Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 99       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

119 uncu Birleşim

27 . 6 . 2002 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- BU BİRLEŞİM TUTANAK ÖZETİ

III.- GELEN KÂĞITLAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin uygulamaya geçirilmemesi nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı

2.- Giresun Milletvekili Hasan Akgün'ün, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivallerinin turizm açısından önemine ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek yetersizliğinden ve 2002 yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca onaylanmamasından kaynaklanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukukî sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere  Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1123)

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20 Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere İsviçre'ye yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1124)

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/1089) (S. Sayısı : 881)

2.- İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

3.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı : 786)

4.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/777) (S. Sayısı : 557)

5.- Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/886) (S.Sayısı : 827)

6.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S.Sayısı : 433)

7.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 1/699) (S. Sayısı : 666)

8.- Türkiye İş Kurumu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

9.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676)

10.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

11.- Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861)

12.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012) (S. Sayısı : 883)

13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı: 879)

14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882)

VI.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Bursa'daki bir hayali ihracat olayına ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/7080)

2.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, kireç üreticilerinin sorunlarına ve petrokok ithaline ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/7551)

3.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, sanayide elektrik indirimi teşvikinin sona erdirilmesine ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/7563)

4.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın;

552 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına,

- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın;

Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımlarına ve fiyatlarına,

- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın;

Erzurum İlinin gıda ithal ve ihracı yapılabilen gümrük bölgelerine dahil edilmesine,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/7602, 7608, 7620)

5.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın;

Osmaniye-Düziçi Sabun Suyu Çayına sulama göleti yapılıp yapılmayacağına,

Osmaniye-Düziçi'ne bağlı köylerde TEDAŞ adına endeks alma ve tahsilat işlerinin muhtarlardan alınmasına,

Osmaniye-Düziçi Ovasını sulayan pompaj kuyularının yeniden işletilmesine yönelik bir çalışma olup olmadığına,

İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7655, 7682, 7683)

6.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, Birecik Barajı ve HES İnşaatından dolayı Nizip'te mağdur olan vatandaşlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7656)

7.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir doğalgaz projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7665)

8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Yatağan Termik Santralının iki ünitesinin Rusya'dan alınan doğalgazın kullanılması amacıyla kapatıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7671)

9.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, 2002 yaş çay yaprağı fiyatı ve ödeme takvimine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/7688)

10.- Konya Milletvekili Remzi Çetin'in, sosyal güvenlik kurumları personeli arasındaki ücret dengesizliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/7696)

11.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, DSİ'nin, TEFER Projesi ihalesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/7739)

12.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Plan ve Bütçe Komisyonunda sürekli olarak stenograf görevlendirilip görevlendirilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/7776)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 18.00'de açılarak iki oturum yaptı.

Elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda, Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından, 27 Haziran 2002 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.28'de son verildi.

                    Ali Ilıksoy

                            Başkanvekili

        Sebahattin Karakelle                Burhan Orhan

         Erzincan                    Bursa

Kâtip Üye                                       Kâtip Üye

II.- BU BİRLEŞİM TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin uygulamaya geçirilmemesi nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan cevap verdi;

Giresun Milletvekili Hasan Akgün, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivallerinin turizm açısından önemine,

Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek yetersizliğinden ve 2002 yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca onaylanmamasından kaynaklanan sorunlara,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/1089) (S. Sayısı : 881) Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukukî sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294) okundu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın, 23-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere 22-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Belçika'ya,

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20 Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere İsviçre'ye,

Yaptıkları resmî ziyaretlere iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkereleri;

27.6.2002 tarihli gelen kâğıtlarla yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi;

Kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından;

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri (1/744) (S. Sayısı : 786),

Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/777) (S. Sayısı : 557),

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/886) (S. Sayısı : 827),

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S. Sayısı : 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675),

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676),

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685),

Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/1012) (S.  Sayısı : 883) yapılan açık oylamasından sonra,

18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısının (1/999) (S. Sayısı : 879) yapılan görüşmelerinden sonra,

Kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı;

Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/949) (S. Sayısı : 882) maddelerine geçilmesi için yapılan oylamalarda karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;

Anayasa ve İçtüzük gereğince 1 Ekim 2002 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.03'te son verildi.

                    Ali Ilıksoy

                            Başkanvekili

Burhan Orhan                                       Sebahattin Karakelle

            Bursa                    Erzincan

Kâtip Üye                                       Kâtip Üye

                          Şadan Şimşek

                                   Edirne 

                               Kâtip Üye

 

 

                                                 No. : 169

III. - GELEN KÂĞITLAR

27 . 6 . 2002  PERŞEMBE

Rapor

1.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012) (S. Sayısı : 883) (Dağıtma tarihi : 27.6.2002) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Sinop'ta Kuran Kursu olarak kullanılan bir binada düzenlenen sergiye ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1941) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

2.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santralının emisyon izninin olup olmadığına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1942) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

3.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santraline ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/1943) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

4.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Silopi Termik Santraline ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/1944) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

5.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, İdil Termik Santralının çevre ve insan sağlığına etkilerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1945) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

6.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, İdil  Termik Santralının çevre sağlığına etkilerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1946) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, gazilere ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere verilen ilaçlardan katılım payı alınmasına ilişkin Çalışma ve  Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7867) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

2.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, iç ve dış borçlar ile yatırımlara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7868) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

3.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Devlet Denetleme Kurulunun kamu bankalarıyla ilgili hazırladığı dosyaların incelenmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7869) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

4.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, branş öğretmenlerinin ek derslerde görevlendirilmelerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7870) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

5.- Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Pamukbank'ın, TMSF'na devredilmesiyle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7871) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

6.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Ankara çevre yolu başlangıcındaki kazalara sebebiyet verdiği iddia edilen viraja ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7872) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

7.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Sulakyurt-Ayvatlı Köyünün köy konağı inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7873) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

8.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İstanbul Üniversitesi Rektörünün hazırladığı bir kitapla ilgili iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7874) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

9.- Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7875) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

10.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, bir turizm seyahat acentası ile ilgili yargı sürecine ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/7876) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

11.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, ekonomik dengelerdeki gelişmelere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7877) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

12.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, basında çıkan Kuzey Irak'ta Barzani Hükümeti kurulacağı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7878) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

13.- Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener'in, Sivas-Divriği-Çayözü Köyüne yapılan terörist saldırıdan zarar gören köylülerin mağduriyetinin giderilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7879) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

14.- Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener'in, doğalgazla elektrik üretimi yapan santrallara ve Sivas'ta çevrim santralı kurulup kurulmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7880) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

15.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, bir özel televizyon kanalında yayımlanan bir programa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7881) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

16.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, Ankara'da ana giriş yollarında fuhuşa karşı alınacak tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7882) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

17.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, sahte ve taklit ürünlerden Türk ekonomisinin gördüğü zarara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7883) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

18.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, kaldıkları prefabrikeler için katkı payı ödemeyen depremzedelere icra takibi başlatıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7884) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

19.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, İstanbul Üniversitesi Rektörünün hazırladığı bir kitapla ilgili iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7885) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

20.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin'in, Sümer Holding’in atıl durumda bekleyen tesislerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7886) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

21.- Ankara Milletvekili Eyyüp Sanay'ın, mülkiyeti vakıf ve derneklere ait okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7887) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

22.- Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmesi için dayanak yapıldığı iddia edilen düzenlemelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7888) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

23.- Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmesi için yargısal işlemler yapıldığı iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7889) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

24.- Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmesi için yargısal ve idari yollara başvurulduğu iddiasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından  (A. Mesut Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/7890) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

25.- Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, bazı vatandaşların isimlerinin değiştirilmeye zorlandığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/7891) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

26.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin özel teftişe tabi tutulmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7892) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

27.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı Belediye Başkanlığı görevine ve Belediyenin denetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7893) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

28.- Konya Milletvekili  Özkan Öksüz'ün, okullarda çeşitli adlar altında toplanan paralara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7894) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

29.- Konya Milletvekili  Özkan Öksüz'ün, üst kurul üyeleri ve çalışanları ile diğer kamu çalışanları arasındaki ücret dengesizliğine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7895) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

30.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, basında çıkan, İzmir SSK Tepecik Hastanesinde yaşanan bir olaya ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7896) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

31.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, köy sayısına ve Köy Kanununun değiştirilip değiştirilmeyeceğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7897) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

32.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, Çevre Fonundan belediyelere yapılan yardımlar ve harcamalara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/7898) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

33.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, fındık tarım alanlarının daraltılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7899) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

34.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale TÜPRAŞ'ın yaptığı bazı sosyal harcamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7900) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

35.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, araç muayenelerinin ve otoyol ücret tahsilinin özelleştirilip özelleştirilmeyeceğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7901) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

36.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, memur emekli aylıklarının ödeme dönemi ile işçi ve memur emekli ikramiyeleri arasındaki farka ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7902) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

37.- Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, kömür ithalatına, enerji üretimine ve Soma Termik Santralına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7903) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

38.- Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri'nin, Eti Alüminyum A.Ş.'ne ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/7904) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

39.- Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri'nin, Seydişehir Eti Alüminyum A.Ş.'nin kapatılacağı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7905) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

40.- Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri'nin, alüminyum ürünlerinin ithalat ve ihracatına ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi (7/7906) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

41.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7907) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

42.- Sakarya Milletvekili Nezir Aydın'ın, yurt içi ve yurt dışındaki Türk kültür ve tarihi eserlerine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/7908) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

43.- Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün'ün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan idam dosyalarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/7909) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

44.- Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7910) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

45.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Türk Ordusunun yabancı ülkelerde aldığı görevlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7911) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

46.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, 11 Eylül saldırısı sonrası hesaplarına para aktarılan kamu personeli olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7912) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

47.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, faizler ve ekonomik dengelere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7913) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

48.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, döviz ve ekonomik dengelere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)  yazılı soru önergesi (7/7914) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

49.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, bankacılık sektöründe yaşanan sorunlara ve alınan tedbirlere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7915) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

50.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, toplu taşıma araçları ve ticari taksilerde doğalgaz kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7916) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

51.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Başbakanın rahatsızlığının ekonomiye etkisine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7917) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

52.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7918) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

53.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara'da tıbbi atıkların depolanmasına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/7919) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

54.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, Üst Kurul ve Kurul üyelerinin özlük hakları ile Üst Kurul ve Kurulların giderlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7920) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

55.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, çeşitli sosyal verilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7921) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

56.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, iç borç stoklarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)  yazılı soru önergesi (7/7922) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

57.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, dış borçlara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7923) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

58.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, yurt dışında tedavi gören kamu personeline ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7924) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

59.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, TSK'da komuta kademelerinde bulunanların aylıklarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7925) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

60.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in İsrail ile yapılan tank modernizasyonu anlaşmasının gizliliğine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7926) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2002)

61.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, zararda olup kapatılması düşünülen ve proje, yatırım, inşa halindeki havaalanlarına  ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7927) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

62.- Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesinin nedenlerine ve sonuçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7928) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.6.2002)

63.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, Pamukbank'ın TMSF'na devredilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7929) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.6.2002)

64.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, Çukurova Grubunun borçlarının yeniden yapılandırılmasına ve Pamukbank'a ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7930) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.6.2002)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukuki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.6.2002)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

27 Haziran 2002 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Sebahattin KARAKELLE (Erzincan)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşimini açıyorum.

Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, yoklama isteyen yok; niye yapıyorsunuz?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, toplantı yetersayısının var olduğu anlaşılıyor; takdir sizin.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Var... Var...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bugün son gündür Sayın Başkan.

BAŞKAN - Evet, epeyce arkadaş geldi; Genel Kurulda çoğunluğun var olduğu görülmektedir.

Efendim, Sayın Hatiboğlu'nun, bugün özellikle çalışma konusundaki ısrarı karşısında, Genel Kurulda tek de olsa, yeterli sayının var olduğu kabul edilecektir elbette.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

İlk söz, Suruç Ovasının sulanmasıyla ilgili olarak söz isteminde bulunan Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Yalçınkaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Yalçınkaya.

Süreniz 5 dakika.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovası sulama projesinin uygulamaya geçirilmemesi nedeniyle karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Başkanımızın bize lütfettiği bu gündemdışı sözle ilgili kendisine ayrıca teşekkür ediyorum.

Suruç Ovasının sulanmasıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum ve buraya gelirken gözüme Enerji Bakanımız da ilişti. Önce, Suruç'u size anlatmak lazım.

Suruç, Urfamızın çok şirin bir ilçesi; fakat, bunun yanında çok önemli özellikleri olan, çok kabiliyetli insanların, çok büyük müteşebbislerin de bulunduğu bir ilçemiz. Şimdi, Antep nasıl bir Japon mucizesi yarattıysa, Maraş nasıl bir Alman mucizesi yarattıysa, Denizli nasıl bir İsrail mucizesi yarattıysa, işte, Urfa'da mucize yaratmaya muktedir, Urfa'da mucize yaratmaya hazır en önemli ilçe Suruç İlçemizdir; ancak, GAP dediğimiz olaya bağlı olarak, Suruç, çok büyük yerde olması gerekirken, çok önemli yatırımlar yapması gerekirken, maalesef, bugün Suruç, özlediğimiz ve düşündüğümüz yerde değildir. Suruç'un yedibin yıllık tarihi ve 1 000 000 dönüm sulanacak alanı vardır; fakat, Atatürk Barajının gerisinde 30 milyar metreküp su varken ve Şanlıurfa Tünelleri hazır olduğu halde, maalesef, Suruç, kaderine terk edilmiş ve Suruç'un hem insanı susuz hem ovası susuz hem de orada yaşayan bütün herkes susuz durmaktadır.

Burada Meclis Genel Kuruluna göstermek istiyorum: "Kriz GAP'ı da gaptı, para yok, GAP'a paydos." Bundan nasibini alan Suruç, maalesef, geçmişte 60 000 nüfuslu iken, bugün 30 000 seviyelerine düşmüştür ve çok büyük bir göç hareketiyle karşı karşıyadır. Suruç, açlığa, yokluğa, sefalete sürüklenmiştir. Yani, burada çok büyük müteşebbis, çok büyük iş yapacak insanlar olmasına rağmen, suyun oraya akıtılmaması, projenin akim kalması ve bütün bunlara bağlı olarak içeride çok büyük göçler yaşaması sonucunda, Suruç, maalesef, köy haline dönüşmekle karşı karşıya kalmıştır. Bugün Suruç Belediyesi bir faiz kıskacı altına alınmış ve oraya şehircilik hizmetleri götürülememektedir. Barajdan vereceğimiz suyu veremediğimiz için, maalesef, Suruç bugün çöl haline gelmiştir.

Şimdi, Enerji Bakanı veya Enerji Bakanı adına burada cevap verecek sayın bakanımız şunu diyebilir: Biz, Suruç'la ilgili proje çalışmalarını başlatıyoruz. Ben üç yıldır Meclisteyim... Enerji Bakanlığından, Suruç'la ilgili gönderilen yazıda "...ve sonunda dışkredi teminiyle ihale edilecektir" deniliyor. Dışkredi dört yıldır bulunamadı. Bu hükümet kaldığı sürece -kırk yıl da kalsa- Suruç susuz kalmaya mahkûm ve oradaki insanlar oradan göçmeye mahkûm olacaklardır. Bu sebeple, eğer, Enerji Bakanı ciddiyetle işin üzerine eğilirse, Başbakan bu sözlerimize kulak verirse; Suruç'un müteşebbisi Suruç'u sulamaya hazırdır; yanı başımızda Birecik Barajı var, 4 milyar yatırımlı bir baraj ve bu, yap-işlet-devret modeliyle yapıldı. Enerji fiyatları dünyada 5 sent, oradaki enerji fiyatı 18 sent. Suruç'un müteşebbisine "gel kardeşim, sen bu suyu bu ovaya akıt, hem ilçeni kurtar hem kendini kurtar hem de Suruç'u yeniden ayağa kaldır" diyebilecek bir iktidar olsa, Suruç, çok yakın bir zamanda sulanabilir; çünkü, bu projenin değeri 300-350 000 000 dolardır. 350 000 000 doları Suruç'taki işadamları bir araya getirip verebilirler. 1 metreküp suyun fiyatını koyarsınız, hazine garantisini verirsiniz ve Suruç sulandığı zaman hem Suruçlu oradan çok büyük paralar kazanacak hem Suruç sulanacak hem oradaki insanlar kurtulacak ve hem de özlediğimiz Suruç'u, büyük fabrikaların, büyük yatırımların olduğu bir Suruç'u o zaman göreceğiz; ama, bugün Suruç hasat yaptı, hasadın sonunda 5 kilo arpa veriyor 1 litre mazot alabiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayın Sayın Yalçınkaya.

MEHMET YALÇINKAYA (Devamla) - Hemen toparlıyorum.

Bu üretim politikasıyla, bu fiyat politikasıyla Şanlıurfa'nın problemlerinin de GAP'ın da bitmesi mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, geçen hafta burada bir konuşmacımız belirtti, yılda 500 000 000 dolar vererek GAP'ı 72 yılda tamamlayacağız. GAP, Türkiye'nin kurtuluşudur, Türkiye'nin yeniden şaha kalkmasıdır. 500 000 000 dolar alarak bu projeyi bitiremeyiz. Suları barajların gerisinde hapsederek Şanlıurfa ovalarını, Suruç ovalarını, Viranşehir ovalarını susuz bırakamayız.

Bu sebeple, bu proje, her şeyden çok daha önemlidir ve Meclis, bunu özel bir gündemle ele almalıdır. Bu şekilde ve bu hızla bu bölgeye baktığımız zaman, anarşi ve terörün hortlaması yine yakındır. Anarşi ve terörün hortlamasını istemiyorsak, bölge insanının yeniden ayağa kalkmasını istiyorsak, mutlaka, buraya gerekli ödeneği bulmamız lazım, iç kaynakları harekete geçirmemiz lazım ve ne yapılması gerekiyorsa, mutlaka yapılması lazım. Ben, Enerji Bakanının, buraya gelip bu meseleyi enine boyuna burada aydınlatmasını istiyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yalçınkaya.

Gündemdışı konuşmaya yanıt vermek üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Zeki Çakan; buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Yalçınkaya'nın, Suruç Ovasının sulanmasıyla ilgili gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şanlıurfa-Suruç Sulama Projesi, Türkiye ile ABD arasında, 16 Kasım 1999 tarihinde İstanbul'da imzalanan ortak bildiride, GAP bölgesindeki Suruç Pompaj Sulama Projesi, sulama alanında ikili işbirliğiyle inşa edilecek proje olarak, sayın milletvekilimizin de bildiği gibi, tanımlanmıştır. Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığınca yayımlanan 21 Temmuz 2001 tarihli tebliğle, ikili işbirliği protokolleri kapsamında yer alan ve kredili olarak yapımı öngörülen işlerin, öncelikle uygulama projelerinin yapılması öngörülmüştür. Bu nedenle, yukarıda adı geçen projenin, öncelikle uygulama projesi -takdir edersiniz ki, uygulama projesi olmayan bir projenin tatbikatının yapılması da söz konusu değildir; bu yapılan işlem de doğrudur- Türk, ABD firmalarının oluşturacağı konsorsiyumlar arasında rekabete dayalı ihale yöntemiyle, tamamı kredili olarak yaptırılacak olup, konuya ilişkin Bakanlar Kurulu kararı çıkarılması için, Bakanlığımca Başbakanlık nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur.

4 Haziran 2002 tarihinde, biz, Bakanlar Kurulu kararı çıkması için gereken yazıyı yazdık. En kısa süre içerisinde, Bakanlar Kurulu kararı çıktığında da bu işin projesine başlayacağımızı arz ediyorum.

Teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım, bu kısa ve özlü açıklamalarınızdan dolayı.

Gündemdışı ikinci söz, Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivalleriyle ilgili olarak söz isteminde bulunan Giresun Milletvekili Sayın Hasan Akgün'e aittir.

Buyurun Sayın Akgün. (DSP sıralarından alkışlar)

2.- Giresun Milletvekili Hasan Akgün'ün, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketine ve Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivallerinin turizm açısından önemine ilişkin gündemdışı konuşması

HASAN AKGÜN (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Karadeniz Bölgesinde yapılan yayla festivalleri hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi şahsım ve DSP Grubu adına selamlıyorum.

Yalnız, konuşmama, Giresun ve Ordu'da meydana gelen sel felaketiyle başlamak istiyorum. Öncelikle, Giresunlu ve Karadenizli hemşerilerime, geçen hafta meydana gelen sel felaketinden dolayı geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.

Giresun ve çevre illerde aşırı yağış sonucu oluşan sel felaketi sonucunda, Giresun Merkez İlçesi İnişdibi ve Çaldağ Beldeleri, Piraziz İlçesi Bozat Beldesi, Dereli, Bulancak, Yağlıdere ve Espiye İlçeleri hasar görmüştür.

Dere yatağına kurulmuş bulunan bu ilçelerde, köprü, istinat duvarı gibi sanat yapılarında, köy ve orman yollarında büyük hasarlar olmuştur. 220 köy ulaşıma kapanmış, 5 adet köprümüz yıkılmış bulunmaktadır.

Merkez Giresun Belediyesinin su kaynakları taşan dere havzasında olduğu için, su kuyuları ve anataşıma borularında önemli hasarlar olmuştur.

Köy Hizmetleri asfalt şantiyesi de sular altında kalmış ve büyük miktarda zarar görmüştür.

İl genelinde tespit edilebilen toplam altyapı hasarı yaklaşık 9 trilyon liradır. Bu hasarın içerisine, zarar görmüş tarım arazileri, balık havuzları ve vatandaşlarımızın kişisel zararları dahil değildir.

Sayın Bakanımız Hasan Gemici Bey, aynı gün, Giresun İline 200 000 000 000 TL göndermiştir. Yine, anında, Kızılaydan da, gerekli olan yiyecek, içecek ve çadır gönderilmiştir; ancak, anlaşılmaktadır ki, eldeki mevcut makine parkıyla, meydana gelen olağanüstü bu tahribat bitirilemeyecektir.

26.6.2002 tarihi itibariyle 4 köy yolu kapalı durumda olup, diğer yollarımız açılmıştır. Bu 4 köyümüzde de alternatif yollardan ulaşım sağlanabilmektedir.

Kapalı olan bu köy yollarımız Bulancak İlçesi Aydınlar köy yolu, Bayındır köy yolu, Tandır köy yolu ile Dereli İlçemiz Kümbet köy yoludur.

Bölgemiz, coğrafî yapısı itibariyle bu tür afetlere sürekli maruz kalmaktadır. Bölgenin bir an önce afet kapsamına alınması zorunludur.

Şu anda mevcut yardımların yeterli olmadığı, devamı için gerekli çalışmaların yapıldığı, bu konuda ilgili tüm bakanlıklarımızda çalışmalarımızın sürdüğünü tüm hemşerilerimizin bilmesini istiyor, tekrar, afete maruz kalmış hemşerilerime geçmiş olsun diyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; dağ ve yayla turizminin cazibe merkezi olan Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen yayla şenlikleri, boğa güreşinden at yarışlarına kadar çeşitli etkinliklerin yapıldığı, horonların oynandığı şenlikler büyük katılımlarla bugünlerde başladı.

Karadeniz Bölgesinde Trabzon, Rize, Artvin ve Giresun'da her yıl mayıs ayının sonunda başlayıp, eylül ayının ortalarına kadar 45'i büyük organizasyon olmak üzere 100'e yakın şenlik düzenleniyor.

Karadeniz yaylaları yerli ve yabancı turistlerin doğa gereksinmelerini karşılayacak niteliklere sahiptir. Temiz havası, huzurlu ortamıyla çok cazip dinlenme olanağı sunan Karadeniz yaylaları, günübirlik, hafta sonu ve kısa süreli konaklama sağlayan yerlerdir.

Bölgemize turizm açısından gelir sağlanmasının sadece tanıtımıyla ilgili olmadığı kanısındayım. Kıyıda ve iç kısımlarda, özellikle yaylalarımızda makul olan bir kapasite yaratmamız gerekmektedir.

Kendisine has coğrafya ve iklime sahip olan Türkiye'nin zengin yaşama kültürü içindeki yayla yaşantısı çok önemli yer tutar. Eski metinlerde ve halen dillerde dolaşan halk türkülerinde ifade edilen bu gelenek, Türkiye coğrafyasında yüzlerce mekânın yeni ve farklı yaşama alanları olarak açılmasını sağlamıştır.

Yaylacılık, Doğu Karadenizde bir yaşam biçimidir. Yerlisi, gurbetçisi, yabancısı mutlaka yaylaları görmek istiyor. Son yıllarda turistik turların programlarına da giren yaylalar türlü güzellikler sağlıyor.

Onbinlerce insanı bir günlüğüne de olsa bir araya toplayan yalnızca yiyip içme, eğlenme isteği değildir, mutlaka, bir kültür, bir yaşama biçimidir yaylacılık.

Karadeniz Bölgesinde, yaz aylarında hemen her hafta sonu bir yerde yayla şenliği yapılmaktadır. Son yıllarda, kayak merkezleri, konaklama tesisleri kurmak için çalışmalar yapılmaktadır. Ne var ki, ulaşım olanakları arttıkça yaylaların betonlaştığı da gün gibi aşikâr. Eskiden, kona göçe üç günde gidilen yaylalara, şimdi, motorlu araçlarla iki saatte, hem de asfalt yollardan gidiliyor olması, doğa tahribatı anlamında olumsuz etkileri de beraberinde getirmektedir. Bu tür olumsuz etkilere karşı önlem almak şarttır.

Geçim kaynakları sınırlı olan yöre insanı, turizme, özellikle de yayla turizmine umutla bakıyor. Doğaya saygılı yatırımlar, bilinçli yatırımlar, ülkemizin bu sözü çok edilen, ancak az bilinen bölgesine, bölgenin çalışkan insanına yepyeni geçim kaynakları yaratabilir.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akgün, 1 dakika içinde toparlayın.

Buyurun.

HASAN AKGÜN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bugüne dek görmemişseniz, gidin görün Doğu Karadenizi; çam kokulu, çiçek kokulu yaylara çıkın, köy yollarına sapın, yeşilin yüreğine yolculuklar yapın.

Sözlerimi bitirirken, Sayın Başbakanımı, bakanlarımızı ve milletvekili arkadaşlarımızı Karadenize bekliyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tüm arkadaşlarımı, Karadenizde, yaylalarda misafir etmek benim görevimdir.

Teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akgün.

Gündemdışı üçüncü söz, Karadeniz sahil yolundaki engeller ve kredilerdeki sıkıntılarla ilgili olarak söz isteminde bulunan Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu'na ait.

Buyurun Sayın Bıçakçıoğlu.

3.- Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun, Karadeniz sahil yolu yapımında ödenek yetersizliğinden ve 2002 yılı için bulunan dış kredilerin ilgili makamlarca onaylanmamasından kaynaklanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gündemdışı söz aldığım konu, bir yolun hikâyesi. Biraz önce konuşan değerli milletvekili arkadaşım, sizleri, Karadenizin yaylalarına davet etti; ama, ben, gideceğiniz o yaylalara nasıl ulaşacağınızın, nasıl gideceğinizin ve geçeceğiniz yolun hikâyesini size anlatmak istiyorum. Bu, bir yolun hikâyesi. Ülkemizin, Türk cumhuriyetlerine ve Kafkasya'ya açılan en önemli yolunun hikâyesi. Günlük trafiği, en kör noktada dahi 20-25 000'e çıkmış, şehir merkezlerinde 75 000'e ulaşmış bir yol Karadeniz sahil yolu. Kimilerinin "otoyol" dediği, halbuki, projesinde "bölünmüş yol" olarak geçen bir yol; yani, normal, standart bir yol.

Devletimiz, bu yolu 1965 yılında yapmış ve 1965'ten sonra, âdeta unutmuştur. Her yıl, bu ülkede, trafik canavarı yüzünden kaybettiğimiz insanlarımızın yüzde 15'i, yaklaşık 500-600 kişi, Samsun-Sarp arasındaki yolda hayatını kaybetmektedir. Daha geçen hafta pazar günü -önümde- Terme'de 3 araç birbirine girdi ve 2 insanımız, yine, bu yolda hayatını kaybetti.

Karadeniz sahil yolu, 10 ilimizin, Ankara'ya tek ulaşım yoludur ve ilk ihalesi 1987 yılında yapılmıştır. Bu yolda yapılan toplam 23 ihalenin 15'i dış kredilidir. Bu yolda 18 firma çalışmakta; binlerce kamyon ve iş makinesi, akan trafik altında çalışmasını sürdürmektedir.

Bu yol, ülkemiz insanının 15 000 000'unu ilgilendirmektedir. Sinop'tan başlayıp, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin'den Sarp Sınır Kapısına kadar uzanan 715 kilometrelik bir yoldur.

Bu yolda birtakım zorluklar vardır. Ben, bugün, konuşmamın ana teması olarak, bu yoldaki en büyük zorluk olan ödeneklerin yetersizliğinden bahsetmek istiyorum. 57 nci hükümet, bu yola gerekli önemi vermiş, başladığından bugüne; yani, 57 nci hükümetin işbaşına geldiği 1999 yılına kadar 250 000 000 dolar harcanmışken, son üç yılda 800 000 000 dolar bu yola sarf edilmiştir. Fizikî gerçekleşme oranı yüzde 45'lere çıkmıştır; ama, bütçe ödenekleri yetersizdir. Ayrıca, Hazine, Yüksek Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulu bulunan 2002 yılı kredilerini henüz onaylamamışlardır. Müteahhitler, iş makinelerini durdurmuş, kamyonlara çıkış vermektedirler.

Biz, Karadeniz insanı olarak bu yolun önemini çok iyi biliyoruz. İstiyorum ki, bu Meclis çatısı altında bulunan gerek o bölgeden seçilmiş milletvekili arkadaşlarım gerekse dolaylı olarak o bölgeyle ilgili 150'ye yakın Karadeniz kökenli milletvekili arkadaşım, bu yola gerekli hassasiyeti göstersinler.

2002 yılı, bu yol için çok önemlidir; çünkü, birtakım tahkimat, altyapılar yapılmış, asfalt mevsimi gelmiş; fakat, maalesef, hükümetimiz -Bakanlar Kurulu- çıkan ödenekleri, dış kredileri onaylamamış ve müteahhitler parayı kendi ceplerinden harcadıkları için, devletten ve buldukları kredileri alamadıklarından dolayı işleri durdurmuşlardır. Biz, bu yolun çalışmalarının aksamadan devam etmesini, planlandığı gibi, bu yolu, 2005 yılında Samsun'dan Sarp'a kadar 7 saatte değil, 3-3,5 saatte katetmek istiyoruz.

Bakın, bu yolun en önemli kesimlerinden birisini geçen hafta gezdim. Hepinizin bildiği gibi, Bolaman virajları, 45 kilometrelik yol bittiği zaman, 27 kilometreye inecek ve ulaşım 1 saat kısalacaktır. Maalesef, bu 27 kilometrelik kesimin 14 kilometresinde henüz kazma dahi vurulmamıştır; tünel inşaatları, viyadük inşaatları durma noktasındadır. 2002 yılı kredileri bir an önce serbest bırakılmalı, müteahhit alacakları defaten ödenmeli ve yol inşaatına hız verilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Ayrıca, 2003 yılı için de çalışmalara şimdiden başlanılmalı, firmalar yeterli krediyi bulmalı ve bulunan krediyi, Hazine, bir an önce onaylamalı, Bakanlar Kurulu ve Yüksek Planlama Kurulundan geçirmelidir.

Ayrıca, burada son olarak şunu söylemek istiyorum: Son günlerde basında da yer alan, gerek Ordu ve gerek Giresun'da meydana gelen sel felaketleri, Karadeniz Bölgesindeki yollarda büyük tahribat yapmıştır. Yine, bu bölge, heyelana, sele ve deniz tahribatına açık bir bölge olmasına rağmen, maalesef, Karayolları 10 uncu Bölge Müdürlüğü Trabzon'da bulunmaktadır ve kapatılma kararı alınmıştır. Bu kararın yeniden gözden geçirilmesini; zira, bu 750 kilometrelik yolun Erzurum'dan bakım ve onarımının yapılamayacağını huzurlarınızda bir kez daha ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bıçakçıoğlu.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, yerimden kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Bedük, buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkanım, dün Star Televizyonunda bir haber geçti: Ankara'nın Mamak İlçesinde birkısım okullarda öğrencilere karne verilmediğini, sebep olarak da, öğrencilerin, Millî Eğitim Vakfına toplanan 20 000 000 lirayı bulamadıklarından dolayı vermediklerini ifade ettiler. Bu, gerçekten vahim bir haber. Eğer, 20 000 000 lirayı bulamayan öğrencilerimiz ve veliler, kendi çocuklarının, kendilerinin karnelerini alamıyorlarsa bu bir ipotektir, bu bir rehin alma hadisesidir. Hadisenin doğruluk derecesini bilmiyorum; ama, delaletinizle, Millî Eğitim Bakanlığımızın, mutlak surette, bugün, Star Televizyonunda neşredilmiş olan, ifade edilmiş olan bu haberle ilgili bir açıklama yapmasını ümit ve temenni ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bedük.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun bir raporu vardır; okutuyorum:

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/1089) (S. Sayısı : 881) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

      Hesaplarını İnceleme Komisyonu              20.06.2002

Esas No. :3/1089

    Karar No. :8

Sayı : A.01.1.HEK/77

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Cumhurbaşkanlığı 2001 Malî Yılı Kesinhesaplarını ihtiva eden bu cetvel, içindekiler incelenerek kayıt defterine uygun olduğu anlaşılmış olup, İçtüzüğümüzün 180 inci maddesi gereğince Genel Kurula arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur.

           Başkan                   Sözcü                   Kâtip                  Denetçi

Nazif Okumuş Nural Karagöz Melek Denli Karaca              Çetin Bilgir

          İstanbul                 Kırklareli                   Çorum                    Kars

                 Üye                     Üye

                Alaattin Sever Aydın  Fikret Tecer

                                  Batman                  Kırşehir

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

                                     

(1) 881 Sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve 22 arkadaşının, yaylacılık ve yayla evleri konularındaki hukukî sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/294)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ekonomik ve sosyal dengelerin bozulduğu, her geçen gün pahalılığın arttığı, halkımızın fakirleştiği bilinen bir gerçektir.

Halkımızın geçim kaynağı olan yaylacılık ve yayla evleri hakkında yıllardır süren davalar, vatandaşlarımızı tedirgin etmektedir. Ekonomik ve sosyal yönden önem arz eden Mera Kanununda değişiklik yapılması, birlik, beraberlik ve huzurumuz için önem arz etmektedir.

Konuyla ilgili olarak gerekli değişikliklerin yapılması, ülke genelindeki durumun tespiti, çözüm yollarının bulunması için, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü maddesi gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1- İsmail Alptekin                                (Bolu)

2- Yahya Akman                                (Şanlıurfa)

3- Sait Açba                                (Afyon)

4- Osman Aslan                                (Diyarbakır)

5- İrfan Gündüz                                (İstanbul)

6- Mehmet Özyol                                (Adıyaman)

7- İsmail Özgün                                (Balıkesir)

8- Hüseyin Karagöz                                (Çankırı)

9- Nurettin Aktaş                                (Gaziantep)

10- Mahfuz Güler                                (Bingöl)

11- Dengir Mir Mehmet Fırat                                (Adıyaman)

12- Zülfikar İzol                                (Şanlıurfa)

13- Mehmet Altan Karapaşaoğlu                                (Bursa)

14- Maliki Ejder Arvas                                (Van)

15- Nevzat Yalçıntaş                                (İstanbul)

16- Mehmet Ali Şahin                                (İstanbul)

17- İlyas Arslan                                (Yozgat)

18- Musa Uzunkaya                                (Samsun)

19- Kemal Albayrak                                (Kırıkkale)

20- Ramazan Toprak                                (Aksaray)

21- Ali Sezal                                (Kahramanmaraş)

22- Ahmet Nurettin Aydın                                (Siirt)

23- Musa Uzunkaya                                (Samsun)

Gerekçe: Kullanım yönünden üç çeşit yayla vardır; bunlar:

1- Yazlık (Akdeniz Bölgesinde)

2- Hayvancılık ve sayfiye olarak kullanılan

3- Hayvancılık ve bahçecilik olarak kullanılan yaylalar.

Tarihten beri kullanılan bu yaylalar kadim yaylalardır. Devlet, bu yaylalara hiç müdahale etmemiştir. Ancak, son yıllarda Bolu ve yöresindeki yayla evlerinin yıkımı gündeme gelmiştir.

Hukukî durum:

Toprak hukuku, Türk Medenî Kanunu 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Sadece 641 inci maddede, bu hususta kanun çıkarılacağından bahsedilmiştir. Kanun, boşlukları, hâkimin örf ve âdetle halledeceğini öngörmüştür. Yüksek Yargıtay "yaylalara kalıcı nitelikte ev yapılamaz" şeklindeki yorumuyla, yayla evlerinin yıkılması yolunu açmıştır.

4342 sayılı yaylalar ve meralarla ilgili özel yasa 25.2.1998 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasayla, bu kabil yapılar hakkında yasaklayıcı bir hükmün bulunmadığı görünür.

1983 yılında yürürlüğe giren 2873 sayılı Millî Parklar Kanunuyla kadimden (geçmişten) gelen tüm kazanılmış haklar yok farz edilmiştir. Halbuki, bu yayla evlerine elektrik, su, telefon, imam dahi verilmiştir.

Türk Ceza Kanununun 1 inci maddesinde "kanunun açıkça suç saymadığı fiilden dolayı kimseye ceza verilemez" denilmektedir. Buna rağmen, yaylaya ev yapanlar, Türk Ceza Kanununun 513 üncü maddesine göre cezalandırılmışlar ve karar, Yargıtayca da onanmıştır.

Bu uygulama sonucu, Bolu köylüsünün hemen hemen yarısı sabıkalı duruma düşmüştür.

Yayla mevsiminin başladığı şu günlerde konu, acil çözüm beklemektedir. Aksi halde, Bolu köylüsü, tekrar, mahkeme kapılarında çile çekecektir.

Biz de, Bolu ve diğer illerimizdeki bu sorunların çözülmesi için, bu araştırma önergesini hazırlamış bulunuyoruz. Takdir Meclisindir.

Saygılarımızla.

BAŞKAN - Önerge, bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp, açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş 2 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

Birinci tezkereyi okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere  Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1123)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, 23-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte, 22-24 Mayıs 2002 tarihlerinde Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                  Bülent Ecevit

                                         Başbakan

LİSTE

Ali Tekin               (Adana)

Kürşat Eser             (Aksaray)

Ayfer Yılmaz    (İçel)

Emre Kocaoğlu                (İstanbul)

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İkinci tezkereyi okutuyorum:

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 3-20 Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere İsviçre'ye yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1124)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün, 3-20 Haziran 2002 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 90 ıncı Genel Konferansına katılmak üzere bir heyetle birlikte İsviçre'ye yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                  Bülent Ecevit

                                         Başbakan

LİSTE

Şevket Bülend Yahnici                                 (Ankara)

Mahfuz Güler                                 (Bingöl)

Mehmet Dönen                                 (Hatay)

Rıdvan Budak                                 (İstanbul)

Ali Emre Kocaoğlu                                 (İstanbul)

Veysel Candan                                 (Konya)

Ömer Üstünkol                                 (Zonguldak)

BAŞKAN -Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 117                           27.6.2002

27.6.2002 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 11 inci sırasına alınmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                 Yüksel Yalova

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                        Başkanı Vekili                               

Aydın Tümen        Mehmet Şandır

DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili

Nevzat Ercan          Beyhan Aslan

DYP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Hüseyin Çelik       Yasin Hatiboğlu

AK Parti Grubu Başkanvekili SP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına yarım kalan işlerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili Komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri ve Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının  müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/744) (S. Sayısı : 786)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/777) (S. Sayısı: 557)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

5.- Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/886) (S. Sayısı : 827)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

6.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin Tasarının müzakerelerine başlayacağız.

7.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 1/699) (S. Sayısı : 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

8.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

9.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

BAŞKAN - Komisyon?... Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

10.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı :  685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle İlgili Tasarının müzakeresine başlayacağız.

11.- Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında 485 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 541 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/209, 1/228) (S. Sayısı : 861)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

12.- Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1012) (S. Sayısı : 883) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Komisyon raporu, 883 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 883 sıra sayılı, Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bu getirilen tek maddelik tasarı, özünde, 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon Sultandağı'nda meydana gelen ve Afyon Merkez ve ilçeleri ile 48 belde ve 123 köy yerleşim yerinde takriben 505 000 insanı etkileyen depremden dolayı zarar gören; fakat, büyük bölümü beldelerde oldukları için ve Zorunlu Deprem Sigortası Kanunu gereğince de oturdukları evler kerpiç ve yığma olduğu için sigorta edilememiş bu vatandaşların konut ihtiyacını karşılamak üzere -ilkönce belediyeler tarafındandı, sonra, Plan ve Bütçe Komisyonu, bunu, belediyelerin hazırlayamayacağı gerekçesiyle, değiştirdi- toplukonut için hazırlanmış alanlarda kooperatif aracılığıyla ev inşa edecek olanların toplukonutlarına yardımcı olmak  üzere 70 trilyon  liralık bir ödenek aktarılmasına;  ayrıca, bunların o

                                           

(1) 883 Sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

yörelerdeki altyapı hizmetlerini, belediye hizmetlerini görebilmeleri için de, 50 trilyon liralık bir kaynağın, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığına aktarılmasına ilişkin bir kanun tasarısıdır.

Bu kanun tasarısını, biz, genel olarak olumlu buluyoruz; şundan dolayı olumlu buluyoruz: Ülkemiz, hakikaten, deprem kuşağındadır. Deprem kuşağında olan ülkemizde, çeşitli dönemlerde, büyük depremler, afetler olmaktadır. Bu depremler Erzincan'da meydana gelmiştir, Afyon'da meydana gelmiştir, en yakın zamanda Adapazarı Sakarya'da meydana gelmiştir ve bu depremlerde, gerçekten, çok önemli hasarlar meydana gelmiştir, bu hasarlara karşılık can kayıplarımız olmuştur; Adapazarı'nda 17 000 civarında insanımız vefat etmiştir.

Hem can hem mal kaybına sebep olan bu deprem afetleri karşısında, devletin bunlara yardım etmesi, en doğal vazifesidir; fakat, devletimiz de bunlarla başa çıkamayacağı için, çıkamadığı için, bize göre sosyal devlet yapısından biraz da uzaklaşarak, bundan sonra gelecek olan konutların Zorunlu Deprem Sigortası Kanununa tabi olmalarını, köyler hariç, beldelerde, ilçelerde ve şehirlerde bundan sonra meydana gelecek afetlerde, eğer, bir konut sigorta kapsamına alınmamışsa, sigortasını yapmamışsa, bunun karşısında, devletin, buna, konut ihtiyacı için yardım yapamamasını öngörüyordu; fakat, burada önemli bir aksaklık meydana geldi; o da şu: Daha önce Sigorta Kanunu Tasarısı görüşülürken, biz, Plan ve Bütçe Komisyonunda defalarca söyledik; şimdi, Türkiye'de bilhassa ilçelerde ve beldelerde -bilhassa beldelerde- yapılan mevcut binaların çok büyük bölümü, sigorta yapılmasına müsait değildir. Çünkü, Sigorta Kanununda diyor ki, yapılan binalar, eğer, teknik şartlara uygun olarak yapılmışsa, gelecek sigorta şirketi, kontrol edecek ve sigorta edecektir. Bunların miktarları var, az da bir miktar, çok da bir miktar değil; fakat, özellikle bahsettiği, yapılan konutların şartlara ve nizamnamelere uygun olarak yapılmasını esas tutuyordu.

Şimdi, bizim Türkiye şartlarında bilhassa doğu ve güneydoğuda çok açık olarak şu vardır: Beldelerin büyük bölümü, zaten belde olacak kadar 2 000 - 3 000 nüfuslu yerler de değillerdir, 500 nüfuslu, 1 000 nüfuslu; 4 - 5 köy bir araya gelmiştir, merkezde bulunan köy, belde merkezi kabul edilmiş ve burası belde kapsamına alınmıştır. Evler tamamıyla köy evleridir, çok büyük bir bölümü köy evleridir. Bu köy evlerinin büyük bir bölümünün duvarları yığma taşlardan yapılmıştır ve çoğu da beton ve çimento değildir, çamurdan yapılmıştır, üzerine de ahşap örtülmüştür. Bilhassa, Doğu Anadolu'da soğuktan ve yağmurdan korumak için 40 - 50 santim kadar toprak üzerine örtülmüş ve dolayısıyla yan taşıyıcı duvarları son derece zayıf, üzerine en az 50 santimlik toprak bir ağırlık basan bu binalar, en ufak bir depremde yıkılmakta ve hem can kaybına hem de mal kaybına sebep olmaktadır.

Şimdi, bu Sigorta Kanunu Tasarısı Komisyonda görüşülürken, bunu defalarca söyledim, o zaman, bunu Sayın Kemal Derviş'e de söyledim, siz bu kanunu getirdiğiniz zaman, Doğu Anadolu'daki, benim bu bildiğim beldelerdeki inşaatların çok büyük bir bölümü sigorta kapsamına alınmaz ve yaptıramazsınız dedim. Kendileri, bu duruma çok fazla dikkat edilmeyeceğini ve sigorta kapsamına alınacağından bahsetmişlerdi; fakat, bu kanun tasarısını, gerekçesinin üzerine basarak hükümet getirmiştir. Gerekçesinde beldelerdeki yapılardan bahsederek diyor ki "... taş, kerpiç, samanlı çamurla, inşa edilen yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların üzeri kamış, sazlık ve sıkıştırılmış topraktan oluşan bir çatı örtüsü ile kaplanmış, fen ve sanat kurallarına uygun olmayan yapılar olduğundan Zorunlu Deprem Sigortası da yapılamamaktadır."

Şimdi, bizim o gün söylediğimiz, burada kanun tasarısının gerekçesine de yazılmıştır. Şimdi bunlara bir tedbir alınmadıktan sonra, her gelen depremden sonra, her afetten sonra böyle bir kanun getirirsiniz; çünkü, o yöre halklarında büyük tepki meydana getirir, onlara Toplu Konut İdaresi için bir para aktarmak zorunda kalırsınız. Bu da, getirmiş olduğunuz Sigorta Kanununda yine bir aksaklık meydana getirir. Zaten şu anda büyük bir oranda binalar sigorta yapılamıyor, bunun daha çok yapılamamasına sebep olur. Aksi takdirde, her afetten sonra böyle bir kanunu getirmek ihtiyacını hissedersiniz.

Burada iki konu daha vardır; birincisi şu: O yıkılan evler yıkılmıştır, sigorta yapılamamıştır ya kendisi yaptıramamıştır veyahut da sigorta kurulları bu evleri sigorta etmemiştir; fakat, ev yıkılmıştır, bu adamlar afete uğramışlardır ve bunlara devlet bir şekilde yardım etmek zorundadır. Yani, bunlar sigorta kapsamına alınamadığına göre, Toplu Konut kapsamında bunlara ödenek aktarılması doğrudur. Yalnız, şimdi bunu dediğimiz zaman, böyle şey anlaşılmasın; Yalova'da, Adapazarı'nda, Sakarya'da, mevcut o büyük depremden dolayı, hâlâ üzerinden iki yıldan fazla, üç yıla yakın zaman geçmesine rağmen, inşa edilememiş, evlerine, kalıcı konutlarına girememiş insanlarımız vardır, bunların da problemlerini çözmek gerekir. En önemlisi de, Adapazarı, İzmit, Yalova, Düzce merkez olmak üzere, buradaki belediyelerin dahi bir bölümünün -büyük bölümü çözülmüş olsa bile- hâlâ altyapı sorunları çözülememiştir. Şimdi burada 50 trilyon lirayı Toplu Konut İdaresine altyapı için aktardığımız zaman, o vilayetlerdeki kişiler sürekli olarak bizleri arıyorlar ve diyorlar ki: "Adapazarı'nda, Sakarya'da, Yalova'da, Düzce'de altyapı ihtiyaçları giderilemeyen bu belediyelere de bir formül getirin, bu parayı fazlalaştırın, oralara da yardım gönderin; çünkü para yetmez. Yoksa, bizim de altyapılarımız hazırlanmadı, bizim de altyapılarımız yok; bize de mutlaka bir ödenek aktarmanız gerekir."

Bu arada, bundan bir müddet önce Hatay'da ve en yakın zamanda Giresun'da meydana gelen sel felaketlerinden dolayı da afetler meydana gelmiştir. Bu deprem konutlarına benzer olarak, meydana gelen afetlerden dolayı... Karadeniz'deki yağışlardan dolayı Giresun'da bir afet meydana gelmiş ve Giresun bölgesindeki insanlar da kendilerine yardım edilmesini, afet bölgeleri ilan edilmesini... Bütün televizyonlar gösterdi, çoğu köy ve beldelerin yolları tamamen tahrip olduğu için ulaşılamadığından bahsedildi. Şimdi, bu yardımları nasıl yapacağız, nasıl edeceğiz, bunlara nasıl ulaşacağız; bunları da bir düşünmemiz lazım.

Biz Saadet Partisi olarak, bu kanun tasarısının doğru; fakat, çok eksik olduğunu; en azından, bu getirilecek konuda belediyeler için yapılan 50 trilyon yardımın çok az olduğunu; bahsettiğim büyük afete uğramış bu bölgelerin belediyelerine de aktarabilmek için bu miktarın artırılması gerektiğini; ayrıca, bahsettiğim gibi, Giresun ve Karadenizde, yeni, daha bir hafta önce olan sel felaketi esas olmak üzere, Hatay'da ve Giresun'da sel felaketi yaşayan yerlere de ödenekler aktarılması ve bu ödeneklerle de bunların altyapı ve konut ihtiyaçlarına da çare bulunması gerektiğini burada belirtmek istiyorum.

Yalnız, şimdi, sayın milletvekilleri, bu sel konusunda da bir iki şey söylemek istiyorum; çünkü, sel konularında Türkiye'de meteorolojiden sorumlu bakanlığa da -biraz önce sıra, esasında, onunla ilgili tasarıdaydı; fakat, görüşülmedi- biz gerekli önemi vermediğimiz için, bütün dünyada yapıldığı gibi bu afet tatbikatlarında, sel afetlerinde ciddî bir inceleme yapmadığımız, takip etmediğimiz için, ancak, afetler olduktan sonra tedbir almaya kalkıyoruz. Bu da, hem can kaybının hem de mal kaybının çok büyük olmasına sebep oluyor. Halbuki, dünyada yapıldığı gibi, eğer biz de sel afetlerini önceden gözetleyebilecek olsak, 1 saat ilâ 7 saat öncesinden, bu kapsama alınan bölgelerde kesin afet ihbarlarını Batılılar gibi yapabilsek, buradaki insanlarımıza, önceden yapılan tatbikatlarla, o afetlerden nasıl kurtulabileceklerini izah edebilsek, en azından, can kaybını, mal kaybını daha az zararla atlatırız ve bilhassa, dere yataklarına konut imkânını vermesek, dere yataklarına konut yaptırmasak, bu depremlerden ve bu sel afetlerinden çok daha az zararla kurtuluruz diye düşünüyorum.

Tabiî, burada bir konu -hükümetin gerekçesinde de var- daha var; diyor ki, burada büyük bölümümüz köylü tabakasıdır. Köylüler de Türkiye'nin en fakir tabakası olduğu için, bu köylüler buralara konut yapamıyorlar. O halde, bu köylerde evleri yıkılmış olan insanlar, gösterilecek yerlerde konut, toplukonut yapmak istiyorlarsa, biz bir konut yaptıralım.

Tabiî, bu hükümet döneminde bir gerçek var; bilhassa, hayvancılıkla ve çiftçilikle uğraşanlar, bu hükümet döneminde mağdur edildi. Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları da ortadadır. En son rakamlara göre, çiftçilerin oniki ayda ellerine geçen paralar -büyükbaş hayvancılıkla uğraşanlarda- yüzde 28,6'da kalmıştır. Yani, yüzde 92 enflasyonun olduğu bir Türkiye'de hayvancılıkla uğraşanların eline geçen net artış yüzde 28,6'da kalmış, dolayısıyla, Türkiye'de hayvancılıkla uğraşanlar son derece mağdur edilmişlerdir. Dolayısıyla, doğrudur, hakikaten, bunların kendi evlerini yapacak durumları olmadığı için, bunlara da bir yardım yapmamız gerekecektir diye düşünüyorum.

Şimdi, burada bu deprem konusuyla ilgili bir konuyu daha söylemek istiyorum, o da şudur: Toplu Konut İdaresine verdiğimiz evler yapılırken ciddî denetim yapmamız lazım. Bir Yapı Denetim Kanunu getirdik; ama, bunun ciddî bir uygulamasına geçemedik. Şimdi, Türkiyemizde yapılan toplukonutların çok büyük bir bölümü ciddî denetimden yoksundur. Yapı denetimine alınmayan iller için konuşuyorum; yapı denetimine alınmayan illerde kâğıt üzerinde sadece ad olarak bir kontrol mühendisliği görünüyor; ama, o mühendis o inşaatlara gidip bakmıyor ve yapılan inşaatlar, 5 katlı, 6 katlı, 7 katlı, hatta, 8 katlı binalar ciddî hiçbir denetim yapılmadığı için teknik şartlara son derece aykırı olarak yapılmakta, deprem şartlarına uygun binalar yapılmamakta ve dolayısıyla da, bir deprem olduğu zaman buralarda çok büyük zararlar meydana gelmektedir.

Şimdi, Sayın Bakanlığa şunu buradan tekrar söylemek istiyorum: Bu kanun kapsamında, gerçekçi bir şekilde, bu yapı denetimini tüm Türkiye'ye teşmil etmek, bilhassa, toplukonutlarda ciddî denetim yapmak, sigortasız evlere, sigortası olmayan hiçbir konuta müsaade etmemek, dolayısıyla da, depremlerin, hiç olmazsa, bundan sonra, böyle büyük felaketlere yol açmasını önlemeye çalışmak doğrudur diye düşünüyorum.

Bir başka önemli konumuz da zemin etütleriyle ilgilidir. Bu zemin etütlerini ciddî ciddî yapmak, zayıf zeminler üzerine konut inşa ettirmemek, deprem fayı üzerinde olan yerlerde 10 katlı, 12 katlı binalara müsaade etmemek gerekmektedir.

Şimdi, sadece bizim Erzurum İlimizden biraz bahsedelim; tam fayın geçtiği yerde -son yapılan konutlarda- 10-12 katlı binalar var. En büyük fay kırığının olduğu yerde 10 katlı, 12 katlı toplukonut olarak bina yapılmış ve bunların hiçbir tanesi de ciddî bir denetime uğramamıştır. Şimdi, ciddî denetim yapmayacaksın, bu binaların çoğunu sigortacılar sigortalamayacak, ondan sonra da bir deprem olduğu zaman katrilyonlarca zarar meydana gelecek, ondan sonra bu zararları nasıl kapatacağız diye düşüneceğiz.

Bir başka konu da, sizin çıkardığınız bu son deprem kanunlarıyla, bu deprem konutları için gelen paraların incelenmesini Sayıştay denetimi dışına çıkarmanız ve buradan da birtakım dedikoduların çıkacak olmasıdır. Onun için, buradaki hatalar çok.

Bunun için şunu söylemek istiyoruz: Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanımız, Plan ve Bütçe Komisyonunda dünkü yaptığı konuşmalarında bize söylemişti; onun hayata geçirilmesini düşünüyoruz. Sayın Bakan, çıkarılacak Toplukonut Kanununda, son, Zorunlu Deprem Sigortası Kanununda ve Yapı Denetimi Kanununda toplu bir çerçeveye gitmeyi düşündüklerini ve bu çerçevede bu zararların göz önüne alınacağını ve bu tarz zararlara bir daha uğranılmaması için ne gibi tedbirler almaya çalışacaklarını Plan ve Bütçe Komisyonunda açıklamışlardı. Ben, şahsen, bu açıklamanın doğru olduğunu, fakat bir an önce hayata geçirilmesini kendilerinden istiyorum.

Yeri gelmişken depremle ilgili olarak bir de şunu söylemek istiyorum: Altyapılarda, bilhassa bu belediyelerin afet kapsamına alınması konusunda önemli problemler meydana geliyor; konu şu: Bir belediyeyi deprem veya sel felaketinden dolayı afet kapsamına aldığımız ve bunun katsayısını da 2, 3, 5 yaptığımız zaman, bunun parasını başka bir fondan ayırmadığımız ve mevcut diğer belediyelerden kesip buraya para verdiğimiz için, bu, çok büyük itirazlara sebep olmakta ve afet kapsamına girmeyen belediyeler, öyle veya böyle, haklı veya haksız, kendi paralarının azaltıldığını; birtakım belediyelerin ise afet kapsamına girdikleri zaman, haklı veya haksız -itiraz çok fazla olmakta- onlara fazla para ödendiğini; bunların siyasilerden, iktidara yakın olan partilerden alındığını iddia etmekte. Bunu önlemenin en güzel yolu -yine, dün, Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakanın da söylediği gibi- afete uğrayan belediyelere yardımın, artık, diğer belediyelerin paralarından kesilerek değil de, ayrı bir fondan verilmesinin doğru olacağı, dolayısıyla bu tip şikâyetlerin de, artık, önleneceği ve doğru olanın da, madem bir belediye afete uğramışsa, onun altyapısını gerçekçi hesaplara dayanarak yapılacak şekilde; fakat, hükümetçe yapılan ayrı bir fondan aktarılmasıdır. Böylece, bu şartlarda da diğer belediyelerin gelirleri azalmayacağı için, oradan da şikâyet gelmeyecek ve işin doğrusu da, hem afete uğrayanın derdini çözeceğiz hem de afete uğramayan belediyelerin imkânlarını kısarak onların halka hizmet etmelerini engellememiş olacağız diye düşünüyorum.

Netice olarak şunu söylemek istiyoruz: Üzerinde en çok durarak ve vurgulayarak tekrar söylemek istediğim konu şudur: Bundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki -üzerine basarak konuşuyorum- ilçelerdeki ve bilhassa ve bilhassa beldelerdeki evlerin nasıl sigortaya alınacağı konusunda yeni bir düzenleme yapmak zorundayız. Oradaki mevcut evleri bugünkü yapı şekilleriyle, bugünkü yapı standartlarıyla sigorta kapsamına almamız mümkün değildir. Çünkü, bu yapıların hiçbirisi teknik yönden bunu almaya müsait değildir. Onları bu kapsama alabilmek için mutlaka düzeltmek ve denetlemek zorundayız.

İkincisi de, Türkiyemizde halkı artık şuna inandırmak zorundayız: Bilhassa vilayetlerdeki binalar mutlaka sigorta kapsamına, DASK kapsamına alınmalı. DASK kapsamına alınmadıkları takdirde, bir deprem meydana geldiği zaman büyük problemlerle karşılaşacakları konusunda halkı ikna etmeliyiz, izah etmeliyiz, onlar da gelip kendileri sigorta kapsamına girmelidirler. Hâlâ, Türkiye'de, bu kanun çıkalı bir yıldan fazla olmasına rağmen, kanun kapsamında sigorta olan bina sayısı yüzde 20, yüzde 30'larda dolaşıyorsa, bu, iki şıktan meydana geliyor; birincisi, halkın ekonomik durumunun son derece aşağı düşmesinden, ikincisi de halkın bu hükümetin çıkardığı kanunlara güvenmemesinden meydana gelmektedir.

Şimdi, size, halkın bu konuda güvenmemesi derken, hükümete bir şey diyeceğim, belki benim için siyasî konuşuyor diyecekler; ama, ben burada gerçeği söylemek istiyorum. Evvelki gün burada, Millî Eğitim Bakanı hakkında kurulan soruşturma komisyonu raporu görüşüldü, hükümet üyelerinden 3 kişi gelip Sayın Bakana güvenoyu verebildi, diğerleri gelip de burada oy bile vermedi. Niye oy vermediler; milletvekillerimiz oy verme yerine girince ne oy verecekler bilemiyoruz, lehte mi verirler, aleyhte mi verirler diye düşünüyorlar ve onlara güvenemedikleri için, yani iktidar, kendi milletvekillerine güvenemediği için toplu olarak milletvekillerini oy verme yerine gönderemediler. Şimdi, bu kadar, kendi milletvekillerinize siz güvenemezken halk size nasıl güvenecek? Yani, böyle, açık olarak konuşalım. Siz kendi bakanınızı savunmaktan aciz kalırsanız, kendi bakanlarınıza güvenoyu verecek kadar medenî cesaret gösteremezseniz ve bu cesaretiniz olmazsa halk sizin neyinize güvensin de sizi burada oturtsun. Evvela, siz kendinize güvenmeye bakın ki halka da bir şey demeye hakkınız olsun. Bir bakanını bile savunamayan bir hükümetle dünya tarihinde ilk defa karşı karşıya geliyoruz. Bunun başka izah tarzı yoktur. Bundan sonra, demek ki, siz, herhangi bir bakanınız hakkında bir konuda muhalefet bir iddiada bulunduğu zaman, o bakanınızı, demokratik hakkınızı kullanarak, şahsiyetli bir milletvekili olarak, gidip "hayır efendim, biz buna evet diyeceğiz, biz seni suçlu bulmuyoruz" deyip de oy vermesi için kendi milletvekillerinizin oy verme yerine gitmesine bile tahammül edemiyorsunuz, güvenemiyorsunuz. Siz, güvenmediğiniz zaman, halk, hiç güvenmiyor ve halk size diyor ki:" En güzel şey, siz, gelin istifa edin ve gidin" (SP sıralarından alkışlar)

Bakın, bir şey daha söyleyeceğim. Bu konuları biraz böyle ciddîye alın. Bugün dünyada çok önemli ekonomik olaylar meydana geliyor. Brezilya'da, tekrar Arjantin'deki gibi büyük bir panik yaşanmaya başlandı. Amerikan denetim şirketlerinde önemli bir skandal meydana geldi ve 24 saatten beri Amerikan borsalarında, Avrupa borsalarında Güney Amerika borsalarında önemli düşüşler meydana geldi. Şimdi, bunun karşılığında Türkiye'de mevduat bakımından -5 ve 6 ncı-  iki tane büyük bankamız fon denetimine alınmak durumuyla karşı karşıya; birisi alında, birisi alınmak durumunda.

Şimdi, Türkiye'de ve dünyada, bu kadar ekonomik krizin olduğu bir yerde, Sayın Başbakanımız "ben, iki hafta, üç hafta daha, yine doğru dürüst denetimlere gelemeyeceğim, nekahet  devresinde evde kalacağım " derse, Türk ekonomisini bundan kurtaramayız. Bugünlerde, bir başbakanın 24 saat Başbakanlıktan ayrılmadan bu ekonomi üzerinde durması gerekirken, siz hâlâ "ben, iki hafta, üç hafta daha dinlenmek istiyorum "derseniz, burada yanlış yaparsınız ve bu, ekonomik yönden hakikaten bir felaket olur. Bütün Türkiye borsalarını açın; bir günde borsa, yüzde 5 düşüyorsa, bir ay önce iki ay önce 1 300 000 lira olan dolar şimdi 1 650 000 lirayı buluyorsa, bunlar üzerinde düşünmek zorundayız. 3 Mayıs günü yüzde 52 olan bono faizleri, dün yüzde 77'ye çıkmışsa, bunun üzerinde düşünmek zorundayız. Sizin yaptığınız hazine borçlanmalarında, borçlanma oranını yüzde 65 olarak almıştınız; yüzde 77'ye çıktı, bunun üzerinde düşünmek zorundasınız.

Size ben bir şey söyleyeceğim; bu nasıl bir ekonomidir ki, enflasyon düşerken faiz oranları artıyor! Mayıs ayında enflasyon oranları yüzde 70'lerde iken, faiz oranları yüzde 52, şimdi gelmişsiniz "enflasyon yüzde 50'nin altına düştü" diyorsunuz! Bono faizleri yüzde 77'lere çıkıyor ve reel faiz bu kadar artıyor. Bu reel faizle siz de götüremezsiniz; aynı, bankalar gibi siz de batarsınız, yarın yine IMF'nin kapısına gelirsiniz.

Bunun için, ben size diyorum ki, madem ki, bu işi yapamıyorsunuz, en güzel şey, gelin, istifa edin ve onu yapacaklar buraya gelsinler.

Hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Polat.

Demokratik Sol Parti Grubu adına Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın.

Buyurun Sayın Yakın. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA GAFFAR YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin son çalışma gününde, hükümetten gelen bu kanun tasarısının, öncelikle, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüp, bir an önce Mecliste yasalaşması için yardımcı olan tüm siyasî parti grup yöneticilerine; biraz sonra, reyleriyle katkıda bulunacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm milletvekillerine; 3 Şubattan sonra bölge halkımıza sahip çıkan bütün devlet büyüklerimize, Cumhurbaşkanımıza, aynı gün, deprem günü Eber'e gelip, söz veren Sayın Başbakanımıza, Başbakan Yardımcılarımıza, bakanlarımıza, Genelkurmay Başkanımıza; bugüne kadar insanlarımızı açıkta bırakmayan, aç bırakmayan, susuz bırakmayan tüm kuruluşlarımıza; başta Kızılay olmak üzere sivil toplum kuruluşlarımıza; Afyon depreminden dolayı yardım eden tüm insanlarımıza; millet olmanın gereğini gösteren, zor günlerinde ve dün de olduğu gibi, sevinçli günlerinde kenetlenen ve gerçekten büyük bir devlet ve büyük bir millet olduğunu gösteren Türk Milletine; mensubu bulunmakla her zaman kıvanç duyduğumuz, övündüğümüz ve çatısı altında bulunmaktan dolayı şeref duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisine -bir Afyon vatandaşı olarak saygıyla önünüzde eğilir- hürmetlerimi ve teşekkürlerimi arz ederim.

Depremle birlikte, devletimiz, hükümetimiz, insanlarımızı açıkta bırakmamak, aç bırakmamak, o kış günlerinde sahip çıkmak üzere, elinden gelen her türlü imkânı seferber etti.

Kızılayımız, 20 000'in üzerinde çadır getirdi, artık çadır fazlalığı oluşmuştu. Yemek yapmak için 10'dan fazla mutfak kuruldu. Bütün sivil kuruluşlardan yemek yardımları geldi, battaniye geldi, yiyecek geldi ve bazı sivil kuruluşlarımız, gecenin karanlıklarında, nerede bir aç var, nerede bir yoksul var; onlara yardım edelim diye, getirdiler -kurban bayramında köylerde rastladık- yardımlarını dağıttılar. Acil olarak yapılması gereken her türlü hizmet gerçekleştirilmişti.

Orta vadede yapılması gereken, konteynır tarzındaki hizmetler... Sayın Bayındırlık Bakanımızın da Afyonlu olmasının büyük faydasını gördük; o dönemde, Afyon'a diğer illerden konteynırlar geldi, birçok beldemize yerleştirildi, altyapıları hazırlandı.

Bu dönemde, ilk günden itibaren bizleri yalnız bırakmayan, maddî ve manevî yardımını esirgemeyen, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan sorumlu Devlet Bakanımız Hasan Gemici Beye de özellikle teşekkür etmek istiyorum; bu depremde konutu az hasarlı, orta hasarlı ve ağır hasarlı olan insanlarımıza, hayatını kaybeden insanlarımıza, Başbakanlıktan 500 000 000, 1 000 000 000 ve 1 500 000 000'lık yardımları çıkarttırdı ve onların da dağıtımına başlandı.

Uzun vadeli çözümde tıkanmıştık. Çünkü, Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameye göre, belediyelik olan yerlerde, beldelerde bu deprem sigortasından dolayı devletimizin ev yapmasında büyük bir sıkıntı vardı; ama bu beldeler, büyük oranda, Afyon'da, irileşmiş köyler olarak ifade edebileceğimiz, gerçekten fakru zaruret içerisinde yaşayan yerlerdi ve yıkılan evlerin büyük bir çoğunluğu da zaten kerpiçten, sazlıklardan yapılmış, 100 yıllık, 120 yıllık evlerdi. Bu, evlerini kaybetmiş olan insanlarımız, şu anda, yine, Sultandağı'nda, Çobanlar'da, Bolvadin'in beldelerinde, bu Meclisi dinleyip, bu Meclisin bugünkü toplantısına kadar "ne olacak bizim halimiz"in endişesini yaşıyorlardı, onların vekilleri olarak biz de yaşıyorduk; ama başında da söylediğim gibi, devletine, milletine ve hükümetine güvenen ve daha önceki sorunlarda da, sorunları, büyük sorunları aşmasını bilen Türk Devleti ve Milleti bu konuyu da... Bayındırlık Bakanlığımızın ve Bakanımızın çalışmaları sonucunda, Başbakanlık ve Toplu Konut İdaresi yöneticileriyle birlikte bir model geliştirildi ve böylece, zorunlu deprem sigortası da delinmemiş oldu; çünkü, zorunlu deprem sigortası, uzun vadede, Türkiye için bir zaruret; deprem kuşağında olan bu ülkede, ne zaman, ne büyüklükte bir depremin olacağı belli değil ve depremde yıkılan bütün bu evleri, devletimizin yapabilme imkânı yok, çok daha büyük depremlerin zararlarını karşılayabilme imkânı yok.

Bu açıdan, zorunlu deprem sigortasının delinmemesi doğru bir yaklaşımdı; ama, bu beldelerde, çamurdan evleri yıkılmış olan insanların ev sorunlarının çözülmesi de mutlaka bir zaruretti. Nasıl çözüldü: Hükümetimiz, bu tasarıyla, Toplu Konut Fonu aracılığıyla, uzun vadede ve düşük faizle geri ödenmek şartıyla, evi yıkılan bu insanlarımıza kredi imkânı sağlamış oluyor. Toplam 70 trilyon liralık bir kaynak, Toplu Konut Fonuna, sadece, Afyon, Sultandağı, Bolvadin, Çay depreminden zarar gören insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere aktarılıyor ve bu insanlarımızın oluşturacağı kooperatifler vasıtasıyla, bu kredi kullandırılmış olacak. İnsanlarımız ya kendi arsalarında, yıkılan evlerinin üzerinde veya toplu olarak, Hazineden veya belediyenin belirlemiş olduğu yerlerden alınacak arsalar üzerinde, gene Bayındırlık Bakanlığının hazırlayacağı projeler çerçevesinde, depreme dayanıklı modern evlere kavuşmuş olacaklardır.

Sayın milletvekilleri, zorunlu deprem sigortası henüz kanunlaşmadı; ama, deprem sigortası kanunu tasarısıyla ilgili, bir milletvekili olarak ve bu kanunun bugün çıkmasından dolayı sevinen bir milletvekili olarak, kendimi, bir noktanın altını çizme mecburiyetinde hissediyorum. Bugün, 1980'li ve 1990'lı yıllarda, bol miktarda oluşturulan belde belediyelerinde yaşayan insanlarımızın büyük bir kesiminin oturmuş oldukları evler, deprem sigortası yaptırılabilecek durumda değildir. Bu beldelerdeki evlerin, mutlaka, Türkiye genelinde, zorunlu deprem sigortası kapsamının dışına alınması veya mutlaka başka bir çözümün bulunması lazımdır. Biz, bugün, böyle bir kanunla, karşılaşmış olduğumuz böyle bir acil durumdan dolayı, böyle bir ayrıcalıkla, Afyon'da yaşayan insanlarımızı sıkıntılarından kurtarıyoruz; ama, Türkiye'nin her bir beldesinde yaşayan insanlar da bizim insanlarımız. Allah bir daha deprem göstermesin; ama, tekrar böyle bir depremle karşılaşıldığında, o beldelerde yaşayan insanların da karşılaşacağı durumların, bu zorunlu deprem sigortası çıkarılırken, mutlaka göz önüne alınması gerekir diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün, Meclisimiz, son çalışma gününde, hükümetimizin hazırlamış ve sunmuş olduğu bu kanun tasarısını, sizlerin değerli katkılarınız ve reylerinizle kanunlaştıracaktır. Bizim, bölge insanları olarak, bu kanun tasarısının hazırlanmasında ve bugüne kadar gelmesinde büyük emekleri geçen, Değerli -Afyon Milletvekilimiz- Bayındırlık Bakanından bir istirhamımız var; inşallah, elbirliğiyle, bu kıştan önce bölgemizin insanlarını yeni evlerine kavuşturur ve bu kışı sıcak konutlarında geçirmelerini sağlarsak, bu insanlarımıza, devlet olarak, millet olarak görevimizi yapmış olmanın mutluluğunu bir defa daha tadacağımızı ifade etmek istiyorum.

Son olarak, Afyon'da depremden zarar gören, mağdur olan insanlarımıza, kara kara düşünen ve geleceğinin ne olacağını merak eden insanlarımıza, bir kere daha, gerçekten, büyük devlet olduğunu, büyük millet olduğunu ve her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğini ispatladığı için, devletimize, 57 nci hükümete ve onun değerli bakanlarına; bu kanun tasarısının yasalaşması için parti farklılığı gözetmeksizin destek veren tüm parti gruplarının yöneticilerine ve bu büyük milletin şerefli temsilcisi olan siz saygıdeğer milletvekillerine, tüm Afyonlular adına teşekkür ediyor; yeni çalışma döneminde buluşuncaya kadar hepinize allahaısmarladık diyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yakın.

Bu arada, uzun bir süreden beri aramızda bulunmayan ve başarılı bir ameliyat sonrası nekahet dönemini tamamlayıp, aramıza katılan Sayın Sökmenoğlu'na, bütün arkadaşlarım adına ve Başkanlık Divanı olarak "hoş geldiniz" diyorum. Kendilerine, yeniden sağlıklı, mutlu günler temenni ediyoruz. (Alkışlar)

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sağ olun Başkanım.

BAŞKAN -Doğru Yol Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA İSMET ATTİLA (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerimin başında, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği üzere, 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon'da, Sultandağı'nda, Çobanlar'da, Çay'da, Bolvadin'de ve geniş bir alanda depremle karşı karşıya kaldık. Bir defa daha, depremde hayatını kaybeden hemşerilerime Allah'tan rahmet diliyorum; geride kalanlara da sabır niyaz ediyorum.

O gün, gerçekten, Afyon'un büyük bir alanını kapsayan bu depremde, bu saydığım ilçelerin yanı sıra, 48 beldede 128 köyde -gerekçede de yer aldığı üzere- aşağı yukarı 550 000 Afyonluyu ilgilendiren bir afetle karşı karşıya kaldık. Böyle afetlerin bir daha olmamasını Yüce Mevla'dan niyaz ediyorum.

Bu kanun tasarısı, her zaman olduğu gibi, hep istim arkadan gelsin anlayışıyla, bu hükümetin, beş ay sonra uyanarak, Yüce Meclise son gün getirdiği bir kanun tasarısıdır.

Nitekim, deprem olduğu gün, Sayın Başbakan, Sayın Başbakan Yardımcıları oraya geldiler, hepsi büyük vaatlerde bulundular, "yıkılanı yaparız" dediler. Ne var ki, biz, Afyonlular olarak, bugüne kadar, düne kadar bunu bekledik. Nitekim, deprem bölgesindeki hemşerilerimizin, akşam olduğu zaman, orada yalnız kaldıklarını gördüğümüz için de, bunu, her vesileyle dile getirdik.

Tabiî, bugün, böyle bir kanun tasarısının getirilmiş olmasından ve Doğru Yol Partisi Grubunun da, bugün, burada öncelikle görüşülmesine "evet" demesinden dolayı, bir Afyonlu olarak, Afyon milletvekili olarak memnunum. Yalnız, çıkacak olan bu kanunla, gecikmiş bu kanunla, uygulama nasıl olacaktır? İşte, beklediğimiz, bakacağımız da odur; çünkü, bu, bir yönetmelikle; yani, oradaki kredi kullandırma işi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle tespit edilecektir. Şimdi, bu yönetmelik ne zaman çıkacak, ne zaman yayımlanacak, burada ne gibi şartlar yer alacak; bunlar çok önemlidir, zaman bakımından önemlidir.

Bir de, bu kredilerin yerine gitmesi ve önceden, kooperatif bezirgânlarının o bölgede yer almaması, bu hükümetin ve Bayındırlık İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresinin en çok dikkat edeceği hususlardır; çünkü, bu kanun tasarısının Meclise geleceğini hemşerilerim öğrenmiş. Öğrendikten sonra da, birkısım insanlar, orada, kooperatif kurma çalışmalarını yönetmek üzere, şimdiden harekete geçmişler. Aldığımız bilgi budur. Aslında, hak sahibi olanlar kooperatif kuracak ve onlara kredi verilecek. Sonrası da, tabiî, takibi bakımından, çok önem arz etmektedir.

Burada, köyler yok. Köylerin durumu ne olacak?

Afyon'da, yaz çabuk geçecektir. Uygulanan ekonomik politikalar itibariyle, esasen bütün Türkiye'de ekonomik kriz yaşanırken, Afyon'da bu depremin olması, hakikaten, o yörede yaşayan insanlarımızın -deprem olsun olmasın- Afyonumuzun yarasına tuz biber ekmiştir; Afyonlunun tabiri de budur. Afyon'da -uygulanan politikalar itibariyle, her geçen gün dünü arar hale gelmiş olunmasından dolayı- sadece deprem olan yerler zarar  görmemiş, deprem olmayan yerlerde de zarar ortaya çıkmıştır.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu kredi kullandırma işinin en iyi şekilde yapılması, yönetmeliğinin bir an önce çıkarılması konusu da dahil olmak üzere, bunların hepsini, tabiî ki, bir görev olarak takip edeceğiz.

Belediyelerle ilgili olarak, bu hükümetin, özellikle Bayındırlık ve İskân Bakanlarının -hemşerim de dahil olmak üzere- yaptığı haksızlığı, bu kürsüden, bir defa daha dile getirmek istiyorum. Belediyelerin, afete maruz olan belediyelerin afet kapsamına alınmasında, maalesef -daha önceki afet kararnameleri Danıştay tarafından iptal edilmiş olmasına rağmen- bu hükümet, özellikle de bu hükümetin MHP'li bakanları -hiç kimse alınmasın- bu konuda da adaletsizliğe, insafsızlığa alet olmaya devam etmektedirler. Hakça, adaletçe ve bayındırlık iskân müdürlüklerinin tespitlerine göre belediyelerin afet kapsamına alınmasına bir sözümüz olamaz; ama, gelin görün ki -Afyon'da da bu vuku buldu- deprem olmadığı halde, depremde zarar görmediği halde, MHP'li belediyelerin hisselerinin artırılmış olması vicdansızlıktır, adaletsizliktir. Bu adaletsizliğin en önemli sebeplerinden bir tanesi, İller Bankasına ayrılmış paylardan, afet olan bölgelere verilmesi, tamam; ama, afet olmayan bölgelere de bu para kaydırılmak suretiyle, o bölgede yaşayan insanlar Doğru Yol Partili belediye diye veyahut da muhalefete mensup belediyeler diye, bir şekilde, sözde, o belediye başkanı cezalandırılıyor; aslında, o belediye başkanı değil, o bölgede yaşayan insanlarımız cezalandırılıyor. Onun için -adaleti elden bıraktığınız zaman- işte, bugün, bu ülkede olanlar da, adaletin elden bırakılması sonucunda meydana gelmiştir ve bu hükümet de, her zaman, her yerde, adaletsizliği, çifte standardı sanki kendisine şiar edinmiştir. Bu sebeple de, hükümeti huzurunuzda kınıyorum.

Şimdi, köylerdeki durum ne olacak; köylerle ilgili herhangi bir konu yok. Kış yakın, birçok vatandaşımız, hemşerimiz çadırlarda; çadırlarda nasıl olacak, bu kış nasıl geçecek? Bu yönetmelik, çalışma esasları, kredilendirme usulleri ne zaman yayımlanacak; hazır mı, değil mi, onu bilemiyoruz, ne şekilde yapılacak? Başbakanın onayına sunulacak; Başbakanın onayına nerede sunulacak; Başbakanlıkta mı sunulacak, resmî çalışma ofisinde mi sunulacak, nasıl sunulacak, o da belirsiz.

Ayrıca, bir de, 50 trilyonluk bir parayı, bu Meclis, yetkiyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına veriyor; Afet İşleri, Karayolları ve İller Bankasında bunun bölüşümü nasıl olacak, kullanımı nasıl olacak? Bu yetkiyi Meclis verecek; ama, Doğru Yol Partisi olarak, biz, bu yetkinin en iyi şekilde kullanılmayacağına, partizanlık yapılacağına dair şikâyetleri ve sıkıntıları şu andan itibaren görür gibi oluyoruz. Hiç değilse, depremle ilgili konularda oynamayın.

Nitekim, buraya muhtelif zamanlarda geldiniz; deprem vergisi adı altında salma yaptınız ve deprem vergisinin depreme uğrayan bölgelere gitmediğini de, bir arkadaşımızın soru önergesine verdiğiniz cevapta ifade ettiniz. O, deprem vergisinde toplandığınız paralar da bütçe açıklarına gitti. Elinsaf demek, herhalde, en doğru yol olacaktır.

Şimdi, burada, deprem olduğu günden itibaren Afyon'a koşan Kızılayımızın mensuplarına -Değerli Başkanı başta olmak üzere- huzurunuzda, bir Afyonlu olarak teşekkür ediyorum. O gün, hakikaten, koştular ve yaralar sarıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız, Genelkurmay Başkanımız da geldiler; duruma vazıyet ettiler ve onlara da huzurunuzda ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Şimdi, bir gerçeği burada ifade etmekte fayda var. Ülkemiz deprem bölgesi olduğuna göre, bu gibi konuları sadece Kızılaya bırakmak doğru değildir; çünkü, vatandaşı Kızılayla baş başa bırakmak, karşı karşıya bırakmak, gerçekten, sıkıntı yaratmaktadır. Hükümetler, ülkesi için vardır, milleti için vardır. Kızılayla vatandaşı karşı karşıya bırakıp, Kızılay çadır verdi vermedi, Kızılay aş ocağı kurdu kurmadı gibi bir münakaşayla, depreme uğramış insanları karşı karşıya getirmek doğru değildir. Onun için, Afet İşleri Genel Müdürlüğü olduğuna göre, üstünde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olduğuna göre, onun üstünde de Başbakanlık olduğuna göre, mutlak surette, çadır dahil, diğer ihtiyaçlar dahil, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının bu konulara da el atmak suretiyle... Sadece kurtarma yetmiyor; kurtarmada da fazla netice alınamıyor; ama, ondan sonrası gerçekten çok önemli; bu konuya önem ve öncelik verilmesi, hükümetin birinci meselesi yapması da, bizim, Doğru Yol Partisi olarak teklifimizdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, huzurunuzda, yine Afyon Valisi Sayın Ahmet Özyurt'a teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Afyon'a geldiği günden itibaren gecesini gündüzüne katarak çalışan, Dinar depremi dolayısıyla da büyük tecrübesi olan Sayın Valimiz, bu defa da, yine, özel idare imkânlarını kullanmak suretiyle yapabileceklerini yapmıştır. Nitekim "bir tuğla da sen koy" kampanyası açmak suretiyle vatandaşlarımızdan bir miktar para toplanmıştır. Tabiî, deprem bölgesinde zayiat görmüş insanlarımıza bu miktar bölündüğü zaman, çok cüzi olarak düşmektedir. Ben, başlangıçtan beri, Afyon'a, Afyonlulara yardım eden bütün hemşerilerimize de huzurunuzda teşekkürlerimi bir borç biliyorum.

Şimdi, daha fazla zamanınızı almamak bakımından, Bayındırlık ve İskân Bakanımızın Afyonlu olması dolayısıyla Afyon'a ve özellikle de deprem nerede olursa olsun, görevi icabı yakın ilgi ve alaka göstermesini, hangi konuda olursa olsun -afet kararnameleri de dahil olmak üzere- adaletsizlik yapmamasını, çifte standart kullanmamasını özellikle rica ediyorum; çünkü, biz, bu konuları -Afyon'a gittiğimizde, depreme uğramış hemşerilerimizin dilek ve şikâyetlerini- intikal ettirdiğimiz zaman söyledikleri şu oluyor: "Depremde siyaset yapılmaz." Evet, depremde siyaset yapmayalım; ama, sıkıntıyı çeken Sultandağlı, sıkıntıyı çeken Çaylı, Sultandağı'ndan sonra sıkıntıyı çeken Çobanlarlı ve orada yaşayan insanlarımız; Bolvadinlimiz ve bütün deprem bölgesi. Dolayısıyla, bize bu konuları intikal ettiriyorlar; intikal ettirilen konuları da, bizim, yüksek sesle dile getirmemizi tabiî olarak istiyorlar; biz bunları dile getiriyoruz. Onun için, deprem bölgesinde, özellikle gıda yardımında, çadır yardımında ilk günlerde yapılan senden-benden, benim adamım-senin adamın ayırmasının da bundan sonra olmaması dileğini burada tekrar ediyorum.

Meclisimize, bu kanun tasarısına destek verdiklerinden dolayı teşekkür ediyorum; hepinizi, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Attila.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Kayayerli; buyurun. (MP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon, Sultandağı, Çay, Bolvadin, Çobanlar, Sülümenli, Gebeceler ve Afyon merkezinin birçok köylerinde meydana gelen deprem dolayısıyla, , Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısıyla ilgili görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Özellikle, 48 beldede ve 123 köy yerleşim merkezinde toplam 500 000-525 000 civarındaki vatandaşımızı, deprem, gerçekten etkilemiştir. Bölgemizde çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen düşük gelirli birçok vatandaşımız olup, özellikle köy yerleşim yerleri, nüfusları itibariyle belde belediyelerine dönüştüklerinden dolayı, belde halkının oturduğu konutların, mühendislik hizmeti görmemiş, yöresel yapı malzemeleriyle -yani taş, kerpiç, samanlı çamur gibi- inşa edilen yapılardan oluştuğu da bir gerçektir. Bu yapıların üzeri kamış, sazlık ve sıkıştırılmış topraktan oluşan bir çatı örtüsüyle kaplanmış olup, fen ve sanat kurallarına uygun olmayan bu yapılardan dolayı zorunlu deprem sigortası da yapılamamaktadır.

Özellikle, bu tasarıyla, Toplu Konut Kanununa eklenecek geçici maddeyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı fen heyetleri tarafından, belediye yerleşim alanlarında belirlenen ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının müştereken belirleyeceği usul ve esaslara göre kredi verilmesi öngörülmektedir.

Bu kredinin verilmesiyle ilgili, dün Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen bu tasarının, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna getirilmesi için emek sarf eden Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanına, üyelerine ve bugün olumlu oy vereceğine inandığım siz milletvekillerine teşekkür ediyorum.

Özellikle, yerleşim alanlarında belirlenen -pek çok sayı söyleniyor- toplam 3 835 adet ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, kendi arsaları veya ilgili belediyeler tarafından toplulaştırma sonucunda elde edilecek arsalar üzerinde yapılacak konutlar için, Toplu Konut İdaresi aracılığıyla kredi verilmesi ve bu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esasların Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının müşterek teklifi üzerine Başbakan tarafından belirlenmesi; söz konusu kooperatifler için gerekli olan 70 trilyon TL'nin Toplu Konut İdaresine; altyapı ve toplulaştırma işlemleri için ihtiyaç duyulan 50 trilyon TL'nin ise Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine aktarılması söz konusudur.

Değerli milletvekilleri, özellikle, inşa edilecek ve onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme, ruhsatname ve sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri beyanname, taahhütname ve yapacakları sözleşmelerin her türlü vergi, resim ve harçtan muaf tutulması öngörülmektedir.

Özellikle, söz konusu bölgenin tek gelir kaynağının tarım ve hayvancılık olduğu, yörede yaşayan vatandaşlarımızın gelirlerinin son derece düşük olduğu malumlarınızdır. Bu nedenle, özellikle, köy iken nüfusları nedeniyle belde haline dönüştürülen belediyelerdeki konutların, fen ve sanat kurallarına uygun olmayıp, taş, kerpiç, samanlı çamur gibi yöresel yapı malzemelerinden inşa edildikleri de bilinmektedir. Ayrıca, söz konusu olan yapıların çok eski oldukları, her an hasar görebilecek durumda bulundukları ve fen kurallarına aykırı inşa edildiklerinden zorunlu deprem sigortası da yapılmadığı malumunuzdur. Diğer taraftan, yöre halkının gelir durumları itibariyle modern konutlar inşa edilebilmesi mümkün görülmemektedir. Bu bakımdan, dargelirli vatandaşlarımızın konut edinme arzusunu teşvik etmek üzere, cazibesini yitirmiş olan konut yapı kooperatifçiliğinin yeni bir yaklaşımla ele alınmasını doğru bulmaktayım.

Son yıllarda yaşadığımız deprem felaketlerinin, depremlere önceden hazırlıklı olunmasının ne kadar hayatî bir önem taşıdığını gösterdiği, devletimizin de bu alanda gerekli çalışmaları yaptığı ve bugün sonuca ulaştığı ortadadır. Bu çerçevede zorunlu deprem sigortasına ilişkin düzenlemelerin yapıldığı ve doğal afet sigortası oluşturulduğu da bilinmektedir.

Tasarının, doğal afet sigortası kapsamı dışında kalan yerlerde yaşayan ve depremden mağdur olan insanlarımızın fen ve sanat kurallarına uygun modern konutlara sahip olabilmeleri için kuracakları kooperatiflerin devlet tarafından krediler yoluyla desteklenmesini öngördüğü; bu nedenle, bir an önce kanunlaşmasında yarar görüldüğü de bilinmektedir. Bu bakımdan, Afyon'daki binaların -bu şekilde yapılmasından dolayı- kısa adıyla DASK olarak tarif ettiğimiz zorunlu deprem sigortasına alınmadığı bilinmektedir. Tabiî ki, Afyon'daki deprem zorunlu deprem sigortasının arkasından olmuştur. Zorunlu deprem sigortası işlediğinden, 3 Şubat 2002'de olan depreme müdahale edilememiştir; bu sebeple, Afet Fonundan toplu konuta para aktarılarak Afyon'da meydana gelen depremin üstyapı ve altyapıyla ilgili problemlerin çözümünde, ucuz kredilendirme yoluyla, ancak bu kanunla bir çözüm bulunabilecektir, Afyon'daki vatandaşlarımızın mağduriyetleri de ancak bu kanunla çözüme kavuşabilecektir.

Bugün, köylerimizde bir problem yoktur. Köylerimizde Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yetkilileri, uzmanları her türlü çalışmaları yapmış ve şu anda birkaç köyde konutlar yapılmaya başlanılmıştır; bu da vatandaşlarımızı sevindirmiştir. Ancak, bütün vatandaşlarımız adına şunu söylemek istiyorum ki, buradaki konutların en azından yaz aylarında bitirilmesi ve ekim-kasım ayına kadar yetiştirilmesi söz konusudur. Eğer deprem konutlarını kışa kadar yetiştirebildiğimiz takdirde vatandaşlarımız önümüzdeki kışı çadırlarda geçirmeyeceklerdir.

57 nci cumhuriyet hükümetine, iktidar partisinin grup başkanvekillerine ve dün Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldüğü için, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza Afyonlular adına teşekkür ediyorum; yine Afyonlular adına, Yüce Meclisimizin üyelerine de teşekkür ediyorum; çünkü, hükümetimiz böyle bir çözüm yolunu bulmuş ve çözüm üretmiştir. Ancak, hâlâ Çay SEKA Fabrikasının ne olacağı meçhuldür. Yine, yerle bir olan Afyon Çay Küçük Sanayi Sitesinin ne olacağı, yakında yapılacak toplantılara ve bununla ilgili yapılacak olan teşebbüslere bağlıdır. Bu bakımdan, Çay SEKA Fabrikasının ve Çay Küçük Sanayi Sitesinin de bu yaz döneminde bulunacak kaynaklarla yaptırılmasının uygun olacağını burada ifade etmek istiyorum.

Özellikle Çay Küçük Sanayi Sitesi 10 000 vatandaşımıza hitap etmektedir. Burada çalışan ustalar, kalfalar ve çıraklar çevre illere taşınmışlardır ve 10 000 kişi buradan ekmek yemektedir. Çay Küçük Sanayi Sitesi ile Çay SEKA Fabrikasına, maalesef, ne Maliye Bakanlığından ne de Hazineden yeterli kaynak aktarılamamıştır. Bu bakımdan, Maliye Bakanlığımızı ve Hazineden sorumlu Bakanımızı göreve davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısına vereceğimiz olumlu oylarımızla, depremde zor duruma düşmüş olan Afyonlu vatandaşlarımızı sevindirmiş olacağız diye düşünüyorum. Deprem evlerinin 2002 yılının kasım ayına kadar yapılması, elbette, bütün Afyonlu vatandaşlarımızı ve depremden zarar görenleri sevindirecektir.

Siz milletvekillerimizin, olumlu oylarıyla da depremde zarar görenlere yardımcı olacağınızı ümit ediyor; fazla vaktinizi almamak için, depremzedelerle birlikte olduğunuzu düşünüyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kayayerli.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de ekonomik depremin bütün boyutlarıyla ülkeyi sarstığı ve belirsizliğin had safhaya çıktığı bir ortamda, Afyon depreminde konutlarını kaybedenlerin ümitle bekledikleri bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Toplumun ağırlıklı bir kesiminin, siyasal iktidarın iktidarsızlığından emin olduğu, son nefesleriyle ayakta durmaya çalıştıkları bir dönemde, depremle ilgili bir yasa tasarısını görüşüyoruz, hem de yasama döneminin sonunda, son gününde.

Afyon depreminde, 3 Şubatta, neredeyse yarım milyona yakın vatandaşımız deprem şoku altında inlemekteyken, son iki ayda da ülkenin ciddî bir ekonomik krize doğru sürüklenmesi, bu vatandaşlarımızı ikinci bir şokla karşı karşıya bırakmış bulunmaktadır. 3 Şubat 2002 tarihinde, Afyon İlimizde, Sultandağı merkezi olmak üzere, 48 beldemizi, 123 köy yerleşim alanımızı etkileyen bir depremle karşı karşıya geldik. Can kaybı sınırlı olmasına rağmen, 3 835 ağır hasarlı konutun yıkılmasıyla sonuçlandı. Şimdi, evleri yıkılanlar, kışı nasıl geçireceklerinin kaygısı içerisinde, endişeli olarak, kendileri için neler yapılacağını beklemektedirler.

3 Şubat depreminden hemen sonra, Zorunlu Deprem Sigortası Yasa Tasarısı Meclise hemen sevk edildi ve komisyonlarda acil olarak görüşüldü. Hepinizin malumu olduğu gibi, zorunlu deprem sigortası uygulamasına kanun hükmünde kararnameyle başlanılmıştı.

Eylül 2000'de, zorunlu deprem sigortası uygulamasına başlanılmış; ama, bununla ilgili yasal düzenleme -zorunlu deprem sigortasıyla ilgili kanun hükmünde kararnamelerin eksikliklerini gidermek açısından- hemen Afyon depremi sonrası, komisyonlarda hızlı bir şekilde görüşülüp Genel Kurula indirilmişti; ama, Genel Kurula çok uzun süre önce indirilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, zorunlu deprem sigortası yasasının çıkmaması, bir bakıma, hükümetin vurdumduymazlığıyla ancak telif edilebilir olan bir husustur.

Zorunlu deprem sigortası kapsamı içerisinde, köy yerleşim alanları hariç olmak üzere, diğer beldelerde ve diğer şehir alanlarında zorunlu deprem sigortasını yaptırmayan vatandaşların, bir depreme maruz kaldıkları takdirde, devlet desteğinden, yani Afet Yasası kapsamındaki destekten mahrum kalacakları konusundaki bir düzenleme, Eylül 2000'den itibaren devreye girmişti. Tabiî, bu düzenleme, bir bakıma, Afyon depremi sonrası, yasa şeklinde, tamamıyla hayata geçirilmek isteniyordu; ama, maalesef, bugüne kadar hayata geçirilemedi.

Tabiî, zorunlu deprem sigortası, Afyon depreminde mağdur olan insanları çok yakından ilgilendiriyordu. Daha önceki depremlerde mağdur olan insanlar, evleri yıkılan insanlar, bir bakıma, zorunlu deprem sigortası uygulamasından önce, rahatlıkla, 7269 sayılı Afet Yasası kapsamında devlet desteğini elde edebiliyorlardı; ama, Afyon depreminden sonra, zorunlu deprem sigortası bir bakıma devreye sokulmak suretiyle, bu devlet desteğinden mahrum bırakıldılar; ama, bunun, biz, uygun bir yöntem olduğunu, uygun bir yol olduğunu, adaletli bir yol olduğunu düşünmüyoruz. Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan çalışmalarda, Sayın Derviş'in de hazır olduğu çalışmalarda, zorunlu deprem sigortası sisteminin pek çok eksiklikleri içerdiğini, gerçekten, Türkiye'de deprem meselesine gerçek anlamda çözüm bulmadığını, burada toplanan kaynakların önemli bir kısmının, maalesef, devletin içborçlarının finanse edilmesi için kullanıldığını, yine, önemli bir kısmının da koruma almak üzere yurtdışına transfer edildiğini; dolayısıyla, Türkiye'deki deprem riskine karşı bu riski karşılamaya yeterli bir kanun olmadığını, çok değişik boyutlarıyla ifade ettik. Tabiî, bugüne kadar gelmemesinin nedeni, bu kanunun ciddî bir şekilde eksiklikleri içermesidir. Hükümetin, bu eksiklikler nedeniyle, bu kanunu görüşmek için buraya, Genel Kurula getirememesinin çok ciddî nedenleri olduğunu düşünüyoruz.

Tabiî, zorunlu deprem sigortası bahane edilmek suretiyle, Afyon'da depreme maruz kalan insanların devlet desteğinden mahrum bırakılmaları adaletli bir yol değildir diye ifade ettim, Anayasaya aykırı bir durum olduğunu da bu arada ifade etmek isterim; çünkü, kanun hükmünde kararnameyle yapılan bir düzenlemenin, kalkıp, yasa çıkarılmaksızın, bu düzenlemeyle, diğer yasalardaki birtakım uygulamaların devredışı bırakılmasının Anayasaya aykırı olduğunun da açık bir şekilde ifade edilmesi gerekir. Biz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, mevcut yasaya, Zorunlu Deprem Sigortası Yasasına ilave bir hüküm getirmek suretiyle, yine, 7269 sayılı Yasa çerçevesindeki devlet desteğinin, bu yasanın çıkarılmasından sonra hayata geçirilmesi gerektiğinin en uygun yöntem olduğunu ifade ettik, bu konuda önergeler verdik, maalesef, hükümet kanadı bu önergelere yanaşmadı, çok az bir oy farkıyla bu önergeler reddedildi. Eğer, o zaman, Zorunlu Deprem Sigortası Yasası görüşüldüğü zaman, bu, hayata geçirilmiş olsaydı, şu ana kadar ciddî bir zaman kazanılmış olacaktı. Dolayısıyla, Afyon'da depreme maruz kalan vatandaşlarımızla ilgili olarak, şu ana kadar, pek çok meselede önemli mesafeler katedilmiş olacaktı.

Bakınız, Afyon depreminde, depremin merkez üssü olan Eber Beldesindeki yapılara dikkat ettiğimizde, taş, kerpiç, samanlı çamur gibi yapı malzemelerinin kullanıldığı yapılar ağırlıkta, yüzde 80'lerde, yüzde 90'larda; çatılar da -biraz önce ifade edildiği gibi- kamıştan, sazlıktan, sıkıştırılmış topraktan yapılan çatı tarzında. Yani, hiçbir yapı standardına uygun olmayan yapılaşmanın söz konusu olduğunu görüyoruz bu beldede. Afyon'da, konutların yoğun olarak yıkıldığı yerlerde de yapılaşmanın bu şekilde olduğunu açıkça görüyoruz. Böyle bir yapının, standartdışı, fen ve sanat kurallarına aykırı olan bir yapının, zaten, zorunlu deprem sigortası kapsamında mütalaa edilmesine de hiçbir zaman için imkân yoktur. Böyle bir yapının zorunlu deprem sigortası kapsamında mütalaa edilmesi suretiyle, konutları yıkılanların devlet desteğinden mahrum bırakılmalarının mantıklı bir tarafı da yoktur. Şu anda, köyler hariç, diğer yerlerdeki yapılar zorunlu deprem sigortası kapsamı dışına alınmış bulunmaktadır; ama, mevcut yapıların özelliğine baktığımızda, Afyon'da da, pek çok Anadolu kentinde de, sigorta edilebilir nitelikte olmayan yapıların, maalesef, zorunlu deprem sigortası kapsamı içinde olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, bu konuda ciddî bir ayırımın yapılmasına ihtiyaç vardır. Bilhassa turistik yörelerimizi dikkate aldığımızda, pek çok köyde, depreme maruz kalan yapılar devlet desteğine tabidir; ama, köylerde, bilhassa turistik yörelerde öyle binalar, öyle yapılar vardır ki, bu yapılar, birinci sınıf yapılardır, sırf köy yerleşim alanında bulunmaları nedeniyle bu birinci sınıf yapılar da, maalesef, devlet desteği kapsamı içinde tutulmaktadır, böyle bir tezatla karşı karşıyayız. Yapılması gereken şey, bu tezatın ortadan kaldırılmasıdır.

Mevcut yasal düzenlemede getirilen husus, deprem mağdurlarına, kendi arsaları ve toplulaştırma sonucu elde edilecek arsalar üzerinde konut yapabilmeleri için, gerekli kredi desteği verilmek üzere, Toplu Konut İdaresine 70 trilyonluk bir kaynağın ayrılmasıdır. Diğer taraftan, toplulaştırma ve altyapı işlemlerinin yapılabilmesi için de, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine 50 trilyon liralık kaynağın aktarılması şeklinde bir düzenleme, mevcut yasal çerçevede, yasa tasarısında ortaya konulmuştur.

Tabiî, önemli olan, deprem mağdurlarının hızla konut sahibi olmalarını sağlayacak şekilde işlemlerin hızlandırılmasıdır. 3 Şubattan bugüne kadar geçen süre oldukça önemli bir süredir. Dolayısıyla, kış gelmeden yıl sonuna kadar, gerçekten, deprem mağdurlarının, bir an önce, bir bakıma konut sahibi olmaları konusunda hükümetin çok ciddî adımlar atması gerektiğini burada yine tekrarlamak istiyorum.

Deprem felaketinin, sadece sigorta sistemiyle çözülemeyeceği açıktır. Önemli olan, depremi felakete dönüştüren nedenleri tespit etmek, bu nedenlerle ilgili olarak yasal çerçeveyi tamamlamak ve bu konuda acil adımlar atmaktır; ama, hükümetin, maalesef, depremi felakete götüren nedenleri tespit edip bu alanda çok ciddî anlamda yasal adımları atmadığını, muhtemel bir depremde can ve mal kaybı konusunda ciddî önlemlerin alınmadığını da açıkça görmekteyiz.

Can ve mal kaybını azaltmanın en önemli yollarından biri de, mevcut yapıların depreme dayanıklılığını ölçmek ve dayanıksız olanları, şayet güçlendirilebiliyorsa güçlendirmek, güçlendirilemiyorsa bu yapıları tahliye etmek ve yıktırmaktır.

Tabiî, güçlendirme çalışmaları için yapı envanterinin çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Diğer taraftan, binaların ve zeminin depremde nasıl etkileneceği konusunda risk analizinin yapılmasına ihtiyaç vardır; bu hayatî meseleler konusunda, maalesef, bugüne kadar ciddî bir adımın atılmadığını görüyoruz.

Tabiî, İstanbul'la ilgili zaman zaman çeşitli senaryolar ortaya konuluyor. Muhtemel bir depremde yapıların nasıl etkileneceğinin tespitine yönelik görevli bir kamu kuruluşu da ortada değil, güçlendirmeyle ilgili yasal bir zemin de ortaya konulmuş değil; yıktırılması gereken binalarla ilgili yasal çerçeve de sağlanmış değil.

Yine, 30 Şubat 2000 tarihinde İstanbul Üniversitesinde yapılan bir araştırmada, maalesef, Marmara depreminden en fazla etkilenecek olan İstanbul sahil şeridinde acilen onarım yapılması ve güçlendirilmesi gereken konut sayısının 102 000 olduğu ifade ediliyor; gerçekten bu, tüyler ürpertici bir rakamdır.

Depremlerde görülmüştür ki, en çok yıkılan, en çok hasar gören, maalesef, kamu kurumu binalarıdır. Bu, Adapazarı'nda görülmüştür, İzmit'te, Gölcükte görülmüştür; yine, Afyon'da bütün boyutlarıyla görülmüştür. Bugün, İstanbul'da en son depremde 2 683 binada hasar görülmüş, tespit çalışmaları yapılmıştır; ama, depreme dayanıklılıkları, maalesef, ölçülememiştir. Hasarlı kamu binalarının onarımı ve güçlendirilmesi için yeterli ödeneğin de bugüne kadar aktarılamadığını, maalesef, üzülerek belirtmek istiyorum.

Yine, Sayın Işıkara'nın geçmişte bir açıklaması vardı; İstanbul'daki hastanelerle ilgili verdiği rakamlar gerçekten tüyler ürperticidir; 323 hastanenin 279'unun güçlendirilmesi gerektiği noktasındaki açıklama birinci ağızdan yapılmış olmasına rağmen, bu konuda önemli bir adımın atılmadığını da, maalesef, üzülerek görüyoruz.

Tabiî, Türkiye'de sadece depremler, tabiî afetler söz konusu değil; Türkiye, maalesef, geçmişte, 2001 yılında, ciddî bir ekonomik kriz yaşadı, maalesef, son iki aylık dönemde de ciddî bir ekonomik krizin içerisinde bulunmaktadır. Ekonomik kriz, ekonomik göstergelerdeki olumsuzluklar, maalesef, had safhaya gelmiştir; ama, böyle bir tablo karşısında, vurdumduymaz bir şekilde, hükümet ortakları ekonomideki bu çöküntüyü sadece seyretmekle yetinmektedirler.

Siyasî belirsizlik nedeniyle ekonomi yönetilememektedir. Siyasî belirsizliğin piyasalar üzerinde ciddî olumsuz etkisi vardır. Dolar, iki aylık dönem içinde hızlı bir şekilde yükselmiştir. İki aylık bir dönemde, 3 Mayıstan 26 Hazirana kadar geçen dönemde, maalesef, dolar, yüzde 20 oranında artmıştır; âdeta 2001 krizindeki artış seyrine benzer bir artış yaşanmıştır. Dolardaki bu artışın ekonomide büyük bir bedeli vardır, devlet maliyesinde büyük bir bedeli vardır. Pek çok ekonomik birimler, bilhassa ihracata dayalı ekonomik birimler ithalata bağımlı olarak çalışmaktadırlar. Dolardaki bu ani sıçramalar, ihracata yönelik ekonomik birimlerin ihracat yapamaz hale gelmelerine neden olmaktadır. Bunun kısa bir süre sonra ekonomide yansıması görülecektir. Diğer taraftan, devlet maliyesine de ciddî bir maliyeti vardır. Faizdışı fazladan bu hükümetin, hiçbir zaman için bahsetmeye, faizdışı fazlayla ilgili yorum yapmasına, son iki aylık ekonomik gelişmeler sonucunda, artık hiç gerek olmadığını da ifade etmek isterim.

Bakınız, dolardaki bu yüzde 20'lik artış neyi beraberinde getiriyor devlet maliyesinde; devletin içborçlarının yüzde 29'u, yaklaşık 36 katrilyonu döviz ve dövize bağlı borçlardır. Dolardaki yüzde 20'lik artış, maalesef içborçların döviz ve dövize endeksli olanlarında 7 katrilyon 200 trilyon liralık bir artış ortaya çıkarmıştır; yani, iki aylık dönemde sadece içborçlardaki bu fatura, bu siyasî belirsizliğin faturasıdır. Bu 7,2 katrilyon lira ne anlama gelir diye düşündüğümüzde, bakınız, sizlere ifade edeyim: Nisan ayına kadar dört aylık dönemde devletin vergi gelirleri 15 katrilyon 200 trilyon liraydı; bunun 7,2 katrilyon lirası... Maalesef, bu iki aylık siyasî belirsizlik döneminde, bir taraftan, Ecevit'in hasta olmasına rağmen, bu konuda direnmesi nedeniyle, diğer taraftan, idam tartışmaları, Avrupa Birliğiyle ilgili tartışmalar konusunda hükümet üyeleri arasındaki derin anlaşmazlıkların olması nedeniyle, maalesef, krizin her geçen gün yapılmakta olduğunu üzülerek görüyoruz; ama, bu ekonomik çöküntü karşısında hükümetin, gerçekten, başta Başbakan olmak üzere bütün üyelerinin sorumsuz bir şekilde davrandıklarının da, yine, altını çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sadece dolardaki tırmanış değil ekonomiyi etkileyen, ekonomik krizi derinleştiren; diğer taraftan, nisan ayı itibariyle, faiz oranları, devletin içborçlanma senetlerindeki tahakkuk eden carî faiz oranları yüzde 53'ler civarındaydı; ama, en son ihalelere bakınız, 18 hazirandaki ve daha sonraki günlerdeki ihalelere bakınız, bu miktar nereye çıktı; yüzde 75'e çıktı; yani, aşağı yukarı 23 puan, yüzde 23 oranında içborçlanmanın maliyeti arttı. Haziran sonuna kadar, zaten, devlet, 11 katrilyon lira borçlanmak durumundaydı. Borcu borçla ödediği için, borç itfası yapmak durumundaydı, borcu borçla ödediği için, yeniden borçlanmak durumundaydı; dolayısıyla, ekonomide enflasyon hedefinin yüzde 35 olduğu bir durumda içborçlanma faizlerinin yüzde 75'e oturması, bu hükümetin, ne enflasyon hedefini tutturabileceği konusunda ne büyümeyi sağlayabileceği konusunda ne de diğer ekonomik hedefleri tutturabileceği konusunda en ufak bir yargının ortaya konulması mümkün değildir. Şu anda ekonomik program, tamamıyla iflas etmiştir. Başbakanın, hasta olmasına rağmen, kuru inadı yüzünden, Türkiye ekonomisinin hızla çökmekte olduğunu ve ekonomik krizin derinleşmekte olduğunu ve ortakların da bu duruma bigâne kaldıklarını ve halkımızın bu ekonomik krizin altında ciddî anlamda inlemekte olduğunu, maalesef, hepimiz görüyoruz. Bu konuda sorumluluğu olanların, sorumluluklarını yerine getirmediklerini de, yine, açıkça ifade etmek istiyorum.

Tabiî, ortada ekonomik deprem var. Sebebi nedir; siyasî belirsizlik, hükümete güvensizlik. Bir taraftan Başbakanın hastalığı, diğer taraftan da ortaklar arasındaki uyuşmazlık konusunda, bu ülkedeki yönetimin, maalesef, ekonomiyi yönetemediği konusunda bütün birimler hemfikirdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Açba, 1 dakika içerisinde toplayın efendim.

SAİT AÇBA (Devamla) - Bunun dışında, halkımız da, bu hükümetin tamamıyla ortadan kalkıp, bir bakıma, bu hükümetin sahneyi terk edip, erken seçime ciddî anlamda gitmesini beklemektedir.

Bugün, Sayın Başbakanın bazı açıklamaları vardı; tabiî, Sayın Başbakan, içeride başka ifadeler kullanıyor, dışarıda da farkı ifadeler kullanıyor. Tabiî, Sayın Başbakan adına, yine, DSP kanadından onurlu bir davranış sergilendi. Başbakanın çekilmesi konusunda, hastalığının ekonomik krizi derinleştirdiği konusunda halkın hislerine tercüman olan 9 arkadaşımızın onurlu davranışıyla, bir bakıma, Başbakanın durumu gözden geçirilmiş oldu. Ben, DSP kanadından diğer arkadaşlarımızın da, ülkenin bu hazin tablosunu dikkate alarak "önce Ecevit değil, önce Türkiye" demek suretiyle, hızlı bir şekilde erken seçim kararının alınmasına yardımcı olmalarını tavsiye ediyor, mevcut yasanın hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum.(AK Parti, DYP ve SP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkürler.

Anavatan Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim Özsoy konuşacaklar.

Buyurun Sayın Özsoy. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı, Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi, şahsım ve ANAP Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 3 Şubat 2002'de Afyon'un doğu kesiminde meydana gelen deprem, çeşitli vesilelerle, bu kürsüden, sizlere, en ince teferruatına kadar anlatılmaya, mağdurların sesi duyurulmaya çalışıldı. Yani, o günden bugüne beş ay geçmesine rağmen, birçok arkadaşımız, pek çok sayın bakan, bu kürsüden, bu konuda bilgi verdiler, tartıştılar, bazı önerileri de getirdiler.

3 Şubat 2002'deki Afyon Sultandağı depreminden, merkez ilçe de dahil olmak üzere, 5 ilçe, 48 belde ve 123 köyümüz zarar görür görmez, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Genelkurmay Başkanımız, Sayın Başbakanımız, sayın başbakan yardımcılarımız, sayın bakanlarımız, sayın milletvekillerimiz, sivil toplum örgütlerimiz ve milletin büyüklüğüyle müsemma olmak üzere, hayırsever pek çok insanımız Afyon'a geldiler, yaraların sarılacağını ifade ettiler.

Tabiî afete uğramış insanlar "yaralar sarılacak" sözünün ne zaman gerçekleşeceğini ümitle beklediler; çünkü, önlerinde örnekleri vardı. 1 Ekim 1995'te Afyon'un güneybatı bölgesinde meydana gelen Dinar depreminde, devlet, Dinar'a sahip çıkmış, yepyeni, yedinci bir Dinar'ı imar etmiş ve Dinarlıların hizmetine sunmuştur. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinde Marmara Bölgesindeki dört vilayetimizde meydana gelen afete, yine, devletimiz sahip çıkmış, geçici, kalıcı, kira, vesaire adı altında her türlü maddî yardımda bulunmak üzere, âdeta, devlet olarak, millet olarak seferber olmuştur.

Ayrıca, 1998 senesinde Adana Yüreğir'de meydana gelen deprem dolayısıyla, o günün hükümeti ve devlet, oraya da sahip çıkmış ve Dünya Bankası ile Avrupa Kalkınma ve İskân Fonundan aldığı kredilerle, vatandaşlarına, kira, geçici konut ve daimî konut olarak pek çok hizmeti sunmaya başlamıştır.

Şimdi, 3 Şubatta da, bütün yetkili ve etkililerden Afyon halkının beklediği böyle bir haberdi, böyle bir girişimdi, böyle bir girişimin hayata geçirilmesiydi; fakat, oraya gelen ve "yaralar sarılacaktır" diyen etkili ve yetkililerin önünde bir mânia vardı; 1999'un aralık ayında neşredilen kanun kuvvetindeki Zorunlu Deprem Sigortası Kararnamesiydi. Bu kararname gereği, belediye olan bölgelerde afete uğrayan vatandaşlara herhangi bir yardımın yapılması mümkün değildi. O tarih itibariyle zorunlu deprem sigortası yaptıran insanların Türkiye'deki oranı yüzde 8, Afyon'un o bölgesinde, Sultandağı, Çay, Çobanlar, Bolvadin ve Afyon Merkez dahil olmak üzere, bu oran yüzde 4'tü; yani, 100 evden, 100 meskenden ancak 4'ü sigortalanabilmişti. Belki iyi tanıtılamamıştı, belki vatandaşa iyi anlatılamamıştı, belki bunun faydaları halkın dikkatine sunulamamıştı; neye sayarsanız sayın, o güne kadar, 3 Şubat gününe gelinceye kadar, pek çoğumuz, halkımızın pek çok kesimi, bu kanun kuvvetindeki kararnameden haberdar değildi. Siyasiler olarak bizim beklediğimiz, bu Zorunlu Deprem Sigortası Kararnamesinin kanunlaşması sırasında, geçici bir maddeyle yapılacak değişiklikle "Afyon'daki deprem bu kanuna tabi değildir" cümlesiyle, yine, Dinar'da olduğu gibi, Marmara Bölgesinde olduğu gibi, Adana-Yüreğir'de olduğu gibi, devletin, bütün imkânlarıyla Afyon'daki depremzedelere sahip çıkmasıydı; fakat, 824 sıra sayısını almasına rağmen, komisyonlardan geçen bu kanun kuvvetindeki kararnamenin kanunlaşmasına dair tasarı, bugüne kadar, maalesef, Meclis gündemine gelememiştir. Tabiî, yardım yapılmamış mıdır bu beş ayda; fevkalade yardımlar yapılmıştır; sivil toplum örgütleri, Kızılayımız, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan devletimiz, bazı kurum ve kuruluşlar, hayırsever vatandaşlar, her türlü maddî ve manevî yardımı yapmaya devam etmişlerdir.

Bu arada, sözün burasında, özellikle, Afyon Valisinin açtığı kampanyaya gösterilen ilgiden... Yedi senedir Afyon'da hizmet veren ve dolayısıyla, iki deprem gören Afyon Valisi, devleti temsil ederek, bütün gücüyle vatandaşların yanında olduğunu göstermiştir; bundan dolayı da, bu kürsüden, kendilerine, teşekkürlerimi, şükranlarımı sunmak isterim.

Tabiî ki, devletin yardımları, Valiliğin açtığı kampanya, belediyelerin yaptığı yardım, açılan aşevleri vesaire, halkın memnuniyetini, takdirini kazanmıştır; ama, köklü bir çözüm değildir.

3 835 tane yıkılması gerekli, zarurî olan ve ağır hasar tespit edilen yer vardır; köyler hariç. Evet, köylerde, Bayındırlık ve İskân Bakanlığımız gerekli çalışmaları yapmakta ve "evini yapana yardım" metoduyla her türlü yardımı götürmeye çalışmaktadır. Esas mesele, ki, afetin en çok zarar verdiği, hasarın en çok olduğu yerler; yani, belediyelerin olduğu yerleşim yerleridir.

Onun için, bir milletvekili olarak, bir Afyon milletvekili olarak ve Afyonluların da heyecanına, düşüncelerine uygun olarak bir kanun teklifi verdim. Dedim ki, 1998'de, 22 ilimiz, kişi başına düşen gayri safî millî hâsıla 1 500 dolardan düşük olduğu için kalkınmada öncelikli il yapıldı. 1995'te Afyon'un güneyi çöktü; Dinarıyla, köyleriyle, Başmakçısıyla, Dazkırısıyla, Evcileriyle... Şimdi de doğusu çöktü; Çobanlarıyla, Bolvadiniyle, Çayıyla, Sultandağıyla, Merkeziyle; hem ekonomik olarak çöktü hem de maddî olarak, mesken olarak, işyeri olarak, sanayi olarak çöktü. Dolayısıyla, Afyon'da, ekonomik krizin de sebep olduğu yetmezlik neticesi, kişi başına düşen gayri safî millî hâsıla 1 200 dolara düştü; yani, aranan kriterler kalkınma oranı olan 5 sayısının da çok altına düştü. Afyon'un, artık, tekrar eski Afyon olabilmesi, tekrar eski ekonomik yapısını, canlılığını kazanabilmesi için, mutlaka, kalkınmada öncelikli il olması gerektiğine inanarak kanun teklifimizi verdik; fakat, bugüne kadar, komisyonlarda gündeme alınmadı.

Ayrıca, bu afet bölgesindeki küçük belediyeler başta olmak üzere, çeşitli altyapı nedeniyle, İller Bankasına, Emekli Sandığına, Sosyal Sigortalara ve diğer kurumlara olan borçlarının affı için de bir kanun teklifi verdik. O da, bugüne kadar, maalesef, komisyonlara ve Genel Kurula getirilmedi.

Ben, Afet Kararnamesinin boyutlarına, içeriğine girmek istemiyorum. Afet Kararnamesiyle, belediyeler, bir nebze olsun, kendi imkânlarını da katarak, harap olan altyapılarını düzenlemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, devlet, bütün imkânlarına ve bütün bu ekonomik konjonktüre rağmen, o bölgeye yardım edebilmenin yolunu aramıştır. Bu yolda, Toplu Konut vasıtasıyla, vatandaşları kooperatifleştirerek, onlara uzun süreli ve düşük faizli kredi verme yolunu bulabilmiştir. Bu, belki yeterli değildir; ama, bugünkü şartlarda, bugünkü ekonomik krizde devletin yapabileceği en büyük yardımdır; belki de, meriyette olan Zorunlu Deprem Sigortası Kararnamesine rağmen, başka bir çıkış yolu yoktur. 70 trilyon lira Toplu Konuta, 50 trilyon lira da İller Bankası, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Karayolları Genel Müdürlüğünce sarf edilmek üzere, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı emrine tahsis yapacağız. Her iki kuruluş bir araya gelecek ve Türkiye'deki kooperatifçiliğin şu andaki durumunu da gözönüne almak suretiyle, her türlü tedbiri alarak, istismara katiyen müsamaha etmeyecek şekilde, bunun yönetmeliğini hazırlayacak; dolayısıyla, çıkacak bu kanunla, ülkemizde ilk defa, bir afet bölgesinde, yeni bir yardım şekli hayata geçirilecektir. Onun için, çok hassas olmamızda büyük fayda var diye düşünüyoruz ve diyoruz ki, çıkacak bu kanunla beraber, Türkiye'de, kooperatifçilik ruhu da yeniden yeşerecektir. Biliyorsunuz, kooperatifçilikten dolayı, özellikle inşaat sektöründe, pek çok kimse mağdur edilmiştir.

İnşallah, bu kooperatiflerin kuruluşu, işleyişi, kredi kullanışı ve başına getirilecek insanlarla idaresi zapturapt altına alınarak, bu istismara meydana verilmez temennisiyle, çıkacak bu kanunun, özellikle Afyon'daki depremzedelere hayırlı olmasını diliyorum. Bu kanunun çıkmasında önayak olan, başta Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanımıza ve Toplu Konuttan sorumlu Devlet Bakanımıza, ayrıca, bu kanun tasarısını bugüne yetiştirmek için dün geç saatlere kadar çalışan Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize ve Dördüncü Yasama Yılının son toplantısında bu kanun tasarısını görüşmek üzere burada bulunan sizlere Afyonlular adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Özsoy.

Şimdi, sorulara geçiyorum.

Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Sayın Yıldırım, buyurun.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakandan aşağıdaki soruları sormak istiyorum. Öncelikle, tasarının hayırlı olmasını diliyorum, hatta geç kalmış bir tasarıdır diyorum; çünkü, Marmara ve Eskişehir depreminin üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, halen yaralar sarılmamış, Kızılay Meydanında seslerini duyurabilmek için miting yapmaktadırlar.

Sorulara geçiyorum:

1.- Tüm tabiî afetlerden; yani, deprem, sel, dolu, kuraklık, yangın, heyelan gibi afetlerden, vatandaşın ve çiftçilerin mağduriyetinin önlenmesi için, acil olarak genel tabiî afet kanunu getirmeyi düşünüyor musunuz?

2.- Eskişehir'de, 17 Ağustosta depremde evini kaybeden Zöhre Bari, İrfan Aydoğan, Yenimahalle Muhtarı Ahmet Kurban halen hiçbir yardım almamışlardır. Bu depremzedelere ne zaman devlet elini uzatacaktır?

3.- Eskişehir'de, 1999 yılında deprem olmasına rağmen, Eskişehir'in hiçbir belediyesi afet kararnamesine neden alınmamıştır? İzah eder misiniz?

4.- Hükümetin ekonomik ve siyasî depreminden zarar gören vatandaşların zararını kim ödeyecektir; açıklar mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın Seven; buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Devletimizin bu konuda destek vermesi çok önemli; çok takdirle karşılıyorum; yalnız, belirtmek istediğim şu: 1976 senesinden beri benim İlçem Diyadin'de deprem için yapılması gereken evler gelmiş geçmiş hükümetler tarafından yapılmamıştır. Bugüne kadar yapılmayan afet konutları acaba yapılacak mı? Doğubeyazıt, Eleşkirt, Patnos, Ağrı aynı şekilde mağdur durumdadırlar. Bu konuda Sayın Bakanımız, yine eski hükümetlerin yaptığı gibi mi yapacak; yoksa, bu sene programa alıp, bu konuyu titizlikle yapacaklar mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Buyurun Sayın Bakan.

Sayın Bakanım, cevaplandırabilirsiniz. İsterseniz, yazılı olarak da cevap verebilirsiniz. Takdir sizin efendim.

DEVLET BAKANI FARUK BAL (Konya)- Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabiî, sorumluluğunu üstlendiğim Bakanlığın bilgileri dahilinde sorulara cevap vermeye gayret edeceğim.

Öncelikle, Sayın Yıldırım, Marmara depremi üzerinden üç yıl geçtiğini ve üç yıl içerisinde yaraların sarılmadığını ifade ettiler. Ben kendisini bu hafta sonu Marmara Bölgesine davet ediyorum. Orada sekiz ay içerisinde kurulmuş olan şehirleri, o şehirlerin yürüyüş alanlarından çocuk parklarına, asfaltlanmış yollarından okullarına, sağlık ocaklarına, polis karakollarına kadar hepsini beraber gezdirip, kendisini de bu konuda bilgilendirip; bu vesileyle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin o bölgede afetzedelere göstermiş olduğu hamiyetperver ve merhamet duygularının, şefkat duygularının, yaralarını nasıl sardığını birlikte görmüş oluruz.

Diğer taraftan, afet bölgesinde, daha doğrusu, Marmara Bölgesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, deprem tarihi içerisinde bir tarih yazmıştır. Lütfen, Japonya'daki Kobe Kentinde meydana gelen depremle, Marmara Bölgesinde meydana gelen depremi mukayese edin. En son mukayese edilecek bir veri daha vereyim size: Amerika Birleşik Devletlerinde 11 Eylülde iki kuleye yapılan saldırı sonunda -ki, o bir deprem değildir- yıkılan kulelerin 8 ay gibi bir süre içerisinde enkazının kaldırıldığını düşünün ve Marmara Bölgesinde 45 gün içerisinde 50 milyon ton enkazın kaldırıldığını düşünün. Böyle düşünürsek, başarılarıyla övünen bir Türkiye'nin, kamuoyuna pozitif enerji yükleyen bir Türkiye Büyük Millet Meclisinin vazifesini de yerine getirmiş oluruz diye düşünüyorum.

Afet Kanunu, Sayın Bayındırlık Bakanımızla ilgilidir; ancak, ben, yazılı olarak bu konudaki sualinize cevap vermek istiyorum.

Eskişehir'de meydana gelen depremde mağdur olan, ismini ifade ettiğiniz vatandaşlarımızın da mağduriyetlerinin giderilebilmesine imkân sağlayacak yasal bir yetkimiz varsa, memnuniyetle yerine getirmek için gayret edeceğimizi ifade ediyorum. Ancak, incelettirip, zatı âlinize yazılı beyanda bulunacağım.

Afet kararnamesiyle ilgili, yine, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı görevlidir ve yetkilidir. Bu konuda da zatı âlinize bilgi vereyim; ama, hükümetin yapmış olduğu işlerden dolayı bunu bir afet olarak değerlendirecek isek, sebebini, 1990'dan itibaren tek tek sayarız. O zaman, herkesin payına ne düşerse, herkes de onun cevabını alır.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Üç sene evvel efendim.

DEVLET BAKANI FARUK BAL (Konya) - Tabiî, onların sebeplerinin hepsi altta ve ben, bunların neler olduğunu, zatı âlinize de bir şekilde ifade edebilirim.

Diğer milletvekilimize teşekkür ediyorum. Doğubeyazıt, Eleşkirt ve hatta Varto'da meydana gelen depremle ilgili...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Efendim, Ağrı Milletvekili... "Diğer milletvekili" değil.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Nidai Seven ismi ve iliyle anımsanır.

DEVLET BAKANI FARUK BAL (Konya) - Peki. Çok özür diliyorum Sayın Nidai Seven. Ben, konuşmanın gelişi itibariyle öyle söyledim. Eğer bir alınganlık varsa özür diliyorum.

Sayın Nidai Seven'in sorusu da, tabiî, teknik bir araştırmayı gerektiriyor. Kendisine yazılı olarak cevap vereceğim ve olumlu çözülmesi için de gerekli talimatları vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TOPLU KONUT KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN

KANUN TASARISI

MADDE 1. - 2.3.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 3. - 3/2/2002 tarihinde Afyon ve civarında meydana gelen deprem sonucunda Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Fen Heyetleri tarafından belediye yerleşim alanlarında belirlenen ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, kendi arsaları veya toplulaştırma sonucunda elde edilecek arsalar üzerinde yapılacak konutlar için Toplu Konut İdaresi aracılığı ile kredi verilir. Söz konusu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esaslar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından müştereken  belirlenir ve Başbakan onayı ile yürürlüğe girer.

Ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatifler için gereken 70 trilyon TL. Toplu Konut İdaresine; altyapı ve toplulaştırma işlemleri için ihtiyaç duyulan 50 trilyon TL. ise Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine aktarılır.

Söz konusu tutarların harcanmayan kısmı ile kredi olarak kullandırılan kısmının geri dönüşü Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından takip edilir ve tahsilini müteakip bir ay içerisinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine özel ödenek kaydedilmek üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılır.

Bu Madde uyarınca yeniden inşa edilecek veya onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme, ruhsatname ve sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri beyanname, taahhütname ve yapacakları sözleşmeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkan...

Buyurun Sayın Kalkan. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA SÜLEYMAN METİN KALKAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün, bu yasa tasarısı çok mevziî de olsa Anadolu'da bir bölgenin uğradığı bir afete çözüm bulmak üzere, Meclisimizin son yıllarda belki de ilk defa çıkaracağı en olumlu yasa; fakat, bu yıl inşaat mevsimi başladığından bu yana dört, beş ay geçtiği ve çok az bir süre de kaldığı halde ve bu hususta da daha yönetmelikler de hazırlanmadığına göre, burada işin vahametine mukabil bir aciliyet içerisinde olmadığımızın da üzerinde durarak, bu yasanın çıkarılmasını Afyon'un bu yarasını bir an evvel daha esaslı sarmak üzere, gerekli görüyorum.

Şimdi, bunun dışında, bu tasarıyla devletin bir müddet evvel, artık, ülkede bir afet veya bir felaket vuku bulursa, buna, hiçbir şekilde sosyal devlet olmanın ve milletiyle bir ve bütün olmanın gereği yardım ve o yarayı sarma cihetinde bir adım atma, eskiden beri yaptığı icraatları bırakmaya yönelik sigortalama kanunundan dolayı ve vatandaşlar da bu sigorta parasını bulamayacakları için meydana gelen açık üzerine bu kanunu çıkarmak suretiyle 70 trilyon lira konutunu yapacaklara, 50 trilyon lira da altyapı hizmetleri için vermek üzere bakanlığa bir tahsisat ayırıyor. Bu çok güzel bir hareket. 2 000 civarında da aileye konut yapma imkânı hâsıl edecek. Yalnız, inşallah, bu da, Afyon'da, şu ana kadar hepimizin bildiği ve adaletsizliklerin en çirkini olan partizan adaletsizlikle kullanılmaz; çünkü, halk, birçok afette felakete duçar olunca, devletinin yarasını sarmasını beklerken, bazılarının yarasının imtiyazlı sarıldığını görerek daha derin yaralara duçar olmuştur. İnşallah, burada, bu hususta gerçek hak sahipleri -2 000 konutluk da olsa- yararlanır.

Yalnız, bu vesileyle, Adapazarı'nda ikibuçuk yıldan beri altyapısı hâlâ yapılmamış, evleri tamamlanmamış, ikibuçuk yıldan beri bekleyen birçok problemi de, bir ek yasayla da olsa veya hızlı bir çalışmayla da olsa halletmemiz gerekir ve gene burada, Afyon'un yarasının sarıldığı gibi, daha yakın bir tarihte, gene bu yurdun en aziz köşelerinden biri olan Hatay yöresinin de partizanlıktan öte, hiçbir afet ve hiçbir sıkıntı geçirmemiş bölgeye olağanüstü afet yardımları yapıldığı halde, gerçekten afet kapsamında olup afet zararı gören bölgelere yapılmamış yardımların haksızlığının da giderilmesi gerekir.

Örneğin, daha çok kısa zaman içerisinde Hacıpaşa Beldemizin, Suriye'de patlayan barajın etkisiyle bütün tarlaları ve evleri sular altında kaldı. Bunun için henüz hiçbir şey yapılmadı. İnşallah, diyorum ki, bugün, biz Saadet Partisi olarak canı gönülden desteklediğimiz ve Afyon'a daha çok da yapılmasını istediğimiz bu yardımın, bu korumanın, kollamanın yapıldığı gibi, diğer bölgelerimizde de, bu, afetin eksik bıraktığı, halkın kendi yarasını saramadığı bütün yaraları sarmaya Meclisimiz bir an evvel, bu şekilde değil, daha hızlı koşar.

Ayrıca, şu unutulmamalıdır ki, bu yeni deprem sigortası yasası halka derinden şunu hissettirmektedir: Ey ahali, bundan sonra deprem de olsa sana yardım edecek durumda değilim, kendi konutunu sen kendin sigortalat, sen kendi paranı ödeyerek kendini emniyete al, devlet olarak artık ben hiçbir şey yapabilecek durumda değilim. Bu, inşallah, bizim yorumladığımız şekilde de olmaz. Cenabı Hak bu ülkeye bir daha bir afet ve bela nasip etmez; ama, ederse de bu devlet bu yarayı çok çabuk sarabileceğini gösterecek, bazı refleksleri, mutlaka ortaya koymalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayın efendim.

Buyurun.

SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Bu bakımdan, tekrar, ben, sayın ilgililerin ve bilhassa Bayındırlık Bakanımızın, Hatay'ın da, Adapazarı'nın da, ülkenin başka köşelerinde de vuku bulmuş her türlü felaketin aynı, geç kalarak da olsa, Afyon'da, sarmaya çalıştığımız, 2 000 konutluk kollama ve yara sarma operasyonu gibi diğer bölgelerimizin de aynı şekilde birincil hassasiyetle ele alınmasını bekler hepinizi saygıyla selamlarım. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kalkan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila.

Buyurun Sayın Attila. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA İSMET ATTİLA (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1 inci madde üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu kanunla, bir taraftan 70 trilyon diğer taraftan 50 trilyon kullanma yetkisi veriyoruz. Tabiî, bu konuda da, Doğru Yol Partisi olarak endişelerimiz var. Endişe şu: 50 trilyon bu kanun tasarısıyla veriliyor ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü, bir protokolle, bunu, altyapı hizmetleri ve belediyelerin toplulaştırmasında kullanacak.

Şimdi, bir partiye bağlı bir bakanlık... Burada, koalisyon partilerinin hiç söz hakkı yok tasarıya göre. Burada, bu üç kuruluş da Bayındırlık ve İskân Bakanlığının kuruluşu, protokolü de, bunlar, kendi arasında yapacak; haliyle, bu protokolde, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı etkili olacak. Endişemiz, bu konuda da adaletsizlik yapılmasıdır. Afete uğramış belediyeler arasında "bizden sizden, benim partimden diğer partiden" adaletsizliğinin yapılmamasıdır; dikkat edeceğimiz husus budur. Özellikle de hükümetin diğer partilerinden -DSP'li ve ANAP'lı arkadaşlarımızdan- bu protokolün yapılması sırasında hassasiyet göstermelerini istiyoruz, davet ediyoruz; çünkü, bugüne kadar yapılan uygulamalar, bizim bu endişemizi teyit etmiştir.

Yine, hepimizin bildiği gibi, bugün ülkenin başına gelenler, Aralık 1999'da IMF'yle yapılan anlaşmadan gelmiştir. O gün, 64 maddeyle, bu ülkenin her şeyi IMF'ye teslim edilmiştir. 63 maddede A'dan Z'ye kime ne yapılacağı, kimin ne şekilde budanacağı bu anlaşmada yer almıştır; en kötüsü de 64 üncü maddedir. Huzurunuzda, bunu, buradan ifade etmekte fayda var. Bu hükümet eliyle, bu IMF anlaşmasıyla, 64 üncü maddede şu hükümler yer almıştır; orada, hükümet, bakanları eliyle, 63 maddeyle -size söz verdiğimiz 63 maddeyle- biz, düze çıkacağız, bütün bu tedbirleri alacağız, ondan sonra da bu tedbirler sayesinde ekonomi düzlüğe çıkacak, Türk insanı köyünde, kasabasında, kentinde daha iyi yaşar hale gelecek. 64 üncü maddede de, eğer, bu tedbirler fayda vermezse, fonun her türlü göstereceği tedbiri almaya hazırız demek suretiyle, bizim "IMF'ye teslim ettiniz; IMF, sizi, tamamen teslim aldı" dediğimiz maddeyle, milletin de, kendinizin de elini kolunu bağladınız ve ondan sonra da, işte, Cottarelliler geldi, diğerleri geldi gitti; el gidince kol da gitti, gövde de gitti; bugün, ülkeyi IMF idare eder hale geldi. Orada da en büyük darbe, en büyük budama da köylü çiftçi üzerine yapıldı; buğday tabanfiyatları dahil, bu, IMF'ye verilen sözlerde yer aldı. Tabiî, ülkeyi IMF'ye teslim edince tarımı yok ettiniz, köylüyü, çiftçiyi de yok ettiniz. Bu deprem oldu; bu depremde köylü nerede, köylünün durumu ne olacak? Zaten, köylünün ayağı tarlaya gitmiyor; çünkü, traktörünü süremiyor, geri geri gidiyor, mazotu belli, ilacı belli, gübresi belli, bir de, tabanfiyatlarıyla, pancarıyla, tütünüyle, haşhaşıyla, hububatıyla, köylünün ürettiği her türlü ürüne yapılanlar belli.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMET ATTİLA (Devamla) - Dolayısıyla, eğer, köylü sıkıntıya düşerse, sayenizde sıkıntı, bugün köylüde varsa, ondan sonra da, esnaf, sanatkâr, tüccar, sanayici, bu ülkede yaşayan herkes sıkıntıda ve en kötüsü de, bugüne kadar Türk insanı, Anadolusunda, Trakyasında mutsuz. Bu mutsuzluğu yaşatmaya hakkınız yok.

Dolayısıyla, sözlerime son verirken, inşallah, bu konuda da, gerek 70 trilyonun kullanılmasında ve özellikle de 50 trilyonun kullanılmasında haksızlık, adaletsizlik yapmazsınız; çünkü, bu verilen paralar, yetim parasıdır, yetim hakkıdır.

Hepinizi, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa.

Buyurun Sayın Fatsa. (AK Parti sıralarından akışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 883 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla, 3 Şubat 2002 tarihinde Afyon ve çevresinde meydana gelen deprem felaketinde tahrip olan altyapı ve yerleşim alanlarının imarıyla ilgili bir kaynak aktarılması, yani, yaklaşık 120 trilyon liralık bir kaynak aktarılması suretiyle bu hasarın, bu zararın, mağduriyetin giderilmesi amaçlanmıştır. Şahsen, bu, 3 Şubattan bugünkü tarihe kadar uzun bir zaman geçmiştir; geç kalmış bir tasarıdır, daha önce çıkmalıydı diye düşünüyorum; ama, geç gelmiş olsa bile, bu tasarının Meclis tatile girmeden önce Meclis gündemine gelmiş olmasını da  büyük bir memnuniyetle karşılıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bizim ülkemizde sadece deprem felaketleri olmuyor; mağdur olan insanlar, tabiî afetler neticesinde, sadece depremle sınırlı değildir. Geçtiğimiz haftalar içerisinde, 5 Haziran 2002 tarihinde seçim bölgem olan Ordu'nun Fatsa, Kumru ve Ünye ilçelerinde yoğun bir dolu afeti yaşanmış, bu afet sonunda da Kumru'da 16, Fatsa'da 7, Ünye'de 6 yerleşim alanında, fındık, mısır ve meyve alanları, yer yer yüzde 40, yüzde 50, bazı yerlerde yüzde 90, yüzde 100'e varan oranlarda ciddî bir tahribat yaşamıştır.

Gerçi, tarım müdürlükleri nezdinde hasar tespit çalışmaları yapılıyor; ama, inşallah, umuyorum ki, şimdi Afyon için düşünülenler, bu dolu felaketinde zarar gören Fatsa, Kumru ve Ünye ilçelerimizdeki mağdur vatandaşlarımızdan da esirgenmez.

Yine, 19-20 Haziran tarihlerinde Doğu Karadenizde, kendi seçim bölgem olan Ordu'yu da içine alacak şekilde, çok yoğun bir sel felaketine maruz kalınmıştır. Yapılan istatistiklere göre, metrekareye düşen yağmur oranı son kırk yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu çerçevede, Ordu merkezden Karadenize dökülen Melet ve Turnasuyu Irmakları, yine Fatsa merkezden Karadenize dökülen Bolaman ve Elekçe ırmakları havzalarındaki yerleşim alanları ve ekili alanlar ciddî zarar görmüştür.

Yine, bu sel felaketi münasebetiyle, zaten bölgemizde zor sağlanabilen ulaşım tamamen felç olmuş, il merkeziyle ilçe merkezleri arasında, ilçe merkezleriyle belde ve köy merkezleri arasındaki ulaşım imkânları ciddî hasar görmüştür.

Yine, arazinin yapısını, bölgeyi ziyaret eden arkadaşlarımız, bölgeyi tanıyanlar bilirler; gerçekten, bütün altyapı hizmetleri akarsu mecralarını takip etmek mecburiyetinde kaldığı için, bu sel münasebetiyle, belediyelerimizin; büyük ölçüde, Kumru, Ulubey, Mesudiye ve Ordu merkezdeki Gülyalı gibi merkeze bağlı birtakım beldelerimizin altyapı hizmetleri büyük ölçüde, ciddî şekilde tahrip olmuştur.

Değerli arkadaşlar, Nisan 2000'den itibaren, Ulubey İlçemizde ciddî bir heyelan yaşanmaktadır; bu heyelan elan devam etmektedir. Bu süreç içerisinde, şehir merkezinin üçte 1'i tamamen yıkılmıştır. Biz, afete maruz kalmış, afet kararnamesi imkânlarından faydalanacak yerleşim merkezleri tespit edilirken Ulubey İlçemizin de bu kapsama alınacağını bekledik; ancak, maalesef, Ulubey İlçemiz, zannediyorum Belediye Başkanı bir muhalefet partisine mensup olduğu için, bu uygulamadan faydalandırılmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EYÜP FATSA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, bu afet dolayısıyla, Bayındırlık Bakanımız Sayın Abdülkadir Akcan Bey, bir heyetle beraber, yöremizi ziyaret etmiştir; biz, kendisine minnettarız, müteşekkiriz. İnşallah, tespit ettikleri zararların karşılanması noktasında, Ordu'da, Giresun'da ve bölgemizde vatandaşa vaat ettiklerini kısa zamanda gerçekleştirirler.

Ben, bu münasebetle, Afyon'daki insanlarımıza uzanan devletin şefkat ve merhamet elinin, Doğu Karadeniz Bölgemizde sel ve dolu afetine maruz kalmış insanlarımıza da uzanacağını bekliyor, bu düşüncelerle, bu tasarının hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Sayın Başkanım, Sayın Bakana bir sualim vardı.

BAŞKAN - Artık, maddelerde soru olmuyor.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Peki, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehinde, Sayın Nidai Seven'in bir açıklaması olacak.

Buyurun Sayın Seven. (Alkışlar)

2 dakika içinde...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; gerçekten, toplukonutla ilgili getirilen bu kanun, memleketimiz için çok hayırlı bir kanundur.

Tabiî, Türkiye, 17 Ağustosu, 12 Kasımı yaşadı; büyük acılar gördük. Afyon'da, özellikle 3 835 yerleşim alanının ciddî manada hasar görmesi ve 48 beldenin ve bunun yanında 123 köyün, aynı zamanda 500 000 insanımızın mağdur olması, ciddî manada ele alınması gereken bir konuydu. Ben, bugün, bu kanunu gördüğüm zaman çok mutlu oldum; çünkü, Afyon'daki insanlarımızın acılarını beraber paylaşıyoruz. Keşke, geçmişte, bizim Ağrı'da meydana gelen 1976 depremini de o şekilde ele alsaydık; keşke, 1991'deki depremleri de ele alsaydık; keşke, 1993'teki depremleri de ele alsaydık.

Ben, bu manada, gerek Bayındırlık ve İskân Bakanlığına gerek Toplu Konut İdaresine, gerek Toplu Konut İdaresinden sorumlu Sayın Bakana ve gerekse hükümetimizin yetkililerine ve bu konuda destek veren tüm grup başkanvekillerine, partilere teşekkür ediyor, hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın milletvekilleri, böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli konusunda Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakikalık süre vereceğim; bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşlarımız olursa, belirlenen süre içerisinde oylama pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını; vekâleten oy kullanacak sayın bakan var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulalarını yine belirlenen süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyor ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlanıldı)

BAŞKAN - Değerli milletvekili arkadaşlarım, bundan sonra görüşeceğimiz tasarının birisi daha açık oylamaya tabidir; o nedenle, arkadaşlarımızın, Genel Kuruldan ayrılmamalarını veya en azından kuliste olmalarını özellikle rica ediyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının oylamasına 210 sayın milletvekili katılmış; 209 kabul, 1 ret oy kullanılmıştır.

Bu sonuca göre, tasarı yasalaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olsun diyoruz.(1)

Şimdi, teşekkür konuşmasını yapmak üzere;  buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; bugünkü bu çalışmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, afetler karşısında zarar görmüş olan vatandaşlarımızın yarasının sarılabilmesi için yüzde100'e yakın -oybirliğine yakın- oy vererek bir kanun tasarısını görüşmüş ve kabul etmiştir.

Biz, Meclisimizi oluşturan siyasî partilerimizin göstermiş olduğu bu teveccühe ve güvene layık olacak bir biçimde, bu kanunun verdiği yetkileri deprem bölgesinde, Afyonumuzda kullanacağız.

Bu kanunun verdiği yetkileri, en mükemmel bir şekilde, en hızlı ve en ucuz hizmet üretimini sağlayabilmek için kullanacağız ve yaraların sarıldığını da inşallah hep birlikte göreceğiz.

Bu kanunun, ülkemize ve özellikle Afyon'da bulunan zarar görmüş olan hak sahibi vatandaşlarımıza hayırlara vesile olmasını diliyor; hepinize, ayrı ayrı teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısının ve İçişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı : 879) (2)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Komisyon raporu, 879 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda görüşmekte olduğumuz 879 sıra sayılı 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum.

                                

(1) Açık oy tablosu tutanağa eklidir.

(2) 879 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, halen, şehitlerimizle ilgili birtakım günler, resmî olarak, değişik günlerde, değişik şekillerde, değişik kurumlarca kutlanmaktadır. Halen, 25 Nisan Kara Şehitlerini Anma Günü, 4 Nisan Deniz Şehitlerini Anma Günü, 15 Mayıs Hava Şehitlerini Anma Günü, 10 Nisan Polis Şehitlerini Anma Günü, 25 Mayıs Dışişleri Şehitlerini Anma Günü olarak kutlanıyor; yani, değişik kurumlarda, aslında, Türkiye genelinde, ulusal boyutta değil, ilgili kurumlar nezdinde kutlanıyor.

Şimdi, getirilen, şehitler gününün ve gaziler gününün belirli günlerde, tek bir günde, ülkemizdeki resmî kurumlarımızda ve özel kurumlarımızda kutlanması amacına yönelik bir tasarı. Bu noktada olumlu bir tasarıdır.

Gerçekten, şehit şehittir; deniz şehidi, kara şehidi olmaz; şehit, insanımızın, ülkemizin kutsal değerleri adına hayatını seve seve veren, o değerler uğruna hayatını feda eden insandır, fedakâr insanlarımızın şahadetidir ve o şehitlerin de gerçekten hangi birimde olursa olsun tamamı şehittir; bunun, tek bir günde ve bir tarihte, ülke genelinde kutlanması, anlamının insanlarımıza anlatılması, milletimizin kültürünün ve inancının, bu dokunun korunması ve gelecek nesillere aktarılması açısından çok önemlidir.

Türkiye'de, bayramlar, günler, haftalar, enflasyonu var denebilecek kadar çoktur. Aslında, bunların azaltılması, derli toplu hale getirilmesi önemlidir. Gerçekten, çok gün ve bayramımız var. Şimdi, bakıyorum; hafta tatillerimiz var; haftada 2 gün tatil yapıyoruz. Yılda 52 hafta var, 2'şer günden 104 gün tatil yapıyoruz; yani, aşağı yukarı 365 günün 200 günü geriye kalıyor.

Aslında, bunların kaynakları nedir; hafta tatillerinin kaynağına baktığımız zaman, her ne kadar yazılı hukuk kuralı haline getirilmiş olsa bile, hafta tatilleri, aslında, dinlerin belirlediği kutsal günlerdir; yani, hafta tatili olayının kaynağı dindir. Pazar günü Hıristiyanlık Dinine mensup insanların kutsal günüdür. Onlar, o gün, gerçekten dünyalık çalışmalarını bir yana bırakıp, kilisede, kendi inançları doğrultusunda bunun bayramını, o kutsal günün kutlamasını yaparlar. Diğer tarafta, cumartesi günü, Musevi insanların, Yahudi insanların, o dine mensup insanların kutsal günüdür. Onlar da, o gün, dünyalık işlerini bırakır, belki de bir hafta bayramı olarak, havralarında bugünü kutlarlar ve kendi inançları doğrultusunda onu değerlendirirler.

Müslümanların, aslında haftalık bayramı, tatil değildir. Önemli günleri, haftalık bayramı cuma günüdür; ama, cuma günü tatil değildir; çünkü, İslamiyet'te cuma günü, haftalık kutsal bir bayram günü olsa da, ayette ve hadislerde, o günün tatil olmadığı belirtilmiştir; yani, Cuma Namazı kılındıktan sonra herkesin işine dönmesi ve işine devam etmesi söylenmiştir, onun için bir tatil değildir. Bizde, ne hikmetse, bu bayram günleri, tatil günlerinin belirlenmesine kaynak olan kültürel doneler veya toplumun temel değerleri, âdeta, ülkeyi veya devleti temsille ilzam edenlerin değer yargılarıyla örtüşmez halde gibi uygulanıyor. Bunların da örtüştürülmesi çok önemlidir. Mesela, 1960'ta ihtilal yapılmış. Gerçekten, toplumun büyük bir kısmının iradesiyle iktidar olmuş bir başbakan ipe çekiliyor, Türkiye'de demokrasi ipe çekiliyor, bu 27 Mayıs, bayram diye kutlatılıyor. Böyle, hilkat garibesi bir uygulama olabilir mi bir ülkede?! Ama, oluyor maalesef.

"Bayram, bayram, deliye her gün bayram" demişler; onun için, bayram günlerinin, anma günlerinin derli toplu hale getirilmesi, gerçekten, toplumumuzun temel değerleri ve talepleriyle örtüşür hale getirilmesi çok önemlidir.

Onun için, bu tasarı, şehitlerimizi anma günlerini bir araya, derli toplu hale getirmektedir. Gazilik de bizim toplumumuz için önemli bir değerdir; bu günün de belli bir günde anılacak olması ve insanımıza ve gelecek nesillere, bu günlerin -gaziliğin ve şehitliğin, bu müesseselerin- öneminin aktarılması çok önemlidir. Onun için, bu yasaya olumlu bakıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, bunların aza indirilmesi çok önemli. Umut ediyoruz ki, diğer lüzumsuz konulmuş bayramlar, günler ve haftaların da -uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler hariç- aza indirilir ve ülkemizde, daha anlamlı, anlamına daha uygun şekilde bu anmalar yapılır ve o günler kutlanır.

Şehitlik dediğimiz ve gazilik dediğimiz olaylar, milletimizin, çok önemli değer yargılarındandır; yani, milletimizin çok önemli değerlerinin, değer yargılarının en önemlilerinin başında gelmektedir. Bir toplumun, bir ulusun şehit ve gazileri yoksa, yani, o ülkenin, o milletin temel değerleri, kutsal değerleri, kutsal saydığı değerler adına hayatını vermeye hazır insanları yoksa, o ülkenin, aslında, yaşamaya da hakkı yoktur diye düşünülebilir. Uluslararası düzeyde savaşlar devam edecek mi, saldırılar devam edecek mi? İnsanlığın fıtratında, gerçekten, bir kavga düşüncesi, insan insanın kurdudur düşüncesi, menfaatçı bir yaklaşımla diğer insanların menfaatlarını gasp ederek kendi menfaatlarına katma duygusu oldukça, gerek bireysel boyutta gerekse uluslararası boyutta, millettlerarası boyutta bu savaşların devam edeceği, maalesef, burada görülmektedir; çünkü, bakıyoruz, çocuklarımızın izlediği bilimkurgu filmlerinde, Hollywood filmlerinde ve diğer filmlerde, âdeta, insanlığın belki daha ileriki tarihlerinde bile, uzaylar ve uydulararası birtakım iletişimlerin kurulduğu, medeniyetlerin kurulduğu dönemlerde bile, sürekli savaşlar, hakimiyetler ve diğer ulusları boyunduruk altına alma duyguları işleniyor maalesef. Ortaya çıkıyor bir diktatör, diğer dünyayı, diğer gezegeni boyunduruğu altına almaya veya egemenliği altına, kendi menfaatı için kendi kontrolü altına almaya çalışıyor. İnsanlık, acaba, gelecekte böyle olacak mı; yani, değerler adına ölmek, değerler adına savaşmak sürekli olacak mı uluslararası düzeyde, insanlar arasında? Ümit ediyorum ki, olmasın; insanlar, kardeşlik duyguları doğrultusunda, kardeşlik içerisinde, dünyada adil bir paylaşım içerisinde  yaşasınlar; ama, görülüyor ki, bu duygular, bu düşünceler maalesef köreltilemiyor. Körpecik beyinlere dahi, sürekli, savaş ortamı, vurma, kırma, şiddet ortamları empoze ediliyor, enjekte ediliyor maalesef. Bunların da aslında belli bir kontrol altına alınması, insanlığın barış içinde yaşamasının her zaman sağlanması gerekir; ama, bu olmayacak. Bu ihtimallere karşı var olabilmemiz için de, muhakkak ki, bu müesseselerin yaşaması ve milletin temel değerleri adına ölmeye ve hayatını vermeye hazır insanların, hazır olan değerlerin, hazır olan duyguların da sürekli gündemde tutulması gerekir.

Bunun için, şehitlik toplumumuzda çok önemlidir; çünkü, tarih boyunca, tarihimize baktığımız zaman, gerçekten, şehitlik müessesesi -inancımızda aynı şekilde- tarif ve telif edilmiş çok önemli müesseselerden biridir. Şehit olmaya hazır olmayan bir toplumun, savaş ortamında veya uluslararası düzeydeki sömürgeci güçlerin saldırılarına karşı yaşam hakkı temin edebilmesi de mümkün değildir. Bu değerler uğruna, milletimiz, tarih boyunca şu şekilde bunu tanımlamış; ülkemizin, milletimizin, vatanımızın ve temel, önemli değerlerimizin, mukaddesatımızın korunması adına seve seve yola düşebilmiştir ve burada sadece şunu söylemiş, hiç de müşteki olmamıştır: Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum demiştir. Bizim milletimizin temel kültür dokusundan biridir bu. Bu değeri, bu duyguyu, gerçekten, onun manasına uygun bir şekilde yeni nesillerimize aktarmak da devletin bir görevi olması gerekir; ama, bunlarda sapmalar olabiliyor maalesef. Bu sapmaları da bir yana bırakarak veya düzelterek şehitlik müessesesini ve anlamını, tebdil, tagyir veya tahrif etmeden gelecek nesillerimize tam anlamına uygun bir şekilde intikal ettirecek günlerin yapılması ve bu günlerin anlamının, manasının nesillere aktarılması çok önemlidir.

İnsanlar, Sokrates'ten bu yana değişik görüşlerle birtakım felsefeler oluşturmuşlar. "İnsanın hareketlerini, insanın davranışlarını yönlendiren menfaat duygusudur" demiştir Sokrates. Materyalist bir düşüncedir; ama, gerçekten, insanların hareketlerini yönlendiren menfaat duygusu vardır; ama, tamamı değildir bu. Freud, bir taraftan, çıkmış "insanların hareketlerini ve davranışlarını yönlendiren, cinsel içgüdülerdir" demiştir. Peki, insanlar, menfaat uğruna hayatını hiçe sayabilir mi; yani, başka değerler manzumesi kabul edilmediğinde, bir toplumun kültüründe olmadığında, sadece menfaat uğruna, Hobbes'in "homo homini lupus" dediği, yani "insan insanın kurdudur" dediği bir ortam sürdürülebilir mi? Bir insan, gerçekten, kendi hayatını seve seve feda edebilir mi menfaat uğruna; yani, bir insanın temel, mukaddes değerleri adına hayatını hiçe sayması menfaat duygusuyla telif edilebilir mi; elbette edilemez. Onun için, insanlar, menfaatı ve karnını doyurma adına yaşayan varlıklar değildir. İnsanlar, belki, o maddî menfaatları, yaşamasını, hayatını daha rahat sürdürmek için talep edebilir. Meşru alanlarda menfaat duygusu insanları yönlendirebilir; ama, bunun ötesinde, insanlığın ve insanımızın, milletimizin özellikle inanç değerlerinden kaynaklanan şehitlik duygusu kesinlikle bir menfaat duygusuyla telif edilemez. Onun için, bu değerin, toplumumuzun kültür dokusunda yaşatılması lazım. Bu yaşatılmadığı zaman, belki de korkarız ki... Mesela, 1974'teki Kıbrıs savaşında haberlerde izliyorduk. Bizim askerlerimiz -o boğaz şehitliklerinde bugün yatıyorlar; Allah rahmet eylesin- Kıbrıs'ı vatan etme, tekrar vatan etme, tekrar bedel ödeme adına orada, karşılıksız, hayatlarını feda ettiler, şehit veya gazi olma duygusu adına ettiler. Başka bir değer yoluna, başka bir değer adına yapmadılar bunu; ama, karşıdaki Rum orduları, Yunan ordularının askerlerinin, askerden kaçmasınlar, cepheden kaçmasınlar diye ayaklarından birbirlerine zincirle bağlı olduğu haberleri alındı. Bu, bir gerçektir; çünkü, orada, o duygu yoktur, o ulusta, o toplumda vatan ve mukaddes değerler adına şehit olma duygusu yoksa, cephede o asker savaşamaz, o değerleri koruma adına ortaya çıkmaz, hiç kimse de menfaatı adına ölmez; çünkü, dünyaları verseniz, kâinatları verseniz, belki de dünyadaki bankalardaki tüm dolarları insana verseniz, karşılığında hayatını vermesini isteseniz, verebilir mi; mümkün değil; çünkü, ölen bir insan için maddî değerin hiçbir anlamı yoktur. Onun için, bu değerlerin korunması adına, bu şekilde, günlerin, gerçekten anlamına uygun şekilde kutlanması lazım diye düşünüyorum.

Şimdi, tabiî, zaman zaman kültürümüzde çok önemli yerler almıştır; şairlerimiz, yazarlarımız, çizerlerimiz, din adamlarımız ve tüm ulusumuz şehitlik ve gaziliğe çok önem vermiştir ve edebiyatımızda bunlarla ilgili sonsuz denebilecek kadar yazılmış, çizilmiş övgüler, buna benzer şiirler vardır. Mesela, insanımızın temelinde, demin ifade ettiğim gibi "ölürsem şehit, kalırsam gazi" olma duygusu vardır. Bu duygunun korunması adına da bu günlerin anlamına uygun olarak korunması lazım. Şairimiz çıkmış "sen de geçebilirsin, yârdan, anadan, serden" diyebilmiştir. Diğer taraftan "bu vatan toprağın kara bağrında, sıra dağlar gibi duranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek olup çakan, sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır" demiştir Orhan Şaik Gökyay. Diğer taraftan, ulusal şairimiz, millî şairimiz Mehmet Âkif "Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber" diyebilmiştir ve 18 Martta Şehitler Günü, gerçekten, bu vatanın vatan olarak kalması adına ödenen bedellerden biri olan Çanakkale Zaferi 250 000 şehit kanı adına kazanılmıştır. Bunları korumak ve anmak, tabiî ki, onlara hem minnet borcumuz hem de gelecekte bu ülkenin ve bu ülkenin mukaddesatı adına neslimizin her an ölmeye hazır beklemesi adına bugünlerin bir arada kutlanması da çok önemlidir.

Yine, inancımızda, İslam inancında "Allah yolunda öldürülenleri -yani, Allah için ölmeyi, ondan bir şeyler bekleyerek ölmeyi; yani, burada inanç uğruna ölenleri de ölüler olarak değerlendirmeyin- ölüler zannetmeyin; zira, onlar yaşamaktalar; siz fark etmezsiniz" diyerek inancımız da buna önem vermiştir. Aslında önemli kaynak da budur. Bir Eyyüp el Ensari'nin 90 yaşında Mekke'den çıkarak 3 000 kilometre yolu katedip İstanbul surları önünde savaşmasının nasıl bir anlamı olabilir, şehit olma duygusundan başka, o saikten başka? Ecdadın Viyana kapılarına kadar gitmesinin temelinde yatan gerçek nedir; elbette bunlardır. Vatanı milleti korumanın veya uluslararası düzeyde hak ve adaletin tesisi adına çıkıp, belki de şehit olmanın anlamı budur. İşte, milletimizin bu değerlerini kendine değer ve o anlam dahilinde kutlamak veya onların anlamını ifade etmek, gelecek nesillere intikal ettirmek de bizim vazifemiz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, zamanla, tabiî, bu anlamlı değerlerin, toplumumuzun kültür bünyesini oluşturan bu önemli değerlerin bazı hareketlerle örtüşmediğini görüyoruz. Bir kere, tarihimizde bütünsellik içinde bir bakış yok, tarihimizde sorunlar var. Âdeta, Türk tarihi, milletimizin tarihi, bir hanedanlık tarihi, bir rejimler tarihi halinde algılanıyor; yani, Selçuklu, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçukluları, arkasından Osmanlı İmparatorluğu, arkasından cumhuriyet dönemi geliyor. Âdeta, bu kurumlar birbirinden kopuk bir şekilde, o zamanlarda yaşanmış tarihî ve önemli günler farklı farklı algılanıyor veya bir sonra kurulmuş devlet veya idare, bir öncekini sanki karalarcasına, reddedercesine, reddi miras edercesine bir tavır içine takılınıyor. Cumhuriyet döneminde de böyle oldu. Sanki 23 Nisan 1920'de nevzuhur olarak bu toplum Anadolu'da ortaya çıktı, sıfırdan başlayarak yeni bir medeniyet, yeni bir sosyal yapı ve yeni bir kültürel yapı oluşturulmaya başlanmış gibi; âdeta geçmiş reddedilerek bunlar yapılmaya çalışıldı. Oysaki tarihimizin bütünlük içinde alınması lazım. Bugün Britanya veya Birleşik Krallık, İngiltere'de bir adada yıllardan beri yaşıyorsa ve onlar bütünlük içinde tarihini algılıyor, bütünlük içinde tarihî günlerini yeni nesillere aktarıyorsa, bizim de böyle yapmamız lazım. Yani, biz, 23 Nisan 1920'de ortaya çıkmadık; sadece, Osmanlı'dan sonra, Osmanlı'nın ve bu milletin devamı olan cumhuriyeti kurduk 29 Ekim 1923'te. Öbür dönemleri veya Osmanlı dönemlerini, ulusumuzun yazdığı tarihî ve önemli günleri bir kenara bırakmak mümkün değildir. Bugün nasıl Preveze Deniz Savaşını kutluyorsak; işte, polisimizin 100 bilmem kaçıncı yılını kutluyorsak, cumhuriyeti aşan bir ömrümüz, bir kültürümüz varsa, bunları bütünlük içerisinde algılamalı ve o günlerin anlam ve manasını, o anlam ve manaya uygun olarak, kültürümüzün bir parçası olarak gelecek nesillere intikal ettirmek durumundayız; yoksa, böyle, yeniden ortaya çıkmış, değişik kültüre mensup ve geçmişini inkâr eden, reddi miras eden, belki de nesebi reddeden bir topluluk haline gelebiliriz. Bu, yanlışlar zamanla yapılmış; ama, sevinerek görüyoruz ki, zaman içerisinde bunlar düzeltiliyor; yani, milletimizin tarihî ve önemli günleri, artık, neslimize, insanımıza, bir kültür bütünlüğü içerisinde aktarılabiliyor.

Fatih Sultan Mehmet'in, insan haklarıyla ilgili, Bosna-Hersek'le ilgili yazıları uluslararası düzeyde sahiplenilerek Kültür Bakanlığımız tarafından hediye edilebiliyor. Bu, sevindirici bir durum. Bütünlük içinde medeniyetimizi ve kültürümüzü algılamak gerekir; ama, bir taraftan da, Ağrı'da, Van'da bale okulu açılabiliyor Türk kültürünü geliştirme adına; bunu da anlamak mümkün değil. Zaman zaman, toplumun dokusunda, toplumun değer yargılarında yer bulmayan, birtakım değer diye sunulan şeyler, kültürel motifler, insanımıza kendi kültürümüz gibi dayatılmaya çalışılmıştır; bunlardan da vazgeçilmesi lazım.

Geçen sene Bayburt'a gitmiştik; bir fıkra anlatılıyor, deniliyor ki, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Beethoven'dan, Vivaldi'den, Mozart'tan burada birtakım şeyler icra edecek. Valiliğe veya kaymakamlığa talimat veriliyor; milleti toplayın bir salonda, bunlar dinlesinler! Tabiî, o zaman tekpartili dönem. İşte, valilik, il başkanlığı -CHP'nin- kaymakamlık, ilçe başkanlığı; jandarmayı gönderiyor, milleti toplayın diyor; Vivaldi'yi icra edecek Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası. Ne alakası var bizim milletimizle bunun?! Bunlar, belli düzeyde belki sunulabilir; ama, devletin ve devleti ilzam ve icra edenlerin, devleti temsil edenlerin, bu milletin kutsal saydığı, devletin gücünü kullananlar, milletin kültürüne aykırı kullanması düşünülebilir mi; ama, zaman zaman bu hatalar olmuş. İşte, toplanmışlar, salon tıklım tıklım, ayakta bekleyen insanlar var; Vivaldi'yi, Mozart'ı, Beethoven'i dinleyecekler, Bach'ı dinleyecekler. Tabiî, önde de bir vatandaş var; böyle, takkeli, sakallı falan. Sahne kuruluyor, şef iştihalı bir şekilde "böyle müzikseverleri burada bulacağımı hiç zannetmiyordum; tebrik ederim burayı. Nasıl böyle bu kadar kalabalık; bu icrayı, bu müziği, bu sanatı dinlemeye gelmişler" diyor ve bu sanatsever insanlara büyük bir iştihayla, orkestrayı yönetmeye başlıyor. Tabiî, icra ettikleri kısımlar, konçertolar, şunlar bunlar bittikten sonra, arkadan amcaya soruluyor "amca, nasıl buldunuz? Sizi tebrik ederim. Bu sanatı dünyanın değişik yerlerinde icra ettik; ama, bu kadar sanatseverle burada karşılaşacağımızı hiç zannetmiyorduk" diyor. Amca "oğlum, buraya Pontuslar geldi zulmetti, Urus geldi zulmetti, Ermeni geldi zulmetti; ama, Bayburt Bayburt olalı bu zulmü yaşamamıştı" diyor.

Böyle, toplumun değer yargıları, bakış açıları, değerlendirmeleri ayrı, o toplumu yöneten yönetici elitin ve devleti temsil ve ilzam eden kesimin bu değerlere, toplumun değer yargılarına bakışı farklı olmayacak; bunların birbiriyle örtüştürülmesi lazım. Şehitlik ve gazilik de böyle çok önemlidir. Onun için, şehitlik ve gaziliğin tam anlamına uygun olarak, belli bir günde, ulusumuzun tüm kesimlerini, ulusal boyutta, hatta yurt dışında, Türkî cumhuriyetlerde bile -belki evrenselleştirilmiş bir değer olarak insanlığa da anlatılarak- gerçekten değerine uygun şekilde anılması gerekir diye düşünüyorum.

Bu düzenlemeyi, şehitler gününün, gaziler gününün, yasal bir anma günü olarak resmî makamlarda ve kurumlarda kutlanması ve anılmasını olumlu buluyoruz ve şehitlerimizin, şehit olarak bıraktıkları vatan topraklarının yönetici elit tarafından da korunmasını burada talep ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Başkanım...

BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayınız efendim...

MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Şimdi "Çanakkale geçilmez" dedi Mehmetçik, 250 000 şehit verildi; ama, 1919'da geçildi. Geçen sene Kıbrıs'a gittik, Boğaz Şehitliğini gezdik. Mehmetçik şehit olduğu toprağı armağan etti bize; o, vatanı korudu; ama, yönetici elitin, siyasî iktidarın da onun iradesine saygılı olarak onu koruması gerektiği inancındayım.

Bu düşünceyle, ülkemizde insanımızın temel değerlerinin, mukaddesatının korunması adına, kültürümüzün bir motifi olarak gelecek nesillere bugünlerin aktarılması adına, bu tasarının faydalı olduğu inancıyla, yasalaşmasını, hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Yüce Heyetinize, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Geçer.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oğuz Aygün. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Muhterem Başkanımı ve siz, Yüce Türk Milletinin aziz temsilcileri milletvekili arkadaşlarımı gönülden gelen sevgi ve saygılarla selamlıyorum.

Bugün, burada, milletimiz adına son derece gurur verici bir kanunu çıkarmak üzere bulunuyoruz ve şükranla kaydedeyim ki, bütün partiler, bu konuda aynı heyecanla ittifak etmiş bulunuyorlar. Biraz önce huzurlarınızda konuşan değerli arkadaşımın düşüncelerine, ifadelerine aynen katılıyorum, katılmayan bir başka arkadaşımızın da burada olduğunu zannetmiyorum.

Bu kadar gurur verici oluşunu niçin ifade ettim; efendim, Türk Milletinin bütün asırlar boyu kavimlerden gelen ve kurduğu bütün devletlerde bir ilkesi vardır -arkadaşım da ona değindi- şehit olma veya gazi olma. Zaten gönderilen, savaşa giden, yurdunu korumak için mücadele eden insanın iki tane hedefi vardır, gazi olmak veya şehit olmak; bir başka alternatifi de yoktur. Onun savaştan kaçması, savaştan kaytarması, savaştan imtina etmesi hiçbir şekilde düşünülemez; çünkü, o Türktür. Türk olmanın vecibesi ve gururu burada kenetlenmiştir ve kendisine verilen görevi hangi şartlar içinde yaptığını düşünmeden, sadece görevi yerine getirmeye çalışır.

Biz, Kore'ye asker gönderdik. Kore'ye asker olarak giden, o günkü ordu mensuplarının, sevgili millet mensuplarının hiçbirinin aklında "bura için ben niçin kavga edeceğim" diye bir imaj yoktu; bir tek şey vardı, orada gidip görev yapmak. Biz orada bir hayli şehit verdik. Bugün gazi olarak dönen  o ordu mensuplarının çoğu da, maalesef, malul bulunuyor; işte, bunlara da biz "malul gaziler" diyoruz. Bu gazilere büyük saygı duyuyoruz. Bu gazilerle konuşurken, varlığımızı onlara borçlu olduğumuzun idraki içinde bulunuyoruz. Eğer, Çanakkale ve Sakarya Muharebelerini yapan ve onları büyük bir özveriyle... Hangi özveriyle; canlarından fedakârlık yapan, terki hayat ederek toprağın altında yatan şehitlerimiz olmasaydı, bugün, şu Yüce Meclisin içinde ne siyasî fikirlerimizi tartışabilir ne millî günlerimizin heyecanını beraber yaşayabilirdik. Onun için, bekamızı da onlara borçlu olduğumuzu ifade etmek, zannediyorum ki, samimî bir itirafımız olur.

Şehitlik mertebesi büyük bir rütbe, çok büyük bir rütbe. İşte, bu şehitler de çeşit çeşit; ama, hepsi güzel Türkiye'nin, güzel vatanın şehitleri. Çeşitli toplumlar, bu şehitleri, kendi teşekkülleriyle, sivil toplumların iştirakiyle anıyorlardı, bugüne kadar da anılageldi. Yalnız, bunları bir yerde toplamak duygusuyla, Meclisimizin içinden bazı arkadaşlarımız kanun teklifleri verdiler ve onlardan sonra da Millî Savunmanın, ordumuzun teklif ve tavsiyesiyle, hükümetimizin getirdiği bu kanun tasarısı bugün bizim önümüzde.

879 sıra sayılı kanun tasarısını müzakere ediyoruz; ama, haklarını yememiş olmak için, bu teklifleri veren arkadaşlarımdan aklımda kalanları arzı ifade etmeyi de bir vazife addediyorum. Bunlardan biri, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili olan Sayın Aydın Tümen'dir; bir başkası, Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Başkanyardımcısı Sayın Şevket Bülent Yahnici'dir; bir başkası, Anavatan Partisinin Grup Başkanvekili Sayın Beyhan Aslan ve aynı partinin değerli üyeleri Sayın Murat Başesgioğlu ve yine -bugün burada göremiyorum ama- Sayın Yücel Seçkiner bunların içerisindedir. Bu arkadaşlarımız bu yola düşmüşler; ama, zannediyorum ki, hepiniz, gönülden aynı yoldasınız, hiç farkımız yok. Yalnız, onlar bir başlangıcı yapmışlar bulundukları pozisyonun da kendilerine vermiş olduğu imkânlar çerçevesinde.

İşte, şimdi, hükümet tasarısı görüşülürken, bir başka şey ilave edilmiş. Hükümet tasarısından evvel, tekliflerde, sadece şehitlerin anılma günü tespiti düşünülmüş; ama, buna bir ilave yapılmış, bir de gaziler günü konulmuş; yani, şehidin olduğu yerde gaziyi unutmak yanlış bir şey olurdu. Onun için, hükümet, bu tasarıyı, ordunun da telkiniyle, gayet güzel bir şekilde vücuda getirmiş.

Şimdi, bunlardan bir tanesi, şehitler günü. Bir yığın şehitler günü var. Hangisi münasip diye düşünülmüş, 18 Martta karar kılınmış; çünkü, Türkiye'nin hepsi kıymetli olan bu şehitler günlerinden en çok kapsamlı olanı bu. O kadar ki, Çanakkale'de, 47 nci Alayın, bir tek ferdi ayakta kalmadan şehit düştüğü tespit edilmiş; çok büyük şehit vermişiz. Bir alay düşünün ki, şükranla bugün burada kaydetmek istiyorum ve içimden onun heyecanını duyarak ifade etmek istiyorum ki, bir tek ferdi sağ kalmamış; yani, bu alay, olduğu gibi ölüme koşmuş. Zaten, büyük kurtarıcı, büyük kumandan, büyük asker Mustafa Kemal Atatürk'ün de, onlara emri o olmuş "size, ölmeyi emrediyorum" ve Atatürk'ün de, bütün bu muharebelerin içinde ve en önde olmasına rağmen, sağlığını devam ettirebilip, daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin içinde canlı, hayat dolu olabilmesinin de bir mucize olduğunu ve Cenabı Hakk'ın bir lütfu olduğunu ifade etmek isterim.

Şimdi, bu şehitler günü, en yakışan tarihte, her yıl 18 Martta anılacaktır. Bu, lütfedip vereceğiniz çok muhterem oylarınızla, kutsal oylarınızla kanunlaşacaktır ve artık, bizden sonraki nesiller, en azından -kendimize de bir pay çıkaralım- şehitlerimize bu Meclisin duymuş olduğu saygıyı hatırlayacak ve onlar da aynı duyguyla yüklü olarak bizi hatırlayacak ve anacaklardır.

Bu şehitler gününün dışında yapılan, gaziler günü meselesi de şöyledir: Muhtelif gaziler var; değişik tarihlerde gazi olup geliyorlar. Tabiî, her muharebenin şehitlerinin olduğu tarihlerde bir de gazileri var. Bunu da tek bir günde toplayabilmek için, bu tasarıda düşünülen, ordunun da arzusuyla, iştiyakıyla düşünülen tarih, 19 Eylül 1921 tarihidir. Yüce Meclisin, bağımsız ve muharebeyi bizzat idare eden Yüce Meclisin, hem içinde hem kumandanların başında, bu memleketi kurtaran Yüce Atatürk'e, muhtelif şahısların ya tek (münferit) veya grup halinde vermiş oldukları tekliflerden sonra, kendisine gazilik unvanı ve müşir rütbesi, yani şimdi mareşal dediğimiz rütbenin verilmesini temin ettikleri gün menşei olarak alınmıştır.

Aziz arkadaşlarım, o gün, bu teklifi verenlerin içerisinde -şimdi anmak istiyorum büyük bir saygıyla, diğerlerini de katarak hatırlamak için- imzalardan birisi İsmet Paşa, diğeri de Fevzi Paşa hazretlerine aittir, en yakın silah arkadaşlarıdır; ama, Meclis, topyekûn katılmış ve herkes, heyecanla oyunu kullanmıştır.

Burada, calibi dikkat bir başka husus var; o da, Yüce Atatürk'ün, kendisine bu rütbelerin ve bu sıfatların verilmesinden sonra, Yüce Mecliste irat buyurdukları konuşmadır. Orada, bir taraftan tevazuun, bir taraftan da kendince gerçeğin ifadesi olmak üzere tarihe geçen bu konuşmada Yüce Atatürk, teşekkür ediyor; ama, diyor ki "bu, benim değil, Yüce Türk Milletinin ve Türk Ordusunundur." Bu da, tarihimizin bu parlak sayfasında yerini alırken, bütün dünya milletlerinin tarihlerine de örnek olacak fevkalade büyük bir hatıra, büyük bir belgedir. Bu da, gazileri anma günü olarak, yine, lütfedip vereceğiniz muhterem oylarınızla kanunlaşacaktır. Burada, Meclisin, bu kanunlara parmağını kaldırarak istisnasız oy vereceğini düşünüyorum ve bu, beni heyecanlandırıyor ve bu, beni gururlandırıyor. Böyle bir Meclisin, böyle bir kararı veren Meclisin hasbelkader içinde bugün bulunmuş olmayı da kendim için büyük şans addediyorum. Zannediyorum ki, Heyeti Âliyeniz de bunu kendi şahsında bir şans olarak kabul ediyordur; çünkü, tarihi akıp giden dönemlerde bazen nakısa olarak, bazen gururla şeref olarak hatırlanacak günler ve tarihler vardır. İşte, bu da o şerefli günlerden biri olacaktır.

Bu vesileyle, dinlemek lütfunuzdan dolayı, cümlenizi en derin saygılarımla selamlarken, Allah'ın bize daha pek çok güzel kanunları çıkartabilmemizi nasip etmesini niyaz ediyorum ve bu arada, bu dönemin fiilen son günü olması hasebiyle lütfeder kabul buyurursanız, hepinizle beraber bir dahaki başlangıca kadar, bu aradan sonraki açılışa kadar hepinize sağlıklı, sıhhatli ve millî duygularla, asilane duygularla, birbirimize kenetlenmiş ve memleket için kanunları çıkarmaya kararlı insanlar olarak bir arada bulunacağımız günü nasip etmesini niyaz ediyorum.

Tekrar saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aygün.

Anavatan Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Sayın Cumhur Ersümer.

Buyurun Sayın Ersümer. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili Anavatan Partisi Gurubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Mazisi insanlık tarihi kadar eski olan aziz milletimiz, dünyada, ordu millet olarak tanınır. Milattan Önce 209 tarihinde Mete'nin kurduğu ilk düzenli ordudan günümüze kadar sayısız kahramanlık örnekleri gösteren, zaferlere imza atan milletimiz, kutsal bildiği değerler uğruna mücadele etmeyi tarihî bir görev saymıştır; bu uğurda can vermeyi ve gazi olmayı, bir faninin ulaşabileceği en yüce paye olarak kabul etmiştir; onun için, askere uğurladığı evladına "ya şehit ol ya gazi" diye öğütte bulunmuştur.

Tarih boyunca, vatanını, bayrağını, namusunu, istiklalini korumak ve Tanrının kılıcı olarak dünyaya düzen vermek için mücadele eden Mehmetçik, tarihin en büyük siması, İslam âleminin ve Türk Milletinin iftiharı, askerlik dünyasının ölmez mümessili olmuştur. Yazarımızın dediği gibi;

"Onun adı Mehmetçik...

Künyesi: Türk oğlu Türk.

Üniforması: Kırmızı bayrak, beyaz kefen.

Parolası: Ölürsem şehit.

İşareti: Kalırsam gazidir."

Malazgirt'ten Çanakkale'ye, Dumlupınar'a, hatta Kore'ye ve Kıbrıs'a kadar, dünya ve Türk tarihi Mehmetçiğin yürüyüşünden ibarettir. Zaman ve mekân olarak, onu düşününce hayretlere düşmemek mümkün değildir. O, çöllerde gönül yaramız, Sarıkamış ve Allahüekber buzullarında kardelenimiz, Galiçya'da hasretimiz ve Çanakkale'de gonca gülümüzdür; kısaca, yedi iklimde, beş kıtada o savaşmıştır. Onun için, dünyanın neresine yolunuz düşerse düşsün, mutlaka bir Türk şehitliğiyle karşılaşırsınız.

Toprakları vatan yapan onun temiz kanıdır, ruhunun derin irfanıdır. Bu iki eşsiz kaynak, her karanlık günümüzde imdadımıza mutlaka koşar.

Mehmetçik ete kemiğe bürünür. Çiftçidir, çobandır, esnaftır; ama, savaşta etten, kemikten, kınından sıyrılan bir kılıç gibi sıyrılır, bir ruh olur sadece, ulvî bir ruh olur.

Kutsal vatanımızın topraklarını, sahillerini, göklerini korurken can veren kara, hava ve deniz şehitlerini; içhuzur ve güvenlik için canlarını feda eden emniyet mensuplarını; Türk Milletini yurtdışında temsil ederken Ermeni çetelerinin kahpe kurşunlarıyla can veren hariciyemizin seçkin mensuplarını, millî sembol kabul ettiğimiz bir günde, toplu olarak, şanlarına yaraşır bir ortak tarihte anmak istememiz ve bu tarih olarak da 18 Mart tarihini düşünmemiz, takdire şayan bir vefa ve incelik örneği olacaktır.

Niçin 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi diye sorabilirsiniz. 18 Mart ve akabinde cereyan eden Çanakkale kara savaşları, son dönem Türk tarihinin en müstesna hadiselerinden birisidir. Bir defa, Çanakkale'de, yurdumuzun her yerinden, hatta Osmanlı coğrafyasının pek çok noktasından şehitlerimiz vardır. Şarimiz;

"Uzanan bütün sırtlarda kanım, kemiğim, etim, şehidim vardır benim,

Çanakkale'dir burası kuru dikenlerde bile Mehmedim vardır benim,

O Mehmetçik ki, kahramanlığın şahikasını da aştı burada,

Çanakkale geçilmez diye bir destan destanlaştı burada" diyor.

Çanakkale "bozgunda fetih düşü gördüğümüz" yerdir. Çanakkale'de bir milletin umutları yeniden yeşermeye başlamıştır. Hasta adamın dirildiği yerdir. Balkan Savaşının yenilgisinin silindiği yerdir. İstiklal Harbinin mayası, Kurtuluş Savaşımızın rotası, ruhu ve cumhuriyetimizin temelleri burada atılmıştır. Adına Kuvayi Milliye ruhu denilen, özünde vatan, bayrak, Allah ve özgürlük sevdası olan ruh, burada oluşmuştur.

İmkânsızlıklar içerisinde Samsun'dan İzmir'e kadar yelkenlerimizi şişiren rüzgâr, Çanakkale rüzgârıdır. Coğrafyanın nasıl vatan olabildiğinin en seçkin örneği Çanakkale'dir.

Hepsinden önemlisi, Mustafa Kemal Paşanın ulusun kaderine el koyduğu ve yıldızlaştığı yerdir.

Çanakkale'de saçlarına kına yakılmış olan askere komutanı bunun nedenini sorar. Asker, komutanına "bilmiyorum, anneme mektup yazıp sorayım" der. Saçı kınalı askerin annesinden şu cevap gelir: "Oğlum, zabitine söyle, bizde üç şeye kına yakılır:

Gelin olan kızlarımızın eline kına yakarız; evine, eşine ve çocuklarına kurban olsun diye...

Kurbanlık koçlara yakarız Allah'ına kurban olsun diye...

Bir de askere gönderdiğimiz evlatlarımıza kına yakarız, vatanına kurban olsun diye..."

İşte, Çanakkale'de 254 000 analarının kınalı kuzuları şehit olarak yatıyor.

18 Mart tarihinin "Şehitler Günü" olarak seçilmesi ne kadar da isabetlidir...

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türk Ulusu adına Büyük Atatürk'e "Gazi" ve "Mehmetçik" rütbesinin verildiği 19 Eylül 1921 tarihinin, gazilerimizi anmak için "Gaziler Günü" olarak kabul edilmesi de takdire değer tam bir vefa örneğidir.

Genç bir subay olarak yurdunu savunmak için cepheden cepheye koşan, Trablusgarp, Çanakkale, Suriye ve daha pek çok cephede zaferlere imza atan, Osmanlı kurtulamayınca Sakarya'da, Dumlupınar'da yeni bir devletin temellerini atmak için ordusunun başında yeni zaferlere koşan; Çanakkale'de göğsüne şarapnel parçaları değen, Sakarya'da kaburgaları kırık, sedye üzerinde ordusunu yöneten, altın saçları rüzgârda dalgalanan, mavi gözleri ışıl ışıl yanan "Ebedî Başkomutanımız" gazilik unvanına en seçkin örnektir.

O, öyle bir gazidir ki, yine bütün dünyaya "uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içerisinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" diyerek, o muhteşem barış çağrısını yapmak, yine o gaziye nasip olmuştur. Ben de, bu vesileyle, al sancağımıza renk veren, coğrafyamızı vatan yapan aziz şehitlerimizin ve en başta Büyük Atatürk olmak üzere kahraman gazilerimizin aziz hatıraları önünde eğiliyor, ruhları şad olsun diyorum. Kadirşinas milletimiz, vefalı sinesinin en müstesna yerinde, sizleri, ezelden ebede giden süreçte hep yaşatacaktır.

Son olarak da, bayrak rengi kırmızı-beyaz formalarıyla yüreklerimizi bir araya getiren, bizlere büyük onuru paylaştıran Millî Futbol Takımımızı kutluyor, hepinizi en içten dileklerimle selamlıyor ve sözü Mehmet Âkif'e bırakıyorum:

"Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana,

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana."

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ersümer.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; son derece önemli, önemli olduğu kadar da bir vefa hissinin, duygusunun ve görevinin yerine getirilmesidir bu. gazi bir Meclisin bugünkü mirasçıları olan bizlerin, âdeta, aslî bir görevi, geç de olsa yerine getirmeleri dolayısıyla Yüce Meclisi kutluyor ve hepinize saygılar sunuyorum.

Ta Horasan'dan Viyana önlerine kadar, alperenlerin, hemen hemen, Anadolu'nun her tepesinin başında, her dağında şehit olmuş ve şehit olduktan sonra da âdeta, ak kartallar gibi, ben, burada sizi gözetliyorum diyerek, Anadolu'nun manevî bekçiliğini yapanların önünde de hürmetle eğiliyorum. Türkün öz ruhunda vardır, mayasında vardır; Alparslan, Malazgirt Savaşına başladığı günün sabahında, bir cuma sabahıdır ve bir beyaz atın üzerinde kefene bürünmüş bir başkomutan şöyle seslenir: "Bu sabah, Allah'ın emretmiş olduğu en önemli bir görevi yerine getirmek üzere yola çıkıyoruz. İlk olarak, Anadolu'nun kapılarını Türk ve İslam akıncılarının önüne açmak için bir cihada başladık; onun için, kefenlerimizi giydik. Bunda muvaffak olmak için, şimdiden şehadet şerbetine talip olduk." Ve şair aynen öyle diyor: "Bir cuma sabahı kıbleye karşı, tutturdular 125 bin insan, Allahü Ekber, Allahü Ekber..." Şimdi, bu, bir geriye dönüşü olmayan büyük bir ruhun haletiruhiyesi; yani, âdeta, vatanı için, davası için, imanı için ve milleti için bir şahlanışın destanı. İşte, bu ruhtur ki, onları ta Viyana önlerine kadar götürmüştür.

Hiç unutmuyorum, bir Batı müsteşrikinin eserini okurken tüylerim diken diken olmuştur. Sanki bizi tanımış, sanki benim ruhum onda tecessüs ve doğmuş gibi diyor ki: "Türklerin savaşını gördüm. Bunlar, öyle cihangir bir millettir ki, o vatanı için, ölüme seve seve, âdeta, bir bayram havası içinde, bir düğün törenine gider gibi gidiyordu; ölürsem şehit, kalırsam gazi ruhuyla gidiyordu. Bu milletin önünde hiçbir güç duramaz."

Onun için, bu millet, işte, bugün, bu şehitlerinin manevî huzurunda, ruhlarının önünde büyük bir hürmetle eğilirken, aynı zamanda da, bir görevini yerine getiriyor. Evet, tarihimizin her gününde, her sayfasında çok müstesna günler vardır; ama, bu günleri bölerseniz, bu günleri -deniz şehitleri, hava şehitleri, polis şehitleri, kara şehitleri gibi- değişik değişik günlerde anmaya kalkarsanız, o zaman, belki, bunların, o büyük ulvî gayesinin neticesinde şehit ve gazi olma, o mukaddes davasına uygun bir şekilde bir kutlama imkânını bu millete bahşedemezsiniz. O sebepledir ki, işte, bu gün, çok güzel bir günde tespit edilerek, Şehitler Günü 18 mart... 18 Mart, bizim tarihimizde bir dönüm noktasıdır.

Beyler, 18 Martta, eğer, boğazlar o gün geçilseydi, yeryüzünde... Bedir Gazvesinde "bu bir avuç insan şehit olursa, sana tevhit yapacak, lailaheillallah diyecek bir fert bulamazsın ya Rab" diye yakaran o büyük nebinin askerleri... İşte, orada, eğer, Çanakkale geçilmiş olsaydı, size samimî olarak söylüyorum, bugün, Anadolu'da Türklük kalmayacak, İslamiyet, belki, dünyada kalmayacaktı.(AK Parti, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Onun için Çanakkale bu kadar önemlidir. "Çanakkale geçilmez" ruhu, onun için benim milletimin tarihinde fevkalade önemli bir dönüm noktasıdır. Bu sebepledir ki, Âkif, işte, Çanakkale'yi gerçekleştirenleri, o Çanakkale kahramanlarını, Gazi Mustafa Kemal'in komutasında Anafartalar Komutanının ve diğer o büyük komutanların komutasında savaşan... Ama, tamamen, düşünün, bir alay gidiyor, hepsi şehit oluyor ve okuyan liseli, üniversiteli genç kalmıyor, hepsi şehit olmuş.

Hiç unutmuyorum, 1964... İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanlığı göreviyle Çanakkale'ye gittik. Beyler, Hasan Mevsuf Şehitliğinde konuşurken, bir ak sakallı, ak saçlı gazi geldi, konuşmamın sonunda "evladım, ben burada savaştım" dedi, 1 metrekare üzerinde 10 şehidin şehit olduğunu biliyorum dedi. Çanakkale böyledir. Bu sebepledir ki, Âkif, onu destanlaştırmış ve hakikaten, onun büyüklüğünü, bize, daha fazla, doyura doyura, âdeta, içirmiştir. Ne diyordu Âkif:

"Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir Hilâl uğruna, ya Rab, ne Güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedir'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

'Gömelim gel seni tarihe!' desem, sığmazsın."

Ve sonunda şöyle haykırıyor:

"Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber." (Alkışlar)

Evet, şehit budur. Ona, ne verseniz, hangi madalyaları taksanız, az gelir. Ona, Peygamber, kucağını açmış ve gel, sana, mükâfatını, işte, kul olarak seni şereflendiren ve seni en şerefli varlık olarak dünyaya getiren ancak Allah verir...

Beyler, İstanbul fethinde aynı kahramanlığı görürsünüz, Anadolulu Ulubatlı Hasan'da. Bursa Valisi olarak görev yaparken, Ulubatlı Hasan'ın köyünde, üç yıl üst üste bu töreni düzenlerken, âdeta, gözümün önüne o geldi. Tarihçi diyor ki: "Surların üzerine çıktı, sancağı oraya..." Yani, o zamanki Türk Bayrağını, Osmanlının o Türklük bayrağını, sancağını o İstanbul surları üzerine dikmek için tırmanırken... O büyük fetih, öyle bir fetih ki, Peygamber övmüş. Yegâne övdüğü millet, Türk Milletinin o büyük komutanı, büyük sultanı Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleridir. Ne demiş: "O ne büyük komutandır İstanbul'u fetheden komutan; o ne mübarek askerdir, onun fethinde savaşan, onun komutasında savaşan asker." İşte İstanbul'un fethinin o büyük askerlerinden birisi surlara tırmanmış ve sancağı dikmek istiyor, şehit atasına layık bir şekilde. O Bizanslılar, vücudunu oktan kirpiye çevirmiş. Tarihçi diyor ki: "Vücudu, âdeta, bir kirpiye dönmüştü." Fakat, şehit olmuş, bırakmıyor sancağı; çünkü, bırakırsa düşecek. Bir lahutî âlemde efsaneleşmiş bir kahraman Ulubatlı Hasan. (Alkışlar) Öbür sancaktar gelinceye kadar düşmüyor. Sancaktar gelip sancağı devraldıktan sonra, surların dibinde Ulubatlı Hasan şehit oluyor. İşte şehit; bugün anacağımız ve bugün onun gününü kanunlaştıracağımız bir gazi Meclis, bu kadar önemli bir görevi ifa etmek ve yerine getirmek için toplanmış bulunuyor; sizleri kutluyorum.

Değerli arkadaşlarım, onun içindir ki, Yahya Kemal, o günü şu mısralarla dile getiriyor:

"Vur pençe-i âlideki şimşir aşkına,

Gülbang-ı asumanı tutan pir aşkına,

Son savletinle vur ki açılsın şu surlar,

Fecr-i âtideki tekbir aşkına." (Alkışlar)

İşte, o ruh ki, beni, ta Horasan'dan Viyana önlerine kadar götürmüş. O ruh ki, Balkanlarda, o kısa zamanda, Kosova'da, Mohaç'ta destanlar yaratmış. Orayı gezen, o Makedonya'nın büyük şairi, Türk şairi Yahya Kemal, o karlı dağları, Balkan dağlarını gezerken, şehitleri âdeta gözü önüne getiriyor ve diyor ki:

"Bak hele şu dağları örten karı,

Kar değil, o, şehit olan babanın ak saçları."

Bu kadar şehit vermiş Balkanlarda, Galiçya'da, Kafkasya'da ve daha nice yerlerde. Anadolu'nun her karış toprağında, nereye bakarsanız, orada bir şehit mezarı görürsünüz, bir kahraman görürsünüz. Onun içindir ki, bu konuda Orhan Şaik Gökyay'ın da dediği gibi:

"Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Mübarek kanının aktığı yerdir."

Evet, işte, mübarek şehit kanlarının akması neticesinde, bu mübarek topraklar bize emanet edilmiştir, onların emanetidir bize. Onların her an gözü bizim üzerimizdedir; onun için, çok dikkatli olmak mecburiyetindeyiz.

Birbirimizle birlik ve beraberlik konusunda yekvücut olma günüdür. Türkiye, çok sıkıntılı günler geçirmektedir. Bu sıkıntılı günlerin başarısı, işte, o şehit ve gazi olma ruhunun, burada, yeniden neşvünema bulması, bu kutsal çatının altında fışkırmasıyla mümkün olacaktır. O zaman, 18 Martlar daha da büyük bir mana ifade eder.

Değerli arkadaşlarım, bugün, yine, Doğu Anadolu'da, bir Amerikalı, Van Kalesi üzerine çıkıp da, aşağıdaki eski Van Kalesini seyrederken "taaccübüme gitti, camilere doldurularak diri diri yakılan Müslüman Anadolu evlatları ve onların yanması neticesinde akan kan ve yağlarından ot bitmediğini gördüm" diyor. Bu kadar büyük bir mezalimle; ama, yine davasından dönmemiş ve "Anadolu geçilmez" demiştir. İşte, bu, benim milletimin, benim ve sizin, bütün Anadolu'nun ruh haletidir. (Alkışlar) Bu sebepledir ki, Âkif, İstiklal Marşında, onlara hitap ederken şöyle diyordu:

"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek, vatanımdan beni dünyada cüda."

İnşallah, etmeyecektir; ama, nasıl etmeyecektir; etmemesi için, işte, bu istiklalimizi kanları pahasına kazanarak bize vatanı emanet eden bu büyük insanlara, bu büyük isimsiz kahramanlara layık olan görevi yapabildiğimiz an, işte o zaman hüsrana uğramayacağız ve bu vatandan cüda olmayacağız.

Değerli arkadaşlar, rahmetli dedem, bir gaziydi, çok severdik sohbetini, onbir yıl askerlik yapmış. Göğsünde ve vücudunun diğer yerlerinde 5 tane kurşun ve şarapnel yarası vardı. Kahveyi çok severdi. Kendisine kahve yapar "dede, ne olursun, şu hatıralarını anlat" derdik; Yemen hatıraları, Galiçya, Kafkasya hatıraları; ama, en sonunda -bize en büyük mükâfatı- açardı göğsünü, gazilik unvanı olan o büyük nişanları bize öptürürdü, o kurşun yaralarını.

Bunlar büyük şeyler. İşte bu ruhtur ki, Anadolu insanını, her sıkıntılı zamanda, o sıkıntıyı aşacak ruh haletine kavuşturmuş ve mutlaka bir yolunu bulmuştur.

Ben diyorum ki, geliniz, yeniden, bu Anadolu'nun bağrından çıkan o kahramanların bugünkü evlatları olarak, yekvücut olalım. Millet bizden bunu bekliyor. Geliniz, gecemizi gündüzümüze katarak, yeisi bir tarafa bırakarak, Âkif'in dediği gibi "Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak" diyerek, biz, âtiyi parlak görmenin pahasına, bir milletin, kahramanlıkta dünyaya ün salmış o büyük ecdadın evlatları olarak, birbirimize kenetlenelim. Millet, bizden bunu bekliyor; millet, fedayi nefs olan evlatlarından büyük görevler bekliyor. Bu görevin en büyüğü de bu Meclise düşer; çünkü, bu Meclis, gazi Meclis.

Bir taraftan Kurtuluş Savaşı devam ederken, Hamdullah Suphi, o büyük, lirik, coşkulu sesiyle, Mecliste, o ruhu canlandırmak için "Her yer siyah, hatta, siyahtı güneş / İçin için gönlümüzde bir ateş / Minareler, duyguları var gibi / Bizi kurtar, bizi kurtar Yarabbi" diye bağırıyor ve "bu Meclis kapanmayacak ve kurtuluş, zafer gerçekleşinceye kadar, bu Meclis, geceli gündüzlü görevine devam edecektir" diyordu. (AK Parti ve MHP sıralarından alkışlar) Polatlı'dan top sesleri bu Mecliste işitilirken, bu Mecliste, yine, bu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çetinkaya, 1 dakika içerisinde toparlayın efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - İşte, değerli arkadaşlarım, bu Meclis, öyle bir temel üzerine kurulmuş, öyle bir maya üzerine kurulmuş ve o yedi düvele karşı esas savaşma kararını alan gazi Meclis, bu Meclis; Büyük Atatürk'ün de Meclis Başkanlığı yaptığı Meclis.

Öyleyse, geliniz, bugün, 18 Martların, Şehitler Gününün o ulvî havası içinde; 19 Eylüllerin, yine, o gazilik rütbesiyle şahlanan Meclisin o büyük havasıyla, yeniden millet bizden coşmayı bekliyor. Yekvücut olalım, birlik ve beraberlik içerisinde, birbirimizi severek, birbirimizi sayarak, ülkemizin önündeki engelleri aşarak, bu başarıyı, ekonomik zaferi de gerçekleştirmek, bu Meclisin işidir ve onu gerçekleştirdiği gün, bilesiniz ki, şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhu muazzep olmayacaktır. (Alkışlar)

Bu duygu ve düşüncelerle, aziz şehitlerimizin, mübarek gazilerimizin manevî huzurunda hürmetle eğiliyor, Allah'tan onlara rahmet ve mağfiret diliyor; hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. ("Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Çetinkaya.

Birleşime, saat 18.05'te toplanmak üzere ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 17.57

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.05

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Burhan ORHAN (Bursa)

 

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

13.- 18 Mart Gününün Şehitler Günü ve 19 Eylül Gününün Gaziler Günü İlân Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/999) (S. Sayısı : 879)          (Devam)

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet hazır.

Değerli arkadaşlar, bundan sonra yapacağımız çalışmada yine açık oylamaya tabi bir tasarı var. Sürenin de sonuna yaklaştık; o nedenle, arkadaşlarımdan ben hassaten rica ediyorum. Yoksa, bitirme şansımız yok. Bana üç tasarının anlaşmayla sonuçlanacağı söylendi; ama, anlaşma olmasaydı, şimdiye bu üç tasarı biterdi diye düşünüyorum. Arkadaşlarımın da hassasiyet göstermelerini; aksi halde, bu tasarıların çıkmayacağını ben peşinen söyleyeyim. Yoksa, çıkmaz. Saat 19.00'da kapatır gideriz.

Efendim, hiç olmazsa, bundan sonraki tasarıda... Yani, hepimiz ittifak etmişsek... Bütün millet görüyor ittifak ettiğimizi.

Eğer bu şekilde devam ederse, bundan sonraki ve bu tasarının bitme şansı yok. Onu ben hakikaten söylüyorum sizlere. Yani, buna göre arkadaşlarımızın gerekli hassasiyeti göstermelerini ben özellikle rica ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Verkaya.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA VERKAYA (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepimizce malum olduğu üzere, gerçekten, bu vatan topraklarının muhafazası, milletimizin millî ve manevî değerlerine yönelen saldırıların durdurulması, bağımsızlığımızın korunabilmesi ve bayrağımızın sürekli dalgalanabilmesi için, milletimiz, binlerce yıldan beri şehit vermektedir, şehit vermeye de devam edecektir. Ancak, şehitlerimizi anma günlerimizin, elbette ki, tek bir günde toplanması, onların verdiği mesajların, unutulmadan, unutturulmadan yaşatılması, hafızalara nakşedilmesi, elbette ki önemlidir.

Şehitleri anma gününü, sadece onların aziz hatıralarını yâd etme olarak anlamak durumunda da değiliz. Şehitlerin, gazilerin verdiği mesajların anlaşılması, milletin millî hafızasına nakşedilmesi önemlidir ve hiçbir zaman da vazgeçilemeyecek bir konudur. Ondan dolayı, 4 Nisan Deniz Şehitlerini Anma Gününün, 10 Nisan Polis Şehitlerini Anma Gününün, 25 Nisan Kara Şehitlerini Anma Gününün, 15 Nisan Hava Şehitlerini Anma Gününün ve 25 Mayıs Dışişleri Şehitlerini Anma Gününün, bundan sonra 18 Martta yapılması, doğru bir davranıştır, haklı bir davranıştır ve bunun yanında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 19 Eylül 1921 tarihinde Ulu Önder Atatürk'e "mareşallik" rütbesiyle birlikte "gazilik" unvanını da vermiş olduğu bu 19 Eylül gününün "Gaziler Günü" olarak yâd edilmesi, kutlanması, anılması, yapılması doğru bir davranıştır.

Biraz önce belirttiğim gibi, şehitlerimizin sayısını, istatistiklerini tutmak marifet değildir. Şehitlerimiz, bize, geride kalanlara önemli bir mesaj veriyor. Bu mesajın iyi idrak edilmesi şarttır; ama, bu mesajın ne olduğunu, bu mesajın ne demek olduğunu, ne manaya geldiğini bilmek, özellikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin buna iyi sahip çıkmak mecburiyetleri de vardır. Şehitlerimiz vatanın bölünmezliği konusunda unutmamamız gereken bir mesaj veriyor ve bu mesajı yakın tarihlerde güneydoğuda verdiğimiz şehitlerimizle tazelemiş durumdayız. Yine, şehitlerimiz milletin bölünmez bütünlüğü konusunda mesaj veriyor, yine, güneydoğuda bu mesajları tazelemiş durumdayız! (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şehitlerimiz, devletin bekası konusunda unutmayacağımız bir mesaj veriyor. Bu mesajı her devirde her çağda yenilemeye devam ediyoruz! (MHP sıralarından alkışlar) Bayrağın gönderden inmemesi, dalgalanması konusunda şehitlerimiz mesaj veriyor, "unutmayın" diyorlar.

"Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü

Işık ışık, dalga dalga bayrağım

Senin destanını okudum,senin destanını yazacağım

...

...

Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım"

Evet, bunu söylüyor şehitlerimiz; ama, "bayrak mayrak neymiş" demiyor, hatırlatıyor, hatırlıyoruz! (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Millî bağımsızlığımızın, bölünmez bütünlüğümüzün, ulusal egemenliğimizin korunması konusunda mesaj veriyor şehitlerimiz ve bunlardan hiçbir zaman ödün verilmemesi gerektiğini bizlere hatırlatıyorlar, tembih ediyorlar, anlatmaya çalışıyorlar. Anlayana davul, zurna az, sivrisinek sazmış. Bunları anlamalıyız, iyi anlamalıyız ve unutmamalıyız.

Ve yine, kendilerini bir gül bahçesine girercesine toprağa düşürenlere karşı, milletinin bağımsızlığı uğrunda, vatanı uğrunda, milletin bölünmezliği uğrunda, Bayrağı uğrunda şehit düştüğü milletinin kendisine sahip çıkmasını istiyor şehitlerimiz.

Şehitlerimizi toprağa düşürenleri hiçbir zaman kara defterimizden silemeyiz (MHP sıralarından alkışlar) ve onları bu kara listeden, milletin kara listesinden çıkartmaya, affettirmeye çalışanlara karşı da şehitlerimizle beraber karşınıza dikileceğiz. (MHP sıralarından alkışlar)

Birilerinin, teröristbaşı Apo'nun akrabasıymışçasına ona sahip çıkmasını... Onun, yüce Türk adaletinin verdiği kararın infaz edilmesi konusunda taraf olanları, yüce adaletin, hukukun üstünlüğünün tahakkuk ettirilmesi konusunda hassasiyet gösterenleri, hiç kimsenin yadırgamaya hakkı yoktur; hele hele onları alçaklıkla suçlamaya, hele hele bunu yapanlar -kendi ifadeleriyle- ikiyüzlü iseler, hiçbir hakları yoktur. Böyle yapanları ne milletimiz affedecektir ne devletimiz affedecektir. Hep beraber şehitlerimizin verdiği mesajı sahipleniyoruz, sahiplenmek durumundayız. Devletimizin bölünmez bütünlüğünü koruyacağız, Bayrağımızın dalgalanmasını her zaman sağlayacağız, milletimizin millî ve manevî değerlerine yönelen tehlikelere karşı kanımızı son damlasına kadar akıtmaya devam edeceğiz. (MHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar)

Sözlerimi çok fazla da uzatmak istemiyorum.

"Yiğitler kan döker bayrak solmaya

Anadolu başlar vatan olmaya

Kızılelmaya heeey kızıl elmaya

En güzel marşını vurmada mehter

Ya Allah Bismillah Allahuekber." (MHP sıralarından alkışlar)

Şehitlerimizin bize verdikleri mesajları tam manasıyla alıyoruz. Vatana, millete, devlete yemin olsun, şehitlerim, gazilerim emin olsun, sonuna kadar sizlerle beraberiz, mesajlarınızın amansız takipçisiyiz.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Verkaya.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner.

Buyurun Sayın Güner.

DYP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısı vesilesiyle gruplar adına yapılan bütün konuşmaları büyük bir dikkatle izledim. Değerli grup sözcüleri, hemen hemen bu dönemin başlangıcından bugüne kadar, erişilmesi mümkün olmayan bir hassasiyetle, bazı yüksek değerleri, acaba bizim iklimimizi terk etti mi diye endişeye düştüğümüz büyük güzellikleri fevkalade dile getirdiler. Elbette ki, bir milletin vefası, o milletin geleceğidir. Şehitlerine sahip olan bir millet, gazilerine saygı duyan bir millet, yeni başarılar için kahramanlar doğurabilir ve yeni kahramanlıklar bekleyebilir. Şehitlerini unutan, gazilerini unutan, vatan coğrafyasının nasıl, hangi büyük tarihî serencamdan bugüne geldiğinin idrakine varmayanlar, o vatan coğrafyasında yaşama hakkına sahip olamazlar.

Bugün, burada, çok değerli sözler söylendi; elbette ki hepsine katılıyorum ve bu kanun tasarısına öncülük eden arkadaşlarımızı, Millî Savunma Bakanımızı, Bakanlığın değerli personelini, değerli komisyon üyelerini tebrik ediyorum. Onlara layık toplu, millî birliği ve bütünlüğü ifade eden haşmette, idrakte, ölçüde anma törenlerine ihtiyacımız var; ancak, değerli arkadaşlarım, sözlerim, bazılarınıza çok ters gelebilir; ama, ben, meseleyi, ayrı bir pencereden huzurunuza getireceğim.

Bugün, ısrarla, burada, Birinci Büyük Millet Meclisinden bahsedildi. Elbette ki, bu Meclis, onun vârisi. Birinci Büyük Millet Meclisiyle kendimizi bir kıyaslarsak, acaba, bizim, Birinci Meclise nispetimiz nedir? Birinci Meclisin antiemperyalist ekonomi politikalarına, dış siyasetine, kültür politikalarına, biz, bugün, hangi ölçüde yakınız? Herkes, bunun cevabını, kendi vicdanında ve kendi idrakinde çok rahat verecektir. Birinci Büyük Millet Meclisi, o mütevazı binada, gaz lambalarının ışığında, sobasız, Sakarya Meydan Muharebesini takip ederken, Mehmet Âkif'in, titreyen bir arkadaşına paltosunu giydiren fedakârlığını her üyede görüyoruz. "Meclisi Kayseri'ye nakledelim" dedikleri zaman, tek cevap var: "Son kurşunu atmadan, bu Meclis çatısını terk etmeyiz."

Şimdi, size, soruyorum: Biz muhalif olarak, siz iktidar olarak; biz iktidar olarak, siz, muhalif olarak bir ekonomi politikası uyguladık. Sayın milletvekilleri, ne olur, bu akşam "bu politika bu millete ne getirdi, ne götürdü, bu politikanın başında Türkiye neredeydi, bugün nerededir" sorusunu vicdanlarımızda cevaplayalım. O cevabın bizi yaktığı ölçüde gerçeğe yaklaşacağız.

Birkaç gün önce, burada, Sayın Millî Eğitim Bakanıyla ilgili bir oylama yapıldı. 107 oy kullanıldı; 104 "hayır" çıktı, Bakan aklandı. Hayır da şuna; yani, Bakanın Yüce Divana gitmesine "evet" oyları, yorumla "hayır" oldu; ben, hâlâ, anlayamadım; herhalde, Anayasa Mahkemesi karar verdiğinde anlayacağız.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - 104 oy "kabul", sevk istikametinde...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Kabul; tamam işte, onu söylüyorum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - 3 hayır...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - 3 hayır...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Teşekkür ederim.

Evet; 3 hayır, 1 muhalif...

Pek çok değerli arkadaşımız Mecliste bulunmadı. Değerli arkadaşlarım, burada saatlerdir alkışladığınız İstiklal Marşının kelimelerini yasaklayan bir Millî Eğitim Bakanını akladıktan sonra, şehitlerle ilgili Âkif'in şiirini okumak sizi mutlu ediyorsa, o zaman, o saadette haklısınız. (DYP sıralarından alkışlar)

Fertlerin...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Böyle bir şey yok! Böyle bir şey yok!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Olup olmadığı Bakanlığın belgelerinde.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Ayıp! Ayıp! Hiç yakışmıyor size!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - O ayıp sizindir efendim, o ayıp sizindir!

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Koskoca Bakanlık yaptınız!..

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - O ayıp sizindir!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, Sayın Hatibe karışmayın.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Ben, onun kitabını yazdım, kitabını...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Yazdın da...

BAŞKAN - Efendim, Sayın Hatibe müdahale etmeyin.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Niye rahatsız oluyorsunuz canım! Karanlıkta sevişenler, aydınlıkta doğuruyor; görüyoruz işte...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Atatürk'ün çağdaş ülke, laik ülke olma yolunda göstermiş olduğu mücadeleyi gösteriyoruz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Millî Eğitim Bakanlığındaki personel politikası meydanda. Danıştay kararına rağmen uygulanmayan, 7 kere, 8 kere yer değiştiren millî eğitim müdürleri var.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Kanunla ne ilgisi var bunların?!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla)- Aziz arkadaşlarım, milletlerin...(DSP sıralarından anlaşılamayan bir müdahale)

Daha çok bakanlık yapacağım, sen göreceksin, hiç merak etme. Benim bakanlıklarım şeref ve haysiyetle olunmuştur; evet...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Bizim milletvekilliğimiz de şeref ve haysiyet üzerinedir.

AGAH OKTAY GÜNER (Devamla)- Biz, trilyonların hesabını verdik, geliyoruz, yarın, sizler de inşallah, o hesabı aynı ak şekilde verirsiniz.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Siz, parti değiştirerek yaparsınız onu.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Amerika'da mı?!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla)- İnançlarım uğruna, gerektiğinde değiştiririm. Bir partide kalıp, liderin kölesi olmak, milletvekili haysiyetini çiğnemek demektir. Allah'a kul olanlar, kulların kulu olmazlar.(DYP sıralarından alkışlar) Siz, milleti kime mahkûm ettiğinizi düşünün, o noktada hiç konuşmayın lütfen.

Değerli arkadaşlarım, fertlerin kaderi gibi milletlerin de kaderi vardır. Milletlerin kaderi çok değişiktir. İngilizler, bir adadadır; İspanyollar, Pirene Dağları ile Atlas Okyanusu arasındadır; Fransızlar, Pirene Dağları ile Alpler arasında yaşar; İtalyanlar, bir çizmede kaderlerini korumuşlardır; ama, bizim kaderimiz, bir garip yazılmıştır; Moğolistan'da dünyaya gelmişiz, Orta Asya, Doğu Hazar, Batı Hazar, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar...

Şunu açıkça huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Bugün burada, büyük bir aşkla ifade edilen Viyana önlerine gidiş, sade kılıcın, sade bileğin zaferi değildir; o devrin en ileri teknolojisini uygulayan, en üstün kurumlarına sahip bir milletin planlı ve programlı büyüme hareketidir. Şimdi biz...

Değerli Kardeşim, yüreğin varsa söz alır, kürsüye gelir konuşursun; sana, senin anlayacağın dilden de cevap veririm.

Şimdi, Türk Milletinin, bu büyük kaderi içerisinde, elbette ki, pek çok şehidi ve gazisi olmuştur. Kültür Bakanı olduğum zaman, bir gecede 90 000 vatan evladının donduğu Sarıkamış Şehitliği Projesini derhal ele aldım; Sayın Talay, bunu tamamladı, şükranla yâd ediyorum. Projelerimizin hepsini bitirmek, bu aziz arkadaşımıza nasip oldu ve düşünebiliyor musunuz, Sarıkamış'ta 90 000 evladınız donuyor, aradan 80 sene geçiyor ve siz, ancak bir şehitlik yapıyorsunuz.

Şimdi, burada, çok güzel sözler söylemek ayrı; ama, işin acı gerçeğini görelim. Amerikalılar, tarih meydana getirebilmek için, Kızılderililerle savaşırken ölen askerlerinin bulunduğu her yere gaz lambaları koymuşlardır, bir anıt mezarcık yapmışlardır; ama, biz, Millî Mücadelede Mustafa Kemal'in çalıştığı karargâh binalarını ihya edemedik, Millî Mücadelenin şehitliklerini yapamadık. Waterloo Meydan Muharebesinin yapıldığı sahaya, Belçikalılar, şu salonu içine alacak şahane bir çadır müze kurmuşlardır; girersiniz, Waterloo Meydan Muharebesini ışıklarla aynen yaşatırlar size, mankenlerle, toplarla, atlarla; biz, Malazgirt'e ve Çanakkale'ye bunu henüz kuramadık.

Değerli arkadaşlarım, peki, kültür hayatımız ne haldedir; kültür hayatımız, dün, gazi olarak savaşları anlatan ihtiyarları artık toprağa vermiştir. Vatan çocukları, dedelerinden, eski savaşların hikâyelerini dinlemiyor, millî kahramanların çizgi filmlerini de seyretmiyor ve onlar, şimdi, bütün dünyanın üstün kültür merkezlerinin, kendi tarihlerine, kendi kültürlerine dayalı çizgi filmleri ve kahramanlarıyla şartlanıyorlar. Anneyi iş hayatına alırken, sosyal tesisleri düşünmediğimiz için, yavrularımızı, sıradan bir bakıcının elinde televizyona terk etmiş durumdayız. Ayrıca, her vesileyle bu kürsüde dile getirdiğim, dildeki sapma, dildeki yıkım, Türkçe'nin tahribatı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bu hükümet döneminde, bazı liselerde tarih dersi okutmadığının Millî Eğitim Bakanlığı müfettişlerince tespit edilmesi gibi muhteşem gafletlerimiz sebebiyle, çocuklarımız, ne yazık ki, tarih şuurundan mahrum yetişiyor.

Değerli arkadaşlarım, Tevfik İleri Millî Eğitim Bakanıdır; Çanakkale'ye bir gezi tertipler; geminin güvertesindeki gençlerin ellerinde kan tüpleriyle dolaştıklarını görür "çocuklar bu nedir" der "efendim, hepimiz parmaklarımızdan kan akıttık, şehitlerimizin mezarına dökeceğiz Çanakkale'de" cevabını alır; o büyük devlet adamı ve çok büyük gönüllü, yürekli büyük şehidin gençlere söylediği şudur: "Parmaklarınızdan akıtacağınız kanı şehitlerin mezarına dökmek yerine, o şehitlerin mezarını yeşil ağaçlarla süsleyin ve bütün vatan coğrafyasını yemyeşil yapıncaya kadar bu aşkı terk etmeyin." İşte, biz, bu sorumluluk duygusunu vatan çocuklarına ne ölçüde veriyoruz ve en önemlisi, acaba, bizim eğitim sistemimiz, bizim kültür hayatımız, bizim insanımıza gazi olmayı, şehit olmayı ne ölçüde veriyor?! Bunu, çok ciddî biçimde sorgulamak lazım. Eğitim sistemimiz ne ölçüde millîdir?! Dünya üzerinde, müstemleke olmamış, yabancı dille üniversite eğitimi yapılan tek memleket Türkiye'dir. Bu büyük israfı, bu millet ve bu Muhterem Meclis ne zaman anlayacak?! Doktorumuzu, hâkimimizi, idarecimizi, hukukçumuzu yabancı dille eğitmenin bize kazandırdığı nedir?! Yabancı dil elzemdir, öğrensin, ihtisas dalında zirveye varsın -üç tercüme eserin sahibi olarak bunu söylüyorum; yanlış anlaşılmasın sözlerim- ama, topyekûn üniversite eğitiminin İngilizce veya Almanca veya Fransızca yapılmasının bize kazandırdığı nedir?!

Değerli arkadaşlarım, elbette ki, Çanakkale büyük bir zaferdir. Çanakkale, Rus Çar İmparatorluğunu yıkmış ve milletimizi, Balkan Harbi, Sarıkamış Harbi ve diğer yanlış yönetilmiş savaşların meydana getirdiği mağlubiyet psikolojisinden kurtarmış, Rusya'da yeni bir rejimin iktidara gelmesine sebep olmuştur. Çanakkale'de, biz, ilk defa, imparatorluk coğrafyası dışında, millî vatanın bir kalesini savunmak ve muhteşem bir destanı yazmak imkânını tarihe yadigâr ettik.

Şimdi, hemen soralım; Çanakkale'de şehit düşenlerin aileleri ne haldedir? Balıkesir Lisesinin öğrencileri topyekûn Çanakkale'ye gitmiştir, bir teki dönmemiştir; Konya'da sokakta aşık oynayan çocuklar vagonlara doldurulmuş, Çanakkale'ye götürülmüştür; Muş'tan, Van'dan, Ağrı'dan, Varto'dan, vatanın her köşesinden memleket evlatları, yaşları düşünülmeksizin, tetik çekebiliyorsa, Çanakkale'ye taşınmıştır.

Şimdi, biz, bu büyük fedakârlığı yapan milletin çocukları, iki günü birleştiriyoruz. Mustafa Kemal Paşaya, Sakarya Meydan Muharebesini kazandığı için, Meclis "gazi" ve "mareşal" unvanını layık görüyor; çünkü, mareşal olabilmek için meydan muharebesi kazanmak lazım. Şimdi, biz, o günü, gaziler için bir kutlama günü, gaziler günü olarak kabul ediyoruz ve 18 Mart gününü de şehitlerimizi anma günü; mükemmel; tabiî ki buna olumlu oy vereceğiz; ama, şimdi, soruyorum: Kore gazileri ne haldedir? Kıbrıs gazileri ne haldedir? Bunların eline kaç kuruş para geçiyor? Bunlar nasıl yaşıyor? Biz, bunlara hangi sosyal güvenlik kolaylıklarını, hangi vergi kolaylıklarını, hangi maddî imkânları sağladık?! Acaba, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Cumhurbaşkanlığından vilayet katına bir yılda harcadığı temsil giderlerinin kaçta kaçını biz gazilerimizin ailelerine, şehitlerimizin ailelerine veriyoruz?!

Hava Kuvvetlerimiz -şükranla yâd ediyorum- pilotlarının uçuş tazminatlarının bir bölümünü ayırarak bir vakfa veriyor ve şehit ailelerine ev alma imkânını sağlıyor. Böylesine büyük bir devletin, böylesine büyük bir milletin, bütün bu yanlış ekonomik uygulamalara rağmen ayakta kalan bir memleketin, bu muhteşem direnç gücüyle, acaba, şehit ailelerine, onların durumuna göre bir ev hediye edilir demesi çok mu büyük fedakârlıktır arkadaşlarım?!

Yüce Meclisin bu konudaki hassasiyetine ve fedâkarlık duygusuna inanıyorum ve bunun da önümüzdeki ilk bütçede yer almasını gönülden temenni ediyorum.

Evet, şehit ve gazi olmak, önce yürek ister, sonra inanç ister ve sonra iman ister. Mertlerin dayandığı, namertlerin kaçtığı savaş meydanlarında geri çekilmeyen adamdır şehit, gazi de ilerlerken yaralanan adamdır. Şimdi, biz, bu büyük insanlara ne yapsak, bunların hakkını ödememizin mümkün olmadığını bileceğiz. Bu sıralarda oturan değerli arkadaşlarımıza yegân yegân sorsam her birinin ailesinde şehit vardır ve o aileler resmî günlerin dışında, kendi şehitlerini, dualarıyla, dinî törenleriyle yâd ederler ya Kur'an okurlar ya mevlit okurlar ya sıcak fatiha ve gözyaşlarıyla anarlar.

Şimdi, her ailesinde bu kadar şehit olan bir milletin, silahlı kuvvetleriyle birlikte çok ciddî bir sahip olma politikasını, koruma politikasını gerçekleştirmesi elzemdir ve biz, insanımıza "sen bu vatan için ölürsen, senin çocukların sahipsiz değildir" inancını vermek zorundayız. Onların millete emanet edildiğini ve milletin mutlaka onlara sahip çıkacağını bilfiil göstermek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, huzurunuzda, biraz üzülerek ifade ediyorum, İsrail, yepyeni bir devlet; ama, kendi milletine ihanet eden hiç kimseyi affetmedi, buldu, getirdi, yargıladı; filin boynuzuna saklansa buldu getirdi. Biz, dünyanın en güçlü, en köklü teşkilatlanmış müesseselerine sahibiz. Müesseselerimizin köküne indiğimiz zaman, bugünkü zafiyetlerinin bizden geldiğini görürüz. Trablusgarp'tan İttihat ve Terakki idaresi, askerî birlikleri Balkanlara çeker -çok uzun bir bahsidiğerdir- Enver Bey, Mustafa Kemal Bey -o zaman hepsi kolağası- 1880-1881 doğumlu yüzbaşılar, Libya'ya giderler, halkı teşkilatlandırırlar ve bir mücadele verirler. Mustafa Kemal'in gözü hastalanır, millî emniyetin babası olan o günkü güvenlik teşkilatımız, Mustafa Kemal'i İtalya hatlarından kaçırır, Viyana'ya götürür, Viyana'da gözünü ameliyat ettirir, İstanbul'a getirir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güner, 1 dakika içinde toparlayın efendim.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Biz, oyunu başında kaybetmişiz; Apo Türkiye'ye teklif edildiği zaman, benim gönlümdeki başbakan, "asmamak kaydıyla değil, Türkiye'nin hukukunu uygulamak kaydıyla kabul ederim, ben, 1913'te şu emniyet teşkilatıyla şu mucizeleri yapmış memleket, bugünkü millî istihbaratın yurtiçi ve yurtdışı teşkilatıyla, yurtiçi ve yurtdışı örgütüyle, bir vatan hainini bulamayacak, yakalayamayacak kadar aciz miyim" demeliydi; ama, siz, adamı postalanmış olarak kabul eder, asmama şartına da peki derseniz, beyaz bayrağı ilk gün sallandırmış olursunuz; ondan sonraki bütün sözler galatı meşhurdan ibarettir, kim dinler varakı mührü vefayı.

Demek ki, bizim, çok ciddî bir derlenip toparlanmaya ve şehitlerimizin huzurunda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Efendim, lütfen kesmeyelim, cümlemi bağlıyorum.

BAŞKAN - Ben kesmiyorum efendim, cihaz kapandı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, eksüre vermediniz.

BAŞKAN - Verdim efendim...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - 1 dakika eksüre verdiniz.

BAŞKAN - Verdim efendim, zaten, herkese aynı süreyi verdim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, 2'şer dakika eksüre veriyordunuz hep.

BAŞKAN - Hayır, hayır; 1 dakika eksüre verdim, hiç kimseye 2 dakika eksüre vermedim efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Hayır, 2 dakika...

BAŞKAN - Efendim, hiç kimseye 2 dakika eksüre vermedim; lütfen itiraz etmeyin.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - O zaman, madde üzerinde konuşur.

BAŞKAN - Süreyi uzatmadığımı biliyorsunuz, bunu herkese aynı uyguluyorum. Lütfen...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) -... "sizin, bize, bağımsız, emperyalizmin her türlü talebine hayır diyerek emanet ettiğiniz bu vatanı biz ne hale getirdik" diye  sormak mecburiyetinde olduğumuza inanıyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Masum Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz tasarı, aslında, belki, hepimize -farklı siyasî görüşlere sahip olmamıza rağmen- geçmişi dinleme olanağı verdi. Özellikle gözledim, genelde, farklı gruplar, farklı gruplardan konuşan arkadaşları alkışladılar; ancak, bu öylesine bir konudur ki, şehitler ve gaziler üzerinde zaman zaman siyaset yapıldığını da hepimiz biliyoruz. Yine, burada, özellikle, ister iktidara mensup ister muhalefete mensup olsun, bu konuda güzel konuşan arkadaşlarımızın bu güzel konuşmaları eleştirilirken, bu tasarıya gölge düşürdüğünü de söylemek istiyorum. Biz, şehitler konusunda bir şey söylenirken, birisi bu konuda duygularını dile getirirken onu saygıyla dinlemeliyiz ve o saygının ötesinde farklı yaklaşımlarda da bulunmamalıyız; yoksa, şehitler konusunda samimi olduğumuzu söylememiz mümkün değildir; kimse de inanmaz; çünkü, tarih, burada konuşulanları, sonradan, tutanaklarda, herkesin huzuruna koyduğu zaman, alır bakarlar, senin tartıştığın, konuştuğun tasarı neydi, amacın neydi, gayen neydi, sen ne söyledin.

Değerli arkadaşlar, bu tasarı ne getiriyor; bu tasarı, bize, yalnız, şehit olma mertebesini ya da gazi olma mertebesini taşımış kişileri yâd etme duygusu veren bir tasarı değildir; bizler, bunu, zaten yaşayarak geldik. Aslında, bu tasarıyla, bizden sonraki insanlara, bizden sonraki kuşaklara, çocuklarımıza ve belki de bazen aramızda yaşayan kendi kuşaklarımıza, şehitlik ve gazilik mertebesinin yalnız ülkenin birliği, bütünlüğü, beraberliği açısından değil, her şeyin iyi kotarıldığı, iyi gerçekleştiği, insanların kendisini siper ettiği duygusunu aşılama açısından önemlidir. Burada söz konusu olan şehitlerimiz, yalnız tarihte, Birinci Dünya Savaşındaki şehitlerimiz değildir. Bu tasarı, ister terör faaliyetleri dolayısıyla olsun ister kolluk görevini görürken olsun, Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günden bugüne kadar şehit düşmüş askerimizi, şehit düşmüş polisimizi, şehit düşmüş Dışişleri mensuplarını da kavrayan bir tasarıdır. Buradaki şehitlik ve gazilik mertebesi, yalnız bir savaştaki gazilik ve şehitlik mertebesi değil, düşüncenin bile yerlere atılıp, bizi savunan düşünce sahiplerinin katledildiği günlerin de dikkate alındığını düşünmeliyiz.

Bunu neden söylüyorum; biraz önce burada konuşan bütün arkadaşlarımızı yeren konuşmaları kınıyorum. Neden kınıyorum; çünkü, burada, bu arkadaşlarımız, yalnız şiirler okuyarak, hamasilik yapmadılar; bize, o şiirlerin içerisindeki manayı, bu yüce çatı altında hissettirdiler. Hangi partiden olursa olsun, ben, onlara şükranla doluyum, teşekkür ediyorum. Hepimiz teşekkür etmek zorundayız. Biz, yalnız, yapılan yanlışı, yapılan hatayı, belirli şeylerin güzelliği içerisinde, bunu bahane ederek anlatma konumunda olmamalıyız.

Bu tasarı, bize, şehitlik ve gaziliğin, bugünden sonra da devam edeceğini hatırlatan bir tasarı olmalıdır. Acaba, biz, milletvekilleri olarak, biraz sonra kabul edeceğimiz bu kanunda, kanunu uygulayanlardan ne beklemeliyiz; bu düşüncelerimizi de burada söylemeliyiz.

Değerli arkadaşlar, şehitleri ve gazileri anma işi, buradaki tasarıdaki verdiğimiz yetkiye dayanarak, zorlama haline getirilmelidir. Bu, alttan yukarıya doğru coşkuyla gelen bir duygu seli haline getirilmelidir. Tıpkı, bugünlerde, geçtiğimiz yıllarda, yakın zamanda şehit olan askerimizin, polisimizin, subayımızın ya da Dışişleri mensubumuzun kaldırıldığı gün, ülkenin dört bir tarafında hissedilen duyguların, genç kuşak arkadaşlarımıza, geleceğimize duyurulması yolunda adımlar atılması gerektiği gibi. Bunun, yalnız, zoraki olarak, burada, bir kanunla kabul edilmiş düşüncelerden uzak, duyguları coşturan bir yapı olduğu unutulmamalı ve bunu kim uygulayacaksa, onun sorumluluğu içerisinde olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu kanunla, farklı günlerde olan ve birlik bütünlük içerisinde olmayan şehit anma günleri aynı güne getirilmiştir. Gaziler günü de, aslında çoğu gazi olmuş; ama, vefat etmiş, buna karşılık gaziliği hâlâ süren kişilerin bu günü de önemlidir. Gaziler, şehitlerin önemini kat be kat artıran mertebeye ulaşmışlardır.

Bu nedenle, bu tasarının da, konuyu, özellikle geleceğe ulaştıracağı ve geleceği geçmişle bütünleştiren bir yapıya kavuşturacağı için, hayırlı bir tasarı olduğunu söylüyor; bu vesileyle, bize bu duyguları yaşatan tüm konuşmacı arkadaşlarımıza -ve çok iyi biliyorum ki, benden sonra yapacağı duygulu konuşmasıyla bizi duygulandıracak Sayın Hatiboğlu da dahil olmak üzere- şükranlarımı sunuyor, hepinize, bu tasarının görüşmelerinde beraber bulunduğumuz için saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Türker.

Şahsı adına ikinci söz, Çorum Milletvekili  Sayın Yasin Hatiboğlu'nun.

Buyurun. (Alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Heyetin değerli üyeleri; zannediyorum; zannediyorum değil, düzeltiyorum sözümü; inanıyorum ki, itirazsız ittifak edilecek bir konuyu konuşuyoruz; tartışıyoruz demiyorum, konuşuyoruz ve şu saate kadar yapılan konuşmalar göstermiştir ki, gerçekten, vatan denilince, millet denilince, haysiyet ve şeref denilince, ülke denilince, bayrak denilince, istiklâl denilince itiraz eden olmuyor, olamaz da; benim milletimin özelliği bu.

Elbette, aramızda tartışmalar olur, biz, meseleleri tartışırız; çünkü "barikai hakikat müdavelei efkârdan doğar." Tartışırız; ama, asla itiraz edemeyeceğimiz ve asla tartışamayacağımız, iman kadar değerli konularımız vardır. İşte, orada ittifakımız, boynumuzun borcudur, vicdanımızın borcudur. Bu, o; gazilik ve şehitlik, şahadet.

Üç büyük değer vardır insan hayatında, insan ruhunda, insan anlayışında, üç büyük değer: Nübüvvet, velayet, şahadet... Evet; şimdi, biz bunu konuşuyoruz. Ne verebiliriz acaba, şahadetle, yani, onunla ölçülebilecek yahut şehidi sonsuz memnun edebilecek ne verebiliriz acaba; neyimiz var bir duadan gayri, bir inançtan gayri, bir onu anlamadan gayri, bir onun gibi yaşamadan gayri, bir onun hedeflediğini hedeflemeden gayri neyimiz var şehide verecek?! Nübüvvet, velayet, şahadet... Evet; Çanakkale şehitlerimiz var, ben ayırmıyorum, şehidimiz; Kosova var, Malazgirt var, Çaldıran var, Mercidabık var, dünya var, dünyanın üç coğrafyası var; onun için, ben ayırmıyorum.

Şahadetin önemini ifade etmek için, kısa bir hikâye, kısa bir hususu arz edeyim: Uhud Muharebesinde Enes İbnun Nadr Hazretleri düşman üzerine alabildiğine giderken, önünü çeviriyorlar, diyorlar ki arkadaşları: "Yanlış istikamete gidiyorsun, o gittiğin taraf düşmanların bulunduğu taraftır, gidersen sana zarar verirler, geri dön." Enes İbnun Nadr Hazretleri diyor ki: "Çekilin önümden; Allah'a yemin olsun ki, Uhud Dağının altından cennetin kokusu geliyor." İşte, şahadet bu. Bu ruhu veremezseniz topluma, bu ruhu veremezsek, bu ruhla mülemma olmaz, bu ruhla dolmazsak, şehitlik olmaz, kimseyi şehitliğe koşturamazsınız. Şahadet başka bir şeydir; kirayla, parayla, ödünç olmaz; mümkün mü?! Eğer böyle olsaydı, analar saçlarını başlarını yolarlardı çocuklarını gönderirken ellerine kına koyacağına. Hayır; analar saç yolmadı, baş yolmadı, kına koydu ellerine; arkasından da dediler ki: "Getme Yemen'e Yemen'e, Yemen sıcak, dayanaman; kalk borusu çalınınca, sen küçüksün, uyanaman." Bizim milletimizin farkı bu. Peki, bu, kendiliğinden mi oldu, acaba, doğuştan mı; hayır; bu, bir zeminin ürünü; bu, bir tabanın, altyapının ürünü. Nedir o; işte, onu kim oluşturdu; Mustafa Kemaller, Akifler, sayısız insanlar oluşturdu; müderrisler, şeyhler, dervişler, mürşitler... Hatırlamaz mısınız, büyük savaşımızın, İstiklal Savaşımızın önünde ve öncesinde cami cami, kapı kapı gezen insanları.

Mustafa Kemal Balıkesir konuşmasında diyor ki: "Ey Millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakaiki diniyyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir; çünkü, dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor." Mustafa Kemal, böyle, bu sözlerle çıkmış milletin huzuruna. Ey millet, bunu anlayın, bunu kavrayın; ama, anlayıp kavramak yetmez; bunu koruyun.

O yetmiyor; bir başkası, bir gazimiz, bu gaziden sonra bir gazimiz, Gazi Hacı İzzet diyor ki: "Adam öldürmek bir yana evlat; en zor olanı adam gömmek. Şu ellerimle en az elli kişiye mezar kazdım. Kasaturayla toprağı eşelediğim kadar eşeler, sonra, tırnaklarımın bütün kuvvetiyle çukuru büyütürdüm, sonra da ölüyü gömerdim çukura; zavallılar sığmazdı; benim de kuvvetim kesildiği için daha fazla kazamazdım; avuçlarımla üzerine toprak atardım. Onun için, orada ölüp de, mezarsız yatanların ıstırabını en iyi ben anlarım."

İşte, bizim tarihimiz bu, geçmişimiz bu, ruhumuz bu. Bir şehit ne diyor. Yani, şu sözleri söyleyebilecek toplumu oluşturamazsanız beyler, şehit beklemeyin, gazi beklemeyin. Askere gitmemek için çürük raporu alanların sayısıyla bu ülke dolar, taşar. Bizim ıstırabımız, isteğimiz budur.

Evet, şehitler için bayram yapacağız, kutlayacağız, kendilerini takdir edeceğiz, tebcil edeceğiz; iyi bir şey, bundan daha güzel bir şey olmaz; ama, biz şehitlerimiz için ne yaptık? Şehitlerimiz niye şehit oldu; hangi hedef için, hangi maksat için; bunun için ne yapıyoruz? Şimdi birisi şehit oluyor; bir askerimiz, bir polisimiz, bir bekçimiz, bir insanımız, vatan için, din için, millet için, namus için, iffet için şehit oluyor yahut gazi oluyor, yaralanıyor, hastaneye kaldırıyorlar; anası koşup gidiyor hastanede ziyaret etmek için. Eğer, siz, anasının önüne geçip "dur bakalım, giremezsin; senin başında engelin var; sen bu örtünü çıkarmadan giremezsin" diyorsanız, bu kanunları çıkarmanın, samimiyet itibariyle izahını nasıl yaparız, nasıl yaparız?!

Beyler, samimiyetle söylüyorum, hiçbir kastım yoktur; bunları anlamamız lazımdır. Eğer, uçağa binen bir insan, 80 yaşındaki bir insana "dur bakalım, sakalını kesmezsen, bu uçağa binip temsilen Kore'ye gitmen ayıp olur bizim için" diyorsak, bunlar doğruysa, beyler, aşağıda yatan; ama, ruhen yücelerde olan, belki sidre-i müntehaya yakın noktada bulunan o insanları inandıramayız, o ruhları inandıramayız. Yemin ederek söylüyorum; eğer, onlar samimiyetimize inanmazsa, işimiz zordur; bu dünyada da, öbür dünyada da zordur.

Vaktim de çok kısaldı. Bakın, bir şehit ne diyor; bir yedeksubay annesine mektup yazıyor "Valideciğim, dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat-âmiz mektubunu aldım, okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle, güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan, sevindim" diyor ve değerli arkadaşlarım, arkasından diyor ki: "...o güzel çayırın koyu yeşil tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli bir ezan okundu.

Ey Allahım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu. Ve sonra namaz kılıp ellerimi açtım: Ey benim Rabbim, şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) "...ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin eyle, düşmanları kahhar isminle kahreyle!" Evet, bu bir duadır; şehit böyle söyledi, gazi böyle söyledi: Şimdi, söz sırası bizde. Bunlara yakışır, bunlara uygun uygulama içinde olmalıyız. Okullarımızı, çocuklarımızı, kızlarımızı, validelerimizi, annelerimizi, bu ruh hali içerisinde temaşa etmeli, ihtiyaçlarını buna göre karşılamalıyız ve biz ne diyoruz hep birlikte: "Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,/ Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber."

Galiba en son sözümüz de budur.

Ben, bu tasarıyı hazırlayanlara teşekkür ediyorum. Hiç olmazsa, bir anma vesilesidir, hem de resmen devletin anma vesilesidir. Bundan dolayı, bunu hazırlayanlara teşekkür ediyorum. Umuyorum ki, şehitlerimizin beklentisine cevap veririz.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Hatiboğlu.

Sayın Göksu?.. Yok.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, bir şey mi söyleyeceksiniz efendim?

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bir soru sormak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana aşağıdaki soruyu sormak istiyorum.

Geçmişimize, millî ve manevî değerlerimize sahip çıkabilmemiz için, şehit ailelerimizi ve gazilerimizi şereflendirmesi ve onurlandırması nedeniyle tasarı yerindedir; hayırlı olmasını diliyorum.

Sorumu soruyorum: Artan hayat pahalılığı karşısında ekonomik sıkıntı içinde olan, bu vatan için ölen şehitlerin aileleri ile vatan için sakat kalan gazilerimize insanca yaşayacakları maaş artışı yapılmasını öneriyorum.

Teşekkür ediyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, teşekkür ediyoruz.

Tabiî, bütçe imkânları çerçevesinde, sayın milletvekilimizin önerisi de değerlendirilecektir.

Arz ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

18 MART GÜNÜNÜN ŞEHİTLER GÜNÜ VE 19 EYLÜL GÜNÜNÜN GAZİLER GÜNÜ İLÂN EDİLMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. - 18 Mart Şehitler Günü, 19 Eylül Gaziler Günüdür. Anılan günlerde bütün kamu kurum ve kuruluşlarının öncülüğünde, halkımızın ve sivil kuruluşların iştiraki ile her yıl anma töreni düzenlenir.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Fethullah Erbaş; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 879 sıra sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu ve şahsınızı saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarının esas gayesi, çeşitli tarihlerdeki kutlamaları iki güne sığdırmak, hem zaman israfını önlemek hem de normal şartlarda iki tane büyük kutlamayı bir arada yapmak.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tasarıda, şehitler günü ve gaziler günü olarak iki gün teklif ediliyor. Öncelikle, şehitlik nedir? Diğer arkadaşlarımız, hakikaten, çok güzel anlattılar; fevkalade heyecanlandırdılar, hatta bizi burada ağlattılar. Ben bu noktalarda fazla gitmeyeceğim; ama, belli noktalara, şehitlik nedir, onu bir öğrenelim.

Şehitlik, bildiğiniz gibi, İslamî bir tabirdir ve tarifi de, hadisi şeriflerde "Allah'ın isminin yüceltilmesi amacıyla yapılan mücadelede öldürülene şehit denir" şeklindedir. Bir başka tarifte de "Allah'ın rızasını kazanmak için cennet karşılığında canını satan, canını veren insana şehit denir" denilmiştir.

Gaziliğe gelince... O da, bu niyetle savaşa katılıp, savaştan sağ çıkan insana gazi denir.

Değerli kardeşlerim, şehitliğin altyapısına sahip olmak için bu ruhu yakalamak lazımdır ve bu ruh da, ancak, şu şekilde elde edilebilir: Nesillere Allah inancını aşılamak için okullarımızda din ve ahlak derslerine önem vermeliyiz, İslam dininin özünü öğretmeliyiz; bu noktada cimri davranmamalıyız ve bunların tatbikatını yapmalıyız. Gençlerimize namaz kılmayı, oruç tutmayı öğretmeliyiz, hacca gitmeyi teşvik etmeliyiz, vatanını sevmeyi öğretmeliyiz, bu ruhu vermeliyiz. Bunun başında da, anne adaylarımızı, yani, çocuklarımızı doğuran o aziz insanları, hanım kızlarımızı şuurlu ve bilgili olarak yetiştirmeliyiz. Başörtüsüne kafamızı takmamalıyız. İlköğretim okullarında din ve ahlak derslerine ağırlık vermeliyiz. Bu konuda sivil toplum örgütlerine önem vermeliyiz. Muharip Gaziler Derneği gibi dernekleri teşvik etmeliyiz. Şehit ailelerine devletimizin ilgi duyması ve onları mağdur etmemesi için maaşlarını makul düzeylere çıkarmalıyız. Sayın Bakanım "bütçe imkânları nispetinde iyileştireceğiz" müjdesini verdi; inşallah, güzel olur. Şehitliğin önem ve anlamını anlatmak için şiir yarışmaları düzenlemeliyiz, paneller düzenlemeliyiz ve düzenlemek için de Diyanet İşlerini devreye sokmalıyız. Camilerde şehitlik üzerine hutbeler okutmalıyız.

Değerli kardeşlerim, ben, Yüsekova'dayken bir grup insan geldi oraya; "sizi kim gönderdi" dedim, "bizi kiliseler birliği gönderdi" dediler; "peki, sizin finansmanınızı kim sağlıyor" dedim, "kiliseler birliği sağlıyor" dediler; "ne için geldiniz" dedim, "biz, dinimizi yaymak için geldik" dediler ve oradaki olayları tahrik edip gittiler, gördüm onları. Biz ne yapıyoruz kardeşlerim? Evet, orada şunu gördüm, onların bir Papası var, bizim ise... Hilafeti kaldıran metnin son cümlesi şöyledir: "Hilafet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyetinde mündemiçtir." Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak biz ne yapıyoruz? Onların Papası bu kadar insanı taa Yüksekovalara gönderirken, siz Büyük Millet Meclisi olarak dinimizi yaymak için, ilerletmek için, şehitlik duygusunu vermek için ne yapıyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, ben daha fazla şeyler söylemek istemiyorum; ama, şunu da demeden edemeyeceğim: Radyo ve televizyonlarımızda dinî ve millî duygularımızı galeyana getiren programlar yaptırmalıyız, tarihimizi anlatmalıyız; bu tür filmleri göstermeliyiz. RTÜK'e de Allah inancını dejenere eden programları kaldırması için görev vermeliyiz ve onları da uyarmalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) -  Değerli kardeşlerim, şehitlik büyük bir rütbedir; bu rütbeye ulaşmak, tüm Anadolu insanının amacıdır. Dualarımızda hep "Ya Rabbim, bizleri şehitler zümresine ilhak et" diye niyazda bulunuyoruz. Şehidimize, gazimize sahip çıkmalıyız ve sahip çıkmayanlar yarın vatanı için şehit olacak adam bulamazlar diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP, AK Parti ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Erbaş.

ANAP Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı gelmeden çok önce, milletvekili olduğumun birinci ayında bu konuda kanun teklifi verdim. Yani, milletvekili olduğumun birinci ayında, Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu'yla birlikte kanun teklifi verdik. Bizim arkamızdan da, Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner ve daha sonra da Şevket Bülent Yahnici aynı konuda kanun teklifleri vermişlerdir.

Çeşitli kesimlerden şehit düşen, vatan müdafaasında devlet haysiyet ve onuru uğruna şehit düşen insanlarımızın, bir seferde, devletin tüm katmanlarıyla birlikte, tüm sivil örgütleriyle birlikte anılması için bir teklif verilmişti; ama, komisyonumuz bizim tekliflerimizi herhalde görmedi veya uygun bulmadı; Millî Savunma Bakanlığımız, bunu tasarı olarak getirdi. Elbette, bir farklılık var; gaziler günü, bizim teklifimizde yoktu.

19 Eylül, biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Mustafa Kemal Atatürk'e gazilik beratı verdiği gündür. O gün, 19 Eylül günü onun için seçilmiştir. Biz, bunu da isabetli buluyoruz. Bu noktadan, yani, bu konuda tasarı ve tekliflerin birleştirilmemesinden, birleştirilerek gelmemesinden dolayı üzüntümüzü belirtiyoruz; ancak, tabiî ki, gaziler gününün olması da bizi fevkalade mutlu etmiştir. Yine de, ben, Millî Savunma Bakanımıza teşekkür ediyorum, komisyon üyelerine teşekkür ediyorum.

Gazilik, şehitlik gibi kavramlar, bu milletin ortak paydasıdırlar ve bu milletin değer verdiği kavramlardır. Bu, böyle değerlendirilmelidir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 879 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, milletleri millet yapan önemli değerleri vardır. Millî tarih, milleti ayakta tutan en önemli heyecandır ve kaynaktır. Millî tarih ve millî kültür, milleti ve devleti devlet yapan, milleti millet yapan değerler manzumesi ve aynı zamanda, onun en önemli hazinesidir. Bu bağlamda, bu vatan coğrafyası için şehit olma pahasına mücadele etmiş olan bütün şehitlerimizi, rahmetle ve minnetle anıyorum, gazilerimizi de yine aynı duygularla saygıyla yâd ediyorum.

Millî tarih, millî kültür, millî mukaddeslerimiz ve millî mefahirimiz, bizi biz yapan değerlerimiz. Bunların üzerinde önemle durmak, korumak ve kollamak, bütün bir milletin, fert olarak da her vatandaşımızın mutlak surette görevi ve sorumluluğudur. Bu vatan coğrafyası için çok şehit verdik. Bu vatanı vatan yapmak için şehit verdik. O şehitleri, pek tabiî ki, bugün de olsa yine vereceğiz; ama, unutulmaması gereken bir şey var; okullarda okuyan çocuklarımız, evde yetiştirdiğimiz bebeklerimiz dahil olmak üzere, onlara şehitliğin ne olduğunu, gaziliğin ne kadar önemli olduğunu mutlaka hatırlatmak, andırmak lazımdır. Yüce Atatürk'ün söylediği çok güzel bir söz vardır; "istiklal ve hürriyet, benim karakterimdir" diyor. İstiklal ve hürriyeti, benim karakterimdir diye benimsemiş olan her vatandaş, her Türk, geçmişte olduğu gibi, Atasına layık olmak üzere, üzerine düşen görevi mutlaka yapacaktır.

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır; toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır; o vatan, bütün bir millettir. Bu millet, bu anlayış içerisinde mücadele etmiş, şehitler ve gaziler vermiş ve vermeye de devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu vatan coğrafyası, bu topraklar öylesine önemli topraklardır ki, herkesin gözü bu toprakların üzerindedir. Bu toprakları bize emanet eden atalarımızı rahmetle ve minnetle anıyoruz. Bu cumhuriyeti bize cumhuriyet yapan, bu ülkeyi, bu bağımsız ülkeyi bize kuran ve kurduran Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve bütün silah arkadaşlarını rahmetle ve minnetle anıyoruz; ama, bu toprakları böldürtmemek, bu milleti parçalatmamak, bu bayrağın yanına bir başka bayrak koydurtmamak üzere de bu millete ve bu Meclise büyük görevler düşmektedir. Onun için de, hem ekonomik hürriyetimizi hem siyasal hürriyetimizi koruyacak her türlü gayretin içerisinde olmak ve millî egemenliğe sahip çıkmak hepimizin boynunun borcudur.

Değerli milletvekilleri, ben, şunu özellikle belirtmek istiyorum. Bu toprakları bölmek isteyen birkısım ülkeler, birkısım bloklar, hatta Avrupa Birliğine üye olan ülkeler de dahil olmak üzere, onların üzerimizdeki emellerini çok iyi bilmek, hem Avrupa Birliğine girmek için mücadele etmek hem de bu ülke üzerinde birkısım emelleri gerçekleştirmeye yönelik gayretleri sıfıra indirmek, onlarla mücadele etmek de, yine bizim boynumuzun borcu olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, işte, bu anlayış içerisinde, getirilmiş olan bu kanun tasarısını, gerçekten, fevkalade olumlu buluyoruz; çünkü, temelinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bu güzel tarihinde, altın sayfalarla dolu zaferleri vardır. Yine, bu tasarının temelinde, şehitlerimizin ailelerini anmak ve onları, tekrar, özellikle milletin bağrına teslim etmek vardır. Yine, bu tasarının temelinde, gazilerimizi yeniden anmak; ama, bu toplumda daha iyi, daha müreffeh bir hayat seviyesini sürdürecek bir gayreti göstermenin işareti vardır. Yine, bu tasarıda, Deniz Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Polis Teşkilatı ve Dışişleri Bakanlığı dahil olmak üzere, çeşitli kuruluşlarda bu ülkeye hizmet etmiş olup da şehit olanların ayrı ayrı anılması, bir çatı altında, bir kaynak içerisinde onun tekrar birleştirilmesi ve anılmasını daha güzel bir şekilde gerçekleştirmek vardır. İşte, ben, onun için diyorum ki, bu tasarı, gerçekten yerindedir, mutlak surette herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır, bizler de yapmalıyız. Hem 18 Mart Çanakkale Zaferinin olduğu günün şehitler günü olarak kabul edilmesi yerindedir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Sayın Başkan 1 dakika içerisinde toparlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - ...hem de 19 Eylül 1921 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e mareşal unvanı verildiği günün gaziler günü olarak tespit edilmesi, anılması fevkalade isabetlidir. Bugünlerde de, biz, tekrar o günleri yâd edeceğiz; ama, çocuklarımıza da bu vatan için, bu bayrak için, bu ülke için şehit olma pahasına dahi olsa mücadele etmenin ne olduğunu mutlak surette hatırlatacağız, andıracağız ve Türk Milletinin bir ferdi olmaktan da onur duyduğunu mutlaka onların ruhlarına ve yüreklerine işleyeceğiz diyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Şehitler ve Gaziler günlerinin anma törenleri ile ilgili yönetmelik, Kanunun yayımı tarihinden itibaren dört ay içinde spordan sorumlu Devlet Bakanlığı ile Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri ve Millî Eğitim bakanlıklarınca müştereken düzen-lenir.

BAŞKAN - 2 nci madde üzerinde Saadet Partisi Grubu adına Sayın Zeki Çelik konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Çelik. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şehitler ve gaziler günü ilanıyla ilgili tasarı üzerinde Saadet Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şehit ve gazilerimize borçlarımızı herhangi bir karşılıkla ödememiz mümkün değildir. Herhangi bir günle borç ödenmesi de söz konusu olamaz; onların hatırdan çıkarılmaması, akıldan çıkarılmaması ve daima hatırlanması gerekmektedir; çünkü, şehit, nurlanmış; gazi, onurlanmış insan demektir. Yeni yetişen gençliğimize, şehit ve gazilerimizin hangi gayeler için fedakârlık yaptığı, her türlü araç kullanılarak öğretilmelidir; bu, bir gün değil, her gün yapılmalıdır.

Kanun tasarısının metninde, 18 Mart Şehitler Günü, 19 Eylül de Gaziler Günüdür deniliyor. Buna hiçbir itirazımız yok; ancak, anılan günlerde, bütün kamu kuruluşlarının öncülüğünde, halkımızın ve sivil toplum kuruluşlarının iştirakiyle anma törenleri düzenlenir. Gönül ister ki, halkımız ve sivil toplum kuruluşlarının gönüllü katıldığı bir olaya, kamu kurum ve kuruluşlarımız da destek versin; ama, bizde öyle olmuyor, kamu kurum ve kuruluşları katılıyor, halk ve sivil toplum kuruluşlarına âdeta konu mankenliği yaptırılıyor. Bayramlar ve millî günler, böylece, kuru ve baştan savma, halksız kutlanıyor. Kaç gündür görüyoruz, Millî Takımımızın başarısı nedeniyle bayram yapılıyor; halkın tamamı katılıyor, genci ihtiyarı, kadını erkeğiyle kutlamalar yapılıyor; işte, bayram budur.

Değerli arkadaşlar, şehitler günü ilan ettiğimiz 18 Martta yaşananlar için Büyük Şair Mehmet Âkif, oradaki şehit ve gazileri Bedr'in aslanlarına benzeterek, şehitlerimizin mezar taşı olarak Kâbe'yi, aydınlatmak için de Yedi Süreyyalı Kandili uygun görmüştür.

Değerli arkadaşlar, Çanakkale'yi geçilmez yapan, milletimizin istiklalini ve son vatan toprağının kurtulmasını sağlayan şehit ve gazilerimizi bu noktaya getiren iman gücüydü; ancak, bu imana ve bunun getirdiklerine maalesef saygı gösterilmediğini de görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada güzel konuşmalar yapıldı, bu konuşmaları yapan bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş bir babanın göndermiş olduğu bir faksı dikkatlerinize sunmak istiyorum; ki, bunun, dağıtımdan, hem parti gruplarına hem her tarafa gönderildiği ifade ediliyor. Gönderen Muzaffer Trabzonlu; şu anda, Gölcük'e bağlı Yazlık Belediye Başkanı. Bu kardeşimiz diyor ki: "Ben, 1950 yılında doğdum. Babamın babası yani dedem de Çanakkale Savaşında şehit olmuştu. 1966 yılında tersane komutanlığında işe başladım, askerlik dönüşü de Seymen Kara Araçları Fabrikasında işçiliğe devam ettim ve 1992 yılında emekli oldum. 18 Nisan 1999 seçimlerinde de bu beldemin ilk belediye başkanı olarak hizmete başladım. 21 Haziran 2000 tarihinde de, tek oğlum olan Zafer'i, Van Başkale'de vatanî görevini yaparken şehit olarak ahirete gönderdik.

Kızım Züleyha'nın okulu olan İhsaniye Ticaret Lisesinin tertiplediği bir tiyatro oyunu için 20 Mayıs pazartesi günü Gölcük Tersane Komutanlığı Garnizon Sinemasına davet edildik. Saat 21.00'de eşimle birlikte askerî giriş kapısına geldim ve sinemaya gireceğimi söylediğimde görevli nöbetçi subay sakalınızdan dolayı giremezsiniz deyince bir an şok oldum.

Sonra, bu memlekette ne suç işlemişiz, milletin malını mı çalmışız, hangi yüzkızartıcı suçu işlemişiz de bu muameleye maruz kalıyoruz?! Ben, beldemde belediye başkanı seçiliyorum da, burada, benim canım memleketimin bir parçası olan bir sinemaya giremiyorum!

Özetlersek -aynen öyle diyor- tersane komutanlığında işçi olarak çalıştım, emekli oldum ve beldemde de belediye başkanlığı gibi halka, kutsal bir görev ifa ediyorum. Tek oğlunuzu da vatan uğruna şehit edeceksiniz; ama, ondan sonra da, bir tören için sinemaya sokulmayacaksınız ve böyle, potansiyel suçlu muamelesine tabi tutulacaksınız."

Değerli arkadaşlar, bu, belki münferit bir vakadır; yani, böyle olduğuna inanmak istiyorum ve inanıyorum; ama, hepimiz, bütün milletvekilleri, burada oturan komutanlar ve bizi dinleyenler, lütfen, başlarını ellerinin arasına alsınlar ve düşünüp taşınsınlar.

Şehitlerimize, gazilerimize saygılı olalım; böylesi acılar çekmiş babalarımıza sakalı var diye, analarımıza da başında örtüsü var diye, lütfen bu acıları yaşatmayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın efendim...

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, gerçekten, ben, bunun münferit bir vaka olduğuna inanıyorum.

Şehit ve gazilerimize saygılı olmak durumundayız. Ülkesi için canını veren şehit ve gazilerimizi rahmetle, minnetle anıyor; bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum.

MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehte, Sayın Masum Türker, Sayın Yasin Hatiboğlu, Sayın Beyhan Aslan ve Sayın Mehmet Şandır'ın söz istemleri vardır; ancak, sadece bir arkadaşımın söz istemini yerine getirebileceğim.

Lehte, Sayın Masum Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

2 dakika içerisinde oyunuzun rengini belli edin efendim.

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Değerli milletvekilleri, bu kanunun lehinde oy kullanıyorum. Gelecek kuşaklara hayırlı olsun. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz efendim.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylelikle, tasarı yasalaşmıştır; hayırlı uğurlu olsun.

Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet adına Sayın Bakan?.. Hazır.

Komisyon raporu, 882 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Arkadaşlar, bu teklif açık oylamaya tabidir; o nedenle, eğer, görüşmelerin sonucunda oya sunduğumuzda gerekli çoğunluğu bulamazsak, önümüzdeki ekim ayına kalacaktır. O nedenle, arkadaşlarımızın, hassasiyet gösterip, burada hazır bulunmalarını, hiç olmazsa, bugünkü çalışmalarımızın tam anlamıyla sonuçlandırılmasını isteriz; takdir sizin.

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Konuşmasınlar efendim...

AYDIN GÖKMEN (Balıkesir) - Konuşmasınlar...

BAŞKAN - Efendim, konuşurlar konuşmazlar; sayın milletvekillerinin, sayın grupların söz hakkını kısmak veya kısmamak benim hakkım değildir. 5-10 dakika içerisinde, kısa konuşurlarsa, seviniriz elbette ki... Sonuçta, hepsinin ittifak ettiği bir tasarı.

Saadet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; bu-yurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 882 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde Saadet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

                                   

(1) 822 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlar, biz, bugün öğleden sonra Genel Başkanımız ve bir grup milletvekilimizle Ankara Ticaret Odası Meclisi toplantısına katıldık. Orada, hem Meclis Başkanının konuşmalarını hem Genel Başkanımızın konuşmalarını dinledik. Şu anda, gerçekten, Türkiye, çok önemli bir noktadan geçiyor. Yani, şu manada söylemek istiyorum: Tabiî, Gelir Vergisi Kanununa madde eklemek vergileri artırmak için yapılıyor ve burada ortaya konulmak istenen de, gerek sporcuların gerekse spor kulüplerinin elde etmiş oldukları gelirleri kayıt altına almak, şeffaflığı ortaya çıkarmak, kayıtdışılığı ortadan kaldırmaktır. Bu manada önemli olduğunu ifade etmek istiyorum; ama, tabiî, bu Gelir Vergisiyle vergi toplayacaksınız da ne olacak, ne yapacaksınız, nereye harcanacak; bunların çok iyi bilinmesi lazım. Şimdi, bu son bir iki gün içerisinde yaşanan hadiselerle Türkiye'nin manzarasını ortaya koymaya çalışacağım.

Bakınız, Sayın Başbakanımızın -Allah şifalar versin- bugün ayağa kalkmış olması da bizi sevindirmiştir; ama, bu hastalığı sebebiyle günlük 40 000 000 dolar ekonomimize yük gelmiştir. Faizler yüzde 50'den yüzde 75 mertebesine yükselmiş ve bunun içborca ilavesi 3,3 milyar dolar olmuştur. Bu parayla ne yapılabilirdi diye sorulduğunda, 210 000 insana iş temin edilebilirdi.

Bakınız, asgarî ücret 163 000 000 lirayken, yaklaşık 20 000 000 lira ilaveyle 184 000 000 liraya çıkarıldı; ama, ülkede bu son birkaç gün içerisinde yüzde 17,7 enflasyon yaşanmıştır. Yani, bu ne demektir; bütün ülke insanı olarak hepimiz fakirleşmişiz demektir. Bu manada, gerçekten, yapılmış olan hataların, eksikliklerin ekonomimize; dolayısıyla, halkımıza ve bizim cebimizden çıkan paralara ne maliyetler ve ne yükler getirdiğini çok iyi bilmemiz lazım. Şu anda Türkiye'de büyük bir belirsizlik var. Sanayici, işadamı, tüccar ne diyor; diyor ki, ben, güven duygusu içerisinde değilim; neden; çünkü, yarını göremiyorum. Ayrıca, bu arada, ben, yatırım yapmak istediğim zaman, karşıma bir yığın engel çıkıyor; bürokratik engeller, bir sürü yazışmalar çizişmeler de canımdan bıktırıyor. Tabiî, bu arada, bu formalitelerin çokluğu sebebiyle, maalesef, rüşvet mekanizması da durmadan çalışmaktadır.

Peki, bu arada, bütün bunlar olurken, dolardaki yükselme ve alçalmalar; yükselse dert, alçalsa ayrı bir dert. Yani, tarihte görülmemiş, 1 300 000 liralardan, dün, biz, 1 700 000 liraya yaklaşan, 1 660 000 liraya kadar dolar sınırının yükselmesine şahit olduk. O halde, insanlar önünü göremiyor, güven duymuyor ve bütün bunların sonucunda da, yatırım yapmıyor, üretim yapmaya hakikaten gönlü razı olamıyor.

Tabiî, bu arada, işadamlarımızın, sanayicilerimizin, tüccarlarımızın en büyük sıkıntılarından bir tanesi de, vergilerin çokluğu ve bu vergi miktarlarının fazlalığı ve bu arada da, vergi çeşitlerinin çokluğu. Ayrıca, SSK primlerinin yüksek olması ve hakikaten, iş yapan insanlara, yanında istihdam sağlayan, işçi çalıştıranlara çok büyük yükler getirmiş olmasıdır. Siz, asgarî ücreti çok düşük tespit ediyorsunuz; ama, SSK primlerini 350 000 000-400 000 000 lira seviyesinde bir alt taban fiyattan alıyorsunuz ki, burada işverenin sırtına büyük bir yük binmektedir.

Tabiî, bu arada, enerjinin çok pahalı olduğunu ve bundan dolayı sıkıntıya düşüldüğünü; bu, isterse çeşitli vesilelerle elde edilmiş elektrik enerjisi olsun isterse doğalgazla elde edilmiş olan olsun veya iş makinelerinde çalıştırılan mazotla elde edilen işgücü olsun hiç fark etmez, enerji çok pahalı. Ayrıca, nakliye pahalı ve dolayısıyla, bütün bunların sonucunda, sanayicimiz, işadamımız, tüccarımız rekabet etme şansından mahrum.

Şu anda, bütün Türkiye sathını gezdiğimizde gördüğümüz olay budur. Gaziantep'te, Adana'da, Eskişehir'de, İstanbul'da, Ankara'da veya Denizli'de herkesin söylediği şey şudur: "Eğer, biz, ihracat yapmamış olsaydık ayakta durma imkânımız olmayacaktı." Peki, herkes yapabiliyor mu ihracatı; hayır. Yapanlar da, sadece çark dönsün diye yapıyor ve işçi çıkarmamak suretiyle bu işi götürmeye çalışıyor.

Tabiî, burada, bütün bu belirsizlik ortamları içerisinde ne yapılması lazım; tek çare, üretimi artırmaktır. Eğer, siz, bir ülkede üretim yapmıyorsanız, yatırım yapmıyorsanız, istihdam sağlamıyorsanız, ihracat yapmıyorsanız, gelirinizi artırmanız mümkün değil; bunu artırmadığınız müddetçe de vergi toplama imkânından mahrum olacağınız ortadadır. Peki, siz, üretmeyen bir adamdan nasıl vergi alacaksınız? Yatırım yapmayan bir insandan nasıl vergi alacaksınız?

Tabiî, bu arada -Değerli Meclis Başkanvekilimizin vermiş olduğu kanun teklifinde de aynen öyle- futbolculardan, sporculardan, spor kulüplerinden de vergi tahsil etmeye çalışacağız. Eğer, millî gelir içerisinde artış olmaz, onlara isabet eden paylar yüksek olmazsa, onlardan da vergi alma şansından mahrum olacağız. Dolayısıyla, bir fasit daire içerisinde, bu şekilde böyle dönüp dolaşacaktır.

Değerli arkadaşlar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı "bizim, yurtdışına kaçan, giden paramız 65 milyar dolar" diyor. Doğrusunu isterseniz, başka çevreler, bunun iki mislinden daha fazla olduğunu ifade ediyorlar. Neden böyle oluyor; Türkiye'de güven ortamının olmaması, yatırım yapmanın önündeki engeller ve gerçekten, ayakta kalamama mücadelesi sonucunda vergi, sigorta vesaire gibi şeylerin ağırlığı. Tabiî, bizim, bu gelirlerimizi artırmak için, biraz evvel söyledim, yatırım yapmamız lazım, üretim yapmamız lazım, istihdam sağlamamız lazım, ihracat yapmamız lazım; ama, biz, bunları yaparken kimlerle yapacağız; en doğrusu, hemen yakınımızda olan komşularımızla bunu yapmamız lazım. İşte, çevremizde Irak var, İran var, Suriye var, Yunanistan var, hatta Rusya, Ermenistan vesaire var; ama, bütün bunlarla kavgalıyız ve bütün bunlarla, bizim, alışveriş noktasında, maalesef, çok geri bir nokta olduğumuz ortadadır.

Bakınız, bu komşularımızın yapmış olduğu ticaret potansiyeli 182 milyar dolardır; bizim, komşularımıza yapmış olduğumuz ihracat ise, sadece 3 milyar dolardır; yani, tabirimi maruz görün, devede kulak bile değildir. O halde, bunun artırılması, bunun çoğaltılması lazım. Evvela iyi komşuluk ilişkilerimizi vücuda getireceğiz, ondan sonra da onlarla alışverişin yollarını arayacağız ve böylece de, en yakınımızda olan insanlarla ticareti kolay hale getirdikten sonra, bu iş kendiliğinden çözülmüş olacak; ama, maalesef, bu, böyle olmuyor. İşte, Türkiye'den, gerek parasını gerekse sanayi tesislerini alıp götürenler, o ülkenin sanayiine ve o ülkenin bankalarına hizmet ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, bakınız, Türkiye'den götürülen paraları, dışarıdaki bankalara en fazla yüzde 2 veya yüzde 3 faizle yatırıyorlar -çünkü, dövize daha fazla faiz verilmesi mümkün değil- ama, o sıcak parayı alan ülkeler, o paraları, bizim gibi borçlanmaya alışmış ülkelere en az yüzde 12, yüzde 15 faizle satmakta ve sırtımızdan para kazanmaktadırlar. İşte, biz, bu fasit dairenin kırılmasını, bunun ortadan kaldırılmasını istiyoruz ve buna gayret göstermek istiyoruz.

Şu anda, sivil toplum örgütleri olarak sanayi odaları var, ticaret odaları var, sendikalar, işveren sendikaları, işçi sendikaları var; ama, maalesef, bunların da ülke yararına hareket etmediğini görüyoruz. Çok iyi hizmet yapan hükümetlere karşı, bir bakıyorsunuz, sokaklara dökülüyorlar; ama, bir de bakıyorsunuz ki, ülkeyi batağa götüren hükümetlere karşı da, maalesef, sesleri çıkmıyor. İşte, bugün yaşadıklarımız bunun en önemli ölçütleridir ve misalleridir.

Tabiî, bu hükümetin yapmış olduğu çok farklı uygulamalar var; tam bir kriz yaşanıyorken, yeni yeni krizlere sahne oldu. Soru önergelerimizde "krizden çıktık diyorsunuz, uçurumun kenarından döndük diyorsunuz. Peki, bu ülkeyi nasıl düzlüğe çıkaracaksınız, nasıl kurtaracaksınız" diye sorduğumuz zaman, bize, resmî olarak, soru önergelerimize verilmiş olan cevapta "2002 yılında sağlanacak faizdışı fazla, özelleştirme gelirlerindeki beklenen artış, piyasada güvenin oluşması, faizlerin düşmesi, sağlanan dış destekle borçlanmanın ortalama vadesinin uzatılması sonucunda borcun sürdürülebilirliği sağlanacak" diyorlar.

BAŞKAN - Sayın Çelik, biraz tasarı üzerinde konuşalım, sporcularla ilgili konuşalım. Lütfen...

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Tasarıyla ilgili efendim... Vergiyle alakalı olduğu için konuşuyorum efendim.

BAŞKAN - Her türlü vergi buna girmez ki yani!.. Lütfen... Biraz tasarıya gelelim; millet anlasın tasarıda ne var.

Lütfen, arkadaşlar, tasarı üzerinde konuşsun bütün hatipler.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, faizdışı fazlanın olması bir mana ifade etmez. Neden; çünkü, faizdışı fazla, eğer devletin yatırımlarına gitmiyorsa, siz, topladığınız vergileri yatırımlara değil de borç faizlerine yatırıyorsanız, buradan bir mana çıkmayacaktır.

Özelleştirme gelirlerinden beklenen artışın olması da mümkün değil; çünkü, sayın bakanlar diyor ki, onbeş yıllık özelleştirme, devletin imkânlarının paylaşımına dönmüştür ve fiyasko olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, beklenen hedefler de gerçekleşmemiştir. Mesela, en basiti, 1999 yılında 4 000 000 000 dolar olarak hedeflenen özelleştirme, 38 000 000 dolar olarak gerçekleşmiş; 2001 yılında hedef 1 000 000 000 dolarken, 119 000 000 dolar olarak gerçekleşmiş.

Tabiî, bu arada, bu krizler sebebiyle, son yaşadığımız olaylar sebebiyle üzerimize binen yükün de daha fazla arttığını görüyoruz.

Peki; güven oluşmasından bahsediyorlar... Biraz evvel de söyledim; nasıl güven oluşacak, kim güven duyacak, yatırım yapacak; bu yatırımın sonucunda da, siz, vergi tahsilatında bulunacaksınız. İster sporculardan olsun ister kulüplerden olsun ister işadamlarından olsun, bu şartlar altında, bu ülkenin, vergileri, beklenen seviyede, bütçe düzeyinde toplaması mümkün değil.

Bakınız, son günlerde Bakanlığın yapmış olduğu açıklamalara göre, toplanan vergiler 12 katrilyon lira civarında; ama, faize ödenen 15 katrilyon lira civarında; demek ki, gelirlerimiz giderlerimizi karşılamıyor. Neden; çünkü, 100 liralık vergi topluyoruz, 103,3 lira, faizcilere, para ödüyoruz. Bu şartlar altında hangi vergi sistemini getirirseniz getirin -vergiyi, ister sporculardan ister kulüplerden ister başkalarından alın- bunu sağlamanız mümkün değil.

Ayrıca "sağlanan dış destekle borçlanma imkânını sağlayacağız" diyorsunuz. Yani, bu şartlarda, dış ülkelerin bize güven duyup, bu manada borç verebileceklerini düşünemiyorum.

Tabiî, bu kanun teklifini veren sayın arkadaşımız, gerçekten, bir şeffaflık ortamı olsun, gerek kulüpler gerek sporcular vergilendirilsin ve vergi kaçağı olmasın, kayıt altına alınsın teklifinde bulunuyor; çok doğru, çok güzel bir tekliftir ve biz de bunu destekliyoruz; ama, bazen, bu şeffaflığın da böyle olmadığını görüyoruz. Bazen sorduğumuz soru önergelerine aldığımız cevaplar bunun tam tersini ifade ediyor. Biz, yatırım yapanlarla, teşvik alanlarla ilgili ne gibi yaptırımlarınız var, uygulamalarınız var ve bütün bu talepleri nasıl karşılıyorsunuz diye sorduğumuzda, Sayın Bakan, vermiş olduğu cevapta diyor ki: "Ülkemizde yatırımlar, yatırım teşvikleri konusunda tüm talepler, tamamıyla mevzuat ve devlet kuralları ve resmî talimatlar çerçevesinde değerlendirilmekte ve işlemler bu doğrultuda yapılmaktadır." İşte, burada, yine, karanlık noktalar var. "Mevzuat, devlet kuralları ve resmî talimatlar..." Yani, demek ki, kim talimat veriyorsa, bu manada, istediğini yaptırabiliyor.

Değerli arkadaşlar, şu anda, içborcumuz ne kadardır, dışborcumuz ne kadardır; sağlıklı bir rakam vermemiz mümkün değil. Bakınız, sorduğumuz sorulara verilen cevaplar, inanın, bir ay içerisinde güncelliğini kaybediyor ve biz de, bu manada, ne olacağını anlayamıyoruz.

Tabiî, bütün bu vergi gelirlerinin toplanmasıyla alakalı çalışmalar yapılırken, devletin yükünün azaltılması noktasında da bir çalışma yapılması lazım. Bakınız, geçtiğimiz günlerde açıklanan enflasyon rakamı ile bu ayki enflasyon rakamının yüzde 1'in altında çıktığı ve memurlara, böylece, bir fiyat artışı farkı verilmeyeceği ifade edildi; ama, şimdi, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Bizim enflasyondan anladığımız şudur; cebimizden çıkan paradır; yani, evimizde, mutfağımızda, işyerimizde neler oluyor, neler bitiyor... Normal şartlarda, enflasyon düşerken faiz oranlarının da düşmesi beklenir; ancak, bizde, Hazinenin borçlanma faiz oranı yükselmektedir. Neden; çünkü, kamuoyu, orta dönemde enflasyonun yükseleceğine inanıyor; eğer, düşüşün devamına inanılmış olsaydı, faizlerin de düşmüş olacağını görecektik.

Çok önemli bir hususun bilinmesi lazım: Enflasyondaki düşüşe rağmen faizlerin yükselmesi, reel faiz oranlarının artmasına ve devletin borçlanma maliyetinin artmasına sebebiyet vermektedir. Yani, siz ne kadar vergi toplamaya çalışırsanız çalışın, eğer, bu dengeleri kuramıyorsanız, o zaman topladığınız vergiler yine buralara gidecektir. Sporcudan alacağınız verginin de, spor kulübünden alacağınız verginin de bir hükmü ve anlamı kalmamaktadır. Neden; bakınız, bir örnek vereyim size: Enflasyon yüzde 40 iken, faiz oranı yüzde 70 ise, reel faiz yüzde 21 civarındadır. Siz, enflasyonun yüzde 30'a düştüğünü kabul edin, enflasyon yüzde 30'a düştüğünde faiz oranı yine sabit; yani, yüzde 70 seviyesindeyse, bu sefer de, reel faiz yüzde 30 mertebesindedir. Yani, enflasyon 10 puan düşmüş olmasına rağmen, faiz sabit kaldığı için reel faizde 10 puanlık bir artış meydana gelmektedir.

Dolayısıyla, bu manada, faizler yüzde 50'lerden yüzde 75'lere yükseldiğinden, devletin bütün yükü artmakta ve bu manada, halkımızın cebinden büyük paralar çıkmaktadır. Düşünün ki, reel faizde 5 puan artış olması halinde içborçlarımızın miktarı 4 veya 5 katrilyon lira artmak durumundadır. Bu ölçüler içerisinde, gerçekten, bu ülkenin nerelere gideceği, nerelere varacağı bilinmemektedir.

Güven ortamının olmaması, tabiî ki, yine, ülkemizde sıkıntılar meydana getirmektedir. Neden; çünkü, bir insan, dünyanın en zengin adamları sıralamasındayken, bir gecede -haklı veya haksız olduğu da bilinmiyor; çünkü, bu noktada net bir açıklama yok- bir bakıyorsunuz, adam, ertesi gün 2 000 000 000 lira aylığa mahkûm olmuş bir fakir haline dönüşüyor. Yani, bu güven ortamının mutlaka sağlanması gerekmektedir.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Süre doldu...

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Karşı taraftan, arkadaşlarımız, herhalde, bizi ikaz ediyorlar "yeter konuştuğunuz" diye.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Kanunu bitireceğiz...

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Evet... Söylenecek çok şey var doğrusu...

Kanunun hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Saat 20.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 19.42


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.30

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin     119 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı: 882)(Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır.

Teklifin tümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına Sayın Zeki Çelik konuşmasını tamamlamıştı.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Tarık Cengiz; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA TARIK CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından değiştirilerek kabul edilen metin üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi sunmak için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinize teşekkür ediyorum.

Öncelikle, böyle bir kanunun çıkacak olmasından dolayı mutluluğumu belirtmek istiyorum; çünkü, gerçekten, hepinizin çok yakından izlediği gibi, Dünya Kupasında, özellikle Millî Futbol Takımımızın almış olduğu başarı her türlü takdire şayandır. Çünkü, belki, burada, bazı kesimler tarafından, bu vergi istisnası için, efendim, işte, futbolcular ya da sporcular -çünkü, oraya da geleceğim; daha sonra "sporcu" olarak değiştirildi bu metin- çok iyi paralar kazanıyorlar, bunun üzerinden bir de böyle bir kolaylık sağlanmaması lazım gibi eleştiriler gelebilir; ama, hepiniz izlediniz, yaklaşık üç haftadır, Türk Millî Futbol Takımının, ulusal takımımızın yapmış olduğu reklam, milyarlarca dolara bedel bir reklamdı. Onun için, gerçekten, bu kanunun, sportif başarı amacıyla, diğer takımlarımızın da önünü açacağına olan inancımı belirtmek istiyorum ben.

Bu kanunun eski halinde, hepinizin bildiği gibi, sporcuların almış oldukları paralar ücret sayılıyordu ve artan oranlı bir tarifeyle vergilendiriyordu; fakat, bu oran, tabiî, artan oranlarla, yüzde 40'a kadar varabiliyordu. Yeni metinde, bu oran, yüzde 15'le sabitlendi. Bu, hem spor kulüpleri açısından hem de sporcular açısından ciddî bir kolaylık getirdi.

"Profesyonel futbolcular" ya da "profesyonel sporcular" olarak verilen bu teklifin Plan ve Bütçe Komisyonumuz tarafından "sporcular" ibaresiyle değiştirilmesinden dolayı da çok büyük mutluluk duydum; bundan dolayı teşekkürlerimi belirtmek istiyorum; çünkü, bildiğiniz gibi, ülkemizde, sadece futbolda değil, amatör branşlarda da çok ciddî başarılar elde edilebiliyor; bunun örneğini, basketbol takımlarımız, voleybol takımlarımız zaman içerisinde göstermişlerdir.

Dolayısıyla, zamanlama olarak da çok iyi bir zamanda çıkarılan bu kanun dolayısıyla, buna destek veren tüm siyasî parti gruplarımıza teşekkür ediyorum ve çıkacak bu kanunumuzun, Türk sporuna ve Türk sporunun geleceğine çok ciddî katkılar yapacağı inancıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Cengiz.

ANAP Grubu adına, Sayın Işın Çelebi...

ASLAN POLAT (Erzurum) - İktidar partilerinin sözcüleri konuşuyorlar; muhalefet partilerinin sözcülerine yeter diyemezler; sabaha kadar buradayız.

BAŞKAN - İsterseniz, yarın da burada kalırız Sayın Polat, sorun değil; karnımız doydu!..

Buyurun Sayın Çelebi.

ANAP GRUBU ADINA IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Gelir Vergisi Kanununa bir geçici madde eklenmesi hakkındaki bu teklif, sporculara ücret olarak yapılan ödemelerde yüzde 15 ilâ yüzde 25 oranında Gelir Vergisi tevkifatı yapılmasını içermektedir ve bu oranın artırılması ya da indirilmesi, Bakanlar Kurulunun onayına bırakılmıştır.

Çıkacak bu yasayı, sportif başarıyı teşvik eden, şeffaflığı sağlayan, sporun ülke tanıtımındaki gücünü artıran ve ülkenin rekabet gücünü artıran önemli bir yasa olarak değerlendiriyorum. Özellikle son aylarda, hem kulüplerimizin hem Türk Millî Takımının ve hem de Futbol Federasyonunun başarısının yanı sıra, Eurosport'la bile rekabet eden TRT'nin yayınındaki başarısı, bizi bütün dünya nezdinde itibar sahibi kılarken, ülkenin de toplam başarısı çerçevesinde 67 000 000'un bir araya gelmesini sağlaması bakımından da önemli bir unsur olmuştur. Bu nedenle, bu yasa teklifini gönülden destekliyoruz ve toplam nüfusun yüzde 60 - 65'ini bulan genç nüfusun gücünü dünyaya göstermeliyiz. Bunun için yapılan tüm çalışmalar geleceğimiz için önemlidir. Bu ülkede, bizim profesyonel sporcuların toplam ücretlerinde, yüzde 15 ile 25 arasında bir Gelir Vergisi tevkifatının yeniden düzenlenmesinde kesinlikle bir vergi ziyanı söz konusu değildir. Tam tersi, burada milyarlarca dolarlık bir tanıtımın yapıldığını dikkate alırsanız, burada sağlanan destek, Türkiye'nin gelecek dönemdeki itibarı açısından önem taşımaktadır; çünkü, geçmişte rahmetli Özal döneminde, sahaların çimlendirilmesi, Futbol Federasyonunun özerkleştirilmesi, Üçüncü Lig gibi liglerin geliştirilmesi, TRT ve özel televizyonlarda yayın hakkının sağlanması ve TRT'nin bu yayınlarda çok başarılı olması, Türkiye'deki bu sporun, basketboldan tutun, futbola ve diğer alanlara kadar genişlemesine ve bu başarının tadını tadan ülke olarak da, bu başarıyı sanata, kültüre taşıma arzusu, ülkede çok önemli bir kıvanç kaynağı olmuştur.

Bu nedenle, 1998 ve 1999 yıllarına kadar süren uygulama kaldırılmış ve bugün, o kaldırılan uygulamanın bir nevi, 1999 yılı öncesine dönen bir uygulama getirilmeye çalışılmaktadır; yani, Türkiye'nin altyapısını oluşturan ve başarıyı temin eden vergi yapısındaki değişiklik 1999 yılında gerçekleştirilmiş ve bu olumsuz olmuş ve bugün yeniden 1999 öncesine dönüş aranmaktadır.

Ben, şu noktayı da çok önemle belirtmek istiyorum: Özellikle, UEFA'nın 2004 yılında hem şeffaf bilanço ve şeffaflaşmayı kural olarak getirmesi hem statlarda uluslararası düzeyde stat normlarını getirmesi ve 2012 yılına kadar Manchester United ve Real Madrid'in 1 milyar dolarlık bütçeleriyle rekabet edecek bir yapının oluşturulması açısından, kesinlikle tanıtım ve yayın hakkının, turizmi de dikkate alırsak -bu bir nevi turizm- milyar dolarlarca bir tanıtım sağladığı için, bu çok gerekli bir yasa haline gelmiştir. Bu anlamda sportif başarıyı sağlamak açısından spor fonunun veya benzer bir fonun kurulmasının, statların bakımı ve geliştirilmesi için de gerekli olduğunu bu vesileyle belirtmek istiyorum.

Millî Takımımızın şu başarısı ve TRT'nin başarılı yayını karşısında toplumun başarıya susamışlığını görünce ve bu başarının zincirleme etkisini de dikkate alınca, biz siyasetçilerin de bir zihniyet değişimine ihtiyacımız olduğunu ve Türkiye'nin yeniden 10 gelişmiş ülke arasında yer almasını hedefleyen görüşlerin önemli olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk ve bu anlamda, biz siyasetçilere de bunu hatırlatan, bu başarıları bizlerin de başarmasını, Türkiye'nin, Avrupa Birliği üyeliğini gerçekleştirerek temin etmesi olarak değerlendiriyorum.

Bu nedenle, TRT'yi, Futbol Federasyonunu, tüm Türk Halkını ve kulüplerimizi kutlarken, bu başarının Türkiye'nin her alanında ve sürekli olmasını temenni eder, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelebi.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu...(Alkışlar)

Buyurun Sayın Karapaşaoğlu.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu son günlerde bize birlikte sevinmeyi, birlikte üzülmeyi, birlikte davranmayı gösteren Millî Takımımızın değerli mensuplarına teşekkürlerimizi arz ederiz.

Gönül arzu ederdi ki, bu ekip çalışmasını iktidar gruplarında bulunan partiler de yapsalardı da, Türkiye'yi ekip ruhu içerisinde bir yerlere kadar götürmek mümkün olsaydı. İnşallah, bu gençlerimizin bize gösterdiği bu başarılardan sonra bu gerçekleşir diye temenni ediyoruz.

Aydın Milletvekilimiz Sayın Yüksel Yalova'nın vermiş olduğu 882 sıra sayılı yasa teklifi, özetle, profesyonel sporcularımızın tek tip ve basit bir şekilde vergilendirilmesini amaçlıyor.

Bu konuda yapılan araştırmalarda, çeşitli ülkelerde, yaklaşık 12 gelişmiş ülkede, futbollarının da sporlarının da ileri seviyede olduğunu gördüğümüz ülkelerde, vergi oranlarıyla, sosyal sigorta primleriyle ilgili yaptığımız araştırmada çok çeşitli değerler karşımıza çıktı; ancak, bizim Plan ve Bütçe Komisyonu olarak ve ondan önce de kurulmuş olan alt komisyon olarak, bu konuyu daha basit bir şekle indirgemek suretiyle bir vergi oranı tespit edilmiştir. Bu vergi oranı, öyle zannediyorum ki, bir taraftan kulüplerimizi bir taraftan da sporcularımızı memnun edecektir.

Bu düzenleme geçici bir düzenlemedir. 2007 yılına kadar sürecek olan bu geçici düzenleme, daha sonra, Avrupa Birliği ile yapılacak görüşmelerde sporla ilgili düzenlemeler çerçevesinde yeniden gözden geçirilecek. Dolayısıyla, bu yasa teklifinin ülkemize, sporumuza hayırlara vesile olmasını diliyorum; ancak, bu arada bir konuyu daha dile getirmek istiyorum.

Sporumuzun daha da  önem kazanabilmesi, daha da verimli olabilmesinin en önemli enstrümanlarından bir tanesi de amatör sporların, amatör sporcunun desteklenmesi konusudur. Bu konuda, Parlamentomuzda, çok acele olarak, iyi düzenlenmiş, altyapısı iyi hazırlanmış, amatör spora dönük bir yasanın gündeme getirilmesi gerekiyor. Amatör sporcularımızın hiçbir güvencesi yoktur, hiçbir teşviki yoktur, tamamen kendi güçleriyle, kendi imkânlarıyla bu konuyu sürdürmektedirler. Özellikle de ata sporlarımızın, yerel sporlarımızın canlandırılabilmesi için bu konuya önem vermemiz gerekiyor.

Bir zamanlar tarihimizde kahramanlıklar savaşlarla elde ediliyordu; ama, şimdi artık kahramanlıklar, uluslararası rekabetlerle, yarışlarla elde edilebiliyor. Dolayısıyla, sporumuza vereceğimiz önem, gençliğimize, insanımıza verilen önem oranında olduğu için, özellikle amatör sporumuzun desteklenmesi konusunda bu Parlamentonun üzerine düşen görevi yapacağına inanıyor, bu vesileyle de saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Karapaşaoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Gül.

Buyurun Sayın Gül. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifiyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Bilindiği gibi, artık, spor, bir endüstri olmuştur; zaten, kanun teklifinin gerekçesinde de bu husus çok açıkça belirtilmiştir. Bunun bir endüstri olduğunu ve toplumların gerek propagandasında gerek tanıtımında, hatta, gerek ekonomik gelişmesinde prestij kazanması açısından, itibar kazanması açısından ne kadar önemli olduğunu, Millî Takımımızın son yarı final karşılaşmasına gelinceye kadar geçirdiği evrelerden ve süreçten de anlamış durumdayız. Artık, sadece mevcut sporcuların değil, futbolcuların değil -bütün sporcular adına konuşuyorum- eski sporcuların bile çok büyük bir itibar grafiğine sahip olduğunu görerek, sporun önemini bir kere daha anlamış bulunuyoruz.

Pele, dünyanın neresine giderse gitsin, hâlâ -otuz yıl önce ayrılmış olmasına rağmen- en büyük derecede itibar görmektedir; Platini aynı şekilde görmektedir. Maradona, hakkında onca spekülasyona rağmen, başından geçen onca badireye rağmen, hâlâ dünyada çok itibarlıdır. Backenbauer, bugün, Almanya'da en üst noktada itibar grafiğine sahiptir ve futbol federasyonu ona emanet edilmiştir.

Diğer taraftan, Küba'ya gittiğimizde gördük; efsanevî sporcu Teofilo Stevenson, asla profesyonelliği kabul etmeyerek, Küba'yı sürekli temsil etmiştir ve Küba, onunla, sürekli gündemde kalmasını bilmiştir. Yani, sadece futbolla ilgili değil; Amerika'nın basketbol yıldızlarının da veyahut hâlâ, bugün, hastalıklı durumuna rağmen, Muhammed Ali Clay'ın bile son derece itibarlı olduğuna bakarsak, sporun, kendine ait bir süreci ihtiva ettiğini ve bu süreç sonucunda da, mensup olduğu millete, devlete ancak itibar ve prestij getirdiğini görürüz.

Şimdi, burada bizim yapacağımız bu kanunla, kulüplerimiz, tabiî ki, birtakım avantajlar elde edecektir, sporcularımız elde edecektir; ama, bu ara, maliyemiz de, asla alamadığı ve alamayacağı paraları almış olacaktır. Yani, yüzde 45'leri hiçbir kulübümüz ödeyemez. Onun için de, 2 000 000 dolarlık, 3 000 000 dolarlık sporcu bedelleri, hilei şer yapılarak ve mecburiyetten dolayı, 100 000 dolar, 200 000 dolar gösterilmektedir; dolayısıyla, ancak bunun yüzde 45'ini maliyemiz tahsil edebilmektedir.

Oysa, biz, bu kanunla, bir kere, hem şeffaflığı getirmekteyiz hem de kayıt altına almaktayız; yani, sürekli kayıtdışı ekonomiden bahsedenler bunu biraz görebilmeliler. Yani, Atatürk de "ben, sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim" diyordu; ama, biz, alamadığımız bazı tedbirlerle, burada ahlakî erozyonu da davet ediyoruz; şimdiye kadar bu yapıldı.

Sporun dünyada bu kadar önemini gördükten sonra, ekonomiye, turizme, ülke prestijine, ülke tanıtımına katkısını gördükten sonra, milyarlarca dolara yapamayacağımız tanıtımı çok kısa zamanda yaptığımızı elle tutulur bir şekilde idrak ettikten, gördükten sonra, spora teşvikin ne kadar önemli olduğunu biraz daha görmemiz gerekiyor.

Bir Naim Süleymanoğlu'yla başlayan uygulamanın -ona verdiğimiz 1 000 000 doları bir zamanlar diline dolayanlar vardı- bugün bize nasıl yansıdığını görürsek, ödül yönetmeliğini değiştirerek, sporcularımızı destekleyerek, bugün güreşte, halterde ve pek çok branşta üst seviyede başarılar kazandığımızı görürsek ve bunun ülke tanıtımına ne kadar faydası olduğunu görürsek, bugün de alacağımız bu tedbirin, sadece sıkıntılar içindeki kulüplerimizi rahatlatmak açısından değil, orada ayyıldızlı bayrağımızı göklere yükselten sporcularımızı, güreşte, boksta ve her spor dalında bizi temsil eden o genç insanlarımızı teşvik etmekten bir kaybımız olmaz. Yani, hiç alamayacağımız trilyonları, bu suretle hem almış duruma geleceğiz hem kulüplerimizi rahatlatacağız hem de o sporcularımızın, Türk Milletini, daha gönül rahatlığıyla, daha ileriye gidecek bir şekilde dünyada prestijli hale getirmesini, tanıtmasını sağlamaya çalışacağız.

Arkadaşlar, yeni dalga gelmektedir; bu yeni dalga, yeni tanıtımları beraberinde getirmektedir ve Türk Millî Takımı, bugün, sadece yarı finale kalmakla, dünyadaki bütün Türkleri ayağa kaldırmıştır. Türk olmayanlar, Türkiyeci ya da Türkiyeci olmayanlar şeklinde bölünmüştür. Güney Kore'nin, Japonya'nın bizi desteklediğini gördük ve dünyanın her tarafında, dün, bizim, Brezilya'yı ya da Güney Amerika'yı, futbolunu sevmemizden dolayı tuttuğumuz şekilde, artık Türkiye'yi tutanlar vardır, Türkiye için üzülenler vardır, hatta, Türklerin dışında, Türkiye için ağlayanlar vardır. En önemlisi, Türkiye'de, Edirne'den Diyarbakır'a kadar, Siirt'ten Kars'a, Muğla'ya kadar Türk Milletinin bütünleştiğini, bu başarılarla millî kimliğini bulduğunu, kendi bayrağına sahip çıktığını, ülkesine sahip çıktığını ve ülkesinin tanıtımını gönüllü bir sempatiyle yaptığını görmekteyiz. Ekonomik bağımlılık ve ekonomik güç önemlidir; ama, biraz da dayatmayla gelir; ama, spordaki güç, sempatiyle gelir, gönüllü gelir ve ülkeler, sadece kendi milletine değil, o millete sempati sonucu, ekonomik güçlenmenin, yükselen prestije tabi olmanın, yükselen itibar grafiğine tabi olmanın da yolu açılabilir; bundan dolayı Sayın Yalova'ya bir kere daha teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu destekliyoruz; ama, burada şunu da ilave etmemiz gerekiyor: Sadece spor diye genelledik, daha önce çıkardığımız Sponsorluk Yasası eksiktir; salon sporlarını ve amatör sporları desteklemekte eksikleri vardır. Bizim, bunu da tamamlamamız ve gerçek anlamıyla onları da teşvik ederek, sadece futbol veya başka branşlarda değil, bütün branşlarda, ülkemizi temsil eder, ülkemize artılar getirir, onu tanıtır ve dünyada itibarını yükseltir hale getirmemiz gerekmektedir.

Teşekkür ediyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gül.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın  Başkan, 1 dakika rica edebilir miyim.

BAŞKAN - Buyurun.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, eğer yanlış takip etmediysem, Sayın Gül, maksadını aşan -ki, onu hiç kastetmediğini ben biliyorum- bir beyanda bulundu; Muhammed Ali Clay'den söz ederken "Muhammed Ali Clay bile itibar görüyor" tabirini kullandı. Herhalde kastı şuydu; hasta olmasına, rahatsız olmasına rağmen itibar görüyor...

MEHMET GÜL (İstanbul) - Evet, evet.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Bu haline rağmen...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ha, bu haliyle bile; onu kastediyordu. Tutanaklarda böyle bir düzeltme olsun diye ifade ettim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Oğuz Tezmen; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Millî Futbol Takımımızın Dünya Kupasında gösterdiği başarılar hepimizi gururlandırdı ve bu tür başarılara susamış olan milletimiz için, gerçekten çok önemli bir görev ifa ettiler; hepsine müteşekkiriz. Tabiî, böyle bir atmosfer içinde gönül arzu ediyor ki, bu ve benzeri başarıları Türkiye'ye taşıyacak sporcularımıza her türlü imkânı sağlayalım, her türlü desteği verelim. Zaten, 70 000 000'un, hatta sadece 70 000 000'un değil, içeride ve dışarıda, tüm dünyada yaşayan Türklerin hepsinin desteğini almaları, onlar için de gerçekten mutluluk vesilesi olmuştur, büyük bir manevî tatmin sağlamıştır.

Şimdi, teşvik etmek doğrudur, sporun teşvik edilmesi gereklidir; ancak, teşvik sisteminin nasıl yapılacağı konusunda dikkatli olmak durumundayız. Duygusal çalkantıların, duygusal ortamın çok yüksek dozda olduğu zamanlarda yapılacak düzenlemelerde yanlış yapma ihtimali çok fazladır.

Şimdi, bu kanun teklifi, öncelikle, sporcuların elde ettikleri gelirlerin ücret değil de serbest meslek faaliyetinden sayılması, bunların serbest meslek erbabı kabul edilerek, bunların gelirlerinin serbest meslek faaliyeti çerçevesinde vergilendirilmesine yönelikti; ama, bunların elde ettiği bu gelirlerin yarısının götürü gider olarak düşürülmesi önerilmişti; ayrıca, bazı gerçek giderler de Vergi Kanununun hükmü gereğince düşülebilecekti.

Sporcuların kulüplerine sözleşmeyle bağlı oldukları ve sözleşmeleri gereğince bu yükümlülükten kaçamayacakları, işin mahiyeti itibariyle serbest meslek faaliyeti olmadığı, bu nedenle bunun ücret sayılması gerektiğini ifade ettik ve Plan ve Bütçe komisyonunda bir alt komisyon oluşturuldu ve bu komisyon çalışması sırasında dedik ki; bu sporcuları diğer ülkeler nasıl vergilendiriyor? Biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliğine aday olmaya karar vermişiz, başvuruda bulunmuşuz, tüm yasalarımızı, bu çerçevede, bu doğrultuda uyumlaştırıyoruz.  İşte, Özel Tüketim Vergisini Türkiye Büyük Millet Meclisi görüştü. Bu Özel Tüketim Vergisini niye çıkardık; Avrupa Birliğinde var, biz de onunla uyumlu olmak durumundayız diye çıkardık. Bakalım ne oluyor diye Maliye Bakanlığına sorduk. Maliye Bakanlığı araştırdı, bir hafta sonra bize bilgi getirdi. Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, İskoçya, İspanya, İsviçre ve İngiltere'de -ki, bunlar Avrupa Birliği üyesi ve bir de büyük ülkeler- bunların hiçbirisinde sporculara yönelik özel bir vergileme rejimi yok; yani, ücret geliri elde eden vatandaş, herhangi bir kişi nasıl vergilendiriliyorsa, bu ülkelerdeki futbolcular da öyle vergilendiriliyor. Peki, kaç oranında bunlar vergi ödüyorlar; birkaç örnek vereyim: Avusturya'da gelirlerinin yüzde 50'sine kadar vergi ödüyorlar, Belçika'da yüzde 59,4'üne kadar ödüyorlar, Danimarka'da yüzde 64'e kadar vergi ödüyorlar, Fransa'da yüzde 60,75'ine kadar ödüyorlar, Almanya'da -Beckenbauer örneği verildi- gelirlerinin yüzde 48,5'ine kadar vergi ödüyorlar; İtalya yüzde 45,1'ini, Japonya yüzde 50'sini, Hollanda yüzde 52'sini, İskoçya yüzde 40'ını, İspanya yüzde 48'ini, İngiltere de yüzde 40'ını, gelirlerinden vergi olarak alıyor.

Şimdi, bu ülkelerde aslında çok da ciddî vergi istisnaları vardır; yani, gelirin hepsine el koymaz devlet oralarda; asgarî ücret tutarındaki, hatta onun çok üzerindeki indirimler vardır, ondan sonra kalan gelir üzerinden bu vergilemeye tabi tutulur.

Peki, biz Türkiye'ye dönüp bakıyoruz, bizim ülkemizde devletin, bütün kurumlarıyla oturup, Devlet İstatistik Enstitüsünün, diğer kurumların her türlü araştırmayı yaparak oluşturdukları asgarî ücret ne kadar vergiye tabi; hatta, Türkiye'de yaşamak için zorunlu dediğiniz; yani, artık devletin kendisinin kabul ettiği, biraz da baskı altında tuttuğu asgarî ücrette yüzde 17'ye yakın vergi yükü vardır; şimdi, böyle bir ülkedeyiz. İşte, kulüpler vergisini ödeyemiyor; onun için, uzlaşma yoluna gidiyoruz, yüklerini hafifletelim diyoruz. Peki, bu kulüplerin vergi ödememeleri nedeniyle uğradıkları yaptırım nedir diye bakıyoruz; hâlâ uzlaşma komisyonunda bekliyor; ama, Bağ-Kur primini ödemeyen berberi, kundura tamircisini, mal bildiriminde bulunmadığı için hapishanelere atıyoruz. Türkiye'nin tablosu da bu, bunu bilelim; yani, yaptığımız düzenleme... Yine yapalım, yapmamız gerekiyorsa; ama, olayı bütün çıplaklığıyla görüp, Türkiye Büyük Millet Meclisi öyle karar versin, ne yaptığımızı bilerek karar verelim. Zaten, geçici bir düzenleme olarak öngördük; ama, böyle bir ortam içinde bu işler yapılıyor.

Şimdi, deniliyor ki, UEFA artık yeni düzenleme getiriyor, spor kulüpleri malî güçlerine göre değerlendirilecekler, malî gücü zayıf olanlar Avrupa liglerinde görev alamayacaklar; doğrudur. O zaman, şuna bakmak lazım: Spor kulüpleri transferler yaparken, cebindeki paraya göre transfer yapacaktır ya da büyük iddialarla kulüplerin başına gelen kulüp başkanları ve yöneticileri, güçleri varsa, kendileri finanse edebileceklerse, kulüplere ciddî teburruda bulunurlar, kulüpler giderler, yüksek transferler yaparlar. Gazeteleri açıyorsunuz, her gün, büyük kulüplerimizin başkanları, işte şunu getiriyoruz, bunu getiriyoruz, işte şuralara çıkaracağız, Arjantin'den şunu getiriyoruz, Brezilya'dan bunu getiriyoruz, anlaşmalar yapıldı... Heyetlerle gidiyorlar, bir hafta on gün yurt dışında görüşmeler yapıyorlar; hepsi büyük bir popülarite kazanıyorlar; kamu kurumlarına geldikleri zaman, bu popülariteleri dolayısıyla, kendilerine her türlü kapılar açılıyor, siyasîlerle iyi diyalog içine giriyorlar. Şimdi, bunun da bir bedeli olacak; yani, sen popülarite kazanıyorsan, karşılığında da, bu spor kulübünün yükümlülüğüne katılacaksın. Yok, ben katılmayayım, devlet katılsın... Bunu kabul etmek de mümkün değil. Devlet dediğiniz kimdir; asgarî ücretten vergi alan devlet, 15 000 000 dolarlık transfer ücreti dolayısıyla vergiyi minimumda tutacak! (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu çerçeve içinde, her şeyi bırakıp, ekonomik kriz nedeniyle milyonlarca insan işsiz kalmışken, profesyonel bir sporcu... Bu, aslında, Anadolu'da çabalayan insana da bir katkı sağlamayacak, zaten onlar asgarî ücretin de altında gelir elde ediyorlar. Bunlar, büyük kulüplerimizin yurt dışından getirdikleri büyük isimler -çoğu da yabancı- zaten net üzerinden anlaşıyorlar. Bu çerçeve içinde, biz bunların milyonlarca dolarlık transfer ücretinden ciddî vergi almayacağız. Bunlar, işte, her geçen gün mankenlerle, lüks arabalarla eğlenmeye, gezmeye devam edecekler; ama, biz vergi yükünü kimin üzerine bindireceğiz; gariban insanların üzerine bindireceğiz. Adamın, ısınmak için kullandığı tüpgaza zam yapacağız, Akaryakıt Tüketim Vergisi alacağız, bilmem, çiftçinin kullandığı mazota ekvergiler getireceğiz, buzdolabını lüks sayıp, yüzde 40'lara, 50'lere yakın vergiler alacağız.

Şimdi biz diyoruz ki: Sporu teşvik ediyoruz... Aslında, sporu teşvik edelim, elbirliğiyle edelim; ama, kimi teşvik edeceğiz, hangi şartlarla teşvik edeceğiz, hangi koşullarda teşvik edeceğiz; bunu belirleyelim. Biz vergimizi doğru dürüst alalım, bütçeden bir fon oluşturalım, mesela spor fonu diyelim, kaynak oluşturalım, oraya bir imkân koyalım, oradan gerçekten teşviki hak edenlere de imkân sağlayalım. Yarın, her türlü müptezellik içinde şike yapan adamlar da bu istisnadan yararlanacaktır. Bunu yüzde 15'te tuttuğunuz anda, şike yapan futbolcu da yüzde 15 vergi ödemeye devam edecek. Yani, böyle selektif olmayan bir teşvik sistemi, aslında faydadan çok zarar getirir. Sistemi teşvik edeceksek, onlardan topladığımız vergileri bir fona koyalım; ama, onun içinden gerçekten hak edene teşvik verelim, hak etmeyeni de teşvik etmeyelim. Dolayısıyla, bu Meclisin kapanacağı gün, böyle apar topar bunu getirip görüşmemiz, bence, yanlış olmuştur. Belki, sözler verilmiş olabilir, bu konuda bir ihtiyaç da olabilir; ona da katılıyorum; çünkü, genellikle şu deniyor: Futbolcuların ya da bu profesyonel sporcuların gelir elde edebileceği dönem sınırlıdır. İşte, nedir, bir adam yirmi yaşında başlasa, otuzbeş yaşında biter, onbeş sene yararlanır; burada elde ettiği gelirler, sanki, her yıl elde ediliyor gibi gözükse de bu, zamana yayılmıştır. Bunun bir haklılık payı vardır;  ama, bu haklılık payı çok da anlamlı olamayabiliyor; çünkü, benzer durumda olan birçok meslek dalı da var, o zaman, o meslek dallarında da benzer uygulamaları gündeme getirmemiz gerekirdi. Bunları yapmadık.

Şimdi, diyoruz ki, yüzde 15'le, bunlar Gelir Vergisinden müstesnadır, yüzde 15'lik bir tevkifata tabidirler, Bakanlar Kurulu da bu stopajı yüzde 25'e kadar artırsın. Bu tasarı illâ çıkacaksa, hiç olmazsa, Bakanlar Kurulu, ülkenin içerisinde bulunduğu koşulları dikkate alarak, yüzde 15 oranı yerine, daha üst, belki yüzde 25 oranını, bu ücretlerde stopaj olarak uygulasın.

Zaten, 2007 sonuna kadar bunun bir geçici düzenleme olması Plan ve Bütçe Komisyonunda öngörüldü. Bunun nedeni de belki 2007'ye kadar bu işler yeniden gözden geçirilir.

Aslında, bu düzenlemelerde, transfer ücretlerinde daha önce, 1980'li yıllarda yüzde 15'lik bir oran vardı; ama bu yüzde 15'lik oran, daha sonra, 1998 yılında yapılan vergi reformu sırasında kaldırıldı. Yüzde 15 oran yerine normal tarifeye tabi tutulması söz konusu oldu. Düşünün ki, ülkede, sadece profesyonel sporcuları teşvik etmek değil, başka alanlarda, bilim alanında da, güzel sanatlar alanında da, hukuk alanında da, ciddî katkılar sağlamış, Nobel ödülü alma noktasına gelmiş bir kişiye, bu imkânı niçin sağlamayalım? Yapacaksak, derli toplu genel bir teşvik sistemi getirelim; bu teşvik sistemi içerisinde, gerçekten hak eden sporcularımızı da teşvik edelim, diğer bilim adamlarımızı da, sanatçılarımızı da, ülkeyi taçlandıran herkesi teşvik edelim. Bu, geçici bir düzen gibi geliyor.

Yine, deniliyor ki, eskiden, kulüplerden yüksek oranlarda bunu alamıyorduk, artık bu oranlar düşürülünce, şimdi alacağız. Yüzde 25'i ödemeyen adam, yüzde 15 olunca niye ödesin? Nasıl olsa bunlar yine ertelenecek, ileride yeniden teklifler gelecek, bu, tekrar indirilecek.

Dolayısıyla, bu düzenlemenin çok anlamlı olmadığını ifade ediyorum. Madem globalleşen, küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz, madem Avrupa Birliği hedefine kendimizi kilitlemişiz, onunla ilgili uyum yasalarını birbiri arkasına çıkarıyoruz ve çıkarmaya da devam edeceğiz. Avrupa Birliğine üye olmak için idamı kaldıralım diyorsunuz, eğitim sistemimizi değiştirelim diyorsunuz. Değiştirelim ama, burada da, Avrupa Birliği normlarından sapmayı görüşüyoruz. O zaman, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye sorarlar bize.

O bakımdan, benim önerim, bunun aceleye getirilmemesi. Zaten sözleşmeler net bazda yapılıyor. Bunu, daha geniş kapsamlı bir teşvik modeli içerisine oturtarak, yine teşvik edelim sporcularımızı, yine büyük kulüplerimize imkân sağlayalım; ama, derli toplu olsun, işlerliği olsun, sağlıklı bir düzenleme olsun. Dediğim gibi, şike yapan sporcuyla, altın golü atan sporcuyu da aynı potada tutmayalım diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum; sağ olun, var olun; teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de doruğa çıkmak zordur. Doruğa çıktığınız zaman, o güne kadar fark edilmeyen varlığınız eleştirilmeye başlar ve doruğa çıktığı için en fazla eleştirilen ve bu eleştiriden de yakınan biz milletvekilleriyiz. Şöyle bir düşünün; milletvekili seçilmeden önce yaptığınız aynı işleri yapamazsınız. Örneğin, siz, güney sahilindeki bir ilimizin milletvekiliyseniz, normal zamanlarda tatil yaparsınız; ama, şimdi, artık siz, seçim bölgenize gittiğiniz zaman tatil yapamazsınız.

Başka kim var, doruğa çıktığı zaman eleştiririz; onlar bizi eleştirir, biz onları eleştiririz; gazetecilerle, basınla birbirimize düşeriz, birbirimizi eleştiririz.

Son zamanlarda, özellikle son altı yedi yıl içinde eleştirilenlerden bir tanesi de sporculardır. Türkiye'de sporcular eleştirilmiştir, eleştirilerek çözümler aranmıştır; ama, bir sonuca varılamamıştır.

Şimdi, size, vergiyle ilgili bir tarihçeden bahsetmek istiyorum: Türkiye'nin profesyonel futbola geçtiği 1960 yılından 1980'lerin başına kadar, özellikle futbolcuların, sporcu derken aklımıza gelen ve o zaman yalnız İstanbul'da oynayan futbolcuların vergilendirilmesi sorun olmuştur; acaba nasıl vergilendireceğiz... Kulüp sahipleri, verdikleri transfer paralarını hep açıktan vermişlerdir, kayda girmemiştir ve o tarihlerde bu ödemelerin kayıtdışı yapıldığı söylenmiştir. Daha sonra, 1980'li yıllardan sonra çözüm bulunmuş, sporcuların yüzde 15 oranında vergilendirilmesi gündeme gelmiştir. Yine, bu yüzde 15'in en hararetli, en çok eleştirildiği dönem 1994 yılında krize girildiği dönem olmuştur değerli arkadaşlar. Bu ülkede, net aktif vergisinin, malî denge vergisinin, yani, ilk defa salma türü verginin getirildiği dönemde benzer şekilde yapılmış ücretli vergilendirme sistemi getirilmiştir; ama, o tarihte, Türkiye'nin sıkıntı yaşadığı bu vergilendirme dönemine rağmen, aynı dönemin hükümeti, aradan birkaç ay geçmeden derhal sistemi değiştirmiş, yüzde 15'e dönüştürmüştür ve yaptığı doğrudur; yani, o dönemde yapılanlar doğrudur. Niye; çünkü, kulüpler bir vergi sistemi içine sokulmuş, yüzde 15 stopajla vergilendirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, 1998 yılında Vergi Kanunuyla ilgili reform yapılırken üç konu önergeyle apar topar geçirilmiştir. Bir tanesi, şu anda, örneğin, biraz evvel konuşan değerli hatip Sayın Oğuz Tezmen'in, haklı olarak, geçtiğimiz gün Plan ve Bütçe Komisyonuna getirdiği ve kabul edilmeyen, ama, muhakkak kabul edilmesi gereken "kasıt" kelimesinin bilerek, bilmeyerek olgusudur.

1998 yılı vergi reformunda getirilen ikinci şey, telif haklarının vergi beyanına tabi tutulmasıdır; yani, ressamı, mimarı, heykeltıraşı, yazarı vergiye tabi tutması. Üçüncüsü de, aman efendim, bu sporcular çok para kazanıyor, şu kadar milyon dolar kazanıyor diye müterakki dediğimiz, artan oranlı vergi sistemine geçilmiştir. Ne demektir o; futbolcular, özellikle gazete manşetlerinde yer alan yıldızlar dikkate alınarak, ama, bütün sporcular, artan oranlı vergi sistemine girmişlerdir. Artan oranlı vergi sistemine girince, değerli arkadaşlar, sporcunun yaptığı anlaşmanın vergi oranını, düne kadar, o güne kadar yüzde 15'ten ödeyen kulüpler, birdenbire, ödemeyi yaparken yüksek oranda ödeme noktasına gelmişlerdir. Peki, ödemişler midir; hayır. Ne oldu; bütün spor kulüplerimiz, şu anda Maliye idaresiyle ihtilaf halinde, uzlaşma yollarını aramaktadır; yani, bir çözümü getirmişiz. Peki, neden bu olmuyor?

Ben, bir sporcu soracağım size bugünlerde, İlhan Mansız. Bu ismi, biz, ne zamandan beri duyuyoruz; geçen seneden beri; yani, bu sezondan beri. İlhan Mansız diye biri çıktı; genç diye seviniyoruz; yaşı kaç biliyor musunuz; 26 yaşını geçmiş, 27 yaşında. Şimdi, bu sporcu 27 yaşına kadar çalışırken, spor yaparken, yetiştirilirken, bununla ilgili yıpranmada, katkıda, altyapıda ne sunmuşuz? Hatırlatmak istiyorum; şu anda, bütün futbol okullarına, çocuklar, belli bir oyun noktasını yakalayana kadar önce kendileri para ödeyerek spora devam ediyorlar; ondan sonra, lisans sahibi olduktan sonra, uzun bir süre, tanıtım amacıyla Anadolu'nun muhtelif yerlerinde, bazen para almadan, bazen karın tokluğuna oynuyorlar.

Şimdi, düşünün, ben, yeminli malî müşavirim. Benim yeminli malî müşavirliğim öldüğüm güne kadar devam eder; bu mesleği yapabilirim. Sayın Hatiboğlu, hukukçu; hukukla ilgili aldığı altyapıyı -Allah uzun ömürler versin- vefat edeceği güne kadar kullanma imkânına sahip. Peki, bu sporcular nasıl kullanacak bunu? Sergen sakatlandı; sekiz aydır oynamıyor. Sekiz ay boyunca oynamayan Sergen, oynamadığı için para alamıyor.

Değerli arkadaşlar, bu teklif dolayısıyla, biz, bazı kulüplerin ödedikleri transfer paralarına baktık. Böyle gazetelerin yazdığı gibi milyon dolarlar ödenmiyor; milyon dolarlar kulüplerarası ödeniyor ve onlar, zaten bu vergilendirmenin konusu değildir; yani, Fenerbahçe Galatasaray'a ödüyor, Galatasaray Beşiktaş'a ödüyor. Peki, futbolcular ne alıyor? Bir örnek veriyorum -biraz önce İlhan Mansız'dan açtık- İlhan Mansız, Beşiktaş'a 400 000 dolarla anlaşarak gelmiş. Bu parayı ne kadar sürede alacak; iki yıllık çalışma süresi karşılığında.  Peki, bu 400 000 doların  tümünü mü alacak; hayır,  200 000 doları sabit ücret olarak iki yıla karşılık alınacak; kalan 200 000 doları, beher oynadığı maç için 10 000 dolar; yani, İlhan Mansız üst üste iki kere sarı kart alsa, bir kırmızı kart alsa, bir sonraki maçta oynamayacağı için 10 000 dolarından olacak ya da ceza alsa oynamayacak ve para alamayacak.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu açıklamayı niye yapıyorum? Ben, bu kilomla spor yapacak değilim, bundan da yararlanacak değilim, futbol da oynayacak değilim; ama, 1980'li yıllarda -size arz etmek istiyorum- iki dönem Futbol Federasyonu üyeliği yaptım. Arnavutluk'la ya da Romanya'yla maçımız var; Coşkun Özarı'nın son maçı; maç İzmir'de oynanıyor. Bir dosya geldi Futbol Federasyonuna; Mustafa Denizli, Derwall'le beraber sahaya çıkmış diye ilelebet veto edilme cezası; hazırlanmış, imzalanmış, karara kalacak. Ben, bütün kararları okuyarak verdiğim için, okudum; bir dakika beyler, bu cezayı veremeyiz, tartışmalıyız dedim. O dönemlerde, şimdi adı çok geçen Ayhan Bermekler, Erdenay Oflazlar, beraberiz, aynı heyetteyiz. "Niye yahu?! Maç var yukarıda!.." Maçı izlemek bizim görevimiz değil; biz Futbol Federasyonu üyesiyiz. Biz, Mustafa Denizli'yi, ruhsatı olmadan Derwall'le beraber sahaya çıkmış diye alıkoyamayız; bu ülkeye antrenör yetiştiremeyiz dedik.

Değerli arkadaşlar, ısrar edince dediler ki: "Peki, ne düşünüyorsun?" Düşüncemi söyleyeyim dedim; eğer Birinci Lige gelmişse, millî olmuşsa bazı sporcularımızı belirli bir kariyerden başlatıp antrenörlüğe futbolcuyken sokmalıyız dedim. Bakın, o gün, herkesin aleyhinde olduğu Mustafa Denizli'nin, ardından Fatih Terim'in, bugün Şenol Güneş'in önü açıldı.

Değerli arkadaşlar, düne kadar, bu ülkede, herkes, Şenol Güneş'i "karizman yok, sen şusun, busun" diye eleştirdi, tıpkı bizleri eleştirdikleri gibi. İktidar-muhalefet, birbirimizden farkımız yok. Kendi partinizde yerinizde seçilmek istenen... Diğer partili zaten sizi eleştiriyor; yalnız iktidar olmak şartı yok. Yaptıklarınız hiçbir zaman gözükmez; hep, sen şu imkâna sahipsin, sen şusun...

Değerli arkadaşlar, şimdi, burada bir karar vereceğiz. Ben, kararın, başkalarının egzejere ettiği gibi... Kanun tasarısı veriyorlar... Devletin kesesinden kimse de para dağıtmasın bu insanlara; paran varsa, çıkarır verirsin; yani, sen kanun teklifi veriyorsun, sporcuları ödüllendirelim. Bu, hakarettir, Parlamentoya hakarettir, devlete hakarettir, o insanlara hakarettir. Devletin sırtından kimse geçinmesin. Onunla ilgili geçmiş bir kanunumuz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Türker, toparlar mısınız efendim...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Kusura bakmayın, kesmem lazım; ama, coştum; özür dilerim. Çünkü, neden coştum; burada konuştuğumuz sporcular, ne İlhan Mansız'dı ne Hakan Şükür'dü değerli arkadaşlar; Hatay'daki sporcuların bakalım durumuna, Ağrı'dakine bakalım, Erzurum'dakine bakalım, Çorum'dakine bakalım...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Türker, Tokat'takine de bakın...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Bunlar böyle milyarlar alan değil. Şu anda, üçüncü ligde oynayan bütün sporcular profesyoneldir, ikinci lige yükselen sporcular profesyoneldir, ikinci ligde oynayanlar profesyoneldir.

Değerli arkadaşlar, burada verdiğimiz kararla kimseye ulufe dağıtmıyoruz. Bir soru sormak istiyorum -kendi kendimize soralım- bugün, Türkiye'de çalışan herkes emekli olduğu zaman kıdem tazminatı alıyor mu? Peki, bu sporcular alıyor mu kıdem tazminatı?.. Bunların ömrü onuncu yılda bitiyor.

Değerli arkadaşlar, biraz evvel Sayın Işın Çelebi'nin bahsettiği UEFA ile ilgili hususu da tekrarlamak istemiyorum. Bu gerçekleri dikkate alarak, yaptığımız şeyleri bazen genele uyarak yapmamız gerektiğini düşünüyor, sabrınız için teşekkür ediyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Şahsı adına, Sayın Aslan Polat, buyurun.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, bugün, bu getirilen kanun teklifi -biraz önce Masum Türker de izah etti, Oğuz Tezmen Bey de izah ettiler- kulüplerin sporculara verdikleri ücretler üzerinden yüzde 15 oranında Gelir Vergisi tevkifatı yapılmasına; eğer, Bakanlar Kurulu isterse, bu yüzde 15'i yüzde 25'e kadar artırabilmesine ilişkindir.

Şimdi, ben, bu futbolcular az mı para alıyor, çok mu para alıyor; bunun üzerine gitmek istemiyorum. Zaten Türkiye'de, en son mayıs ayındaki neticelere göre, Maliye Bakanlığının verilerine göre, bizim tahsilatın tahakkuka oranı gelirden alınan vergilerde yüzde 60,4; yani, biz, Türkiye'de hâlâ Gelir Vergisinde, gelirler üzerinden yüzde 60,4'ünü alabiliyor, yüzde 40'ını vergi olarak alamıyoruz. Beyan edilen vergilerdeki oran durumumuz bu. İsterseniz buna hükümetin deyin ki ekonomisinin çok zorluğundan dolayı vatandaş ödeyemiyor, isterseniz de deyin ki Türkiye'nin şartları bu, ondan dolayı ödeyemiyor; yani, vatandaş tahakkuk eden vergiden bile, belirttiği vergiden bile Maliye Bakanı ancak yüzde 60'ını tahsil edebilmiş.

Şimdi, burada, futbolculardaki bir konunun özelliği şöyle belirtilmek isteniyor: Futbolcular için yüzde 25, yüzde 40 vergi dediğimiz zaman, futbolcuların büyük bir bölümü kulüplerden net para üzerinde anlaşıyorlar. Ben senden 1 milyon dolar alırım, 500 milyar dolar alırım, sen ne gösterirsen göster deniyor ve Türkiye'de bugün bir gerçek var ki, hemen hemen bütün futbol kulüplerinde -belki İstanbul'daki birkaç kulüp hariç olabilir- Anadolu'daki bütün kulüplerde çift beyanname gösteriliyor, futbol takımına verilen başka, oyuncuya verilen başka. Bu teklif bunları birleştirmeyi öngörüyor. Ne kadar birleştirir bilemiyorum.

2004 yılından sonra Türkiye'de, UEFA'ya katılacak takımlarımızın vergi borçlarının olmaması, herhangi bir futbolcuya borçlarının olmaması, herhangi bir takımın başka bir takıma borcunun olmaması gerektiği, eğer bunlardan borcu olanlar varsa, bunların Avrupa kupalarına; UEFA, Şampiyon Kulüpler kupalarına alınmayacakları yönündeki UEFA'nın bir bildirisi üzerine, bizim takımlarda bir panik başlamış durumdadır. Örneğin, Fenerbahçe Kulübünün 80 trilyon vergi borcu varmış. Belki Fenerbahçe onu ödeyebilir; ama, Erzurumsporun 600 milyarın üzerinde vergi borcu var. Erzurumsporun bu 600 milyar vergi borcunu, bugünkü şartlarda, Sayın Maliye Bakanı buna bir taksitlendirme yapmazsa, ödeme durumu olmadığı ortadadır, istediği kadar hacize gelsin alacak birisini bulamayacaktır.

Şimdi, peki, bu, dünyada nasıl diye sorarsanız; Avusturya'da vergi oranı yüzde 21 ile yüzde 50 arasında, Belçika'da yüzde 26,5 ile yüzde 59,4 arasında, Danimarka'da yüzde 30 ile yüzde 64 arasında, Fransa'da yüzde 7,5 ile yüzde 60 arasında, Almanya'da yüzde 19,5 ile yüzde 48,5 arasında, Japonya'da yüzde 10 ile yüzde 50 arasında, İngiltere'de yüzde 10 ile yüzde 40 arasında. Demek ki, Türkiye'deki bu yüzde 15 oranından daha az alan ülkeler de var, daha çok alan ülkeler de var. Tabiî, normal vergi şeklinde, çok alandan çok vergi almak, az alandan az vergi almak esas olduğuna göre, vergi oranlarının aynı şekilde olması bir yanlışlık olarak görülür; ama, bu teklif, bunu, bu seneden 2007'e kadar bir geçiş dönemi olarak öngörüyor. Zaten, 2007'den sonra Avrupa Birliğine girecek olursak, o mevzuatı kendimiz uygulayacağımız için şartları düzeltiriz deniliyor.

Burada, tabiî, başka konular da var: Sporculara yönelik özel düzenleme var mı dediğiniz zaman; Avrupa'da hiçbir takımda yok. Yabancı sporculara özgü vergileme var mı derseniz; bu, bazılarında var, bazılarında yok. Gerçek giderlerin düşülmesi imkânını sorarsanız; bazılarında var, bazılarında yok. Mesela, Avusturya'da var, Belçika'da var, İtalya'da yok, Japonya'da yok. Gerçek giderler yerine götürü tutarların indirimi dediğiniz zaman; Avusturya'da gelirin yüzde 20'si şeklinde var, İskoçya'da yok, İngiltere'de yok, İsviçre'de sınırlı. Futbolculara kullanılabilen vergisel kolaylıklar dediğiniz zaman; Belçika'da yok, Danimarka'da yok, İsviçre'de götürü vergileme şeklinde var. Buradan da şunu anlatmak istiyorum: Avrupa'da bile bu konuda tam bir standart yok; ama, normal olarak belirlenen var ki, orada değişen oranlarda bir vergilendirme var; yüzde 15'in altında olan da var, çok üzerinde olan da var.

Benim kanaatime göre bu teklifin gelmesindeki en önemli konu: Kulüplerin vergi borçları olduğu için ve kulüplerden vergi alamadıkları için, futbolcularla net ücret üzerinden anlaştıkları için, futbolculara verecekleri paralar tam olarak ortaya çıksın diye hükümet bir düzenleme yapıyor. Biz de, bu hükümetin bu düşüncesine olumlu yaklaşmak istiyoruz. İnşallah, hedeflerine varır ve bundan sonra kulüpler de futbolculara verdikleri gerçek miktarları beyannamelerde gösterirler ve onların da vergi borçları böyle afaki rakamlara çıkmaz; doğru rakamlarda kalır ve 2004'ten sonra, aynı, bankaların fona alınmasında yapılan hatalar gibi, bu sefer, kulüplerimizin de Avrupa şampiyonasına katılamaması gibi bir mahzur olmaz diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, bu son konuşmalardan sonra tatile gireceğiz. İki, üç ay, hükümet üyeleri de tatile gidecek, biz de tatile gideceğiz. Siz, sadece, futbolcuların, Avrupa'da dünya kupasındaki başarılarıyla övünmeyin; Türkiye'yi acaba ne hale getirdiniz; bir de ben size kısaca bunu anlatayım, size Anadolu'da bunları sordukları zaman peşin, hazır cevap verin.

Şimdi, Türkiye'de Anavatan Partisinde uzun yıllar milletvekilliği yapmış, Sayın Demirel ve Sayın Özal döneminde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yapmış, TÜSİAD genel koordinatörlüğü yapmış, özel bankalarda genel koordinatörlük yapmış, Türkiye'de para denildiği zaman, milyon dolar denildiği zaman, milyar denildiği zaman en iyi bildiği iddia edilen üç beş kişiden birisi olan bir sayın eski milletvekilimiz bir çalışma yapmış. Bugün bana onu verdi, çok ilginç geldi, sizlerle de paylaşayım.

Orada, Anasol-M Hükümetinin -yani, sizin hükümetinizin- 2001 yılından 2006 yılına kadar ki periyot hikâyesinde Türk Milletine maliyetiniz 1 trilyon dolar diyor.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Aslan, kim diyor?

ASLAN POLAT (Devamla) - Rakamını vereyim, sen de okur yazarsın devam et...

Diyor ki, Türkiye'nin 2000 yılında millî geliri 200 milyar dolardı. Siz, bunu 2001 yılında 150 milyar dolara düşürdünüz. 2001 yılında siz olmasaydınız, bu 200 milyar dolar olan millî gelir 150 milyon dolara düşmeseydi, orada kalsaydı ve -Türkiye'de öyle Erbakan Hükümetindeki gibi yüzde 8'lik kalkınmayı da unutalım; o da bir efsane başbakandı, herkes yapamaz; bırakın ilerlemeyi, siz gerileme rekoru kırdınız- yüzde 5 kalkınabilseydiniz, 2006 yılında millî gelirimiz 270 milyar dolara çıkacaktı. Siz ise 2001 yılında millî geliri 150 milyar dolara düşürdünüz.

EROL AL (İstanbul) - Kim bu, kim?..

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Konuya gel, konuya...

ASLAN POLAT (Devamla) - Sizin yaptığınız program tutarsa, yani IMF'ye verdiğiniz taahhüt gerçekleşirse, 2002 yılında yüzde 3, 2003'te yüzde 4, 2004, 2005 ve 2006'da yüzde 5'lik kalkınmalar yaparsanız, toplam olarak 2001 yılında 60 milyar dolar, 2002'de 66 milyar dolar, 2003'te 71 milyar dolar, 2004'te 74 milyar dolar, 2005'te 78 milyar dolar, 2006'da 82 milyar dolar olmak üzere, toplam 431 milyar dolar, sizin, bu milletin kalkınmasından kestiğiniz bir para, bir zarar var ortada. Bu sizin yapmış olduğunuz, sadece gelirdeki bir azaltma.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Kim diyor?

ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, servette ne azaltma yaptınız dediğiniz zaman, onu da bu uzman ağabeyimiz şöyle izah ediyor: "Sizin, KOBİ'lerde yaptığınız iflaslar, servetlerde verdiğiniz zararlar, bankalarda verdiğiniz zararlar, menkul kıymetler borsasındaki zararlar 600 milyar dolar olmuştur" diyor.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Kim peki?!

ASLAN POLAT (Devamla) - İkisi toplam 1 trilyon dolardır. Bunu diyen kim; tekrar söylüyorum, en az on sene Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını yapmış...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Adını söyle!

ASLAN POLAT (Devamla) - Geçmiş dönemde milletvekilliği yapmış, TÜSİAD Genel Koordinatörlüğü yapmış, özel bankalarda genel koordinatörlük yapmış...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Kim bu adam yahu?!

ASLAN POLAT (Devamla) - ...Türkiye'de, milyon dolar nedir, milyar dolar nedir dediğiniz zaman, en iyi bildiği addedilen birkaç kişiden birisi, diyor ki, siz var ya siz, Türk Milletine 1 trilyon dolar zarar verdiniz. Bunun hesabını gidip yazın burada vereceksiniz.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Kim söyledi Aslan?!

ASLAN POLAT (Devamla) - Sadece Türkiye'de, Türkiye yarı finale kaldı, dünya kupasında dörde kaldı diye iddia edemezsiniz. Bakın, sizin döneminizde, bugün için, Türkiye'nin en büyük 4 üncü ve 7 nci bankaları, fona alınma tehlikesi içinde; biri alındı, diğer alınma durumuyla karşı karşıya.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Hortumlamayı anlat!..

ASLAN POLAT (Devamla) - Siz, Türkiye'de öyle bir düzen getirdiniz ki, en büyük bankaları bile fona aldınız ve fona alınan o bankalar bütün hataları da sizin yönetiminizde yaptılar, 1997'den sonra yaptılar. Belki, MHP 1997'den 1999'a kadar yoktu; ama, siz ve siz vardınız. Sizlerin döneminde o hortumlamalar yapıldı, şimdi de devam etti ve sizin döneminizde, Türkiye'deki en büyük özel bankalar fona alınma durumunda kaldı.

Bakın, yine bir ekonomi profesörü yazıyor ve diyor ki "15 000 fabrika, 400 000 KOBİ kapandı; 1 200 000 işçi işsiz kaldı" ve şu anda, Türkiye'de, ilk defa sizin hükümetinizde, enflasyon düşerken faizler artıyor; bu nerede görüldü?! Siz hepiniz ekonomistsiniz, nasıl oldu; bana gelsin bir tane ekonomist, bunu, Allah'ını seviyorsa, izah etsin. Bir ülkede, enflasyon düşerken faiz artarsa, reel faiz, şu anda, yüzde 34 ile yüzde 77'ye çıktığı zaman, yüzde 35 enflasyonu tutacaksa -ki, tutabilir belki- yüzde 77'yle borçlandığınız zaman, yüzde 34 reel faizle borçlanıyorsunuz. Yüzde 34 reel faizle borçlanmayı kimse kaldıramaz. Siz, sadece, Beşiktaş'tan bir İlhan Mansız'ın attığı gole güvenmeyin. O Beşiktaşlı, Fenere de attığı zaman göreceğiz onu da; şimdi sadece onlara güvenmeyin. Size şunu söylemek istiyorum. Bir de bu gerçekleri görün, siz, bunları da görün; yüzde 34 reel faizle borçlandırıyorsunuz ülkeyi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika verin de, bitiriyorum konuşmamı.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Polat, 1 dakikanızı verdim efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Bakın, size şunu söylüyorum: Dünyada, bugün, Brezilya'da kriz başladı...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Erzurumsporu niye küme düşürdün?!

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın milletvekili, beni dinle beni!..

Brezilya'da kriz başladı, Amerika'da denetim şirketlerinin hatalarından dolayı, Amerika'daki borsalarda düşüşler başladı ve Amerika borsaları birbirine girmişken, Brezilya'da, millet, tekrar, Arjantin gibi bir duruma gelmişken, burada, sizin Başbakanınızın "ben üç hafta daha dinleneceğim" demeye hakkı yoktur; çünkü, şu anda, bizim Türkiyemiz, değil üç hafta, bir saat bile, Sayın Başbakanın veya Hazineden sorumlu Devlet Bakanının olamayacağı günlerde değildir. Bunları düşünün diyorum.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Spor konuşuyoruz!..

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Seni Erzurum'a sokmayacaklar; Erzurumsporu sen düşürdün...

ASLAN POLAT (Devamla) - Yoksa, ben, sporcuların desteklenmesine karşı değilim, yanlış yaptınız demiyorum. Sporcuları da destekleyin, onlar reklam yapsınlar; ama, sağlam ekonominin reklamını yapsınlar. IMF'den borç alan ülkenin reklamıyla bir şey olmaz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Polat.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Aslan Bey, seni Erzurum'a sokmayacaklar; gel, seni Bodrum'a götürelim, nasıl olsa, Erzurum'a gidemeyeceksin.

BAŞKAN - Sayın Geçer, buyurun.

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanıma, cevaplandırılmak üzere şu soruları sormak istiyorum.

Burada, profesyonel sporcuların faaliyetlerinden elde ettiği gelirler, serbest meslek kazancı olarak değerlendiriliyor, vergilendiriliyor. Serbest meslek kazancı; çünkü, kişisel mesai ve uzmanlık alanlarına giren bir faaliyet, ücret değil.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır, hayır...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Yani, serbest meslek kazancı olarak, geçmişte de herhalde, değerlendiriliyordu.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Geçmişte de öyleydi... Ücret olarak...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Serbest meslek kazancıydı Sayın Bakanım. Ücret olarak...

Şimdi "serbest meslek kazancı olması amaçlanmaktadır" deniliyor gerekçede.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Teklifi veren, öyle vermiş...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Yalnız, teklifi veren sayın milletvekillerinin teklifiyle, burada, şu anda, önümüzdeki geçici 61 inci madde olarak gelen teklif arasında çok büyük farklar var diye düşünüyorum.

Şimdi, burada bir teşvik varsa, sporcuların almış olduğu ücretler, ücret olarak telakki ediliyorsa, bağlı olduğu kulüp ve işveren tarafından, zaten tevkifat yoluyla vergilendirilecektir, vergilendiriliyordu; değil, serbest meslek kazancıysa, serbest meslek kazancını da, yasal defterlerine yazarak beyannameye ithal ederek vergilendirecekti. Serbest meslek kazancına aldığı vergi sorumlusu, bunun üzerinden de tevkifat yapmak durumundaydı, daha önceki uygulama, Gelir Vergisi Kanununda... Yani, serbest meslek erbabına, herhangi bir vergi sorumlusu, bir ücret, serbest meslek kazancı ödüyorsa, bunun üzerinden zaten tevkifat yapıyordu, yapılması gerekiyordu. Şimdi, bu, burada teşvik olarak geliyorsa, sportif faaliyetlere ne gibi teşvik geliyor; yani, sporcuların burada nasıl bir avantajı oluyor? Yani, böyle bir avantaj veya sporu teşvik amacı güdülmüş müdür bu teklifte? Şayet öyleyse, buradaki düzenleme, 2007 yılına kadar öngörülmüş; yani, geçici bir süreye münhasır getirilen bir yasal düzenleme; niye daha kalıcı olarak düzenlenmedi? Yani, burada, geçici bir süreye münhasır düzenlenmesinde ne gibi bir amaç var? Yani, Avrupa Birliği müktesebatıyla uyum sağlama amacı mı güdülmüştür? 2007 yılından sonra, yine, şu anda bulunduğumuz, bu yasa çıkmadan önceki duruma dönülmeyecek mi? Onu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın Bedük, buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanıma sorularımı soruyorum: Dünya Futbol Müsabakası sırasında Türk Millî Takımının gösterdiği başarıyı hep birlikte takdirle karşıladık ve karşılıyoruz. Millî şuurun ve millî heyecanın yaratılmasında sporun ne kadar etkili olduğunu da gördük. Sporcuların, özellikle başarılı sporcuların desteklenmesi, hatta ödüllendirilmesi hepimizin isteğidir; gerçekten gereklidir ve buna da ihtiyacımız vardır. Tanıtım olayı fevkalade önemlidir.

Sayın Bakanım, bu konu, hepimizin ittifakla üzerinde durduğu bir konudur.

Ben, şimdi sorumu soruyorum: Çıkarılacak olan bu vergi indiriminden kaç sporcu istifade edecektir; amatör sporcular da istifade edebilecek midir? Bir konuşmacının söylediği gibi, Anadolumuzun diğer şehirlerindeki sporcular da istifade edebilecek midir?

İkinci sorum, bütçeye yükü; yani, maliyeti ne kadardır? Bu maliyetini tespit ettiniz mi? Onu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkürler.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ediyorum.

Sporcularımızın kazandığı başarıyı onurla, sevinçle karşılıyoruz. Bundan önce, sporcuların aldıkları ücretler yüzde 15 ile yüzde 40 arasında vergiye tabiydi; yani, transfer ücretleri ve ücretleri. Bu kanunla yüzde 15'e indiriyoruz. Burada, devletin kaybı ne kadar? Geçen hafta, benim başkanlık yaptığım bir dönemde bir kanun getirdi Maliye Bakanlığı, bütün sermaye şirketlerinin aktiflerine koydukları nakdî ve aynî sermayelerden 31.12'ye kadar vergi alınmayacak, inceleme yapılmayacak. Ben, Sayın Maliye Bakanına sormak istiyorum. Bu Türkiye bütçesine kim katkı yapacak? Yani, Rusya mı katkı yapacak, Amerika mı katkı yapacak, IMF mi katkı yapacak?  Dünyanın neresinde, yani, bir kaynak gösterilmeden, böyle, hep devletin kesesinden para ödeniyor? Bunu ben anlamıyorum; yani, bu çok önemli bir şey.

İkincisi, bu hafta yine önemli bir karar verdi bu Meclisimiz. Anayasayı daha yeni değiştirdik. Bu değişiklikle, soruşturma için gizlilik önerisini getirdik; ama, iktidara mensup üç partinin Genel Başkanları, bu soruşturma önergesine oy verilmemesi için talimat verdiler ve Anayasayı ihlal ettiler; hepsi de Yüce Divana gitmeyi gerektirecek suç işlediler, Anayasayı ihlal suçunu işlediler; zaten, bu Meclisin itibarını bitirdiler.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ne alakası var?!

BAŞKAN - Sayın Genç, bunun soru sormayla ne ilgisi var allahaşkına?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bir dakika... Konuyla ilgisine geleceğim Sayın Başkan... Bir Dakika...

BAŞKAN - Efendim, süre doldu Sayın Genç, bakın...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, geleceğim konuyla ilgisine.

KORAY AYDIN (Ankara) - Soru sormuyor efendim...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Kapatın mikrofonunu...

BAŞKAN - Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Tunceli) - İktidara mensup üç parti...

BAŞKAN - Bakın, süre doldu... Siz, burada...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Anladım canım... Bir şeye geleceğim... Siz müdahale etmeyin ama...

BAŞKAN - Ama, yani, yaptığınız doğru değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) - İktidara mensup üç parti Anayasayı ihlal etti. Yarın, bu iktidar partileri, halkın karşısına neyle çıkacak?!

EROL AL (İstanbul) - Mecbur muyum oy kullanmaya?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Şimdi, devletin bütün gelirlerini...

BAŞKAN - Sayın Genç... Lütfen...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bir dakika canım... Soruya geleceğim... Lütfen...

BAŞKAN - Neyin lütfeni efendim?!. Mikrofonu kapatıyorum...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sizi niye rahatsız ediyor ki Sayın Başkan?!

BAŞKAN - Rahatsız etmiyor; soru sormuyorsunuz...

Süre doldu efendim...

Sayın Bakan, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Vergiye geliyorum...

BAŞKAN - Ne vergiye geliyorsun...

Sayın Bakan, buyurun efendim...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Niye sözümü kesiyorsunuz!.. Sayın Başkan, soru sorma hakkımı kısıtlayamazsınız.

BAŞKAN - Süreyi geçirdiniz... Soru sormuyorsunuz, yorum yapıyorsunuz.

Sayın Bakan, buyurun...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Anayasayı ihlal ediyorsun Sayın Başkan.

EROL AL (İstanbul) - Siz hep ihlal ediyorsunuz Anayasayı.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Anayasaya sadakat yemini ettiniz; etmediniz mi?! Yani, 100 üncü maddeyi değiştirdik, daha mürekkebi kurumadı. Niye, Genel Başkanınız size talimat verdi de gizli oylamaya gitmediniz?! Böyle bir şey olur mu yahu?!

EROL AL (İstanbul) - Oy kullanmadım; sana ne?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Böyle bir Meclis olur mu yahu?!

EROL AL (İstanbul) - İster kullanırım, ister kullanmam!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Meclisin itibarını yok ettiniz!

EROL AL (İstanbul) - Meclisin itibarını sen mi düşünüyorsun?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, soru soracağım...

BAŞKAN - Sayın Genç, yorum yapmaktan başka bir şey yapmadınız. Lütfen...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Yorum değil, soru soracağım... Niye sizi bu kadar rahatsız ediyor?!

BAŞKAN - Sayın Genç, dünkü bir uygulamanın soru olarak burada tevcihi mümkün mü?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim?..

BAŞKAN - Dünkü bir uygulamayla ilgili -kaldı ki, o uygulama doğrudur- burada soru tevcih etme şansınız var mı?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu hükümet, Meclisin itibarını bitirdi.

BAŞKAN - Bırakın canım...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Genel Başkanların...

BAŞKAN - Yorum yapmayı bırakın Sayın Genç, siz Başkanvekilisiniz

Sayın Bakan, siz buyurun...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Üç tane Genel Başkan oy vermeyin dedi, siz de oy vermediniz.

BAŞKAN - Siz buyurun efendim... Kamer Bey konuşsun; siz ne yapacaksınız, buyurun.

Sayın Bakan, buyurun siz.

EROL AL (İstanbul) - Senin kaç milletvekilin oy verdi; 15 milletvekiliniz katıldı.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Milletvekilinin vicdanına müdahale edilemez, bu milletin iradesine ambargo konulamaz.

BAŞKAN - Sayın Bakan, siz buyurun. Lütfen, devam edin, boş verin siz...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Geçer'in sualiyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmak isterim: Futbolculara, sporculara ödenen ücret, her zaman için; yani, bugüne kadar mevcut mevzuata göre de ücret niteliğindedir; ancak, mevcut durumda; yani, 1998 yılından bu yana, genel tarifeye tabi olduğu için müterakki sistem içerisinde vergilendirilmekteydi. Söz konusu teklifte -görüşülmekte olan tekliftir, tasarı değildir- müterakki tarifeden, genel tarifeden...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakanım, gelirleri nereden alacaksınız, onu söyleyin.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Sayın Başkanım, bu nedir bu böyle?! Nedir bu yahu; böyle şey olur mu canım?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Nereden alacaksınız?..

BAŞKAN - Sayın Genç, biraz sabırlı olursanız, Sayın Bakan cevap verecek.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Maliye Bakanı memura yarın maaş ödeyebilecek mi?

BAŞKAN - Sayın Genç, siz Meclis Başkanvekilisiniz...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Keyfî hareket eden Başkanvekilinin karşısında ben de keyfî hareket ediyorum; bana konuşma hakkı vermiyorsunuz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Bu ne biçim davranış Sayın Başkan?!

BAŞKAN - Yani, keyfî bir hareket, sizin gibi bir Başkanvekiline yakışıyorsa, size bir şey söylemiyorum.

Buyurun Sayın Bakanım.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bana yakışanı, ben iyi biliyorum.

BAŞKAN - Sayın Genç, lütfen!..

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Dolayısıyla, teklifte önerilen yüzde 15'lik bir stopaj oranı; ama, bu yüzde 15 oranının, Bakanlar Kurulunca yüzde 25'e kadar çıkarılması önerilmektedir.

Yine, söz konusu teklifle ilgili olarak Sayın Bedük'ün "vergi indiriminden amatör sporcular da istifade edecek mi" sorusu var. Kanun teklifi tüm sporcuları kapsıyor; ama, amatör sporculara eğer ücret ödeniyorsa, o da aynı statüden yararlanacak, ödenmiyorsa yararlanamayacaktır tabiî; yani, bir ücret ödemesi olmadığı için.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Bundan kaç sporcu yararlanacak Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sporcu adedini, tabiî, şu kadar sporcu... Bütün sporcular; yani, amatör ve profesyonel bütün sporcuları kapsayan bir teklif.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Kaç sporcu yararlanacak?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Yurt dışından gelen sporcular da bundan yararlanacak.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Bütçeye maliyeti konusunda, tabiî, ödenen ücretlerin ne olduğu belli olmadığı için, belli bir fiyat veya belli bir maliyet verme imkânımız söz konusu değil.

Sayın Genç'in de sormuş olduğu "bütçedeki kayıp ne kadardır" sorusu...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Bakan, Maliye Bakanlığı, maliyeti düşünmeden buna evet diyebilir mi; bunu anlayamıyorum.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Sayın Bedük, hangi sporcuyla, hangi kulüp, ne kadara anlaşma yapacak, belli değil ki...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Efendim, bir evvelki sene ne kadar vergi ödemişler, şimdi ne kadar ödeyecekler?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Hayır, anlaşmalar belli değil ki... Anlaşmalar yeni yapılacak. Kaç paraya anlaşma yapılacak, bunlar belli değil ki; sporcular bir anlaşma yapınca belli olur.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Genç'in sorduğu sual de Sayın Bedük'ün sualiyle paralellik arz ediyor; yani "bütçede bir kayba neden olacak, gider azaltıcı bir düzenleme nasıl getiriliyor" deniliyor; ama, başta da söylediğim gibi, bu, tamamen, bir kanun teklifidir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - O zaman, Bakan olarak buna karşı çıkın; niçin karşı çıkmıyorsunuz?

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Bütçeye maliyeti de Sayın Bedük'e söylediğim tarzdadır; ücretlerin miktarı belli olmadığı için, herhangi bir maliyet söylemek son derece zor.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Zorlanıyorsunuz Sayın Bakan, zorlanıyorsunuz...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Teklifin maddelerine geçilmesi aşamasında karar yetersayısının aranılması isteği vardır; onu arayacağım. Oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ve 3 dakika süre vereceğim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını kim istedi?

BAŞKAN - Hakkâri Milletvekilimiz Sayın Hakkı Töre istediler efendim.

MEHMET GÜL (İstanbul) - Hangi partiden?..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Doğru Yol Partisinden efendim, Doğru Yol Partisinden...

MEHMET GÜL (İstanbul) - Doğru Yol Partisinden...

BAŞKAN - Efendim, Doğru Yol Partisi diye bir durum yok. Burada, Hakkâri Milletvekili arkadaşımızın bir isteği var; ben, onu yerine getiriyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Yasal hakkını kullandı.

BAŞKAN - İçtüzükten doğan hakkını kullanmak istemiş, biz de gereğini yapıyoruz.

Vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını bu süre içerisinde göndermelerini rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

Saat 21.55'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 21.46

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.57

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Sebahattin KARAKELLE (Erzincan)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

14.- Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/949) (S. Sayısı : 882) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır.

Tasarının maddelerine geçilmesi aşamasında Sayın Hakkı Töre tarafından karar yetersayısının aranılması istenilmişti; bulunamamıştı.

Şimdi, yeniden elektronik cihazla oylama yapacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geri çekti...

BAŞKAN - Efendim, geri çekip çekmemesi Sayın Töre'nin inisiyatifinde.

Bu arada, vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa -ki, sadece Maliye Bakanımız var- hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını aynı süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmasını rica ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, Genel Kuruldan ayrılmayalım; çünkü, açık oylama da yapacağız.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, açık oylamada yalnızca 139 oyun yeterli olduğunu zanneden arkadaşlarımız olabilir; açık oylama için 184 oyun bulunması lazım; bunu da bir uyarırsanız iyi olur.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Elektronik levhaya da aksettirin; orada, herkes her şeyi görsün.

BAŞKAN - Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu oylamada da karar yetersayısı bulunamamıştır.

Sayın grup başkanvekilleri, bundan sonra karar yetersayısına ve toplantı yetersayısına erişmenin güçlüğü ortadadır.

1 Ekim 2002 Salı günü saat 15.00'te toplanmak ve yeni bir yasama yılında buluşmak üzere -sözlü sorular ile diğer denetim konularını görüşeceğiz- hepinize, iyi tatiller, sağlık ve esenlikler diliyor, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 22.03

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.