DÖNEM
: 21 CİLT : 99 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 119 uncu Birleşim 27 . 6 . 2002 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- BU BİRLEŞİM TUTANAK ÖZETİ III.- GELEN
KÂĞITLAR IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin uygulamaya geçirilmemesi
nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı 2.- Giresun Milletvekili Hasan Akgün'ün,
Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve Karadeniz Bölgesinde yapılan
yayla festivallerinin turizm açısından önemine ilişkin gündemdışı konuşması 3.- Trabzon Milletvekili Orhan
Bıçakçıoğlu'nun, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek yetersizliğinden ve 2002
yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca onaylanmamasından
kaynaklanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve
22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukukî sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294) C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
A. Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına
katılmak üzere Belçika'ya yaptığı resmî
ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1123) 2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20 Haziran 2002 tarihlerinde
Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere İsviçre'ye yaptığı
resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1124) V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı
Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/1089) (S. Sayısı
: 881) 2.- İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;
Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310,
2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527) 3.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı : 786) 4.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/777) (S. Sayısı : 557) 5.- Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/886) (S.Sayısı : 827) 6.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S.Sayısı : 433) 7.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 1/699) (S. Sayısı : 666) 8.- Türkiye İş Kurumu Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692)
(S. Sayısı : 675) 9.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı:
676) 10.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) 11.- Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve
Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük
Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı
Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861) 12.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012)
(S. Sayısı : 883) 13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19
Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı: 879) 14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın,
Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882) VI.-
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1.- 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Bursa'daki bir hayali ihracat olayına ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten
sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/7080) 2.- Gaziantep Milletvekili Nurettin
Aktaş'ın, kireç üreticilerinin sorunlarına ve petrokok ithaline ilişkin sorusu
ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/7551) 3.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın,
sanayide elektrik indirimi teşvikinin sona erdirilmesine ilişkin Devlet Bakanı
Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın
cevabı (7/7563) 4.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın; 552 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
uygulanmasına, - Gaziantep Milletvekili Nurettin
Aktaş'ın; Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat
alımlarına ve fiyatlarına, - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın; Erzurum İlinin gıda ithal ve ihracı
yapılabilen gümrük bölgelerine dahil edilmesine, İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/7602, 7608, 7620) 5.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın; Osmaniye-Düziçi Sabun Suyu Çayına sulama
göleti yapılıp yapılmayacağına, Osmaniye-Düziçi'ne bağlı köylerde TEDAŞ
adına endeks alma ve tahsilat işlerinin muhtarlardan alınmasına, Osmaniye-Düziçi Ovasını sulayan pompaj
kuyularının yeniden işletilmesine yönelik bir çalışma olup olmadığına, İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7655, 7682, 7683) 6.- Gaziantep Milletvekili Nurettin
Aktaş'ın, Birecik Barajı ve HES İnşaatından dolayı Nizip'te mağdur olan
vatandaşlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın
cevabı (7/7656) 7.- Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün'ün, Balıkesir doğalgaz projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7665) 8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Yatağan Termik Santralının iki ünitesinin Rusya'dan alınan doğalgazın
kullanılması amacıyla kapatıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7671) 9.- Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, 2002 yaş çay yaprağı fiyatı ve ödeme takvimine ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/7688) 10.- Konya Milletvekili Remzi Çetin'in,
sosyal güvenlik kurumları personeli arasındaki ücret dengesizliğine ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/7696) 11.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in,
DSİ'nin, TEFER Projesi ihalesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7739) 12.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın,
Plan ve Bütçe Komisyonunda sürekli olarak stenograf görevlendirilip görevlendirilmeyeceğine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı
(7/7776) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 18.00'de açılarak
iki oturum yaptı. Elektronik cihazla yapılan yoklamalar
sonucunda, Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından,
27 Haziran 2002 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak
üzere, birleşime 18.28'de son verildi. Ali Ilıksoy Başkanvekili Sebahattin
Karakelle Burhan Orhan Erzincan Bursa Kâtip Üye Kâtip Üye II.- BU BİRLEŞİM TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat
14.00'te açılarak dört oturum yaptı. Şanlıurfa Milletvekili
Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin uygulamaya geçirilmemesi
nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan cevap verdi; Giresun Milletvekili
Hasan Akgün, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve Karadeniz
Bölgesinde yapılan yayla festivallerinin turizm açısından önemine, Trabzon Milletvekili
Orhan Bıçakçıoğlu, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek yetersizliğinden ve
2002 yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca onaylanmamasından
kaynaklanan sorunlara, İlişkin gündemdışı birer
konuşma yaptılar. Cumhurbaşkanlığı 2001
Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/1089)
(S. Sayısı : 881) Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Bolu Milletvekili İsmail
Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukukî
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294) okundu; önergenin
gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı. Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın, 23-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Brüksel'de yapılan
Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere 22-24 Mayıs 2002
tarihlerinde Belçika'ya, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20 Haziran 2002
tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere
İsviçre'ye, Yaptıkları resmî
ziyaretlere iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkereleri; 27.6.2002 tarihli gelen
kâğıtlarla yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 883 sıra sayılı Toplu Konut
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi; Kabul edildi. Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında
bulunan: TBMM İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun
(2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı :
527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz
hazırlanmadığından; Ceza İnfaz Kurumları ve
Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri (1/744) (S. Sayısı : 786), Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair (1/777) (S. Sayısı : 557), Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair (1/886) (S. Sayısı : 827), Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye İlişkin (1/53) (S. Sayısı : 433), Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal
Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689,
2/699) (S. Sayısı : 666), Türkiye İş Kurumunun
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692)
(S. Sayısı : 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676), Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685), Gümrük Müsteşarlığının
Teşkilât ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük
Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı
Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye
İlişkin (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861), Kanun Tasarılarının
görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, Ertelendi; Toplu Konut Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/1012) (S. Sayısı : 883) yapılan açık oylamasından
sonra, 18 Mart Gününün Şehitler
Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısının
(1/999) (S. Sayısı : 879) yapılan görüşmelerinden sonra, Kabul edildikleri ve
kanunlaştıkları açıklandı; Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/949) (S. Sayısı : 882) maddelerine geçilmesi için yapılan
oylamalarda karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından; Anayasa ve İçtüzük
gereğince 1 Ekim 2002 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
22.03'te son verildi. Ali Ilıksoy Başkanvekili Burhan Orhan Sebahattin Karakelle Bursa Erzincan Kâtip Üye Kâtip Üye Şadan Şimşek Edirne Kâtip
Üye No. : 169 III. - GELEN KÂĞITLAR 27 . 6 . 2002
PERŞEMBE Rapor 1.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012) (S. Sayısı : 883) (Dağıtma
tarihi : 27.6.2002) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Sinop'ta Kuran Kursu olarak kullanılan bir binada düzenlenen
sergiye ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1941)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 2.- Şırnak Milletvekili
Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santralının emisyon izninin olup
olmadığına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1942) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.6.2002) 3.- Şırnak Milletvekili
Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santraline ilişkin Çevre Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1943) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 4.- Şırnak Milletvekili
Abdullah Veli Seyda'nın, Silopi Termik Santraline ilişkin Çevre Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1944) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 5.- Şırnak Milletvekili
Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santralının çevre ve insan sağlığına
etkilerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1945) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.6.2002) 6.- Şırnak Milletvekili
Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik
Santralının çevre sağlığına etkilerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1946) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, gazilere ve bakmakla yükümlü oldukları
kimselere verilen ilaçlardan katılım payı alınmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7867) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 2.- Gaziantep
Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, iç ve dış borçlar ile yatırımlara ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7868) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.6.2002) 3.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, Devlet Denetleme Kurulunun kamu bankalarıyla ilgili hazırladığı
dosyaların incelenmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/7869) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 4.- Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, branş öğretmenlerinin ek derslerde
görevlendirilmelerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7870) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 5.- Kayseri Milletvekili
Sadık Yakut'un, Pamukbank'ın, TMSF'na devredilmesiyle ilgili iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7871) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 6.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Ankara çevre yolu başlangıcındaki
kazalara sebebiyet verdiği iddia edilen viraja ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7872) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 7.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Sulakyurt-Ayvatlı Köyünün köy konağı
inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7873)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 8.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, İstanbul Üniversitesi Rektörünün hazırladığı bir kitapla
ilgili iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7874)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 9.- Konya Milletvekili
Özkan Öksüz'ün, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7875) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 10.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, bir turizm seyahat acentası ile ilgili yargı sürecine ilişkin
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/7876) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 11.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, ekonomik dengelerdeki gelişmelere ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7877) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 12.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, basında çıkan Kuzey Irak'ta Barzani Hükümeti kurulacağı iddiasına
ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7878) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.6.2002) 13.- Sivas Milletvekili
Abdüllatif Şener'in, Sivas-Divriği-Çayözü Köyüne yapılan terörist saldırıdan
zarar gören köylülerin mağduriyetinin giderilmesine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/7879) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 14.- Sivas Milletvekili
Abdüllatif Şener'in, doğalgazla elektrik üretimi yapan santrallara ve Sivas'ta
çevrim santralı kurulup kurulmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7880) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 15.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, bir özel televizyon kanalında yayımlanan bir programa
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7881) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 16.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, Ankara'da ana giriş yollarında fuhuşa karşı alınacak
tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7882)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 17.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, sahte ve taklit ürünlerden Türk ekonomisinin gördüğü zarara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7883) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 18.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, kaldıkları prefabrikeler için katkı payı ödemeyen
depremzedelere icra takibi başlatıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/7884) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 19.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, İstanbul Üniversitesi Rektörünün hazırladığı bir kitapla
ilgili iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7885)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 20.- Bolu Milletvekili
İsmail Alptekin'in, Sümer Holding’in atıl durumda bekleyen tesislerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7886) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 21.- Ankara Milletvekili
Eyyüp Sanay'ın, mülkiyeti vakıf ve derneklere ait okullara ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7887) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 22.- Adıyaman
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin
değiştirilmesi için dayanak yapıldığı iddia edilen düzenlemelere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7888) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 23.- Adıyaman
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin
değiştirilmesi için yargısal işlemler yapıldığı iddialarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7889) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 24.- Adıyaman
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin
değiştirilmesi için yargısal ve idari yollara başvurulduğu iddiasına ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(A. Mesut Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/7890) (Başkanlığa geliş tarihi
: 25.6.2002) 25.- Adıyaman
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin
değiştirilmeye zorlandığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven)
yazılı soru önergesi (7/7891) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 26.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin özel teftişe
tabi tutulmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7892)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 27.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı Belediye Başkanlığı görevine ve Belediyenin
denetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7893)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 28.- Konya
Milletvekili Özkan Öksüz'ün, okullarda
çeşitli adlar altında toplanan paralara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/7894) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 29.- Konya
Milletvekili Özkan Öksüz'ün, üst kurul
üyeleri ve çalışanları ile diğer kamu çalışanları arasındaki ücret dengesizliğine
ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7895)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 30.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, basında çıkan, İzmir SSK Tepecik Hastanesinde yaşanan bir olaya
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7896)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 31.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, köy sayısına ve Köy Kanununun değiştirilip değiştirilmeyeceğine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7897) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.6.2002) 32.- Gaziantep
Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, Çevre Fonundan belediyelere yapılan yardımlar
ve harcamalara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/7898)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 33.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, fındık tarım alanlarının daraltılmasına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7899) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 34.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale TÜPRAŞ'ın yaptığı bazı sosyal
harcamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7900) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.6.2002) 35.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, araç muayenelerinin ve otoyol ücret tahsilinin
özelleştirilip özelleştirilmeyeceğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7901) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 36.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, memur emekli aylıklarının ödeme dönemi ile işçi
ve memur emekli ikramiyeleri arasındaki farka ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/7902) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 37.- Manisa Milletvekili
Bülent Arınç'ın, kömür ithalatına, enerji üretimine ve Soma Termik Santralına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7903)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 38.- Konya Milletvekili
Teoman Rıza Güneri'nin, Eti Alüminyum A.Ş.'ne ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü
Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/7904) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 39.- Konya Milletvekili
Teoman Rıza Güneri'nin, Seydişehir Eti Alüminyum A.Ş.'nin kapatılacağı
iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi
(7/7905) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 40.- Konya Milletvekili
Teoman Rıza Güneri'nin, alüminyum ürünlerinin ithalat ve ihracatına ilişkin
Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi (7/7906) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25.6.2002) 41.- Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine
ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7907)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 42.- Sakarya Milletvekili
Nezir Aydın'ın, yurt içi ve yurt dışındaki Türk kültür ve tarihi eserlerine
ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/7908) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25.6.2002) 43.- Erzurum Milletvekili
Lütfü Esengün'ün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan idam dosyalarına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/7909)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 44.- Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7910) (Başkanlığa geliş tarihi:
25.6.2002) 45.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Türk Ordusunun yabancı ülkelerde aldığı görevlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7911) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 46.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, 11 Eylül saldırısı sonrası hesaplarına para aktarılan kamu
personeli olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7912)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 47.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, faizler ve ekonomik dengelere ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7913) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.6.2002) 48.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, döviz ve ekonomik dengelere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/7914)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 49.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, bankacılık sektöründe yaşanan sorunlara ve alınan tedbirlere
ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7915)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 50.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, toplu taşıma araçları ve ticari taksilerde doğalgaz
kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7916)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002) 51.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Başbakanın rahatsızlığının ekonomiye etkisine ilişkin Devlet
Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7917) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.6.2002) 52.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7918) (Başkanlığa geliş tarihi:
25.6.2002) 53.- Ankara Milletvekili
Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara'da tıbbi atıkların depolanmasına ilişkin Çevre
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7919) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002) 54.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, Üst Kurul ve Kurul üyelerinin özlük hakları ile Üst
Kurul ve Kurulların giderlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7920) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 55.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, çeşitli sosyal verilere ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/7921) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 56.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, iç borç stoklarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/7922)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 57.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, dış borçlara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/7923) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 58.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, yurt dışında tedavi gören kamu personeline ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7924) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) 59.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, TSK'da komuta kademelerinde bulunanların aylıklarına
ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7925) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25.6.2002) 60.-
İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in İsrail ile yapılan tank modernizasyonu
anlaşmasının gizliliğine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7926) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002) 61.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, zararda olup kapatılması düşünülen ve proje,
yatırım, inşa halindeki havaalanlarına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7927) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.6.2002) 62.- Hatay Milletvekili
Metin Kalkan'ın, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesinin nedenlerine ve
sonuçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7928) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26.6.2002) 63.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet
Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7929) (Başkanlığa geliş
tarihi : 27.6.2002) 64.- İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, Çukurova Grubunun borçlarının yeniden
yapılandırılmasına ve Pamukbank'a ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)
yazılı soru önergesi (7/7930) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.6.2002) Meclis Araştırması Önergesi 1.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık
ve yayla evleri konularındaki hukuki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 27 Haziran 2002 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Sebahattin KARAKELLE
(Erzincan) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşimini açıyorum. Elektronik cihazla
yoklama yapacağız. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Sayın Başkan, yoklama isteyen yok; niye yapıyorsunuz? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, toplantı yetersayısının var olduğu anlaşılıyor; takdir sizin. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Var... Var... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Bugün son gündür Sayın Başkan. BAŞKAN - Evet, epeyce
arkadaş geldi; Genel Kurulda çoğunluğun var olduğu görülmektedir. Efendim, Sayın
Hatiboğlu'nun, bugün özellikle çalışma konusundaki ısrarı karşısında, Genel
Kurulda tek de olsa, yeterli sayının var olduğu kabul edilecektir elbette. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, teşekkür ederim. BAŞKAN - Gündeme geçmeden
önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. İlk söz, Suruç Ovasının
sulanmasıyla ilgili olarak söz isteminde bulunan Şanlıurfa Milletvekili Sayın
Mehmet Yalçınkaya'ya aittir. Buyurun Sayın Yalçınkaya. Süreniz 5 dakika. IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.-
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin
uygulamaya geçirilmemesi nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı
konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Başkanımızın bize
lütfettiği bu gündemdışı sözle ilgili kendisine ayrıca teşekkür ediyorum. Suruç Ovasının
sulanmasıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum ve buraya gelirken gözüme
Enerji Bakanımız da ilişti. Önce, Suruç'u size anlatmak lazım. Suruç, Urfamızın çok
şirin bir ilçesi; fakat, bunun yanında çok önemli özellikleri olan, çok
kabiliyetli insanların, çok büyük müteşebbislerin de bulunduğu bir ilçemiz.
Şimdi, Antep nasıl bir Japon mucizesi yarattıysa, Maraş nasıl bir Alman
mucizesi yarattıysa, Denizli nasıl bir İsrail mucizesi yarattıysa, işte,
Urfa'da mucize yaratmaya muktedir, Urfa'da mucize yaratmaya hazır en önemli
ilçe Suruç İlçemizdir; ancak, GAP dediğimiz olaya bağlı olarak, Suruç, çok
büyük yerde olması gerekirken, çok önemli yatırımlar yapması gerekirken,
maalesef, bugün Suruç, özlediğimiz ve düşündüğümüz yerde değildir. Suruç'un
yedibin yıllık tarihi ve 1 000 000 dönüm sulanacak alanı vardır; fakat, Atatürk
Barajının gerisinde 30 milyar metreküp su varken ve Şanlıurfa Tünelleri hazır
olduğu halde, maalesef, Suruç, kaderine terk edilmiş ve Suruç'un hem insanı
susuz hem ovası susuz hem de orada yaşayan bütün herkes susuz durmaktadır. Burada Meclis Genel
Kuruluna göstermek istiyorum: "Kriz GAP'ı da gaptı, para yok, GAP'a
paydos." Bundan nasibini alan Suruç, maalesef, geçmişte 60 000 nüfuslu
iken, bugün 30 000 seviyelerine düşmüştür ve çok büyük bir göç hareketiyle
karşı karşıyadır. Suruç, açlığa, yokluğa, sefalete sürüklenmiştir. Yani, burada
çok büyük müteşebbis, çok büyük iş yapacak insanlar olmasına rağmen, suyun
oraya akıtılmaması, projenin akim kalması ve bütün bunlara bağlı olarak içeride
çok büyük göçler yaşaması sonucunda, Suruç, maalesef, köy haline dönüşmekle
karşı karşıya kalmıştır. Bugün Suruç Belediyesi bir faiz kıskacı altına alınmış
ve oraya şehircilik hizmetleri götürülememektedir. Barajdan vereceğimiz suyu
veremediğimiz için, maalesef, Suruç bugün çöl haline gelmiştir. Şimdi, Enerji Bakanı veya
Enerji Bakanı adına burada cevap verecek sayın bakanımız şunu diyebilir: Biz,
Suruç'la ilgili proje çalışmalarını başlatıyoruz. Ben üç yıldır Meclisteyim...
Enerji Bakanlığından, Suruç'la ilgili gönderilen yazıda "...ve sonunda
dışkredi teminiyle ihale edilecektir" deniliyor. Dışkredi dört yıldır
bulunamadı. Bu hükümet kaldığı sürece -kırk yıl da kalsa- Suruç susuz kalmaya
mahkûm ve oradaki insanlar oradan göçmeye mahkûm olacaklardır. Bu sebeple, eğer,
Enerji Bakanı ciddiyetle işin üzerine eğilirse, Başbakan bu sözlerimize kulak
verirse; Suruç'un müteşebbisi Suruç'u sulamaya hazırdır; yanı başımızda Birecik
Barajı var, 4 milyar yatırımlı bir baraj ve bu, yap-işlet-devret modeliyle yapıldı.
Enerji fiyatları dünyada 5 sent, oradaki enerji fiyatı 18 sent. Suruç'un
müteşebbisine "gel kardeşim, sen bu suyu bu ovaya akıt, hem ilçeni kurtar
hem kendini kurtar hem de Suruç'u yeniden ayağa kaldır" diyebilecek bir
iktidar olsa, Suruç, çok yakın bir zamanda sulanabilir; çünkü, bu projenin
değeri 300-350 000 000 dolardır. 350 000 000 doları Suruç'taki işadamları bir
araya getirip verebilirler. 1 metreküp suyun fiyatını koyarsınız, hazine
garantisini verirsiniz ve Suruç sulandığı zaman hem Suruçlu oradan çok büyük
paralar kazanacak hem Suruç sulanacak hem oradaki insanlar kurtulacak ve hem de
özlediğimiz Suruç'u, büyük fabrikaların, büyük yatırımların olduğu bir Suruç'u
o zaman göreceğiz; ama, bugün Suruç hasat yaptı, hasadın sonunda 5 kilo arpa
veriyor 1 litre mazot alabiliyor. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika içinde
toparlayın Sayın Yalçınkaya. MEHMET YALÇINKAYA
(Devamla) - Hemen toparlıyorum. Bu üretim politikasıyla,
bu fiyat politikasıyla Şanlıurfa'nın problemlerinin de GAP'ın da bitmesi mümkün
değildir. Değerli arkadaşlar, geçen
hafta burada bir konuşmacımız belirtti, yılda 500 000 000 dolar vererek GAP'ı
72 yılda tamamlayacağız. GAP, Türkiye'nin kurtuluşudur, Türkiye'nin yeniden
şaha kalkmasıdır. 500 000 000 dolar alarak bu projeyi bitiremeyiz. Suları
barajların gerisinde hapsederek Şanlıurfa ovalarını, Suruç ovalarını,
Viranşehir ovalarını susuz bırakamayız. Bu sebeple, bu proje, her
şeyden çok daha önemlidir ve Meclis, bunu özel bir gündemle ele almalıdır. Bu
şekilde ve bu hızla bu bölgeye baktığımız zaman, anarşi ve terörün hortlaması
yine yakındır. Anarşi ve terörün hortlamasını istemiyorsak, bölge insanının
yeniden ayağa kalkmasını istiyorsak, mutlaka, buraya gerekli ödeneği bulmamız
lazım, iç kaynakları harekete geçirmemiz lazım ve ne yapılması gerekiyorsa,
mutlaka yapılması lazım. Ben, Enerji Bakanının, buraya gelip bu meseleyi enine
boyuna burada aydınlatmasını istiyorum. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Yalçınkaya. Gündemdışı konuşmaya
yanıt vermek üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Zeki Çakan;
buyurun. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovasının sulanmasıyla ilgili
gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Şanlıurfa-Suruç Sulama
Projesi, Türkiye ile ABD arasında, 16 Kasım 1999 tarihinde İstanbul'da
imzalanan ortak bildiride, GAP bölgesindeki Suruç Pompaj Sulama Projesi, sulama
alanında ikili işbirliğiyle inşa edilecek proje olarak, sayın milletvekilimizin
de bildiği gibi, tanımlanmıştır. Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet
Bakanlığınca yayımlanan 21 Temmuz 2001 tarihli tebliğle, ikili işbirliği
protokolleri kapsamında yer alan ve kredili olarak yapımı öngörülen işlerin,
öncelikle uygulama projelerinin yapılması öngörülmüştür. Bu nedenle, yukarıda
adı geçen projenin, öncelikle uygulama projesi -takdir edersiniz ki, uygulama
projesi olmayan bir projenin tatbikatının yapılması da söz konusu değildir; bu
yapılan işlem de doğrudur- Türk, ABD firmalarının oluşturacağı konsorsiyumlar
arasında rekabete dayalı ihale yöntemiyle, tamamı kredili olarak yaptırılacak
olup, konuya ilişkin Bakanlar Kurulu kararı çıkarılması için, Bakanlığımca
Başbakanlık nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur. 4 Haziran 2002 tarihinde,
biz, Bakanlar Kurulu kararı çıkması için gereken yazıyı yazdık. En kısa süre
içerisinde, Bakanlar Kurulu kararı çıktığında da bu işin projesine
başlayacağımızı arz ediyorum. Teşekkür ederim. (ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım, bu kısa ve özlü açıklamalarınızdan dolayı. Gündemdışı ikinci söz,
Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivalleriyle ilgili olarak söz isteminde
bulunan Giresun Milletvekili Sayın Hasan Akgün'e aittir. Buyurun Sayın Akgün. (DSP
sıralarından alkışlar) 2.- Giresun
Milletvekili Hasan Akgün'ün, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve
Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivallerinin turizm açısından önemine
ilişkin gündemdışı konuşması HASAN AKGÜN (Giresun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Karadeniz Bölgesinde yapılan
yayla festivalleri hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi şahsım ve DSP Grubu adına selamlıyorum. Yalnız, konuşmama,
Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketiyle başlamak istiyorum. Öncelikle,
Giresunlu ve Karadenizli hemşerilerime, geçen hafta meydana gelen sel
felaketinden dolayı geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Giresun ve çevre illerde
aşırı yağış sonucu oluşan sel felaketi sonucunda, Giresun Merkez İlçesi
İnişdibi ve Çaldağ Beldeleri, Piraziz İlçesi Bozat Beldesi, Dereli, Bulancak,
Yağlıdere ve Espiye İlçeleri hasar görmüştür. Dere yatağına kurulmuş
bulunan bu ilçelerde, köprü, istinat duvarı gibi sanat yapılarında, köy ve
orman yollarında büyük hasarlar olmuştur. 220 köy ulaşıma kapanmış, 5 adet
köprümüz yıkılmış bulunmaktadır. Merkez Giresun
Belediyesinin su kaynakları taşan dere havzasında olduğu için, su kuyuları ve
anataşıma borularında önemli hasarlar olmuştur. Köy Hizmetleri asfalt
şantiyesi de sular altında kalmış ve büyük miktarda zarar görmüştür. İl genelinde tespit
edilebilen toplam altyapı hasarı yaklaşık 9 trilyon liradır. Bu hasarın
içerisine, zarar görmüş tarım arazileri, balık havuzları ve vatandaşlarımızın
kişisel zararları dahil değildir. Sayın Bakanımız Hasan
Gemici Bey, aynı gün, Giresun İline 200 000 000 000 TL göndermiştir. Yine,
anında, Kızılaydan da, gerekli olan yiyecek, içecek ve çadır gönderilmiştir;
ancak, anlaşılmaktadır ki, eldeki mevcut makine parkıyla, meydana gelen
olağanüstü bu tahribat bitirilemeyecektir. 26.6.2002 tarihi
itibariyle 4 köy yolu kapalı durumda olup, diğer yollarımız açılmıştır. Bu 4
köyümüzde de alternatif yollardan ulaşım sağlanabilmektedir. Kapalı olan bu köy
yollarımız Bulancak İlçesi Aydınlar köy yolu, Bayındır köy yolu, Tandır köy
yolu ile Dereli İlçemiz Kümbet köy yoludur. Bölgemiz, coğrafî yapısı
itibariyle bu tür afetlere sürekli maruz kalmaktadır. Bölgenin bir an önce afet
kapsamına alınması zorunludur. Şu anda mevcut
yardımların yeterli olmadığı, devamı için gerekli çalışmaların yapıldığı, bu
konuda ilgili tüm bakanlıklarımızda çalışmalarımızın sürdüğünü tüm
hemşerilerimizin bilmesini istiyor, tekrar, afete maruz kalmış hemşerilerime
geçmiş olsun diyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; dağ ve yayla turizminin cazibe merkezi olan Orta ve
Doğu Karadeniz Bölgesinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen yayla
şenlikleri, boğa güreşinden at yarışlarına kadar çeşitli etkinliklerin
yapıldığı, horonların oynandığı şenlikler büyük katılımlarla bugünlerde
başladı. Karadeniz Bölgesinde
Trabzon, Rize, Artvin ve Giresun'da her yıl mayıs ayının sonunda başlayıp,
eylül ayının ortalarına kadar 45'i büyük organizasyon olmak üzere 100'e yakın
şenlik düzenleniyor. Karadeniz yaylaları yerli
ve yabancı turistlerin doğa gereksinmelerini karşılayacak niteliklere sahiptir.
Temiz havası, huzurlu ortamıyla çok cazip dinlenme olanağı sunan Karadeniz
yaylaları, günübirlik, hafta sonu ve kısa süreli konaklama sağlayan yerlerdir. Bölgemize turizm
açısından gelir sağlanmasının sadece tanıtımıyla ilgili olmadığı kanısındayım.
Kıyıda ve iç kısımlarda, özellikle yaylalarımızda makul olan bir kapasite
yaratmamız gerekmektedir. Kendisine has coğrafya ve
iklime sahip olan Türkiye'nin zengin yaşama kültürü içindeki yayla yaşantısı
çok önemli yer tutar. Eski metinlerde ve halen dillerde dolaşan halk
türkülerinde ifade edilen bu gelenek, Türkiye coğrafyasında yüzlerce mekânın
yeni ve farklı yaşama alanları olarak açılmasını sağlamıştır. Yaylacılık, Doğu
Karadenizde bir yaşam biçimidir. Yerlisi, gurbetçisi, yabancısı mutlaka
yaylaları görmek istiyor. Son yıllarda turistik turların programlarına da giren
yaylalar türlü güzellikler sağlıyor. Onbinlerce insanı bir
günlüğüne de olsa bir araya toplayan yalnızca yiyip içme, eğlenme isteği
değildir, mutlaka, bir kültür, bir yaşama biçimidir yaylacılık. Karadeniz Bölgesinde, yaz
aylarında hemen her hafta sonu bir yerde yayla şenliği yapılmaktadır. Son
yıllarda, kayak merkezleri, konaklama tesisleri kurmak için çalışmalar
yapılmaktadır. Ne var ki, ulaşım olanakları arttıkça yaylaların betonlaştığı da
gün gibi aşikâr. Eskiden, kona göçe üç günde gidilen yaylalara, şimdi, motorlu
araçlarla iki saatte, hem de asfalt yollardan gidiliyor olması, doğa tahribatı
anlamında olumsuz etkileri de beraberinde getirmektedir. Bu tür olumsuz
etkilere karşı önlem almak şarttır. Geçim kaynakları sınırlı
olan yöre insanı, turizme, özellikle de yayla turizmine umutla bakıyor. Doğaya
saygılı yatırımlar, bilinçli yatırımlar, ülkemizin bu sözü çok edilen, ancak az
bilinen bölgesine, bölgenin çalışkan insanına yepyeni geçim kaynakları
yaratabilir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Akgün, 1
dakika içinde toparlayın. Buyurun. HASAN AKGÜN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Bugüne dek görmemişseniz,
gidin görün Doğu Karadenizi; çam kokulu, çiçek kokulu yaylara çıkın, köy
yollarına sapın, yeşilin yüreğine yolculuklar yapın. Sözlerimi bitirirken,
Sayın Başbakanımı, bakanlarımızı ve milletvekili arkadaşlarımızı Karadenize
bekliyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tüm arkadaşlarımı,
Karadenizde, yaylalarda misafir etmek benim görevimdir. Teşekkür ediyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Akgün. Gündemdışı üçüncü söz,
Karadeniz sahil yolundaki engeller ve kredilerdeki sıkıntılarla ilgili olarak
söz isteminde bulunan Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu'na ait. Buyurun Sayın
Bıçakçıoğlu. 3.- Trabzon
Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek
yetersizliğinden ve 2002 yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca
onaylanmamasından kaynaklanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gündemdışı söz aldığım
konu, bir yolun hikâyesi. Biraz önce konuşan değerli milletvekili arkadaşım,
sizleri, Karadenizin yaylalarına davet etti; ama, ben, gideceğiniz o yaylalara
nasıl ulaşacağınızın, nasıl gideceğinizin ve geçeceğiniz yolun hikâyesini size
anlatmak istiyorum. Bu, bir yolun hikâyesi. Ülkemizin, Türk cumhuriyetlerine ve
Kafkasya'ya açılan en önemli yolunun hikâyesi. Günlük trafiği, en kör noktada
dahi 20-25 000'e çıkmış, şehir merkezlerinde 75 000'e ulaşmış bir yol Karadeniz
sahil yolu. Kimilerinin "otoyol" dediği, halbuki, projesinde
"bölünmüş yol" olarak geçen bir yol; yani, normal, standart bir yol. Devletimiz, bu yolu 1965
yılında yapmış ve 1965'ten sonra, âdeta unutmuştur. Her yıl, bu ülkede, trafik
canavarı yüzünden kaybettiğimiz insanlarımızın yüzde 15'i, yaklaşık 500-600
kişi, Samsun-Sarp arasındaki yolda hayatını kaybetmektedir. Daha geçen hafta
pazar günü -önümde- Terme'de 3 araç birbirine girdi ve 2 insanımız, yine, bu
yolda hayatını kaybetti. Karadeniz sahil yolu, 10
ilimizin, Ankara'ya tek ulaşım yoludur ve ilk ihalesi 1987 yılında yapılmıştır.
Bu yolda yapılan toplam 23 ihalenin 15'i dış kredilidir. Bu yolda 18 firma
çalışmakta; binlerce kamyon ve iş makinesi, akan trafik altında çalışmasını
sürdürmektedir. Bu yol, ülkemiz insanının
15 000 000'unu ilgilendirmektedir. Sinop'tan başlayıp, Samsun, Ordu, Giresun,
Trabzon, Rize ve Artvin'den Sarp Sınır Kapısına kadar uzanan 715 kilometrelik
bir yoldur. Bu yolda birtakım
zorluklar vardır. Ben, bugün, konuşmamın ana teması olarak, bu yoldaki en büyük
zorluk olan ödeneklerin yetersizliğinden bahsetmek istiyorum. 57 nci hükümet,
bu yola gerekli önemi vermiş, başladığından bugüne; yani, 57 nci hükümetin
işbaşına geldiği 1999 yılına kadar 250 000 000 dolar harcanmışken, son üç yılda
800 000 000 dolar bu yola sarf edilmiştir. Fizikî gerçekleşme oranı yüzde
45'lere çıkmıştır; ama, bütçe ödenekleri yetersizdir. Ayrıca, Hazine, Yüksek
Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulu bulunan 2002 yılı kredilerini henüz
onaylamamışlardır. Müteahhitler, iş makinelerini durdurmuş, kamyonlara çıkış
vermektedirler. Biz, Karadeniz insanı
olarak bu yolun önemini çok iyi biliyoruz. İstiyorum ki, bu Meclis çatısı
altında bulunan gerek o bölgeden seçilmiş milletvekili arkadaşlarım gerekse
dolaylı olarak o bölgeyle ilgili 150'ye yakın Karadeniz kökenli milletvekili
arkadaşım, bu yola gerekli hassasiyeti göstersinler. 2002 yılı, bu yol için
çok önemlidir; çünkü, birtakım tahkimat, altyapılar yapılmış, asfalt mevsimi
gelmiş; fakat, maalesef, hükümetimiz -Bakanlar Kurulu- çıkan ödenekleri, dış
kredileri onaylamamış ve müteahhitler parayı kendi ceplerinden harcadıkları
için, devletten ve buldukları kredileri alamadıklarından dolayı işleri
durdurmuşlardır. Biz, bu yolun çalışmalarının aksamadan devam etmesini,
planlandığı gibi, bu yolu, 2005 yılında Samsun'dan Sarp'a kadar 7 saatte değil,
3-3,5 saatte katetmek istiyoruz. Bakın, bu yolun en önemli
kesimlerinden birisini geçen hafta gezdim. Hepinizin bildiği gibi, Bolaman
virajları, 45 kilometrelik yol bittiği zaman, 27 kilometreye inecek ve ulaşım 1
saat kısalacaktır. Maalesef, bu 27 kilometrelik kesimin 14 kilometresinde henüz
kazma dahi vurulmamıştır; tünel inşaatları, viyadük inşaatları durma
noktasındadır. 2002 yılı kredileri bir an önce serbest bırakılmalı, müteahhit
alacakları defaten ödenmeli ve yol inşaatına hız verilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Devamla) - Ayrıca, 2003 yılı için de çalışmalara şimdiden başlanılmalı,
firmalar yeterli krediyi bulmalı ve bulunan krediyi, Hazine, bir an önce
onaylamalı, Bakanlar Kurulu ve Yüksek Planlama Kurulundan geçirmelidir. Ayrıca, burada son olarak
şunu söylemek istiyorum: Son günlerde basında da yer alan, gerek Ordu ve gerek
Giresun'da meydana gelen sel felaketleri, Karadeniz Bölgesindeki yollarda büyük
tahribat yapmıştır. Yine, bu bölge, heyelana, sele ve deniz tahribatına açık
bir bölge olmasına rağmen, maalesef, Karayolları 10 uncu Bölge Müdürlüğü
Trabzon'da bulunmaktadır ve kapatılma kararı alınmıştır. Bu kararın yeniden
gözden geçirilmesini; zira, bu 750 kilometrelik yolun Erzurum'dan bakım ve
onarımının yapılamayacağını huzurlarınızda bir kez daha ifade ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bıçakçıoğlu. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan, yerimden kısa bir açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN - Sayın Bedük,
buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkanım, dün Star Televizyonunda bir haber geçti: Ankara'nın
Mamak İlçesinde birkısım okullarda öğrencilere karne verilmediğini, sebep
olarak da, öğrencilerin, Millî Eğitim Vakfına toplanan 20 000 000 lirayı
bulamadıklarından dolayı vermediklerini ifade ettiler. Bu, gerçekten vahim bir
haber. Eğer, 20 000 000 lirayı bulamayan öğrencilerimiz ve veliler, kendi
çocuklarının, kendilerinin karnelerini alamıyorlarsa bu bir ipotektir, bu bir
rehin alma hadisesidir. Hadisenin doğruluk derecesini bilmiyorum; ama,
delaletinizle, Millî Eğitim Bakanlığımızın, mutlak surette, bugün, Star
Televizyonunda neşredilmiş olan, ifade edilmiş olan bu haberle ilgili bir
açıklama yapmasını ümit ve temenni ediyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bedük. Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun bir raporu vardır; okutuyorum: V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1.-
Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin
Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme
Komisyonu Raporu (3/1089) (S. Sayısı : 881) (1) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu 20.06.2002 Esas No. :3/1089 Karar No. :8 Sayı : A.01.1.HEK/77 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA Cumhurbaşkanlığı 2001
Malî Yılı Kesinhesaplarını ihtiva eden bu cetvel, içindekiler incelenerek kayıt
defterine uygun olduğu anlaşılmış olup, İçtüzüğümüzün 180 inci maddesi
gereğince Genel Kurula arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur. Başkan Sözcü Kâtip Denetçi Nazif Okumuş Nural Karagöz Melek Denli Karaca Çetin Bilgir İstanbul Kırklareli Çorum Kars Üye Üye Alaattin Sever Aydın Fikret Tecer Batman Kırşehir BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Bir Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum: (1) 881 Sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Bolu
Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri
konularındaki hukukî sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Ekonomik ve sosyal
dengelerin bozulduğu, her geçen gün pahalılığın arttığı, halkımızın
fakirleştiği bilinen bir gerçektir. Halkımızın geçim kaynağı
olan yaylacılık ve yayla evleri hakkında yıllardır süren davalar,
vatandaşlarımızı tedirgin etmektedir. Ekonomik ve sosyal yönden önem arz eden
Mera Kanununda değişiklik yapılması, birlik, beraberlik ve huzurumuz için önem
arz etmektedir. Konuyla ilgili olarak
gerekli değişikliklerin yapılması, ülke genelindeki durumun tespiti, çözüm
yollarının bulunması için, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü maddesi
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 1- İsmail Alptekin (Bolu) 2- Yahya Akman (Şanlıurfa) 3- Sait Açba (Afyon) 4- Osman Aslan (Diyarbakır) 5- İrfan Gündüz (İstanbul) 6- Mehmet Özyol (Adıyaman) 7- İsmail Özgün (Balıkesir) 8- Hüseyin Karagöz (Çankırı) 9- Nurettin Aktaş (Gaziantep) 10- Mahfuz Güler (Bingöl) 11- Dengir Mir Mehmet
Fırat (Adıyaman) 12- Zülfikar İzol (Şanlıurfa) 13- Mehmet Altan
Karapaşaoğlu (Bursa) 14- Maliki Ejder Arvas (Van) 15- Nevzat Yalçıntaş (İstanbul) 16- Mehmet Ali Şahin (İstanbul) 17- İlyas Arslan (Yozgat) 18- Musa Uzunkaya (Samsun) 19- Kemal Albayrak (Kırıkkale) 20- Ramazan Toprak (Aksaray) 21- Ali Sezal (Kahramanmaraş) 22- Ahmet Nurettin Aydın (Siirt) 23- Musa Uzunkaya (Samsun) Gerekçe: Kullanım
yönünden üç çeşit yayla vardır; bunlar: 1- Yazlık (Akdeniz
Bölgesinde) 2- Hayvancılık ve sayfiye olarak kullanılan 3- Hayvancılık ve
bahçecilik olarak kullanılan yaylalar. Tarihten beri kullanılan
bu yaylalar kadim yaylalardır. Devlet, bu yaylalara hiç müdahale etmemiştir.
Ancak, son yıllarda Bolu ve yöresindeki yayla evlerinin yıkımı gündeme
gelmiştir. Hukukî durum: Toprak hukuku, Türk
Medenî Kanunu 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Sadece 641 inci maddede, bu
hususta kanun çıkarılacağından bahsedilmiştir. Kanun, boşlukları, hâkimin örf
ve âdetle halledeceğini öngörmüştür. Yüksek Yargıtay "yaylalara kalıcı
nitelikte ev yapılamaz" şeklindeki yorumuyla, yayla evlerinin yıkılması
yolunu açmıştır. 4342 sayılı yaylalar ve
meralarla ilgili özel yasa 25.2.1998 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasayla, bu
kabil yapılar hakkında yasaklayıcı bir hükmün bulunmadığı görünür. 1983 yılında yürürlüğe
giren 2873 sayılı Millî Parklar Kanunuyla kadimden (geçmişten) gelen tüm
kazanılmış haklar yok farz edilmiştir. Halbuki, bu yayla evlerine elektrik, su,
telefon, imam dahi verilmiştir. Türk Ceza Kanununun 1
inci maddesinde "kanunun açıkça suç saymadığı fiilden dolayı kimseye ceza
verilemez" denilmektedir. Buna rağmen, yaylaya ev yapanlar, Türk Ceza
Kanununun 513 üncü maddesine göre cezalandırılmışlar ve karar, Yargıtayca da
onanmıştır. Bu uygulama sonucu, Bolu
köylüsünün hemen hemen yarısı sabıkalı duruma düşmüştür. Yayla mevsiminin
başladığı şu günlerde konu, acil çözüm beklemektedir. Aksi halde, Bolu köylüsü,
tekrar, mahkeme kapılarında çile çekecektir. Biz de, Bolu ve diğer
illerimizdeki bu sorunların çözülmesi için, bu araştırma önergesini hazırlamış
bulunuyoruz. Takdir Meclisindir. Saygılarımızla. BAŞKAN - Önerge,
bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp, açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Başbakanlığın, Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş 2 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup,
oylarınıza sunacağım. Birinci tezkereyi
okutuyorum: C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de yapılan Avrupa
Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1123) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, 23-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Brüksel'de yapılan
Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte,
22-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete, ekli listede
adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir. Anayasamızın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim. Bülent
Ecevit Başbakan LİSTE Ali Tekin
(Adana) Kürşat Eser
(Aksaray) Ayfer Yılmaz
(İçel) Emre Kocaoğlu
(İstanbul) BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İkinci tezkereyi
okutuyorum: 2.- Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20
Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına
katılmak üzere İsviçre'ye yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1124) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün, 3-20
Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına
katılmak üzere bir heyetle birlikte İsviçre'ye yaptığı resmî ziyarete, ekli
listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir. Anayasamızın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim. Bülent
Ecevit Başbakan LİSTE Şevket Bülend Yahnici (Ankara) Mahfuz Güler (Bingöl) Mehmet Dönen (Hatay) Rıdvan Budak (İstanbul) Ali Emre Kocaoğlu (İstanbul) Veysel Candan (Konya) Ömer Üstünkol (Zonguldak) BAŞKAN -Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım. VI.-
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1.- 883
sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No: 117 27.6.2002 27.6.2002 tarihli Gelen
Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 11 inci sırasına alınmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür. Yüksel
Yalova Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Vekili Aydın Tümen Mehmet
Şandır DSP Grubu Başkanvekili MHP
Grubu Başkanvekili Nevzat Ercan Beyhan
Aslan DYP Grubu Başkanvekili ANAP
Grubu Başkanvekili Hüseyin Çelik Yasin
Hatiboğlu AK Parti Grubu Başkanvekili SP
Grubu Başkanvekili BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına yarım
kalan işlerden devam ediyoruz. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2.- İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara
Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın;
Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara
Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42
Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S. Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin
görüşülmeyen maddeleriyle ilgili Komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Ceza İnfaz Kurumları ve
Tutukevleri ve Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 3.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim
Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/744) (S. Sayısı : 786) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 4.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/777) (S. Sayısı: 557) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 5.- Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve
Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/886) (S. Sayısı : 827) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye İlişkin Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 6.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında
189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S.
Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin
Tasarının müzakerelerine başlayacağız. 7.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve
Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/755, 1/689, 1/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanun
Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 8.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 9.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) BAŞKAN - Komisyon?...
Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 10.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Gümrük Müsteşarlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle İlgili
Tasarının müzakeresine başlayacağız. 11.- Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında
485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Hükümlerinin
Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Alınan karar gereğince,
Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz. 12.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012) (S. Sayısı : 883) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Hazır. Hükümet?.. Hazır. Komisyon raporu, 883 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde,
Saadet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun.
(SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA ASLAN
POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 883 sıra sayılı, Toplu
Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu raporu üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlarım. Bu getirilen tek maddelik
tasarı, özünde, 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon Sultandağı'nda meydana gelen ve
Afyon Merkez ve ilçeleri ile 48 belde ve 123 köy yerleşim yerinde takriben 505
000 insanı etkileyen depremden dolayı zarar gören; fakat, büyük bölümü
beldelerde oldukları için ve Zorunlu Deprem Sigortası Kanunu gereğince de
oturdukları evler kerpiç ve yığma olduğu için sigorta edilememiş bu
vatandaşların konut ihtiyacını karşılamak üzere -ilkönce belediyeler tarafındandı,
sonra, Plan ve Bütçe Komisyonu, bunu, belediyelerin hazırlayamayacağı
gerekçesiyle, değiştirdi- toplukonut için hazırlanmış alanlarda kooperatif
aracılığıyla ev inşa edecek olanların toplukonutlarına yardımcı olmak üzere 70 trilyon liralık bir ödenek aktarılmasına; ayrıca, bunların o (1) 883 Sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. yörelerdeki altyapı
hizmetlerini, belediye hizmetlerini görebilmeleri için de, 50 trilyon liralık
bir kaynağın, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller
Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak
üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığına aktarılmasına ilişkin bir kanun
tasarısıdır. Bu kanun tasarısını, biz,
genel olarak olumlu buluyoruz; şundan dolayı olumlu buluyoruz: Ülkemiz,
hakikaten, deprem kuşağındadır. Deprem kuşağında olan ülkemizde, çeşitli
dönemlerde, büyük depremler, afetler olmaktadır. Bu depremler Erzincan'da
meydana gelmiştir, Afyon'da meydana gelmiştir, en yakın zamanda Adapazarı Sakarya'da
meydana gelmiştir ve bu depremlerde, gerçekten, çok önemli hasarlar meydana
gelmiştir, bu hasarlara karşılık can kayıplarımız olmuştur; Adapazarı'nda 17
000 civarında insanımız vefat etmiştir. Hem can hem mal kaybına
sebep olan bu deprem afetleri karşısında, devletin bunlara yardım etmesi, en
doğal vazifesidir; fakat, devletimiz de bunlarla başa çıkamayacağı için,
çıkamadığı için, bize göre sosyal devlet yapısından biraz da uzaklaşarak,
bundan sonra gelecek olan konutların Zorunlu Deprem Sigortası Kanununa tabi
olmalarını, köyler hariç, beldelerde, ilçelerde ve şehirlerde bundan sonra
meydana gelecek afetlerde, eğer, bir konut sigorta kapsamına alınmamışsa,
sigortasını yapmamışsa, bunun karşısında, devletin, buna, konut ihtiyacı için
yardım yapamamasını öngörüyordu; fakat, burada önemli bir aksaklık meydana
geldi; o da şu: Daha önce Sigorta Kanunu Tasarısı görüşülürken, biz, Plan ve Bütçe
Komisyonunda defalarca söyledik; şimdi, Türkiye'de bilhassa ilçelerde ve
beldelerde -bilhassa beldelerde- yapılan mevcut binaların çok büyük bölümü,
sigorta yapılmasına müsait değildir. Çünkü, Sigorta Kanununda diyor ki, yapılan
binalar, eğer, teknik şartlara uygun olarak yapılmışsa, gelecek sigorta
şirketi, kontrol edecek ve sigorta edecektir. Bunların miktarları var, az da
bir miktar, çok da bir miktar değil; fakat, özellikle bahsettiği, yapılan
konutların şartlara ve nizamnamelere uygun olarak yapılmasını esas tutuyordu. Şimdi, bizim Türkiye
şartlarında bilhassa doğu ve güneydoğuda çok açık olarak şu vardır: Beldelerin
büyük bölümü, zaten belde olacak kadar 2 000 - 3 000 nüfuslu yerler de
değillerdir, 500 nüfuslu, 1 000 nüfuslu; 4 - 5 köy bir araya gelmiştir,
merkezde bulunan köy, belde merkezi kabul edilmiş ve burası belde kapsamına
alınmıştır. Evler tamamıyla köy evleridir, çok büyük bir bölümü köy evleridir.
Bu köy evlerinin büyük bir bölümünün duvarları yığma taşlardan yapılmıştır ve
çoğu da beton ve çimento değildir, çamurdan yapılmıştır, üzerine de ahşap
örtülmüştür. Bilhassa, Doğu Anadolu'da soğuktan ve yağmurdan korumak için 40 -
50 santim kadar toprak üzerine örtülmüş ve dolayısıyla yan taşıyıcı duvarları
son derece zayıf, üzerine en az 50 santimlik toprak bir ağırlık basan bu
binalar, en ufak bir depremde yıkılmakta ve hem can kaybına hem de mal kaybına
sebep olmaktadır. Şimdi, bu Sigorta Kanunu
Tasarısı Komisyonda görüşülürken, bunu defalarca söyledim, o zaman, bunu Sayın
Kemal Derviş'e de söyledim, siz bu kanunu getirdiğiniz zaman, Doğu
Anadolu'daki, benim bu bildiğim beldelerdeki inşaatların çok büyük bir bölümü
sigorta kapsamına alınmaz ve yaptıramazsınız dedim. Kendileri, bu duruma çok
fazla dikkat edilmeyeceğini ve sigorta kapsamına alınacağından bahsetmişlerdi;
fakat, bu kanun tasarısını, gerekçesinin üzerine basarak hükümet getirmiştir.
Gerekçesinde beldelerdeki yapılardan bahsederek diyor ki "... taş, kerpiç,
samanlı çamurla, inşa edilen yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların üzeri kamış,
sazlık ve sıkıştırılmış topraktan oluşan bir çatı örtüsü ile kaplanmış, fen ve
sanat kurallarına uygun olmayan yapılar olduğundan Zorunlu Deprem Sigortası da
yapılamamaktadır." Şimdi, bizim o gün
söylediğimiz, burada kanun tasarısının gerekçesine de yazılmıştır. Şimdi
bunlara bir tedbir alınmadıktan sonra, her gelen depremden sonra, her afetten
sonra böyle bir kanun getirirsiniz; çünkü, o yöre halklarında büyük tepki
meydana getirir, onlara Toplu Konut İdaresi için bir para aktarmak zorunda
kalırsınız. Bu da, getirmiş olduğunuz Sigorta Kanununda yine bir aksaklık
meydana getirir. Zaten şu anda büyük bir oranda binalar sigorta yapılamıyor,
bunun daha çok yapılamamasına sebep olur. Aksi takdirde, her afetten sonra
böyle bir kanunu getirmek ihtiyacını hissedersiniz. Burada iki konu daha
vardır; birincisi şu: O yıkılan evler yıkılmıştır, sigorta yapılamamıştır ya
kendisi yaptıramamıştır veyahut da sigorta kurulları bu evleri sigorta
etmemiştir; fakat, ev yıkılmıştır, bu adamlar afete uğramışlardır ve bunlara
devlet bir şekilde yardım etmek zorundadır. Yani, bunlar sigorta kapsamına
alınamadığına göre, Toplu Konut kapsamında bunlara ödenek aktarılması doğrudur.
Yalnız, şimdi bunu dediğimiz zaman, böyle şey anlaşılmasın; Yalova'da,
Adapazarı'nda, Sakarya'da, mevcut o büyük depremden dolayı, hâlâ üzerinden iki
yıldan fazla, üç yıla yakın zaman geçmesine rağmen, inşa edilememiş, evlerine,
kalıcı konutlarına girememiş insanlarımız vardır, bunların da problemlerini
çözmek gerekir. En önemlisi de, Adapazarı, İzmit, Yalova, Düzce merkez olmak
üzere, buradaki belediyelerin dahi bir bölümünün -büyük bölümü çözülmüş olsa
bile- hâlâ altyapı sorunları çözülememiştir. Şimdi burada 50 trilyon lirayı
Toplu Konut İdaresine altyapı için aktardığımız zaman, o vilayetlerdeki kişiler
sürekli olarak bizleri arıyorlar ve diyorlar ki: "Adapazarı'nda,
Sakarya'da, Yalova'da, Düzce'de altyapı ihtiyaçları giderilemeyen bu
belediyelere de bir formül getirin, bu parayı fazlalaştırın, oralara da yardım
gönderin; çünkü para yetmez. Yoksa, bizim de altyapılarımız hazırlanmadı, bizim
de altyapılarımız yok; bize de mutlaka bir ödenek aktarmanız gerekir." Bu arada, bundan bir
müddet önce Hatay'da ve en yakın zamanda Giresun'da meydana gelen sel
felaketlerinden dolayı da afetler meydana gelmiştir. Bu deprem konutlarına
benzer olarak, meydana gelen afetlerden dolayı... Karadeniz'deki yağışlardan
dolayı Giresun'da bir afet meydana gelmiş ve Giresun bölgesindeki insanlar da
kendilerine yardım edilmesini, afet bölgeleri ilan edilmesini... Bütün
televizyonlar gösterdi, çoğu köy ve beldelerin yolları tamamen tahrip olduğu için
ulaşılamadığından bahsedildi. Şimdi, bu yardımları nasıl yapacağız, nasıl
edeceğiz, bunlara nasıl ulaşacağız; bunları da bir düşünmemiz lazım. Biz Saadet Partisi
olarak, bu kanun tasarısının doğru; fakat, çok eksik olduğunu; en azından, bu
getirilecek konuda belediyeler için yapılan 50 trilyon yardımın çok az
olduğunu; bahsettiğim büyük afete uğramış bu bölgelerin belediyelerine de aktarabilmek
için bu miktarın artırılması gerektiğini; ayrıca, bahsettiğim gibi, Giresun ve
Karadenizde, yeni, daha bir hafta önce olan sel felaketi esas olmak üzere,
Hatay'da ve Giresun'da sel felaketi yaşayan yerlere de ödenekler aktarılması ve
bu ödeneklerle de bunların altyapı ve konut ihtiyaçlarına da çare bulunması
gerektiğini burada belirtmek istiyorum. Yalnız, şimdi, sayın
milletvekilleri, bu sel konusunda da bir iki şey söylemek istiyorum; çünkü, sel
konularında Türkiye'de meteorolojiden sorumlu bakanlığa da -biraz önce sıra,
esasında, onunla ilgili tasarıdaydı; fakat, görüşülmedi- biz gerekli önemi
vermediğimiz için, bütün dünyada yapıldığı gibi bu afet tatbikatlarında, sel
afetlerinde ciddî bir inceleme yapmadığımız, takip etmediğimiz için, ancak,
afetler olduktan sonra tedbir almaya kalkıyoruz. Bu da, hem can kaybının hem de
mal kaybının çok büyük olmasına sebep oluyor. Halbuki, dünyada yapıldığı gibi,
eğer biz de sel afetlerini önceden gözetleyebilecek olsak, 1 saat ilâ 7 saat
öncesinden, bu kapsama alınan bölgelerde kesin afet ihbarlarını Batılılar gibi
yapabilsek, buradaki insanlarımıza, önceden yapılan tatbikatlarla, o afetlerden
nasıl kurtulabileceklerini izah edebilsek, en azından, can kaybını, mal kaybını
daha az zararla atlatırız ve bilhassa, dere yataklarına konut imkânını
vermesek, dere yataklarına konut yaptırmasak, bu depremlerden ve bu sel
afetlerinden çok daha az zararla kurtuluruz diye düşünüyorum. Tabiî, burada bir konu
-hükümetin gerekçesinde de var- daha var; diyor ki, burada büyük bölümümüz
köylü tabakasıdır. Köylüler de Türkiye'nin en fakir tabakası olduğu için, bu
köylüler buralara konut yapamıyorlar. O halde, bu köylerde evleri yıkılmış olan
insanlar, gösterilecek yerlerde konut, toplukonut yapmak istiyorlarsa, biz bir
konut yaptıralım. Tabiî, bu hükümet
döneminde bir gerçek var; bilhassa, hayvancılıkla ve çiftçilikle uğraşanlar, bu
hükümet döneminde mağdur edildi. Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları
da ortadadır. En son rakamlara göre, çiftçilerin oniki ayda ellerine geçen
paralar -büyükbaş hayvancılıkla uğraşanlarda- yüzde 28,6'da kalmıştır. Yani,
yüzde 92 enflasyonun olduğu bir Türkiye'de hayvancılıkla uğraşanların eline geçen
net artış yüzde 28,6'da kalmış, dolayısıyla, Türkiye'de hayvancılıkla
uğraşanlar son derece mağdur edilmişlerdir. Dolayısıyla, doğrudur, hakikaten,
bunların kendi evlerini yapacak durumları olmadığı için, bunlara da bir yardım
yapmamız gerekecektir diye düşünüyorum. Şimdi, burada bu deprem
konusuyla ilgili bir konuyu daha söylemek istiyorum, o da şudur: Toplu Konut
İdaresine verdiğimiz evler yapılırken ciddî denetim yapmamız lazım. Bir Yapı
Denetim Kanunu getirdik; ama, bunun ciddî bir uygulamasına geçemedik. Şimdi,
Türkiyemizde yapılan toplukonutların çok büyük bir bölümü ciddî denetimden
yoksundur. Yapı denetimine alınmayan iller için konuşuyorum; yapı denetimine
alınmayan illerde kâğıt üzerinde sadece ad olarak bir kontrol mühendisliği
görünüyor; ama, o mühendis o inşaatlara gidip bakmıyor ve yapılan inşaatlar, 5
katlı, 6 katlı, 7 katlı, hatta, 8 katlı binalar ciddî hiçbir denetim
yapılmadığı için teknik şartlara son derece aykırı olarak yapılmakta, deprem şartlarına
uygun binalar yapılmamakta ve dolayısıyla da, bir deprem olduğu zaman buralarda
çok büyük zararlar meydana gelmektedir. Şimdi, Sayın Bakanlığa
şunu buradan tekrar söylemek istiyorum: Bu kanun kapsamında, gerçekçi bir
şekilde, bu yapı denetimini tüm Türkiye'ye teşmil etmek, bilhassa,
toplukonutlarda ciddî denetim yapmak, sigortasız evlere, sigortası olmayan
hiçbir konuta müsaade etmemek, dolayısıyla da, depremlerin, hiç olmazsa, bundan
sonra, böyle büyük felaketlere yol açmasını önlemeye çalışmak doğrudur diye
düşünüyorum. Bir başka önemli konumuz
da zemin etütleriyle ilgilidir. Bu zemin etütlerini ciddî ciddî yapmak, zayıf
zeminler üzerine konut inşa ettirmemek, deprem fayı üzerinde olan yerlerde 10
katlı, 12 katlı binalara müsaade etmemek gerekmektedir. Şimdi, sadece bizim
Erzurum İlimizden biraz bahsedelim; tam fayın geçtiği yerde -son yapılan
konutlarda- 10-12 katlı binalar var. En büyük fay kırığının olduğu yerde 10
katlı, 12 katlı toplukonut olarak bina yapılmış ve bunların hiçbir tanesi de
ciddî bir denetime uğramamıştır. Şimdi, ciddî denetim yapmayacaksın, bu
binaların çoğunu sigortacılar sigortalamayacak, ondan sonra da bir deprem
olduğu zaman katrilyonlarca zarar meydana gelecek, ondan sonra bu zararları nasıl
kapatacağız diye düşüneceğiz. Bir başka konu da, sizin
çıkardığınız bu son deprem kanunlarıyla, bu deprem konutları için gelen
paraların incelenmesini Sayıştay denetimi dışına çıkarmanız ve buradan da
birtakım dedikoduların çıkacak olmasıdır. Onun için, buradaki hatalar çok. Bunun için şunu söylemek
istiyoruz: Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanımız, Plan ve Bütçe Komisyonunda
dünkü yaptığı konuşmalarında bize söylemişti; onun hayata geçirilmesini
düşünüyoruz. Sayın Bakan, çıkarılacak Toplukonut Kanununda, son, Zorunlu Deprem
Sigortası Kanununda ve Yapı Denetimi Kanununda toplu bir çerçeveye gitmeyi
düşündüklerini ve bu çerçevede bu zararların göz önüne alınacağını ve bu tarz
zararlara bir daha uğranılmaması için ne gibi tedbirler almaya çalışacaklarını
Plan ve Bütçe Komisyonunda açıklamışlardı. Ben, şahsen, bu açıklamanın doğru
olduğunu, fakat bir an önce hayata geçirilmesini kendilerinden istiyorum. Yeri gelmişken depremle
ilgili olarak bir de şunu söylemek istiyorum: Altyapılarda, bilhassa bu
belediyelerin afet kapsamına alınması konusunda önemli problemler meydana
geliyor; konu şu: Bir belediyeyi deprem veya sel felaketinden dolayı afet
kapsamına aldığımız ve bunun katsayısını da 2, 3, 5 yaptığımız zaman, bunun
parasını başka bir fondan ayırmadığımız ve mevcut diğer belediyelerden kesip
buraya para verdiğimiz için, bu, çok büyük itirazlara sebep olmakta ve afet kapsamına
girmeyen belediyeler, öyle veya böyle, haklı veya haksız, kendi paralarının
azaltıldığını; birtakım belediyelerin ise afet kapsamına girdikleri zaman,
haklı veya haksız -itiraz çok fazla olmakta- onlara fazla para ödendiğini;
bunların siyasilerden, iktidara yakın olan partilerden alındığını iddia
etmekte. Bunu önlemenin en güzel yolu -yine, dün, Plan ve Bütçe Komisyonunda
Sayın Bakanın da söylediği gibi- afete uğrayan belediyelere yardımın, artık,
diğer belediyelerin paralarından kesilerek değil de, ayrı bir fondan
verilmesinin doğru olacağı, dolayısıyla bu tip şikâyetlerin de, artık,
önleneceği ve doğru olanın da, madem bir belediye afete uğramışsa, onun
altyapısını gerçekçi hesaplara dayanarak yapılacak şekilde; fakat, hükümetçe
yapılan ayrı bir fondan aktarılmasıdır. Böylece, bu şartlarda da diğer
belediyelerin gelirleri azalmayacağı için, oradan da şikâyet gelmeyecek ve işin
doğrusu da, hem afete uğrayanın derdini çözeceğiz hem de afete uğramayan
belediyelerin imkânlarını kısarak onların halka hizmet etmelerini engellememiş
olacağız diye düşünüyorum. Netice olarak şunu
söylemek istiyoruz: Üzerinde en çok durarak ve vurgulayarak tekrar söylemek
istediğim konu şudur: Bundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki -üzerine
basarak konuşuyorum- ilçelerdeki ve bilhassa ve bilhassa beldelerdeki evlerin
nasıl sigortaya alınacağı konusunda yeni bir düzenleme yapmak zorundayız.
Oradaki mevcut evleri bugünkü yapı şekilleriyle, bugünkü yapı standartlarıyla
sigorta kapsamına almamız mümkün değildir. Çünkü, bu yapıların hiçbirisi teknik
yönden bunu almaya müsait değildir. Onları bu kapsama alabilmek için mutlaka
düzeltmek ve denetlemek zorundayız. İkincisi de, Türkiyemizde
halkı artık şuna inandırmak zorundayız: Bilhassa vilayetlerdeki binalar mutlaka
sigorta kapsamına, DASK kapsamına alınmalı. DASK kapsamına alınmadıkları
takdirde, bir deprem meydana geldiği zaman büyük problemlerle karşılaşacakları
konusunda halkı ikna etmeliyiz, izah etmeliyiz, onlar da gelip kendileri
sigorta kapsamına girmelidirler. Hâlâ, Türkiye'de, bu kanun çıkalı bir yıldan
fazla olmasına rağmen, kanun kapsamında sigorta olan bina sayısı yüzde 20,
yüzde 30'larda dolaşıyorsa, bu, iki şıktan meydana geliyor; birincisi, halkın
ekonomik durumunun son derece aşağı düşmesinden, ikincisi de halkın bu
hükümetin çıkardığı kanunlara güvenmemesinden meydana gelmektedir. Şimdi, size, halkın bu
konuda güvenmemesi derken, hükümete bir şey diyeceğim, belki benim için siyasî
konuşuyor diyecekler; ama, ben burada gerçeği söylemek istiyorum. Evvelki gün
burada, Millî Eğitim Bakanı hakkında kurulan soruşturma komisyonu raporu
görüşüldü, hükümet üyelerinden 3 kişi gelip Sayın Bakana güvenoyu verebildi,
diğerleri gelip de burada oy bile vermedi. Niye oy vermediler;
milletvekillerimiz oy verme yerine girince ne oy verecekler bilemiyoruz, lehte
mi verirler, aleyhte mi verirler diye düşünüyorlar ve onlara güvenemedikleri
için, yani iktidar, kendi milletvekillerine güvenemediği için toplu olarak
milletvekillerini oy verme yerine gönderemediler. Şimdi, bu kadar, kendi
milletvekillerinize siz güvenemezken halk size nasıl güvenecek? Yani, böyle,
açık olarak konuşalım. Siz kendi bakanınızı savunmaktan aciz kalırsanız, kendi
bakanlarınıza güvenoyu verecek kadar medenî cesaret gösteremezseniz ve bu
cesaretiniz olmazsa halk sizin neyinize güvensin de sizi burada oturtsun.
Evvela, siz kendinize güvenmeye bakın ki halka da bir şey demeye hakkınız
olsun. Bir bakanını bile savunamayan bir hükümetle dünya tarihinde ilk defa
karşı karşıya geliyoruz. Bunun başka izah tarzı yoktur. Bundan sonra, demek ki,
siz, herhangi bir bakanınız hakkında bir konuda muhalefet bir iddiada bulunduğu
zaman, o bakanınızı, demokratik hakkınızı kullanarak, şahsiyetli bir
milletvekili olarak, gidip "hayır efendim, biz buna evet diyeceğiz, biz
seni suçlu bulmuyoruz" deyip de oy vermesi için kendi milletvekillerinizin
oy verme yerine gitmesine bile tahammül edemiyorsunuz, güvenemiyorsunuz. Siz,
güvenmediğiniz zaman, halk, hiç güvenmiyor ve halk size diyor ki:" En güzel
şey, siz, gelin istifa edin ve gidin" (SP sıralarından alkışlar) Bakın, bir şey daha
söyleyeceğim. Bu konuları biraz böyle ciddîye alın. Bugün dünyada çok önemli
ekonomik olaylar meydana geliyor. Brezilya'da, tekrar Arjantin'deki gibi büyük
bir panik yaşanmaya başlandı. Amerikan denetim şirketlerinde önemli bir skandal
meydana geldi ve 24 saatten beri Amerikan borsalarında, Avrupa borsalarında
Güney Amerika borsalarında önemli düşüşler meydana geldi. Şimdi, bunun
karşılığında Türkiye'de mevduat bakımından -5 ve 6 ncı- iki tane büyük bankamız fon denetimine
alınmak durumuyla karşı karşıya; birisi alında, birisi alınmak durumunda. Şimdi, Türkiye'de ve
dünyada, bu kadar ekonomik krizin olduğu bir yerde, Sayın Başbakanımız
"ben, iki hafta, üç hafta daha, yine doğru dürüst denetimlere
gelemeyeceğim, nekahet devresinde evde
kalacağım " derse, Türk ekonomisini bundan kurtaramayız. Bugünlerde, bir
başbakanın 24 saat Başbakanlıktan ayrılmadan bu ekonomi üzerinde durması
gerekirken, siz hâlâ "ben, iki hafta, üç hafta daha dinlenmek istiyorum
"derseniz, burada yanlış yaparsınız ve bu, ekonomik yönden hakikaten bir
felaket olur. Bütün Türkiye borsalarını açın; bir günde borsa, yüzde 5
düşüyorsa, bir ay önce iki ay önce 1 300 000 lira olan dolar şimdi 1 650 000
lirayı buluyorsa, bunlar üzerinde düşünmek zorundayız. 3 Mayıs günü yüzde 52 olan
bono faizleri, dün yüzde 77'ye çıkmışsa, bunun üzerinde düşünmek zorundayız.
Sizin yaptığınız hazine borçlanmalarında, borçlanma oranını yüzde 65 olarak
almıştınız; yüzde 77'ye çıktı, bunun üzerinde düşünmek zorundasınız. Size ben bir şey
söyleyeceğim; bu nasıl bir ekonomidir ki, enflasyon düşerken faiz oranları
artıyor! Mayıs ayında enflasyon oranları yüzde 70'lerde iken, faiz oranları
yüzde 52, şimdi gelmişsiniz "enflasyon yüzde 50'nin altına düştü"
diyorsunuz! Bono faizleri yüzde 77'lere çıkıyor ve reel faiz bu kadar artıyor.
Bu reel faizle siz de götüremezsiniz; aynı, bankalar gibi siz de batarsınız,
yarın yine IMF'nin kapısına gelirsiniz. Bunun için, ben size
diyorum ki, madem ki, bu işi yapamıyorsunuz, en güzel şey, gelin, istifa edin
ve onu yapacaklar buraya gelsinler. Hepinize saygılar
sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Polat. Demokratik Sol Parti
Grubu adına Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın. Buyurun Sayın Yakın. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA GAFFAR
YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin son çalışma
gününde, hükümetten gelen bu kanun tasarısının, öncelikle, Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülüp, bir an önce Mecliste yasalaşması için yardımcı olan tüm
siyasî parti grup yöneticilerine; biraz sonra, reyleriyle katkıda bulunacak
Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm milletvekillerine; 3 Şubattan sonra bölge
halkımıza sahip çıkan bütün devlet büyüklerimize, Cumhurbaşkanımıza, aynı gün,
deprem günü Eber'e gelip, söz veren Sayın Başbakanımıza, Başbakan
Yardımcılarımıza, bakanlarımıza, Genelkurmay Başkanımıza; bugüne kadar
insanlarımızı açıkta bırakmayan, aç bırakmayan, susuz bırakmayan tüm kuruluşlarımıza;
başta Kızılay olmak üzere sivil toplum kuruluşlarımıza; Afyon depreminden
dolayı yardım eden tüm insanlarımıza; millet olmanın gereğini gösteren, zor
günlerinde ve dün de olduğu gibi, sevinçli günlerinde kenetlenen ve gerçekten
büyük bir devlet ve büyük bir millet olduğunu gösteren Türk Milletine; mensubu
bulunmakla her zaman kıvanç duyduğumuz, övündüğümüz ve çatısı altında
bulunmaktan dolayı şeref duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisine -bir Afyon
vatandaşı olarak saygıyla önünüzde eğilir- hürmetlerimi ve teşekkürlerimi arz
ederim. Depremle birlikte,
devletimiz, hükümetimiz, insanlarımızı açıkta bırakmamak, aç bırakmamak, o kış
günlerinde sahip çıkmak üzere, elinden gelen her türlü imkânı seferber etti. Kızılayımız, 20 000'in
üzerinde çadır getirdi, artık çadır fazlalığı oluşmuştu. Yemek yapmak için
10'dan fazla mutfak kuruldu. Bütün sivil kuruluşlardan yemek yardımları geldi,
battaniye geldi, yiyecek geldi ve bazı sivil kuruluşlarımız, gecenin
karanlıklarında, nerede bir aç var, nerede bir yoksul var; onlara yardım edelim
diye, getirdiler -kurban bayramında köylerde rastladık- yardımlarını
dağıttılar. Acil olarak yapılması gereken her türlü hizmet gerçekleştirilmişti. Orta vadede yapılması
gereken, konteynır tarzındaki hizmetler... Sayın Bayındırlık Bakanımızın da
Afyonlu olmasının büyük faydasını gördük; o dönemde, Afyon'a diğer illerden
konteynırlar geldi, birçok beldemize yerleştirildi, altyapıları hazırlandı. Bu dönemde, ilk günden
itibaren bizleri yalnız bırakmayan, maddî ve manevî yardımını esirgemeyen,
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan sorumlu Devlet
Bakanımız Hasan Gemici Beye de özellikle teşekkür etmek istiyorum; bu depremde
konutu az hasarlı, orta hasarlı ve ağır hasarlı olan insanlarımıza, hayatını
kaybeden insanlarımıza, Başbakanlıktan 500 000 000, 1 000 000 000 ve 1 500 000
000'lık yardımları çıkarttırdı ve onların da dağıtımına başlandı. Uzun vadeli çözümde
tıkanmıştık. Çünkü, Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameye
göre, belediyelik olan yerlerde, beldelerde bu deprem sigortasından dolayı
devletimizin ev yapmasında büyük bir sıkıntı vardı; ama bu beldeler, büyük
oranda, Afyon'da, irileşmiş köyler olarak ifade edebileceğimiz, gerçekten fakru
zaruret içerisinde yaşayan yerlerdi ve yıkılan evlerin büyük bir çoğunluğu da
zaten kerpiçten, sazlıklardan yapılmış, 100 yıllık, 120 yıllık evlerdi. Bu,
evlerini kaybetmiş olan insanlarımız, şu anda, yine, Sultandağı'nda,
Çobanlar'da, Bolvadin'in beldelerinde, bu Meclisi dinleyip, bu Meclisin bugünkü
toplantısına kadar "ne olacak bizim halimiz"in endişesini yaşıyorlardı,
onların vekilleri olarak biz de yaşıyorduk; ama başında da söylediğim gibi,
devletine, milletine ve hükümetine güvenen ve daha önceki sorunlarda da,
sorunları, büyük sorunları aşmasını bilen Türk Devleti ve Milleti bu konuyu
da... Bayındırlık Bakanlığımızın ve Bakanımızın çalışmaları sonucunda,
Başbakanlık ve Toplu Konut İdaresi yöneticileriyle birlikte bir model
geliştirildi ve böylece, zorunlu deprem sigortası da delinmemiş oldu; çünkü,
zorunlu deprem sigortası, uzun vadede, Türkiye için bir zaruret; deprem
kuşağında olan bu ülkede, ne zaman, ne büyüklükte bir depremin olacağı belli
değil ve depremde yıkılan bütün bu evleri, devletimizin yapabilme imkânı yok,
çok daha büyük depremlerin zararlarını karşılayabilme imkânı yok. Bu açıdan, zorunlu deprem
sigortasının delinmemesi doğru bir yaklaşımdı; ama, bu beldelerde, çamurdan
evleri yıkılmış olan insanların ev sorunlarının çözülmesi de mutlaka bir
zaruretti. Nasıl çözüldü: Hükümetimiz, bu tasarıyla, Toplu Konut Fonu
aracılığıyla, uzun vadede ve düşük faizle geri ödenmek şartıyla, evi yıkılan bu
insanlarımıza kredi imkânı sağlamış oluyor. Toplam 70 trilyon liralık bir
kaynak, Toplu Konut Fonuna, sadece, Afyon, Sultandağı, Bolvadin, Çay depreminden
zarar gören insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere aktarılıyor ve bu
insanlarımızın oluşturacağı kooperatifler vasıtasıyla, bu kredi kullandırılmış
olacak. İnsanlarımız ya kendi arsalarında, yıkılan evlerinin üzerinde veya
toplu olarak, Hazineden veya belediyenin belirlemiş olduğu yerlerden alınacak
arsalar üzerinde, gene Bayındırlık Bakanlığının hazırlayacağı projeler
çerçevesinde, depreme dayanıklı modern evlere kavuşmuş olacaklardır. Sayın milletvekilleri,
zorunlu deprem sigortası henüz kanunlaşmadı; ama, deprem sigortası kanunu
tasarısıyla ilgili, bir milletvekili olarak ve bu kanunun bugün çıkmasından
dolayı sevinen bir milletvekili olarak, kendimi, bir noktanın altını çizme
mecburiyetinde hissediyorum. Bugün, 1980'li ve 1990'lı yıllarda, bol miktarda
oluşturulan belde belediyelerinde yaşayan insanlarımızın büyük bir kesiminin
oturmuş oldukları evler, deprem sigortası yaptırılabilecek durumda değildir. Bu
beldelerdeki evlerin, mutlaka, Türkiye genelinde, zorunlu deprem sigortası
kapsamının dışına alınması veya mutlaka başka bir çözümün bulunması lazımdır.
Biz, bugün, böyle bir kanunla, karşılaşmış olduğumuz böyle bir acil durumdan
dolayı, böyle bir ayrıcalıkla, Afyon'da yaşayan insanlarımızı sıkıntılarından
kurtarıyoruz; ama, Türkiye'nin her bir beldesinde yaşayan insanlar da bizim
insanlarımız. Allah bir daha deprem göstermesin; ama, tekrar böyle bir depremle
karşılaşıldığında, o beldelerde yaşayan insanların da karşılaşacağı durumların,
bu zorunlu deprem sigortası çıkarılırken, mutlaka göz önüne alınması gerekir
diye düşünüyorum. Sayın milletvekilleri,
bugün, Meclisimiz, son çalışma gününde, hükümetimizin hazırlamış ve sunmuş
olduğu bu kanun tasarısını, sizlerin değerli katkılarınız ve reylerinizle
kanunlaştıracaktır. Bizim, bölge insanları olarak, bu kanun tasarısının
hazırlanmasında ve bugüne kadar gelmesinde büyük emekleri geçen, Değerli -Afyon
Milletvekilimiz- Bayındırlık Bakanından bir istirhamımız var; inşallah,
elbirliğiyle, bu kıştan önce bölgemizin insanlarını yeni evlerine kavuşturur ve
bu kışı sıcak konutlarında geçirmelerini sağlarsak, bu insanlarımıza, devlet
olarak, millet olarak görevimizi yapmış olmanın mutluluğunu bir defa daha
tadacağımızı ifade etmek istiyorum. Son olarak, Afyon'da
depremden zarar gören, mağdur olan insanlarımıza, kara kara düşünen ve
geleceğinin ne olacağını merak eden insanlarımıza, bir kere daha, gerçekten,
büyük devlet olduğunu, büyük millet olduğunu ve her türlü zorluğun üstesinden
gelebileceğini ispatladığı için, devletimize, 57 nci hükümete ve onun değerli
bakanlarına; bu kanun tasarısının yasalaşması için parti farklılığı
gözetmeksizin destek veren tüm parti gruplarının yöneticilerine ve bu büyük
milletin şerefli temsilcisi olan siz saygıdeğer milletvekillerine, tüm
Afyonlular adına teşekkür ediyor; yeni çalışma döneminde buluşuncaya kadar
hepinize allahaısmarladık diyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Yakın. Bu arada, uzun bir
süreden beri aramızda bulunmayan ve başarılı bir ameliyat sonrası nekahet
dönemini tamamlayıp, aramıza katılan Sayın Sökmenoğlu'na, bütün arkadaşlarım
adına ve Başkanlık Divanı olarak "hoş geldiniz" diyorum. Kendilerine,
yeniden sağlıklı, mutlu günler temenni ediyoruz. (Alkışlar) MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU
(İstanbul) - Sağ olun Başkanım. BAŞKAN -Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila; buyurun. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA İSMET
ATTİLA (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerimin başında, Doğru
Yol Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinizin bildiği üzere,
3 Şubat 2002 tarihinde Afyon'da, Sultandağı'nda, Çobanlar'da, Çay'da,
Bolvadin'de ve geniş bir alanda depremle karşı karşıya kaldık. Bir defa daha,
depremde hayatını kaybeden hemşerilerime Allah'tan rahmet diliyorum; geride
kalanlara da sabır niyaz ediyorum. O gün, gerçekten,
Afyon'un büyük bir alanını kapsayan bu depremde, bu saydığım ilçelerin yanı
sıra, 48 beldede 128 köyde -gerekçede de yer aldığı üzere- aşağı yukarı 550 000
Afyonluyu ilgilendiren bir afetle karşı karşıya kaldık. Böyle afetlerin bir
daha olmamasını Yüce Mevla'dan niyaz ediyorum. Bu kanun tasarısı, her
zaman olduğu gibi, hep istim arkadan gelsin anlayışıyla, bu hükümetin, beş ay
sonra uyanarak, Yüce Meclise son gün getirdiği bir kanun tasarısıdır. Nitekim, deprem olduğu
gün, Sayın Başbakan, Sayın Başbakan Yardımcıları oraya geldiler, hepsi büyük
vaatlerde bulundular, "yıkılanı yaparız" dediler. Ne var ki, biz,
Afyonlular olarak, bugüne kadar, düne kadar bunu bekledik. Nitekim, deprem
bölgesindeki hemşerilerimizin, akşam olduğu zaman, orada yalnız kaldıklarını
gördüğümüz için de, bunu, her vesileyle dile getirdik. Tabiî, bugün, böyle bir
kanun tasarısının getirilmiş olmasından ve Doğru Yol Partisi Grubunun da,
bugün, burada öncelikle görüşülmesine "evet" demesinden dolayı, bir
Afyonlu olarak, Afyon milletvekili olarak memnunum. Yalnız, çıkacak olan bu
kanunla, gecikmiş bu kanunla, uygulama nasıl olacaktır? İşte, beklediğimiz,
bakacağımız da odur; çünkü, bu, bir yönetmelikle; yani, oradaki kredi
kullandırma işi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi
tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle tespit edilecektir. Şimdi, bu
yönetmelik ne zaman çıkacak, ne zaman yayımlanacak, burada ne gibi şartlar yer
alacak; bunlar çok önemlidir, zaman bakımından önemlidir. Bir de, bu kredilerin
yerine gitmesi ve önceden, kooperatif bezirgânlarının o bölgede yer almaması,
bu hükümetin ve Bayındırlık İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresinin en çok
dikkat edeceği hususlardır; çünkü, bu kanun tasarısının Meclise geleceğini
hemşerilerim öğrenmiş. Öğrendikten sonra da, birkısım insanlar, orada,
kooperatif kurma çalışmalarını yönetmek üzere, şimdiden harekete geçmişler.
Aldığımız bilgi budur. Aslında, hak sahibi olanlar kooperatif kuracak ve onlara
kredi verilecek. Sonrası da, tabiî, takibi bakımından, çok önem arz etmektedir. Burada, köyler yok.
Köylerin durumu ne olacak? Afyon'da, yaz çabuk
geçecektir. Uygulanan ekonomik politikalar itibariyle, esasen bütün Türkiye'de
ekonomik kriz yaşanırken, Afyon'da bu depremin olması, hakikaten, o yörede
yaşayan insanlarımızın -deprem olsun olmasın- Afyonumuzun yarasına tuz biber
ekmiştir; Afyonlunun tabiri de budur. Afyon'da -uygulanan politikalar
itibariyle, her geçen gün dünü arar hale gelmiş olunmasından dolayı- sadece
deprem olan yerler zarar görmemiş,
deprem olmayan yerlerde de zarar ortaya çıkmıştır. Biz, Doğru Yol Partisi
olarak, bu kredi kullandırma işinin en iyi şekilde yapılması, yönetmeliğinin
bir an önce çıkarılması konusu da dahil olmak üzere, bunların hepsini, tabiî
ki, bir görev olarak takip edeceğiz. Belediyelerle ilgili
olarak, bu hükümetin, özellikle Bayındırlık ve İskân Bakanlarının -hemşerim de
dahil olmak üzere- yaptığı haksızlığı, bu kürsüden, bir defa daha dile getirmek
istiyorum. Belediyelerin, afete maruz olan belediyelerin afet kapsamına
alınmasında, maalesef -daha önceki afet kararnameleri Danıştay tarafından iptal
edilmiş olmasına rağmen- bu hükümet, özellikle de bu hükümetin MHP'li bakanları
-hiç kimse alınmasın- bu konuda da adaletsizliğe, insafsızlığa alet olmaya
devam etmektedirler. Hakça, adaletçe ve bayındırlık iskân müdürlüklerinin
tespitlerine göre belediyelerin afet kapsamına alınmasına bir sözümüz olamaz;
ama, gelin görün ki -Afyon'da da bu vuku buldu- deprem olmadığı halde, depremde
zarar görmediği halde, MHP'li belediyelerin hisselerinin artırılmış olması
vicdansızlıktır, adaletsizliktir. Bu adaletsizliğin en önemli sebeplerinden bir
tanesi, İller Bankasına ayrılmış paylardan, afet olan bölgelere verilmesi,
tamam; ama, afet olmayan bölgelere de bu para kaydırılmak suretiyle, o bölgede
yaşayan insanlar Doğru Yol Partili belediye diye veyahut da muhalefete mensup
belediyeler diye, bir şekilde, sözde, o belediye başkanı cezalandırılıyor;
aslında, o belediye başkanı değil, o bölgede yaşayan insanlarımız
cezalandırılıyor. Onun için -adaleti elden bıraktığınız zaman- işte, bugün, bu
ülkede olanlar da, adaletin elden bırakılması sonucunda meydana gelmiştir ve bu
hükümet de, her zaman, her yerde, adaletsizliği, çifte standardı sanki
kendisine şiar edinmiştir. Bu sebeple de, hükümeti huzurunuzda kınıyorum. Şimdi, köylerdeki durum
ne olacak; köylerle ilgili herhangi bir konu yok. Kış yakın, birçok
vatandaşımız, hemşerimiz çadırlarda; çadırlarda nasıl olacak, bu kış nasıl
geçecek? Bu yönetmelik, çalışma esasları, kredilendirme usulleri ne zaman
yayımlanacak; hazır mı, değil mi, onu bilemiyoruz, ne şekilde yapılacak?
Başbakanın onayına sunulacak; Başbakanın onayına nerede sunulacak;
Başbakanlıkta mı sunulacak, resmî çalışma ofisinde mi sunulacak, nasıl
sunulacak, o da belirsiz. Ayrıca, bir de, 50
trilyonluk bir parayı, bu Meclis, yetkiyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına
veriyor; Afet İşleri, Karayolları ve İller Bankasında bunun bölüşümü nasıl
olacak, kullanımı nasıl olacak? Bu yetkiyi Meclis verecek; ama, Doğru Yol
Partisi olarak, biz, bu yetkinin en iyi şekilde kullanılmayacağına, partizanlık
yapılacağına dair şikâyetleri ve sıkıntıları şu andan itibaren görür gibi
oluyoruz. Hiç değilse, depremle ilgili konularda oynamayın. Nitekim, buraya muhtelif
zamanlarda geldiniz; deprem vergisi adı altında salma yaptınız ve deprem
vergisinin depreme uğrayan bölgelere gitmediğini de, bir arkadaşımızın soru
önergesine verdiğiniz cevapta ifade ettiniz. O, deprem vergisinde toplandığınız
paralar da bütçe açıklarına gitti. Elinsaf demek, herhalde, en doğru yol
olacaktır. Şimdi, burada, deprem
olduğu günden itibaren Afyon'a koşan Kızılayımızın mensuplarına -Değerli
Başkanı başta olmak üzere- huzurunuzda, bir Afyonlu olarak teşekkür ediyorum. O
gün, hakikaten, koştular ve yaralar sarıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız,
Genelkurmay Başkanımız da geldiler; duruma vazıyet ettiler ve onlara da
huzurunuzda ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi, bir gerçeği burada
ifade etmekte fayda var. Ülkemiz deprem bölgesi olduğuna göre, bu gibi konuları
sadece Kızılaya bırakmak doğru değildir; çünkü, vatandaşı Kızılayla baş başa
bırakmak, karşı karşıya bırakmak, gerçekten, sıkıntı yaratmaktadır. Hükümetler,
ülkesi için vardır, milleti için vardır. Kızılayla vatandaşı karşı karşıya
bırakıp, Kızılay çadır verdi vermedi, Kızılay aş ocağı kurdu kurmadı gibi bir
münakaşayla, depreme uğramış insanları karşı karşıya getirmek doğru değildir.
Onun için, Afet İşleri Genel Müdürlüğü olduğuna göre, üstünde Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı olduğuna göre, onun üstünde de Başbakanlık olduğuna göre,
mutlak surette, çadır dahil, diğer ihtiyaçlar dahil, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığının bu konulara da el atmak suretiyle... Sadece kurtarma yetmiyor;
kurtarmada da fazla netice alınamıyor; ama, ondan sonrası gerçekten çok önemli;
bu konuya önem ve öncelik verilmesi, hükümetin birinci meselesi yapması da,
bizim, Doğru Yol Partisi olarak teklifimizdir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ben, huzurunuzda, yine Afyon Valisi Sayın Ahmet Özyurt'a
teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Afyon'a geldiği günden itibaren
gecesini gündüzüne katarak çalışan, Dinar depremi dolayısıyla da büyük
tecrübesi olan Sayın Valimiz, bu defa da, yine, özel idare imkânlarını
kullanmak suretiyle yapabileceklerini yapmıştır. Nitekim "bir tuğla da sen
koy" kampanyası açmak suretiyle vatandaşlarımızdan bir miktar para
toplanmıştır. Tabiî, deprem bölgesinde zayiat görmüş insanlarımıza bu miktar
bölündüğü zaman, çok cüzi olarak düşmektedir. Ben, başlangıçtan beri, Afyon'a,
Afyonlulara yardım eden bütün hemşerilerimize de huzurunuzda teşekkürlerimi bir
borç biliyorum. Şimdi, daha fazla
zamanınızı almamak bakımından, Bayındırlık ve İskân Bakanımızın Afyonlu olması
dolayısıyla Afyon'a ve özellikle de deprem nerede olursa olsun, görevi icabı
yakın ilgi ve alaka göstermesini, hangi konuda olursa olsun -afet kararnameleri
de dahil olmak üzere- adaletsizlik yapmamasını, çifte standart kullanmamasını
özellikle rica ediyorum; çünkü, biz, bu konuları -Afyon'a gittiğimizde, depreme
uğramış hemşerilerimizin dilek ve şikâyetlerini- intikal ettirdiğimiz zaman
söyledikleri şu oluyor: "Depremde siyaset yapılmaz." Evet, depremde
siyaset yapmayalım; ama, sıkıntıyı çeken Sultandağlı, sıkıntıyı çeken Çaylı,
Sultandağı'ndan sonra sıkıntıyı çeken Çobanlarlı ve orada yaşayan insanlarımız;
Bolvadinlimiz ve bütün deprem bölgesi. Dolayısıyla, bize bu konuları intikal
ettiriyorlar; intikal ettirilen konuları da, bizim, yüksek sesle dile
getirmemizi tabiî olarak istiyorlar; biz bunları dile getiriyoruz. Onun için,
deprem bölgesinde, özellikle gıda yardımında, çadır yardımında ilk günlerde
yapılan senden-benden, benim adamım-senin adamın ayırmasının da bundan sonra
olmaması dileğini burada tekrar ediyorum. Meclisimize, bu kanun
tasarısına destek verdiklerinden dolayı teşekkür ediyorum; hepinizi, Doğru Yol
Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Attila. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Kayayerli; buyurun. (MP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MÜJDAT
KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 3 Şubat 2002 tarihinde
Afyon, Sultandağı, Çay, Bolvadin, Çobanlar, Sülümenli, Gebeceler ve Afyon
merkezinin birçok köylerinde meydana gelen deprem dolayısıyla, , Toplu Konut
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısıyla ilgili görüşlerimizi
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Özellikle, 48 beldede ve
123 köy yerleşim merkezinde toplam 500 000-525 000 civarındaki vatandaşımızı,
deprem, gerçekten etkilemiştir. Bölgemizde çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen
düşük gelirli birçok vatandaşımız olup, özellikle köy yerleşim yerleri,
nüfusları itibariyle belde belediyelerine dönüştüklerinden dolayı, belde
halkının oturduğu konutların, mühendislik hizmeti görmemiş, yöresel yapı
malzemeleriyle -yani taş, kerpiç, samanlı çamur gibi- inşa edilen yapılardan
oluştuğu da bir gerçektir. Bu yapıların üzeri kamış, sazlık ve sıkıştırılmış
topraktan oluşan bir çatı örtüsüyle kaplanmış olup, fen ve sanat kurallarına
uygun olmayan bu yapılardan dolayı zorunlu deprem sigortası da yapılamamaktadır. Özellikle, bu tasarıyla,
Toplu Konut Kanununa eklenecek geçici maddeyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
fen heyetleri tarafından, belediye yerleşim alanlarında belirlenen ağır hasarlı
ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının müştereken belirleyeceği
usul ve esaslara göre kredi verilmesi öngörülmektedir. Bu kredinin verilmesiyle
ilgili, dün Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen
bu tasarının, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna getirilmesi
için emek sarf eden Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanına, üyelerine ve bugün
olumlu oy vereceğine inandığım siz milletvekillerine teşekkür ediyorum. Özellikle, yerleşim
alanlarında belirlenen -pek çok sayı söyleniyor- toplam 3 835 adet ağır hasarlı
ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, kendi arsaları
veya ilgili belediyeler tarafından toplulaştırma sonucunda elde edilecek
arsalar üzerinde yapılacak konutlar için, Toplu Konut İdaresi aracılığıyla
kredi verilmesi ve bu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esasların
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının müşterek
teklifi üzerine Başbakan tarafından belirlenmesi; söz konusu kooperatifler için
gerekli olan 70 trilyon TL'nin Toplu Konut İdaresine; altyapı ve toplulaştırma
işlemleri için ihtiyaç duyulan 50 trilyon TL'nin ise Afet İşleri Genel
Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü
arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine aktarılması söz konusudur. Değerli milletvekilleri,
özellikle, inşa edilecek ve onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme,
ruhsatname ve sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri
beyanname, taahhütname ve yapacakları sözleşmelerin her türlü vergi, resim ve
harçtan muaf tutulması öngörülmektedir. Özellikle, söz konusu
bölgenin tek gelir kaynağının tarım ve hayvancılık olduğu, yörede yaşayan
vatandaşlarımızın gelirlerinin son derece düşük olduğu malumlarınızdır. Bu
nedenle, özellikle, köy iken nüfusları nedeniyle belde haline dönüştürülen
belediyelerdeki konutların, fen ve sanat kurallarına uygun olmayıp, taş,
kerpiç, samanlı çamur gibi yöresel yapı malzemelerinden inşa edildikleri de
bilinmektedir. Ayrıca, söz konusu olan yapıların çok eski oldukları, her an
hasar görebilecek durumda bulundukları ve fen kurallarına aykırı inşa
edildiklerinden zorunlu deprem sigortası da yapılmadığı malumunuzdur. Diğer
taraftan, yöre halkının gelir durumları itibariyle modern konutlar inşa
edilebilmesi mümkün görülmemektedir. Bu bakımdan, dargelirli vatandaşlarımızın
konut edinme arzusunu teşvik etmek üzere, cazibesini yitirmiş olan konut yapı
kooperatifçiliğinin yeni bir yaklaşımla ele alınmasını doğru bulmaktayım. Son yıllarda yaşadığımız
deprem felaketlerinin, depremlere önceden hazırlıklı olunmasının ne kadar
hayatî bir önem taşıdığını gösterdiği, devletimizin de bu alanda gerekli
çalışmaları yaptığı ve bugün sonuca ulaştığı ortadadır. Bu çerçevede zorunlu
deprem sigortasına ilişkin düzenlemelerin yapıldığı ve doğal afet sigortası
oluşturulduğu da bilinmektedir. Tasarının, doğal afet
sigortası kapsamı dışında kalan yerlerde yaşayan ve depremden mağdur olan
insanlarımızın fen ve sanat kurallarına uygun modern konutlara sahip
olabilmeleri için kuracakları kooperatiflerin devlet tarafından krediler
yoluyla desteklenmesini öngördüğü; bu nedenle, bir an önce kanunlaşmasında
yarar görüldüğü de bilinmektedir. Bu bakımdan, Afyon'daki binaların -bu şekilde
yapılmasından dolayı- kısa adıyla DASK olarak tarif ettiğimiz zorunlu deprem
sigortasına alınmadığı bilinmektedir. Tabiî ki, Afyon'daki deprem zorunlu
deprem sigortasının arkasından olmuştur. Zorunlu deprem sigortası işlediğinden,
3 Şubat 2002'de olan depreme müdahale edilememiştir; bu sebeple, Afet Fonundan
toplu konuta para aktarılarak Afyon'da meydana gelen depremin üstyapı ve
altyapıyla ilgili problemlerin çözümünde, ucuz kredilendirme yoluyla, ancak bu
kanunla bir çözüm bulunabilecektir, Afyon'daki vatandaşlarımızın mağduriyetleri
de ancak bu kanunla çözüme kavuşabilecektir. Bugün, köylerimizde bir
problem yoktur. Köylerimizde Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yetkilileri,
uzmanları her türlü çalışmaları yapmış ve şu anda birkaç köyde konutlar
yapılmaya başlanılmıştır; bu da vatandaşlarımızı sevindirmiştir. Ancak, bütün
vatandaşlarımız adına şunu söylemek istiyorum ki, buradaki konutların en
azından yaz aylarında bitirilmesi ve ekim-kasım ayına kadar yetiştirilmesi söz
konusudur. Eğer deprem konutlarını kışa kadar yetiştirebildiğimiz takdirde
vatandaşlarımız önümüzdeki kışı çadırlarda geçirmeyeceklerdir. 57 nci cumhuriyet
hükümetine, iktidar partisinin grup başkanvekillerine ve dün Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşüldüğü için, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza Afyonlular
adına teşekkür ediyorum; yine Afyonlular adına, Yüce Meclisimizin üyelerine de
teşekkür ediyorum; çünkü, hükümetimiz böyle bir çözüm yolunu bulmuş ve çözüm
üretmiştir. Ancak, hâlâ Çay SEKA Fabrikasının ne olacağı meçhuldür. Yine, yerle
bir olan Afyon Çay Küçük Sanayi Sitesinin ne olacağı, yakında yapılacak
toplantılara ve bununla ilgili yapılacak olan teşebbüslere bağlıdır. Bu
bakımdan, Çay SEKA Fabrikasının ve Çay Küçük Sanayi Sitesinin de bu yaz
döneminde bulunacak kaynaklarla yaptırılmasının uygun olacağını burada ifade
etmek istiyorum. Özellikle Çay Küçük
Sanayi Sitesi 10 000 vatandaşımıza hitap etmektedir. Burada çalışan ustalar,
kalfalar ve çıraklar çevre illere taşınmışlardır ve 10 000 kişi buradan ekmek
yemektedir. Çay Küçük Sanayi Sitesi ile Çay SEKA Fabrikasına, maalesef, ne
Maliye Bakanlığından ne de Hazineden yeterli kaynak aktarılamamıştır. Bu
bakımdan, Maliye Bakanlığımızı ve Hazineden sorumlu Bakanımızı göreve davet
ediyorum. Değerli milletvekilleri,
bu kanun tasarısına vereceğimiz olumlu oylarımızla, depremde zor duruma düşmüş
olan Afyonlu vatandaşlarımızı sevindirmiş olacağız diye düşünüyorum. Deprem
evlerinin 2002 yılının kasım ayına kadar yapılması, elbette, bütün Afyonlu
vatandaşlarımızı ve depremden zarar görenleri sevindirecektir. Siz milletvekillerimizin,
olumlu oylarıyla da depremde zarar görenlere yardımcı olacağınızı ümit ediyor;
fazla vaktinizi almamak için, depremzedelerle birlikte olduğunuzu düşünüyor,
hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (MHP
ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Kayayerli. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA SAİT
AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı Toplu
Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Türkiye'de ekonomik
depremin bütün boyutlarıyla ülkeyi sarstığı ve belirsizliğin had safhaya
çıktığı bir ortamda, Afyon depreminde konutlarını kaybedenlerin ümitle
bekledikleri bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Toplumun ağırlıklı bir kesiminin,
siyasal iktidarın iktidarsızlığından emin olduğu, son nefesleriyle ayakta
durmaya çalıştıkları bir dönemde, depremle ilgili bir yasa tasarısını
görüşüyoruz, hem de yasama döneminin sonunda, son gününde. Afyon depreminde, 3
Şubatta, neredeyse yarım milyona yakın vatandaşımız deprem şoku altında
inlemekteyken, son iki ayda da ülkenin ciddî bir ekonomik krize doğru
sürüklenmesi, bu vatandaşlarımızı ikinci bir şokla karşı karşıya bırakmış
bulunmaktadır. 3 Şubat 2002 tarihinde, Afyon İlimizde, Sultandağı merkezi olmak
üzere, 48 beldemizi, 123 köy yerleşim alanımızı etkileyen bir depremle karşı
karşıya geldik. Can kaybı sınırlı olmasına rağmen, 3 835 ağır hasarlı konutun
yıkılmasıyla sonuçlandı. Şimdi, evleri yıkılanlar, kışı nasıl geçireceklerinin
kaygısı içerisinde, endişeli olarak, kendileri için neler yapılacağını
beklemektedirler. 3 Şubat depreminden hemen
sonra, Zorunlu Deprem Sigortası Yasa Tasarısı Meclise hemen sevk edildi ve
komisyonlarda acil olarak görüşüldü. Hepinizin malumu olduğu gibi, zorunlu
deprem sigortası uygulamasına kanun hükmünde kararnameyle başlanılmıştı. Eylül 2000'de, zorunlu
deprem sigortası uygulamasına başlanılmış; ama, bununla ilgili yasal düzenleme
-zorunlu deprem sigortasıyla ilgili kanun hükmünde kararnamelerin
eksikliklerini gidermek açısından- hemen Afyon depremi sonrası, komisyonlarda
hızlı bir şekilde görüşülüp Genel Kurula indirilmişti; ama, Genel Kurula çok
uzun süre önce indirilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, zorunlu deprem
sigortası yasasının çıkmaması, bir bakıma, hükümetin vurdumduymazlığıyla ancak
telif edilebilir olan bir husustur. Zorunlu deprem sigortası
kapsamı içerisinde, köy yerleşim alanları hariç olmak üzere, diğer beldelerde
ve diğer şehir alanlarında zorunlu deprem sigortasını yaptırmayan
vatandaşların, bir depreme maruz kaldıkları takdirde, devlet desteğinden, yani
Afet Yasası kapsamındaki destekten mahrum kalacakları konusundaki bir düzenleme,
Eylül 2000'den itibaren devreye girmişti. Tabiî, bu düzenleme, bir bakıma,
Afyon depremi sonrası, yasa şeklinde, tamamıyla hayata geçirilmek isteniyordu;
ama, maalesef, bugüne kadar hayata geçirilemedi. Tabiî, zorunlu deprem
sigortası, Afyon depreminde mağdur olan insanları çok yakından
ilgilendiriyordu. Daha önceki depremlerde mağdur olan insanlar, evleri yıkılan
insanlar, bir bakıma, zorunlu deprem sigortası uygulamasından önce, rahatlıkla,
7269 sayılı Afet Yasası kapsamında devlet desteğini elde edebiliyorlardı; ama,
Afyon depreminden sonra, zorunlu deprem sigortası bir bakıma devreye sokulmak
suretiyle, bu devlet desteğinden mahrum bırakıldılar; ama, bunun, biz, uygun
bir yöntem olduğunu, uygun bir yol olduğunu, adaletli bir yol olduğunu
düşünmüyoruz. Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan çalışmalarda, Sayın Derviş'in
de hazır olduğu çalışmalarda, zorunlu deprem sigortası sisteminin pek çok
eksiklikleri içerdiğini, gerçekten, Türkiye'de deprem meselesine gerçek anlamda
çözüm bulmadığını, burada toplanan kaynakların önemli bir kısmının, maalesef,
devletin içborçlarının finanse edilmesi için kullanıldığını, yine, önemli bir
kısmının da koruma almak üzere yurtdışına transfer edildiğini; dolayısıyla,
Türkiye'deki deprem riskine karşı bu riski karşılamaya yeterli bir kanun
olmadığını, çok değişik boyutlarıyla ifade ettik. Tabiî, bugüne kadar
gelmemesinin nedeni, bu kanunun ciddî bir şekilde eksiklikleri içermesidir.
Hükümetin, bu eksiklikler nedeniyle, bu kanunu görüşmek için buraya, Genel
Kurula getirememesinin çok ciddî nedenleri olduğunu düşünüyoruz. Tabiî, zorunlu deprem
sigortası bahane edilmek suretiyle, Afyon'da depreme maruz kalan insanların
devlet desteğinden mahrum bırakılmaları adaletli bir yol değildir diye ifade
ettim, Anayasaya aykırı bir durum olduğunu da bu arada ifade etmek isterim;
çünkü, kanun hükmünde kararnameyle yapılan bir düzenlemenin, kalkıp, yasa
çıkarılmaksızın, bu düzenlemeyle, diğer yasalardaki birtakım uygulamaların
devredışı bırakılmasının Anayasaya aykırı olduğunun da açık bir şekilde ifade
edilmesi gerekir. Biz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, mevcut yasaya, Zorunlu
Deprem Sigortası Yasasına ilave bir hüküm getirmek suretiyle, yine, 7269 sayılı
Yasa çerçevesindeki devlet desteğinin, bu yasanın çıkarılmasından sonra hayata
geçirilmesi gerektiğinin en uygun yöntem olduğunu ifade ettik, bu konuda
önergeler verdik, maalesef, hükümet kanadı bu önergelere yanaşmadı, çok az bir
oy farkıyla bu önergeler reddedildi. Eğer, o zaman, Zorunlu Deprem Sigortası Yasası
görüşüldüğü zaman, bu, hayata geçirilmiş olsaydı, şu ana kadar ciddî bir zaman
kazanılmış olacaktı. Dolayısıyla, Afyon'da depreme maruz kalan
vatandaşlarımızla ilgili olarak, şu ana kadar, pek çok meselede önemli
mesafeler katedilmiş olacaktı. Bakınız, Afyon
depreminde, depremin merkez üssü olan Eber Beldesindeki yapılara dikkat
ettiğimizde, taş, kerpiç, samanlı çamur gibi yapı malzemelerinin kullanıldığı
yapılar ağırlıkta, yüzde 80'lerde, yüzde 90'larda; çatılar da -biraz önce ifade
edildiği gibi- kamıştan, sazlıktan, sıkıştırılmış topraktan yapılan çatı
tarzında. Yani, hiçbir yapı standardına uygun olmayan yapılaşmanın söz konusu
olduğunu görüyoruz bu beldede. Afyon'da, konutların yoğun olarak yıkıldığı
yerlerde de yapılaşmanın bu şekilde olduğunu açıkça görüyoruz. Böyle bir
yapının, standartdışı, fen ve sanat kurallarına aykırı olan bir yapının, zaten,
zorunlu deprem sigortası kapsamında mütalaa edilmesine de hiçbir zaman için imkân
yoktur. Böyle bir yapının zorunlu deprem sigortası kapsamında mütalaa edilmesi
suretiyle, konutları yıkılanların devlet desteğinden mahrum bırakılmalarının
mantıklı bir tarafı da yoktur. Şu anda, köyler hariç, diğer yerlerdeki yapılar
zorunlu deprem sigortası kapsamı dışına alınmış bulunmaktadır; ama, mevcut
yapıların özelliğine baktığımızda, Afyon'da da, pek çok Anadolu kentinde de,
sigorta edilebilir nitelikte olmayan yapıların, maalesef, zorunlu deprem
sigortası kapsamı içinde olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, bu konuda ciddî bir
ayırımın yapılmasına ihtiyaç vardır. Bilhassa turistik yörelerimizi dikkate aldığımızda,
pek çok köyde, depreme maruz kalan yapılar devlet desteğine tabidir; ama,
köylerde, bilhassa turistik yörelerde öyle binalar, öyle yapılar vardır ki, bu
yapılar, birinci sınıf yapılardır, sırf köy yerleşim alanında bulunmaları
nedeniyle bu birinci sınıf yapılar da, maalesef, devlet desteği kapsamı içinde
tutulmaktadır, böyle bir tezatla karşı karşıyayız. Yapılması gereken şey, bu
tezatın ortadan kaldırılmasıdır. Mevcut yasal düzenlemede
getirilen husus, deprem mağdurlarına, kendi arsaları ve toplulaştırma sonucu
elde edilecek arsalar üzerinde konut yapabilmeleri için, gerekli kredi desteği
verilmek üzere, Toplu Konut İdaresine 70 trilyonluk bir kaynağın ayrılmasıdır.
Diğer taraftan, toplulaştırma ve altyapı işlemlerinin yapılabilmesi için de,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine 50 trilyon liralık
kaynağın aktarılması şeklinde bir düzenleme, mevcut yasal çerçevede, yasa
tasarısında ortaya konulmuştur. Tabiî, önemli olan,
deprem mağdurlarının hızla konut sahibi olmalarını sağlayacak şekilde
işlemlerin hızlandırılmasıdır. 3 Şubattan bugüne kadar geçen süre oldukça
önemli bir süredir. Dolayısıyla, kış gelmeden yıl sonuna kadar, gerçekten,
deprem mağdurlarının, bir an önce, bir bakıma konut sahibi olmaları konusunda
hükümetin çok ciddî adımlar atması gerektiğini burada yine tekrarlamak
istiyorum. Deprem felaketinin,
sadece sigorta sistemiyle çözülemeyeceği açıktır. Önemli olan, depremi felakete
dönüştüren nedenleri tespit etmek, bu nedenlerle ilgili olarak yasal çerçeveyi
tamamlamak ve bu konuda acil adımlar atmaktır; ama, hükümetin, maalesef,
depremi felakete götüren nedenleri tespit edip bu alanda çok ciddî anlamda
yasal adımları atmadığını, muhtemel bir depremde can ve mal kaybı konusunda
ciddî önlemlerin alınmadığını da açıkça görmekteyiz. Can ve mal kaybını
azaltmanın en önemli yollarından biri de, mevcut yapıların depreme
dayanıklılığını ölçmek ve dayanıksız olanları, şayet güçlendirilebiliyorsa
güçlendirmek, güçlendirilemiyorsa bu yapıları tahliye etmek ve yıktırmaktır. Tabiî, güçlendirme
çalışmaları için yapı envanterinin çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Diğer
taraftan, binaların ve zeminin depremde nasıl etkileneceği konusunda risk
analizinin yapılmasına ihtiyaç vardır; bu hayatî meseleler konusunda, maalesef,
bugüne kadar ciddî bir adımın atılmadığını görüyoruz. Tabiî, İstanbul'la ilgili
zaman zaman çeşitli senaryolar ortaya konuluyor. Muhtemel bir depremde
yapıların nasıl etkileneceğinin tespitine yönelik görevli bir kamu kuruluşu da
ortada değil, güçlendirmeyle ilgili yasal bir zemin de ortaya konulmuş değil;
yıktırılması gereken binalarla ilgili yasal çerçeve de sağlanmış değil. Yine, 30 Şubat 2000
tarihinde İstanbul Üniversitesinde yapılan bir araştırmada, maalesef, Marmara
depreminden en fazla etkilenecek olan İstanbul sahil şeridinde acilen onarım
yapılması ve güçlendirilmesi gereken konut sayısının 102 000 olduğu ifade
ediliyor; gerçekten bu, tüyler ürpertici bir rakamdır. Depremlerde görülmüştür
ki, en çok yıkılan, en çok hasar gören, maalesef, kamu kurumu binalarıdır. Bu,
Adapazarı'nda görülmüştür, İzmit'te, Gölcükte görülmüştür; yine, Afyon'da bütün
boyutlarıyla görülmüştür. Bugün, İstanbul'da en son depremde 2 683 binada hasar
görülmüş, tespit çalışmaları yapılmıştır; ama, depreme dayanıklılıkları,
maalesef, ölçülememiştir. Hasarlı kamu binalarının onarımı ve güçlendirilmesi
için yeterli ödeneğin de bugüne kadar aktarılamadığını, maalesef, üzülerek
belirtmek istiyorum. Yine, Sayın Işıkara'nın
geçmişte bir açıklaması vardı; İstanbul'daki hastanelerle ilgili verdiği
rakamlar gerçekten tüyler ürperticidir; 323 hastanenin 279'unun güçlendirilmesi
gerektiği noktasındaki açıklama birinci ağızdan yapılmış olmasına rağmen, bu
konuda önemli bir adımın atılmadığını da, maalesef, üzülerek görüyoruz. Tabiî, Türkiye'de sadece
depremler, tabiî afetler söz konusu değil; Türkiye, maalesef, geçmişte, 2001
yılında, ciddî bir ekonomik kriz yaşadı, maalesef, son iki aylık dönemde de
ciddî bir ekonomik krizin içerisinde bulunmaktadır. Ekonomik kriz, ekonomik
göstergelerdeki olumsuzluklar, maalesef, had safhaya gelmiştir; ama, böyle bir
tablo karşısında, vurdumduymaz bir şekilde, hükümet ortakları ekonomideki bu
çöküntüyü sadece seyretmekle yetinmektedirler. Siyasî belirsizlik
nedeniyle ekonomi yönetilememektedir. Siyasî belirsizliğin piyasalar üzerinde
ciddî olumsuz etkisi vardır. Dolar, iki aylık dönem içinde hızlı bir şekilde
yükselmiştir. İki aylık bir dönemde, 3 Mayıstan 26 Hazirana kadar geçen
dönemde, maalesef, dolar, yüzde 20 oranında artmıştır; âdeta 2001 krizindeki
artış seyrine benzer bir artış yaşanmıştır. Dolardaki bu artışın ekonomide
büyük bir bedeli vardır, devlet maliyesinde büyük bir bedeli vardır. Pek çok
ekonomik birimler, bilhassa ihracata dayalı ekonomik birimler ithalata bağımlı
olarak çalışmaktadırlar. Dolardaki bu ani sıçramalar, ihracata yönelik ekonomik
birimlerin ihracat yapamaz hale gelmelerine neden olmaktadır. Bunun kısa bir
süre sonra ekonomide yansıması görülecektir. Diğer taraftan, devlet maliyesine
de ciddî bir maliyeti vardır. Faizdışı fazladan bu hükümetin, hiçbir zaman için
bahsetmeye, faizdışı fazlayla ilgili yorum yapmasına, son iki aylık ekonomik
gelişmeler sonucunda, artık hiç gerek olmadığını da ifade etmek isterim. Bakınız, dolardaki bu
yüzde 20'lik artış neyi beraberinde getiriyor devlet maliyesinde; devletin
içborçlarının yüzde 29'u, yaklaşık 36 katrilyonu döviz ve dövize bağlı
borçlardır. Dolardaki yüzde 20'lik artış, maalesef içborçların döviz ve dövize
endeksli olanlarında 7 katrilyon 200 trilyon liralık bir artış ortaya
çıkarmıştır; yani, iki aylık dönemde sadece içborçlardaki bu fatura, bu siyasî
belirsizliğin faturasıdır. Bu 7,2 katrilyon lira ne anlama gelir diye düşündüğümüzde,
bakınız, sizlere ifade edeyim: Nisan ayına kadar dört aylık dönemde devletin
vergi gelirleri 15 katrilyon 200 trilyon liraydı; bunun 7,2 katrilyon lirası...
Maalesef, bu iki aylık siyasî belirsizlik döneminde, bir taraftan, Ecevit'in
hasta olmasına rağmen, bu konuda direnmesi nedeniyle, diğer taraftan, idam
tartışmaları, Avrupa Birliğiyle ilgili tartışmalar konusunda hükümet üyeleri
arasındaki derin anlaşmazlıkların olması nedeniyle, maalesef, krizin her geçen
gün yapılmakta olduğunu üzülerek görüyoruz; ama, bu ekonomik çöküntü karşısında
hükümetin, gerçekten, başta Başbakan olmak üzere bütün üyelerinin sorumsuz bir
şekilde davrandıklarının da, yine, altını çizmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
sadece dolardaki tırmanış değil ekonomiyi etkileyen, ekonomik krizi
derinleştiren; diğer taraftan, nisan ayı itibariyle, faiz oranları, devletin
içborçlanma senetlerindeki tahakkuk eden carî faiz oranları yüzde 53'ler
civarındaydı; ama, en son ihalelere bakınız, 18 hazirandaki ve daha sonraki
günlerdeki ihalelere bakınız, bu miktar nereye çıktı; yüzde 75'e çıktı; yani,
aşağı yukarı 23 puan, yüzde 23 oranında içborçlanmanın maliyeti arttı. Haziran
sonuna kadar, zaten, devlet, 11 katrilyon lira borçlanmak durumundaydı. Borcu
borçla ödediği için, borç itfası yapmak durumundaydı, borcu borçla ödediği
için, yeniden borçlanmak durumundaydı; dolayısıyla, ekonomide enflasyon hedefinin
yüzde 35 olduğu bir durumda içborçlanma faizlerinin yüzde 75'e oturması, bu
hükümetin, ne enflasyon hedefini tutturabileceği konusunda ne büyümeyi
sağlayabileceği konusunda ne de diğer ekonomik hedefleri tutturabileceği
konusunda en ufak bir yargının ortaya konulması mümkün değildir. Şu anda
ekonomik program, tamamıyla iflas etmiştir. Başbakanın, hasta olmasına rağmen,
kuru inadı yüzünden, Türkiye ekonomisinin hızla çökmekte olduğunu ve ekonomik
krizin derinleşmekte olduğunu ve ortakların da bu duruma bigâne kaldıklarını ve
halkımızın bu ekonomik krizin altında ciddî anlamda inlemekte olduğunu,
maalesef, hepimiz görüyoruz. Bu konuda sorumluluğu olanların, sorumluluklarını
yerine getirmediklerini de, yine, açıkça ifade etmek istiyorum. Tabiî, ortada ekonomik
deprem var. Sebebi nedir; siyasî belirsizlik, hükümete güvensizlik. Bir
taraftan Başbakanın hastalığı, diğer taraftan da ortaklar arasındaki uyuşmazlık
konusunda, bu ülkedeki yönetimin, maalesef, ekonomiyi yönetemediği konusunda
bütün birimler hemfikirdir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Açba, 1
dakika içerisinde toplayın efendim. SAİT AÇBA (Devamla) -
Bunun dışında, halkımız da, bu hükümetin tamamıyla ortadan kalkıp, bir bakıma,
bu hükümetin sahneyi terk edip, erken seçime ciddî anlamda gitmesini
beklemektedir. Bugün, Sayın Başbakanın
bazı açıklamaları vardı; tabiî, Sayın Başbakan, içeride başka ifadeler
kullanıyor, dışarıda da farkı ifadeler kullanıyor. Tabiî, Sayın Başbakan adına,
yine, DSP kanadından onurlu bir davranış sergilendi. Başbakanın çekilmesi
konusunda, hastalığının ekonomik krizi derinleştirdiği konusunda halkın
hislerine tercüman olan 9 arkadaşımızın onurlu davranışıyla, bir bakıma,
Başbakanın durumu gözden geçirilmiş oldu. Ben, DSP kanadından diğer arkadaşlarımızın
da, ülkenin bu hazin tablosunu dikkate alarak "önce Ecevit değil, önce
Türkiye" demek suretiyle, hızlı bir şekilde erken seçim kararının
alınmasına yardımcı olmalarını tavsiye ediyor, mevcut yasanın hayırlı ve uğurlu
olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum.(AK Parti, DYP ve SP sıralarından
alkışlar) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Teşekkürler. Anavatan Partisi Grubu
adına, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim Özsoy konuşacaklar. Buyurun Sayın Özsoy.
(ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA HALİL
İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı,
Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım; Yüce
Meclisi, şahsım ve ANAP Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
3 Şubat 2002'de Afyon'un doğu kesiminde meydana gelen deprem, çeşitli
vesilelerle, bu kürsüden, sizlere, en ince teferruatına kadar anlatılmaya,
mağdurların sesi duyurulmaya çalışıldı. Yani, o günden bugüne beş ay geçmesine
rağmen, birçok arkadaşımız, pek çok sayın bakan, bu kürsüden, bu konuda bilgi
verdiler, tartıştılar, bazı önerileri de getirdiler. 3 Şubat 2002'deki Afyon
Sultandağı depreminden, merkez ilçe de dahil olmak üzere, 5 ilçe, 48 belde ve
123 köyümüz zarar görür görmez, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Genelkurmay
Başkanımız, Sayın Başbakanımız, sayın başbakan yardımcılarımız, sayın
bakanlarımız, sayın milletvekillerimiz, sivil toplum örgütlerimiz ve milletin
büyüklüğüyle müsemma olmak üzere, hayırsever pek çok insanımız Afyon'a
geldiler, yaraların sarılacağını ifade ettiler. Tabiî afete uğramış
insanlar "yaralar sarılacak" sözünün ne zaman gerçekleşeceğini ümitle
beklediler; çünkü, önlerinde örnekleri vardı. 1 Ekim 1995'te Afyon'un güneybatı
bölgesinde meydana gelen Dinar depreminde, devlet, Dinar'a sahip çıkmış,
yepyeni, yedinci bir Dinar'ı imar etmiş ve Dinarlıların hizmetine sunmuştur. 17
Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinde Marmara Bölgesindeki dört vilayetimizde
meydana gelen afete, yine, devletimiz sahip çıkmış, geçici, kalıcı, kira,
vesaire adı altında her türlü maddî yardımda bulunmak üzere, âdeta, devlet
olarak, millet olarak seferber olmuştur. Ayrıca, 1998 senesinde
Adana Yüreğir'de meydana gelen deprem dolayısıyla, o günün hükümeti ve devlet,
oraya da sahip çıkmış ve Dünya Bankası ile Avrupa Kalkınma ve İskân Fonundan
aldığı kredilerle, vatandaşlarına, kira, geçici konut ve daimî konut olarak pek
çok hizmeti sunmaya başlamıştır. Şimdi, 3 Şubatta da,
bütün yetkili ve etkililerden Afyon halkının beklediği böyle bir haberdi, böyle
bir girişimdi, böyle bir girişimin hayata geçirilmesiydi; fakat, oraya gelen ve
"yaralar sarılacaktır" diyen etkili ve yetkililerin önünde bir mânia
vardı; 1999'un aralık ayında neşredilen kanun kuvvetindeki Zorunlu Deprem
Sigortası Kararnamesiydi. Bu kararname gereği, belediye olan bölgelerde afete
uğrayan vatandaşlara herhangi bir yardımın yapılması mümkün değildi. O tarih
itibariyle zorunlu deprem sigortası yaptıran insanların Türkiye'deki oranı
yüzde 8, Afyon'un o bölgesinde, Sultandağı, Çay, Çobanlar, Bolvadin ve Afyon
Merkez dahil olmak üzere, bu oran yüzde 4'tü; yani, 100 evden, 100 meskenden
ancak 4'ü sigortalanabilmişti. Belki iyi tanıtılamamıştı, belki vatandaşa iyi
anlatılamamıştı, belki bunun faydaları halkın dikkatine sunulamamıştı; neye
sayarsanız sayın, o güne kadar, 3 Şubat gününe gelinceye kadar, pek çoğumuz,
halkımızın pek çok kesimi, bu kanun kuvvetindeki kararnameden haberdar değildi.
Siyasiler olarak bizim beklediğimiz, bu Zorunlu Deprem Sigortası Kararnamesinin
kanunlaşması sırasında, geçici bir maddeyle yapılacak değişiklikle "Afyon'daki
deprem bu kanuna tabi değildir" cümlesiyle, yine, Dinar'da olduğu gibi,
Marmara Bölgesinde olduğu gibi, Adana-Yüreğir'de olduğu gibi, devletin, bütün
imkânlarıyla Afyon'daki depremzedelere sahip çıkmasıydı; fakat, 824 sıra sayısını
almasına rağmen, komisyonlardan geçen bu kanun kuvvetindeki kararnamenin
kanunlaşmasına dair tasarı, bugüne kadar, maalesef, Meclis gündemine
gelememiştir. Tabiî, yardım yapılmamış mıdır bu beş ayda; fevkalade yardımlar
yapılmıştır; sivil toplum örgütleri, Kızılayımız, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonundan devletimiz, bazı kurum ve kuruluşlar, hayırsever
vatandaşlar, her türlü maddî ve manevî yardımı yapmaya devam etmişlerdir. Bu arada, sözün
burasında, özellikle, Afyon Valisinin açtığı kampanyaya gösterilen ilgiden...
Yedi senedir Afyon'da hizmet veren ve dolayısıyla, iki deprem gören Afyon
Valisi, devleti temsil ederek, bütün gücüyle vatandaşların yanında olduğunu
göstermiştir; bundan dolayı da, bu kürsüden, kendilerine, teşekkürlerimi,
şükranlarımı sunmak isterim. Tabiî ki, devletin
yardımları, Valiliğin açtığı kampanya, belediyelerin yaptığı yardım, açılan
aşevleri vesaire, halkın memnuniyetini, takdirini kazanmıştır; ama, köklü bir
çözüm değildir. 3 835 tane yıkılması
gerekli, zarurî olan ve ağır hasar tespit edilen yer vardır; köyler hariç.
Evet, köylerde, Bayındırlık ve İskân Bakanlığımız gerekli çalışmaları yapmakta
ve "evini yapana yardım" metoduyla her türlü yardımı götürmeye
çalışmaktadır. Esas mesele, ki, afetin en çok zarar verdiği, hasarın en çok
olduğu yerler; yani, belediyelerin olduğu yerleşim yerleridir. Onun için, bir
milletvekili olarak, bir Afyon milletvekili olarak ve Afyonluların da
heyecanına, düşüncelerine uygun olarak bir kanun teklifi verdim. Dedim ki,
1998'de, 22 ilimiz, kişi başına düşen gayri safî millî hâsıla 1 500 dolardan
düşük olduğu için kalkınmada öncelikli il yapıldı. 1995'te Afyon'un güneyi
çöktü; Dinarıyla, köyleriyle, Başmakçısıyla, Dazkırısıyla, Evcileriyle... Şimdi
de doğusu çöktü; Çobanlarıyla, Bolvadiniyle, Çayıyla, Sultandağıyla, Merkeziyle;
hem ekonomik olarak çöktü hem de maddî olarak, mesken olarak, işyeri olarak,
sanayi olarak çöktü. Dolayısıyla, Afyon'da, ekonomik krizin de sebep olduğu
yetmezlik neticesi, kişi başına düşen gayri safî millî hâsıla 1 200 dolara düştü;
yani, aranan kriterler kalkınma oranı olan 5 sayısının da çok altına düştü.
Afyon'un, artık, tekrar eski Afyon olabilmesi, tekrar eski ekonomik yapısını,
canlılığını kazanabilmesi için, mutlaka, kalkınmada öncelikli il olması gerektiğine
inanarak kanun teklifimizi verdik; fakat, bugüne kadar, komisyonlarda gündeme
alınmadı. Ayrıca, bu afet bölgesindeki
küçük belediyeler başta olmak üzere, çeşitli altyapı nedeniyle, İller
Bankasına, Emekli Sandığına, Sosyal Sigortalara ve diğer kurumlara olan
borçlarının affı için de bir kanun teklifi verdik. O da, bugüne kadar,
maalesef, komisyonlara ve Genel Kurula getirilmedi. Ben, Afet Kararnamesinin
boyutlarına, içeriğine girmek istemiyorum. Afet Kararnamesiyle, belediyeler,
bir nebze olsun, kendi imkânlarını da katarak, harap olan altyapılarını
düzenlemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Değerli milletvekilleri,
devlet, bütün imkânlarına ve bütün bu ekonomik konjonktüre rağmen, o bölgeye
yardım edebilmenin yolunu aramıştır. Bu yolda, Toplu Konut vasıtasıyla,
vatandaşları kooperatifleştirerek, onlara uzun süreli ve düşük faizli kredi
verme yolunu bulabilmiştir. Bu, belki yeterli değildir; ama, bugünkü şartlarda,
bugünkü ekonomik krizde devletin yapabileceği en büyük yardımdır; belki de,
meriyette olan Zorunlu Deprem Sigortası Kararnamesine rağmen, başka bir çıkış
yolu yoktur. 70 trilyon lira Toplu Konuta, 50 trilyon lira da İller Bankası,
Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Karayolları Genel Müdürlüğünce sarf edilmek
üzere, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı emrine tahsis yapacağız. Her iki kuruluş
bir araya gelecek ve Türkiye'deki kooperatifçiliğin şu andaki durumunu da
gözönüne almak suretiyle, her türlü tedbiri alarak, istismara katiyen müsamaha
etmeyecek şekilde, bunun yönetmeliğini hazırlayacak; dolayısıyla, çıkacak bu
kanunla, ülkemizde ilk defa, bir afet bölgesinde, yeni bir yardım şekli hayata
geçirilecektir. Onun için, çok hassas olmamızda büyük fayda var diye
düşünüyoruz ve diyoruz ki, çıkacak bu kanunla beraber, Türkiye'de,
kooperatifçilik ruhu da yeniden yeşerecektir. Biliyorsunuz, kooperatifçilikten
dolayı, özellikle inşaat sektöründe, pek çok kimse mağdur edilmiştir. İnşallah, bu
kooperatiflerin kuruluşu, işleyişi, kredi kullanışı ve başına getirilecek
insanlarla idaresi zapturapt altına alınarak, bu istismara meydana verilmez
temennisiyle, çıkacak bu kanunun, özellikle Afyon'daki depremzedelere hayırlı
olmasını diliyorum. Bu kanunun çıkmasında önayak olan, başta Sayın Bayındırlık
ve İskân Bakanımıza ve Toplu Konuttan sorumlu Devlet Bakanımıza, ayrıca, bu
kanun tasarısını bugüne yetiştirmek için dün geç saatlere kadar çalışan Plan ve
Bütçe Komisyonu üyelerimize ve Dördüncü Yasama Yılının son toplantısında bu
kanun tasarısını görüşmek üzere burada bulunan sizlere Afyonlular adına
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Özsoy. Şimdi, sorulara
geçiyorum. Sayın Aslan Polat?.. Yok. Sayın Yıldırım, buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakandan aşağıdaki soruları
sormak istiyorum. Öncelikle, tasarının hayırlı olmasını diliyorum, hatta geç
kalmış bir tasarıdır diyorum; çünkü, Marmara ve Eskişehir depreminin üzerinden
üç yıl geçmesine rağmen, halen yaralar sarılmamış, Kızılay Meydanında seslerini
duyurabilmek için miting yapmaktadırlar. Sorulara geçiyorum: 1.- Tüm tabiî afetlerden;
yani, deprem, sel, dolu, kuraklık, yangın, heyelan gibi afetlerden, vatandaşın
ve çiftçilerin mağduriyetinin önlenmesi için, acil olarak genel tabiî afet
kanunu getirmeyi düşünüyor musunuz? 2.- Eskişehir'de, 17
Ağustosta depremde evini kaybeden Zöhre Bari, İrfan Aydoğan, Yenimahalle
Muhtarı Ahmet Kurban halen hiçbir yardım almamışlardır. Bu depremzedelere ne
zaman devlet elini uzatacaktır? 3.- Eskişehir'de, 1999
yılında deprem olmasına rağmen, Eskişehir'in hiçbir belediyesi afet
kararnamesine neden alınmamıştır? İzah eder misiniz? 4.- Hükümetin ekonomik ve
siyasî depreminden zarar gören vatandaşların zararını kim ödeyecektir; açıklar
mısınız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Seven; buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Devletimizin bu konuda
destek vermesi çok önemli; çok takdirle karşılıyorum; yalnız, belirtmek
istediğim şu: 1976 senesinden beri benim İlçem Diyadin'de deprem için yapılması
gereken evler gelmiş geçmiş hükümetler tarafından yapılmamıştır. Bugüne kadar
yapılmayan afet konutları acaba yapılacak mı? Doğubeyazıt, Eleşkirt, Patnos,
Ağrı aynı şekilde mağdur durumdadırlar. Bu konuda Sayın Bakanımız, yine eski
hükümetlerin yaptığı gibi mi yapacak; yoksa, bu sene programa alıp, bu konuyu
titizlikle yapacaklar mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Buyurun Sayın Bakan. Sayın Bakanım,
cevaplandırabilirsiniz. İsterseniz, yazılı olarak da cevap verebilirsiniz.
Takdir sizin efendim. DEVLET BAKANI FARUK BAL
(Konya)- Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Değerli milletvekili
arkadaşlarım, tabiî, sorumluluğunu üstlendiğim Bakanlığın bilgileri dahilinde
sorulara cevap vermeye gayret edeceğim. Öncelikle, Sayın
Yıldırım, Marmara depremi üzerinden üç yıl geçtiğini ve üç yıl içerisinde
yaraların sarılmadığını ifade ettiler. Ben kendisini bu hafta sonu Marmara
Bölgesine davet ediyorum. Orada sekiz ay içerisinde kurulmuş olan şehirleri, o
şehirlerin yürüyüş alanlarından çocuk parklarına, asfaltlanmış yollarından
okullarına, sağlık ocaklarına, polis karakollarına kadar hepsini beraber
gezdirip, kendisini de bu konuda bilgilendirip; bu vesileyle, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin o bölgede afetzedelere göstermiş olduğu hamiyetperver ve merhamet
duygularının, şefkat duygularının, yaralarını nasıl sardığını birlikte görmüş
oluruz. Diğer taraftan, afet
bölgesinde, daha doğrusu, Marmara Bölgesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
deprem tarihi içerisinde bir tarih yazmıştır. Lütfen, Japonya'daki Kobe
Kentinde meydana gelen depremle, Marmara Bölgesinde meydana gelen depremi
mukayese edin. En son mukayese edilecek bir veri daha vereyim size: Amerika
Birleşik Devletlerinde 11 Eylülde iki kuleye yapılan saldırı sonunda -ki, o bir
deprem değildir- yıkılan kulelerin 8 ay gibi bir süre içerisinde enkazının
kaldırıldığını düşünün ve Marmara Bölgesinde 45 gün içerisinde 50 milyon ton
enkazın kaldırıldığını düşünün. Böyle düşünürsek, başarılarıyla övünen bir
Türkiye'nin, kamuoyuna pozitif enerji yükleyen bir Türkiye Büyük Millet
Meclisinin vazifesini de yerine getirmiş oluruz diye düşünüyorum. Afet Kanunu, Sayın
Bayındırlık Bakanımızla ilgilidir; ancak, ben, yazılı olarak bu konudaki
sualinize cevap vermek istiyorum. Eskişehir'de meydana
gelen depremde mağdur olan, ismini ifade ettiğiniz vatandaşlarımızın da
mağduriyetlerinin giderilebilmesine imkân sağlayacak yasal bir yetkimiz varsa,
memnuniyetle yerine getirmek için gayret edeceğimizi ifade ediyorum. Ancak,
incelettirip, zatı âlinize yazılı beyanda bulunacağım. Afet kararnamesiyle
ilgili, yine, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı görevlidir ve yetkilidir. Bu
konuda da zatı âlinize bilgi vereyim; ama, hükümetin yapmış olduğu işlerden
dolayı bunu bir afet olarak değerlendirecek isek, sebebini, 1990'dan itibaren
tek tek sayarız. O zaman, herkesin payına ne düşerse, herkes de onun cevabını
alır. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Üç sene evvel efendim. DEVLET BAKANI FARUK BAL
(Konya) - Tabiî, onların sebeplerinin hepsi altta ve ben, bunların neler
olduğunu, zatı âlinize de bir şekilde ifade edebilirim. Diğer milletvekilimize
teşekkür ediyorum. Doğubeyazıt, Eleşkirt ve hatta Varto'da meydana gelen
depremle ilgili... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Efendim, Ağrı Milletvekili... "Diğer milletvekili" değil. BAŞKAN - Efendim, Sayın
Nidai Seven ismi ve iliyle anımsanır. DEVLET BAKANI FARUK BAL
(Konya) - Peki. Çok özür diliyorum Sayın Nidai Seven. Ben, konuşmanın gelişi
itibariyle öyle söyledim. Eğer bir alınganlık varsa özür diliyorum. Sayın Nidai Seven'in
sorusu da, tabiî, teknik bir araştırmayı gerektiriyor. Kendisine yazılı olarak
cevap vereceğim ve olumlu çözülmesi için de gerekli talimatları vereceğim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakanım. Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1 inci maddeyi
okutuyorum: TOPLU KONUT KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI MADDE 1. - 2.3.1984
tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. "GEÇİCİ MADDE 3. -
3/2/2002 tarihinde Afyon ve civarında meydana gelen deprem sonucunda
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Fen Heyetleri tarafından belediye yerleşim
alanlarında belirlenen ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı
kooperatiflere, kendi arsaları veya toplulaştırma sonucunda elde edilecek
arsalar üzerinde yapılacak konutlar için Toplu Konut İdaresi aracılığı ile
kredi verilir. Söz konusu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esaslar
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından
müştereken belirlenir ve Başbakan onayı
ile yürürlüğe girer. Ağır hasarlı ve yıkık
konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatifler için gereken 70 trilyon TL.
Toplu Konut İdaresine; altyapı ve toplulaştırma işlemleri için ihtiyaç duyulan
50 trilyon TL. ise Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve
İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde
kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine
aktarılır. Söz konusu tutarların
harcanmayan kısmı ile kredi olarak kullandırılan kısmının geri dönüşü Toplu
Konut İdaresi Başkanlığı ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından takip edilir
ve tahsilini müteakip bir ay içerisinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
bütçesindeki afet tertibine özel ödenek kaydedilmek üzere Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılır. Bu Madde uyarınca yeniden
inşa edilecek veya onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme, ruhsatname ve
sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri beyanname,
taahhütname ve yapacakları sözleşmeler her türlü vergi, resim ve harçtan
muaftır. BAŞKAN - Madde üzerinde,
Saadet Partisi Grubu adına Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkan... Buyurun Sayın Kalkan. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA SÜLEYMAN
METİN KALKAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi Grubum
adına saygıyla selamlıyorum. Bugün, bu yasa tasarısı
çok mevziî de olsa Anadolu'da bir bölgenin uğradığı bir afete çözüm bulmak
üzere, Meclisimizin son yıllarda belki de ilk defa çıkaracağı en olumlu yasa;
fakat, bu yıl inşaat mevsimi başladığından bu yana dört, beş ay geçtiği ve çok
az bir süre de kaldığı halde ve bu hususta da daha yönetmelikler de
hazırlanmadığına göre, burada işin vahametine mukabil bir aciliyet içerisinde
olmadığımızın da üzerinde durarak, bu yasanın çıkarılmasını Afyon'un bu yarasını
bir an evvel daha esaslı sarmak üzere, gerekli görüyorum. Şimdi, bunun dışında, bu
tasarıyla devletin bir müddet evvel, artık, ülkede bir afet veya bir felaket
vuku bulursa, buna, hiçbir şekilde sosyal devlet olmanın ve milletiyle bir ve
bütün olmanın gereği yardım ve o yarayı sarma cihetinde bir adım atma, eskiden
beri yaptığı icraatları bırakmaya yönelik sigortalama kanunundan dolayı ve
vatandaşlar da bu sigorta parasını bulamayacakları için meydana gelen açık
üzerine bu kanunu çıkarmak suretiyle 70 trilyon lira konutunu yapacaklara, 50
trilyon lira da altyapı hizmetleri için vermek üzere bakanlığa bir tahsisat
ayırıyor. Bu çok güzel bir hareket. 2 000 civarında da aileye konut yapma
imkânı hâsıl edecek. Yalnız, inşallah, bu da, Afyon'da, şu ana kadar hepimizin
bildiği ve adaletsizliklerin en çirkini olan partizan adaletsizlikle
kullanılmaz; çünkü, halk, birçok afette felakete duçar olunca, devletinin
yarasını sarmasını beklerken, bazılarının yarasının imtiyazlı sarıldığını
görerek daha derin yaralara duçar olmuştur. İnşallah, burada, bu hususta gerçek
hak sahipleri -2 000 konutluk da olsa- yararlanır. Yalnız, bu vesileyle,
Adapazarı'nda ikibuçuk yıldan beri altyapısı hâlâ yapılmamış, evleri tamamlanmamış,
ikibuçuk yıldan beri bekleyen birçok problemi de, bir ek yasayla da olsa veya
hızlı bir çalışmayla da olsa halletmemiz gerekir ve gene burada, Afyon'un
yarasının sarıldığı gibi, daha yakın bir tarihte, gene bu yurdun en aziz
köşelerinden biri olan Hatay yöresinin de partizanlıktan öte, hiçbir afet ve
hiçbir sıkıntı geçirmemiş bölgeye olağanüstü afet yardımları yapıldığı halde,
gerçekten afet kapsamında olup afet zararı gören bölgelere yapılmamış
yardımların haksızlığının da giderilmesi gerekir. Örneğin, daha çok kısa
zaman içerisinde Hacıpaşa Beldemizin, Suriye'de patlayan barajın etkisiyle
bütün tarlaları ve evleri sular altında kaldı. Bunun için henüz hiçbir şey
yapılmadı. İnşallah, diyorum ki, bugün, biz Saadet Partisi olarak canı gönülden
desteklediğimiz ve Afyon'a daha çok da yapılmasını istediğimiz bu yardımın, bu
korumanın, kollamanın yapıldığı gibi, diğer bölgelerimizde de, bu, afetin eksik
bıraktığı, halkın kendi yarasını saramadığı bütün yaraları sarmaya Meclisimiz
bir an evvel, bu şekilde değil, daha hızlı koşar. Ayrıca, şu
unutulmamalıdır ki, bu yeni deprem sigortası yasası halka derinden şunu
hissettirmektedir: Ey ahali, bundan sonra deprem de olsa sana yardım edecek
durumda değilim, kendi konutunu sen kendin sigortalat, sen kendi paranı ödeyerek
kendini emniyete al, devlet olarak artık ben hiçbir şey yapabilecek durumda
değilim. Bu, inşallah, bizim yorumladığımız şekilde de olmaz. Cenabı Hak bu
ülkeye bir daha bir afet ve bela nasip etmez; ama, ederse de bu devlet bu
yarayı çok çabuk sarabileceğini gösterecek, bazı refleksleri, mutlaka ortaya
koymalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika içinde
toparlayın efendim. Buyurun. SÜLEYMAN METİN KALKAN
(Devamla) - Bu bakımdan, tekrar, ben, sayın ilgililerin ve bilhassa Bayındırlık
Bakanımızın, Hatay'ın da, Adapazarı'nın da, ülkenin başka köşelerinde de vuku
bulmuş her türlü felaketin aynı, geç kalarak da olsa, Afyon'da, sarmaya
çalıştığımız, 2 000 konutluk kollama ve yara sarma operasyonu gibi diğer
bölgelerimizin de aynı şekilde birincil hassasiyetle ele alınmasını bekler
hepinizi saygıyla selamlarım. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Kalkan. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila. Buyurun Sayın Attila.
(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA İSMET
ATTİLA (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1 inci madde üzerinde
Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Şimdi, bu kanunla, bir
taraftan 70 trilyon diğer taraftan 50 trilyon kullanma yetkisi veriyoruz.
Tabiî, bu konuda da, Doğru Yol Partisi olarak endişelerimiz var. Endişe şu: 50
trilyon bu kanun tasarısıyla veriliyor ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığına
bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası
Genel Müdürlüğü, bir protokolle, bunu, altyapı hizmetleri ve belediyelerin
toplulaştırmasında kullanacak. Şimdi, bir partiye bağlı
bir bakanlık... Burada, koalisyon partilerinin hiç söz hakkı yok tasarıya göre.
Burada, bu üç kuruluş da Bayındırlık ve İskân Bakanlığının kuruluşu, protokolü
de, bunlar, kendi arasında yapacak; haliyle, bu protokolde, Sayın Bayındırlık
ve İskân Bakanı etkili olacak. Endişemiz, bu konuda da adaletsizlik
yapılmasıdır. Afete uğramış belediyeler arasında "bizden sizden, benim
partimden diğer partiden" adaletsizliğinin yapılmamasıdır; dikkat edeceğimiz
husus budur. Özellikle de hükümetin diğer partilerinden -DSP'li ve ANAP'lı
arkadaşlarımızdan- bu protokolün yapılması sırasında hassasiyet göstermelerini
istiyoruz, davet ediyoruz; çünkü, bugüne kadar yapılan uygulamalar, bizim bu endişemizi
teyit etmiştir. Yine, hepimizin bildiği
gibi, bugün ülkenin başına gelenler, Aralık 1999'da IMF'yle yapılan anlaşmadan
gelmiştir. O gün, 64 maddeyle, bu ülkenin her şeyi IMF'ye teslim edilmiştir. 63
maddede A'dan Z'ye kime ne yapılacağı, kimin ne şekilde budanacağı bu anlaşmada
yer almıştır; en kötüsü de 64 üncü maddedir. Huzurunuzda, bunu, buradan ifade
etmekte fayda var. Bu hükümet eliyle, bu IMF anlaşmasıyla, 64 üncü maddede şu
hükümler yer almıştır; orada, hükümet, bakanları eliyle, 63 maddeyle -size söz
verdiğimiz 63 maddeyle- biz, düze çıkacağız, bütün bu tedbirleri alacağız,
ondan sonra da bu tedbirler sayesinde ekonomi düzlüğe çıkacak, Türk insanı
köyünde, kasabasında, kentinde daha iyi yaşar hale gelecek. 64 üncü maddede de,
eğer, bu tedbirler fayda vermezse, fonun her türlü göstereceği tedbiri almaya
hazırız demek suretiyle, bizim "IMF'ye teslim ettiniz; IMF, sizi, tamamen
teslim aldı" dediğimiz maddeyle, milletin de, kendinizin de elini kolunu
bağladınız ve ondan sonra da, işte, Cottarelliler geldi, diğerleri geldi gitti;
el gidince kol da gitti, gövde de gitti; bugün, ülkeyi IMF idare eder hale
geldi. Orada da en büyük darbe, en büyük budama da köylü çiftçi üzerine
yapıldı; buğday tabanfiyatları dahil, bu, IMF'ye verilen sözlerde yer aldı.
Tabiî, ülkeyi IMF'ye teslim edince tarımı yok ettiniz, köylüyü, çiftçiyi de yok
ettiniz. Bu deprem oldu; bu depremde köylü nerede, köylünün durumu ne olacak? Zaten,
köylünün ayağı tarlaya gitmiyor; çünkü, traktörünü süremiyor, geri geri
gidiyor, mazotu belli, ilacı belli, gübresi belli, bir de, tabanfiyatlarıyla,
pancarıyla, tütünüyle, haşhaşıyla, hububatıyla, köylünün ürettiği her türlü
ürüne yapılanlar belli. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) İSMET ATTİLA (Devamla) -
Dolayısıyla, eğer, köylü sıkıntıya düşerse, sayenizde sıkıntı, bugün köylüde
varsa, ondan sonra da, esnaf, sanatkâr, tüccar, sanayici, bu ülkede yaşayan
herkes sıkıntıda ve en kötüsü de, bugüne kadar Türk insanı, Anadolusunda,
Trakyasında mutsuz. Bu mutsuzluğu yaşatmaya hakkınız yok. Dolayısıyla, sözlerime
son verirken, inşallah, bu konuda da, gerek 70 trilyonun kullanılmasında ve
özellikle de 50 trilyonun kullanılmasında haksızlık, adaletsizlik yapmazsınız;
çünkü, bu verilen paralar, yetim parasıdır, yetim hakkıdır. Hepinizi, Doğru Yol
Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP ve SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa. Buyurun Sayın Fatsa. (AK
Parti sıralarından akışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP
FATSA (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı kanun
tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, bu
tasarıyla, 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon ve çevresinde meydana gelen deprem
felaketinde tahrip olan altyapı ve yerleşim alanlarının imarıyla ilgili bir
kaynak aktarılması, yani, yaklaşık 120 trilyon liralık bir kaynak aktarılması
suretiyle bu hasarın, bu zararın, mağduriyetin giderilmesi amaçlanmıştır.
Şahsen, bu, 3 Şubattan bugünkü tarihe kadar uzun bir zaman geçmiştir; geç
kalmış bir tasarıdır, daha önce çıkmalıydı diye düşünüyorum; ama, geç gelmiş
olsa bile, bu tasarının Meclis tatile girmeden önce Meclis gündemine gelmiş
olmasını da büyük bir memnuniyetle
karşılıyorum. Değerli arkadaşlar,
tabiî, bizim ülkemizde sadece deprem felaketleri olmuyor; mağdur olan insanlar,
tabiî afetler neticesinde, sadece depremle sınırlı değildir. Geçtiğimiz
haftalar içerisinde, 5 Haziran 2002 tarihinde seçim bölgem olan Ordu'nun Fatsa,
Kumru ve Ünye ilçelerinde yoğun bir dolu afeti yaşanmış, bu afet sonunda da
Kumru'da 16, Fatsa'da 7, Ünye'de 6 yerleşim alanında, fındık, mısır ve meyve
alanları, yer yer yüzde 40, yüzde 50, bazı yerlerde yüzde 90, yüzde 100'e varan
oranlarda ciddî bir tahribat yaşamıştır. Gerçi, tarım müdürlükleri
nezdinde hasar tespit çalışmaları yapılıyor; ama, inşallah, umuyorum ki, şimdi
Afyon için düşünülenler, bu dolu felaketinde zarar gören Fatsa, Kumru ve Ünye
ilçelerimizdeki mağdur vatandaşlarımızdan da esirgenmez. Yine, 19-20 Haziran
tarihlerinde Doğu Karadenizde, kendi seçim bölgem olan Ordu'yu da içine alacak
şekilde, çok yoğun bir sel felaketine maruz kalınmıştır. Yapılan istatistiklere
göre, metrekareye düşen yağmur oranı son kırk yılın en yüksek seviyesine
ulaşmıştır. Bu çerçevede, Ordu merkezden Karadenize dökülen Melet ve Turnasuyu
Irmakları, yine Fatsa merkezden Karadenize dökülen Bolaman ve Elekçe ırmakları
havzalarındaki yerleşim alanları ve ekili alanlar ciddî zarar görmüştür. Yine, bu sel felaketi
münasebetiyle, zaten bölgemizde zor sağlanabilen ulaşım tamamen felç olmuş, il
merkeziyle ilçe merkezleri arasında, ilçe merkezleriyle belde ve köy merkezleri
arasındaki ulaşım imkânları ciddî hasar görmüştür. Yine, arazinin yapısını,
bölgeyi ziyaret eden arkadaşlarımız, bölgeyi tanıyanlar bilirler; gerçekten,
bütün altyapı hizmetleri akarsu mecralarını takip etmek mecburiyetinde kaldığı
için, bu sel münasebetiyle, belediyelerimizin; büyük ölçüde, Kumru, Ulubey,
Mesudiye ve Ordu merkezdeki Gülyalı gibi merkeze bağlı birtakım beldelerimizin
altyapı hizmetleri büyük ölçüde, ciddî şekilde tahrip olmuştur. Değerli arkadaşlar, Nisan
2000'den itibaren, Ulubey İlçemizde ciddî bir heyelan yaşanmaktadır; bu heyelan
elan devam etmektedir. Bu süreç içerisinde, şehir merkezinin üçte 1'i tamamen
yıkılmıştır. Biz, afete maruz kalmış, afet kararnamesi imkânlarından
faydalanacak yerleşim merkezleri tespit edilirken Ulubey İlçemizin de bu
kapsama alınacağını bekledik; ancak, maalesef, Ulubey İlçemiz, zannediyorum
Belediye Başkanı bir muhalefet partisine mensup olduğu için, bu uygulamadan
faydalandırılmadı. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) EYÜP FATSA (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. Değerli arkadaşlar, bu
afet dolayısıyla, Bayındırlık Bakanımız Sayın Abdülkadir Akcan Bey, bir heyetle
beraber, yöremizi ziyaret etmiştir; biz, kendisine minnettarız, müteşekkiriz.
İnşallah, tespit ettikleri zararların karşılanması noktasında, Ordu'da,
Giresun'da ve bölgemizde vatandaşa vaat ettiklerini kısa zamanda
gerçekleştirirler. Ben, bu münasebetle,
Afyon'daki insanlarımıza uzanan devletin şefkat ve merhamet elinin, Doğu
Karadeniz Bölgemizde sel ve dolu afetine maruz kalmış insanlarımıza da
uzanacağını bekliyor, bu düşüncelerle, bu tasarının hayırlı olmasını diliyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. İSMET ATTİLA (Afyon) -
Sayın Başkanım, Sayın Bakana bir sualim vardı. BAŞKAN - Artık,
maddelerde soru olmuyor. İSMET ATTİLA (Afyon) -
Peki, teşekkür ederim. BAŞKAN - Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. 1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehinde, Sayın Nidai Seven'in bir açıklaması
olacak. Buyurun Sayın Seven.
(Alkışlar) 2 dakika içinde... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; gerçekten, toplukonutla ilgili
getirilen bu kanun, memleketimiz için çok hayırlı bir kanundur. Tabiî, Türkiye, 17
Ağustosu, 12 Kasımı yaşadı; büyük acılar gördük. Afyon'da, özellikle 3 835
yerleşim alanının ciddî manada hasar görmesi ve 48 beldenin ve bunun yanında
123 köyün, aynı zamanda 500 000 insanımızın mağdur olması, ciddî manada ele
alınması gereken bir konuydu. Ben, bugün, bu kanunu gördüğüm zaman çok mutlu
oldum; çünkü, Afyon'daki insanlarımızın acılarını beraber paylaşıyoruz. Keşke,
geçmişte, bizim Ağrı'da meydana gelen 1976 depremini de o şekilde ele alsaydık;
keşke, 1991'deki depremleri de ele alsaydık; keşke, 1993'teki depremleri de ele
alsaydık. Ben, bu manada, gerek
Bayındırlık ve İskân Bakanlığına gerek Toplu Konut İdaresine, gerek Toplu Konut
İdaresinden sorumlu Sayın Bakana ve gerekse hükümetimizin yetkililerine ve bu
konuda destek veren tüm grup başkanvekillerine, partilere teşekkür ediyor,
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın milletvekilleri,
böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir. Açık oylamanın şekli
konusunda Genel Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için 3 dakikalık
süre vereceğim; bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşlarımız olursa,
belirlenen süre içerisinde oylama pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını;
vekâleten oy kullanacak sayın bakan var ise hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulalarını yine
belirlenen süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyor ve oylama
işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylamaya başlanıldı) BAŞKAN - Değerli
milletvekili arkadaşlarım, bundan sonra görüşeceğimiz tasarının birisi daha
açık oylamaya tabidir; o nedenle, arkadaşlarımızın, Genel Kuruldan
ayrılmamalarını veya en azından kuliste olmalarını özellikle rica ediyorum. (Elektronik cihazla
oylamaya devam edildi) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısının oylamasına 210 sayın milletvekili katılmış; 209 kabul, 1 ret oy
kullanılmıştır. Bu sonuca göre, tasarı
yasalaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olsun diyoruz.(1) Şimdi, teşekkür
konuşmasını yapmak üzere; buyurun Sayın
Bakanım. DEVLET BAKANI FARUK BAL
(Konya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; bugünkü bu
çalışmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, afetler karşısında zarar görmüş olan
vatandaşlarımızın yarasının sarılabilmesi için yüzde100'e yakın -oybirliğine
yakın- oy vererek bir kanun tasarısını görüşmüş ve kabul etmiştir. Biz, Meclisimizi
oluşturan siyasî partilerimizin göstermiş olduğu bu teveccühe ve güvene layık
olacak bir biçimde, bu kanunun verdiği yetkileri deprem bölgesinde, Afyonumuzda
kullanacağız. Bu kanunun verdiği
yetkileri, en mükemmel bir şekilde, en hızlı ve en ucuz hizmet üretimini
sağlayabilmek için kullanacağız ve yaraların sarıldığını da inşallah hep
birlikte göreceğiz. Bu kanunun, ülkemize ve
özellikle Afyon'da bulunan zarar görmüş olan hak sahibi vatandaşlarımıza
hayırlara vesile olmasını diliyor; hepinize, ayrı ayrı teşekkür ediyorum. (MHP
ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakan. 18 Mart Gününün Şehitler
Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısının
ve İçişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz. 13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün
Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu
(1/999) (S. Sayısı : 879) (2) BAŞKAN - Komisyon?..
Hazır. Hükümet?.. Hazır. Komisyon raporu, 879 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde,
Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun.
(SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MUSTAFA
GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda görüşmekte
olduğumuz 879 sıra sayılı 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün
Gaziler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Saadet Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor,
saygılar sunuyorum. (1) Açık oy tablosu tutanağa eklidir. (2) 879 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de, halen, şehitlerimizle ilgili birtakım günler,
resmî olarak, değişik günlerde, değişik şekillerde, değişik kurumlarca
kutlanmaktadır. Halen, 25 Nisan Kara Şehitlerini Anma Günü, 4 Nisan Deniz
Şehitlerini Anma Günü, 15 Mayıs Hava Şehitlerini Anma Günü, 10 Nisan Polis
Şehitlerini Anma Günü, 25 Mayıs Dışişleri Şehitlerini Anma Günü olarak
kutlanıyor; yani, değişik kurumlarda, aslında, Türkiye genelinde, ulusal
boyutta değil, ilgili kurumlar nezdinde kutlanıyor. Şimdi, getirilen,
şehitler gününün ve gaziler gününün belirli günlerde, tek bir günde,
ülkemizdeki resmî kurumlarımızda ve özel kurumlarımızda kutlanması amacına
yönelik bir tasarı. Bu noktada olumlu bir tasarıdır. Gerçekten, şehit
şehittir; deniz şehidi, kara şehidi olmaz; şehit, insanımızın, ülkemizin kutsal
değerleri adına hayatını seve seve veren, o değerler uğruna hayatını feda eden
insandır, fedakâr insanlarımızın şahadetidir ve o şehitlerin de gerçekten hangi
birimde olursa olsun tamamı şehittir; bunun, tek bir günde ve bir tarihte, ülke
genelinde kutlanması, anlamının insanlarımıza anlatılması, milletimizin
kültürünün ve inancının, bu dokunun korunması ve gelecek nesillere aktarılması
açısından çok önemlidir. Türkiye'de, bayramlar,
günler, haftalar, enflasyonu var denebilecek kadar çoktur. Aslında, bunların
azaltılması, derli toplu hale getirilmesi önemlidir. Gerçekten, çok gün ve
bayramımız var. Şimdi, bakıyorum; hafta tatillerimiz var; haftada 2 gün tatil
yapıyoruz. Yılda 52 hafta var, 2'şer günden 104 gün tatil yapıyoruz; yani,
aşağı yukarı 365 günün 200 günü geriye kalıyor. Aslında, bunların
kaynakları nedir; hafta tatillerinin kaynağına baktığımız zaman, her ne kadar
yazılı hukuk kuralı haline getirilmiş olsa bile, hafta tatilleri, aslında,
dinlerin belirlediği kutsal günlerdir; yani, hafta tatili olayının kaynağı
dindir. Pazar günü Hıristiyanlık Dinine mensup insanların kutsal günüdür.
Onlar, o gün, gerçekten dünyalık çalışmalarını bir yana bırakıp, kilisede,
kendi inançları doğrultusunda bunun bayramını, o kutsal günün kutlamasını
yaparlar. Diğer tarafta, cumartesi günü, Musevi insanların, Yahudi insanların,
o dine mensup insanların kutsal günüdür. Onlar da, o gün, dünyalık işlerini
bırakır, belki de bir hafta bayramı olarak, havralarında bugünü kutlarlar ve
kendi inançları doğrultusunda onu değerlendirirler. Müslümanların, aslında
haftalık bayramı, tatil değildir. Önemli günleri, haftalık bayramı cuma
günüdür; ama, cuma günü tatil değildir; çünkü, İslamiyet'te cuma günü, haftalık
kutsal bir bayram günü olsa da, ayette ve hadislerde, o günün tatil olmadığı
belirtilmiştir; yani, Cuma Namazı kılındıktan sonra herkesin işine dönmesi ve
işine devam etmesi söylenmiştir, onun için bir tatil değildir. Bizde, ne
hikmetse, bu bayram günleri, tatil günlerinin belirlenmesine kaynak olan
kültürel doneler veya toplumun temel değerleri, âdeta, ülkeyi veya devleti
temsille ilzam edenlerin değer yargılarıyla örtüşmez halde gibi uygulanıyor.
Bunların da örtüştürülmesi çok önemlidir. Mesela, 1960'ta ihtilal yapılmış.
Gerçekten, toplumun büyük bir kısmının iradesiyle iktidar olmuş bir başbakan
ipe çekiliyor, Türkiye'de demokrasi ipe çekiliyor, bu 27 Mayıs, bayram diye
kutlatılıyor. Böyle, hilkat garibesi bir uygulama olabilir mi bir ülkede?! Ama,
oluyor maalesef. "Bayram, bayram,
deliye her gün bayram" demişler; onun için, bayram günlerinin, anma
günlerinin derli toplu hale getirilmesi, gerçekten, toplumumuzun temel
değerleri ve talepleriyle örtüşür hale getirilmesi çok önemlidir. Onun için, bu tasarı,
şehitlerimizi anma günlerini bir araya, derli toplu hale getirmektedir. Gazilik
de bizim toplumumuz için önemli bir değerdir; bu günün de belli bir günde
anılacak olması ve insanımıza ve gelecek nesillere, bu günlerin -gaziliğin ve
şehitliğin, bu müesseselerin- öneminin aktarılması çok önemlidir. Onun için, bu
yasaya olumlu bakıyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tabiî, bunların aza indirilmesi çok önemli. Umut ediyoruz ki,
diğer lüzumsuz konulmuş bayramlar, günler ve haftaların da -uluslararası
sözleşmelerden doğan yükümlülükler hariç- aza indirilir ve ülkemizde, daha
anlamlı, anlamına daha uygun şekilde bu anmalar yapılır ve o günler kutlanır. Şehitlik dediğimiz ve
gazilik dediğimiz olaylar, milletimizin, çok önemli değer yargılarındandır;
yani, milletimizin çok önemli değerlerinin, değer yargılarının en önemlilerinin
başında gelmektedir. Bir toplumun, bir ulusun şehit ve gazileri yoksa, yani, o
ülkenin, o milletin temel değerleri, kutsal değerleri, kutsal saydığı değerler
adına hayatını vermeye hazır insanları yoksa, o ülkenin, aslında, yaşamaya da
hakkı yoktur diye düşünülebilir. Uluslararası düzeyde savaşlar devam edecek mi,
saldırılar devam edecek mi? İnsanlığın fıtratında, gerçekten, bir kavga
düşüncesi, insan insanın kurdudur düşüncesi, menfaatçı bir yaklaşımla diğer
insanların menfaatlarını gasp ederek kendi menfaatlarına katma duygusu oldukça,
gerek bireysel boyutta gerekse uluslararası boyutta, millettlerarası boyutta bu
savaşların devam edeceği, maalesef, burada görülmektedir; çünkü, bakıyoruz,
çocuklarımızın izlediği bilimkurgu filmlerinde, Hollywood filmlerinde ve diğer
filmlerde, âdeta, insanlığın belki daha ileriki tarihlerinde bile, uzaylar ve
uydulararası birtakım iletişimlerin kurulduğu, medeniyetlerin kurulduğu
dönemlerde bile, sürekli savaşlar, hakimiyetler ve diğer ulusları boyunduruk
altına alma duyguları işleniyor maalesef. Ortaya çıkıyor bir diktatör, diğer
dünyayı, diğer gezegeni boyunduruğu altına almaya veya egemenliği altına, kendi
menfaatı için kendi kontrolü altına almaya çalışıyor. İnsanlık, acaba,
gelecekte böyle olacak mı; yani, değerler adına ölmek, değerler adına savaşmak
sürekli olacak mı uluslararası düzeyde, insanlar arasında? Ümit ediyorum ki,
olmasın; insanlar, kardeşlik duyguları doğrultusunda, kardeşlik içerisinde,
dünyada adil bir paylaşım içerisinde
yaşasınlar; ama, görülüyor ki, bu duygular, bu düşünceler maalesef
köreltilemiyor. Körpecik beyinlere dahi, sürekli, savaş ortamı, vurma, kırma,
şiddet ortamları empoze ediliyor, enjekte ediliyor maalesef. Bunların da
aslında belli bir kontrol altına alınması, insanlığın barış içinde yaşamasının
her zaman sağlanması gerekir; ama, bu olmayacak. Bu ihtimallere karşı var
olabilmemiz için de, muhakkak ki, bu müesseselerin yaşaması ve milletin temel
değerleri adına ölmeye ve hayatını vermeye hazır insanların, hazır olan
değerlerin, hazır olan duyguların da sürekli gündemde tutulması gerekir. Bunun için, şehitlik
toplumumuzda çok önemlidir; çünkü, tarih boyunca, tarihimize baktığımız zaman,
gerçekten, şehitlik müessesesi -inancımızda aynı şekilde- tarif ve telif
edilmiş çok önemli müesseselerden biridir. Şehit olmaya hazır olmayan bir
toplumun, savaş ortamında veya uluslararası düzeydeki sömürgeci güçlerin
saldırılarına karşı yaşam hakkı temin edebilmesi de mümkün değildir. Bu
değerler uğruna, milletimiz, tarih boyunca şu şekilde bunu tanımlamış; ülkemizin,
milletimizin, vatanımızın ve temel, önemli değerlerimizin, mukaddesatımızın
korunması adına seve seve yola düşebilmiştir ve burada sadece şunu söylemiş,
hiç de müşteki olmamıştır: Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum demiştir. Bizim
milletimizin temel kültür dokusundan biridir bu. Bu değeri, bu duyguyu,
gerçekten, onun manasına uygun bir şekilde yeni nesillerimize aktarmak da
devletin bir görevi olması gerekir; ama, bunlarda sapmalar olabiliyor maalesef.
Bu sapmaları da bir yana bırakarak veya düzelterek şehitlik müessesesini ve
anlamını, tebdil, tagyir veya tahrif etmeden gelecek nesillerimize tam anlamına
uygun bir şekilde intikal ettirecek günlerin yapılması ve bu günlerin
anlamının, manasının nesillere aktarılması çok önemlidir. İnsanlar, Sokrates'ten bu
yana değişik görüşlerle birtakım felsefeler oluşturmuşlar. "İnsanın
hareketlerini, insanın davranışlarını yönlendiren menfaat duygusudur"
demiştir Sokrates. Materyalist bir düşüncedir; ama, gerçekten, insanların
hareketlerini yönlendiren menfaat duygusu vardır; ama, tamamı değildir bu.
Freud, bir taraftan, çıkmış "insanların hareketlerini ve davranışlarını
yönlendiren, cinsel içgüdülerdir" demiştir. Peki, insanlar, menfaat uğruna
hayatını hiçe sayabilir mi; yani, başka değerler manzumesi kabul edilmediğinde,
bir toplumun kültüründe olmadığında, sadece menfaat uğruna, Hobbes'in
"homo homini lupus" dediği, yani "insan insanın kurdudur"
dediği bir ortam sürdürülebilir mi? Bir insan, gerçekten, kendi hayatını seve
seve feda edebilir mi menfaat uğruna; yani, bir insanın temel, mukaddes
değerleri adına hayatını hiçe sayması menfaat duygusuyla telif edilebilir mi;
elbette edilemez. Onun için, insanlar, menfaatı ve karnını doyurma adına
yaşayan varlıklar değildir. İnsanlar, belki, o maddî menfaatları, yaşamasını,
hayatını daha rahat sürdürmek için talep edebilir. Meşru alanlarda menfaat
duygusu insanları yönlendirebilir; ama, bunun ötesinde, insanlığın ve
insanımızın, milletimizin özellikle inanç değerlerinden kaynaklanan şehitlik
duygusu kesinlikle bir menfaat duygusuyla telif edilemez. Onun için, bu
değerin, toplumumuzun kültür dokusunda yaşatılması lazım. Bu yaşatılmadığı
zaman, belki de korkarız ki... Mesela, 1974'teki Kıbrıs savaşında haberlerde
izliyorduk. Bizim askerlerimiz -o boğaz şehitliklerinde bugün yatıyorlar; Allah
rahmet eylesin- Kıbrıs'ı vatan etme, tekrar vatan etme, tekrar bedel ödeme
adına orada, karşılıksız, hayatlarını feda ettiler, şehit veya gazi olma
duygusu adına ettiler. Başka bir değer yoluna, başka bir değer adına yapmadılar
bunu; ama, karşıdaki Rum orduları, Yunan ordularının askerlerinin, askerden
kaçmasınlar, cepheden kaçmasınlar diye ayaklarından birbirlerine zincirle bağlı
olduğu haberleri alındı. Bu, bir gerçektir; çünkü, orada, o duygu yoktur, o
ulusta, o toplumda vatan ve mukaddes değerler adına şehit olma duygusu yoksa,
cephede o asker savaşamaz, o değerleri koruma adına ortaya çıkmaz, hiç kimse de
menfaatı adına ölmez; çünkü, dünyaları verseniz, kâinatları verseniz, belki de
dünyadaki bankalardaki tüm dolarları insana verseniz, karşılığında hayatını
vermesini isteseniz, verebilir mi; mümkün değil; çünkü, ölen bir insan için
maddî değerin hiçbir anlamı yoktur. Onun için, bu değerlerin korunması adına,
bu şekilde, günlerin, gerçekten anlamına uygun şekilde kutlanması lazım diye
düşünüyorum. Şimdi, tabiî, zaman zaman
kültürümüzde çok önemli yerler almıştır; şairlerimiz, yazarlarımız,
çizerlerimiz, din adamlarımız ve tüm ulusumuz şehitlik ve gaziliğe çok önem
vermiştir ve edebiyatımızda bunlarla ilgili sonsuz denebilecek kadar yazılmış,
çizilmiş övgüler, buna benzer şiirler vardır. Mesela, insanımızın temelinde,
demin ifade ettiğim gibi "ölürsem şehit, kalırsam gazi" olma duygusu
vardır. Bu duygunun korunması adına da bu günlerin anlamına uygun olarak korunması
lazım. Şairimiz çıkmış "sen de geçebilirsin, yârdan, anadan, serden"
diyebilmiştir. Diğer taraftan "bu vatan toprağın kara bağrında, sıra
dağlar gibi duranlarındır. Ardına bakmadan yollara
düşen, Şimşek olup çakan, sel
gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup
koşan, Cepheden cepheyi
soranlarındır" demiştir Orhan Şaik Gökyay. Diğer taraftan, ulusal
şairimiz, millî şairimiz Mehmet Âkif "Ey şehit oğlu şehit, isteme benden
makber, Sana ağuşunu açmış
duruyor peygamber" diyebilmiştir ve 18 Martta Şehitler Günü, gerçekten, bu
vatanın vatan olarak kalması adına ödenen bedellerden biri olan Çanakkale
Zaferi 250 000 şehit kanı adına kazanılmıştır. Bunları korumak ve anmak, tabiî
ki, onlara hem minnet borcumuz hem de gelecekte bu ülkenin ve bu ülkenin
mukaddesatı adına neslimizin her an ölmeye hazır beklemesi adına bugünlerin bir
arada kutlanması da çok önemlidir. Yine, inancımızda, İslam
inancında "Allah yolunda öldürülenleri -yani, Allah için ölmeyi, ondan bir
şeyler bekleyerek ölmeyi; yani, burada inanç uğruna ölenleri de ölüler olarak
değerlendirmeyin- ölüler zannetmeyin; zira, onlar yaşamaktalar; siz fark
etmezsiniz" diyerek inancımız da buna önem vermiştir. Aslında önemli
kaynak da budur. Bir Eyyüp el Ensari'nin 90 yaşında Mekke'den çıkarak 3 000
kilometre yolu katedip İstanbul surları önünde savaşmasının nasıl bir anlamı
olabilir, şehit olma duygusundan başka, o saikten başka? Ecdadın Viyana
kapılarına kadar gitmesinin temelinde yatan gerçek nedir; elbette bunlardır.
Vatanı milleti korumanın veya uluslararası düzeyde hak ve adaletin tesisi adına
çıkıp, belki de şehit olmanın anlamı budur. İşte, milletimizin bu değerlerini
kendine değer ve o anlam dahilinde kutlamak veya onların anlamını ifade etmek,
gelecek nesillere intikal ettirmek de bizim vazifemiz diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlar,
zamanla, tabiî, bu anlamlı değerlerin, toplumumuzun kültür bünyesini oluşturan
bu önemli değerlerin bazı hareketlerle örtüşmediğini görüyoruz. Bir kere,
tarihimizde bütünsellik içinde bir bakış yok, tarihimizde sorunlar var. Âdeta,
Türk tarihi, milletimizin tarihi, bir hanedanlık tarihi, bir rejimler tarihi
halinde algılanıyor; yani, Selçuklu, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçukluları,
arkasından Osmanlı İmparatorluğu, arkasından cumhuriyet dönemi geliyor. Âdeta,
bu kurumlar birbirinden kopuk bir şekilde, o zamanlarda yaşanmış tarihî ve
önemli günler farklı farklı algılanıyor veya bir sonra kurulmuş devlet veya
idare, bir öncekini sanki karalarcasına, reddedercesine, reddi miras edercesine
bir tavır içine takılınıyor. Cumhuriyet döneminde de böyle oldu. Sanki 23 Nisan
1920'de nevzuhur olarak bu toplum Anadolu'da ortaya çıktı, sıfırdan başlayarak
yeni bir medeniyet, yeni bir sosyal yapı ve yeni bir kültürel yapı
oluşturulmaya başlanmış gibi; âdeta geçmiş reddedilerek bunlar yapılmaya
çalışıldı. Oysaki tarihimizin bütünlük içinde alınması lazım. Bugün Britanya
veya Birleşik Krallık, İngiltere'de bir adada yıllardan beri yaşıyorsa ve onlar
bütünlük içinde tarihini algılıyor, bütünlük içinde tarihî günlerini yeni
nesillere aktarıyorsa, bizim de böyle yapmamız lazım. Yani, biz, 23 Nisan
1920'de ortaya çıkmadık; sadece, Osmanlı'dan sonra, Osmanlı'nın ve bu milletin
devamı olan cumhuriyeti kurduk 29 Ekim 1923'te. Öbür dönemleri veya Osmanlı
dönemlerini, ulusumuzun yazdığı tarihî ve önemli günleri bir kenara bırakmak
mümkün değildir. Bugün nasıl Preveze Deniz Savaşını kutluyorsak; işte,
polisimizin 100 bilmem kaçıncı yılını kutluyorsak, cumhuriyeti aşan bir
ömrümüz, bir kültürümüz varsa, bunları bütünlük içerisinde algılamalı ve o
günlerin anlam ve manasını, o anlam ve manaya uygun olarak, kültürümüzün bir
parçası olarak gelecek nesillere intikal ettirmek durumundayız; yoksa, böyle,
yeniden ortaya çıkmış, değişik kültüre mensup ve geçmişini inkâr eden, reddi
miras eden, belki de nesebi reddeden bir topluluk haline gelebiliriz. Bu,
yanlışlar zamanla yapılmış; ama, sevinerek görüyoruz ki, zaman içerisinde
bunlar düzeltiliyor; yani, milletimizin tarihî ve önemli günleri, artık,
neslimize, insanımıza, bir kültür bütünlüğü içerisinde aktarılabiliyor. Fatih Sultan Mehmet'in,
insan haklarıyla ilgili, Bosna-Hersek'le ilgili yazıları uluslararası düzeyde
sahiplenilerek Kültür Bakanlığımız tarafından hediye edilebiliyor. Bu,
sevindirici bir durum. Bütünlük içinde medeniyetimizi ve kültürümüzü algılamak
gerekir; ama, bir taraftan da, Ağrı'da, Van'da bale okulu açılabiliyor Türk
kültürünü geliştirme adına; bunu da anlamak mümkün değil. Zaman zaman, toplumun
dokusunda, toplumun değer yargılarında yer bulmayan, birtakım değer diye
sunulan şeyler, kültürel motifler, insanımıza kendi kültürümüz gibi dayatılmaya
çalışılmıştır; bunlardan da vazgeçilmesi lazım. Geçen sene Bayburt'a
gitmiştik; bir fıkra anlatılıyor, deniliyor ki, Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası, Beethoven'dan, Vivaldi'den, Mozart'tan burada birtakım şeyler icra
edecek. Valiliğe veya kaymakamlığa talimat veriliyor; milleti toplayın bir
salonda, bunlar dinlesinler! Tabiî, o zaman tekpartili dönem. İşte, valilik, il
başkanlığı -CHP'nin- kaymakamlık, ilçe başkanlığı; jandarmayı gönderiyor,
milleti toplayın diyor; Vivaldi'yi icra edecek Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası. Ne alakası var bizim milletimizle bunun?! Bunlar, belli düzeyde
belki sunulabilir; ama, devletin ve devleti ilzam ve icra edenlerin, devleti
temsil edenlerin, bu milletin kutsal saydığı, devletin gücünü kullananlar,
milletin kültürüne aykırı kullanması düşünülebilir mi; ama, zaman zaman bu
hatalar olmuş. İşte, toplanmışlar, salon tıklım tıklım, ayakta bekleyen
insanlar var; Vivaldi'yi, Mozart'ı, Beethoven'i dinleyecekler, Bach'ı dinleyecekler.
Tabiî, önde de bir vatandaş var; böyle, takkeli, sakallı falan. Sahne
kuruluyor, şef iştihalı bir şekilde "böyle müzikseverleri burada
bulacağımı hiç zannetmiyordum; tebrik ederim burayı. Nasıl böyle bu kadar
kalabalık; bu icrayı, bu müziği, bu sanatı dinlemeye gelmişler" diyor ve
bu sanatsever insanlara büyük bir iştihayla, orkestrayı yönetmeye başlıyor.
Tabiî, icra ettikleri kısımlar, konçertolar, şunlar bunlar bittikten sonra,
arkadan amcaya soruluyor "amca, nasıl buldunuz? Sizi tebrik ederim. Bu
sanatı dünyanın değişik yerlerinde icra ettik; ama, bu kadar sanatseverle
burada karşılaşacağımızı hiç zannetmiyorduk" diyor. Amca "oğlum,
buraya Pontuslar geldi zulmetti, Urus geldi zulmetti, Ermeni geldi zulmetti;
ama, Bayburt Bayburt olalı bu zulmü yaşamamıştı" diyor. Böyle, toplumun değer
yargıları, bakış açıları, değerlendirmeleri ayrı, o toplumu yöneten yönetici
elitin ve devleti temsil ve ilzam eden kesimin bu değerlere, toplumun değer
yargılarına bakışı farklı olmayacak; bunların birbiriyle örtüştürülmesi lazım.
Şehitlik ve gazilik de böyle çok önemlidir. Onun için, şehitlik ve gaziliğin
tam anlamına uygun olarak, belli bir günde, ulusumuzun tüm kesimlerini, ulusal
boyutta, hatta yurt dışında, Türkî cumhuriyetlerde bile -belki
evrenselleştirilmiş bir değer olarak insanlığa da anlatılarak- gerçekten
değerine uygun şekilde anılması gerekir diye düşünüyorum. Bu düzenlemeyi, şehitler
gününün, gaziler gününün, yasal bir anma günü olarak resmî makamlarda ve
kurumlarda kutlanması ve anılmasını olumlu buluyoruz ve şehitlerimizin, şehit
olarak bıraktıkları vatan topraklarının yönetici elit tarafından da korunmasını
burada talep ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MUSTAFA GEÇER (Devamla) -
Başkanım... BAŞKAN - 1 dakika içinde
toparlayınız efendim... MUSTAFA GEÇER (Devamla) -
Şimdi "Çanakkale geçilmez" dedi Mehmetçik, 250 000 şehit verildi;
ama, 1919'da geçildi. Geçen sene Kıbrıs'a gittik, Boğaz Şehitliğini gezdik.
Mehmetçik şehit olduğu toprağı armağan etti bize; o, vatanı korudu; ama,
yönetici elitin, siyasî iktidarın da onun iradesine saygılı olarak onu koruması
gerektiği inancındayım. Bu düşünceyle, ülkemizde
insanımızın temel değerlerinin, mukaddesatının korunması adına, kültürümüzün
bir motifi olarak gelecek nesillere bugünlerin aktarılması adına, bu tasarının
faydalı olduğu inancıyla, yasalaşmasını, hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yüce Heyetinize, saygı ve
sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Geçer. Demokratik Sol Parti
Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA OĞUZ
AYGÜN (Ankara) - Muhterem Başkanımı ve siz, Yüce Türk Milletinin aziz
temsilcileri milletvekili arkadaşlarımı gönülden gelen sevgi ve saygılarla
selamlıyorum. Bugün, burada, milletimiz
adına son derece gurur verici bir kanunu çıkarmak üzere bulunuyoruz ve şükranla
kaydedeyim ki, bütün partiler, bu konuda aynı heyecanla ittifak etmiş
bulunuyorlar. Biraz önce huzurlarınızda konuşan değerli arkadaşımın
düşüncelerine, ifadelerine aynen katılıyorum, katılmayan bir başka
arkadaşımızın da burada olduğunu zannetmiyorum. Bu kadar gurur verici
oluşunu niçin ifade ettim; efendim, Türk Milletinin bütün asırlar boyu
kavimlerden gelen ve kurduğu bütün devletlerde bir ilkesi vardır -arkadaşım da
ona değindi- şehit olma veya gazi olma. Zaten gönderilen, savaşa giden, yurdunu
korumak için mücadele eden insanın iki tane hedefi vardır, gazi olmak veya
şehit olmak; bir başka alternatifi de yoktur. Onun savaştan kaçması, savaştan
kaytarması, savaştan imtina etmesi hiçbir şekilde düşünülemez; çünkü, o
Türktür. Türk olmanın vecibesi ve gururu burada kenetlenmiştir ve kendisine
verilen görevi hangi şartlar içinde yaptığını düşünmeden, sadece görevi yerine
getirmeye çalışır. Biz, Kore'ye asker
gönderdik. Kore'ye asker olarak giden, o günkü ordu mensuplarının, sevgili
millet mensuplarının hiçbirinin aklında "bura için ben niçin kavga
edeceğim" diye bir imaj yoktu; bir tek şey vardı, orada gidip görev yapmak.
Biz orada bir hayli şehit verdik. Bugün gazi olarak dönen o ordu mensuplarının çoğu da, maalesef,
malul bulunuyor; işte, bunlara da biz "malul gaziler" diyoruz. Bu
gazilere büyük saygı duyuyoruz. Bu gazilerle konuşurken, varlığımızı onlara
borçlu olduğumuzun idraki içinde bulunuyoruz. Eğer, Çanakkale ve Sakarya Muharebelerini
yapan ve onları büyük bir özveriyle... Hangi özveriyle; canlarından fedakârlık
yapan, terki hayat ederek toprağın altında yatan şehitlerimiz olmasaydı, bugün,
şu Yüce Meclisin içinde ne siyasî fikirlerimizi tartışabilir ne millî
günlerimizin heyecanını beraber yaşayabilirdik. Onun için, bekamızı da onlara
borçlu olduğumuzu ifade etmek, zannediyorum ki, samimî bir itirafımız olur. Şehitlik mertebesi büyük
bir rütbe, çok büyük bir rütbe. İşte, bu şehitler de çeşit çeşit; ama, hepsi
güzel Türkiye'nin, güzel vatanın şehitleri. Çeşitli toplumlar, bu şehitleri,
kendi teşekkülleriyle, sivil toplumların iştirakiyle anıyorlardı, bugüne kadar
da anılageldi. Yalnız, bunları bir yerde toplamak duygusuyla, Meclisimizin
içinden bazı arkadaşlarımız kanun teklifleri verdiler ve onlardan sonra da
Millî Savunmanın, ordumuzun teklif ve tavsiyesiyle, hükümetimizin getirdiği bu
kanun tasarısı bugün bizim önümüzde. 879 sıra sayılı kanun
tasarısını müzakere ediyoruz; ama, haklarını yememiş olmak için, bu teklifleri
veren arkadaşlarımdan aklımda kalanları arzı ifade etmeyi de bir vazife
addediyorum. Bunlardan biri, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili olan Sayın
Aydın Tümen'dir; bir başkası, Milliyetçi Hareket Partisinin Genel
Başkanyardımcısı Sayın Şevket Bülent Yahnici'dir; bir başkası, Anavatan
Partisinin Grup Başkanvekili Sayın Beyhan Aslan ve aynı partinin değerli üyeleri
Sayın Murat Başesgioğlu ve yine -bugün burada göremiyorum ama- Sayın Yücel
Seçkiner bunların içerisindedir. Bu arkadaşlarımız bu yola düşmüşler; ama,
zannediyorum ki, hepiniz, gönülden aynı yoldasınız, hiç farkımız yok. Yalnız,
onlar bir başlangıcı yapmışlar bulundukları pozisyonun da kendilerine vermiş
olduğu imkânlar çerçevesinde. İşte, şimdi, hükümet
tasarısı görüşülürken, bir başka şey ilave edilmiş. Hükümet tasarısından evvel,
tekliflerde, sadece şehitlerin anılma günü tespiti düşünülmüş; ama, buna bir
ilave yapılmış, bir de gaziler günü konulmuş; yani, şehidin olduğu yerde gaziyi
unutmak yanlış bir şey olurdu. Onun için, hükümet, bu tasarıyı, ordunun da
telkiniyle, gayet güzel bir şekilde vücuda getirmiş. Şimdi, bunlardan bir
tanesi, şehitler günü. Bir yığın şehitler günü var. Hangisi münasip diye
düşünülmüş, 18 Martta karar kılınmış; çünkü, Türkiye'nin hepsi kıymetli olan bu
şehitler günlerinden en çok kapsamlı olanı bu. O kadar ki, Çanakkale'de, 47 nci
Alayın, bir tek ferdi ayakta kalmadan şehit düştüğü tespit edilmiş; çok büyük
şehit vermişiz. Bir alay düşünün ki, şükranla bugün burada kaydetmek istiyorum
ve içimden onun heyecanını duyarak ifade etmek istiyorum ki, bir tek ferdi sağ
kalmamış; yani, bu alay, olduğu gibi ölüme koşmuş. Zaten, büyük kurtarıcı,
büyük kumandan, büyük asker Mustafa Kemal Atatürk'ün de, onlara emri o olmuş
"size, ölmeyi emrediyorum" ve Atatürk'ün de, bütün bu muharebelerin
içinde ve en önde olmasına rağmen, sağlığını devam ettirebilip, daha sonra
Türkiye Cumhuriyetinin içinde canlı, hayat dolu olabilmesinin de bir mucize
olduğunu ve Cenabı Hakk'ın bir lütfu olduğunu ifade etmek isterim. Şimdi, bu şehitler günü,
en yakışan tarihte, her yıl 18 Martta anılacaktır. Bu, lütfedip vereceğiniz çok
muhterem oylarınızla, kutsal oylarınızla kanunlaşacaktır ve artık, bizden
sonraki nesiller, en azından -kendimize de bir pay çıkaralım- şehitlerimize bu
Meclisin duymuş olduğu saygıyı hatırlayacak ve onlar da aynı duyguyla yüklü
olarak bizi hatırlayacak ve anacaklardır. Bu şehitler gününün
dışında yapılan, gaziler günü meselesi de şöyledir: Muhtelif gaziler var;
değişik tarihlerde gazi olup geliyorlar. Tabiî, her muharebenin şehitlerinin
olduğu tarihlerde bir de gazileri var. Bunu da tek bir günde toplayabilmek
için, bu tasarıda düşünülen, ordunun da arzusuyla, iştiyakıyla düşünülen tarih,
19 Eylül 1921 tarihidir. Yüce Meclisin, bağımsız ve muharebeyi bizzat idare
eden Yüce Meclisin, hem içinde hem kumandanların başında, bu memleketi kurtaran
Yüce Atatürk'e, muhtelif şahısların ya tek (münferit) veya grup halinde vermiş
oldukları tekliflerden sonra, kendisine gazilik unvanı ve müşir rütbesi, yani
şimdi mareşal dediğimiz rütbenin verilmesini temin ettikleri gün menşei olarak
alınmıştır. Aziz arkadaşlarım, o gün,
bu teklifi verenlerin içerisinde -şimdi anmak istiyorum büyük bir saygıyla,
diğerlerini de katarak hatırlamak için- imzalardan birisi İsmet Paşa, diğeri de
Fevzi Paşa hazretlerine aittir, en yakın silah arkadaşlarıdır; ama, Meclis,
topyekûn katılmış ve herkes, heyecanla oyunu kullanmıştır. Burada, calibi dikkat bir
başka husus var; o da, Yüce Atatürk'ün, kendisine bu rütbelerin ve bu
sıfatların verilmesinden sonra, Yüce Mecliste irat buyurdukları konuşmadır.
Orada, bir taraftan tevazuun, bir taraftan da kendince gerçeğin ifadesi olmak
üzere tarihe geçen bu konuşmada Yüce Atatürk, teşekkür ediyor; ama, diyor ki
"bu, benim değil, Yüce Türk Milletinin ve Türk Ordusunundur." Bu da,
tarihimizin bu parlak sayfasında yerini alırken, bütün dünya milletlerinin
tarihlerine de örnek olacak fevkalade büyük bir hatıra, büyük bir belgedir. Bu
da, gazileri anma günü olarak, yine, lütfedip vereceğiniz muhterem oylarınızla
kanunlaşacaktır. Burada, Meclisin, bu kanunlara parmağını kaldırarak istisnasız
oy vereceğini düşünüyorum ve bu, beni heyecanlandırıyor ve bu, beni
gururlandırıyor. Böyle bir Meclisin, böyle bir kararı veren Meclisin
hasbelkader içinde bugün bulunmuş olmayı da kendim için büyük şans addediyorum.
Zannediyorum ki, Heyeti Âliyeniz de bunu kendi şahsında bir şans olarak kabul
ediyordur; çünkü, tarihi akıp giden dönemlerde bazen nakısa olarak, bazen
gururla şeref olarak hatırlanacak günler ve tarihler vardır. İşte, bu da o şerefli
günlerden biri olacaktır. Bu vesileyle, dinlemek
lütfunuzdan dolayı, cümlenizi en derin saygılarımla selamlarken, Allah'ın bize
daha pek çok güzel kanunları çıkartabilmemizi nasip etmesini niyaz ediyorum ve
bu arada, bu dönemin fiilen son günü olması hasebiyle lütfeder kabul
buyurursanız, hepinizle beraber bir dahaki başlangıca kadar, bu aradan sonraki
açılışa kadar hepinize sağlıklı, sıhhatli ve millî duygularla, asilane
duygularla, birbirimize kenetlenmiş ve memleket için kanunları çıkarmaya kararlı
insanlar olarak bir arada bulunacağımız günü nasip etmesini niyaz ediyorum. Tekrar saygılar sunuyorum
efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Aygün. Anavatan Partisi Grubu
adına, Çanakkale Milletvekili Sayın Cumhur Ersümer. Buyurun Sayın Ersümer.
(ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA MUSTAFA
CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, kıymetli
arkadaşlar; 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlan
Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili Anavatan Partisi Gurubunun
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; sizleri saygıyla
selamlıyorum. Mazisi insanlık tarihi
kadar eski olan aziz milletimiz, dünyada, ordu millet olarak tanınır. Milattan
Önce 209 tarihinde Mete'nin kurduğu ilk düzenli ordudan günümüze kadar sayısız
kahramanlık örnekleri gösteren, zaferlere imza atan milletimiz, kutsal bildiği
değerler uğruna mücadele etmeyi tarihî bir görev saymıştır; bu uğurda can
vermeyi ve gazi olmayı, bir faninin ulaşabileceği en yüce paye olarak kabul
etmiştir; onun için, askere uğurladığı evladına "ya şehit ol ya gazi"
diye öğütte bulunmuştur. Tarih boyunca, vatanını,
bayrağını, namusunu, istiklalini korumak ve Tanrının kılıcı olarak dünyaya
düzen vermek için mücadele eden Mehmetçik, tarihin en büyük siması, İslam
âleminin ve Türk Milletinin iftiharı, askerlik dünyasının ölmez mümessili
olmuştur. Yazarımızın dediği gibi; "Onun adı
Mehmetçik... Künyesi: Türk oğlu Türk. Üniforması: Kırmızı
bayrak, beyaz kefen. Parolası: Ölürsem şehit. İşareti: Kalırsam
gazidir." Malazgirt'ten
Çanakkale'ye, Dumlupınar'a, hatta Kore'ye ve Kıbrıs'a kadar, dünya ve Türk
tarihi Mehmetçiğin yürüyüşünden ibarettir. Zaman ve mekân olarak, onu düşününce
hayretlere düşmemek mümkün değildir. O, çöllerde gönül yaramız, Sarıkamış ve
Allahüekber buzullarında kardelenimiz, Galiçya'da hasretimiz ve Çanakkale'de
gonca gülümüzdür; kısaca, yedi iklimde, beş kıtada o savaşmıştır. Onun için,
dünyanın neresine yolunuz düşerse düşsün, mutlaka bir Türk şehitliğiyle
karşılaşırsınız. Toprakları vatan yapan
onun temiz kanıdır, ruhunun derin irfanıdır. Bu iki eşsiz kaynak, her karanlık
günümüzde imdadımıza mutlaka koşar. Mehmetçik ete kemiğe
bürünür. Çiftçidir, çobandır, esnaftır; ama, savaşta etten, kemikten, kınından
sıyrılan bir kılıç gibi sıyrılır, bir ruh olur sadece, ulvî bir ruh olur. Kutsal vatanımızın
topraklarını, sahillerini, göklerini korurken can veren kara, hava ve deniz
şehitlerini; içhuzur ve güvenlik için canlarını feda eden emniyet mensuplarını;
Türk Milletini yurtdışında temsil ederken Ermeni çetelerinin kahpe
kurşunlarıyla can veren hariciyemizin seçkin mensuplarını, millî sembol kabul
ettiğimiz bir günde, toplu olarak, şanlarına yaraşır bir ortak tarihte anmak
istememiz ve bu tarih olarak da 18 Mart tarihini düşünmemiz, takdire şayan bir
vefa ve incelik örneği olacaktır. Niçin 18 Mart 1915
Çanakkale Deniz Zaferi diye sorabilirsiniz. 18 Mart ve akabinde cereyan eden
Çanakkale kara savaşları, son dönem Türk tarihinin en müstesna hadiselerinden
birisidir. Bir defa, Çanakkale'de, yurdumuzun her yerinden, hatta Osmanlı
coğrafyasının pek çok noktasından şehitlerimiz vardır. Şarimiz; "Uzanan bütün
sırtlarda kanım, kemiğim, etim, şehidim vardır benim, Çanakkale'dir burası kuru
dikenlerde bile Mehmedim vardır benim, O Mehmetçik ki,
kahramanlığın şahikasını da aştı burada, Çanakkale geçilmez diye
bir destan destanlaştı burada" diyor. Çanakkale "bozgunda
fetih düşü gördüğümüz" yerdir. Çanakkale'de bir milletin umutları yeniden
yeşermeye başlamıştır. Hasta adamın dirildiği yerdir. Balkan Savaşının
yenilgisinin silindiği yerdir. İstiklal Harbinin mayası, Kurtuluş Savaşımızın
rotası, ruhu ve cumhuriyetimizin temelleri burada atılmıştır. Adına Kuvayi
Milliye ruhu denilen, özünde vatan, bayrak, Allah ve özgürlük sevdası olan ruh,
burada oluşmuştur. İmkânsızlıklar içerisinde
Samsun'dan İzmir'e kadar yelkenlerimizi şişiren rüzgâr, Çanakkale rüzgârıdır.
Coğrafyanın nasıl vatan olabildiğinin en seçkin örneği Çanakkale'dir. Hepsinden önemlisi,
Mustafa Kemal Paşanın ulusun kaderine el koyduğu ve yıldızlaştığı yerdir. Çanakkale'de saçlarına
kına yakılmış olan askere komutanı bunun nedenini sorar. Asker, komutanına
"bilmiyorum, anneme mektup yazıp sorayım" der. Saçı kınalı askerin
annesinden şu cevap gelir: "Oğlum, zabitine söyle, bizde üç şeye kına yakılır: Gelin olan kızlarımızın
eline kına yakarız; evine, eşine ve çocuklarına kurban olsun diye... Kurbanlık koçlara yakarız
Allah'ına kurban olsun diye... Bir de askere
gönderdiğimiz evlatlarımıza kına yakarız, vatanına kurban olsun diye..." İşte, Çanakkale'de 254
000 analarının kınalı kuzuları şehit olarak yatıyor. 18 Mart tarihinin
"Şehitler Günü" olarak seçilmesi ne kadar da isabetlidir... Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından Türk Ulusu adına Büyük Atatürk'e "Gazi" ve
"Mehmetçik" rütbesinin verildiği 19 Eylül 1921 tarihinin,
gazilerimizi anmak için "Gaziler Günü" olarak kabul edilmesi de
takdire değer tam bir vefa örneğidir. Genç bir subay olarak
yurdunu savunmak için cepheden cepheye koşan, Trablusgarp, Çanakkale, Suriye ve
daha pek çok cephede zaferlere imza atan, Osmanlı kurtulamayınca Sakarya'da,
Dumlupınar'da yeni bir devletin temellerini atmak için ordusunun başında yeni
zaferlere koşan; Çanakkale'de göğsüne şarapnel parçaları değen, Sakarya'da
kaburgaları kırık, sedye üzerinde ordusunu yöneten, altın saçları rüzgârda
dalgalanan, mavi gözleri ışıl ışıl yanan "Ebedî Başkomutanımız"
gazilik unvanına en seçkin örnektir. O, öyle bir gazidir ki,
yine bütün dünyaya "uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar;
gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur
içindedirler ve huzur içerisinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta
canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" diyerek, o
muhteşem barış çağrısını yapmak, yine o gaziye nasip olmuştur. Ben de, bu
vesileyle, al sancağımıza renk veren, coğrafyamızı vatan yapan aziz
şehitlerimizin ve en başta Büyük Atatürk olmak üzere kahraman gazilerimizin
aziz hatıraları önünde eğiliyor, ruhları şad olsun diyorum. Kadirşinas
milletimiz, vefalı sinesinin en müstesna yerinde, sizleri, ezelden ebede giden
süreçte hep yaşatacaktır. Son olarak da, bayrak
rengi kırmızı-beyaz formalarıyla yüreklerimizi bir araya getiren, bizlere büyük
onuru paylaştıran Millî Futbol Takımımızı kutluyor, hepinizi en içten
dileklerimle selamlıyor ve sözü Mehmet Âkif'e bırakıyorum: "Tüllenen mağribi
akşamları sarsam yarana, Yine bir şey yapabildim
diyemem hatırana." Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Ersümer. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA M.
NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; son derece önemli, önemli olduğu kadar da bir vefa hissinin,
duygusunun ve görevinin yerine getirilmesidir bu. gazi bir Meclisin bugünkü
mirasçıları olan bizlerin, âdeta, aslî bir görevi, geç de olsa yerine
getirmeleri dolayısıyla Yüce Meclisi kutluyor ve hepinize saygılar sunuyorum. Ta Horasan'dan Viyana
önlerine kadar, alperenlerin, hemen hemen, Anadolu'nun her tepesinin başında,
her dağında şehit olmuş ve şehit olduktan sonra da âdeta, ak kartallar gibi,
ben, burada sizi gözetliyorum diyerek, Anadolu'nun manevî bekçiliğini
yapanların önünde de hürmetle eğiliyorum. Türkün öz ruhunda vardır, mayasında
vardır; Alparslan, Malazgirt Savaşına başladığı günün sabahında, bir cuma
sabahıdır ve bir beyaz atın üzerinde kefene bürünmüş bir başkomutan şöyle seslenir:
"Bu sabah, Allah'ın emretmiş olduğu en önemli bir görevi yerine getirmek
üzere yola çıkıyoruz. İlk olarak, Anadolu'nun kapılarını Türk ve İslam
akıncılarının önüne açmak için bir cihada başladık; onun için, kefenlerimizi
giydik. Bunda muvaffak olmak için, şimdiden şehadet şerbetine talip
olduk." Ve şair aynen öyle diyor: "Bir cuma sabahı kıbleye karşı,
tutturdular 125 bin insan, Allahü Ekber, Allahü Ekber..." Şimdi, bu, bir
geriye dönüşü olmayan büyük bir ruhun haletiruhiyesi; yani, âdeta, vatanı için,
davası için, imanı için ve milleti için bir şahlanışın destanı. İşte, bu ruhtur
ki, onları ta Viyana önlerine kadar götürmüştür. Hiç unutmuyorum, bir Batı
müsteşrikinin eserini okurken tüylerim diken diken olmuştur. Sanki bizi
tanımış, sanki benim ruhum onda tecessüs ve doğmuş gibi diyor ki:
"Türklerin savaşını gördüm. Bunlar, öyle cihangir bir millettir ki, o vatanı
için, ölüme seve seve, âdeta, bir bayram havası içinde, bir düğün törenine
gider gibi gidiyordu; ölürsem şehit, kalırsam gazi ruhuyla gidiyordu. Bu
milletin önünde hiçbir güç duramaz." Onun için, bu millet,
işte, bugün, bu şehitlerinin manevî huzurunda, ruhlarının önünde büyük bir
hürmetle eğilirken, aynı zamanda da, bir görevini yerine getiriyor. Evet,
tarihimizin her gününde, her sayfasında çok müstesna günler vardır; ama, bu
günleri bölerseniz, bu günleri -deniz şehitleri, hava şehitleri, polis
şehitleri, kara şehitleri gibi- değişik değişik günlerde anmaya kalkarsanız, o
zaman, belki, bunların, o büyük ulvî gayesinin neticesinde şehit ve gazi olma,
o mukaddes davasına uygun bir şekilde bir kutlama imkânını bu millete
bahşedemezsiniz. O sebepledir ki, işte, bu gün, çok güzel bir günde tespit
edilerek, Şehitler Günü 18 mart... 18 Mart, bizim tarihimizde bir dönüm
noktasıdır. Beyler, 18 Martta, eğer,
boğazlar o gün geçilseydi, yeryüzünde... Bedir Gazvesinde "bu bir avuç
insan şehit olursa, sana tevhit yapacak, lailaheillallah diyecek bir fert
bulamazsın ya Rab" diye yakaran o büyük nebinin askerleri... İşte, orada,
eğer, Çanakkale geçilmiş olsaydı, size samimî olarak söylüyorum, bugün,
Anadolu'da Türklük kalmayacak, İslamiyet, belki, dünyada kalmayacaktı.(AK
Parti, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Onun için Çanakkale bu kadar
önemlidir. "Çanakkale geçilmez" ruhu, onun için benim milletimin
tarihinde fevkalade önemli bir dönüm noktasıdır. Bu sebepledir ki, Âkif, işte,
Çanakkale'yi gerçekleştirenleri, o Çanakkale kahramanlarını, Gazi Mustafa
Kemal'in komutasında Anafartalar Komutanının ve diğer o büyük komutanların
komutasında savaşan... Ama, tamamen, düşünün, bir alay gidiyor, hepsi şehit
oluyor ve okuyan liseli, üniversiteli genç kalmıyor, hepsi şehit olmuş. Hiç unutmuyorum, 1964...
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanlığı göreviyle Çanakkale'ye gittik.
Beyler, Hasan Mevsuf Şehitliğinde konuşurken, bir ak sakallı, ak saçlı gazi
geldi, konuşmamın sonunda "evladım, ben burada savaştım" dedi, 1
metrekare üzerinde 10 şehidin şehit olduğunu biliyorum dedi. Çanakkale
böyledir. Bu sebepledir ki, Âkif, onu destanlaştırmış ve hakikaten, onun
büyüklüğünü, bize, daha fazla, doyura doyura, âdeta, içirmiştir. Ne diyordu
Âkif: "Vurulup tertemiz
alnından uzanmış yatıyor; Bir Hilâl uğruna, ya Rab,
ne Güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için
toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse
o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın
kurtarıyor Tevhid'i... Bedir'in arslanları
ancak, bu kadar şanlı idi... Sana dar gelmeyecek
makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni
tarihe!' desem, sığmazsın." Ve sonunda şöyle
haykırıyor: "Ey şehid oğlu
şehid, isteme benden makber, Sana âguşunu açmış duruyor
Peygamber." (Alkışlar) Evet, şehit budur. Ona,
ne verseniz, hangi madalyaları taksanız, az gelir. Ona, Peygamber, kucağını
açmış ve gel, sana, mükâfatını, işte, kul olarak seni şereflendiren ve seni en
şerefli varlık olarak dünyaya getiren ancak Allah verir... Beyler, İstanbul fethinde
aynı kahramanlığı görürsünüz, Anadolulu Ulubatlı Hasan'da. Bursa Valisi olarak
görev yaparken, Ulubatlı Hasan'ın köyünde, üç yıl üst üste bu töreni
düzenlerken, âdeta, gözümün önüne o geldi. Tarihçi diyor ki: "Surların üzerine
çıktı, sancağı oraya..." Yani, o zamanki Türk Bayrağını, Osmanlının o
Türklük bayrağını, sancağını o İstanbul surları üzerine dikmek için
tırmanırken... O büyük fetih, öyle bir fetih ki, Peygamber övmüş. Yegâne övdüğü
millet, Türk Milletinin o büyük komutanı, büyük sultanı Fatih Sultan Mehmet Han
Hazretleridir. Ne demiş: "O ne büyük komutandır İstanbul'u fetheden
komutan; o ne mübarek askerdir, onun fethinde savaşan, onun komutasında savaşan
asker." İşte İstanbul'un fethinin o büyük askerlerinden birisi surlara
tırmanmış ve sancağı dikmek istiyor, şehit atasına layık bir şekilde. O
Bizanslılar, vücudunu oktan kirpiye çevirmiş. Tarihçi diyor ki: "Vücudu,
âdeta, bir kirpiye dönmüştü." Fakat, şehit olmuş, bırakmıyor sancağı;
çünkü, bırakırsa düşecek. Bir lahutî âlemde efsaneleşmiş bir kahraman Ulubatlı
Hasan. (Alkışlar) Öbür sancaktar gelinceye kadar düşmüyor. Sancaktar gelip
sancağı devraldıktan sonra, surların dibinde Ulubatlı Hasan şehit oluyor. İşte
şehit; bugün anacağımız ve bugün onun gününü kanunlaştıracağımız bir gazi
Meclis, bu kadar önemli bir görevi ifa etmek ve yerine getirmek için toplanmış
bulunuyor; sizleri kutluyorum. Değerli arkadaşlarım,
onun içindir ki, Yahya Kemal, o günü şu mısralarla dile getiriyor: "Vur pençe-i âlideki
şimşir aşkına, Gülbang-ı asumanı tutan
pir aşkına, Son savletinle vur ki
açılsın şu surlar, Fecr-i âtideki tekbir
aşkına." (Alkışlar) İşte, o ruh ki, beni, ta
Horasan'dan Viyana önlerine kadar götürmüş. O ruh ki, Balkanlarda, o kısa
zamanda, Kosova'da, Mohaç'ta destanlar yaratmış. Orayı gezen, o Makedonya'nın
büyük şairi, Türk şairi Yahya Kemal, o karlı dağları, Balkan dağlarını
gezerken, şehitleri âdeta gözü önüne getiriyor ve diyor ki: "Bak hele şu dağları
örten karı, Kar değil, o, şehit olan
babanın ak saçları." Bu kadar şehit vermiş
Balkanlarda, Galiçya'da, Kafkasya'da ve daha nice yerlerde. Anadolu'nun her
karış toprağında, nereye bakarsanız, orada bir şehit mezarı görürsünüz, bir
kahraman görürsünüz. Onun içindir ki, bu konuda Orhan Şaik Gökyay'ın da dediği
gibi: "Dur yolcu, bilmeden
gelip bastığın, Bu toprak bir devrin
battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu
sessiz yığın, Mübarek kanının aktığı
yerdir." Evet, işte, mübarek şehit
kanlarının akması neticesinde, bu mübarek topraklar bize emanet edilmiştir,
onların emanetidir bize. Onların her an gözü bizim üzerimizdedir; onun için,
çok dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Birbirimizle birlik ve
beraberlik konusunda yekvücut olma günüdür. Türkiye, çok sıkıntılı günler
geçirmektedir. Bu sıkıntılı günlerin başarısı, işte, o şehit ve gazi olma
ruhunun, burada, yeniden neşvünema bulması, bu kutsal çatının altında
fışkırmasıyla mümkün olacaktır. O zaman, 18 Martlar daha da büyük bir mana
ifade eder. Değerli arkadaşlarım,
bugün, yine, Doğu Anadolu'da, bir Amerikalı, Van Kalesi üzerine çıkıp da,
aşağıdaki eski Van Kalesini seyrederken "taaccübüme gitti, camilere
doldurularak diri diri yakılan Müslüman Anadolu evlatları ve onların yanması
neticesinde akan kan ve yağlarından ot bitmediğini gördüm" diyor. Bu kadar
büyük bir mezalimle; ama, yine davasından dönmemiş ve "Anadolu
geçilmez" demiştir. İşte, bu, benim milletimin, benim ve sizin, bütün
Anadolu'nun ruh haletidir. (Alkışlar) Bu sebepledir ki, Âkif, İstiklal
Marşında, onlara hitap ederken şöyle diyordu: "Kim bu cennet
vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı
sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün
varımı alsın da Hüda, Etmesin tek, vatanımdan
beni dünyada cüda." İnşallah, etmeyecektir;
ama, nasıl etmeyecektir; etmemesi için, işte, bu istiklalimizi kanları pahasına
kazanarak bize vatanı emanet eden bu büyük insanlara, bu büyük isimsiz
kahramanlara layık olan görevi yapabildiğimiz an, işte o zaman hüsrana
uğramayacağız ve bu vatandan cüda olmayacağız. Değerli arkadaşlar,
rahmetli dedem, bir gaziydi, çok severdik sohbetini, onbir yıl askerlik yapmış.
Göğsünde ve vücudunun diğer yerlerinde 5 tane kurşun ve şarapnel yarası vardı.
Kahveyi çok severdi. Kendisine kahve yapar "dede, ne olursun, şu
hatıralarını anlat" derdik; Yemen hatıraları, Galiçya, Kafkasya
hatıraları; ama, en sonunda -bize en büyük mükâfatı- açardı göğsünü, gazilik
unvanı olan o büyük nişanları bize öptürürdü, o kurşun yaralarını. Bunlar büyük şeyler. İşte
bu ruhtur ki, Anadolu insanını, her sıkıntılı zamanda, o sıkıntıyı aşacak ruh
haletine kavuşturmuş ve mutlaka bir yolunu bulmuştur. Ben diyorum ki, geliniz,
yeniden, bu Anadolu'nun bağrından çıkan o kahramanların bugünkü evlatları
olarak, yekvücut olalım. Millet bizden bunu bekliyor. Geliniz, gecemizi
gündüzümüze katarak, yeisi bir tarafa bırakarak, Âkif'in dediği gibi "Âtiyi
karanlık görerek azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur
ancak" diyerek, biz, âtiyi parlak görmenin pahasına, bir milletin,
kahramanlıkta dünyaya ün salmış o büyük ecdadın evlatları olarak, birbirimize
kenetlenelim. Millet, bizden bunu bekliyor; millet, fedayi nefs olan
evlatlarından büyük görevler bekliyor. Bu görevin en büyüğü de bu Meclise
düşer; çünkü, bu Meclis, gazi Meclis. Bir taraftan Kurtuluş
Savaşı devam ederken, Hamdullah Suphi, o büyük, lirik, coşkulu sesiyle,
Mecliste, o ruhu canlandırmak için "Her yer siyah, hatta, siyahtı güneş /
İçin için gönlümüzde bir ateş / Minareler, duyguları var gibi / Bizi kurtar,
bizi kurtar Yarabbi" diye bağırıyor ve "bu Meclis kapanmayacak ve
kurtuluş, zafer gerçekleşinceye kadar, bu Meclis, geceli gündüzlü görevine
devam edecektir" diyordu. (AK Parti ve MHP sıralarından alkışlar)
Polatlı'dan top sesleri bu Mecliste işitilirken, bu Mecliste, yine, bu... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çetinkaya,
1 dakika içerisinde toparlayın efendim. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - İşte, değerli arkadaşlarım, bu Meclis, öyle bir temel üzerine
kurulmuş, öyle bir maya üzerine kurulmuş ve o yedi düvele karşı esas savaşma
kararını alan gazi Meclis, bu Meclis; Büyük Atatürk'ün de Meclis Başkanlığı
yaptığı Meclis. Öyleyse, geliniz, bugün,
18 Martların, Şehitler Gününün o ulvî havası içinde; 19 Eylüllerin, yine, o
gazilik rütbesiyle şahlanan Meclisin o büyük havasıyla, yeniden millet bizden coşmayı
bekliyor. Yekvücut olalım, birlik ve beraberlik içerisinde, birbirimizi
severek, birbirimizi sayarak, ülkemizin önündeki engelleri aşarak, bu başarıyı,
ekonomik zaferi de gerçekleştirmek, bu Meclisin işidir ve onu gerçekleştirdiği
gün, bilesiniz ki, şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhu muazzep olmayacaktır.
(Alkışlar) Bu duygu ve düşüncelerle,
aziz şehitlerimizin, mübarek gazilerimizin manevî huzurunda hürmetle eğiliyor,
Allah'tan onlara rahmet ve mağfiret diliyor; hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.
("Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Çetinkaya. Birleşime, saat 18.05'te
toplanmak üzere ara veriyorum. Kapanma Saati : 17.57 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 18.05 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Burhan ORHAN
(Bursa) BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün
Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu
(1/999) (S. Sayısı : 879) (Devam) BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet hazır. Değerli arkadaşlar,
bundan sonra yapacağımız çalışmada yine açık oylamaya tabi bir tasarı var.
Sürenin de sonuna yaklaştık; o nedenle, arkadaşlarımdan ben hassaten rica
ediyorum. Yoksa, bitirme şansımız yok. Bana üç tasarının anlaşmayla
sonuçlanacağı söylendi; ama, anlaşma olmasaydı, şimdiye bu üç tasarı biterdi
diye düşünüyorum. Arkadaşlarımın da hassasiyet göstermelerini; aksi halde, bu
tasarıların çıkmayacağını ben peşinen söyleyeyim. Yoksa, çıkmaz. Saat 19.00'da
kapatır gideriz. Efendim, hiç olmazsa,
bundan sonraki tasarıda... Yani, hepimiz ittifak etmişsek... Bütün millet
görüyor ittifak ettiğimizi. Eğer bu şekilde devam
ederse, bundan sonraki ve bu tasarının bitme şansı yok. Onu ben hakikaten
söylüyorum sizlere. Yani, buna göre arkadaşlarımızın gerekli hassasiyeti
göstermelerini ben özellikle rica ediyorum. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya. (MHP
sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Verkaya. MHP GRUBU ADINA MUSTAFA
VERKAYA (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepimizce
malum olduğu üzere, gerçekten, bu vatan topraklarının muhafazası, milletimizin
millî ve manevî değerlerine yönelen saldırıların durdurulması,
bağımsızlığımızın korunabilmesi ve bayrağımızın sürekli dalgalanabilmesi için,
milletimiz, binlerce yıldan beri şehit vermektedir, şehit vermeye de devam
edecektir. Ancak, şehitlerimizi anma günlerimizin, elbette ki, tek bir günde
toplanması, onların verdiği mesajların, unutulmadan, unutturulmadan
yaşatılması, hafızalara nakşedilmesi, elbette ki önemlidir. Şehitleri anma gününü,
sadece onların aziz hatıralarını yâd etme olarak anlamak durumunda da değiliz.
Şehitlerin, gazilerin verdiği mesajların anlaşılması, milletin millî hafızasına
nakşedilmesi önemlidir ve hiçbir zaman da vazgeçilemeyecek bir konudur. Ondan
dolayı, 4 Nisan Deniz Şehitlerini Anma Gününün, 10 Nisan Polis Şehitlerini Anma
Gününün, 25 Nisan Kara Şehitlerini Anma Gününün, 15 Nisan Hava Şehitlerini Anma
Gününün ve 25 Mayıs Dışişleri Şehitlerini Anma Gününün, bundan sonra 18 Martta
yapılması, doğru bir davranıştır, haklı bir davranıştır ve bunun yanında,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 19 Eylül 1921 tarihinde Ulu Önder Atatürk'e
"mareşallik" rütbesiyle birlikte "gazilik" unvanını da vermiş
olduğu bu 19 Eylül gününün "Gaziler Günü" olarak yâd edilmesi,
kutlanması, anılması, yapılması doğru bir davranıştır. Biraz önce belirttiğim
gibi, şehitlerimizin sayısını, istatistiklerini tutmak marifet değildir.
Şehitlerimiz, bize, geride kalanlara önemli bir mesaj veriyor. Bu mesajın iyi
idrak edilmesi şarttır; ama, bu mesajın ne olduğunu, bu mesajın ne demek
olduğunu, ne manaya geldiğini bilmek, özellikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyelerinin buna iyi sahip çıkmak mecburiyetleri de vardır. Şehitlerimiz vatanın
bölünmezliği konusunda unutmamamız gereken bir mesaj veriyor ve bu mesajı yakın
tarihlerde güneydoğuda verdiğimiz şehitlerimizle tazelemiş durumdayız. Yine,
şehitlerimiz milletin bölünmez bütünlüğü konusunda mesaj veriyor, yine,
güneydoğuda bu mesajları tazelemiş durumdayız! (MHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Şehitlerimiz, devletin bekası konusunda
unutmayacağımız bir mesaj veriyor. Bu mesajı her devirde her çağda yenilemeye
devam ediyoruz! (MHP sıralarından alkışlar) Bayrağın gönderden inmemesi,
dalgalanması konusunda şehitlerimiz mesaj veriyor, "unutmayın"
diyorlar. "Ey mavi göklerin
beyaz ve kızıl süsü Kız kardeşimin gelinliği,
şehidimin son örtüsü Işık ışık, dalga dalga
bayrağım Senin destanını
okudum,senin destanını yazacağım ... ... Seni selamlamadan uçan
kuşun yuvasını bozacağım" Evet, bunu söylüyor
şehitlerimiz; ama, "bayrak mayrak neymiş" demiyor, hatırlatıyor,
hatırlıyoruz! (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Millî bağımsızlığımızın,
bölünmez bütünlüğümüzün, ulusal egemenliğimizin korunması konusunda mesaj
veriyor şehitlerimiz ve bunlardan hiçbir zaman ödün verilmemesi gerektiğini
bizlere hatırlatıyorlar, tembih ediyorlar, anlatmaya çalışıyorlar. Anlayana
davul, zurna az, sivrisinek sazmış. Bunları anlamalıyız, iyi anlamalıyız ve
unutmamalıyız. Ve yine, kendilerini bir
gül bahçesine girercesine toprağa düşürenlere karşı, milletinin bağımsızlığı
uğrunda, vatanı uğrunda, milletin bölünmezliği uğrunda, Bayrağı uğrunda şehit
düştüğü milletinin kendisine sahip çıkmasını istiyor şehitlerimiz. Şehitlerimizi toprağa
düşürenleri hiçbir zaman kara defterimizden silemeyiz (MHP sıralarından
alkışlar) ve onları bu kara listeden, milletin kara listesinden çıkartmaya,
affettirmeye çalışanlara karşı da şehitlerimizle beraber karşınıza dikileceğiz.
(MHP sıralarından alkışlar) Birilerinin, teröristbaşı
Apo'nun akrabasıymışçasına ona sahip çıkmasını... Onun, yüce Türk adaletinin
verdiği kararın infaz edilmesi konusunda taraf olanları, yüce adaletin, hukukun
üstünlüğünün tahakkuk ettirilmesi konusunda hassasiyet gösterenleri, hiç
kimsenin yadırgamaya hakkı yoktur; hele hele onları alçaklıkla suçlamaya, hele
hele bunu yapanlar -kendi ifadeleriyle- ikiyüzlü iseler, hiçbir hakları yoktur.
Böyle yapanları ne milletimiz affedecektir ne devletimiz affedecektir. Hep
beraber şehitlerimizin verdiği mesajı sahipleniyoruz, sahiplenmek durumundayız.
Devletimizin bölünmez bütünlüğünü koruyacağız, Bayrağımızın dalgalanmasını her
zaman sağlayacağız, milletimizin millî ve manevî değerlerine yönelen
tehlikelere karşı kanımızı son damlasına kadar akıtmaya devam edeceğiz. (MHP
sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar) Sözlerimi çok fazla da
uzatmak istemiyorum. "Yiğitler kan döker
bayrak solmaya Anadolu başlar vatan
olmaya Kızılelmaya heeey kızıl
elmaya En güzel marşını vurmada
mehter Ya Allah Bismillah
Allahuekber." (MHP sıralarından alkışlar) Şehitlerimizin bize
verdikleri mesajları tam manasıyla alıyoruz. Vatana, millete, devlete yemin
olsun, şehitlerim, gazilerim emin olsun, sonuna kadar sizlerle beraberiz,
mesajlarınızın amansız takipçisiyiz. Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Verkaya. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner. Buyurun Sayın Güner. DYP GRUBU ADINA AGÂH
OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol
Partisi Grubu ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu kanun tasarısı
vesilesiyle gruplar adına yapılan bütün konuşmaları büyük bir dikkatle izledim.
Değerli grup sözcüleri, hemen hemen bu dönemin başlangıcından bugüne kadar,
erişilmesi mümkün olmayan bir hassasiyetle, bazı yüksek değerleri, acaba bizim
iklimimizi terk etti mi diye endişeye düştüğümüz büyük güzellikleri fevkalade
dile getirdiler. Elbette ki, bir milletin vefası, o milletin geleceğidir.
Şehitlerine sahip olan bir millet, gazilerine saygı duyan bir millet, yeni
başarılar için kahramanlar doğurabilir ve yeni kahramanlıklar bekleyebilir.
Şehitlerini unutan, gazilerini unutan, vatan coğrafyasının nasıl, hangi büyük
tarihî serencamdan bugüne geldiğinin idrakine varmayanlar, o vatan coğrafyasında
yaşama hakkına sahip olamazlar. Bugün, burada, çok
değerli sözler söylendi; elbette ki hepsine katılıyorum ve bu kanun tasarısına
öncülük eden arkadaşlarımızı, Millî Savunma Bakanımızı, Bakanlığın değerli
personelini, değerli komisyon üyelerini tebrik ediyorum. Onlara layık toplu,
millî birliği ve bütünlüğü ifade eden haşmette, idrakte, ölçüde anma
törenlerine ihtiyacımız var; ancak, değerli arkadaşlarım, sözlerim,
bazılarınıza çok ters gelebilir; ama, ben, meseleyi, ayrı bir pencereden
huzurunuza getireceğim. Bugün, ısrarla, burada,
Birinci Büyük Millet Meclisinden bahsedildi. Elbette ki, bu Meclis, onun
vârisi. Birinci Büyük Millet Meclisiyle kendimizi bir kıyaslarsak, acaba,
bizim, Birinci Meclise nispetimiz nedir? Birinci Meclisin antiemperyalist
ekonomi politikalarına, dış siyasetine, kültür politikalarına, biz, bugün,
hangi ölçüde yakınız? Herkes, bunun cevabını, kendi vicdanında ve kendi idrakinde
çok rahat verecektir. Birinci Büyük Millet Meclisi, o mütevazı binada, gaz
lambalarının ışığında, sobasız, Sakarya Meydan Muharebesini takip ederken,
Mehmet Âkif'in, titreyen bir arkadaşına paltosunu giydiren fedakârlığını her
üyede görüyoruz. "Meclisi Kayseri'ye nakledelim" dedikleri zaman, tek
cevap var: "Son kurşunu atmadan, bu Meclis çatısını terk etmeyiz." Şimdi, size, soruyorum:
Biz muhalif olarak, siz iktidar olarak; biz iktidar olarak, siz, muhalif olarak
bir ekonomi politikası uyguladık. Sayın milletvekilleri, ne olur, bu akşam
"bu politika bu millete ne getirdi, ne götürdü, bu politikanın başında
Türkiye neredeydi, bugün nerededir" sorusunu vicdanlarımızda cevaplayalım.
O cevabın bizi yaktığı ölçüde gerçeğe yaklaşacağız. Birkaç gün önce, burada,
Sayın Millî Eğitim Bakanıyla ilgili bir oylama yapıldı. 107 oy kullanıldı; 104
"hayır" çıktı, Bakan aklandı. Hayır da şuna; yani, Bakanın Yüce
Divana gitmesine "evet" oyları, yorumla "hayır" oldu; ben,
hâlâ, anlayamadım; herhalde, Anayasa Mahkemesi karar verdiğinde anlayacağız. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
104 oy "kabul", sevk istikametinde... AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Kabul; tamam işte, onu söylüyorum. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - 3 hayır... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
3 hayır... AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Teşekkür ederim. Evet; 3 hayır, 1
muhalif... Pek çok değerli
arkadaşımız Mecliste bulunmadı. Değerli arkadaşlarım, burada saatlerdir
alkışladığınız İstiklal Marşının kelimelerini yasaklayan bir Millî Eğitim
Bakanını akladıktan sonra, şehitlerle ilgili Âkif'in şiirini okumak sizi mutlu
ediyorsa, o zaman, o saadette haklısınız. (DYP sıralarından alkışlar) Fertlerin... EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Böyle bir şey yok! Böyle bir şey yok! AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Olup olmadığı Bakanlığın belgelerinde. EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Ayıp! Ayıp! Hiç yakışmıyor size! AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - O ayıp sizindir efendim, o ayıp sizindir! EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Koskoca Bakanlık yaptınız!.. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - O ayıp sizindir! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen, Sayın Hatibe karışmayın. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Ben, onun kitabını yazdım, kitabını... EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Yazdın da... BAŞKAN - Efendim, Sayın
Hatibe müdahale etmeyin. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Niye rahatsız oluyorsunuz canım! Karanlıkta sevişenler, aydınlıkta
doğuruyor; görüyoruz işte... EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Atatürk'ün çağdaş ülke, laik ülke olma yolunda göstermiş olduğu mücadeleyi
gösteriyoruz. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Millî Eğitim Bakanlığındaki personel politikası meydanda. Danıştay
kararına rağmen uygulanmayan, 7 kere, 8 kere yer değiştiren millî eğitim
müdürleri var. EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Kanunla ne ilgisi var bunların?! AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla)- Aziz arkadaşlarım, milletlerin...(DSP sıralarından anlaşılamayan bir
müdahale) Daha çok bakanlık
yapacağım, sen göreceksin, hiç merak etme. Benim bakanlıklarım şeref ve
haysiyetle olunmuştur; evet... EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Bizim milletvekilliğimiz de şeref ve haysiyet üzerinedir. AGAH OKTAY GÜNER
(Devamla)- Biz, trilyonların hesabını verdik, geliyoruz, yarın, sizler de
inşallah, o hesabı aynı ak şekilde verirsiniz. EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Siz,
parti değiştirerek yaparsınız onu. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Amerika'da mı?! AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla)- İnançlarım uğruna, gerektiğinde değiştiririm. Bir partide kalıp,
liderin kölesi olmak, milletvekili haysiyetini çiğnemek demektir. Allah'a kul
olanlar, kulların kulu olmazlar.(DYP sıralarından alkışlar) Siz, milleti kime
mahkûm ettiğinizi düşünün, o noktada hiç konuşmayın lütfen. Değerli arkadaşlarım,
fertlerin kaderi gibi milletlerin de kaderi vardır. Milletlerin kaderi çok
değişiktir. İngilizler, bir adadadır; İspanyollar, Pirene Dağları ile Atlas
Okyanusu arasındadır; Fransızlar, Pirene Dağları ile Alpler arasında yaşar;
İtalyanlar, bir çizmede kaderlerini korumuşlardır; ama, bizim kaderimiz, bir
garip yazılmıştır; Moğolistan'da dünyaya gelmişiz, Orta Asya, Doğu Hazar, Batı
Hazar, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar... Şunu açıkça huzurunuzda
ifade etmek istiyorum. Bugün burada, büyük bir aşkla ifade edilen Viyana
önlerine gidiş, sade kılıcın, sade bileğin zaferi değildir; o devrin en ileri
teknolojisini uygulayan, en üstün kurumlarına sahip bir milletin planlı ve
programlı büyüme hareketidir. Şimdi biz... Değerli Kardeşim, yüreğin
varsa söz alır, kürsüye gelir konuşursun; sana, senin anlayacağın dilden de
cevap veririm. Şimdi, Türk Milletinin,
bu büyük kaderi içerisinde, elbette ki, pek çok şehidi ve gazisi olmuştur.
Kültür Bakanı olduğum zaman, bir gecede 90 000 vatan evladının donduğu
Sarıkamış Şehitliği Projesini derhal ele aldım; Sayın Talay, bunu tamamladı,
şükranla yâd ediyorum. Projelerimizin hepsini bitirmek, bu aziz arkadaşımıza
nasip oldu ve düşünebiliyor musunuz, Sarıkamış'ta 90 000 evladınız donuyor,
aradan 80 sene geçiyor ve siz, ancak bir şehitlik yapıyorsunuz. Şimdi, burada, çok güzel
sözler söylemek ayrı; ama, işin acı gerçeğini görelim. Amerikalılar, tarih
meydana getirebilmek için, Kızılderililerle savaşırken ölen askerlerinin
bulunduğu her yere gaz lambaları koymuşlardır, bir anıt mezarcık yapmışlardır;
ama, biz, Millî Mücadelede Mustafa Kemal'in çalıştığı karargâh binalarını ihya
edemedik, Millî Mücadelenin şehitliklerini yapamadık. Waterloo Meydan
Muharebesinin yapıldığı sahaya, Belçikalılar, şu salonu içine alacak şahane bir
çadır müze kurmuşlardır; girersiniz, Waterloo Meydan Muharebesini ışıklarla
aynen yaşatırlar size, mankenlerle, toplarla, atlarla; biz, Malazgirt'e ve
Çanakkale'ye bunu henüz kuramadık. Değerli arkadaşlarım,
peki, kültür hayatımız ne haldedir; kültür hayatımız, dün, gazi olarak
savaşları anlatan ihtiyarları artık toprağa vermiştir. Vatan çocukları,
dedelerinden, eski savaşların hikâyelerini dinlemiyor, millî kahramanların
çizgi filmlerini de seyretmiyor ve onlar, şimdi, bütün dünyanın üstün kültür
merkezlerinin, kendi tarihlerine, kendi kültürlerine dayalı çizgi filmleri ve
kahramanlarıyla şartlanıyorlar. Anneyi iş hayatına alırken, sosyal tesisleri
düşünmediğimiz için, yavrularımızı, sıradan bir bakıcının elinde televizyona
terk etmiş durumdayız. Ayrıca, her vesileyle bu kürsüde dile getirdiğim,
dildeki sapma, dildeki yıkım, Türkçe'nin tahribatı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,
bu hükümet döneminde, bazı liselerde tarih dersi okutmadığının Millî Eğitim
Bakanlığı müfettişlerince tespit edilmesi gibi muhteşem gafletlerimiz
sebebiyle, çocuklarımız, ne yazık ki, tarih şuurundan mahrum yetişiyor. Değerli arkadaşlarım,
Tevfik İleri Millî Eğitim Bakanıdır; Çanakkale'ye bir gezi tertipler; geminin
güvertesindeki gençlerin ellerinde kan tüpleriyle dolaştıklarını görür
"çocuklar bu nedir" der "efendim, hepimiz parmaklarımızdan kan
akıttık, şehitlerimizin mezarına dökeceğiz Çanakkale'de" cevabını alır; o
büyük devlet adamı ve çok büyük gönüllü, yürekli büyük şehidin gençlere
söylediği şudur: "Parmaklarınızdan akıtacağınız kanı şehitlerin mezarına
dökmek yerine, o şehitlerin mezarını yeşil ağaçlarla süsleyin ve bütün vatan
coğrafyasını yemyeşil yapıncaya kadar bu aşkı terk etmeyin." İşte, biz, bu
sorumluluk duygusunu vatan çocuklarına ne ölçüde veriyoruz ve en önemlisi,
acaba, bizim eğitim sistemimiz, bizim kültür hayatımız, bizim insanımıza gazi
olmayı, şehit olmayı ne ölçüde veriyor?! Bunu, çok ciddî biçimde sorgulamak
lazım. Eğitim sistemimiz ne ölçüde millîdir?! Dünya üzerinde, müstemleke
olmamış, yabancı dille üniversite eğitimi yapılan tek memleket Türkiye'dir. Bu
büyük israfı, bu millet ve bu Muhterem Meclis ne zaman anlayacak?! Doktorumuzu,
hâkimimizi, idarecimizi, hukukçumuzu yabancı dille eğitmenin bize kazandırdığı
nedir?! Yabancı dil elzemdir, öğrensin, ihtisas dalında zirveye varsın -üç
tercüme eserin sahibi olarak bunu söylüyorum; yanlış anlaşılmasın sözlerim-
ama, topyekûn üniversite eğitiminin İngilizce veya Almanca veya Fransızca
yapılmasının bize kazandırdığı nedir?! Değerli arkadaşlarım,
elbette ki, Çanakkale büyük bir zaferdir. Çanakkale, Rus Çar İmparatorluğunu
yıkmış ve milletimizi, Balkan Harbi, Sarıkamış Harbi ve diğer yanlış yönetilmiş
savaşların meydana getirdiği mağlubiyet psikolojisinden kurtarmış, Rusya'da
yeni bir rejimin iktidara gelmesine sebep olmuştur. Çanakkale'de, biz, ilk
defa, imparatorluk coğrafyası dışında, millî vatanın bir kalesini savunmak ve
muhteşem bir destanı yazmak imkânını tarihe yadigâr ettik. Şimdi, hemen soralım;
Çanakkale'de şehit düşenlerin aileleri ne haldedir? Balıkesir Lisesinin
öğrencileri topyekûn Çanakkale'ye gitmiştir, bir teki dönmemiştir; Konya'da
sokakta aşık oynayan çocuklar vagonlara doldurulmuş, Çanakkale'ye
götürülmüştür; Muş'tan, Van'dan, Ağrı'dan, Varto'dan, vatanın her köşesinden
memleket evlatları, yaşları düşünülmeksizin, tetik çekebiliyorsa, Çanakkale'ye
taşınmıştır. Şimdi, biz, bu büyük
fedakârlığı yapan milletin çocukları, iki günü birleştiriyoruz. Mustafa Kemal
Paşaya, Sakarya Meydan Muharebesini kazandığı için, Meclis "gazi" ve
"mareşal" unvanını layık görüyor; çünkü, mareşal olabilmek için meydan
muharebesi kazanmak lazım. Şimdi, biz, o günü, gaziler için bir kutlama günü,
gaziler günü olarak kabul ediyoruz ve 18 Mart gününü de şehitlerimizi anma
günü; mükemmel; tabiî ki buna olumlu oy vereceğiz; ama, şimdi, soruyorum: Kore
gazileri ne haldedir? Kıbrıs gazileri ne haldedir? Bunların eline kaç kuruş
para geçiyor? Bunlar nasıl yaşıyor? Biz, bunlara hangi sosyal güvenlik
kolaylıklarını, hangi vergi kolaylıklarını, hangi maddî imkânları sağladık?!
Acaba, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Cumhurbaşkanlığından vilayet katına bir
yılda harcadığı temsil giderlerinin kaçta kaçını biz gazilerimizin ailelerine,
şehitlerimizin ailelerine veriyoruz?! Hava Kuvvetlerimiz -şükranla
yâd ediyorum- pilotlarının uçuş tazminatlarının bir bölümünü ayırarak bir vakfa
veriyor ve şehit ailelerine ev alma imkânını sağlıyor. Böylesine büyük bir
devletin, böylesine büyük bir milletin, bütün bu yanlış ekonomik uygulamalara
rağmen ayakta kalan bir memleketin, bu muhteşem direnç gücüyle, acaba, şehit
ailelerine, onların durumuna göre bir ev hediye edilir demesi çok mu büyük
fedakârlıktır arkadaşlarım?! Yüce Meclisin bu konudaki
hassasiyetine ve fedâkarlık duygusuna inanıyorum ve bunun da önümüzdeki ilk
bütçede yer almasını gönülden temenni ediyorum. Evet, şehit ve gazi
olmak, önce yürek ister, sonra inanç ister ve sonra iman ister. Mertlerin
dayandığı, namertlerin kaçtığı savaş meydanlarında geri çekilmeyen adamdır
şehit, gazi de ilerlerken yaralanan adamdır. Şimdi, biz, bu büyük insanlara ne
yapsak, bunların hakkını ödememizin mümkün olmadığını bileceğiz. Bu sıralarda
oturan değerli arkadaşlarımıza yegân yegân sorsam her birinin ailesinde şehit
vardır ve o aileler resmî günlerin dışında, kendi şehitlerini, dualarıyla, dinî
törenleriyle yâd ederler ya Kur'an okurlar ya mevlit okurlar ya sıcak fatiha ve
gözyaşlarıyla anarlar. Şimdi, her ailesinde bu
kadar şehit olan bir milletin, silahlı kuvvetleriyle birlikte çok ciddî bir
sahip olma politikasını, koruma politikasını gerçekleştirmesi elzemdir ve biz,
insanımıza "sen bu vatan için ölürsen, senin çocukların sahipsiz
değildir" inancını vermek zorundayız. Onların millete emanet edildiğini ve
milletin mutlaka onlara sahip çıkacağını bilfiil göstermek zorundayız. Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, huzurunuzda, biraz üzülerek ifade ediyorum, İsrail, yepyeni bir devlet;
ama, kendi milletine ihanet eden hiç kimseyi affetmedi, buldu, getirdi,
yargıladı; filin boynuzuna saklansa buldu getirdi. Biz, dünyanın en güçlü, en
köklü teşkilatlanmış müesseselerine sahibiz. Müesseselerimizin köküne indiğimiz
zaman, bugünkü zafiyetlerinin bizden geldiğini görürüz. Trablusgarp'tan İttihat
ve Terakki idaresi, askerî birlikleri Balkanlara çeker -çok uzun bir
bahsidiğerdir- Enver Bey, Mustafa Kemal Bey -o zaman hepsi kolağası- 1880-1881
doğumlu yüzbaşılar, Libya'ya giderler, halkı teşkilatlandırırlar ve bir
mücadele verirler. Mustafa Kemal'in gözü hastalanır, millî emniyetin babası
olan o günkü güvenlik teşkilatımız, Mustafa Kemal'i İtalya hatlarından kaçırır,
Viyana'ya götürür, Viyana'da gözünü ameliyat ettirir, İstanbul'a getirir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Güner, 1
dakika içinde toparlayın efendim. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Biz, oyunu başında kaybetmişiz; Apo Türkiye'ye teklif edildiği
zaman, benim gönlümdeki başbakan, "asmamak kaydıyla değil, Türkiye'nin
hukukunu uygulamak kaydıyla kabul ederim, ben, 1913'te şu emniyet teşkilatıyla
şu mucizeleri yapmış memleket, bugünkü millî istihbaratın yurtiçi ve yurtdışı
teşkilatıyla, yurtiçi ve yurtdışı örgütüyle, bir vatan hainini bulamayacak,
yakalayamayacak kadar aciz miyim" demeliydi; ama, siz, adamı postalanmış olarak
kabul eder, asmama şartına da peki derseniz, beyaz bayrağı ilk gün sallandırmış
olursunuz; ondan sonraki bütün sözler galatı meşhurdan ibarettir, kim dinler
varakı mührü vefayı. Demek ki, bizim, çok
ciddî bir derlenip toparlanmaya ve şehitlerimizin huzurunda... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Efendim, lütfen kesmeyelim, cümlemi bağlıyorum. BAŞKAN - Ben kesmiyorum
efendim, cihaz kapandı. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan, eksüre vermediniz. BAŞKAN - Verdim
efendim... NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
1 dakika eksüre verdiniz. BAŞKAN - Verdim efendim,
zaten, herkese aynı süreyi verdim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Efendim, 2'şer dakika eksüre veriyordunuz hep. BAŞKAN - Hayır, hayır; 1
dakika eksüre verdim, hiç kimseye 2 dakika eksüre vermedim efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Hayır, 2 dakika... BAŞKAN - Efendim, hiç
kimseye 2 dakika eksüre vermedim; lütfen itiraz etmeyin. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
O zaman, madde üzerinde konuşur. BAŞKAN - Süreyi
uzatmadığımı biliyorsunuz, bunu herkese aynı uyguluyorum. Lütfen... AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) -... "sizin, bize, bağımsız, emperyalizmin her türlü talebine
hayır diyerek emanet ettiğiniz bu vatanı biz ne hale getirdik" diye sormak mecburiyetinde olduğumuza inanıyor;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şahsı adına, İstanbul
Milletvekili Masum Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz
tasarı, aslında, belki, hepimize -farklı siyasî görüşlere sahip olmamıza
rağmen- geçmişi dinleme olanağı verdi. Özellikle gözledim, genelde, farklı
gruplar, farklı gruplardan konuşan arkadaşları alkışladılar; ancak, bu öylesine
bir konudur ki, şehitler ve gaziler üzerinde zaman zaman siyaset yapıldığını da
hepimiz biliyoruz. Yine, burada, özellikle, ister iktidara mensup ister
muhalefete mensup olsun, bu konuda güzel konuşan arkadaşlarımızın bu güzel
konuşmaları eleştirilirken, bu tasarıya gölge düşürdüğünü de söylemek
istiyorum. Biz, şehitler konusunda bir şey söylenirken, birisi bu konuda
duygularını dile getirirken onu saygıyla dinlemeliyiz ve o saygının ötesinde
farklı yaklaşımlarda da bulunmamalıyız; yoksa, şehitler konusunda samimi
olduğumuzu söylememiz mümkün değildir; kimse de inanmaz; çünkü, tarih, burada
konuşulanları, sonradan, tutanaklarda, herkesin huzuruna koyduğu zaman, alır
bakarlar, senin tartıştığın, konuştuğun tasarı neydi, amacın neydi, gayen
neydi, sen ne söyledin. Değerli arkadaşlar, bu
tasarı ne getiriyor; bu tasarı, bize, yalnız, şehit olma mertebesini ya da gazi
olma mertebesini taşımış kişileri yâd etme duygusu veren bir tasarı değildir;
bizler, bunu, zaten yaşayarak geldik. Aslında, bu tasarıyla, bizden sonraki
insanlara, bizden sonraki kuşaklara, çocuklarımıza ve belki de bazen aramızda
yaşayan kendi kuşaklarımıza, şehitlik ve gazilik mertebesinin yalnız ülkenin
birliği, bütünlüğü, beraberliği açısından değil, her şeyin iyi kotarıldığı, iyi
gerçekleştiği, insanların kendisini siper ettiği duygusunu aşılama açısından
önemlidir. Burada söz konusu olan şehitlerimiz, yalnız tarihte, Birinci Dünya
Savaşındaki şehitlerimiz değildir. Bu tasarı, ister terör faaliyetleri
dolayısıyla olsun ister kolluk görevini görürken olsun, Türkiye Cumhuriyetinin
kurulduğu günden bugüne kadar şehit düşmüş askerimizi, şehit düşmüş polisimizi,
şehit düşmüş Dışişleri mensuplarını da kavrayan bir tasarıdır. Buradaki
şehitlik ve gazilik mertebesi, yalnız bir savaştaki gazilik ve şehitlik
mertebesi değil, düşüncenin bile yerlere atılıp, bizi savunan düşünce
sahiplerinin katledildiği günlerin de dikkate alındığını düşünmeliyiz. Bunu neden söylüyorum;
biraz önce burada konuşan bütün arkadaşlarımızı yeren konuşmaları kınıyorum.
Neden kınıyorum; çünkü, burada, bu arkadaşlarımız, yalnız şiirler okuyarak,
hamasilik yapmadılar; bize, o şiirlerin içerisindeki manayı, bu yüce çatı
altında hissettirdiler. Hangi partiden olursa olsun, ben, onlara şükranla
doluyum, teşekkür ediyorum. Hepimiz teşekkür etmek zorundayız. Biz, yalnız,
yapılan yanlışı, yapılan hatayı, belirli şeylerin güzelliği içerisinde, bunu
bahane ederek anlatma konumunda olmamalıyız. Bu tasarı, bize, şehitlik
ve gaziliğin, bugünden sonra da devam edeceğini hatırlatan bir tasarı
olmalıdır. Acaba, biz, milletvekilleri olarak, biraz sonra kabul edeceğimiz bu
kanunda, kanunu uygulayanlardan ne beklemeliyiz; bu düşüncelerimizi de burada
söylemeliyiz. Değerli arkadaşlar,
şehitleri ve gazileri anma işi, buradaki tasarıdaki verdiğimiz yetkiye
dayanarak, zorlama haline getirilmelidir. Bu, alttan yukarıya doğru coşkuyla
gelen bir duygu seli haline getirilmelidir. Tıpkı, bugünlerde, geçtiğimiz
yıllarda, yakın zamanda şehit olan askerimizin, polisimizin, subayımızın ya da
Dışişleri mensubumuzun kaldırıldığı gün, ülkenin dört bir tarafında hissedilen
duyguların, genç kuşak arkadaşlarımıza, geleceğimize duyurulması yolunda adımlar
atılması gerektiği gibi. Bunun, yalnız, zoraki olarak, burada, bir kanunla
kabul edilmiş düşüncelerden uzak, duyguları coşturan bir yapı olduğu
unutulmamalı ve bunu kim uygulayacaksa, onun sorumluluğu içerisinde olmalıdır. Değerli arkadaşlar, bu
kanunla, farklı günlerde olan ve birlik bütünlük içerisinde olmayan şehit anma
günleri aynı güne getirilmiştir. Gaziler günü de, aslında çoğu gazi olmuş; ama,
vefat etmiş, buna karşılık gaziliği hâlâ süren kişilerin bu günü de önemlidir.
Gaziler, şehitlerin önemini kat be kat artıran mertebeye ulaşmışlardır. Bu nedenle, bu tasarının
da, konuyu, özellikle geleceğe ulaştıracağı ve geleceği geçmişle bütünleştiren
bir yapıya kavuşturacağı için, hayırlı bir tasarı olduğunu söylüyor; bu
vesileyle, bize bu duyguları yaşatan tüm konuşmacı arkadaşlarımıza -ve çok iyi
biliyorum ki, benden sonra yapacağı duygulu konuşmasıyla bizi duygulandıracak
Sayın Hatiboğlu da dahil olmak üzere- şükranlarımı sunuyor, hepinize, bu
tasarının görüşmelerinde beraber bulunduğumuz için saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Türker. Şahsı adına ikinci söz,
Çorum Milletvekili Sayın Yasin
Hatiboğlu'nun. Buyurun. (Alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Yüce Heyetin değerli üyeleri; zannediyorum; zannediyorum değil,
düzeltiyorum sözümü; inanıyorum ki, itirazsız ittifak edilecek bir konuyu
konuşuyoruz; tartışıyoruz demiyorum, konuşuyoruz ve şu saate kadar yapılan
konuşmalar göstermiştir ki, gerçekten, vatan denilince, millet denilince,
haysiyet ve şeref denilince, ülke denilince, bayrak denilince, istiklâl
denilince itiraz eden olmuyor, olamaz da; benim milletimin özelliği bu. Elbette, aramızda
tartışmalar olur, biz, meseleleri tartışırız; çünkü "barikai hakikat
müdavelei efkârdan doğar." Tartışırız; ama, asla itiraz edemeyeceğimiz ve
asla tartışamayacağımız, iman kadar değerli konularımız vardır. İşte, orada ittifakımız,
boynumuzun borcudur, vicdanımızın borcudur. Bu, o; gazilik ve şehitlik,
şahadet. Üç büyük değer vardır
insan hayatında, insan ruhunda, insan anlayışında, üç büyük değer: Nübüvvet,
velayet, şahadet... Evet; şimdi, biz bunu konuşuyoruz. Ne verebiliriz acaba, şahadetle,
yani, onunla ölçülebilecek yahut şehidi sonsuz memnun edebilecek ne verebiliriz
acaba; neyimiz var bir duadan gayri, bir inançtan gayri, bir onu anlamadan
gayri, bir onun gibi yaşamadan gayri, bir onun hedeflediğini hedeflemeden gayri
neyimiz var şehide verecek?! Nübüvvet, velayet, şahadet... Evet; Çanakkale
şehitlerimiz var, ben ayırmıyorum, şehidimiz; Kosova var, Malazgirt var,
Çaldıran var, Mercidabık var, dünya var, dünyanın üç coğrafyası var; onun için,
ben ayırmıyorum. Şahadetin önemini ifade
etmek için, kısa bir hikâye, kısa bir hususu arz edeyim: Uhud Muharebesinde
Enes İbnun Nadr Hazretleri düşman üzerine alabildiğine giderken, önünü
çeviriyorlar, diyorlar ki arkadaşları: "Yanlış istikamete gidiyorsun, o
gittiğin taraf düşmanların bulunduğu taraftır, gidersen sana zarar verirler,
geri dön." Enes İbnun Nadr Hazretleri diyor ki: "Çekilin önümden;
Allah'a yemin olsun ki, Uhud Dağının altından cennetin kokusu geliyor."
İşte, şahadet bu. Bu ruhu veremezseniz topluma, bu ruhu veremezsek, bu ruhla
mülemma olmaz, bu ruhla dolmazsak, şehitlik olmaz, kimseyi şehitliğe
koşturamazsınız. Şahadet başka bir şeydir; kirayla, parayla, ödünç olmaz;
mümkün mü?! Eğer böyle olsaydı, analar saçlarını başlarını yolarlardı
çocuklarını gönderirken ellerine kına koyacağına. Hayır; analar saç yolmadı,
baş yolmadı, kına koydu ellerine; arkasından da dediler ki: "Getme Yemen'e
Yemen'e, Yemen sıcak, dayanaman; kalk borusu çalınınca, sen küçüksün,
uyanaman." Bizim milletimizin farkı bu. Peki, bu, kendiliğinden mi oldu,
acaba, doğuştan mı; hayır; bu, bir zeminin ürünü; bu, bir tabanın, altyapının
ürünü. Nedir o; işte, onu kim oluşturdu; Mustafa Kemaller, Akifler, sayısız
insanlar oluşturdu; müderrisler, şeyhler, dervişler, mürşitler... Hatırlamaz
mısınız, büyük savaşımızın, İstiklal Savaşımızın önünde ve öncesinde cami cami,
kapı kapı gezen insanları. Mustafa Kemal Balıkesir
konuşmasında diyor ki: "Ey Millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın
selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri,
Cenabı Hak tarafından insanlara hakaiki diniyyeyi tebliğe memur ve resul
olmuştur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir;
çünkü, dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor."
Mustafa Kemal, böyle, bu sözlerle çıkmış milletin huzuruna. Ey millet, bunu
anlayın, bunu kavrayın; ama, anlayıp kavramak yetmez; bunu koruyun. O yetmiyor; bir başkası,
bir gazimiz, bu gaziden sonra bir gazimiz, Gazi Hacı İzzet diyor ki: "Adam
öldürmek bir yana evlat; en zor olanı adam gömmek. Şu ellerimle en az elli
kişiye mezar kazdım. Kasaturayla toprağı eşelediğim kadar eşeler, sonra,
tırnaklarımın bütün kuvvetiyle çukuru büyütürdüm, sonra da ölüyü gömerdim
çukura; zavallılar sığmazdı; benim de kuvvetim kesildiği için daha fazla
kazamazdım; avuçlarımla üzerine toprak atardım. Onun için, orada ölüp de, mezarsız
yatanların ıstırabını en iyi ben anlarım." İşte, bizim tarihimiz bu,
geçmişimiz bu, ruhumuz bu. Bir şehit ne diyor. Yani, şu sözleri söyleyebilecek
toplumu oluşturamazsanız beyler, şehit beklemeyin, gazi beklemeyin. Askere
gitmemek için çürük raporu alanların sayısıyla bu ülke dolar, taşar. Bizim
ıstırabımız, isteğimiz budur. Evet, şehitler için
bayram yapacağız, kutlayacağız, kendilerini takdir edeceğiz, tebcil edeceğiz;
iyi bir şey, bundan daha güzel bir şey olmaz; ama, biz şehitlerimiz için ne
yaptık? Şehitlerimiz niye şehit oldu; hangi hedef için, hangi maksat için;
bunun için ne yapıyoruz? Şimdi birisi şehit oluyor; bir askerimiz, bir
polisimiz, bir bekçimiz, bir insanımız, vatan için, din için, millet için,
namus için, iffet için şehit oluyor yahut gazi oluyor, yaralanıyor, hastaneye
kaldırıyorlar; anası koşup gidiyor hastanede ziyaret etmek için. Eğer, siz,
anasının önüne geçip "dur bakalım, giremezsin; senin başında engelin var;
sen bu örtünü çıkarmadan giremezsin" diyorsanız, bu kanunları çıkarmanın,
samimiyet itibariyle izahını nasıl yaparız, nasıl yaparız?! Beyler, samimiyetle
söylüyorum, hiçbir kastım yoktur; bunları anlamamız lazımdır. Eğer, uçağa binen
bir insan, 80 yaşındaki bir insana "dur bakalım, sakalını kesmezsen, bu
uçağa binip temsilen Kore'ye gitmen ayıp olur bizim için" diyorsak, bunlar
doğruysa, beyler, aşağıda yatan; ama, ruhen yücelerde olan, belki sidre-i
müntehaya yakın noktada bulunan o insanları inandıramayız, o ruhları
inandıramayız. Yemin ederek söylüyorum; eğer, onlar samimiyetimize inanmazsa,
işimiz zordur; bu dünyada da, öbür dünyada da zordur. Vaktim de çok kısaldı.
Bakın, bir şehit ne diyor; bir yedeksubay annesine mektup yazıyor "Valideciğim,
dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat-âmiz mektubunu aldım,
okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle, güzel ve mukaddes
bir vazifenin içinde bulunduğumdan, sevindim" diyor ve değerli
arkadaşlarım, arkasından diyor ki: "...o güzel çayırın koyu yeşil
tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli
bir ezan okundu. Ey Allahım, bu ovada onun
sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu. Ve sonra namaz kılıp ellerimi açtım:
Ey benim Rabbim, şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celâlini
İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan
eyle..." (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın
efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
"...ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden
biz askerlerin süngülerini keskin eyle, düşmanları kahhar isminle
kahreyle!" Evet, bu bir duadır; şehit böyle söyledi, gazi böyle söyledi:
Şimdi, söz sırası bizde. Bunlara yakışır, bunlara uygun uygulama içinde
olmalıyız. Okullarımızı, çocuklarımızı, kızlarımızı, validelerimizi,
annelerimizi, bu ruh hali içerisinde temaşa etmeli, ihtiyaçlarını buna göre
karşılamalıyız ve biz ne diyoruz hep birlikte: "Ey şehid oğlu şehid,
isteme benden makber,/ Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber." Galiba en son sözümüz de
budur. Ben, bu tasarıyı
hazırlayanlara teşekkür ediyorum. Hiç olmazsa, bir anma vesilesidir, hem de
resmen devletin anma vesilesidir. Bundan dolayı, bunu hazırlayanlara teşekkür
ediyorum. Umuyorum ki, şehitlerimizin beklentisine cevap veririz. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Hatiboğlu. Sayın Göksu?.. Yok. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Yıldırım,
bir şey mi söyleyeceksiniz efendim? MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bir soru sormak istiyorum. BAŞKAN - Buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana aşağıdaki soruyu sormak
istiyorum. Geçmişimize, millî ve
manevî değerlerimize sahip çıkabilmemiz için, şehit ailelerimizi ve
gazilerimizi şereflendirmesi ve onurlandırması nedeniyle tasarı yerindedir;
hayırlı olmasını diliyorum. Sorumu soruyorum: Artan
hayat pahalılığı karşısında ekonomik sıkıntı içinde olan, bu vatan için ölen
şehitlerin aileleri ile vatan için sakat kalan gazilerimize insanca
yaşayacakları maaş artışı yapılmasını öneriyorum. Teşekkür ediyorum. Saygılarımla. BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI EDİP SAFDER
GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, teşekkür ediyoruz. Tabiî, bütçe imkânları
çerçevesinde, sayın milletvekilimizin önerisi de değerlendirilecektir. Arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. 1 inci maddeyi
okutuyorum: 18 MART GÜNÜNÜN ŞEHİTLER GÜNÜ VE 19 EYLÜL GÜNÜNÜN GAZİLER
GÜNÜ İLÂN EDİLMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI MADDE 1. - 18 Mart Şehitler
Günü, 19 Eylül Gaziler Günüdür. Anılan günlerde bütün kamu kurum ve
kuruluşlarının öncülüğünde, halkımızın ve sivil kuruluşların iştiraki ile her
yıl anma töreni düzenlenir. BAŞKAN - 1 inci madde
üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Fethullah Erbaş;
buyurun. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA FETHULLAH
ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 879 sıra sayılı yasa
tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Genel Kurulu ve şahsınızı saygıyla selamlıyorum. Bu tasarının esas gayesi,
çeşitli tarihlerdeki kutlamaları iki güne sığdırmak, hem zaman israfını önlemek
hem de normal şartlarda iki tane büyük kutlamayı bir arada yapmak. Şimdi, değerli
arkadaşlar, tasarıda, şehitler günü ve gaziler günü olarak iki gün teklif
ediliyor. Öncelikle, şehitlik nedir? Diğer arkadaşlarımız, hakikaten, çok güzel
anlattılar; fevkalade heyecanlandırdılar, hatta bizi burada ağlattılar. Ben bu
noktalarda fazla gitmeyeceğim; ama, belli noktalara, şehitlik nedir, onu bir
öğrenelim. Şehitlik, bildiğiniz
gibi, İslamî bir tabirdir ve tarifi de, hadisi şeriflerde "Allah'ın
isminin yüceltilmesi amacıyla yapılan mücadelede öldürülene şehit denir"
şeklindedir. Bir başka tarifte de "Allah'ın rızasını kazanmak için cennet
karşılığında canını satan, canını veren insana şehit denir" denilmiştir. Gaziliğe gelince... O da,
bu niyetle savaşa katılıp, savaştan sağ çıkan insana gazi denir. Değerli kardeşlerim,
şehitliğin altyapısına sahip olmak için bu ruhu yakalamak lazımdır ve bu ruh
da, ancak, şu şekilde elde edilebilir: Nesillere Allah inancını aşılamak için
okullarımızda din ve ahlak derslerine önem vermeliyiz, İslam dininin özünü
öğretmeliyiz; bu noktada cimri davranmamalıyız ve bunların tatbikatını
yapmalıyız. Gençlerimize namaz kılmayı, oruç tutmayı öğretmeliyiz, hacca
gitmeyi teşvik etmeliyiz, vatanını sevmeyi öğretmeliyiz, bu ruhu vermeliyiz.
Bunun başında da, anne adaylarımızı, yani, çocuklarımızı doğuran o aziz
insanları, hanım kızlarımızı şuurlu ve bilgili olarak yetiştirmeliyiz.
Başörtüsüne kafamızı takmamalıyız. İlköğretim okullarında din ve ahlak
derslerine ağırlık vermeliyiz. Bu konuda sivil toplum örgütlerine önem
vermeliyiz. Muharip Gaziler Derneği gibi dernekleri teşvik etmeliyiz. Şehit
ailelerine devletimizin ilgi duyması ve onları mağdur etmemesi için maaşlarını
makul düzeylere çıkarmalıyız. Sayın Bakanım "bütçe imkânları nispetinde
iyileştireceğiz" müjdesini verdi; inşallah, güzel olur. Şehitliğin önem ve
anlamını anlatmak için şiir yarışmaları düzenlemeliyiz, paneller düzenlemeliyiz
ve düzenlemek için de Diyanet İşlerini devreye sokmalıyız. Camilerde şehitlik
üzerine hutbeler okutmalıyız. Değerli kardeşlerim, ben,
Yüsekova'dayken bir grup insan geldi oraya; "sizi kim gönderdi"
dedim, "bizi kiliseler birliği gönderdi" dediler; "peki, sizin
finansmanınızı kim sağlıyor" dedim, "kiliseler birliği sağlıyor"
dediler; "ne için geldiniz" dedim, "biz, dinimizi yaymak için
geldik" dediler ve oradaki olayları tahrik edip gittiler, gördüm onları.
Biz ne yapıyoruz kardeşlerim? Evet, orada şunu gördüm, onların bir Papası var,
bizim ise... Hilafeti kaldıran metnin son cümlesi şöyledir: "Hilafet,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyetinde mündemiçtir." Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak biz ne yapıyoruz? Onların Papası bu kadar insanı
taa Yüksekovalara gönderirken, siz Büyük Millet Meclisi olarak dinimizi yaymak
için, ilerletmek için, şehitlik duygusunu vermek için ne yapıyorsunuz? Değerli arkadaşlarım, ben
daha fazla şeyler söylemek istemiyorum; ama, şunu da demeden edemeyeceğim:
Radyo ve televizyonlarımızda dinî ve millî duygularımızı galeyana getiren
programlar yaptırmalıyız, tarihimizi anlatmalıyız; bu tür filmleri
göstermeliyiz. RTÜK'e de Allah inancını dejenere eden programları kaldırması
için görev vermeliyiz ve onları da uyarmalıyız. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Devamla)
- Değerli kardeşlerim, şehitlik büyük
bir rütbedir; bu rütbeye ulaşmak, tüm Anadolu insanının amacıdır. Dualarımızda
hep "Ya Rabbim, bizleri şehitler zümresine ilhak et" diye niyazda
bulunuyoruz. Şehidimize, gazimize sahip çıkmalıyız ve sahip çıkmayanlar yarın
vatanı için şehit olacak adam bulamazlar diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(SP, AK Parti ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Erbaş. ANAP Grubu adına, Denizli
Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun. ANAP GRUBU ADINA BEYHAN
ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
kanun tasarısı gelmeden çok önce, milletvekili olduğumun birinci ayında bu
konuda kanun teklifi verdim. Yani, milletvekili olduğumun birinci ayında,
Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu'yla birlikte kanun teklifi verdik.
Bizim arkamızdan da, Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner ve daha sonra da Şevket
Bülent Yahnici aynı konuda kanun teklifleri vermişlerdir. Çeşitli kesimlerden şehit
düşen, vatan müdafaasında devlet haysiyet ve onuru uğruna şehit düşen
insanlarımızın, bir seferde, devletin tüm katmanlarıyla birlikte, tüm sivil
örgütleriyle birlikte anılması için bir teklif verilmişti; ama, komisyonumuz
bizim tekliflerimizi herhalde görmedi veya uygun bulmadı; Millî Savunma
Bakanlığımız, bunu tasarı olarak getirdi. Elbette, bir farklılık var; gaziler
günü, bizim teklifimizde yoktu. 19 Eylül, biliyorsunuz,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Mustafa Kemal Atatürk'e gazilik beratı verdiği
gündür. O gün, 19 Eylül günü onun için seçilmiştir. Biz, bunu da isabetli
buluyoruz. Bu noktadan, yani, bu konuda tasarı ve tekliflerin birleştirilmemesinden,
birleştirilerek gelmemesinden dolayı üzüntümüzü belirtiyoruz; ancak, tabiî ki,
gaziler gününün olması da bizi fevkalade mutlu etmiştir. Yine de, ben, Millî
Savunma Bakanımıza teşekkür ediyorum, komisyon üyelerine teşekkür ediyorum. Gazilik, şehitlik gibi
kavramlar, bu milletin ortak paydasıdırlar ve bu milletin değer verdiği
kavramlardır. Bu, böyle değerlendirilmelidir. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Madde üzerinde,
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA SAFFET
ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 879 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve
Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
milletleri millet yapan önemli değerleri vardır. Millî tarih, milleti ayakta
tutan en önemli heyecandır ve kaynaktır. Millî tarih ve millî kültür, milleti
ve devleti devlet yapan, milleti millet yapan değerler manzumesi ve aynı
zamanda, onun en önemli hazinesidir. Bu bağlamda, bu vatan coğrafyası için
şehit olma pahasına mücadele etmiş olan bütün şehitlerimizi, rahmetle ve
minnetle anıyorum, gazilerimizi de yine aynı duygularla saygıyla yâd ediyorum. Millî tarih, millî
kültür, millî mukaddeslerimiz ve millî mefahirimiz, bizi biz yapan
değerlerimiz. Bunların üzerinde önemle durmak, korumak ve kollamak, bütün bir
milletin, fert olarak da her vatandaşımızın mutlak surette görevi ve sorumluluğudur.
Bu vatan coğrafyası için çok şehit verdik. Bu vatanı vatan yapmak için şehit
verdik. O şehitleri, pek tabiî ki, bugün de olsa yine vereceğiz; ama,
unutulmaması gereken bir şey var; okullarda okuyan çocuklarımız, evde
yetiştirdiğimiz bebeklerimiz dahil olmak üzere, onlara şehitliğin ne olduğunu,
gaziliğin ne kadar önemli olduğunu mutlaka hatırlatmak, andırmak lazımdır. Yüce
Atatürk'ün söylediği çok güzel bir söz vardır; "istiklal ve hürriyet,
benim karakterimdir" diyor. İstiklal ve hürriyeti, benim karakterimdir
diye benimsemiş olan her vatandaş, her Türk, geçmişte olduğu gibi, Atasına
layık olmak üzere, üzerine düşen görevi mutlaka yapacaktır. Bayrakları bayrak yapan
üstündeki kandır; toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır; o vatan, bütün bir
millettir. Bu millet, bu anlayış içerisinde mücadele etmiş, şehitler ve gaziler
vermiş ve vermeye de devam etmektedir. Değerli milletvekilleri,
bu vatan coğrafyası, bu topraklar öylesine önemli topraklardır ki, herkesin
gözü bu toprakların üzerindedir. Bu toprakları bize emanet eden atalarımızı
rahmetle ve minnetle anıyoruz. Bu cumhuriyeti bize cumhuriyet yapan, bu ülkeyi,
bu bağımsız ülkeyi bize kuran ve kurduran Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve
bütün silah arkadaşlarını rahmetle ve minnetle anıyoruz; ama, bu toprakları
böldürtmemek, bu milleti parçalatmamak, bu bayrağın yanına bir başka bayrak
koydurtmamak üzere de bu millete ve bu Meclise büyük görevler düşmektedir. Onun
için de, hem ekonomik hürriyetimizi hem siyasal hürriyetimizi koruyacak her
türlü gayretin içerisinde olmak ve millî egemenliğe sahip çıkmak hepimizin
boynunun borcudur. Değerli milletvekilleri,
ben, şunu özellikle belirtmek istiyorum. Bu toprakları bölmek isteyen birkısım
ülkeler, birkısım bloklar, hatta Avrupa Birliğine üye olan ülkeler de dahil
olmak üzere, onların üzerimizdeki emellerini çok iyi bilmek, hem Avrupa
Birliğine girmek için mücadele etmek hem de bu ülke üzerinde birkısım emelleri
gerçekleştirmeye yönelik gayretleri sıfıra indirmek, onlarla mücadele etmek de,
yine bizim boynumuzun borcu olmalıdır. Değerli milletvekilleri,
işte, bu anlayış içerisinde, getirilmiş olan bu kanun tasarısını, gerçekten,
fevkalade olumlu buluyoruz; çünkü, temelinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bu
güzel tarihinde, altın sayfalarla dolu zaferleri vardır. Yine, bu tasarının
temelinde, şehitlerimizin ailelerini anmak ve onları, tekrar, özellikle
milletin bağrına teslim etmek vardır. Yine, bu tasarının temelinde,
gazilerimizi yeniden anmak; ama, bu toplumda daha iyi, daha müreffeh bir hayat
seviyesini sürdürecek bir gayreti göstermenin işareti vardır. Yine, bu
tasarıda, Deniz Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Polis Teşkilatı
ve Dışişleri Bakanlığı dahil olmak üzere, çeşitli kuruluşlarda bu ülkeye hizmet
etmiş olup da şehit olanların ayrı ayrı anılması, bir çatı altında, bir kaynak
içerisinde onun tekrar birleştirilmesi ve anılmasını daha güzel bir şekilde
gerçekleştirmek vardır. İşte, ben, onun için diyorum ki, bu tasarı, gerçekten
yerindedir, mutlak surette herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır, bizler de
yapmalıyız. Hem 18 Mart Çanakkale Zaferinin olduğu günün şehitler günü olarak
kabul edilmesi yerindedir... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Devamla) - Sayın Başkan 1 dakika içerisinde toparlıyorum. BAŞKAN - Buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Devamla) - ...hem de 19 Eylül 1921 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal
Atatürk'e mareşal unvanı verildiği günün gaziler günü olarak tespit edilmesi,
anılması fevkalade isabetlidir. Bugünlerde de, biz, tekrar o günleri yâd
edeceğiz; ama, çocuklarımıza da bu vatan için, bu bayrak için, bu ülke için
şehit olma pahasına dahi olsa mücadele etmenin ne olduğunu mutlak surette
hatırlatacağız, andıracağız ve Türk Milletinin bir ferdi olmaktan da onur
duyduğunu mutlaka onların ruhlarına ve yüreklerine işleyeceğiz diyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. 1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - Şehitler ve
Gaziler günlerinin anma törenleri ile ilgili yönetmelik, Kanunun yayımı
tarihinden itibaren dört ay içinde spordan sorumlu Devlet Bakanlığı ile Millî
Savunma, İçişleri, Dışişleri ve Millî Eğitim bakanlıklarınca müştereken
düzen-lenir. BAŞKAN - 2 nci madde
üzerinde Saadet Partisi Grubu adına Sayın Zeki Çelik konuşacaklardır. Buyurun Sayın Çelik. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MEHMET
ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şehitler ve gaziler
günü ilanıyla ilgili tasarı üzerinde Saadet Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, şehit
ve gazilerimize borçlarımızı herhangi bir karşılıkla ödememiz mümkün değildir.
Herhangi bir günle borç ödenmesi de söz konusu olamaz; onların hatırdan
çıkarılmaması, akıldan çıkarılmaması ve daima hatırlanması gerekmektedir;
çünkü, şehit, nurlanmış; gazi, onurlanmış insan demektir. Yeni yetişen
gençliğimize, şehit ve gazilerimizin hangi gayeler için fedakârlık yaptığı, her
türlü araç kullanılarak öğretilmelidir; bu, bir gün değil, her gün yapılmalıdır. Kanun tasarısının
metninde, 18 Mart Şehitler Günü, 19 Eylül de Gaziler Günüdür deniliyor. Buna
hiçbir itirazımız yok; ancak, anılan günlerde, bütün kamu kuruluşlarının
öncülüğünde, halkımızın ve sivil toplum kuruluşlarının iştirakiyle anma
törenleri düzenlenir. Gönül ister ki, halkımız ve sivil toplum kuruluşlarının
gönüllü katıldığı bir olaya, kamu kurum ve kuruluşlarımız da destek versin; ama,
bizde öyle olmuyor, kamu kurum ve kuruluşları katılıyor, halk ve sivil toplum
kuruluşlarına âdeta konu mankenliği yaptırılıyor. Bayramlar ve millî günler,
böylece, kuru ve baştan savma, halksız kutlanıyor. Kaç gündür görüyoruz, Millî
Takımımızın başarısı nedeniyle bayram yapılıyor; halkın tamamı katılıyor, genci
ihtiyarı, kadını erkeğiyle kutlamalar yapılıyor; işte, bayram budur. Değerli arkadaşlar,
şehitler günü ilan ettiğimiz 18 Martta yaşananlar için Büyük Şair Mehmet Âkif,
oradaki şehit ve gazileri Bedr'in aslanlarına benzeterek, şehitlerimizin mezar
taşı olarak Kâbe'yi, aydınlatmak için de Yedi Süreyyalı Kandili uygun
görmüştür. Değerli arkadaşlar,
Çanakkale'yi geçilmez yapan, milletimizin istiklalini ve son vatan toprağının
kurtulmasını sağlayan şehit ve gazilerimizi bu noktaya getiren iman gücüydü;
ancak, bu imana ve bunun getirdiklerine maalesef saygı gösterilmediğini de
görüyoruz. Değerli arkadaşlar,
burada güzel konuşmalar yapıldı, bu konuşmaları yapan bütün arkadaşlara
teşekkür ediyorum. Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş bir babanın göndermiş olduğu
bir faksı dikkatlerinize sunmak istiyorum; ki, bunun, dağıtımdan, hem parti
gruplarına hem her tarafa gönderildiği ifade ediliyor. Gönderen Muzaffer
Trabzonlu; şu anda, Gölcük'e bağlı Yazlık Belediye Başkanı. Bu kardeşimiz diyor
ki: "Ben, 1950 yılında doğdum. Babamın babası yani dedem de Çanakkale
Savaşında şehit olmuştu. 1966 yılında tersane komutanlığında işe başladım,
askerlik dönüşü de Seymen Kara Araçları Fabrikasında işçiliğe devam ettim ve 1992
yılında emekli oldum. 18 Nisan 1999 seçimlerinde de bu beldemin ilk belediye
başkanı olarak hizmete başladım. 21 Haziran 2000 tarihinde de, tek oğlum olan
Zafer'i, Van Başkale'de vatanî görevini yaparken şehit olarak ahirete
gönderdik. Kızım Züleyha'nın okulu
olan İhsaniye Ticaret Lisesinin tertiplediği bir tiyatro oyunu için 20 Mayıs
pazartesi günü Gölcük Tersane Komutanlığı Garnizon Sinemasına davet edildik.
Saat 21.00'de eşimle birlikte askerî giriş kapısına geldim ve sinemaya
gireceğimi söylediğimde görevli nöbetçi subay sakalınızdan dolayı giremezsiniz
deyince bir an şok oldum. Sonra, bu memlekette ne
suç işlemişiz, milletin malını mı çalmışız, hangi yüzkızartıcı suçu işlemişiz
de bu muameleye maruz kalıyoruz?! Ben, beldemde belediye başkanı seçiliyorum
da, burada, benim canım memleketimin bir parçası olan bir sinemaya giremiyorum!
Özetlersek -aynen öyle
diyor- tersane komutanlığında işçi olarak çalıştım, emekli oldum ve beldemde de
belediye başkanlığı gibi halka, kutsal bir görev ifa ediyorum. Tek oğlunuzu da
vatan uğruna şehit edeceksiniz; ama, ondan sonra da, bir tören için sinemaya
sokulmayacaksınız ve böyle, potansiyel suçlu muamelesine tabi
tutulacaksınız." Değerli arkadaşlar, bu,
belki münferit bir vakadır; yani, böyle olduğuna inanmak istiyorum ve
inanıyorum; ama, hepimiz, bütün milletvekilleri, burada oturan komutanlar ve
bizi dinleyenler, lütfen, başlarını ellerinin arasına alsınlar ve düşünüp
taşınsınlar. Şehitlerimize,
gazilerimize saygılı olalım; böylesi acılar çekmiş babalarımıza sakalı var
diye, analarımıza da başında örtüsü var diye, lütfen bu acıları yaşatmayalım. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın
efendim... MEHMET ZEKİ ÇELİK
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, gerçekten, ben, bunun münferit bir vaka
olduğuna inanıyorum. Şehit ve gazilerimize
saygılı olmak durumundayız. Ülkesi için canını veren şehit ve gazilerimizi
rahmetle, minnetle anıyor; bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - 2 nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 2 nci madde kabul
edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4 üncü maddeyi
okutuyorum. MADDE 4.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehte, Sayın Masum Türker, Sayın Yasin
Hatiboğlu, Sayın Beyhan Aslan ve Sayın Mehmet Şandır'ın söz istemleri vardır;
ancak, sadece bir arkadaşımın söz istemini yerine getirebileceğim. Lehte, Sayın Masum
Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) 2 dakika içerisinde
oyunuzun rengini belli edin efendim. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Değerli milletvekilleri, bu kanunun lehinde oy kullanıyorum. Gelecek kuşaklara
hayırlı olsun. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
efendim. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Böylelikle, tasarı
yasalaşmıştır; hayırlı uğurlu olsun. Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz. 14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Hazır. Hükümet adına Sayın Bakan?..
Hazır. Komisyon raporu, 882 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Arkadaşlar, bu teklif
açık oylamaya tabidir; o nedenle, eğer, görüşmelerin sonucunda oya sunduğumuzda
gerekli çoğunluğu bulamazsak, önümüzdeki ekim ayına kalacaktır. O nedenle,
arkadaşlarımızın, hassasiyet gösterip, burada hazır bulunmalarını, hiç olmazsa,
bugünkü çalışmalarımızın tam anlamıyla sonuçlandırılmasını isteriz; takdir
sizin. NAİL ÇELEBİ (Trabzon) -
Konuşmasınlar efendim... AYDIN GÖKMEN (Balıkesir)
- Konuşmasınlar... BAŞKAN - Efendim,
konuşurlar konuşmazlar; sayın milletvekillerinin, sayın grupların söz hakkını
kısmak veya kısmamak benim hakkım değildir. 5-10 dakika içerisinde, kısa
konuşurlarsa, seviniriz elbette ki... Sonuçta, hepsinin ittifak ettiği bir
tasarı. Saadet Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; bu-yurun. (SP sıralarından
alkışlar) SP GRUBU ADINA MEHMET
ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 882 sıra sayılı
kanun teklifi üzerinde Saadet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
aldım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (1) 822 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Değerli arkadaşlar, biz,
bugün öğleden sonra Genel Başkanımız ve bir grup milletvekilimizle Ankara
Ticaret Odası Meclisi toplantısına katıldık. Orada, hem Meclis Başkanının
konuşmalarını hem Genel Başkanımızın konuşmalarını dinledik. Şu anda,
gerçekten, Türkiye, çok önemli bir noktadan geçiyor. Yani, şu manada söylemek
istiyorum: Tabiî, Gelir Vergisi Kanununa madde eklemek vergileri artırmak için
yapılıyor ve burada ortaya konulmak istenen de, gerek sporcuların gerekse spor
kulüplerinin elde etmiş oldukları gelirleri kayıt altına almak, şeffaflığı
ortaya çıkarmak, kayıtdışılığı ortadan kaldırmaktır. Bu manada önemli olduğunu
ifade etmek istiyorum; ama, tabiî, bu Gelir Vergisiyle vergi toplayacaksınız da
ne olacak, ne yapacaksınız, nereye harcanacak; bunların çok iyi bilinmesi
lazım. Şimdi, bu son bir iki gün içerisinde yaşanan hadiselerle Türkiye'nin
manzarasını ortaya koymaya çalışacağım. Bakınız, Sayın
Başbakanımızın -Allah şifalar versin- bugün ayağa kalkmış olması da bizi
sevindirmiştir; ama, bu hastalığı sebebiyle günlük 40 000 000 dolar ekonomimize
yük gelmiştir. Faizler yüzde 50'den yüzde 75 mertebesine yükselmiş ve bunun
içborca ilavesi 3,3 milyar dolar olmuştur. Bu parayla ne yapılabilirdi diye
sorulduğunda, 210 000 insana iş temin edilebilirdi. Bakınız, asgarî ücret 163
000 000 lirayken, yaklaşık 20 000 000 lira ilaveyle 184 000 000 liraya
çıkarıldı; ama, ülkede bu son birkaç gün içerisinde yüzde 17,7 enflasyon
yaşanmıştır. Yani, bu ne demektir; bütün ülke insanı olarak hepimiz
fakirleşmişiz demektir. Bu manada, gerçekten, yapılmış olan hataların,
eksikliklerin ekonomimize; dolayısıyla, halkımıza ve bizim cebimizden çıkan
paralara ne maliyetler ve ne yükler getirdiğini çok iyi bilmemiz lazım. Şu anda
Türkiye'de büyük bir belirsizlik var. Sanayici, işadamı, tüccar ne diyor; diyor
ki, ben, güven duygusu içerisinde değilim; neden; çünkü, yarını göremiyorum.
Ayrıca, bu arada, ben, yatırım yapmak istediğim zaman, karşıma bir yığın engel
çıkıyor; bürokratik engeller, bir sürü yazışmalar çizişmeler de canımdan
bıktırıyor. Tabiî, bu arada, bu formalitelerin çokluğu sebebiyle, maalesef,
rüşvet mekanizması da durmadan çalışmaktadır. Peki, bu arada, bütün
bunlar olurken, dolardaki yükselme ve alçalmalar; yükselse dert, alçalsa ayrı
bir dert. Yani, tarihte görülmemiş, 1 300 000 liralardan, dün, biz, 1 700 000
liraya yaklaşan, 1 660 000 liraya kadar dolar sınırının yükselmesine şahit
olduk. O halde, insanlar önünü göremiyor, güven duymuyor ve bütün bunların
sonucunda da, yatırım yapmıyor, üretim yapmaya hakikaten gönlü razı olamıyor. Tabiî, bu arada,
işadamlarımızın, sanayicilerimizin, tüccarlarımızın en büyük sıkıntılarından
bir tanesi de, vergilerin çokluğu ve bu vergi miktarlarının fazlalığı ve bu
arada da, vergi çeşitlerinin çokluğu. Ayrıca, SSK primlerinin yüksek olması ve
hakikaten, iş yapan insanlara, yanında istihdam sağlayan, işçi çalıştıranlara
çok büyük yükler getirmiş olmasıdır. Siz, asgarî ücreti çok düşük tespit
ediyorsunuz; ama, SSK primlerini 350 000 000-400 000 000 lira seviyesinde bir
alt taban fiyattan alıyorsunuz ki, burada işverenin sırtına büyük bir yük
binmektedir. Tabiî, bu arada,
enerjinin çok pahalı olduğunu ve bundan dolayı sıkıntıya düşüldüğünü; bu,
isterse çeşitli vesilelerle elde edilmiş elektrik enerjisi olsun isterse
doğalgazla elde edilmiş olan olsun veya iş makinelerinde çalıştırılan mazotla
elde edilen işgücü olsun hiç fark etmez, enerji çok pahalı. Ayrıca, nakliye
pahalı ve dolayısıyla, bütün bunların sonucunda, sanayicimiz, işadamımız,
tüccarımız rekabet etme şansından mahrum. Şu anda, bütün Türkiye
sathını gezdiğimizde gördüğümüz olay budur. Gaziantep'te, Adana'da,
Eskişehir'de, İstanbul'da, Ankara'da veya Denizli'de herkesin söylediği şey
şudur: "Eğer, biz, ihracat yapmamış olsaydık ayakta durma imkânımız
olmayacaktı." Peki, herkes yapabiliyor mu ihracatı; hayır. Yapanlar da,
sadece çark dönsün diye yapıyor ve işçi çıkarmamak suretiyle bu işi götürmeye
çalışıyor. Tabiî, burada, bütün bu
belirsizlik ortamları içerisinde ne yapılması lazım; tek çare, üretimi
artırmaktır. Eğer, siz, bir ülkede üretim yapmıyorsanız, yatırım yapmıyorsanız,
istihdam sağlamıyorsanız, ihracat yapmıyorsanız, gelirinizi artırmanız mümkün
değil; bunu artırmadığınız müddetçe de vergi toplama imkânından mahrum
olacağınız ortadadır. Peki, siz, üretmeyen bir adamdan nasıl vergi alacaksınız?
Yatırım yapmayan bir insandan nasıl vergi alacaksınız? Tabiî, bu arada -Değerli
Meclis Başkanvekilimizin vermiş olduğu kanun teklifinde de aynen öyle-
futbolculardan, sporculardan, spor kulüplerinden de vergi tahsil etmeye
çalışacağız. Eğer, millî gelir içerisinde artış olmaz, onlara isabet eden
paylar yüksek olmazsa, onlardan da vergi alma şansından mahrum olacağız.
Dolayısıyla, bir fasit daire içerisinde, bu şekilde böyle dönüp dolaşacaktır. Değerli arkadaşlar,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı "bizim, yurtdışına kaçan,
giden paramız 65 milyar dolar" diyor. Doğrusunu isterseniz, başka
çevreler, bunun iki mislinden daha fazla olduğunu ifade ediyorlar. Neden böyle
oluyor; Türkiye'de güven ortamının olmaması, yatırım yapmanın önündeki engeller
ve gerçekten, ayakta kalamama mücadelesi sonucunda vergi, sigorta vesaire gibi
şeylerin ağırlığı. Tabiî, bizim, bu gelirlerimizi artırmak için, biraz evvel
söyledim, yatırım yapmamız lazım, üretim yapmamız lazım, istihdam sağlamamız
lazım, ihracat yapmamız lazım; ama, biz, bunları yaparken kimlerle yapacağız;
en doğrusu, hemen yakınımızda olan komşularımızla bunu yapmamız lazım. İşte,
çevremizde Irak var, İran var, Suriye var, Yunanistan var, hatta Rusya,
Ermenistan vesaire var; ama, bütün bunlarla kavgalıyız ve bütün bunlarla,
bizim, alışveriş noktasında, maalesef, çok geri bir nokta olduğumuz ortadadır. Bakınız, bu
komşularımızın yapmış olduğu ticaret potansiyeli 182 milyar dolardır; bizim,
komşularımıza yapmış olduğumuz ihracat ise, sadece 3 milyar dolardır; yani,
tabirimi maruz görün, devede kulak bile değildir. O halde, bunun artırılması,
bunun çoğaltılması lazım. Evvela iyi komşuluk ilişkilerimizi vücuda
getireceğiz, ondan sonra da onlarla alışverişin yollarını arayacağız ve böylece
de, en yakınımızda olan insanlarla ticareti kolay hale getirdikten sonra, bu iş
kendiliğinden çözülmüş olacak; ama, maalesef, bu, böyle olmuyor. İşte,
Türkiye'den, gerek parasını gerekse sanayi tesislerini alıp götürenler, o
ülkenin sanayiine ve o ülkenin bankalarına hizmet ediyorlar. Değerli arkadaşlar,
bakınız, Türkiye'den götürülen paraları, dışarıdaki bankalara en fazla yüzde 2
veya yüzde 3 faizle yatırıyorlar -çünkü, dövize daha fazla faiz verilmesi
mümkün değil- ama, o sıcak parayı alan ülkeler, o paraları, bizim gibi
borçlanmaya alışmış ülkelere en az yüzde 12, yüzde 15 faizle satmakta ve
sırtımızdan para kazanmaktadırlar. İşte, biz, bu fasit dairenin kırılmasını,
bunun ortadan kaldırılmasını istiyoruz ve buna gayret göstermek istiyoruz. Şu anda, sivil toplum
örgütleri olarak sanayi odaları var, ticaret odaları var, sendikalar, işveren
sendikaları, işçi sendikaları var; ama, maalesef, bunların da ülke yararına
hareket etmediğini görüyoruz. Çok iyi hizmet yapan hükümetlere karşı, bir
bakıyorsunuz, sokaklara dökülüyorlar; ama, bir de bakıyorsunuz ki, ülkeyi
batağa götüren hükümetlere karşı da, maalesef, sesleri çıkmıyor. İşte, bugün
yaşadıklarımız bunun en önemli ölçütleridir ve misalleridir. Tabiî, bu hükümetin
yapmış olduğu çok farklı uygulamalar var; tam bir kriz yaşanıyorken, yeni yeni
krizlere sahne oldu. Soru önergelerimizde "krizden çıktık diyorsunuz,
uçurumun kenarından döndük diyorsunuz. Peki, bu ülkeyi nasıl düzlüğe
çıkaracaksınız, nasıl kurtaracaksınız" diye sorduğumuz zaman, bize, resmî
olarak, soru önergelerimize verilmiş olan cevapta "2002 yılında sağlanacak
faizdışı fazla, özelleştirme gelirlerindeki beklenen artış, piyasada güvenin
oluşması, faizlerin düşmesi, sağlanan dış destekle borçlanmanın ortalama
vadesinin uzatılması sonucunda borcun sürdürülebilirliği sağlanacak"
diyorlar. BAŞKAN - Sayın Çelik,
biraz tasarı üzerinde konuşalım, sporcularla ilgili konuşalım. Lütfen... MEHMET ZEKİ ÇELİK
(Devamla) - Tasarıyla ilgili efendim... Vergiyle alakalı olduğu için
konuşuyorum efendim. BAŞKAN - Her türlü vergi
buna girmez ki yani!.. Lütfen... Biraz tasarıya gelelim; millet anlasın
tasarıda ne var. Lütfen, arkadaşlar,
tasarı üzerinde konuşsun bütün hatipler. MEHMET ZEKİ ÇELİK
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, faizdışı fazlanın olması bir mana ifade etmez.
Neden; çünkü, faizdışı fazla, eğer devletin yatırımlarına gitmiyorsa, siz,
topladığınız vergileri yatırımlara değil de borç faizlerine yatırıyorsanız,
buradan bir mana çıkmayacaktır. Özelleştirme
gelirlerinden beklenen artışın olması da mümkün değil; çünkü, sayın bakanlar
diyor ki, onbeş yıllık özelleştirme, devletin imkânlarının paylaşımına
dönmüştür ve fiyasko olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, beklenen hedefler de
gerçekleşmemiştir. Mesela, en basiti, 1999 yılında 4 000 000 000 dolar olarak
hedeflenen özelleştirme, 38 000 000 dolar olarak gerçekleşmiş; 2001 yılında
hedef 1 000 000 000 dolarken, 119 000 000 dolar olarak gerçekleşmiş. Tabiî, bu arada, bu
krizler sebebiyle, son yaşadığımız olaylar sebebiyle üzerimize binen yükün de
daha fazla arttığını görüyoruz. Peki; güven oluşmasından
bahsediyorlar... Biraz evvel de söyledim; nasıl güven oluşacak, kim güven
duyacak, yatırım yapacak; bu yatırımın sonucunda da, siz, vergi tahsilatında
bulunacaksınız. İster sporculardan olsun ister kulüplerden olsun ister
işadamlarından olsun, bu şartlar altında, bu ülkenin, vergileri, beklenen
seviyede, bütçe düzeyinde toplaması mümkün değil. Bakınız, son günlerde
Bakanlığın yapmış olduğu açıklamalara göre, toplanan vergiler 12 katrilyon lira
civarında; ama, faize ödenen 15 katrilyon lira civarında; demek ki,
gelirlerimiz giderlerimizi karşılamıyor. Neden; çünkü, 100 liralık vergi
topluyoruz, 103,3 lira, faizcilere, para ödüyoruz. Bu şartlar altında hangi
vergi sistemini getirirseniz getirin -vergiyi, ister sporculardan ister
kulüplerden ister başkalarından alın- bunu sağlamanız mümkün değil. Ayrıca "sağlanan dış
destekle borçlanma imkânını sağlayacağız" diyorsunuz. Yani, bu şartlarda,
dış ülkelerin bize güven duyup, bu manada borç verebileceklerini düşünemiyorum. Tabiî, bu kanun teklifini
veren sayın arkadaşımız, gerçekten, bir şeffaflık ortamı olsun, gerek kulüpler
gerek sporcular vergilendirilsin ve vergi kaçağı olmasın, kayıt altına alınsın
teklifinde bulunuyor; çok doğru, çok güzel bir tekliftir ve biz de bunu
destekliyoruz; ama, bazen, bu şeffaflığın da böyle olmadığını görüyoruz. Bazen
sorduğumuz soru önergelerine aldığımız cevaplar bunun tam tersini ifade ediyor.
Biz, yatırım yapanlarla, teşvik alanlarla ilgili ne gibi yaptırımlarınız var,
uygulamalarınız var ve bütün bu talepleri nasıl karşılıyorsunuz diye
sorduğumuzda, Sayın Bakan, vermiş olduğu cevapta diyor ki: "Ülkemizde
yatırımlar, yatırım teşvikleri konusunda tüm talepler, tamamıyla mevzuat ve
devlet kuralları ve resmî talimatlar çerçevesinde değerlendirilmekte ve
işlemler bu doğrultuda yapılmaktadır." İşte, burada, yine, karanlık
noktalar var. "Mevzuat, devlet kuralları ve resmî talimatlar..."
Yani, demek ki, kim talimat veriyorsa, bu manada, istediğini yaptırabiliyor. Değerli arkadaşlar, şu
anda, içborcumuz ne kadardır, dışborcumuz ne kadardır; sağlıklı bir rakam
vermemiz mümkün değil. Bakınız, sorduğumuz sorulara verilen cevaplar, inanın,
bir ay içerisinde güncelliğini kaybediyor ve biz de, bu manada, ne olacağını
anlayamıyoruz. Tabiî, bütün bu vergi
gelirlerinin toplanmasıyla alakalı çalışmalar yapılırken, devletin yükünün
azaltılması noktasında da bir çalışma yapılması lazım. Bakınız, geçtiğimiz
günlerde açıklanan enflasyon rakamı ile bu ayki enflasyon rakamının yüzde 1'in
altında çıktığı ve memurlara, böylece, bir fiyat artışı farkı verilmeyeceği
ifade edildi; ama, şimdi, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Bizim
enflasyondan anladığımız şudur; cebimizden çıkan paradır; yani, evimizde,
mutfağımızda, işyerimizde neler oluyor, neler bitiyor... Normal şartlarda,
enflasyon düşerken faiz oranlarının da düşmesi beklenir; ancak, bizde,
Hazinenin borçlanma faiz oranı yükselmektedir. Neden; çünkü, kamuoyu, orta dönemde
enflasyonun yükseleceğine inanıyor; eğer, düşüşün devamına inanılmış olsaydı,
faizlerin de düşmüş olacağını görecektik. Çok önemli bir hususun
bilinmesi lazım: Enflasyondaki düşüşe rağmen faizlerin yükselmesi, reel faiz
oranlarının artmasına ve devletin borçlanma maliyetinin artmasına sebebiyet
vermektedir. Yani, siz ne kadar vergi toplamaya çalışırsanız çalışın, eğer, bu
dengeleri kuramıyorsanız, o zaman topladığınız vergiler yine buralara
gidecektir. Sporcudan alacağınız verginin de, spor kulübünden alacağınız
verginin de bir hükmü ve anlamı kalmamaktadır. Neden; bakınız, bir örnek vereyim
size: Enflasyon yüzde 40 iken, faiz oranı yüzde 70 ise, reel faiz yüzde 21
civarındadır. Siz, enflasyonun yüzde 30'a düştüğünü kabul edin, enflasyon yüzde
30'a düştüğünde faiz oranı yine sabit; yani, yüzde 70 seviyesindeyse, bu sefer
de, reel faiz yüzde 30 mertebesindedir. Yani, enflasyon 10 puan düşmüş olmasına
rağmen, faiz sabit kaldığı için reel faizde 10 puanlık bir artış meydana
gelmektedir. Dolayısıyla, bu manada,
faizler yüzde 50'lerden yüzde 75'lere yükseldiğinden, devletin bütün yükü
artmakta ve bu manada, halkımızın cebinden büyük paralar çıkmaktadır. Düşünün
ki, reel faizde 5 puan artış olması halinde içborçlarımızın miktarı 4 veya 5
katrilyon lira artmak durumundadır. Bu ölçüler içerisinde, gerçekten, bu
ülkenin nerelere gideceği, nerelere varacağı bilinmemektedir. Güven ortamının olmaması,
tabiî ki, yine, ülkemizde sıkıntılar meydana getirmektedir. Neden; çünkü, bir
insan, dünyanın en zengin adamları sıralamasındayken, bir gecede -haklı veya
haksız olduğu da bilinmiyor; çünkü, bu noktada net bir açıklama yok- bir
bakıyorsunuz, adam, ertesi gün 2 000 000 000 lira aylığa mahkûm olmuş bir fakir
haline dönüşüyor. Yani, bu güven ortamının mutlaka sağlanması gerekmektedir. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Süre doldu... MEHMET ZEKİ ÇELİK
(Devamla) - Karşı taraftan, arkadaşlarımız, herhalde, bizi ikaz ediyorlar
"yeter konuştuğunuz" diye. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Kanunu bitireceğiz... MEHMET ZEKİ ÇELİK
(Devamla) - Evet... Söylenecek çok şey var doğrusu... Kanunun hayırlı, uğurlu
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Saat 20.30'da
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 19.42 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 20.30 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz. V.- KANUN TASARISI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı: 882)(Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet hazır. Teklifin tümü üzerinde,
Saadet Partisi Grubu adına Sayın Zeki Çelik konuşmasını tamamlamıştı. Şimdi, Demokratik Sol
Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Tarık Cengiz; buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA TARIK
CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Aydın Milletvekili Sayın
Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından değiştirilerek kabul edilen metin
üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi sunmak için söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinize teşekkür ediyorum. Öncelikle, böyle bir
kanunun çıkacak olmasından dolayı mutluluğumu belirtmek istiyorum; çünkü,
gerçekten, hepinizin çok yakından izlediği gibi, Dünya Kupasında, özellikle
Millî Futbol Takımımızın almış olduğu başarı her türlü takdire şayandır. Çünkü,
belki, burada, bazı kesimler tarafından, bu vergi istisnası için, efendim,
işte, futbolcular ya da sporcular -çünkü, oraya da geleceğim; daha sonra
"sporcu" olarak değiştirildi bu metin- çok iyi paralar kazanıyorlar,
bunun üzerinden bir de böyle bir kolaylık sağlanmaması lazım gibi eleştiriler
gelebilir; ama, hepiniz izlediniz, yaklaşık üç haftadır, Türk Millî Futbol
Takımının, ulusal takımımızın yapmış olduğu reklam, milyarlarca dolara bedel
bir reklamdı. Onun için, gerçekten, bu kanunun, sportif başarı amacıyla, diğer
takımlarımızın da önünü açacağına olan inancımı belirtmek istiyorum ben. Bu kanunun eski halinde,
hepinizin bildiği gibi, sporcuların almış oldukları paralar ücret sayılıyordu
ve artan oranlı bir tarifeyle vergilendiriyordu; fakat, bu oran, tabiî, artan
oranlarla, yüzde 40'a kadar varabiliyordu. Yeni metinde, bu oran, yüzde 15'le
sabitlendi. Bu, hem spor kulüpleri açısından hem de sporcular açısından ciddî
bir kolaylık getirdi. "Profesyonel
futbolcular" ya da "profesyonel sporcular" olarak verilen bu
teklifin Plan ve Bütçe Komisyonumuz tarafından "sporcular" ibaresiyle
değiştirilmesinden dolayı da çok büyük mutluluk duydum; bundan dolayı
teşekkürlerimi belirtmek istiyorum; çünkü, bildiğiniz gibi, ülkemizde, sadece
futbolda değil, amatör branşlarda da çok ciddî başarılar elde edilebiliyor;
bunun örneğini, basketbol takımlarımız, voleybol takımlarımız zaman içerisinde
göstermişlerdir. Dolayısıyla, zamanlama
olarak da çok iyi bir zamanda çıkarılan bu kanun dolayısıyla, buna destek veren
tüm siyasî parti gruplarımıza teşekkür ediyorum ve çıkacak bu kanunumuzun, Türk
sporuna ve Türk sporunun geleceğine çok ciddî katkılar yapacağı inancıyla,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Cengiz. ANAP Grubu adına, Sayın Işın
Çelebi... ASLAN POLAT (Erzurum) -
İktidar partilerinin sözcüleri konuşuyorlar; muhalefet partilerinin sözcülerine
yeter diyemezler; sabaha kadar buradayız. BAŞKAN - İsterseniz,
yarın da burada kalırız Sayın Polat, sorun değil; karnımız doydu!.. Buyurun Sayın Çelebi. ANAP GRUBU ADINA IŞIN
ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Gelir Vergisi Kanununa bir
geçici madde eklenmesi hakkındaki bu teklif, sporculara ücret olarak yapılan
ödemelerde yüzde 15 ilâ yüzde 25 oranında Gelir Vergisi tevkifatı yapılmasını
içermektedir ve bu oranın artırılması ya da indirilmesi, Bakanlar Kurulunun
onayına bırakılmıştır. Çıkacak bu yasayı,
sportif başarıyı teşvik eden, şeffaflığı sağlayan, sporun ülke tanıtımındaki
gücünü artıran ve ülkenin rekabet gücünü artıran önemli bir yasa olarak
değerlendiriyorum. Özellikle son aylarda, hem kulüplerimizin hem Türk Millî
Takımının ve hem de Futbol Federasyonunun başarısının yanı sıra, Eurosport'la
bile rekabet eden TRT'nin yayınındaki başarısı, bizi bütün dünya nezdinde
itibar sahibi kılarken, ülkenin de toplam başarısı çerçevesinde 67 000 000'un
bir araya gelmesini sağlaması bakımından da önemli bir unsur olmuştur. Bu
nedenle, bu yasa teklifini gönülden destekliyoruz ve toplam nüfusun yüzde 60 -
65'ini bulan genç nüfusun gücünü dünyaya göstermeliyiz. Bunun için yapılan tüm
çalışmalar geleceğimiz için önemlidir. Bu ülkede, bizim profesyonel sporcuların
toplam ücretlerinde, yüzde 15 ile 25 arasında bir Gelir Vergisi tevkifatının
yeniden düzenlenmesinde kesinlikle bir vergi ziyanı söz konusu değildir. Tam
tersi, burada milyarlarca dolarlık bir tanıtımın yapıldığını dikkate alırsanız,
burada sağlanan destek, Türkiye'nin gelecek dönemdeki itibarı açısından önem
taşımaktadır; çünkü, geçmişte rahmetli Özal döneminde, sahaların
çimlendirilmesi, Futbol Federasyonunun özerkleştirilmesi, Üçüncü Lig gibi
liglerin geliştirilmesi, TRT ve özel televizyonlarda yayın hakkının sağlanması
ve TRT'nin bu yayınlarda çok başarılı olması, Türkiye'deki bu sporun,
basketboldan tutun, futbola ve diğer alanlara kadar genişlemesine ve bu
başarının tadını tadan ülke olarak da, bu başarıyı sanata, kültüre taşıma
arzusu, ülkede çok önemli bir kıvanç kaynağı olmuştur. Bu nedenle, 1998 ve 1999
yıllarına kadar süren uygulama kaldırılmış ve bugün, o kaldırılan uygulamanın
bir nevi, 1999 yılı öncesine dönen bir uygulama getirilmeye çalışılmaktadır;
yani, Türkiye'nin altyapısını oluşturan ve başarıyı temin eden vergi
yapısındaki değişiklik 1999 yılında gerçekleştirilmiş ve bu olumsuz olmuş ve
bugün yeniden 1999 öncesine dönüş aranmaktadır. Ben, şu noktayı da çok
önemle belirtmek istiyorum: Özellikle, UEFA'nın 2004 yılında hem şeffaf bilanço
ve şeffaflaşmayı kural olarak getirmesi hem statlarda uluslararası düzeyde stat
normlarını getirmesi ve 2012 yılına kadar Manchester United ve Real Madrid'in 1
milyar dolarlık bütçeleriyle rekabet edecek bir yapının oluşturulması
açısından, kesinlikle tanıtım ve yayın hakkının, turizmi de dikkate alırsak -bu
bir nevi turizm- milyar dolarlarca bir tanıtım sağladığı için, bu çok gerekli
bir yasa haline gelmiştir. Bu anlamda sportif başarıyı sağlamak açısından spor
fonunun veya benzer bir fonun kurulmasının, statların bakımı ve geliştirilmesi
için de gerekli olduğunu bu vesileyle belirtmek istiyorum. Millî Takımımızın şu
başarısı ve TRT'nin başarılı yayını karşısında toplumun başarıya susamışlığını
görünce ve bu başarının zincirleme etkisini de dikkate alınca, biz
siyasetçilerin de bir zihniyet değişimine ihtiyacımız olduğunu ve Türkiye'nin
yeniden 10 gelişmiş ülke arasında yer almasını hedefleyen görüşlerin önemli
olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk ve bu anlamda, biz siyasetçilere de bunu
hatırlatan, bu başarıları bizlerin de başarmasını, Türkiye'nin, Avrupa Birliği
üyeliğini gerçekleştirerek temin etmesi olarak değerlendiriyorum. Bu nedenle, TRT'yi,
Futbol Federasyonunu, tüm Türk Halkını ve kulüplerimizi kutlarken, bu başarının
Türkiye'nin her alanında ve sürekli olmasını temenni eder, hepinize saygılar
sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çelebi. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu...(Alkışlar) Buyurun Sayın
Karapaşaoğlu. AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bu son günlerde bize birlikte sevinmeyi, birlikte üzülmeyi,
birlikte davranmayı gösteren Millî Takımımızın değerli mensuplarına
teşekkürlerimizi arz ederiz. Gönül arzu ederdi ki, bu
ekip çalışmasını iktidar gruplarında bulunan partiler de yapsalardı da,
Türkiye'yi ekip ruhu içerisinde bir yerlere kadar götürmek mümkün olsaydı.
İnşallah, bu gençlerimizin bize gösterdiği bu başarılardan sonra bu gerçekleşir
diye temenni ediyoruz. Aydın Milletvekilimiz
Sayın Yüksel Yalova'nın vermiş olduğu 882 sıra sayılı yasa teklifi, özetle,
profesyonel sporcularımızın tek tip ve basit bir şekilde vergilendirilmesini
amaçlıyor. Bu konuda yapılan
araştırmalarda, çeşitli ülkelerde, yaklaşık 12 gelişmiş ülkede, futbollarının
da sporlarının da ileri seviyede olduğunu gördüğümüz ülkelerde, vergi oranlarıyla,
sosyal sigorta primleriyle ilgili yaptığımız araştırmada çok çeşitli değerler
karşımıza çıktı; ancak, bizim Plan ve Bütçe Komisyonu olarak ve ondan önce de
kurulmuş olan alt komisyon olarak, bu konuyu daha basit bir şekle indirgemek
suretiyle bir vergi oranı tespit edilmiştir. Bu vergi oranı, öyle zannediyorum
ki, bir taraftan kulüplerimizi bir taraftan da sporcularımızı memnun edecektir.
Bu düzenleme geçici bir
düzenlemedir. 2007 yılına kadar sürecek olan bu geçici düzenleme, daha sonra,
Avrupa Birliği ile yapılacak görüşmelerde sporla ilgili düzenlemeler
çerçevesinde yeniden gözden geçirilecek. Dolayısıyla, bu yasa teklifinin
ülkemize, sporumuza hayırlara vesile olmasını diliyorum; ancak, bu arada bir
konuyu daha dile getirmek istiyorum. Sporumuzun daha da önem kazanabilmesi, daha da verimli
olabilmesinin en önemli enstrümanlarından bir tanesi de amatör sporların,
amatör sporcunun desteklenmesi konusudur. Bu konuda, Parlamentomuzda, çok acele
olarak, iyi düzenlenmiş, altyapısı iyi hazırlanmış, amatör spora dönük bir
yasanın gündeme getirilmesi gerekiyor. Amatör sporcularımızın hiçbir güvencesi
yoktur, hiçbir teşviki yoktur, tamamen kendi güçleriyle, kendi imkânlarıyla bu
konuyu sürdürmektedirler. Özellikle de ata sporlarımızın, yerel sporlarımızın
canlandırılabilmesi için bu konuya önem vermemiz gerekiyor. Bir zamanlar tarihimizde
kahramanlıklar savaşlarla elde ediliyordu; ama, şimdi artık kahramanlıklar,
uluslararası rekabetlerle, yarışlarla elde edilebiliyor. Dolayısıyla, sporumuza
vereceğimiz önem, gençliğimize, insanımıza verilen önem oranında olduğu için,
özellikle amatör sporumuzun desteklenmesi konusunda bu Parlamentonun üzerine
düşen görevi yapacağına inanıyor, bu vesileyle de saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Karapaşaoğlu. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Gül. Buyurun Sayın Gül. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET
GÜL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Aydın
Milletvekili Sayın Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifiyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına görüşlerimi açıklamak istiyorum. Bilindiği gibi, artık,
spor, bir endüstri olmuştur; zaten, kanun teklifinin gerekçesinde de bu husus
çok açıkça belirtilmiştir. Bunun bir endüstri olduğunu ve toplumların gerek
propagandasında gerek tanıtımında, hatta, gerek ekonomik gelişmesinde prestij
kazanması açısından, itibar kazanması açısından ne kadar önemli olduğunu, Millî
Takımımızın son yarı final karşılaşmasına gelinceye kadar geçirdiği evrelerden
ve süreçten de anlamış durumdayız. Artık, sadece mevcut sporcuların değil,
futbolcuların değil -bütün sporcular adına konuşuyorum- eski sporcuların bile
çok büyük bir itibar grafiğine sahip olduğunu görerek, sporun önemini bir kere
daha anlamış bulunuyoruz. Pele, dünyanın neresine
giderse gitsin, hâlâ -otuz yıl önce ayrılmış olmasına rağmen- en büyük derecede
itibar görmektedir; Platini aynı şekilde görmektedir. Maradona, hakkında onca
spekülasyona rağmen, başından geçen onca badireye rağmen, hâlâ dünyada çok
itibarlıdır. Backenbauer, bugün, Almanya'da en üst noktada itibar grafiğine
sahiptir ve futbol federasyonu ona emanet edilmiştir. Diğer taraftan, Küba'ya
gittiğimizde gördük; efsanevî sporcu Teofilo Stevenson, asla profesyonelliği
kabul etmeyerek, Küba'yı sürekli temsil etmiştir ve Küba, onunla, sürekli
gündemde kalmasını bilmiştir. Yani, sadece futbolla ilgili değil; Amerika'nın
basketbol yıldızlarının da veyahut hâlâ, bugün, hastalıklı durumuna rağmen,
Muhammed Ali Clay'ın bile son derece itibarlı olduğuna bakarsak, sporun,
kendine ait bir süreci ihtiva ettiğini ve bu süreç sonucunda da, mensup olduğu
millete, devlete ancak itibar ve prestij getirdiğini görürüz. Şimdi, burada bizim
yapacağımız bu kanunla, kulüplerimiz, tabiî ki, birtakım avantajlar elde
edecektir, sporcularımız elde edecektir; ama, bu ara, maliyemiz de, asla
alamadığı ve alamayacağı paraları almış olacaktır. Yani, yüzde 45'leri hiçbir
kulübümüz ödeyemez. Onun için de, 2 000 000 dolarlık, 3 000 000 dolarlık sporcu
bedelleri, hilei şer yapılarak ve mecburiyetten dolayı, 100 000 dolar, 200 000
dolar gösterilmektedir; dolayısıyla, ancak bunun yüzde 45'ini maliyemiz tahsil
edebilmektedir. Oysa, biz, bu kanunla,
bir kere, hem şeffaflığı getirmekteyiz hem de kayıt altına almaktayız; yani,
sürekli kayıtdışı ekonomiden bahsedenler bunu biraz görebilmeliler. Yani,
Atatürk de "ben, sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim" diyordu;
ama, biz, alamadığımız bazı tedbirlerle, burada ahlakî erozyonu da davet
ediyoruz; şimdiye kadar bu yapıldı. Sporun dünyada bu kadar
önemini gördükten sonra, ekonomiye, turizme, ülke prestijine, ülke tanıtımına
katkısını gördükten sonra, milyarlarca dolara yapamayacağımız tanıtımı çok kısa
zamanda yaptığımızı elle tutulur bir şekilde idrak ettikten, gördükten sonra,
spora teşvikin ne kadar önemli olduğunu biraz daha görmemiz gerekiyor. Bir Naim Süleymanoğlu'yla
başlayan uygulamanın -ona verdiğimiz 1 000 000 doları bir zamanlar diline
dolayanlar vardı- bugün bize nasıl yansıdığını görürsek, ödül yönetmeliğini
değiştirerek, sporcularımızı destekleyerek, bugün güreşte, halterde ve pek çok
branşta üst seviyede başarılar kazandığımızı görürsek ve bunun ülke tanıtımına
ne kadar faydası olduğunu görürsek, bugün de alacağımız bu tedbirin, sadece
sıkıntılar içindeki kulüplerimizi rahatlatmak açısından değil, orada ayyıldızlı
bayrağımızı göklere yükselten sporcularımızı, güreşte, boksta ve her spor
dalında bizi temsil eden o genç insanlarımızı teşvik etmekten bir kaybımız
olmaz. Yani, hiç alamayacağımız trilyonları, bu suretle hem almış duruma
geleceğiz hem kulüplerimizi rahatlatacağız hem de o sporcularımızın, Türk
Milletini, daha gönül rahatlığıyla, daha ileriye gidecek bir şekilde dünyada
prestijli hale getirmesini, tanıtmasını sağlamaya çalışacağız. Arkadaşlar, yeni dalga
gelmektedir; bu yeni dalga, yeni tanıtımları beraberinde getirmektedir ve Türk
Millî Takımı, bugün, sadece yarı finale kalmakla, dünyadaki bütün Türkleri ayağa
kaldırmıştır. Türk olmayanlar, Türkiyeci ya da Türkiyeci olmayanlar şeklinde
bölünmüştür. Güney Kore'nin, Japonya'nın bizi desteklediğini gördük ve dünyanın
her tarafında, dün, bizim, Brezilya'yı ya da Güney Amerika'yı, futbolunu
sevmemizden dolayı tuttuğumuz şekilde, artık Türkiye'yi tutanlar vardır,
Türkiye için üzülenler vardır, hatta, Türklerin dışında, Türkiye için
ağlayanlar vardır. En önemlisi, Türkiye'de, Edirne'den Diyarbakır'a kadar,
Siirt'ten Kars'a, Muğla'ya kadar Türk Milletinin bütünleştiğini, bu başarılarla
millî kimliğini bulduğunu, kendi bayrağına sahip çıktığını, ülkesine sahip
çıktığını ve ülkesinin tanıtımını gönüllü bir sempatiyle yaptığını görmekteyiz.
Ekonomik bağımlılık ve ekonomik güç önemlidir; ama, biraz da dayatmayla gelir;
ama, spordaki güç, sempatiyle gelir, gönüllü gelir ve ülkeler, sadece kendi
milletine değil, o millete sempati sonucu, ekonomik güçlenmenin, yükselen
prestije tabi olmanın, yükselen itibar grafiğine tabi olmanın da yolu açılabilir;
bundan dolayı Sayın Yalova'ya bir kere daha teşekkür ediyorum. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bunu destekliyoruz; ama, burada şunu da ilave etmemiz gerekiyor:
Sadece spor diye genelledik, daha önce çıkardığımız Sponsorluk Yasası eksiktir;
salon sporlarını ve amatör sporları desteklemekte eksikleri vardır. Bizim, bunu
da tamamlamamız ve gerçek anlamıyla onları da teşvik ederek, sadece futbol veya
başka branşlarda değil, bütün branşlarda, ülkemizi temsil eder, ülkemize
artılar getirir, onu tanıtır ve dünyada itibarını yükseltir hale getirmemiz
gerekmektedir. Teşekkür ediyor ve
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Gül. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, 1 dakika rica edebilir
miyim. BAŞKAN - Buyurun. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, eğer yanlış takip etmediysem, Sayın Gül, maksadını aşan -ki, onu hiç
kastetmediğini ben biliyorum- bir beyanda bulundu; Muhammed Ali Clay'den söz
ederken "Muhammed Ali Clay bile itibar görüyor" tabirini kullandı.
Herhalde kastı şuydu; hasta olmasına, rahatsız olmasına rağmen itibar
görüyor... MEHMET GÜL (İstanbul) -
Evet, evet. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Bu haline rağmen... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Ha, bu haliyle bile; onu kastediyordu. Tutanaklarda böyle bir düzeltme olsun
diye ifade ettim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Sayın Oğuz Tezmen; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA OĞUZ
TEZMEN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Millî Futbol Takımımızın
Dünya Kupasında gösterdiği başarılar hepimizi gururlandırdı ve bu tür
başarılara susamış olan milletimiz için, gerçekten çok önemli bir görev ifa
ettiler; hepsine müteşekkiriz. Tabiî, böyle bir atmosfer içinde gönül arzu
ediyor ki, bu ve benzeri başarıları Türkiye'ye taşıyacak sporcularımıza her
türlü imkânı sağlayalım, her türlü desteği verelim. Zaten, 70 000 000'un, hatta
sadece 70 000 000'un değil, içeride ve dışarıda, tüm dünyada yaşayan Türklerin
hepsinin desteğini almaları, onlar için de gerçekten mutluluk vesilesi
olmuştur, büyük bir manevî tatmin sağlamıştır. Şimdi, teşvik etmek
doğrudur, sporun teşvik edilmesi gereklidir; ancak, teşvik sisteminin nasıl
yapılacağı konusunda dikkatli olmak durumundayız. Duygusal çalkantıların,
duygusal ortamın çok yüksek dozda olduğu zamanlarda yapılacak düzenlemelerde
yanlış yapma ihtimali çok fazladır. Şimdi, bu kanun teklifi,
öncelikle, sporcuların elde ettikleri gelirlerin ücret değil de serbest meslek
faaliyetinden sayılması, bunların serbest meslek erbabı kabul edilerek,
bunların gelirlerinin serbest meslek faaliyeti çerçevesinde vergilendirilmesine
yönelikti; ama, bunların elde ettiği bu gelirlerin yarısının götürü gider
olarak düşürülmesi önerilmişti; ayrıca, bazı gerçek giderler de Vergi Kanununun
hükmü gereğince düşülebilecekti. Sporcuların kulüplerine
sözleşmeyle bağlı oldukları ve sözleşmeleri gereğince bu yükümlülükten
kaçamayacakları, işin mahiyeti itibariyle serbest meslek faaliyeti olmadığı, bu
nedenle bunun ücret sayılması gerektiğini ifade ettik ve Plan ve Bütçe
komisyonunda bir alt komisyon oluşturuldu ve bu komisyon çalışması sırasında
dedik ki; bu sporcuları diğer ülkeler nasıl vergilendiriyor? Biz, Türkiye
Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliğine aday olmaya karar vermişiz, başvuruda
bulunmuşuz, tüm yasalarımızı, bu çerçevede, bu doğrultuda
uyumlaştırıyoruz. İşte, Özel Tüketim
Vergisini Türkiye Büyük Millet Meclisi görüştü. Bu Özel Tüketim Vergisini niye
çıkardık; Avrupa Birliğinde var, biz de onunla uyumlu olmak durumundayız diye
çıkardık. Bakalım ne oluyor diye Maliye Bakanlığına sorduk. Maliye Bakanlığı
araştırdı, bir hafta sonra bize bilgi getirdi. Avusturya, Belçika, Danimarka,
Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, İskoçya, İspanya, İsviçre ve
İngiltere'de -ki, bunlar Avrupa Birliği üyesi ve bir de büyük ülkeler- bunların
hiçbirisinde sporculara yönelik özel bir vergileme rejimi yok; yani, ücret
geliri elde eden vatandaş, herhangi bir kişi nasıl vergilendiriliyorsa, bu
ülkelerdeki futbolcular da öyle vergilendiriliyor. Peki, kaç oranında bunlar
vergi ödüyorlar; birkaç örnek vereyim: Avusturya'da gelirlerinin yüzde 50'sine
kadar vergi ödüyorlar, Belçika'da yüzde 59,4'üne kadar ödüyorlar, Danimarka'da
yüzde 64'e kadar vergi ödüyorlar, Fransa'da yüzde 60,75'ine kadar ödüyorlar,
Almanya'da -Beckenbauer örneği verildi- gelirlerinin yüzde 48,5'ine kadar vergi
ödüyorlar; İtalya yüzde 45,1'ini, Japonya yüzde 50'sini, Hollanda yüzde
52'sini, İskoçya yüzde 40'ını, İspanya yüzde 48'ini, İngiltere de yüzde 40'ını,
gelirlerinden vergi olarak alıyor. Şimdi, bu ülkelerde
aslında çok da ciddî vergi istisnaları vardır; yani, gelirin hepsine el koymaz
devlet oralarda; asgarî ücret tutarındaki, hatta onun çok üzerindeki indirimler
vardır, ondan sonra kalan gelir üzerinden bu vergilemeye tabi tutulur. Peki, biz Türkiye'ye
dönüp bakıyoruz, bizim ülkemizde devletin, bütün kurumlarıyla oturup, Devlet
İstatistik Enstitüsünün, diğer kurumların her türlü araştırmayı yaparak
oluşturdukları asgarî ücret ne kadar vergiye tabi; hatta, Türkiye'de yaşamak
için zorunlu dediğiniz; yani, artık devletin kendisinin kabul ettiği, biraz da
baskı altında tuttuğu asgarî ücrette yüzde 17'ye yakın vergi yükü vardır;
şimdi, böyle bir ülkedeyiz. İşte, kulüpler vergisini ödeyemiyor; onun için,
uzlaşma yoluna gidiyoruz, yüklerini hafifletelim diyoruz. Peki, bu kulüplerin
vergi ödememeleri nedeniyle uğradıkları yaptırım nedir diye bakıyoruz; hâlâ
uzlaşma komisyonunda bekliyor; ama, Bağ-Kur primini ödemeyen berberi, kundura
tamircisini, mal bildiriminde bulunmadığı için hapishanelere atıyoruz.
Türkiye'nin tablosu da bu, bunu bilelim; yani, yaptığımız düzenleme... Yine
yapalım, yapmamız gerekiyorsa; ama, olayı bütün çıplaklığıyla görüp, Türkiye
Büyük Millet Meclisi öyle karar versin, ne yaptığımızı bilerek karar verelim.
Zaten, geçici bir düzenleme olarak öngördük; ama, böyle bir ortam içinde bu
işler yapılıyor. Şimdi, deniliyor ki, UEFA
artık yeni düzenleme getiriyor, spor kulüpleri malî güçlerine göre
değerlendirilecekler, malî gücü zayıf olanlar Avrupa liglerinde görev alamayacaklar;
doğrudur. O zaman, şuna bakmak lazım: Spor kulüpleri transferler yaparken,
cebindeki paraya göre transfer yapacaktır ya da büyük iddialarla kulüplerin
başına gelen kulüp başkanları ve yöneticileri, güçleri varsa, kendileri finanse
edebileceklerse, kulüplere ciddî teburruda bulunurlar, kulüpler giderler,
yüksek transferler yaparlar. Gazeteleri açıyorsunuz, her gün, büyük
kulüplerimizin başkanları, işte şunu getiriyoruz, bunu getiriyoruz, işte
şuralara çıkaracağız, Arjantin'den şunu getiriyoruz, Brezilya'dan bunu
getiriyoruz, anlaşmalar yapıldı... Heyetlerle gidiyorlar, bir hafta on gün yurt
dışında görüşmeler yapıyorlar; hepsi büyük bir popülarite kazanıyorlar; kamu
kurumlarına geldikleri zaman, bu popülariteleri dolayısıyla, kendilerine her
türlü kapılar açılıyor, siyasîlerle iyi diyalog içine giriyorlar. Şimdi, bunun
da bir bedeli olacak; yani, sen popülarite kazanıyorsan, karşılığında da, bu
spor kulübünün yükümlülüğüne katılacaksın. Yok, ben katılmayayım, devlet
katılsın... Bunu kabul etmek de mümkün değil. Devlet dediğiniz kimdir; asgarî
ücretten vergi alan devlet, 15 000 000 dolarlık transfer ücreti dolayısıyla
vergiyi minimumda tutacak! (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu çerçeve içinde,
her şeyi bırakıp, ekonomik kriz nedeniyle milyonlarca insan işsiz kalmışken,
profesyonel bir sporcu... Bu, aslında, Anadolu'da çabalayan insana da bir katkı
sağlamayacak, zaten onlar asgarî ücretin de altında gelir elde ediyorlar.
Bunlar, büyük kulüplerimizin yurt dışından getirdikleri büyük isimler -çoğu da
yabancı- zaten net üzerinden anlaşıyorlar. Bu çerçeve içinde, biz bunların
milyonlarca dolarlık transfer ücretinden ciddî vergi almayacağız. Bunlar, işte,
her geçen gün mankenlerle, lüks arabalarla eğlenmeye, gezmeye devam edecekler;
ama, biz vergi yükünü kimin üzerine bindireceğiz; gariban insanların üzerine
bindireceğiz. Adamın, ısınmak için kullandığı tüpgaza zam yapacağız, Akaryakıt
Tüketim Vergisi alacağız, bilmem, çiftçinin kullandığı mazota ekvergiler
getireceğiz, buzdolabını lüks sayıp, yüzde 40'lara, 50'lere yakın vergiler
alacağız. Şimdi biz diyoruz ki:
Sporu teşvik ediyoruz... Aslında, sporu teşvik edelim, elbirliğiyle edelim;
ama, kimi teşvik edeceğiz, hangi şartlarla teşvik edeceğiz, hangi koşullarda
teşvik edeceğiz; bunu belirleyelim. Biz vergimizi doğru dürüst alalım, bütçeden
bir fon oluşturalım, mesela spor fonu diyelim, kaynak oluşturalım, oraya bir
imkân koyalım, oradan gerçekten teşviki hak edenlere de imkân sağlayalım.
Yarın, her türlü müptezellik içinde şike yapan adamlar da bu istisnadan
yararlanacaktır. Bunu yüzde 15'te tuttuğunuz anda, şike yapan futbolcu da yüzde
15 vergi ödemeye devam edecek. Yani, böyle selektif olmayan bir teşvik sistemi,
aslında faydadan çok zarar getirir. Sistemi teşvik edeceksek, onlardan
topladığımız vergileri bir fona koyalım; ama, onun içinden gerçekten hak edene
teşvik verelim, hak etmeyeni de teşvik etmeyelim. Dolayısıyla, bu Meclisin
kapanacağı gün, böyle apar topar bunu getirip görüşmemiz, bence, yanlış olmuştur.
Belki, sözler verilmiş olabilir, bu konuda bir ihtiyaç da olabilir; ona da
katılıyorum; çünkü, genellikle şu deniyor: Futbolcuların ya da bu profesyonel
sporcuların gelir elde edebileceği dönem sınırlıdır. İşte, nedir, bir adam
yirmi yaşında başlasa, otuzbeş yaşında biter, onbeş sene yararlanır; burada
elde ettiği gelirler, sanki, her yıl elde ediliyor gibi gözükse de bu, zamana
yayılmıştır. Bunun bir haklılık payı vardır;
ama, bu haklılık payı çok da anlamlı olamayabiliyor; çünkü, benzer
durumda olan birçok meslek dalı da var, o zaman, o meslek dallarında da benzer
uygulamaları gündeme getirmemiz gerekirdi. Bunları yapmadık. Şimdi, diyoruz ki, yüzde
15'le, bunlar Gelir Vergisinden müstesnadır, yüzde 15'lik bir tevkifata
tabidirler, Bakanlar Kurulu da bu stopajı yüzde 25'e kadar artırsın. Bu tasarı
illâ çıkacaksa, hiç olmazsa, Bakanlar Kurulu, ülkenin içerisinde bulunduğu
koşulları dikkate alarak, yüzde 15 oranı yerine, daha üst, belki yüzde 25
oranını, bu ücretlerde stopaj olarak uygulasın. Zaten, 2007 sonuna kadar
bunun bir geçici düzenleme olması Plan ve Bütçe Komisyonunda öngörüldü. Bunun
nedeni de belki 2007'ye kadar bu işler yeniden gözden geçirilir. Aslında, bu
düzenlemelerde, transfer ücretlerinde daha önce, 1980'li yıllarda yüzde 15'lik
bir oran vardı; ama bu yüzde 15'lik oran, daha sonra, 1998 yılında yapılan
vergi reformu sırasında kaldırıldı. Yüzde 15 oran yerine normal tarifeye tabi
tutulması söz konusu oldu. Düşünün ki, ülkede, sadece profesyonel sporcuları
teşvik etmek değil, başka alanlarda, bilim alanında da, güzel sanatlar alanında
da, hukuk alanında da, ciddî katkılar sağlamış, Nobel ödülü alma noktasına
gelmiş bir kişiye, bu imkânı niçin sağlamayalım? Yapacaksak, derli toplu genel
bir teşvik sistemi getirelim; bu teşvik sistemi içerisinde, gerçekten hak eden
sporcularımızı da teşvik edelim, diğer bilim adamlarımızı da, sanatçılarımızı
da, ülkeyi taçlandıran herkesi teşvik edelim. Bu, geçici bir düzen gibi
geliyor. Yine, deniliyor ki,
eskiden, kulüplerden yüksek oranlarda bunu alamıyorduk, artık bu oranlar
düşürülünce, şimdi alacağız. Yüzde 25'i ödemeyen adam, yüzde 15 olunca niye
ödesin? Nasıl olsa bunlar yine ertelenecek, ileride yeniden teklifler gelecek,
bu, tekrar indirilecek. Dolayısıyla, bu
düzenlemenin çok anlamlı olmadığını ifade ediyorum. Madem globalleşen,
küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz, madem Avrupa Birliği hedefine kendimizi
kilitlemişiz, onunla ilgili uyum yasalarını birbiri arkasına çıkarıyoruz ve
çıkarmaya da devam edeceğiz. Avrupa Birliğine üye olmak için idamı kaldıralım
diyorsunuz, eğitim sistemimizi değiştirelim diyorsunuz. Değiştirelim ama,
burada da, Avrupa Birliği normlarından sapmayı görüşüyoruz. O zaman, bu ne
perhiz, bu ne lahana turşusu diye sorarlar bize. O bakımdan, benim önerim,
bunun aceleye getirilmemesi. Zaten sözleşmeler net bazda yapılıyor. Bunu, daha
geniş kapsamlı bir teşvik modeli içerisine oturtarak, yine teşvik edelim
sporcularımızı, yine büyük kulüplerimize imkân sağlayalım; ama, derli toplu
olsun, işlerliği olsun, sağlıklı bir düzenleme olsun. Dediğim gibi, şike yapan
sporcuyla, altın golü atan sporcuyu da aynı potada tutmayalım diyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum; sağ olun, var olun; teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Şahsı adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Masum Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Türkiye'de doruğa çıkmak
zordur. Doruğa çıktığınız zaman, o güne kadar fark edilmeyen varlığınız eleştirilmeye
başlar ve doruğa çıktığı için en fazla eleştirilen ve bu eleştiriden de yakınan
biz milletvekilleriyiz. Şöyle bir düşünün; milletvekili seçilmeden önce
yaptığınız aynı işleri yapamazsınız. Örneğin, siz, güney sahilindeki bir
ilimizin milletvekiliyseniz, normal zamanlarda tatil yaparsınız; ama, şimdi,
artık siz, seçim bölgenize gittiğiniz zaman tatil yapamazsınız. Başka kim var, doruğa
çıktığı zaman eleştiririz; onlar bizi eleştirir, biz onları eleştiririz;
gazetecilerle, basınla birbirimize düşeriz, birbirimizi eleştiririz. Son zamanlarda, özellikle
son altı yedi yıl içinde eleştirilenlerden bir tanesi de sporculardır.
Türkiye'de sporcular eleştirilmiştir, eleştirilerek çözümler aranmıştır; ama,
bir sonuca varılamamıştır. Şimdi, size, vergiyle
ilgili bir tarihçeden bahsetmek istiyorum: Türkiye'nin profesyonel futbola
geçtiği 1960 yılından 1980'lerin başına kadar, özellikle futbolcuların, sporcu
derken aklımıza gelen ve o zaman yalnız İstanbul'da oynayan futbolcuların
vergilendirilmesi sorun olmuştur; acaba nasıl vergilendireceğiz... Kulüp
sahipleri, verdikleri transfer paralarını hep açıktan vermişlerdir, kayda
girmemiştir ve o tarihlerde bu ödemelerin kayıtdışı yapıldığı söylenmiştir.
Daha sonra, 1980'li yıllardan sonra çözüm bulunmuş, sporcuların yüzde 15
oranında vergilendirilmesi gündeme gelmiştir. Yine, bu yüzde 15'in en
hararetli, en çok eleştirildiği dönem 1994 yılında krize girildiği dönem olmuştur
değerli arkadaşlar. Bu ülkede, net aktif vergisinin, malî denge vergisinin,
yani, ilk defa salma türü verginin getirildiği dönemde benzer şekilde yapılmış
ücretli vergilendirme sistemi getirilmiştir; ama, o tarihte, Türkiye'nin
sıkıntı yaşadığı bu vergilendirme dönemine rağmen, aynı dönemin hükümeti,
aradan birkaç ay geçmeden derhal sistemi değiştirmiş, yüzde 15'e dönüştürmüştür
ve yaptığı doğrudur; yani, o dönemde yapılanlar doğrudur. Niye; çünkü, kulüpler
bir vergi sistemi içine sokulmuş, yüzde 15 stopajla vergilendirilmiştir. Değerli arkadaşlar, 1998
yılında Vergi Kanunuyla ilgili reform yapılırken üç konu önergeyle apar topar
geçirilmiştir. Bir tanesi, şu anda, örneğin, biraz evvel konuşan değerli hatip
Sayın Oğuz Tezmen'in, haklı olarak, geçtiğimiz gün Plan ve Bütçe Komisyonuna
getirdiği ve kabul edilmeyen, ama, muhakkak kabul edilmesi gereken
"kasıt" kelimesinin bilerek, bilmeyerek olgusudur. 1998 yılı vergi
reformunda getirilen ikinci şey, telif haklarının vergi beyanına tabi
tutulmasıdır; yani, ressamı, mimarı, heykeltıraşı, yazarı vergiye tabi tutması.
Üçüncüsü de, aman efendim, bu sporcular çok para kazanıyor, şu kadar milyon
dolar kazanıyor diye müterakki dediğimiz, artan oranlı vergi sistemine
geçilmiştir. Ne demektir o; futbolcular, özellikle gazete manşetlerinde yer
alan yıldızlar dikkate alınarak, ama, bütün sporcular, artan oranlı vergi
sistemine girmişlerdir. Artan oranlı vergi sistemine girince, değerli
arkadaşlar, sporcunun yaptığı anlaşmanın vergi oranını, düne kadar, o güne
kadar yüzde 15'ten ödeyen kulüpler, birdenbire, ödemeyi yaparken yüksek oranda
ödeme noktasına gelmişlerdir. Peki, ödemişler midir; hayır. Ne oldu; bütün spor
kulüplerimiz, şu anda Maliye idaresiyle ihtilaf halinde, uzlaşma yollarını
aramaktadır; yani, bir çözümü getirmişiz. Peki, neden bu olmuyor? Ben, bir sporcu soracağım
size bugünlerde, İlhan Mansız. Bu ismi, biz, ne zamandan beri duyuyoruz; geçen
seneden beri; yani, bu sezondan beri. İlhan Mansız diye biri çıktı; genç diye
seviniyoruz; yaşı kaç biliyor musunuz; 26 yaşını geçmiş, 27 yaşında. Şimdi, bu
sporcu 27 yaşına kadar çalışırken, spor yaparken, yetiştirilirken, bununla
ilgili yıpranmada, katkıda, altyapıda ne sunmuşuz? Hatırlatmak istiyorum; şu
anda, bütün futbol okullarına, çocuklar, belli bir oyun noktasını yakalayana
kadar önce kendileri para ödeyerek spora devam ediyorlar; ondan sonra, lisans
sahibi olduktan sonra, uzun bir süre, tanıtım amacıyla Anadolu'nun muhtelif
yerlerinde, bazen para almadan, bazen karın tokluğuna oynuyorlar. Şimdi, düşünün, ben,
yeminli malî müşavirim. Benim yeminli malî müşavirliğim öldüğüm güne kadar
devam eder; bu mesleği yapabilirim. Sayın Hatiboğlu, hukukçu; hukukla ilgili
aldığı altyapıyı -Allah uzun ömürler versin- vefat edeceği güne kadar kullanma
imkânına sahip. Peki, bu sporcular nasıl kullanacak bunu? Sergen sakatlandı;
sekiz aydır oynamıyor. Sekiz ay boyunca oynamayan Sergen, oynamadığı için para
alamıyor. Değerli arkadaşlar, bu
teklif dolayısıyla, biz, bazı kulüplerin ödedikleri transfer paralarına baktık.
Böyle gazetelerin yazdığı gibi milyon dolarlar ödenmiyor; milyon dolarlar
kulüplerarası ödeniyor ve onlar, zaten bu vergilendirmenin konusu değildir;
yani, Fenerbahçe Galatasaray'a ödüyor, Galatasaray Beşiktaş'a ödüyor. Peki,
futbolcular ne alıyor? Bir örnek veriyorum -biraz önce İlhan Mansız'dan açtık-
İlhan Mansız, Beşiktaş'a 400 000 dolarla anlaşarak gelmiş. Bu parayı ne kadar
sürede alacak; iki yıllık çalışma süresi karşılığında. Peki, bu 400 000 doların tümünü mü alacak; hayır, 200 000 doları sabit ücret olarak iki yıla
karşılık alınacak; kalan 200 000 doları, beher oynadığı maç için 10 000 dolar;
yani, İlhan Mansız üst üste iki kere sarı kart alsa, bir kırmızı kart alsa, bir
sonraki maçta oynamayacağı için 10 000 dolarından olacak ya da ceza alsa
oynamayacak ve para alamayacak. Değerli arkadaşlar,
şimdi, bu açıklamayı niye yapıyorum? Ben, bu kilomla spor yapacak değilim,
bundan da yararlanacak değilim, futbol da oynayacak değilim; ama, 1980'li
yıllarda -size arz etmek istiyorum- iki dönem Futbol Federasyonu üyeliği
yaptım. Arnavutluk'la ya da Romanya'yla maçımız var; Coşkun Özarı'nın son maçı;
maç İzmir'de oynanıyor. Bir dosya geldi Futbol Federasyonuna; Mustafa Denizli,
Derwall'le beraber sahaya çıkmış diye ilelebet veto edilme cezası; hazırlanmış,
imzalanmış, karara kalacak. Ben, bütün kararları okuyarak verdiğim için,
okudum; bir dakika beyler, bu cezayı veremeyiz, tartışmalıyız dedim. O
dönemlerde, şimdi adı çok geçen Ayhan Bermekler, Erdenay Oflazlar, beraberiz,
aynı heyetteyiz. "Niye yahu?! Maç var yukarıda!.." Maçı izlemek bizim
görevimiz değil; biz Futbol Federasyonu üyesiyiz. Biz, Mustafa Denizli'yi,
ruhsatı olmadan Derwall'le beraber sahaya çıkmış diye alıkoyamayız; bu ülkeye
antrenör yetiştiremeyiz dedik. Değerli arkadaşlar, ısrar
edince dediler ki: "Peki, ne düşünüyorsun?" Düşüncemi söyleyeyim
dedim; eğer Birinci Lige gelmişse, millî olmuşsa bazı sporcularımızı belirli
bir kariyerden başlatıp antrenörlüğe futbolcuyken sokmalıyız dedim. Bakın, o
gün, herkesin aleyhinde olduğu Mustafa Denizli'nin, ardından Fatih Terim'in,
bugün Şenol Güneş'in önü açıldı. Değerli arkadaşlar, düne
kadar, bu ülkede, herkes, Şenol Güneş'i "karizman yok, sen şusun,
busun" diye eleştirdi, tıpkı bizleri eleştirdikleri gibi.
İktidar-muhalefet, birbirimizden farkımız yok. Kendi partinizde yerinizde
seçilmek istenen... Diğer partili zaten sizi eleştiriyor; yalnız iktidar olmak
şartı yok. Yaptıklarınız hiçbir zaman gözükmez; hep, sen şu imkâna sahipsin,
sen şusun... Değerli arkadaşlar,
şimdi, burada bir karar vereceğiz. Ben, kararın, başkalarının egzejere ettiği
gibi... Kanun tasarısı veriyorlar... Devletin kesesinden kimse de para
dağıtmasın bu insanlara; paran varsa, çıkarır verirsin; yani, sen kanun teklifi
veriyorsun, sporcuları ödüllendirelim. Bu, hakarettir, Parlamentoya hakarettir,
devlete hakarettir, o insanlara hakarettir. Devletin sırtından kimse
geçinmesin. Onunla ilgili geçmiş bir kanunumuz var. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Türker,
toparlar mısınız efendim... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Kusura bakmayın, kesmem lazım; ama, coştum; özür dilerim. Çünkü, neden coştum;
burada konuştuğumuz sporcular, ne İlhan Mansız'dı ne Hakan Şükür'dü değerli
arkadaşlar; Hatay'daki sporcuların bakalım durumuna, Ağrı'dakine bakalım,
Erzurum'dakine bakalım, Çorum'dakine bakalım... MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Sayın Türker, Tokat'takine de bakın... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Bunlar böyle milyarlar alan değil. Şu anda, üçüncü ligde oynayan bütün
sporcular profesyoneldir, ikinci lige yükselen sporcular profesyoneldir, ikinci
ligde oynayanlar profesyoneldir. Değerli arkadaşlar,
burada verdiğimiz kararla kimseye ulufe dağıtmıyoruz. Bir soru sormak istiyorum
-kendi kendimize soralım- bugün, Türkiye'de çalışan herkes emekli olduğu zaman
kıdem tazminatı alıyor mu? Peki, bu sporcular alıyor mu kıdem tazminatı?..
Bunların ömrü onuncu yılda bitiyor. Değerli arkadaşlar, biraz
evvel Sayın Işın Çelebi'nin bahsettiği UEFA ile ilgili hususu da tekrarlamak
istemiyorum. Bu gerçekleri dikkate alarak, yaptığımız şeyleri bazen genele
uyarak yapmamız gerektiğini düşünüyor, sabrınız için teşekkür ediyorum. (DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
Şahsı adına, Sayın Aslan
Polat, buyurun. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Şimdi, bugün, bu
getirilen kanun teklifi -biraz önce Masum Türker de izah etti, Oğuz Tezmen Bey
de izah ettiler- kulüplerin sporculara verdikleri ücretler üzerinden yüzde 15
oranında Gelir Vergisi tevkifatı yapılmasına; eğer, Bakanlar Kurulu isterse, bu
yüzde 15'i yüzde 25'e kadar artırabilmesine ilişkindir. Şimdi, ben, bu
futbolcular az mı para alıyor, çok mu para alıyor; bunun üzerine gitmek
istemiyorum. Zaten Türkiye'de, en son mayıs ayındaki neticelere göre, Maliye
Bakanlığının verilerine göre, bizim tahsilatın tahakkuka oranı gelirden alınan vergilerde
yüzde 60,4; yani, biz, Türkiye'de hâlâ Gelir Vergisinde, gelirler üzerinden
yüzde 60,4'ünü alabiliyor, yüzde 40'ını vergi olarak alamıyoruz. Beyan edilen
vergilerdeki oran durumumuz bu. İsterseniz buna hükümetin deyin ki ekonomisinin
çok zorluğundan dolayı vatandaş ödeyemiyor, isterseniz de deyin ki Türkiye'nin
şartları bu, ondan dolayı ödeyemiyor; yani, vatandaş tahakkuk eden vergiden
bile, belirttiği vergiden bile Maliye Bakanı ancak yüzde 60'ını tahsil edebilmiş. Şimdi, burada,
futbolculardaki bir konunun özelliği şöyle belirtilmek isteniyor: Futbolcular
için yüzde 25, yüzde 40 vergi dediğimiz zaman, futbolcuların büyük bir bölümü
kulüplerden net para üzerinde anlaşıyorlar. Ben senden 1 milyon dolar alırım,
500 milyar dolar alırım, sen ne gösterirsen göster deniyor ve Türkiye'de bugün
bir gerçek var ki, hemen hemen bütün futbol kulüplerinde -belki İstanbul'daki
birkaç kulüp hariç olabilir- Anadolu'daki bütün kulüplerde çift beyanname
gösteriliyor, futbol takımına verilen başka, oyuncuya verilen başka. Bu teklif
bunları birleştirmeyi öngörüyor. Ne kadar birleştirir bilemiyorum. 2004 yılından sonra
Türkiye'de, UEFA'ya katılacak takımlarımızın vergi borçlarının olmaması,
herhangi bir futbolcuya borçlarının olmaması, herhangi bir takımın başka bir
takıma borcunun olmaması gerektiği, eğer bunlardan borcu olanlar varsa,
bunların Avrupa kupalarına; UEFA, Şampiyon Kulüpler kupalarına alınmayacakları
yönündeki UEFA'nın bir bildirisi üzerine, bizim takımlarda bir panik başlamış
durumdadır. Örneğin, Fenerbahçe Kulübünün 80 trilyon vergi borcu varmış. Belki
Fenerbahçe onu ödeyebilir; ama, Erzurumsporun 600 milyarın üzerinde vergi borcu
var. Erzurumsporun bu 600 milyar vergi borcunu, bugünkü şartlarda, Sayın Maliye
Bakanı buna bir taksitlendirme yapmazsa, ödeme durumu olmadığı ortadadır,
istediği kadar hacize gelsin alacak birisini bulamayacaktır. Şimdi, peki, bu, dünyada
nasıl diye sorarsanız; Avusturya'da vergi oranı yüzde 21 ile yüzde 50 arasında,
Belçika'da yüzde 26,5 ile yüzde 59,4 arasında, Danimarka'da yüzde 30 ile yüzde
64 arasında, Fransa'da yüzde 7,5 ile yüzde 60 arasında, Almanya'da yüzde 19,5
ile yüzde 48,5 arasında, Japonya'da yüzde 10 ile yüzde 50 arasında,
İngiltere'de yüzde 10 ile yüzde 40 arasında. Demek ki, Türkiye'deki bu yüzde 15
oranından daha az alan ülkeler de var, daha çok alan ülkeler de var. Tabiî,
normal vergi şeklinde, çok alandan çok vergi almak, az alandan az vergi almak
esas olduğuna göre, vergi oranlarının aynı şekilde olması bir yanlışlık olarak
görülür; ama, bu teklif, bunu, bu seneden 2007'e kadar bir geçiş dönemi olarak
öngörüyor. Zaten, 2007'den sonra Avrupa Birliğine girecek olursak, o mevzuatı
kendimiz uygulayacağımız için şartları düzeltiriz deniliyor. Burada, tabiî, başka
konular da var: Sporculara yönelik özel düzenleme var mı dediğiniz zaman;
Avrupa'da hiçbir takımda yok. Yabancı sporculara özgü vergileme var mı
derseniz; bu, bazılarında var, bazılarında yok. Gerçek giderlerin düşülmesi
imkânını sorarsanız; bazılarında var, bazılarında yok. Mesela, Avusturya'da
var, Belçika'da var, İtalya'da yok, Japonya'da yok. Gerçek giderler yerine
götürü tutarların indirimi dediğiniz zaman; Avusturya'da gelirin yüzde 20'si
şeklinde var, İskoçya'da yok, İngiltere'de yok, İsviçre'de sınırlı.
Futbolculara kullanılabilen vergisel kolaylıklar dediğiniz zaman; Belçika'da
yok, Danimarka'da yok, İsviçre'de götürü vergileme şeklinde var. Buradan da
şunu anlatmak istiyorum: Avrupa'da bile bu konuda tam bir standart yok; ama,
normal olarak belirlenen var ki, orada değişen oranlarda bir vergilendirme var;
yüzde 15'in altında olan da var, çok üzerinde olan da var. Benim kanaatime göre bu
teklifin gelmesindeki en önemli konu: Kulüplerin vergi borçları olduğu için ve
kulüplerden vergi alamadıkları için, futbolcularla net ücret üzerinden
anlaştıkları için, futbolculara verecekleri paralar tam olarak ortaya çıksın
diye hükümet bir düzenleme yapıyor. Biz de, bu hükümetin bu düşüncesine olumlu
yaklaşmak istiyoruz. İnşallah, hedeflerine varır ve bundan sonra kulüpler de
futbolculara verdikleri gerçek miktarları beyannamelerde gösterirler ve onların
da vergi borçları böyle afaki rakamlara çıkmaz; doğru rakamlarda kalır ve
2004'ten sonra, aynı, bankaların fona alınmasında yapılan hatalar gibi, bu
sefer, kulüplerimizin de Avrupa şampiyonasına katılamaması gibi bir mahzur
olmaz diye düşünüyorum. Sayın milletvekilleri, bu
son konuşmalardan sonra tatile gireceğiz. İki, üç ay, hükümet üyeleri de tatile
gidecek, biz de tatile gideceğiz. Siz, sadece, futbolcuların, Avrupa'da dünya
kupasındaki başarılarıyla övünmeyin; Türkiye'yi acaba ne hale getirdiniz; bir
de ben size kısaca bunu anlatayım, size Anadolu'da bunları sordukları zaman
peşin, hazır cevap verin. Şimdi, Türkiye'de
Anavatan Partisinde uzun yıllar milletvekilliği yapmış, Sayın Demirel ve Sayın
Özal döneminde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yapmış, TÜSİAD genel
koordinatörlüğü yapmış, özel bankalarda genel koordinatörlük yapmış, Türkiye'de
para denildiği zaman, milyon dolar denildiği zaman, milyar denildiği zaman en
iyi bildiği iddia edilen üç beş kişiden birisi olan bir sayın eski
milletvekilimiz bir çalışma yapmış. Bugün bana onu verdi, çok ilginç geldi,
sizlerle de paylaşayım. Orada, Anasol-M
Hükümetinin -yani, sizin hükümetinizin- 2001 yılından 2006 yılına kadar ki
periyot hikâyesinde Türk Milletine maliyetiniz 1 trilyon dolar diyor. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Aslan, kim diyor? ASLAN POLAT (Devamla) -
Rakamını vereyim, sen de okur yazarsın devam et... Diyor ki, Türkiye'nin
2000 yılında millî geliri 200 milyar dolardı. Siz, bunu 2001 yılında 150 milyar
dolara düşürdünüz. 2001 yılında siz olmasaydınız, bu 200 milyar dolar olan
millî gelir 150 milyon dolara düşmeseydi, orada kalsaydı ve -Türkiye'de öyle
Erbakan Hükümetindeki gibi yüzde 8'lik kalkınmayı da unutalım; o da bir efsane
başbakandı, herkes yapamaz; bırakın ilerlemeyi, siz gerileme rekoru kırdınız-
yüzde 5 kalkınabilseydiniz, 2006 yılında millî gelirimiz 270 milyar dolara
çıkacaktı. Siz ise 2001 yılında millî geliri 150 milyar dolara düşürdünüz. EROL AL (İstanbul) - Kim
bu, kim?.. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Konuya gel, konuya... ASLAN POLAT (Devamla) -
Sizin yaptığınız program tutarsa, yani IMF'ye verdiğiniz taahhüt gerçekleşirse,
2002 yılında yüzde 3, 2003'te yüzde 4, 2004, 2005 ve 2006'da yüzde 5'lik
kalkınmalar yaparsanız, toplam olarak 2001 yılında 60 milyar dolar, 2002'de 66
milyar dolar, 2003'te 71 milyar dolar, 2004'te 74 milyar dolar, 2005'te 78
milyar dolar, 2006'da 82 milyar dolar olmak üzere, toplam 431 milyar dolar,
sizin, bu milletin kalkınmasından kestiğiniz bir para, bir zarar var ortada. Bu
sizin yapmış olduğunuz, sadece gelirdeki bir azaltma. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Kim diyor? ASLAN POLAT (Devamla) -
Peki, servette ne azaltma yaptınız dediğiniz zaman, onu da bu uzman ağabeyimiz
şöyle izah ediyor: "Sizin, KOBİ'lerde yaptığınız iflaslar, servetlerde
verdiğiniz zararlar, bankalarda verdiğiniz zararlar, menkul kıymetler
borsasındaki zararlar 600 milyar dolar olmuştur" diyor. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Kim peki?! ASLAN POLAT (Devamla) -
İkisi toplam 1 trilyon dolardır. Bunu diyen kim; tekrar söylüyorum, en az on
sene Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını yapmış... BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Adını söyle! ASLAN POLAT (Devamla) -
Geçmiş dönemde milletvekilliği yapmış, TÜSİAD Genel Koordinatörlüğü yapmış,
özel bankalarda genel koordinatörlük yapmış... BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Kim bu adam yahu?! ASLAN POLAT (Devamla) -
...Türkiye'de, milyon dolar nedir, milyar dolar nedir dediğiniz zaman, en iyi
bildiği addedilen birkaç kişiden birisi, diyor ki, siz var ya siz, Türk
Milletine 1 trilyon dolar zarar verdiniz. Bunun hesabını gidip yazın burada
vereceksiniz. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Kim söyledi Aslan?! ASLAN POLAT (Devamla) -
Sadece Türkiye'de, Türkiye yarı finale kaldı, dünya kupasında dörde kaldı diye
iddia edemezsiniz. Bakın, sizin döneminizde, bugün için, Türkiye'nin en büyük 4
üncü ve 7 nci bankaları, fona alınma tehlikesi içinde; biri alındı, diğer
alınma durumuyla karşı karşıya. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Hortumlamayı anlat!.. ASLAN POLAT (Devamla) -
Siz, Türkiye'de öyle bir düzen getirdiniz ki, en büyük bankaları bile fona
aldınız ve fona alınan o bankalar bütün hataları da sizin yönetiminizde
yaptılar, 1997'den sonra yaptılar. Belki, MHP 1997'den 1999'a kadar yoktu; ama,
siz ve siz vardınız. Sizlerin döneminde o hortumlamalar yapıldı, şimdi de devam
etti ve sizin döneminizde, Türkiye'deki en büyük özel bankalar fona alınma
durumunda kaldı. Bakın, yine bir ekonomi
profesörü yazıyor ve diyor ki "15 000 fabrika, 400 000 KOBİ kapandı; 1 200
000 işçi işsiz kaldı" ve şu anda, Türkiye'de, ilk defa sizin
hükümetinizde, enflasyon düşerken faizler artıyor; bu nerede görüldü?! Siz
hepiniz ekonomistsiniz, nasıl oldu; bana gelsin bir tane ekonomist, bunu,
Allah'ını seviyorsa, izah etsin. Bir ülkede, enflasyon düşerken faiz artarsa,
reel faiz, şu anda, yüzde 34 ile yüzde 77'ye çıktığı zaman, yüzde 35 enflasyonu
tutacaksa -ki, tutabilir belki- yüzde 77'yle borçlandığınız zaman, yüzde 34
reel faizle borçlanıyorsunuz. Yüzde 34 reel faizle borçlanmayı kimse
kaldıramaz. Siz, sadece, Beşiktaş'tan bir İlhan Mansız'ın attığı gole
güvenmeyin. O Beşiktaşlı, Fenere de attığı zaman göreceğiz onu da; şimdi sadece
onlara güvenmeyin. Size şunu söylemek istiyorum. Bir de bu gerçekleri görün,
siz, bunları da görün; yüzde 34 reel faizle borçlandırıyorsunuz ülkeyi... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, 1 dakika verin de, bitiriyorum konuşmamı. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Polat, 1 dakikanızı verdim efendim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Bakın, size şunu söylüyorum: Dünyada, bugün, Brezilya'da kriz başladı... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Erzurumsporu niye küme düşürdün?! ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın milletvekili, beni dinle beni!.. Brezilya'da kriz başladı,
Amerika'da denetim şirketlerinin hatalarından dolayı, Amerika'daki borsalarda
düşüşler başladı ve Amerika borsaları birbirine girmişken, Brezilya'da, millet,
tekrar, Arjantin gibi bir duruma gelmişken, burada, sizin Başbakanınızın
"ben üç hafta daha dinleneceğim" demeye hakkı yoktur; çünkü, şu anda,
bizim Türkiyemiz, değil üç hafta, bir saat bile, Sayın Başbakanın veya
Hazineden sorumlu Devlet Bakanının olamayacağı günlerde değildir. Bunları düşünün
diyorum. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Spor konuşuyoruz!.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Seni Erzurum'a sokmayacaklar; Erzurumsporu sen düşürdün... ASLAN POLAT (Devamla) -
Yoksa, ben, sporcuların desteklenmesine karşı değilim, yanlış yaptınız
demiyorum. Sporcuları da destekleyin, onlar reklam yapsınlar; ama, sağlam
ekonominin reklamını yapsınlar. IMF'den borç alan ülkenin reklamıyla bir şey
olmaz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Polat. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Aslan Bey, seni Erzurum'a sokmayacaklar; gel, seni Bodrum'a
götürelim, nasıl olsa, Erzurum'a gidemeyeceksin. BAŞKAN - Sayın Geçer,
buyurun. MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanıma, cevaplandırılmak üzere şu soruları
sormak istiyorum. Burada, profesyonel
sporcuların faaliyetlerinden elde ettiği gelirler, serbest meslek kazancı
olarak değerlendiriliyor, vergilendiriliyor. Serbest meslek kazancı; çünkü,
kişisel mesai ve uzmanlık alanlarına giren bir faaliyet, ücret değil. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Hayır, hayır... MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Yani, serbest meslek kazancı olarak, geçmişte de herhalde, değerlendiriliyordu.
MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Geçmişte de öyleydi... Ücret olarak... MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Serbest meslek kazancıydı Sayın Bakanım. Ücret olarak... Şimdi "serbest
meslek kazancı olması amaçlanmaktadır" deniliyor gerekçede. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Teklifi veren, öyle vermiş... MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Yalnız, teklifi veren sayın milletvekillerinin teklifiyle, burada, şu anda,
önümüzdeki geçici 61 inci madde olarak gelen teklif arasında çok büyük farklar
var diye düşünüyorum. Şimdi, burada bir teşvik
varsa, sporcuların almış olduğu ücretler, ücret olarak telakki ediliyorsa,
bağlı olduğu kulüp ve işveren tarafından, zaten tevkifat yoluyla
vergilendirilecektir, vergilendiriliyordu; değil, serbest meslek kazancıysa,
serbest meslek kazancını da, yasal defterlerine yazarak beyannameye ithal
ederek vergilendirecekti. Serbest meslek kazancına aldığı vergi sorumlusu,
bunun üzerinden de tevkifat yapmak durumundaydı, daha önceki uygulama, Gelir
Vergisi Kanununda... Yani, serbest meslek erbabına, herhangi bir vergi
sorumlusu, bir ücret, serbest meslek kazancı ödüyorsa, bunun üzerinden zaten
tevkifat yapıyordu, yapılması gerekiyordu. Şimdi, bu, burada teşvik olarak geliyorsa,
sportif faaliyetlere ne gibi teşvik geliyor; yani, sporcuların burada nasıl bir
avantajı oluyor? Yani, böyle bir avantaj veya sporu teşvik amacı güdülmüş müdür
bu teklifte? Şayet öyleyse, buradaki düzenleme, 2007 yılına kadar öngörülmüş;
yani, geçici bir süreye münhasır getirilen bir yasal düzenleme; niye daha
kalıcı olarak düzenlenmedi? Yani, burada, geçici bir süreye münhasır
düzenlenmesinde ne gibi bir amaç var? Yani, Avrupa Birliği müktesebatıyla uyum
sağlama amacı mı güdülmüştür? 2007 yılından sonra, yine, şu anda bulunduğumuz,
bu yasa çıkmadan önceki duruma dönülmeyecek mi? Onu öğrenmek istiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Bedük, buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanıma sorularımı soruyorum:
Dünya Futbol Müsabakası sırasında Türk Millî Takımının gösterdiği başarıyı hep
birlikte takdirle karşıladık ve karşılıyoruz. Millî şuurun ve millî heyecanın
yaratılmasında sporun ne kadar etkili olduğunu da gördük. Sporcuların,
özellikle başarılı sporcuların desteklenmesi, hatta ödüllendirilmesi hepimizin
isteğidir; gerçekten gereklidir ve buna da ihtiyacımız vardır. Tanıtım olayı
fevkalade önemlidir. Sayın Bakanım, bu konu,
hepimizin ittifakla üzerinde durduğu bir konudur. Ben, şimdi sorumu
soruyorum: Çıkarılacak olan bu vergi indiriminden kaç sporcu istifade
edecektir; amatör sporcular da istifade edebilecek midir? Bir konuşmacının
söylediği gibi, Anadolumuzun diğer şehirlerindeki sporcular da istifade edebilecek
midir? İkinci sorum, bütçeye
yükü; yani, maliyeti ne kadardır? Bu maliyetini tespit ettiniz mi? Onu öğrenmek
istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkürler. Sayın Genç, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Teşekkür ediyorum. Sporcularımızın kazandığı
başarıyı onurla, sevinçle karşılıyoruz. Bundan önce, sporcuların aldıkları
ücretler yüzde 15 ile yüzde 40 arasında vergiye tabiydi; yani, transfer
ücretleri ve ücretleri. Bu kanunla yüzde 15'e indiriyoruz. Burada, devletin
kaybı ne kadar? Geçen hafta, benim başkanlık yaptığım bir dönemde bir kanun
getirdi Maliye Bakanlığı, bütün sermaye şirketlerinin aktiflerine koydukları
nakdî ve aynî sermayelerden 31.12'ye kadar vergi alınmayacak, inceleme
yapılmayacak. Ben, Sayın Maliye Bakanına sormak istiyorum. Bu Türkiye bütçesine
kim katkı yapacak? Yani, Rusya mı katkı yapacak, Amerika mı katkı yapacak, IMF
mi katkı yapacak? Dünyanın neresinde,
yani, bir kaynak gösterilmeden, böyle, hep devletin kesesinden para ödeniyor?
Bunu ben anlamıyorum; yani, bu çok önemli bir şey. İkincisi, bu hafta yine
önemli bir karar verdi bu Meclisimiz. Anayasayı daha yeni değiştirdik. Bu
değişiklikle, soruşturma için gizlilik önerisini getirdik; ama, iktidara mensup
üç partinin Genel Başkanları, bu soruşturma önergesine oy verilmemesi için
talimat verdiler ve Anayasayı ihlal ettiler; hepsi de Yüce Divana gitmeyi
gerektirecek suç işlediler, Anayasayı ihlal suçunu işlediler; zaten, bu
Meclisin itibarını bitirdiler. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ne
alakası var?! BAŞKAN - Sayın Genç,
bunun soru sormayla ne ilgisi var allahaşkına?! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Bir dakika... Konuyla ilgisine geleceğim Sayın Başkan... Bir Dakika... BAŞKAN - Efendim, süre
doldu Sayın Genç, bakın... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Efendim, geleceğim konuyla ilgisine. KORAY AYDIN (Ankara) -
Soru sormuyor efendim... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Kapatın mikrofonunu... BAŞKAN - Sayın Genç... KAMER GENÇ (Tunceli) -
İktidara mensup üç parti... BAŞKAN - Bakın, süre
doldu... Siz, burada... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Anladım canım... Bir şeye geleceğim... Siz müdahale etmeyin ama... BAŞKAN - Ama, yani,
yaptığınız doğru değil. KAMER GENÇ (Tunceli) -
İktidara mensup üç parti Anayasayı ihlal etti. Yarın, bu iktidar partileri,
halkın karşısına neyle çıkacak?! EROL AL (İstanbul) - Mecbur
muyum oy kullanmaya?! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Şimdi, devletin bütün gelirlerini... BAŞKAN - Sayın Genç...
Lütfen... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Bir dakika canım... Soruya geleceğim... Lütfen... BAŞKAN - Neyin lütfeni
efendim?!. Mikrofonu kapatıyorum... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sizi niye rahatsız ediyor ki Sayın Başkan?! BAŞKAN - Rahatsız
etmiyor; soru sormuyorsunuz... Süre doldu efendim... Sayın Bakan, buyurun
efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Vergiye geliyorum... BAŞKAN - Ne vergiye
geliyorsun... Sayın Bakan, buyurun
efendim... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Niye sözümü kesiyorsunuz!.. Sayın Başkan, soru sorma hakkımı kısıtlayamazsınız. BAŞKAN - Süreyi
geçirdiniz... Soru sormuyorsunuz, yorum yapıyorsunuz. Sayın Bakan, buyurun... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Anayasayı ihlal ediyorsun Sayın Başkan. EROL AL (İstanbul) - Siz
hep ihlal ediyorsunuz Anayasayı. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Anayasaya sadakat yemini ettiniz; etmediniz mi?! Yani, 100 üncü maddeyi
değiştirdik, daha mürekkebi kurumadı. Niye, Genel Başkanınız size talimat verdi
de gizli oylamaya gitmediniz?! Böyle bir şey olur mu yahu?! EROL AL (İstanbul) - Oy
kullanmadım; sana ne?! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Böyle bir Meclis olur mu yahu?! EROL AL (İstanbul) -
İster kullanırım, ister kullanmam! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Meclisin itibarını yok ettiniz! EROL AL (İstanbul) -
Meclisin itibarını sen mi düşünüyorsun?! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, soru soracağım... BAŞKAN - Sayın Genç,
yorum yapmaktan başka bir şey yapmadınız. Lütfen... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Yorum değil, soru soracağım... Niye sizi bu kadar rahatsız ediyor?! BAŞKAN - Sayın Genç,
dünkü bir uygulamanın soru olarak burada tevcihi mümkün mü? KAMER GENÇ (Tunceli) -
Efendim?.. BAŞKAN - Dünkü bir
uygulamayla ilgili -kaldı ki, o uygulama doğrudur- burada soru tevcih etme
şansınız var mı? KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu
hükümet, Meclisin itibarını bitirdi. BAŞKAN - Bırakın canım... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Genel Başkanların... BAŞKAN - Yorum yapmayı
bırakın Sayın Genç, siz Başkanvekilisiniz Sayın Bakan, siz
buyurun... KAMER GENÇ (Tunceli) - Üç
tane Genel Başkan oy vermeyin dedi, siz de oy vermediniz. BAŞKAN - Siz buyurun
efendim... Kamer Bey konuşsun; siz ne yapacaksınız, buyurun. Sayın Bakan, buyurun siz.
EROL AL (İstanbul) -
Senin kaç milletvekilin oy verdi; 15 milletvekiliniz katıldı. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Milletvekilinin vicdanına müdahale edilemez, bu milletin iradesine ambargo
konulamaz. BAŞKAN - Sayın Bakan, siz
buyurun. Lütfen, devam edin, boş verin siz... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Geçer'in sualiyle ilgili olarak şu açıklamayı
yapmak isterim: Futbolculara, sporculara ödenen ücret, her zaman için; yani,
bugüne kadar mevcut mevzuata göre de ücret niteliğindedir; ancak, mevcut
durumda; yani, 1998 yılından bu yana, genel tarifeye tabi olduğu için müterakki
sistem içerisinde vergilendirilmekteydi. Söz konusu teklifte -görüşülmekte olan
tekliftir, tasarı değildir- müterakki tarifeden, genel tarifeden... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Bakanım, gelirleri nereden alacaksınız, onu söyleyin. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Sayın Başkanım, bu nedir bu böyle?! Nedir bu
yahu; böyle şey olur mu canım?! KAMER GENÇ (Tunceli) -
Nereden alacaksınız?.. BAŞKAN - Sayın Genç,
biraz sabırlı olursanız, Sayın Bakan cevap verecek. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Maliye Bakanı memura yarın maaş ödeyebilecek mi? BAŞKAN - Sayın Genç, siz
Meclis Başkanvekilisiniz... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Keyfî hareket eden Başkanvekilinin karşısında ben de keyfî hareket ediyorum;
bana konuşma hakkı vermiyorsunuz. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Bu ne biçim davranış Sayın Başkan?! BAŞKAN - Yani, keyfî bir
hareket, sizin gibi bir Başkanvekiline yakışıyorsa, size bir şey söylemiyorum. Buyurun Sayın Bakanım. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Bana yakışanı, ben iyi biliyorum. BAŞKAN - Sayın Genç,
lütfen!.. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Dolayısıyla, teklifte önerilen yüzde 15'lik bir stopaj oranı; ama, bu
yüzde 15 oranının, Bakanlar Kurulunca yüzde 25'e kadar çıkarılması
önerilmektedir. Yine, söz konusu teklifle
ilgili olarak Sayın Bedük'ün "vergi indiriminden amatör sporcular da
istifade edecek mi" sorusu var. Kanun teklifi tüm sporcuları kapsıyor;
ama, amatör sporculara eğer ücret ödeniyorsa, o da aynı statüden yararlanacak,
ödenmiyorsa yararlanamayacaktır tabiî; yani, bir ücret ödemesi olmadığı için. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Bundan kaç sporcu yararlanacak Sayın Bakan? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sporcu adedini, tabiî, şu kadar sporcu... Bütün sporcular; yani,
amatör ve profesyonel bütün sporcuları kapsayan bir teklif. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Kaç sporcu yararlanacak? KAMER GENÇ (Tunceli) -
Yurt dışından gelen sporcular da bundan yararlanacak. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Bütçeye maliyeti konusunda, tabiî, ödenen ücretlerin ne olduğu belli
olmadığı için, belli bir fiyat veya belli bir maliyet verme imkânımız söz
konusu değil. Sayın Genç'in de sormuş
olduğu "bütçedeki kayıp ne kadardır" sorusu... SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Bakan, Maliye Bakanlığı, maliyeti düşünmeden buna evet
diyebilir mi; bunu anlayamıyorum. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Sayın Bedük, hangi sporcuyla, hangi kulüp, ne
kadara anlaşma yapacak, belli değil ki... SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Efendim, bir evvelki sene ne kadar vergi ödemişler, şimdi ne kadar
ödeyecekler? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Hayır, anlaşmalar belli değil ki... Anlaşmalar
yeni yapılacak. Kaç paraya anlaşma yapılacak, bunlar belli değil ki; sporcular
bir anlaşma yapınca belli olur. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Genç'in sorduğu sual de Sayın Bedük'ün sualiyle paralellik arz
ediyor; yani "bütçede bir kayba neden olacak, gider azaltıcı bir düzenleme
nasıl getiriliyor" deniliyor; ama, başta da söylediğim gibi, bu, tamamen,
bir kanun teklifidir. KAMER GENÇ (Tunceli) - O
zaman, Bakan olarak buna karşı çıkın; niçin karşı çıkmıyorsunuz? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Bütçeye maliyeti de Sayın Bedük'e söylediğim tarzdadır; ücretlerin
miktarı belli olmadığı için, herhangi bir maliyet söylemek son derece zor. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Zorlanıyorsunuz Sayın Bakan, zorlanıyorsunuz... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz. Sayın milletvekilleri,
teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Teklifin maddelerine
geçilmesi aşamasında karar yetersayısının aranılması isteği vardır; onu
arayacağım. Oylamayı elektronik cihazla yapacağım. Teklifin maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım ve 3 dakika süre vereceğim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını kim istedi? BAŞKAN - Hakkâri
Milletvekilimiz Sayın Hakkı Töre istediler efendim. MEHMET GÜL (İstanbul) -
Hangi partiden?.. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Doğru Yol Partisinden efendim, Doğru Yol Partisinden... MEHMET GÜL (İstanbul) -
Doğru Yol Partisinden... BAŞKAN - Efendim, Doğru
Yol Partisi diye bir durum yok. Burada, Hakkâri Milletvekili arkadaşımızın bir
isteği var; ben, onu yerine getiriyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Yasal hakkını kullandı. BAŞKAN - İçtüzükten doğan
hakkını kullanmak istemiş, biz de gereğini yapıyoruz. Vekâleten oy kullanacak
sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
imzasını taşıyan oy pusulasını bu süre içerisinde göndermelerini rica ediyorum. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur. Saat 21.55'te toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 21.46 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma
Saati : 21.57 BAŞKAN :
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP
ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Sebahattin KARAKELLE (Erzincan) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam
ediyoruz. V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 14.- Aydın
Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882)
(Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır. Tasarının maddelerine geçilmesi aşamasında
Sayın Hakkı Töre tarafından karar yetersayısının aranılması istenilmişti;
bulunamamıştı. Şimdi, yeniden elektronik cihazla oylama
yapacağım ve karar yetersayısını arayacağım. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geri
çekti... BAŞKAN - Efendim, geri çekip çekmemesi
Sayın Töre'nin inisiyatifinde. Bu arada, vekâleten oy kullanacak sayın
bakan varsa -ki, sadece Maliye Bakanımız var- hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını aynı süre
içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmasını rica ediyoruz. Sayın milletvekilleri, Genel Kuruldan
ayrılmayalım; çünkü, açık oylama da yapacağız. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan,
açık oylamada yalnızca 139 oyun yeterli olduğunu zanneden arkadaşlarımız
olabilir; açık oylama için 184 oyun bulunması lazım; bunu da bir uyarırsanız
iyi olur. KAMER GENÇ (Tunceli) - Elektronik levhaya
da aksettirin; orada, herkes her şeyi görsün. BAŞKAN - Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu
oylamada da karar yetersayısı bulunamamıştır. Sayın grup başkanvekilleri, bundan sonra
karar yetersayısına ve toplantı yetersayısına erişmenin güçlüğü ortadadır. 1 Ekim 2002 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak ve yeni bir yasama yılında buluşmak üzere -sözlü sorular ile diğer
denetim konularını görüşeceğiz- hepinize, iyi tatiller, sağlık ve esenlikler
diliyor, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati : 22.03 |
|