Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 98       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

115 inci Birleşim

19 . 6 . 2002 Çarşamba

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Güler Aslan'ın, 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunlarına ve İzmir İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Kardemirin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı

3.- Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, Soma İlçesindeki termik santralda ve kömür üretiminde yaşanan sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ivan Iskrov ve beraberindeki heyete, Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 19 arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/293)

D) Tezkereler ve Önergeler

1.- Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın, Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete iştirak eden milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1115)

2.- Olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1116)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Erzincan-Kemah-Oğuz Köyünün yoluna ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7308)

2.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun;

İller Bankası Bölge Müdürlüğünün Sinop İlinde programa aldığı işlere,

Sinop İlinde afet bölgesi ilan edilen yer olup olmadığına,

İlişkin soruları ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7309, 7314)

3.- İstanbul Milletvekili Mustafa Baş'ın, Balata, Boğaziçi ve Fatih köprülerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7349)

4.- Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın, Yozgat bağlantılı bazı yol çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7353)

5.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Bingöl-Karlıova İlçesindeki bazı vatandaşlara yeşil kart verilmemesinin nedenlerine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/7374)

6.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, son beş yılda yapılan müşavir atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı          A. Mesut Yılmaz'ın cevabı (7/7425)

7.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, son beş yılda yapılan müşavir atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı          H. Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/7435)

8.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, son beş yılda yapılan bürokrat atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/7465)

9.- Batman Milletvekili Alaattin Sever Aydın'ın;

Batman-Sason Karayoluna,

- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın;

İller Bankasının belediyelerden alacaklarını tahsiline,

- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın;

İller Bankasından Kırıkkale Belediyesine yapılan ödemelere,

İlişkin soruları ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7483, 7506, 7511)

10.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, TRT'deki personel istihdamına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7489)

11.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Anadolu Ajansının statüsü, mali durumu ve personeline ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7490)

12.- Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, BAĞ-KUR sigortalılarının ilaç teminde ve tedavi masraflarının ödenmesinde karşılaştıkları sorunlara ilişkin Çalışma ve Sosyal güvenlik Bakanından sorusu ve Devlet Bakanı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vekili Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/7512)

13.- Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, demiryolu taşımacılığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Oktay Vural'ın cevabı (7/7513)

14.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Erzurum-Merkez ilçelerinde ve bağlı köylerindeki tuvaletsiz okul sayısına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/7534)

15.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Halk Bankasından bir milletvekiline ait fabrikaya verilen kredi ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/7554)

16.- Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkiler piyasası düzenleme kurumunun göreve başlamaması nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7606)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.

Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu, Hatay İlindeki tarım arazilerinin maruz kaldığı sel baskınlarına,

Bursa Milletvekili Faruk Çelik, muhtarların sorunlarına,

Bursa Milletvekili Orhan Şen de, Kültür Bakanlığınca ödül verilen bir kitap ve filme,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Oturum Başkanı ve TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova, Türk Milletine, dünyanın dört bir yanında yaşayan Türk vatandaşlarına tarihî sevinci yaşatan Türk Millî Futbol Takımı oyuncularını ve yöneticilerini kutlayan bir konuşma yaptı; grup sözcüleri de aynı konuda görüşlerini açıkladılar.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün, Avrupa Birliğine üyelik süreci ve Kıbrıs sorunu konularına ilişkin genel görüşme (8/30),

Kayseri Milletvekili Sevgi Esen ve 22 arkadaşının, Kayseri İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması (10/291),

Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk ve 23 arkadaşının, kamu harcamalarının yerindeliğini ve etkinliğini sağlamak amacıyla, kamu harcamaları üzerindeki Parlamento denetimi konusunda Meclis araştırması (10/292),

Açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gümdemde yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanının beraberinde bir parlamento heyetiyle ülkemize davet edilmelerine,

Güney Kore'nin başkenti Seul'de 23-26 Temmuz 2002 tarihleri arasında düzenlenecek olan Enformasyon Teknolojileri Uluslararası Parlamenterler Birliği Konferansına vaki davete Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir milletvekilinin icabet etmesine,

Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Türkiye-Filistin Devleti Parlamentolararası Dostluk Grubunun kurulmasının uygun mütalaa edildiğine,

İlişkin Başkanlık,

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun TBMM'nin tatilde olduğu dönemde de çalışmasına ilişkin Komisyon Başkanlığı,

Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu'nun Yunanistan'a yaptığı resmî ziyarete katılan milletvekillerine ilişkin Başbakanlık,

Tezkereleri kabul edildi.

18 Haziran 2002 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan (8/30) esas numaralı Avrupa Birliğine üyelik süreci ve Kıbrıs sorunu konularındaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 18 Haziran 2002 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ve görüşmelerin bitimine kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin DYP Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 268 inci sırasında yer alan 746 sıra sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 11 inci sırasına, 11 inci sırasında yer alan 864 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 12 nci sırasında yeralan 856 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına, 22 nci sırasında yer alan 612 sıra sayılı kanun teklifinin 14 üncü sırasına alınmasına; 18 Haziran 2002 Salı günkü birleşimde, sunuşlardan sonra, sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyip, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin ve,

Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 30 Haziran 2002 tarihinden itibaren altı ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin,

Yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği,

Açıklandı.

19 Haziran 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.01'de son verildi.

 

 

 

Yüksel Yalova

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Melda Bayer

 

Mehmet Batuk

 

Ankara

 

Kocaeli

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

No. : 163

II. – GELEN KÂĞITLAR

19.6.2002 Çarşamba

Tasarılar

 1.- A400M Uçağının Geliştirilmesi-Üretimi ve Başlangıç Desteğine İlişkin Tek Aşamalı Bir Program Kapsamında İşbirliği Konusunda Mutabakat Muhtırası ile A400M Uçağının İşbirliği İçerisinde Geliştirilmesi, Üretimi Evresi ve Başlangıç Desteğine İlişkin A400M Program Üst Kurulu Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1001) (Plan ve Bütçe ve Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile İspanya Krallığı Arasında Kültür Merkezleri Kurulması ve Bu Merkezlerin Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1002) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avrupa Birliği Komisyonu Arasında Merkezi Finans ve İhale Biriminin Kurulması ile Ulusal Fonun Kurulmasına İlişkin Mutabakat Zabıtlarının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/1003) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

4.- Birleşmiş Milletler ve Yardımcı Personelinin Güvenliği Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1004) (İçişleri ve Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

5.- Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu Tasarısı (1/1005) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

6.- Gemi Aşçılarının Meslekî Ehliyet Diplomalarına İlişkin 69 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/1006) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

7.- İş Kazalarının Önlenmesine (Gemi Adamları) İlişkin 134 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1007) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

8.- Gemi Adamlarının Ulusal Kimlik Kartlarına İlişkin 108 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1008) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

9.- İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1009) (Anayasa ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

Teklifler

1.- Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 4 Arkadaşının; Avukatlık Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/988) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

2.- Bursa Milletvekili Orhan Şen ve 43 Arkadaşının; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/989) (Plan ve Bütçe  Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

3.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in; Ülkemizi Uluslararası Yarışmalarda Temsil Edenlerle İlgili Kanun Teklifi (2/990) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)

4.- Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın; Aşıkşenlik Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/991) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, sigara fabrikalarında çalışan işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Edip Safder Gaydalı) sözlü soru önergesi (6/1923) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

2.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, tarımsal üretimde maliyet azaltıcı uygulamalar düşünülüp düşünülmediğine ve ithal tarım ürünlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1924) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

3.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kamu kurum ve kuruluşlarının SSK'ya olan sigorta borçlarının gayrimenkul ile ödenmesi uygulamasına ve bedel takdir işlemlerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1925) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

4.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Şehir Hatları İşletmesi bünyesindeki büfelerin işletme hakkı ihalelerine ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) sözlü soru önergesi (6/1926) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

5.- Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Suluova İlçesinde yüksekokul açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1927) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

 6.- Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya'da 75. Yıl Üniversitesi kurulması ve Fen-Edebiyat Fakültesi açılması çalışmalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1928) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

7.- Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Taşova ve Gümüşhacıköy tütün işletmelerinde çalışan işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi (6/1929) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

8.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görevli garson ve bahçıvanların özlük haklarına ve bunlara diktirilen giysilere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından sözlü soru önergesi (6/1930) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

9.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi personelinin bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık karnelerinin düzenlenmesinde ve sağlık hizmeti almasında kıyafet zorunluluğu getirildiği iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1931) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

10.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kamu personelinin kurumlar arası nakillerine ilişkin Devlet Bakanından (H.Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/1932) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, hac seferi düzenleyen Vasco Turizm Seyahat Acentası hakkındaki iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/7755) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

2.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, buğday fiyatı ve üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7756) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

3.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Samsun'daki köy yollarının yapım çalışmalarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/7757) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

4.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, tarım alanındaki gübre ve toprak kullanımı ile su kaynaklarının korunmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7758) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

5.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, din görevlilerinin sayısına, kadro ve yer değişikliklerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/7759) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

6.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, belediyelerdeki özel teftiş uygulamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7760) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

7.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, bir tıp kitabının izinsiz alıntıyla hazırlandığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7761) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

8.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, Van-Erciş-Çelebibağı Beldesinde askerlerin at arabası yaktığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7762) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

9.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarının İller Bankasına iletilip iletilmediğine ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi (7/7763) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

10.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarının belediyelerin İller Bankasından aldıkları tahsisata yansıtılmamasının nedenine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7764) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

11.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, soru önergelerinin cevaplandırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7765) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

12.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, hayvancılığın desteklenmesine ve aşılama hizmetlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7766) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

13.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanesindeki bazı eserlerin kaybolduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7767) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

14.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale Tüpraş Rafinerisi sosyal tesislerinin kullanımına ve lojman tahsisine ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/7768) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

15.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Türkiye'de çeşitli şekillerde üretilen ve ithal edilen elektrik enerjisine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7769) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

16.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Keskin-Ceritmüminli Kasabasının gölet ihtiyacına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7770) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

17.- Kahramanmaraş Milletvekili Ali Sezal'ın, Suriye'deki bir barajın yıkılmasının yol açtığı su taşkınının oluşturduğu zararın tazminine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7771) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

18.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol'un, yasa dışı faaliyetlerde bulunduğu iddia edilen bazı sivil toplum kuruluşlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7772) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

19.- Bursa Milletvekili Oğuz Tezmen'in, bir danışman hakkındaki iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7773) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

20.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Ankara Numune Hastanesi etrafında otopark işleten kişilerin hastane görevlilerine saldırmaları olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7774) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

21.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Kamu Personeli Seçme Sınavı başvuru kılavuzunda bazı okulların yok sayıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7775) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

22.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Plan ve Bütçe Komisyonunda sürekli olarak stenograf görevlendirilip görevlendirilmeyeceğine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/7776) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

23.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, para piyasalarındaki gelişmelerin Hazineye getireceği ilave yüklere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7777) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)

24.- Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, BAĞ-KUR emeklilerine ikramiye verilip verilmeyeceğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7778) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)

25.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, İstanbul Üniversitesi hastanelerinden bazı hastaların yararlandırılmadığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7779) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)

26.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Türk Telekom'un Erzurum'da bazı telefonları kesmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7780) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)

27.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, 2002 yılı doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7781) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 19 Arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/293) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2002)

Süresi  İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı  Soru Önergeleri

1.- Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, deprem yıkımlarından sorumlu tutulanlar hakkındaki adli işlemlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi  (7/6817)

2.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde afet bölgesi ilan edilen yer olup olmadığına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7232)

3.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İller Bankasının Ağrı İlinde programa aldığı işlere ve verilen ödeneklere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7233)

4.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere ve belediyelere gönderilen ödeneklere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7251)

5.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere ve temel eğitime yapılan katkılara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7252)

6.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlindeki taşımalı eğitime, okulların bilgisayar ve yabancı dil öğretmeni ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7253)

7.- Ankara Milletvekili Cemil Çiçek'in, motorlu araçların fenni muayene işlemlerinin devrine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7259)

8.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Malatya'da komşusunu yaralayan bir şahsın evine düzenlenen operasyonla öldürülmesi olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7261)

9.- Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın,  yeşilkart uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7266)

10.- Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın,  yurtdışı teşkilatlarda görevlendirilen personele  ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7267)

11.- Kayseri Milletvekili Hamdi Baktır'ın, Sivas-Çetinkaya Beldesinin ilçe yapılması müracaatına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7269)

12.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, İstanbul Üniversitesi Rektörünün Trabzon'daki konferanslarında meydana gelen olaylara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7273)

13.- Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Marmara depreminden sonra toplanan vergi ve yardımlarla ilgili iddialara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7274)

14.- Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, üniversite sınavı sonucu açıkta kalacak öğrencilerin durumlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7275)

15.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına öğretmenlik hakkı verilip verilmeyeceğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7282)

16.- Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan'ın, Sakarya İlinde deprem sonrası gelir kaybı ve altyapı hasarına maruz kalan belediyelere yapılan ve yapılacak olan yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7283)

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

19 Haziran 2002 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Lütfi YALMAN (Konya)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 115 inci Birleşimini açıyorum.

Sayın Candan, son kez istirham ediyorum; ben toplantıyı açmadan talebinizi hiç dile getirmeyin, olur mu.

III. – Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin, elektronik oy düğmelerine basarak Genel Kurul salonunda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı yoktur.

Sayın grup başkanvekillerinin bir önerisi var mı; çok az bir eksiğimiz var.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - 10 dakika ara verelim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Gönül, Sayın Candan?..

VEYSEL CANDAN (Konya) -  10 dakika olabilir...

BAŞKAN - Sayın Halıcı?..

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - 15 dakika efendim...

BAŞKAN - 15.25'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 15.08

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.25

BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 115 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN - Birinci Oturumda yapılan yoklama sonucunda toplantı yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, yeniden yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları ve İzmir İliyle ilgili söz isteyen İzmir Milletvekili Güler Aslan'a aittir.

Buyurunuz. (DSP sıralarından alkışlar)

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İzmir Milletvekili Güler Aslan’ın, 2005 yılında İzmir’de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunlarına ve İzmir İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

GÜLER ASLAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan 23 üncü Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunlarıyla ilgili ve İzmir hakkında görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Konuşmama başlamadan önce, büyük başarı göstererek, 2002 Dünya Kupasında Japonya'yı yenen futbolcularımızı kutluyor, çeyrek finalde de başarılar diliyor, kalplerimizin onlarla birlikte olduğunu ifade etmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarımadayı oluşturan 28 ilçesiyle; Aliağa, Balçova, Bayındır, Bergama, Beydağ, Bornova, Buca, Çeşme, Çiğli, Dikili, Foça, Gaziemir, Güzelbahçe, Karaburun, Karşıyaka, Kemalpaşa, Konak, Kınık, Kiraz, Menderes, Menemen, Narlıdere, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Torbalı, Tire ve Urlasıyla, imbatı, çipurası, kuşları, fuarı, tarihi, doğası, kordonuyla bir başka güzel olan İzmir, M.Ö. 3000 yılında kurulmuştur. Hitit, İyon, Lidya, Pers, İskender ve Roma dönemlerini yaşamış, 178 yılındaki yer sarsıntısıyla yıkılan şehir yeniden inşa edilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, Türkiye'nin üçüncü büyük şehri ve İstanbul'dan sonra da ikinci büyük limanı olan İzmir'in bilinen en eski adı "Simirna"dır.(Smyrna) Beşyüz yıla yakın bir süre Osmanlının idaresinde kalan ve daha sonra, 1922'de, Türk Ordusu tarafından Yunandan kurtarılarak Türkiye Cumhuriyetine katılan, Egenin incisi olarak da adlandırılan İzmir, tarihi, doğası, kültürü ve turizmi yönünden kendisine has özellikler taşımaktadır.

Sanayi ve eğitim merkezi olmasının yanı sıra, özellikle de kamu yatırımlarının yanında, özel sektör de büyük dinamizm içerisinde yatırımlar yapmış ve halen de yapmaktadır.

Günümüzde, sanayi, ticaret, kültür, sağlık ve eğitim sektörlerinin yanında, finans sektörü de büyük gelişme göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde kurulan vadeli işlemler ve obsiyon borsasını, Egeli ve İzmirli olarak memnuniyetle karşılıyor, bölgeye ekonomik açıdan artı değerler getirmesi inancıyla başarılar diliyorum.

Herodot'un "en yüce gök kubbenin altında ve dünyanın en güzel ikliminde" diye söz ettiği İzmir, bütün tarihi boyunca dış ekonomik ilişkilere dayanan bir dünya ticaret kenti niteliğini taşımıştır. Çok eski çağlardan beri iç ve dış alışverişleri artırmayı amaçlayan halk pazarlarına, tarihsel agoralara sahne olmuştur. Her zaman canlılığını koruyan şehir, Uluslararası İzmir Fuarı, Uluslararası İzmir Festivali süresince daha da canlanmaktadır.

İnanç turizmi bakımından da çok özel bir konuma sahiptir. Meryemana Evi, Yedi Uyuyanlar Mağarası, Yedi Kiliseler bu bölgede bulunmaktadır.

Ülke turizminin öncüleri arasında yer alan ve turist potansiyeli yüksek olan İzmir'e, her yıl, kara, deniz, hava ve demiryoluyla çok sayıda turist gelmektedir. Önce İzmir'e, sonra Ege Bölgesine ve en sonunda da ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan bu ilimiz, ülkemizin Batı'ya açılan en önemli ve en büyük penceresidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizi tüm dünyaya tanıtacak olan 23 üncü Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları, 16 - 26 Temmuz 2005 tarihleri arasında İzmir'de yapılacaktır. Olimpiyatlardan sonra en önemli spor organizasyonu olan üniversitelerarası spor oyunları, 13 branşta yapılacak müsabakalardan oluşmaktadır. Aday ülkeler arasındaki zorlu mücadeleyi kazanan İzmir, büyük bir başarıya imza atmıştır. Ülkenin, tüm dünyaya tanıtılmasının yanı sıra, oyunlara katılacak gençlerin birbirleriyle olan kültür, bilgi alışverişi ve ülkeye sağlanacak ekonomik destek gözardı edilemeyecek boyuttadır. Uzundere için bir (üniversiade) olimpik köy yapılacak, 10 000 sporcu ve idareciyi barındıracak olan bu olimpik köyde, sosyal tesisler yer alacaktır. Bu yatırımın sonucunda, binlerce aile ev sahibi olurken, proje de kendisini finanse etmiş olacaktır. Bölgeye büyük çapta katkı sağlayacak olan bu organizasyon, Uzundere'nin de kalkınmasını sağlayacaktır. 20 000 seyirci kapasiteli 75 inci Yıl Spor Salonu tamamlanacak, tüm spor salonları elden geçirilecek ve sonuçta İzmir, yeni ve modern spor tesislerine kavuşacaktır. Son olarak 2001 yılında Pekin'de düzenlenen oyunlara, 168 ülkeden 6 500 sporcu katılmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; insan bedeninin sağlığı için spor yapmak, bu değerlerin tanıtımını sağlamak, politika, ekonomi, kültür, endüstri alanlarında anahtar olan öğrenciler arasında dostluğun, kardeşliğin, azmin, centilmenliğin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

GÜLER ASLAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

... işbirliğinin teşvik edilmesi amacıyla üniversite kurumları içerisinde oluşturulmuştur. Değişik toplumları bir araya getiren güçlü bir iletişim kanalı olmayı hedefleyen bu organizasyon, ülkeleri ve insanları bölen anlaşmazlıkların üstesinden gelerek, dünyayı daha yaşanılır bir hale sokmaya çalışmaktadır. Ünlü edebiyatçımız Tevfik Fikret, gençlere "gençler, uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır" demiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ne mutludur ki bize, böyle bir organizasyona ev sahipliği görevini üstlenmiş durumdayız. Ülkenin geleceği olan gençleri, barış ve kardeşlik içerisinde ülkemizde ağırlayacağız ve tüm dünyaya da, bu yolla, Türk misafirperverliğini göstermiş olacağız.

Organizasyon Komitesi Başkanına ve üyelerine, sponsorluğu yapan firmalara ve bu uğurda emeği geçen herkese, şahsım ve İzmirliler adına teşekkür ediyor, Yüce Meclisimizin bu konuda desteklerini esirgemeyeceği bilinciyle, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - İzmir Milletvekili Güler Aslan'a biz de teşekkür ediyoruz.

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Genel Kurulu ziyaret eden Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ivan Iskrov ve beraberindeki heyete, Başkanlıkça, “Hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı İvan Iskrov ve beraberindeki parlamento heyeti Genel Kurulumuzu onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına, hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Gündemdışı ikinci söz, Karabük'ün sorunları hakkında söz isteyen Karabük Milletvekili Mustafa Eren'e aittir. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Eren.

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

2. – Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, Kardemirin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu’nun cevabı

MUSTAFA EREN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karabük'ün ve Kardemirin sorunlarını sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu sorunları sizlerle daha önce de müteaddit defalar paylaşmıştım. Bu nedenle, bazı arkadaşlarımızın aklından, Kardemirin de ne bitmez tükenmez sorunları varmış diye geçebilir. Aslında, durum sizin düşündüğünüz gibi değil. Kardemirin sorunları geçen yıl hangi noktadaysa, bugün de o noktada; 26 Mart 2002'de hangi noktada ise bugün de o noktada; hatta hatta, Karabük'ün bir güne bile tahammülü yok, mutlaka acil önlem alınmalı denilen 24 Eylül 2001 tarihinde ne durumdaysa, bugün de aynı durumda. Peki, bu süre içerisinde hiçbir şey yapılmadı mı diyebilirsiniz. Tabiî ki yapıldı; 15'e yakın Bakanımız Karabük'ü ziyaret etti. Hatta, bu ziyaretleri, son zamanlarda, milletvekili arkadaşlarımızın ziyaretleri izlemeye başladı. Her gelen bakan, istisnasız "Kardemirin sorunları hükümetin öncelikleri arasındadır, mutlaka çözülecektir" dedi. Zaman zaman, basına kapalı toplantılarda "ah bu Derviş olmasa da neler yapacağımızı bir görseniz" denildi. Hatta, bazıları da "Ankara'ya döndüğünde Derviş'in boynuna çökeceğim" dedi. Umut bekleyen, fabrikaları yapan, fabrikasının kurtulmasını isteyen işçi, memur tüm yöre halkı tüm bu söylenenlere inandı; ancak, söz verenler Cildikısık Tünelini geçmeden bu sözlerini unuttular. Ne Derviş'in boynuna çöken, ne de verilen sözlerin takipçisi olan var. Şimdi, Karabük ile ilgili söz verenlere soruyorum: Karabük'te vaatlerinizi bir bir sıralarken size umutla bakan o insanların yıkılmış hayalleri hiç gözünüzün önüne gelmiyor mu? Anlaşılan o ki, kuldan utanmıyorsunuz; ama, Allah'tan da korkmuyorsunuz. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugüne kadar Karabük ile ilgili icraatınız sadece yalan ve oyalama taktiği. Kardemir ile ilgili yaptığınız somut bir şey söyleyin. 26 Mart 2002'de Divhan madeninin kesintisiz sevk edileceğini söylediniz, Sayın Bakanım Karakoyunlu söyledi; ama, 26 Mart 2002 tarihinden bugüne kadar Divhandan Kardemire 1 kilogram dahi cevher gelmedi. Kardemiri yaşatmak adına Karabük'te haddehanecilerin kendi aralarında oluşturdukları dayanışma sonucu yaptırdıkları cevher parasını bile farklı fiyattan almaya başladınız. Verdiğiniz sözler ile yaptığınız icraatlar devlet ciddiyetine yakışıyor mu?! Hani, Kardemirin bir güne bile tahammülü yoktu?! Hani, Kardemir öncelikli sorununuzdu?! Hani, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında Kardemirin meselesi çözümlenecekti?!

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 8 Nisan 2002 tarihinde onbeş kişilik Doğru Yol Partisi grubuyla Kardemiri ziyarete gittik. Temaslarda bulunduk, sivil toplum örgütlerini dolaştık ve basın toplantısıyla programımızı neticelendirdik. Akşam da yerel televizyonlar bu faaliyetlerimizi veriyor. Tam programın ortasında "Şok haber... Şok haber..." Dedik ki hayırdır. "Kardemir işçisine müjdeler olsun, güneş doğdu..." Dedik Allah razı olsun, hükümet herhalde bir şey yaptı. Hükümeti oluşturan partilerden bir tanesinin il başkanı "Sayın Karakoyunlu Bakanım beni aradı, Kardemiri Erdemire bağlamışlar; demir çelik işçisine, Kardemir işçisine müjdeler olsun, bu gece rahat uyuyabilirler" dedi.

Şimdi, Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Gerçekten böyle bir telefon görüşmesi yaptıysanız ve "Kardemiri Erdemire bağladık" dediyseniz, 8 Nisandan bugüne kadar geçen süre içerisinde bunu niçin açıklamadınız?! Yok, eğer böyle bir şey söylemediyseniz, hem yerel yöneticileriniz hem de siz, buradaki bakanlarınız, hep Karabük halkını kandırmak adına mı icraat yapacaksınız? Hep Karabük halkını mı kandıracaksınız? (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli Bakanımdan 3 tane sorum var ve 3 tane sorumu net bir şekilde soruyorum; evelemeden gevelemeden soruyorum ve evelemeden gevelemeden de cevap almak istiyorum. Eğer bu sorularıma cevap bulamazsam, buradan kamuoyuna da deklare ediyorum ki, bu hükümet, Kardemir işçisini ve Karabük halkını oyalamaya ve kandırmaya devam edecektir.

1- Kardemirin Ereğli Demir Çelik'e bağlanmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır? Böyle bir model üzerinde çalışıyor musunuz? Yok, böyle bir model uygun değilse, lütfen deklare edin.

2- Kardemiri tekrar devletleştirip, özelleştirmeyi düşünüyor musunuz?

3- Sayın Hasan Gemici Bakanımızın, Kardemir Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şinasi Altıner'e, geçen hafta önermiş olduğu, Kardemirin borçlarının beş yıla yayılması önerisi Sayın Gemici'nin kendi önerisi midir, yoksa Bakanlar Kurulunun böyle bir önerisi var da açıklamak mı istemiyorlar?

Bunların cevabını Sayın Bakanımdan net olarak almak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA EREN (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Tamamlıyorum...

Değerli arkadaşlarım, Kardemir Yönetim Kurulu, üzülerek ifade ediyorum ki, 5 Temmuz 2002 tarihinde  Kardemiri kapatma kararı almıştır. Fabrikalar yapan fabrika, bugün İsdemiri, Erdemiri yapan fabrika, bütün şeker fabrikalarını, çimento fabrikalarını yapan, Türkiye'nin gururu, Büyük Önder Atatürk'ün emaneti Kardemir kapanma noktasına gelmiştir. Bunun müsebbibi, bana göre, bizi yönetenler. Hükümete göre, Sayın Bakanımın basında da açıklaması var "Kardemiri bu hale getirenler, tehdidi yapan, şu andaki yönetimdir" diyor.

Sayın Bakanıma ve buradaki grup başkanvekillerimize sesleniyorum. 3.4.2002 tarihinde Kardemirin bu hale nasıl geldiğinin araştırılması için bir araştırma önergesi verdim. Buyurun, o zaman destek verin, araştırma önergemiz faaliyete geçsin; Kardemiri bugüne kadar kim iyi yönetememişse, Kardemirin bugünkü duruma gelmesinin sorumlusu kim ise ortaya çıksın. Eğer samimiyseniz, Kardemirin sorunlarını çözmek, Kardemiri bu hale kimlerin getirdiğini öğrenmek istiyorsanız, lütfen, araştırma önergemize destek verin. (DYP sıralarından alkışlar)

Sözlerimi tamamlarken, çeyrek finale çıkarak göğsümüzü kabartan Türk Millî Takımımıza, bundan sonraki maçlarda başarılar diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum ve şunu hemen ifade etmek istiyorum: Eğer, biz, Karabük'te huzursuz olursak, burada siz huzur bulamazsınız; sizi huzursuz etmeye devam ederiz.

Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler.

Gündemdışı konuşmaya, hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yılmaz Karakoyunlu yanıt verecektir.

Buyurunuz Sayın Karakoyunlu.

DEVLET BAKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela, ben de konuşmama, çeyrek finale yükselen Millî Takımımıza, başta teknik direktörü olmak üzere, bu büyük başarıyı elde etmek için gayret gösteren herkese şükranlarımı ifade ederek başlıyorum ve bundan sonraki müsabakalarda da aynı anlayış içerisinde finale doğru gitmeyi samimî bir kalple temenni ediyorum.

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Bakan, söyledikleriniz güzel şeyler; ama, duyamıyoruz; lütfen, mikrofona doğru biraz eğilin.

DEVLET BAKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Evet, aşağı yukarı yedi seneden beri bu kürsüye muhtelif vesilelerle çıkarım, her defasında aynı şikâyeti söylerim; ama, maalesef, bir türlü ergonomik bir sistematik içerisinde bunu çözmek imkânını bulamadık. Ben, kayıtlara düşürüyorum; ama, Başkanlık Divanı, tedbir ittihazında hususiyet ifade edecek bir tavır takınmıyor.

Değerli arkadaşlar, biraz evvel, Karabük'ün sorunlarıyla ilgili olarak, Karabük Milletvekili arkadaşımızın yaptığı konuşmayı dinlediniz. Konuşmanın içeriği, sorunlara temas eden bir noktadan çok, geçmişten bugüne kadar hadiseleri nakleden bir ufak gezintiden ibaretti. Ben, sorunların müşahhas şekilde ortaya konulacağını bekliyordum ki, o müşahhas sorunlara işaret eden arkadaşımıza, müşahhas şekilde ifade edeyim ya da kendisinin tercih ettiği üslupla söyleyip -o da sorunları eveleyip gevelemeden ortaya koymalıydı ki, ben de eveleyip gevelemeden-kendisine cevap arz edebileyim.

MUSTAFA EREN (Karabük) - Sayın Bakanım, bu sorular size 5 defa soruldu!.. Sorular burada var, gazetelerde de yazıyor!.. Lütfen...

BAŞKAN - Sayın Eren, karşılıklı...

DEVLET BAKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Ben size müdahale etmedim, siz de beni dinleyeceksiniz. Müsaadenizle...

MUSTAFA EREN (Karabük) - Ama, ben sizin gibi konuşamıyorum ki, 5 dakikaya da ancak bu kadarı sığdırabilirim...

BAŞKAN - Sayın Eren...

Sayın Bakan, siz, lütfen, Genel Kurula sesleniniz.

DEVLET BAKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Kardemir, şu anda bir özel şirkettir. Kardemirin özelleştirmesi 1994 yılında yapılmış ve 1995 senesinin martındaki devir sözleşmesiyle özelleştirilmiştir. Bana sorarsanız, bu işlem, fevkalade doğrudur; ama, adres yanlıştır. Nitekim, adres yanlışlığı bugün ortaya çıktı. O tarihte özelleştirme kararını veren kişi, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller'dir. Samimî kalple ifade ediyorum ve gıyabında da takdir ifadesiyle ortaya koyuyorum ki, karar doğrudur, lakin adres yanlıştır. O dönemde bu işlerden sorumlu olan, özelleştirmeden sorumlu başkan da, yine, çok değerli Doğru Yol Partisinin fevkalade güzide bir milletvekilidir; o da, hadiseleri, detayında, derinliğine ve genişliğine bilir.

Şimdi, 1 liraya özelleştirildiği söylenen husus, öyle, 1 liralık iş değildir. Değerli milletvekilleri, bir hafıza tazelemesi ihtiyacıyla söylüyorum, o tarihte 1 liraya devir sözleşmesi yapılmış; ama, devlet, bu 1 liraya devredilme mekanizmasının sonunda, toplam 480 000 000 dolar bir malî mükellefiyet tekabbül etmiştir. Nedir bu rakam; çok açık bir şekilde ifade etmeliyim, bunun yaklaşık 367 000 000 dolarlık kısmı Kardemirin o tarihteki borçlarının tutarıdır; bunu devlet yüklenmiştir. Bunun dışında, kıdem tazminatı ve ödemeleri için Kardemire 32 000 000 dolar vermiştir, yatırım ve finansman ödemeleri; yani, faizdeki gecikmeleri telafi etmek için 21 000 000 dolar ödemiştir, işletme sermayesi ihtiyacı için 22 000 000 dolar ödemiştir, bilanço farkı denilen, ortaya çıkan ödeme eksikliğini telafi etmek için toplam 6 000 000 dolar -yuvarlayarak söylüyorum- sonuç itibariyle 80 000 000 dolar nakit aktarmış ve toplam olarak işletmeye 400 000 000 dolar borç tekabbülü olarak kaynak temin etmiştir; toplam da 480 000 000 dolardır.

Bugün, bu rakamlardan eser yoktur. Bu rakamlardan eser yoktur ve o tarihlerde de Karabük Demir Çelik'in, bugün gazetelerde ifade edildiği gibi, ilk yıllar kârlıydı iddiası varit değildir; sadece ve sadece, devletin, hazinenin kendilerine işletme sermayesi olarak tahsis ettiği paranın o tarihteki yüksek faizle repoya yatırılmasından doğan finansman kârından ibarettir. Şirket özelleştiği tarihten bugüne kadar -değerli arkadaşlar, maalesef, biraz evvel değerli milletvekilinin işaret ettiği gibi iyi yönetim kötü yönetim münakaşasını bir tarafa bırakarak söylüyorum- hiçbir şekilde faaliyetdışı kâr elde edememiştir. Hepiniz meslekî tecrübelerinizi, siyasî tecrübelerinizi koyunuz veya biraz evvel Karabük Milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, bölgenin milletvekili olmaktan kaynaklanan hususiyetini de dikkate alarak, işaret ettiği sorun başlıklarının tamamını bir araya getiriniz, göreceksiniz ki, dünyada faaliyetdışı kâr elde edemeyen bir şirketin hiçbir şekilde ayakta durması mümkün değildir...

EROL AL (İstanbul) - Faaliyet kârı...

DEVLET BAKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - ...ve yedi seneden beri faaliyet kârı elde etmez, faaliyetdışı kârla ayakta kalan da yoktur.

Dolayısıyla, bugün üzerinde durulan nokta, bu işletmenin faaliyet kârı elde edebilecek hale getirilmesini temin etmektir. Prensip itibariyle yaklaşımımızın bu olduğunu evvela kabul edelim; ondan sonra da, herhangi bir şekilde bu sistem uygulamaya konurken Karabük'te ne gibi problemler nasıl çözülebilir başlığını tartışmaya alalım derseniz; onun için de, hemen size önerilerimi söyleyeyim.

Kürsüde bir küçük sitem hakkımı da kullanmak istiyorum. Sayın milletvekilimizin "yalan taktikleri", "oyalama taktikleri" ifadesini, zannederim, bu kürsüde açıkça ifade edilmemiş bir muhataba gelişigüzel söylenilmiş bir mana olarak da ele alıp izah etsem, yakıştıramadığımı belirtmek istiyorum. Hiçbir şekilde bir oyalama taktiği veya yalan taktiği içerisinde ifade etmiyoruz. Sadece, meseleleri reel değerlendirmede temel amaç noktasında yeteri kadar eşitlik anlayışına sahip olmadığımız için, farklılığınızı yanlış şekilde değerlendirdiğinizi ifade ediyoruz.

Kardemir, bugünkü durumu itibariyle 160 000 000 dolar borcu olan bir kuruluştur. Bu borcun, maalesef, 100 000 000 dolarlık kısmı kamuya olan borçlardır. Bunların içinde vergi vardır, bunların içinde sosyal sigorta mesuliyeti vardır, kullandığı enerji vardır, yaktığı kömür vardır, kullandığı cevher vardır, taşıma ücreti vardır ve bunların hiçbirisinin bedelini hiçbir şekilde ödememiştir. Evet, Divhan, kendisine, eğer bunlar yerine getirilirse maden göndermeye devam edecektir diye bu kürsüde söyledim; sizin, meşhur, akşamlarınızı burada geçirme boykotunuza tekaddüm eden günlerdeki müzakere sırasında; ama, o tarihte Kardemirin bize göndermiş olduğu yazıdaki tekabbül ettiği mesuliyetlerinin hiçbirisinin yerine getirilmediğini dikkate almadan bu ifadeyi burada yanlış kullandığınıza işaret etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Kardemirle ilgili olarak, Sayın Başbakanımızın talimatıyla, bugün, üç ayrı kuruluşun, demir çelik tesisinin, ekonominin şartlarına uygun olarak değerlendirilmesi yolunda bir çalışma başlatmış idik. Bununla ilgili olarak da üç bakan görevlendirilmiş idi. Bu üç bakan, üç ayrı kuruluştan sorumlu idi ve her üçü de kendi sorumluluğu içerisindeki münferit mesuliyetiyle birlikte Sayın Başbakanın görevlendirdiği üç arkadaşın ortak çalışmalarıyla sonuçlandırıldı. Bunlardan bir tanesi -hayırlı sonuç verdi- bildiğiniz gibi İsdemirdir. Diğeri ise, Tarım Bakanımız Prof. Sayın Gökalp'in üzerinde çalıştığı Sıvas Demirdir; o da özel bir şirkettir. Üçüncüsü de Kardemirdir.

Şimdi, Kardemirle ilgili olarak şunları söylüyorum:

1- Mümkün olan azamî ölçüde uzun vade esasına dayalı olarak, mevcut borçlarını yaymak.

2- İşletmeyi, mutlaka, asgarî 20-25 milyon dolar civarında faaliyet kârı elde edecek düzeyde sağlıklı ve finansal sorun çıkarmayan bir model içerisinde kârlı hale getirecek yönetime kavuşturmak.

3- Üretim esaslarında işçi maliyetini hem Türkiye'nin hem evrensel demir çelik sektörünün standartlarına uygun bir istihdam politikasıyla uygulamak suretiyle faaliyete geçmesini sağlayacak uygulamanın hazırlıkları muhtemelen bu akşam bitecek.

Zatıâliniz, mutlaka, bu konuşma nedeniyle Karabüklü hemşerilerinizi haberdar etmişsinizdir; buradan, bunun için de çok teşekkür ederim. Böylelikle, onları da, gerçek ağızdan ve doğrular istikametinde bilgilendirmek fırsatını da doğurmuş oldunuz, bize verdiniz; bunun için de teşekkür ederiz.

Buradan, Karabüklü hemşerilerimize de söylüyorum: Şu anda, Özelleştirme İdaresi, Hazinemiz ve bölgenin değerli milletvekili Sayın Bakanımız Hasan Gemici, hep birlikte Karabük'ün sorunlarının çözümünü, bir an önce uygulamaya koymak için faaliyet halindedirler. Önümüzdeki bir veya iki gün içerisinde, bunun eylem planı ortaya çıkacaktır.

Bu eylem planının içerisinde evvela yapılacak olan, işletmeyi, faaliyet kârı elde edebilecek bir yönetime kavuşturmaktır.

Bunun için, işçi maliyetlerini evrensel düzeyde ve Türkiye demir çelik -özel ve kamu, ortaklaşa söylüyorum- standartlarına uygun noktaya getirmektir.

Kamu kurumuna olan borçlarını, faizlerini dondurmak suretiyle uzun vadeye yayarak, uygun bir ödeme planına bağlamaktır.

Üretim planlamasıyla ilgili olarak, maalesef, piyasadan uzun süre uzak kaldığı için yeteri kadar üretim planlaması noktasında düzenli bir faaliyeti yoktur, bu faaliyeti düzen altına almaktır.

Diğer taraftan, cevher tedariki veya kütük tedariki konusunda -para ödeme imkânı bulunmadığından- çok yüksek faizlerle hammadde temin etme yerine, daha makul fiyatlarla hammadde temin ederek üretime devam etmesine ilişkin önlemler alınacaktır ve Karabük Demir ve Çelik İşletmelerinin tekrar eski faaliyetlerine döndürülebilmesi için elden gelen gayret gösterilecektir.

Bu konuda, işaret ettiğiniz gibi, hiçbir ihmal söz konusu değildir. Hadiseyi belli aralıklar itibariyle gündeme getirmek, hadisenin geçmişindeki isabetli davranışları tümüyle değerlendirdiğiniz anlamına gelmez. Gündelik olarak çektiğiniz fotoğraflar değil, süreç olarak takip ettiğimiz yöntem hakkında bilgi ve deneylerimize ihtiyacınız hâsıl olduğu anda, onları da size sunmaktan büyük bir memnuniyet duyarız.

Size, bu vesileyle teşekkür ederim. Yine, bu vesileyle, Karabüklü hemşerilerimizi de aydınlatmak üzere derim ki, hükümetimiz bu konuda acil çözümleri almak için hareket halindedir ve görev verilmiş arkadaşlarımız, kısa sürede bir eylem planına bağlamak suretiyle, soruna çözüm önerileri getireceklerdir.

Hepinize saygılarımı sunuyor, teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bakan.

Gündemdışı üçüncü söz, Manisa İli Soma ilçesinde faaliyette bulunan termik santral ve kömür üretim sorunlarıyla ilgili söz isteyen Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç'a aittir.

Buyurun Sayın Arınç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3. – Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın, Soma İlçesindeki termik santralda ve kömür üretiminde yaşanan sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan’ın cevabı

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Belki, özelde Manisa'nın şirin bir ilçesini; ama, genelde Türkiye'nin ekonomisini, özellikle enerji politikalarını ilgilendiren önemli bir konuyu gündeme getirmek istedim; Sayın Başkana teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz hafta, Manisa Soma İlçesinin bütün belediye başkanları, bütün meslek kuruluşlarının başkanları, bütün sendikaların başkanları ve Soma halkını temsil eden bütün kuruluşlar Ankara'ya geldiler, siyasî partileri ziyaret ettiler, sayın başbakan yardımcılarıyla görüştüler, önemli bir konuda şikâyetlerini ve taleplerini ilettiler. Halkımızın bu talepleri doğru ve yerindedir; bunu, Genel Kurulda da, ayrıca sizlere bilgi olarak arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Soma, Manisa'nın 100 000 nüfuslu şirin bir ilçesidir; 4 beldesi, 53 köyü vardır. Nüfusunun yüzde 70'i Soma'nın merkezindedir ve Soma merkezinde, Türkiye'nin her yanından gelmiş olan değerli çalışanlarımız vardır; çünkü, Soma İlçe merkezinde 1 034 megavat gücünde termik santral var, Ege Linyitleri İşletmesi gibi Türkiye'nin en kaliteli kömürünü üreten kömür ocakları var -1913 yılından beri çalışıyor- ve buna bağlı olarak termik santralda 1 700, ELİ'de 6 000 küsur, özel madenlerde de 1 500 çalışanıyla fiilî olarak 10 000 çalışan işçisi, memuru var. Bunları bir aile olarak düşündüğünüzde, 60-70 000 nüfusun, sadece termik santrallarda ve kömürlerde çalışan kişiler olduğunu söyleyebilirim.

Değerli arkadaşlarım, Somalılar, bir süreden beri büyük bir endişe içerisindeler; çünkü, kalori bakımından da, kalite bakımından da en iyi linyit kömürünü üretiyorlar. Yıllık ortalama 10 000 000 ton civarında bir üretim var. Bu yüksek kalorili ve kaliteli, çevre sağlığına da en uygun olan kömür üretilirken, maalesef, 2002 yılı çalışma programı içerisinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının kabulleriyle üretim kısıtlanmak isteniyor. Linyit kömürü böylesine kaliteliyken dışarıdan ithal kömür getirilmesine karar verildi ve 27 Nisan tarihli Resmî Gazetede yayımlandığı üzere, ithal kömürden alınan yüzde 10'luk fon, bir gecede yüzde 1'e düşürüldü.

Özkaynağın üretimi teşvik edilmelidir, ithal kömürün getirilmesi önlenmelidir, en azından ihtiyaç olduğu kadar; ama, maalesef, bu yüksek kalorili linyit kömürünün üretilmesi teşvik edileceği yerde, dışarıdan ithal kömür getirilmesine ayrıca kapılar açılmış ve fonlar da indirilmiş bulunmaktadır.

Temelde, enerjide dışa bağlanmanın yattığını biliyoruz. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, 2002 yılındaki planlamasıyla, termik santrallardaki üretimin kısılmasını öngörüyor, kömür üretiminin düşürülmesini öngörüyor ve doğalgazın elektrik üretimindeki payını artırmaya çalışıyor.

Değerli arkadaşlarım, Soma (A) ve (B) santrallarında elektrik enerjisi üretiliyor. Maalesef, bu santrallar, bu yıl, yüzde 40 kapasiteyle çalışıyor. Oysa, kömür üretiminin artırılması, en azından yüzde 80 kapasiteye çıkarılması mümkün; böyle bir kapasiteyle çalışıldığı zaman da, üretimin artmasıyla, hem Somamız ve genelde bütün Türkiye'nin ekonomisi ve enerji noktasındaki açığı da kapatılmış olacak hem de başta nakliyecilik sektörü olmak üzere, pek çok sektörü de dolaylı veya doğrudan doğruya canlandırılmış olacak.

Değerli arkadaşlarım, doğalgaz üreticisi ülkelerde bile doğalgazın elektrik enerjisi üretiminde payı yüzde 15'lerde iken, doğalgazın tamamını ithal eden Türkiye'de bunun yüzde 60'lara çıkarılmak istenmesi, gerçekten, dikkat çekicidir. Türkiye Kömür İşletmeleri -ki, Soma'daki ismiyle (kârlı bir işletme)- Ege Linyitleri İşletmeleri daha önce müessese müdürlüğü iken bölge müdürlüğüne dönüştürüldü, bu yılbaşından itibaren de işletme müdürlüğü seviyesine indirildi. 2002'de 10 000 000 ton eksik üretim yapılması sebebiyle, sonuçta yaklaşık olarak 100 trilyon zarar edilecektir. Zararın asıl nedeni olan planlama hataları ve maalesef, Meclisimizde de çokça tartışılan hesapsız doğalgaz anlaşmaları gözardı edilmektedir. Biraz evvel de söylediğim gibi, petrokok ve kömüre uygulanan yüzde 10'luk kesinti yüzde 1'e indirilmek suretiyle yerli kaynaklar tamamen devredışı bırakılmaya çalışılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Soma'da sadece Ege Linyitleri İşletmesine ait açık kömür ocakları ve yeraltı ocakları bulunmamaktadır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Başkan, birkaç dakika daha rica edeyim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ...aynı zamanda, özel sektöre ait yeni sahalar da bulunmaktadır. Bu sahaların da işletmeye açılmasıyla istihdamın artırılması fevkalade mümkündür. Ege Linyitleri İşletmesi tarafından üretilen parça ve toz kömürün kalitesinin yükseltilip, satışa sunulmasıyla da, ayrıca, ekonomiye bir derinlik ve bir kazanç sağlanması da mümkün bulunmaktadır.

Biraz evvel gündemdışı konuşan değerli Karabük Milletvekili arkadaşımız, Karabük'le ilgili bir sorunu dile getirdi; belki, hemen onun arkasından, Manisa'nın Soma İlçesiyle ilgili böyle bir sorunun gündeme getirilmesi tesadüf görülebilir. Oysa, ülkemizin pek çok yerinde, ekonominin candamarı olan konularda bir gerileme var, bir üzüntü var, işsiz kalma durumuyla karşı karşıya olan binlerce insan var; yeni istihdamın yaratılması mümkün iken, bu kaynakların gözardı edilmesi gibi fevkalade üzüntü veren gelişmeler mevcut.

Dolayısıyla, Sayın Enerji Bakanımız eğer bu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere burada bulunuyorsa, hem Somamızın hem de Türkiyemizin genelde çok önemli meselesi haline gelen bu konuyu ikna edici bir tarzda ortaya koyması ve halkımızı sevindirmesi dileğimizdir. Çünkü, Soma İlçemizden gelen, kent konseyinin aldığı kararları Ankara'ya aktaran değerli hemşerilerimiz, Ankara'dan, hükümetimizden ve Parlamentodan hem kendi sorunlarına hem ülkemizin bu enerji ve kömür üretimiyle ilgili çok haklı meselesine yakından ilgi beklemektedir.

Bu sevinci duyacağımız ümidiyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkürler Sayın Arınç.

Gündemdışı konuşmaya Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Zeki Çakan yanıt verecektir.

Buyurunuz Sayın Bakan. (Alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç'ın, Manisa İli Soma İlçesinde faaliyette bulunan termik santral ve kömür üretim sorunlarıyla ilgili gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; özellikle, bu konuyu gündeme getirdiği için kendilerine teşekkür ediyorum.

Evet, geçen hafta bir heyet geldi; belediye başkanları, işadamları, oda başkanları, kamu kurum ve kuruluşlarının yetkilileri; bunlarla ben de görüştüm. Ama, maalesef, tabiî, belirli konular kamuoyuna yanlış anlatılmaya çalışıldığı süre içerisinde, belirli konularla ilgili olarak, gerçekleri değil, siyasî rant almak için, siyasî polemik yaratmak için meseleleri ortaya koyarak, düne bakmadan bugünü değerlendirip, bugüne bakmadan yarın hakkında fikir yürütenlerin zaman zaman kamuoyunu yanlış yönlendirdikleri kanaatine kendileri de vardılar. Kendileriyle Mecliste görüştüm, uzun uzun bir görüşme yaptım.

Hepinizin bildiği gibi, özellikle geçen sene -kasım, aralık ve ocak aylarında- ülkemizde gerçekten büyük enerji sıkıntısı çekilmiştir. 2000 yılında hidroelektrik santrallardan 31 milyar kilovat/saat enerji elde edildiği halde, 2001 yılında kuraklık nedeniyle 21 milyar kilovat/saat elde edilebilmiştir. Bu nedenle, özellikle termik santrallarımızın tam kapasiteyle çalışabilmeleriyle ilgili olarak, özellikle de tarafımca talimat verilmiştir; risk alınarak talimat verilmiştir. Dünyada termik santralların kapasite kullanım faktörleri yüzde 55, yüzde 60, maksimum yüzde 65 seviyesindedir; ama, Zonguldak'ta -Çatalağzı Termik Santralı dahil olmak üzere- otuz yıllık termik santrallar yüzde 75, yüzde 80, hatta yüzde 84 kapasite kullanım faktörleriyle çalıştırılmıştır. Niçin? İlgili üç genel müdür, Bakan olarak bizzat bana yazı yazmış, "biz, günde 3 saat enerji kısıtlamasına gitmek mecburiyetindeyiz; bu nedenle, bizim, şu anda, Türkiye'nin tükettiği enerjiyi karşılayacak durumumuz yok" demişlerdir; bana, Bakan olarak, bu yazıyı vermişlerdir; ama, bütün bunlara rağmen, Türkiye'de enerji kısıtlamasına gitmemek için bütün termik santrallarımızda bakım yapılmamış, hatta, risk alınmış ve tam kapasiteyle çalıştırılmıştır.

Bunun yanı sıra, hangi dönemde olmuştur bu; Türkiye'de, tüketimde yüzde 8 azalma olduğu bir dönemde olmuştur. Eğer, ekonomik kriz olmasaydı, tüketimde yüzde 8 azalma olmasaydı da, her yıl olduğu gibi, tüketimde yüzde 8 büyüme olsaydı, o zaman, 6 saatlik enerji kısıtlamasına gitmek mecburiyetinde kalacaktık. Bu nedenle, özellikle hiç bakımı yapılmayan termik santrallar, sırasıyla bakıma alınmaktadır.

Türkiye'de, enerji üretimi, arz-talep dengesini karşılayabilmek için yapılmaktadır. Bakın, size rakam vereyim: Soma Termik Santralımızda, 6 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat ünitelerimiz var; bugün itibariyle, 4 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat ünitelerimiz çalışıyor; üçüncü ünite revizyonda, ikinci ünitenin kazanında boru patladı ve cuma günü bitecek.

Geçen sene, enerji kısıtlamasına gideceğimiz dönemde, rehabilitasyon çalışmalarından ve bakım çalışmalarından dolayı, arıza yapan Soma'da bir veya iki ünitenin çalıştığı iki üç ay oldu. Devreye sokmaya çok çalıştık; ama, zaman gerekiyordu, onun için devreye sokamadık. Bu nedenle, şu anda, Soma'da, ne kömür üretiminde ne kömür tüketiminde ne enerjinin üretilmesinde ne de enerji üretmeyen oradaki işçilerin işlerine son verilmesiyle ilgili hiçbir konu söz konusu değildir, hiçbir işlem söz konusu değildir; kendileriyle bunu konuştum, kendilerine de söyledim.

Özellikle doğalgaza değindiniz Bülent Bey; çok teşekkür ediyorum. Tenkit etmek için söylemiyorum, kesinlikle yanlış anlaşılmasın; ama, o dönemde Türkiye'nin enerji geleceğini garanti altına alabilmek için işlem yapan bütün hükümetlere de teşekkür ediyorum; fakat, özellikle bu sene devreye girecek doğalgaz santrallarıyla ilgili bilgi vermek istiyorum. Örneğin, Adapazarı Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat; Ankara Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat; İzmir Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 1 540 megavat; Gebze Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 1 540 megavat; Gebze-Dilovası Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 253,4 megavat. Gebze Doğalgaz Santralı, 1 540 megavat; ne zaman yapılmış bu; projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti, Refah Partisi-DYP koalisyonu. Proje o zaman ihale edilmiş; ama, bugün suçlanıyoruz niye bu doğalgaz santralları yapıldı diye. Tekrar söyleyeyim, İzmir Doğalgaz Santralı, 1 540 megavat, projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti, projenin ihale dönemindeki bakan Recai Kutan; Adapazarı Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat, projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti ve projenin ihale dönemindeki bakan, Recai Kutan; fena mı yapılmış?!. 3 850 megavatlık 3 santral bu sene devreye girecek. Eğer bu santrallar devreye girmemiş olsaydı... Bu sene, tüketimde geçmiş senelere oranla henüz yüzde 5, yüzde 6 yine düşüş var. Bu ekonomik kriz mutlaka atlatılacak, atlatılmaya inşallah başlanıldı ve tüketimdeki artıştan biz bunu hissediyoruz, enerji tüketimi her gün artmaya başlıyor. Bunlar devreye girmemiş olsaydı, o zaman, belirli enerji sıkıntısı çekilecekti.

Ben, şu an Bakan olarak, hiçbir yap-işlet-devret santrallarıyla ilgili -doğalgazlar dahil- imza atmadım, benden önceki Bakanım imza atmadı. Sayın Cumhur Ersümer, ondan önce gelen prosedürleri, bu yapılan anlaşmalarla ilgili uygulama anlaşmalarının ihale anlaşmalarından sonra normal rutin işlemlerini yerine getirdi; ama, bugün, gelin görün ki, Türkiye'de doğalgaz santrallarını Anavatan Partili Bakan yaptı, doğalgaz santrallarında enerji üretiyorlar, diğer santrallarda enerji üretmiyorlar diye siyasî polemik yapıyorlar, yanlış, yalan ve kasıtlı konuşuyorlar. Bunlar, bu ülke için yararlı şeyler değildir. Kim ne yaparsa yapsın, ülkenin menfaatına ise teşekkür etmek gerekli. O nedenle, biz, geçen seneye oranla, bu sene yüzde 26 hidrolik santrallardan daha fazla enerji ürettik; niye ürettik; geçen sene kuraklıktan dolayı üretemez durumdaydık, bu sene yüzde 26 daha fazla ürettik. Adapazarı'nda kurulan doğalgaz santralını, rica minnet, Üretim Genel Müdürümü, İletim Genel Müdürümü ve Ticaret-Taahhüt Genel Müdürümü devreye sokarak, saatlerce toplantı yaparak, aman bir an önce deneme üretimine girin de ülkemizi enerjisiz bırakmayalım diye, ben, şubat-mart aylarında, kendilerini zorlayarak deneme üretimine sokmaya çalıştım; buradaki arkadaşlarımın hepsi bilirler. Ben, o hükümet döneminde bu doğalgaz santralları ihaleye çıkarıldı, evet, doğalgazda peşkeş çekildi, bunda ihanet var demiyorum; ülkenin genel menfaatı için bu santrallarla ilgili olarak yapılan anlaşmalar doğrudur diyorum. Bugüne kadar hiç kimseyi suçlamadık; ama, maalesef, her siyasî parti, özellikle muhalefet, doğalgaz santrallarıyla ilgili olarak çıkıyor ortaya "efendim, Anavatan Partisi döneminde yapılan bu ihaleler ülkeyi doğalgazla ilgili olarak karşı karşıya getirdi; pahalı enerji üretiyor..." Hayır...

Daha geriye dönelim, Trakya Doğalgaz Santralı, uygulama anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu Demirel Hükümeti; bakan, Ersin Faralyalı. Esenyurt Doğalgaz Santralı, uygulama anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu Demirel Hükümeti; bakan, Ersin Faralyalı. Gidelim, Ünimar Doğalgaz Santralına -yap-işlet-devret- 49 uncu Demirel Hükümeti; uygulama anlaşmasını imzalayan bakan, Ersin Faralyalı. Gebze-Dilovası -253,4 megavat- uygulama anlaşmasını imzalayan bakan, Hüsnü Doğan, 53 üncü -İkinci- Yılmaz Hükümeti...

Bakın, özellikle Türkiye'nin enerji politikasıyla ilgili olarak şunu söylüyorum: Ben de elektrik mühendisiyim, icraatın içinden geldim; önce şantiye şefliği yaptım, Otobüs, Elektrik, Su ve Soğuk Hava Depo İşletmeler Müdürlüğü yaptım, Zonguldak'ta elektrik işletmesini TEK'e ben devrettim ve bu işletmede fiilen 8-9 yıl çalıştım. Türkiye küçük bir ülke değil, en ucuz enerji, varolan enerjidir. Ülkede doğalgaz olmadığı zaman, Ankara'da 25 bar basınç bulunması gerekirken, 13-14 bar basınçla evde puf puf diye diye ocaklarımızın yandığı günü hatırlayalım. Enerji olmadığı zaman, kaç lira olursa olsun biz ihracatımızı yapalım diyen sanayicimizin bas bas bağırdığı, enerji olmadığı için sokak lambalarımızı yakmayarak kısıtlamaya gittiğimiz günleri unutmayalım.

Geçen hafta, ben, İzmir'de, seramikçilere doğalgaz verdim. Oksijen ister gibi, doğalgaz istiyorlar. 16 500 000 000 metreküp doğalgazı, geçen sene, tüketimde yüzde 7, yüzde 8 azalma olduğu halde, al ya da ödeye sokmadan, bu ülke tüketmiştir. Bu sene 19 500 000 000 metreküp doğalgazı tüketecektir; tüketmediği takdirde, Nijerya'dan ve Cezayir'den aldığımız LPG'yi, BOTAŞ'a müracaat ederek, bize ver diyen ülkeler, işadamları vardır.

Türkiye, doğalgaz anlaşmalarını doğru yapmıştır. Geçtiğimiz günlerde de, bu doğalgaz anlaşmalarıyla ilgili olarak, 17 ilimize doğalgaz veriliş törenini aynı anda yaptık. Seramikçilere doğalgaz verdiğimiz zaman, Ege'deki o sanayicinin gözü parlıyordu. Şu anda da 60 şehrimiz doğalgaz bekliyor. Allah nasip ederse, bu doğalgazı verecek gücümüz de var, BOTAŞ'ın parası da var. Üç vardiya çalıştırmak suretiyle, iki ay önce İzmir'e doğalgaz verdik; neden verdik biliyor musunuz; geçen sene, bu Meclis, sizler, hep beraber, ben de dahil, seramikçilere, sübvanse etmek için, 70 trilyon lira para vermedik mi... Ama, bu sene doğalgazı verdik, al işte, devlet bir anda 70 trilyon lira para kazandı. Aksi takdirde, bunları sübvanse etmeye devam edeceğiz; niye devam edeceğiz; rekabet edemiyorlar, LPG ile doğalgaz arasındaki farktan rekabet edemiyorlar. Ee, bu adaletli mi; değil. Belki, Türkiye'nin her yerinde LPG kullananlara aynı sübvanseyi yapamadık, aslında yapmak lazımdı; ama, yaptığımız zaman da, bütçe imkânları belli, üzerimize çok büyük yük düşüyor.

Enerjiyle ilgili olarak, geçen sene, altı ayda yüzde 57 zam yapıldı. Bu sene, elektriğe, şu ana kadar, yılbaşından bu yana yapılan zam yüzde 7'dir. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik krize rağmen, altı ayda yapılan zam, bu sene yüzde 7'dir, geçen sene yüzde 57'dir. Bu da, hükümetin ve Bakanlığımın başarısıdır.

Doğalgaza gelelim... Biz, geçen sene kasım ayından bu yana doğalgaza zam yapmadık, tersine, sanayide kullanılan doğalgazda yüzde 14 indirim yaptık; ama, KİT'lerin yaptığı zararların karşılanabilmesi için -belki, doğalgaza değil, KİT'lerin bir başka ürününe de zam yapılması gerekliydi ama- hükümetimizin aldığı karar sonucu Hazine ile yaptığımız görüşmeler neticesinde, doğalgaza, bu ay -sadece bu ay- aybaşında, önce yüzde 3, sonra yüzde 5 zam yaptık. Yani, kasım, aralık, ocak, şubat, mart, nisan, mayıs ayları boyunca, yedi ay doğalgaza zam yapılmayan zaman dilimini göstersenize bana; hangi hükümet döneminde yedi ay doğalgaza zam yapılmamış? Geriye doğru bir gidin; hangi hükümet döneminde, yıl sonu enflasyon hedefi yüzde 35, altı aylık enflasyon yüzde 12 iken, elektriğe, yüzde 7 zam yapılmış, göstersenize bana? Bunları takdir etmek lazım.

Ben, netice olarak şunu söylüyorum: Ülkemizde, geçmişte yapılan anlaşmalar dikkate alınarak, enerjide, arz ve talep dengesine göre, en iyi şekilde üretim yapabilmek ve en iyi şekilde tüketimi karşılayabilmek için, arkadaşlarımız, ellerinden gelen her türlü gayreti sarf ediyorlar ve bundan sonra sarf etmeye devam edecekler.

Tabiî ki, özellikle, İzmir'de, sanayide LPG yerine doğalgazın kullanılmış olmasından kaynaklanan büyük bir memnuniyet var. İşte biz sıvılaştırılmış LPG alıyoruz, doğalgaz alıyoruz. Biraz önce söyledim, şu anda bütün milletvekili arkadaşlarıma da söylüyorum, BOTAŞ'a yapılan müracaatları görün. İngiltere doğalgaz ihraç ediyordu, şu anda doğalgaz ithal etmeye başladı.

Yunanistan Kalkınma Bakanı Akis Cuhacopulos Ankara'ya geldiğinde ortak bir deklarasyon yayımladık, 285 kilometre Karacabey-İpsala, İpsala-Komotoni; yani, Gümülcine arasına hat döşenecek. İlk etapta 500 000 000 metreküp doğalgaz ihraç edeceğiz; ama, 15 milyar metreküp doğalgaz ihraç edeceğimiz şekilde yapılıyor ve bu hattın tamamı için Avrupa Birliğinin kredi vermesi konusunda, Yunanistan, bize, son derece yardımcı oluyor.

Bunun yanı sıra da, özellikle, şunu söyleyeyim; Bosna-Hersek'e gittim. Bosna-Hersek'te Enerji Bakanı ile anlaşma değil, ortak bir deklarasyon, mutabakat zaptı imzaladık, bizden doğalgaz istiyorlar. BOTAŞ, Avusturya ile mutabakat zaptı imzaladı. Biz, nasıl Hazar Bölgesinin Batıya açılmasında enerji koridoru işlevini yerine getireceğiz; işte bu çalışmalarla. Benden önce bakanlık yapan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; doğruyu yapmışlar. UCT'ye üye olmak mecburiyetindeyiz. Birinci 400 kilovoltluk hat bitti, Bulgaristan ikinci 400 kilovoltluk enerji nakil hattını bitirmek üzere. UCT'ye üye olduğumuz zaman, Avrupa Doğalgaz Enterkonneksiyonuna girdiğimiz zaman, 4646 sayılı Yasaya göre, doğalgazın ithalatı, ihracatı, dağıtımı serbest olduğu zaman, arzu eden doğalgazı istediği yere satacak, arzu eden elektriği istediği yere satacak, serbest piyasa ekonomisinde rekabete dayalı bu işler, kendi dengesini, kendi sağlayacak.

Bu açıklamaları yapma fırsatı verdiği için Sayın Arınç'a teşekkür ediyorum; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Rüzgâr enerjisi ne olacak Sayın Bakan?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Sayın Başkan, kısa bir açıklama...

BAŞKAN - Süreniz zaten vardı Sayın Çakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Özellikle rüzgâr enerjisiyle ilgili -yenilenebilir enerjidir- iki gün önce Hazine Müsteşarımızla görüştüm. İlk etapta, 140-150 megavatlık rüzgâr enerjisini ülkemize tanıtacak ve yatırım yapacak yerli ve yabancı yatırımcıları teşvik etmemiz lazım. Bu konuyla ilgili olarak benim Müsteşar Yardımcım Fikret Baran, Hazineden bir arkadaşımızla dünden itibaren çalışmaya başladı.

Rüzgâr enerjisinin önünü açmamız lazım ve bununla ilgili olarak da gerekirse, bakın....

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Etme Sayın Bakan!

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bunları halka anlatamazsınız.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Müsaade eder misiniz... Müsaade eder misiniz...

Rüzgâr enerjisiyle ilgili olarak da, Bakanlığın bize düşen görevi neyse, biz onu yerine getireceğiz; ondan emin olun.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bakan.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Yanıltıcı beyanda bulunuyorsunuz; buna hakkınız yok.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bulgaristan'dan 4 sente elektrik teklif ediyorlar, niçin almıyorsunuz?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkanım, bir cümle ilave edeceğim.

BAŞKAN - Hayır efendim; birçok milletvekili arkadaşımız da işaret buyurdular; 19.00'da çalışma süremiz bitiyor; onun için, gündeme geçiyorum.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, benim sorduğum üç soruya Sayın Bakan cevap vermedi. Burada doğalgaz savunmasını dinleyebiliriz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Savunma değil.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Linyite dayalı üretim yapan bu termik santralda niye kapasite düşürdünüz...

BAŞKAN - Sayın Arınç, istirham ediyorum...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - ...niçin petrokok ve ithale dayalı kömürdeki fonu yüzde 1'e indirdiniz; ben, bunları soruyorum; yoksa doğalgaz savunmasını değil.

BAŞKAN - Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutacağım.

Okutmadan önce, Divan Üyesi arkadaşımın oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Önergeyi okutuyorum:

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 19 arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/293)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesinin gerçekleşme aşamasında yapılan fahiş hatalar yüzünden Hazine çok büyük maddî kayıplara uğramıştır. İzmit Büyükşehir Belediyesinin bu uygulamasındaki hataların giderilmesi, uygulamalarda kasıt ve hatası olanlar hakkında kanunî işlem yapılması amacıyla, Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisince Meclis araştırmasını istiyoruz.

Saygılarımızla.                                                                                 18.6.2002

1-Osman Pepe                                 (Kocaeli)

2-Musa Uzunkaya                                (Samsun)

3-Mahmut Göksu                                (Adıyaman)

4-Mehmet Altan Karapaşaoğlu                                (Bursa)

5-Ramazan Toprak                                (Aksaray)

6- Tevhit Karakaya                                 (Erzincan)

7- İsmail Özgün                                (Balıkesir)

8- Osman Aslan                                (Diyarbakır)

9- Zeki Ergezen                                 (Bitlis)

10- Mahfuz Güler                                (Bingöl)

11- Abdülkadir Aksu                                (İstanbul)

12- Mehmet Elkatmış                                (Nevşehir)

13- Mehmet Ali Şahin                                (İstanbul)

14- Yahya Akman                                (Şanlıurfa)

15- Avni Doğan                                (Kahramanmaraş)

16- Maliki Ejder Arvas                                (Van)

17- Faruk Çelik                                (Bursa)

18 - Mehmet Necati Çetinkaya                                (Manisa)

19- Zülfükâr İzol                                (Şanlıurfa)

20- Sabahattin Yıldız                                (Muş)

İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi, Devlet Su İşleri tarafından 9.2.1987 tarihinde Yuvacık Barajının 15 000 000 dolara GAMA AŞ'ye ihalesiyle başlatılmıştı. Projenin 1995'e kadar baraj kısmının yüzde 50'si bitmek üzereyken, 24.2.1995 tarih ve 95/T-17 sayılı karara istinaden Y.İ.D (yap-işlet-devret) modeline alınmıştır. 1999 yılında işletmeye alınan proje, GAMA-Güriş, İzmit Büyükşehir Belediyesi, Thames Water, Mitsui, Sumumito Konsorsiyumunca tamamlanıp devreye alınmıştır. 890 000 000 dolar dış kredisi, yüzde 10 yıllık faizi olan proje, yıllık 142 000 000 metreküp su satışının bedeliyle geri ödenmek üzere anlaşma yapılmıştır.

Yanlış fizibilite sonucu proje, ülkeye fevkalade pahalıya mal olmuştur. Her yıl denize akıtılan satılamayan su bedeli takribî 200-250 000 000 dolar, projeye garanti veren Hazine Müsteşarlığınca ödenmeye devam edilmektedir. Sadece 1999-2000 yılında 387 000 000 dolar ödenmiştir. Geri ödemesi onbeş yıl olan bu projenin toplam maliyetinin 3,5-4 milyar dolar olabileceği hesaplanmaktadır. Projeye Hazine garantisi verilirken, YPK (Yüksek Planlama Kurulu) dahil, pek çok devlet birimi yanlış, kasıtlı veya eksik bilgilendirilmek  suretiyle, projeye hakkı olmayan ayrıcalık tanınmıştır. Projenin tasdik edildiği tarihte yürürlükteki mevzuatta olmayan uluslararası tahkim bile konulabilmiştir.

Devletin ilgili birimleri arasında yapılan yazışmalardan projenin Y.İ.D. (yap-işlet-devret) modeliyle tamamlanması halinde pek çok olumsuzluk çıkacağı bilinirken, dönemin hazine bürokratlarının hazırladığı ve devlet bakanı tarafından 3.9.1992 tarih ve 07501 sayılı onay verilmiştir.

Sayıştayın yap işlet devret modeliyle yapılan söz konusu projeyle alakalı raporunda olayın bütün vahameti ortaya konulmuştur. Daha önce pek çok ulusal basında İzmit Büyükşehir Belediyesinin ilgili projesiyle alakalı değerlendirmeler yer almıştır. Sayıştay, Ocak 2002'de yap işlet devret modeliyle alakalı raporunda mezkûr projenin âdeta bir soygun olduğunu ve emsallerinden çok pahalı yapılarak Hazinenin çok ağır bir yük altına sokulmuştur denilmektedir.

Buna karşın, İzmit Büyükşehir Belediyesi, 9.6.2002 tarihinde, çok satan 5 ulusal ve 3 yerel gazetede sayfa dolusu verdikleri ilanlarla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yegâne ve en güvenilir denetim organı olan Sayıştay ve devletin konuyu yakından bilen kurumları sanki tekzip ediliyor, "İzmit Su Projesiyle Ülkemize Hizmet Ediyoruz" başlığı kullanılarak kamuoyu yanıltılıyor.

Söz konusu ilanda "boşa akan su yoktur" denilirken, İçişleri Bakanlığının yazılı sorularımıza verdiği cevaplarda ve de Sayıştay raporunda "100 000 000 metreküp su boşa akıtılıp, Hazinece parası ödenmiştir" deniliyor.

İsale hattı ve arıtma tesisinin fizibilitelerinde ciddî skandallar vardır. İzmit Büyükşehir Belediyesi ilanlarında, İzmit Su Projesiyle fahiş bir rakamın söz konusu olmadığı ifade edilirken, Sayıştay raporunda 10 - 12 katlık çok fahiş rakamların olduğu yazılmaktadır.

"Prosedür eksikliği yok" diyen İBB'ye rağmen 31.5.1994 tarihinde Dış Ekonomik İşler Genel Müdürlüğündeki yetkililerce paraflanmasına rağmen dönemin müsteşarınca imzalanmamıştır.

3.8.1994 tarihli onayda "su satış fiyatının sübvanse edilmek zorunda kalınacaktır" ifadesi metinden çıkarılmıştır.

İzmit Büyükşehir Belediyesi ve konsorsiyum ortaklarından birisini temsil eden belediye başkanvekili aynı kişidir ve daha pek çok mevzuat ihlali yapılarak bugüne gelinmiştir.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1989 Su-İş Proje Mühendislik Müşavirlik Limitet Şirketince -baraj hariç- katî proje raporu hazırlatmıştır ve 60 000 000 dolar tahmin edilmiştir.

Devlet Su İşleri tarafından onaylı katî proje raporu olmasına rağmen ve arada 10 katı aşan fahiş bir fiyat farkı bulunmasına rağmen, bu iş, Devlet Su İşlerinden alınarak yap-işlet-devret modeliyle, konsorsiyuma, ihaleye bile çıkılmasına gerek görülmeden rekabet ihlali yapılarak sadece konsorsiyumun teklif fiyatları alınarak verilmiş ve verilirken de hiçbir kriter uygulanmamıştır.

İzmit Büyükşehir Belediyesi (Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine Müsteşarlığı ile birlikte) projenin yatırım maliyetiyle ilgili olarak yürürlükteki yasalarla kendisine verilen görevi yapmayarak bugünkü olumsuzluklara zemin hazırlamıştır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan’ın, Suriye’ye yaptığı resmî ziyarete iştirak eden milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1115)

                                                                        17.6.2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bayındırlık ve İskân Bakanı Prof. Dr. Abdülkadir Akcan'ın, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 19-23 Mayıs 2002 tarihleri arasında Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                                                  Bülent Ecevit

                                                                         Başbakan

LİSTE

Hakkı Oğuz Aykut                                Hatay Milletvekili

Mehmet Şandır                                                      Hatay Milletvekili

M. Kemal Tuğmaner                                Mardin Milletvekili

Mehmet Yalçınkaya                                Şanlıurfa Milletvekili

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinden kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:

2. – Olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1116)

                                                                                                        17.6.2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

30 Mart 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı Kararı ile onaylanmış bulunan Olağanüstü Halin;

1- Hakkâri ve Tunceli illerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere kaldırılmasının,

2- Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasının,

Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                  Bülent Ecevit

                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.

İlk söz...

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, önce ben konuşayım.

BAŞKAN - Peki, buyurun Sayın Bakanım.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan olağanüstü hal uygulamasının, 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere, Hakkâri ve Tunceli illerinde sona erdirilmesi, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise dört ay daha uzatılması yolundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde Hükümetimizin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, şahsım ve Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, 19 Temmuz 1987 tarihinde, Diyarbakır, Bingöl, Hakkâri, Mardin ve Siirt illerinde sıkıyönetim kaldırılmış, bunlara Elazığ, Tunceli, Van illeri eklenmek suretiyle 8 ilde olağanüstü hal ilan edilerek, ihdas edilen Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kapsamına alınmıştır. Ayrıca, Adıyaman, Bitlis, Muş illeri de mücavir il olarak tespit edilmiştir. 16 Mayıs 1990 tarihinde de Batman ve Şırnak'ın il olmasıyla Bölge Valiliği sorumluluk alanındaki il sayısı, mücavir illerle birlikte, 13'e yükselmiştir. 19 Mart 1994 tarihinden itibaren, Bitlis İli olağanüstü hal kapsamına alınırken, Elazığ İli olağanüstü hal kapsamından çıkarılarak, mücavir il olmuştur. 19 Temmuz 1995 tarihinde Adıyaman, 30 Kasım 1996'da ise Elazığ mücavir il kapsamından çıkarılmış, yine, sırasıyla, 30 Kasım 1996 tarihinde Mardin, 6 Ekim 1997 tarihinde Batman, Bingöl ve Bitlis, 30 Kasım 1999 tarihinde Siirt ve 30 Temmuz 2000 tarihinden itibaren de Van illerinde olağanüstü hal uygulaması kaldırılarak, bu iller mücavir il statüsüne alınmıştır. Olağanüstü hal yönetimi, ilan tarihinden itibaren, dörder aylık dönemler halinde 45 kez uzatılmıştır. Bugün, halen, Bölge Valiliği sorumluluk sahasında bulunan 11 ilden 4'ü olağanüstü hal, diğer 7'si ise mücavir il kapsamındadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde olağanüstü hal uygulaması, demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri kullanılamaz hale getiren, ülke ve ulus bütünlüğüne göz diken, ayrılıkçı, bölücü terörü ortadan kaldırmak amacıyla ilan edilmiştir. Bölücü terör örgütünün, başta bölge halkı olmak üzere, ülkemize verdiği maddî ve manevî zarar, hafızalardan kolay kolay silinemeyecek kadar büyük boyutlarda olmuştur. Bu cinayet şebekesi hain emellerini gerçekleştirmek için, çocuk, kadın, yaşlı, binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, yine, binlercesinin sakat kalmasına neden olmuştur. Bu eşkiya çetesi, bölücü hayallerle vatandaşlarımızı birbirlerine düşürmeye çalışmıştır. Yine, bölücü terör, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimize yönelik her alandaki iyileştirmelere ve yatırımlara da yıllarca engel olmuştur. Ancak, güvenlik güçlerimiz, halkımızdan aldıkları destekle, terörün üstesinden nasıl gelinebileceğini, bu Yüce Millet de, birlik ve beraberlik şuurumuzun en önemli manevî varlığımız olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Bölücü, yıkıcı ve irticaî teröre karşı bölgede ve ülke genelinde gösterilen başarılı mücadele sonucu tesis edilen huzur ortamı, aziz milletimizin de büyük desteğiyle güçlenerek devam etmektedir.

Olağanüstü hal ve mücavir illerde, son on yılda meydana gelen terör olaylarının istatistikî analizine baktığımız zaman, 1992 yılında toplam 2 612 olan olay sayısının 1993 yılında 3 933; 1994 yılında 3 809; 1995 yılında 2 118; 1996 yılında 1 941; 1997 yılında 1 300; 1998 yılında 977; 1999 yılında 1 077; 2000 yılında 262; 2001 yılında 222 ve 14 Haziran itibariyle de 2002 yılında 121 olduğunu görüyoruz. 1 Ocak-14 Haziran 2002 tarihleri arasında ülke genelinde meydana gelen terör olaylarının yüzde 15,6'sının olağanüstü hal ve mücavir illerde meydana gelmesi, geçmiş yıllarda yaşanan terör olaylarının yoğunluğunun bu bölgemizde giderek azaldığını, terör örgütlerinin eylem ve aktivitelerinin marjinal seviyelere geldiğini göstermektedir.

Bugün, olağanüstü hal kapsamında bulunan Hakkâri ve Tunceli illeriyle ilgili istatistikler analiz edildiğinde ise, Tunceli İlinde, 1998 yılında 133, 1999 yılında 112; 2000 yılında 32, 2001 yılında 27, 14 Haziran 2002 tarihi itibariyle de 2002 yılında 3; Hakkâri İlinde, 1998 yılında 140, 1999 yılında 141, 2000 yılında 27, 2001 yılında 26, 2002 yılında ise 11 olayın meydana geldiği, olay sayısında önemli bir düşüş kaydedildiği gözlenmektedir.

Diyarbakır ve Şırnak İlleriyle ilgili aynı dönemlerdeki rakamlara bakıldığında, Diyarbakır İlinde, 1998 yılında 110; 1999 yılında 171; 2000 yılında 33; 2001 yılında 34; 2002 yılında 21; Şırnak İlinde, 1998 yılında 113; 1999 yılında 169; 2000 yılında 47; 2001 yılında 46; 2002 yılındaysa 14 olayın meydana geldiği anlaşılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bölücü terör örgütü, etkinliğini yitirmiş ve giderek yok olma trendine girmiştir. Silahlı mücadeleyi kaybetmesi, bölücübaşının yakalanması, ciddî militan zayiatı, örgüt kadrolarına katılımın azalması, yetersiz lojistik destek gibi sebeplerle faaliyetlerini siyasî alana kaydırma gayreti içerisine girdiğini gözlüyoruz. İsim değişikliğiyle de, sözde, kanlı terör örgütü kimliğinden kurtulmaya, yeni söylemine uluslararası destek sağlamaya çalışmaktadır. İsim değişikliğiyle "bebek katili" sıfatından sıyrılması mümkün değildir; çünkü, hâlâ, silahlı unsurlarının varlığını korumakta, yurtdışı kamplarında her türlü silahlı siyasî eğitimler ile barınma ve lojistik malzeme temini faaliyetlerini de sürdürmektedirler. Bu nedenle, bölücü terör örgütüyle mücadelemizi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da büyük bir kararlılık ve hassasiyetle ve kökü kazınıncaya kadar sürdürmeye devam edeceğiz. Terör ve anarşi yaratanlar, cebir ve şiddet kullananlar, milletimizin huzurunu bozmak isteyenler, en sert ve kararlı cevabı, daima alacaklardır. Her karışı şehit kanlarıyla yoğrulmuş Anadolu topraklarında, bin yıldan beri, kardeşçe, birlik içerisinde yaşıyoruz; bundan sonra da, sevgiyi paylaşarak, birlik içerisinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Ülkemize yönelik bütün tehlikelere karşı, Mardinlisi, Samsunlusu, Sivaslısı, Aydınlısı, Mersinlisi, Tokatlısı, Diyarbakırlısı, Trabzonlusu, Hakkârilisi, Edirnelisi, hep birlikte, bugüne kadar göğsümüzü siper ettik, gerekirse, seve seve yine edeceğiz; ama, aynı zamanda, yıllardır terörden çok çekmiş, sosyoekonomik yaşamı ve toplumsal dokusu ciddî oranda sarsılmış bölge insanımızın yaralarını da hızla sarmayı sürdüreceğiz. 

Bugün, ülke olarak, demokrasiden ekonomiye, insan haklarından çalışma hayatına kadar, her alanda, topyekûn bir kalkınma mücadelesi veriyoruz. Demokratikleşme yolunda, temel hak ve özgürlükler alanında hep birlikte, tarihî adımlar atıyoruz. İnsanımız, bunlara ziyadesiyle layıktır. Bu adımlar, ülkemizi, üniter yapı içinde daha da güçlendirmektedir. Bizim bütün gayretimiz, ülkemizin her köşesinde, çağdaş toplum kurumlarını ve değerlerini hâkim kılmaktır, şanlı bayrağımızın altında yaşayan herkesi, en gelişmiş demokrasilerde kurumlaşan insan hak ve hürriyetlerine tam olarak kavuşturmaktır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 13 Mart 2002 günü, yüksek huzurlarınızda, olağanüstü hal kapsamındaki 4 ilimiz ve 7 mücavir ilimizdeki eğitim, sağlık, sosyoekonomik ve kültürel alanlarda yürütülmekte olan hizmetleri ayrıntılı olarak arz etmiştim. İzninizle, burada, özet olarak, içinde bulunduğumuz 2002 yılına ait bazı bilgileri sunmak istiyorum.

Olağanüstü hal ve mücavir illerimizde yürütülen tarım, imalat, enerji, ulaştırma, haberleşme, konut, eğitim, sağlık, sanayi, ormancılık, turizm, madencilik ve diğer kamu hizmetleri sektörlerindeki yatırımların toplam proje tutarı 11 602 304 533 000 000 liradır. Mayıs ayı itibariyle bu projelere toplam 1 katrilyon 377 trilyon lira harcanmıştır. Bu yatırımların 2002 yılı kalan ödeneği ise 625 trilyon 421 milyar liradır.

2002 yılında eğitim hizmetlerine ilişkin olarak Mardin'de 152 derslikli 5, Diyarbakır'da 120 derslikli 4 ve Batmanda 24 derslikli 1 ilköğretim okulu hizmete açılmıştır. Bölge illerinde geçen döneme göre mevcut sınıf ve branş öğretmenlerinde artış olmuş, 23 597 sınıf ve 12 440 branş öğretmeni görev yapmaktadır. Eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi kapsamında ekderslik inşaatlarıyla birlikte 5 yatılı bölge ilköğretim okulu, 1 pansiyonlu ilköğretim okulu ile mevcut okula ilave olarak 1 pansiyon ve 16 ilköğretim okulu inşaatı devam etmektedir.

Bölgede 2002 yılı içinde 1 hastane, 4 sağlık ocağı, 1 sağlık evi bitirilerek hizmete girmiştir, halen 25 hastane, 29 sağlık ocağı, 15 sağlık evinin de yapımları sürmektedir. Bölgede 541 uzman hekim, 1 259 pratisyen hekim, 2 660 hemşire, 1 987 ebe ve 5 668 yardımcı sağlık personeli de görev yapmaktadır. Olağanüstü hal ve mücavir illerde özel sektör yatırımlarına cazip alan oluşturacak sanayileşmeyi, dolayısıyla istihdamı geliştirecek organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin bir an önce bitirilmesi de önem kazanmaktadır.

Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesinde üretime geçen işyeri sayısı 35'ten 38'e yükselmiştir. Kamulaştırma işlemleri yapılanlarla birlikte, bölgedeki toplam 8 ilimizde organize sanayi bölgesi inşaatları devam etmektedir. Bunların bitmesiyle birlikte 478 işyerinde 27 930 kişinin istihdam edilmesi planlanmaktadır. Bölgedeki 22 küçük sanayi sitesinde işyeri sayısı 3 453, çalışan işçi sayısı ise 14 054'tür. Bu arada, 13 küçük sanayi sitesi inşaatı da devam etmektedir. Bu inşaatların tamamlanmasıyla, 2 088 işyerinde 11 400 kişinin daha istihdam edilmesi planlanmaktadır.

Gelir ve istihdam artırıcı faaliyetler kapsamında, köye dönenlere öncelik verilerek, genel idare, il özel idaresi, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Başbakanlık ve Bölge Valiliği imkânlarıyla, vilayetlerin uyguladıkları çeşitli projeler de sürdürülmektedir.

1.1.1999-30.4.2002 tarihleri arasında 13 460 kişiye 1 522 642 fidan,  2 860 kişiye 37 575 küçükbaş hayvan, 1 003 kişiye 2 201 büyükbaş hayvan dağıtılmıştır; 7 385 halı ve kilim tezgâhında 13 772 kişi çalışma imkânı bulmuştur. Yine aynı tarihler arasında, 2 034 kişiye 20 958 arılı kovan dağıtılmış, 797 kişiye de 806 sera kurulmuştur.

Yapılan bu çalışmaların parasal değeri, yaklaşık olarak 5 trilyon 810 milyar lira civarındadır.

Ayrıca, Bölge Valiliğince, Karacadağ yöresinde, 5 köyde açılan kurslarda eğitilen ve çalışma aletleri verilen 100 dolayındaki vatandaşımız, bazalt taşından parke üretip satmaya başlamıştır.

Öte yandan, Temmuz 2001'de başlanan Karacadağ Taşlı Arazi Islah Projesiyle, 2 090 dekar arazi taştan temizlenerek tarıma kazandırılmıştır, 2002 yılında da 5 000 dekar arazinin taştan temizlenmesi hedeflenmektedir.

Yine, 2001 yılının ekim ayında başlanan ve Dicle ve Kralkızı Barajlarının yapımıyla su rejimi kontrol altına alınan Dicle yatağının ıslah edilmesini, eski taşkınların yarattığı tahribatın giderilmesini, bu suretle 602 299 metrekare sulu tarım arazisinin yeniden kazanılmasını öngören Dicle Nehir Yatağı Arazi Islah Projesiyle ıslah edilen nehir yatağından 122 dönüm sulu tarım arazisi kazanılmış olup, 2002 yılında da çalışmalar devam etmektedir.

Mısır Ekimini Teşvik Projesi, İpekböcekçiliğini Geliştirme Projesi, Kadın girişimcilere uygulanacak kutu, ambalaj ve süslemeye ilişkin ürünlerin üretimi projeleri de, bölgede gelir ve istihdamı artırmaya yönelik olarak uygulamaya konulan diğer projelerdir.

Yöre halkının, terk ettiği, güvenliği sağlanan köylerine dönmeleri için bütün imkânlar da seferber edilmektedir. Köye Dönüş  ve Rehabilitasyon Projesi için, 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesinden 5 trilyon 615 milyar lira ayrılmıştır. Bölgede, programlı geri dönüş kapsamında, 12 yerleşim yerinde 855 konut bitirilmiş, 433 konutun yapımı ise sürdürülmektedir. Vatandaşlarımızın yerleşim birimlerine kendiliklerinden dönüşlerinde ise, son dönemde büyük bir yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı devletçe yapılmaktadır. Konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup, idare, gerekli malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Olağanüstü hal illeri ile mücavir illerde, Haziran 2000 - Mayıs 2002 tarihleri arasında 313 köy, 230 mezraya 44 444 nüfuslu 7 749 hanenin geri dönüşü sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bilindiği üzere, olağanüstü yönetim usulleri, demokratik rejimlerin -arzu etmemekle birlikte- zaman zaman başvurdukları zorunlu bir uygulamadır. Konuşmamın başında da belirttiğim üzere, bölücü terör örgütünün, 1984 yılında başlattığı kitle halinde öldürme eylemleri ve bu eylemlerini bazı illerimizde yoğunlaştırması, bu illerimizde bugüne kadar süregelen olağanüstü hali gerektiren şartları yaratmıştır.

Aziz milletimizin büyük desteği, sabrı ve özverisi, kahraman güvenlik kuvvetlerimizin olağanüstü fedakârlıkları ve başarılarıyla, terörle mücadelede, tüm dünyaya emsal olacak bir başarı sağlanmıştır. Bir yandan ülke içerisinde terörle mücadele ederken, diğer taraftan, bu tecrübelerinden hareketle bölgesel terörizmle, dış kaynaklı terörizmle ve uluslararası terörizmle mücadelede de uluslararası işbirliğine büyük önem verilmiştir. Terörün dili, dini, milleti, ırkı olmadığını, her şeklinin insanlık suçu olduğunu her platformda savunduk ve terörizmle hukuk içerisinde mücadele yolunda atılan her adımı destekledik. Güvenlik alanında, gerek uluslararası gerek ikili plandaki faaliyetlerimizi yoğunlaştırarak sürdürdük.

Girişimlerimizle, 2002 yılı 21 Mart Nevruz Günü münasebetiyle, bölücü örgüt sempatizanlarının Romanya ve Bulgaristan üzerinden ülkemize yürüyüşleri engellenmiş ve bu işbirliği diğer ülkelere de örnek bir çalışma olmuştur. Akabinde, gerek istihbarat gerek terörle mücadele birimlerimiz ile diğer Avrupa ülkelerinin güvenlik teşkilatları arasındaki işbirliği daha da geliştirilmiştir.

Yine, yoğun girişimler sonucu, Avrupa Birliği terör örgütleri listesine PKK ve DHKP-C terör örgütleri dahil edilmiştir.

PKK terör örgütünün, gerek adını ve gerekse illegal örgütlenmesini değiştirerek, özellikle uluslararası kamuoyunu yanıltma ve kendine dış destek sağlama yolundaki çalışmalarını da sona erdirmekte, Yüce Meclisin desteğiyle, kararlıyız. Bu kararlılık, terör örgütü tamamen son buluncaya ve son terörist teslim oluncaya kadar sürecektir. Bu kararlılık, ülkenin her köşesinde, her vatandaşımızın temel hak ve özgürlüklerini tam ve sürekli olarak güvence altına alıncaya kadar sürecektir. Bu kararlılık, hukuk devletinin ilkelerinden taviz vermeden sürecektir. Aynı kararlılık, diğer yıkıcı, bölücü ve irticai terör örgütleriyle aralıksız devam eden mücadelede de sürecektir. Bu kararlılığın en büyük güvencesi, her türlü suç ve suçluyla mücadeleyi, sahip olduğu teknik donanımı, bilgisi ve birikimiyle, olağan koşullarda yapma kabiliyeti kazanmış güvenlik kuvvetlerimiz ve aziz milletimizin onlara verdiği destektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; başta güvenlik kuvvetlerimiz olmak üzere devletin tüm kurumları, ülkemizde huzur ve güven ortamının devamı için gerekli her türlü tedbiri alacak tecrübe ve kudrettedir. Bugüne kadar yaşadığımız acı tecrübeler, milletimizin yakaladığı birlik ve beraberlik, huzur ve güven ortamının sürdürülmesi kararlılığının ne kadar önemli olduğunu ve bunun bir daha bozulmaması için herkesin üzerine düşen bütün fedakârlıklara katlanması gereğini yeterince gözler önüne sermektedir.

Binlerce güvenlik görevlimizin şehit olduğu, binlerce insanımızın hayatını kaybettiği, binlerce görevlimiz ve insanımızın onarılması imkânsız beden ve ruh tahribatına uğradığı, ülkemizin her köşesinin yasa ve derin üzüntülere boğulduğu bu acı sürecin, bir daha, ne bizim ülkemizde ne de dünyanın başka bir yerinde yaşanmamasını diliyorum. Herkes, bu acıların bir daha yaşanmaması için gayret göstermek zorundadır.

Konuşmalarımızın televizyon aracılığıyla halkımıza naklen veriliyor olmasından istifade ederek, halen terör örgütü içerisinde yer alanlarla ilgili temennilerimi de, buradan tekrar etmek istiyorum. Şu ya da bu biçimde terör örgütüne katılmış olabilirler, terör eylemlerine de katılmış olabilirler. Bu insanlıkdışı yaşama devam etmeleri için, akla, mantığa ve insanın yaradılışına uygun hiçbir gerekçe yoktur ve o yaşamdan uzaklaşmaları için hiçbir zaman da geç değildir. Sevgi ve medeniyeti seçmelerini diliyorum. Ana babalarının gözyaşlarını ve özlemlerini dindirmelerini diliyorum. Bu cennet vatanda, aziz milletimizin onurlu birer ferdi olmayı tercih etmelerini diliyorum. Bunun için de, daha önce bu yanlıştan dönerek teslim olan diğer gençler gibi, devletimizin güçlü ve şefkatli kollarına teslim olmaya çağırıyor, yüce yargının kararlarının, onların yeniden topluma kazanılmaları için yegâne seçenek olduğunu bir kez daha ifade ediyorum.

Bugüne kadar, yüce milletimizin ve Parlamentomuzun, kahraman güvenlik güçlerine verdiği desteğe şükranlarımızı arz ediyorum.

Bu düşüncelerle ve değerlendirmelerle, olağanüstü halin, 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den itibaren, Hakkâri ile Tunceli İllerimizde sona erdirilmesini, Diyarbakır ve Şırnak İllerimizde ise, olağanüstü hal uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere hazırlık süresi verilmesi için dört ay daha uzatılmasını Yüce Meclisimizin takdirlerine sunuyorum.

Bir daha, ülkemizde, ülkemizin hiçbir köşesinde olağanüstü yönetimi gerektirecek koşulların oluşmamasını, bu konuşmamın, olağanüstü halin uzatılması talebiyle yapılan son konuşma olmasını ve bundan sonra, hiçbir İçişleri Bakanının, bu yönde bir tezkereyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna çıkmamasını diliyorum.

Terörle mücadelede büyük bir özveriyle çalışan silahlı kuvvetlerimize, emniyet ve jandarma teşkilatımıza teşekkür ediyor, vatan ve görev uğruna yaşamlarını göz kırpmadan feda eden ve her biri yüreğimizden bir parça olan aziz şehitlerimize bir kez daha Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimize şükran duygularımı ifade ediyor, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Biz de, Değerli Bakanımıza teşekkür ediyoruz.

Gruplar adına ilk konuşmacı, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu.

Buyurunuz Sayın Kozakçıoğlu.

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü halin iki ilimizde kaldırılması, diğer iki ilimizde de uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi hakkında Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sizlere sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinize en içten saygılar sunarım.

Bölgede uzun süre devam eden terörle mücadelede hayatını kaybeden -hangi görevde olursa olsun; Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup, güvenlik güçlerine mensup, bölge halkından, koruculardan- şehitlik mertebesine ulaşan tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, kendilerine Allah'tan rahmet diliyor, hayatta bulunan gazilerimize sağlıkla birlikte uzun ömürler temenni ediyor ve bu mücadelede yer alan, ülkenin bölünmemesi konusunda hayatını ortaya koyan, bu mücadeleye bütün gücüyle katılan tüm görevlilere de candan şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, o bölgede, olağanüstü halin çok uzun süre devam ettiği pek çok kez tekrarlanmıştır. Şöyle geriye dönüp baktığımızda, olağanüstü halden önce, o bölgede sıkıyönetim vardır. 1978 yılında sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim uygulaması 1987'ye kadar sürmüş ve 19 Temmuz 1987 tarihinde de sıkıyönetime son verilerek olağanüstü hal uygulamasına başlanmıştır.

Zaman zaman "olağanüstü hal ilan edildi de ne oldu; buna rağmen 30 000 şehit verdik, 30 000 insanımızı kaybettik; olağanüstü hal bunlara mâni olamadı" şeklinde sitem ve tenkitlerle karşılaşıyoruz. Geriye dönüp, olayları, olayların kaynaklarını, hangi şartlarda meydana geldiğini ve nasıl devam ettiğini çok iyi değerlendirmemiz lazım. Olağanüstü hal durup dururken ilan edilmemiştir; sıkıyönetim uygulaması olduğu dönemde olaylar meydana gelmiştir. Hele, daha geriye gidersek, PKK kaynaklı terör olayının 1980'den önce başladığını, 1978'de başladığını görürüz. O yıllarda ilan edilen sıkıyönetim 1987'ye kadar devam etmiştir. 1980 askerî harekâtından sonra Suriye'ye kaçan ve Helve kampında yetiştirilen PKK'lı teröristler 15 Ağustos 1984 tarihinde, yani, bölgede sıkıyönetim uygulaması varken, Eruh ve Şemdinli ilçe merkezlerini basarak eylem yapmışlardır ve ondan sonra da, köy baskınları devamlı olarak, arka arkaya gelmiştir. Olağanüstü hal ilan edildiği tarihte, PKK'lı teröristlerin köy baskınları devam ediyordu. Hedef, sadece devlet güvenlik güçleri değildi; hatta, hedef, devlet güvenlik güçlerinden önce köy halkıydı, bölge halkıydı. Zira, amaçları, bölge halkını sindirmek, bölge halkını yanlarına almak, bölge halkından topladıkları kişileri silahlandırarak devlete karşı çıkmaktı ve ideolojilerini çok açık ve net ortaya koymuşlardı; Türkiye topraklarının bir bölümünü bölerek, Marksist ve Leninist teoriye dayalı, bağımsız bir Kürt devleti kurmak; hedef buydu. Bu hedefe ulaşmak için de, silahlı propaganda dediğimiz, yani, bölge halkını yıldırarak yanına alma, bölge halkını yıldırarak karşı çıkmasını önleme, görevlileri yıldırarak görev yapamama durumuna getirme dediğimiz silahlı propaganda yöntemini kullanıyorlardı; yani, durup dururken olağanüstü hal ilan edilmedi, bu şartlarda ilan edildi. Olağanüstü halin ve oradaki devlet güvenlik güçlerinin birinci görevi, tüm bölgeye yayılmış yerleşim alanlarındaki, en küçük yerleşim alanları dahil, bölge insanını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını teröriste karşı korumaktı.

Biraz önce belirttiğim gibi, yetiştirildikleri esas saha, o gün için, Suriye'nin kontrolünde bulunan Bekaa Vadisindeki Helve kampıydı. Daha sonra, Saddam rejiminin Kuzey Irak'ta bizim hududumuzdaki 20 ilâ 30 kilometre genişliğindeki bir bandı boşaltması üzerine, 1988'den sonra da o bölgeye geldiler, yerleştiler, kamplarını ve konaklamalarını oralara taşıdılar ve oradan bizim hududumuza ve içerideki köylere saldırmaya başladılar. O günkü olaylarda PKK'nın hedefi köylüydü; köylerde yaşayan bebelerdi, dedelerdi, savunmasız insanlardı. Bu nedenle, sıkıyönetim rejimi, ondan sonraki olağanüstü hal rejimi, bölge halkını teröristlere karşı korumak ve onların istediği Marksist-Leninist rejime dayalı ayrı bir devlet kurdurmamak, Türkiye Cumhuriyetini böldürmemekti. O bakımdan, bu rejimden başka, böyle bir sistemden başka, özel yönetimden başka bir yönetim tarzı, zaten, düşünülemezdi. Anayasamızın da düşündüğü sistem budur. Anayasamız, önce sıkıyönetim halini öngörmüştür; sıkıyönetim halinden biraz daha kuralların yumuşadığı sistem olağanüstü haldir; ondan sonra da normal rejime geçiştir. İşte, bugün, Türkiye, normal rejime geçişin noktasına, geçişin son yoluna da gelmiştir.

Bu uzun süreli terör olayında bölgede ne oldu; bölgede 30 000 insan hayatını kaybetti; bölgede pek çok insan işini kaybetti; pek çok insan köyünü, evini, tarlasını terk etmek zorunda kaldı; pek çok insan geçimini kaybetti, tarım sektörü felce uğradı, özellikle kırsal kesimde pek çok tarla ekilemez hale geldi, hayvancılık çok çok zarar gördü, madencilik zarar gördü; yani, topyekûn, ekonomi zarar gördü.

Şimdi, şunu rahatça söyleyebiliriz: Teröristler amaçlarına ulaşamadılar; bölemediler, parçalayamadılar, ayrı bir şey kuramadılar; ama, bölge ekonomisine büyük zarar verdiler, bölge halkına büyük zarar verdiler. Bölgenin kalkınma hareketini yavaşlatmanın yanında, bir anlamda durdurdular, bölgedeki pek çok tesisi işlemez hale getirdiler. O bakımdan, terörizm, hayat kaybettirmenin yanında, orada ekonomiyi de perişan hale getirmiştir.

Biraz önce Sayın Bakanımızın da belirttiği gibi, özellikle son dört-beş yıldan beri terör olayları ve rakamları bir hayli düşmüştür. Hele, 1998'den sonra, yılda meydana gelen terör olaylarının sayısı bir hayli aşağı inmiştir. Şimdi, süratle, yapılamayanların yapılması, gecikenlerin ve yeni projelerin o bölgede gündeme gelmesi lazım. Sayın Bakanımız bilgi verirken, okullardan, hastanelerden, sağlık ocaklarından bahsettiler. Ben diyorum ki, Türkiye'nin her tarafında okul, sağlık ocağı, hastane yapılıyor; o bölgede özel bazı projeler uygulanması lazım, terör nedeniyle yapılamayanların yapılması lazım. Terörün açtığı yaraların süratle sarılması gerekiyor. Bu nedenle de, o bölgede ve hatta, yalnız Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yalnız olağanüstü hal bölgesi değil, o bölgeye bitişik olan, Doğu Anadolu Bölgesinin, aynı ekonomik özelliği taşıyan hizmetlerden noksan kalan, bazı illerini de dahil etmek suretiyle, ilmî araştırmaya dayalı, projeye dayalı özel bir kalkınma projesinin uygulanması lazım. Özel kalkınma projesiyle ilgili olarak da özel örgütlenmenin yapılması lazım. Şu anda, bölge valiliği kuruluşu var. Hatta, bölge valiliği kuruluşundan faydalanmak suretiyle, onu, kısmen, veçhesini değiştirerek, teknik adamlarla takviye ederek bu projeyi uygulayacak bir hale getirmek lazım.

Ben, şöyle bir şeye benzetmek istiyorum: Kalın bir kitap düşünün; bu kitaba benzer bir proje hazırlanmalı, bu kitabın her sayfası ayrı bölümden oluşmalı; bir bölümü tarım, bir bölümü hayvancılık, bir bölümü sanayi, bir bölümü eğitim, bir bölümü kültür, bir bölümü sağlık ve tamamen, o bölgenin olaylarını kapsayan, o bölgenin sorunlarını içerisine alan ve cevap verecek proje olmalı. Bunun için de, o bölgenin tüm envanteri çıkarılmalı. O bölgede neler değerlendirilebiliyor; o bölgede, bugün, tarım sektöründe, devlet işletmesinde bulunan araziler var; o bölgede, vatandaşın emrine verilemeyen, üretime katılamayan pek çok değerler var. En son bir örnek: Orada, Dicle Üniversitesinin geniş arazisi var. Tarım fakültesi, ziraat fakültesi kurulacak diye vatandaşın arazisi istimlak edilmiş, ziraat fakültesi Urfa'da kurulmuş; ama, gepgeniş bir arazi orada bekliyor; kiraya verilmek suretiyle işletilmeye çalışılıyor. Bunun gibi pek çok örnek sayabilirim. Bunlar, mutlaka, o bölge halkının emrine ve hizmetine sunulmalı; yani, envanter yapıldıktan sonra neler yapılmalı konusu gündeme getirilmeli ve hatta, o bölgede, işsizliğin fazla olduğu, buna karşılık istihdam yaratan olayların bulunduğu bölgelerde, bu nüfus dağılımının dahi çok ciddî şekilde -ama, daima rızaya dayalı, isteğe dayalı olarak - planlamasının da süratle yapılması lazım.

Hemen şu soru akla gelebilir: Efendim, bu ekonomik kriz sırasında, bu özel projeler, bu büyük kalkınma projesi nasıl uygulanabilir? Ben de hemen şunu söyleyeyim: Uluslararası kuruluşların önüne ciddî projelerle çıktığımız zaman, Avrupa Birliği dahil, pek çok uluslararası kuruluş da dahil, insanî yardım amaçlı, kredi amaçlı pek çok kaynağın o bölgeye aktarılması mümkün olacaktır; o bölgeye, pek çok işadamının içeriden veya dışarıdan gelmesi sağlanmış olacaktır. Hatta, önce şunu söyleyeyim: O bölgeyle yakından ilgilenen pek çok ülke var, çeşitli amaçlarla ilgilenen ülkeler var, o bölgenin insanının yanında olduğunu söyleyen ülkeler var, o bölgenin insanının insan hakları ve özgürlükleri konusunda gayret gösterdiğini söyleyen ülkeler var. İşte, bu projeler, o ülkelerin önüne konulmalı. O bölgenin kalkınmasını, o bölge insanının refahını isteyen ülke, gerçek anlamda niyetini ortaya koyar, o projeleri desteklerse, o bölge hakkında bir şey söylemeye hakkı olabilir. O bakımdan, yalnız kendi imkânlarımızla değil, dünyadaki pek çok kuruluşun imkânını da bu bölgeye hızla sevk etmemiz gerekir.

Köye Dönüş Projesi de, bana göre, en öncelikle ele alınması gereken projelerdendir. Bu proje, bugüne kadar, maalesef -tenkit amacıyla söylemiyorum- istenilen oranda uygulanamamıştır, merkezden istenilen ihtiyaç oranında kaynak ayrılamamıştır, bölge valisi ile oradaki valilerin yerel imkânlarına birkısım merkezden takviye suretiyle uygulanır hale gelmiştir.

Köye Dönüş Projesi çok ciddî şekilde uygulanmalı, kırsal kesimde işlenemeyen topraklar işlenmeli, kırsal kesimdeki hayvancılık, daha gelişmiş olarak, eski seviyesinin çok daha üstüne çıkarılmalı; bu arada, sınır ticaretine de daha ağırlık verilerek, sınır ticareti, gerçekten, bölge halkının elinden tutar, ihtiyacını karşılar bir noktaya getirilmelidir. Sınır ticaretinde    -daha önceki konuşmalarımda da söyledim- sadece Irak'a, İran'a bağlı kalmak yerine, Suriye'yle ilişkileri geliştirmek suretiyle, Suriye kapısı da mutlaka kullanılmalı, o kapı da, Türk insanına, bizim ülkemize daha yararlı hale mutlaka getirilmeli.

Bölgede kısa öğretimle meslek sahibi olunabilecek olan okullar hızla artırılmalı; hatta, Türkiye'nin pek çok yerindeki yatılı bölge okullarından o bölge çocuklarına kontenjan ayrılmalıdır. Amaç, o bölgenin yıllardan beri ortaya çıkan eğitim açlığını gidermektir. Üniversiteye giriş konusunda özel bir sistem uygulanmalıdır. Yeterli laboratuvarı, öğretmeni, eğitim imkânı bulunmayan o çocukların, Galatasaray Lisesi, Kabataş Lisesi gibi liselerle yarışması kolay değildir; o nedenle, o bölge çocuklarının özel imkânla üniversiteye daha rahat  -Türkiye'nin diğer bölgelerinde olan kontenjan oranında- girişlerinin mutlaka sağlanması lazım.

Bu arada, aklıma gelen bir konu var. Köy korucuları, yıllardan beri o bölgede teröre karşı çıktılar, canlarını ortaya koydular, çoluk çocuklarıyla, eşleriyle birlikte teröre karşı koydular. Her türlü müessesesinin içerisinde olduğu gibi, koruculuk sisteminin içerisinde de yanlış yapanlar olabilir. Kişilerin yanlış yapması sonucunda, o müessesenin olduğu gibi kötülenmesine, o müessesenin defterden silinmesine gerek yoktur.

Şimdi, olağanüstü halin ortadan kalkmasına doğru gidilirken, o bölgedeki köy korucularının durumu gözden geçirilmeli; emeklilik hakkını kazanmış veya o yaşa gelmiş veya kısa sürede borçlanmak suretiyle emekli olabilecek olanlara emeklilik hakkı tanınmalı; emekli olamayanlar da, devletin diğer kurumlarında güvenlik görevlisi olarak görevlendirilmelidir.

O insanları kendi hallerine bıraktığımız takdirde, o insanları savunmasız, gariban halde bıraktığımız takdirde, o insanların başına gelecek olan her şeyden, bence, devlet sorumludur. Yıllardan beri devletle beraber olan, hata yapmakla beraber devletten yana tavrını ortaya koyan, çoluğuyla çocuğuyla beraber bölünmeye karşı irade ortaya koyan o korucuların mutlaka korunması, o korucuların hayatlarının idamesi için de onlara bir şansın ve maddî imkânın mutlaka tanınması gerekmektedir.

Bu arada, PKK'yı terörist ilan eden Batı'nın KADEK'in davranışlarını da çok iyi incelemesi, KADEK'i de aynı platforma mutlaka oturtması gerekmektedir. Türkiye olarak da, Dışişleri olarak da, bizim dikkat etmemiz gereken bir olay da şudur: Olay git gide uluslararası siyasî platforma oturmaktadır. Bundan sonra ülkemizin katılacağı her türlü uluslararası toplantıda karşımıza KADEK'in projesi çıkacaktır, karşımıza KADEK'in önerileri çıkacaktır, KADEK'in arzuları çıkacaktır, KADEK'lilerin ağzından değil, Batılıların ağzından çıkacaktır. Bu nedenle, Dışişleri buna da hazır olmalı, Türkiye, mutlaka, buna karşı da politika üretmelidir.

Şimdi, bugünkü gazetede okuduğum bir haber var. Avrupa Parlamentosu Karma Parlamento Komisyonu Avrupa Kanadı Başkanının bir basın toplantısı var. Bakın, basın toplantısında ne diyor bu Hollandalı zat: "Kopenhag siyasî kriterlerini Türkiye yerine getirebilir; ama, bunun yılsonuna kadar gerçekleşeceğine inanmak hayal olur. Türkiye'de öyle bir hava estiriliyor ki, sanki, idam cezasını kaldırıp, Kürtçe eğitime izin verirseniz her şey tamam olacak -yani, Kürtçe eğitim de denilse, idam cezası da kalksa, ona göre her şey tamam olmuyor- hayır öyle olmayacak. Biz, Türkler üzerinde baskı uyguluyoruz. Siz, sadece, kâğıt üzerinde yasalarınızı değiştirirseniz bile yeterli olmayacaktır; gerçekçi olalım" diyor. Nasıl gerçekçi olacakmışız? "Siz, terörle mücadele yaptınız, artık, bunu geçmişte bırakın." Peki ne yapalım? "Siz, eğer öbür taraf istiyorsa, silahları da bırakıyorsa, makul ölçüde bunu yapmak zorundasınız." Nedir bu? "PKK'yla diyalog kurmak zorundasınız" diyor. Bakın ne diyor: "Doğru bir diyalog sağlanmadığı takdirde -tehdide bakın, tehdide- Kopenhag kriterlerinden bir tanesi de yerine getirilmemiş olacaktır. Türkiye'nin kendi yenilgisini hazırlamasını istemiyorum" diyor. Yani, bu ağızdan çıkan bu sözler, esasında, Batı'da gizlenmiş, perde arkasına saklanmış bazı gerçek niyetleri ortaya koymaktadır. "Türkiye, otursun, PKK'yla diyalog kursun, pazarlık yapsın" diyorlar. Bu, bugün burada söyleniliyor; bu, üç gün beş gün sonra resmî ağızlarda da söylenilerek karşımıza çıkabilir. Bu nedenle, bu olay, Türkiye'nin millî bir olayıdır, Avrupa Birliğine girmek de millî bir olaydır, Güneydoğudaki terörle mücadele, ülkenin millî birlik ve beraberliği de millî bir olaydır.

Türkiye'nin, siyasî görüşleri bir tarafa bırakarak, bu konularda mutlaka millî bir politika oluşturması lazım. Millî bir politikanın bir parçasını bürokrat da söylemeli, politikacı da söylemeli, görevli de söylemeli, vatandaş da bilmeli. Bu millî politikayı oluşturmadığımız sürece, oluşturmadığımız takdirde, Avrupa Birliğine girme gerekçesi karşısında her gün bizden istenen tavizler artacaktır, her gün bir şey ekleyip isteyeceklerdir; çünkü, tarih verilmesini dahi -zaman geçmesin diye hepsini okumadım - uygun görmüyor.

Şimdi, Avrupa Birliğine şunu sormak lazım: Avrupa Birliği, bizi Avrupa Birliğine almak için Türkiye'de idamın kalkmasını mı istiyor; yoksa, Avrupa Birliği Apo'nun idam edilmemesini mi istiyor? Hangisini istiyor bunu açıkça söylemesi lazım ve eğer Türkiye'de idamın kalkmasını istiyoruz" diyorlarsa, o zaman, Apo olayını bıraksınlar. O zaman, idamın kalkması konusunda, Türkiye, ne yapması gerekiyorsa, bırak yapsın. Yok, hayır "biz Apo'nun idam edilmemesini istiyoruz" diyorlarsa, o zaman, lütfen, niye istemediklerini de açıklasınlar.

Yani, Apo olayı ile idam olayını, idamın kalkması olayını birbirine karıştırarak Türkiye'nin önünde yuvarlamak, bana göre, Türkiye'de politikayı flulaştırmaktır, politikayı netlikten daha uzaklara götürmektir, her geçen gün taviz üzerine taviz istenileceği yolunda bir kanaat uyandırmaktır. O bakımdan, Apo'nun idamını istemiyorlarsa, Avrupa Birliği çıksın bunu söylesin; biz de, Avrupa Birliğinin veya Avrupa Birliği adına konuşanların gerçek niyetini öğrenelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sonuçlandırınız.

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Türkiye -ülke olarak- bu Parlamento, Avrupa Birliğinin istediklerini Türk vatandaşlarına vermeye zaten hazır. Özgürlükse özgürlük, eğitimse eğitim, başka bir dille yayınsa yayın. Bunlar, bizim insanımıza, bu Parlamentonun kararıyla verilecek olan şeylerdir; ama, bizden ne istendiğinin açıkça söylenilmesi lazım. İşte, bakın, yine gazete haberinden okumuşsunuzdur, yeniden, kesinleşen bir idam kararı daha geliyor Parlamentoya; ama, Parlamentoya geliyor; verilecekse, kararı Parlamento verecek. Bu idam kararının da ertelenmesi konusunda bir başka ülke, bir başka çevre, acaba, bizden başka bir istekte bulunacak mı? Bunların hepsini iyi hesaplamamız lazım.

Bu nedenle diyorum ki, Türkiye'de, bu konularda bir millî politika oluşturmalı, asgarî müştereklerde birleşmeliyiz ve Batı'nın gerçek istediği neyse bunu da açıkça söylemeli, biz de bunu bilmeliyiz.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Kozakçıoğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat.

Buyurun Sayın Fırat.

AK PARTİ GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Meclisimiz için rutinleşmiş olan bir Başbakanlık tezkeresini bir kez daha -46 ncı kez- görüşmek üzere gündemimize almış bulunuyoruz. Biraz evvel, bir sayın bakanımızın başka bir ülkeyi ziyaretiyle ilgili, kendisine refakat edecek olan milletvekili arkadaşların Meclise sunuluşu vardı; bunlar rutin, her gün önümüze gelen şeyler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da dört yıldır devam eden bu olağanüstü hal de, artık, rutin hale geldi, Meclisi çok derinden etkilemiyor. Aslında, dönüp bakmak lazım, geriye dönüp baktığımız zaman, bu olağanüstü hal, Türkiye'de 30 000 insanımızın hayatına mal olan, bu ülkeyi, buna karşı 150 milyar dolar harcama yapmak zorunda bırakan, hakikaten çok vahim bir onbeş yıllık sürecin sonucu. Ancak, zaman içerisinde, eğer müesseseler, belli olaylara rutin hale getirildiği takdirde, anlamı yitirdiği kanısındayım. Zaten, Meclisin ilgisine baktığımız zaman da bunun rutinleşmiş olduğunu görüyoruz. Aslında rutin bir olay değil bu, çok önemli bir olay; olağanüstü halin 2 ilden kaldırılması, dolayısıyla 2 ilde dört ay daha devam etmesi; ancak, bunun yanında da, mücavir alanda olan 7 ilin 9'a çıkması meselesi.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Başlangıç" kısmında şu cümleye dikkat etmek lazım: "Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğunu" belirtmektedir.

Aynı şekilde, bu Anayasamızın 1 inci maddesi de, Cumhuriyetimizin, demokratik bir hukuk devleti olduğunu tescil etmektedir.

Yine, aynı Anayasamızın 5 inci maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan durumları ortadan kaldırmakla görevlendirmiştir; ancak, devletlerin yapısında her şeyin olağan haliyle cereyan etmesi mümkün değildir; olağanüstü halleri de tüm devletlerin anayasaları derpiş etmiştir.

Aynı şekilde, Anayasamızın 119 uncu ve müteakip maddeleri, olağanüstü yönetim usullerini belirlemiştir. Bunlar üçe ayrılmaktadır; olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halidir. Olağanüstü hal, 119, 120 ve 121 inci maddelerde derpiş edilmiştir ve "şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle olağanüstü hal ilân edilir" denilmektedir.

120 nci maddesinde, aynen "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilân edebilir" denilmektedir.

Bu, normal bir prosedürdür; ancak, normal olmayan prosedür, 45 çarpı 4 ay artı 6 ay olarak hesaplanan olağanüstü halin bu kadar uzun süre devam ettirilmesidir. Biraz evvel okumuş olduğum Anayasanın başlangıç kısmı ve devletin görevlerini sıralayan 5 inci maddesi eğer gündemdeyse, doğduğu günden 35 yaşına kadar gelmiş olan insanların, halen temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması ve olağan halin ne olduğunu bilmeyen bir ülkede yaşamasını tasvip edebilmek mümkün değildir. O zaman, şuna bakmak gerekir: Bugüne kadarki hükümetler, hakikaten, bu konuda ya hassas davranmamışlardır, olağanüstü hali gerektiren olayları ortadan kaldıracak tedbirleri almamaktan dolayı suçludurlar veya belli bir bölgede insanların temel hak ve hürriyetlerinden yoksun olmasına bigânedirler; ikisinin de kabulü mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu son Bakanlar Kurulu kararıyla, 4 ilde uygulanmakta olan olağanüstü hal 2 ilimizden kaldırılıyor. Bunu müspet karşılıyoruz ve ümit ediyoruz ki, en kısa sürede diğer 2 ilden de kaldırılsın, Türkiye olağanlaşsın; özellikle bu bölge olağanlaşsın. Ancak, olağanüstü hali kaldırmakla bölgenin olağanlaşacağını zannetmiyorum; çünkü, bu kadar uzun bir süreç içerisinde olağanüstü halin uygulandığı bir bölgenin -ki, bu durum olağan hale getirilmiştir- olağan hale dönüştürülmesi de ayrı bir problem olarak Türkiye'nin karşısında bulunmaktadır. Öncelikle bunun üzerinde durmamız gerekir.

Çözüm nedir; çözüm, her şeyin ötesinde, bu bölgenin en kısa sürede olağanlaşmasını sağlamaktır. Oradaki kamu görevlileriyle... Çünkü, olağanüstü hali tatbik eden bu kamu görevlileriyle orayı olağanlaştırabilmek mümkün değildir; çünkü, bu insanların psikolojisinin bu kadar uzun süre içerisinde olağanlaşması mümkün değildir. Dolayısıyla, bence, en kısa sürede Türkiye'nin bu bölgesiyle diğer bölgeleri arasında bürokrat değişiminin yapılması gerekir. Olağan bölgedeki bürokratlarımızın büyük bir kesimini bu bölgelere, bu bölgedeki bürokratlarımızın büyük bir kesimini de diğer bölgelere götürmek durumundayız. Yasaların olağanlaştırılması lazım, yargının olağanlaştırılması lazım ve artık, Anayasamızda DGM kavramının ortadan kaldırılması gerekir, olağan yargının bir daha olağandışı bir yargı haline dönüştürülmemesi gerekir.

Sayın DYP temsilcisi, eski Olağanüstü Hal Valisi olması nedeniyle hakikaten o bölgede çok hizmetler yapmıştır.

Bölge insansızlaştırılmıştır -belki, bu terör mücadelesinin bir parçasıdır- 3 000'e yakın köy boşaltılmıştı ve bu köylerde yaşayan insanlar Türkiye'nin çeşitli büyük şehirlerinin varoşlarında kendi hallerine bırakılmıştır. Köye Dönüş Projesini, ben, insanlara yalnız maddî yardım yapılarak, bunlara ev inşa edilerek döndürülme olarak kabul etmiyorum. Öncelikle, bu insansızlaştırılmış bölgedeki yasaklamanın kaldırılması lazım; yani, şu anda, eğer, o insan o bölgeye girmek istiyorsa, arazisini işlemek istiyorsa ve biz ona yardım edebilme imkânına sahip değilsek -ekonomik olarak, başka nedenlerle- hiç olmazsa, o insanın kendi imkânlarıyla arazisini işleyebilmesini, koyununu besleyebilmesini, koyununu yaylaya çıkarabilmesini engelleyen yasakların ortadan kaldırılması gerekir. Ha, projelerin tabiî ki, yapılması lazım, onlar ayrı bir mesele. Önce yasağı kaldıralım; çünkü, şu anda insanlar köyleri dönmek istese de buna güvenlik kuvvetleri müsaade etmemektedir. Bir kere bu realiteyi tespit etmemiz lazım.

Üçüncü olarak, paramiliter bir sistem olan koruculuğun masaya yatırılması gerekir. Tasvip ederiz etmeyiz, taktik yönden doğrudur yanlıştır ben bunun kavgası içerisinde değilim, münakaşası içerisinde değilim, benim konum dışında olan bir şey; ancak, sivil insanların silahlandırılarak güvenlik işlerinde kullanılmasının modern devlet anlayışıyla bağdaşacağı kanısında değilim. Bunun yanında, bu insanların da sokağa atılması taraftarı değilim. Biraz evvel, yine, sayın DYP sözcüsünün söylediği gibi, bu insanlar silahsızlandırılmalıdır, bu insanlar ekonomiye kazandırılmalıdır, bu insanlara güvenlik sağlanmalıdır. Ancak, ümit ediyoruz ki, bir daha geri gelmemek üzere, koruculuk müessesesi tasfiye edilmelidir; ama, bunun yanında, çok tehlikeli olan diğer bir şeyi gözden kaçırıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkan bazı yasalar veya hükümet kararlarıyla, bölge silahlandırılmıştır; yani, o bölgede yaşayan her insan, uzun menzilli silah da dahil olmak üzere, 3 tane silahı vesikalandırmıştır ve bunlara halen sahiptir. Eğer, devlet olarak buna izin verilmiş ise, bölgenin silahsızlandırılması, sivil halkın silahsızlandırılmasında bunların da mağdur edilmemesi gerekir kanısındayım; bedeli ödenerek, bu silahların devlet tarafından geri alınma işlemine tabi tutulması gerekir kanısındayım. Ancak, benim ayrı bir teklifim var: Ben diyorum ki, olağanüstü hali -bundan evvelki dönemde tahmin ettiğim kadarıyla 11 ildeydi- 11 ilde yeniden ilan edelim, hatta artı, bunun civar illerini de ekleyelim. Ancak, 119 uncu maddeye göre bu bölgeyi olağanüstü hal ilan etmek durumundayız. Çünkü, Anayasamızın 119 uncu maddesinde, tabiî afet ve ağır ekonomik bunalımlar halinde de olağanüstü halin ilanı gerektiği konusu derpiş edilmiştir.

Bu bölge, olağanüstü bir hal yaşamıştır; ekonomik olarak büyük bir krizin içerisindedir, sosyal olarak büyük bir krizin içerisindedir. O krizin neticesinde her gün onlarca gencimiz intihar etmektedir; demek ki, bir bunalım var.

Aslında, bence, bugünkü şartlarda, Türkiye'nin 81 vilayetinde ekonomik olağanüstü halin ilanı gerekir; çünkü, her gün kalktığımızda veya her an televizyonlarımızı açtığımızda, işte, doların şuraya, faizin şuraya çıktığını, öbür yandan, borsanın dibe vurduğunu ve bunun, insanların sağlıklarıyla veya ağzından çıkan basit sözlerle olduğunu görüyoruz. Demek ki, Türkiye'de hakikaten, bir ekonomik afet var. Ben, aslında, 81 vilayeti teklif etmiştim; ama, pek kabul göreceği kanısında değilim; ama, şunu teklif ediyor ve diyorum ki: Gelin, bu 11 vilayete 5-6 vilayet daha ekleyelim, tabiî afete uğramış olan bu bölgenin ekonomik olağanüstü halin devamıyla... Çünkü, bu Olağanüstü Hal Yasası ve buna mümasil olarak 11 tane kanun hükmünde kararnameyle, olağanüstü hal idaresine çok büyük kaynaklar ve imkânlar aktarılmıştır, bu imkânlardan istifade etme imkânı vardır. Eğer, bu kadar süre içerisinde terörle mücadele için bu devam etmişse, bir süre de ekonomik yönden bu bölgede yapılacak olan bir olağanüstü halin halkımızın sıkıntılarını tamir edeceği kanısındayım.

Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak bu konularda neler yapacağımızı çok açık ve kesin olarak programımıza koyduk. Bu, herhalde, 6 siyasî partimiz içerisinde, tek olarak, programında olağanüstü hali ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki meselelere yaklaşımını açık olarak ortaya koyan bir parti olarak, biz, şunları yazdık programımıza: Partimiz, teröre tepki olarak maksadını aşan ve bölge halkını rahatsız eden bazı uygulamaların terk edilmesi ve yıllardır devam eden OHAL uygulamasının tamamen kaldırılmasını hedeflemektedir.

Suçlu insanlar karşısında caydırıcı ve masumları koruyucu bir tavır sergilemesi gereken devletin, suçsuz insanlara şefkatle muamele etmesi gereğine inanıyoruz.

Partimiz, yöreye yönelik istihdam artırıcı ciddî ekonomik projeler gerçekleştirecek, terör ortamından şu veya bu şekilde zarar gören vatandaşlarımızın mağduriyetini giderici uygulamaları devreye sokarak, ihtiyaç duyulan rehabilitasyonu sağlayacaktır.

Terör ve baskı, karşılıklı olarak birbirini besler. Terörün sonuç olduğunu unutan her yaklaşım, sadece baskıyla çözüm üretmeye yönelir; oysa, bu, terörü daha çok güçlendirir. Bu nedenle, terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet yaklaşımıyla, ekonomik kalkınmayı ve güvenliği aynı bütünün parçaları olarak ele almaları gerekir.

Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için, uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık, demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar ilk anda endişeyle karşılansa da, uzun vadede, milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle, bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik kalkınma politikalarıyla tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği yanında, bütün bunların üstünde, kültürel farklılıkları, demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği anlayışına ulaşılması, sorunun çözümünde önemli bir adımdır" şeklinde programımızda yer almış bulunmaktadır.

Tüm bunlara rağmen, bugün, bu ay sonu itibariyle, iki ilimizde olağanüstü halin kaldırılmasını müspet karşılıyoruz. Ancak, gazetelere intikal ettiği şekilde, diğer iki ilin son kez uzatıldığı konusu, maalesef, Başbakanlık tezkeresinde yer almamaktadır. Ümit ederdik ki, Başbakanlık tezkeresinde de yer alarak, bunun son kez olduğu ve artık, olağanüstü halin, hiçbir şekilde Türkiye'de yaşanmayacağı güvencesinin verilmesi en büyük dileklerimizden biriydi.

Bu vesileyle, kararın hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Fırat.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hal bölgemizdeki dört ilde devam eden olağanüstü halin iki ilimizden kaldırılması ve iki ilimizden de dört ay sonra kaldırılacağı konusundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu an, gerçekten, bir mutluluğu yaşadığımı ifade etmek istiyorum; onbeş yıldan bu yana bulunduğum Türkiye Büyük Millet Meclisinde, aralıksız onbeş yıl süren olağanüstü halin son konuşmasını ve mutlu bir sona erişin konuşmasını yapma fırsatını bulduğum için mutluyum. On yıl sıkıyönetim, onbeş yıl olağanüstü halle yönetilen bir bölge, yirmibeş yıldan bu yana, gerçekten, çok sıkıntılı bir dönem geçirmiştir.

Tabiî, bu sıkıntılı döneme baktığımızda, nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini, bugünlere gelinceye kadar nasıl bir süreç yaşandığını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtları, basınımız, medyamız ve o günden bugüne bu sıkıntıları yaşayan bütün insanlarımız bilmektedir. İşte, bu sıkıntılı dönemden sonra, böyle bir sona erişin mutluluğunu yaşamamak mümkün değildir. Bu bakımdan, özellikle bu bölgedeki vatandaşlarımızı, insanlarımızı kutluyor ve inşallah, bir daha dönülmemek kaydıyla, bu devletin, milletin bölünmez bir parçası olan bu topraklarımızın ve bu topraklar üzerinde yaşayan bu insanlarımızın, gerçekten, her türlü hizmete layık olduğunu ifade etmek istiyorum.

Tabiî, şu anda, Türkiyemizde, üzülerek ifade ediyorum ki, Avrupa Birliği kerpetenini kullanarak, et-tırnak haline gelmiş olan bu insanlarımızı da, yine, birbirinden ayırmanın, maalesef, çabası içerisindeler. Buna, içeride ya da dışarıda, belki, kastî olarak, ihmalî olarak veya meseleleri tam kavrayamamış olmanın bilinci içerisinde de yardımcı olmak durumunda olanlar vardır. Olaya baktığımızda, bu bölgede, 5 000 şehidimiz vardır; polisimiz, askerimiz, jandarmamız... Bu vatan için, bu toprak için, bu bölünmezliğimiz için canını vermiş olan şehitlerimize Allah'tan rahmet ve Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Gazilerimiz vardır, kolu, bacağı kopmuş, gözü çıkmış ve şu anda çalışamaz durumda olan, kendi ihtiyaçlarını devletin karşılaması durumunda olan binlerce insanımız vardır; onlara da şükranlarımı sunuyorum.

Yine, bu arada, koruculuk görevi yaparken şehit olan, o mücadelede sakat kalan insanlarımız vardır, bu korucularımızı da kutluyorum, ölenlere rahmet diliyorum. Hem vatandaşlarımızın devletine bağlı, vatanperverliği düşüncesi hem de korucularımızın, güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alması suretiyle, bugünkü başarı elde edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bu başarıyı elde ederken, aynı zamanda, dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir terörle mücadele olayını gerçekleştirmiş olmasının örneğini de yaşıyoruz. Bir tarafta o insanların hakkını, hukukunu koruyacağım diye o insanları öldüren bir terör örgütü ve onlarla aynı zeminde ve mekânda mücadele eden güvenlik kuvvetlerimiz, sivil vatandaşlara herhangi bir şekilde zarar vermemek ve onların burnunu kanatmadan, dünyanın en kanlı bu örgütünün faaliyetlerini sona erdirmek için bir mücadeleyi başarmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerimizle, güvenlik kuvvetlerimizle ne kadar övünsek azdır. Orada yapmış oldukları mücadele sonucunda, bir husumet, bir kin ve bir ayrışma meydana gelmemiştir, tam tersine, bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, güvenlik kuvvetlerimizin, bölgedeki insanlarımız tarafından en çok sevilen devlet görevlileri olduğu bir gerçektir.

Bu bakımdan, kim ne söylerse söylesin -tabiî, hep, aleyhte söylenecektir- bu insanlar bizim insanlarımızdır, bu vatandaşlar bizim parçamızdır ve onlar, onbeş yıl, kendi üzerlerindeki bu terörist baskıya rağmen, farklı düşüncede, farklı dilde, farklı ırkta olduklarını ifade etmelerine rağmen, o, kendilerini kandırma durumunda olan, hatta, silahla tehdit eden, silahla kendi gözlerinin önünde çocuklarını öldüren insanlarla beraber olmamış, devletinin yanında yer almış ve ayakta durmasını başarabilmiştir. Bugün, bu başarının bu noktaya gelmesinde en fazla katkısı olan, işte, bu vatanperverane düşüncelerinden dolayı, doğu ve güneydoğudaki insanlarımızdır.

O itibarla, şunu herkes iyi bilsin ki, bunların, dile veya ayrışmaya ya da herhangi bir şekilde böyle bir şeye ihtiyacı yoktur ve buna da fırsat vermeyeceklerdir; çünkü, bahsedildiği gibi, bu vatandaşlarımızın eğitime ihtiyaçları vardır, sağlık hizmetlerine ihtiyaçları vardır ve bu insanlarımızın, ekonomik ve sosyal yönden, dünyanın imkânlarının, Türkiye'nin imkânlarının oralara götürülerek, bir an önce mutlu bir hayata kavuşturulmalarıyla ilgili talepleri vardır.

Aksi takdirde, şimdi kaynaşmış olan bu milletimizi, ne yapacaksınız; önce ayrıştıracaksınız. Yani, biz diyoruz ki, et-tırnak haline gelmiş, kan bağı kurulmuş, ta Edirne'den Hakkâri'ye kadar bizimle birlikte yaşayan bu varlığımızı bizden nasıl ayıracaksınız?.. İşte, bunun en önemli faktörü dildir değerli milletvekilleri. Tabiî, çok kötü bir silah bulunmuştur ve bu silah, aynı zamanda, PKK'nın, silahı bıraktıktan sonraki siyasallaşma sürecinin bir parçasıdır.

İnsanları birbirinden ayıracak en önemli faktör dildir. Buna müsaade ettiğiniz takdirde, o insanlar size yabancılaşacaktır. Yabancılaşmanın en önemli faktörleri dil ve dindir. Biz, binlerce yıldan bu yana, aynı dini paylaşmışız, aynı Allah'a inanıyoruz ve aynı dili konuşuyoruz. Kaldı ki, Anayasamızın değişmez maddeleri içerisinde yer alan dilimizin, eğitim maddesi olarak konulmuş olan ve değiştirilmesi mümkün olmayan Anayasa maddemize rağmen, nasıl bir eğitim vereceksiniz, neyi öğreteceksiniz ve bu insanlar hangi öğretimde, hangi yükseköğretimde başarılı olacak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nimetlerinden istifade edecektir?.. Kim, hangi bölgede olursa olsun, onunla kalmayacaktır. Şimdi, Sovyetlerin, KGB'nin bir zamanlar içimize atmış olduğu fitne, bugün, başka silahlarla içimize sokulmaya çalışılıyor ve başka bir silahla bu iş kullanılmaya çalışılıyor; Yani, bu talepler Avrupa Birliği üzerinden geliyor, bu talepler Kopenhag kriterleri üzerinden geliyor; ama, iyi tahlil etmemiz lazım, iyi okumamız lazım. İşte, orada söylenen, Türkiye'de 30 tane dil konuşuluyor... Peki, birine bu imkânı verdiğiniz zaman öbürü duracak mı?.. Bakın, bugün başlıyor, faaliyetler devam ediyor, Pontus emelleri var, Ermeni talepleri var. İşte, bunların hepsine baktığımızda, aklımızı başımıza toplamamız lazım ve bu insanların da hiçbir zaman hayrına olmayacak, çok daha iyi Türkçeyi öğretecek, çok daha iyi eğitim verebilecek ve o insanları bir an önce -işte, şu ana kadar öğretmenleri öldürülen, eğitim müesseseleri yakılan bir yerden- çok daha iyi bir eğitim alabilecek imkânlara kavuşturmamız gerekiyor.

O itibarla, bugünlerde çok kullanılan, bu dil eğitimi, yayın meselesi gibi konulara baktığımızda; korkarım ki, dün silahla halledilemeyen meseleler, bugün, siyasal bir süreç haline getirilmek suretiyle ve çok tehlikeli bir silahla vurulmak suretiyle -manivela olarak kullandıkları Avrupa Birliği üzerinden, işte bu kriterler üzerinden - bu insanlarımız, yine bizden uzaklaştırmaya ve bizden koparılmaya çalışılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bakın, dün, çok onurlu bir gündü. Türk Millî Takımımız, hepimizi onurlandıran, Ay Yıldızlı Bayrağımızın, tüm dünyada, nerede Türk unsuru varsa, hepsini ayaklandıran bir başarılı sonucu elde etmenin neticesinde, Diyarbakır'da Türk Bayraklarıyla, Hakkâri, Van, Erzurum gibi tüm illerimizde Türk Bayraklarıyla sokağa çıkan vatandaşlarımızı gördük. Bu vatandaşlar kendi içlerinden gelerek yapıyorlar bu hareketi; devletin gücü, devletin kuvveti veya birisinin daveti üzerine yapmıyorlar. Yani, bunu, dünya da böyle görmeli, bunu, siyasî partilerimiz de böyle bilmeli. Yani, dil üzerinden, din üzerinden, etnik meseleler üzerinden siyaset yapılamayacağını, çok hassas olduğunu ve herhangi bir siyasî partiye hiçbir fayda getiremeyeceğini de çok iyi bilmemiz lazım. (MHP sıralarından alkışlar)

Kaldı ki, 30 000 kişiyi öldürmüş, 5 000 de şehidimiz var. Sizin millî mahkemeleriniz karar vermiş. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemen olmasının yegâne şartlarından birisi, millî mahkemelerinizin bağımsız, etki altında kalmadan karar vermesidir. Yani, bir devlet eğer egemense, kendi mahkemeleri karar verilmelidir ve hiçbir baskı altında, bu kararlar, değişmemelidir.

Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı organları, mahkemeler, en yüksek seviyeye kadar, kararlar vermiş ve bunlar kesinleşmiş; siz kalkıyorsunuz, kendi silahınızı birisinin eline veriyorsunuz ve kendinizi vurdurmaya çalışıyorsunuz... Bunun da mantığı yok. Yani, sizin millî mahkemelerinizin vermiş olduğu kararı, tereddütsüz uygulamak mecburiyetindesiniz.

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Üç seneden beri niye uygulamadınız?!

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Onun için, böyle bir meselede, işi, insan hakları boyutuna taşımanın da manası yoktur. 30 000 insanın hakkı nerede kalacak?! 5 000 şehidimizin çocuğu, karısı, yakını, onların acısı ve ıstırabı ne olacak?! Yani, bir kişiye de bağlamak istemiyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin prestijini de korumamız lazım. Bu bir prestij meselesidir; evet, onurlu bir devlet olmanın, haysiyetli bir devlet olmanın da gereğidir. Kendi millî hukukumuzun vermiş olduğu kararı uygulamak mecburiyetindeyiz. O itibarla, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bunların da arkasında olmamız gerekir.

Evet, Avrupa Birliği; güzel... Avrupa Birliğini tartışacağız. Aceleye getirmenin şu anda şartları da yok ortada; 2004 yılında, orta vade, demişsiniz. Hangi kuralların, hangi kararların, ne zaman, ne şekilde ortadan kaldırılacağı ve hangi sürecin çalışacağı da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne konulmuştur. Buna cevaplar verilmiştir ve bunlar, artık, ulusal belge haline gelmiştir. Bu belgeler üzerinde yeniden tartışma açmak da yanlış olur. Bugün, Türkiye sathımailine baktığımızda, kim arkadan dolanarak, yalnız Apo'ya bağlamak suretiyle değil, vatan hainlerinin hapishanelerden -hatta bu af manasına da gelir- kurtarılmasıyla ilgili herhangi bir şekilde bir hareket içine giriyorsa, o vatandaş, o siyasî partinin ve partilerin karşısına dikiliyor; bunu bilesiniz. Öyleyse, buna çok iyi dikkat etmemiz lazım. Vatandaşla...

Yani, kanunda yazılı olabilir, Anayasada yazılı olabilir; bir de hukuk var, hukuk diyoruz; yani, hukukun üstünlüğü... Yani, kanunumuzda var -halen, Türk Ceza Kanununda var- Anayasamızda -halen, 38 inci maddeye koymuşuz- ve diğer maddelerde destekleyici hükümlerimiz var. Kaldı ki, bir de hukukun üstünlüğü var diyoruz. Hukukun üstünlüğü milletin vicdanıdır, millettir. Millete soralım şöyle, hangi karar geliyor, kulağımıza hangi kararın mesajı geliyor, ona bir dikkat etmemiz lazımdır.

Öyleyse, bugün, Türkiye'nin en önemli meselesi bence ekonomidir. Ekonomi meselelerini hallettiğimiz takdirde, inanıyorum ki, Avrupa Birliği süreci de süratlenecektir. O itibarla, ekonomi meselelerini sıkıntıya sokacak ve o sıkıntıları ertelemek suretiyle hiç yoktan önümüze getirilip bu meselelerin konulması da fevkalade yanlış olmuştur, gündemi değiştirmiştir. Gündem, bence daha çok ekonomi üzerinde devam etmeliyken, maalesef, dile ve idama getirilmiştir; bu da çok yanlış olmuştur.

Onun için diyoruz ki, Türkiye bir an önce bu kaostan kurtarılmalıdır. Türkiye'nin önündeki meselesi ekonomi meselesidir. Türkiye'nin, bu ekonomik meselelerde önüne koymuş olduğu bir programı vardır. Bu program çerçevesinde, faizler, enflasyonun düşürülmesi, üretimin artırılması ve hangi bölgede olursa olsun, bu bölgelerdeki vatandaşlarımızın, insanlarımızın ekonomik sıkıntılarının giderilmesiyle ilgili imkânların ortaya çıkarılması gerekiyor.

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Siz hükümetsiniz; buyurun, yapın.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Şimdi, değerli milletvekilleri, yıllardan bu yana, bir de burada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki olayların arkasında ekonomik geri kalınmışlığın sözleri edildi ve yine burada, o bölgelerde devletin herhangi bir şekilde yatırım yapmadığı ifade edilmiştir. Bu, fevkalade yanlış bir düşencedir; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir zaman, hiçbir bölgesindeki insanımıza farklı muamele yapmamıştır. Bazı rakamları da bilgilerinize sunmak istiyorum:

Bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkı, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik yapısından kaynaklanan genel bir sorundur. Bölgeler arasındaki bu fark, birçok kişinin sandığı ve birçok kişinin de iddia ettiği gibi, istismar ettiği gibi, sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesinin aleyhine bir durum içermemektedir.

Son onbeş yılını silahlı bir mücadele altında geçiren devletin araç ve gereçlerinin PKK örgütü tarafından tahrip edildiği bir dönemde bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güneydoğu Anadolu Bölgesine, en çok büyüyen bir bölge olarak bakmıştır. Evet, rakamlar devletin rakamlarıdır. Rakam ve grafiklere de baktığımızda, gerçekten, Güneydoğu Anadolu Bölgemizin 1983-2002 tarihleri arasındaki büyüme hızı yüzde 6'dır. Yani, Türkiye geneline bakınız, Güneydoğu Anadolu Bölgesine bakınız, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yirmi yıllık kalkınma trendi yüzde 6'dır, Doğu Anadolu Bölgesinde 2,4'tür, Akdenizde 4,5'tir, Ege Bölgesinde 4,5'tir.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Karadenizde ne kadar?

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Karadenizde 3,1'dir.

Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, 1983 - 2002 dönemi yıllık ortalama nüfus artış hızı, Akdeniz Bölgesinde yüzde 2,41, Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 1,29, Ege Bölgesinde yüzde 1,92 ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yüzde 2,90'dır.

Yine, 1983-2000 yılları arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesine ve diğer bölgelere yatırımlar bazında baktığımızda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi, yatırımlar itibariyle, Ege bölgesinden sonra gelmektedir.

Bölgeler itibariyle, teşvik belgeli yatırımlar da, 1983-2001 yılları arasında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 8,3 payla, yüzde 2,7 pay ve yüzde 5 pay alan Karadeniz Bölgelerinin önündedir. Yani, hem Karadeniz Bölgesinden hem de İç Anadolu Bölgesinden öndedir Güneydoğu Anadolu Bölgesi.

Bölgeler itibariyle, genel bütçe gelirleri, 1983-2001 tarihleri itibariyle, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 1,48 payla, yüzde 1,39 pay katkısı olan Doğu Anadolu Bölgesiyle birlikte en alt sıradadır. Yani, millî gelire katkısı ise en alt sıradadır.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, 1983-2002 yılları arasındaki büyüme hızı, hem toplam gayri safî yurt içi hâsıla hem de kişi başına düşen gayri safî yurt içi hâsıla bakımından ülkenin en hızlı büyüyen bölgelerindendir. 1983-2001 dönemi, yıllık ortalama kişi başına düşen teşvik belgeli yatırımlarının bölgelere göre dağılımına baktığımızda, Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgemizden çok daha iyi durumdadır.

Yine, 1990-2001 dönemi toplam yatırım tahsislerinin yüzde 7,1'i GAP Projesine yapılmıştır. Kişi başına yapılan kamu yatırımı açısından değerlendirildiğinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi en fazla ödenek tahsis edilen ikinci bölge konumundadır.

1983 ile 2000 yılları arasında Güneydoğu Anadolu yüzde 6, İç Anadolu yüzde 4,6, Marmara ise yüzde 4'le kalkınma rakamlarını göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, bu bakımdan, devletin rakamlarına da baktığımızda, bölgede, yatırımlar bakımından, devletin bölgeye bakışı açısından herhangi bir kötü niyet yoktur. Kötü niyet PKK'nın, kötü niyet, kötü hareket terör örgütünün olmuştur ve çok daha fazla imkânların gitmesine engel olmuştur, insanlarımızla devlet arasında bir husumet meydana gelmesine vesile olmuştur; ama, o insanlarımız kesinlikle buna alet olmamışlardır. Dün olduğu gibi bugün de, kesinlikle vatandaşlarının kardeş olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi devleti olduğunu kabullenerek, bunun, inşallah, bundan sonra çok daha iyi şartlarda mutluluğunu yaşayacaktır. Bu vesileyle, bugün çok önemli bir gündür, hükümete teşekkür ediyorum, hükümetin ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisini temsil eden hükümet ortağına teşekkür ediyorum ve buradan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, her noktada yaşayan insanlarımıza sesleniyorum: Milliyetçi Hareket Partisine söz söyleyenleri iyi tahlil etsinler; kimin, bu milletin aleyhinde düşünce sahibi olduklarını iyi gözlesinler. Milliyetçi Hareket Partisinin, olağanüstü halin kaldırılmasında imzası vardır; dört ay sonra da -onbeş yıldan bu yana, iyi ya da kötü, oralara girmek istemiyorum- olağanüstü halin Türkiye'den tamamen kaldırılmasında Milliyetçi Hareket Partisinin mührü olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Ben, Partimizi temsil eden hükümetimizin üyelerini de tebrik ediyorum.

Bu vesileyle, olağanüstü halin kaldırılmasının hayırlı uğurlu olmasını diliyorum, vatandaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum. Türk Devletinin bugüne kadar yapmış olduğu hizmetleri bundan sonra çok daha fazlasıyla yapacağına inanıyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler.

Saadet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu; buyurunuz. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü halin iki ilimizden kaldırılmasına, iki ilimizde de dört ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde Saadet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de, diğer arkadaşlarım gibi, konuşmama başlarken, öncelikle, Millî Takımın gösterdiği büyük başarıyı gönülden kutluyorum; bu başarının çeyrek finalde de ve kupaya giden yolda da aynen gösterilmesini canı gönülden diliyorum. İnşallah, birazcık da ihtiyaç hissettiğimiz bu millî gururu hep birlikte yaşayacağız, bu onuru duyacağız diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, bu Başbakanlık tezkeresi, bugüne kadar getirilen tezkerelere oranla olumlu bir adımdır; iki ilimizden olağanüstü hal uygulamasını kaldırıyoruz.

Ben, tabiî, Millî Güvenlik Kurulunda olağanüstü hal görüşülürken basına yansıyan kadarıyla arz edeceğim; diğer iki ilimizde de, son kez dört ay uzatılması gibi bir düşüncenin dile getirildiğini gazetelerden okuduk; bu temenninin de gerçekleşmesini diliyorum. İnşallah, bu Meclisin çatısı altında, bundan sonra, ne bu bölgemizde ne de bir başka bölgemizde olağanüstü halin uzatılmasına veya ilan edilmesine gerek kalacak herhangi bir olay yaşamayız ve bir daha da bu Meclisin  çatısı altında, yine ümit ediyorum, temenni ediyorum ki, bir daha olağanüstü hal müzakeresi yapılmaz.

Değerli arkadaşlarım, birçok olay geride kalmıştır; onların müzakeresine, muhasebesine çok fazla girecek değilim. Ben, her şeyden önce, olağanüstü hal uygulamasına son verildikten sonra, bizim, o bölgemizin, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle entegrasyonunu sağlamaya yönelik ne tür çalışmalar yapmamız gerekir, nasıl entegre edebiliriz ve sorunları, tartışmadan, kavga etmeden, silah sıkmadan, birbirimizin yakasına yapışmadan, siyasî istismar konusu da yapmadan nasıl çözebilme iradesi gösterebiliriz, nasıl uzlaşabiliriz; aslında, burada, bu kürsüde, bunların müzakere edilmesi gerektiğini de arz etmek istiyorum.

Şimdi, ben, şuna inanıyorum: Olağanüstü hal uygulamasının süresi abartılı olarak uzatıldı. Elbette, olağanüstü hal, Anayasamızda yer alan bir yönetim tarzıdır, Anayasamızda vardır; ancak, Anayasa, bu uygulamayı, bu yönetim tarzını, caydırıcılığından dolayı ifade etmiştir ve dört ayda bir Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini de bundan dolayı gerekli kılmıştır; yani, sürgit bir yönetim tarzı haline dönüşmemesini Anayasa amirdir. Oysa, geçici bir uygulama olmamış -biraz önce Sayın Köse ve diğer arkadaşlarımız da ifade buyurdular- onbeş yıl boyunca sürekli devam etmiş.

Biz, bu bölgede, 1978 yılında sıkıyönetim ilan etmişiz arkadaşlar. Bundan sonra anlatacağım bazı konuların altyapısını oluştursun diye bu bilgilere giriyorum, geçmişi deşmek adına girmiyorum. 1978'de sıkıyönetim ilan etmişiz. Ardından, 1987'de olağanüstü hale girmişiz; olağanüstü hali 46 kez uzatıyoruz. Tabloyu, net olarak görelim. Ne olmuş; yirmidört yıl boyunca, bu bölge insanı, elbette ki, olağandışı bir rejimle yönetilmiş. Peki, ne olmuş; bunun, beraberinde getirdiği psikolojik sorunlar var; bunun, beraberinde getirdiği siyasal sonuçlar var; hiçbirimizin pek içine sindiremediği sonuçlar da var; beraberinde getirdiği hukukî sorunlar var ve gerçekten de bu bölgede, çok uzun bir süre yaşanan bir insanlık dramı var.

Elbette, Türkiye, bu saydığım şeylere, olağanüstü hale durup dururken filan da başvurmamış veya sıkıyönetime durup dururken başvurmamış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, belki de, tarihinin en acımasız, en kapsamlı, en kanlı kalkışmasıyla karşı karşıya gelmiş, bu da işin bir gerçeği ve terör, safha safha yayılmış. Biz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin insanları, elbette bütün Türkiye; ama, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan insanlar, terörizmin vahşi yüzünü de birebir görmüş, yaşamış insanlarız. Yani, bu bölge, gerçekten sıkıntılar yaşadı. İnsan hayatının ne kadar basit bir şekilde sonlandırılabileceğini, insan hayatına son vermenin sıradanlaşabileceğini biz gördük o bölgede.

Devletimiz binlerce şehit verdi, biraz önce Sayın Köse ifade etti, devletin güvenlik güçleri, askerî güçleri, emniyet güçleri binlerce şehit verdi; Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum ve hepimiz, onlara, minnet ve şükran duygularını hissediyoruz; ama, şurayı da hemen ilave etmek gerekir ki, terörle mücadelede, o bölgenin yiğit insanları da çok büyük görevler üstlendiler. PKK'dan bahsediliyor, PKK'ya şu kadar insan katıldı deniliyor; ama, PKK'ya karşı, Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte el ele verip mücadele eden korucuların sayısı, PKK örgütüne katılanların sayısının en azından 4-5 katıdır, onu da burada zikretmek lazım. Yani, bölge insanı, hiçbir zaman terörden yana olmamıştır, şiddetten yana da hiçbir zaman olmamıştır; ama, bunu istismar etmek isteyenler, bunu siyasî çıkarları adına kullanmak isteyenler elbette olmuştur.

Şimdi, ne olmuş: Bu olay, bir hesaba göre, Türkiye'nin 100 milyar, 150 milyar dolarına mal olmuş. Başka ne olmuş: 24 yılımız da heba olmuş, 24 yılımız da gitmiş.

Terörün ne kadar korkunç bir bela olduğunu, elbette, en çok bu bölge halkı bilir; çünkü, biz, onunla kucak kucağa yaşadık, onunla büyüdük, köylerimiz harabeye döndü, tarlalarımız çoraklaştı, ormanlarımız yakıldı, sadece insanlar değil, hayvanlar da öldürüldü; bölge halkı, 24 yıl üretimden kopuk yaşadı. Köy, çiftlik sahipleri, maalesef, hayvan sürülerine sahip insanlarımız bir zaman geldi el avuç açacak duruma düşürüldü; bu sıkıntıları yaşadık. Çocuklarımız okulsuz kaldı, okullar yandı, yakıldı, köyler yıkıldı, hastalarımız ilaçsız kaldı, çocuklarımız doktorsuz kaldı ve en önemlisi, bu bölgeden diğer bölgelere, insan, sermaye ve beyin göçü yaşandı; bütün bu sıkıntılar yaşandı. İş makineleri yakıldı, yollar tahrip edildi. Elbette, her şeyden önce, bizim Allah'tan temennimiz, bir daha böylesine acı bir tabloyla aziz milletimizi karşı karşıya bırakmamasıdır. Bu afet, en yıkıcı doğal afetten daha tehlikeli, daha yaralayıcı ve daha kalıcı etkileri olan bir afettir; terör afeti, budur.

Ben, yeri gelmişken, burada, hemen ifade edeyim ki; elbette, terörizm bir insanlık suçudur ve terörün, ne dini ne milliyeti ne gerekçesi ve ne de mazereti olamaz ve insanlık onurunu taşıyan hiç kimse, elbette, terörden ve şiddetten yana tavır takınamaz.

Şimdi, Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle daima hedef ülke olmuştur; bunlar da doğrudur. Coğrafyamız, bir şeytan üçgeninin ortasında oturuyor; Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu'da ateş var, kan var, gözyaşı var; bu da doğrudur. Elbette, Türkiye'nin, böyle bir şeytan üçgeni içerisinde bir refah adacığı halinde yaşamasını istemeyen güçler de vardır; ama, biz, zaaflarımızı avantaja dönüştürme gayretini elbette gösterebiliriz, bunu göstermek durumundaydık. Elbette, bütün bunların da üstesinden gelebileceğimize ben inanıyorum; ama, birileri kalkıp "jeopolitik, jeostratejik konumumuz itibariyle Türkiye'nin düşmanları çoktur; bundan dolayı da, biz, kendi halkımıza götüreceğimiz demokratik hakları, özgürlüğü erteleyelim; terörü bitirelim, ondan sonra, bu haklara, demokratik haklara ve taleplerine 'evet' diyelim" deme lüksüne de sahip değildir. O zaman, biz, bu ülkenin yapacağı, vatandaşına götüreceği hizmetleri, terör örgütünün kararlarına ve programlarına endekslemiş oluruz; bu da, bir büyük devlet olmaya asla yakışmaz; bunu, böylece vurgulamak isterim.

Bu ülkede, bizim etnik farklılığımız vardır; ama, bu bir ayrışma değil, bütünleşme aracı olarak, zenginlik aracı olarak algılanmalıdır diye düşünüyoruz. Eğer, biz, bu etnik farklılığı bir bütünleşme aracına dönüştürebilme iradesini gösterebilirsek, herhalde, bu, sorun değil,  bir zaaf değil, bizim için bir güç kaynağı olmaya devam eder.

Şimdi, biraz önce, Sayın Köse burada ifade etti, doğru bir tespitte bulundu: "Millî Takımın başarısını, Hakkâri'deki, Diyarbakır'daki, Şırnak'taki, Şanlıurfa'daki, Mardin'deki vatandaşımız büyük bir coşkuyla kutladı; ellerinde ay yıldızlı bayrağımız, Ankara'da Kızılay Meydanında veya İstanbul'un herhangi bir meydanında bunu coşkuyla karşılayan kalabalıklardan hiç farklı olmayan bir duyguyla kutladı." Doğrudur; doğrudur da, bunda şaşılacak bir şey yoktur. (SP ve DYP sıralarından alkışlar) Ben, onu vurgulamak istiyorum. O ay yıldızlı bayraktaki kan, anadili Kürtçe olan Ahmet'in, Mehmet'in Çanakkale'de döktüğü kandır, verdiği kandır; elbette ki bunda şaşılacak bir şey yok. (SP sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla biz bölünme fobisinden filan kurtulalım, bölünme fobisini bir tarafa bırakalım sevgili arkadaşlarım. Kadim bir Arap geleneği vardır, derler ki, Araplar arasında, iki kavim, iki kabile savaşmaya başlarsa, aralarında bir niza çıktığında, o kavimlerin, o kabilelerin bilge kişileri öne çıkar ve bu kabilelerin bir aradayken birlik ve bütünlük içindeyken ne büyük başarılar elde ettiğini anlatırlar, buna dair şiirler okurlar, şarkılar söylerler, olay savaşa dökülmeden bir barış havası içerisinde çözülür, halledilir. Bugün, anadili Kürtçe olan, anadili Türkçe olan veya bir başka dilden olan bu ülkenin bilge insanlarının bir araya gelmesi lazım. Biz, parçalanmadan, bölünmeden, kavga etmeden, kapışmadan Türkiye'nin sorunlarını çözebilme iradesini gösterebileceğimizi ifade etmek durumundayız. Birisi bunları bize anlatabilmeli, millete anlatabilmeli. Bu ülkede, bu ayırımcılık olmadan, bu kavgalar olmadan, biz Malazgirt'i beraber yaptık, biz üç kıta yedi denize hâkim bir imparatorluğa beraber yürüdük, Türkiye topraklarında yaşayan bütün unsurlarıyla, bütün insanlar. Biz, millî mücadeleyi yedi düvele karşı birlikte yürüttük; biz, Aziziye tabyalarında Moskof uşaklarına karşı birlikte savaştık; Ermeni çetelerine karşı birlikte savaştık; biz, Çanakkale'de birlikte savaştık. (Alkışlar) Biz, cumhuriyeti, bu ülkeyi birlikte kurduk; biz, daha dün, Kıbrıs'ta birlikte olduk, şehit olduk hep beraber; o halde, Kürtü, Türk'ü birbirinden ayırmaya kalkışmak elbette ihanettir ve bu ihaneti de yapmaya kimsenin ne gücü yeter, ne de haddidir; bunu peşinen burada ifade etmek lazım. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, demek ki mesele, bölünme, parçalanma falan değil; ben, bu sözleri sadece burada söylüyor değilim; hatırlarım, 1995 seçimlerinde, Diyarbakır meydanında şu cümleyi kullandım, bununla da onur duyuyorum, burada da kullanıyorum bu cümleyi "Türkiye'yi kimse bölemez, Bekaa Vadisindeki hain de bölemez" dedim. (Alkışlar) O zaman Bekaa Vadisindeydi... Ben, bunu Diyarbakır'da söyledim, bu Meclis kürsüsünde daha rahat söylerim; ama, Türkiye'de bu bölgeye yapılacak hizmetler, bu bölge insanının duygu ve düşüncelerini, hissiyatını ifade edecek gelişmeler ortaya konulduğunda, meseleyi getirip ülkenin bölünmesi, parçalanması noktasına oturtursanız, hizmetten uzak tutarsanız, gerçekten, başkasının yapamadığı sıkıntıyı, bu ülkeye siz yaşatırsınız.

Bakın, Sayın İçişleri Bakanımız biraz önce burada ifade buyurdu, "terör örgütünün beli kırılmıştır, terör eylemleri azalmıştır" dedi. Doğru söylüyor, silahlı  eylemler azalmıştır; ama, ben, buradan, o bölgenin bir çocuğu olarak sizlere sesleniyorum, hatırlatıyorum. Arkadaşlar, özgürlük ekmektir; özgürlüğü olmayanın ekmeği de olmaz, ekmeği olmayanın özgürlüğü de yoktur. Bunlar, birbirinden ayrı şeyler değildir. Eğer siz, bu bölge insanını, açlıktan, işsizlikten, evsizlikten, mesleksizlikten, meskensizlikten kurtaramazsanız, eğer siz, bu bölge insanını aşa, işe, mesleğe ve meskene kavuşturamazsanız, ben, korkarım ki, birkaç yıl sonra, çok daha ciddî, çok daha önü alınmaz sıkıntılarla karşı karşıya geliriz ve işte o zaman üzülürüz, o zaman hepimiz derinden üzülürüz.

Değerli arkadaşlarım, netice itibariyle, bu bölgenin, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle entegre edilebilmesinin temel şartlarından birincisi, birinci adım demokratikleşmedir. Demokratikleşmeyle, özgürlüklerin genişletilmesiyle, insanların kendi dillerini kullanıp, kendilerini, kendi kullandıkları dille ifade etmesiyle bir ülke bölünemez; belki, bir ülkede, bu zenginlik bir harç olur, yeniden bütünleşme sağlanır. Ben, Sayın Köse gibi düşünmüyorum. Ben, bir Kürtçe yayınla, bölgesel yayınla, Türkiye'nin parçalanıp bölüneceğine filan inanmıyorum Ben şuna inanıyorum Sayın Köse: Ben Kültür Bakanı olsam, elimde imkân olsa, ben Çanakkale Şehitleri piyesini Kürtçe oynatırım bütün bölgede, ilçelerinde ve illerinde. Ve o Çanakkale'nin nasıl kazanıldığını anlatırım insanlara; başkaları yanlış anlatmasın, başkalarının yaptığı yanlış propagandalar etkili olmasın diye, bunları anlatırım.

Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla hangi dilin bir iletişim aracı olarak kullanıldığı pek önemli değil, önemli olan, o dilden ne anlatıldığıdır. Eğer, bölünme, parçalanma, ihanet anlatılacaksa, Türkçe anlatılması da yanlıştır, Kürtçe anlatılması da yanlıştır, bir başka dilden anlatılması da yanlıştır; ama, birlik ve beraberlikten bahsedilecekse, ister İngilizce ister Fransızca ister Türkçe ister Kürtçe anlatın, o faydalıdır, o yararlıdır. Herhalde, meseleyi birazcık da bu şekilde ele almak gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bizim bütünleştiğimiz kavramlar çok daha fazladır, ortak paydalarımız çok fazladır. Biz, aynı dine mensubuz, aynı tarihe mensubuz, aynı coğrafyada yaşıyoruz, aynı çıkarları paylaşıyoruz. Şimdi, Avrupa kıtasındaki ülkelerin birliğinden bahsedilirken, bu aziz toprakların yeniden parçalanmasından yana tavır koyabilecek bir tane akıldan mahrum insanın olabileceğini ben düşünmüyorum.

Bu nedenle, ortak paydalarımızı öne çıkararak, kardeşliğimizi pekiştirerek, sorunların üstesinden gelebiliriz. Biraz önce burada Sayın Köse de ifade etti, Sayın Bakanım da konuşurken söyledi, bizim, bu bölgeyle ilgili sorunlarımız var. Nedir bu sorunlar; ekonomik sorunlarımız var. Gerçi, bu hükümet, Türkiye'nin bütününü o Güneydoğu Anadolu Bölgesi gibi yoksullaştırdı, her tarafta ekonomik sorunlar diz boyu; ama, ekonomik sorunlarımız var. Bu sorunların çözülmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, olağanüstü hali kaldırdığı gün, bunu bir milat kabul etmeli, o bölgenin ekonomik kalkınmasını sağlayacak önlemleri derhal uygulamaya koymalıdır.

Bunun yolu nereden geçer?.. Bakınız sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; benim, hazırlayıp, imzalayıp, Meclis Başkanlığına sunduğum bir yasa önerisi var. Olağanüstü Hal Bölgesi kapsamındaki illeri, lütfen, afet bölgesi olarak ilan edin ve afet bölgesine yapılan yatırımlar ve fonlar oralara da aktarılsın. Bunu, olağanüstü hali kaldırdığımız gün gerçekleştirebiliriz. Afet bölgesi ilan edebiliriz. O bölgede yatırımları teşvik edebiliriz. Başka ne yapabiliriz; bir master plan hazırlayabiliriz; yani, bu afetin, bu  yirmi yıllık terörün, o bölgede bıraktığı yıkımı, psikolojik, sosyal, ekonomik yıkımı tespit etmeliyiz. Bir envanter olmalı elimizde. Hangi sıkıntılar olmuş ve biz, bu sıkıntıları nasıl çözebiliriz; bununla ilgili çözüm önerilerini ortaya koyabilmeliyiz. Bunun için, üniversiteler harekete geçirilmelidir, sivil toplum örgütleri harekete geçirilmelidir ve o bölge yeniden kalkınıp Türkiye'yle ekonomik anlamda da bütünleşme imkânlarına kavuşabilmelidir. Bütün bunları yaptığımız zaman ne olur; bütün bunları yaptığımız zaman, Türkiye'yi bölmek, parçalamak isteyen dahili veya harici ihanet şebekeleri varsa, onların istismar edebileceği imkânları da ortadan kaldırmış oluruz.

Huzurunuzda, yeniden, bu bölgede meydana gelen olaylarda hayatını kaybeden, şehit olan Emniyet güçlerine, Silahlı Kuvvetler mensuplarına, bu olaylarda hayatını kaybeden masum ve mazlum bölge halkına Allah'tan rahmet diliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Bir daha, böyle bir afetle bu ülkenin karşılaşmaması için dua ediyorum; ancak, biz, dua makamında değil, icraat makamında olan bir topluluğuz Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak; yapmamız gereken şeylerin olduğunu yeniden hatırlatıyorum; özellikle hükümete hatırlatıyorum. Lütfen geç kalmayalım, Eğer geç kalırsak, korkarım ki, çok daha ciddî sorunlarla karşı karşıya geliriz, çok daha derin sorunlarla karşı karşıya geliriz ve sıkıntılarımız kökleşmiş olur.

Bu nedenle, bu olağanüstü hal görüşmesinin sözde değil; ama, gerçekte, son görüşme olması temennisiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Hatipoğlu.

Anavatan Partisi Grubu adına, Şırnak Milletvekili Sayın Mehmet Salih Yıldırım; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, iki ilde 30 temmuzdan itibaren kaldırılması, Şırnak ve Diyarbakır İllerinde de -son kez olmasını ümit ettiğimiz- dört ay süreyle uzatılmasıyla alakalı Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, ulusun duygularını bir noktada odaklayan Millî Takımımızın bu güzel başarısını canı gönülden kutluyor; başarılarının devamını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasanın 119, 120 ve 121 inci maddeleri, olağanüstü halin hangi koşullarda, hangi gerekçeyle ve nasıl uygulanacağını amirdir. Olağanüstü hal, adı üzerinde istisnaî bir durumdur; ancak, ne yazık ki, olağanüstü hal, uzun süren, olağan işleyen bir yaşam biçimine dönüştü ve de ne yazık ki, olağanüstü hal, nesiller boyu süren olağandışı bir uygulamaya dönüştü. Ülke genelinde uygulanan hukuk bir kenara bırakıldı, idarenin ve yargının tabi olduğu ayrı bir hukuk uygulandı. Bundan etkilenenler oldu, zarar görenler oldu.

Peki, olağanüstü hal neden uygulandı? Olağanüstü halin uygulanmasını gerekli kılan koşullar vardı. Hepinizin bildiği gibi, olağanüstü hal, ya güvenlik ya ağır ekonomik koşul ya tabiî afet ya da ağır sağlık şartları altında ihdas edilir; ancak, ülkemizde, ne yazık ki, çok uzun süreden beri olan ve de tekrarlayan, bu kez de olağanüstü hal için gerekçe olan uygulama, neden, terördü, güvenlikti.

Nedir terör? Terör, bireyin, bir başkasına veyahut da başka bir topluluğa, istemi dışında, zorla, silahla, baskıyla, duygu ve düşüncelerini ona aktarmasıdır, ona kabul ettirmesidir. Hepiniz biliyorsunuz ki, demokratik hukuk devletinde, bireylerin kaderlerini tayin etme hakkı vardır. Bu hakkın gaspı, tabiî ki düşünülemez; hele hele, bu hakkın, yasal olmayan, yasadışı bir mücadelenin meşrulaştırılması için kullanılması ise, hiç kabul edilemez. Bu nedenle, fiilî bir gasp, hukukî bir hak doğurmaz. Onun için de, terör, sadece bir hukuk suçu değil, aynı zamanda bir insanlık ve ahlak suçudur.

Şunu belirtmek gerekir ki, ikiyüz yıldan beri 34 kez karşılaştığımız bu olumsuzluktan, yeterince ders çıkarmadık; çünkü, her defasında, konunun, sadece satıhtaki boyutunu gördük, teröristle uğraştık, terörü gözardı ettik. Her defasında olay tekrarlandığında, faturası kabardı. Bu ulus, ağır, ama çok ağır faturalar ödedi.

Peki, terör sadece bize mi özgüydü; hayır, terör tüm dünyanın sorunu. 11 Eylülde yaşanan olayları gördünüz; belki, o olaylar olmasa, terörün dünya boyutu bu haliyle fark edilmeyecekti, görülmeyecekti. "Bir musibet bin nasihatten yeğdir" diyenlere hak verecek bir olgu çıktı ortaya.

Bizim, terörle karşılaşmamızdan bu yana geçen süre ikiyüz yılı aşkındır dedik, Babanzade Abdurrahman Paşa'dan bu yana, 34 kez bu olumsuzluğu yaşadık.

Neden biz hep yaşıyoruz, neden biz hep karşılaşıyoruz? Jeopolitik ve jeostratejik konumumuz bunun bir nedeni. Ülkemiz üzerinde, komşularımızın, ülkemizden binlerce fersah uzakta olan ülkelerin hesapları var, çıkarları var. Ülkemizin bulunduğu konum cazip, başkaları için iştah açıcı altyapı, güzellikler oluşturuyor. Bunların tümü doğru olabilir; başkalarının kendilerine, uluslarına, çıkarlarına uygun hesapları da olabilir; ancak, bizi esas üzen, bizim kendi hesaplarımızın, yeterince ulusumuzun çıkarları doğrultusunda olmayışıdır; bu sorunun, sıkıntılarla karşılaşmamızın da altında yatan temel unsur olmasıdır. 

Peki, bu insanlarımızı, bu sıkıntı içerisine çeken olgular nelerdir? Bir kere, şunun altını birlikte çizmemiz gerekmektedir: Sorunları sağlıklı olarak görmezseniz, sorunları sağlıklı olarak tespit etmezseniz, doğru çözümler üretme şansınız olmaz. Bu sorunları kim çözecek; tabiî ki siz çözeceksiniz, tabiî ki biz çözeceğiz. Siz bunları sahiplenmediğiniz, başkaları sahiplendiği takdirde, bunlara niçin sahipleniyorsunuz deme hakkını da kaybedersiniz. Onun için, sorunları göreceksiniz; bölgenin de, Türkiye'nin de güllük gülistanlık olmadığını bileceksiniz. Bugün, bölgede yaşayan insanın sosyoekonomik açıdan çok ama çok önemli sıkıntıları var. Bugün, bölgedeki iller ile batıdaki iller arasındaki gelir farkı, biri diğerinin 11 kat fazlasıdır. Bugün, Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da ve batıdaki en fazla ve en az gelir sahibi olan insanlar arasındaki fark, birinin diğerine 236 kat fazlasıdır; bunları göreceksiniz. Bugün, Türkiye'de gayri safî yurtiçi hâsıla fert başına 2 160 dolardır; ama, bunun, Güneydoğu Anadolu'da 1 275 dolar olduğunu göreceksiniz, Doğu Anadolu'da bunun 1 100 dolar olduğunu göreceksiniz ve de bazı yerlerde bunun 600 dolara kadar düştüğünü göreceksiniz. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da mı yalnız; hayır. Türkiye'nin pek çok yerinde bu sorun ve sıkıntılar var. Ben, geçenlerde, Ankara'nın dağ köylerine gittim, oradaki sosyoekonomik düzeyi doğu ve güneydoğudan çok daha geri gördüm; ama, oranın özelliği var, oranın hassasiyeti var, duyarlılığı var; oradaki sorunların öncelikli çözülmesi gerekiyor, önceliği var.

Bu sorun ve sıkıntıların aşılması konusunda yapılabileceklerin altını önemle çizmemiz gerekiyor.

Bakın, eğitsel konuyla alakalı, herkes çok şey söyledi; bunların tümü doğrudur. Siz, bölge insanının birikimini, kültürünü görmezlikten gelme hakkına sahip değilsiniz. Bu, onların temel hak ve hürriyetlerinin bir parçası ve devamı. Bunların yaşanmasına imkân sağlamak, sizin birlikteliğiniz, bizim birlikteliğimiz, geleceğimiz için teminattır. Arkadaşlarımız çok güzel şeyler söylediler; biz bu tarihi birlikte yarattık, bu ülkeyi biz birlikte yarattık, biz kaderimizi birleştirdik, biz geleceğimizi birlikte yarattık. Bu kadar olumsuz şartlara rağmen ayrışmaya meydan vermemiş bir toplumu, ayrışacakmış gibi göstermeye, hiç kimsenin ama hiç kimsenin hakkı yoktur.

Biz, duygu ve düşüncelerimizin sınırlarını genişleteceğiz, düşünce hürriyetinin önünü açacağız. Bunları yaptığınız takdirde, duygu ve düşüncelerini ifade etmek için, hiç kimse, yasal olmayan yol arama gereğini de görmeyecek, duymayacaktır.

Bakınız, eğitimle alakalı konudaki sorun ve sıkıntılarımızdan birkaç örnek vereceğim; çünkü, ben, bu kürsüden bunları o kadar çok tekrar ettim ki, sizi de rahatsız ettiğimi zannediyorum. Bugün, Türkiye'de okuryazar oranı yüzde 82. Bugün, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu oran yüzde 60,4; Doğu Anadolu'da yüzde 65. Bir iki puan ilave edebilir veya çıkarabilirsiniz, bir şey ifade etmez; ama, 7 ile 13 yaş arasındaki insanlarımızın, hâlâ, yüzde 57'sinin okuryazar olmadığını göreceksiniz. Benim seçim bölgem olan Şırnak'ta okuryazarlık oranı yüzde 58'dir. Kız çocuklarında bu oran yüzde 20'dir. Yüzde 80 okuryazar olmayan kesitin yarısı Türkçe bilmez. Bunları görmezlikten gelebilir misiniz?! Bu sorumluluğun kime ait olduğunu söyleyebilir misiniz; bu sorumluluk bizim. Bu bakımdan, sorunları, sıkıntıları yerinde, sağlıklı tespit edecek, buna da uygun çözüm üretecek ve göreceksiniz ki, hiçbir sorunu, sıkıntısı olmayan, millî birliği, bütünlüğü, duygusu tek, yüreği tek, düşüncesi tek bir toplum ve ulus olmanın gereğini birlikte yaşayacağız.

Peki, biz bunları yapmadık, ne oldu; terör belasıyla karşılaştık. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 32 817 cana mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 17 177 yaralıya mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 6 153 yerleşim birimi boşaldı; bunların 1 779'u köy. 1,5 milyon insan kendi memleketinde muhacir olmak konumunda kaldılar ve bunların bu ülkeye kaybının, faturasının ne olduğunu söylersem hepimizin çok üzüleceğini tahmin ediyorum. Terörün bize maliyeti, endirekt kayıplar hariç, 130 milyar dolardır. Bakınız, bu 130 milyar dolarla neler yapılabilirdi: 123 000 fabrika yapılabilirdi, 197 478 ilköğretim okulu ve lise yapılabilirdi, 14 063 yataklı tam teşekküllü hastane yapılabilirdi ve 233 218 kilometre asfalt yapılabilirdi, 4 tane GAP yapılabilirdi ve tüm dışborçlarımız bir kalemde silinebilirdi. Bunların içerisinde endirekt kayıp yok, sadece ve sadece güvenlik için harcanan direkt kayıplar söz konusudur.

Peki, terörle alakalı konuda sorunlarımız var, sıkıntılarımız var; ilânihaye, hayat boyu biz bunlarla mı yaşayacağız; hayır. Şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum: Tabiî ki, bölgede sorunlar var, sıkıntılar var. Bu olayların büyük bir kısmının bölgede oluşununda tesadüf olmadığını hepiniz biliyorsunuz; ama, bölge insanı, özünde çok büyük oranda, yüzde 90 oranında değerlerle, üniter devlet, toprak bütünlüğü konusunda en az sizler kadar duyarlıdır; ancak, sorunu olan, sıkıntısı olan, geleceği olmayan insanlardan fazilet ve yurtseverlik bekleme hakkının olmadığını bilmek gerekiyor. Biz, onlara insanca yaşam standardı sağladığımız takdirde, o insanların hiçbirisini terörist yapma şansına sahip olmadığımızı göreceksiniz. Hafızanızı biraz tazeleyeceksiniz; çok uzunlara da gitmenize gerek yok. Daha bundan... 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında, Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi, doğu, güneydoğu illerinde de, askerlik şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluştu. Bu  kuyruklarda bıyığı terlememiş insanlar vardı, bu kuyruklarda ak sakallı ve ak saçlı insanlar vardı; bunlar, Kıbrıs'ta, yurttaşları için, ırktaşları için canını vermeye giden, koşan insanlardı, bizim insanlarımızdı. Peki, bu neslin çocukları karşımızda neden bugün asi, isyankâr ve terörist? Evvela kendimizi sorgulayarak, kendimizi irdeleyerek bir sonuca vardığımız takdirde, sorun, sıkıntı yaşamayacak bir ülke, bir ulus, bir devlet olduğumuzu görme şansını yakalayacağız.

Biz ne yapalım; biz, her şeyden önce, özgürlüklerine sahip, haklarını kullanan, hukukunu koruyan, eğitilmiş, katılımcı, yurttaş, birey yapmanın önkoşulunu oluşturmak zorundayız. Biz ne yapalım; düşünce özgürlüğünün sınırlarını daraltmama konusunda özenli olalım. Güvenlik ile özgürlüğün birbirinin karşıtı olduğunu söylemek büyük yanlışlıktır. Güvenlik ve özgürlük, birbirini tamamlayan iki öğedir; biri, diğerinin tamamlayıcısıdır, eski tabirle mütemmim cüzüdür. Bu bakımdan, bu konu, belki bazılarınca istifhamla karşılanabilir, bazılarınca kaygıyla karşılanabilir; vehme gerek yoktur. Devlet vatandaşına güvenmek zorundadır. Vatandaşına güvenmeyen devlet olur mu?! Siz bireyi, siz toplumu, siz siyaseti güvenlik kodlarıyla takip ederseniz, başarıya ulaşacağınızı düşünebilir misiniz? Bunun açmazını görmezseniz, başarılı olma şansınızı zaten baştan kaybettiniz demektir.

Peki, bölgenin sorun, sıkıntılarını giderelim mi; evet. Ne yapalım; nüfus baskısının çok önemli bir etken, faktör olduğunu görelim. Bölge insanının inançları doğrultusunda, birikim ve kültürü doğrultusunda, bu konulara biraz uzak olduğunu biliyorsunuz; ancak, GAP bölgesinde yapılan geniş kapsamlı çalışmada, üç çocuktan fazla çocuğu olan ailelerin yüzde 70'i nüfus kontrol sorununun gerekli olduğuna işaret ediyor ve buna yakınlık gösteriyor. Bu, çok önemlidir. Nüfus baskısını kontrol altında almadığınız takdirde, bölgedeki sorun, sıkıntıların çözümünün uzun süreç alacağının hesabını yapmak zorundayız. Bugün, dünyada nüfus artışıyla ilgili oran yüzde 1,5, Türkiye ortalaması yüzde 1,7; bugün, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu oran, yüzde 3,2; ki, Türkiye ortalamasının neredeyse 2 katı kadardır.

Peki, bölgeyle alakalı çok önemli bir sorun, sıkıntı da nedir; köye geri dönüşle alakalı konudur. Ben, geçen hafta, gündemdışı konuşmayla bunu huzurunuza taşıdım. Bakınız, köye geri dönüşle alakalı sorunu çözmediğiniz takdirde, bölgede ne huzuru ne sosyal barışı ne de toplumsal huzuru sağlamanız mümkün değildir. İnsanlar işsizdir. Bugün, sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye nüfusunun yüzde 9'unu oluşturmasına karşın, Türkiye'deki işsizlerin yüzde 20'sini barındırıyor. Bunu görmezlikten gelemezsiniz. Her birisi kendi bulundukları koşullarda üretici olan bu insanlar, bugün, tüketici ve potansiyel suçlu konumundalar. Siz, bunların insanca yaşam koşullarını sağlayacak bir yere taşımadığınız sürece, sürdürülebilir bir yaşam oluşturmadığınız sürece, sorun, sıkıntıyla karşılaşacağınızın hesabını yapmak zorundasınız. Her şeyden önce gerçekçi olmak zorundasınız. Siz, sadece "köye gidin, köyünüz açık" diyemezsiniz; siz, kırsal altyapıyı oluşturacaksınız; siz, sosyal altyapıyı oluşturacaksınız; siz, ekonomik altyapıyı oluşturmak zorundasınız. Ben, geçen hafta söyledim; feryadımı size duyurdum. Köy-kent Projesine gösterilen ilginin, alakanın en azından onda 1'inin de Köye Geri Dönüş Projesi için gösterilmesi gerektiğini söyledim. Bugün, Köy-kent Projesi için sağlanan kaynağın 430 000 000 dolar olduğunu söyledim; ama, köye geri dönüş için sağlanan kaynak ise, sadece 5,1 milyon dolar. Bunun, gerçekçi ve ülke gerçekleriyle, sorunlarıyla bağdaşır olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu sağlamadığınız takdirde, bölgede yaşayacağınız sorunların, sıkıntıların beklentisi içinde olmak zorundasınız.

Bakın, geçen yıl köye geri dönüşle alakalı konudaki rötar otuzaltı yıldı, bu yıl kırkiki yıl oldu. Bu bizim sorunumuz değil de bir başkasının sorunudur diyebilecek sağduyu sahibi bir tek insan bana gösterebilir misiniz; hayır. Bu sorunların altında yatan temel öğelerin, artık, açlık, yoksulluk, işsizlik ve de eğitimsizlik, birikimsizlik olduğunu söylemeye gerek yok ve her defasında, terör için art niyetli insanların kullandığı iki enstrüman için de, inanç ve etnik yapı olduğunu söylemeye gerek yok; ancak, biz, biraz önce de söylediğim gibi, her defasında, işin sadece terörist boyutunu gördük. Güvenlik güçleri üstlerine düşenin mükemmelini yaptılar; ancak, terörün altyapısını oluşturacak temel öğeleri gözden kaçırdık ve her bir sonraki uygunsuzlukla, terörist olayla çok ağır faturalar ödeyerek karşılaştık. Ümit ediyorum ki, inşallah bu son olacak.

Bakınız, bölgedeki ekonomik kalkınmayla alakalı konuda çok şey önerildi, çok şey söylendi; gözden kaçırılan bir şey var -üzülmemek mümkün değil- bölgede "bölgesel entegre kalkınma projesi" adı altında bir proje var, Güneydoğu Anadolu Projesi. Bu proje sadece Güneydoğu Anadolu'ya özgü değildi.

Bakın, Atatürk, bundan altmışyedi yıl önce "Dicle ve Fırat Nehirlerini dizginleyin" diye talimat verir ve aradan geçen bu kadar uzun süreye rağmen, ne onun söylediklerinin gereğini yaparız ne insanlarımızın temel ihtiyaçları olan bu sorunun, sıkıntının giderilmesi için gerekli iradeyi ortaya koyarız.

Peki, GAP nedir; bir bölgesel entegre kalkınma projesidir. Temel büyüklükleri -temel büyüklükleri bizi ilgilendiriyor- neler midir; bakınız söyleyeyim: Sadece GAP Projesi, tek başına, 3 800 000 insana direkt iş demektir. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki tüm işsizlerin toplamının 3 000 000 olduğunu söylersem, sadece bu projeyle bütün işsizleri iş sahibi yapıp, 800 000 de yurdumuzun diğer tarafından işsizlere istihdam olanağı yaratacağım dersem, bu projenin neden bu kadar geciktiğini anlatmak mümkün olur mu?!

Bugün, bütün dünyanın ortak paydası olan, temel sorunlardan biri olan enerji açığı konusu, GAP'ta az çok şekillenecek imkâna sahip. Tek başına 27 milyar kilovat/saat enerji demek. Peki, bunun gecikmesini izah edebilir misiniz?! GAP, tek başına, her yıl ulusuna bir Atatürk Barajı hediye edecek demektir; bunu gözden kaçırabilir misiniz?! GAP, 1 700 000 hektar arazinin sulanması demektir. Bu, 5 Çukurova demektir. Bunun getirisinin ne olduğunu biliyor musunuz; 26 000 000 ton bitkisel üretim ve de hammaddesi tarım olan 13 500 000 ton sanayi ürünü demektir. Peki, biz bunları görmezlikten gelecek kadar zengin miyiz; hayır. Bu yanlışın, bu eksikliğin, bu kusurun, bu ihmalin bedelinin, tüm ulusça çok ama çok ağır ödendiğinin altını çizmek gerekiyor. Bugün Türk toplumunda yoksulluk ve açlık değerlerini ortaya koyarsanız, toplumumuzun büyük bir kısmının bu kategori içerisinde olduğunu söylersek, bu kadar nimeti tepişimizin makul bir izahını yapabilecek sağduyu sahibi bir tek kişi çıkmaz.

GAP'ın getirileri çok; ama, GAP'ta gelin görün ki, esas motor sektörü olan tarım sektöründeki rötar 72 yıl, enerji sektöründeki rötar 16 yıl, eğitim sektöründeki rötar ise 25 yıl. Bunun çok öncelikli olarak giderilmesi gerekiyor.

Güneydoğu ve Doğu Anadolu için bugüne kadar üretilen 7 tane proje var. Bu projelerin hiçbirisinin gerçek anlamıyla yaşama geçtiğini iddia edebilir misiniz?! Ha, buraya gelir, biz, yaşama geçti deriz. Peki, birincisi yaşama geçti de ikincisini neden çıkarma gereği duyduk diye sormazlar mı?! Bu bakımdan, yeni baştan proje, yeni baştan program üretmeye hiç gerek yok; Güneydoğu Anadolu Projesini yaşama geçirme konusundaki ilkeli siyasî bir irade, bugünkü ortamda bile yeterli çözüm üretme şansına sahiptir.

Bu, sadece Güneydoğu Anadolu için mi geçerlidir; hayır, Doğu Anadolu Projesi bugüne kadar çoktan yaşama geçmeliydi, Kuzey Anadolu Projesi çoktan yaşama geçmeliydi, Konya Ovası Projesi çoktan yaşama geçmeliydi. Bugüne kadar, biz, kendimizi, dünyada tarımda kendine yeten 5 ülkeden biri olarak kabul ediyorduk; bugün, iktisaden faal nüfusu yüzde 5-10 oranında olan ülkelere tarım açısından muhtaç hale geldik. Bizim iktisaden faal nüfusumuzun yüzde 43 ilâ yüzde 52'si tarım sektöründe çalışır. Bunları içimize sindirebilir miyiz?! Bu sorunları, sıkıntıları göremezsek, çözüm üretme şansımızın yeterli olmayacağını bilmek gerekiyor.

Bugün bu kadar hayatî önemi olan bu konunun bir diğer önemli parçasını da görmek zorundayız; korucularla alakalı mesele. Değerli konuşmacılar bu konuyu gündeme taşıdılar. Bakın, geçmişte kendi canlarını, onurlarını, çoluk çocuklarını, mallarını, devletin onuru için riske etmiş olan bu insanları ortada bırakamayız. İçişleri Bakanlığının koordinatörlüğünde, ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte, çok kısa bir sürede, bunlar için sosyal güvence olabilecek bir projenin yaşama geçirilmesi gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) - Bugün, 58 900 geçici köy korucusu, 30 300 gönüllü köy korucusu var; bunların aile yapılarını ve bölge özelliklerini de hesaba katarsanız, milyonlara ulaşan bir rakamın olduğunu göreceksiniz. Çok kısa süre içerisinde bunlarla ilgili rehabilitasyonun yaşama geçmesinin beklentisi içerisinde olduğumuzun da özenle altını çizmek istiyorum.

Her şeyden önce, kararlı, söylediğini yapan, yaptığını söyleyen ve de herkes için umut olan bir siyasî iradenin beklentisi içerisinde olmak, herkesin en doğal hakkıdır; bize de yakışan budur, olması gereken budur.

Ben, sözlerimi tamamlamadan önce, Cenabı Hak'kın, bu yüce ulusa bir kez daha olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etmeye mecbur edecek koşullar yaratmamasını diliyorum, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yıldırım.

Son olarak, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak konuşacaklardır.

Buyurunuz Sayın Parlak. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Ben de, Başbakanlığın, Hakkâri ve Tunceli İllerinde 30 Temmuzdan geçerli olmak üzere kaldırılması ve Diyarbakır ve Şırnak İllerinde de son kez dört ay uzatılmak üzere karar alınması istenilen olağanüstü hale ilişkin tezkeresiyle ilgili Grubum adına söz aldığımdan dolayı, hem Grubum adına hem de şahsım adına hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, yirmidört yıldan beri, 1978'den 1987 yılına kadar sıkıyönetim ve 1987'den 2002 yılına kadar da olağanüstü hal uygulamasıyla karşı karşıya kalan bu bölgenin durumunu, geçtiğimiz yasama yıllarında da zaman zaman sizlerin bilgisine sunmaya çalıştım ve o zaman, sizlere, 1999 yılında ilk konuştuğumda, 21 yaşına gelen gençlerin doğal bir yönetim görmediğini söyledim -bugün 24 yaşına geldiler- ama, inşallah, 30 Temmuzdan sonra, normal yönetim görmeye başlayacaklar. Bu noktaya getiren güvenlik birimlerine, özellikle bölgede hizmet veren bölge valisi, asayiş komutanı, ilgili asker ve polis görevlilere, valilere gerçekten şükranlarımı sunmak istiyorum. Huzur, son derecede... Üç yıl öncesinden -tekrarlıyorum, bu karar biraz gecikmiştir- bugüne kadar değerlendirdiğimizde, Anadolu'nun diğer birçok kentinden çok daha sağlıklı bir şekilde, huzur ve güven ortamı sağlanmıştır. Geçmiş yıllarda, zaten huzur mevcut değilken, hiç kimsenin bunu kaldırmaya yönelik bir teklifi olmamıştır; ama, bugün, insanlarımız, en uç köyden en uzak mezraa kadar, 24 saat huzur içerisinde yaşamaktadır. Onun için, bugün çok onurluyuz, çok mutluyuz.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hal ile birlikte, bölgede bundan sonra ortaya çıkacak durumu ve yapmamız gerekenleri de özetlemek istiyorum. Burada, tüm grup yöneticilerini, sözcülerini dinledim; iktidarıyla muhalefetiyle, konuşmalarında şunu ortaya koydular: Gerçekten, bölgede bu kararın alınmasının çok isabetli olduğu ve bundan sonraki dönemler için, özellikle geçmişten ders alınarak, çok sağlıklı kararlar almamız gerektiği noktasında hemen hemen bütün gruplar hemfikir olmuştur. Bu nedenle, bütün gruplardaki milletvekili arkadaşlarıma, bölge milletvekili olarak da peşinen teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, terörle birlikte, özellikle 1984'ten sonra, insanlarımız, köylerini, mezralarını, yaylalarını, çiftliklerini bırakmak zorunda kaldılar ve bütün il ve ilçe merkezlerinin nüfusu 3'e, 4'e katlanmaya başladı. Terör döneminde bile, insanlarımızın geçim kaynakları konusunda önlemler araştırılmış ve 1987'den itibaren, özellikle sınır illeri olması nedeniyle sınır ticaretine oldukça önem verilmiş ve her türlü sınır ticaretinin geliştirilmesi için de devletçe önlemler alınmış, yeni yeni açık pazar yerlerinin kurulması öngörülmüş; ama, bundan üç dört ay önce de burada gündemdışı konuşmamda dile getirdiğim gibi, maalesef, 57 nci hükümetin görev başına gelmesiyle birlikte sınır ticareti oldukça kısıtlanmıştır. Biz, yüce huzurunuzda defalarca bunu arz ettik. Her ilde, ticaret konusu yapılan mal çeşidi yüzlerce kalemden 8-10 kaleme indirilerek, o da, baston, tespih, hurma gibi, alanı olmayan, satanı olmayan mallardan ibaret hale getirildi. Gruplarımızda da arz ettik, neticede, birtakım girişimler sonucu, bu yıl, inşaat malzemesi, tesisat malzemesi ve çatı sacı olmak üzere 4-5 kalem ilave yapıldı. Bu vesileyle -Tarım Bakanımız da burada- insanlarımız tekrar kendi köylerine, mezralarına ve geçim kaynaklarına kavuşuncaya kadar, özellikle sebze, meyve ve temel gıda maddeleri konusunda mevsimsel olarak, sadece o sınır illerinde kalmak üzere, birtakım olanakların tanınmasını istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bölge insanı, gerçekten -bizden önce konuşan sözcüler de bunu ifade ettiler- köyüne dönmek istiyor; hele, olağanüstü hal kaldırıldıktan sonra hepsi gitmek istiyor; çünkü, oradan gelirken karnı toktu, 3 tane keçisi, 2 tane ineği, bahçesi, cevizi, meyvesi vardı, bunlara kavuşmak istiyor; ama, bunu sağlamak için de, oradaki valiliklerimize bazı olanaklar vermemiz lazım. Deprem bölgesinde vatandaşlarımıza -bir daha inşallah kimse afete uğramasın- yapılan kalıcı konutlar gibi değil, sadece, köye dönen insanımızın kafasını sokacak, hayvanını barındıracak, icabında toprak damlı ev yapabilecek olanakların valiliklere verilmesi lazım.

Biraz önce konuşan değerli sözcü arkadaşım ifade ettiler, 2002 yılında sadece 7,5 trilyon lira para ayrılmıştır. Ayrılan bu paranın yeterli olduğunu söylemek elbette mümkün değildir.

Köy Hizmetlerine, mutlaka -acil destekten mi, başka kaynaklardan mı- köy yollarını yapabilecek, oraya birtakım altyapıları götürebilecek akaryakıt parasının gönderilmesi gerekmektedir.

Bu arada, özellikle bütün arkadaşlar değindiler, 50 000'e yakın korucu, halen görevdedir. Korucu olan köylerin hiçbirisi yoktur ki, askerimizle birlikte şehit vermemiş olsun; hiçbir korucu köyü yoktur ki, ayağını, bacağını, kolunu, gözünü kaybetmemiş gazisi olmasın. 57 inci hükümetimizin, bunlara da köklü bir çözüm, bir sosyal güvence veya istihdam alanları yaratarak -yaşlarına göre bir tercihler sıralaması yaparak- çözüm getireceğine inanmaktayım.

Değerli arkadaşlar, şu anda bölgedeki yatırımlara ilişkin hususlarda da birkaç şey söylemek istiyorum, özellikle ilim için söylüyorum. İlimizde yatırım konusu olmadığı için, geçim kaynakları, devletin resmî kurumlarında çalışan işçi, memur aylığı gibi değil. Korucu maaşları 120-140 000 000 lira arasında. Burada bir kez daha söylemiştim, sadece Hakkâri İlinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan faydalanmak için, 10 000 aile, kuru gıda sırasına girmektedir.

Bunun dışında, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle, devletimiz, projelerden, altyapılardan -eğitim, sağlık konusu dışında- zaten elini çekmeye başlamıştır. Dolayısıyla, yatırım özel sektörden beklenmektedir; ama, bu da ancak, sağlanacak bir mevzuatla gerçekleştirilecektir.

Şu anda yürürlükte bulunan "kalkınmada öncelikli" ifadesi sulandırılmıştır ve teşvikler, hiçbir anlamı kalmayan niteliktedir. Bunu, Sekizinci Beş yıllık kalkınma Planı görüşülürken, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ifade ettim; teşvikleri, yalnız doğu ve güneydoğuda değil, Türkiye'nin Orta Anadolusunda da, Giresun'un ilçelerinde de -Hakkâri'nin ilçesi düzeyinde olan ilçeler vardır- ilçeler bazında, il bazında, yepyeni kriterlere bağlayarak mutlaka değerlendirmeler yapmak lazım. Bölgeden örnek veriyorum: Bir Van'da aynı teşvik verilirse, bir adam, Hakkâri'ye gider mi, Bitlis'e gider mi? Diyarbakır'a verdiğiniz zaman Bitlis'e gelir mi; Erzurum'a verdiğiniz zaman Ağrı'ya gelir mi? Bu kategorileri ayırmak lazım ve bu teşviklerin kalkınmada öncelikli yöre anlayışına uygun projelendirilmeleri, yeniden değerlendirilmeleri lazımdır.

Bu bilgilerin tümü Devlet Planlama Teşkilatında fazlasıyla mevcuttur; çünkü, Devlet Planlama Teşkilatı, kurulduğu günden beri bölgesel olarak Türkiye'nin her yerinde -ilçeler dahil olmak üzere- çok önemli kriterler ve veriler toplanan bir kurumumuzdur. Bu kurumdan alınacak bilgilerle yeni bir düzenleme yapılırsa, insanlarımız belki oralarda yatırım yapmaya başlayacaklardır.

Özellikle yatırım... Ben bunu özellikle vurguluyorum -ilgili bakana ve hükümetimize de teşekkür ediyorum- şu safhada, kaymakamlıklar ve valiliklerce Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan talep edilen seracılık, hayvancılık, arıcılık ve benzeri alanlarda -ki, çok ufak çaptaki projelere dayalıdır; istihdam bununla sağlanıyor. Bunların dışında bir istihdam alanı söz konusu değildir- istihdam yaratıcı birtakım önlemlere mutlak surette gereksinim bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bunu çok üzülerek söylemek istiyorum; fakat, gerçekleri de söylememiz gerekiyor. Huzur ortamı sağlanmış; ama, insanlarımızın yüzde 70'i işsiz, aç, sefil. Bu insanlara, çok kısa sürede, biz, bu huzur ortamı içerisinde insan haklarını her gün biraz daha tanıyarak -ki, olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması da bunun bir göstergesidir- sağlayamazsak, PKK kalkar KADEK gelir, KADEK kalkar başka bir şey gelir; yani, insanlar aç ise, kullanılmaya müsaittir. Bölge de buna müsaittir; çünkü, bütün komşu ülkelerimiz... Zaten, bugüne kadar terör örgütlerinin oradaki destek aldıkları yerler de bellidir; yani, onun için, bu bölgedeki insanımızı eğer biz sahiplenmezsek, yine art niyetli insanlarımız sahiplenecektir.

Değerli arkadaşlar, bir cümle söylüyorum, dikkat edin. Ben inanıyorum ki, olağanüstü halin kaldırılmasını bütün bölge halkının yüzde 99'u bayramla karşılıyor; ama, belki üzülen yüzde 1 gibi bölücü kesimler vardır; çünkü, elinden bir silah daha alıyorsunuz. (DSP sıralarından alkışlar) Her silahı aldığınızda, onların kullanacağı bir şey kalmıyor ellerinde.

Bu dönemde, gerçekten, eğitim ve sağlık konusunda az olmayan hizmetler yapılmaktadır. Örneğin, eğitime katkı payı gibi bir gelir kaynağı sağlandıktan sonra, bölgedeki ilköğretim okulları, özellikle YİBO'lar -ki, dağınık bir yerleşimdir- eğitimin kalitesinin yükseltilmesi için de mutlaka gerekli olan kurumlardır. Yine örnek olarak veriyorum; Hakkâri'de sayısı üç yılda 5'ten 10'a çıkmıştır. Bölgede öğretmen konusu, norm kadro sayesinde, gerçekten, hem sınıf öğretmeni konusunda hem de branş öğretmeni sayısı açısından, geçmişe nazaran yüzde 90 karşılanmış hale gelmiştir; yönetici atamaları aynı şekilde.

Sağlık konusuna geldiğimizde, bundan çok önceki birçok konuşmamda özellikle doktorsuzluktan, hatta bir diş çekimi için bile Hakkâri'den Van'a -240 kilometre- sevkli giden insanlarımız olduğundan ve hele, o dönemlerde, bir de yollardaki işkenceden dolayı hasta sahiplerinin gidemediklerinden burada bahsetmiştim, ifade etmiştim hatırlarsanız; bugün, Allah'a şükür o noktaları bıraktık ve özellikle, Sağlık Bakanlığı, 57 nci hükümet, Sayın Başbakanımız, sayın bakanlarımız ve özellikle Sayın Osman Durmuş Bey'e minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar) 1992'den bugüne kadar on yıl, beşer yıl arayla ertelenen Zorunlu Hizmet Yasasının, 27 Mart 2002 tarihinden itibaren tekrar yürürlükte olmasını sağlamıştır. Ben inanıyorum ki, önümüzdeki bu temmuz ayından itibaren, mezun olacak hekimler, yeni bitirecek uzman hekimler, hem pratisyen hem uzman hekimler, yalnız Hakkâri, yalnız Şırnak, yalnız Bitlis'te olan eksikleri değil, Çerkeş'te, Alucra'da, Giresun'un Şebinkarahisar İlçesindeki noksanları da giderecek hale gelmiştir. İşte, bu bakanı, özellikle bir hekim olarak kendi meslektaşları ve özellikle bazı sivil toplum örgütleri, bazı basın organları sürekli topa tutmuşlardır; ama, ne Sayın Bakanımız ne hükümetimiz ne Sayın Başbakanımız, bundan taviz vermemiştir. Bunu da, onurla, bir milletvekili olarak ifade etmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bölgedeki belediyelere değinmeden geçemeyeceğim. Doğu ve güneydoğuda, özellikle bu bahsettiğimiz dört beş ilde, büyükşehir belediyeleri dahil birçok belediyeyi 1999'da HADEP kazanmıştır. Bu, Anayasa gereği yapılan seçimlerle halkın tercihi olmuştur; yüzde 70, yüzde 80 oy almışlardır. Ama, bu belediyelerin tümü -ki, Türkiye'nin genelinde belediyeler zaten krizde- kapanma noktasındadır ki, geçmişte, 1999'dan önceki dönemde bir belediye başkanı, hiçbir yetkisi yokken "ben belediyeyi kapatıyorum, anahtarı devlete teslim ediyorum" diye bir açıklama yaptı; medya sahip çıktı, zamanın cumhurbaşkanı sahip çıktı, hükümet sahip çıktı ve orayı kol kanat altına aldılar. Bugün, ben tahmin ediyorum, yalnız Hakkâri'deki değil, Yüksekova'daki değil, Şemdinli'deki değil, o bölgedeki belediyelerin tümü, dokuz on ay, onbeş aydır maaş ödememişlerdir ve olağanüstü iller olduğu için yönetim açısından, mücavir iller olduğu için, herhangi bir çalışan da ses çıkaramamaktadır; ama, bu insanlar, bizim insanımızdır. O illerde, o ilçelerde yaşayan halk, kamu hizmeti verme durumunda olan belediyeden hizmet beklemektedir.

Geçen hafta burada Meclis araştırması önergesinin öngörüşmeleri sırasında Afet Kararnamesi tartışılırken, Partimizin değerli sözcüsünün ifade ettiği gibi, biz, bu kararnameden Grup olarak gerçekten rahatsızız; çünkü, hiç kimse, sadece bu dönemde değil, hiçbir dönemde, bu kararnamenin objektif kullanıldığını söyleyemez Türkiye'de.

Belediyelere dağıtılacak gelirlerin toplamı yüzde 6 ise, bunun yüzde 1,5'ini, yüzde 2'sini alıyorsunuz, beğendiğiniz 200-300 belediyeye veriyorsunuz, geriye kalanı tekrar dağıtıyorsunuz. Belediyelerin sahiplenmek istedikleri gelir düzeyini, yüzde 6'dan, otomatikman yüzde 4'e, yüzde 4,5'e indiriyorsunuz. Bunun, Anayasayla, hakla hukukla, adaletle ilgisi yoktur.

Demokratik Sol Parti, inşallah tek başına iktidar olduğunda, bunu kökünden kaldıracaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ikinci bir konu hazine yardımıdır. Gerçekten, belediyelere yapılan hazine yardımı da sübjektiftir. Biz, her şeyin şeffaf olmasını istiyoruz. Bugün, bakan -hangi iktidar olursa olsun, hangi bakan olursa olsun- hangi partiye mensupsa, inanın ki, hazine yardımının yüzde 90'ı gizliden o belediyelere gidiyor, yüzde 10'u da sus payı diye, haberi olan belediyelere gidiyor. Ben, bunu, bugünkü bakan için değil, geçmişten bugüne kadar gelip geçen bakanlar için söylüyorum; çünkü, hiçbir bakan, hiçbir hükümet, hiçbir dönemde bunun objektif verildiğini hiçbir zaman açıklayamamıştır, açıklayamaz da. İnşallah bu iki konuyu da ortadan kaldırmak lazım.

Netice olarak şunu söylüyorum: Bugün, HADEP'li belediyeler "afet kararnamesinden şu belediye şu kadar yardım almıştır" diye afişler yazıp asıyorlar. Böylece, bir yerde onların eline bir koz vermiş oluyoruz haksızca. Orada yaşayan tüm insanlar, oy veren vermeyen herkes, hizmet yönünden mağdur durumdadır. Dolayısıyla, buna da bir çözüm bulmamız gerekmektedir.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Hükümetsiniz, bulmanız lazım.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Bulsa bulsa, DSP bulurdu!..

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Başbakan da onlarda!..

EVLİYA PARLAK ( Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben biraz da, bölge insanı olarak, günümüzde herkesin tartıştığı ve değerli bazı sözcülerin de "kendimiz için Avrupa Birliğinin kabul ettiği normlara, kriterlere varalım" dedikleri noktalara değinmek istiyorum.

BAŞKAN - Süreniz dolmak üzere Sayın Parlak; 1,5 dakikanız var.

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Tamam Başkanım, daha 1,5 dakikam var.

Önce, anadilde yayın ve anadili öğrenme konusunda yaşadıklarımı ve bildiklerimi arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, anadili öğrenmek, konuşmak, Türkiye'de, Avrupa Birliğinde kabul ettiğimiz Kopenhag siyasî kriterleri içinde olmasına karşın, sadece sanki Kürtçe'nin öğrenilmesi olarak ortaya konuluyor.

Dün değil evvelki gün hepiniz görmüşsünüzdür, Milliyet Gazetesinde -Lazlar burada çoktur tahmin ediyorum- "Lazca eğitim istiyorum..." Ben bu arkadaşı bilmiyorum; bakın: "Tulum ve kemençedeki ustalığıyla dünyaca tanınan Karadenizli müzisyen Birol Topaloğlu Lazca türküleri nedeniyle televizyona çıkarılmamaktan yakınıyor."

Şimdi, ben bunu niçin söylüyorum; Türkiye'de bir gerçek var, anadili Lazca olan var, Gürcüce olan var, Boşnakça olan var, benim gibi Kürtçe olan da var. Benim eşim Boşnaktır, anadili Boşnakçadır. Üç çocuğum var, üçü de üniversiteyi bitirdi, ne Kürtçe biliyorlar ne Boşnakça biliyorlar. Şimdi, benim kızım dese ki, baba bir kurs var, annemin akrabalarıyla Boşnakça konuşmak için gidip öğrensem; benim oğlum dese ki, ben Hakkâri'de Hakkârililerle rahat diyalog kuramıyorum, gitsem Kürtçe öğrensem; bunu bölücülük olarak değerlendirirsek, yanılıyoruz demek istiyorum, yanılıyoruz...

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Engel yok buna...

EVLİYA PARLAK (Devamla) - İkinci bir şey...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Buraya gelince...

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Yazıklar olsun!...

BAŞKAN - Sayın Kalkan...

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Bu, benim görüşüm. Bu, benim Partimin görüşü de değil, şahsımın görüşü.

BAŞKAN - Sayın Parlak, cümlelerinizi bitiriniz.

EVLİYA PARLAK (Devamla) - İkinci bir şey, bir örnek daha vereyim...

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Ayıp yapıyorsun!..

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Örnek ver, örnek ver; açıklık getir buna...

BAŞKAN - Sayın Parlak, cümlelerinizi bitiriniz, sonuçlandırınız.

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, 12 Eylül öncesinde ben Kürtçe bant dinliyordum; ihtilal gecesi toplamalar başladı ve gerçekten o bantların hepsi yandı; ondan sonra karaborsaya düştü; o kadar çok sempatiyle aranıyordu -müzik; normal müzik- ne zamanki serbest bırakıldı, bandrolle satılıyor, ne ben alıyorum ne kimse alıyor. Benim bunları söylememin bir nedeni var. Bugün, çanak antenlerle, zaten, dış ülkelerden, kontrol edemediğiniz yayınlar yapılıyor.

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Yapılsın...

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Bu yayınlar üstelik o kadar zehirli bir şekilde yapılıyor ki, insanlarımızın beyni karıştırılıyor. Biz, normal yayınla, doğru bir şekilde, ifadeyle bu insanlara ulaşırsak -teknoloji o kadar gelişmiş ki, bunu kontrol edemiyoruz- bunları da korkmadan kendimiz için yaparsak ve eğer bunları sağlarsak, bir daha, doğuda, güneydoğuda, başka yerde, Türkiye'nin hiçbir köşesinde, Allah'ın izniyle, ne sıkıyönetimi gerektiren ne olağanüstü hali gerektiren bir şey olur ve de milletin birliğini, bütünlüğünü perçinleştiren bir yönetimi oluştururuz, işte bugün aldığımız karar gibi.

Yirmidört yıldır, bu bölge, gerçekten, kuruyla beraber yaşın da yandığı bir yerdir; ama, bugün şunu söylüyorum: Çalışan bütün güvenlik görevlileri, bugün orada millet-devlet bütünlüğünü sağlamıştır ve bundan dolayı da, gerçekten, sayın bakanlara, sayın hükümetimize ve bütün yetkililere minnettarız.

Bu duygularla, bu kararın Yüce Heyetinizce kabul edileceği inancımı vurguluyorum. Avrupa istediği için değil, kendimiz için -bölgemize ve ülkemize- gerekli olan en sağlıklı kararları da, inşallah, bu Yüce Genel Kurul alacaktır.

Hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Parlak, çok teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, çalışma saatimiz saat 19.00'a kadar. İçtüzüğe göre, bu konuyla sınırlı olmak üzere, çalışma süremizi uzatabiliriz eğer tensip buyurursanız.

Sürenin uzatılmasını tensip buyuran, kabul eden arkadaşlarımız... Kabul etmeyenler...  Kabul edilmiştir.

Şimdi iki arkadaşımıza şahsı adına söz vereceğim ve daha sonra da tezkerenin oylamasını yapacağım.

Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; olağanüstü halin, Hakkâri ve Tunceli İllerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere kaldırılmasını, Diyarbakır ve Şırnak İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisine arz eden 10.6.2002 tarihindeki Bakanlar Kurulu tezkeresi üzerinde söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ben, önce, Anayasamızın 10 uncu maddesini bir hatırlatmak istiyorum, gerçi, hepiniz de biliyorsunuz. Anayasamızın 10 uncu maddesinde aynen şöyle der: "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."

Biz, doğu ve güneydoğuda 24 yıldır bütün bu kanunlardan uzak, ayrı yasalarla, ayrı kanunlarla, ayrı antidemokratik yasalarla gerçekten yönetilen bir toplumuz; buna, yediden yetmişine, çocuğumuzdan büyüğümüze kadar tahammül eden, sabır gösteren bir toplumuz.

Ben şunu diyorum: Bu bölgelerimiz, doğu ve güneydoğu bölgeleri, gerçekten, bu ülkenin hem kaleleri hem kapısıdır; çünkü, bu insanlar askerliğini yapar, vergisini verir, nöbete gider, savaşa gider; bana göre birinci sınıf vatandaştır, vatandaşlık görevinde, bugüne kadar hiçbir kusur işlememiştir. Öyleyse, bunların ayrı yasalarla yönetilmesini, bunlara ayrıcalıklar uygulanmasını, zannedersem, hiçbirimizin vicdanı kabul edemez. İşte, Türkiye'nin gelmek istediği nokta da bana göre budur.

Bu ülkenin her şeyden önce akıl yolunu seçmesi... Akıl yolunun ise, demokrasiden geçtiğine inanıyorum. O zaman, demokratik kültürümüzü artırmamız, demokratikleşme sürecimizi de tamamlamamız gerekir. Aksi takdirde, biz, eşitliği, kardeşliği, birlikte yaşamayı bir türlü sağlayamayız; bunun dışında alternatif yok. Bunun dışındaki başvurular, ancak ve ancak, terör olayları olur; ki, bunu da, hepimiz kınıyoruz. Terörün mantığı ve hukuku yoktur, hepinizin bildiği gibi. Ama, biz, devlet olarak, vatandaşımıza, terörün reva gördüğü şeyleri, asla ve asla, reva görmemeliyiz; biz, ne olursa olsun, hukuk çerçevesinde, hukuk devleti olma anlayışından uzaklaşmamalıyız.

Doğuda, güneydoğuda ve ilimde yirmidört yıldan beri uygulanan olağanüstü hal ve sıkıyönetimler, gerçekten, birçok kesimin hataları -siyasî partilerin hataları, güvenlik güçlerinin hataları- birbirine karışarak, savunmasız, sivil vatandaşları bir hayli zedelemiştir. Öylesine zedelemiştir ki, Türkiye'de insan hakları ihlalleri en üst seviyeye ulaşmıştır. Bunu, bazı siyasî iradeler, zamanında "üç beş şaki" deyip, "üç beş kişi" deyip geçiştirmiştir; kimi oy hesapları yapmıştır, kimiyse hukuk devleti anlayışı çerçevesinden çıkarak, terörü bitireceğim diye, kendi insanlarını bitirmiştir.

Ben, bunun, çok canlı ve çarpıcı bir örneğini vermek istiyorum sizlere: 1993-1994 yıllarında, hepimizin bildiği gibi, Sayın Tansu Çiller Hanımefendi Başbakandı -bunu, hepimiz biliyoruz; hele hele, siyasetle uğraşanlar çok daha iyi hatırlıyor, o illerde, o bölgede yaşayan insanlar çok çok daha iyi hatırlıyor- terörü bitireceğim diye, köylerimizi boşalttı. Evler yakıldı, insanlar iç göç vermek zorunda kaldı. Oysaki, maalesef, terör bitmedi, daha da zirveye ulaştı. O dönem, doğu ve güneydoğuda, binlerce aile, onbinlerce köy, mezra boşaltıldı; insanlar, uğraşlarından, tarımından, hayvanından, ticaretinden olmak zorunda kaldı.

Hatta, o dönem, Saygıdeğer Milletvekilim Sayın Genç, zaman zaman söylüyordu: "Ovacık'ta bu prefabrikeler içerisine koyduğunuz insanlar, bu haritanın üzerinde yüzkarasıdır. Bunları niye kurtarmıyorsunuz?" İşte, o insanların, 1993-1994 yıllarında, gerçekten, Ovacık'ta o prefabrikeler içerisinde yaşamaya mahkûm edildikleri dönem o dönemdi; ama, biz, bu dönem... Sayın Genç şimdi onlardan bahsetmiyor; çünkü, biz, o insanları, o çamurlardan, o karlardan çıkarıp, gerçekten kalıcı konutlara kavuşturmuş olduk. Hakikaten, üzücü bir manzaraydı, o manzaraya bu şekilde son vermiş olduk.

Demek istediğim şu: Biz, hiçbir zaman, insanlarımızı mağdur etmekle veya ayrı yasalar uygulamakla bir yere varamayız. Bizim yapmak istediğimiz tek şey şu olmalıdır: O insanları birinci sınıf vatandaş olarak bağrımıza basmak; o insanların geriye dönüşü için ne gerekiyorsa onu yapmak; tarım ve hayvancılık sektörünü tekrar o bölgelerde canlandırmak; o insanları istihdam etmek için, köye dönüşler için devletin katkıda bulunması; o insanların kendi evlerinin içerisinde oturması, kendi tarlasını ekmesi, kendi hayvanına bakması, kendi geçimini sağlaması gerekir; bundan başka çaremiz yoktur. Bizim yapmamız gereken budur ve bu hükümet döneminde de bunun büyük çoğunluğunu yapıyoruz. Valilerin emrine parayı verdik. Köye dönüşlerde kendilerine çok büyük katkılarda bulunuluyor, demir veriliyor, çimento veriliyor, para veriliyor ve insanlar da seve seve köylerine gidip, evlerini yapıyorlar.

Değerli arkadaşlar, ben, 4.6.2002 tarihinde, burada, gündemdışı konuşmamda, olağanüstü halin kalkması için katkısı bulunan tüm görevlilere, Millî Güvenlik Kuruluna, Cumhurbaşkanıma, Başbakanıma teşekkür etmiştim. Ben, bugün de, huzurlarınızda, biraz sonra bu Yüce Meclisin değerli oylarıyla kalkacağına inandığım olağanüstü hal için, hem Başkanıma hem Başbakanıma hem siz değerli milletvekili arkadaşlarımıza, vereceği kıymetli oylarından ötürü, şimdiden teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Ama, ben, şunu da söylüyorum: Biz, bu ülkeyi gerçekten hukuk devleti yapmak zorundayız; biz, bu ülkede hukukun tüm kurum ve kurallarını yerleştirmek zorundayız; biz, bu ülkede insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak zorundayız, barışı ve kardeşliği sağlamak zorundayız. İnsanlar akıl ve vicdanla donatılmışlardır. Bu, Tanrı'nın insana verdiği en büyük cevherdir, bunu çok iyi kullanmamız gerekir. Eğer, biz bunu değerlendirirsek, biz bu yoldan hareket edersek, barışı, kardeşliği ancak bu şekilde sağlamış oluruz; bunun dışında hiçbir çaremiz yoktur. İnsanların rengi değişik olabilir, şekli değişik olabilir, bölgesi değişik olabilir, cinsiyeti değişik olabilir, varlığı değişik olabilir; ama, ne olursa olsun, her şeyden önce, bu ülkenin insanıdır, bu ülkenin vatandaşıdır.

Ulusal bilinci geliştirmemiz gerekir. Bana göre, bu ülkede eksik olan budur, ulusal bilincin eksikliğidir; yoksa, ulusal bilinci geliştirmezseniz, bölgeye göre, illere göre kanunlar uygularsanız, gerçekten, bu ülkede, kardeşliği, barışı bir türlü sağlayamayız.

Değerli arkadaşlarım, diğer taraftan, o bölgelerde yapmamız gereken şey şudur: Sayın Bakanımız da buradadır. O bölge, tarım ve hayvancılık bakımından oldukça ehliyetli insanlarla doludur. Her şeyden önce, tarım ve hayvancılık konusunda, o bölgeye gereken desteği sağlamamız gerekir; çünkü, onların bundan başka uğraşacağı pek bir konuları da yoktur. Eğer, biz, bu konuda onlara gereken desteği sağlarsak, o bölgede tekrar hayvancılığı canlandırırsak, tarımı canlandırırsak, o zaman, bu ülkeye giren delidana etinden de kurtulmuş oluruz. Bu, bizim için oldukça önemlidir.

BAŞKAN - Sayın Gündoğan, 1 dakikanız var.

BEKİR GÜNDOĞAN (Devamla) - Peki efendim.

Değerli milletvekilleri, olağanüstü halin kalkmasına, ilim ve Hakkâri oldukça seviniyor. Ben dilerdim ki, diğer iki ilimizde de kalksaydı; ama, üç ay sonra, temenni ederim ki, onlar da bu sevinci yaşarlar. Biz, gerçekten, bu konuda, oldukça sevinçli ve mutluyuz. Bu konuya sevinmeyen sadece bir kesim var; açık ve net söyleyeyim, rantçı kesim ile terör kesimi bu işe sevinmiyor; ama, halk olarak hepimiz gerçekten mutluyuz, sevinçliyiz.

Ben de, bu sevincimi, bu mutluluğumu huzurunuzda bölüşürken, Yüce Kurulunuza ve Sayın Başkanıma saygılar sunuyor, hepinize teşekkür ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gündoğan.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, konuşmada, eğer, zabıtlar getirilirse, görülecek ki, sataşma vardır.

Terörle mücadele bir devlet meselesidir, bir millî meseledir. Terörle mücadelede "ya bitecek ya bitecek" deyip de, daha fazla azdırdığını ifade ediyor sayın konuşmacı. Sayın milletvekili doğruları yansıtmıyor. Bugün, eğer -sataşma olarak şunu söyleyeyim- Apo...

BAŞKAN - Kime sataşma Sayın Güven?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Doğrudan doğruya Sayın Çiller'e ve hükümetine sataşmıştır efendim.

BAŞKAN - O zaman, tutanaklara baktırayım, eğer, sabit görürsem söz veririm.

Teşekkür ederim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Terörü bitiren insanları takdir etmeniz lazım, bunları yapmıyorsunuz, istismar ediyorsunuz.

BAŞKAN - Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Buyurun Sayın Genç.

Süreniz 10 dakikadır.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlığın olağanüstü halin iki ilde uzatılmasıyla ilgili tezkeresi üzerinde söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, gelen tezkere yanlış. Zaten, Bakanlar Kurulu uygun görmediği yerde, kendiliğinden olağanüstü hal uzuyor ve bunun için Millî Güvenlik Kurulu kararına da gerek yok; ama, Türkiye'de Anayasayı anlayan, Anayasayı takan kimse yok. Aslında, bu olağanüstü hal 30 Temmuz yerine bugün niye kaldırılmıyor?

Tabiî, aslında, olağanüstü hal, insan yaşamı üzerinde, insan hayatını baskı altına alan, temel hak ve özgürlükleri yok eden, insanca yaşama şartlarını ortadan kaldıran çok anormal bir rejimdir. Bu anormal rejimin altında yaşayanlar bilir. Saadet Partisi Grubu ve ANAP Grubu adına konuşan arkadaşlarımız bölgedeki olayları çok güzel tahlil ettiler; bunları da, o bölgenin insanları oldukları için ifade ettiler. Yaygın anarşik olaylarda kamu düzeninin bozulması meselesi, bir günlük, bir gün sonraki meseledir. Bir ay sonra, iki ay sonra olağanüstü hal ilan edilmez ve uzatılmaz. Bu, demokrasiye, insan haklarına ve demokratik anlayışa da aykırı; bunu devamlı söyledik.

Değerli milletvekilleri, tabiî, ilimizde olağanüstü halin 30 Temmuzdan sonra kaldırılmasına seviniyoruz; ancak, bu olağanüstü hali kaldırırken, yine, eski rejimi devam ettirmeyelim, eski baskı rejimini devam ettirmeyelim. Orada ciddî yatırımlar yapalım. Ben kendi ilimi konuşmak için söz aldım. Oraya kalitesiz, sürgün yönetici göndermeyelim. O halkla bütünleşen, halkı seven, orada en az o insanlara yapılan kötülükleri kendisine yapılmış gibi hisseden insanları gönderelim. Bölgeyi sürgün yerinden kurtaralım.

Geçen gün bir lisede bir olay meydana geliyor. Öğrenciler masanın başına yazılar yazmışlar; bütün lise öğrencilerinde var. Hemen git, okul yöneticilerini görevden al. Böyle bir anlayış olur mu?!

Kafası kızıyor assubayın, köyde -daha yakında oluyor- iki gün sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. (MHP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, ben konuşmamı yapayım. Rica ediyorum, bırakın şimdi...

Sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. Böyle bir şey olur mu?!

Ben Meclis Başkanvekiliyim; Türkiye'de protokolde, Cumhurbaşkanından sonra, Meclis Başkanının olmadığı yerde Cumhurbaşkanını temsil ediyorum; ama, bölgeye gittiğimiz zaman, hâlâ, biz, başka görülüyoruz. Bu zihniyetlerden insanların sıyrılması lazım.

Değerli milletvekilleri, bunları, biz, bu Meclisin saygınlığını sormak için söylüyoruz. Artık, ırkçı kafalarla, kafatasçı düşüncelerle olaylara yaklaşmayalım. Türkiye, büyüyen bir ülkedir. İlim çağıdır, bilim çağıdır. Irkçılıkla bir yere varamazsınız. Bu çağın en büyük hastalığıdır bu.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) - Siz, bu kafayla nereye varacaksınız?!

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, lütfen müdahale etmeyin.

BAŞKAN - Sayın Çakar...

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben kimseyi kastetmiyorum. (MHP sıralarından gürültüler)

Değerli milletvekilleri...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, hatibi dinleyelim.

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, niye üzerinize alıyorsunuz?! Niye üzerinize alıyorsunuz?! (MHP sıralarından gürültüler)

ORHAN ŞEN (Bursa) - Niye bize doğru bakarak konuşuyorsun?!

BAŞKAN - Sayın Şen...

KAMER GENÇ (Devamla) - Hayır, niye yani Sayın Başkan... Yani, 5 dakika burada konuşacağız diye ikide bir sözümüzü niye kesiyorlar ki bunlar.

BAŞKAN - Evet; lütfen...

Buyurun siz devam edin.

KAMER GENÇ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakın, ilimizin ciddî çözümlere ihtiyacı var. Bakın, geçen gün bir vatandaş geldi, köyüne bırakmıyorlar. Niye bırakmıyorlar. "Sen PKK'lı keçiler besliyorsun" demişler. Bunlar sizin memlekette oluyor mu? "Nedir PKK'lı keçi" dedim. "Efendim, PKK'lılar beslediği keçilerin bir kısmını senin köyünde beslemiş..." Böyle laflar olur mu?!

Beyler, bunlar memleketimde olan şeylerdir. Şimdi, bakın, işte size bir gazetenin kupürü: "Tunceli'de 27 köy hâlâ yasaklı. 164 aileye evlerine dönüş izni verilmiyor."

Düşünebiliyor musunuz, size, evinizi, köyünüzü terk et deseler, haydi çıkın deseler -eşyanız orada, eviniz orada- nereye gideceksiniz?! Size kira parası da ödenmiyor.

Değerli arkadaşlar, biraz insanların acılarını hissederek meselelere bakmak lazım. Yani, bizler, sizden daha fazla bu memleketin menfaatını düşünen, sizden daha fazla heyecan duyan, her zeminde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir vatandaşı olmaktan onur duyan insanlarız; ama, mantıksız davranışlarla, birtakım milliyetçilik duygularını tahrik eden insanlar değiliz. Bu memleket bizimdir. Bu memleketi dünyada en saygın ülke haline getireceğiz. Bunu nasıl yapacağız; elbette ki, demokrasinin standartlarını yükselterek, insan hakları standartlarını yükselterek yapacağız.

Bölgemizde önemli sorunlar vardır; hayvancılık, çok önemli bir sorundur; ama, yayla zamanı geldiğinde, maalesef, hayvanları dağa çıkarmak için yüzlerce yere telefon ediyoruz; ama, karşımızda muhatap bulamıyoruz. "Yasak" diyor adam "oradan gitmeyeceksin buradan gideceksin... Yok efendim, Tunceli'nin yaylalarına çıkmak için ille Erzurum'u döneceksin veya Erzincan'ı döneceksin..." Böyle bir şey olur mu?!

ABBAS BOZYEL (Iğdır) - Olur!.. Olur!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Size göre "olur" tabiî; sizin mantığınız böyle. (MHP sıralarından gürültüler)

Beyler, bakın, maalesef, ilimizde, gece saat 6'dan, 7'den sonra komşuya giderken, hâlâ oradaki kişilerden izin alıyoruz; bunları, artık, kaldıralım; lütfen, bunlar kalksın. Bakın, 1998, 1999 yıllarından sonra silahlı eylemler bitti; artık, orada da, insanlar, rahatça yaşayabilecek bir hayat şartlarına kavuşturulmalıdır.

Bizim ilimize hiçbir hizmet gelmiyor. Bakın, Sağlık Bakanı... Geçen gün, bizim çocuklar imtihana giderken, benim ilçemin yakınında dolmuş kaza yaptı; dolmuştaki 19 öğrenciden 3'ü ve 1 de öğretmen öldü. Benim ilçemde hastane var; ama, hastanede bir tansiyon aleti bile yok, doktor yok; böyle bir hastane olur mu! Benim ilimde doktor yok arkadaşlar!

ABBAS BOZYEL (Iğdır) - Var!.. Var!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Varsa, getirir ispatlarsınız burada.

Bakın, ondan sonra, o çocuklar... (MHP sıralarından gürültüler)

Ya müdahale etmeyin arkadaşlar...

O gençlerimiz Elazığ'a kaldırıldı; belki, Tunceli'de tedavi edilebilseydi, o ölümler olmazdı.

Şimdi, bizim Tunceli'de önemli bir yol ağı var; Karadeniz'i güneye bağlayan bir Pülümür yolu var, Pertek'ten geçiyor. Bu Pertek Köprüsü, çok önemli bir köprüdür. Pülümür Dağındaki o yol... Erzurum'a, Erzincan'a giderken, Mutu Köprüsünden geçiyorsunuz; toz toprak; kışın kamyonlar geçmiyor. Kaç defa söyledik; Karayolları Bölge Müdürüne söyledik; diyor ki: "Bana 500 milyar lira versinler, ben bunu yapacağım." Verilmiyor bir şey.

Bakın, geçen günkü trafik kazası da, karayolları çukur halinde olduğu için oldu. Sayın Karayolları Bölge Müdürü çalışan bir arkadaşımız; ama, maalesef, ödenek verilmiyor, oraya doğru dürüst hizmet gitmiyor, Köy Hizmetlerinin araçlarına akaryakıt bulunamıyor. Böyle bir şey olur mu?! (MHP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, bu arkadaşlar niye müdahale ediyorlar, ben anlamıyorum ki...

BAŞKAN - Sayın Genç, siz Genel Kurula hitap ediniz.

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, ben ediyorum; ama, araya da girmesinler.

BAŞKAN - Soru da sormayın arkadaşlara, cevap verirler.

KAMER GENÇ (Devamla) - O kadar haksız uygulamalar var ki...  Bizim Pertek'te bir iplik fabrikası vardı. İplik fabrikasını Isparta'ya taşıdılar. Oradaki işçilerin 52'si hâlâ boşta. Yüksek Planlama Kurulu bir karar vermiş, demiş ki: "Bu işçileri biz Tunceli'deki kamu kurumlarına yerleştireceğiz." Ama, oradaki Genel Müdür hemen talimat vermiş: "Bunların görevine son veriyorum." Diyorum ki: Kardeşim, Yüksek Planlama Kurulunun kararı var, Başbakanın imzası var, şu kadar bakanın imzası var, peki bu hükümet yok mu ortada?! Arkasından Sayın Hüsamettin Özkan'a gittik, Sayın Sanayi Bakanımıza gittik, "çare bulacağız" diyorlar; ama, öte taraftan da bu insanlara zorla tebliğ ediyor, ayırıyor. Yani, böyle bölgelerde hukuk tatbik edilmiyor ve insanların hukukî hiçbir hakkına saygı duyulmuyor. Dolayısıyla, biz de bunları ileteceğimiz arkadaşlar bulamıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben Meclis Başkanvekiliyim, maalesef, birtakım bakanlarınıza defalarca telefon ediyoruz, telefonlarımıza çıkmıyorlar. Böyle bir şey olur mu?! Böyle bir şey olur mu?! Ben Başkanvekili de olmasam...

İlimizde çok ciddî sıkıntılar var. Rica ediyorum... Bakın, hükümetten rica ediyorum; artık, bölgeciliği bırakalım. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir Tunceli İli var; bu Tunceli İline de yeterli hizmeti götürelim. Karayolları olsun, Köy Hizmetleri olsun, su olsun...

Bakın, 2 tane önemli sulama projemiz var; birisi, Mazgirt-Akpazar'da, birisi Çemişkezek'te. Beş sene önce bunların projeleri yapıldı, hâlâ bir kuruş para verilmedi; yani, bunlara verilecek para da 12 - 13 trilyon lira para; ama, bunun karşılığında da büyük bir yatırım olacak, o bölgede köylüler en azından üretim yapacak; şekerpancarı ekecek, buğday ekecek ve geçimlerini sağlayacaklar.

Değerli milletvekilleri, Tunceli İli Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde bir il değil midir? Maalesef, bu hükümet Tunceli İline bir kuruş yatırım yapmamıştır. Bir tek, eskiden, Sayın Tansu Çiller zamanında bir barajın temeli atılmıştır, onun dışında bir yatırım yok. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Siz yaptıysanız bir şey söyleyin arkadaşlar, bir tane yatırım söyleyin!..

Rica ediyorum!..

Sağlık hizmetleri en mahrumiyet bölgesinde... (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

Ben anlamıyorum ki!.. Ben anlayan insanlara göre konuşuyorum; ama siz... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar, sayın hatip sözlerini bitirecek; lütfen!.. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, şimdi, Bekir Bey, tabiî ki, iktidar partisi milletvekili. Elbette ki iktidar partisi milletvekili kendisine göre konuşur; ama... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, sayın hatip son sözlerini söyleyecek...

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, lütfen, bize de herkese tanıdığınız hakkı tanıyın.

Sayın Başkan, yıllarca terör altında ezilmiş bir halkın ıstıraplarını duyarak burada o insanların acılarını, ıstıraplarını, maruz kaldıkları keyfî uygulamaları dile getirmek benim parlamenterlik görevimin gereğidir. Yani, burada da bu süreyi lütfen bize kullandırın ve maalesef her cümlemizde de bir sataşma oluyor ve bizdeki insicamı da bozuyorlar.

Yani, değerli milletvekilleri, artık Tunceli'ye yeniden dönüş konusunda bu hükümetin gerekli tedbiri alması lazımdır. Bugün, Ankara'da, İstanbul'da, Türkiye'nin her tarafında Tuncelililer var; ama, orada çok güzel arazilerimiz var. Munzur Dağlarının altında çok güzel turistik alanlar var. Hiç olmazsa yollarımızı yapalım, buralarda yaşam koşullarını iyileştirecek belirli bir ortam yaratalım ve bu insanlar köylerine dönsün. Artık büyük şehirlerde yaşamanın şartları çok zor. O bakımdan, rica ediyoruz, özellikle hükümetten, bölgeye, halkı anlayan, halkla özdeşleşen yöneticiler göndersinler.

BAŞKAN - Sayın Genç, size teşekkür edebilir miyim?

KAMER GENÇ (Devamla) - Bir dakika, son cümleyi söyleyeyim de...

BAŞKAN - Peki, son cümlenizi alayım.

KAMER GENÇ (Devamla) - Biraz önce bir iki arkadaşımız, olağanüstü hali kaldıran güvenlik kuvvetlerine, Başbakana, Millî Güvenlik Kuruluna teşekkür ettiler. Teşekkür ederiz, tamam, kabul ediyorum da, aslında, teşekkür edilmesi gereken halktır. Halkın desteklemediği bir hareket hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Doğu ve güneydoğuda eğer terör sona ermişse, o bölge halkının özverili mücadelesinden kaynaklanmıştır ve burada, doğu ve güneydoğu halkına özellikle de teşekkür etmek istiyorum; o bölgede, en anormal şartlarda, terörün bitmesi için canını dişine takarak mücadele vermiştir.

Bir de, şunu, son cümle olarak söylüyorum: Artık, bu bölgede itirafçılar yakalanıyor "efendim, ben on sene önce şu adamın, gittim, evinden ekmek aldım" diyor, yüzlerce insan tutuklanıyor. Daha, onbeş gün önce, Ovacık'ta, 15 kişiyi içeriye aldılar. Rica ediyorum, bu uygulamaları da artık bıraksınlar; yani, bu terör bittiğine göre, geçmişe bir sünger çekelim.

Saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Peki, biz de size çok teşekkür ediyoruz Sayın Genç.

Sayın Güven, ben kendim okuduktan sonra, Divan üyesi arkadaşlarıma da gösterdim; Sayın Bekir Gündoğan'ın konuşmasında, Sayın Çiller'e yönelik bir sataşma tespit edemedim. Öyle bir niyet olsaydı söylerdim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, kendisinin de itirafı var yani...

"Terör ya bitecek ya bitecek dedi; ama, terörü azdırdı" diyor. İsmen söylüyor efendim. Bu memlekette terörü bitirenler bellidir.

BAŞKAN - Efendim, görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - İsim söylendi Başkan...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, ismen söylüyor efendim; demek ki zabıtlara geçmiyor. "Terör ya bitecek ya bitecek, terörü azdırdı" diyor... Terörü azdırdığını ifade ediyor.

BAŞKAN -  Öyle bir niyet olsaydı... Burada, inceleteceğimi söyledim, incelettim Sayın Güven...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Bu memlekette terörü bitirenler meydandadır. Bu millî  bir meseledir; ama, terör taraftarı olduğunu ifade eden insanları da burada kınamak lazım.

BAŞKAN - Hayır, öyle bir niyeti görmedim. Yazılı metne de baktım. "Olduğunu hissedersem, konuşmanıza izin veririm" dedim; ama, yok. Onu da ben düzeltmiş oldum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, bir kez daha lütfen dikkatli okuyun da, ondan sonraki gündemdışında da gereğini yapalım. Bu memlekette binlerce insan şehit olmuştur. Terörü azdıranlar bilinsin...

BAŞKAN - Tezkereyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

30 Mart 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı Kararı ile onaylanmış bulunan olağanüstü halin;

1- Hakkâri ve Tunceli İllerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere kaldırılmasının,

2- Diyarbakır ve Şırnak İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasının,

Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                  Bülent Ecevit

                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teşekkür ediyorum.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 20 Haziran 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.26

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.