arasında tasarıyla hiç alakası olmayan hususların kanunlaştırılmasının hiçbir şekilde kabulü mümkün değildir. Neticede, önergenin reddedilmesiyle bir yanlışlıktan dönülmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu hükümetin altı aylık bütçe uygulamalarına baktığımızda şunu görürüz: Altı aylık uygulamalara göre, 2002 yılı bütçesi, 2001 yılı bütçesine göre, harcamalarda yüzde 73 artarken, gelirlerde artış sadece yüzde 56,2'de kalmıştır. Dolayısıyla, gelir ile gider farkı iyice açılmaktadır.

Bütçede faiz harcamaları, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 80,8 artarken, yatırımların altı aylık artış oranı yüzde 59,2'de kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, bu bütçede, altı ayda, faizlere 28 katrilyon 464 trilyon TL ödenirken, yatırımlara ayrılan pay, sadece 1 katrilyon 552 trilyon TL'de kalmıştır. Bu borç faizleri ödemelerine, haziran sonu itibariyle 126 katrilyon 800 trilyon TL olan iç borcun yüzde 29,7'sine tekabül eden döviz veya dövize endeksli 37 katrilyon 700 trilyon TL'lik borcun kur farkı da dahil değildir.

Yine, 2002 yılı bütçesinde altı ayda oluşan bütçe açığı, geçen yıla göre yüzde 120,6 artarak, 17 katrilyon 874 trilyon TL'ye ulaşmıştır.

Bir başka hesapla, bu hükümet döneminde, üç yılda 101,4 milyar dolar içborç faizi ödenirken, 1999'da 39,7 milyar dolar olan içborç stoku, bu yılın haziran sonunda 126,8 katrilyon TL veya 79,1 milyar dolara ulaşmış oldu.

Peki, üç yılda 101,4 milyar dolar faiz ödenir ve içborç stoku 40 milyar dolar artarken halka ne yansıdı derseniz, sadece işsizlik, sefalet ve artan vergi yükü olmuştur.

Yine, altı ayda, 98 katrilyon 100 trilyon TL olan bütçe harcamalarının 53 katrilyon 700 trilyon TL'si harcanmış, ikinci altı aya 44 katrilyon 400 trilyon TL kalmıştır.

Eğer harcamalar aynı düzeyde giderse -ki, o da seçim dolayısıyla zordur- bu, mutlaka artacaktır, yine de 9 katrilyon TL'lik ilave bir açık meydana çıkacaktır ki, bunun da nasıl karşılanacağı belli değildir. Zaten, bu yüzden Hazine borçlanma faizleri son günlerde yüzde 77'lere dayanmış, enflasyondan arındığında, faizler, reel olarak, dünyada hiçbir ülkenin altından kalkamayacağı yüzde 30-35'ler seviyesine çıkmıştır.

Yine, bütçedeki faiz giderlerinin konsolide bütçe harcamalarına oranı, bütçede hedef olarak yüzde 43,6 alınmışken, ocak-mayıs gerçekleşmelerinde bu oran yüzde 54,1 olmuştur ki, nereden bakarsanız bakın hedeflerin tutmayacağı açıkça belli olmaktadır.

Yine, ülkemizdeki kamu harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranları son yıllarda süratle artmaya başlamıştır. Örneğin, konsolide genel ve katma bütçeli kuruluşlar, fonlar ve döner sermayenin oluşturduğu merkezî hükümet harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı 1999'da yüzde 34,16 iken, 2001'de bu oran yüzde 44,65 olmuştur. Buna, mahallî idareler, sosyal güvenlik kuruluşları ve KİT'leri eklersek, toplam kamu kesimi harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı, 1999'da yüzde 68,57 iken, 2001'de yüzde 83,28'e ulaşmıştır. Burada, tüm üretilen gelirlerin yüzde 83'ünü kamu eliyle tüketirsek, özel sektöre bir kaynak kalmaz. Özel sektöre bir kaynak kalmayınca da, ciddî bir kalkınma olmaz.

Ülkemiz, bu noktaya, devletin bilinçli tercihiyle gelmiş ve ülkemizde modernleşmenin devlet projesi olarak yürütülmeye çalışılması, devleti alabildiğine güçlendiren ve o ölçüde de sivil toplumun gelişmesini zora sokan bir etken olmuştur. Neticede de, kamu harcamaları, yıllar itibariyle sürekli artmıştır.

Yatırımlara 1 katrilyon 500 trilyon TL dahi ayıramayan bu hükümet, kamu bankalarına, 2000 yılı aralık ayı sonu itibariyle 17 katrilyon 279 trilyon TL, 2001 yılı içerisinde 11 katrilyon 309 trilyon TL olmak üzere toplam 28 katrilyon 588 trilyon TL aktarmış; yine, hazinece, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna aktarılan kaynaklar, 31 Aralık 2001 tarihî itibariyle, 21 katrilyon 581 trilyon TL olmuştur. Böylece, iki yılda, bu hükümetçe, kamu ve fona alınan bankalara, toplam 50 katrilyon 169 trilyon TL'yle, takriben, bu yıl yatırıma ayrılan kaynağın 10 katı aktarılmıştır.

Fakat, halkın elindeki birikimlerin bittiği, yatırımların sürekli ertelendiği, tüketim harcamalarının minimuma indiği bu ortamda özel sektörün durma noktasına gelmesinin bir sonucu olarak, kamu bankalarının sorunlu kredileri de günden güne artmaktadır. Örneğin, 2000 yılı sonunda 1 katrilyon 17 trilyon TL olan bu alacaklar, mayıs 2002 itibariyle 3 katrilyon 680 trilyon TL'ye çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlarsanız minnettar kalırım.

ASLAN POLAT (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Siz, kendi usulünüzle toparlayacaksınız; karışmıyorum.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bütün bu kaynak aktarmalarına karşılık, devlet, bu bankalardan alacağını alıyor mu dersiniz?.. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 2 Ağustos 2002 tarihli bültenine göre, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 157 borçlusuyla anlaşmış ve bir protokol yapmış ve bu protokole göre, eğer alabilirse, bunlardan 248 000 000 dolar, 43 000 000 euro ve 34 trilyon TL alacak; ayrıca, üç banka hâkim ortaklar grubuyla 1 milyar 700 milyon dolarlık alacağını da protokole bağlamıştır. Yani, alacaklarının ancak yüzde 10'unu alabilmek için protokol yaparken, kamu ve fon bankalarına aktarılan kaynakların gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı yüzde 27,7 olmaktadır. Peki, ülkemizde bir yılda toplanan vergilerin gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı nedir dersek, bu oran da yüzde 27,9'dur. Yani, millet olarak, bir yılda topladığımız tüm vergilerimizin önemli bir kısmını, banka hortumlamalarından kaynaklanan kamu ve fon bankalarının zararlarına vermişiz.

Sadece şu rakamlar bile, bankalar ve dış borçlar bakımından, Derviş yönetiminin ne kadar başarısız olduğunu ortaya koymaktadır:

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz rezervi, Ocak 2001'de 24 milyar 764 milyon dolar, Mayıs 2002'de 21 milyar 993 milyon dolar.

Bankalar döviz rezervi, Ocak 2001'de 9 milyar 189 milyon dolar, Mayıs 2002'de 8 milyar 956 milyon dolar.

IMF'ye borç, Ocak 2001'de 7 milyar 810 milyon dolar, Mayıs 2002'de 24 milyar 918 milyon dolar.

Toplam dış borçlar, Ocak 2001'de 102,9 milyar dolar, Mayıs 2002'de 117,5 milyar dolar.

Neticede, Derviş yönetiminde ülke yüzde 8,5 küçülmüş, gayri safî millî hâsıla 200 milyar dolardan 146 milyar dolara düşmüş, Merkez Bankası ve bankaların toplam dövizi düşmüş, IMF'ye olan borcumuz ile dış borcumuz artmış; fakat, ne yatırım olmuş ne de yeni iş imkânı olmuş, sadece işsizlik artmış, sefalet çığ gibi büyümüştür.

Bu hükümet ve IMF programları neticesinde, halk sürekli fakirleşmekte, bütçesi bir türlü dengelenememektedir. Örneğin, 1997 yılında, Erbakan Hükümetleri döneminde, kişi başına millî gelir 3 079 dolar, kişi başına borç 1 849 dolar iken, 2001 yılında kişi başına millî gelir 2 219 dolara düşerken, borç 2 918 dolara çıkmıştır. IMF programlarının neticeleri önce Uzakdoğu Asya'da, Endonezya, Malezya'da son olarak da Arjantin, Brezilya ve Uruguay'da ortaya çıkmış, halk sokaklara dökülüp dükkânları yağmalamaya başlamıştır. (MHP sıralarından "süresini geçti" sesleri)

BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen toparlayın...

Efendim, geçen sefer Sayın Polat'a rica ettim. Biliyorsunuz, o elektrikli oturumda konuşmadı. Şimdi, alacak-verecek hesabı yapıyoruz; ondan.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, üzülmesinler, bitiriyorum.

Bizde ise IMF, Amerika'nın talimatıyla, Afganistan ve Irak operasyonları yüzünden 30 milyar dolar ekborç vererek krizi bir yıl geciktirmiş; fakat, bütçe göstergeleri ve faizlerin yükselişinin kaçınılmaz neticesi, olası felaketi göstermektedir. 3 Kasımda halkımız, ya üretimi esas alan millî görüşü seçecek ya da IMF'ci Derviş modelini tercih edecektir. Her ikisinin de sonuçları, 1997 Erbakan Hükümeti uygulamaları ve 2001 Şubat krizi ve ertelenen ve geliyorum diyen krizlerdir. Tercih halkımızındır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, sağ olun. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim, sağ olun efendim; ben teşekkür ediyorum anlayışınıza.

Sayın Oğuz Aygün, sataşmadan dolayı söz istemiştiniz; ama, ben, baktım, müsaade ederseniz, zımnî bir sataşma var. 69 uncu maddeye pek girmiyor. Müsaade ederseniz, söz vermeyeyim efendim.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Efendim, ben, zaten, ikinci bir pusula zatıâlinize arz ettim...

BAŞKAN - Onu görmedim.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Ben zabıtları tetkik ettim. Bana anlatılan gibi olmadığı için feragat ediyorum. Anlayışınıza teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, görüşmeler tamamlandı.

Soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Sayın Esengün, buyurun.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkanım, benim sualim İçtüzük uygulamasıyla ilgili olarak Yüksek Başkanlıktan, yani, zatıâlinizden olacak.

Bilindiği üzere, İçtüzüğün 7 nci maddesine göre, ara vermede ve tatilde yapılan toplantılar, yani, olağanüstü toplantılar, sadece toplantıyı gerektiren konulara münhasırdır; başka hiçbir konu görüşülemez. Yine, İçtüzüğün 25 inci maddesine göre, hangi komisyonların, ara vermede veya tatilde çalışacağına, Başkanın teklifi üzerine Genel Kurul karar verir.

Şimdi, bugün görüştüğümüz şu ekbütçeyle ilgili tasarı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu, geçen olağanüstü toplantının gündeminde yoktu. Bugün, bu gündemle Yüce Meclis toplantıya çağırıldı; ama, Yüce Meclis geldi, önünde komisyon raporunu hazır buldu. Bu tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda ne zaman görüşüldü; ki, görüşme tarihine, rapor tarihine bakılırsa, Meclisin tatilde olduğu, sizin, bu hafta salı günü Meclisi toplantı yetersayısı bulunamadığı için tatil ettiğiniz bir günün tarihini taşıyor. Geçen olağanüstü toplantı gündeminde olmayan, ancak, İçtüzüğe göre bugün ele alınması mümkün olan bu tasarı, Plan ve Bütçe Komisyonunda İçtüzüğün hangi maddesine istinaden görüşüldü? Normalde, bugün olağanüstü toplantı açıldıktan sonra bu konunun komisyona havale edilmesi gerekmez miydi? Bu iş kitabına...

BAŞKAN - Efendim, müsaade eder misiniz... Ben dinledim; ama, sorular, komisyona veya hükümete, tasarı üzerinde soruluyor. Benim şahsıma soruyorsunuz anlaşılan...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Evet efendim,. Meclis Başkanlığına soruyorum ve İçtüzük uygulaması usulle...

BAŞKAN - Ama, böyle bir müzakere usulümüz yok.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Efendim, usulle ilgili olduğu için, zannederim, bu suali sormakta haklıyım.

BAŞKAN - Ben, gene de dinledim; size cevap vereyim. Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu kapatmadan evvel komisyon çalışma kararı vermişti, biz verdik ve komisyondaki eksik üyelerin seçimini burada yaptıktan sonra komisyon devam etti. Bendeniz, burasını, Genel Kurulu, 17.00'yi geçe, 17.30 civarında kapattım. Bizim kapattığımızda, komisyon, çalışmalarını aşağı yukarı bitirmişti efendim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Efendim, komisyonun gündemine onu alması mümkün değil; çünkü, o günkü olağanüstü toplantı belli iki konu için yapılmıştı; ekbütçe, olağanüstü toplantı gündeminde yoktu; dolayısıyla, Genel Kurulda görüşülen...

BAŞKAN - Efendim, Sayın Hatiboğlu çok iyi bilirler; İçtüzükte, Genel Kurulun olağanüstü toplantı çağrısında komisyonları bağlayıcı hiçbir hüküm yok; yani, biz, Genel Kurulu  olağanüstü olarak başka bir konudan da toplarsak -Allah korusun- onun yerine komisyonlar çalışıyor efendim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Efendim, malumuâliniz, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kuruluyla, komisyonuyla bir külldür, bir bütündür; Genel Kurulda görüşülemeyen bir konu komisyonda görüşülemez. Bu, anlaşılıyor ki, biraz İçtüzüğe uydurularak getirilmiş bir konu...

BAŞKAN - Hayır efendim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Bunun, hiçbir şekilde İçtüzüğe uygunluğu iddia edilemez...

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşıldı; teşekkür edeyim müsaade ederseniz.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Ben de teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, şimdi, ben, tabiî, o 3 dakikayı diğer arkadaşların hakkından veremeyeceğim.

Şimdi, Sayın Bedük'ten başlıyoruz efendim.

Sayın Bedük, kısa, öz.

Buyurun Sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu sorularımı arz ediyorum.

Sorum, hiçbir suretle, ne Şebinkarahisar ne de Suşehri'nin il olmasıyla ilgili talebe karşı bir soru değildir.

Sayın Bakan, ekbütçede veya konsolide bütçede il veya ilçe olmasıyla ilgili birkısım taleplere karşı yeterli ödenek var mıdır?

Bu bağlamda, daha evvelden, Ankaramıza bağlı Polatlı İlçesi ile Şereflikoçhisar İlçesinin il olması hususunda kanun teklifleri vardı ve Yüce Parlamento, bu konuda, 37 nci maddeye göre gündeme alınmasını kabul etti, bütün partiler de kabul etti.

Ayrıca, 800 000 nüfuslu Çankaya İlçesinin, Bahçelievler, Ümitköy veya Bilimkent veya Çankaya olarak üçe ayrılması, ilçe kurulması ve ayrıca, 200 000 nüfuslu, muhtarlıkla idare edilen Batıkentimizin, hem sağlık hem eğitim hem altyapısı ve ticaret merkezleriyle bir bütün olarak ilçe olmayı hak etmesi sebebiyle verdiğimiz kanun teklifinin ve yine, Pursaklar'ın ilçe olmasıyla ilgili, Temelli'nin ilçe olmasıyla vermiş olduğumuz kanun tekliflerinin de gündemde olduğu malumlarınızdır.

Sizin, ilçelerle ilgili, belde ve mahallelerin ilçe olmasıyla ilgili olarak görüşünüz nedir? Bunların ilçe olması ve Koçhisar ve Polatlı'nın il olmasıyla ilgili görüşleriniz nedir? Ne zaman il olacaklar, ne zaman ilçe olacaklar? Takdirlerinize sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Nidai Seven, kısa ve öz.

Buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim; aracılığınızla, Sayın Bakanıma sormak istediğim sorular şunlar:

Soru 1 - 1977 ve 1999 yılları arası, Sayıştayın 2000 yılı raporunda yer alan, 196 milyar dolarlık bütçe dışı harcama yapıldığı ve bu konudaki görüşlerinizin ne olduğunu merak ediyorum.

Soru 2 - Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz. Yıllardan beri çok ilkel metotlarla seçimler yapılmakta, büyük masraflar olmakta, zaman kaybına da sebep olabilmektedir. Ne zaman Türk seçmeni bir metrelik oy pusulasından kurtulacak?

Soru 3 - Seçim sathı mailinde büyük harcama yapılmakta, sokaklar afişlerle süslenmekte. Vatandaşların vergileriyle yapılan bu israfın önlenmesi için hukukî bir düzenleme getirmeyi düşünüyor musunuz?

Son sorum: Çok önemli; Ağrı'nın Doğubayazıt ve Patnos İlçelerinin il olabilmesi için bütçemizde yeterli ödenek var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Alçelik, buyurun efendim.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Öğrenmek istediğim hususlar şunlar efendim: Bir ekbütçe görüşüyoruz. Bu görüşmeler sırasında, seçim bütçesini görüştüğümüz şu toplantı sırasında, toplumda büyük bir mağduriyet yaşayan çiftçilerimiz, esnafımız, memurumuz, emeklimiz için, mağdur olan bütün kesimlerimizin de durumunu rahatlatacak bir katkı sağlamak mümkün mü? Bu konuda bir katkı sağlamayı düşünüyorlar mı?

Arz ediyorum efendim.

BAŞKAN - Mümkün olsaydı, eködeneği seçim için istemezlerdi.

Teşekkür ediyorum.

Sayın İmamoğlu, buyurun.

M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) - Saygılar sunuyorum.

Sayın Bakanım, Yeni Türkiye Partisi bu yardımdan yararlanacak mı? 41 ilde örgütlenmesini tamamladığında kendisine yardım yapılacak mı? Bunun cevaplanmasını istiyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarımızın sorduğu suallerle ilgili, zamanı da dikkate alarak, özet halinde cevap vermeye çalışacağım.

Sayın Arıkan Bedük, Şebinkarahisar'ın il olması halinde, bunun, il olma ve il olduktan sonraki harcamaları için bütçede yeteri kadar ödenek var mı...

BAŞKAN - Öyle sormadı efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sorum şu efendim: Şebinkarahisar ve Suşehri'nin il olmasına bir itirazımız yok; ancak, gündemdeki, il veya ilçe olmayla ilgili taleplere karşı bütçede yeteri kadar ödenek var mıdır? Kaldı ki, Koçhisar'da, Polatlı'da ve ilçelerde de hükümet konaklarını yerel olarak hazırlamaya biz hazırız. Bu anlamda sordum.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, benim olaya giriş tarzımla Sayın Bedük'ün suali arasında büyük bir fark görmüyorum; yani, bütçede, şurası il olacaktır diye bir ödenek ayrılmaz; normal olarak yeni bir teşkilatlanmanın getireceği birtakım harcamalar için yedek ödeneğin içerisinde bir miktar kaynak bulunabilir; ama, bu, tabiî, belli bir ölçü içerisinde olur. Eğer, o miktarı aşacak bir teşkilatlanma olursa, ya yapılmaz veya bütçeye ilave bir eködenek kanunuyla imkân sağlanır.

Diğer illerle ilgili konu... Sanıyorum, kendilerinin de eski mesleğidir; İçişleri Bakanlığındaki çalışmalar hakkında bir bilgiye sahip değilim.

Sayın Seven'in Sayıştay raporuyla ilgili sorusuna -izin verirlerse- yazılı olarak cevap vereyim.

Bilgisayarlı oy, gayet tabiî, olması gereken bir sistem. Yüksek Seçim Kurulunun bu alanda istediği ödenekler var. Öyle tahmin ediyorum ki, bu yılki çalışmaların içerisinde o alanda da bir mesafe alacağız ve öyle temenni ediyorum, bir dahaki seçimlerde, istediğimiz düzeyde, bilgi çağına yakışır bir sistemi biz de tatbik edelim.

Afiş ve israf, şüphesiz ki, o daha çok partilerimizin dikkate alacağı bir konudur. Mutlaka israfla mücadele edilmesi gerekir.

Doğubayazıt ve Patnos'un il olmaları konusunda bir bilgim yok; onu da, herhalde, İçişleri Bakanlığından talep etmemiz gerekecek; yani, bizde, Maliye Bakanlığında bir bilgi yok.

Sayın Alçelik "çiftçi, esnaf, memur için bir katkı düşünülüyor mu" diye sordu. Şüphesiz ki, 2002 yılında ne yapılacağı bütçe ile yıllık programla öngörülmüştür; o çerçeve içerisinde mesele ele alınabilir.

Yeni Türkiye Partisinin hazine yardımı konusu: Esas itibariyle isimden çok meselenin prensibine ve ilkesine gitmek lazım. Bir siyasî partinin hazine yardımından yararlanabilmesi için, Parlamentoda en az 3 milletvekiline ve seçime girmesi bakımından gerekli olan teşkilata sahip olması lazım; yani, sadece seçime girmesi değil, seçime girmesi için teşkilat bakımından gerekli yapılanmaya sahip olması lazım; bu da, 41 ilde teşkilatını kurması demektir. Dolayısıyla, Parlamentoda 3'ten fazla milletvekili olan ve 41 ilde teşkilat kuran siyasî partiler, siyasî partilere yapılacak hazine yardımından yararlanabilmektedir.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Efendim, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

4726 SAYILI 2002 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU İLE BAĞLI CETVELLERDE

DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 12.12.2001 tarihli ve 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvelin ilişik (1) sayılı cetvelde yazılı tertibine (150 000 000 000 000) liralık ek ödenek verilmiştir.

BAŞKAN - Efendim, 1 inci madde üzerinde Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili...

Efendim, isterseniz daha sonra çağırayım.

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Bilahara konuşayım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki efendim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyursunlar efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İltimas yok mu Sayın Başkan?

BAŞKAN - İltimas yok, torpil bitti.

MHP GRUBU ADINA ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

3 Kasımda yapılacak seçimler için 150 trilyon liralık ek ödeneğin verilmesiyle ilgili görüşmeleri yapıyoruz; ama, her zaman olduğu gibi, birçok konuşmacı, bu kürsüden konunun dışına çıkmış ve seçmene selam alışkanlığını devam ettirmiştir. Yıllarca uyguladıkları yanlış politikalar sonucu 8 milyon kişinin üretimiyle ilgilendiği fındığın bu hale gelmesinde hiç dahilleri yokmuşçasına, milletin gözünün içine baka baka popülizm yapmaya devam etmişlerdir.

Sadece Doğu Karadenize mahsus bir ürünken, bugün, 39 ilimizde üretilen bir ürün haline gelen fındığı, "kim ne veriyorsa bir fazlası" deyip, birkaç oy uğruna Karadenizin fındığını Bitlis'te, Mardin'de, Niğde'de, Alanya'da, Burdur'da, Bursa'da diktiren politikaların ve zihniyetin sahibi bizler değiliz.

Dünya fındık tüketimi belliyken fındık üretimini artırma neyin nesiydi? Bu yıl, 700 000 ton fındık rekoltesi beklenmektedir, 150 000 ton civarında üretim fazlası olacaktır. Son üç yılın ihracat rakamlarına baktığımızda, 650 000 000 dolarlık ihracat yapılmıştır. Fiskobirlik, alımları, bu yıl, mutlaka, regüle etmelidir; zira, bu regüle edilmezse Hazinenin 400 000 000 dolar kaybı olacaktır; 70 sente satılan fındık 30 sente düşer ve ihracat rakamları 250-300 000 000 dolara iner.

Ben, buradan, Hazineden sorumlu Sayın Bakanımız Derviş'e sesleniyorum. Bir aydır kendisiyle görüşme talebimiz var, bize randevu vermiyor. Fındık üreticileri birliklerine ve Fiskobirlik yöneticilerine, lütfen randevu versin ve bu konuyu, kendileriyle detaylı olarak görüşsün; siyasî çalışmalarına bir iki gün ara verip, aslî görevine dönmelidir. Girmeye çalıştığı siyasî partilerin milletvekili sayısından, bu Parlamentodaki Karadenizli milletvekili sayısı daha fazladır. İş çevreleriyle ittifak arayanların, 8 000 000 Karadenizlinin derdiyle ittifak aramasının zamanı gelmiştir.

Bugün, yöre milletvekilleri olarak, Sayın Başbakanla görüştük. 150 000 ton üretim fazlası fındık için, Fiskobirlik'e, mutlaka, 300 trilyon lira kredi verilmelidir. Bu parayla, Fiskobirlik piyasadan fındık almalı ve maliyeti 2 000 000 lira olan bu fındığı daha aşağıya düşürmemenin gayretini göstermelidir. Bu bir siyaset değildir, bu bir popülizm değildir; bu, akıllı bir ticarettir. Karadeniz insanı, fındığı bu hale getirenleri, yaptıkları fındık mitinglerine ilgi göstermeyerek teşhir etmektedir.

57 nci hükümet, Karadenizin birçok kanayan yarasına neşter vurmuş ve netice de almıştır. Fiskobirlik'in yeniden yapılandırılması sağlanmış, birliğin tüketiciye yük olması ortadan kaldırılmıştır. Dönümüne 200 dolar prim verilerek, taban arazideki sökümler teşvik edilmiş ve alternatif ürünün yaygınlaştırılması cihetine gidilmiştir. Fındıktan fındığa ortaya çıkıp oy avcılığı yapmanın, bölge insanına hiçbir faydası yoktur.

Yine, 1984 yılında ihalesi yapılmış olan Karadeniz sahil yolunun, onbeş yıllık inşaat döneminde, dönemin iktidarları 250 000 000 dolar harcamışken, 57 nci hükümet, Karadeniz sahil yoluna, Karadeniz insanına verdiği önem gereği, 1 milyar dolar para harcamıştır bu son üç yıl içerisinde. Bu rakamlarla oynamanın kimseye faydası yoktur.

Cumhuriyetimiz yetmişsekiz yıllıktır. Cumhuriyet tarihinin altmış yılını alıp, o zamanki borçları ortaya koyup, son üç yılda alınan borçlarla kıyaslamanın bir anlamı yoktur. Sayın Candan, cumhuriyetin yirmibeş yılını niye atıyorsunuz?! Son üç yılı eğer 57 nci hükümetinse, son yirmibeş yılında, sizin de iktidar olduğunuz hükümetler vardır. Lütfen, o rakamları da, çıkın, bu milletin gözüne baka baka ortaya koyun. Maliye Bakanımız, daha bir hafta önce yayımlamış olduğu tebliğde, Türkiye Cumhuriyetinin iç ve dış borç toplamının 205 milyar dolar civarında olduğunu söylemiştir. Bu hükümet işbaşına geldiğinde, 150 milyar dolar iç ve dışborç toplamı vardı.

Şimdi, size soruyorum, aziz milletimiz bizi dinliyor: Fona devredilen bankaların 1993'ten sonraki müsebbipleri kimlerdir? Hazineye devredilen bu bankaların, yük olan bu bankaların maliyetinin 35 milyar dolar civarında olduğu bilinirken, yine, Ziraat Bankasının ve Halk Bankasının kamu maliyesine maliyetinin görev zararı adıyla 20-25 milyar dolar olduğu bilinirken, bunların müsebbibi, geçmiş dönemde işbaşında olan hükümetlerden başkası değildir.

Ben, 3 Kasım seçimlerinin aziz milletimize hayırlar getirmesini Yüce Allah'tan niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Söz sırası, Yeni Türkiye Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'da.

Buyurun efendim. (YTP sıralarından alkışlar)

Sayın Al, süreniz 5 dakika.

YTP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 894 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Yeni Türkiye Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım; Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunla, 150 trilyon liralık ödenek, genel seçimin ihtiyaçları, genel seçim nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması ve siyasî partilere malî yardım yapılması için bütçeye konuluyor. Bu, yedek ödenekten de karşılanabilirdi diye düşünüyorduk; ancak, böyle bir kanun tasarısının gelmesine bir ihtiyaç var ise, buna da bir itirazımız yok; kanun tasarısını destekliyoruz.

Her seçim öncesinde, bir siyasî hareketin malî yardımdan yararlanabilmesi için -Siyasî Partiler Yasamıza bakarsak- bir kanun değişikliği yapıldığını görürüz. Biz, Yeni Türkiye olarak, şu anda önümüzde böyle bir imkân bulunmasına rağmen, böyle bir anlayışın içerisinde olmadık. Bunu, Yüce Türk Halkının layık olduğu düzeyde bir siyaset anlayışının gereği olarak görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu anlayışın herkes tarafından paylaşılması ve yerine getirilmesi halinde Büyük Türk Milletine yararlı hizmetlerde bulunabiliriz; ancak, bunun tam olarak böyle olmadığını da üzülerek söylemek durumundayım.

Biraz önce, bir arkadaşımız söz aldılar ve dediler ki: "Türkiye'de siyaseti kundaklamak isteyenlerin senaryolarında rol alanlar, önce o partiyi kuşatarak, sonra bu grubu, bu partinin iktidarına getirerek bu role soyunanlar..."

Değerli arkadaşlarım, son derece saygıyla ve hürmetle hepimizin andığı büyük bir siyaset adamına hiç kimsenin haksızlık yapmasını istemiyorum. Bu, büyük siyaset adamımızı mahkûm eden bir konuşmadır. Bu partinin iktidarına uluslararası güçler mi hükmediyor acaba? Bu partinin iktidarına birilerini uluslararası güçler mi getiriyor ki, burada, böyle bir ifade kullanılabiliyor, bunu sormak istiyorum. Uydurma saldırılarla tarihe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemenin bedelini ödeyemeyiz.

Değerli arkadaşlarım, yine, arkadaşımız, sanki Mecliste ilk defa parmak kaldıracakmış veya ilk defa bir kanun müzakeresine katılıyormuş gibi, bugüne kadarki bütün sorumluluklarını üçbuçuk yıl sırat köprüsünde yürüdüğü arkadaşlarına saldırarak ve bütün faturayı onlara yükleyerek bunun altından kalkmak gibi bir kolaycılığı seçebiliyor. Böyle bir siyaset anlayışını reddediyoruz. Yüce Türk Halkı bu siyaset anlayışını mahkûm edecek olgunluktadır.

Bakın, size bir şey ifade edeyim, ben ve benim arkadaşlarım, uluslararası güçlerin Türkiye üzerindeki oyununu bozmak için Bergama'da altın madeninin üretime geçmesi için onüç yıldır yapılamayan bir mücadeleyi yaptık. Bu ülkede, Bergama'da, bugün altın üretiliyor; yılda 3 ton altın, 3 ton gümüş üretiliyor. Şimdi, Salihli Sart'ta 50 ton altının yerli bir şirket tarafından üretime geçirilmesi için deneme üretimi başladı. Bunlar, bu büyük Türk Halkı tarafından... Michigan'dan, Almanya'daki hapishanelerden bana mektuplar geldi, tehditler aldık; ama, bakın, uluslararası komplo arıyorsanız ben size bir komplo söyleyeyim ya da buna dayanak gösterilebilecek bir şey söyleyeyim. Bizi, bu mücadeleyi yaparken yalnız bırakanlar, bize bu şirketlere ortak mısınız diye soranlar, bugün, hangi mevkidedir size sorarım arkadaşlarım. (YTP sıralarından alkışlar) Bunun cevabını bir versinler bakalım arkadaşlarım.

Ben, böyle bir konuşmayı bir daha tekrarlamayı, bu Yüce Türk Halkına karşı hiçbir zaman tercih etmiyorum ve istemiyorum. Arkadaşlarımızın Büyük Türk Milletine söyleyecekleri bir şey varsa, saygı ve sevgi anlayışı içerisinde onu söylemelerini rica ediyorum ve vaktinizi aldığım için hepinizden özür diliyorum.

Teşekkür ediyorum beni dinlediğiniz için, saygılarımla. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi söz sırası, Saadet Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da.

Buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 894 sıra sayılı ekbütçe kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım.

Bu madde, seçimler münasebetiyle bütçeye 150 trilyonluk bir ek yapmaktadır; onun için getirilmiş olan bir tasarıdır. Bizim, maddeyle ilgili bir önergemiz var; herhalde, sırası gelince burada müzakere edeceğiz. Bu ödeneğin artırılarak, fındık çiftçisinin malını almak için Fiskobirlik'e de ekkaynak aktarılmasına ait bir teklifimiz var.

Şimdi, tabiî, burada konuşuyoruz arkadaşlar, üç yıllık bir hükümetin muhasebesini yapıyoruz, seçimde bunu yapacağız; ama, burada yapıyoruz şüphesiz ve iktidara mensup partilere üye arkadaşlar "öyle iyi yaptık, böyle yaptık" diyorlar. Bakın, ben size söyleyeyim ne yaptığınızı; MHP son üç yılda olsa bile, diğer iki ortak beş yıldır hükümette. Bizim, Refahyol Hükümetinin, 54 üncü Hükümetin oniki aylık döneminde toplam faiz ödemesi 16 402 000 000 dolardır; aylık ortalama 1 366 000 000 dolardır. Ay bazında aldım ki, haksızlık olmasın, teraziyi düzgün kullanalım diye. Bizden önceki bir yıla baktığınız zaman -1 Temmuz 1995'ten 1 Temmuz 1996'ya- toplam ödeme 16 527 000 000 aylık ödeme 1 377 000 000'dur; yani, biz, gerek toplamda gerekse aylık ödemede bunun altına düşmüşüz, fren yapmışız ve geri vitese takmışız, Refahyol Hükümetinin başarısı. Bizden sonra ne olmuş; 55 inci hükümet döneminde aylık faiz ödemeleri 1 745 000 000, 56 ncı hükümet döneminde 2 395 000 000, 57 nci hükümet döneminde 2 811 000 000 dolar ve 57 nci hükümet döneminde ödenen toplam faiz 104 milyar dolardır. 55, 56, 57 nci hükümetler döneminde, 5 yılda ödenen faiz 147 milyar dolardır. Bakın, Türkiye nereden nereye geldi! Eğer bu, sizin sicilinizde iftihar vesilesiyse, buyurun yazın, not edin.

İkinci bir rakam daha vereyim. Faizlerin vergiye oranı; yani, toplanan verginin ne kadarı faize gidiyor, çok konuştuk, yine hatırlayalım: 1996 yılı bütçesinde, bizim devraldığımız bütçede 100 lira vergi toplanıyor, 68 lirası faize gidiyordu. 1997 yılında biz Refahyol olarak bunu yüzde 48'e düşürmüşüz; 20 puan aşağıya çekmişiz, vergi gelirlerinden elde ettiğimiz aşağı yukarı 6-7 milyar dolar tasarrufu fındığa, pancara, emekliye, memura, çalışan zümrelere kaynak aktarmışız; hem sosyal hem iktisadî transfer yapmışız.

Şimdi, 55, 56, 67 nci hükümetin sicilini söylüyorum: 1998 yılında, bizden sonra gelen 55 inci hükümet döneminde 100 lira vergi toplanmış, yine 68 lirası faize gitmiş, rantiyenin hortumu büyütülmüş, gaza basılmış. 1999 yılında, 100 lirası vergi toplanmış, 75 lira faize gitmiş. 2000 yılında, 100 lira vergi toplanmış, 80 lirası faize gitmiş. 2001 yılında, 100 lira vergi toplanmış, 106 lira faize gitmiş; yani, faizler vergiyi aşmış, boynuz kulağı geçmiş. 2002 yılı, 6 yıllık ocak-haziran konsolide bütçe uygulamalarında 100 lira vergi toplamışız, 112 lira faize gitmiş; hükümetin tablosu bu, bu ortakların tablosu bu.

Bir de, lütfen çabucak içborçlara bakalım: Biz hükümeti devrettiğimizde, 1997 yılının haziran ayının sonunda toplam 86 milyar dışborç, 28 milyar dolar da içborç; 115 milyar dolar varmış. Bugün geldiğiniz nokta, 2001 yılının ilk üç ayı itibariyle 207 milyar dolardır borçlarınız; yani, bunun içerisinde 117 milyar dolar dışborç var, 90 milyar dolar içborç var; içborç üçe katlanmış -üçten de fazla- dışborç da, aşağı yukarı yüzde 50'den fazla artmış. Şimdi, ağustos ayına geldiğimiz zaman, bu, 230 milyar dolardır; yani, bıraktığımız borçların toplamını ikiye katlamışsınız; yani, bu hükümetin sicili, tablosu budur.

Muhterem üyeler, muhterem kardeşlerim; biz, size, bunları, hep anlattık, hep anlattık; ama, bizi dinlemediniz, muhalefete önem vermediniz. Bakın, 2000 yılında krize giderken, her platformda dedik ki "bakın, enflasyon kur makası açılıyor, batağa gidiyorsunuz" nitekim, kasımda lastik patladı, 2001 yılının şubat ayında bir daha patladı, Türkiye, krizden krize yuvarlandı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Bitiriyorum Muhterem Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

Yani, bunları dikkate almıyorsunuz.

Şeyh Sadi'de bir hikâye var. Adamın birinin evi hasarlı, yıkılacak; tabiî, bir türlü tamir etmiyor. Bir gün yıkılıyor, çoluk çocuk altında kalınca, feryadı figan "niye söylemedin" diyor ve taş, toprak dile geliyor "be, hey gafil, ben hep söyledim; sen, ağzıma bir avuç çamur sıvadın" diyor. İşte, Türkiye'yi getirdiğiniz nokta budur; yani, üç yıllık iktidar, beş yıllık iktidarsınız, Türkiye için fevkalade talihsiz dönemdir; inşallah yeni dönemde, yeni hükümetler bunun altından kalkar; Türkiye, batmayacak, Türkiye'nin çaresi vardır, inşallah o çare de bulunacaktır, diyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (Mersin) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum, Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu dönem, bir bütçe kanunu ve diğer bazı kanunlarla beraber belki bitmek üzere; ama, görünen o ki, birtakım talepleri karşılamak noktasında, biraz evvel bir arkadaşım fındıktan falan bahsetti, asıl popülist siyaset, işte, her önüne gelen şeye imza atmaktır. Asıl popülist siyaset, Türkiye'de, daha önceden yapılması noksan olan yerleri ikmal etmek, tamamlamak; yani, ilçeleri il yapmaksa onun bir örneği vardır, ciddîyeti vardır. Ben, bu ilçeler il olsun, olmasın demiyorum, olsun; ama, benim seçim çevremde üç tane, eskiden, gerçekten bir tanesi il olan bir Silifke vardır. Eğer, bu noktaya gireceksek, bir çırpıda hepsini beraber yapacaksak yapalım ondan sonra seçime gidelim; ama, bir başka olay var, Türkiye'de seçime gideceksek vatandaşın beklentilerine cevap vererek gidelim.

İkibuçuk yıldan beri, hatta 1999'dan beri bağırıyoruz: "Gelin, şu vatandaşın isteklerini gözardı etmeyin; Siyasî Partiler Kanununda değişiklik yapalım, Seçim Kanununda değişiklik yapalım, şu tercih hakkını getirin." Tercih hakkı bu milletin en büyük arzularından biridir. Ne diyor vatandaş size ve hepimize ne diyor: "Ben arzu ettiğim insana oy atamıyorum; genel merkezlerin hazırlamış olduğu listeler üzerinde oy kullanmayı arzu etmiyorum." Biz, Genel Başkanımız Sayın Tansu Çiller'le beraber bütün genel başkanları dolaştık, bunu anlattık. 1999 seçimleri sonunda gittik, bize dediler ki: "Daha seçimden yeni çıktık, ne gereği var Seçim Kanununda değişikliğe." Halbuki, olmalıydı, kalıcı bir sistem koymalıydık. O zaman, eğer, Seçim Kanununda gerekli değişikliği yapsaydık, bakın, bu sıkıntılar bugün olmazdı. Türkiye'de sıkıntıları hafifletmek istiyorsanız, yapacağınız bu seçimden sonuç alınmayabilinir; ama, bundan da korkmamak lazım. Eğer, böyle bir şey olursa, daha sonraki bir kısa dönem içinde bir başka seçim daha yapılabilir.

Değerli arkadaşlar, konu bir bütçe meselesi midir, değil midir; geçen haftanın sonunda burada yaptığımız toplantıda bunun bir bütçe meselesi olmadığını, Türkiye'de 1960'tan bu tarafa 6 kez erken genel seçim yapıldığını ve erken genel seçim yapıldığı için de, o yılın bütçesinde en ufak bir kuruşun, liranın olmadığını; fakat, seçimlerin yapıldığını ifade ettiler. Sayın Bakan geldi, açıklamalarda bulundu; bu doğru. Buna ihtiyaç olduğu ifade edildi; tamam, ama, şimdi başka konuları getirirken, Anayasanın gerektirdiği şekilde kaynak bulmadan nasıl yapılacaktır noktasına geldiğinde, acaba, hükümet, ne diyecek? Burada bir aktarmayla yapılıp, bir ekbütçeyle, yıl sonunda hazırlanacak bir bütçeyle bu olabilirdi.

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana)- 95'te tercihli sistem vardı; siz kaldırdınız.

TURHAN GÜVEN (Devamla)- 91'de de vardı. 95'te kaldırılmış olması, yanlışın doğruluğunu ispatlamaz.

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana)- Sizin iktidarınızda...

TURHAN GÜVEN (Devamla)- O zaman, getirin efendim; getirin... Getirin...

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana)- Siz kaldırdınız ama!..

TURHAN GÜVEN (Devamla)- Hayır; bakınız, işte, bilmiyorsunuz. Kanunda halen vardır; uygulanması kaldırılmıştır. Onun için, bırakın da, bilmediğiniz konulara girmeyin!.

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana)- Siz çok iyi bildiğinizden mi o günleri yaşadık.

TURHAN GÜVEN (Devamla)- Biz çok iyi bildiğimiz için...

Ben, şimdi sana laf anlatacak durumda değilim. Gidersiniz, vatandaş, lazım geleni size yapar. Onun için, bırakın bunları da, bu memlekette sağlıklı bir seçim yapılması isteniyorsa, gelin, üçbuçuk yıldan beri, dört yıldan beri söylediğimiz şeyler üzerinde ittifak neyse onu yapalım. Bu, seçim ittifakı değil; ama, herhalde, kanunların değişikliğinde ittifak olmalıdır, tercih olmalıdır. Siyasette istikrar sağlıyorsanız, iki turlu seçimi gelin, kabul edin ve ondan sonra da, Türkiye'de siyasî istikrarı; yani, Anayasada arzu edilen şeyi birlikte yapalım.

Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa)- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu seçim ülkemize hayırlı olsun. Bütçesini de ayırıyoruz, parasını da ayırıyoruz; inşallah, bu parayı da en verimli şekilde, gerek partilerimiz gerek Yüksek Seçim Kurulu kullanacaktır diye temenni ediyorum.

Ayrılan paradan 79,4 trilyonu partilere gidecek; yaklaşık 50 veya 55 trilyonu da Yüksek Seçim Kuruluna gidecek. Arada bir 15,5 trilyonluk fazlalık var; inşallah, bunu da, önümüzdeki seçimleri bilgisayar ortamında -halkımızın çok süratli bir şekilde neticesini duyabileceği seçimleri- yapmak üzere Yüksek Seçim Kurulu kullanır diye temenni ediyoruz.

Yaklaşık bir günde Türkiye'nin ödediği faize eşdeğer tutarda olan bu seçim bütçemizin, inşallah, neticesinde getireceği iktidarla, her gün ödediğimiz faizlerin daha azalacağı, daha azaltılacağı -bir yönetime kavuşacağı- günlere geleceğiz diye temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye neden bugün bu seçim ortamına geldi, neden bugün bu seçimi konuşuyoruz ve neden bu seçim ortamında da başka konuları konuşuyoruz? Tabiî, ülkemizde, insanımızın, Türk Halkının uğradığı birtakım ekonomik ve sosyal sıkıntılardan dolayı, iktidara duyulan güvensizlikten dolayı bu seçim gündeme geldi. Biraz önce Sayın Bakanımız bazı iddialarda bulunurken "rakamlara da dayanmak lazım" diye ifade buyurdular. Çok haklılar tabiî; ama, mesela, güven ortamının oluşup oluşmadığı konusunda önemli bir kriter olan yabancı sermaye girişlerine bir bakarsak, 2001 yılı ocak-nisan döneminde Türkiye'ye 1,6 milyar dolar yabancı sermaye gelirken, yine, bu yılın, 2002'nin aynı döneminde maalesef 70 milyon dolarlık net giriş oluyor. Gerek içeriden gerekse dışarıdan ülkenin yönetimine, ülkedeki siyasî istikrara duyulan güvensizliğin neticesi olarak yabancı sermaye de gelmiyor tabiî.

Değerli arkadaşlar, burada tarımdan çok bahsettiniz, çok bahsedildi, tarımdan ben de bahsetmek istiyorum, rakamlarla bahsetmek istiyorum. Bakın, bünyesine girmeye çalıştığımız Avrupa Topluluğund, 2002 yılı 10 Temmuzunda, uygulanacak tarım reformuyla verilen sübvansiyonlar ile kaynakların kırsal kesimin kalkındırılması için kullanılacağına dair karar alınıyor. Ama, dikkat ederseniz, biz, bugün, ülkemizde, maalesef, köylümüzü sıkıntıya sokacak üretim daralmaları getirirken, yerine yeni alternatifleri koyamıyoruz.

Tabiî, bu seçim neticesinde gelecek olan iktidardan beklentimiz şu: Zengin topraklarımıza sahip olan köylümüz, bu zengin toprakların fakir bekçileri olmamalı ve bunun olmayacağını temin edecek yönetimlere, halkımız, iştiyak ile ihtiyaç duyuyor. Bunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Yine, Maliye Bakanlığı kaynaklarından aldığım birkaç rakamı söylemek istiyorum. Bakın, bütçe gerçekleşmeleri açısından, 18.7.2002 tarihi itibariyle, harcamalar faslında yaklaşık olarak yüzde 5 fazlalık var; yani, harcama kalemlerimiz yüzde 5 artmış. Gelirler faslında ise, tam rakam tutturulmuş; yani, gelirimizde artış yok; ama, harcamalarımızda yüzde 5'lik önemli bir miktarda bir fazlalık var.

Dolayısıyla, elbette, bu bütçemizin sonucunun hayırlı olmasını diliyorum; Türkiye, seçime önemli ekonomik sıkıntı içinde giriyor, bunu da halkımızın bilmesinde yarar var diyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, 1 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, 1 inci maddeyle ilgili olarak, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan ve arkadaşları tarafından verilen bir önerge vardır; ancak, bu önergeyi, gider artırıcı nitelikte olduğundan, Anayasanın 163 üncü maddesinin son fıkrası gereğince işleme koyamıyorum, arz ederim.

Şimdi, 1 inci maddeye bağlı cetvelin bölümünü okutup, oylarınıza sunacağım.

(I) SAYILI CETVEL

 

 

 

13 00-MALİYE BAKANLIĞI

 

 

 

 

Bölüm

 

Bölüm

 

(Program)

 

(Program)

 

930

MALÎ TRANSFERLER

150.000.000

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi, şimdi okunan cetvelle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Maliye Bakanı yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, şahısları adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker ve Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya ve Giresun Milletvekili Sayın Turhan Alçelik söz istemişlerdir.

İçtüzüğe göre, lehinde ve aleyhinde olmak üzere, birer sayın üyeye söz vereceğim.

Lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker; buyurun.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Vazgeçti Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Masum Türker hiçbir zaman vazgeçmez.

Sayın Türker, son söz olduğu için, 3 dakika süre veriyorum.

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz bu tasarısı, herkesi, birçok şeyi gözden geçirmeye ve -bu gözden geçirmelerden kendine düşen hisseyi alıp- ona göre konuşmaya yöneltti. Sanıyorum herkes dersini aldı.

Oyumun rengi evettir; hayırlı olsun. Bu hayrın içinde "herkes dersini aldı" lafının da altını çizerek söylüyorum; herkes düşünerek dersini alsın. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker, kısa konuşmanızdan ötürü teşekkür ediyorum

Aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Verkaya, size de 3 dakika süre veriyorum.

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiçbir iktidarın, özellikle, ülkede reform niteliğinde dönüşümleri sağlamış bir iktidarın erken seçim talep etmesi ihtiyarî olmaz; yani, kendi arzusuyla, koşa koşa erken seçime gitmez; mecbur kalırsa, cesur da davranabilirse, isabetli ve ferasetli bir bakışla erken seçime karar verebilir. Daha önceki iktidarlar dönemine baktığımızda, gerçekten, ihtiyaç olmasına rağmen, erken seçim kararı alamamanın sonuçlarına, maalesef, katlanılmıştır.

57 nci hükümetin kurulması, üç partili koalisyon hükümetinin ortaya koyduğu faaliyetler, cumhuriyet tarihinde dönüşüm niteliğinde reformların altına imza attığımızı gösteren önemli uygulamalardır; ancak, üçbuçuk yıla yakın zamandan beri bu büyük başarıların altında imza koyan hükümetin en önemli ve büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisini, 4 Temmuz liderler zirvesinden sonra, erken seçim kararına götüren sebepler nelerdir, niçin bu karara gelinmiştir? 4 Temmuz liderler zirvesini, kamuoyuna ciddî boyutlarıyla ve tüm boyutlarıyla açıkladığımız takdirde, bugün, Anavatan Partisinin Genel Başkan Yardımcılığını yapan Sayın Erkan Mumcu'nun da ifade ettiği gibi, bu komplocu veya hükümete karşı komplo yapmayı planlayan, dar iradeyi temsil eden ve bu ülkede, yıllardan beri, çeşitli vesilelerle ve çeşitli zamanlarda, dar iradelerini hâkim kılmaya alışmış jakoben kafalıların, aynı alışkanlıklarını...

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Kim bunlar?..

MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - ...57 nci hükümete de uygulama noktasında göstermiş oldukları davranış, hesap edemedikleri bir gerçekle bozulmuştur; çünkü, bu hükümetin içerisinde, Türk milliyetçiliği davasını savunan, Türk Milletinin iradesini her türlü iradenin üzerinde ve önünde gören, demokrasiye iliklerine kadar inanmış Milliyetçi Hareket Partisinin, bu tür dar iradeci uygulamalara, siyaset terziliğine tahammül edemeyeceğini hesap edememişlerdir. (MHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - Bundan dolayı, 4 Temmuz liderler zirvesinde bile, yeni siyasî senaryolardan bahsedebilmeye cesaret edenler, bugün, o siyasî senaryoların arayışı içerisinde nafile turlar atıp yorulanlar ve onu destekleyenler, maalesef, bu ülkenin demokratik bir ülke olduğunu, bu ülkenin Meclisinde hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu hesap edememişlerdir veya hafife aldıkları için, başka devlet terbiyesinden gelmenin hafifliği içerisinde oldukları için gerekli derslerini de almışlardır. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün, şaşkın ördek misali, arayışlarını devam ettiriyorlar; ama, bilsinler ki, bu ülkede, hâkimiyet kayıtsız ve şartsız millete aittir ve bu tür tabloları ortadan kaldırmanın yegâne yolu, milletin iradesine başvurmaktır. Bundan sonra, o siyaset terzilerine tembih ediyoruz: Bu tür komploları kurduğunuza bugün pişman olacaksınız, yarın da pişman olacaksınız. (MHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Tasarının tümünü açık oylamaya sunmadan önce, açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım: Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 4726 sayılı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açık oylamasına 237 sayın milletvekili katılmış olup; 236 kabul, 1 ret oyuyla tasarı kanunlaşmıştır. (1)

Sayın Bakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine teşekkür ediyorum. Demokrasinin supabı olan seçimin parası da temin edildiğine göre, Türkiye'nin önü açılmıştır. Türk Milletine, seçim hayırlı ve uğurlu olsun efendim. (Alkışlar)

Saat 21.00'de, İş Güvencesi Tasarısının görüşmelerine başlamak üzere, birleşime ara veriyorum. Afiyet olsun.

Kapanma Saati : 20.12

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Mustafa VURAL (Antalya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 127 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemin 2 nci sırasına alınan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun görüşülmesine başlıyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2 – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 893 sıra sayısı ile bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde görüşmelere başlamadan önce, Komisyonun bir tezkeresi var; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemde bulunan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 13 ve 14 üncü maddelerinin, İçtüzüğün 88 inci maddesi gereğince, Komisyona geri verilmesini arz ve talep ederim.

Saygılarımla.

                                           Ertuğrul Kumcuoğlu

                                              Aydın

                        Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal

                        İşler Komisyonu Başkanı

BAŞKAN - Efendim, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre 13 ve 14 üncü maddeler Komisyona geri verilmiştir.

Tasarının tümü üzerinde Anavatan Partisi Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli söz istediler.

Sayın Pakdemirli?.. Yok.

Saadet Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan konuşacaktır.

Buyurun Sayın Demircan. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Demircan, süreniz 20 dakika.

SP GRUBU ADINA AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iş güvencesi yasa tasarısı adıyla bilinen kanun tasarısı hakkında Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, şu anda 21 inci Dönemin belki de en son yasama faaliyetini icra ediyoruz. Belki de bundan sonra Meclisimiz tamamen tatile girecek ve yapılacak bir seçimle millet iradesi yenilenmiş olacak.

Bazı çevreler şunu söyleyebilir: "Meclis niçin böylesine önemli bir yasa tasarısını giderayak olağanüstü toplantı talebiyle gündemine aldı, bu yasanın görüşülme ve karara bağlanmasını gelecek döneme bırakmadı?" Yine şu sorulabilir: "Ülke İkinci Cihan Harbinden sonra maruz kaldığı en ağır ekonomik krizini yaşarken böyle bir yasa neden gündeme geldi?"

Değerli milletvekilleri, "şemsiye yağmur yağarken gereklidir" diye bir söz vardır. Ülkede bu ekonomik kriz yaşanırken güvenceye, çalışanların korunmasına, işverenin de çalışanlarının haklarını korumasına, elbette, böyle bir dönemde ihtiyaç vardı.

Değerli milletvekilleri, İş Güvencesi Yasası, Türkiye'nin, Avrupa Birliği yolunda en önemli belgesi olan Ulusal Programda "Sosyal Politika ve İstihdam" bölümünde, kısa vadede yapılacak işler ve çıkarılacak yasalar arasında sayılıyor. Elimizde, altında tarafların tümünü temsil eden hükümetin Bakanı Yaşar Okuyan -ki bu yasa tasarısıyla ilgili olarak Bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı- işveren temsilcisi TİSK ve işçilerin temsilcileri Türk-İş, DİSK ve Hak-İş Genel Başkanlarının imzalarının bulunduğu bir protokol var. Bu protokole, çalışma hayatımıza örnek oluşturacak bir yaklaşım sergilenerek "taraflar, aralarında aldıkları ortak kararla 3'er üye vererek bir bilim kurulu oluşturacak ve bu kurulun oybirliğiyle alacağı kararlar herhangi bir çekince ileri sürülmeden taraflarca kabul edilmiş sayılacak, oyçokluğuyla alınan kararlar da kabul edilmiş sayılacak; fakat, bu konularda tarafların deklarasyon hakkı saklı kalacaktır" şeklinde de bir hüküm konuluyor. Bilim kurulunun, 1475 sayılı İş Kanununu, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununu ele alması kararlaştırılıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının da, en geç Eylül 2001 sonuna kadar bitirilmesi düşünülen bu çalışmalar sonucu elde edilecek tasarı metinlerini, 2001 yılı sonuna kadar yasalaştırmak üzere gerekli girişimleri yapacağı taahhüt ediliyor.

Değerli milletvekilleri, böyle bir protokole rağmen ne oluyor: Çalışma Bakanlığı, yaklaşık iki ay sonra, tasarıyı, Bakanlar Kuruluna sevk ediyor; ancak, Bakanlar Kurulunca 29.8.2001 tarihinde kararlaştırılan tasarı, altı aydan fazla, Meclise sevk edilmeden, Başbakanlıkta bekletiliyor. Neden sonra, işveren sendikası başkanınca yapılan bir beyanda, tasarının kendileri tarafından Başbakanlıkta tutulduğu gibi bir ifade ortalığa yayılınca, hükümet tasarıyı komisyona sevk ediyor ve komisyonda da tasarı beş ay beklemek durumunda kalıyor. Seçime gitme kararı alınınca, taraflardan, çalışanlar, Meclisin bu yasayı çıkarması için, işverenler ise Meclisin bu yasayı çıkarmaması için harekete geçtiler.

Hatırlarsanız, 57 nci hükümet, iş dünyasını ilgilendiren yasalardan biri olan emeklilikle ilgili yasayı, daha üçüncü ayında çıkarmış ve toplum kesimlerinin büyük tepkisine rağmen bu kanunu Meclisten geçirmişti. Ülke deprem felaketiyle boğuşurken, sosyal güvenlik kurumlarının ödeme dengelerinde bozukluklar var gerekçesiyle, Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı kanunlaştırılmıştı. Sayın Bakanımıza, ki o günkü Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan'a göre, bu bir reform paketiydi ve bu paketteki yasaların tümü geçmeliydi; bu, doğruydu. Biz, muhalefet olarak, bu yasalardaki yanlışlıkları ve noksanlıkları, yaptığımız uyarılarla, gösterdik, dile getirdik. Ancak, 57 nci hükümet, başlangıçtan itibaren sergilediği tutumunu sürdürdü ve muhalefetin uyarılarını yok sayarak yoluna devam etmede ısrarcı oldu. İlk olarak, o zaman anamuhalefet partisi olarak, Anayasa Mahkemesine başvurduk ve yanlışlıkların bir kısmı olsun düzeltilme fırsatı bulunmuş oldu; ama, hükümet, aynı alışkanlığı o konuda da devam ettirdi ve son güne bıraktı. Hatırlarsanız, Anayasa Mahkemesinin iptal etmiş olduğu bu yasa, verilen sürenin dolmasına gün kala Meclise getirildi ve son günde, son anda Meclisten geçirildi.

Değerli milletvekilleri, reform paketi olarak sunulan yasalar, maalesef, başladığı gibi hızlı bir şekilde devam etmedi. İşsizlik sigortası ve emeklilik yaşıyla ilgili olanlar kanunlaştı; ancak, iş güvencesi ve İş Kanunuyla ilgili yasalar bir türlü kanunlaşma sürecini tamamlayamadı. Kamuoyu, bu gecikmenin nedenini anlamaya çalışırken, reform paketinin durdurulduğu, durduranın da iş dünyasında taraflardan biri olduğu ortaya çıkınca, hükümet, bu konuda, taraflardan birini değil, her ikisini dinlemesi gerekirken, birini dinlemiş gibi bir tutum içerisinde kaldı; oysa, her ikisinin de ve tüm ülkenin haklarını gözeten bir tutum içinde olmalı değil miydi?!

Değerli milletvekilleri, biz, Saadet Partisi olarak, çıkarı değil, hakkı esas alan bir anlayışla meselelere yaklaşıyoruz ve hep böyle yaklaştık. Çıkar esas alındığında, çatışma kaçınılmazdır; çatışma olunca ise, daima devreye güç girecektir ve güç devreye girince, güçlünün dediği olacaktır. İşte, bu kanun tasarısının serüveninde de aynı durumun sergilendiğini görüyoruz. Oysa, hakkı esas aldığımızda, olaya bakışımız, elbette, tamamen değişecektir. Sadece kendimizin hakkını değil, diğer insanların da hakkını savunmak gibi yüksek değerlere ulaşmak mümkün olacaktır. Eğer, haklar arasında çatışma olur mu derseniz, haklar arasında çatışma olduğundaysa, yürütmenin, yasamanın, yani, siyasetin temel görevi, hakları korumak, adaletle hükmetmektir. İşte, Meclise düşen, temel insan haklarına ve Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, hakların düzenlenmesi ve kullanılması hususunda, hak ve adalet ölçüleri içinde kalmak olmalıdır. İşte, bu noktada, biz, Saadet Partisi olarak, meseleye, hak ölçüsü noktasından yaklaşmak istiyoruz. Bu, bir haktır; sosyal koruma, sosyal güvenlik, bir haktır. İşte, bu sosyal koruma hakkının, işçinin de korunması hakkı olarak ele alınması bağlamında, iş güvencesi yasa tasarısını parti olarak destekledik.

Değerli milletvekilleri, bu olayda, tarafların her ikisinin iyi niyetini esas alıyoruz. Biz, iki tarafın da iyi niyetle olaya yaklaşmakta olduğunu kabul etmek durumundayız. Bu olayda, taraflar, sadece kendi çıkarlarını değil, karşı tarafın haklarını da düşünmek zorundadırlar. İşverenlerimiz, Türkiye'de, ülkemizde, rekabeti ucuz işçilik üzerine dayandırmaya çalışıyor; bu, yanlıştır. Bakın, Türkiye'de, bugün, işçilik maliyeti, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde, Avrupa ülkeleriyle mukayese edildiğinde çok düşüktür. Ülkemizde asgarî ücretin yaklaşık 120 dolar olduğunu, bütün diğer ödemeleriyle birlikte işçilik maliyetinin 250 doların altında olduğunu düşünürsek, işçiliğin maliyetinin yüksek olduğunu söylemek insaf dışı bir davranış olur. Şimdi, iş güvencesini, Türkiye'deki işverenin rekabet gücünü kıracağı gerekçesiyle reddetmek, karşı olmak yanlıştır. Türkiye'de, bu gidişle, siz, yüksek katmadeğer üzerine ileri teknolojiyi, yüksek katmadeğeri esas alan bir gelişmeyi takip etmezseniz, dünyadaki rekabet gücünüzden koparsınız.

Değerli milletvekilleri, bu yasayla, çalışma hayatı bir standarda kavuşturulacaktır. İş dünyası, standartlarını gözden geçirmek zorundadır. Eski, babadan kalma usullerle dünyayla rekabet etmenin mümkün olmadığı iyice anlaşılmalıdır. İşçiyi, atılabilecek, keyfî olarak işten çıkarılabilecek bir iş dünyasının ortağı olarak görüyorlarsa, bu konuda yanılıyorlar. Bu yasa, bir paketi oluşturan diğer yasalarla birlikte çıkarılmalıydı; burası doğru. Diğer yasal düzenlemeler yapılmasını gerektiren bu çalışmanın, bu Meclise gelmesi mümkün olmadı. Şimdi yapılması gereken, zamanlamayı ayarlamaktır. Yasanın uygulanmasıyla ilgili, gerek iş dünyasının kendisini yeni duruma uydurması ve gerekse de yeni Meclisin, toparlanarak, paketin kalan kısmını tamamlaması için bir süreye ihtiyaç olabilir. Bu konuda, iş dünyasının bir uzlaşma içinde olduğunu da görüyoruz; ancak, iş dünyasında işçi çıkarmak kurala bağlanıyor diye, işçi çıkarmaların artmaması konusunda da iş dünyasını, burada, uyarmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümetin ülkeye yaşatmış olduğu ekonomik kriz nedeniyle, elbette ki, iş dünyası, büyük bir sıkıntı içerisine düştü; insanlar, işlerini kaybettiler. Böyle bir ortamda, bir görüş olarak "bu yasanın çıkarılması yanlıştır" deniyorsa da,  başlangıçta zikrettiğim gibi, iş güvencesinin, ancak, böyle bir ortamda gerekli olduğunu, tekrar, burada, vurgulamak istiyorum.

Ülkemiz, beceriksiz, IMF teslimiyetçisi hükümet yüzünden, çok ağır ekonomik bunalıma sürüklendi. İş dünyası, tamamen, bir kaosun içine sürüklenmiş, çalışanı işvereni yarınından emin olamamıştır. Bir gecede varlıklarının neredeyse yarısını kaybeden bir işveren tarafı ve bir yılda, yaklaşık 1 500 000 insanın işinin kaybettiği bir çalışan tarafı. İşveren, işin güvencesinin olmadığı bir ortamla karşı karşıya, işçi ise, kriz bahanesiyle işini kaybetme ortamıyla karşı karşıya.

Bu hükümet, ülkede, güveni yok etti. O kadar ki, hükümet, kendine güvenini dahi kaybetmiş bir duruma düştü; birbuçuk yıldır,  bu güvensizliğini, dışarıdan bakan ithal ederek, ekonominin direksiyonunu böyle bir yönetime teslim etmiş olması da açıkça ortaya koymuştur. IMF'ye teslim olmuş, alınan her karar, getirilen her yasa tasarısı, âdeta, önce IMF tarafından niyet mektubu veya ek niyet mektubuyla yazılarak, hükümete ve Meclise getirilmektedir.

Şimdilerde ise, hükümet ortaklarının bir kısmı, seçime, kendi programıyla girememe durumuna düşmüştür, ortak aramaktadır. Diğer taraftan, bu beceriksiz hükümetin bir diğer ortağı ise, üçbuçuk yılın hesabını vermekten kaçmaya çalışmakta, gündemi, Avrupa Birliği karşıtlığı, Avrupa Birliği taraftarlığı zeminine çekmeye çalışmaktadır. Biz, her gün, milletin arasında geziyoruz. Millet "bu masanın hesabını ödemeden kaçmak yok; önce, şu üçbuçuk yılın hesabını ödeyin" diyor. "Öyle, seçimden seçime Apo'nun arkasına saklanmasınlar" diyor.

Millet, bu iktidarda ve ondan önceki 55 ve 56 ncı hükümetlerde görev alan, ülkeyi batırmada ortak olan, alınan her kararın altında imzası bulunan, sandık görününce ise sanki birden karanlıkta ışık yanmış gibi kenara kaçarak "ben yokum, ben yoktum" diyen "yeniyim" diyenlere de elbette ki inanmıyor.

Kimileri ise "biz değiştik"diyor, "14 Ağustos 2001'den öncesini bize sormayın" diyor, hafıza kaybı rolü oynayarak, milleti de hafızasını kaybetmiş kabul ediyor. Hayır beyler, hayır!

Bu seçim, öyle bir seçim olacaktır ki, IMF teslimiyetçileri ile millî çözümden yana olanlar arasında geçecek. Bu seçimde, milletin, suyu getiren ile testiyi kıranı ayıracağına inanıyoruz.

Millet, 54 üncü hükümet zamanında yaşamış olduğu ekonomik bereketi, yüzde 8,5 kalkınmayı elbette ki unutmadı.

Bakın, bugün konuşmaları dinledik. Seçimle ilgili bütçe tasarısında konu geldi fındıkla ilgili bir noktaya. Bölgemizin temel ürünlerinden, Türkiye'nin temel ihraç ürünü olan fındıkla ilgili, milletimiz hafızasını şu anda toparlamak zorunda. Bakın, 54 üncü hükümet zamanında, içinde görev yapmaktan gurur duyduğum 54 üncü Necmettin Erbakan Hükümeti zamanında Karadeniz'de fındık üreticisi 2 dolar 40 sente kadar fındık sattı, 2 doların altına düşmedi; ama bugün gelinen noktada fındık 1 milyon lira; yani 60 sent, 70 sent düzeyinde. Milletimizin 54 üncü hükümet zamanında bugünkünün 3 misli fiyata fındık sattığını, fındıktan bugünkü gelirinin 3 misli düzeyinde gelir elde ettiğini unutmaması lazım ve hatırladığına da inanıyorum.

Elbette bu sıkıntılı günler bir gün bitecek, millet bu çaresizliği bir şekilde çözecek, millî görüş iktidara gelecek ve ekonomik kriz aşılacak ve ülke hızla gelişecek, işsizlik sorunu çözülecek, Meclis, burada, bu yasaları değil, yabancı işçilerin ülkemizdeki haklarını ve ihtiyaçlarını tartışacak, sosyal güvenliği görüşecek, Türkiye'nin diğer ülkelere yapacağı yardımları tartışacak. Bu sıkıntılı süreç, inşallah, önümüzdeki günlerde yapılacak olan seçimle bitecek.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyor, çıkarılacak olan yasanın ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum.(SP, DYP ve YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, ikinci söz, Anavatan Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli'ye ait.

Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinize saygılar sunarım.

Değerli arkadaşlar, iş güvenliği yasasının çıkması lazım. İş güvenliği yasa tasarısına karşı değiliz. 1994 yılında imzalamış olduğumuz ILO 158 sayılı Sözleşme hükümleri, ulusal hukuk sistemimize taşınmalıdır. Bu bir lazimedir. Unutulmamalıdır ki, 15 AB ülkesinin sadece 5'i ILO 158 sayılı Sözleşmeyi imzalamıştır, ayrıca, 13 aday ülkenin sadece 3'ü imzalamış bulunmasına rağmen, ülkemiz, ILO 158 sayılı Sözleşmeye uyum sağlamak durumundadır. Ulusal Programın orta vadeli hedefleri içinde de, bu öngörülmüştür.

Siyasette önemli olan, doğru bir şeyi doğru zamanda yapmaktır; yani, zamanlama siyasette fevkalade önemlidir.

Değerli arkadaşlar, ILO 158 sayılı Sözleşmeye uyum yasasını çıkarmalıyız; ama, uyum sağlamanın yüzlerce alternatif yolu mevcuttur. Bu uyumu, kendi Sekizinci Beş Yıllık Planımız, 1999, 2000, 2001 ve 2002 yılı programlarının emri doğrultusunda yapmalıyız. Beş yıllık plan buradan geçmiştir, kanun hükmündedir, kamuyu bağlar, özel sektöre de yol göstericidir.

Burada, eğer bu kanunlar, programlar; yani, beş yıllık plan neymiş, programlar neymiş dersek, tamam, onlardan bağımsız bir şey çıkarırız; ama, kendimizle tutarlı olmayız.

Değerli arkadaşlar, iş hayatımızla ilgili Sekizinci Beş Yıllık Plan, "Amaçlar, İlkeler ve Politikalar" başlığı altında şunları emrediyor, 963 sayılı madde, yani emir şöyle: "Çalışma hayatı mevzuatının, ILO ve AB norm ve standartları başta olmak üzere, uluslararası norm ve kurallara uygunluğu sağlanacaktır." Bu bir emirdir. 966 numaralı emir de: "İşgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu esneklikler sağlanacak, işgücü piyasasında kayıtdışı çalışma önlenecek ve yeni çalışma biçimleri düzenlenecektir" diyor. 967 numaralı emirde de: "Esas ücret yan ödeme paritesini esas ücret ağırlıklı kılma politikaları sürdürülecek, verimliliğe dayalı ücret sistemlerine geçiş sağlanacaktır." Bir başka emirde de: "Tarım İş Kanunu çıkarılacaktır" diyor. 977 numaralı maddede de: "İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, Avrupa Birliği ile ILO normları dikkate alınarak yenilenecek ve sosyal tarafların da yer alacağı İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu oluşturulacaktır" diyor.

Değerli arkadaşlar, başta da dediğim gibi, beş yıllık plan emredici, hepimizi bağlayıcı hükümler getirmiştir. Şimdi, acaba, bu plana uygun olarak hangi emirler aşağıya sıralanmıştır onlara bir bakalım.

Bakın, 1999 yılı Programı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bir görev veriyor, diyor ki: "Çalışmakta iken işsiz kalanların gelir kayıplarını kısmen karşılamak üzere, işsizlik sigortası kanun tasarısı hazırlıkları 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ile 1475 sayılı İş Kanununun ihbar ve kıdem tazminatlarına ilişkin maddelerinde yapılacak gerekli düzenlemelerle birlikte sonuçlandırılacaktır." Demiş; ama, biz, sadece İşsizlik Sigortası Kanununu, 1475'i dikkate almadan çıkarmışız. Olsun; yani, planda, programda böyle denmiş;  pek de önemli değil gibi geliyor bize.

Şimdi, 2000 yılı Programı bakın ne diyor -2000 yılı Programının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, DTP Müsteşarlığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu, işçi ve işveren sendikalarına verdiği bir görev var- 2000 programında, iş güvenliği ile ihbar ve kıdem tazminat müesseselerinde yapılması gereken düzenlemeleri ve kıdem tazminatı fonu kurulmasına yönelik çalışmayı bitirme emri verilmiş; ancak, bu çalışma, 2000 yılında değil 2002 yılında bitirilebilmiş -şu çalışmadır o- bu çalışma esas alınmıyor da sadece iş güvenliği konusu, ihbar ve kıdem tazminatlarından kopuk bir şekilde önümüze getiriliyor.

Değerli arkadaşlar, böyle kalmıyor, 2001 Programında da var.

Şimdi, 2002 programını -daha yeni yayımlandı; yani, altı aylık değil- sizlere okuyayım: "Çalışma hayatı mevzuatı, ILO ve AB norm ve standartları başta olmak üzere, uluslararası norm ve kurallara uygunluğun sağlanması doğrultusunda yenilenecektir. İş güvencesine ilişkin mevzuat hazırlık çalışmaları, kıdem ve ihbar tazminatı müesseselerini bir bütünlük içerisinde dikkate alacak şekilde tamamlanacaktır." Bir başka emrinde "tarım kesiminde ücretli çalışanları kapsayacak olan ayrı bir tarım iş kanunu hazırlık çalışmaları başlatılacaktır" deniyor.

Şimdi, çok rica ederim, buraya kadar okuduğum plan ve programların bu emirlerine veya bu tedbirlerine uyan bir şey yaptık mı; ne işsizlik sigortasında ne de bu kanunda yapıyoruz. Şimdi, bunların hepsini birden bu plan ve programlara uygun biçimde yapmamamız için bir sebep yoktu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, önümüzdeki bu yasa tasarısıyla ilgili olarak, değerli işçi sendikalarının başkanları "acil çıkarılmalıdır" diyorlar "bu, bizim kabulümüz" diyorlar; yani, bunu olduğu gibi kabul ediyorlar; ama, işverenler sendikasının bu konuda çekinceleri var. Bu çekinceleri biraz sonra özetleyeceğim; ancak, bana göre, iş güvencesi yasa tasarısı, ILO 158'e uygun biçimde mutlaka çıkarılmalıdır.

İş güvencesi yasa tasarısı, işçinin işine son verilmesi hallerinde, işverence ödenen ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, işsizlik sigortasının yasallaştığı dikkate alınarak, üçü bir arada dengelenerek çıkarılmalıdır. Bu, zaten planın programın emri; bir de, tarafların mutabakatı.

Geçmişte kıdem tazminatı ihdas edilirken, bunun, işsizlik sigortası ve iş güvencesi olmadığından ihdas edildiği zabıtlarda vardır ve bu gerekçeyle Meclislerden kanun geçirilmiştir. Kıdem tazminatı, her yıl için 15 günden 30 güne çıkarılırken de "işsizlik sigortası ve iş güvencesi olmadığından bunu yapıyoruz" denilmiştir; hem zabıtlarda vardır hem de basında, tarafların ifadeleri olarak yer almıştır.

O halde, bugün işsizlik sigortası var ve çalışır durumda, iş güvencesi yasa tasarısı da bu akşam yasalaşacak ise, iş aktinin feshinden doğacak tazminatların mutlaka dengelenmesi gerekir. İş güvencesi yasasını işçi temsilcilerinin acil olarak çıkarılmasını istemelerini anlayışla karşılıyoruz, onlar için menfaat budur; ama, bir toplumda, kesimlere en uygun gelen çözüm tarzları, topluma en uygun gelen çözüm tarzı olmayabilir. Nitekim, geçmişte bununla ilgili çok örnekler yaşadık; ancak, yasama organının, işveren temsilcilerinin çekincelerine kulak vermesi de zarurîdir. Biz, bir tarafı dinledik, "mutlaka çıkarılsın, bu metinde mutabıkız, bunu da yeni dönemden önce mutlaka çıkaralım" diyorlar; ama, işverenlerin de bir talebi var, onlara da kulak asmamız lazım.

Bu yasa değişikliğini, DPT'nin plan ve programlarına uygun bir biçimde geçirmemizin gerektiğini düşünmekteyim. İşveren temsilcileri, bu yasa tasarısına şu çekinceleri koymaktadırlar:

1- Zamanlama yanlış diyorlar "ağır bir kriz geçiriyoruz, bu zaman yanlıştır" diyorlar.

2- Mevcut ihbar ve kıdem tazminatlarının, AB ülkelerinde bulunandan kat kat yüksek olduğunu söylüyorlar.

3- Tasarının, en pahalı, en katı iş güvencesini ülkemize getirmeyi hedeflemekte olduğunu söylüyorlar.

4- İş güvencesi müessesesini getirirken, mevcut müessesenin dikkate alınmamakta olduğunu söylüyorlar. İddiaları bunlar.

Bir başka iddia: İş güvencesi müessesesini getirirken ILO-158 sözleşmesine uyum adı altında, işçi çalıştırmaya karşı âdeta cezalandırıcı bir tutum sergilenmekte olduğunu ifade ediyorlar ve diyorlar ki "bu tasarı aynen yasalaşırsa işsizlik artacak."

Bir başka iddiaları: Bunun, şu anda dahi OECD ülkeleri içerisinde en katı çalışma mevzuatına sahip Türkiye'yi daha katı hale getireceğini ifade ediyorlar. Ben de merak ettim, OECD istatistiklerine baktım. Hakikaten, katılık derecemiz "4 üzerinden 3,2" denilmiş ve bizden daha katısı yok; yani, iş esnekliği yönünden, Türkiye, 24 ülkenin en gerisinde. 4 üzerinden Türkiye 3,2 alırken, ABD 0,2, İngiltere 0,6, Japonya 2,4, Almanya 2,5 ve -iddia şu- diyorlar ki "yeni alacağımız tedbirlerle, bunu artıracağımıza, 0,5'e çekmeliyiz." Bunda haklı olup olmadıklarını takdirlerinize sunacağım.

Bir başka iddiaları da: "Bu tasarı aynen yasalaşırsa, işgücü verimini ve ekonomik büyüme hızını azaltacaktır" diyorlar. Yine, OECD'nin yayınlarına baktım -burada var yayınlar- hakikaten, OECD ülkeleri içinde, işgücü verimliliğini Türkiye için 100 aldığımızda, verimlilikte Belçika 465, ABD 412, Yunanistan 265, İspanya 341... Yani, bizi fersah fersah geçmişler; biz, hâlâ, verimlilik ve iş güvenliğini katılaştıracak tedbirleri alıyoruz diye bir iddiaları var. Yani, bu iddialara kulaklarımızı tıkayamayız, bunları dikkatle dinlememiz lazım; çünkü, yasama organı taraf değildir; yasama organı, ülkenin menfaatına en uygun olanı bulmakla mükelleftir, taraf olması hiçbir zaman düşünülmemelidir.

Bir başka iddia: "İşsizin yeniden iş bulma şansı azalacaktır" diyorlar.

Bir başka iddia: Bu yasalaştığı takdirde, maliyetlerin yükseleceği, içte ve dışta rekabet gücünü azaltacağı ifade edilmektedir.

Yine, OECD istatistiklerine göre, brüt giydirilmiş ücret düzeyleri mukayesesi yapıldığında, Türkiye için 100 olan endeks, İspanya için 96, Yunanistan için 72, Çek Cumhuriyeti için 63, Macaristan için 37. Bu saydığım bütün ülkeler, fert başına düşen millî gelir olarak bizden öndeler ve bizi, ekonomik büyüklük olarak katlamaktadırlar.

Değerli arkadaşlar, bir başka iddiaları da var: "İş güvencesinden ziyade, işgücü esnekliği önem taşıyacaktır, buna dikkat etmemiz lazımdır" diyorlar.

Bir başka söylem: "Toplu işçi çıkarma kriter önerileri, gelişmiş ülkelerdeki kriterle örtüşmüyor; niye örtüştürmüyoruz" diyorlar.

Bir başka talep: "İşçi temsilciliği adı altında yeni getirilen kavram, çalışma hayatı yönünden olumlu bulunmuyor" deniliyor. Onlar da bir yere takılmışlar; "tarım işçilerinin İş Kanunu kapsamına alınması son derece yanlıştır" diyorlar.

Bu çekincelerle, "bize zaman ayırın, zaman verin, bu zaman zarfında taraflar anlaşsın, uyuşsun ve daha önce, anlaşarak, bilim adamlarına hazırlatılan şu raporla karşınıza çıkalım" diyorlar. Tabiî, bu, işverenler tarafının söylemi. Dediğim gibi, sendikalar tarafı, işçi sendikalarımızın tarafında da "efendim, bu, acil bir noktadadır; bunu hemen bu akşam çıkaralım, beklemeye tahammülü yoktur" deniliyor.

İki tarafın bu taleplerini, biz, yasama organı olarak dinlediğimizde, bizim yapacağımız şey şudur: Ülkemizin rekabet gücünün artırılması, işsizliğin azaltılması, çalışma barışının korunması hedefleri doğrultusunda bu talepleri optimize etmeliyiz. Yani, taleplerin hepsi haklıdır demiyoruz; ama, haklı olan talepler varsa, iki tarafın da bu haklı taleplerini bir yerde örtüştürmemiz lazım. Bize yakışan, yasama organına yakışan da budur.

Sadece taraflardan birinin isteği, ülkemiz için en iyi çözüm değildir. Tarafların mutabık kaldığı çözüm, ülkemiz için en yararlı çözümdür. Gelin, bilim adamlarının mutabık kaldığı modelden yararlanıp, önümüzdeki bu taslağa son şeklini verelim. Bir taslak gelmiştir, bunu da çıkaralım; ama, hangi doğrultuda; bilim adamlarının antant kaldığı, müşterek "evet" dedikleri metnin doğrultusunda bir düzenleme yapalım. Onu da bu gece yetiştiririz. Yani, tarafların mutabık kaldığı metin üzerinde, o metni kullanarak, mevcut tasarıyı düzeltelim.

Bilim adamlarının hazırladığı yeni iş kanunu ile büyük farklar taşıyan bu kanun tasarısı arasında beş önemli fark var. Ben de bu farklara teker teker baktım. Hakikaten, bu farkları sonradan izale edemeyeceğimiz bir noktaya getirdi. Yani "efendim, bunu altı ay sonra yürürlüğe sokalım; işte, gelecek sene bakarız veya yeni gelecek Meclis buna baksın" demek yanlış olur; çünkü, bu beş madde eğer tevil edilemezse, çıkacak olan metinde müktesep haklar doğacaktır. O müktesep hakları yasama organının ceffelkalem reddetmesi ve dikkate almaması doğru olmaz.

Bu beş maddeyi şöyle sıralıyorum:

1- Madde 13/a ile getirilen tek işveren temsilcisi yerine, iş kanunlarında tarif edilen işveren temsilcileri olmalıdır.

2- Aktin feshi halinde ispat yükü işverene yüklenmemelidir; onun yerine, ILO 158'de olduğu gibi, ispat külfeti taraflara verilmelidir. Birisi bir iddiada bulunuyorsa, genel hukuk kaidesidir, iddiasını ispatla mükelleftir; ama, ILO 158'de deniliyor ki: "İşçiye bunun hepsini yüklemeyelim; gelin, taraflara verelim; taraflar gelsinler, ortaya delillerini koysunlar, hâkim de karar versin."

Akti feshedilmiş işçiyi işveren işe başlatmaz ise, 6-12 ay arasında değişen bir tazminat öngörülmektedir. Bu tazminatı 6 aya kadar sınırlamak doğru olur; çünkü, dava müddetince işverenin işçiye 4 aya kadar daha ücret ödemesi öngörülmekte zaten. O zaman, 10 aylık bir ödeme oluyor. 10 aylık bir ödemede de -zaten işsizlik sigortası da var- o işçinin muğber olmasını, perişan olmasını düşünmek yanlış olur.

Dördüncüsü: 1475 sayılı Kanunda kıdem tazminatı her yıl için bir ay brüt ücret ödemesini öngörmektedir. Bunun yerine, her yıl için 15 günlük bir kıdem tazminatı ödenmesi sağlanmalıdır. Yani, geriye dönüp, işsizlik sigortası olmadığı için 15 günden 30 güne çıkardığımız mevzuatımızı tekrar eski haline getirmeliyiz.

Bir de, toplu işten çıkarma tarifini, tasarıda olduğu gibi, 10 kişiyle sınırlama yerine, işletmede çalışan işçi sayısına göre kademelendirmeliyiz; mesela, 10'dan 30'a kadar... Şimdi, 2 000 kişi çalıştıran bir işletmede -mevcut tasarıya göre- 10 kişi çıkarırsanız, toplu işten çıkarma oluyor. 50 kişi çalıştıran bir işletmede de 10 kişi çıkarırsanız, aynı şey. Halbuki, orada "2 000 işçi çalıştıran bir müessesede eğer 30 kişi çıkarılırsa, o zaman bir toplu işten çıkarma olayı doğsun" denilmektedir.

Değerli arkadaşlar, burada, bu beş maddeyle ilgili, ben ve bazı arkadaşlarımız Meclis Başkanlığımıza takrirlerimizi verdik. Sırası geldikçe, onları burada sizlere açıklayacağım. Eğer, bu beş maddeyi düzeltecek olursak, bugün çıksın, Meclis çok iyi bir iş yaptığını söyleyerek dağılır; ama, eğer bunları dikkate almadan, tasarı geldiği gibi yasalaştı, işte, bizim de son günümüzdü dersek, korkarım ki, geçmişte yaptığımız büyük yanlışlardan birini tekrar etmiş oluruz. Geçmişte yaptığımız büyük yanlışlıklar, mesela, 38 ve 43 yaşında emekliliği getirmemiz oldu. Buradan defalarca haykırdık, "yapmayın, yanlış olur, hesabı bakın şudur, Türkiye çok zor duruma gelir" dedik ve sonunda, kanunu değiştirdiğimizdeki günde devletin kaybı 45 milyar dolardı. Sayın Bakan da bu rakamları doğruluyor. Yani, yaptığımız bir hata, Türk ekonomisine 45 milyar dolara mal olmuştur.

Bir başka büyük hatamız, vergi mükelleflerine sınırsız af getirdik. O, fevkalade yanlıştı. Onun da yankıları, sonra bizim bütçemize yansımıştır.

Değerli arkadaşlar, ben, sonradan tekrar karşınıza çıkmak üzere, sabrınız için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Sayın Pakdemirli'ye teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Yeni Türkiye Partisinde.

Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Karslıoğlu; buyursunlar efendim. (YTP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

YTP GRUBU ADINA MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Yeni Türkiye Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına, hepinizi en içten saygıyla selamlıyorum.

Uzun bir çalışma ve tartışma sonucu, 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısını bugün görüşüyoruz. İnşallah, en kısa zamanda da yasa haline gelecek. Burada, önemli olan, iş güvencesi yasa tasarısını çıkarmak; önceliği almıştır.

Bilindiği gibi, 21 inci Dönem Parlamentosu, iktidarıyla muhalefetiyle çok olumlu, verimli bir çalışma yaşamı geçirmiştir, birçok yapısal reform niteliğinde yasalar çıkarmıştır. Uzun yıllardır, taa, 1963'lerde başlayan, Avrupa Birliği -o zaman için Avrupa Ekonomik İşbirliği ve bugün için Avrupa Birliği- denilen Birliğe katılmamız için gerekli siyasî kriterleri, daha geçenlerde bu Meclisten çıkarmış bulunmaktayız ve buna göre birçok yasamızı da bu Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı uyum yasaları paralelinde çıkarmamız gerekli; fakat, daha önce de, biz, bu çalışma hayatıyla ilgili birçok yasayı çıkarmış bulunmaktayız. Bunun en önemlisi 1999 yılında çıkardığımız sosyal güvenlikte reform getiren yasadır. Bu da, iflasın eşiğine gelmiş olan güvenlik kuruluşlarını rahatlatan, aktüaryel dengeleri koruyan bir yasaydı. Arkasından, ilk defa, Türkiye'de yıllardır özlemi çekilen 4447 İşsizlik Sigortası Yasası çıkarılmıştı. Bugün de, esasında, daha önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, İş Kanununun tam olarak çıkması daha uyumlu olacaktı; ama, biz, burada, öne aldığımız iş güvencesi yasasını çıkaracağız; fakat, daha detaylı olarak, o imzalanan protokoldeki yasayı da, en kısa zamanda bu Parlamentonun veya en kısa zamanda Büyük Millet Meclisinin çıkaracağına inanıyorum.

Bugün, ülkemize baktığımız zaman, karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun, üretimsizlik, işsizlik ve verimsizlik. Gerçekten, Türkiye'de işsizlik çok büyük boyutlara ulaşmıştır. İnsanlar, artık, özellikle, doğdukları yerde asgarî ücretle de iş bulmayı büyük bir şans, hatta, piyango saymaktadır; hem üç beş kuruş para eline geçiyor hem de daha çok sosyal güvenliğe kavuştuğu için mutlu oluyor; çünkü, ülkemizin... Ben, bir hekim olarak, bu Parlamentoya, en fazla, şu kürsüden "bu ülkede ben bir genel sağlık sigortası istiyorum" demek için gelmiştim. Vatandaşlarım hastane kapılarına vardığı zaman, yeşil kartlı mısın, Bağ-Kurlu musun, yaşlılık aylığı mı alıyorsun, sigortalı mısın diye değil; lütfen, bana genel sağlık sigortası kartını çıkarır mısın diye sorulmalı. İnşallah, bu Parlamento bunu da çıkaracak. İnsanlarımız hastane kapılarına vardığı zaman, bana, lütfen, genel sağlık sigortası kartını çıkarır mısınız diye sormalı acildeki veya normal poliklinikteki hemşirelerimiz. Bu da çok lazım; çünkü, daha geçenlerde yayımlanan araştırmada, 180 ülke içinde insanî gelişmişlik açısından 85 inci sıradayız. Bu, gerçekten, Türk Milleti için çok üzücüdür. Neden üzücüdür; biz, imparatorluk kurmuşuz, üç kıtaya hükmetmişiz, bizim imparatorluğumuzdan 35 millî devlet kurulmuş ve Türk Ulusu da kendi devletini kurmuş; ama, bizden ayrılan devletler insanî gelişmişlik açısından bizim çok daha önümüzde yer almaktadırlar ve genel sağlık sigortalarını da çıkarmışlardır.

Yani, burada, işsizliğin iki boyutu var; hem iş bulmak hem de sosyal güvenceye kavuşmak; çünkü, sağlık giderleri hayli pahalanmıştır ve bayağı büyük masraflara yol açmaktadır. Bunun için de, insanlarımız, iş bularak bir nevi sosyal güvenceye kavuşmak istemektedir ve bu da onların en doğal hakkıdır.

Evet, bugün, gerçekten, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorun, üretimsizlik, işsizlik ve eşitsizlik; gerek bireyler arasında eşitsizlik gerek bölgeler arası eşitsizlik; ama, Türk Ulusu bu makus talihini en kısa zamanda yenecektir; çünkü, bu Parlamentonun çıkardığı Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve stratejisine, 2023 yılı için bir hedef koymuşuz kendimize; demişiz ki "Türkiye, dünyanın sayılır 10 ülkesi içine girecek." Yani, cumhuriyetimizin 100 üncü yılında ve bu yönde de yoğun çalışmalarımız, elbette ki, üreterek, çalışarak, uzlaşarak... Yani, Türkiye'de, bir de, bizi mutlu eden -ki, bizim kuşak bunun çok acısını ve üzüntüsünü yaşamıştır- uzlaşma ortamının yaratılması, uzlaşmanın sağlanması.

Bunları belirttikten sonra, bugünkü iş güvencesi yasamız çalışma hayatımıza -her şeyden önce, hem işverenimize hem de çalışanlarımıza çalışma barışını sağlaması dileğimle- neler getiriyor, neler kazandırıyor, ona kısaca değinmek istiyorum:

1475 sayılı İş Kanununda, günümüzün koşullarından ve uygulama ile yargı kararlarından kaynaklanan gereksinimleri karşılamak amacıyla bugüne kadar çeşitli tarihlerde değişiklikler yapılmış; ancak, tarım ve orman işçilerinin durumlarıyla ilgili olarak bir değişiklik öngörülmemiştir.

Bugüne kadar, tarım ve orman işçilerini de yasal güvenceye kavuşturmak amacıyla bir dizi çalışma yapılmış; ancak, tarım ve orman işlerinin iklime dayalı işler olması, bu işyerlerinin birer işletme halini almadan kanunun yürürlüğe girmesinin yaratacağı olumsuz etkiler gibi nedenlerle bugüne kadar bir yasal düzenleme yapılamamıştır.

Tarım sektöründe geniş bir alana yayılan küçük işletmelerde çalışanların büyük bir  bölümü örgütlenememekte ve toplu iş sözleşmesi düzeni dışında kalmaktadırlar. Bu nedenle de, çalışma koşulları, ücret, sağlık ve güvenlik konularında gerekli korumadan yararlanamamaktadırlar.

Yapılan değişiklikle, tarım ve orman işyerlerinde çalışan işçiler de 1475 sayılı İş Kanunu kapsamına alınmış, sektörün özellikleri dikkate alınarak gerekli düzenlemenin yönetmelikle yapılması öngörülmüştür.

Bana göre, Türkiye'de bugün dinamik iki sektör olması gerekli. Biri, gelişen turizmimiz; ikincisi de, tarımımız. Türkiye, artık, tarıma çok önem vermeli ve ürettiği malları da gıda sanayiine dönüştürmeli, katma değerini almalı. Örnek olarak da Hollanda. Bugün, bizim bir ilimiz kadar olan Hollanda, dünyaya, 45 milyar dolarlık -yani, bizim tüm ihracatımızdan daha fazla- gıda satmaktadır. Türkiye'nin kurtuluşu, tarım işletmelerinin -gerek hayvancılık sektöründe olsun gerek bitkisel sektörde olsun- küçük küçük KOBİ'leşmesidir, buraya dinamizm kazandırılmasıdır ve bölgesel entegre kalkınma projelerinin uygulanmasıdır. Örneğin, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'ın da daha önce belirttiği gibi, ayrıca, daha önceki Bakanlarımızdan Samsun Milletvekili Dr. Ahmet Demircan'ın da belirttiği gibi, bugünlerde Karadenizde büyük bir sıkıntı vardır. Karadenizin her şeyi olan, 8 000 000 insanın her şeyi olan fındık fiyatları acaba ne olacak; çünkü, burada bir üretim planlaması yapılmamış, örgütlenme tam sağlanamamış, kalite standartları uygulanmamış, fındıkta katma değer alacak bölgesel entegre planları uygulanmamış ve fındıktaki inisiyatifi tamamen Avrupa'ya, Münih, Hamburg borsalarına kaptırmışız. Örneğin, eğer, bizim 700 000 ton fındığımız olursa, 750 000 000 dolar girdimiz oluyor, eğer, 500 000 ton fındığımız olursa, 1 milyar dolar girdimiz oluyor; çünkü, çok fındığımız olduğu zaman, Avrupa diyor ki "nasıl olsa çok fındık var, bize ucuza verecek" ama, onların işlediği kadar fındık elimizde olursa "aman ha, Türkiye, bu fındığı kısıtlarsa; biz, bu fındığı bir an önce alalım" diyor ve pazarlık gücümüz artıyor, daha fazla ihracat girdimiz oluyor. Fındık da, öyle küçümsenecek bir dışsatım ürünü değil; aşağı yukarı 1 milyar dolara yakın dışgirdisi olan bir ihraç, dışsatım malımız. Yani, kısaca belirtmek istiyorum ki, tarım işçilerinin de kapsama alınması, sosyal güvenliğe kavuşturulması çok uygun; hatta, daha önce çıkardığımız bir yasayla bunların da sosyal güvenceye kavuşturulmasını sağlamıştık.

Çağdaş iş hukukunun temel amaçlarından biri de, işçiye iş güvencesi sağlanması; başka bir deyişle, işçinin iş aktinin feshine karşı korunmasıdır. İşçinin iş ilişkisine süreklilik sağlanarak, geleceğine güven duyması, işini kaybetme, dolayısıyla, kendisinin ve ailesinin geçim kaynağını oluşturan gelirinden yoksun kalma endişesinin dışında tutulması, iş hukukun en önemli amaçlarından ve konularından biri sayılır. İşçinin feshe karşı gerektiği şekilde korunmadığı bir hukuk düzeninde, sendika özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi özerkliği ve grev hakkı yeterli işlev göremez. Yani, muhakkak, iş güvencesine kavuşturulması lazım.

İşverenin işçinin işine sebep göstermeksizin son verebilmesi olanağına sahip bulunması, işçinin hakkını arayamaması ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı menfaatını koruyamaması sonucunu doğurabilmektedir. Ülkemizde bu konudaki davaların hep iş ilişkisi sona erdikten sonra açılmış olması bir rastlantı değildir. Kuşkusuz, işçiye böyle bir güvence sağlanması, işçi ile işveren arasındaki iş ilişkisinin her ne olursa olsun sürdürülmesi anlamını taşımaz. "İş güvencesi" kavramıyla amaçlanan, işçinin işine geçerli bir sebep olmaksızın son verilebilme olanağının sınırlandırılmasıdır.

Bu yaşadığımız ekonomik krizde, gerçekten -ben, birçok işverenimize de, buradan minnetlerimi, saygılarımı sunuyorum- kendi gelirlerinden, kendi hayat standartlarından ödün vererek, işçilerini korudular, muhafaza ettiler ve işçi çıkarmadılar; ama, az da olsa, bu ekonomik krizi, işte, biraz da şey görerek, telaşa kapılarak, birçok gencimiz, birçok insanımız işsiz kaldı. Yani, o da var. Bunun için, tabiî, bu dengelerin çok iyi kurulması, karşılıklı saygı, çalışma barışı, huzurun sağlanması da çok önemli.

1475 sayılı İş Kanununda, belirsiz süreli hizmet akitlerinin ihbar önelleri verilerek feshi bakımından göze çarpan ve temel bir eksiklik olarak kabul edilen husus, feshin geçerliliğini herhangi bir sebebe dayandırma zorunluluğunun olmamasıdır. Bu serbestlik, işveren yönünden fesih hakkının kötüye kullanıldığı durumlarda tazminat ödenmesini öngören hükümlerle sınırlanmıştır. İş Kanunundaki kötü niyet tazminatı, sadece sendikacılık nedeniyle işine son verilen işçiyle ilgili olarak, 2821 sayılı Sendikalar Kanununda en az bir yıllık ücret tutarı düzeyine varacak şekilde ve önemli bir ölçüde artırılmıştır. Haklı bir sebebe dayanmayan fesihlerde işe iade olanağı ise, yalnız işyeri sendika temsilcilerine tanınmıştır.

Belirsiz süreli hizmet akitlerinin işverence geçerli bir sebep gösterilmeksizin feshi olanağı, uygulamada öteden beri işçileri huzursuz eden sonuçlar doğurmuştur. Bu sorun üzerinde işçi sendikalarınca da durulmasına ve iş güvencesine yönelik sözleşme önerileri getirilmesine karşılık, toplu iş sözleşmeleri ile hizmet akdinin feshini sınırlayıcı düzenlemeler yaygınlık ve etkinlik kazanamamış, toplusözleşme düzeni dışındaki işyerlerinde ise iş güvencesinin sağlanması ihtiyacı daha da belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Kanun koyucu tarafından, sistemin aksayan yönlerini düzeltmek ve sebepsiz olarak işten çıkarma işlemlerinin işçi aleyhine doğurduğu sonuçları gidermek için belirli önlemler alınmıştır.  Kısaca, bu iş güvencesi, ayrıca da, çalışma hayatımızı belirli, sağlıklı bir platforma oturtmuştur.

Kısaca, bir hekim olarak, işin daha çok sosyal güvence yönünün sağlanması ve işsiz kalan bir insanın ayrıca sosyal güvenceden de yoksun olacağı düşüncesiyle, bir insanın işsiz kaldığı zaman, ne kadar çok sıkıntıyla karşı karşıya kaldığını görmüş bir kişi olarak, elbette ki, işçilerimizin iş güvencesine kavuşması, beni mutlu etmiştir; ama, burada temel amaç, çalışma barışını, çalışma hayatını sağlam temellere oturtacak önlemlerin alınması, onların da yaşama geçirilmesidir diye düşünüyorum. Tabiî, getirdiği, götürdüğü bazı detaylar var; onlara fazla girmek istemiyorum.

Ben, bu yasanın, ülkemize, ulusumuza, özellikle çalışma hayatımıza, işçilerimize, işverenlerimize hayırlı olmasını diliyor; hepinizi, bir daha, saygıyla selamlıyorum. (YTP, MHP, ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın Mahfuz Güler'de.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 893 sıra sayılı, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, yani, kamuoyunda İş Güvencesi Yasa Tasarısı olarak bilinen tasarı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, uzun süreden beri sözü edilen, ama, bir türlü Yüce Meclise getirilemeyen bu tasarı, nihayet bugün önümüze getirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde olduğu, ancak Seçim Kanunu ve Avrupa Birliğine uyum yasaları nedeniyle toplanması bir fırsat doğurmuştur. Sayın Genel Başkanımız, Avrupa Birliğine uyum yasaları için destek ziyaretinde bulunan hükümet yetkililerine Avrupa Birliğine uyum yasalarına destek olacağımızı söylemiş; ama, İş Güvencesi Yasa Tasarısının da bu yasalara ilave edilmesini şart koşmuştur. Böylece, bu tasarının bu tatil döneminde yasalaşmasının ilk startı verilmiş oldu. Biz AK Parti olarak, kurulduğumuz bir yıldan beri, ülkemizin ve halkımızın menfaatına olan her konuda pozitif muhalefet yapacağımızı dile getirdik. İş Güvencesi Yasa Tasarısında, başta Genel Başkanımız olmak üzere, tüm parti yetkililerimiz, gerek Meclis dışında ve gerekse Mecliste, özellikle Sağlık Komisyonunda, çok açık ve net olarak, bu yasadan yana olduğumuzu beyan etmişizdir; bu konudaki tavrımız açık ve nettir.

Değerli arkadaşlar, yapılan görüşmelerde, birbuçuk yıldan beri hükümetin Başbakanlıkta beklettiği ve 18 Şubat 2002 tarihinden beri de Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda bekletilen bu tasarı, nihayet, 30 Temmuz 2002'de, adı geçen komisyonumuzda, esas komisyon olması nedeniyle görüşülmüş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine girmiştir; ancak, Avrupa Birliği uyum yasalarına eklenen tasarının Adalet Komisyonunca görüşülmesi uygun görülmediğinden, Komisyonumuz, 2 Ağustos 2002 tarihinde yeniden toplanarak bu tasarıyı görüşmüş ve ittifakla kabul etmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu hükümetin kerhen de olsa destek vermek zorunda kaldığı ve değerli bir bakanımızın istifasına neden olan, iki yıldan beri Başbakanlıkta bekletilen, Meclisin tatilde olduğu bir dönemde bile olsa bu tasarının bugün Genel Kurul gündemine getirilmesi, çalışma hayatımız açısından, emekçilerimiz için, sendikal hayatımız için büyük bir kazançtır. Geç de olsa, Yüce Meclis, bu dönemin son toplantısında böylesine hayırlı bir tasarıyı görüştüğü için, anlamlı ve yararlı bir iş yapmaktadır.

Türkiye'nin, uluslararası alanda itibarını daha da artırmak ve Avrupa Birliğine girmek için, işçimize iş güvenliği sağlaması gerekmektedir. Türkiye -demin arkadaşlarımın da söylediği gibi- 158 sayılı ILO Sözleşmesini onaylamıştır. İş güvencesi sağlanmazsa, ülkemizin her yıl ILO'da eleştirilmesine devam edilecektir.

Türkiye, Avrupa Birliğine verdiği Türkiye Ulusal Programında, iş güvencesi yasasını çıkarma sözü vermiştir. Bu yasanın çıkarılması, Avrupa Birliğine giriş sürecini kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

Değerli arkadaşlar, iş güvencesi, hiçbir zaman, hangi şartlarda ve hangi suçları işlerse işlesin, işçinin işten çıkarılamayacağı anlamını taşımamaktadır. Tasarıya göre, işçinin yüz kızartıcı suç işlemesi, iş düzenini bozması, işini ihmal etmesi veya yetersizliği durumunda işçinin işine her zaman son verilebilir. Keza, işyerinin krize girmesi veya teknolojik değişiklik gibi nedenlerle işçi fazlası doğması durumunda işçi çıkarılabilir. Bu durumların hiçbirinde ek bir tazminat ödeme yükümlülüğü de getirilmemiştir. Ek tazminatı, ancak son derece kötü niyetli, keyfî olarak ve özellikle de sendikalara üye olma konusundaki anayasal hakkını kullanan işçileri işten çıkaran işverenler ödeyecektir, bu tazminat için de mahkeme kararı gerekmektedir.

İş güvencesi, işyerinin ve çalışma barışının güvencesidir. Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde, 158 sayılı ILO Sözleşmesiyle sağlanan hakları aşan düzeyde bir iş güvencesi sağlanmıştır. Bakınız, Hollanda'da bir işçinin, geçerli bir nedenle bile olsa, işten çıkarılabilmesi için, önceden bölge çalışma bürosundan izin alınması gerekmektedir. Bulgaristan, Beyaz Rusya, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Letonya, Portekiz, Rusya Federasyonu, İspanya, Avustralya, Etiyopya, Almanya, Macaristan, Lübnan, Lüksemburg, Peru ve daha birçok ülkede, geçerli bir neden olmaksızın işçi çıkarılması yasaktır.

Bugüne kadarki uygulamalarda iş güvencesi sağlanan hiçbir ülkede ekonomi kötüye gitmemiş, hiçbir ülkede bu sebepten dolayı kriz de doğmamıştır; tam tersine, iş güvencesi sağlanan tüm ülkelerde iş güvenliği ve çalışma barışı sağlanmış, üretimin artmasına katkıda bulunulmuştur. Geleceğinden emin olarak çalışan işçinin, alınteri kurumadan ücretini alan emekçinin çok daha verimli olduğu, kesin bir olgudur.

Avrupa Birliği ülkelerinde ücretler ve işyeri kıdemi ülkemizdekinden çok daha yüksektir; buna rağmen, yasalarda ve toplu iş sözleşmeleriyle, kıdem tazminatı da ödenmesi zorunda bırakılmışlardır. Bakınız, ülkemizde kaçak çalıştırılan 5 000 000'dan fazla işçinin hiçbir güvencesi ve tazminatı da yoktur. Bu tablo, Türkiye'nin hak ettiği bir tablo olmasa gerektir.

OECD tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 9 ay çalıştırılan bir işçiye ülkemizde hiçbir tazminat ödenmezken, Çek Cumhuriyetinde 2 aylık, Yunanistan'da 15 günlük -evet, yanlış duymadınız- İtalya'da 21 günlük işçiye bile belli oranlarda tazminat ödenmektedir. Keza, OECD'nin bu araştırmasına göre, Portekiz'de 4 yıl çalıştırılan bir işçiye 4 aylık, İspanya'da 2 ay 20 gün, Meksika'da 3 ay, Japonya'da 2 ay, İtalya'da 3,5 ay, Yunanistan'da 1,5 aylık ücret tutarında tazminat ödenmektedir.

Hollanda'da yargı kararlarında 40 yaşın altındaki işçilere her hizmet yılı için 30 günlük ücret verilmesi yaygın bir uygulamadır; işçinin yaşı 40 ile 50 arasında ise, her hizmet yılı için 45 günlük; eğer işçinin yaşı 50'nin üzerinde ise, her hizmet yılı için 60 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı verilir. Bakınız, Japonya'da hemen hemen tüm işletmelerde, her kıdem yılı için, 1 aylık ücret tutarında kıdem tazminatı verilmektedir; bu miktar, işçinin kendi isteğiyle ayrılmasında daha düşük; işten çıkarılmasında ise daha fazladır.

Ayrıca, bu tasarıyla, deniz işkolunda çalışan emekçilerimizin de mutlaka kapsam içine alınması gerektiğini düşünüyorum. Yine, tasarının yürürlük tarihinde işverenle anlaşma sağlanmasını olumlu bir gelişme olarak buluyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; söz çalışma hayatımızdan açılmışken, kısaca bugün ülkemiz açısından geldiğimiz noktaya da bakmamız gerektiğine inanıyorum. Hepinizin bildiği gibi, 4588 sayılı Yetki Yasasının Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucunda, bu Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan 4 kanun hükmünde kararname 10.11.2000 tarihli Resmî Gazetede iptal gerekçesi yayımlanarak iptal edilmiştir. Bunlar, sırasıyla 616, 617, 618 ve 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerdir. Bu kararnamelerle ilgili tasarılarda, sırasıyla SSK, İşkur, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Bağ-Kurun teşkilat yapıları tepeden tırnağa değiştirilmektedir. Eski kuruluşlar lağvedilerek yerine yenileri kurulduğu halde, Anayasa Mahkemesinin tanıdığı süre üzerinden birbuçuk yıl geçmesine rağmen, bugüne kadar, Meclis Genel Kurulunun ilk sıralarında gündeme alındığı halde, ne yazık ki, Sayın eski Bakanın bütün iyi niyetli çabalarına ve gayretlerine rağmen, bu hükümet bu tasarıları yasalaştıramamıştır. Deminden beri saydığım SSK'da, İşkurda ve Bağ-Kurda çok ciddî sıkıntılar vardır. Hiçbirinin teşkilat kanunu yoktur. Üstelik, şu anda bu tasarılar bu kuruluşlarımızda uygulandığı halde yasal bir dayanaktan da yoksundurlar.

Bakınız, bu teşkilat yasaları çıkmadığı için Dünya Bankasının İşkura karşılıksız verdiği 40 000 000 euro ne yazık ki alınamamıştır ve kullanılamamıştır. Yine, buna ilaveten, SSK hastanelerinin restorasyonu için verilen 270 000 dolar da ne yazık ki alınamamış ve kullanılamamıştır. Bunlar, ülkemiz için, sosyal güvenlik kuruluşlarımız için çok ciddî kayıplardır. Görünen o ki, bu yasaları yeniden gözden geçirerek, eksiklerini tamamlayarak yasalaştırmak, AK Parti iktidarına nasip olacaktır. Biz AK Parti olarak, 3 Kasımda inşallah iktidara gelecek ve bu hükümetin yapamadıklarını yapacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, İş Güvencesi Yasa Tasarısının iş dünyamıza, çalışma hayatımıza ve tüm emekçilerimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Güler'e teşekkür ediyorum.

Söz sırası Doğru Yol Partisinde efendim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim Konukoğlu; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 893 sıra sayılı, İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında -kısaca kamuoyunda iş güvencesi olarak bilinen- Kanun Tasarısı hakkında Doğru Yol Partisi adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yaklaşık birbuçuk yıl önce hazırlanan, hazırlanması düşünülen, bir yıl önce Bakanlar Kuruluna gelen ve neredeyse altı yedi aydan beri Sağlık Komisyonunda bekleyen bir tasarıyı görüşüyoruz. Elbette ki, Türk işçisi, iş güvencesi hakkına layıktır, olmalıdır; bu bakımdan, bu tasarıyı olumlu buluyor, destekliyoruz. Ancak, Sayın Çalışma Bakanı tarafından, iki yıldır bu tasarının, bakanlık duvarına ve bakanlık kuruluşlarına asılan panolarla reklamı yapılıyor; işsizlik sigortası çıktıktan sonra "sıra İş Güvencesi Yasa Tasarısında" diye reklam yapılıyor; ama, her nedense, bu yasa tasarısı bir türlü Meclise bugüne kadar getirilmedi, bugün görüşülüyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, hazırlanan bu yasa tasarısını, maalesef, bu yasanının tarafı olan hem işçi kuruluşları için hem işveren kuruluşları için Demokles'in kılıcı gibi tutmuş; işçi kuruluşları, yani, sendikalar bazı şeyleri dile getirmeye başladığında yasayı çıkarmamakla tehdit ederek, işveren kuruluşları seslerini çıkardığı zaman, yükselttikleri zaman yasanın çıkarılacağı şeklinde tehditler savurarak onları susturmaya çalışmıştır.

Bundan yaklaşık birbuçuk yıl önce, daha doğrusu 26 Haziran 2001 tarihinde, işveren kuruluşları, işçi sendikaları ve Bakanlık temsilcileri toplanmış, bu yasanın çıkarılması için bir protokol hazırlanmıştır. Bu protokolde, 1475 sayılı İş Kanunundan başlayarak, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun ele alınması kararlaştırılmış ve bu konuda düzenlemeler yapılması kabul edilmiştir. Bu vesileyle, bu kuruluşların anlaşmasıyla, her kuruluşun üniversitelerden seçeceği 3 bilim adamından teşekkül edecek 9 kişilik bir bilim kurulu kurulmuştur. Bu bilim kurulu çalışmalar yapmış ve bu kanunlar üzerinde tasarı hazırlamıştır. Bu protokolde, yine bu kuruluşların oybirliğiyle alacağı kararlar herhangi bir çekince ileri sürülmeden taraflarca kabul edilmiş olacak, oy çokluğuyla alınan kararlar yine kabul edilecek, ancak, bu konuda açıklama yapma hakkı olacaktır.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, hazırlanan bu protokole tarafların katılmasını ve Bakanlığın da bunu uygulamasını beklerdik; ancak, ne yazık ki, bu kuruluşlar arasında -hükümet, işçi sendikaları ve işveren kuruluşları arasında- hazırlanan bu protokol uygulanmamış ve bu kanun tasarısı, tek başına, Meclise sevk edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, tarafları temsil eden sivil toplum örgütleri anlaştıktan ve hükümet de bunu kabul ettikten sonra, bu kanunların toplu halde Meclise getirilip kabul edilmesi, elbette ki, çok daha yararlı olurdu; hiç olmazsa, taraflar, bunu benimser, uygulamada çok daha canı gönülden bu kanunların uygulanmasını sağlardı.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, ülkemiz, iki üç yıldan beri büyük bir ekonomik sıkıntı yaşıyor; işyerleri bir bir kapanıyor, özellikle KOBİ'lerin büyük çoğunluğu kepenklerini indirmek zorunda kaldılar, fabrikalar kapanıyor; hatta, son bir iki yılda 1,5-2 milyon işçi işten çıkarıldı. Sanayici, bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle, maliyeti düşürmek için, maalesef, fabrikasını Bulgaristan, Romanya gibi komşu ülkelere taşıyor. Benim mensubu olduğum Gaziantep Şehrinde de, sanayiciler, maalesef, fabrikalarını yine yakın olan ülkelere, mesela Suriye'ye taşımaya başladılar; hiç olmazsa, işçilik giderini bu şekilde azaltmayı düşünüyorlar. Bu kanun çıkarılırken, en azından, bu ekonomik krizin geçmesi beklenebilirdi; ama, bugün, maalesef, bu kanun tasarısı Meclise getirilmiştir. Biz de, parti olarak, bunun çıkarılmasını destekliyoruz, olumlu buluyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, daha önce SSK, Bağ-Kur, İşkur gibi kurumlar hakkında hazırlanan kanun hükmünde kararnameler Anayasa Mahkemesi tarafından bozulmuş ve hükümete bir süre verilmiştir; bugün, bu kuruluşlar, maalesef, kanunî dayanaktan yoksun hale gelmiştir. Bugün, Sosyal Sigortalar Kurumu kanunî dayanaktan yoksundur. Biraz önce Sayın Mahfuz Güler'in söylediği gibi, SSK müfettişlerinin yazdığı cezalar, kanunî dayanaktan yoksun olduğu için, işverenler tarafından mahkemeye götürülmekte ve yargıda bozulmaktadır. Meclis, geçtiğimiz yıl, çok da acil olmayan, ülke için çok da hayatî önemi olmayan kanunlar çıkardı; ama, maalesef, Bakanlık, bu kanun tasarılarını Meclise getirip çıkarmadı.

Yine, hepiniz hatırlarsınız, Sayın Çalışma Bakanı, hastane önünde kuyrukların kalkacağını, hastane önünde çilelerin biteceğini söyledi; ama, maalesef, bunda başarılı olamadı. Şimdi, şunu söyleyenler çıkacaktır: Efendim, randevu alarak, herkes, istediği gün muayene oluyor. Ama, maalesef, işçiler, o randevuyu almak imkânına kavuşamıyor, telefonu açıyorlar, randevu sırası dolu olduğu için daha sonra aranması söyleniyor, daha sonra yine telefon açtıklarında aynı cevaplarla karşılaşarak, günlerce randevu bekliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Çalışma Bakanı, maalesef, sözlerini yerine getiremediği için, bu kanun için de uzun süre popülist davrandığı için, istifa tehdidinde bulunarak, geçtiğimiz gün, dün, istifa etmiştir. Bazı şeyler popülizmle veya reklamla olmuyor, bilgiyle, çalışmayla oluyor.

Sayın Bakan, yine bildiğiniz gibi, SSK'da yolsuzlukların ortadan kaldırıldığını açıkladı; ama, daha sonra, maalesef, katrilyonlarca yolsuzluk olduğu, yine aynı Bakan tarafından dile getirildi.

Sayın milletvekilleri, son aylarda, Türkiye'de yoksulluk sınırı, maalesef, 4 kişilik bir aile için 350 000 000 lira olmuştur. Bugün, asgarî ücret 170 000 000 liradır. Dolayısıyla, çalışan bir işçinin, ailesinin -bırakın geçindirmesini- sadece zarurî yiyecek ihtiyacını karşılaması mümkün değildir. Asgarî ücret, günümüz şartlarına göre çok düşük kalmıştır; bu konuda, gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir. Asgarî ücretin yanında, SSK tarafından kesilen SSK primi ve vergiler, maalesef, bu maaşın yanında çok yüksek kalmış ve işverene büyük yük olarak yansımıştır. Bununla beraber, bunların düzeltilmesi gerekirdi, maalesef, bunlar da düzeltilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, son olarak şunu söylemek istiyorum: Bugün, işçimiz için yararlı olan, ILO Sözleşmesine göre, Avrupa Birliği uyum yasalarına göre çıkarılması gereken ve çıkarılmasında da fayda gördüğümüz bir yasayı görüşüyoruz. Parti olarak bu yasayı destekliyor, ülkemiz için, işçimiz için hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclise, Partim ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi söz sırası, MHP Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse'de.

Buyurun Sayın Köse. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlarken Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce, bir borcumu ifa etmek istiyorum: 6 gruba, değerli partilere, Milliyetçi Hareket Partisinin önerdiği 3 Kasım tarihinde milletvekili genel seçiminin yapılmasını kabul etmelerinden dolayı, Grubum adına teşekkür ediyorum.

Yine, değerli gruplara, Milliyetçi Hareket Partimizin öncülüğünde bugün önlerine getirmiş olduğumuz İş Güvencesi Yasa Tasarımıza verdikleri destekten dolayı da teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerçekten önemli bir tasarıyı görüşüyoruz; üretimimizi sağlayan, üretimin en önemli ayağı ve parçası olan işçilerimizin, iş camiasının alınteri, göznuru ve elemeği karşılığı olan haklarından, hukukundan bahsediyoruz.

Avrupa Birliği kanunları burada görüşülürken, arzu ederdik ki, bu kanun tasarısı da, yine, Anavatan Partisinin teklifler arasında olsun. Ancak, gördüğümüz manzara odur ki, değerli ortağımız, iş camiasının baskılarına dayanamamış ve bu teklifi, bu tasarıyı diğer teklifleri arasına koyamamıştır. Bugün, çok değerli bir bakanımız da yine aynı manada istifa etmiştir. Ben, Sayın Yaşar Okuyan'ı huzurunuzda tebrik ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Gerçekten, hazırlamış olduğu bir tasarıyı görüşüyoruz; nasıl bir hazırlık yaptığını, nasıl bir çalışma sürecinden geçtiğini hep beraber takip ettik. Bir taraftan, işçi kesiminin temsilcileri olan konfederasyon başkanlarıyla görüşürken, diğer taraftan iş camiasının temsilcileriyle görüşmek suretiyle, bu tasarının olgunlaşmasını sağlamıştır; ama, netice itibariyle, kanun tasarısı istediğimiz zamanda Yüce Meclisin önüne getirilememiştir. Sayın Bakanın istifasıyla bu mesele anlaşılmıştır; yani, kimlerin engellediğini, hangi baskı gruplarının bu Yüce Meclisin iradesine müdahale ettiğini, Türk Milleti ve Türk işçisinin temsilcileri bir daha görmüştür. (MHP sıralarından alkışlar) Ama, bir şeyi daha görmüştür; bundan sonra, Milliyetçi Hareket Partisinin ortak olduğu bir hükümette ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun olduğu bir mecliste millet iradesine bu baskı uygulanamayacaktır; evet, bu baskı uygulanamayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Bugün, bu yasa tasarısının gündeme getirilmesi ve yasa tasarısının bitirilmesine, neticesinin alınmasına kadar da Meclis çalışmasının devamının sağlanması, Milliyetçi Hareket Partisinin önerisi olarak gelmiştir. O itibarla, işçi konfederasyonlarının değerli temsilcilerinin üzerinde çok önemli bir vebal vardır; bu gelişmeleri çok iyi değerlendireceklerdir; kulislerde görüştükleri siyasî parti temsilcileriyle, genel merkezlerinde görüştükleri siyasî parti temsilcileriyle veya hangi zeminde, ne zaman, kiminle konuştular ve şu ana kadar tavır ve hareketler nasıl gelişmiştir, bunun üzerinde siyaset yapmak istemiyorum; çünkü, Milliyetçi Hareket Partisinin ilkelerine aykırıdır. Alınteri üzerinde siyaset yapmayız, cami üzerinde siyaset yapmayız, asker ve okulda siyaset yapmayız; bu, bizim ilkelerimize aykırıdır. (MHP sıralarından alkışlar)

Ancak, bir hakkı teslim etmek lazım. Bakın, işçinin haklarını korurken, işverenin haklarını bir tarafa bırakmamız mümkün değildir. Sermaye olmazsa, müteşebbis olmazsa, fabrika olmazsa, tarla, bağ, bahçe olmazsa, işçi nerede çalışacaktır; işçinin çalışacağı herhangi bir mekânı ya da herhangi bir yeri bulmamız mümkün değildir. Onun için, sermayeye de aynı saygıyı gösteriyoruz; müteşebbisin de hakkının, hukukunun korunmasından yana olduğumuzu aynı  zamanda ifade ediyoruz.

Ancak, kantarın topuzu, yıllardan bu yana, iş camiasına doğru, maalesef, biraz daha fazla aktarılmıştır. İşte, bugün onu görüyoruz; yani, gelişmelerde, baskılarda, netice almada, daima, işçi sahipsiz kalmıştır ve işçinin hakkı daima ötelenmiştir, ertelenmiştir; ama, bugün, Milliyetçi Hareket Partisinin elinden kurtaramamışlardır; bugün, bu Mecliste, bu yasa tasarısının görüşülmesine vesile olmuşuzdur. (MHP sıralarından alkışlar)

Sizlerin de elinde vardır, benim de elimde var. Çok enteresan yazılar var; meslek kuruluşlarının başkanlarının, bir milletvekiline, milleti temsil eden bir irade sahibine, nasıl hareket edeceği konusunda talimatına dair yazılar var.

Değerli milletvekilleri, onurumuzu korumamız, millet iradesinin ayakta durmasını sağlamamız lazım; önce, milletvekili formasyonunun ne manaya geldiğini de çok iyi kavramamız lazım. Bu Yüce Meclise, hiç kimsenin, talimat vermeye hakkı yoktur. Talepleri olabilir; gelirler, partilerimizin genel başkanlarını ziyaret ederler, genel başkanlarla görüşürler ve hükümetin temsilcileriyle -başta Sayın Başbakan ve ilgili bakanlarla- görüşürler, taleplerini, tekliflerini, o zeminlerde kabul ettirmeye çalışırlar. Görüşülüp, tartışmalar yapıldıktan ve anlaşmalar da yapıldıktan sonra, dönüp, tekrar gelip, milleti temsil eden milletvekillerine, nasıl hareket edecekleri konusunda talimat veremezler. İşte Milliyetçi Hareket Partisi buna karşı. (MHP sıralarından alkışlar)

Hangi kesimde olursa olsun, hangi sosyal dilimin mensubu olursa olsun, onun hak ve hukukunu koruma usul ve esasları bellidir. Nasıl bellidir; onun usul ve esasları yasalarla belirlenmiştir. Bir hakkınız gasp edilmişse, mahkemeye gidersiniz. Eğer, bir yasanın çıkarılmasını teklif ediyorsanız, o yasanın çıkarılmasıyla ilgili meslek kuruluşunun temsilcilerini, parti temsilcileriyle buluşturursunuz; ama, bu çatının altına gelindikten sonra, hele bir tasarı hazırlanıp, hükümetin iradesi ortaya çıktıktan sonra, buradan geriye dönüş mümkün değildir.

Üzülerek ifade ediyorum; ortağı olduğumuz hükümette, bu mesele çok daha önce çıkarılmalıydı. Bunun yanında İş Kanunu da; yani, işverenlerin hukukunu da ilgilendiren kanun da bugüne kadar hazırlanıp, çıkarılmış olmalıydı. Onun için, Sayın Okuyan, demek ki, çok büyük sıkıntılardan geçti ve bugün de istifasıyla neticelenen bu olayda, gerçekten bu meselenin ne kadar zor aşamalardan geçtiğinin bir örneğini de yaşadı. Bu da bir ilk olaydır, onu da söyleyeyim; yani, Sayın Okuyan da gerçekten tebrike şayan bir harekette bulunmuştur. Bunun da özü, milliyetçi bir düşünceye sahip bir insan olmasının gereğini yerine getirmiş olduğunun güzel bir örneğini vermiştir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada bir şey daha söylemek istiyorum. Aynı zamanda, işçi sendikalarımızın bize vermiş olduğu bilgiler de var. Bu bilgilere de baktığımızda, şu anda iş kesiminin, gerek siyasî partilerimizin temsilcilerini, milletvekillerimizi sıkıştırmaya çalıştıkları, çeşitli sıkıntılara gireceklerini ifade etmelerine rağmen; şu anda elimizde bulunan konfederasyon başkanlarımızın bize vermiş olduğu bilgiler, yine başka meslek kuruluşları mensubu sendikalarımızın başkanları, burada iş camiasına herhangi bir zararın olamayacağını ve özellikle bu iş camiasını temsil eden meslek kuruluşları başkanlarının televizyonlarda işyerlerinin kapatılacağını, çeşitli maddî imkânsızlıklar olacağını ve daha fazla ekonomik sıkıntılar olacağını ifade etmelerinin, fevkalade yanlış olduğunu ifade eden yazılar da var. Bunlardan bir tanesi de, Sağlık-İş Sendikası Başkanının; itibar ettiğimiz, gerçekten, hepinizin yakinen tanımış olduğu bir Değerli Başkanımızın da...

Vaktinizi almak istemiyorum; ama, elimizde, bu iş veren temsilcilerinin iddialarının pek doğru olmadığını ifade eden belgeler ve dokümanlar da var.

Değerli milletvekilleri, kaldı ki -Sayın Pakdemirli de ifade etti, diğer arkadaşlarımız da ifade ettiler- bir de ILO dediğimiz Uluslararası İşçi Örgütüyle ilgili bir sözleşmemiz var. Bunun altında imzamız var; bunu da yerine getirmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu, yine Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesine bugün 57 nci cumhuriyet hükümetimizin vermiş olduğu cevabî ulusal belgede de, orta vadede yerine getirmemiz gereken yasalardan bir tanesidir.

Demek ki, bunu, isabetli bir tasarı olarak getirmişiz ve isabetli olarak da bu tasarıyı görüşüyoruz; bitinceye kadar da, inşallah, devam etme imkânı sağlamış olacağız. Yani, bir yerde, iki işi birden yapmış oluyoruz; bir taraftan, işçi kardeşlerimizin, işçi camiamızın dileklerini, isteklerini yerine getirirken, diğer taraftan da, ulusal belgede orta vadede yerine getirmemiz gereken çok önemli bir hizmeti de yapmış oluyoruz.

Dolayısıyla, buradaki maksat şudur: Üretimi ortaya çıkarabilmemiz için, müteşebbis ile işçi arasındaki diyaloğu ve buradaki dengeyi çok iyi kurmamız lazım. Yani, biz, eğer, sistem içerisinde bir tarafı ihmal eder, diğer tarafı ihya eder isek, orada üretimin tam anlamıyla -serbest piyasa ekonomisi koşullarında tam anlamıyla- neticesini almamız mümkün değildir.

Bugün, mademki, her şeyimizi Avrupa Birliği standartlarında yapıyoruz, Avrupa Birliği standartlarında meselelerimizi konuşuyoruz ve şu andaki tasarıyı da, bu manada, o standartlara kavuşturmak için yapıyoruz, öyleyse, üretimi ortaya çıkarabilmemiz için, istihdamı tam anlamıyla sağlayabilmemiz için, adaletli bir çalışma düzenini ve adaletli bir ücret politikasını da ortaya çıkarmamız lazım. Bu, Türkiye'nin noksanlarından bir tanesidir. Bu bakımdan, her ne kadar geçmişte yanlışlar, ihmaller, hatalar olmuşsa da bugün çok önemli bir meseleyi yakalamış bulunuyoruz; bir tarafını şimdi yapmış oluruz, inşallah, ikinci tarafını da -Allah nasip edecektir- 4 Kasımda Milliyetçi Hareket Partisi tek başına iktidara geldiğinde (MHP sıralarından alkışlar) bunların hepsini, inşallah, harman edecektir; böylece hem işçi camiamız hem işveren camiamız ve tüm insanlarımız hak ettiklerine kavuşacaklardır.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Onu rüyanda görürsün Sayın Köse!

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bu bakımdan, değerli işveren camiasına buradan sesleniyorum: Acele etmeyiniz, sizi de sıkıntıya sokmayacağımızı ifade ediyorum ve Değerli Bakanın önümüze getirmiş olduğu öneriyi... Öneri de işverenlerden gelmiştir, haberiniz olsun. Bir taraftan da Sayın Bakan gelir gelmez başarılı bir neticeyi de almıştır; Sayın Bakan Arseven'i de tebrik ediyoruz...

BAŞKAN - Vallahi, hem nalına hem mıhına!

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Mavi boncuk dağıtıyor.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - İş camiasıyla da görüşmek suretiyle, işçi konfederasyonlarının değerli başkanları ile bu işverenlerin taleplerinin güzel bir orta noktasını buldu; diğer bütün grup başkanvekillerimiz de bunu kabul etmek suretiyle, inşallah yürürlük tarihinde değişiklik yaparak, 15 Mart 2003 tarihinden -o tarihi de şimdiden söylüyoruz- geçerli olmak suretiyle de...

BAŞKAN - Komisyonu toplamadık daha?..

İSMAİL  KÖSE (Devamla) - Sayın Başkan, biraz sonra inşallah o görevi yerine getireceksiniz.

...bu yasa hayata geçmiş olacaktır ve işçi camiamız gerekli imkânlara kavuştuğu gibi, işverenimizin de... Sayın Okuyan'ın hazırlamış olduğu bu tasarı ve kendisinden sonra, tabiî, inşallah, o zamana kadar Milliyetçi Hareket Partili bir bakanın eline geçecek (MHP sıralarından alkışlar) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının getireceği bir kanun tasarısı hayata geçmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, tasarının teknik yönlerini burada birkısım arkadaşlarımız anlattılar, 1475 sayılı İş Kanunumuzda nelerin olduğunu, nelerin noksan kaldığını ifade ettiler. Malumunuz, bunun içinde orman işçimiz yoktur, bunun içinde tarım işçimiz yoktur; işte, bu tasarıyla bu insanlarımız da bu camianın içerisine giriyor, onlar da, inşallah, bu tasarıyı hayata geçirdiğimizde çalışmalarının karşılığını alma imkânına kavuşmuş olacaklardır. 

Yalnız, bir noksanımız var; bütün gruplarımız eğer anlaşırlarsa, böyle bir konsensüs bulursak... Basınımız yoktur bunun içinde. Basında çalışanların, burada akşama kadar alınteri döküp arkamızdan koşanların, yarın üç  ay da bizimle beraber seçimlerde koşacak olanların bunun içinde yeri yok; bunu da koymamız lazım. (MHP sıralarından alkışlar)

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Önerge verin.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Basında çalışan kardeşlerimizi de ihmal etmemiz yanlış olur. İnanıyorum ki, DSP grubundan değerli kardeşlerimizle beraberce vermiş olduğumuz bu önerge, diğer gruplarla da, inşallah, anlaşarak kabul edildiği takdirde, basında çalışan arkadaşlarımızın, işçilerimizin de bu tasarı kapsamına alınmasını sağlamış olacağız.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Birleşin... Birleşin...

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Değerli milletvekilleri, önemli günler geçiriyoruz. Önce seçim kararı aldık. Bugün onu tamamlayan bir bütçesini çıkardık ve şimdi onlardan çok daha önemli, yıllardan bu yana beklemede kalmış, yıllardan bu yana -işte, gerekçeleri şu anda hepimizin önünde, fotoğraf görülmüştür- kimlerin baskısıyla ertelenmiş olduğu da ortadadır ve bugün de nasip oldu, bu Yüce Meclisimiz, 21 inci Dönemin sonunda, en önemli ve en güzel haz alacağımız, mutluluk duyacağımız bir yasa tasarısını çıkarmış oluyor ve bunun vermiş olduğu mutlulukla da 3 Kasım milletvekili genel seçimlerine birlikte gideceğiz.

Tüm arkadaşlarımıza, bu üçbuçuk yıl içerisinde yapmış olduğumuz çalışmalarda, birbirimize karşı göstermiş ilgi ve alakadan dolayı...Birbirimize karşı belki hafif de olsa veya elimizde olmayan sebeplerden dolayı tarizde bulunmuş olmanın vermiş olduğu bazı sert hareketler olmuş olabilir, hatta yanlış bakışlarımız olmuş olabilir; ama, biliniz ki içimizde bir kötülük yoktur, içimizde bir kötü düşüncemiz yoktur. Bizim sevgimiz, inancımızın gereği. Ölçümüz, insana karşı sevgidir, saygıdır. Bu bakımdan birbirimize de hakkımızı helal edelim.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın Köse, veda konuşması gibi oluyor.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - 3 Kasımda, inşallah, milletimizin iradesine gidiyoruz ve milletimize de hakemlik görevi düşmüştür. Yüce Milletimiz, gerek Avrupa Birliği kanunlarının buradan çıkarılması esnasındaki gördüğü tabloyu gerek şu anda, bugün, en son bugün görmüş olduğu bu tabloyu, bu davranışları, bu hareketleri, bu konuşmaları muhakkak surette, o gerçekten, hiçbir şekilde şüphemiz olmayan vicdan terazisinde tartacaktır ve en güzel kararını verecektir.

Seçimlerimizin ve bu kanunumuzun da milletimize ve işçi camiamıza hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, ANAP, DSP, DYP ve YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Köse, teşekkür ederim.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Kılıç konuşacaktır.

Buyurun Sayın Kılıç. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA OSMAN KILIÇ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 893 sıra sayılı iş güvencesi yasa tasarısı hakkında Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken sizleri ve şu anda ekranları başında bizleri izlemekte olan, başta emekçilerimiz olmak üzere tüm yurttaşlarımızı Demokratik Sol Parti Grubu adına en derin saygılarımla selamlıyorum.

Sayın üyeler, izninizle öncelikle 57 nci hükümetin oluşumu, yapısı, icraatıyla, erken seçime sürüklenmesi sürecine ve Demokratik Sol Partinin konumuna kısaca değinmek ve daha sonra iş güvencesiyle ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum.

"Hafızayı beşer nisyan ile -yani unutkanlıkla- maluldür" sözünü dikkate alarak yakın geçmişimizi bir kez daha anımsamakta yarar görüyorum.

Sayın üyeler, 18 Nisan 1999 seçimlerinin ardından ülkemizdeki genel siyasî görünüme değinmek istiyorum. O günlerde, hatırlayacaksınız, bir yandan 1980 öncesi sağ-sol çatışmalarına dönme korkusu yaşanmakta bir yandan da inancını yaşama hakkı masum söylemleri altında karşı devrimci çıkışlarla rejimin direnci sınanmakta, Meclise türbanla girme cüretkârlığı gösterilmektedir. Meclisteki partilerin suskunluğuna, işbirlikçi tavrına karşın sadece Demokratik Sol Partinin şiddetli direnişiyle bir Amerikan vatandaşı üzerinden Atatürk'ün Meclisine yönelik tecavüz önlenmiştir. Diğer yandan, PKK'nın elebaşının yakalanmasına rağmen hemen sınır ötesinde ve sınır içinde silahlı güçlerinin varlığı, Avrupa Birliği ülkelerindeki himayeye mazhar örgütlülüğü sürmektedir. Sonradan ortaya çıkarılmıştır ki, güvenlik güçlerine, istihbarat örgütlerine rağmen, Hizbullah gibi terör örgütleri, canı malı devletin güvencesinde olan onlarca insanımızı, din adına, Allah, Peygamber adına işkenceyle katletmekte ve yurdun dört bir yanında oluşturduğu mezar evlere gömmektedir. Öte yandan, 28 Şubatın sıcaklığı hâlâ hissedilmektedir.

Böylesi bir ortamda, halktan tek başına iktidar desteğini alamamış, ancak, birinci parti olmuş 1 sol partiden ve 4 sağ partiden oluşan Parlamento yapısıyla ne yapılabilirdi? Mevcut koşullar ve olanaklar içinde en iyi çözüm olarak 57 nci hükümet vücut buldu. Demokratik Sol Parti, 1980 öncesinin karanlık, gerilimli, acı günlerine dönülmesi kaygılarını önlemek, Kürt ırkçılığı ve din istismarıyla ülkeyi bölmeye, halkı bölmeye çalışanlara fırsat vermemek için, tarihî bir sorumlulukla taşın altına elini koymuş ve bu hükümetin oluşumunda görev almıştır; böylelikle, karamsar, gergin ortamın normalleştirilmesi için önemli bir adım atmıştır. Aksini de yapabilirdi ve yapılacak ilk seçimlerde tek başına iktidar olması, belki de işten bile değildi; ancak, Demokratik Sol Parti, her zamanki gibi, ülkenin ve ulusun esenliği için, siyasî taktiklere tenezzül etmeyerek, sorumluluk duygusuyla davranmıştır.

Demokratik Sol Partinin öncülüğünde oluşan bu süreçte, evet, ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır, yaşanmaktadır; ancak, 57 nci hükümet örneği gerçekleştirilmeseydi nelerle karşılaşacaktık? Demokratik Sol Partinin içinde yer almadığı olası başka hükümet oluşumları, ülkemizi içte ve dışta hangi ekonomik, sosyal, siyasal ve hatta rejimsel sorunlarla, maceralarla karşı karşıya bırakacaktı? Tüm bu soruların cevapları da, o günlerin şartları içerisinde, sorumluluk anlayışıyla irdelenmelidir.

Sayın milletvekilleri, her şeye rağmen, yüzde 22'lik oy desteğiyle, Demokratik Sol Parti, ülke yönetiminde aklıselimi ve uzlaşmayı hâkim kılmıştır. İçinden geçmekte olduğumuz çok duyarlı iç ve dış dengelere rağmen, 57 nci hükümet, dışa karşı ulusal çıkarlarımızı savunmada, içeride ise ülke bütünlüğüne ve laik rejimimize yönelik tehlikeleri önlemede, ortadan kaldırmada önemli başarılar göstermiştir. Ekonomik alanda ise, sağ partiler, kendi sağ düzenlerini adam gibi yönetemediğinden, tıkanan, yozlaşan sağ yapılı ekonominin piyasa ekonomisi kurallarına uyumunu tam olarak sağlamak için liberal, yapısal önlemler alınmıştır. Bunlar yapılırken, Demokratik Sol Parti sosyal önlemlere önem verilmesini gözetmiştir. Bu bağlamda, şu anda bazı koşulları bakımından eleştiriye açık olmakla birlikte, ilk kez, İşsizlik Sigortası gerçekleştirilmiş ve uygulanmaya konmuştur.

Tüm çalışanların gelirlerinde, enflasyon oranında artışların yanında ilave olmak üzere, refah payı artışları yapılmış ve mevcut durumları korunmaya çalışılmıştır.

Sağ hükümetler tarafından içinden çıkılmaz bir hale getirilen geçici işçiler sorunu Köy Hizmetlerinde tamamen çözülmüş, diğer kurumlarda da çözüme kavuşturma çalışmaları sürdürülmektedir.

Yapısal bozukluk içerisinde olan bankacılık ve finans sektörüne yönelik köklü düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bankaları hortumlayanların ve işbirlikçilerinin üzerine gidilmiş, sorumluları hesap vermek üzere yüce yargıya sevk edilmişlerdir.

Anayasamızda yapılan değişikliklerle hak ve özgürlükler genişletilmiş, örgütlenme ve siyasî katılım alanında çağdaş normlar hedeflenmiştir. Değişikliklere ilişkin uyum yasaları da bir bir yürürlüğe konulmaktadır.

Öte yandan, dışpolitikada çok önemli mesafeler alınmış, Avrupa Birliği adaylığımız resmen sağlandığı gibi, üyeliğe giden yolda etkin, aktif çabalarla önemli mesafeler alınmıştır. Nihayet, son olarak, siyasî kriterle ilgili Avrupa Birliği uyum paketi uzlaşmayla Meclisimizde kabul edilmiş, tabuları yıkmak pahasına, ülkemizin tarihî bir dönemeçten geçmesi sağlanmıştır.

Avrupa Birliği Ulusal Programında, kamu görevlilerine sendikal hakların tanınması ve geliştirilmesi, iş güvencesi sağlanması gibi düzenlemelerin yanında, çalışanların haklarının güvencesi olmak üzere, çalışanlara hak grevi olanağı sağlanması da öngörülmüştür. Çalışma yaşamıyla ilgili düzenlemelerin çoğu yasallaştırılmış ve altında, öncelikle Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in imzası bulunan İş Güvencesi Yasa Tasarısı da inşallah bugün, tüm üyelerimizin desteğiyle yasalaşacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Milletvekilleri, Demokratik Sol Partinin 57 nci hükümetteki konumunu, duyarlılıklarını böylece özetledikten sonra, şimdi de 57 nci hükümetin neden, nasıl 3 Kasımda erken seçime sürüklendiğine de kısaca değinmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Aralık 1999'da Avrupa Birliği adaylık statüsü sağlanmış, 2000 Kasım ayında Katılım Ortaklığı Belgesi yayınlanmış ve 2001 Mart ayında da ulusal program açıklanmıştır. Koalisyonun iki sağ partisi arasında ekonomik programın uygulanması aşamasında ilk kez kendini göstermeye başlayan tartışmalar "Beyaz Enerji ve Vurgun Operasyonları" adı verilen soruşturmalarda daha da tırmanmış ve son olarak Avrupa Birliği sürecinde âdeta tıkanma, düğümlenme noktasına varmıştır. "Kopenhag Siyasî Kriterleri" olarak adlandırılan idamın kaldırılması, ana dilin öğrenimi ve radyo, TV yayınlarında kullanılmasına olanak verecek yasal düzenlemeler konusunda Milliyetçi Hareket Partisi ve ANAP arasında var olan tartışmalar doruk noktaya ulaşmış, âdeta süreç tıkanmıştır.

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul)- Bu, parti meselesi değil, memleket meselesi.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Başbakanımızın yoğun çabaları, uzlaştırma arayışları da bir sonuç vermemiştir.

Bu tıkanmadan endişeye kapılan çevreler, uyarı düzeyindeki etkinliklerini, yeni siyasî senaryolar oluşturma, hükümetteki tıkanmayı açmak için yeni hükümet modelleri üretme ve bu konuda kamuoyu oluşturma düzeyine taşımışlardır. Başbakanımızın rahatsızlığı da, bu senaryo sahiplerince maalesef, gayri insanî bir şekilde senaryolarını uygulamaya sokmak için bir fırsat olarak kullanılmıştır. Bu çevrelerin Demokratik Sol Partiye ilişkin beklentileri, şiddetli bir parti direnciyle karşılaşmıştır. Tüm bu gelişmeleri yakinen izleyen ve birbirini kollayan iki koalisyon ortağımız, yaşanılan süreçten en azamî siyasî faydayı sağlamak veya en az zarar görmek üzerine stratejiler geliştirmeye başlamışlardır ve nihayet, 4 Temmuz liderler zirvesinde seçimin Nisan 2004'te yapılması mutabakatına varılmasına ve kamuoyuna açıklanmasına karşın, 7 Temmuzda, Milliyetçi Hareket Partisi anlaşılmaz bir şekilde ve tek başına, 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılması için düğmeye basmış, âdeta, ortakları dahil, tüm partilere "hodri meydan"demiştir.

Bunu duyan ve MHP'yi kollayan ANAP, geri kalır mı; o da "29 Eylül 2002'de seçim yapalım" karşı meydan okuyuşunda bulunmuştur. Muhalefet partileri için ise, bu restleşmeler, gökte ararken yerde buldukları altın bir fırsat değerinde olmuştur.

Dış ile iç etkin sermaye çevrelerinin, Türkiye'nin geleceğine yön verme senaryolarının Demokratik Sol Parti içindeki maşaları, partinin, planladıkları ve umdukları gibi gümüş tepside kendilerine sunulmayacağını; aksine, bu kimlikleriyle daha fazla Demokratik Sol Parti içinde kalamayacaklarını anladıktan sonra, partiyi parçalamak, yok etmek için harekete geçmişlerdir.

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Kimin maşa olduğu belli!

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Önce elebaşıları, sonra, çeşitli nedenlerle onların ayartısına kapılan diğer milletvekilleri, doyurucu, makul, geçerli, ilkeli hiçbir gerekçe olmaksızın Demokratik Sol Partiden ayrılmışlardır.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Seviyelerini gösteriyor!..

OSMAN KILIÇ (Devamla) - "Yeni oluşum" olarak adlandırılan bu harekette yer alan kişiler, Yeni Türkiye Partisi olarak partileşmişlerdir.

BAŞKAN - Sayın Karahan, lütfen...

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Ancak, partinin kimliği, doğrultusu üzerinde tartışmalar oluşmuş ve süregelmiştir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Saygılı olsun, doğru konuşsun!

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Nihayet, 31.7.2002 günü, Partinin Genel Sekreteri, Yeni Türkiye Partisinin sol bir parti olmadığını açıklamıştır. (DSP sıralarından alkışlar)

Ertesi günlerde, 4.8.2002 tarihinde, Partinin Genel Başkanı, partilerinin yerini, konumunu ve amacını şöyle tanımlamaya çalışmıştır: "Çağdaş birikimleri, sosyal demokrasi ekseninde veyahut programımızdaki galiba ifadesi, demokratik sol olan eksende bir araya getirmek, onların ittifakını oluşturmaktır."

Sayın üyeler, böylesine çelişkili, mahcup ve utangaç tavırlarla sol parti de olunamaz, sağ parti de olunmaz! (DSP sıralarından alkışlar) Bu görünümüyle ve tavrıyla, böyle bir oluşum, iddia edildiği gibi, bir yeni oluşumdan ziyade, sendikacılık dilinde sıkça kullanılan tabirle, bir sarı oluşum görünümü yansıtmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar)

Öte yandan, Yeni Türkiye Partisi Sayın Genel Başkanı, bilerek veya bilmeyerek, sosyal demokrasi ve demokratik sol kavramları birbirine karıştırır görünmektedir. Hatta, demokratik solu hafife alır bir tavır sergilemektedir. Diğer yandansa, Demokratik Sol Partinin, inançlara saygılı laiklik ilkesi başta olmak üzere, söylemlerini bir kopyacı gibi tekrarlamaktadır.

Önemle belirtmekte yarar görüyorum, Demokratik Sol Partinin ulusalcı, millîci, laik, demokratik sol anlayışı ve doğrultusu ile Marksist kökenli, enternasyonalci ve mazlum halkların emek sömürüsüne dayalı sosyal demokrasi anlayışı, bize göre, asla aynı şeyler değildir. Öte yandan, Demokratik Sol Partinin oylarıyla seçilen ve bu partinin Parti Meclisi üyeliğinden, bakanlığından, milletvekilliğinden ayrılanlarca oluşturulan partinin sol olmadığını açıklaması karşısında, bu kişilerin ayartmasına kapılıp partisinden ayrılan milletvekillerinin durumlarını gözden geçirme ihtiyacı duyacaklarına inanıyorum. Zira, milletvekillikleri, Demokratik Sol Partinin oylarıyla sağlanan, demokratik sol bir statüdür. (DSP sıralarından alkışlar) Gereğini yapmadıkça, bu kutsal oyların vebalinden bu cihanda da öteki cihanda da kurtulmaları mümkün olmayacaktır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın üyeler, ifade etmeye çalıştığım gibi, hükümetin iki ortağının arasında yaşanılan, birinin Avrupa Birliği öncüsü, şampiyonu olmak, diğerinin "Avrupa Birliğine karşı değilim" söylemi yanında işi yokuşa sürmek yoluyla siyasî çıkar sağlama çabaları, hükümetteki uyumu, uzlaşmayı zora sokmuştur. En nihayet, seçim dahil, geleceğe dönük stratejisini saptayan Milliyetçi Hareket Partisi, siyaseti ve seçim takvimini bu stratejisine uygun tanzim etmek amacıyla ve âdeta bir dayatma yaklaşımıyla, ülkeyi seçime götüren süreci başlatmıştır. Demokratik Sol Partinin hiçbir dahli olmaksızın, aksine ülkemize ve koalisyon partilerine yönelik mahzurlarını, sakıncalarını, risklerini ısrarla anlatmasına rağmen, 3 Kasımda erken seçim kararı alınmıştır.

Sayın üyeler, Demokratik Sol Parti, gücünü Hak'tan ve halktan alan bir partidir. Bu nedenle, 18 Nisan 1999 seçimlerinde halkımızdan aldığı yetkiyle neler yaptığını, neleri yapamadığını, hangi engellerle ve hangi ihanetlerle karşılaştığını gayet samimî olarak halkımıza anlatacak, hesabını verecek, özeleştirisini yapacaktır. Demokratik Sol Partinin alnı ak, başı diktir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu, her konuda, her zaman böyle olmuştur, böyle olmaya da devam edecektir. Takdir, yüce milletimizin, yüce halkımızın olacaktır.

Sayın üyeler, ülkemizde, şu anda, 50'ye yakın parti bulunmaktadır; bunlardan 23 parti, 3 Kasım seçimlerine katılacaktır. Kanaatimizce, siyasî partileri, özünde emekten yana olan, emeğe öncelik veren sol partiler ve emekten yana olmayan partiler olmak üzere iki kategoriye ayırmak, bu eksende değerlendirmek mümkündür ve gereklidir de. Bu temel çizgiyi gözden kaçırmak için, bazı partiler, dinî inançları ve etnik kökenleri öne çıkararak ve istismar ederek, işi sulandırmaya çalışırlar. Bu, her zaman başvurdukları bir aldatmaca, bir şaşırtmacadır, emekçileri bölme oyunundan başkaca bir şey değildir; ancak, çoğu kez de, bu oyunda başarılı olurlar. Oysa, emekçilerimizin, yani, işçi, işsiz, memur, küçük esnaf, köylü ve emekli, her kökenden ve inançtan, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevî, Sünnî yurttaşların, emekten yana olmak ya da sermayeden yana olmak ekseninde partileri irdeleyip, siyasî tercihlerini buna göre belirlemeleri mutlak bir zorunluluktur. Bu yapıldığında, hangi partinin ulusal yararları ödünsüz savunduğu, halkın, emekçilerin haklarının öncüsü ve savunucusu olduğu kolayca görülebilecektir. Böylece, liberal, merkez sağ ve radikal sağ partilerin, özünde, emeğin değil, varlıklıların, sermayedarların, hortumcuların işbirlikçisi olduğu görülecek, maskelerinin ardındaki gerçek yüzleri ortaya çıkacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Aynı şey, sol makyajlı,  söylemli partiler için de geçerlidir. Bu, TÜSİAD orijinli, büyük medya patronları destekli, sözde yeni oluşumlar için olduğu kadar, solculuğunu Şeyh Edebali'ye dayandırmaya çalışan, ancak, Şeyh Bedrettin'leri anımsamayan sözde solcu partiler için de geçerlidir. Esasen, bunların "Anadolu Solu" söylemleri de, demokratik solun kopyasından, taklidinden başka bir şey değildir. (DSP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, iş güvencesiyle ne alakası var?!.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - İş güvencesi kanununda var mı bunlar?!.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Meydan mitinginde konuşuyor Sayın Başkan!..

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Bu arada, söylemek gerekir ki, dünyada ve ülkemizde seslendirilmeye çalışılan bazı kavramlar da, sömürüyü meşru göstermenin, makyajlamanın yeni arayışlarından kaynaklanmaktadır.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın Başkan, tasarıyla ne alakası var?!.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Dinle!.. Dinle!..

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Dünyanın, eski ve yeni jandarması, kapitalist, emperyalist ülkelerin başkanlarının, sözde sol söylem, yöntem olarak sunmaya çalıştıkları "üçüncü yol" gibi kavramlar da, böyle arayışların ürünüdür. Ülkemizde ise, kapitalizmin özü olan liberalizmden, liberal sol, liberal sosyal sentez gibi söylemlerle kafa karıştırıcılığı ve göz boyacılığı yapmanın ardında, hep, kapitalist sistemin emek sömürüsünün maskelenmesi amacı yatmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Kılıç...

Efendim, niye rahatsız oluyorsunuz, emeği anlatıyor, emeği anlatıyor. Efendim, istirham ederim yani, üzerinde konuşuyor. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, sonuç olarak "her kim ki sağ, sol artık yok, sağcılık, solculuk artık bitti; sağ, sol, merkez anlayışıyla politika yapmıyoruz" diyor ve çağdaş birikim, eksen, sentez ve bunun gibi söylemlerde bulunuyorsa biliniz ki doğruyu söylemiyor, doğruları gizlemeye çalışıyor. (DSP sıralarından alkışlar) Bu tür kişilere ve söylemlere karşı özellikle emekçilerin son derecede dikkatli ve uyanık olması bir zorunluluktur. Zira, bu cilalı söylem sahiplerinin ardında hep kapitalist büyük devletler, büyük patronlar ve büyük medya bulunmaktadır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Amaçları, işçilerin, köylülerin, kısaca emekçilerin birliğini, dayanışmasını, örgütlenmesini engellemek ve ülke yönetimine ağırlığını koymasını önlemektir.

Bu nedenle, emekçilerin bu çevrelerden, partilerden uzak durmaları kendilerinin ve çocuklarının menfaatları, ülkenin aydınlık ve özgür geleceği için bir zorunluluktur.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz İş Güvencesi Yasasıyla, yukarıda anlatmaya çalıştığım yaklaşımlar ışığında siyasî partilerimiz sınavdan geçecektir. Hangi parti iş güvencesine karşı duruyorsa, açıktan veya gizliden engelleme yapıyorsa o parti emek dostu, emek yandaşı değildir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Hangi parti iş güvencesine samimi olarak sahip çıkıyorsa o parti emeğe saygılı, emekten yana olarak tarihî görevini yapıyor olacaktır.

Sayın üyeler, dünyanın birçok ülkesinde geçerli olan iş güvencesi ne yazık ki, henüz ülkemizde yoktur. Bu eksiklik zaman zaman bazı işverenlerce istismar edilmekte, geçerli, haklı bir neden olmaksızın işçiler işten çıkarılmaktadır. Özellikle sendikal örgütlenme çalışmaları nedeniyle öncü konumundaki işçiler işten çıkarılmaktadır. Böylece verilen gözdağı ve dönemsel ücret iyileştirmeleriyle işverenler sendikalaşmayı önlemektedir. Toplusözleşme dönemleri öncesi ve sonrasında, yine işverenler, sağlanacak artışların faturasından korunmak için işçi çıkarmaya yeltenmekte, yerine yeni işçiler alarak, düşük ücretlerle maliyetlerini azaltmaya çalışmaktadırlar.

İşverenin takdiri ve değer yargılarına göre, nedenli nedensiz işçi çıkarmak her zaman mümkündür. Bunun nedeni, mevzuatımızda, işçi çıkarmak için, işverenin geçerli bir nedene dayanmak zorunluluğu bulunmamasıdır. Görüştüğümüz tasarı, iş yaşamımızdaki bir eksikliği, bu manada giderecektir.

1994 yılında Meclisimizde onaylanan 158 sayılı ILO Sözleşmesi gereği geç de olsa düzenlenen İş Güvencesi Yasa Tasarısı, iş yaşamıyla ilgili yasalarda değişiklikler öngörmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Mikrofonu açtım efendim, buyurun.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Bu  düzenlemeler, aynı zamanda, Anayasamızın çalışma hakkını düzenleyen 49 uncu maddesinin de bir gereğidir.

Bu bağlamda, 1475 sayılı İş Yasasının 13 üncü maddesi değiştirilmiş ve yasaya, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddeleri eklenmiştir. Eklenen yeni maddelerle, 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, kıdemi altı aydan fazla işçilerin iş akdinin feshedilmesi belli koşullara ve usullere bağlanmış, bunlara aykırı işçi çıkaran işverenlere çeşitli müeyyideler öngörülmüştür.

Bu düzenlemelerle, çalışanların süresi belirli olmayan sürekli iş akdinin feshi halinde, işverene geçerli bir neden gösterme yükümlülüğü getirilmektedir. Hangi durumların geçerli bir neden sayılamayacağı tasarıda belirlenmiştir. İşçinin yargıya başvurması halinde, çıkarma nedeninin haklılığını ispat yükümlülüğü işverene verilmektedir. Mahkemece işten çıkarmanın haklı bulunmaması halinde, işe geri almak, işe geri alınmadığında ise, işçiye altı ay ile bir yıl arasındaki ücreti tutarında bir tazminat ödeme yükümlülüğü öngörülmektedir.

Öte yandan, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 30 uncu ve 31 inci maddelerinde yapılan değişikliklerle, sendika temsilcileriyle ilgili de aynı iş güvenceleri getirilmiş, ancak, işe geri alınmadığında, ödenecek tazminatın bir yıllık ücretten az olmaması hüküm altına alınmıştır.

Tasarıya göre, süreli, geçici çalışanlar ile kıdemi altı aydan az olan işçiler ve 10 işçiden az işçi çalıştıran işyerinde çalışanlar, iş güvencesi kapsamı dışında kalmaktadırlar; ancak, bu durumda olanlar için fesih hakkının kötüye kullanılması halinde, tazminat hakları öngörülmüştür.

Tasarıda yapılan bir diğer düzenlemeyle, basın çalışanları da iş güvencesi kapsamına alınmaktadır.

Yine, tasarıyla, tarım ve orman çalışanları da İş Yasası kapsamına alınmıştır.

Bu haliyle yapılan düzenlemeler son derece yerindedir, hatta geç kalınmış düzenlemelerdir.

Sayın üyeler, doyurucu, ikna edici hiçbir somut neden göstermeksizin, genel, yuvarlak söylemlerle protokolden, krizden, iş güvenliğinin gelişme ve refah dönemlerinde ele alınması gerektiğinden, işyeri güvenliğinden, Avrupa Birliğiyle ilgisi olmadığından, yabancı sermayeyi etkileyeceğinden ve özel sektörün iş ve gelir yaratmasını engelleyeceğinden bahisle, iş güvencesine karşı çıkmaya çalışan işverenlerimizin bu gerekçelerine katılmak mümkün değildir. Getirilen düzenlemeler son derece makul, insaflı ve haklı düzenlemelerdir. Bu nedenlerle, işverenlerimizin tasarıdaki düzenlemelerden kaygı duymasına hiçbir gerek olmadığı gibi, kanımca, sahip çıkarak destek olmaları yerinde bir tavır olacaktır; zira, bu haliyle, tasarı, hiçbir yeni ve ek bir yük getirmemektedir. Feshin yerindeliğine ve tazminata karar verecek olan ise yüce Türk mahkemeleri olacaktır.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, lütfen; 3 dakika verdim, toparlayın.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Görüştüğümüz tasarı konusunda işverenlerimize tavsiyem, bir an için kendilerini işçi yerine koyarak düşünmeleridir. Bunu yaptıklarında, her an işinden atılmak, kapının önüne konulmak ve bir daha iş bulamamak korkusuyla yaşamanın ne demek olduğunu anlayacak, iş güvencesinin işçiler için nasıl yaşamsal önemde olduğunu görecek ve işçilerine hak vereceklerdir kanaatindeyim.

Sayın üyeler, Demokratik Sol Partinin tavrı, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da emek öncelikli, emekten yana bir tavır olacaktır. Bu nedenle, altında Sayın Genel Başkanımızın imzası bulunan İş Güvencesi Yasa Tasarısını, Demokratik Sol Parti olarak hararetle destekliyoruz. İş barışına ve üretime büyük katkısı olacağına olan inancımızla, işçilerimize de, işverenlerimize de hayırlı olmasını diliyoruz.

Bu arada, günlerdir, hatta gecelerdir bizlerle birlikte insanüstü bir çaba sarf eden, milletvekilleri ve parti yöneticileriyle görüşmeler sürdüren, tek tek imza toplayan ve İş Güvencesi Yasa Tasarısının, bugün, burada görüşülmesini sağlamada katkısı olan Türk-İş Genel Başkanı Sayın Bayram Meral'e, Hak-İş Genel Başkanı Sayın Salim Uslu'ya ve DİSK Genel Başkanı Sayın Süleyman Çelebi'ye, bir işçi, emekçi olarak teşekkürü bir görev biliyorum. İşçilerimiz ve tüm emekçilerimiz, bu tarihî önderliklerini asla unutmayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim...

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Sayın üyeler, çok değerli işçi ve emekçi kardeşlerim; dün, işçiye, emekçiye, sendika, toplusözleşme, grev haklarının sağlanmasında bakan olarak öncü olmuş Sayın Bülent Ecevit, bu dönem ise, kamu çalışanlarının sendika ve toplu görüşme haklarının yasal güvenceye kavuşturulmasında ve bugün de emekçilerimiz için bir devrim niteliğindeki iş güvencesinin sağlanmasında Başbakan olarak öncü olmaktadır. İnanıyorum ki, bu bir takdiri ilahidir.

Öte yandan, Demokratik Sol Parti ve onun lideri Sayın Bülent Ecevit, maalesef, ortaklarınca, önce kuşatılmak, sonra yolda bırakılmak ve siyaseten zor duruma itilmek için çeşitli siyasî manevralara maruz kalmıştır...

BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen, teşekkür edin, bitirin. Lütfen efendim.

AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Ne alakası var bunların tasarıyla?!

OSMAN KILIÇ (Devamla) - ... ve isteği dışında, bizzat ortaklarınca acele bir seçime mecbur bırakılmıştır.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Üstelik, her birisini Parlamentoya taşıdığı, en kutsal devlet ve kamu görevleriyle donattığı, iyilikten gayrı hiçbir kötülükte bulunmadığı kişilerce, âdeta, arkasından vurulmuştur, hançerlenmiştir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Geçmiş olsun. Geçmiş olsun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN - Efendim, teşekkür eder misiniz. Lütfen efendim.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Bazıları bu melekelerini yitirmiş görünse de Türk Milleti kadirşinastır, vefalıdır; kendisine yapılan iyiliği de kötülüğü de bilecek ve unutmayacak sağduyudadır, bilinçtedir. Elbette ki, Türk Halkı, yaşamı boyunca, ülkesini ve halkını savunmaktan, esirgemekten başka hiçbir amacı, davranışı olmayan ve her bir emekçi ailesi üzerinde hakkı bulunduğuna inandığım Sayın Bülent Ecevit'e ve partisi Demokratik Sol Partiye gereken vefayı gösterecektir. (DSP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar [!]) Tüm dış ilişkilerimizde başımızı dik tutan, ulusal yararlarımızı ve onurumuzu sonuna kadar koruyan bu tarihî kimliğe, böylesine haksızlığa uğradığı, yalnızlığa itilmeye çalışıldığı zor dönemde sahip çıkmayı, emekçi halkımız bir görev bilecektir. Buna yürekten inanıyorum ve halkımızın sağduyusuna güveniyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - 2 500 000 işçiyi sokakta bıraktınız!

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın Başkan, 6 dakika oldu.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Yeter, yeter!..

BAŞKAN - Efendim, teşekkür eder misiniz... Lütfen, lütfen efendim...

Sayın Kılıç...

OSMAN KILIÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Tam 2 500 000 insan işsiz, aç, sefil!

OSMAN KILIÇ (Devamla) - ...bu inançlarla sizleri ve başta işçilerimiz olmak üzere...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hangi işçiler, sokaktakiler mi?!.

OSMAN KILIÇ (Devamla) - ...tüm emeğiyle geçinen yurttaşlarımızı en derin saygılarımla selamlıyor; İş Güvencesi Yasasının, ulusumuza, emekçilerimize esenlikler ve barış getirmesini diliyorum.

Saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar, YTP, AK Parti ve SP sıralarından "öp, öp" sesleri)

BAŞKAN - Sayın Aygün, sataşmadan dolayı söz istiyorsunuz herhalde; müsaade ederseniz, sayın milletvekillerinin kişisel söz hakkından sonra söz vereyim.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Sıcağı sıcağına verseniz...

BAŞKAN - Söz sırası, İstanbul Milletvekili Masum Türker'de; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce içten saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, önceki konuşmamda belirtmiştim, yine belirtiyorum; üçbuçuk yıllık yasa çıkarma faaliyetlerimiz sırasında, özellikle belli güçlerin, milletvekilini halktan koparmaya çalışarak, oluşturdukları yapay gündemle Parlamentonun çalışmalarını yönlendirmeye çalışırken, bugün, burada, bu yapay gündemin dışına taşarak, çıkarak, halkın beklentisi ve özlemi olan önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Bu yasa, bu dönemde çıkmalıydı.

1999 yılında, sosyal güvenlik reformunu görüşürken, 86 ncı maddeye göre lehinde söz almış ve o zaman, aynen şu sözleri söylemiştim: Biz, bugün, burada, önemli bir reformu gerçekleştiriyoruz; bir taraftan işsizlik sigortasını oluştururken, diğer taraftan emeklilik yaşını geç bir tarihe bırakıyoruz. Bu bir siyasal riskti; ancak, o siyasal riski alırken yapılan yasal düzenlemenin gereği olan iş güvencesi yasasının da çıkarılması gerektiğini söylemiştim.

Bu Parlamentoda iş güvencesinin gerekliliğini dile getiren bu dönemdeki ilk milletvekili olarak, bugün görüştüğümüz bu yasa tasarısının, hepimiz açısından iç barışı sağlayacak önemli bir yasa tasarısı olduğunu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, burada çıkıp konuşulabilir,  başka yerlerde konuşulabilir, yazılabilir. Deniliyor ki: Avrupa ülkelerinde ILO'ya uygun olarak bu 158 sayılı sözleşmeyi imzalayan ülke sayısı 5. Şimdi, bu ne çelişkidir; başka şeylerde çıkıyoruz, diyoruz ki Avrupa ülkeleri her şeyi imzalamış, kalan 2 ülkeden birisi biziz. Neden, biz, bu kez, ilk imzalayanlardan, ilk uygulayanlardan biri olmayı içimize sindiremiyoruz; içimize sindirmeyi kim engelliyor?

Değerli arkadaşlar, işçinin feshe karşı korunması konusunda akademik çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan birisi şu, 2002 yılında yapılmış olan bir sempozyumun kitabıdır. Bu sempozyum kitabının başlığı "İktisadî Sosyal ve Uluslararası Hukukî Boyutuyla İşçinin Feshe Karşı Korunması"dır. Yani, biz burada İş Güvencesi Yasa Tasarısını görüşürken, yaptığımız şey, işverenin sebep göstermeksizin işçinin işine son vermesini ve bu konudaki davranışını engellemek açısından, işçinin kendisini korumasıyla ilgili yasal düzenlemeleri veriyoruz.

Değerli arkadaşlar, şu anda, eğer iş hukukuyla ilgili yargı kararlarını tarayacak olursak, bu konuya biraz vakit ayıracak olursak, görürüz ki, işçinin feshe karşı korunmasıyla ilgili bu anlamdaki tartışmalar ve yargıdaki çözümlemeler, işçinin işini kaybetmesinden sonra meydana gelmiştir. Oysa, burada, işçinin işine son verilirken, sebep gösterilmesini de amir kılıyoruz. Çıkıp denilebilir ki, bu bir yük getiriyor.

Değerli arkadaşlar, bunları kim söylüyor; gelin, biraz tarihe bakalım. 1970'li yılların sonu; Başbakan Sayın Bülent Ecevit, Çalışma Bakanı Sayın Bahir Ersoy... O tarihte bir çalışma yapılıyor; deniliyor ki, kıdem tazminatının ödenmesini güvenceye almak için, kıdem tazminatı fonu oluşturalım. Kıdem tazminatı fonu oluşturulmasıyla ilgili çalışmaları gözden geçirdiğimiz zaman, o tarihlerde, DİSK'in Genel Başkanı rahmetli Kemal Türkler ile Türk-İş'in Genel Başkanı Sayın Halil Tunç evet diyorlar, işçi kesimi evet diyor, işveren adına katılan o zamanki yöneticiler hayır diyor.

Şimdi, çelişkiye bakın; ne diyorlar şimdi; bu İş Güvencesi Yasasından önce kıdem tazminatı fonu meselesini konuşalım... Yine konuşalım... Bu konuda akademik, bu konuda, Çalışma Bakanlığının arşivlerinde, 1980 öncesi yapılmış çalışmalar var; ama, kimse çıkıp demiyor ki, 12 Eylül döneminde, kararın sınırlı kişiler tarafından verildiği zamanda, kıdem tazminatına getirilen 7,5 sınırlaması için insanlar neden sessiz kaldı?..

Değerli arkadaşlar, ülkemizde, özellikle, emeğe karşı getirilmiş olan yasalarda, emeğin korunmasıyla ilgili yasalarda, nedense, bir tuhaflık meydana geliyor, emeği savunanlar hemen suçlanıyor; ama, bugün görüyoruz ki, bu Parlamentoda çoğunluk, bugün, emekten yana tavır koymuştur; çünkü, bu ülkede, artık, herkes hemen hemen emekçidir.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayenizde...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayenizde...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, küresel dünya düzeninde...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O, emekçi dediğiniz, sokakta şimdi! Fabrika kapanmış, memleket bu hale gelmiş, yarım saat kala da, kalkıyorsunuz...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Evet... Bunların olma nedeni...

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Bunların olma nedeni, 1980 yılından bu yana uygulanmış ağır liberal politikalardır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Burası, miting meydanı değil!.. Burası, miting meydanı değil!.. Memleketi bu hale getirdiniz! Burası miting meydanı değil!

BAŞKAN - Sayın Gönül, lütfen, karşılıklı konuşmayın.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Ağır liberal politikalarla işsizliği hızlandıran, özellikle işçinin haklarını korumaktan kaçınan...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Memleketi bu hale getirdiniz!

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmaktan vazgeçecek misiniz...

MASUM TÜRKER (Devamla) - ...özellikle ve özellikle bugüne geldiğimiz yasal düzenlemeleri yapmayanların şu anda itiraz etmesi doğrudur, itiraz edebilirsiniz.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Burası miting meydanı değil!

MASUM TÜRKER (Devamla) - İtiraz edebilirsiniz...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Aylardır neredesiniz? Samimî değilsiniz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Siz, kimin adına konuşuyorsunuz?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Samimî değilsiniz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Siz, yoksa, bu yasadan taraf değil misiniz?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ayrı mesele; ama, meseleyi çarpıtıyorsunuz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Siz, bu yasadan taraf değil misiniz?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Meseleleri çarpıtıyorsunuz... Konuları çarpıtıyorsunuz.

BAŞKAN - Efendim, lütfen, hatibin sözünü kesmeyelim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yaptığı şeyden utanmayanlar...

BAŞKAN - Sayın Masum Türker, bir dakika...

MASUM TÜRKER (Devamla) -  ...emeği savunduğu zaman başkasına hesap vermek zorunda olmayanlar, burada, bizim gibi açıklıkla her şeyi konuşurlar. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, burası Meclis kürsüsü.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, burada, özellikle emeğin aleyhindeki bütün oluşumlar...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Emeğin aleyhinde olan kimse yok.

MASUM TÜRKER (Devamla) - ...12 Eylülden bu yana oluşmuş olan oluşumlardır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, lütfen...

Biz, emeğin karşısında değiliz; ama, meseleleri çarpıtmayın. Biz emekten yanayız.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Meseleyi çarpıtmasına müsaade etmeyin canım!

RAMAZAN GÜL (Isparta) -  Türk-İş Başkanı Sayın Bayram Meral geçen gün dedi ki bir işçi...

BAŞKAN - Efendim, bağırdığınız için anlamıyorum. Bir dakika efendim... Efendim, mikrofonu açın da duyayım.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Emeğin karşısında olan kimse yok.

BAŞKAN - Sayın Bedük, mikrofonu açın da duyayım itirazınızı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Konuşmacıyı niye ikaz etmiyorsunuz Sayın Başkan?

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, arkadaşlar niye rahatsız oluyor?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Eğer, o kadar şikâyetçiyseniz ortaklarınızdan, çeker gidersiniz.

BAŞKAN - Hep beraber... Nedir bu?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ben, bu tartışmaları hoş görüyorum...

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Türker, şov yapıyorsunuz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - ...çünkü, emekle ilgili ne zaman bir yasal düzenleme geldiyse, bu Parlamentoda, hep bunlar yaşanmıştır.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Emeğin sömürüsü var, emeğin sömürüsü.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, isterdim ki, kıdem tazminatı 7,5 misliyle sınırlandığı zaman buradaki çıkışı sizin adınıza birileri yapsın... Birileri yapsın... (DSP sıralarından alkışlar, DYP ve SP sıralarından gürültüler)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Siz ne yaptınız, söyleyin...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Birileri yapsın...

BAŞKAN - Sayın Türker, lütfen efendim...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Birileri yapsın... Birileri yapsın...

Bu tutanaklar, 274 ve 275 sayılı Yasalardan şikâyet edenlerin sözleriyle de doludur. Dinledik biz burada bunları.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Üç yıldır neredeydiniz?!

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sizin döneminizde 1 500 000 kişi işsiz kalmadı mı? Bunu burada nasıl söylüyorsun?!

BAŞKAN - Sayın Gül, lütfen...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar...

Niye gocunuyorsunuz canım? Ne oluyor? Niye gocunuyorsunuz?! Bu yasayı onayladıktan sonra birisine hesap mı vereceksiniz?!

BAŞKAN - Lütfen efendim...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Niye gocunuyorsunuz?! Niye gocunuyorsunuz?! Niye gocunuyorsunuz?! (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 2 500 000 işçi üzerinden demagoji yapma!

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmaktan vazgeçin.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, emek, bu ülkede en kutsal değerdir...

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Emek kutsaldır, kutsal!..

TURHAN GÜVEN (Mersin) - Emek, bu ülkede fabrikaları kapatmak değildir.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Emeği yönetenler de en samimî insanlardır. Bu ülkede...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Siz işçiyi sokağa atmışsınız, sokağa!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Önce kendi döneminizi düşünün.

BAŞKAN - Sayın Türker...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Siz düşünün!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Düşünün kendi dönemlerinizi; onların hesabını daha vermediniz, daha hesabını vermediniz!.. Vermediniz!.. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Saygılı ol, saygılı!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Daha hesabını vermediniz, vermediniz!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - İşçiyi sokağa siz attınız!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, işte, böyle arkadaşlar, burada düşüncenin oluşmasına izin vermezler; emekle ilgili sistemli bir düşünceyi söylemeyi bu şekilde engellerler; bunları tarih kaydedecektir. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Saygısız olma!..

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Emek düşmanı, işçi düşmanı yaptınız bizi.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, bu ülkede hıyanet içinde olup "Ecevit çekilsin" kampanyası başlatıldığı zaman "Ecevit için yürürüz, yanınızdayız" diyenler yalnız emekçiler olmuştur. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Türk-İş Başkanı Sayın Bayram Meral "Sayın Başbakan, sizin yanınızda yer almamız gerekiyorsa, varız" demiştir.  Hak-İşe bağlı Et ve Balık Kurumu üyeleri, Et ve Balık Kurumu işçileri her türlü desteği vermeye kalkmışlardır; neden; çünkü, kendilerine yardım eden herkesin yanındadırlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Siz, işçiyi sömürdünüz.

BAŞKAN - Sayın Türker... Sayın Türker...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın Başkan, biraz daha süre verin...

BAŞKAN - Sayın Türker... Sayın Türker... Sayın Türker, toparlar mısınız efendim.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - İşçiyi mahvettiniz!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Sayın Gül, burası Isparta değil...

BAŞKAN - Sayın Gül, lütfen...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakın, emekle ilgili bir konuyu görüştüğümüz zaman, kimse bu konuda bir hararet, bu konuda bir düşünce insicamı, bu konuda bir birliktelik istemiyor; çünkü, kapıdan dışarı çıktığı zaman, başkaları sarılacak yakasına. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - İşçinin nasıl olduğunu bilir misin sen?!

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lüften...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, eğer sarılacak kimse yoksa, benim söylediğim her sözü alkışlamaları gerekirdi.

BAŞKAN - Sayın Türker, toparlar mısınız...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Ama, değil alkışlamak, benim sözlerimi kesmeyi, insicamımı bozmayı uygun buldular. İtiraz edenler size tavsiyemdir; şu kitaba bir göz atın. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker, lütfen...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, iş güvencesinin neden çıkarılmadığını önceki konuşmamda söyledim; nasıl engellendiğini, bu çatının altında 21 inci Dönemde çalışan herkes biliyor.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - İşçi de biliyor, işçi de!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Herkes biliyor; ancak...

BAŞKAN - Sayın Türker...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Tamam Sayın Başkanım.

Şu veya bu şekilde, biz, bu ülkede, bugün, itiraz edenlerle birlikte aynı onuru yaşayarak, aynı kıvancı taşıyarak, iş güvencesi sağlayacak bu yasayı çıkarıyoruz. Bu yasa, hakikaten, ekonomide işçiyi sokağa dökmeyecek. İşveren de, bununla ilgili gerekli önlemlerini alacak; verimliliği esas alan yeni bir yapılanmaya geçecek.

Bugüne kadar, bu kavramları, hep toplusözleşme görüşmelerinde, her yerde işçiden bekledik, şimdi, sıra işverende...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu yasada itiraz edilen şey nedir biliyor musunuz; küresel sermayeye karşı ülkelerin en büyük dayanağı olan sendikacılığın, yok edilmiş olan sendikacılığının tekrar dirilmesinden endişe ediliyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Türkiye'nin küresel yapılanmasında, sendikacılığın, hepimiz yanında yer alacağız.

Değerli milletvekilleri, sözümü kestiniz, belirli sözlerimi, dakikalarımı aldınız; size helal ediyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Polat...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, lütfen, yerinizden...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Duymuyorum; nasıl hayır?!

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne oldu Sayın Başkanım?!

BAŞKAN - Efendim, mikrofondan konuşur musunuz...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Benim itirazımda bir yanlış anlama var. Ben bu kanuna karşı olan bir insan değilim; ama, şu kürsüden konuşayım, müsaade edin.

BAŞKAN - Efendim, mikrofondan söyler misiniz, ki, herkes duysun... Benim duymam kâfi değil.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, bu kürsüden...

BAŞKAN - 60'a göre söz vereyim efendim...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, müsaade edin, şuradan, kürsüden konuşayım.

BAŞKAN - Efendim, yerinizden, 60'a göre söz vereceğim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - İstirham ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, ben, size istirham ederim... Lütfen... 60'a göre söz vereceğim...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Niye rahatsız oluyorlar Sayın Başkan?!

BAŞKAN - Efendim, 60'a göre derdini anlatacak... (DSP sıralarından gürültüler)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Buyursunlar!.. 

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bağırarak olmaz bu...

Buyurun efendim.

M. ZEKİ SEZER (Ankara) - Başkan, hem sabote ediyorlar hem söz veriyorsunuz.

BAŞKAN - İstirham ederim... Lütfen...

Efendim, mikrofonunuz açık...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada emeğe karşıymış gibi gösterilmiş olmam nedeniyle söz aldım. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Ben de onun için size söz verdim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Öyle bir şey yok Başkanım...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Müsaade buyurun efendim...

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

Efendim, siz konuşun; ben, size onun için söz verdim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Grubum adına, emeğe karşı değiliz; ama, şu kürsüden emeğin nasıl istismar edildiğini içime sindiremediğim için itiraz ettim. Eğer, bu hükümet, bu kanun tasarısını getirmede bu kadar samimî ise, seçime yarım saat kala değil, aylar evvel bunu getirmesi ve ortaya koyması gerekirdi.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Niye alınıyorlar Başkanım?!.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - 10 bakan burada oturuyor, hükümet burada...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yoksa, biz, çalışanın yanındayız, çalışanların hakkının korunmasından yanayız. Bu işçiyi sokağa bırakan, işsiz bırakan biz değiliz. Bu memuru, çalışan insanı işsiz ve aç bırakan biz değiliz.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, niye alınıyorlar?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Şimdi, kalkıp, buradan "işçinin, emeğin, hakkını arıyorum" diye meselenin istismar edilmesinden, polemik konusu yapılmasından...

BAŞKAN - Efendim, siz zamanlamasına karşısınız; evet...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Tabiî ki Sayın Başkan...

BAŞKAN - Geç kaldı diyorsunuz; mesele anlaşıldı efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yani, kendi sorumluluklarını unutup, buraya getirmekte gecikenlerin, bugün, emeğin yanındaymış gibi hareket etmesinden şikâyetçiyiz.

BAŞKAN - Sayın Gönül, teşekkür ederim efendim. Mesele anlaşılmıştır, zapta geçmiştir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yoksa, biz, işçinin hakkının korunmasından yana olan bir partiyiz ve destekliyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ali Rıza Gönül, evet, teşekkür ediyorum efendim.

Söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta.

Buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi görüştüğümüz tasarı, İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı. Burada işin özelliği, 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde bir işçi sendikalıymış diye bahane edilerek işten atılmasını önlemektir; esası budur.

Şimdi, bakın, önümüzde ILO Sözleşmesi var. ILO Sözleşmesi, 1982 yılında kabul edilmiş, Türkiye Cumhuriyetinde ise 10.8.1994'te Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiş, Resmî Gazetede yayım tarihi 12.10.1994. Şimdi, 1994 yılında Bakanlar Kurulunda kabul edilip Resmî Gazetede yayımlanan bu ILO Sözleşmesiyle bugünkü kanun tasarısını karşılaştırırsak, maddelerin hemen hemen büyük bölümünün birebir çakıştığını görürüz. Mesela, burada, ILO Sözleşmesinde son vermenin haklı nedenlere dayandırılması madde 4, 13/A; madde 6, 13/C; madde 7, 13/B; madde 8, 13/C; yine madde 13, madde 5'le hemen hemen çakışıyorlar.

Buradan ne söylemek istiyorum; bu getirilen tasarıda esasında öyle çok önemli, yeni bir konu yok. Yeni konu şu: Diyor ki bir işverene, ILO Sözleşmesine uyarak eğer bir işçiyi çıkaracaksan işyerinden, o hırsızlık yapmışsa, işi becerememişse veya işyerinin teknolojisini geliştirmek için işçi çıkarmak zorundaysan, haklı gerekçelerin varsa veya 10'dan fazla işçi çıkarıyorsan, bunları bir kayda bağlıyorsun. Bunun dışındaki konuların her birisi hemen hemen eskiden de olan konulardır. Daha doğrusu, 1 kişiyi bile işten çıkarsan, 10 kişiyi de işten çıkarmış gibi değil, ama, ona yakın bir şekilde birtakım ILO'ya, dünya şartlarına uyan şartlara dikkat edeceksin.

Şimdi, bir taraftan, benim anlayamadığım bir konu var, bu konuda ben partilerin adını vermek istemiyorum, bugün burası çok sertleşti; ama, bilhassa Anavatan Partisine bir şey söylemek istiyorum. Avrupa Birliği yasalarında öncülük yapıyorsunuz da, neden işçilerin hakkını koruyan bu ILO Sözleşmesi geldiği zaman Bakanı istifa etmek zorunda bırakıyorsunuz?! (MHP sıralarından alkışlar) Yani, bunu bir türlü anlayamadım ben.

Bakın, bir gün evvel Avrupa Birliği yasalarının şampiyonluğunu yapıp, Avrupa Birliğinin ve ILO'nun en büyük gerekçesi olan 1982'de ILO'nun kabul ettiği 1994'te Türkiye'nin kabul ettiği sözleşmelerle birebir çakışan, hatta bazı yerlerde hafifleten, mesela bunun 2 nci maddesinde, bu ILO Sözleşmesinde deniliyor ki: "Tüm ekonomik faaliyet alanına ve hizmet sözleşmesiyle istihdam olunanlara uygulanır." Biz bunu, 10 kişi veya daha yukarı sayıda olan işyerlerine uyguluyoruz; yani, bir de kısıtlama getiriyoruz.

Şimdi neyi anlatmak için söylüyorum; açıkça söylüyorum, biz, eğer Avrupa Birliğini kabul ediyorsak, ILO şartlarını kabul ediyorsak, işçi de olsak işveren de olsak bu şartlara uymak zorundayız. Zaten burada bahsedilen çok açık söylenilmiş; diyor ki: Bir teknolojik gelişme yapmışsan, işçi işe intibak edememişse veya bir yolsuzluk yapmışsa; ama, bir şart koşmuş, ispat işverene aittir demiş; doğrusu da budur. Yani, sen şimdi bir işçiye iş yapamıyor diyorsan bunu ispat etmek zorundasın veya bir işçiye hırsızlık yapmış demek istiyorsan bunu ispat etmek zorundasın; ama, bir işyerinde işçi, hakkını korumak için sendikalaşmışsa, sendika temsilcisiyse onu haksız yere bir yere sürmeye, işine son vermeye yasak getirmiş veya daha doğrusu işten çıkarmaları, artık, Avrupa şartlarına getirmiştir.

Ben, bu ILO Sözleşmesinde çok emeği geçen Sayın Bakanımızın istifa etmeden burada oturmasını arzu ederdim; ama, nasip ona değilmiş, o da bir başka mesele.

Burada iktidar partisi milletvekillerine bir şey hatırlatmak istiyorum, eğri oturup doğru konuşalım, bu yasa tasarısı sekiz aydan beri önünüze gelmiş, hazırlanmışken, niye seçim kararı alındıktan sonra bunu getiriyorsunuz da bugün savunucusu oluyorsunuz? Yani, sekiz aydan beri neredeydiniz; gerek MHP'lilere gerek DSP'lilere bunu sormak bizim hakkımızdır.

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Aslan Bey, geçmişte hiç kanun çıkarmamışsınız, ancak sıra geldi.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

ASLAN POLAT (Devamla) - Efendim bir konu vardır; yani, seçim kararı alınmış, seçime gidiliyor, işçilerin önemli bir oyu var; bunlar için bunu getirmek bence açık yüreklilik değil; ama, yine de savunun. Hiç olmazsa seçim bahanesiyle de olsa işçiye bir hakkını veriyorsunuz.

Burada bir iki konu üzerinde durmak istiyorum; bunlardan bir tanesi, işveren temsilcileri sürekli olarak diyorlar ki: Biz işsizlik sigortasına karşı değiliz, işsizlik sigortasıyla beraber, kıdem tazminatı, iş güvencesi ve esneklik öğeleri üzerinde duralım. Şimdi, bu esneklik konusu da çok önemli. Bundan sonra gelecek hükümetler de mutlaka bunu dile getirecektir. Bu konuda Devlet Planlama Teşkilatının bir çalışması var. Devlet Planlama Teşkilatı, Çalışma Yasası ve esneklikleri konusunda diyor ki: Teknolojik gelişmenin üretim biçiminde yarattığı değişmeler, çalışma biçimlerine ve buradan da sosyal hayata yansımaktadır. Gelişen üretim teknikleri rekabeti artırmış, işgücü talebinin değişmesine neden olmuştur. Bu değişiklikler, uygulamada kendini esneklik olarak göstermektedir. Esnek çalışma, değişen piyasa koşullarına uyum sağlayarak çalışmak veya değişime ayak uydurmak olarak tanımlanabilir" diyor. Yalnız, Devlet Planlama Teşkilatı diyor ki: "Esnek çalışmaya işçiler tarafından, emek tarafından bakarsak, bu da bir doğrudur; işgücü arzı tarafından bakıldığındaysa, esnek çalışma şekilleri, işçilerin örgütlenme ve sosyal haklarını sınırlamaktadır." İşte, bu çok önemli bir konudur. Esnek çalışma konusunda, her ne kadar, işveren bunda ısrar ediyor ve bir yerde de işçinin çıkmaması için -bir kolaylık olarak- önemli oluyorsa da, hakikaten, esnek çalışmalar, sendikal hareketleri de kısıtlamakta, küresel ekonominin gelişen şartlarına göre işçinin en büyük güvencesini de zorlamakta, sınırlamaktadır.

Yine, Devlet Planlama devam ediyor "ayrıca, işgücünün taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma gibi, örgütlenmelerinin önündeki engeller olarak görülmektedir. Bu ise, işçi-işveren ilişkilerini etkilemektedir. İş güvencesi, kamusal hakların korunması, sendikal üye olma gibi kavramlar, artık, yerini, bireysel düzeydeki pazarlıklara bırakmaktadır" diyor ve devam ediyor "günümüzde birçok sanayileşmiş ülkede esnek çalışma biçimleri, çalışma mevzuatına girerek belli kurallar getirmiştir" ve burada da yine devam ediyor "genel olarak işçi hakları, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, kamu istihdam koşulları, sendikal haklar ve ücretler bakımından özel sektöre öncülük etmiştir. Özelleştirmenin önündeki en önemli konu da, sendikalaşmayı azaltması, taşeronlaşmayı artırmasıdır."

Şimdi, burada, bir konu söylüyorum, yani, esnek çalışma üzerinde işverenler çok duruyor; ama, bu, işçi açısından sendikasızlaştırma, onların örgütlenme haklarını kısıtlayacağından dikkate almak gerekir.

Şimdi, burada, biraz önce konuşan iktidar partisi milletvekillerine, ben, Devlet İstatistik Enstitüsünün birkaç rakamını söyleyeceğim; hiç alınmasınlar, bunları, beraber tartışalım. 21.6.2002 tarihinde Devlet İstatistik Enstitüsü bültenlerinde imalat sanayiinde bir önceki yılın aynı dönemine göre değişim: Üretimde çalışan sayısında yüzde 6,9 azalma, üretimde çalışılan saatte yüzde 6,3 azalma var.

Ne demektir bu; siz, üretimde çalışan işçilerde ve saatlerinde, yüzde 6 oranında işçi çıkarmışsınız; yani, işsiz bırakmışsınız. Kim bırakmış; bu hükümetler bırakmış.

Yine devam ediyor ve -bu çok önemli- deniliyor ki, üretimde çalışan kişi başına kısmî verimlilikte ise, aynı dönemde yüzde 10,8; üretimde çalışılan saat başına yüzde 10,1 artış var; yani, işçilerin, bu dönemlerde, yani, sizin bu işçileri işsiz bıraktığınız dönemlerde, verimlilikleri artmış, fakat, yüzde 6 oranında işsiz kalmışlar.

Yine önemli bir konu söyleyeyim size: İşte, Devlet İstatistik Enstitüsünün, 3.8.2002 tarihinde, üç gün önce çıkan yayınları.

BAŞKAN - Toparlar mısınız.

ASLAN POLAT (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Diyor ki: Toptan eşya fiyatlarında, birinci dönemde, oniki aylık ortalamalara göre Türkiye'de fiyat artışı yüzde 75,4; fakat, yine, Devlet İstatistik Enstitüsü diyor ki, 21.6.2002'de, imalat sanayiinde, üretimde çalışılan saat başına ücretlerde artış, devlet sektöründe yüzde 48,9, özel sektörde yüzde 44,8, toplamda yüzde 43,5'tir. Şimdi, enflasyon yüzde 75, işçilerin ücret artışı da yüzde 44 olursa, işçi, enflasyona göre 30 puan ezilmiş olur.

İşte, devletin rakamları, hem de MHP'li bakana bağlı Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları. Buradaki rakamlara baktığımız zaman, sizin hükümet döneminizde, işçiyi ücret bakımından ezmişsiniz, çalışma bakımından işten çıkarmışsınız; ama, son günlere gelince, hemen birtakım konulara başlıyorsunuz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Size bir şey daha söyleyeyim: Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarında deniliyor ki, 1997'yi 100 kabul edersek, aylık üretim endeksi, 2002'nin altıncı ayında, hâlâ 99,7'de; yani, hâlâ, bizim 1997'de Erbakan hükümetlerinin bıraktığı duruma gelememişsiniz, hâlâ, üç sene geride kalmışsınız.

Son olarak bir şey daha söyleyeyim : Şimdi, siz, bu hükümetler, getirdiğiniz yasalarla, 50 milyar lira faiz geliri elde edenleri vergiden muaf etmediniz mi, hem de enflasyondan arındırılmış. Enflasyonu kattığınız zaman, 110 milyar lira faiz gelirini enflasyondan muaf ettiniz.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - O tarafa söyle!..

ASLAN POLAT (Devamla) - Siz hükümetteydiniz...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum; ben çok söylemiyorum.

Siz, bu arada, bankalara, banka mevduatlarına, faizlerine güvence getiren hükümetleriniz; neden işçilerin emeğine güvence gelince rahatsız oluyorsunuz; ben, bunu soruyorum size; niye rahatsız oluyorsunuz?!

BEKİR ONGUN (Aydın) - Oraya söyle!..

ASLAN POLAT (Devamla) - Bakın, yine, sizin -bugün basında da var- IMF'ye verdiğiniz son niyet mektubunda, kamuda 46 000 civarında işçiyi işten çıkaracağınızı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın Polat...

ASLAN POLAT (Devamla) - Bitiriyorum... Çok fazla sürmedi... (MHP sıralarından gürültüler)

Herkes 5 dakika fazla konuşmayacak!

BAŞKAN - Efendim, anlaşma yapmıştık... Bütçe ile bunun arasında anlaşmamız vardı...

ASLAN POLAT (Devamla) - Bakın, siz, yine, burada, IMF'ye verdiğiniz taahhütte...(MHP sıralarından gürültüler) Gidiyorsunuz; ama, IMF'ye ne taahhüt vermişsiniz? Vermişsiniz ki, siz, IMF'ye taahhüdünüzde "biz, 2002 sonunda, memurlara vermiş olduğumuz telafiyi azaltacağız" diyorsunuz ve ayrıca "45 000 işçiyi işten çıkaracağız" diyorsunuz. Ondan sonra da, gelip, burada, işçilerin hakkını koruyorum derseniz, kimseyi inandıramazsınız; ama, bu kanunu çıkarırsanız, giderayak hayırlı bir iş yapmış olursunuz.

Hepinize saygılar sunarım. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

VI. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – YTP Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Oğuz Aygün’ün, DSPGrubu sözcüsü Osman Kılıç’ın partisine sataşması nedeniyle konuşması

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakana söz vermeden önce, sataşmadan dolayı, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün söz istediler.

Sayın Aygün, tabiî, tecrübeniz 1980 öncesine dayandığı için, yeni bir sataşmaya mahal bırakmayacağınızı umut ediyorum.

Çok teşekkür ederim.

Buyurun efendim. (YTP sıralarından alkışlar)

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Sayın Başkanı ve şu Meclisi teşkil eden Büyük Heyetinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Hayatımın nadir ıstırapları vardır; şu anda, onlardan birini yaşayarak huzurlarınıza çıktım. Yeri burası değildi. Yüce mehabeti zedelemeye hiç kimsenin, ama hiç kimsenin hakkı yoktu; ama, burada, hiç istemediğimiz halde, arzu etmediğimiz halde, bir parlamenter arkadaşımızın, bize hücumları mühim değil; ama, bu yüce çatının altını zedeleyen, rencide eden konuşmaları öyle bir hal aldı ki, benim gibi, sabretmesini bilen ve buna riayet edebilen bir adamı çileden çıkardı ve huzurlarınıza çıktım. Beni bağışlayınız.

Ben, Sayın Başkanın ifade ettiği gibi, tecrübeli bir parlamenterim; ama, benim tecrübem terbiyesizlikte değil, benim tecrübem şirretlikte değil, benim tecrübem başkasına hakarette değil. (YTP sıralarından alkışlar) Ben, herkese saygılıyım. Buradaki değerli parlamenterlerin çoğunu maziden tanırım, hepsine de büyük saygım vardır. Bugün, burada, bu ıstırabı yaşarken size söylemeye mecbur kalacaklarım için herkes, hepiniz beni affediniz; ama, burada, bu, söylenilmeliydi; burada, biri çıkıp, bunların yanlışlığını ifade etmeliydi.

Değerli arkadaşlarım, muhterem parlamenterler; ben, Demokratik Sol Partinin içinde sekiz yıl parti meclisi üyesi olarak bulundum. Üç yıldır da...

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Haram olsun!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Bir dakika... Bir dakika...

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim... Lütfen efendim...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Bakın, bir şey söyleyeyim, dinleme terbiyenize hiç olmazsa sahip olunuz. Sahip olunuz...

BAŞKAN - Sayın Aygün, lüften...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Bak arkadaşım, buraya gelir, cevap verirsin.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Gerekirse veririm.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Olmadı be... Olmadı be kardeşim... Olmadı... Yakışmıyorsun buraya.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Sen yakışmıyorsun!..

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. Aa!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Üç senedir de, Parlamentonun içindeyim.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Aynaya bak!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla) -Demokratik Sol Partinin Sayın Genel Başkanı olarak bulunan ve benim gözümde ve gönlümde hiçbir zaman leke almamış bulunan Sayın Bülent Ecevit'in yanında doktora yaptım.

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Eksik yapmışsın, eksik!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Nasıl terbiyeli olunur, nasıl zarafet taşınır...

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Tezini verememişsin; yolun açık olsun.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - ...ailemin bana verdiği terbiyeyi ve Allah'ın bana lütfettiği zarafeti orada daha çok geliştirdim; öyle zannettim; ama, bugün, bir tabloyla karşılaştım. Burada, bize insafsızca hücum eden arkadaşın...

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Hiçbir şey söylemedi ki...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - ...huzurlarına gittiği zaman, ayağa kalkarak, o büyük insan, o değerli tarih, onu ayakta kutladı; yıkıldım; çünkü, benim kitabımda bu yok. Kırkbeş dakika, istifamın nedenlerini bir basın toplantısıyla anlattım ve bu basın toplantısını dinlememiş olanlar beni anlamayabilirler; ama, dinlemiş olanlar, eğer dinledilerse, şimdi, şu tablodan herhalde utandılar; utanmalıdırlar. Bu da Allah'ın insanlara verdiği bir histir.

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, hayat hikâyesini mi dinleyeceğiz!!.

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Biz dinledik Sayın Güzel... Biz dinledik...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan... 

BAŞKAN - Efendim, sataşırken dikkat edin!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Ben, hâlâ Türkiye'de çok az kalmış olan ve hepimizin fani ömür içinde çok az gördüğümüz devlet adamlığı vasfını taşıyanları... (DSP sıralarından "Yeter artık" sesleri)

BAŞKAN - Efendim, lütfeder misiniz...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, ben burada hayatımın konuşmasını yapıyorum. Buradan istifa eder giderim de... Hiç mühim değil!..

BAŞKAN - Biliyorum efendim.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Hiç mühim değil!..

Burada "yeter artık" yok. Bana burada hücum edildiği kadar, benim içinde bulunduğum değerli arkadaşlarıma hücum edildiği kadar cevap vereceğim ve beni buradan hiçbir kuvvet, hiçbir kuvvet götüremez; gayet açık söylüyorum; çünkü, ben, savunma hakkımı kullanıyorum, mukaddes olan bir hakkımı kullanıyorum.

HASAN METİN (İzmir) - Burası demagoji kürsüsü değil, toplumun kürsüsü!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Kimseye hakaret etmiyorum, hakaret edene cevap veriyorum.

Şimdi, bakınız, yıllar önce, içinizde birçoğunuz bilirsiniz, bilmeyenleriniz de var... (DSP sıralarından gürültüler)

Evvela, birbirimizi dinlemeye başlayacağız, ondan sonra, hakkımda istediğiniz hükmü veriniz.

Yıllar önce, Adalet Partisinin Grup Başkanvekili sıfatıyla, Adalet Partisinin grup kürsüsünde konuşurken... (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!] )

Evet, neyi alkışlıyorsunuz?! Ah zavallılar; neyi alkışlıyorsunuz?!

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Zavallı sensin!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Adalet Partisinin grup kürsüsünde konuşurken, o zaman "Adalet Partisinin Genel Başkanı ve eski Başbakan olan Sayın Demirel'e karşı bizim görevimiz, sayımız yeterse, şu anda Başbakan olan Sayın Ecevit'i düşürmektir; sayımız yetmiyorsa, Türkiye Cumhuriyetinin genç, zarif bir başbakanıdır, ona yardım edelim, başarılı olsun; Türkiye'ye yardımdır bu" dedim. Bunu, rahmetli Abdi İpekçi, ölümünden birbuçuk yıl önce bir makaleyle yazdı ve o makalede de, benim şahsıma sitayişkâr ifadeler kullandı; bunu, Sayın Ecevit Beyefendi çok iyi hatırlarlar.

Şimdi, böyle bir adamı, burada, âdeta, menfî bir reaksiyonla alkışlıyorlar.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Çok ayıp ediyorlar.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Ayıp ediyorlar; ben de aynı kanaatteyim.

Şimdi, bakın, hayatımda, su içerek konuştuğumu hiç hatırlamıyorum; ilk defa...

BAŞKAN - Sayın Aygün, çok özür dilerim, deneyimli olduğunuzu biliyorum ve zatıdevletleri de ifade buyurdu; ama, 69...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

69, kaç dakikadır efendim?!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Efendim, çok saygı duyduğum Sayın Şandır, geçen gün burada, biraz sonra benim söyleyeceklerimi söyledi. Bu, mukaddes bir görev, savunmamı yapıyorum.

BAŞKAN - Sayın Aygün, sataşmayla ilgili... Siz isterseniz, veciz birkaç cümleyle cevap verirsiniz. Geçen oturumda, elektrikli bir ortamda, meseleyi unuttuk, geçtik; ama, emsal teşkil etmez.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, niye tartışıyoruz?

BAŞKAN - Tartışmıyorum efendim.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Bir şey söyleyeyim: Ben, bu Parlamentoya ne kadar saygı duyuyorsam, şu andaki Sayın Başkana da o kadar saygı duyuyorum.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, geçen gün tarihî bir toplantıya riyaset etti. Bu Parlamento, muhalifiyle muvafıkıyla, birbirleriyle anlaşanıyla anlaşamayanıyla bir bütündür. Bakın, şimdi kendilerine çok saygı duyduğum -şimdi idrak ederek... Daha evvel idrak etmedim mi; edememiştim- bir parti, Saadet Partisi ve AK Parti olarak ikiye bölündü. Bu iki parti de, en ufak bir şekilde, çirkin bir taarruzda bulunmadılar birbirlerine. Şimdi, onların değerlerini görüyorum ve kendilerini tebrik ediyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, ikiye bölünmüşüz. Vallahi biz bölmedik; siz kendiniz böldünüz ve bölünüşün de, sizin zannettiğiniz gibi ufak sebepleri yoktur. Bunları ben söylemiyorum, buraya gelen arkadaş, bu bölünmeden bahsetti, arzı cevap ediyorum. Allah, kendisine hâkim olan partilerin hepsini böyle felaketlerden korusun. ("Amin" sesleri) Amin...

Muhterem arkadaşlarım, üç gün evvel beraber kol kola yürüdüğümüz, konuştuğumuz arkadaşlara azamî derecede saygılı olmaya çalışıyorum; hiçbiri hakkında kötü bir şey söylemedim; ama, gayet samimi söyleyeyim, burada, bize, tecavüz eden arkadaşımız da çok sevdiğim bir insandır, çok saygı duyduğum bir insandır, takdir ettiğim bir insandır. Burada, nasıl oldu da bir değerli tarihçi ve hukukçu arkadaşımın, gelip, yanımda kulağıma fısıldadığı gibi, 1917 Rusyasının o günkü çatışmalarını hatırlatır tarzda, bir makaleyle buraya çıkarttı; onu bilemiyorum. Bunlar, tarihin derinliklerinde gömüldü gitti. Yok artık; o aşırı sol, Türkiye'de yok artık; varsa, ihdas etmeye çalışıyorsanız, yanılıyorsunuz, aldanıyorsunuz!

MUSA UZUNKAYA (Samsun )- Dünyada yok onlar artık Sayın Aygün, bitti.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Hepsi bitti; bunlar tarih de bilmiyorlar!

Muhterem arkadaşlar, benim güvencem, hâlâ güvencem Sayın Ecevit'tir. Bu takımın yanlışlık yapmasına mâni olacak büyük insan, odur. Aramızda bir münasebet var, saygı var. Ben, ona karşı hâlâ çok saygılıyım.

ORHAN OCAK (Bursa) - Günah çıkarma!.. Günah çıkarma!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Tarihin yerini dolduramayacağınız bir adamı... Burada çok değerli parti liderleri var, hepsine saygılıyım. Şimdi, bunları, mahalle çocuklarıvari bir kötü noktaya getirmeyelim. Burada, değerli Osman Kılıç arkadaşım nasıl yaptı bunları bilemiyorum; ama, o, bunları konuşurken -çok korkunç bir hadise- arkada önümü ilikleyerek, benden genç olmalarına rağmen, saygı göstermeye çalıştığım heyeti vekilenin değerli mensuplarını çocukçavari alkışlarken gördüm. Yok, yapmayın bunu!.. Allahaşkına yapmayın, kendinize hâkim olun. Benim için değil; bu Parlamento için hâkim olun. Bu Parlamento, layık olan insanları tutar; acele de etmeyin. Bizi hatalı buluyorsanız...

BAŞKAN - Efendim, teşekkür etsem...

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, ben, tamamlayacağım ve ineceğim.

BAŞKAN - Çok teşekkür edeceğim efendim.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Seninle çatışmak istemem; çok saygım var.

Bakınız, şimdi, ben, doluyum beyefendi; ben, bu doluyu boşaltmadan gidemem. (DSP sıralarından gürültüler)

Muhterem arkadaşlarım, bakınız, seçim geliyor, hep beraber yarışa girdik, seçimin kapısına geldik. Eh, müsaade edin de, bu seçim bitsin, ayın 4'ünde, bizi yuhalayacak mısınız, alkışlayacak mısınız, bize kızacak mısınız, sevecek misiniz görelim! Yani, çatısı altında bulunduğum bir partinin aleyhinde konuşmak benim ne aile terbiyeme ne siyasî terbiyeme yakışmaz...

AHMET GÜZEL (İstanbul) - O zaman niye konuşuyorsunuz?!

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Ama, onlar, beraber, kol kola çalıştıkları arkadaşlarını tezyif ve tahkir edici tarzda konuşmayı kendilerine yakıştırıyorlarsa, bu, onlara ait bir konudur, bizim problemimiz değildir.

BAŞKAN - O zaman, mesele hallolmuş oluyor efendim.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, benim de zatıâlileri kadar tahsilim ve terbiyem var, bağışlayın da, ben, bir işi nasıl yapacağımı biliyorum.

BAŞKAN - Efendim, anladım da 12 dakika oldu! Benim, sizin şahsınızla herhangi bir şeyim yok.

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Sükûnet bulduğunuz zaman bana haber verin, konuşmama devam edeyim! (Gülüşmeler)

Efendim, Sayın Başkan, canımdan kesip kendisine vereceğim kadar saygı duyduğum insandır ve burada kaç gündür ıstırap içinde oldum geçirdiği ameliyattan dolayı bir sıkıntı tevlit eder mi diye, çok da eski arkadaşım; onun için, şu anda da ısrar etmek istemiyorum, beni susturma gücü de var. Bu nedenle, meseleyi bağlamaya mecburum; ama, lütfen, Heyeti Âliyenizin bilmesini istiyorum ki, bunları, yarın, çirkin bir tarzda meydanlara taşımayalım. O meydanlarda size saygılı olmaya devam etmemizi bizim, lütfen müsaade ediniz ve kabul ediniz.

DEVLET BAKANI M. ZEKİ SEZER (Ankara) - Oraya söyle!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla) - Size söylüyorum efendim, oraya değil, size söylüyorum. Bu lafım size, oraya değil; bu lafım, hükümetin değerli üyesi aziz arkadaşlarım, sizlere. Ben, sizlere saygılı olmaya devam edeceğim ve sizi de, Sayın Bülent Beyefendinin huzurunda bize saygılı olmaya davet ediyorum; çünkü, yapılanlar unutulur; ama, bir gün gelir, eğer Sayın Köse'yle biz hâlâ kucaklaşıp selamlaşıyorsak derin bir mazimizin saygı ve sevgi içinde geçmiş olmasındandır. Hâlâ içinizde birçoklarıyla kucaklaşıyorsak, bir Yasin Hatiboğlu'yla hâlâ kucaklaşıyorsak, her şeye rağmen, bir tesanütü, dostluğu, saygıyı muhafaza ettiğimiz içindir. Size -ukala deyiniz- son sözüm şudur; Kendinize kişisel olarak hâkim olun. Burada söylenilen kötü sözlerle karşıdakini mağlup etmiş olamazsınız; bu mümkün değil. İyilikle, zarafetle, centilmenlikle, dürüstlükle, namuslulukla karşıdakini mağlup edersiniz.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)- Yeter artık!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla)- Mağlup etmeye de ihtiyacınız yok. Herkes kendisini yaşasın, herkes kendi işini yapsın.

Değerli parlamenterler, önümüzdeki seçimin hayırlı, uğurlu olmasını ve hepimiz dahil, bendeniz de dahil, bu memlekete ve bu Parlamentoya, Atatürk'ün bu Yüce Parlamentosuna uygun, seviyeli insanların gelmesine imkân vermesini Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum ve bakınız, biz, burada, emekçi şuydu, öbürü buydu, işçinin hakkıydı, işverenin bilmem nesiydi demiyoruz.

BAŞKAN- Sayın Aygün, Sayın Şandır'a verdiğim süre kadar size de 15 dakika...

OĞUZ AYGÜN (Devamla)- Ben, bu sözü şöyle tamamlayacağım. İşçi temsilcileri bana geldiler; kendilerine elimi uzattım, sıktım. Biraz önce de, çok sevgili kardeşim Hüseyin Çelik beyefendi geldi, dedi ki "anlaşalım, konuşmayalım; böylece, kanunu çabuk çıkaralım." Sayın Koray Aydın geldi "mutabıkız" dedi. Yanımdaki değerli Doğru Yol Partisinin mensuplarıyla ayaküstü konuştuk ve karar verdik bu kanunu bir an evvel çıkaralım.

BAŞKAN- İnşallah!..

OĞUZ AYGÜN (Devamla)- Ne yapalım; susarak çıkaralım ya biz bunları düşünürken, hakaretamiz bir platform başladı.

Allah ıslah etsin hepinizi!. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Bakan, buyurun.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Başkan...

BAŞKAN- Sayın Bakanı çağırdım artık efendim; size de sonra söz veririm.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Başkan, düğmeye çok önceden basılmıştı.

BAŞKAN- Aydın beyefendi, sizi görmedim; önce, Bakana söz verdim.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Çok önceden düğmeye bastım.

BAŞKAN- Sizi görmedim, Sayın Bakanı çağırdım. Artık, geçen günkü gibi, bir sayın bakanı yerine oturtmayalım.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Zaten, değmezdi Sayın Başkan!..

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı :893) (Devam)

BAŞKAN- Buyurun Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; İş Güvencesi yasa tasarısı hakkındaki görüşlerimi belirtmeden önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Uzunca bir süreden beri kamuoyunun yakından takip ettiği iş güvencesi yasa tasarısı Yüce Meclisimizin gündemine gelmiş bulunmaktadır.

Tüm dünyada işçilerin önde gelen taleplerinden biri, tabiî ki işsiz kalmamaktır. İş güvencesinde temel nokta, hizmet akdinin işveren tarafından sona erdirilmesinde geçerli bir neden aranmasıdır.

Türkiye'nin onaylamış olduğu 158 sayılı ILO Sözleşmesi, birkaç istisna dışında, tüm iş kollarında hizmet akdiyle çalışan herkesi kapsamına almaktadır; ancak, genelde, uygulama, yalnızca süresi belirsiz hizmet akitlerinde geçerli neden aranması şeklinde olmaktadır.

Ülkelerin önemli bir bölümü 158 sayılı ILO Sözleşmesini onaylamadan mevzuatlarında benzer bir güvenceyi sağlayacak değişiklikleri gerçekleştirmişlerdir. Türkiye tarafından da onaylanan 158 sayılı ILO Sözleşmesi, işçinin işten çıkarılabilmesi veya hizmet akdinin işveren tarafından sona erdirilebilmesi için, işçinin yetenekleri ve davranışlarıyla ya da işletmenin faaliyetine ilişkin ihtiyaçlarla bağlantılı geçerli bir nedenin olması gerektiğini belirtmektedir.

Ülkelerin çoğunda ve 158 sayılı ILO Sözleşmesinde, sendika üyeliği, çalışma saatleri dışında sendika faaliyetlerine katılma, işçi temsilcisi olma, işveren hakkında yetkili birimlere şikâyette bulunma, ırk, derinin rengi, cinsiyet, medenî durum, aile sorumlulukları, gebelik, dinî inanç, siyasî görüş, ulusal veya toplumsal köken veya analık izni sırasında işyerinde bulunmama gibi nedenlerle işçinin işten çıkarılamayacağı açıkça belirtilmiştir.

İş güvencesinin önemli bir diğer unsuru, işçinin savunması alınmadan, davranışı veya çalışmasıyla ilgili bir nedene dayanarak işten çıkarılamamasıdır. İş güvencesinin bir diğer boyutu, geçerli bir nedene dayandırılmadan işten çıkarılan işçinin hakkını arama yollarıdır.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; birçok ülkedeki uygulamaya ve 158 sayılı ILO Sözleşmesine göre, geçerli bir nedene dayanmadan işveren tarafından işten çıkarıldığına inanan bir işçinin, yargıya veya hakeme gitme hakkı bulunmalıdır.

Burada, önemli bir diğer konu, ispat yükümlülüğünün kimde olacağıdır. İşçi mi kendi suçsuzluğunu ve ortada geçerli bir neden olmadığını kanıtlayacaktır; yoksa, işveren mi ortada geçerli bir neden olduğunu kanıtlayacaktır? Birçok ülkedeki uygulamaya ve 158 sayılı ILO Sözleşmesine göre, işveren, işçinin işten çıkarılması için geçerli bir nedenin bulunduğunu ispatlamak durumundadır.

Fransa'da ve İngiltere'de geniş ölçüde kabul edilen görüşe göre, işten çıkarmanın yalnızca geçerli nedenlerden birine dayanması yetmemekte, bu sebebin işten çıkarmayı haklı gösterecek dayanağının da olması gerekmektedir. Bu husus, adı geçen ülkelerde "gerçek ve ciddî bir neden" "yeterli bir neden" sözcükleriyle nitelendirilmektedir.

Bu tasarıyla, işverenin işçiyi işten çıkarmasında geçerli bir nedenin bulunmadığının saptanması durumunda, işçi işe iade edilmektedir; ancak, bazı ülkelerdeki uygulamada ve 158 sayılı ILO Sözleşmesinde, işçinin işe iadesi esas olmakla birlikte, bunun mümkün olmadığı durumlarda uygun bir ektazminatın ödenmesi ilkesi kabul edilmiştir. Görüşülmekte olan tasarıda da, mutlak işe iade öngörülmemiştir.

Birçok ülkede, işten çıkarılacak işçiye önceden haber verilmekte (ihbar) ve kendisine ayrıca kıdem tazminatı veya işsizlik sigortası ödemesi yapılmaktadır. İşe geri dönmesi gerekirken işbaşı yaptırılmayan işçilere ödenecek tazminat bunların dışında değerlendirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, iş güvencesinin bir diğer unsuru, işyerindeki ekonomik, teknolojik, yapısal veya benzeri nedenlere bağlı olarak işçi çıkarılmasının zarurî olması halinde, işverenin, işyerindeki işçi temsilcileriyle görüşme zorunluluğudur. Bu tasarıda, işçi çıkarılmasından uygun bir zaman önce, işyerindeki işçi temsilcisine bilgi verilmesi, çıkarılacak işçi sayısını asgariye indirebilme konusunda kendileriyle görüşme yapılması esas alınmıştır.

Türkiye'nin de onayladığı 158 sayılı ILO Sözleşmesi, yukarıda belirtilen asgarî koşullara uyulmasını gerektirmektedir. Birçok ülkede ve özellikle de Avrupa Birliği ülkelerinde belirtilen bu asgarî düzeydeki hakların çok ötesinde haklar tanınarak, iş güvencesi uygulanmaktadır.

Türkiye'de, yukarıda belirtilen anlamlarda yasalarla güvence altına alınmış bir iş güvencesi bulunmamaktadır. İşçilerin büyük bir bölümünün işverenlerle ilişkilerini düzenleyen 1475 sayılı İş Yasasının 13 üncü maddesi, işverenin, ihbar sürelerine uymak kaydıyla, hiçbir gerekçe göstermeksizin işten işçi çıkarma hakkını tanımaktadır. İşçinin işveren tarafından işten çıkarılmasında öngörülen tek koşul, işçiye, belli bir süre önceden haber verilmesi ve işçinin hak etmiş olması durumunda, kıdem tazminatının ödenmesidir.

Günümüzde, istihdam güvencesi, modern iş hukukunun en önemli konularından birini oluşturmaktadır. İstihdam güvencesinin anlamı ve amacı, işçinin iş ilişkisinin devamlılığının ve dolayısıyla, kendisinin ve ailesinin geçim kaynağını oluşturan kazancın da sürekliliğinin sağlanmasıdır.

İş güvencesi sağlamaya yönelik tartışmalar yapılırken getirilmesi düşünülen sınırlamalar, fesih hakkını tamamen kaldırmak veya yasaklamak amacı gütmemelidir. Zira, feshe karşı korunmanın özü, işveren tarafından, iş ilişkisinin keyfî ve serbest bir şekilde bozulmasının engellenmesi ve mümkün olduğu ölçüde iş ilişkisinde sürekliliğin sağlanmasıdır.

Bir işçinin, ortada hiçbir haklı sebep yok iken işten çıkarılmasına karşı en kuvvetli koruma tedbiri, hiç kuşkusuz ki, işe iade müessesesidir. Haklı sebep dışında, işçinin şahsından doğan nedenlerle veya işletmenin gereksinimlerinden dolayı işçi çıkarma, hiç kuşkusuz, işverenin hakkıdır; ancak, işverenin herhangi bir haklı gerekçesi olmadan veya hiçbir gerekçe gösterme lüzumu duymadan bir işçinin hizmet aktini feshedip edemeyeceği ve bunun hukukî sonuçlarının tartışılması gerekmektedir.

İşçinin istihdam güvencesini sağlama konusunda günümüzde çeşitli öneriler ortaya atılmaktadır. İşverenin dilediği zaman, ihbar önerilerine uyarak, hizmet aktini feshedebileceğini kabul etmek, modern iş hukuku anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri de, işverenin verimsiz bir işçiyi çalıştırmaya mecbur tutulamayacağıdır. Feshe karşı korunma, her şeyden önce verimsiz veya işletme için çalışma imkânı bulunmayan bir işçiyi işyerinde tutmaya zorlamak değil, keyfî fesihlerin yapılmasını engellemektir.

Anayasamızın 49 uncu maddesinde öngörülen çalışma hakkı, mutlak şekilde iş ilişkisini devam ettirmek veya işverenin fesih hakkını kaldıracak ya da tamamen güçleştirecek önlemler getirmek imkânı yaratacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu, sadece anayasa hükümlerinin değil, ekonomik gereklerin de bir sonucudur.

Uzun yıllardan beri ilk defa çalışma yaşamını ilgilendiren bir taslak, daha hükümet tasarısı haline gelmeden önce, sendikal faaliyetlerin serbest olduğu, örgütlerin ve insanların çekinmeden görüşlerini açıklayabildikleri, kısacası, özgür ve demokratik bir ortamda tartışmaya açılmış bulunmaktadır.

Taslak, ILO'nun 158 sayılı Sözleşmesi doğrultusunda hazırlanmıştır. Bilindiği gibi, ILO sözleşmeleri, çalışma yaşamına ilişkin olarak asgarî normları öngörmektedir. 158 sayılı Sözleşme hükümleri, ilkeleri, bu sözleşmeyi onaylamış veya onaylamamış bulunan demokratik, liberal ve serbest piyasa ekonomisini benimsemiş birçok Batı Avrupa ülkesinde, yıllardan beri, yasa yoluyla, esasen uygulanagelmektedir.

Ülkemizde de, iş hukuku ve sosyal politika alanında çalışan bilim adamları, iş güvencesinin gerekliliği üzerinde görüş birliği içinde bulunmaktadırlar. Kaldı ki, Anayasamız, nasıl sözleşme özgürlüğünü güvence altına almış ise, aynı şekilde, iş güvencesi sağlayan çalışma hakkını da güvence altına almış bulunmaktadır. Bu yönde yasa değişikliği yapmak, aslında, aynı zamanda Anayasamızın da bir gereği olmaktadır.

Çalışma hakkı, işin sona erdirilmesinin yanı sıra, yaratılması ve devam ettirilmesini de içeren geniş ve soyut bir hak kavramını ifade ettiği halde "iş güvencesi" kavramı, sık kullanılan dar kapsamlı bir anlamı da içermektedir. Esasında, iş güvencesiyle, hizmet aktinin işveren tarafından sona erdirilmesinin denetlenmesi kastedilmektedir. Bu açılardan bakıldığında, getirilen modelin, çağdaş, denenmiş ve belirli bir birikimin ürünü olduğu söylenebilir.

Taslağın öngördüğü iş güvencesi sistemi, öne sürülenlerin aksine, serbest piyasa ekonomisine de aykırı değildir. Tam aksine, bu düzenleme, taraflar arasında sosyal dengeyi, dolayısıyla, çalışma barışını sağlayarak, gerçek bir piyasa ekonomisinin işlerliğine de katkıda bulunacaktır.

İş Güvencesi Yasa Taslağı dikkatle incelendiğinde, şu gerçeklerin varlığı açık bir şekilde kendini göstermektedir: Bu taslakla, işten çıkarmalar mutlak olarak yasaklanmış değildir. Esasen, mutlak işten çıkarma yasağı hukukumuz bakımından mümkün de değildir. Burada öngörülen, sadece, keyfî; yani, haklı bir nedene dayanmadan işten çıkarmaların engellenmesidir.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, konuyla ilgili, tasarıyla ilgili teknik bilgileri Yüce Heyetinize ifade ettim. Şimdi, özellikle bir dönemden beri ülkemizde ciddî bir şekilde tartışılan bu iş güvencesi yasasıyla ilgili olarak, Yüce Heyetinizi bazı konularda da bilgilendirme ihtiyacı içindeyim.

Özellikle, gerek işçi temsilcilerimiz, konfederasyon başkanlarımız gerekse işverenlerimiz tarafından bir protokolden söz edilmektedir. Bu protokol, altında biraz sonra imzalarını ifade edeceğim değerli kişiler tarafından imzalanıp hazırlanan bir protokoldür. Bu protokolü, aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtlarına da geçmesi açısından huzurunuzda okumak istiyorum:

"Dünyada meydana gelen ekonomik ve sosyal gelişmenin hızı ve niteliği, bölgesel entegrasyonlar, pek çok alanda yenilik ve değişimlere yol açmaktadır. Bunlara uyum sağlamak, bizim açımızdan, iki noktada önemlidir. Gelişimin bir ucunda uluslararası örgütlerde zeminini bulan çalışma standartlarının yükseltilmesi ve bunların dünya ticaretiyle ilişkilendirilmesi yer alırken, diğer uçta ise, uluslararası ekonomik rekabetin yoğunlaşması bulunmaktadır. Böylece, sosyal gelişme ve insan merkezli amaçlar ile bunu gerçekleştirecek ekonomik gelişimin önündeki engelleri bir arada ele almak gerekmektedir.

Çalışma yaşamımızı düzenleyen yasaların çağdaş gelişim çizgisine uygun biçime getirilmesi için, taraflarca önerilen ve üniversitelerimizin, çalışma yaşamıyla ilgili, saygın öğretim üyelerince oluşturulan Bilim Kurulunun, öncelikle 1475 sayılı İş Kanunundan başlamak ve 2821 sayılı Sendikalar ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununu ele almak üzere, bu yasalarda gerekli değişiklik ve düzenlemeleri yapmaları kabul edilmiştir. Böylece, sosyal diyalog içinde üretilecek çözümün sosyal faydası daha da büyük olacaktır.

Bilim Kurulu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını temsilen 3, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş Konfederasyonlarını temsilen 1'er, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunu temsilen 3 olmak üzere, 9 öğretim üyesinden oluşacak, sekreteryası ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yürütülecektir.

Kurulun oybirliğiyle alacağı kararlar, herhangi bir çekince ileri sürülmeden, taraflarca kabul edilmiş sayılacak, oyçokluğuyla alınan kararlar da kabul edilmiş sayılacak; fakat, bu konularda tarafların deklarasyon hakkı saklı kalacaktır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının da, en geç Eylül 2001 sonuna kadar bitirilmesi düşünülen bu yasalarla ilgili çalışmalar sonucu elde edilecek tasarı metinlerini 2001 yılı sonuna kadar yasalaştırmak üzere gerekli girişimleri yapacağına dair bu protokol, 26 Haziran 2001 tarihinde imza altına alınmıştır.

 

Yaşar Okuyan

Refik Baydur

 

Bakan

TİSK Genel Başkanı

 

Bayram Meral

Süleyman Çelebi

 

Türk-İş Genel Başkanı

DİSK Genel Başkanı

Salim Uslu

 

 

Hak-İş Genel Başkanı"

 

 

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu protokole göre, bir bilim heyetinden, bir çalışma grubu oluşturulmuş. Burada, üniversitelerimizin konuyla ilgili 9 değerli bilim adamı bu çalışmaların içerisinde görev almış. Şimdi, bu değerli bilim adamlarımızın  -ki, biraz sonra isimlerini, yine, Yüce Heyetinize arz edeceğim- Sayın Bakana yazmış oldukları 4 Mayıs 2001 tarihli bir yazısı var. Bu yazıda, değerli hocalar, şunu ifade ediyorlar:

"Komisyonumuz, üç aya yaklaşan bir süre içerisinde yaptığı toplantılar sonucunda çalışmalarının ilk bölümünü tamamlamış ve öncelikle İş Güvencesi ile Kıdem Tazminatı Fonu Kanun Taslaklarını hazırlamıştır. İlişikte bu taslakları genel ve madde gerekçeleriyle bilgilerinize ve değerlendirmelerinize sunuyoruz.

İş Güvencesi ve Kıdem Tazminatı Fonu Taslaklarıyla yapılan değişiklikler -değerli milletvekili arkadaşlarım- başta, İş Kanununun, 16, 17 ve 18 inci maddeleri olmak üzere, diğer hükümlerinin de bütünüyle ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca, son yıllarda çalışma hayatında gözlemlenen ekonomik ve teknolojik gelişmeler, uluslararası ve uluslarüstü örgütlerce kabul edilen normlar dikkate alınarak, İş Kanunları, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunlarının da gözden geçirilerek yenilenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

İş güvencesi, uluslararası normlara uygun olarak düzenlenirken, Bakanlığınız tarafından hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere imzaya açılan tasarının hem kapsam hem de içerik açısından, beklenen ve 158 sayılı Sözleşmeye göre olması gereken iş güvencesini sağlamada yeterli olmayacağı saptanmıştır. Nitekim, sözü edilen tasarı, ILO Uzmanlar Komisyonu Raporunca da yetersiz bulunmuştur.

Türk iş hukukuna, iş güvencesinin girmesi, kuşkusuz, çalışma hayatımız açısından olağanüstü bir öneme sahiptir. Ancak, Batı ülkelerinde olduğu gibi, iş güvencesi sağlanırken, işsizlik sigortası ve kıdem tazminatının da birlikte düşünülmesinde büyük bir zorunluluk bulunmaktadır. Esasen, Türk öğretisinde, yani doktrinde, yıllardan beri bu hususa işaret edilmiştir. Ülkemiz açısından soruna yaklaştığımızda, geçen yıl yürürlüğe giren işsizlik sigortasının, iş güvencesiyle tamamlanmasında yarar olduğu ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan, ülkemize özgü koşullar nedeniyle yasal çerçevesi zamanla genişletilmiş olan kıdem tazminatına, kazanılmış haklar saklı tutularak yeni bir biçim verilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak, kıdem tazminatının, ülkemizde, işçiler bakımından nerelere yerleşmiş ve haklı olarak önemsenmiş bir hak olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim, komisyonumuz, yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar, işçilerin kıdem tazminat sürelerine ait tazminat haklarını saklı tutmuş, bu hususta, mevcut yasa hükümlerine göre işverenlerin sorumluluğunun devam edeceğini benimsemiştir.

İşçi, bu döneme ait haklarını ileride talep etse bile, bu tazminat, son ücreti üzerinden bugünkü yasadaki esaslara göre hesaplanacak ve işveren tarafından ödenecektir. Buna karşılık, yasanın yürürlük tarihinden sonraki hizmet sürelerine ait kıdem tazminatının, işçinin, yaşlılık, emeklilik, malullük ve ölümü veya toptan ödeme alması halinde kanunî mirasçılarına ödeneceği hükme bağlanmıştır.

Kıdem tazminatı için kabul edilen bu sistem, özellikle son ekonomik krizde görüldüğü gibi, işçilerin kıdem tazminatlarını alamama riskine karşı getirilen bir güvencedir."

Hocaların bu yazısı devam ediyor. Sonrasında, tabiî, başka şeyler var; ama, konumuzla ilgili değil.

"Durumu saygıyla arz ederiz. Dağıtım: Türk-İş Genel Başkanı, DİSK Genel Başkanı, Hak-İş Genel Başkanı, TİSK Genel Başkanı."

Bu raporu düzenleyenler, bu Bilim Kurulunun çok değerli öğretim üyesi çalışan arkadaşlarım şunlar: Prof. Dr. Metin Kutal (Komisyon Başkanı), Prof Dr Nuri Çelik, Prof. Dr. Münir Ekonomi, Prof. Dr. Toker Dereli, Prof. Dr. Devrim Ulucan, Prof. Dr. Savaş Taşkent, Prof. Dr. Sarper Süzek, Prof. Dr. Algun Çifter, Prof. Dr. Öner Eyrenci...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, size bu hususları niçin arz etmek zarureti hissetim, bakın: Dün, bu görevi aldıktan sonra, derhal, izleyici localarından bizi seyretmekte olan değerli konfederasyon başkanlarımızla görüşme yaptım. Kendileri, bu tasarının Türk çalışma hayatı için çok önemli olduğunu bana ifade ettiler -ki, benim için de öyledir, doğrudur, ben de kendilerine yürekten katılıyorum; zaten, onun için bu tasarının çıkması için dünden beri bu gayreti değerli arkadaşlarımla beraber veriyoruz- ancak, bir husus daha vardır ki, gerek size biraz önce söylediğim o protokolde zabıt altına alınan ve de gerekse bu değerli Bilim Kurulu üyelerinin Sayın Bakana ve değerli konfederasyon başkanı arkadaşlarımıza, değerli başkanlarımıza yazmış ve göndermiş oldukları yazıda da açıkça ifade edilmiş olduğu gibi, bu iş güvenliği yasasıyla birlikte, mutlaka iş kanunu ve bunun gibi birtakım gerekli düzenlemelerin de yapılması zorunluluğunun olduğudur. Dün, arkadaşlarımızla bu görüşmeleri yaparken, kendileriyle bu hususu bir süre tartıştık.

Bir hususu daha dikkatinize getirmek istiyorum; biraz önce okudum; ama, dikkat etmemiş olabilirsiniz: Bu iş kanunu tasarısıyla, yani, yeni düzenlenmesi düşünülen, henüz huzurunuzda olmayan, hani o birlikte gelmesi düşünülen kanun taslağında işçilerimizin kıdem tazminatları düzenlenirken, bugüne kadar çalışmakta olan işçilerimizin hakları haleldar edilmemektedir. Eğer, bu iş kanunu yürürlüğe girecekse bir gün, ancak yürürlüğe girdikten sonra çalışmaya başlayacak işçilerimizle ilgili bir düzenleme olacaktır. Ancak, Bilim Kurulu tarafından da çok açık bir şekilde ifade edilmektedir ki, iş güvenliği tasarısı yürürlüğe girerse, mutlaka, İş Kanununun, kıdem tazminatı başta olmak üzere, bazı hükümlerinde de mutlaka değişiklik yapılması zorunluluğu vardır.

Arkadaşlarımızla bu hususu açık açık tartıştık. Tabiî, işveren temsilcileriyle de görüştüm. Bu tasarının bir olağanüstü toplantı döneminde gündeme getirilmiş olması, kamuoyunda bu kadar tartışılması ve çıkarılmasındaki zorunluluk ortadayken, bu, biraz önce ilinti kurmuş olduğum İş Kanunundaki değişiklikle bağlantıyı yapmadan bunun çıkarılmasının çok doğru olmadığını değerli federasyon başkanı arkadaşlarımla da tartıştık. Kendileri de bir ölçüde buna büyük bir anlayış gösterdiler. Yani, şunu ifade etmek istiyorum ki, işte, o huzurunuza getirmiş olduğumuz önergeyle, bugün, değerli başkanlarla beraber açıklamış olduğumuz, 15 Martta bu tasarının yürürlüğe girmesiyle ilgili yapmış olduğumuz değişiklik, sizlere biraz önce ifade etmiş olduğum bu yasayla birlikte yürürlüğe girmesinde zorunluluk olduğu Bilim Kurulu tarafından da ifade edilen İş Kanunundaki değişiklikle beraber yürürlüğe girmesi zorunluluğudur.

Şimdi, bir olağanüstü dönemde olmamız ve tatile girecek olmamız dolayısıyla...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ne tatili!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Meclisin tatile girme...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Tatil yok.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Peki; tatil yoksa, o zaman iş kanununu da çıkarırız, zaten bu mesele o zaman kendiliğinden hallolur. Dolayısıyla, seçimden sonra gelecek hükümetin yerine oturması, çalışmaya başlaması ve daha sonra böyle bir kanunu da çıkarabilmesine imkân vermesi için bu kanunun yürürlük tarihini 15 Mart tarihine taşıdık.

Bu  konuda göstermiş olduğu anlayış için değerli işçi temsilcilerimize huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum.

Değerli işverenlerimizin, özellikle son kriz döneminde, yani çalışma hayatının her iki kesimini temsil eden işçi ve işveren ilişkileri çerçevesinde bu kriz döneminde göstermiş oldukları anlayış ve dayanışma, her türlü takdirin ötesindedir. Ben, bu anlayışın, bu kanun çıktıktan sonra -ki, inşallah, bugün burada sizlerin değerli oylarıyla çıkacak- ve daha sonra oluşacak parlamentoda ve gelecek o yeni hükümet döneminde bu tasarının destekçisi olacak, beraber çıkması gereken İş Kanunundaki değişikliklerin de mutlaka yapılması gerektiğine inanıyorum. Bu konuda, gerek işçi temsilcilerimizin gerekse işveren temsilcilerimizin o günün hükümetiyle müşterek bir çalışma yaparak bu hususu dikkate alacaklarını düşünüyorum.

Bir hususu daha dikkatinize getirmek istiyorum; bazı konuşmacı arkadaşlarım ifade etti; bu yasa tasarısıyla tarım, orman işçileri de İş Kanunu kapsamına alınmaktadır.

Çok değerli arkadaşlarım, bu, çok uzun zamandan beri hayal edilen, düzenlenmesi arzu edilen; ama, tasarıdaki mevcut haliyle düzenlenirse belli sıkıntıları da beraberinde getirecek bir husustur. Dolayısıyla, bürokrat arkadaşlarımız çalışıyor, bazı grup temsilcisi arkadaşlarımın da talepleri var; hiç olmazsa, burada, belli bir sayı koymak suretiyle tarımsal işletmelerimizin bu konudaki sıkıntılarının önüne geçilecek bir düzenlemeyle ilgili bir önergemiz var, hükümet olarak bunu hazırlıyoruz. Bu hususu da dikkatinize getirmek istedim ve bir hususu daha dikkatinize getirdikten sonra huzurunuzdan ayrılacağım.

Bu konudaki çalışmalar, yani, huzurunuzdaki İş Güvencesi Tasarısı başta olmak üzere bu konudaki çalışmalar, Anavatan Partisinin kontenjanında bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla, bugün bu tasarı huzurunuza gelmişse ve burada görüşülüyorsa, Anavatan Partili Çalışma Bakanı, çok değerli arkadaşım Yaşar Okuyan'ın bu konudaki büyük gayretleriyle tamamlanmış ve huzurunuza gelmiştir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - MHP'den geldi efendim...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Devamla) - Dolayısıyla, yine, bu konuda, sanki, Partimizin, bu tasarının çıkmasının engeliymiş gibi gösterilmesinin hiç haklı bir gerekçesi olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla, bu konuda büyük çalışma gösteren, büyük gayret gösteren Yaşar Okuyan arkadaşıma da huzurunuzda çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkana, göstermiş olduğu tolerans, sizlere de sabrınız için çok teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Siz bizim eski Başkanvekilimizsiniz...

Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Son söz milletvekilinin.

İstanbul Milletvekili Sayın Rıdvan Budak, buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

RIDVAN BUDAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi ve işçi temsilcilerini sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, sorunların çözümünde, sosyal tarafların uzlaşmasını önplanda tutan bir arkadaşınızım. Bir tarafa rağmen, iyi bir işin yapılamayacağına inananlardanım. 1 Mayıs 2002 tarihinde huzurunuzda yaptığım konuşmada, iş güvencesiyle ilgili tasarının uzun süre hükümet gündeminde tutulduğunu, tarafların uzlaşmasıyla, artık, gündeme getirilmesi lazım geldiğini ifade etmiştim.

Seçim kararı aldığımız bugünlerde, bu tartışmanın en sıcak dönemini yaşıyoruz. Yasayı destekleyen sendikalar ile yasaya karşı olan çeşitli işveren kuruluşlarımız -ki, bu kuruluşlarımız, Avrupa Birliği uyum yasalarını birlikte savunmuş ve desteklemişlerdi- bu konuda ayrışmış gözüküyorlar. Bu tartışmanın bir tarafı, Avrupa Birliğini, sadece ticarî entegrasyon olarak anlamış gibi görünüyor; işveren tarafı... Oysa, Avrupa Birliği, sadece, ticarî ve ekonomik bir birlik değildir; aynı zamanda, demokratik ve sosyal bir birliktir. Öbür taraf; yani, işçi sendikaları da "Avrupa Birliği bir sosyal modeldir" diyor; ki, doğrudur.

Burada esas olan, sosyal hakları ve örgütlü toplumu kabul edip etmediğimizdir. Ayrıca, Türkiye'yi ve halkımızı tüm kötülüklerden korumanın bir tek yolu vardır; o da örgütlü toplumu geliştirmek ve geliştirmektir. En iyi anayasa taslaklarını hazırlayan, insan hakları ve özgürlükler konusunda en ileri teklifleri yapan kuruluşlarımız, sıra, çalışma ve örgütlenme hakkına gelince, bu denli kıskanç ve tamahkâr davranırlarsa, inandırıcı olamazlar.

Sayın milletvekilleri, bir bardak suda fırtına koparmanın gereği yoktur. "İş güvencesine karşı değiliz, ancak, kıdem tazminatı, esnek çalışma gibi konularla birlikte alınmalıdır" deyip, âdeta, kazanılmış hakları birbiriyle değiş tokuş etmek gibi bir yaklaşım içindedir iş dünyası.

İş güvencesi, Anayasamızdaki sendikalaşma hakkının baskısız ve özgürce kullanılmasını amaçlamaktadır; esası da budur. Bunun dışında, mutlak istihdam güvencesi, iş güvencesi getirmek gibi bir amacı da yoktur. Unutulmamalıdır ki, ülkemizde yüzbinlerce işçi, sırf sendikal haklarını kullandıkları için, sendikalaştıkları için işten atılmışlardır. Söz konusu işyerlerinde, yani, işten atılmaların olduğu işyerlerinde üretim sorunu yoktur, verimlilik sorunu yoktur, teknolojik değişim de olmamıştır; ama, işçiler, anayasal haklarını kullanıp sendikalaştılar diye işten çıkarılmışlardır. 1997 yılında, DİSK Başkanıyken, 204 işçi arkadaşımla, on günlük İstanbul-Ankara yürüyüşünü, bu haksızlığın giderilmesi için yapmış idik. Bugün, üç işçi konfederasyonumuz, birlikte, bu hakkı istiyorlar.

Yeni düzenlemedeki en önemli değişiklik, işten çıkarmada ispat yükümlülüğünün işverene bırakılmasıdır. Bunun dışında işçi çıkarılamaz diye bir hüküm yoktur, zaten, böyle bir yaptırım da olamaz. İş Kanunumuzun işten çıkarmayla ilgili 13 ve 17 nci maddeleri geçerliliğini korumaktadır. Getirilen yenilik, sadece, işten çıkarmanın haklı bir gerekçeye dayandırılmasıdır. İşverenlerimizin böyle bir yükümlülükten kaçmasının anlaşılabilir hiçbir tarafı yoktur. İspat yükümlülüğünden kimse kaçmamalıdır. Ortada haklı bir gerekçe var ise, işçi, işten çıkarılabilir; bunu, kimse önleyemez; ama, onun ötesinde, sıkıyönetim savcılarının yaptığı gibi, delilsiz, ispatsız suçlama olamaz. İspat yoksa, delil yoksa, suç da yoktur; yani, işten atılmanın gerekçesi de yoktur.

Değerli arkadaşlar, iddialardan bir tanesi de, iş güvencesinin yabancı girişimcileri engelleyeceğidir, yabancı sermaye gelişini engelleyeceğidir. Bu sözlerin içi boştur ve gerçekçi değildir. Türkiye'ye yabancı sermaye gelecek ise, daha çok, gelişmiş ülkelerden, Avrupa Birliği ülkelerinden gelecektir. Avrupa Birliği ülkelerindeki sermaye, Avrupa Birliği standartlarına zaten alışkındır. Üstelik de, kendi ülkesindeki şartların çok altında ücretlerle üretim yapacağını bilmektedir. Unutmayalım ki, yabancı sermayenin asıl aradığı, ucuz işçilikten öte, siyasî istikrar ve güvenli bir ekonomik yapıdır. Bu ise, ancak, demokratik ve örgütlü bir toplumda mümkündür. Yabancı sermaye, ayrıca, güvenilir ortam kadar, güvenilir ortak da arar. Bu nedenle, iş güvencesinin bu konuda bir engel oluşturacağı iddiası gerçek dışıdır.

Değerli milletvekilleri, bu yasa, 8 yıl önce kabul ettiğimiz 158 sayılı ILO Sözleşmesinin, iş hukukumuza geç de olsa uyarlanmasıdır. Ayrıca, bilindiği gibi, iş güvencesi, ulusal programda da kısa vadeli hedefler arasında yer almaktadır.

Değerli arkadaşlar, unutmayalım ki, işçi konfederasyonlarımız, yaşadığımız kriz döneminde, sanayimizin ayakta kalabilmesi için, sigorta primlerinin, vergi oranlarının ve enerji fiyatlarının uluslararası rekabet düzeyini tutturabilecek seviyelere düşürülmesi için, işveren örgütleriyle birlikte mücadele etmişlerdir, çaba sarf etmişlerdir. Toplusözleşmelerdeki taleplerini, işyerlerini ayakta kalabilecekleri noktalarda tutmuşlar, bazı haklardan geri durmuşlardır.

Değerli arkadaşlarım, bizler, bu yasama döneminde, çalışanlar ve geniş yığınlar lehine belki de en önemli sayılabilecek bu yasayı çıkarmalıyız. Ekonomik dengelerin yerli yerine oturduğu, enflasyonun yüzde 3'lerle, 5'lerle konuşulduğu ortamlarda bu sıkıntılar yaşanmayacaktır; çünkü, sorun, öncelikle ekonomiktir.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın hiçbir yerinde, iş dünyası, sermaye, parlamento üzerinde, bir konu hakkında bu denli tehditkâr olamaz. Sayın Yaşar Okuyan, bugün, Çalışma Bakanlığında yaptığı veda konuşmasında, bunu, açıkça, Türkiye kamuoyunun izleyeceği bir biçimde ifade etti. Bir iş dünyası mensubunun, kendisine, iş güvencesi yasa tasarısının çıkarılması halinde bedelinin ödetileceğini söylediğini söyledi. Sayın Okuyan, bunu, bana, daha evvel anlattı, bu konuyu birlikte paylaştık, bunu bilen başka arkadaşlarımız da var. Dünyanın hangi demokratik ülkesinde, bir bakan, çalışanlar lehine olabilecek bir yasayı gündeme getirdi diye tehdit görmüştür, bilemiyorum!

O nedenle, Avrupa Birliği konusunda o şahane konuşmayı yapan sayın parti başkanı, sıra işçilere gelince, Avrupa Birliği standartlarını unutuverdi; bu da çok enteresan bir olay!

Değerli arkadaşlarım, Sayın TİSK Genel Başkanı Refik Baydur, bir iki gazetenin yazdığına göre "iş güvencesi kanununa oy verenler vatan hainidir" demiş. Demişse, bu ülkenin yarısı yoksulluk sınırında yaşarken, milyonlarca insan işsiz kalmışken, Türkiye, onbinlerce işyerini kaybetmişken, hiçbir yoksul insanımızın gelecek güvencesi yok iken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

RIDVAN BUDAK (Devamla) - ...Sayın Baydur, vatan hainlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde değil, İsviçre'deki banka hesaplarında aramalıdır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnız varsılların ve zenginlerin değil, bu ülkenin en ücra köşelerinde binbir yoksulluk içinde yaşayan insanımızın da Meclisidir. Kurallara uyan zenginliğe, vergisi verilmiş servete, bu millete karşı sorumluluğunu yerine getirmiş varsıllığa karşı değiliz; ama, artık, bu ülke ve bu Meclis, kanun tanımayan, kayıtdışı işçi çalıştıran sözde zenginlere karşı tavırlı olmak zorundadır. Kötü ekonominin, kayıtdışı ekonominin üzerinde iyi demokrasi olmaz, mutlu bir halk olmaz, güçlü bir devlet hiç olmaz. Toplumun bu kadar uzlaştığı bir dönemde "bu kanun çıkarsa, 300 000-500 000 kişiyi kapıya koyarız" diyenler bilsinler ki, bu ülke sahipsiz değildir ve bu ülkeyi yöneten bir devlet vardır. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, sanayi zenginliğimizdir. Krizler döneminde, sanayii ve sanayiciyi, dolayısıyla işyerini ve işçiyi en çok sahiplenen ve mücadele eden arkadaşlarınızdan biriyim; sanayici ve üretici başımızın tacıdır. Daha çok zenginimiz, daha çok yatırımcımız olsun; ama, hakka ve hukuka uygun olsun; yoksulumuz ise hiç mi hiç olmasın; çalışanlar özgürce sendikalı olabilsinler, toplum örgütlensin, demokrasi güçlensin; böyle bir Türkiye özlemi ve dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, soru - cevap kısmına geçiyoruz.

Soru - cevap süresi 10 dakikadır.

Sayın Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum; diğer sosyal güvenlik kuruluşlarına verilen eködeme, size bağlı, aynı Bakanlığa bağlı olmasına rağmen Bağ-Kur çalışanlarına neden verilmemektedir? Bu, bir haksızlık değil midir? Bu haksızlığın giderilmesi için ne gibi işlem yapmayı düşünmektesiniz?

İş güvencesi yasa tasarısının, bugün, Meclis Genel Kuruluna getirilmesinden dolayı, öncülük yapan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'yi, grup başkanvekillerini ve ayrıca, Bakan Sayın Yaşar Okuyan'ı tebrik eder, hepinize saygılar sunarım.

BAŞKAN - Nejat Arseven'i de unutmayın canım... Nejat Arseven de var...

Sayın Uzunkaya, buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakan tarafından gecenin bu ilerleyen saatinde, sorularımın cevaplandırılmasını istirham ediyorum.

55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde, kamu, özel ve tarım sektöründe işini kaybeden insan sayısı ve bunların bakmakla yükümlü oldukları nüfus hakkında, bu yasanın görüşüldüğü günde, bize, bilgi verebilir misiniz?

Sosyal Sigortalar Kurumunda sigortalı olduğu halde, özellikle son dönemdeki perişan ekonomi uygulamanız nedeniyle, işsizliğinden dolayı sigortalılığı düşen ve prim ödemeyerek sigorta kurumunu da zaafa uğratan işçi sayımız ne kadardır?

İş güvenliği yasasında, Avrupa'da da -Hollanda dahil- olduğu gibi, özellikle tarım sektöründe ve seracılıkta çalışan işçilerin, daha çok, güvence dışında olduğu bilinmektedir. Bu yasada, özellikle, 1 inci ve 2 nci maddeleri ile 7 nci maddesinin ilintisi -sizin de az önce konuşmanızda temas ettiğiniz alanda- tarım sektöründe, çok kısa vadede, 1 veya 1'den çok işçi çalıştırmak durumunda olan, özellikle fındık sektöründe, çay sektöründe, bazen tütün alanındaki kısa vadeli işçilerin -ki, pamuk da buna dahildir- bu güvencede nasıl bir durumda olacağı, özellikle işveren durumundaki köylülerin ve tarımla uğraşanların uğrayacağı sıkıntı yasada gözönünde bulundurulmuş mudur?

Diğer bir konu -az önce söylediniz- iş kanunu çıkmadı, üçbuçuk yıldır iktidardasınız, beş yıl da süren bir süreç içerisindesiniz. Bu kanun niçin bugüne kadar çıkarılmadı? Şu anda görebildiğim kadarıyla hükümet ortağı partiler bu yasayı çıkarma yarışında kendilerini takdim etmek durumundalar. Gerçekten bu yasanın gecenin bu saatinde sahibi kimdir, doğrusu öğrenmek isterim.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Enginyurt, buyurun.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum.

Avrupa Birliği uyum yasaları çıkarken bu Parlamentoda ve Parlamento dışında birçok sivil toplum örgütü, iş dünyası ve Türkiye'deki basın, medya kuruluşları Avrupa Birliği uyum yasalarının Türkiye için çok hayırlı olacağını ifade ettiler; ama, aynı duyarlılığı iş güvencesi yasasında göstermediler, göstermedikleri gibi de, biraz önce Sayın Budak'ın ifade ettiği gibi, bu yasa çıktığı takdirde Parlamentodaki insanları adeta hainlikle suçladılar. Bu Parlamentoda hiçbir hain yoktur. Hain, Budak'ın ifade ettiği gibi paralarını yurtdışında İsviçre bankalarında değerlendirenlerdir. Bu iş dünyası, gerçekten size veya Yaşar Okuyan'a veyahut da kendilerinin kontrolünde olduğu söylenen partilere bu yasanın çıkmaması için herhangi bir baskı yaptı mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

Sayın Mahmut Göksu, buyurun.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana sormak istiyorum.

Sayın Bakan, 21 inci Dönemde 350'yi aşkın yasa çıktı, bunlar içinde çok gerekli olan yasalar olmakla beraber olmayanlar da vardı. İşçilerimiz için hayatî önem arz eden bu yasa niçin bu kadar geciktirildi? Hükümeti teşkil eden bütün partiler bu yasaya sahip çıkıyor; peki geciktirmenin sebebi ne? Hangi parti geciktirdi? Bu soruma cevap olarak onun da açıklanması gerekir diye düşünüyorum.

İkincisi, kamuoyunda çokça tartışılan bir yasaydı bu. Tabiî iki tarafı, işçi ve bir de işveren tarafı var. Bir anlamda iş barışının bozulacağı, işten çıkarmaların artacağı noktasında endişeler var. Acaba,  diğer tarafın endişeleri giderildi mi?

Diğer bir soru; özellikle hükümetiniz döneminde binlerce işçi işinden oldu. Yıllardır, işçiden ve emekten yana olduğunu söyleyen Sayın Ecevit'in son başbakanlık dönemi, işçinin ve emeğin en çok perişan olduğu bir dönemdir. Yeni bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

Son sorum; Atatürk'ün büyük umutlarla temelini atıp sağlığında da açılışını yaptığı Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası, yine Ecevit'in başbakanlığı döneminde kapatıldı, işçiler kapıya konuldu. Kapıya konulan işçi sayısı kaçtır? Bu fabrikayı kapatma Atatürk'ün hatıratına ve mirasına sahip çıkmamak değil midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Ramazan Gül, buyurun, kısa ve öz lütfen; süremiz bitti...

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakana soru arz etmek istiyorum.

Özellikle son sekiz aydır Bağ-Kur primlerine yüzde 130 civarında zam gelmiştir. Bu sosyal güvenlik sisteminde, bu kadar ağır zamları ödeyemeyen Bağ-Kur mükellefleri, Bağ-Kur'dan çıkarılmaktadır. Hükümetin amacı, benim bildiğim kadarıyla, sosyal güvenlik sistemlerini geliştirmek ve sosyal güvenlik dışında olan kişileri de sosyal güvenlik çatısı altına almaktır. Oysa, şu andaki mevcut uygulama, bu Bağ-Kur primlerini ödeyemeyenleri sosyal güvenlik çatısı altına almak mı, sosyal güvenlik çatısı altından çıkarmak mıdır? Bunun cevabını istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Efendim söz, Sayın Öksüz'ün; buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım, bütçeden sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan ödenekler ilk altı ayda tükenmiştir. SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'a, ilaveten, 2,4 katrilyon lira gerekmektedir. SSK için 1,1 katrilyon, Bağ-Kur için 675 trilyon, Emekli Sandığı için 625 trilyon liralık ödenek ihtiyacı hesaplanmıştır; kaynağı nasıl bulacaksınız?

Sosyal güvenlik sistemi üç yıl aradan sonra yeniden çökmeye başlamıştır. Sosyal güvenlik kuruluşları için bütçeden ayrılan ödenekler yılın ilk yarısında tükendi. Dünyanın hiçbir yerinde, devlete ödenen vergi ve SSK tutarı işçinin eline geçen ücretten yüksek değildir; bundan dolayı, kayıtdışı artmaktadır. Bunları önlemek için SSK primlerini düşürmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Ongun.

BEKİR ONGUN (Aydın) - Sayın Bakan, daha önceki hükümetler döneminde iş güvenliği yasası konusunda çalışma yapılmış mıdır? Meclis Genel Kuruluna bu çalışma getirilmiş midir? Bu konuda bilgi rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Son olarak, buyurun Sayın Düz.

MUSTAFA DÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Okuyan bugüne kadar Bakanlıkta idi, bir gün kala istifa etmesinin arkasındaki...

BAŞKAN - Bu soruyu kabul etmiyorum efendim, işçilerle ilgili bir şey soracaksanız buyurun.

MUSTAFA DÜZ (İstanbul) - Ben bunu sormak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bu siyasî efendim, affedersiniz.

Buyurun Sayın Bakan, bitirelim bu işi.

Sayın Bakan, yazılı da cevap verebilirsiniz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Delaletinizle değerli milletvekili arkadaşlarımın bazı sorularına cevap vereceğim.

Sayın Seven, Bağ-Kurla ilgili bir soru sordu; eködemenin, Sosyal Sigortalar Kurumunun yanı sıra, Bağ-Kur ve İşkur çalışanlarına da verilmesi için çalışmalar Bakanlığımızca yapılmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmiş; ancak, Plan ve Bütçe Komisyonunca kabul edilmemiştir.

Ayrıca, tarımda çalışan işçilerle ilgili olarak bir soru yöneltildi: İş güvencesiyle ilgili hükümler mevsimlik işlerde çalışanlara uygulanmayacaktır. Tarımda bu şekilde çalışanlar, bu nedenle güvenlik kapsamı dışındadır. Ayrıca, bu konularla ilgili bir yönetmelik çıkarılacağı hususu da yine tasarının metni içinde düzenlenmiştir.

Diğer bütün sorulara yazılı olarak cevap vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...  Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 1 inci maddeyi okutmadan evvel, birleşime ara veriyorum.

Teşekkür ederim efendim.

Kapanma Saati : 00.43

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 01.04

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mustafa VURAL (Antalya), Burhan ORHAN (Bursa)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

893 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2 – İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/955) (S. Sayısı : 893) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum :

İŞ KANUNU İLE SENDİKALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI

HAKKINDA KANUN TASARISI

(İş Güvencesi - Tarım ve Orman İşçilerinin Kapsama Alınması)

MADDE 1. - 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinin başlığı ile (III) numaralı bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki bent eklenmiştir.

"Sanayi, ticaret ve tarım işleri:"

"III. Bu Kanunun uygulanması bakımından tarımdan sayılacak işler şunlardır:

a) Her çeşit meyveli ve meyvesiz bitkiler; çay, pamuk, tütün, elyaflı bitkiler; turunçgiller; pirinç, baklagiller; ağaç, ağaççık, omca, tohum fide, fidan; sebze ve tarla ürünleri; yem ve süs bitkilerinin yetiştirilmesi, üretimi, ıslah, araştırılması, bunlarla ilgili her türlü toprak işleri, ekim, dikim, aşı, budama, sulama, gübreleme, hasat, harman, devşirme, temizleme, hazırlama ve ayırma işleri, hastalık ve zararlılarla mücadele, toprak ıslahı, çayır, mera, toprak ve su korunması işleri,

b) Fidanlık ve ağaçlandırma, tabiî ve sunî tensil, orman koruma ve bakımı (yangın dahil), orman imar ve ıslahı, tohum toplama, ormancılık araştırma (sulama, dikim, yetiştirme, bakım), tali orman yolu yapımı ve onarımı, amenajman, silvikültür, orman ürünleri istihsali, ana depolara nakil, son depolarda istif ve tasnif, millî parkların yapım, bakım ve geliştirilmesi işleri,

c) Her türlü iş ve gelir hayvanlarının (arı, ipek böceği ve benzerleri dahil) yetiştirilmesi, üretimi, ıslahı ve bunlarla ilgili bakım, güdüm, terbiye, kırkım, sağım ve ürünlerinin elde edilmesi, toplanması, saklanması işleri ile bu hayvanların hastalık ve asalaklarıyla mücadele işleri,

ç) 854 sayılı Deniz İş Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kara ve su avcılığı ve bu yoldan elde edilen ürünlerin saklanması, taşınması ve üretilmesi işleri.

IV. Yukarıda sayılan işler dışında kalan bir işin bu Kanunun uygulanması bakımından sanayi, ticaret veya tarım işlerinden sayılıp sayılmadığını belirlemeye, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşleri alınarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilidir.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu; buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, seçimin güzelliği, daha üç ay kala görülmeye başlandı.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet, üç seneden beri yapamadığını şimdi yapıyor. Niye şimdi yapıyor demeyeceğiz, doğru bir şey yapıyor; tebrik ediyoruz hükümeti ve katkıda bulunan herkesi.

Değerli arkadaşlarım, evet, seçim, nelere kadirsin diyorum. Sayın Ecevit ve sosyal demokratlar kendine geldiler; bu, Türkiye için bir kazanım. Üçbuçuk yıldan beri süren hipnoz durumundan çıktılar, birbirlerini eleştirmek bile olsa, burada konuşuyorlar; bu güzel bir gelişme, ülke için.

Değerli arkadaşlarım, burada konuşan, özellikle hükümete mensup arkadaşların konuşmaları, gerçekten ibret vericiydi, hayretler içinde kaldık. Sanki, üçbuçuk seneden beri hiç hükümet yapmamışlar gibi, bu ülkede beş yıldan beri olup bitenlerden hiç sorumlu değillermiş gibi, birilerini suçlayıp durdular, bazen de birbirlerini suçlayıp durdular.

Değerli arkadaşlarım, hükümet mensuplarına söylüyorum; sizin döneminizde, bu ülkede neler olmadı ki... Bakınız, önce, mezarda emeklilikle başladınız; daha sonra, çalışma hayatıyla ilgili çıkarmış olduğunuz yasalar, aldığınız kararlar ve uygulamalarınızla neler oldu; işsizler, işinden atılanlar; işyerleri kapandı, üretim yarı yarıya düştü; açlık, yoksulluk... Bütün bunlar sizin döneminizde oldu; siz yaptınız, siz el kaldırdınız bunlara. Geldiğinizde 210 dolar olan asgarî ücret, şimdi 110-120 dolar. Ortalama ücretler yarı yarıya azaldı, hep sizin döneminizde oldu; yani, şimdi, giderayak, seçim geliyor, seçmene selam "İş Güvencesi Yasası çıkarıyoruz; aman, işçiler, işsizler, biz neymişiz!.." Yapmayın arkadaşlar...

2 000 000 insan, sizin döneminizde, son iki senede işinden oldu. Yüzbinlerce işyeri kapandı, fabrikalar kapandı, üretim durdu; bunları hep siz yaptınız, sizin aldığınız kararlarla oldu. Türkiye'de yoksulluk sınırında yaşayan insanların sayısı 30 000 000-35 000 000, 15 000 000 insan açlık sınırında yaşıyor. Sizin döneminizde açlıktan insanlar, bebekler öldü; bunların hepsi bu dönemde oldu. Süt alamayan anneler intihar etti, evine ekmek götüremeyen babalar kendisini yaktı. Peki, şimdi, siz neyi paylaşıyorsunuz değerli arkadaşlarım?

Gerçekten ibret verici; yani, bütün bunların sorumluluğunu mu paylaşıyorsunuz; yoksa, İş Güvencesi Yasasından bir hâsıla ortaya çıkacak da seçimde, seçim meydanlarında bunları mı paylaşacaksınız? Hangi emekçilerden söz ediyorsunuz? Sayın Ecevit hangi emekçilerle yürüyor? Biz, üç senede Sayın Ecevit'in emekçilerle yürüdüğünü, emekçilerin yararına bir şey yaptığını görmedik; ama, emekçilerin Başbakanlığa yürüdüğünü gördük, atılan yazarkasaları gördük, kamyonlar geldi Başbakanlığa. İlk defa sizin döneminizde Başbakanlık tel örgülerle çevrildi.

Şimdi, ne diyorsunuz siz buraya gelip: "Emekçiler, işçiler, işsizler, çiftçiler, İş Güvencesi Yasası çıkardık, her şeyi hallettik..." Yani, bütün bunlar olacak... Sonra, komplo teorilerinden bahsediliyor. Hangi komplo, kim yaptı, ne zaman yaptı? Evet, bir komplo var, bu millete kurulmuş bir komplo var ve sizin iktidara gelmenizle başladı bunlar. Bu millet, sizin iktidara geldiğiniz dönemde toplumsal ve ekonomik olarak çökertildi. Bugün, bu ülkenin 230 milyar dolar borcu var, 140 milyar dolar da geliri var; bitmiş bir ülkedir; bunun sorumlusu sizsiniz. Şimdi, burada gelip diyeceksiniz ki "efendim, biz, işçilerden yanaydık, şöyleydik, böyleydik; ama, ortaklarımız böyleydi..." Yapmayın!

Değerli arkadaşlarım, Tütün Yasası, Şeker Yasası, bütün bunlar sizin döneminizde çıktı. İşçiler sizin döneminizde, çiftçiler sizin döneminizde, esnaf sizin döneminizde mahvoldu. Şimdi, neyin kavgasını yapıyorsunuz gerçekten? Yani, bütün bunlar, bu kavgadan sonra, demek ki, emekçiler bütün bunları yiyecek ve seçim meydanlarında "aman Allahım, bizim ne emekçi dostu yöneticilerimiz varmış" mı diyecek; hayır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi "işçi hakkı" diyorsunuz; ama, Kemal Derviş'i bu ülkeye siz getirdiniz, IMF politikalarını siz getirdiniz.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız...

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN -Hayır, ben ikaz ettim.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan, bırakın konuşsun arkadaşımız.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Müsamaha edecektir...

Burada, üç koalisyon liderinin IMF'ye yazmış oldukları niyet mektubu ortada.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Tabiî, niyet mektubunu Sayın Derviş imzalıyor; ama, Türkiye'de ilk defa -belki dünyada da ilk defa- koalisyon ortakları, kendi hükümetinin yazmış olduğu niyet mektubu için "biz buna kefiliz, vallahi de billahi de biz bunlara uyacağız" diyorlar. O niyet mektuplarının sonuncusunda ne yazıyor biliyor musunuz -hükümet ortaklarına soruyorum; Anavatan Partisine, Milliyetçi Hareket Partisine, DSP'ye. Size de soruyorum; daha dün hükümet ortağıydınız- diyorlar ki: "Biz, 120 000 kamu çalışanını işten çıkaracağız." Hangi iş güvencesinden bahsediyorsunuz?!

Şimdi, bütün bunları yaptıktan sonra, milletin karşısına çıkacaksınız "vallahi biz çok iyiydik..." Yapmayın, etmeyin... Bütün bunları değerlendirecek olan millettir, işçilerdir, emekçilerdir.

Saygılarımı sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bu saatte gitmedi bu konuşma.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - İşine gelmeyince gitmiyor. Gitti, gitti... Millet sizi götürecek.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - 38'e indirecek misiniz emeklilik yaşını?! Bu yasayı destekliyor musunuz desteklemiyor musunuz?

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Bu yasayı getiren biziz.

AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Destekliyoruz; sen ona bak.

BAŞKAN - Efendim, Yeni Türkiye Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al.

Efendim, bundan sonra, anlaşmaya kim sadık kalacaksa; ona göre... Diğer grupların önünü kesiyoruz, sonra vazgeçiyorsunuz. Özür dilerim yani; benim haddim değil ama...

Buyurun efendim. (YTP sıralarından alkışlar)

YTP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 893 sıra sayılı İş Güvencesi Yasa Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Yeni Türkiye adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu düzenlemeyle, 1475 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinde bir değişiklik yapılıyor ve kapsama; yani İş Kanununun kapsama alanına tarım işleri de ilave ediliyor. Esasında, önümüzde bulunan bu düzenlemede, mevcut İş Kanunuyla çelişen hükümler var. Daha düzgün, daha dört başı mamur bir tasarı hazırlanabilirdi. Örneğin, 5 inci maddede, bu kanunun kapsama alanında bulunmayan işler sıralanıyor; arkasından, şimdi bizim ilave ettiğimiz 6 ncı maddeyle -o madde orada dururken- biz, yeni ilaveler yapıyoruz ve yasanın maddeleri arasında bir çelişki ortaya çıkarmış oluyoruz.

Her şeye rağmen, Türk işçisinin, güvenli bir ortamda, emek vererek, üretim sürecine katılmasını sağlayan bu düzenlemeyi destekliyoruz, bu düzenleme geç bile kalmıştır. Seçim öncesinde de olsa, hükümet tarafından Genel Kurula indirilmesini olumlu bir gelişme olarak görüyoruz ve Yeni Türkiye olarak destekliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gazetelerde, televizyonlarda, son günlerdeki tartışmaları izliyoruz.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Anlaşma vardı hani!..

EROL AL (Devamla) - Anlaşmaya herkes uyarsa, biz de uyarız arkadaşlar.

Birtakım işveren örgütlerinin temsilcileri diyorlar ki "Avrupa Birliği ülkelerinde bile, Avrupa Birliği ülkelerinin 5 tanesi 158 sayılı ILO Sözleşmesini imzaladı. Aday ülkelerden de, biz dahil, 4 tanesi imzaladı." 13 tane ülke var. Fakat, bir şey dikkatten kaçırılıyor. Avrupa Birliği üyelerinin 13'ünde, bizim bu kanunla getirdiğimiz, iş akdinin feshi halinde ispat yükümlülüğü zaten var; yani, Danimarka, Almanya, Yunanistan, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz, Finlandiya, İsveç ve İngiltere'de bu ispat yükümlülüğü uygulanıyor.

O nedenle, bu ülkelerin 158 sayılı Sözleşmeyi imzalayıp imzalamamaları bir sorun teşkil etmiyor bu ülkeler bakımından. Bizim ise, hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı Sözleşmeyi Bakanlar Kurulunda onay tarihimiz 10.8.1994 -başka arkadaşlarımız da ifade ettiler- ve 9.6.1994'te de Yüce Parlamentomuz bu düzenlemeyi yasalaştırmıştır.

Bu süreç, böyle, imzalamakla bitmiyor ki... Ne oluyor bunun karşılığında; her yıl Cenevre'de ILO Genel Kurulu toplanıyor biliyorsunuz ve oradaki aplikasyon komitesinde, uyum komitesinde, Türkiye bu sözleşmeyi onayladığı halde, bu sözleşmeye ilişkin yasal düzenlemeleri hayata geçirmediği için, paragraflara alınıyor, kınanıyor, birtakım sorunlarla yüz yüze kalıyor. O nedenle, bu sözleşmenin onaylanması ve bu kanunun yürürlüğe girerek, çalışma yaşamımızdaki barış ortamını daha da ileri bir noktaya götürecek iş güvencesinin sağlanması, Türkiyenin ILO nezdindeki itibarını da yükseltecektir. Bunu, işveren örgütlerimizin de, orada Türkiye adına mücadeleye katılan işveren örgütlerimizin de bilmesi ve buna göre tavır almaları gerekir. Locada bizi izleyen işçi örgütlerimizin değerli genel başkanları, her yıl, gidip, bu mücadeleye katkı veriyorlar; onlar da bunu çok yakından izliyorlar. Ben, bu arada, burada bir ifade...

BAŞKAN - Hiç böyle bir âdetimiz yok, locaya hitap etmek gibi... Rica edeceğim, Genel Kurula hitap edin efendim. Affedersiniz...

EROL AL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım, uyarınız için.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Başkanım, olur mu; onlara karşı çıkmıyordunuz, açıkça isim saydılar.

EROL AL (Devamla) - Bir soruyla gündeme geldi; ama, yanıt verilmedi. Beykoz Paşabahçe'de, Atatürk tarafından kurdurulan Şişeve Cam Fabrikasının kapatılmaması için direnen 870 işçinin mücadelesini de bir kez daha selamlamak istiyorum. Bu arkadaşlarımızın 708'i -Şişecam işvereni tarafından- başka fabrikalara nakledilmek üzere, anlaşma sağlanmıştır. Bu, işçilerimizin ve bizim tam olarak taleplerimizin kabulü anlamına gelmemesine rağmen, Türkiye'de işveren ahlakının da belirli bir olgunluğa eriştiğinin göstergesidir. Buradan, Şişecam işverenini, bu işçilerimize sahip çıkma olgunluğunu, anlayışını gösterdikleri için bir kez daha selamlıyorum, teşekkürlerimizi Parlamento adına sunuyorum ve bu yasanın, ülkemize, çalışma yaşamımıza barış getirmesi dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ali Rıza Gönül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz evvel, bir arkadaşım söz atıyor "bu kanunun yanında mısınız, karşısında mısınız" diye. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana da davul zurna az diye bir halk tabirimiz var. Doğru Yol Partisi, bu kanunun yanında, öylesine yanında ki...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Kaç kişiyle?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - 5 kişiyle...

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim, hatibe laf atmayın.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - ...öylesine yanında ki, bu kanunun eksiklerinin tamamlanmasıyla yanında.

Şimdi arkadaşım diyor ki "kaç kişiyle?" 36 bakandan 3 sayın bakan sırada oturuyor. (MHP sıralarından gürültüler)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İnsaf, Başbakan bile vardı.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Şurada!.. Şurada!.. Dinleyin bir defa!

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Başbakan bile...

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim... Sayın Enginyurt, lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Şurada 3 bakan... Kırgın, üzgün bir bakan ve bu meseleye sahip çıkmayan bir Bakanlar Kurulu; ama, işçiye selam diye bu kürsüye gelip, her şeyi kendisinin yaptığını söyleyen, kendisinden olmayanı da karşıymış gibi gösteren bir mantık...

YALÇIN KAYA (Mersin) - Yıllardır ne yaptınız?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sizi millet seyrediyor...

YALÇIN KAYA (Mersin) - Siz yıllardır ne yaptınız?!

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sizi millet seyrediyor, ne kadar samimî olup olmadığınızı da izliyor. Bakınız, hiç boş laf etmeyin burada. İbretle, hayretle izlediğimiz sözler, millet vicdanında, inanıyorum ki, layık olduğu kadar değerlendiriliyor; eğer, layık olmaya değer bulunuyorsa.

Kanun tasarısının ilk sayfasını okursanız "Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca 29.8.2001 tarihinde kararlaştırılan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir" deniliyor.

Bakar mısınız, bir defa, tarih neymiş -altında, Sayın Ecevit'in imzası var- 29.8.2001; yani, neredeyse oniki ay olmuş. Oniki aydan beri, siz, bu kanun tasarısını görüşelim diye gayret etmemişsiniz, işçi, işveren temsilcileri oturmuş...

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Elli senedir çıkmamış...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)- Bir okuyun da, ondan sonra...

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

(MHP sıralarından "Genel Kurula hitap et" sesleri)

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Ben Genel Kurula hitap ediyorum; burası da Genel Kurul. Burası da Genel Kurul burası da Genel Kurul.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Kendilerini Genel Kurul kabul etmiyorlar.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Ve siz, seçime bir saat kala, bunun hamisi olarak kendinizi kabul edip, buraya getirip, bu tasarıyı görüşeceğiz diye de ısrar ediyorsunuz.

KEMAL KÖSE (Kocaeli) - Elli yıldır çıkmamış bir kanun, teşekkür etmeniz lazım.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Görüşelim; ama, sizin sözcünüz söylüyor "geç kalmış bir görüşmedir" diye. Ben de soruyorum buradan; niye bu kadar geciktiniz, sizin elinizi tutan mı vardı? Yani, siz, işçi için, esnaf için, memleket için, ekonomi için, vatandaşı ezecek her kanunu buraya getireceksiniz, 36 bakanla burada hazır olacaksınız ve 48 saat geçmeden, anında yasalaşması için çalışacaksınız, işçiyle ilgili bu tasarıyı da olağanüstü toplantının bir tarafına sıkıştırıp, görüştürmeye çalışacaksınız; bu ayıptır. Ayıptır; çünkü, siz, bu işçiyi, bu kadar saf mı zannediyorsunuz?!

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Oyla ne ilgisi var?!

BAŞKAN - Sayın Enginyurt, lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN - Enginyurt'a söylüyorum, size söylemiyorum.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Siz, bu işçiyi aldatacağınızı mı zannediyorsunuz?! Eğer, sizin kalbinizde, gönlünüzde, kafanızda, işçinin hakkını aramak olsaydı, siz, bunu, bugüne kadar çoktan getirir, yasalaştırırdınız ve biz de bu katkımızı sizden ve sizin gayretlerinizden esirgemezdik.

Bilmiyorsanız söyleyelim; biz, Doğru Yol Partisi olarak bu kanun tasarısının destekliyoruz. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar [!]) Bu kanun tasarısının eksiği varsa, onu da tamamlayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız; buyurun.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Hani, orman işçileriyle ilgili bir düzenleme? Yangın ekibinde çalışan işçilerle ilgili bir eksiklik hissetmiyor musunuz? Onları da koyalım. Biz, bu konuda açıkça diyoruz ki, biz, bu kanun tasarısını desteklerken, öyle, bazı kanunları çıkarıp da, bazı işverenleri, buradan, hemen kapı dışında arayıp "yerine getirdik" demedik.

AHMET EROL ERSOY (Yozgat) - Siz iyi bilirsiniz o işleri.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - O gün, RTÜK Yasası çıktığı zaman, çıkardığınız zaman, basın patronlarını arayıp müjde verenleri bizler iyi biliyoruz; ama, bugün, siz, işvereni de sanki -anlayışınız icabı- işçiyi ezen, sömüren olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Biz, hem işçinin hem işverenin bu ülke için gerekli olduğuna inanan bir partiyiz.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Kargalar gülüyor buna.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Biz, bu ülkenin bir denge içerisinde kalkınması, kalkındırılması, geliştirilmesi ülküsüne, felsefesine gönülden inanan insanlarız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Şu, Marmaris açıklarındaki tekneden bahset.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Yoksa, burada, siz, bacaları söndüreceksiniz, kepenkleri kapattıracaksınız, binlerce, milyonlarca insanı kapının önüne bırakacaksınız; ondan sonra da kalkıp, tabiî ki, işçiye selam, seçime devam mantığıyla şov yapacaksınız...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ne şovu; şovu siz yapıyorsunuz.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - ...ve siz, kalkıp, buradan...

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - ...işçi vatandaşlarımızı da aldatıp, oylarını alacağınızı zannediyorsunuz; yanılıyorsunuz.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Rodos açıklarındaki teknede kim var, onu söyle?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Bu millet çok şeyi biliyor; sizi de biliyor, bizi de biliyor; sizin ne yaptığınızı da biliyor, bizim ne yaptığımızı da biliyor. Onun için...

AHMET ÇAKAR (İstanbul) - Rodos Adasında ne oluyor?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) -Ha, o son kimin için olur, o ayrı bir konu. (MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET TELEK (Afyon) - Ne oluyor, söyle bakalım!..

BAŞKAN - Lütfen efendim... Sayın Telek...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Ama, bir gerçek var değerli arkadaşlarım; bütün mesele şudur...

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Elbirliğiyle, vaktinde, zamanında çıkarsaydık, bu lafların edilmesine hiç de gerek kalmazdı. Sizin sözcünüz söylüyor, siz söylüyorsunuz; "gecikmiş bir yasa..." Elinizi tutan mı vardı arkadaşlar?

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Korkup, getiremediniz.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Tansu Hanım yatta...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sayın Genel Başkanımız...

BAŞKAN - Sayın Gönül, teşekkür ediyorum efendim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Tansu Hanım yatta, şu anda yatta, Rodos'ta.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın Sayın Bıçakçıoğlu.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Herkesin haberi var.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - ... İşçi yasalarıyla ilgili düzenlemeleri, herhalde, sizinkinden 10 misli daha fazladır.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Aydın Doğan'ın yatında Genel Başkanın.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Üç defa uzattım, istirham ederim yani...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Şu anda yatta Genel Başkanın.

BAŞKAN - Efendim, 1 inci madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - 1475 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddeler eklenmiştir.

"MADDE 13. - Süresi belirli olmayan sürekli hizmet akitlerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.

Hizmet akdi;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan bir buçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi bir buçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,

d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,

feshedilmiş sayılır.

Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabilir.

Bildirim şartına uymayan taraf bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.

İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle hizmet akdini feshedebilir.

İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek akdi feshetmesi, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddelerinin uygulanmasına engel olmaz.

13/A maddesinin birinci fıkrası uyarınca, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin hizmet akdinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim sürelerine ait ücretin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.

Feshin geçerli sebebe dayandırılması :

MADDE 13/A. - On veya daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli hizmet akdini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.

Aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:

a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında ya da işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak,

b) İşyeri sendika temsilciliği veya işçi temsilciliği yapmış olmak, yapmak veya temsilciliğe aday olmak,

c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idarî veya adlî makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak,

d) Irk, renk, cinsiyet, medenî hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasî görüş, etnik veya sosyal köken,

e) 70 inci madde uyarınca kadın işçilerin çalıştırılmalarının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek,

f) Hastalık veya kaza nedeniyle 17 nci maddenin (I) numaralı bendinin (b) fıkrasında öngörülen bekleme süresinde işe geçici olarak devam etmemek.

İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir.

Akdin feshinde usul :

MADDE 13/B. - İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.

İşveren bakımından beklenemeyecek haller hariç olmak üzere, hakkındaki iddialara karşı savunması alınmadan bir işçinin belirsiz süreli hizmet akdi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 17 nci maddenin (II) numaralı bendinde gösterilen sebeplerle fesih hakkı saklıdır.

Fesih bildirimine itiraz ve usul:

MADDE 13/C. - Hizmet akdi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. Toplu iş sözleşmesinde hüküm varsa veya taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.

Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir.

Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.

Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları :

MADDE 13/D. - İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az altı ay en çok bir yıllık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.

İşçinin mahkeme kararının kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre içinde en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları kendisine ödenir.

Bildirim süresine ait ücret işçiye peşin ödenmişse, bu tutar yukarıdaki hükümlere göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin olarak ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.

İşçi, kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden itibaren altı iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmazsa, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukukî sonuçları ile sorumlu olur.

Birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde sözleşme hükümleri geçersizdir.

Yeni işe girme :

MADDE 13/E. - Hizmet akdi feshedilen işçi yeni bir işe girer ve mahkemece feshin geçersizliğine karar verilirse, önceki işine dönmek istemeyen işçi durumu altı iş günü içinde önceki işverenine bildirir. Yazılı olarak yapılacak bu bildirim üzerine belirsiz süreli hizmet akdi işverence geçerli bir sebeple feshedilmiş gibi sayılır ve buna ilişkin hukukî sonuçlar doğar."

BAŞKAN - 2 nci madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mukadder Başeğmez; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Sayın Başkan; sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından "Hani anlaşma vardı" sesleri)

Ne konuda anlaşmıştık?! Dünyanın her tarafında işçiler birtakım haklar alabilmek için sayısız bedeller ödemiştir, izin verin de şurada 5'er dakika konuşalım, ona da katlansınlar işveren temsilcileri, sizler; bedelsiz olmasın.

Türkiye'de, Sayın Ecevit sendikal hakları verdi, işçiler aldı; 12 Eylül geldi geri aldı, işçiler verdi; olmaz, bedelsiz olmaz, bunun demokratik bir mücadele sonucu olması lazım.

Ben, huzurunuza... (MHP sıralarından "Ne diyorsun yani?.." sesi) Ben size hiç çatmayacağım, zaten yeterince çatıyorlar. Ben genel konuşacağım.

Huzurunuza, birtakım -bu kanun iyi kanun, destekleyeceğiz; ama, söyleyecek sözümüz var, onu da söyleyeceğiz- endişelerimi, birtakım sorularımı sormak üzere çıkmış bulunuyorum. Elbirliğiyle sormamız lazım; evet, işçiler işinden kolayca atılamamalı; ama, genel ekonomik durumda işsizler ne olacak, bunu da hep beraber düşünelim, on milyonlarca insan işsiz. İşi olmayan işçinin ne hakkı olabilir? İşveren felaketteyse, işçi saadette olabilir mi? İşyeri zarardaysa, işçi kâr edebilir mi? Genel ekonomi krizdeyse, işveren de işçi de krizden kurtulabilir mi arkadaşlar? Kanun çıkarıyoruz, anayasa çıkarsanız ne olur?! Anayasamızda seyahat hürriyeti yok mu; var. Hangi işçi seyahat edebiliyor; anasının elini öpmeye gidemiyor otobüs parası bulamadığı için. Bu, seyahat hürriyetinin var olduğu anlamına gelir mi?! Anayasada tahsil hürriyeti var, tahsil hakkı, okuma hakkı; çocuklarımızı okutana kadar deveyi hendek atlatmaktan beter zahmetler çekiyoruz. Anayasada siyaset hakkı var; bir bakıyorsunuz, siyasî kurumlar hakkında, üstüne düşen düşmeyen, kimisini yasal, kimisini gayriyasal ilan edebiliyor, Demokles'in kılıcı gibi, siyasîler, üzerinde, ensesinde boza pişiriyorlar. Hangi hürriyet var?!

Peki, çok basit, sorayım: Sigortasız işçi çalıştırmak kanunlarda serbest mi; değil. Bunun kanunu var mı; var. Niye sigortasız işçi çalıştırılıyor; çünkü, atalarımız "yokluk mertliği bozar" demişler. Yok olunca, imkânlar kısıtlı olunca, işte böyle kanunların yolunu aşıyor, kanunsuzluk yapılıyor; yani, kanun tek başına yetmez arkadaşlar.

Bir de, demokrasinin az olduğu ya da olmadığı yerlerde işçi hakkı olsa bile bir işe yaramaz; Sovyetler Birliği gözümüzün önünde, bir işçi cennetiydi; ne işe yaradı?! Şunu ifade etmek istiyorum ki: Eskiler "Bade harab-ül-Basra" der; yani, Basra harap olduktan sonra!..

Bizim bir hükümetimiz vardı. Sendika temsilcileri, toplu sözleşmeler sonunda, o zamanın sayın başbakanına, barış sembolü olarak canlı kuzu hediye ediyorlardı. Herkes hakkını alıyordu, sözleşmeler tıkır tıkır işliyordu, işyerleri kapanmıyordu. Ensemizde sigara söndürüyorlardı, tanklar sokaklarda yürüyordu; ama, bu ülke ekonomik kriz yaşamıyordu, üst üste işyerleri açılıyordu. (SP sıralarından alkışlar) Sonra ne oldu; biz gittik... Nasıl gittik; demokrasidışı güçler ile birkısım işçi ve bazı işveren temsilcileri el ele kol kola girerek tanklara selam durdu, biz öyle gittik; şimdi, Bade harab-ül-Basra. Yüzbinlerce işyeri kapandı mı; kapandı. Milyonlarca insan işinden atıldı mı; atıldı. Paşabahçe'yi, daha dün, işte, herkes konuştu...

İşyerleri kapanmış "şu kadar işçiyi, memuru atacağız" diye imza atıp, IMF'ye söz vermiştiniz... Sayın Kemal Derviş, aranan kan gibi aranıyor, her gün çıkıyor "şu kadar işçiyi, şu kadar memuru atacağım" diyor, herkes alkışlıyor. Çelişkiler içerisindeyiz gibi geliyor bana; sonra "işçiler işyerlerinden atılmasınlar..." Herkes, atacağını attı; şimdi hatır gönül için zaten mecburiyetten çalıştırıyor. İşverenin ihtiyacı varsa, işçiyi niye atsın; ihtiyacı yoksa, niye çalıştırsın? Kanun zoruyla işçi çalıştırılır mı? Bu, arz talep meselesidir. Ben, bir zamanlar tekstil yapıyordum, gidip, işte, konfeksiyon işçisini, makineciyi, saat 10.00'da yatağından kaldırıp, yalvar yakar getiriyordum. Sonra da nasıl ederiz, kapatırız, bu adamı nasıl işten çıkarırız diye düşündük; bu, tamamen ihtiyaç meselesidir.

Değerli arkadaşlar, demem o ki, eğer, bir ülkede demokrasi varsa, ekonomi rayına oturmuşsa, arz-talep dengesi iyi gidiyorsa, bırakın kendi işçisini atmayı... İşte Almanya, ta Bangladeş'ten işçi getirtiyor Türkiye'den işçi götürdü. Keşke, biz, o ekonomik imkânlara kavuşsak da, bırakın Türkiye'deki kendi işçilerimizi atmayı, uzak yerlerden, Pakistan'dan, Romanya'dan işçi getirsek; öyle rekabet ortamı olsa; biz ne yapıyoruz; gecekondu tamiri... Gecekonduyu, gece alelacele yapan adam, penceresine naylon geçirir, naylon geçirmiştir; cam bulamamıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

... Naylon geçirmiştir penceresine; ertesi gün bir tabaka cam bulduysa dünyanın en mutlu insanıdır. Yakacağı olmayan adam, eğer, sobasına atacak kadar bir çaput parçası, bir lastik parçası bulmuşsa, dünyanın en mutlu insanıdır; çünkü, o gün yakacaktır, o gün camını örtmüştür. Biz de, her alanda krizde olduğumuz halde, ekonomi sıkıntı içerisinde olduğu halde, eh, bu gecekonduyu tamir edelim, naylon yerine cam koyalım, bakalım soğuktan kurtulabilecek miyiz, işçilerimiz işyerlerinden atılamasın... Eh, atılamasın!.. Hayırlı olsun, destekliyoruz

Saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, uzun zamandan beri "iş güvencesi" kavramını tartışmaktadır. Değişik hükümetler tarafından farklı dönemlerde gündeme getirilen iş güvencesi yasası, maalesef, şimdiye kadar, çeşitli baskı gruplarının etkisiyle çıkarılamamıştır. Bu anlamda, uluslararası standartlara ulaşabilmek için ülkemizde atılmış iki somut adım olarak, karşımıza, Uluslararası İşçi Kurumu (ILO) tarafından 1982 yılında kabul edilen 158 sayılı Sözleşme 1994'te Meclisimiz tarafından onaylanmıştır. İkinci somut adım olarak ise, Avrupa Birliğine sunulan Ulusal Programda, İş Güvencesi Yasa Tasarısının yasalaşması öngörülmüştür. Atılan bu adımları yasalaştırmak yoluyla son noktayı koyma iradesini göstermenin zamanı ve gerekli şartlarının oluştuğu kanısındayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İş Kanununun 13 üncü maddesinde yapılan değişiklikle, belirsiz süreli hizmet akitlerinin işveren tarafından feshedilebilmesi için, 158 sayılı ILO Sözleşmesinde belirlendiği üzere, geçerli bir sebep bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. İşçinin hizmet aktini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. "Geçerli sebep" geniş kapsamlı bir kavram olduğu için, bu düzenlemeyle, söz konusu kavrama objektif ölçülere uygun bir içerik kazandırılmaya çalışılmıştır.

2 nci maddede yapılan değişiklikle, hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı ILO Sözleşmesi, iş güvencesini, kural olarak, hizmet aktiyle çalışan bütün işçiler için öngörmekte; ancak, bu hususta belirli ölçütlere dayalı istisnalar getirilmesine de imkân tanımaktadır. Diğer ülkelerde olduğu üzere, düzenlemede, ülke ihtiyaçlarına ve kurumun özelliklerine göre sınırlı olarak istisnalara yer verilmiştir. Buna göre, 10'dan az sayıda işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler ile işyerindeki kıdemi 6 ayın altında bulunan 13, 13/A, 13/B, 13/C ve 13/D maddelerinde öngörülen koruyucu hükümlerden yararlanamayacaklardır. Çalışanlar, çalışma ortamında yarınlarından emin olmak istiyorlar; aksi takdirde, geleceği belirsizlik ve güvensizlikle kaplı olan çalışanlar umutsuzdur. İşten çıkarılmalarının işverenlerin iki dudakları arasında çıkacak keyfî bir söze bağlanmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Çalışanlar, haklı ve geçerli gerekçeler olduğunda, hizmet akitlerinin sona ermesine karşı değiller; ancak, bu konudaki belirsizliklerin giderilmesini, sosyal güvenlik anlayışı içerisinde, çalışırken de yarınlarından emin olmayı arzu etmektedirler. Bu talep, oldukça çağdaş, uluslararası ortak akla ve evrensel insan hakları standartlarına uygun bir istektir. İş güvencesi, ortaçağın feodal devletlerinde yoktu; ama, günümüzün demokratik, sosyal ve hukuk devletlerinde olmazsa olmaz bir ilkedir. Fakat, getirilen bu yasa tasarısı, ortak beklentilere karşın tüm çalışanları kapsamamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, ekonomik sorunlarla boğuşmakta, krizin yarattığı işsizlik, ekonomide küçülme ve benzeri sorunlar insanlarımızı bunaltmıştır. Böyle ortamlarda her kesimden fedâkarlık beklenmesine rağmen, genelde, işçiler mağdur olmaktadırlar. Her geçen gün ekmeklerinin küçülmesine rağmen, tamamen kaybetmemek için her türlü haklardan, insan onurundan bile kabul edilemez ödünler vermek zorunda bırakılmışlardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, öncelikle, siyasal krizi aşmalı, devlet ile halk arasındaki güvensizliği ortadan kaldırmalı; devlet, yeniden yapılandırılarak, yatırımlar artırılarak, istihdam, üretim, ihracat patlaması gerçekleştirilmelidir.

Bu yasanın iş hayatımıza hayırlı olmasını diliyorum; bu düşüncelerle, Genel Kurulu tekrar selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.

Yeni Türkiye Partisi adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al; buyurun. (YTP sıralarından alkışlar)

YTP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İş Güvencesi Yasa Tasarısının 2 nci ve en önemli maddesi üzerinde Yeni Türkiye Grubu adına söz aldım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu, yasal düzenlemenin en önemli maddesi dedim. Bu düzenleme niçin önemli; 13/A olarak düzenlenen madde şöyle: "On veya daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli hizmet aktini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır."

Yani, iş aktini feshederken, yargı yoluna başvurulduğunda, haklı sebepler göstermek zorundadır işveren. Yine, burada, 13/A'nın fıkralarında, bentlerinde düzenlenen hükümler, İş Kanununun meşhur 17 nci maddesi kıdem tazminatsız iş aktinin sona erdirilmesine dair hükümleri ortadan kaldırmıyor; ancak, bunlara sendikal faaliyetler, sendika temsilciliği gibi birtakım çekinceler koyuyor ve yargı yolu zorunluluğu getiriyor.

Burada bilmemiz gereken bir şey var: Türkiye'de, bugün, 6 000 000 civarında -Sosyal Sigortalar kayıtlarına göre 5 200 000 civarında- işçi var ve kayıtsızları da dahil edersek ülkemizde 11 000 000 civarında işçi çalışıyor. Bunların tamamı bu kapsama giriyor mu; hayır, girmiyor. Ne kadarı giriyor? Ben, size, bu konuda, ulusumuzun da bilgi sahibi olması, tutanaklarda yer alması bakımından bazı notlar ifade etmek istiyorum.

Türkiye'de şu anda 753 000 işyeri var. Bunları işletme kabul edebiliriz. Bu 753 000 işyerinin 20 000'i kamuya aittir; yani, özel sektör tarafından kurulmuş, işletilen, hayatiyeti devam eden 733 000 işyeri var. Bunların tamamı bu kapsamda mı; hayır, değil. Ne kadarı bu kapsamda? 1 işçi çalıştıran işletme sayısı 323 686'dır. Yine, bu İş Güvencesi Kanununun kapsamına girmeyen 2 ile 9 arasında işçi -yani, 10 işçinin altında işçi çalıştıran işletmeler girmiyor- çalıştıran işletme sayısı da 348 187'dir; bu durumda, 671 873 işletme iş güvencesi kapsamı dışında kalmaktadır; bu, 2,5 milyon işçi demektir. Bunu şunun için söylüyorum: İşveren örgütlerimiz veya toplum mühendisi olarak adlandırılan birtakım kişiler bu düzenlemeye karşı çıkarken, bunun sanki bütün Türkiye'deki işletmeleri ve bütün çalışanları kapsadığı gibi bir anlayışla bunu ortaya sürüyorlar; bu, doğru değildir. Tekrarlıyorum, 733 000 işletmeden 671 800'ü İş Güvencesi Yasası kapsamı dışındadır.

Tabiî ki, biz, Parlamento olarak, iş güvencesinin daha kapsamlı bir şekilde iş hukukumuzda yer alması ve çalışma yaşamının, daha özgür, daha üretken işçilerle daha verimli bir hale getirilmesi için düzenlemeler yapmalıyız. Bu düzenlemeleri, yine bu yasama döneminde kanunlaştırdığımız Ekonomik ve Sosyal Konsey çatısı altında bir uzlaşmaya vararak, işçi ve işveren temsilcileri örgütlerinin uzlaştığı, hükümetin de onlara ağabeylik yaptığı bir anlayış çerçevesinde Parlamentoya taşıyıp, herkesin daha mutlu olabileceği bir tabloyu yaratma imkânını eğer bugün elde edememişsek, bundan sonraki yasal çalışmalarımızda Ekonomik Sosyal Konseyin daha etkin bir şekilde çalışma yaşamımıza müdahalesini sağlamalıyız diyorum, tekrar, bu yasanın ulusumuza hayırlı olmasını temenni ediyor, teşekkür ediyorum. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Al.

Madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

Madde üzerinde 3 adet önerge var; geliş sıralarına göre okutup, aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/D maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

              Ekrem Pakdemirli        Ediz Hun   Ahmet Arkan

            Manisa                   İstanbul                    Kocaeli

Nesrin Nas Cengiz Aydoğan         Turhan Tayan

           İstanbul                   Antalya                       Bursa

"İşçiyi, başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en çok altı aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur."

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/C maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

 

Ekrem Pakdemirli

Ediz Hun

Nesrin Nas

 

Manisa

İstanbul

İstanbul

 

Turhan Tayan

Cengiz Aydoğan

Ahmet Arkan

 

Bursa

Antalya

Kocaeli

"Mahkeme taraflarca getirilen deliller çerçevesinde karar verir."

BAŞKAN - Üçüncü önerge en aykırı önergedir; okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/A maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

 

Manisa

Bursa

İstanbul

 

 

Ediz Hun

Ekrem Pakdemirli

Turhan Tayan

Nesrin Nas

 

Cengiz Aydoğan

Ahmet Arkan

 

 

 

İstanbul

Antalya

Kocaeli

 

"On veya daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan ve bu kanun anlamında işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli hizmet akdini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır."

BAŞKAN - Komisyon?...

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, gerekçeyi mi okuyayım?

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Pakdemirli.

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bir kanun tasarısı var önümüzde. Bu tasarı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve gönderilmiştir. Bu Bakanlığın bizim partimizle ilgili olması, onun yanlış yapmamasını gerektirmez.

Geçmişi hatırlarsanız, Bankalar Kanunu burada üç defa değiştirildi. Mera Kanunu... Yine, farklı farklı partilere mensup olan arkadaşların bakanlık yaptığı yerlerden de böyle yanlış şey gelebilir.

Bizim iddiamız şu: Bu kanunu geçirelim; ama, bazı yanlışlıklarını da düzeltelim. Düzeltelim ki, bizim ihracat potansiyelimiz geriye gelmesin, bizim iş güvenliği esnekliğimiz zarar görmesin.

Şimdi, arkadaşımız bazı rakamlar verdi, dedi ki: 2 ilâ 9 kişi çalıştıran yerlerde 2,5 milyon insan çalışıyor. Doğru; ama, o 2 ilâ 9 kişi çalıştıran işletmeler ihracat yapmıyor; ihracatı yapan, KOBİ'ler ve büyük şirketlerdir. KOBİ'lerden kastım da, 100 kişiden fazla işçi çalıştıran yerlerdir.

Unutmayın ki, önümüzdeki sene, Türkiye, dışborcuna 16 milyar dolar faiz ve anapara ödeyecektir; içborçlarını saymıyorum. Bu parayı, ihracatını geliştirirse, hizmet sektöründe atılım yaparsa ancak bulabilir. Bulmadığınız zaman ne yapacaksınız; gidip, yine, IMF'ye avuç açacaksınız. Bu, küçültücü değil midir arkadaşlar? Bizim burada yapmak istediğimiz, yanlışlıklar olmasın...

Bakın, burada 1475 sayılı Kanun bir tarif getiriyor. Nasıl tarif getiriyor; işveren temsilcisi... İşveren temsilcisinin bir tarifi var 1475 sayılı Kanunda, şimdi getirdiğimiz şekliyle ise işveren temsilcisi tek adam. Halbuki, kanun öyle değil ki, kendi içerisinde çelişki var; bunları düzeltelim diyoruz.

Verdiğimiz üç önergede de, ana yanlışlıklar değiştirilip daha mükemmel bir hale gelsin diyoruz. Yoksa, efendim, getirilen kanuna ihtiyacımız yoktur diyen yok. Baktım, bütün partiler de, evet, çıksın, 158'i imzalamışız ve onun karşılığında da içhukukumuza bu yansısın diyor. Niye biz, bir tasarıya sıkıca yapışıp, aman geldiği gibi geçsin, hiçbir değişiklik istemiyoruz diye bir tutum içindeyiz, bunu anlamak mümkün değil. Geçmişte de böyle oluyordu; yanlış kanunlar geliyor, yanlış olduğunu söylüyoruz, bile bile, tecrübelerimizden diyoruz ki, yahu, bakın, arkadaşlar bu yanlıştır, şurası dönecek diyoruz, üç ay sonra, bakıyoruz, tekrar aynı kanun gelmiş... Bu, Parlamentoyu yüceltmez. Parlamentoya ne getirirsen çıkar, evet; ama, yanlışıyla çıkar diye bir kavram oluşur insanlarımızın kafasında.

Şimdi, arkadaşımız diyor ki: "Efendim, ILO Sözleşmesi, aslında, işverene iddiasını ispat etme yükümlülüğü getiriyor." Böyle bir ILO Sözleşmesi yok. ILO Sözleşmesinin 9 uncu maddesi çok açık; İngilizcesine de baktım, Almancasına da baktım; fevkalade mükemmel. Yani, burada diyor ki: "Tek başına işçiye ispat yükümlülüğü bırakmamak için." Aslında diyor ki: Efendim, bu ispat etme yükümlülüğü işçinindir; ama, işveren de buna katılsın. Biz de diyoruz ki, mahkeme, tarafları, delillerini dikkate alsın, iki taraftan da delili alsın; bunda ne var ki?! Niye iki taraf da delil vermeyecek? Birisi bir şey söyleyecek, efendim, işveren bunu ispat etsin... Delili yok, şahidi yok, nasıl ispat edecek?! O zaman onaltı aylık tazminat versin diyorsunuz. Onaltı aylık tazminat kendi maliyetlerini yükseltecektir. O, dönüp ne yapacak; benim kendi içpazarımda tüketiciden alacak -hayatiyetini başka türlü devam ettiremez- veya ihracatını yapamayacak, içeriye dönecek ve rekabet dışında olan bir mal satacak demektir. Buradaki yanlışları elbirliğiyle düzeltelim ve gelmiş olan tasarı mutlaka doğrudur diye bir idefiks'ten de kurtulalım diyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN - Efendim, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/C maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

                            Ekrem Pakdemirli

                                         (Manisa)

                                  ve arkadaşları

"Mahkeme, taraflarca getirilen deliller çerçevesinde karar verir."

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu efendim?..

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, gerekçeyi okutayım mı efendim?

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Gerekçeyi okutun.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe :

Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğünün tamamen işverene bırakılması hukuka aykırıdır. İddiayı getirenin ispatla yükümlü olması genel bir hukuk kuralıdır. Ayrıca, 158 sayılı Sözleşme hükümleriyle bağdaşmamaktadır. 158 sayılı ILO Sözleşmesinde, ispat yükümlülüğü, getirilen deliller çerçevesinde, her iki taraf için de öngörülmüştür. Aslında, ILO Sözleşmesi, yazılış itibariyle, ispat yükümlülüğünün sadece işçiye bırakılmaması kuralıyla her iki tarafa yükümlülüğü eşit dağıtmış olmamasına rağmen, teklifimizle, bu yükümlülük, iki tarafa birden verilmiştir.

ILO Sözleşmesinin son vermeyle ilgili düzenleme madde 4, madde 5 ve madde 6'dan, sadece madde 4'le ilgili son vermede işverene ispat yükümlülüğü getirildiği unutulmamalıdır.

KOBİ'ler için fevkalade zaman yitirici olacak olan bu fıkranın teklifimizdeki gibi değiştirilmesi dahi, onların mahkeme kapılarında zaman harcamasını önleyemeyecektir.

BAŞKAN - Efendim, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Son önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle 1475 sayılı İş Kanununa eklenilen 13/D maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

                            Ekrem Pakdemirli

                                         (Manisa)

                                  ve arkadaşları

"İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en çok altı aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur."

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, gerekçeyi okutuyorum... Teşekkür ederim.

Gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe :

Bilindiği gibi ILO Sözleşmesinin 10 uncu maddesi, işe son verme işleminin haksız bulunması halinde yeterli bir tazminat veya uygun addolan bir diğer telafi biçimi kararlaştırmadan bahisle, bu tazminatın kanun tasarısındaki gibi, oniki aya kadar bir tazminatın öngörülmesi değildir.

Ülkemizde ihbar ve kıdem tazminatları girmeyi düşündüğümüz AB topluluk ülkelerinin mevzuatlarındaki miktarların neredeyse 3 katıdır.

Kanunla böyle bir sınır getirmek, yargıya da yardımcı olacaktır.

Ayrıca, bu maddenin ikinci fıkrasında, işçiye mahkeme sürecinde dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakların ödeneceği hükmünün de yer aldığı dikkate alınarak, ödenecek tazminatta bir sınır getirilmesi isabetli olacaktır.

Örnek olarak, beş yıllık kıdemi olan işçi için aşağıdaki ülkeler mukayesesine bakmakta yarar görmekteyiz:

 

 

İhbar

Kıdem

Toplam

 

Ülke

Tazminatı

Tazminatı

Tazminat

 

Belçika

28 gün

28 gün

 

Danimarka

Yasal düzenleme yok

Yasal düzenleme yok

 

Fransa

60 gün

15 gün

75 gün

 

İngiltere

35 gün

17.5 gün

52.5 gün

 

İsviçre

60 gün

Yok

60 gün

 

Norveç

30 gün

Yasal Düzenleme yok

30 gün

 

Türkiye

60 gün

150 gün

210 gün

Ayrıca, ihbar tazminatı, sözleşmenin feshi, sendika üyeliğinden veya işvereni şikâyetten kötü niyetin tespiti halinde yapılmışsa, 3 katı bir ceza, yani yukarıdaki örnekte 180 gün ilave bir tazminat gerekmektedir.

Sendikal faaliyetlerde bulunması dolayısıyla fesih söz konusu ise, yukarıdaki haklara ilave olarak en az bir yıllık tutarı kadar tazminat hükmü 2821/31-5'te mevcuttur.

İşçi temsilciliğinden dolayı fesih yapılmışsa, mahkeme işçiyi işyerine iade etmektedir.

BAŞKAN - Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 3. - 1475 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "13" ibaresi, "13, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E" şeklinde, aynı Kanunun 14 üncü maddesinin onbirinci fıkrasında yer alan "13 üncü maddenin (C) bendinde" ibaresi "13 üncü maddesinde" şeklinde değiştirilmiştir

BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun efendim.

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Konuşmuyor. Teşekkür ediyorum.

Sayın Yakın, siz de mi konuşmuyorsunuz?

GAFFAR YAKIN (Afyon) - Konuşacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Peki, siz konuşun efendim.

Yeni Türkiye Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın. (YTP sıralarından alkışlar)

YTP GRUBU ADINA GAFFAR YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim kararı alındıktan sonra bile, iş hayatımıza büyük faydalar sağlayacak ve ileride takdir edilecek böyle bir kanunun çıkması, doğru bir hareket.

Bu kanun tasarısı içeriği açısından incelendiğinde, ben, birçok yönleriyle katılıyorum, doğrudur; fakat, benim asıl vurgulamak istediğim olay şu: 1991 yılında 21 Ekim seçim kampanyaları ile hemen gideceğimiz 3 Kasım seçimleri arasında hemen paralellikler kurmaya başladım. 1991 yılındaki seçimlerde, o zamanların, bir partinin genel başkanı, her gittiği yerde "onlar kaç veriyorsa, ben beş vereceğim" diyordu, her gittiği yerde bir plaka dağıtılıyordu. Bizim Dinar'ın da plaka numarası 90'dı; hâlâ bekliyoruz. "Ötekiler ne veriyorsa fazlasını veriyorum..." İki anahtarlar, yıldızlar vaat ediliyordu. (MHP sıralarından alkışlar)

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Polatlı'nın plakası da 81 idi.

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Bugün, şimdi bakıyorum, 2002 seçimlerinden önce, bu kampanyalar, Meclisin içerisinde olmaya başladı. Herkese bir selam dağıtıyoruz; selam kanunları başladı. Plakalar dağıtmaya başladık...

Sayın milletvekilleri, seçim kararı aldıktan sonra çalışmayı çok fazla sevdik; birçok insan geliyor. Gelin, hep birlikte, şu kanunlara devam edelim; memurlarımızın maaşlarını artıralım, emeklilik yaşını düşürelim, şimdiye kadar yaptığımız ne varsa hepsinin tersini yapalım. 1990'lı yıllarda yapılan tüm faaliyetleri devam ettirelim. Emeklilerimiz sıkıntı içerisinde; niye maaşlarını artırmıyoruz?! İşçilerimizin hali perişan; yeni kadrolar verelim. Sokakta bu kadar işsiz insan var; gelin, kadro çıkaralım. Niye çalışmaya devam etmiyoruz?! Ondan sonra da, gidip seçimlerde rey almak daha kolay olur. İnsanlar derler ki "aferin size yahu! Son anda hiç olmazsa... Üç yıldır anamızı bellediniz, canımıza okudunuz..."

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, konuşmasını düzeltsin; yakışıyor mu böyle konuşmak!

GAFFAR YAKIN (Devamla) - "...bizim kemerleri sıktınız; ama, önünde sonunda yine bir şeyler verdiniz." Ha, neden; fatura da bize gelmeyecek, Yörük sırtından kurban kesiyoruz. Bu kanun çok güzel bir kanun; ama, geçerliliği ne zaman; "efendim, mart 2003'te; nasıl olsa biz gelmeyeceğiz, başkaları gelecek, başkaları ödesin." (YTP sıralarından alkışlar) Yani, böyle anlayışlarla...

Bakın, değerli milletvekilleri, Türkiye, bu idare anlayışına layık değil, hangi parti idare ederse etsin; Türkiye on yıllarını böyle kaybetti. Bugün 57 nci hükümet döneminde nasıl büyük bir ekonomik fatura ödediysek, hep birlikte nasıl fedakârlık yapmak zorunda kaldıysak, daha öncekilerin popülist politikalarından dolayı, işte bu anlayış... Türkiye'nin en önemli sorunu, yönetim anlayışı.

Doğrular var... 1980 sonrasından itibaren Türkiye'de sendikacılık ölmüştür. İnsanlar sendikaya üye olmaya korkmuşlardır, korkutulmuşlardır; taşeron işçilik yapılmıştır, ucuz işçiliğe gidilmiştir; ama, Türkiye'de dışarıdan gelen insanlar da vardır, 1 milyona yakın kaçak işçi var bir de. Diğer taraftan, sanayide verimlilik düşüktür, rekabet gücümüz kalmamıştır; işçilerden kesintiler fazladır, işçilerimizin maliyeti yüksektir, çok fazla SSK primidir, diğer primlerdir kesilmektedir; kayıtdışı ekonomi vardır... İnsanlarımız rekabet edemiyor ki, bir tarafta her şeyini kuralıyla yapan işveren var, öteki tarafta hiçbir şeyi kayıt içerisinde olmayan insanlar var; kayıtdışı, haksız bir rekabet yapmaktadır. Bugün, Türkiye'nin en önemli sorunu yatırımdır. İşsizlik, en büyük sorundur. Hepimizin kapısında işsizler var.

Değerli milletvekilleri, işçilerimiz de yerden göğe kadar haklıdır, işverenlerimiz de yerden göğe kadar haklıdır. Çözüm: Devlet, önce devlet olacak.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Cem Uzan gibi konuşuyorsun!

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Gerçek bir yönetim anlayışıyla, çağdaş bir yönetim anlayışıyla, ciddî devlet adamlığı yönetimi anlayışıyla Türkiye'nin idare edilmesi gerekir. Bunun için, doğruları yapacaktır. Doğrular nedir?.. Biz sosyal ekonomik konseyi niye kurduk, niye çalıştırmıyoruz? Niye işçiler ile işverenleri bir araya getirip bütün meseleleri çözdürmüyoruz? Niye seçimlerden önce yapıyoruz senelerce bekledikten sonra? Bunların hesaplarını veremeyiz.

Doğrusu nedir?.. Evet, bu kanunun tümüne katılıyorum. Bu kanun, işçilere sendika hakkı vermektedir, patronların istediği zaman işçileri kapı dışarısına bırakmasına engel olmaktadır; ama, Türkiye'nin genel menfaatları açısından bakıldığında, kıdem tazminatı fonuyla birlikte, esnek çalışmayla birlikte gelmek zorundadır.

Yatırımların önü açılmalıdır. Nerede kaldı, kırk günde insanlara hemen yatırım imkânı veriyorduk? Pösteki saydırmayacaktık, bürokratik engeller çıkarmayacaktık...

Değerli milletvekilleri, her şeyi, bekliyoruz, bekliyoruz, seçimden önce yapıyoruz. İnanın, bu kanun iyi olmasına rağmen, bu kanunun hiçbirimize bir faydası olmayacaktır. İnsanlar, iş işten geçtikten sonra bir değer vermeyeceklerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - İşçilerimize faydası olsun kâfi, size olması önemli değil. (MHP sıralarından alkışlar)

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Gelecek iktidarlara fatura edilmek üzere Yörük sırtından... Bizim işçilerimiz de zekidir. Seçim meydanlarında gidip göreceğiz nasıl olsa.

Benim sıkıntım, bu yönetim anlayışını doğru bulmuyorum. Bu kanun doğrudur; ama, bu yönetim anlayışı doğru değildir. Bu yönetim anlayışıyla biz Türkiye'yi on yılda bir yere getiremedik, bu yönetim anlayışıyla 21 inci Yüzyılda Türkiye'yi layık olduğu yere getiremeyiz. İnşallah, 3 Kasım seçimleriyle bu yönetim anlayışını Türk Milleti sona erdirecektir ve layık olduğu noktaya götürecektir.

Hepinize saygılar sunarım. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - İnşallah, 3 Kasımdan sonra gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri de tüzük ve kaidelere uyar.

Teşekkür ediyorum efendim.

3 üncü madde üzerinde 1 adet önerge vardır; okutup işleme alacağım :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

              Ekrem Pakdemirli   Turhan Tayan

            Manisa                       Bursa

Nesrin Nas          Ahmet Arkan

           İstanbul                    Kocaeli

Cengiz Aydoğan

Antalya

Madde 3.- 1475 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "13" ibaresi, "13, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E" şeklinde; aynı kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır" ibaresi "feshedilmesi veya işçinin  ölümü sebebiyle son bulması hallerinde üç yıldan fazla çalışmış olmak şartıyla işe başladığından itibaren her tam yıl için işçiye 15 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır"; onbirinci fıkrasında yer alan "13 maddenin (C) bendinde" ibaresi "13 üncü maddesinde" şeklinde değiştirilmiştir.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, bir şey anlamadık. Arkadaşımız önergeyi doğru dürüst okusun.

BAŞKAN - Ben ikaz ettim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Kimse bir şey anlamadı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim, anlamakta zorluk çektiğim için katılamıyorum.

BAŞKAN - Efendim, komisyonun önünde önerge vardı. Grup başkanvekillerinin bu itirazı...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, bu işin bir ciddiyeti var, doğru dürüst okunsun.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Burada var; ama, bizde yok. Olur mu böyle, yakışır mı Sayın Başkan?

BAŞKAN - Yine başa döndük.

Hükümet önergeye katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Efendim, tabiî, keşke bu önergeler komisyon çalışmaları sırasında verilmiş olsaydı, zannediyorum ki, komisyonda bunları enine boyuna değerlendirmek imkânı bulunabilirdi; ancak, burada çok aniden gündeme geldiği için ve bu önemli yasada aslında belki önemli değişiklikler getiren bu önergelere katılmamız mümkün olmuyor.

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, gerekçeyi mi okutayım?

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe :

Kıdem tazminatı tutarı, üç yıldan fazla çalışmış olmak kaydıyla çalışılan her tam yıl için işçinin 15 günlük ücreti tutarı olarak belirlenmiştir.

Kıdem tazminatı tutarının 15 günden 30 güne çıkarılması ve hak kazanma süresinin 3 yıldan 1 yıla indirilmesine ilişkin kanun değişikliği gerekçesinde "Kıdem tazminatı müessesesinin henüz işsizlik sigortasının da kurulmadığı göz önünde tutularak bu konunun sözü geçen sigortanın kuruluşu sırasında tekrar ele alınması uygun görülmüştür" ifadesine yer verilmiştir. İşsizlik sigortasının 4447 sayılı Kanunla devreye girmesiyle kıdem tazminatının eski haline getirilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Kıdem tazminatının eski hale gelmesinde dahi, AB topluluğunun ihbar ve kıdem tazminatları ortalamasının çok üzerindeyiz. Beş yıllık bir işçinin alacağı teklifimize göre kıdem ve ihbar tazminat toplamı 135 günlük çalışması eşdeğerinde olacaktır. Avrupa ülkelerinden Belçika, Fransa, İngiltere, İsviçre, Norveç'in aynı durumdaki ortalaması 49 gün olduğu unutulmamalıdır.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum efendim :

MADDE 4. - 1475 sayılı Kanunun 17 nci maddesine aşağıdaki bent eklenmiştir.

"IV. - İşçi, feshin (I), (II) ve (III) numaralı bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 13, 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir."

BAŞKAN - Efendim, madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Önerge de yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum efendim :

MADDE 5. - 1475 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Toplu işçi çıkarma

Madde 24. - İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri ve işin gerekleri sonucu topluca veya bir ay içinde toplam en az on işçinin iş akdini feshetmek istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika temsilcilerine veya işçi temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirir.

Bu bildirimde işçi çıkarmalarının sebepleri, çıkarılacak işçi sayısı ve grupları ve işe son verme işlemlerinin ne kadarlık bir zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin bilgilerin bulunması zorunludur.

Bildirimden sonra temsilcilerle işveren arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın önlenmesi ya da çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler açısından olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır. Görüşmelerin sonunda toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir.

Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi çıkarma isteğini bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.

İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve devamlı suretle faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az otuz gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek ve işyerinde ilan etmekle yükümlüdür.

Mevsim ve kampanya işlerinde çalışan işçilerin işten çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin niteliğine bağlı olarak yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler uygulanmaz.

İşveren, toplu işçi çıkarılmasına ilişkin hükümleri 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddeleri hükümlerinin uygulanmasını engellemek amacıyla kullanamaz; aksi halde işçi sözü edilen maddelere göre dava açabilir."

BAŞKAN - 5 inci madde üzerinde, Sayın Hatiboğlu?.. Teşekkür ederim efendim.

5 inci madde üzerinde söz isteyen yok; Sayın Hatiboğlu da çekti.

5 inci madde üzerinde önerge var efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 5 inci maddesi ile 1475 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesinde yapılan değişikliğin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilerek kabulünü arz ve teklif ederiz.

 

Ekrem Pakdemirli

Nesrin Nas

 

Manisa

İstanbul

 

Turhan Tayan

Cengiz Aydoğan

 

Bursa

Antalya

Ahmet Arkan

 

 

Kocaeli

 

 

Fıkra: İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu otuz gün içinde; yirmi ile yüz işçi çalıştıran işyerlerinde en az 10, yüzbir ile üçyüz işçi çalıştıran işyerlerinde en az işçi sayısının yüzde 10'u, üçyüzbir'den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az otuz işçiyi işten çıkarmak istediğinde, bunların adlarını ve nitelikleri ile çıkarma gerekçelerini, zorunlu haller hariç, ilgili bölge müdürlüğüne ve İş Kurumu'na önceden bildirir.

Anlaşıldı herhalde değil mi efendim?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Anlaşıldı Sayın Başkan; teşekkür ederiz.

BAŞKAN - Rica ederim.

Komisyon?.. Anlaşıldı herhalde ifade...

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Anlaşılıyor Sayın Başkan; ama, Sayın Bakanın dediği gibi, madem bu kanun bu kadar önemliydi de, niye bu arkadaşlarımız, biz, komisyonda bunun üzerinde çalışırken, bunun üzerinde konuşmadılar. Bu tasarıları...

Ben, katılmıyorum efendim.

BAŞKAN - Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Söz konusu önerge, aslında, maddeyi daha düzgün bir hale getirmektedir ve aynı zamanda Avrupa Birliği normlarına da bir uygunluk sağlamaktadır.

Dolayısıyla, hükümet olarak bu önergeye katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, gerekçeyi okuyayım müsaade ederseniz; hükümet katıldı. Lütfen...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan,müsaade eder misiniz...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Kanun teklifleri sadece komisyonda düzeltilmez, Genel Kurulun da önergeyle düzeltme hakkı vardır.

BAŞKAN - Doğru efendim, tabiî...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Bu gerekçeyle önergelerin reddedilmesini doğru bulmuyorum efendim.

BAŞKAN - Zaten kabul ediyor hükümet efendim.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Bakan da biraz önce aynı gerekçeyle önergeyi reddetti, şimdi Komisyon Başkanı da...

BAŞKAN - Efendim, şimdi değiştirdi, teşekkür ederim.

Gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe: Madde metni Avrupa Birliğine ait 98/59 sayılı Yönerge hükümleri çerçevesinde değiştirilmiştir. Yönerge hükümleri bu değişiklikle aynı ifade ve kıstasları taşımaktadır.  Diğer taraftan, mevcut tasarıda işçi sayısı ne olursa olsun, 10 işçi çıkaran her işletme toplu işçi çıkarma kapsamı içinde değerlendirilmektedir.

Ancak, çalıştırdığı işçi sayısının yüzleri, hatta binleri geçen bir işletmenin 10 ve daha fazla işçi çıkarması halinde yine bu maddeyle getirilen yükümlülüklere tabi olmasını öngörmek işletmelerin belirli dönemlerde hızla hareket etmelerini önleyecektir. Tasarıyla getirilmek istenilen hüküm nedeniyle, işçi sayısı fazla olan işletmeler açısından çıkarılan her 10 işçi için toplu işçi çıkarma kurallarını uygulama zorunluluğu doğacaktır. Bu nedenle, maddede işçi sayıları kriter olarak 98/59 sayılı AB Yönergesi hükümlerine paralel olarak; 20-100 işçi çalıştıran işyerinde en az 10, 101-300 işçi çalıştıran işyerlerinde işçi sayısının en az yüzde 10'unu, 301-daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az 30 işçi ayrımına gidilmiştir. AB'nin 98/59 sayılı Yönergesini bu günden kabullenerek iş hukukumuza almak, ikinci bir değişikliği şimdiden önlemek olacaktır. 

BAŞKAN - Komisyonun kabul etmediği, hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.

5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum :

MADDE 6. - 1475 sayılı Kanunun 98 inci maddesinin (A) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan "13 üncü maddenin (A) bendinde" ibaresi, "13 üncü maddede" şeklinde, aynı maddenin (B) bendinde yer alan "24 üncü maddesindeki hükümlere aykırı olarak işçi çıkaran veya işyerine yeni işçi alan işveren veya vekiline işten çıkardığı veya işe aldığı her işçi için" ibaresi "24 üncü maddesindeki hükümlere aykırı hareket eden işveren veya vekiline" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu?..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yok efendim.

BAŞKAN - Peki efendim, teşekkür ederim.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 7. - 1475 sayılı Kanuna aşağıdaki madde eklenmiştir.

"EK MADDE 4. - Tarımdan sayılan işlerde çalışanların, çalışma koşullarına ilişkin hükümleri, hizmet akdî, ücret, işin düzenlenmesi ile ilgili hususlar altı ay içinde çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir."

BAŞKAN - 7 nci madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 8. - 1475 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 13. - İşyeri temsilcileri ile ilgili olarak yeni bir düzenleme getirilinceye kadar, işyerinde sendika temsilcilerinin bulunmadığı hallerde, o işyerinde çalışan işçiler tarafından 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 34 üncü maddesinde belirlenen sayıda seçilecek işçi temsilcileri görev yaparlar."

BAŞKAN - 8 inci madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi okutuyorum :

MADDE 9. - 5.5.1983 tarihli ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 30 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 30. - İşyeri sendika temsilcisinin belirsiz süreli hizmet akdinin işveren tarafından feshinde 1475 sayılı İş Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.

Temsilcinin hizmet akdinin sadece temsilcilik faaliyetlerinden dolayı feshedilmesi halinde, 1475 sayılı Kanunun 13/D maddesinin birinci fıkrası uyarınca en az bir yıllık ücreti tutarında tazminata hükmedilir.

İşveren, yazılı rızası olmadıkça işyeri temsilcisinin çalıştığı işyerini değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde değişiklik geçersiz sayılır."

BAŞKAN - 9 uncu madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi okutuyorum :

MADDE10. - 2821 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"İşverenin, hizmet akdinin feshi dışında, üçüncü ve beşinci fıkra hükümlerine aykırı hareket etmesi halinde, işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedilir. Sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlerden dolayı hizmet akdinin feshi halinde ise, 1475 sayılı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E madde hükümleri uygulanır. Ancak, 1475 sayılı Kanunun 13/D maddesinin birinci fıkrası uyarınca ödenecek tazminat işçinin bir yıllık ücret tutarından az olamaz.

854 sayılı Deniz İş Kanunu, 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun ile 818 sayılı Borçlar Kanununa tabi olan işçiler ve tarımdan sayılan işlerde çalışanlar ile 1475 sayılı Kanunun 13/A maddesinin birinci fıkrası uyarınca, aynı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D ve 13/E maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçinin sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlerden dolayı hizmet akdinin feshi iddiası ile açacağı davada, ispat yükümlülüğü işverende olmak üzere 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun genel hükümleri uygulanır. İşçiye ödenecek tazminat miktarı için, altıncı fıkra hükmü esas alınır.

İşçinin iş kanunları ve diğer kanunlara göre haiz olduğu bütün hakları saklıdır."

BAŞKAN - 10 uncu madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 11. - 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendi, ikinci fıkrasının (c), (ç) ve (d) bentleri, ek 3 üncü maddesinde yer alan "2 numaralı bendi ile" ibaresi ve geçici 4 üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - 11 inci madde üzerinde söz isteyen?..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, 11 inci madde üzerinde sözcümüz var; Sayın Cevat Ayhan konuşacaklar.

BAŞKAN - 11 inci madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; iş güvencesi yasası isimli bir yasayı çıkarıyoruz. Uzun süre tartışıldı. Sayın Bakan, müstafi Bakan ve işverenler tarafından, sendikaların, işçi temsilcilerinin ısrarıyla ve işverenlerin de bazı itirazlarıyla, alelacele çıkarıyoruz; hayırlı olsun.

Tabiî, iş güvencesi mühim bir düzenlemedir. Görüyoruz ki, birçok işyerinde, maalesef, kıdemli işçiler çıkarılmakta, asgarî ücretli yeni işçiler alınmakta ve çıkarılan işçiler mağdur olmakta, işçi-işveren münasebetleri de, bir hercümerç içinde devam etmektedir. Bunun bir düzene kavuşturulması ihtiyacı vardır; ancak, böyle mühim bir kanunun, maddelerin müzakeresine dahi imkân vermeyecek bir anlayışla, alelacele geçirilmiş olmasını da doğru görmüyorum.

Biraz önce, Sayın Pakdemirli'nin vermiş olduğu önergelerden son verilen önergeyle ilgili değişikliğin yapılması gerekirdi. 50 kişi çalışan işyeriyle 2 000 kişi çalışan işyerini, aynı şekilde, 10 kişilik sayıya bağlamak, mantıklı da değil, doğru da değildir. Yani, tabiî, bir işyerinde işçiyi korurken, işyerinin düzenini de koruyucu bir yaklaşım içinde olunması gerekirdi. Bu kanun tasarısının, bir yıldan beri, Meclisin rahat bir zamanında müzakere edilip çıkarılması gerekirdi. Şimdi, bir taraftan seçime gidiyoruz, Meclis tatile girmiş, olağanüstü bir toplantıda bunu görüşüyoruz, gece yarısı görüşüyoruz, tazyik altında görüşüyoruz. Kimin tazyiki; bizzat üyelerin tazyiki, "bir an önce bitsin de gidelim" şeklinde bir tazyik. Yani, özürlü bir kanun çıkarıyoruz; onu söylemek istiyorum.

Önümüzdeki seçimden sonra gelecek Meclisin ve gelecek hükümetin, bu kanunu tekrar ele alıp, hem işçiler hem de işverenler için faydalı olacak, eksik olan düzenlemeleri ele alıp, tekrar çıkarmasında fayda var.

Söz aldığım madde, birtakım iptallerle ilgili olduğu için, basit, teknik bir düzenlemedir, madde üzerinde konuşmadım; ama, bu genel mülahazamı da ifade etmek istedim.

Türkiye'nin bugün temel meselesi, tabiî, bir taraftan işi olanların işini kaybetmemesi, öbür taraftan da işsiz insanların işe kavuşmasıdır. Üzüldüğümüz bir noktadayız; yani, fabrikaların kapandığı, mevcutların yurtdışına gittiği bir ortamı süratle değiştirip, Türkiye'nin, tekrar, yatırım yapılan, üretim yapılan, insanların iş bulma umudu olan bir ülke haline gelmesi lazım. Aksi takdirde, insanlarımız umudunu kaybetmiş, gidecek yer arıyor, kaçacak yer arıyor; zaten konsoloslukların önüne gittiğiniz zaman, binlerce insanın sabah saatlerinde, çok erken saatlerde kuyrukta beklediğini görüyorsunuz; bunlar Türkiye için çok kötü bir tablodur, süratle bunu değiştirecek bir iradenin ortaya çıkması lazım.

Bu IMF reçeteleri bizi nereye götürdü, nereye götürmedi, neyi yaptık, neyi yanlış yaptık, herhalde bu seçimde de bunları çok konuşacağız; seçimden sonra gelen hükümetler de çok konuşacak; ama, Türkiye bu borç baskısı altındayken, bu ödeme zorluğu altındayken, bu meseleleri de kolay kararlaştıramayacak. İktisadî meseleler çok dikkat istemekte, önceden değerlendirme istemekte, önceden tedbir istemektedir. Bunları yapamadığımız takdirde, bu borç kıskacından çıkamadığımız sürece çalışan insanlara daha iyi bir gelecek ortaya koymamız mümkün değil.

Bugün en büyük felaket Türkiye'de, işsizliktir, işini kaybetmiş olmaktır; toplum düzeni sosyal yönden, iktisadî yönden çökmekte, aileler ve insanlar büyük psikolojik sıkıntılara, çöküntülere maruz kalmaktadır. Bunun tedbirlerini, dileyelim ki, bundan sonra gelecek olan hükümetler ortaya koysun; iş barışı kadar, iş de mühimdir, iş bulabilmek de mühimdir.

Şunu da ifade edeyim; tabiî, Türkiye'de işçi ücretleri aslında yük değildir. Bugün en son asgarî ücrete göre de toplam ücret, işverene maliyet 300 000 000 liradır, aynı işçi maliyeti Almanya'da 3 000 000 000 liradır, diğer ülkelerde 3- 4 milyar lira mertebesinde.

Bizim, üretimde de katma değeri yüksek mallara doğru yönelmemiz lazım; işçilik ücretini düşük tutarak rekabet kabiliyeti kazanmak mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Yani, bundan sonra önümüzdeki mesele, hükümetin, ne yapıp yapıp, kaynak bulup, sanayide, üretimde, teknoloji yenilemesine, verimliliğe, katma değeri yüksek malların üretimine doğru bir istikamette yol alması gerekir; özel sektörle beraber bu projelerin dikkatle uygulanması gerekir. "İşçilik ücreti yüksektir" iddialarıyla ne işveren ortaya çıkabilir ne de bu ücretlerle bu insanlar çalışabilir. Bugün asgarî ücret felaket bir ücrettir, kimsenin bununla geçinmesi mümkün değil.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

1 adet önerge vardır; okuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 11 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                 Nejat Arseven

                        Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

“Madde 11.- 25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendi '50'den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım işlerinin yapıldığı iş yerlerinde' şeklinde değiştirilmiştir."

Komisyon?..

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi okuyorum :

"Gerekçe :

Ülkemizin tarım sektöründe, ekonomik olarak genellikle çok küçük ölçekli işletmelerin bulunması sebebiyle, tarım işyerlerinin tamamında İş Kanunu hükümlerinin uygulanmasının getireceği güçlükler dikkate alınarak (50) işçi çalıştırma kriteri getirilmiştir."

Komisyonun takdire bıraktığı hükümetin önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 12. - 13.6.1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunun değişik 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"1475 Sayılı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E maddeleri kıyas yoluyla uygulanır."

BAŞKAN - 12 nci madde üzerinde, Yeni Türkiye Partisi adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al.

Buyurun Sayın Al. (YTP sıralarından alkışlar)

YTP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul) -Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tasarının 12 nci maddesi, Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunu, yani basın işçilerini bu iş güvencesi yasası kapsamına dahil eden bir maddedir. Bu maddenin bir eksiği var, onu da tamamlamak üzere bir önerge vermiş bulunuyoruz.

Şuna dikkatinizi çekmek istiyorum değerli arkadaşlarım: 1961 yılında Millî Birlik Komitesi tarafından çıkarılan 212 sayılı Yasa, basın çalışanlarına, bugün için bile çağdaş sayılabilecek çok önemli haklar getirmişti; 212 sayılı Yasa 5953'e ilave edilmiş ve basın çalışanları çalışma yaşamında müstesna bir yer edinmişlerdi; ancak, aradan geçen kırkbir yılık süre içerisinde, maalesef, basın çalışanları, İş Kanununun bugün getirdiği hükümlerin bile daha gerisinde bir konuma itilmiştir, tamamen iş güvencesinden yoksun hale getirilmiştir ve maalesef, bunun bir bölümü de yargı kararlarıyla sağlanmıştır.

Tasarının bu maddesiyle, 1475 sayılı İş Kanununa tabi genel - iş kolundaki işçilerle aynı haklar veriliyor, yani öyle önemli bir şey sağlamış olmuyoruz.

Bir konuyu daha dikkatlerinize sunmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, sadece çalışanlara güvence sağlayarak, üstelik de bunu bir seçim arifesinde yaparak, görevimizi yapmış sayılamayız. Hiç kimse, kendisini huzur içinde hissetmesin. Bu ülkede milyonlarca işsiz yurttaşımız var ve hayat pahalılığının en acımasız şekilde yıkıp geçtiği kesim, işsizlerimizdir. Kentlerin kenarlarında kaderleriyle yüz yüze bırakılan, ulusal kaynaklarımız değerlendirilemediği için Anadolu'dan büyük kentlere göç etmek zorunda bırakılan yurttaşlarımıza ne diyeceğiz; çalışanlara güvence sağladık mı diyeceğiz?!

4325 sayılı Kanunun kalkınmada öncelikle yörelere getirdiği hakları ulusal kaynaklarımızın değerlendirilmesi için Maden Yasası kapsamına taşıdığımız için bizi eleştiren arkadaşlarımız, acaba, bu ülkedeki milyonlarca işsize, işsiz arkadaşlarımıza, işsiz kardeşlerimize, milyonlara, emek-yoğun sektörleri desteklediğimiz için bizi bu konuda mahkûm etmelerini nasıl izah edecekler?

Bizim yapmamız gereken, içi boş nutuklarla, seçim öncesi, açıktan atamaları açıp, bugüne kadarki ilkelerimizi yıkıp geçmek değildir. Bizim yapmamız gereken, emek-yoğun sektörleri desteklemek, teşvik etmek, üretimi, istihdamı artırmaktır; ulusal kaynaklarımızın değerlendirilmesine baş koymaktır; bunun için mücadele etmektir, proje üretmektir, iş üretmektir, söz üretmektir. Bizim yapmamız gereken... Tek bir şey söyleyeyim sizlere arkadaşlarım: Elazığ ferrokrom tesislerinde, 1 100 işçi arkadaşımız, birbuçuk yıldır boş oturuyor; hangimiz başını çevirip baktı; bunları nasıl üretken hale getiririz, ekonomiye kazandırırız diye kim ilgilendi bunlarla; biz ilgilendik ve hükümetimize sunduk; ne yapıldı; hangi tedbiri getirdiniz? Biz, 4325 sayılı Kanunun bazı hükümlerini, bu emek-yoğun sektörlerde işsiz vatandaşlarımıza iş olarak, halkımızın refahını artıralım diye getirdik; bununla bizim mahkûm etmek yerine, şu tabloyu değiştiremez miydiniz; değiştiremez miyiz?

Bakınız, 770 dolara ferrokrom üretiyoruz, 300 dolara satıyoruz. 1 ton ferrokromda...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Daha önce verseydiniz.

EROL AL (Devamla) - Biz bunu altı ay önce verdik arkadaşım.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Bir ay önce neredeydiniz?

EROL AL (Devamla) - Altı ay önce verdik biz bunu. Dinle, dinle. Dinlemesini öğren....

BAŞKAN - Sayın Güler, karşılıklı konuşmayın.

EROL AL (Devamla) -Dinlemesini öğrenin, lütfen.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Kimi kandırıyorsun?!

EROL AL (Devamla) - Kimseyi kandırmıyorum. Sen kendi işine bak.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Öyle, boş nutuklarla bu iş olmaz.

EROL AL (Devamla) - Kimin kimi kandırdığını biliyor vatandaş.

Emek/yoğun sektörleri teşvik ederek, Türkiye'nin işsizlik sorununu, üretim sorununu çözebiliriz.

MEHMET DÖNEN (Hatay) - Bize niye bakıyorsun; o tarafa bak.

EROL AL (Devamla) - Ee, canım, burada da bir moda çıktı şimdi, kime baktım; herkes üstüne bir şey alınıyor.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Bana bak, bana bak.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

EROL AL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, biz, işçilik maliyetini, enerji maliyetini, hammadde maliyetini, taşıma maliyetini teşviklerle, özellikle ulusal kaynaklarımızı değerlendireceğimiz, yeraltı kaynaklarımızı değerlendireceğimiz sektörlerde teşvik etmezsek, bu yaptıklarımızın hiçbiri bir işe yaramaz ve hiç kimseye, çocuklarımıza da bunun hesabını veremeyiz.

Bunları yapmamız gerektiğini bir kez daha vurguluyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (YTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Şen'de.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 11 inci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, her sosyal hadisenin sosyal tarafları vardır. Bir sosyal hadise gündeme geldiğinde, bu hadisenin çözümü, sosyal tarafların bir masa etrafında bir araya gelerek, konuyla ilgili bir uzlaşma ve mutabakata varmasından geçmektedir. Aksi takdirde, sosyal hadisenin, ilgili sosyal tarafları tatmin edici şekilde çözümü mümkün olamaz ve konu, zamanla, sosyal bir yara halini alır.

Bu düşünceden hareketle, çalışma hayatımızın da iki önemli sosyal tarafı vardır; bunlar işçilerimiz ve işverenlerimizdir. Çalışma hayatımızla ilgili her konuda, mutlaka bu iki sosyal grubun mutabakatı aranmalıdır.

Bugün, çalışma hayatımızla ilgili çok önemli bir yasa tasarısı görüşülmektedir. İşçi arkadaşlarımız ve onların örgütlü güçleri olan sendikalar, bu kanunun çıkarılmasını istemekte ve beklemektedirler. Buna karşılık, işverenlerimiz de bu kanunun çıkışından endişe duymaktadırlar. Bu kanunla, öncelikle, sebepsiz yere, keyfî olarak işten çıkarılmalar son bulacak, işten çıkarmalar kurallara bağlanacak ve bugüne kadar örgütsüz bulunan tarım ve orman işyerlerinde çalışan işçiler de 1475 sayılı İş Kanunu kapsamına alınacaktır. Dolayısıyla, çıkaracağımız bu kanun, gerekli ve faydalı bir kanundur.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede, işçilerimizin, anayasal hakları olan sendikalara üye olma haklarını kullanamadıkları bir vakıadır; hatta, işe girerken, sendikalara üye olup olmama hususu, pazarlık konusu yapılabilmektedir. Kendi seçim bölgemde, yani Bursa'da, sendikalara üye oldukları için işten atılan ve fabrika önlerinde günlerce eylem yapan işçi arkadaşlarımızın varlığı, inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bu manada, çıkaracağımız bu yasanın -işten çıkarmaların, haklı bir sebebe, gerekçeye dayandırılması bakımından- faydalı olduğuna ve olacağına inanıyorum. Elbette, verimsiz ve yanlış davranışlara sahip işçiler işten çıkarılmalıdır; ancak, keyfî işten çıkarmalara da son verilmelidir.

Diğer taraftan, bu yasa tasarısından rahatsız ve tedirgin olan işverenlerimizin de seslerine kulak verilmelidir. 1964 yılında, merhum İsmet İnönü döneminde, kıdem tazminatı müessesesinin -işsizlik sigortasının da kurulmadığı göz önünde tutularak- bu konunun, sözü geçen sigortanın kuruluşu sırasında tekrar ele alınmasıyla ilgili bir kanun çıkarılmıştı.

57 nci hükümet döneminde, çalışma hayatıyla ilgili önemli adımlar atılmıştır; önce, kamu görevlilerine sendika yasası çıkarılmış, sonra, sosyal güvenlik reformu ve işsizlik sigortası da bu manada çıkarılmıştır. Bu yasaların tamamlayıcı ayaklarından birisi de, görüşmekte olduğumuz iş güvencesi kanun tasarısıdır. Bunlar, çok önemli yasalardır; ancak, işsizlik sigortası çıkarıldığı halde, kıdem tazminatı müessesesinin gözden geçirilmemesi, işverenlerimizi endişeye sevk etmektedir. Keşke, bu yasa tasarısıyla birlikte, kıdem tazminatını yeniden düzenleyen bir yasa tasarısını da görüşebilseydik; kısacası, çalışma hayatıyla ilgili düzenlemeleri topyekûn elden geçirebilseydik.

Sayın milletvekilleri, bu yasa, çalışma hayatımızın Avrupaî normlara  uydurulmasıyla ilgili önemli bir yasa olacaktır. Avrupa Birliğine girme adına, geçtiğimiz hafta sonu bu salonu doldurup sabaha kadar mesai yapanların, Apo'yu kurtarmak için âdeta nöbet bekleyenlerin, sıra Türk işçisine gelince ortada görünmemelerini de, doğrusu anlayamıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, her şeye rağmen, görüşmekte olduğumuz iş güvencesi yasa tasarısının olumlu bir yasa olduğu düşüncesiyle, çalışma hayatımızla ilgili yapılması gereken yeni iş kanununun, büyük reformların, 3 Kasım seçimlerinden sonra kurulacak Milliyetçi Hareket Partisinin tek başına iktidarında çözüleceği umuduyla, yasanın çalışma hayatımıza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - 12 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

12 nci madde üzerinde 2 adet önerge verilmiştir; yalnız, mahiyet itibariyle aynı olduğu için birleştiriyorum; isimlerini okuyacağım :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 893 sıra sayılı İş Kanunu ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 12 nci maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini saygılarımızla arz ederiz.

'1475 sayılı Kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E ile 24 üncü maddeleri hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.'

 

Masum Türker

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

İstanbul

İstanbul

 

Nazif Okumuş

Nihat Gökbulut

 

İstanbul

Kırıkkale

Mustafa Vural

 

 

Antalya

 

 

Diğer önergenin imza sahipleri:  Kocaeli Milletvekili Turhan İmamoğlu, Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu, İstanbul Milletvekili Erol Al, Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan, Eskişehir Milletvekili Mahmut Erdir.

Bu önergelere Komisyon katılıyor mu efendim?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim, çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara)- Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Gerekçesini mi okuyalım efendim?

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Gerekçenin fotokopisi çok kötü olduğu için, Sayın Türker, bir dakika gelip izah eder misiniz... Uzatmayacağınızı biliyorum efendim. Gerekçelerin yazısı çok kötü olmuş.

Buyurun.

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, bugün kabul ettiğimiz maddelerden toplu çıkarma maddesi, kıyasen basın çalışanlarına konulmamıştır; önergemizde, mevcut maddelere ilaveten 24 üncü madde de ekleniyor.

Saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Al, sizin gerekçenizi okuyayım; sizinki okunaklı.

Erol Al ve arkadaşlarının önergesinin gerekçesi :

"İş Kanununun toplu işten çıkarma hükmünde 5953 sayılı Kanuna kıyas yoluyla uygulanması amaçlanmıştır."

Hükümetin kabul ettiği, komisyonun takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

13 üncü madde olarak, 12 nci maddeden sonra gelmek üzere yeni bir madde ilavesine ilişkin önerge vardır; okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 893 sıra sayılı kanun tasarısına 12 nci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Gönül Saray Alphan

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

 

Amasya

Bartın

 

Turhan İmamoğlu

Mahmut Erdir

 

Kocaeli

Eskişehir

Erol Al

 

 

İstanbul

 

 

Madde 13. Bu kanunun 13/A, 13/B, 13/C, 13/D, 13/E ve 24 üncü madde hükümleri 854 sayılı Deniz İş Kanunu kapsamında istihdam edilen işçilere de kıyas yoluyla uygulanır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu, yeni madde ihdasına dair bir önergeydi.

Malumları olmak üzere "görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır" hükmü, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrasının hükmüdür.

Bu nedenle, önergeyi okuttum; komisyona soracağım; Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 13 üyesiyle katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım efendim.

Şimdi, önergeyi okuttum; Komisyona soruyorum; katılıyor musunuz efendim?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Efendim, şu anda 25 üyenin salt çoğunluğunun olup olmadığını tespit edemeyiz. Müsaade ederseniz, toplayalım arkadaşları, soralım.

BAŞKAN - Efendim, arkanızda yoksa, yoktur; varsa, vardır.

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Yoktur o zaman; katılamıyoruz.

BAŞKAN - Mühim olan, arkanızdaki çoğunluk.

Efendim, önergeyi işlemden kaldırıyorum.

EROL AL (İstanbul) - Sayın Başkan, arkadaşlarımız buradaysa, otursunlar...

BAŞKAN - Sayın Al, geçti efendim.

Sayın milletvekilleri, 2 adet daha önerge var.

Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük ve arkadaşlarının, Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün ve arkadaşlarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu ile ilgili aynı mahiyette 2 ayrı önergesi vardır.

İçtüzüğün 87 nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre "görüşülmekte olan tasarı veya teklifin konusu olmayan sair kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulmaz." İçtüzüğün bu hükmü karşısında her 2 önergeyi de işleme koymuyorum.

Arz ederim efendim.

Tasarının 13 ve 14 üncü maddeleri, İçtüzüğün 88 inci maddesi gereğince komisyona geri verilmişti malumlarınız. Komisyonun bu maddelere ilişkin raporu ve metni gelmiştir. Komisyon raporunu tutanaklara geçmesi bakımından okutuyorum efendim :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 8.8.2002 tarihli 127 nci Birleşiminde görüşülürken 893 sıra sayılı kanun tasarısının yürürlük ve yürütme maddeleri, İçtüzüğün 88 inci maddesi gereğince Komisyonumuza geri verilmiştir.

Komisyonumuz 8.8.2002 tarihinde yaptığı toplantıda, hükümet ve işçi temsilcileriyle yapılan görüşmeler sonucunda, 1475 sayılı İş Kanununun işvereni ilgilendiren diğer hükümlerinde de değişiklikler yapılabilmesine imkân sağlamak amacıyla bu kanun tasarısının yürürlük maddesi yeniden düzenlenerek bu kanun hükümlerinin 15 Mart 2003 tarihinde yürürlüğe girmesi yönünde görüş birliğine varmıştır.

Bilindiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 81 inci maddesi uyarınca tasarı ve tekliflerin yürürlük ve yürütme maddeleri üzerinde önerge verilememektedir. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının yürürlüğünün İş Kanununda işverenle ilgili olarak yapılacak gerekli yasal düzenlemeye imkân sağlamak amacıyla ileri bir tarihe atılması konusunda gerek kamuoyunda gerekse iş çevrelerinde ortaya çıkan uzlaşmayı bu kanun tasarısına yansıtmak için tasarının 13 üncü ve 14 üncü maddesi komisyona geri çekilerek yeniden gözden geçirilmiştir.

Yapılan görüşmeler sonucunda Komisyonumuzca, tasarının 13 üncü maddesi değiştirilmiş ve 14 üncü maddesi aynen kabul edilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun onayına sunulmak üzere saygıyla arz olunur.

 

Başkan

Başkanvekili

Sözcü

 

Ertuğrul Kumcuoğlu

Hasan Basri Üstünbaş

Ali Kemal Başaran

 

Aydın

Kayseri

Trabzon

 

Kâtip

Üye

Üye

 

Sebahat Vardar

Mehmet Telek

Mehmet Zeki Okudan

 

Bilecik

Afyon

Antalya

 

Üye

Üye

Üye

 

Mahfuz Güler

Mustafa Karslıoğlu

Orhan Şen

 

Bingöl

Bolu

Bursa

 

Üye

Üye

Üye

 

Ali Ahmet Ertürk

İbrahim Konukoğlu

Perihan Yılmaz

 

Edirne

Gaziantep

İstanbul

 

Üye

Üye

Üye

 

Ali Emre Kocaoğlu

Esvet Özdoğu

Özkan Öksüz

 

İstanbul

Ankara

Konya

 

Üye

Üye

Üye

 

Ahmet Demircan

Mükremin Taşkın

Şükrü Ünal

 

Samsun

Nevşehir

Osmaniye

BAŞKAN - Efendim, şimdi de, komisyonun 13 üncü maddeye ilişkin metnini okutuyorum :

MADDE 13. - Bu Kanun 15 Mart 2003 tarihinde geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - 13 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim; hayırlı uğurlu olsun.

14 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 14. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - 14 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başkanlık olarak, kanun içeriği nedeniyle kanun başlığının aşağıdaki şekilde olması gerektiği kanaatindeyiz:

"İş Kanunu, Sendikalar Kanunu ile Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun."

Komisyon?..

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Başlığın bu şekilde olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun.

Efendim, tasarının tümünü oylamadan evvel, İçtüzük 86'ya göre, lehte, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, Yalova Milletvekili Sayın Yaşar Okuyan; aleyhte, Bilecik Milletvekili Sayın Hüseyin Arabacı söz istemişlerdir.

Şimdi, Sayın Masum Türker hakkını Yalova Milletvekili Sayın Bakanımız Yaşar Okuyan'a devretti.

Buyurun sayın bakan. (ANAP sıralarından alkışlar)

YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 21 inci Dönem Parlamentomuzun belki de bu dönemde çıkardığı çok önemli yasalardan bir tanesini gerçekleştirmiş olduk. Tam elli yıldan bu yana, 1952 yılında Türk-İş Konfederasyonu kurulduğu tarihten bu yana, çalışanların, emekçilerin, işçilerin, sendikaların üç konuda talebi, elli yıl Türkiye'nin gündemini iştigal etti. Bunlardan bir tanesi, işsizlik sigortası; bir tanesi, sigortasız işçi çalıştırmanın önlenmesi; bir diğeri de, iş güvencesiydi. İşte, elli seneden bu yana bütün partilerin seçim beyannamelerinde var olan bu 3 tane haklı talep, Allah'a çok şükür, 21 inci Dönem Parlamentomuz tarafından, hepimizin, iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin katkılarıyla hayata geçirildi.

Bugünkü buradaki çalışmalarımız da, yine çalışma hayatıyla ilgili olarak tarihî bir gündür. Aradan çok zaman geçtikten sonra, 21 inci Dönem Parlamentomuzu ve bu dönemde çıkarılan önemli yasaları, mutlaka aziz milletimiz takdirle anacaktır. Burada pay, hepimize aittir; hepimizin ortak katkısıyla bunlar geçekleştirilmiştir.

İş güvencesi meselesinde ikibuçuk yıla yakın bir süredir, bilen bilmeyen, yalan yanlış, her kesimden her yerden eleştirilere ve suçlamalara muhatap oldum. İş güvencesini felaket gibi takdim edenler, birçok örneklerinde olduğu gibi, 13 maddelik, 14 maddelik kanun tasarısını bile okumadan polemik konusu yaptılar; bilmedikleri, okumadıkları, lütfedip de 14 maddelik kanun tasarısını ele almadıkları bir iş güvencesine "bu çıkarsa Türkiye felakete sürüklenir" diye, aylardan beri kamuoyunu yanlış bilgilendirme gayreti içinde oldular.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Kim onlar?

YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Meclisimiz bu tarihî günde bütün bu yanlışlıkların karşısında, gerçekten, milletin iradesini ortaya koymuştur. Ben, katkı sağlayan iktidarıyla muhalefetiyle bütün değerli arkadaşlarımıza, en azından, üçbuçuk yıla yakın bir süredir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında hasbelkader bulunmuş bir arkadaşınız olarak teşekkürü bir borç biliyorum.

Hayırlı uğurlu olsun efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Efendim, şimdi, aleyhte, Bilecek Milletvekili Sayın Hüseyin Arabacı; buyurun.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, MHP'li arkadaş aleyhinde mi konuşur? (MHP sıralarından gürültüler)

Ben aleyhinde konuşmam, lehinde konuşurum.

BAŞKAN - Sayın Polat, arkadaşımız Sayın Arabacı tasarının üzerinde konuşacak.

HÜSEYİN ARABACI (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli üyeler; 893 sıra sayılı kanun tasarısı hakkında söz aldım; bu vesileyle, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum.

Her ne kadar tasarının aleyhinde söz aldıysam da, Genel Kuruldan özür dileyerek ve hoşgörüsüne sığınarak tasarının lehindeki görüşlerimi arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş yapmakta olan ülkemizin sosyoekonomik yapısı hızla değişim göstermektedir. Üretim ve tüketim şekilleri değişmekte, bu değişime bağlı olarak da yeni müesseseler ve hukuk normları oluşmaktadır. Sanayileşmenin etkisiyle sosyoekonomik yapımızda önem arz eden ve öne çıkan konulardan birisi de, emeğiyle geçinen sosyal kesimler açısından, istihdam, sosyal güvenlik, iş güvencesi ve sosyal adalettir.

Ülkemizin ekonomik kalkınmasını sağlamak amacıyla doğrudan ve dolaylı olarak sermaye kesimi desteklenmiştir ve desteklenmektedir. Bunun neticesi olarak da sermaye kesiminin millî gelirden aldığı pay artmıştır. Ekonomik kalkınmanın sağlanması için sermaye kesiminin devlet tarafından  desteklenmesi nasıl bir gereklilik ise, emek kesiminin sosyal politikalarla desteklenmesi de vazgeçilmez bir gerekliliktir. İnsanca yaşamaya imkân verecek bir ücret seviyesi, ömür boyu sürecek sosyal güvenlik imkânı ve iş güvencesi, bu sosyal politikaların en önemli ve önde gelen unsurlarıdır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; son onbeş yılın yanlış politikaları yüzünden ülkemizin makroekonomik, hatta siyasî dengeleri ciddî ölçüde bozulmuştur. Ülkemiz, 1989-1999 yılları arasında -ki, on yıllık dönemde- 11 hükümet görmüş ve bu on yıllık dönemde devlet, harcadığı 500 milyar dolar paranın 450 milyar dolarını borç faizlerine ve transferlere harcamıştır. Bunun sonucu olarak da, ekonomik yapımız rant ekonomisine dönüşmüş, ekonomik büyüme ve üretim durmuş, işsizlik büyümüştür. Diğer taraftan, erken emeklilik nedeniyle sosyal güvenlik sistemimiz çökmüştür.

57 nci hükümetin göreve gelmesiyle birlikte, rant ekonomisinden üreten ekonomiye geçiş için yapısal ve radikal tedbirler hayata geçirilmiştir. Sosyal Güvenlik Yasası çıkarılmış, işsizlik sigortasına geçilmiştir. Şimdi de, İş Güvencesi Yasa Tasarısı kanunlaşmak üzeredir. Bu tasarının yasalaşmasıyla da, çalışma hayatımızda bundan önce hiçbir hükümetin el atmadığı bu alanda, 57 nci hükümet, reform hükümeti olarak tarihe geçecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyelik yolunun önünde ekonomik, siyasî, kültürel ve jeopolitik engeller vardır. Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda yolculuğuna ekonomik kriterlerden başlayarak yola çıkmasında her iki taraf açısından ortak fayda varken ve bu alanda yapılacak çok iş varken -bu İş Güvencesi Yasası gibi- her ne hikmetse, Türkiye'ye öncelikle siyasî kriterler dayatılmıştır.

Bugün görüşmekte olduğumuz İş Güvencesi Yasa Tasarısı hem Avrupa Birliği normları açısından hem emeğiyle geçimini sağlayan vatandaşlarımız açısından hem de sosyal devlet ilkesi açısından doğru, gerekli ve toplum yararınadır. Dolayısıyla, bu yasa tasarısına, öncelikle Avrupa Birliği uyum yasaları için gök kubbeyi başımıza yıkanlar olmak üzere, her kesimden destek beklerken, hayal kırıklığına uğramış durumdayız. Zira, Avrupa Birliği uyum yasaları için her şeyi yapanlar, bizi Avrupa Birliğine sosyal açıdan daha da yaklaştıracak olan İş Güvencesi Yasa Tasarısının çıkmaması için, gerekli her şeyi yapmaktadırlar. Biz isterdik ki, Avrupa Birliği uyum yasalarında olduğu gibi, bu tasarının yasalaşması için de her türlü gayret ve destek yapılsın ve Avrupa Birliği konusundaki samimiyetleri ortaya çıksın.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Bundan daha iyi nasıl destek olur?!

HÜSEYİN ARABACI (Devamla) - Ama, heyhat, bu kanunu çıkardığımız için, gökkubbeyi başımıza yıkmaya çalışmaktadırlar.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Kim onlar?!

HÜSEYİN ARABACI (Devamla) - Her şeyi ibret ve sağduyuyla izlemekte olan yüce milletimiz, 3 Kasımda, sandıkta gökkubbeyi kimin başına yıkacağını çok iyi bilmektedir.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Hep beraber göreceğiz.

HÜSEYİN ARABACI (Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler; eski bir emekçi olarak, işçi olarak, bu yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirerek görüşülmesini sağlayan partimizin grup yönetimine, oylarıyla destek veren bütün üyelere ve parti gruplarına teşekkür ediyor; yasanın, iş dünyamıza, emekçilerimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Genel Kurula saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım:

Tasarının tümünü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Hayırlı olsun milletimize efendim. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Şebinkarahisar, İnegöl, Suşehri'nin il olmasıyla ilgili olağanüstü toplantı çağrısı daha durmaktadır.

Onun için, bu konuları görüşmek için, 13 Ağustos 2002 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 03.07

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.