DÖNEM
: 21 CİLT : 98 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 115 inci Birleşim 19 . 6 . 2002 Çarşamba I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN
KÂĞITLAR III.-
YOKLAMALAR IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- İzmir Milletvekili Güler Aslan'ın,
2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor
Oyunlarına ve İzmir İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması 2.- Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in,
Kardemirin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı 3.- Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın,
Soma İlçesindeki termik santralda ve kömür üretiminde yaşanan sorunlara ve
alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1.- Genel Kurulu ziyaret eden
Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ivan Iskrov ve
beraberindeki heyete, Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve
Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 19
arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/293) D) Tezkereler ve Önergeler 1.- Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir
Akcan'ın, Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete iştirak eden milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1115) 2.- Olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli
illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat
17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1116) V.- SORULAR
VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Erzincan Milletvekili Tevhit
Karakaya'nın, Erzincan-Kemah-Oğuz Köyünün yoluna ilişkin Başbakandan sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7308) 2.- Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun; İller Bankası Bölge Müdürlüğünün Sinop
İlinde programa aldığı işlere, Sinop İlinde afet bölgesi ilan edilen yer
olup olmadığına, İlişkin soruları ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7309, 7314) 3.- İstanbul Milletvekili Mustafa Baş'ın,
Balata, Boğaziçi ve Fatih köprülerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7349) 4.- Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın,
Yozgat bağlantılı bazı yol çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7353) 5.- Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Bingöl-Karlıova İlçesindeki bazı vatandaşlara yeşil kart
verilmemesinin nedenlerine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım
Yücelen'in cevabı (7/7374) 6.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
son beş yılda yapılan müşavir atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı A. Mesut
Yılmaz'ın cevabı (7/7425) 7.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
son beş yılda yapılan müşavir atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı H.
Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/7435) 8.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
son beş yılda yapılan bürokrat atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/7465) 9.- Batman Milletvekili Alaattin Sever
Aydın'ın; Batman-Sason Karayoluna, - Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış'ın; İller Bankasının belediyelerden
alacaklarını tahsiline, - Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın; İller Bankasından Kırıkkale Belediyesine
yapılan ödemelere, İlişkin soruları ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7483, 7506, 7511) 10.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
TRT'deki personel istihdamına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7489) 11.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
Anadolu Ajansının statüsü, mali durumu ve personeline ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7490) 12.- Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas'ın, BAĞ-KUR sigortalılarının ilaç teminde ve tedavi masraflarının
ödenmesinde karşılaştıkları sorunlara ilişkin Çalışma ve Sosyal güvenlik
Bakanından sorusu ve Devlet Bakanı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vekili
Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/7512) 13.- Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas'ın, demiryolu taşımacılığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Oktay
Vural'ın cevabı (7/7513) 14.- Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın,
Erzurum-Merkez ilçelerinde ve bağlı köylerindeki tuvaletsiz okul sayısına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/7534) 15.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Halk Bankasından bir milletvekiline ait fabrikaya verilen kredi ile ilgili
iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/7554) 16.- Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, tütün,
tütün mamulleri ve alkollü içkiler piyasası düzenleme kurumunun göreve
başlamaması nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7606) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı. Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu,
Hatay İlindeki tarım arazilerinin maruz kaldığı sel baskınlarına, Bursa Milletvekili Faruk Çelik,
muhtarların sorunlarına, Bursa Milletvekili Orhan Şen de, Kültür
Bakanlığınca ödül verilen bir kitap ve filme, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Oturum Başkanı ve TBMM Başkanvekili Yüksel
Yalova, Türk Milletine, dünyanın dört bir yanında yaşayan Türk vatandaşlarına
tarihî sevinci yaşatan Türk Millî Futbol Takımı oyuncularını ve yöneticilerini
kutlayan bir konuşma yaptı; grup sözcüleri de aynı konuda görüşlerini
açıkladılar. Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün, Avrupa Birliğine üyelik
süreci ve Kıbrıs sorunu konularına ilişkin genel görüşme (8/30), Kayseri Milletvekili Sevgi Esen ve 22
arkadaşının, Kayseri İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması (10/291), Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk ve
23 arkadaşının, kamu harcamalarının yerindeliğini ve etkinliğini sağlamak
amacıyla, kamu harcamaları üzerindeki Parlamento denetimi konusunda Meclis
araştırması (10/292), Açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gümdemde yerlerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası
Dostluk Grubu Başkanının beraberinde bir parlamento heyetiyle ülkemize davet
edilmelerine, Güney Kore'nin başkenti Seul'de 23-26
Temmuz 2002 tarihleri arasında düzenlenecek olan Enformasyon Teknolojileri
Uluslararası Parlamenterler Birliği Konferansına vaki davete Türkiye Büyük
Millet Meclisini temsilen bir milletvekilinin icabet etmesine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
Türkiye-Filistin Devleti Parlamentolararası Dostluk Grubunun kurulmasının uygun
mütalaa edildiğine, İlişkin Başkanlık, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun
TBMM'nin tatilde olduğu dönemde de çalışmasına ilişkin Komisyon Başkanlığı, Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu'nun
Yunanistan'a yaptığı resmî ziyarete katılan milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık, Tezkereleri kabul edildi. 18 Haziran 2002 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan (8/30) esas numaralı Avrupa Birliğine üyelik
süreci ve Kıbrıs sorunu konularındaki genel görüşme önergesinin
öngörüşmelerinin Genel Kurulun 18 Haziran 2002 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına ve görüşmelerin bitimine kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin
DYP Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği, Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 268 inci sırasında yer alan
746 sıra sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 11 inci sırasına, 11 inci
sırasında yer alan 864 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 12 nci
sırasında yeralan 856 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına, 22 nci
sırasında yer alan 612 sıra sayılı kanun teklifinin 14 üncü sırasına
alınmasına; 18 Haziran 2002 Salı günkü birleşimde, sunuşlardan sonra, sözlü
sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyip, kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek
önerisinin ve, Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin
30 Haziran 2002 tarihinden itibaren altı ay süre ile uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresinin, Yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edildiği, Açıklandı. 19 Haziran 2002 Çarşamba günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.01'de son verildi.
No. : 163 II. – GELEN KÂĞITLAR 19.6.2002 Çarşamba Tasarılar 1.- A400M Uçağının Geliştirilmesi-Üretimi ve
Başlangıç Desteğine İlişkin Tek Aşamalı Bir Program Kapsamında İşbirliği
Konusunda Mutabakat Muhtırası ile A400M Uçağının İşbirliği İçerisinde Geliştirilmesi,
Üretimi Evresi ve Başlangıç Desteğine İlişkin A400M Program Üst Kurulu
Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1001) (Plan
ve Bütçe ve Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.6.2002) 2.- Türkiye Cumhuriyeti
ile İspanya Krallığı Arasında Kültür Merkezleri Kurulması ve Bu Merkezlerin
Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/1002) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002) 3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Avrupa Birliği Komisyonu Arasında Merkezi Finans ve İhale
Biriminin Kurulması ile Ulusal Fonun Kurulmasına İlişkin Mutabakat Zabıtlarının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/1003) (Plan ve Bütçe
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002) 4.- Birleşmiş Milletler
ve Yardımcı Personelinin Güvenliği Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/1004) (İçişleri ve Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002) 5.- Doğrudan Yabancı
Yatırımlar Kanunu Tasarısı (1/1005) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 6.- Gemi Aşçılarının
Meslekî Ehliyet Diplomalarına İlişkin 69 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/1006) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 7.- İş Kazalarının
Önlenmesine (Gemi Adamları) İlişkin 134 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1007) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 8.- Gemi Adamlarının
Ulusal Kimlik Kartlarına İlişkin 108 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1008) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 9.- İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1009) (Anayasa ve Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) Teklifler 1.- Aydın Milletvekili
Ali Rıza Gönül ve 4 Arkadaşının; Avukatlık Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/988) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.6.2002) 2.- Bursa Milletvekili
Orhan Şen ve 43 Arkadaşının; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/989) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002) 3.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in; Ülkemizi Uluslararası Yarışmalarda Temsil Edenlerle İlgili
Kanun Teklifi (2/990) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002) 4.- Ardahan Milletvekili
Saffet Kaya'nın; Aşıkşenlik Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
(2/991) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, sigara fabrikalarında çalışan işçilere ilişkin Devlet
Bakanından (Edip Safder Gaydalı) sözlü soru önergesi (6/1923) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002) 2.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, tarımsal üretimde maliyet azaltıcı uygulamalar düşünülüp
düşünülmediğine ve ithal tarım ürünlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1924) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 3.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, kamu kurum ve kuruluşlarının SSK'ya olan sigorta borçlarının
gayrimenkul ile ödenmesi uygulamasına ve bedel takdir işlemlerine ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1925) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 4.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Şehir Hatları İşletmesi bünyesindeki büfelerin işletme hakkı
ihalelerine ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) sözlü soru önergesi
(6/1926) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 5.- Amasya Milletvekili
Akif Gülle'nin, Amasya-Suluova İlçesinde yüksekokul açılıp açılmayacağına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1927) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002) 6.- Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin,
Amasya'da 75. Yıl Üniversitesi kurulması ve Fen-Edebiyat Fakültesi açılması
çalışmalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1928) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 7.- Amasya Milletvekili
Akif Gülle'nin, Amasya-Taşova ve Gümüşhacıköy tütün işletmelerinde çalışan
işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi
(6/1929) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 8.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görevli garson ve
bahçıvanların özlük haklarına ve bunlara diktirilen giysilere ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından sözlü soru önergesi (6/1930) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002) 9.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi personelinin bakmakla yükümlü
oldukları kişilerin sağlık karnelerinin düzenlenmesinde ve sağlık hizmeti
almasında kıyafet zorunluluğu getirildiği iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/1931) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 10.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, kamu personelinin kurumlar arası nakillerine ilişkin Devlet
Bakanından (H.Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/1932) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, hac seferi düzenleyen Vasco Turizm Seyahat Acentası hakkındaki
iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin
Özkan) yazılı soru önergesi (7/7755) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 2.- Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, buğday fiyatı ve üretimine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7756) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002) 3.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Samsun'daki köy yollarının yapım çalışmalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/7757) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 4.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, tarım alanındaki gübre ve toprak kullanımı ile su
kaynaklarının korunmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7758) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 5.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, din görevlilerinin sayısına, kadro ve yer değişikliklerine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı
soru önergesi (7/7759) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 6.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, belediyelerdeki özel teftiş uygulamasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7760) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 7.- Aksaray Milletvekili
Ramazan Toprak'ın, bir tıp kitabının izinsiz alıntıyla hazırlandığı iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7761) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002) 8.- Van Milletvekili
Hüseyin Çelik'in, Van-Erciş-Çelebibağı Beldesinde askerlerin at arabası yaktığı
iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7762) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 9.- Van Milletvekili
Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarının İller Bankasına iletilip
iletilmediğine ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi
(7/7763) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 10.- Van Milletvekili
Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarının belediyelerin İller
Bankasından aldıkları tahsisata yansıtılmamasının nedenine ilişkin Bayındırlık
ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7764) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002) 11.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, soru önergelerinin cevaplandırılmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7765) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 12.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, hayvancılığın desteklenmesine ve aşılama hizmetlerine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7766) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002) 13.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanesindeki
bazı eserlerin kaybolduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7767) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 14.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale Tüpraş Rafinerisi sosyal tesislerinin
kullanımına ve lojman tahsisine ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)
yazılı soru önergesi (7/7768) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 15.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Türkiye'de çeşitli şekillerde üretilen ve ithal
edilen elektrik enerjisine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/7769) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 16.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale-Keskin-Ceritmüminli Kasabasının gölet
ihtiyacına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7770) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 17.- Kahramanmaraş
Milletvekili Ali Sezal'ın, Suriye'deki bir barajın yıkılmasının yol açtığı su
taşkınının oluşturduğu zararın tazminine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/7771) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 18.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Özyol'un, yasa dışı faaliyetlerde bulunduğu iddia edilen
bazı sivil toplum kuruluşlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7772) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 19.- Bursa Milletvekili
Oğuz Tezmen'in, bir danışman hakkındaki iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7773) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002) 20.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Ankara Numune Hastanesi etrafında otopark işleten kişilerin
hastane görevlilerine saldırmaları olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/7774) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 21.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Kamu Personeli Seçme Sınavı başvuru kılavuzunda bazı
okulların yok sayıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7775) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 22.- Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, Plan ve Bütçe Komisyonunda sürekli olarak stenograf
görevlendirilip görevlendirilmeyeceğine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/7776) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 23.- Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, para piyasalarındaki gelişmelerin Hazineye getireceği ilave
yüklere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7777)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002) 24.- Muğla Milletvekili
Fikret Uzunhasan'ın, BAĞ-KUR emeklilerine ikramiye verilip verilmeyeceğine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7778)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002) 25.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, İstanbul Üniversitesi hastanelerinden bazı hastaların
yararlandırılmadığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7779) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002) 26.- Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, Türk Telekom'un Erzurum'da bazı telefonları kesmesine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7780) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.6.2002) 27.- Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, 2002 yılı doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7781) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.6.2002) Meclis Araştırması Önergesi 1.- Kocaeli Milletvekili
Osman Pepe ve 19 Arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve
Endüstriyel Su Temin Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/293) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.6.2002) Süresi İçinde
Cevaplandırılmayan Yazılı Soru
Önergeleri 1.- Kayseri Milletvekili
Sadık Yakut'un, deprem yıkımlarından sorumlu tutulanlar hakkındaki adli
işlemlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6817) 2.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde afet bölgesi ilan edilen yer olup olmadığına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7232) 3.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, İller Bankasının Ağrı İlinde programa aldığı işlere ve
verilen ödeneklere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7233) 4.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere ve belediyelere gönderilen
ödeneklere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7251) 5.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere ve temel eğitime yapılan
katkılara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7252) 6.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlindeki taşımalı eğitime, okulların bilgisayar ve
yabancı dil öğretmeni ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7253) 7.- Ankara Milletvekili
Cemil Çiçek'in, motorlu araçların fenni muayene işlemlerinin devrine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7259) 8.- Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Malatya'da komşusunu yaralayan bir şahsın evine
düzenlenen operasyonla öldürülmesi olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/7261) 9.- Denizli Milletvekili
Mehmet Gözlükaya'nın, yeşilkart uygulamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7266) 10.- Denizli Milletvekili
Mehmet Gözlükaya'nın, yurtdışı
teşkilatlarda görevlendirilen personele
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7267) 11.- Kayseri Milletvekili
Hamdi Baktır'ın, Sivas-Çetinkaya Beldesinin ilçe yapılması müracaatına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7269) 12.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, İstanbul Üniversitesi Rektörünün Trabzon'daki konferanslarında meydana gelen olaylara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7273) 13.- Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, Marmara depreminden sonra toplanan vergi ve yardımlarla
ilgili iddialara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7274) 14.- Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, üniversite sınavı sonucu açıkta kalacak öğrencilerin
durumlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7275) 15.- Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına
öğretmenlik hakkı verilip verilmeyeceğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7282) 16.- Sakarya Milletvekili
Cevat Ayhan'ın, Sakarya İlinde deprem sonrası gelir kaybı ve altyapı hasarına
maruz kalan belediyelere yapılan ve yapılacak olan yardımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7283) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 15.00 19 Haziran 2002 Çarşamba BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Lütfi YALMAN (Konya) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 115 inci Birleşimini açıyorum. Sayın Candan, son kez
istirham ediyorum; ben toplantıyı açmadan talebinizi hiç dile getirmeyin, olur
mu. III. – Y O K L A M A BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin,
elektronik oy düğmelerine basarak Genel Kurul salonunda bulunduklarını
bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı yoktur. Sayın grup
başkanvekillerinin bir önerisi var mı; çok az bir eksiğimiz var. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
10 dakika ara verelim Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Gönül,
Sayın Candan?.. VEYSEL CANDAN (Konya)
- 10 dakika olabilir... BAŞKAN - Sayın Halıcı?.. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - 15 dakika efendim... BAŞKAN - 15.25'te
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 15.08 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.25 BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 115 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III. – YOKLAMA BAŞKAN - Birinci Oturumda
yapılan yoklama sonucunda toplantı yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, yeniden
yoklama yapacağız. Yoklama için 5 dakika
süre veriyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, 2005
yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları ve
İzmir İliyle ilgili söz isteyen İzmir Milletvekili Güler Aslan'a aittir. Buyurunuz. (DSP
sıralarından alkışlar) IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – İzmir Milletvekili Güler Aslan’ın, 2005 yılında
İzmir’de düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunlarına ve İzmir
İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması GÜLER ASLAN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan 23
üncü Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunlarıyla ilgili ve İzmir hakkında
görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan
önce, büyük başarı göstererek, 2002 Dünya Kupasında Japonya'yı yenen
futbolcularımızı kutluyor, çeyrek finalde de başarılar diliyor, kalplerimizin
onlarla birlikte olduğunu ifade etmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yarımadayı oluşturan 28 ilçesiyle; Aliağa, Balçova, Bayındır,
Bergama, Beydağ, Bornova, Buca, Çeşme, Çiğli, Dikili, Foça, Gaziemir,
Güzelbahçe, Karaburun, Karşıyaka, Kemalpaşa, Konak, Kınık, Kiraz, Menderes,
Menemen, Narlıdere, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Torbalı, Tire ve Urlasıyla,
imbatı, çipurası, kuşları, fuarı, tarihi, doğası, kordonuyla bir başka güzel
olan İzmir, M.Ö. 3000 yılında kurulmuştur. Hitit, İyon, Lidya, Pers, İskender
ve Roma dönemlerini yaşamış, 178 yılındaki yer sarsıntısıyla yıkılan şehir
yeniden inşa edilmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün, Türkiye'nin üçüncü büyük şehri ve İstanbul'dan sonra da
ikinci büyük limanı olan İzmir'in bilinen en eski adı
"Simirna"dır.(Smyrna) Beşyüz yıla yakın bir süre Osmanlının
idaresinde kalan ve daha sonra, 1922'de, Türk Ordusu tarafından Yunandan
kurtarılarak Türkiye Cumhuriyetine katılan, Egenin incisi olarak da
adlandırılan İzmir, tarihi, doğası, kültürü ve turizmi yönünden kendisine has
özellikler taşımaktadır. Sanayi ve eğitim merkezi
olmasının yanı sıra, özellikle de kamu yatırımlarının yanında, özel sektör de
büyük dinamizm içerisinde yatırımlar yapmış ve halen de yapmaktadır. Günümüzde, sanayi, ticaret,
kültür, sağlık ve eğitim sektörlerinin yanında, finans sektörü de büyük gelişme
göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde kurulan vadeli işlemler ve obsiyon
borsasını, Egeli ve İzmirli olarak memnuniyetle karşılıyor, bölgeye ekonomik
açıdan artı değerler getirmesi inancıyla başarılar diliyorum. Herodot'un "en yüce
gök kubbenin altında ve dünyanın en güzel ikliminde" diye söz ettiği
İzmir, bütün tarihi boyunca dış ekonomik ilişkilere dayanan bir dünya ticaret
kenti niteliğini taşımıştır. Çok eski çağlardan beri iç ve dış alışverişleri
artırmayı amaçlayan halk pazarlarına, tarihsel agoralara sahne olmuştur. Her
zaman canlılığını koruyan şehir, Uluslararası İzmir Fuarı, Uluslararası İzmir
Festivali süresince daha da canlanmaktadır. İnanç turizmi bakımından
da çok özel bir konuma sahiptir. Meryemana Evi, Yedi Uyuyanlar Mağarası, Yedi
Kiliseler bu bölgede bulunmaktadır. Ülke turizminin öncüleri
arasında yer alan ve turist potansiyeli yüksek olan İzmir'e, her yıl, kara,
deniz, hava ve demiryoluyla çok sayıda turist gelmektedir. Önce İzmir'e, sonra
Ege Bölgesine ve en sonunda da ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan bu ilimiz,
ülkemizin Batı'ya açılan en önemli ve en büyük penceresidir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizi tüm dünyaya tanıtacak olan 23 üncü Dünya
Üniversitelerarası Spor Oyunları, 16 - 26 Temmuz 2005 tarihleri arasında
İzmir'de yapılacaktır. Olimpiyatlardan sonra en önemli spor organizasyonu olan
üniversitelerarası spor oyunları, 13 branşta yapılacak müsabakalardan
oluşmaktadır. Aday ülkeler arasındaki zorlu mücadeleyi kazanan İzmir, büyük bir
başarıya imza atmıştır. Ülkenin, tüm dünyaya tanıtılmasının yanı sıra, oyunlara
katılacak gençlerin birbirleriyle olan kültür, bilgi alışverişi ve ülkeye
sağlanacak ekonomik destek gözardı edilemeyecek boyuttadır. Uzundere için bir
(üniversiade) olimpik köy yapılacak, 10 000 sporcu ve idareciyi barındıracak
olan bu olimpik köyde, sosyal tesisler yer alacaktır. Bu yatırımın sonucunda,
binlerce aile ev sahibi olurken, proje de kendisini finanse etmiş olacaktır.
Bölgeye büyük çapta katkı sağlayacak olan bu organizasyon, Uzundere'nin de
kalkınmasını sağlayacaktır. 20 000 seyirci kapasiteli 75 inci Yıl Spor Salonu
tamamlanacak, tüm spor salonları elden geçirilecek ve sonuçta İzmir, yeni ve
modern spor tesislerine kavuşacaktır. Son olarak 2001 yılında Pekin'de
düzenlenen oyunlara, 168 ülkeden 6 500 sporcu katılmıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; insan bedeninin sağlığı için spor yapmak, bu değerlerin
tanıtımını sağlamak, politika, ekonomi, kültür, endüstri alanlarında anahtar
olan öğrenciler arasında dostluğun, kardeşliğin, azmin, centilmenliğin... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurunuz
efendim. GÜLER ASLAN (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. ... işbirliğinin teşvik
edilmesi amacıyla üniversite kurumları içerisinde oluşturulmuştur. Değişik
toplumları bir araya getiren güçlü bir iletişim kanalı olmayı hedefleyen bu
organizasyon, ülkeleri ve insanları bölen anlaşmazlıkların üstesinden gelerek,
dünyayı daha yaşanılır bir hale sokmaya çalışmaktadır. Ünlü edebiyatçımız
Tevfik Fikret, gençlere "gençler, uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş,
atıl, bağır; durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır" demiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ne mutludur ki bize, böyle bir organizasyona ev sahipliği
görevini üstlenmiş durumdayız. Ülkenin geleceği olan gençleri, barış ve
kardeşlik içerisinde ülkemizde ağırlayacağız ve tüm dünyaya da, bu yolla, Türk
misafirperverliğini göstermiş olacağız. Organizasyon Komitesi
Başkanına ve üyelerine, sponsorluğu yapan firmalara ve bu uğurda emeği geçen
herkese, şahsım ve İzmirliler adına teşekkür ediyor, Yüce Meclisimizin bu
konuda desteklerini esirgemeyeceği bilinciyle, saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ederim.
(Alkışlar) BAŞKAN - İzmir
Milletvekili Güler Aslan'a biz de teşekkür ediyoruz. B) ÇEŞİTLİ İŞLER 1. – Genel Kurulu ziyaret eden Bulgaristan-Türkiye
Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ivan Iskrov ve beraberindeki heyete,
Başkanlıkça, “Hoş geldiniz” denilmesi BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
İvan Iskrov ve beraberindeki parlamento heyeti Genel Kurulumuzu
onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına, hoş geldiniz diyorum.
(Alkışlar) Gündemdışı ikinci söz,
Karabük'ün sorunları hakkında söz isteyen Karabük Milletvekili Mustafa Eren'e
aittir. (DYP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Eren. A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam) 2. – Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, Kardemirin
sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı
Yılmaz Karakoyunlu’nun cevabı MUSTAFA EREN (Karabük) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karabük'ün ve Kardemirin sorunlarını
sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Bu sorunları sizlerle
daha önce de müteaddit defalar paylaşmıştım. Bu nedenle, bazı arkadaşlarımızın
aklından, Kardemirin de ne bitmez tükenmez sorunları varmış diye geçebilir.
Aslında, durum sizin düşündüğünüz gibi değil. Kardemirin sorunları geçen yıl
hangi noktadaysa, bugün de o noktada; 26 Mart 2002'de hangi noktada ise bugün
de o noktada; hatta hatta, Karabük'ün bir güne bile tahammülü yok, mutlaka acil
önlem alınmalı denilen 24 Eylül 2001 tarihinde ne durumdaysa, bugün de aynı
durumda. Peki, bu süre içerisinde hiçbir şey yapılmadı mı diyebilirsiniz. Tabiî
ki yapıldı; 15'e yakın Bakanımız Karabük'ü ziyaret etti. Hatta, bu ziyaretleri,
son zamanlarda, milletvekili arkadaşlarımızın ziyaretleri izlemeye başladı. Her
gelen bakan, istisnasız "Kardemirin sorunları hükümetin öncelikleri
arasındadır, mutlaka çözülecektir" dedi. Zaman zaman, basına kapalı
toplantılarda "ah bu Derviş olmasa da neler yapacağımızı bir
görseniz" denildi. Hatta, bazıları da "Ankara'ya döndüğünde Derviş'in
boynuna çökeceğim" dedi. Umut bekleyen, fabrikaları yapan, fabrikasının
kurtulmasını isteyen işçi, memur tüm yöre halkı tüm bu söylenenlere inandı;
ancak, söz verenler Cildikısık Tünelini geçmeden bu sözlerini unuttular. Ne
Derviş'in boynuna çöken, ne de verilen sözlerin takipçisi olan var. Şimdi,
Karabük ile ilgili söz verenlere soruyorum: Karabük'te vaatlerinizi bir bir
sıralarken size umutla bakan o insanların yıkılmış hayalleri hiç gözünüzün
önüne gelmiyor mu? Anlaşılan o ki, kuldan utanmıyorsunuz; ama, Allah'tan da
korkmuyorsunuz. (DYP sıralarından alkışlar) Bugüne kadar Karabük ile
ilgili icraatınız sadece yalan ve oyalama taktiği. Kardemir ile ilgili
yaptığınız somut bir şey söyleyin. 26 Mart 2002'de Divhan madeninin kesintisiz
sevk edileceğini söylediniz, Sayın Bakanım Karakoyunlu söyledi; ama, 26 Mart
2002 tarihinden bugüne kadar Divhandan Kardemire 1 kilogram dahi cevher
gelmedi. Kardemiri yaşatmak adına Karabük'te haddehanecilerin kendi aralarında
oluşturdukları dayanışma sonucu yaptırdıkları cevher parasını bile farklı
fiyattan almaya başladınız. Verdiğiniz sözler ile yaptığınız icraatlar devlet
ciddiyetine yakışıyor mu?! Hani, Kardemirin bir güne bile tahammülü yoktu?!
Hani, Kardemir öncelikli sorununuzdu?! Hani, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında
Kardemirin meselesi çözümlenecekti?! Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 8 Nisan 2002 tarihinde onbeş kişilik Doğru Yol Partisi grubuyla
Kardemiri ziyarete gittik. Temaslarda bulunduk, sivil toplum örgütlerini
dolaştık ve basın toplantısıyla programımızı neticelendirdik. Akşam da yerel televizyonlar
bu faaliyetlerimizi veriyor. Tam programın ortasında "Şok haber... Şok
haber..." Dedik ki hayırdır. "Kardemir işçisine müjdeler olsun, güneş
doğdu..." Dedik Allah razı olsun, hükümet herhalde bir şey yaptı. Hükümeti
oluşturan partilerden bir tanesinin il başkanı "Sayın Karakoyunlu Bakanım
beni aradı, Kardemiri Erdemire bağlamışlar; demir çelik işçisine, Kardemir
işçisine müjdeler olsun, bu gece rahat uyuyabilirler" dedi. Şimdi, Sayın Bakanıma
sormak istiyorum: Gerçekten böyle bir telefon görüşmesi yaptıysanız ve
"Kardemiri Erdemire bağladık" dediyseniz, 8 Nisandan bugüne kadar
geçen süre içerisinde bunu niçin açıklamadınız?! Yok, eğer böyle bir şey
söylemediyseniz, hem yerel yöneticileriniz hem de siz, buradaki bakanlarınız,
hep Karabük halkını kandırmak adına mı icraat yapacaksınız? Hep Karabük halkını
mı kandıracaksınız? (DYP sıralarından alkışlar) Değerli Bakanımdan 3 tane
sorum var ve 3 tane sorumu net bir şekilde soruyorum; evelemeden gevelemeden
soruyorum ve evelemeden gevelemeden de cevap almak istiyorum. Eğer bu
sorularıma cevap bulamazsam, buradan kamuoyuna da deklare ediyorum ki, bu
hükümet, Kardemir işçisini ve Karabük halkını oyalamaya ve kandırmaya devam
edecektir. 1- Kardemirin Ereğli
Demir Çelik'e bağlanmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır? Böyle bir model
üzerinde çalışıyor musunuz? Yok, böyle bir model uygun değilse, lütfen deklare
edin. 2- Kardemiri tekrar
devletleştirip, özelleştirmeyi düşünüyor musunuz? 3- Sayın Hasan Gemici
Bakanımızın, Kardemir Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şinasi Altıner'e, geçen
hafta önermiş olduğu, Kardemirin borçlarının beş yıla yayılması önerisi Sayın
Gemici'nin kendi önerisi midir, yoksa Bakanlar Kurulunun böyle bir önerisi var
da açıklamak mı istemiyorlar? Bunların cevabını Sayın
Bakanımdan net olarak almak istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MUSTAFA EREN (Devamla) -
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Tamamlıyorum... Değerli arkadaşlarım,
Kardemir Yönetim Kurulu, üzülerek ifade ediyorum ki, 5 Temmuz 2002
tarihinde Kardemiri kapatma kararı
almıştır. Fabrikalar yapan fabrika, bugün İsdemiri, Erdemiri yapan fabrika,
bütün şeker fabrikalarını, çimento fabrikalarını yapan, Türkiye'nin gururu,
Büyük Önder Atatürk'ün emaneti Kardemir kapanma noktasına gelmiştir. Bunun
müsebbibi, bana göre, bizi yönetenler. Hükümete göre, Sayın Bakanımın basında
da açıklaması var "Kardemiri bu hale getirenler, tehdidi yapan, şu andaki
yönetimdir" diyor. Sayın Bakanıma ve
buradaki grup başkanvekillerimize sesleniyorum. 3.4.2002 tarihinde Kardemirin
bu hale nasıl geldiğinin araştırılması için bir araştırma önergesi verdim.
Buyurun, o zaman destek verin, araştırma önergemiz faaliyete geçsin; Kardemiri
bugüne kadar kim iyi yönetememişse, Kardemirin bugünkü duruma gelmesinin
sorumlusu kim ise ortaya çıksın. Eğer samimiyseniz, Kardemirin sorunlarını
çözmek, Kardemiri bu hale kimlerin getirdiğini öğrenmek istiyorsanız, lütfen,
araştırma önergemize destek verin. (DYP sıralarından alkışlar) Sözlerimi tamamlarken,
çeyrek finale çıkarak göğsümüzü kabartan Türk Millî Takımımıza, bundan sonraki
maçlarda başarılar diliyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum ve şunu hemen ifade etmek istiyorum: Eğer, biz, Karabük'te huzursuz
olursak, burada siz huzur bulamazsınız; sizi huzursuz etmeye devam ederiz. Saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler. Gündemdışı konuşmaya,
hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yılmaz Karakoyunlu yanıt verecektir. Buyurunuz Sayın
Karakoyunlu. DEVLET BAKANI YILMAZ
KARAKOYUNLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela, ben de
konuşmama, çeyrek finale yükselen Millî Takımımıza, başta teknik direktörü
olmak üzere, bu büyük başarıyı elde etmek için gayret gösteren herkese
şükranlarımı ifade ederek başlıyorum ve bundan sonraki müsabakalarda da aynı
anlayış içerisinde finale doğru gitmeyi samimî bir kalple temenni ediyorum. NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Sayın Bakan, söyledikleriniz güzel şeyler; ama, duyamıyoruz;
lütfen, mikrofona doğru biraz eğilin. DEVLET BAKANI YILMAZ
KARAKOYUNLU (Devamla) - Evet, aşağı yukarı yedi seneden beri bu kürsüye
muhtelif vesilelerle çıkarım, her defasında aynı şikâyeti söylerim; ama,
maalesef, bir türlü ergonomik bir sistematik içerisinde bunu çözmek imkânını
bulamadık. Ben, kayıtlara düşürüyorum; ama, Başkanlık Divanı, tedbir
ittihazında hususiyet ifade edecek bir tavır takınmıyor. Değerli arkadaşlar, biraz
evvel, Karabük'ün sorunlarıyla ilgili olarak, Karabük Milletvekili
arkadaşımızın yaptığı konuşmayı dinlediniz. Konuşmanın içeriği, sorunlara temas
eden bir noktadan çok, geçmişten bugüne kadar hadiseleri nakleden bir ufak
gezintiden ibaretti. Ben, sorunların müşahhas şekilde ortaya konulacağını
bekliyordum ki, o müşahhas sorunlara işaret eden arkadaşımıza, müşahhas şekilde
ifade edeyim ya da kendisinin tercih ettiği üslupla söyleyip -o da sorunları
eveleyip gevelemeden ortaya koymalıydı ki, ben de eveleyip
gevelemeden-kendisine cevap arz edebileyim. MUSTAFA EREN (Karabük) -
Sayın Bakanım, bu sorular size 5 defa soruldu!.. Sorular burada var,
gazetelerde de yazıyor!.. Lütfen... BAŞKAN - Sayın Eren,
karşılıklı... DEVLET BAKANI YILMAZ
KARAKOYUNLU (Devamla) - Ben size müdahale etmedim, siz de beni dinleyeceksiniz.
Müsaadenizle... MUSTAFA EREN (Karabük) -
Ama, ben sizin gibi konuşamıyorum ki, 5 dakikaya da ancak bu kadarı
sığdırabilirim... BAŞKAN - Sayın Eren... Sayın Bakan, siz, lütfen,
Genel Kurula sesleniniz. DEVLET BAKANI YILMAZ
KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Kardemir, şu anda bir özel
şirkettir. Kardemirin özelleştirmesi 1994 yılında yapılmış ve 1995 senesinin
martındaki devir sözleşmesiyle özelleştirilmiştir. Bana sorarsanız, bu işlem,
fevkalade doğrudur; ama, adres yanlıştır. Nitekim, adres yanlışlığı bugün
ortaya çıktı. O tarihte özelleştirme kararını veren kişi, dönemin Başbakanı
Sayın Tansu Çiller'dir. Samimî kalple ifade ediyorum ve gıyabında da takdir
ifadesiyle ortaya koyuyorum ki, karar doğrudur, lakin adres yanlıştır. O
dönemde bu işlerden sorumlu olan, özelleştirmeden sorumlu başkan da, yine, çok
değerli Doğru Yol Partisinin fevkalade güzide bir milletvekilidir; o da,
hadiseleri, detayında, derinliğine ve genişliğine bilir. Şimdi, 1 liraya
özelleştirildiği söylenen husus, öyle, 1 liralık iş değildir. Değerli
milletvekilleri, bir hafıza tazelemesi ihtiyacıyla söylüyorum, o tarihte 1
liraya devir sözleşmesi yapılmış; ama, devlet, bu 1 liraya devredilme
mekanizmasının sonunda, toplam 480 000 000 dolar bir malî mükellefiyet tekabbül
etmiştir. Nedir bu rakam; çok açık bir şekilde ifade etmeliyim, bunun yaklaşık
367 000 000 dolarlık kısmı Kardemirin o tarihteki borçlarının tutarıdır; bunu
devlet yüklenmiştir. Bunun dışında, kıdem tazminatı ve ödemeleri için Kardemire
32 000 000 dolar vermiştir, yatırım ve finansman ödemeleri; yani, faizdeki
gecikmeleri telafi etmek için 21 000 000 dolar ödemiştir, işletme sermayesi ihtiyacı
için 22 000 000 dolar ödemiştir, bilanço farkı denilen, ortaya çıkan ödeme
eksikliğini telafi etmek için toplam 6 000 000 dolar -yuvarlayarak söylüyorum-
sonuç itibariyle 80 000 000 dolar nakit aktarmış ve toplam olarak işletmeye 400
000 000 dolar borç tekabbülü olarak kaynak temin etmiştir; toplam da 480 000
000 dolardır. Bugün, bu rakamlardan
eser yoktur. Bu rakamlardan eser yoktur ve o tarihlerde de Karabük Demir
Çelik'in, bugün gazetelerde ifade edildiği gibi, ilk yıllar kârlıydı iddiası
varit değildir; sadece ve sadece, devletin, hazinenin kendilerine işletme
sermayesi olarak tahsis ettiği paranın o tarihteki yüksek faizle repoya
yatırılmasından doğan finansman kârından ibarettir. Şirket özelleştiği tarihten
bugüne kadar -değerli arkadaşlar, maalesef, biraz evvel değerli milletvekilinin
işaret ettiği gibi iyi yönetim kötü yönetim münakaşasını bir tarafa bırakarak
söylüyorum- hiçbir şekilde faaliyetdışı kâr elde edememiştir. Hepiniz meslekî
tecrübelerinizi, siyasî tecrübelerinizi koyunuz veya biraz evvel Karabük
Milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, bölgenin milletvekili olmaktan
kaynaklanan hususiyetini de dikkate alarak, işaret ettiği sorun başlıklarının
tamamını bir araya getiriniz, göreceksiniz ki, dünyada faaliyetdışı kâr elde
edemeyen bir şirketin hiçbir şekilde ayakta durması mümkün değildir... EROL AL (İstanbul) -
Faaliyet kârı... DEVLET BAKANI YILMAZ
KARAKOYUNLU (Devamla) - ...ve yedi seneden beri faaliyet kârı elde etmez,
faaliyetdışı kârla ayakta kalan da yoktur. Dolayısıyla, bugün üzerinde
durulan nokta, bu işletmenin faaliyet kârı elde edebilecek hale getirilmesini
temin etmektir. Prensip itibariyle yaklaşımımızın bu olduğunu evvela kabul
edelim; ondan sonra da, herhangi bir şekilde bu sistem uygulamaya konurken
Karabük'te ne gibi problemler nasıl çözülebilir başlığını tartışmaya alalım
derseniz; onun için de, hemen size önerilerimi söyleyeyim. Kürsüde bir küçük sitem
hakkımı da kullanmak istiyorum. Sayın milletvekilimizin "yalan
taktikleri", "oyalama taktikleri" ifadesini, zannederim, bu
kürsüde açıkça ifade edilmemiş bir muhataba gelişigüzel söylenilmiş bir mana
olarak da ele alıp izah etsem, yakıştıramadığımı belirtmek istiyorum. Hiçbir
şekilde bir oyalama taktiği veya yalan taktiği içerisinde ifade etmiyoruz.
Sadece, meseleleri reel değerlendirmede temel amaç noktasında yeteri kadar
eşitlik anlayışına sahip olmadığımız için, farklılığınızı yanlış şekilde
değerlendirdiğinizi ifade ediyoruz. Kardemir, bugünkü durumu
itibariyle 160 000 000 dolar borcu olan bir kuruluştur. Bu borcun, maalesef,
100 000 000 dolarlık kısmı kamuya olan borçlardır. Bunların içinde vergi
vardır, bunların içinde sosyal sigorta mesuliyeti vardır, kullandığı enerji
vardır, yaktığı kömür vardır, kullandığı cevher vardır, taşıma ücreti vardır ve
bunların hiçbirisinin bedelini hiçbir şekilde ödememiştir. Evet, Divhan,
kendisine, eğer bunlar yerine getirilirse maden göndermeye devam edecektir diye
bu kürsüde söyledim; sizin, meşhur, akşamlarınızı burada geçirme boykotunuza
tekaddüm eden günlerdeki müzakere sırasında; ama, o tarihte Kardemirin bize
göndermiş olduğu yazıdaki tekabbül ettiği mesuliyetlerinin hiçbirisinin yerine
getirilmediğini dikkate almadan bu ifadeyi burada yanlış kullandığınıza işaret
etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
Kardemirle ilgili olarak, Sayın Başbakanımızın talimatıyla, bugün, üç ayrı
kuruluşun, demir çelik tesisinin, ekonominin şartlarına uygun olarak
değerlendirilmesi yolunda bir çalışma başlatmış idik. Bununla ilgili olarak da
üç bakan görevlendirilmiş idi. Bu üç bakan, üç ayrı kuruluştan sorumlu idi ve
her üçü de kendi sorumluluğu içerisindeki münferit mesuliyetiyle birlikte Sayın
Başbakanın görevlendirdiği üç arkadaşın ortak çalışmalarıyla sonuçlandırıldı.
Bunlardan bir tanesi -hayırlı sonuç verdi- bildiğiniz gibi İsdemirdir. Diğeri
ise, Tarım Bakanımız Prof. Sayın Gökalp'in üzerinde çalıştığı Sıvas Demirdir; o
da özel bir şirkettir. Üçüncüsü de Kardemirdir. Şimdi, Kardemirle ilgili
olarak şunları söylüyorum: 1- Mümkün olan azamî
ölçüde uzun vade esasına dayalı olarak, mevcut borçlarını yaymak. 2- İşletmeyi, mutlaka,
asgarî 20-25 milyon dolar civarında faaliyet kârı elde edecek düzeyde sağlıklı
ve finansal sorun çıkarmayan bir model içerisinde kârlı hale getirecek yönetime
kavuşturmak. 3- Üretim esaslarında
işçi maliyetini hem Türkiye'nin hem evrensel demir çelik sektörünün
standartlarına uygun bir istihdam politikasıyla uygulamak suretiyle faaliyete
geçmesini sağlayacak uygulamanın hazırlıkları muhtemelen bu akşam bitecek. Zatıâliniz, mutlaka, bu
konuşma nedeniyle Karabüklü hemşerilerinizi haberdar etmişsinizdir; buradan,
bunun için de çok teşekkür ederim. Böylelikle, onları da, gerçek ağızdan ve
doğrular istikametinde bilgilendirmek fırsatını da doğurmuş oldunuz, bize
verdiniz; bunun için de teşekkür ederiz. Buradan, Karabüklü
hemşerilerimize de söylüyorum: Şu anda, Özelleştirme İdaresi, Hazinemiz ve
bölgenin değerli milletvekili Sayın Bakanımız Hasan Gemici, hep birlikte
Karabük'ün sorunlarının çözümünü, bir an önce uygulamaya koymak için faaliyet
halindedirler. Önümüzdeki bir veya iki gün içerisinde, bunun eylem planı ortaya
çıkacaktır. Bu eylem planının
içerisinde evvela yapılacak olan, işletmeyi, faaliyet kârı elde edebilecek bir
yönetime kavuşturmaktır. Bunun için, işçi
maliyetlerini evrensel düzeyde ve Türkiye demir çelik -özel ve kamu, ortaklaşa
söylüyorum- standartlarına uygun noktaya getirmektir. Kamu kurumuna olan
borçlarını, faizlerini dondurmak suretiyle uzun vadeye yayarak, uygun bir ödeme
planına bağlamaktır. Üretim planlamasıyla
ilgili olarak, maalesef, piyasadan uzun süre uzak kaldığı için yeteri kadar
üretim planlaması noktasında düzenli bir faaliyeti yoktur, bu faaliyeti düzen
altına almaktır. Diğer taraftan, cevher
tedariki veya kütük tedariki konusunda -para ödeme imkânı bulunmadığından- çok
yüksek faizlerle hammadde temin etme yerine, daha makul fiyatlarla hammadde
temin ederek üretime devam etmesine ilişkin önlemler alınacaktır ve Karabük
Demir ve Çelik İşletmelerinin tekrar eski faaliyetlerine döndürülebilmesi için
elden gelen gayret gösterilecektir. Bu konuda, işaret
ettiğiniz gibi, hiçbir ihmal söz konusu değildir. Hadiseyi belli aralıklar
itibariyle gündeme getirmek, hadisenin geçmişindeki isabetli davranışları
tümüyle değerlendirdiğiniz anlamına gelmez. Gündelik olarak çektiğiniz
fotoğraflar değil, süreç olarak takip ettiğimiz yöntem hakkında bilgi ve
deneylerimize ihtiyacınız hâsıl olduğu anda, onları da size sunmaktan büyük bir
memnuniyet duyarız. Size, bu vesileyle
teşekkür ederim. Yine, bu vesileyle, Karabüklü hemşerilerimizi de aydınlatmak
üzere derim ki, hükümetimiz bu konuda acil çözümleri almak için hareket
halindedir ve görev verilmiş arkadaşlarımız, kısa sürede bir eylem planına
bağlamak suretiyle, soruna çözüm önerileri getireceklerdir. Hepinize saygılarımı
sunuyor, teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Bakan. Gündemdışı üçüncü söz,
Manisa İli Soma ilçesinde faaliyette bulunan termik santral ve kömür üretim
sorunlarıyla ilgili söz isteyen Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç'a
aittir. Buyurun Sayın Arınç. (AK
Parti sıralarından alkışlar) 3. – Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın, Soma İlçesindeki
termik santralda ve kömür üretiminde yaşanan sorunlara ve alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki
Çakan’ın cevabı BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Belki,
özelde Manisa'nın şirin bir ilçesini; ama, genelde Türkiye'nin ekonomisini,
özellikle enerji politikalarını ilgilendiren önemli bir konuyu gündeme getirmek
istedim; Sayın Başkana teşekkür ediyorum. Geçtiğimiz hafta, Manisa
Soma İlçesinin bütün belediye başkanları, bütün meslek kuruluşlarının
başkanları, bütün sendikaların başkanları ve Soma halkını temsil eden bütün
kuruluşlar Ankara'ya geldiler, siyasî partileri ziyaret ettiler, sayın başbakan
yardımcılarıyla görüştüler, önemli bir konuda şikâyetlerini ve taleplerini
ilettiler. Halkımızın bu talepleri doğru ve yerindedir; bunu, Genel Kurulda da,
ayrıca sizlere bilgi olarak arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
Soma, Manisa'nın 100 000 nüfuslu şirin bir ilçesidir; 4 beldesi, 53 köyü
vardır. Nüfusunun yüzde 70'i Soma'nın merkezindedir ve Soma merkezinde,
Türkiye'nin her yanından gelmiş olan değerli çalışanlarımız vardır; çünkü, Soma
İlçe merkezinde 1 034 megavat gücünde termik santral var, Ege Linyitleri
İşletmesi gibi Türkiye'nin en kaliteli kömürünü üreten kömür ocakları var -1913
yılından beri çalışıyor- ve buna bağlı olarak termik santralda 1 700, ELİ'de 6
000 küsur, özel madenlerde de 1 500 çalışanıyla fiilî olarak 10 000 çalışan
işçisi, memuru var. Bunları bir aile olarak düşündüğünüzde, 60-70 000 nüfusun,
sadece termik santrallarda ve kömürlerde çalışan kişiler olduğunu
söyleyebilirim. Değerli arkadaşlarım,
Somalılar, bir süreden beri büyük bir endişe içerisindeler; çünkü, kalori
bakımından da, kalite bakımından da en iyi linyit kömürünü üretiyorlar. Yıllık
ortalama 10 000 000 ton civarında bir üretim var. Bu yüksek kalorili ve
kaliteli, çevre sağlığına da en uygun olan kömür üretilirken, maalesef, 2002
yılı çalışma programı içerisinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının
kabulleriyle üretim kısıtlanmak isteniyor. Linyit kömürü böylesine kaliteliyken
dışarıdan ithal kömür getirilmesine karar verildi ve 27 Nisan tarihli Resmî
Gazetede yayımlandığı üzere, ithal kömürden alınan yüzde 10'luk fon, bir gecede
yüzde 1'e düşürüldü. Özkaynağın üretimi teşvik
edilmelidir, ithal kömürün getirilmesi önlenmelidir, en azından ihtiyaç olduğu
kadar; ama, maalesef, bu yüksek kalorili linyit kömürünün üretilmesi teşvik
edileceği yerde, dışarıdan ithal kömür getirilmesine ayrıca kapılar açılmış ve
fonlar da indirilmiş bulunmaktadır. Temelde, enerjide dışa
bağlanmanın yattığını biliyoruz. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, 2002
yılındaki planlamasıyla, termik santrallardaki üretimin kısılmasını öngörüyor,
kömür üretiminin düşürülmesini öngörüyor ve doğalgazın elektrik üretimindeki
payını artırmaya çalışıyor. Değerli arkadaşlarım,
Soma (A) ve (B) santrallarında elektrik enerjisi üretiliyor. Maalesef, bu
santrallar, bu yıl, yüzde 40 kapasiteyle çalışıyor. Oysa, kömür üretiminin
artırılması, en azından yüzde 80 kapasiteye çıkarılması mümkün; böyle bir
kapasiteyle çalışıldığı zaman da, üretimin artmasıyla, hem Somamız ve genelde
bütün Türkiye'nin ekonomisi ve enerji noktasındaki açığı da kapatılmış olacak
hem de başta nakliyecilik sektörü olmak üzere, pek çok sektörü de dolaylı veya
doğrudan doğruya canlandırılmış olacak. Değerli arkadaşlarım,
doğalgaz üreticisi ülkelerde bile doğalgazın elektrik enerjisi üretiminde payı
yüzde 15'lerde iken, doğalgazın tamamını ithal eden Türkiye'de bunun yüzde
60'lara çıkarılmak istenmesi, gerçekten, dikkat çekicidir. Türkiye Kömür
İşletmeleri -ki, Soma'daki ismiyle (kârlı bir işletme)- Ege Linyitleri
İşletmeleri daha önce müessese müdürlüğü iken bölge müdürlüğüne dönüştürüldü,
bu yılbaşından itibaren de işletme müdürlüğü seviyesine indirildi. 2002'de 10
000 000 ton eksik üretim yapılması sebebiyle, sonuçta yaklaşık olarak 100
trilyon zarar edilecektir. Zararın asıl nedeni olan planlama hataları ve
maalesef, Meclisimizde de çokça tartışılan hesapsız doğalgaz anlaşmaları
gözardı edilmektedir. Biraz evvel de söylediğim gibi, petrokok ve kömüre
uygulanan yüzde 10'luk kesinti yüzde 1'e indirilmek suretiyle yerli kaynaklar
tamamen devredışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Değerli arkadaşlarım,
Soma'da sadece Ege Linyitleri İşletmesine ait açık kömür ocakları ve yeraltı
ocakları bulunmamaktadır... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Sayın Başkan, birkaç dakika daha rica edeyim. BAŞKAN - Buyurun efendim. BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
...aynı zamanda, özel sektöre ait yeni sahalar da bulunmaktadır. Bu sahaların
da işletmeye açılmasıyla istihdamın artırılması fevkalade mümkündür. Ege
Linyitleri İşletmesi tarafından üretilen parça ve toz kömürün kalitesinin
yükseltilip, satışa sunulmasıyla da, ayrıca, ekonomiye bir derinlik ve bir
kazanç sağlanması da mümkün bulunmaktadır. Biraz evvel gündemdışı
konuşan değerli Karabük Milletvekili arkadaşımız, Karabük'le ilgili bir sorunu
dile getirdi; belki, hemen onun arkasından, Manisa'nın Soma İlçesiyle ilgili
böyle bir sorunun gündeme getirilmesi tesadüf görülebilir. Oysa, ülkemizin pek
çok yerinde, ekonominin candamarı olan konularda bir gerileme var, bir üzüntü
var, işsiz kalma durumuyla karşı karşıya olan binlerce insan var; yeni
istihdamın yaratılması mümkün iken, bu kaynakların gözardı edilmesi gibi
fevkalade üzüntü veren gelişmeler mevcut. Dolayısıyla, Sayın Enerji
Bakanımız eğer bu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere burada bulunuyorsa,
hem Somamızın hem de Türkiyemizin genelde çok önemli meselesi haline gelen bu
konuyu ikna edici bir tarzda ortaya koyması ve halkımızı sevindirmesi
dileğimizdir. Çünkü, Soma İlçemizden gelen, kent konseyinin aldığı kararları Ankara'ya
aktaran değerli hemşerilerimiz, Ankara'dan, hükümetimizden ve Parlamentodan hem
kendi sorunlarına hem ülkemizin bu enerji ve kömür üretimiyle ilgili çok haklı
meselesine yakından ilgi beklemektedir. Bu sevinci duyacağımız
ümidiyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkürler Sayın
Arınç. Gündemdışı konuşmaya
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Zeki Çakan yanıt verecektir. Buyurunuz Sayın Bakan.
(Alkışlar) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Manisa
Milletvekili Sayın Bülent Arınç'ın, Manisa İli Soma İlçesinde faaliyette
bulunan termik santral ve kömür üretim sorunlarıyla ilgili gündemdışı
konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; özellikle, bu konuyu gündeme
getirdiği için kendilerine teşekkür ediyorum. Evet, geçen hafta bir
heyet geldi; belediye başkanları, işadamları, oda başkanları, kamu kurum ve
kuruluşlarının yetkilileri; bunlarla ben de görüştüm. Ama, maalesef, tabiî,
belirli konular kamuoyuna yanlış anlatılmaya çalışıldığı süre içerisinde,
belirli konularla ilgili olarak, gerçekleri değil, siyasî rant almak için,
siyasî polemik yaratmak için meseleleri ortaya koyarak, düne bakmadan bugünü
değerlendirip, bugüne bakmadan yarın hakkında fikir yürütenlerin zaman zaman
kamuoyunu yanlış yönlendirdikleri kanaatine kendileri de vardılar. Kendileriyle
Mecliste görüştüm, uzun uzun bir görüşme yaptım. Hepinizin bildiği gibi,
özellikle geçen sene -kasım, aralık ve ocak aylarında- ülkemizde gerçekten
büyük enerji sıkıntısı çekilmiştir. 2000 yılında hidroelektrik santrallardan 31
milyar kilovat/saat enerji elde edildiği halde, 2001 yılında kuraklık nedeniyle
21 milyar kilovat/saat elde edilebilmiştir. Bu nedenle, özellikle termik
santrallarımızın tam kapasiteyle çalışabilmeleriyle ilgili olarak, özellikle de
tarafımca talimat verilmiştir; risk alınarak talimat verilmiştir. Dünyada
termik santralların kapasite kullanım faktörleri yüzde 55, yüzde 60, maksimum
yüzde 65 seviyesindedir; ama, Zonguldak'ta -Çatalağzı Termik Santralı dahil
olmak üzere- otuz yıllık termik santrallar yüzde 75, yüzde 80, hatta yüzde 84
kapasite kullanım faktörleriyle çalıştırılmıştır. Niçin? İlgili üç genel müdür,
Bakan olarak bizzat bana yazı yazmış, "biz, günde 3 saat enerji
kısıtlamasına gitmek mecburiyetindeyiz; bu nedenle, bizim, şu anda, Türkiye'nin
tükettiği enerjiyi karşılayacak durumumuz yok" demişlerdir; bana, Bakan
olarak, bu yazıyı vermişlerdir; ama, bütün bunlara rağmen, Türkiye'de enerji
kısıtlamasına gitmemek için bütün termik santrallarımızda bakım yapılmamış,
hatta, risk alınmış ve tam kapasiteyle çalıştırılmıştır. Bunun yanı sıra, hangi
dönemde olmuştur bu; Türkiye'de, tüketimde yüzde 8 azalma olduğu bir dönemde
olmuştur. Eğer, ekonomik kriz olmasaydı, tüketimde yüzde 8 azalma olmasaydı da,
her yıl olduğu gibi, tüketimde yüzde 8 büyüme olsaydı, o zaman, 6 saatlik
enerji kısıtlamasına gitmek mecburiyetinde kalacaktık. Bu nedenle, özellikle
hiç bakımı yapılmayan termik santrallar, sırasıyla bakıma alınmaktadır. Türkiye'de, enerji
üretimi, arz-talep dengesini karşılayabilmek için yapılmaktadır. Bakın, size
rakam vereyim: Soma Termik Santralımızda, 6 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat
ünitelerimiz var; bugün itibariyle, 4 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat
ünitelerimiz çalışıyor; üçüncü ünite revizyonda, ikinci ünitenin kazanında boru
patladı ve cuma günü bitecek. Geçen sene, enerji
kısıtlamasına gideceğimiz dönemde, rehabilitasyon çalışmalarından ve bakım
çalışmalarından dolayı, arıza yapan Soma'da bir veya iki ünitenin çalıştığı iki
üç ay oldu. Devreye sokmaya çok çalıştık; ama, zaman gerekiyordu, onun için
devreye sokamadık. Bu nedenle, şu anda, Soma'da, ne kömür üretiminde ne kömür
tüketiminde ne enerjinin üretilmesinde ne de enerji üretmeyen oradaki işçilerin
işlerine son verilmesiyle ilgili hiçbir konu söz konusu değildir, hiçbir işlem
söz konusu değildir; kendileriyle bunu konuştum, kendilerine de söyledim. Özellikle doğalgaza
değindiniz Bülent Bey; çok teşekkür ediyorum. Tenkit etmek için söylemiyorum,
kesinlikle yanlış anlaşılmasın; ama, o dönemde Türkiye'nin enerji geleceğini
garanti altına alabilmek için işlem yapan bütün hükümetlere de teşekkür
ediyorum; fakat, özellikle bu sene devreye girecek doğalgaz santrallarıyla
ilgili bilgi vermek istiyorum. Örneğin, Adapazarı Doğalgaz Santralı, yap-işlet,
770 megavat; Ankara Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat; İzmir Doğalgaz
Santralı, yap-işlet, 1 540 megavat; Gebze Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 1 540
megavat; Gebze-Dilovası Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 253,4 megavat. Gebze
Doğalgaz Santralı, 1 540 megavat; ne zaman yapılmış bu; projenin ihale
dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti, Refah Partisi-DYP koalisyonu.
Proje o zaman ihale edilmiş; ama, bugün suçlanıyoruz niye bu doğalgaz
santralları yapıldı diye. Tekrar söyleyeyim, İzmir Doğalgaz Santralı, 1 540
megavat, projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti, projenin
ihale dönemindeki bakan Recai Kutan; Adapazarı Doğalgaz Santralı, yap-işlet,
770 megavat, projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti ve projenin
ihale dönemindeki bakan, Recai Kutan; fena mı yapılmış?!. 3 850 megavatlık 3
santral bu sene devreye girecek. Eğer bu santrallar devreye girmemiş olsaydı...
Bu sene, tüketimde geçmiş senelere oranla henüz yüzde 5, yüzde 6 yine düşüş
var. Bu ekonomik kriz mutlaka atlatılacak, atlatılmaya inşallah başlanıldı ve
tüketimdeki artıştan biz bunu hissediyoruz, enerji tüketimi her gün artmaya
başlıyor. Bunlar devreye girmemiş olsaydı, o zaman, belirli enerji sıkıntısı
çekilecekti. Ben, şu an Bakan olarak, hiçbir
yap-işlet-devret santrallarıyla ilgili -doğalgazlar dahil- imza atmadım, benden
önceki Bakanım imza atmadı. Sayın Cumhur Ersümer, ondan önce gelen
prosedürleri, bu yapılan anlaşmalarla ilgili uygulama anlaşmalarının ihale
anlaşmalarından sonra normal rutin işlemlerini yerine getirdi; ama, bugün,
gelin görün ki, Türkiye'de doğalgaz santrallarını Anavatan Partili Bakan yaptı,
doğalgaz santrallarında enerji üretiyorlar, diğer santrallarda enerji
üretmiyorlar diye siyasî polemik yapıyorlar, yanlış, yalan ve kasıtlı
konuşuyorlar. Bunlar, bu ülke için yararlı şeyler değildir. Kim ne yaparsa
yapsın, ülkenin menfaatına ise teşekkür etmek gerekli. O nedenle, biz, geçen
seneye oranla, bu sene yüzde 26 hidrolik santrallardan daha fazla enerji
ürettik; niye ürettik; geçen sene kuraklıktan dolayı üretemez durumdaydık, bu
sene yüzde 26 daha fazla ürettik. Adapazarı'nda kurulan doğalgaz santralını,
rica minnet, Üretim Genel Müdürümü, İletim Genel Müdürümü ve Ticaret-Taahhüt
Genel Müdürümü devreye sokarak, saatlerce toplantı yaparak, aman bir an önce
deneme üretimine girin de ülkemizi enerjisiz bırakmayalım diye, ben, şubat-mart
aylarında, kendilerini zorlayarak deneme üretimine sokmaya çalıştım; buradaki
arkadaşlarımın hepsi bilirler. Ben, o hükümet döneminde bu doğalgaz santralları
ihaleye çıkarıldı, evet, doğalgazda peşkeş çekildi, bunda ihanet var demiyorum;
ülkenin genel menfaatı için bu santrallarla ilgili olarak yapılan anlaşmalar
doğrudur diyorum. Bugüne kadar hiç kimseyi suçlamadık; ama, maalesef, her
siyasî parti, özellikle muhalefet, doğalgaz santrallarıyla ilgili olarak
çıkıyor ortaya "efendim, Anavatan Partisi döneminde yapılan bu ihaleler
ülkeyi doğalgazla ilgili olarak karşı karşıya getirdi; pahalı enerji
üretiyor..." Hayır... Daha geriye dönelim,
Trakya Doğalgaz Santralı, uygulama anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu
Demirel Hükümeti; bakan, Ersin Faralyalı. Esenyurt Doğalgaz Santralı, uygulama
anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu Demirel Hükümeti; bakan, Ersin Faralyalı.
Gidelim, Ünimar Doğalgaz Santralına -yap-işlet-devret- 49 uncu Demirel
Hükümeti; uygulama anlaşmasını imzalayan bakan, Ersin Faralyalı. Gebze-Dilovası
-253,4 megavat- uygulama anlaşmasını imzalayan bakan, Hüsnü Doğan, 53 üncü
-İkinci- Yılmaz Hükümeti... Bakın, özellikle
Türkiye'nin enerji politikasıyla ilgili olarak şunu söylüyorum: Ben de elektrik
mühendisiyim, icraatın içinden geldim; önce şantiye şefliği yaptım, Otobüs,
Elektrik, Su ve Soğuk Hava Depo İşletmeler Müdürlüğü yaptım, Zonguldak'ta
elektrik işletmesini TEK'e ben devrettim ve bu işletmede fiilen 8-9 yıl
çalıştım. Türkiye küçük bir ülke değil, en ucuz enerji, varolan enerjidir.
Ülkede doğalgaz olmadığı zaman, Ankara'da 25 bar basınç bulunması gerekirken,
13-14 bar basınçla evde puf puf diye diye ocaklarımızın yandığı günü hatırlayalım.
Enerji olmadığı zaman, kaç lira olursa olsun biz ihracatımızı yapalım diyen
sanayicimizin bas bas bağırdığı, enerji olmadığı için sokak lambalarımızı
yakmayarak kısıtlamaya gittiğimiz günleri unutmayalım. Geçen hafta, ben,
İzmir'de, seramikçilere doğalgaz verdim. Oksijen ister gibi, doğalgaz
istiyorlar. 16 500 000 000 metreküp doğalgazı, geçen sene, tüketimde yüzde 7,
yüzde 8 azalma olduğu halde, al ya da ödeye sokmadan, bu ülke tüketmiştir. Bu
sene 19 500 000 000 metreküp doğalgazı tüketecektir; tüketmediği takdirde,
Nijerya'dan ve Cezayir'den aldığımız LPG'yi, BOTAŞ'a müracaat ederek, bize ver
diyen ülkeler, işadamları vardır. Türkiye, doğalgaz
anlaşmalarını doğru yapmıştır. Geçtiğimiz günlerde de, bu doğalgaz
anlaşmalarıyla ilgili olarak, 17 ilimize doğalgaz veriliş törenini aynı anda
yaptık. Seramikçilere doğalgaz verdiğimiz zaman, Ege'deki o sanayicinin gözü
parlıyordu. Şu anda da 60 şehrimiz doğalgaz bekliyor. Allah nasip ederse, bu
doğalgazı verecek gücümüz de var, BOTAŞ'ın parası da var. Üç vardiya
çalıştırmak suretiyle, iki ay önce İzmir'e doğalgaz verdik; neden verdik
biliyor musunuz; geçen sene, bu Meclis, sizler, hep beraber, ben de dahil,
seramikçilere, sübvanse etmek için, 70 trilyon lira para vermedik mi... Ama, bu
sene doğalgazı verdik, al işte, devlet bir anda 70 trilyon lira para kazandı.
Aksi takdirde, bunları sübvanse etmeye devam edeceğiz; niye devam edeceğiz;
rekabet edemiyorlar, LPG ile doğalgaz arasındaki farktan rekabet edemiyorlar.
Ee, bu adaletli mi; değil. Belki, Türkiye'nin her yerinde LPG kullananlara aynı
sübvanseyi yapamadık, aslında yapmak lazımdı; ama, yaptığımız zaman da, bütçe
imkânları belli, üzerimize çok büyük yük düşüyor. Enerjiyle ilgili olarak,
geçen sene, altı ayda yüzde 57 zam yapıldı. Bu sene, elektriğe, şu ana kadar,
yılbaşından bu yana yapılan zam yüzde 7'dir. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik
krize rağmen, altı ayda yapılan zam, bu sene yüzde 7'dir, geçen sene yüzde
57'dir. Bu da, hükümetin ve Bakanlığımın başarısıdır. Doğalgaza gelelim... Biz,
geçen sene kasım ayından bu yana doğalgaza zam yapmadık, tersine, sanayide
kullanılan doğalgazda yüzde 14 indirim yaptık; ama, KİT'lerin yaptığı
zararların karşılanabilmesi için -belki, doğalgaza değil, KİT'lerin bir başka
ürününe de zam yapılması gerekliydi ama- hükümetimizin aldığı karar sonucu
Hazine ile yaptığımız görüşmeler neticesinde, doğalgaza, bu ay -sadece bu ay-
aybaşında, önce yüzde 3, sonra yüzde 5 zam yaptık. Yani, kasım, aralık, ocak,
şubat, mart, nisan, mayıs ayları boyunca, yedi ay doğalgaza zam yapılmayan
zaman dilimini göstersenize bana; hangi hükümet döneminde yedi ay doğalgaza zam
yapılmamış? Geriye doğru bir gidin; hangi hükümet döneminde, yıl sonu enflasyon
hedefi yüzde 35, altı aylık enflasyon yüzde 12 iken, elektriğe, yüzde 7 zam
yapılmış, göstersenize bana? Bunları takdir etmek lazım. Ben, netice olarak şunu
söylüyorum: Ülkemizde, geçmişte yapılan anlaşmalar dikkate alınarak, enerjide,
arz ve talep dengesine göre, en iyi şekilde üretim yapabilmek ve en iyi şekilde
tüketimi karşılayabilmek için, arkadaşlarımız, ellerinden gelen her türlü
gayreti sarf ediyorlar ve bundan sonra sarf etmeye devam edecekler. Tabiî ki, özellikle,
İzmir'de, sanayide LPG yerine doğalgazın kullanılmış olmasından kaynaklanan
büyük bir memnuniyet var. İşte biz sıvılaştırılmış LPG alıyoruz, doğalgaz
alıyoruz. Biraz önce söyledim, şu anda bütün milletvekili arkadaşlarıma da
söylüyorum, BOTAŞ'a yapılan müracaatları görün. İngiltere doğalgaz ihraç
ediyordu, şu anda doğalgaz ithal etmeye başladı. Yunanistan Kalkınma
Bakanı Akis Cuhacopulos Ankara'ya geldiğinde ortak bir deklarasyon yayımladık,
285 kilometre Karacabey-İpsala, İpsala-Komotoni; yani, Gümülcine arasına hat
döşenecek. İlk etapta 500 000 000 metreküp doğalgaz ihraç edeceğiz; ama, 15
milyar metreküp doğalgaz ihraç edeceğimiz şekilde yapılıyor ve bu hattın tamamı
için Avrupa Birliğinin kredi vermesi konusunda, Yunanistan, bize, son derece
yardımcı oluyor. Bunun yanı sıra da,
özellikle, şunu söyleyeyim; Bosna-Hersek'e gittim. Bosna-Hersek'te Enerji
Bakanı ile anlaşma değil, ortak bir deklarasyon, mutabakat zaptı imzaladık,
bizden doğalgaz istiyorlar. BOTAŞ, Avusturya ile mutabakat zaptı imzaladı. Biz,
nasıl Hazar Bölgesinin Batıya açılmasında enerji koridoru işlevini yerine
getireceğiz; işte bu çalışmalarla. Benden önce bakanlık yapan bütün
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; doğruyu yapmışlar. UCT'ye üye olmak
mecburiyetindeyiz. Birinci 400 kilovoltluk hat bitti, Bulgaristan ikinci 400
kilovoltluk enerji nakil hattını bitirmek üzere. UCT'ye üye olduğumuz zaman,
Avrupa Doğalgaz Enterkonneksiyonuna girdiğimiz zaman, 4646 sayılı Yasaya göre,
doğalgazın ithalatı, ihracatı, dağıtımı serbest olduğu zaman, arzu eden
doğalgazı istediği yere satacak, arzu eden elektriği istediği yere satacak,
serbest piyasa ekonomisinde rekabete dayalı bu işler, kendi dengesini, kendi
sağlayacak. Bu açıklamaları yapma
fırsatı verdiği için Sayın Arınç'a teşekkür ediyorum; Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Rüzgâr enerjisi ne olacak Sayın Bakan? BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Sayın Başkan... ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Sayın Başkan, kısa bir açıklama... BAŞKAN - Süreniz zaten
vardı Sayın Çakan. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum. Özellikle rüzgâr
enerjisiyle ilgili -yenilenebilir enerjidir- iki gün önce Hazine Müsteşarımızla
görüştüm. İlk etapta, 140-150 megavatlık rüzgâr enerjisini ülkemize tanıtacak
ve yatırım yapacak yerli ve yabancı yatırımcıları teşvik etmemiz lazım. Bu
konuyla ilgili olarak benim Müsteşar Yardımcım Fikret Baran, Hazineden bir
arkadaşımızla dünden itibaren çalışmaya başladı. Rüzgâr enerjisinin önünü
açmamız lazım ve bununla ilgili olarak da gerekirse, bakın.... MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Etme Sayın Bakan! MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Bunları halka anlatamazsınız. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Müsaade eder misiniz... Müsaade eder misiniz... Rüzgâr enerjisiyle ilgili
olarak da, Bakanlığın bize düşen görevi neyse, biz onu yerine getireceğiz;
ondan emin olun. Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Bakan. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Yanıltıcı beyanda bulunuyorsunuz; buna hakkınız yok. MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Bulgaristan'dan 4 sente elektrik teklif ediyorlar, niçin almıyorsunuz? BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Sayın Başkanım, bir cümle ilave edeceğim. BAŞKAN - Hayır efendim;
birçok milletvekili arkadaşımız da işaret buyurdular; 19.00'da çalışma süremiz
bitiyor; onun için, gündeme geçiyorum. BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Sayın Başkan, benim sorduğum üç soruya Sayın Bakan cevap vermedi. Burada
doğalgaz savunmasını dinleyebiliriz. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Savunma değil. BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Linyite dayalı üretim yapan bu termik santralda niye kapasite düşürdünüz... BAŞKAN - Sayın Arınç,
istirham ediyorum... BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
...niçin petrokok ve ithale dayalı kömürdeki fonu yüzde 1'e indirdiniz; ben,
bunları soruyorum; yoksa doğalgaz savunmasını değil. BAŞKAN - Bir Meclis
araştırması önergesi vardır; okutacağım. Okutmadan önce, Divan
Üyesi arkadaşımın oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Önergeyi okutuyorum: C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve
Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1.- Kocaeli
Milletvekili Osman Pepe ve 19 arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit
Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/293) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İzmit Büyükşehir Belediyesi
İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesinin gerçekleşme aşamasında yapılan
fahiş hatalar yüzünden Hazine çok büyük maddî kayıplara uğramıştır. İzmit
Büyükşehir Belediyesinin bu uygulamasındaki hataların giderilmesi,
uygulamalarda kasıt ve hatası olanlar hakkında kanunî işlem yapılması amacıyla,
Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Türkiye Büyük
Millet Meclisince Meclis araştırmasını istiyoruz. Saygılarımızla. 18.6.2002 1-Osman Pepe (Kocaeli) 2-Musa Uzunkaya (Samsun) 3-Mahmut Göksu (Adıyaman) 4-Mehmet Altan
Karapaşaoğlu (Bursa) 5-Ramazan Toprak (Aksaray) 6- Tevhit Karakaya (Erzincan) 7- İsmail Özgün (Balıkesir) 8- Osman Aslan (Diyarbakır) 9- Zeki Ergezen (Bitlis) 10- Mahfuz Güler (Bingöl) 11- Abdülkadir Aksu (İstanbul) 12- Mehmet Elkatmış (Nevşehir) 13- Mehmet Ali Şahin (İstanbul) 14- Yahya Akman (Şanlıurfa) 15- Avni Doğan (Kahramanmaraş) 16- Maliki Ejder Arvas (Van) 17- Faruk Çelik (Bursa) 18 - Mehmet Necati
Çetinkaya (Manisa) 19- Zülfükâr İzol (Şanlıurfa) 20- Sabahattin Yıldız (Muş) İzmit Kentsel ve
Endüstriyel Su Temin Projesi, Devlet Su İşleri tarafından 9.2.1987 tarihinde
Yuvacık Barajının 15 000 000 dolara GAMA AŞ'ye ihalesiyle başlatılmıştı.
Projenin 1995'e kadar baraj kısmının yüzde 50'si bitmek üzereyken, 24.2.1995
tarih ve 95/T-17 sayılı karara istinaden Y.İ.D (yap-işlet-devret) modeline
alınmıştır. 1999 yılında işletmeye alınan proje, GAMA-Güriş, İzmit Büyükşehir
Belediyesi, Thames Water, Mitsui, Sumumito Konsorsiyumunca tamamlanıp devreye
alınmıştır. 890 000 000 dolar dış kredisi, yüzde 10 yıllık faizi olan proje,
yıllık 142 000 000 metreküp su satışının bedeliyle geri ödenmek üzere anlaşma
yapılmıştır. Yanlış fizibilite sonucu
proje, ülkeye fevkalade pahalıya mal olmuştur. Her yıl denize akıtılan
satılamayan su bedeli takribî 200-250 000 000 dolar, projeye garanti veren
Hazine Müsteşarlığınca ödenmeye devam edilmektedir. Sadece 1999-2000 yılında
387 000 000 dolar ödenmiştir. Geri ödemesi onbeş yıl olan bu projenin toplam
maliyetinin 3,5-4 milyar dolar olabileceği hesaplanmaktadır. Projeye Hazine
garantisi verilirken, YPK (Yüksek Planlama Kurulu) dahil, pek çok devlet birimi
yanlış, kasıtlı veya eksik bilgilendirilmek
suretiyle, projeye hakkı olmayan ayrıcalık tanınmıştır. Projenin tasdik
edildiği tarihte yürürlükteki mevzuatta olmayan uluslararası tahkim bile
konulabilmiştir. Devletin ilgili birimleri
arasında yapılan yazışmalardan projenin Y.İ.D. (yap-işlet-devret) modeliyle
tamamlanması halinde pek çok olumsuzluk çıkacağı bilinirken, dönemin hazine
bürokratlarının hazırladığı ve devlet bakanı tarafından 3.9.1992 tarih ve 07501
sayılı onay verilmiştir. Sayıştayın yap işlet
devret modeliyle yapılan söz konusu projeyle alakalı raporunda olayın bütün
vahameti ortaya konulmuştur. Daha önce pek çok ulusal basında İzmit Büyükşehir
Belediyesinin ilgili projesiyle alakalı değerlendirmeler yer almıştır.
Sayıştay, Ocak 2002'de yap işlet devret modeliyle alakalı raporunda mezkûr
projenin âdeta bir soygun olduğunu ve emsallerinden çok pahalı yapılarak
Hazinenin çok ağır bir yük altına sokulmuştur denilmektedir. Buna karşın, İzmit
Büyükşehir Belediyesi, 9.6.2002 tarihinde, çok satan 5 ulusal ve 3 yerel
gazetede sayfa dolusu verdikleri ilanlarla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yegâne ve en güvenilir denetim organı olan Sayıştay ve devletin konuyu yakından
bilen kurumları sanki tekzip ediliyor, "İzmit Su Projesiyle Ülkemize
Hizmet Ediyoruz" başlığı kullanılarak kamuoyu yanıltılıyor. Söz konusu ilanda
"boşa akan su yoktur" denilirken, İçişleri Bakanlığının yazılı
sorularımıza verdiği cevaplarda ve de Sayıştay raporunda "100 000 000
metreküp su boşa akıtılıp, Hazinece parası ödenmiştir" deniliyor. İsale hattı ve arıtma
tesisinin fizibilitelerinde ciddî skandallar vardır. İzmit Büyükşehir
Belediyesi ilanlarında, İzmit Su Projesiyle fahiş bir rakamın söz konusu
olmadığı ifade edilirken, Sayıştay raporunda 10 - 12 katlık çok fahiş
rakamların olduğu yazılmaktadır. "Prosedür eksikliği
yok" diyen İBB'ye rağmen 31.5.1994 tarihinde Dış Ekonomik İşler Genel
Müdürlüğündeki yetkililerce paraflanmasına rağmen dönemin müsteşarınca
imzalanmamıştır. 3.8.1994 tarihli onayda
"su satış fiyatının sübvanse edilmek zorunda kalınacaktır" ifadesi
metinden çıkarılmıştır. İzmit Büyükşehir
Belediyesi ve konsorsiyum ortaklarından birisini temsil eden belediye
başkanvekili aynı kişidir ve daha pek çok mevzuat ihlali yapılarak bugüne
gelinmiştir. Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü 1989 Su-İş Proje Mühendislik Müşavirlik Limitet Şirketince -baraj
hariç- katî proje raporu hazırlatmıştır ve 60 000 000 dolar tahmin edilmiştir. Devlet Su İşleri
tarafından onaylı katî proje raporu olmasına rağmen ve arada 10 katı aşan fahiş
bir fiyat farkı bulunmasına rağmen, bu iş, Devlet Su İşlerinden alınarak
yap-işlet-devret modeliyle, konsorsiyuma, ihaleye bile çıkılmasına gerek
görülmeden rekabet ihlali yapılarak sadece konsorsiyumun teklif fiyatları
alınarak verilmiş ve verilirken de hiçbir kriter uygulanmamıştır. İzmit Büyükşehir
Belediyesi (Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine Müsteşarlığı ile birlikte)
projenin yatırım maliyetiyle ilgili olarak yürürlükteki yasalarla kendisine
verilen görevi yapmayarak bugünkü olumsuzluklara zemin hazırlamıştır. BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme sırası
geldiğinde yapılacaktır. Başbakanlığın Anayasanın
82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım: D) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan’ın,
Suriye’ye yaptığı resmî ziyarete iştirak eden milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1115) 17.6.2002 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Bayındırlık ve İskân
Bakanı Prof. Dr. Abdülkadir Akcan'ın, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle
birlikte 19-23 Mayıs 2002 tarihleri arasında Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete,
ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş
ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir. Anayasamızın 82 nci
maddesine göre gereğini arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan LİSTE Hakkı Oğuz Aykut Hatay
Milletvekili Mehmet Şandır Hatay Milletvekili M. Kemal Tuğmaner Mardin
Milletvekili Mehmet Yalçınkaya Şanlıurfa
Milletvekili BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4 ilde uygulanmakta olan
olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinden kaldırılmasına, Diyarbakır ve
Şırnak illerinde dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
vardır; okutuyorum: 2. – Olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinde 30 Temmuz
2002 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere kaldırılmasına, Diyarbakır ve
Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay
süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1116)
17.6.2002 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 30 Mart 2002 günü saat
17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı Kararı ile onaylanmış
bulunan Olağanüstü Halin; 1- Hakkâri ve Tunceli
illerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasının, 2- Diyarbakır ve Şırnak
illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre
ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet
Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını
saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Başbakanlık
tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım. İlk söz... İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, önce ben konuşayım. BAŞKAN - Peki, buyurun
Sayın Bakanım. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım;
Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan olağanüstü
hal uygulamasının, 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere,
Hakkâri ve Tunceli illerinde sona erdirilmesi, Diyarbakır ve Şırnak illerinde
ise dört ay daha uzatılması yolundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde
Hükümetimizin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi,
şahsım ve Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
bilindiği üzere, 19 Temmuz 1987 tarihinde, Diyarbakır, Bingöl, Hakkâri, Mardin
ve Siirt illerinde sıkıyönetim kaldırılmış, bunlara Elazığ, Tunceli, Van illeri
eklenmek suretiyle 8 ilde olağanüstü hal ilan edilerek, ihdas edilen Olağanüstü
Hal Bölge Valiliği kapsamına alınmıştır. Ayrıca, Adıyaman, Bitlis, Muş illeri
de mücavir il olarak tespit edilmiştir. 16 Mayıs 1990 tarihinde de Batman ve
Şırnak'ın il olmasıyla Bölge Valiliği sorumluluk alanındaki il sayısı, mücavir
illerle birlikte, 13'e yükselmiştir. 19 Mart 1994 tarihinden itibaren, Bitlis
İli olağanüstü hal kapsamına alınırken, Elazığ İli olağanüstü hal kapsamından
çıkarılarak, mücavir il olmuştur. 19 Temmuz 1995 tarihinde Adıyaman, 30 Kasım
1996'da ise Elazığ mücavir il kapsamından çıkarılmış, yine, sırasıyla, 30 Kasım
1996 tarihinde Mardin, 6 Ekim 1997 tarihinde Batman, Bingöl ve Bitlis, 30 Kasım
1999 tarihinde Siirt ve 30 Temmuz 2000 tarihinden itibaren de Van illerinde
olağanüstü hal uygulaması kaldırılarak, bu iller mücavir il statüsüne
alınmıştır. Olağanüstü hal yönetimi, ilan tarihinden itibaren, dörder aylık
dönemler halinde 45 kez uzatılmıştır. Bugün, halen, Bölge Valiliği sorumluluk
sahasında bulunan 11 ilden 4'ü olağanüstü hal, diğer 7'si ise mücavir il
kapsamındadır. Değerli milletvekilleri,
ülkemizde olağanüstü hal uygulaması, demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri
kullanılamaz hale getiren, ülke ve ulus bütünlüğüne göz diken, ayrılıkçı,
bölücü terörü ortadan kaldırmak amacıyla ilan edilmiştir. Bölücü terör
örgütünün, başta bölge halkı olmak üzere, ülkemize verdiği maddî ve manevî
zarar, hafızalardan kolay kolay silinemeyecek kadar büyük boyutlarda olmuştur.
Bu cinayet şebekesi hain emellerini gerçekleştirmek için, çocuk, kadın, yaşlı,
binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, yine, binlercesinin sakat
kalmasına neden olmuştur. Bu eşkiya çetesi, bölücü hayallerle vatandaşlarımızı
birbirlerine düşürmeye çalışmıştır. Yine, bölücü terör, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerimize yönelik her alandaki iyileştirmelere ve yatırımlara da
yıllarca engel olmuştur. Ancak, güvenlik güçlerimiz, halkımızdan aldıkları
destekle, terörün üstesinden nasıl gelinebileceğini, bu Yüce Millet de, birlik
ve beraberlik şuurumuzun en önemli manevî varlığımız olduğunu bütün dünyaya
göstermişlerdir. Bölücü, yıkıcı ve irticaî teröre karşı bölgede ve ülke
genelinde gösterilen başarılı mücadele sonucu tesis edilen huzur ortamı, aziz
milletimizin de büyük desteğiyle güçlenerek devam etmektedir. Olağanüstü hal ve mücavir
illerde, son on yılda meydana gelen terör olaylarının istatistikî analizine
baktığımız zaman, 1992 yılında toplam 2 612 olan olay sayısının 1993 yılında 3
933; 1994 yılında 3 809; 1995 yılında 2 118; 1996 yılında 1 941; 1997 yılında 1
300; 1998 yılında 977; 1999 yılında 1 077; 2000 yılında 262; 2001 yılında 222
ve 14 Haziran itibariyle de 2002 yılında 121 olduğunu görüyoruz. 1 Ocak-14
Haziran 2002 tarihleri arasında ülke genelinde meydana gelen terör olaylarının
yüzde 15,6'sının olağanüstü hal ve mücavir illerde meydana gelmesi, geçmiş
yıllarda yaşanan terör olaylarının yoğunluğunun bu bölgemizde giderek
azaldığını, terör örgütlerinin eylem ve aktivitelerinin marjinal seviyelere
geldiğini göstermektedir. Bugün, olağanüstü hal
kapsamında bulunan Hakkâri ve Tunceli illeriyle ilgili istatistikler analiz
edildiğinde ise, Tunceli İlinde, 1998 yılında 133, 1999 yılında 112; 2000
yılında 32, 2001 yılında 27, 14 Haziran 2002 tarihi itibariyle de 2002 yılında
3; Hakkâri İlinde, 1998 yılında 140, 1999 yılında 141, 2000 yılında 27, 2001
yılında 26, 2002 yılında ise 11 olayın meydana geldiği, olay sayısında önemli
bir düşüş kaydedildiği gözlenmektedir. Diyarbakır ve Şırnak
İlleriyle ilgili aynı dönemlerdeki rakamlara bakıldığında, Diyarbakır İlinde,
1998 yılında 110; 1999 yılında 171; 2000 yılında 33; 2001 yılında 34; 2002
yılında 21; Şırnak İlinde, 1998 yılında 113; 1999 yılında 169; 2000 yılında 47;
2001 yılında 46; 2002 yılındaysa 14 olayın meydana geldiği anlaşılmıştır. Değerli milletvekilleri,
bölücü terör örgütü, etkinliğini yitirmiş ve giderek yok olma trendine
girmiştir. Silahlı mücadeleyi kaybetmesi, bölücübaşının yakalanması, ciddî
militan zayiatı, örgüt kadrolarına katılımın azalması, yetersiz lojistik destek
gibi sebeplerle faaliyetlerini siyasî alana kaydırma gayreti içerisine
girdiğini gözlüyoruz. İsim değişikliğiyle de, sözde, kanlı terör örgütü
kimliğinden kurtulmaya, yeni söylemine uluslararası destek sağlamaya
çalışmaktadır. İsim değişikliğiyle "bebek katili" sıfatından
sıyrılması mümkün değildir; çünkü, hâlâ, silahlı unsurlarının varlığını
korumakta, yurtdışı kamplarında her türlü silahlı siyasî eğitimler ile barınma
ve lojistik malzeme temini faaliyetlerini de sürdürmektedirler. Bu nedenle,
bölücü terör örgütüyle mücadelemizi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da
büyük bir kararlılık ve hassasiyetle ve kökü kazınıncaya kadar sürdürmeye devam
edeceğiz. Terör ve anarşi yaratanlar, cebir ve şiddet kullananlar, milletimizin
huzurunu bozmak isteyenler, en sert ve kararlı cevabı, daima alacaklardır. Her
karışı şehit kanlarıyla yoğrulmuş Anadolu topraklarında, bin yıldan beri,
kardeşçe, birlik içerisinde yaşıyoruz; bundan sonra da, sevgiyi paylaşarak,
birlik içerisinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Ülkemize yönelik bütün
tehlikelere karşı, Mardinlisi, Samsunlusu, Sivaslısı, Aydınlısı, Mersinlisi,
Tokatlısı, Diyarbakırlısı, Trabzonlusu, Hakkârilisi, Edirnelisi, hep birlikte,
bugüne kadar göğsümüzü siper ettik, gerekirse, seve seve yine edeceğiz; ama,
aynı zamanda, yıllardır terörden çok çekmiş, sosyoekonomik yaşamı ve toplumsal
dokusu ciddî oranda sarsılmış bölge insanımızın yaralarını da hızla sarmayı
sürdüreceğiz. Bugün, ülke olarak,
demokrasiden ekonomiye, insan haklarından çalışma hayatına kadar, her alanda,
topyekûn bir kalkınma mücadelesi veriyoruz. Demokratikleşme yolunda, temel hak
ve özgürlükler alanında hep birlikte, tarihî adımlar atıyoruz. İnsanımız,
bunlara ziyadesiyle layıktır. Bu adımlar, ülkemizi, üniter yapı içinde daha da
güçlendirmektedir. Bizim bütün gayretimiz, ülkemizin her köşesinde, çağdaş
toplum kurumlarını ve değerlerini hâkim kılmaktır, şanlı bayrağımızın altında
yaşayan herkesi, en gelişmiş demokrasilerde kurumlaşan insan hak ve
hürriyetlerine tam olarak kavuşturmaktır. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 13 Mart 2002 günü, yüksek huzurlarınızda, olağanüstü hal
kapsamındaki 4 ilimiz ve 7 mücavir ilimizdeki eğitim, sağlık, sosyoekonomik ve
kültürel alanlarda yürütülmekte olan hizmetleri ayrıntılı olarak arz etmiştim.
İzninizle, burada, özet olarak, içinde bulunduğumuz 2002 yılına ait bazı
bilgileri sunmak istiyorum. Olağanüstü hal ve mücavir
illerimizde yürütülen tarım, imalat, enerji, ulaştırma, haberleşme, konut,
eğitim, sağlık, sanayi, ormancılık, turizm, madencilik ve diğer kamu hizmetleri
sektörlerindeki yatırımların toplam proje tutarı 11 602 304 533 000 000
liradır. Mayıs ayı itibariyle bu projelere toplam 1 katrilyon 377 trilyon lira
harcanmıştır. Bu yatırımların 2002 yılı kalan ödeneği ise 625 trilyon 421
milyar liradır. 2002 yılında eğitim
hizmetlerine ilişkin olarak Mardin'de 152 derslikli 5, Diyarbakır'da 120
derslikli 4 ve Batmanda 24 derslikli 1 ilköğretim okulu hizmete açılmıştır.
Bölge illerinde geçen döneme göre mevcut sınıf ve branş öğretmenlerinde artış olmuş,
23 597 sınıf ve 12 440 branş öğretmeni görev yapmaktadır. Eğitim hizmetlerinin
iyileştirilmesi kapsamında ekderslik inşaatlarıyla birlikte 5 yatılı bölge
ilköğretim okulu, 1 pansiyonlu ilköğretim okulu ile mevcut okula ilave olarak 1
pansiyon ve 16 ilköğretim okulu inşaatı devam etmektedir. Bölgede 2002 yılı içinde
1 hastane, 4 sağlık ocağı, 1 sağlık evi bitirilerek hizmete girmiştir, halen 25
hastane, 29 sağlık ocağı, 15 sağlık evinin de yapımları sürmektedir. Bölgede
541 uzman hekim, 1 259 pratisyen hekim, 2 660 hemşire, 1 987 ebe ve 5 668
yardımcı sağlık personeli de görev yapmaktadır. Olağanüstü hal ve mücavir
illerde özel sektör yatırımlarına cazip alan oluşturacak sanayileşmeyi,
dolayısıyla istihdamı geliştirecek organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi
sitelerinin bir an önce bitirilmesi de önem kazanmaktadır. Diyarbakır Organize
Sanayi Bölgesinde üretime geçen işyeri sayısı 35'ten 38'e yükselmiştir.
Kamulaştırma işlemleri yapılanlarla birlikte, bölgedeki toplam 8 ilimizde
organize sanayi bölgesi inşaatları devam etmektedir. Bunların bitmesiyle
birlikte 478 işyerinde 27 930 kişinin istihdam edilmesi planlanmaktadır.
Bölgedeki 22 küçük sanayi sitesinde işyeri sayısı 3 453, çalışan işçi sayısı
ise 14 054'tür. Bu arada, 13 küçük sanayi sitesi inşaatı da devam etmektedir.
Bu inşaatların tamamlanmasıyla, 2 088 işyerinde 11 400 kişinin daha istihdam
edilmesi planlanmaktadır. Gelir ve istihdam
artırıcı faaliyetler kapsamında, köye dönenlere öncelik verilerek, genel idare,
il özel idaresi, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Başbakanlık ve Bölge
Valiliği imkânlarıyla, vilayetlerin uyguladıkları çeşitli projeler de
sürdürülmektedir. 1.1.1999-30.4.2002
tarihleri arasında 13 460 kişiye 1 522 642 fidan, 2 860 kişiye 37 575 küçükbaş hayvan, 1 003 kişiye 2 201 büyükbaş
hayvan dağıtılmıştır; 7 385 halı ve kilim tezgâhında 13 772 kişi çalışma imkânı
bulmuştur. Yine aynı tarihler arasında, 2 034 kişiye 20 958 arılı kovan
dağıtılmış, 797 kişiye de 806 sera kurulmuştur. Yapılan bu çalışmaların
parasal değeri, yaklaşık olarak 5 trilyon 810 milyar lira civarındadır. Ayrıca, Bölge
Valiliğince, Karacadağ yöresinde, 5 köyde açılan kurslarda eğitilen ve çalışma
aletleri verilen 100 dolayındaki vatandaşımız, bazalt taşından parke üretip
satmaya başlamıştır. Öte yandan, Temmuz
2001'de başlanan Karacadağ Taşlı Arazi Islah Projesiyle, 2 090 dekar arazi
taştan temizlenerek tarıma kazandırılmıştır, 2002 yılında da 5 000 dekar
arazinin taştan temizlenmesi hedeflenmektedir. Yine, 2001 yılının ekim
ayında başlanan ve Dicle ve Kralkızı Barajlarının yapımıyla su rejimi kontrol
altına alınan Dicle yatağının ıslah edilmesini, eski taşkınların yarattığı
tahribatın giderilmesini, bu suretle 602 299 metrekare sulu tarım arazisinin
yeniden kazanılmasını öngören Dicle Nehir Yatağı Arazi Islah Projesiyle ıslah
edilen nehir yatağından 122 dönüm sulu tarım arazisi kazanılmış olup, 2002
yılında da çalışmalar devam etmektedir. Mısır Ekimini Teşvik
Projesi, İpekböcekçiliğini Geliştirme Projesi, Kadın girişimcilere uygulanacak
kutu, ambalaj ve süslemeye ilişkin ürünlerin üretimi projeleri de, bölgede
gelir ve istihdamı artırmaya yönelik olarak uygulamaya konulan diğer
projelerdir. Yöre halkının, terk
ettiği, güvenliği sağlanan köylerine dönmeleri için bütün imkânlar da seferber
edilmektedir. Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesi için, 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesinden 5 trilyon
615 milyar lira ayrılmıştır. Bölgede, programlı geri dönüş kapsamında, 12
yerleşim yerinde 855 konut bitirilmiş, 433 konutun yapımı ise sürdürülmektedir.
Vatandaşlarımızın yerleşim birimlerine kendiliklerinden dönüşlerinde ise, son
dönemde büyük bir yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı
devletçe yapılmaktadır. Konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup,
idare, gerekli malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Olağanüstü hal illeri
ile mücavir illerde, Haziran 2000 - Mayıs 2002 tarihleri arasında 313 köy, 230
mezraya 44 444 nüfuslu 7 749 hanenin geri dönüşü sağlanmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; bilindiği üzere, olağanüstü yönetim usulleri,
demokratik rejimlerin -arzu etmemekle birlikte- zaman zaman başvurdukları
zorunlu bir uygulamadır. Konuşmamın başında da belirttiğim üzere, bölücü terör
örgütünün, 1984 yılında başlattığı kitle halinde öldürme eylemleri ve bu
eylemlerini bazı illerimizde yoğunlaştırması, bu illerimizde bugüne kadar
süregelen olağanüstü hali gerektiren şartları yaratmıştır. Aziz milletimizin büyük
desteği, sabrı ve özverisi, kahraman güvenlik kuvvetlerimizin olağanüstü
fedakârlıkları ve başarılarıyla, terörle mücadelede, tüm dünyaya emsal olacak
bir başarı sağlanmıştır. Bir yandan ülke içerisinde terörle mücadele ederken,
diğer taraftan, bu tecrübelerinden hareketle bölgesel terörizmle, dış kaynaklı
terörizmle ve uluslararası terörizmle mücadelede de uluslararası işbirliğine
büyük önem verilmiştir. Terörün dili, dini, milleti, ırkı olmadığını, her
şeklinin insanlık suçu olduğunu her platformda savunduk ve terörizmle hukuk
içerisinde mücadele yolunda atılan her adımı destekledik. Güvenlik alanında,
gerek uluslararası gerek ikili plandaki faaliyetlerimizi yoğunlaştırarak
sürdürdük. Girişimlerimizle, 2002
yılı 21 Mart Nevruz Günü münasebetiyle, bölücü örgüt sempatizanlarının Romanya
ve Bulgaristan üzerinden ülkemize yürüyüşleri engellenmiş ve bu işbirliği diğer
ülkelere de örnek bir çalışma olmuştur. Akabinde, gerek istihbarat gerek
terörle mücadele birimlerimiz ile diğer Avrupa ülkelerinin güvenlik
teşkilatları arasındaki işbirliği daha da geliştirilmiştir. Yine, yoğun girişimler
sonucu, Avrupa Birliği terör örgütleri listesine PKK ve DHKP-C terör örgütleri
dahil edilmiştir. PKK terör örgütünün,
gerek adını ve gerekse illegal örgütlenmesini değiştirerek, özellikle
uluslararası kamuoyunu yanıltma ve kendine dış destek sağlama yolundaki
çalışmalarını da sona erdirmekte, Yüce Meclisin desteğiyle, kararlıyız. Bu
kararlılık, terör örgütü tamamen son buluncaya ve son terörist teslim oluncaya
kadar sürecektir. Bu kararlılık, ülkenin her köşesinde, her vatandaşımızın
temel hak ve özgürlüklerini tam ve sürekli olarak güvence altına alıncaya kadar
sürecektir. Bu kararlılık, hukuk devletinin ilkelerinden taviz vermeden
sürecektir. Aynı kararlılık, diğer yıkıcı, bölücü ve irticai terör örgütleriyle
aralıksız devam eden mücadelede de sürecektir. Bu kararlılığın en büyük
güvencesi, her türlü suç ve suçluyla mücadeleyi, sahip olduğu teknik donanımı,
bilgisi ve birikimiyle, olağan koşullarda yapma kabiliyeti kazanmış güvenlik
kuvvetlerimiz ve aziz milletimizin onlara verdiği destektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; başta güvenlik kuvvetlerimiz olmak üzere devletin
tüm kurumları, ülkemizde huzur ve güven ortamının devamı için gerekli her türlü
tedbiri alacak tecrübe ve kudrettedir. Bugüne kadar yaşadığımız acı tecrübeler,
milletimizin yakaladığı birlik ve beraberlik, huzur ve güven ortamının
sürdürülmesi kararlılığının ne kadar önemli olduğunu ve bunun bir daha
bozulmaması için herkesin üzerine düşen bütün fedakârlıklara katlanması
gereğini yeterince gözler önüne sermektedir. Binlerce güvenlik görevlimizin
şehit olduğu, binlerce insanımızın hayatını kaybettiği, binlerce görevlimiz ve
insanımızın onarılması imkânsız beden ve ruh tahribatına uğradığı, ülkemizin
her köşesinin yasa ve derin üzüntülere boğulduğu bu acı sürecin, bir daha, ne
bizim ülkemizde ne de dünyanın başka bir yerinde yaşanmamasını diliyorum.
Herkes, bu acıların bir daha yaşanmaması için gayret göstermek zorundadır. Konuşmalarımızın
televizyon aracılığıyla halkımıza naklen veriliyor olmasından istifade ederek,
halen terör örgütü içerisinde yer alanlarla ilgili temennilerimi de, buradan
tekrar etmek istiyorum. Şu ya da bu biçimde terör örgütüne katılmış
olabilirler, terör eylemlerine de katılmış olabilirler. Bu insanlıkdışı yaşama
devam etmeleri için, akla, mantığa ve insanın yaradılışına uygun hiçbir gerekçe
yoktur ve o yaşamdan uzaklaşmaları için hiçbir zaman da geç değildir. Sevgi ve
medeniyeti seçmelerini diliyorum. Ana babalarının gözyaşlarını ve özlemlerini
dindirmelerini diliyorum. Bu cennet vatanda, aziz milletimizin onurlu birer
ferdi olmayı tercih etmelerini diliyorum. Bunun için de, daha önce bu yanlıştan
dönerek teslim olan diğer gençler gibi, devletimizin güçlü ve şefkatli
kollarına teslim olmaya çağırıyor, yüce yargının kararlarının, onların yeniden
topluma kazanılmaları için yegâne seçenek olduğunu bir kez daha ifade ediyorum.
Bugüne kadar, yüce
milletimizin ve Parlamentomuzun, kahraman güvenlik güçlerine verdiği desteğe
şükranlarımızı arz ediyorum. Bu düşüncelerle ve
değerlendirmelerle, olağanüstü halin, 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den
itibaren, Hakkâri ile Tunceli İllerimizde sona erdirilmesini, Diyarbakır ve
Şırnak İllerimizde ise, olağanüstü hal uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere
hazırlık süresi verilmesi için dört ay daha uzatılmasını Yüce Meclisimizin takdirlerine
sunuyorum. Bir daha, ülkemizde,
ülkemizin hiçbir köşesinde olağanüstü yönetimi gerektirecek koşulların
oluşmamasını, bu konuşmamın, olağanüstü halin uzatılması talebiyle yapılan son
konuşma olmasını ve bundan sonra, hiçbir İçişleri Bakanının, bu yönde bir
tezkereyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna çıkmamasını diliyorum. Terörle mücadelede büyük
bir özveriyle çalışan silahlı kuvvetlerimize, emniyet ve jandarma teşkilatımıza
teşekkür ediyor, vatan ve görev uğruna yaşamlarını göz kırpmadan feda eden ve
her biri yüreğimizden bir parça olan aziz şehitlerimize bir kez daha Allah'tan
rahmet diliyor, gazilerimize şükran duygularımı ifade ediyor, Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Biz de, Değerli
Bakanımıza teşekkür ediyoruz. Gruplar adına ilk
konuşmacı, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Hayri
Kozakçıoğlu. Buyurunuz Sayın
Kozakçıoğlu. DYP GRUBU ADINA HAYRİ
KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü halin
iki ilimizde kaldırılması, diğer iki ilimizde de uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi hakkında Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sizlere
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinize en içten
saygılar sunarım. Bölgede uzun süre devam
eden terörle mücadelede hayatını kaybeden -hangi görevde olursa olsun; Türk
Silahlı Kuvvetlerine mensup, güvenlik güçlerine mensup, bölge halkından,
koruculardan- şehitlik mertebesine ulaşan tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor,
kendilerine Allah'tan rahmet diliyor, hayatta bulunan gazilerimize sağlıkla
birlikte uzun ömürler temenni ediyor ve bu mücadelede yer alan, ülkenin
bölünmemesi konusunda hayatını ortaya koyan, bu mücadeleye bütün gücüyle
katılan tüm görevlilere de candan şükranlarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
o bölgede, olağanüstü halin çok uzun süre devam ettiği pek çok kez
tekrarlanmıştır. Şöyle geriye dönüp baktığımızda, olağanüstü halden önce, o
bölgede sıkıyönetim vardır. 1978 yılında sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim
uygulaması 1987'ye kadar sürmüş ve 19 Temmuz 1987 tarihinde de sıkıyönetime son
verilerek olağanüstü hal uygulamasına başlanmıştır. Zaman zaman
"olağanüstü hal ilan edildi de ne oldu; buna rağmen 30 000 şehit verdik,
30 000 insanımızı kaybettik; olağanüstü hal bunlara mâni olamadı" şeklinde
sitem ve tenkitlerle karşılaşıyoruz. Geriye dönüp, olayları, olayların
kaynaklarını, hangi şartlarda meydana geldiğini ve nasıl devam ettiğini çok iyi
değerlendirmemiz lazım. Olağanüstü hal durup dururken ilan edilmemiştir;
sıkıyönetim uygulaması olduğu dönemde olaylar meydana gelmiştir. Hele, daha
geriye gidersek, PKK kaynaklı terör olayının 1980'den önce başladığını, 1978'de
başladığını görürüz. O yıllarda ilan edilen sıkıyönetim 1987'ye kadar devam
etmiştir. 1980 askerî harekâtından sonra Suriye'ye kaçan ve Helve kampında
yetiştirilen PKK'lı teröristler 15 Ağustos 1984 tarihinde, yani, bölgede
sıkıyönetim uygulaması varken, Eruh ve Şemdinli ilçe merkezlerini basarak eylem
yapmışlardır ve ondan sonra da, köy baskınları devamlı olarak, arka arkaya gelmiştir.
Olağanüstü hal ilan edildiği tarihte, PKK'lı teröristlerin köy baskınları devam
ediyordu. Hedef, sadece devlet güvenlik güçleri değildi; hatta, hedef, devlet
güvenlik güçlerinden önce köy halkıydı, bölge halkıydı. Zira, amaçları, bölge
halkını sindirmek, bölge halkını yanlarına almak, bölge halkından topladıkları
kişileri silahlandırarak devlete karşı çıkmaktı ve ideolojilerini çok açık ve
net ortaya koymuşlardı; Türkiye topraklarının bir bölümünü bölerek, Marksist ve
Leninist teoriye dayalı, bağımsız bir Kürt devleti kurmak; hedef buydu. Bu
hedefe ulaşmak için de, silahlı propaganda dediğimiz, yani, bölge halkını
yıldırarak yanına alma, bölge halkını yıldırarak karşı çıkmasını önleme,
görevlileri yıldırarak görev yapamama durumuna getirme dediğimiz silahlı
propaganda yöntemini kullanıyorlardı; yani, durup dururken olağanüstü hal ilan
edilmedi, bu şartlarda ilan edildi. Olağanüstü halin ve oradaki devlet güvenlik
güçlerinin birinci görevi, tüm bölgeye yayılmış yerleşim alanlarındaki, en
küçük yerleşim alanları dahil, bölge insanını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını
teröriste karşı korumaktı. Biraz önce belirttiğim
gibi, yetiştirildikleri esas saha, o gün için, Suriye'nin kontrolünde bulunan
Bekaa Vadisindeki Helve kampıydı. Daha sonra, Saddam rejiminin Kuzey Irak'ta
bizim hududumuzdaki 20 ilâ 30 kilometre genişliğindeki bir bandı boşaltması
üzerine, 1988'den sonra da o bölgeye geldiler, yerleştiler, kamplarını ve
konaklamalarını oralara taşıdılar ve oradan bizim hududumuza ve içerideki
köylere saldırmaya başladılar. O günkü olaylarda PKK'nın hedefi köylüydü;
köylerde yaşayan bebelerdi, dedelerdi, savunmasız insanlardı. Bu nedenle,
sıkıyönetim rejimi, ondan sonraki olağanüstü hal rejimi, bölge halkını
teröristlere karşı korumak ve onların istediği Marksist-Leninist rejime dayalı
ayrı bir devlet kurdurmamak, Türkiye Cumhuriyetini böldürmemekti. O bakımdan,
bu rejimden başka, böyle bir sistemden başka, özel yönetimden başka bir yönetim
tarzı, zaten, düşünülemezdi. Anayasamızın da düşündüğü sistem budur. Anayasamız,
önce sıkıyönetim halini öngörmüştür; sıkıyönetim halinden biraz daha kuralların
yumuşadığı sistem olağanüstü haldir; ondan sonra da normal rejime geçiştir.
İşte, bugün, Türkiye, normal rejime geçişin noktasına, geçişin son yoluna da
gelmiştir. Bu uzun süreli terör
olayında bölgede ne oldu; bölgede 30 000 insan hayatını kaybetti; bölgede pek
çok insan işini kaybetti; pek çok insan köyünü, evini, tarlasını terk etmek
zorunda kaldı; pek çok insan geçimini kaybetti, tarım sektörü felce uğradı,
özellikle kırsal kesimde pek çok tarla ekilemez hale geldi, hayvancılık çok çok
zarar gördü, madencilik zarar gördü; yani, topyekûn, ekonomi zarar gördü. Şimdi, şunu rahatça
söyleyebiliriz: Teröristler amaçlarına ulaşamadılar; bölemediler,
parçalayamadılar, ayrı bir şey kuramadılar; ama, bölge ekonomisine büyük zarar
verdiler, bölge halkına büyük zarar verdiler. Bölgenin kalkınma hareketini
yavaşlatmanın yanında, bir anlamda durdurdular, bölgedeki pek çok tesisi
işlemez hale getirdiler. O bakımdan, terörizm, hayat kaybettirmenin yanında,
orada ekonomiyi de perişan hale getirmiştir. Biraz önce Sayın
Bakanımızın da belirttiği gibi, özellikle son dört-beş yıldan beri terör
olayları ve rakamları bir hayli düşmüştür. Hele, 1998'den sonra, yılda meydana
gelen terör olaylarının sayısı bir hayli aşağı inmiştir. Şimdi, süratle,
yapılamayanların yapılması, gecikenlerin ve yeni projelerin o bölgede gündeme
gelmesi lazım. Sayın Bakanımız bilgi verirken, okullardan, hastanelerden,
sağlık ocaklarından bahsettiler. Ben diyorum ki, Türkiye'nin her tarafında
okul, sağlık ocağı, hastane yapılıyor; o bölgede özel bazı projeler uygulanması
lazım, terör nedeniyle yapılamayanların yapılması lazım. Terörün açtığı
yaraların süratle sarılması gerekiyor. Bu nedenle de, o bölgede ve hatta, yalnız
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yalnız olağanüstü hal bölgesi değil, o bölgeye
bitişik olan, Doğu Anadolu Bölgesinin, aynı ekonomik özelliği taşıyan
hizmetlerden noksan kalan, bazı illerini de dahil etmek suretiyle, ilmî
araştırmaya dayalı, projeye dayalı özel bir kalkınma projesinin uygulanması
lazım. Özel kalkınma projesiyle ilgili olarak da özel örgütlenmenin yapılması
lazım. Şu anda, bölge valiliği kuruluşu var. Hatta, bölge valiliği kuruluşundan
faydalanmak suretiyle, onu, kısmen, veçhesini değiştirerek, teknik adamlarla
takviye ederek bu projeyi uygulayacak bir hale getirmek lazım. Ben, şöyle bir şeye
benzetmek istiyorum: Kalın bir kitap düşünün; bu kitaba benzer bir proje
hazırlanmalı, bu kitabın her sayfası ayrı bölümden oluşmalı; bir bölümü tarım, bir
bölümü hayvancılık, bir bölümü sanayi, bir bölümü eğitim, bir bölümü kültür,
bir bölümü sağlık ve tamamen, o bölgenin olaylarını kapsayan, o bölgenin
sorunlarını içerisine alan ve cevap verecek proje olmalı. Bunun için de, o
bölgenin tüm envanteri çıkarılmalı. O bölgede neler değerlendirilebiliyor; o
bölgede, bugün, tarım sektöründe, devlet işletmesinde bulunan araziler var; o
bölgede, vatandaşın emrine verilemeyen, üretime katılamayan pek çok değerler
var. En son bir örnek: Orada, Dicle Üniversitesinin geniş arazisi var. Tarım
fakültesi, ziraat fakültesi kurulacak diye vatandaşın arazisi istimlak edilmiş,
ziraat fakültesi Urfa'da kurulmuş; ama, gepgeniş bir arazi orada bekliyor;
kiraya verilmek suretiyle işletilmeye çalışılıyor. Bunun gibi pek çok örnek
sayabilirim. Bunlar, mutlaka, o bölge halkının emrine ve hizmetine sunulmalı;
yani, envanter yapıldıktan sonra neler yapılmalı konusu gündeme getirilmeli ve
hatta, o bölgede, işsizliğin fazla olduğu, buna karşılık istihdam yaratan
olayların bulunduğu bölgelerde, bu nüfus dağılımının dahi çok ciddî şekilde
-ama, daima rızaya dayalı, isteğe dayalı olarak - planlamasının da süratle
yapılması lazım. Hemen şu soru akla
gelebilir: Efendim, bu ekonomik kriz sırasında, bu özel projeler, bu büyük
kalkınma projesi nasıl uygulanabilir? Ben de hemen şunu söyleyeyim:
Uluslararası kuruluşların önüne ciddî projelerle çıktığımız zaman, Avrupa
Birliği dahil, pek çok uluslararası kuruluş da dahil, insanî yardım amaçlı,
kredi amaçlı pek çok kaynağın o bölgeye aktarılması mümkün olacaktır; o
bölgeye, pek çok işadamının içeriden veya dışarıdan gelmesi sağlanmış
olacaktır. Hatta, önce şunu söyleyeyim: O bölgeyle yakından ilgilenen pek çok
ülke var, çeşitli amaçlarla ilgilenen ülkeler var, o bölgenin insanının yanında
olduğunu söyleyen ülkeler var, o bölgenin insanının insan hakları ve
özgürlükleri konusunda gayret gösterdiğini söyleyen ülkeler var. İşte, bu
projeler, o ülkelerin önüne konulmalı. O bölgenin kalkınmasını, o bölge
insanının refahını isteyen ülke, gerçek anlamda niyetini ortaya koyar, o
projeleri desteklerse, o bölge hakkında bir şey söylemeye hakkı olabilir. O
bakımdan, yalnız kendi imkânlarımızla değil, dünyadaki pek çok kuruluşun
imkânını da bu bölgeye hızla sevk etmemiz gerekir. Köye Dönüş Projesi de,
bana göre, en öncelikle ele alınması gereken projelerdendir. Bu proje, bugüne
kadar, maalesef -tenkit amacıyla söylemiyorum- istenilen oranda
uygulanamamıştır, merkezden istenilen ihtiyaç oranında kaynak ayrılamamıştır,
bölge valisi ile oradaki valilerin yerel imkânlarına birkısım merkezden takviye
suretiyle uygulanır hale gelmiştir. Köye Dönüş Projesi çok
ciddî şekilde uygulanmalı, kırsal kesimde işlenemeyen topraklar işlenmeli,
kırsal kesimdeki hayvancılık, daha gelişmiş olarak, eski seviyesinin çok daha
üstüne çıkarılmalı; bu arada, sınır ticaretine de daha ağırlık verilerek, sınır
ticareti, gerçekten, bölge halkının elinden tutar, ihtiyacını karşılar bir
noktaya getirilmelidir. Sınır ticaretinde
-daha önceki konuşmalarımda da söyledim- sadece Irak'a, İran'a bağlı
kalmak yerine, Suriye'yle ilişkileri geliştirmek suretiyle, Suriye kapısı da
mutlaka kullanılmalı, o kapı da, Türk insanına, bizim ülkemize daha yararlı
hale mutlaka getirilmeli. Bölgede kısa öğretimle
meslek sahibi olunabilecek olan okullar hızla artırılmalı; hatta, Türkiye'nin
pek çok yerindeki yatılı bölge okullarından o bölge çocuklarına kontenjan
ayrılmalıdır. Amaç, o bölgenin yıllardan beri ortaya çıkan eğitim açlığını
gidermektir. Üniversiteye giriş konusunda özel bir sistem uygulanmalıdır. Yeterli
laboratuvarı, öğretmeni, eğitim imkânı bulunmayan o çocukların, Galatasaray
Lisesi, Kabataş Lisesi gibi liselerle yarışması kolay değildir; o nedenle, o
bölge çocuklarının özel imkânla üniversiteye daha rahat -Türkiye'nin diğer bölgelerinde olan kontenjan
oranında- girişlerinin mutlaka sağlanması lazım. Bu arada, aklıma gelen
bir konu var. Köy korucuları, yıllardan beri o bölgede teröre karşı çıktılar,
canlarını ortaya koydular, çoluk çocuklarıyla, eşleriyle birlikte teröre karşı
koydular. Her türlü müessesesinin içerisinde olduğu gibi, koruculuk sisteminin
içerisinde de yanlış yapanlar olabilir. Kişilerin yanlış yapması sonucunda, o
müessesenin olduğu gibi kötülenmesine, o müessesenin defterden silinmesine
gerek yoktur. Şimdi, olağanüstü halin
ortadan kalkmasına doğru gidilirken, o bölgedeki köy korucularının durumu
gözden geçirilmeli; emeklilik hakkını kazanmış veya o yaşa gelmiş veya kısa
sürede borçlanmak suretiyle emekli olabilecek olanlara emeklilik hakkı
tanınmalı; emekli olamayanlar da, devletin diğer kurumlarında güvenlik
görevlisi olarak görevlendirilmelidir. O insanları kendi
hallerine bıraktığımız takdirde, o insanları savunmasız, gariban halde
bıraktığımız takdirde, o insanların başına gelecek olan her şeyden, bence,
devlet sorumludur. Yıllardan beri devletle beraber olan, hata yapmakla beraber
devletten yana tavrını ortaya koyan, çoluğuyla çocuğuyla beraber bölünmeye
karşı irade ortaya koyan o korucuların mutlaka korunması, o korucuların
hayatlarının idamesi için de onlara bir şansın ve maddî imkânın mutlaka
tanınması gerekmektedir. Bu arada, PKK'yı terörist
ilan eden Batı'nın KADEK'in davranışlarını da çok iyi incelemesi, KADEK'i de
aynı platforma mutlaka oturtması gerekmektedir. Türkiye olarak da, Dışişleri
olarak da, bizim dikkat etmemiz gereken bir olay da şudur: Olay git gide
uluslararası siyasî platforma oturmaktadır. Bundan sonra ülkemizin katılacağı
her türlü uluslararası toplantıda karşımıza KADEK'in projesi çıkacaktır,
karşımıza KADEK'in önerileri çıkacaktır, KADEK'in arzuları çıkacaktır,
KADEK'lilerin ağzından değil, Batılıların ağzından çıkacaktır. Bu nedenle,
Dışişleri buna da hazır olmalı, Türkiye, mutlaka, buna karşı da politika
üretmelidir. Şimdi, bugünkü gazetede
okuduğum bir haber var. Avrupa Parlamentosu Karma Parlamento Komisyonu Avrupa
Kanadı Başkanının bir basın toplantısı var. Bakın, basın toplantısında ne diyor
bu Hollandalı zat: "Kopenhag siyasî kriterlerini Türkiye yerine
getirebilir; ama, bunun yılsonuna kadar gerçekleşeceğine inanmak hayal olur.
Türkiye'de öyle bir hava estiriliyor ki, sanki, idam cezasını kaldırıp, Kürtçe
eğitime izin verirseniz her şey tamam olacak -yani, Kürtçe eğitim de denilse,
idam cezası da kalksa, ona göre her şey tamam olmuyor- hayır öyle olmayacak.
Biz, Türkler üzerinde baskı uyguluyoruz. Siz, sadece, kâğıt üzerinde
yasalarınızı değiştirirseniz bile yeterli olmayacaktır; gerçekçi olalım"
diyor. Nasıl gerçekçi olacakmışız? "Siz, terörle mücadele yaptınız, artık,
bunu geçmişte bırakın." Peki ne yapalım? "Siz, eğer öbür taraf
istiyorsa, silahları da bırakıyorsa, makul ölçüde bunu yapmak
zorundasınız." Nedir bu? "PKK'yla diyalog kurmak zorundasınız"
diyor. Bakın ne diyor: "Doğru bir diyalog sağlanmadığı takdirde -tehdide
bakın, tehdide- Kopenhag kriterlerinden bir tanesi de yerine getirilmemiş olacaktır.
Türkiye'nin kendi yenilgisini hazırlamasını istemiyorum" diyor. Yani, bu
ağızdan çıkan bu sözler, esasında, Batı'da gizlenmiş, perde arkasına saklanmış
bazı gerçek niyetleri ortaya koymaktadır. "Türkiye, otursun, PKK'yla
diyalog kursun, pazarlık yapsın" diyorlar. Bu, bugün burada söyleniliyor;
bu, üç gün beş gün sonra resmî ağızlarda da söylenilerek karşımıza çıkabilir.
Bu nedenle, bu olay, Türkiye'nin millî bir olayıdır, Avrupa Birliğine girmek de
millî bir olaydır, Güneydoğudaki terörle mücadele, ülkenin millî birlik ve
beraberliği de millî bir olaydır. Türkiye'nin, siyasî
görüşleri bir tarafa bırakarak, bu konularda mutlaka millî bir politika
oluşturması lazım. Millî bir politikanın bir parçasını bürokrat da söylemeli,
politikacı da söylemeli, görevli de söylemeli, vatandaş da bilmeli. Bu millî
politikayı oluşturmadığımız sürece, oluşturmadığımız takdirde, Avrupa Birliğine
girme gerekçesi karşısında her gün bizden istenen tavizler artacaktır, her gün
bir şey ekleyip isteyeceklerdir; çünkü, tarih verilmesini dahi -zaman geçmesin
diye hepsini okumadım - uygun görmüyor. Şimdi, Avrupa Birliğine
şunu sormak lazım: Avrupa Birliği, bizi Avrupa Birliğine almak için Türkiye'de
idamın kalkmasını mı istiyor; yoksa, Avrupa Birliği Apo'nun idam edilmemesini
mi istiyor? Hangisini istiyor bunu açıkça söylemesi lazım ve eğer Türkiye'de
idamın kalkmasını istiyoruz" diyorlarsa, o zaman, Apo olayını bıraksınlar.
O zaman, idamın kalkması konusunda, Türkiye, ne yapması gerekiyorsa, bırak
yapsın. Yok, hayır "biz Apo'nun idam edilmemesini istiyoruz"
diyorlarsa, o zaman, lütfen, niye istemediklerini de açıklasınlar. Yani, Apo olayı ile idam
olayını, idamın kalkması olayını birbirine karıştırarak Türkiye'nin önünde
yuvarlamak, bana göre, Türkiye'de politikayı flulaştırmaktır, politikayı
netlikten daha uzaklara götürmektir, her geçen gün taviz üzerine taviz
istenileceği yolunda bir kanaat uyandırmaktır. O bakımdan, Apo'nun idamını
istemiyorlarsa, Avrupa Birliği çıksın bunu söylesin; biz de, Avrupa Birliğinin
veya Avrupa Birliği adına konuşanların gerçek niyetini öğrenelim. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen
sonuçlandırınız. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim. Türkiye -ülke olarak- bu
Parlamento, Avrupa Birliğinin istediklerini Türk vatandaşlarına vermeye zaten
hazır. Özgürlükse özgürlük, eğitimse eğitim, başka bir dille yayınsa yayın.
Bunlar, bizim insanımıza, bu Parlamentonun kararıyla verilecek olan şeylerdir;
ama, bizden ne istendiğinin açıkça söylenilmesi lazım. İşte, bakın, yine gazete
haberinden okumuşsunuzdur, yeniden, kesinleşen bir idam kararı daha geliyor
Parlamentoya; ama, Parlamentoya geliyor; verilecekse, kararı Parlamento
verecek. Bu idam kararının da ertelenmesi konusunda bir başka ülke, bir başka
çevre, acaba, bizden başka bir istekte bulunacak mı? Bunların hepsini iyi
hesaplamamız lazım. Bu nedenle diyorum ki,
Türkiye'de, bu konularda bir millî politika oluşturmalı, asgarî müştereklerde
birleşmeliyiz ve Batı'nın gerçek istediği neyse bunu da açıkça söylemeli, biz
de bunu bilmeliyiz. Hepinize çok çok teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Kozakçıoğlu. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat. Buyurun Sayın Fırat. AK PARTİ GRUBU ADINA
DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Meclisimiz için
rutinleşmiş olan bir Başbakanlık tezkeresini bir kez daha -46 ncı kez- görüşmek
üzere gündemimize almış bulunuyoruz. Biraz evvel, bir sayın bakanımızın başka
bir ülkeyi ziyaretiyle ilgili, kendisine refakat edecek olan milletvekili
arkadaşların Meclise sunuluşu vardı; bunlar rutin, her gün önümüze gelen
şeyler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da dört yıldır devam eden bu olağanüstü hal
de, artık, rutin hale geldi, Meclisi çok derinden etkilemiyor. Aslında, dönüp
bakmak lazım, geriye dönüp baktığımız zaman, bu olağanüstü hal, Türkiye'de 30
000 insanımızın hayatına mal olan, bu ülkeyi, buna karşı 150 milyar dolar
harcama yapmak zorunda bırakan, hakikaten çok vahim bir onbeş yıllık sürecin
sonucu. Ancak, zaman içerisinde, eğer müesseseler, belli olaylara rutin hale
getirildiği takdirde, anlamı yitirdiği kanısındayım. Zaten, Meclisin ilgisine
baktığımız zaman da bunun rutinleşmiş olduğunu görüyoruz. Aslında rutin bir
olay değil bu, çok önemli bir olay; olağanüstü halin 2 ilden kaldırılması,
dolayısıyla 2 ilde dört ay daha devam etmesi; ancak, bunun yanında da, mücavir
alanda olan 7 ilin 9'a çıkması meselesi. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının "Başlangıç" kısmında şu cümleye dikkat etmek lazım:
"Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik
ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk
düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğunu" belirtmektedir. Aynı şekilde, bu
Anayasamızın 1 inci maddesi de, Cumhuriyetimizin, demokratik bir hukuk devleti
olduğunu tescil etmektedir. Yine, aynı Anayasamızın 5
inci maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini, kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan durumları
ortadan kaldırmakla görevlendirmiştir; ancak, devletlerin yapısında her şeyin
olağan haliyle cereyan etmesi mümkün değildir; olağanüstü halleri de tüm
devletlerin anayasaları derpiş etmiştir. Aynı şekilde,
Anayasamızın 119 uncu ve müteakip maddeleri, olağanüstü yönetim usullerini
belirlemiştir. Bunlar üçe ayrılmaktadır; olağanüstü hal, sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş halidir. Olağanüstü hal, 119, 120 ve 121 inci maddelerde
derpiş edilmiştir ve "şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin
ciddî şekilde bozulması sebepleriyle olağanüstü hal ilân edilir"
denilmektedir. 120 nci maddesinde, aynen
"Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri
ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin
ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde
bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden
fazla bölgesinde olağanüstü hal ilân edebilir" denilmektedir. Bu, normal bir
prosedürdür; ancak, normal olmayan prosedür, 45 çarpı 4 ay artı 6 ay olarak
hesaplanan olağanüstü halin bu kadar uzun süre devam ettirilmesidir. Biraz
evvel okumuş olduğum Anayasanın başlangıç kısmı ve devletin görevlerini
sıralayan 5 inci maddesi eğer gündemdeyse, doğduğu günden 35 yaşına kadar
gelmiş olan insanların, halen temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması ve
olağan halin ne olduğunu bilmeyen bir ülkede yaşamasını tasvip edebilmek mümkün
değildir. O zaman, şuna bakmak gerekir: Bugüne kadarki hükümetler, hakikaten,
bu konuda ya hassas davranmamışlardır, olağanüstü hali gerektiren olayları
ortadan kaldıracak tedbirleri almamaktan dolayı suçludurlar veya belli bir
bölgede insanların temel hak ve hürriyetlerinden yoksun olmasına bigânedirler;
ikisinin de kabulü mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, bu
son Bakanlar Kurulu kararıyla, 4 ilde uygulanmakta olan olağanüstü hal 2
ilimizden kaldırılıyor. Bunu müspet karşılıyoruz ve ümit ediyoruz ki, en kısa
sürede diğer 2 ilden de kaldırılsın, Türkiye olağanlaşsın; özellikle bu bölge
olağanlaşsın. Ancak, olağanüstü hali kaldırmakla bölgenin olağanlaşacağını
zannetmiyorum; çünkü, bu kadar uzun bir süreç içerisinde olağanüstü halin
uygulandığı bir bölgenin -ki, bu durum olağan hale getirilmiştir- olağan hale
dönüştürülmesi de ayrı bir problem olarak Türkiye'nin karşısında bulunmaktadır.
Öncelikle bunun üzerinde durmamız gerekir. Çözüm nedir; çözüm, her
şeyin ötesinde, bu bölgenin en kısa sürede olağanlaşmasını sağlamaktır. Oradaki
kamu görevlileriyle... Çünkü, olağanüstü hali tatbik eden bu kamu
görevlileriyle orayı olağanlaştırabilmek mümkün değildir; çünkü, bu insanların
psikolojisinin bu kadar uzun süre içerisinde olağanlaşması mümkün değildir.
Dolayısıyla, bence, en kısa sürede Türkiye'nin bu bölgesiyle diğer bölgeleri
arasında bürokrat değişiminin yapılması gerekir. Olağan bölgedeki
bürokratlarımızın büyük bir kesimini bu bölgelere, bu bölgedeki
bürokratlarımızın büyük bir kesimini de diğer bölgelere götürmek durumundayız.
Yasaların olağanlaştırılması lazım, yargının olağanlaştırılması lazım ve artık,
Anayasamızda DGM kavramının ortadan kaldırılması gerekir, olağan yargının bir
daha olağandışı bir yargı haline dönüştürülmemesi gerekir. Sayın DYP temsilcisi,
eski Olağanüstü Hal Valisi olması nedeniyle hakikaten o bölgede çok hizmetler
yapmıştır. Bölge
insansızlaştırılmıştır -belki, bu terör mücadelesinin bir parçasıdır- 3 000'e
yakın köy boşaltılmıştı ve bu köylerde yaşayan insanlar Türkiye'nin çeşitli
büyük şehirlerinin varoşlarında kendi hallerine bırakılmıştır. Köye Dönüş
Projesini, ben, insanlara yalnız maddî yardım yapılarak, bunlara ev inşa
edilerek döndürülme olarak kabul etmiyorum. Öncelikle, bu insansızlaştırılmış
bölgedeki yasaklamanın kaldırılması lazım; yani, şu anda, eğer, o insan o
bölgeye girmek istiyorsa, arazisini işlemek istiyorsa ve biz ona yardım
edebilme imkânına sahip değilsek -ekonomik olarak, başka nedenlerle- hiç
olmazsa, o insanın kendi imkânlarıyla arazisini işleyebilmesini, koyununu
besleyebilmesini, koyununu yaylaya çıkarabilmesini engelleyen yasakların
ortadan kaldırılması gerekir. Ha, projelerin tabiî ki, yapılması lazım, onlar
ayrı bir mesele. Önce yasağı kaldıralım; çünkü, şu anda insanlar köyleri dönmek
istese de buna güvenlik kuvvetleri müsaade etmemektedir. Bir kere bu realiteyi
tespit etmemiz lazım. Üçüncü olarak,
paramiliter bir sistem olan koruculuğun masaya yatırılması gerekir. Tasvip
ederiz etmeyiz, taktik yönden doğrudur yanlıştır ben bunun kavgası içerisinde
değilim, münakaşası içerisinde değilim, benim konum dışında olan bir şey;
ancak, sivil insanların silahlandırılarak güvenlik işlerinde kullanılmasının
modern devlet anlayışıyla bağdaşacağı kanısında değilim. Bunun yanında, bu
insanların da sokağa atılması taraftarı değilim. Biraz evvel, yine, sayın DYP
sözcüsünün söylediği gibi, bu insanlar silahsızlandırılmalıdır, bu insanlar
ekonomiye kazandırılmalıdır, bu insanlara güvenlik sağlanmalıdır. Ancak, ümit
ediyoruz ki, bir daha geri gelmemek üzere, koruculuk müessesesi tasfiye
edilmelidir; ama, bunun yanında, çok tehlikeli olan diğer bir şeyi gözden
kaçırıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkan bazı yasalar veya hükümet
kararlarıyla, bölge silahlandırılmıştır; yani, o bölgede yaşayan her insan,
uzun menzilli silah da dahil olmak üzere, 3 tane silahı vesikalandırmıştır ve
bunlara halen sahiptir. Eğer, devlet olarak buna izin verilmiş ise, bölgenin
silahsızlandırılması, sivil halkın silahsızlandırılmasında bunların da mağdur
edilmemesi gerekir kanısındayım; bedeli ödenerek, bu silahların devlet
tarafından geri alınma işlemine tabi tutulması gerekir kanısındayım. Ancak,
benim ayrı bir teklifim var: Ben diyorum ki, olağanüstü hali -bundan evvelki
dönemde tahmin ettiğim kadarıyla 11 ildeydi- 11 ilde yeniden ilan edelim, hatta
artı, bunun civar illerini de ekleyelim. Ancak, 119 uncu maddeye göre bu
bölgeyi olağanüstü hal ilan etmek durumundayız. Çünkü, Anayasamızın 119 uncu
maddesinde, tabiî afet ve ağır ekonomik bunalımlar halinde de olağanüstü halin
ilanı gerektiği konusu derpiş edilmiştir. Bu bölge, olağanüstü bir
hal yaşamıştır; ekonomik olarak büyük bir krizin içerisindedir, sosyal olarak
büyük bir krizin içerisindedir. O krizin neticesinde her gün onlarca gencimiz
intihar etmektedir; demek ki, bir bunalım var. Aslında, bence, bugünkü
şartlarda, Türkiye'nin 81 vilayetinde ekonomik olağanüstü halin ilanı gerekir;
çünkü, her gün kalktığımızda veya her an televizyonlarımızı açtığımızda, işte,
doların şuraya, faizin şuraya çıktığını, öbür yandan, borsanın dibe vurduğunu
ve bunun, insanların sağlıklarıyla veya ağzından çıkan basit sözlerle olduğunu
görüyoruz. Demek ki, Türkiye'de hakikaten, bir ekonomik afet var. Ben, aslında,
81 vilayeti teklif etmiştim; ama, pek kabul göreceği kanısında değilim; ama,
şunu teklif ediyor ve diyorum ki: Gelin, bu 11 vilayete 5-6 vilayet daha
ekleyelim, tabiî afete uğramış olan bu bölgenin ekonomik olağanüstü halin
devamıyla... Çünkü, bu Olağanüstü Hal Yasası ve buna mümasil olarak 11 tane
kanun hükmünde kararnameyle, olağanüstü hal idaresine çok büyük kaynaklar ve
imkânlar aktarılmıştır, bu imkânlardan istifade etme imkânı vardır. Eğer, bu
kadar süre içerisinde terörle mücadele için bu devam etmişse, bir süre de
ekonomik yönden bu bölgede yapılacak olan bir olağanüstü halin halkımızın
sıkıntılarını tamir edeceği kanısındayım. Biz, Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak bu konularda neler yapacağımızı çok açık ve kesin olarak
programımıza koyduk. Bu, herhalde, 6 siyasî partimiz içerisinde, tek olarak,
programında olağanüstü hali ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki meselelere
yaklaşımını açık olarak ortaya koyan bir parti olarak, biz, şunları yazdık
programımıza: Partimiz, teröre tepki olarak maksadını aşan ve bölge halkını
rahatsız eden bazı uygulamaların terk edilmesi ve yıllardır devam eden OHAL
uygulamasının tamamen kaldırılmasını hedeflemektedir. Suçlu insanlar karşısında
caydırıcı ve masumları koruyucu bir tavır sergilemesi gereken devletin, suçsuz
insanlara şefkatle muamele etmesi gereğine inanıyoruz. Partimiz, yöreye yönelik
istihdam artırıcı ciddî ekonomik projeler gerçekleştirecek, terör ortamından şu
veya bu şekilde zarar gören vatandaşlarımızın mağduriyetini giderici
uygulamaları devreye sokarak, ihtiyaç duyulan rehabilitasyonu sağlayacaktır. Terör ve baskı,
karşılıklı olarak birbirini besler. Terörün sonuç olduğunu unutan her yaklaşım,
sadece baskıyla çözüm üretmeye yönelir; oysa, bu, terörü daha çok güçlendirir.
Bu nedenle, terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir
devlet yaklaşımıyla, ekonomik kalkınmayı ve güvenliği aynı bütünün parçaları
olarak ele almaları gerekir. Bürokratik otoriter
devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için,
uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık, demokratik
devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar ilk anda endişeyle karşılansa da,
uzun vadede, milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar
doğurmaktadır. Bu nedenle, bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece
ekonomik kalkınma politikalarıyla tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği
yanında, bütün bunların üstünde, kültürel farklılıkları, demokratik hukuk
devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği
anlayışına ulaşılması, sorunun çözümünde önemli bir adımdır" şeklinde
programımızda yer almış bulunmaktadır. Tüm bunlara rağmen,
bugün, bu ay sonu itibariyle, iki ilimizde olağanüstü halin kaldırılmasını
müspet karşılıyoruz. Ancak, gazetelere intikal ettiği şekilde, diğer iki ilin
son kez uzatıldığı konusu, maalesef, Başbakanlık tezkeresinde yer almamaktadır.
Ümit ederdik ki, Başbakanlık tezkeresinde de yer alarak, bunun son kez olduğu
ve artık, olağanüstü halin, hiçbir şekilde Türkiye'de yaşanmayacağı
güvencesinin verilmesi en büyük dileklerimizden biriydi. Bu vesileyle, kararın
hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. Teşekkür ederim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Fırat. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse; buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA İSMAİL
KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hal bölgemizdeki
dört ilde devam eden olağanüstü halin iki ilimizden kaldırılması ve iki
ilimizden de dört ay sonra kaldırılacağı konusundaki Başbakanlık tezkeresi
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Şu an, gerçekten, bir
mutluluğu yaşadığımı ifade etmek istiyorum; onbeş yıldan bu yana bulunduğum
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, aralıksız onbeş yıl süren olağanüstü halin son
konuşmasını ve mutlu bir sona erişin konuşmasını yapma fırsatını bulduğum için
mutluyum. On yıl sıkıyönetim, onbeş yıl olağanüstü halle yönetilen bir bölge,
yirmibeş yıldan bu yana, gerçekten, çok sıkıntılı bir dönem geçirmiştir. Tabiî, bu sıkıntılı
döneme baktığımızda, nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini, bugünlere
gelinceye kadar nasıl bir süreç yaşandığını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
zabıtları, basınımız, medyamız ve o günden bugüne bu sıkıntıları yaşayan bütün
insanlarımız bilmektedir. İşte, bu sıkıntılı dönemden sonra, böyle bir sona erişin
mutluluğunu yaşamamak mümkün değildir. Bu bakımdan, özellikle bu bölgedeki
vatandaşlarımızı, insanlarımızı kutluyor ve inşallah, bir daha dönülmemek
kaydıyla, bu devletin, milletin bölünmez bir parçası olan bu topraklarımızın ve
bu topraklar üzerinde yaşayan bu insanlarımızın, gerçekten, her türlü hizmete
layık olduğunu ifade etmek istiyorum. Tabiî, şu anda,
Türkiyemizde, üzülerek ifade ediyorum ki, Avrupa Birliği kerpetenini
kullanarak, et-tırnak haline gelmiş olan bu insanlarımızı da, yine, birbirinden
ayırmanın, maalesef, çabası içerisindeler. Buna, içeride ya da dışarıda, belki,
kastî olarak, ihmalî olarak veya meseleleri tam kavrayamamış olmanın bilinci
içerisinde de yardımcı olmak durumunda olanlar vardır. Olaya baktığımızda, bu
bölgede, 5 000 şehidimiz vardır; polisimiz, askerimiz, jandarmamız... Bu vatan
için, bu toprak için, bu bölünmezliğimiz için canını vermiş olan şehitlerimize
Allah'tan rahmet ve Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Gazilerimiz vardır,
kolu, bacağı kopmuş, gözü çıkmış ve şu anda çalışamaz durumda olan, kendi
ihtiyaçlarını devletin karşılaması durumunda olan binlerce insanımız vardır;
onlara da şükranlarımı sunuyorum. Yine, bu arada, koruculuk
görevi yaparken şehit olan, o mücadelede sakat kalan insanlarımız vardır, bu
korucularımızı da kutluyorum, ölenlere rahmet diliyorum. Hem vatandaşlarımızın
devletine bağlı, vatanperverliği düşüncesi hem de korucularımızın, güvenlik
kuvvetlerimizin yanında yer alması suretiyle, bugünkü başarı elde edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin, bu başarıyı elde ederken, aynı zamanda, dünyada eşi ve benzeri
görülmemiş bir terörle mücadele olayını gerçekleştirmiş olmasının örneğini de
yaşıyoruz. Bir tarafta o insanların hakkını, hukukunu koruyacağım diye o
insanları öldüren bir terör örgütü ve onlarla aynı zeminde ve mekânda mücadele
eden güvenlik kuvvetlerimiz, sivil vatandaşlara herhangi bir şekilde zarar
vermemek ve onların burnunu kanatmadan, dünyanın en kanlı bu örgütünün
faaliyetlerini sona erdirmek için bir mücadeleyi başarmıştır. Türk Silahlı
Kuvvetlerimizle, güvenlik kuvvetlerimizle ne kadar övünsek azdır. Orada yapmış
oldukları mücadele sonucunda, bir husumet, bir kin ve bir ayrışma meydana
gelmemiştir, tam tersine, bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, güvenlik
kuvvetlerimizin, bölgedeki insanlarımız tarafından en çok sevilen devlet
görevlileri olduğu bir gerçektir. Bu bakımdan, kim ne
söylerse söylesin -tabiî, hep, aleyhte söylenecektir- bu insanlar bizim
insanlarımızdır, bu vatandaşlar bizim parçamızdır ve onlar, onbeş yıl, kendi
üzerlerindeki bu terörist baskıya rağmen, farklı düşüncede, farklı dilde,
farklı ırkta olduklarını ifade etmelerine rağmen, o, kendilerini kandırma
durumunda olan, hatta, silahla tehdit eden, silahla kendi gözlerinin önünde
çocuklarını öldüren insanlarla beraber olmamış, devletinin yanında yer almış ve
ayakta durmasını başarabilmiştir. Bugün, bu başarının bu noktaya gelmesinde en
fazla katkısı olan, işte, bu vatanperverane düşüncelerinden dolayı, doğu ve
güneydoğudaki insanlarımızdır. O itibarla, şunu herkes
iyi bilsin ki, bunların, dile veya ayrışmaya ya da herhangi bir şekilde böyle
bir şeye ihtiyacı yoktur ve buna da fırsat vermeyeceklerdir; çünkü,
bahsedildiği gibi, bu vatandaşlarımızın eğitime ihtiyaçları vardır, sağlık
hizmetlerine ihtiyaçları vardır ve bu insanlarımızın, ekonomik ve sosyal
yönden, dünyanın imkânlarının, Türkiye'nin imkânlarının oralara götürülerek,
bir an önce mutlu bir hayata kavuşturulmalarıyla ilgili talepleri vardır. Aksi takdirde, şimdi
kaynaşmış olan bu milletimizi, ne yapacaksınız; önce ayrıştıracaksınız. Yani,
biz diyoruz ki, et-tırnak haline gelmiş, kan bağı kurulmuş, ta Edirne'den
Hakkâri'ye kadar bizimle birlikte yaşayan bu varlığımızı bizden nasıl
ayıracaksınız?.. İşte, bunun en önemli faktörü dildir değerli milletvekilleri. Tabiî,
çok kötü bir silah bulunmuştur ve bu silah, aynı zamanda, PKK'nın, silahı
bıraktıktan sonraki siyasallaşma sürecinin bir parçasıdır. İnsanları birbirinden
ayıracak en önemli faktör dildir. Buna müsaade ettiğiniz takdirde, o insanlar
size yabancılaşacaktır. Yabancılaşmanın en önemli faktörleri dil ve dindir.
Biz, binlerce yıldan bu yana, aynı dini paylaşmışız, aynı Allah'a inanıyoruz ve
aynı dili konuşuyoruz. Kaldı ki, Anayasamızın değişmez maddeleri içerisinde yer
alan dilimizin, eğitim maddesi olarak konulmuş olan ve değiştirilmesi mümkün
olmayan Anayasa maddemize rağmen, nasıl bir eğitim vereceksiniz, neyi
öğreteceksiniz ve bu insanlar hangi öğretimde, hangi yükseköğretimde başarılı
olacak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nimetlerinden istifade edecektir?.. Kim,
hangi bölgede olursa olsun, onunla kalmayacaktır. Şimdi, Sovyetlerin, KGB'nin
bir zamanlar içimize atmış olduğu fitne, bugün, başka silahlarla içimize
sokulmaya çalışılıyor ve başka bir silahla bu iş kullanılmaya çalışılıyor;
Yani, bu talepler Avrupa Birliği üzerinden geliyor, bu talepler Kopenhag
kriterleri üzerinden geliyor; ama, iyi tahlil etmemiz lazım, iyi okumamız
lazım. İşte, orada söylenen, Türkiye'de 30 tane dil konuşuluyor... Peki, birine
bu imkânı verdiğiniz zaman öbürü duracak mı?.. Bakın, bugün başlıyor,
faaliyetler devam ediyor, Pontus emelleri var, Ermeni talepleri var. İşte,
bunların hepsine baktığımızda, aklımızı başımıza toplamamız lazım ve bu
insanların da hiçbir zaman hayrına olmayacak, çok daha iyi Türkçeyi öğretecek,
çok daha iyi eğitim verebilecek ve o insanları bir an önce -işte, şu ana kadar
öğretmenleri öldürülen, eğitim müesseseleri yakılan bir yerden- çok daha iyi
bir eğitim alabilecek imkânlara kavuşturmamız gerekiyor. O itibarla, bugünlerde
çok kullanılan, bu dil eğitimi, yayın meselesi gibi konulara baktığımızda;
korkarım ki, dün silahla halledilemeyen meseleler, bugün, siyasal bir süreç
haline getirilmek suretiyle ve çok tehlikeli bir silahla vurulmak suretiyle
-manivela olarak kullandıkları Avrupa Birliği üzerinden, işte bu kriterler
üzerinden - bu insanlarımız, yine bizden uzaklaştırmaya ve bizden koparılmaya
çalışılmaktadır. Değerli milletvekilleri,
bakın, dün, çok onurlu bir gündü. Türk Millî Takımımız, hepimizi onurlandıran,
Ay Yıldızlı Bayrağımızın, tüm dünyada, nerede Türk unsuru varsa, hepsini
ayaklandıran bir başarılı sonucu elde etmenin neticesinde, Diyarbakır'da Türk
Bayraklarıyla, Hakkâri, Van, Erzurum gibi tüm illerimizde Türk Bayraklarıyla
sokağa çıkan vatandaşlarımızı gördük. Bu vatandaşlar kendi içlerinden gelerek
yapıyorlar bu hareketi; devletin gücü, devletin kuvveti veya birisinin daveti
üzerine yapmıyorlar. Yani, bunu, dünya da böyle görmeli, bunu, siyasî
partilerimiz de böyle bilmeli. Yani, dil üzerinden, din üzerinden, etnik
meseleler üzerinden siyaset yapılamayacağını, çok hassas olduğunu ve herhangi
bir siyasî partiye hiçbir fayda getiremeyeceğini de çok iyi bilmemiz lazım.
(MHP sıralarından alkışlar) Kaldı ki, 30 000 kişiyi
öldürmüş, 5 000 de şehidimiz var. Sizin millî mahkemeleriniz karar vermiş.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemen olmasının yegâne şartlarından birisi,
millî mahkemelerinizin bağımsız, etki altında kalmadan karar vermesidir. Yani,
bir devlet eğer egemense, kendi mahkemeleri karar verilmelidir ve hiçbir baskı
altında, bu kararlar, değişmemelidir. Şimdi, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin yargı organları, mahkemeler, en yüksek seviyeye kadar,
kararlar vermiş ve bunlar kesinleşmiş; siz kalkıyorsunuz, kendi silahınızı
birisinin eline veriyorsunuz ve kendinizi vurdurmaya çalışıyorsunuz... Bunun da
mantığı yok. Yani, sizin millî mahkemelerinizin vermiş olduğu kararı,
tereddütsüz uygulamak mecburiyetindesiniz. MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) -
Üç seneden beri niye uygulamadınız?! İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Onun için, böyle bir meselede, işi, insan hakları boyutuna taşımanın da manası
yoktur. 30 000 insanın hakkı nerede kalacak?! 5 000 şehidimizin çocuğu, karısı,
yakını, onların acısı ve ıstırabı ne olacak?! Yani, bir kişiye de bağlamak
istemiyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin prestijini de korumamız lazım.
Bu bir prestij meselesidir; evet, onurlu bir devlet olmanın, haysiyetli bir
devlet olmanın da gereğidir. Kendi millî hukukumuzun vermiş olduğu kararı
uygulamak mecburiyetindeyiz. O itibarla, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
bunların da arkasında olmamız gerekir. Evet, Avrupa Birliği;
güzel... Avrupa Birliğini tartışacağız. Aceleye getirmenin şu anda şartları da
yok ortada; 2004 yılında, orta vade, demişsiniz. Hangi kuralların, hangi
kararların, ne zaman, ne şekilde ortadan kaldırılacağı ve hangi sürecin
çalışacağı da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne konulmuştur. Buna cevaplar
verilmiştir ve bunlar, artık, ulusal belge haline gelmiştir. Bu belgeler
üzerinde yeniden tartışma açmak da yanlış olur. Bugün, Türkiye sathımailine
baktığımızda, kim arkadan dolanarak, yalnız Apo'ya bağlamak suretiyle değil,
vatan hainlerinin hapishanelerden -hatta bu af manasına da gelir-
kurtarılmasıyla ilgili herhangi bir şekilde bir hareket içine giriyorsa, o
vatandaş, o siyasî partinin ve partilerin karşısına dikiliyor; bunu bilesiniz.
Öyleyse, buna çok iyi dikkat etmemiz lazım. Vatandaşla... Yani, kanunda yazılı
olabilir, Anayasada yazılı olabilir; bir de hukuk var, hukuk diyoruz; yani,
hukukun üstünlüğü... Yani, kanunumuzda var -halen, Türk Ceza Kanununda var-
Anayasamızda -halen, 38 inci maddeye koymuşuz- ve diğer maddelerde destekleyici
hükümlerimiz var. Kaldı ki, bir de hukukun üstünlüğü var diyoruz. Hukukun
üstünlüğü milletin vicdanıdır, millettir. Millete soralım şöyle, hangi karar
geliyor, kulağımıza hangi kararın mesajı geliyor, ona bir dikkat etmemiz
lazımdır. Öyleyse, bugün,
Türkiye'nin en önemli meselesi bence ekonomidir. Ekonomi meselelerini
hallettiğimiz takdirde, inanıyorum ki, Avrupa Birliği süreci de
süratlenecektir. O itibarla, ekonomi meselelerini sıkıntıya sokacak ve o
sıkıntıları ertelemek suretiyle hiç yoktan önümüze getirilip bu meselelerin
konulması da fevkalade yanlış olmuştur, gündemi değiştirmiştir. Gündem, bence
daha çok ekonomi üzerinde devam etmeliyken, maalesef, dile ve idama getirilmiştir;
bu da çok yanlış olmuştur. Onun için diyoruz ki,
Türkiye bir an önce bu kaostan kurtarılmalıdır. Türkiye'nin önündeki meselesi
ekonomi meselesidir. Türkiye'nin, bu ekonomik meselelerde önüne koymuş olduğu
bir programı vardır. Bu program çerçevesinde, faizler, enflasyonun düşürülmesi,
üretimin artırılması ve hangi bölgede olursa olsun, bu bölgelerdeki
vatandaşlarımızın, insanlarımızın ekonomik sıkıntılarının giderilmesiyle ilgili
imkânların ortaya çıkarılması gerekiyor. MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) -
Siz hükümetsiniz; buyurun, yapın. İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Şimdi, değerli milletvekilleri, yıllardan bu yana, bir de burada, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki olayların arkasında ekonomik geri
kalınmışlığın sözleri edildi ve yine burada, o bölgelerde devletin herhangi bir
şekilde yatırım yapmadığı ifade edilmiştir. Bu, fevkalade yanlış bir
düşencedir; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir zaman, hiçbir
bölgesindeki insanımıza farklı muamele yapmamıştır. Bazı rakamları da
bilgilerinize sunmak istiyorum: Bölgeler arasındaki
kalkınmışlık farkı, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik yapısından kaynaklanan genel
bir sorundur. Bölgeler arasındaki bu fark, birçok kişinin sandığı ve birçok
kişinin de iddia ettiği gibi, istismar ettiği gibi, sadece Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin aleyhine bir durum içermemektedir. Son onbeş yılını silahlı
bir mücadele altında geçiren devletin araç ve gereçlerinin PKK örgütü
tarafından tahrip edildiği bir dönemde bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
Güneydoğu Anadolu Bölgesine, en çok büyüyen bir bölge olarak bakmıştır. Evet,
rakamlar devletin rakamlarıdır. Rakam ve grafiklere de baktığımızda, gerçekten,
Güneydoğu Anadolu Bölgemizin 1983-2002 tarihleri arasındaki büyüme hızı yüzde
6'dır. Yani, Türkiye geneline bakınız, Güneydoğu Anadolu Bölgesine bakınız,
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yirmi yıllık kalkınma trendi yüzde 6'dır, Doğu
Anadolu Bölgesinde 2,4'tür, Akdenizde 4,5'tir, Ege Bölgesinde 4,5'tir. HALİL ÇALIK (Kocaeli) -
Karadenizde ne kadar? İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Karadenizde 3,1'dir. Devlet İstatistik
Enstitüsü verilerine göre, 1983 - 2002 dönemi yıllık ortalama nüfus artış hızı,
Akdeniz Bölgesinde yüzde 2,41, Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 1,29, Ege
Bölgesinde yüzde 1,92 ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yüzde 2,90'dır. Yine, 1983-2000 yılları
arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesine ve diğer bölgelere yatırımlar bazında
baktığımızda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi, yatırımlar
itibariyle, Ege bölgesinden sonra gelmektedir. Bölgeler itibariyle,
teşvik belgeli yatırımlar da, 1983-2001 yılları arasında, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi yüzde 8,3 payla, yüzde 2,7 pay ve yüzde 5 pay alan Karadeniz
Bölgelerinin önündedir. Yani, hem Karadeniz Bölgesinden hem de İç Anadolu
Bölgesinden öndedir Güneydoğu Anadolu Bölgesi. Bölgeler itibariyle,
genel bütçe gelirleri, 1983-2001 tarihleri itibariyle, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi yüzde 1,48 payla, yüzde 1,39 pay katkısı olan Doğu Anadolu Bölgesiyle
birlikte en alt sıradadır. Yani, millî gelire katkısı ise en alt sıradadır. Güneydoğu Anadolu
Bölgesi, 1983-2002 yılları arasındaki büyüme hızı, hem toplam gayri safî yurt
içi hâsıla hem de kişi başına düşen gayri safî yurt içi hâsıla bakımından
ülkenin en hızlı büyüyen bölgelerindendir. 1983-2001 dönemi, yıllık ortalama
kişi başına düşen teşvik belgeli yatırımlarının bölgelere göre dağılımına
baktığımızda, Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgemizden
çok daha iyi durumdadır. Yine, 1990-2001 dönemi
toplam yatırım tahsislerinin yüzde 7,1'i GAP Projesine yapılmıştır. Kişi başına
yapılan kamu yatırımı açısından değerlendirildiğinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi
en fazla ödenek tahsis edilen ikinci bölge konumundadır. 1983 ile 2000 yılları
arasında Güneydoğu Anadolu yüzde 6, İç Anadolu yüzde 4,6, Marmara ise yüzde
4'le kalkınma rakamlarını göstermektedir. Değerli milletvekilleri,
bu bakımdan, devletin rakamlarına da baktığımızda, bölgede, yatırımlar
bakımından, devletin bölgeye bakışı açısından herhangi bir kötü niyet yoktur.
Kötü niyet PKK'nın, kötü niyet, kötü hareket terör örgütünün olmuştur ve çok
daha fazla imkânların gitmesine engel olmuştur, insanlarımızla devlet arasında
bir husumet meydana gelmesine vesile olmuştur; ama, o insanlarımız kesinlikle
buna alet olmamışlardır. Dün olduğu gibi bugün de, kesinlikle vatandaşlarının
kardeş olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi devleti olduğunu
kabullenerek, bunun, inşallah, bundan sonra çok daha iyi şartlarda mutluluğunu
yaşayacaktır. Bu vesileyle, bugün çok önemli bir gündür, hükümete teşekkür
ediyorum, hükümetin ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisini temsil eden
hükümet ortağına teşekkür ediyorum ve buradan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde, her noktada yaşayan insanlarımıza sesleniyorum: Milliyetçi
Hareket Partisine söz söyleyenleri iyi tahlil etsinler; kimin, bu milletin
aleyhinde düşünce sahibi olduklarını iyi gözlesinler. Milliyetçi Hareket
Partisinin, olağanüstü halin kaldırılmasında imzası vardır; dört ay sonra da
-onbeş yıldan bu yana, iyi ya da kötü, oralara girmek istemiyorum- olağanüstü
halin Türkiye'den tamamen kaldırılmasında Milliyetçi Hareket Partisinin mührü
olacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Ben, Partimizi temsil eden hükümetimizin üyelerini de tebrik ediyorum. Bu vesileyle, olağanüstü
halin kaldırılmasının hayırlı uğurlu olmasını diliyorum, vatandaşlarımıza
hayırlı olmasını diliyorum. Türk Devletinin bugüne kadar yapmış olduğu
hizmetleri bundan sonra çok daha fazlasıyla yapacağına inanıyor; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler. Saadet Partisi Grubu
adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu; buyurunuz. (SP ve AK
Parti sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ
HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü halin
iki ilimizden kaldırılmasına, iki ilimizde de dört ay daha uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde Saadet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek
üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de, diğer
arkadaşlarım gibi, konuşmama başlarken, öncelikle, Millî Takımın gösterdiği
büyük başarıyı gönülden kutluyorum; bu başarının çeyrek finalde de ve kupaya
giden yolda da aynen gösterilmesini canı gönülden diliyorum. İnşallah, birazcık
da ihtiyaç hissettiğimiz bu millî gururu hep birlikte yaşayacağız, bu onuru
duyacağız diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, her
şeyden önce, bu Başbakanlık tezkeresi, bugüne kadar getirilen tezkerelere
oranla olumlu bir adımdır; iki ilimizden olağanüstü hal uygulamasını
kaldırıyoruz. Ben, tabiî, Millî Güvenlik
Kurulunda olağanüstü hal görüşülürken basına yansıyan kadarıyla arz edeceğim;
diğer iki ilimizde de, son kez dört ay uzatılması gibi bir düşüncenin dile
getirildiğini gazetelerden okuduk; bu temenninin de gerçekleşmesini diliyorum.
İnşallah, bu Meclisin çatısı altında, bundan sonra, ne bu bölgemizde ne de bir
başka bölgemizde olağanüstü halin uzatılmasına veya ilan edilmesine gerek
kalacak herhangi bir olay yaşamayız ve bir daha da bu Meclisin çatısı altında, yine ümit ediyorum, temenni
ediyorum ki, bir daha olağanüstü hal müzakeresi yapılmaz. Değerli arkadaşlarım,
birçok olay geride kalmıştır; onların müzakeresine, muhasebesine çok fazla
girecek değilim. Ben, her şeyden önce, olağanüstü hal uygulamasına son
verildikten sonra, bizim, o bölgemizin, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle
entegrasyonunu sağlamaya yönelik ne tür çalışmalar yapmamız gerekir, nasıl
entegre edebiliriz ve sorunları, tartışmadan, kavga etmeden, silah sıkmadan,
birbirimizin yakasına yapışmadan, siyasî istismar konusu da yapmadan nasıl çözebilme
iradesi gösterebiliriz, nasıl uzlaşabiliriz; aslında, burada, bu kürsüde,
bunların müzakere edilmesi gerektiğini de arz etmek istiyorum. Şimdi, ben, şuna
inanıyorum: Olağanüstü hal uygulamasının süresi abartılı olarak uzatıldı.
Elbette, olağanüstü hal, Anayasamızda yer alan bir yönetim tarzıdır,
Anayasamızda vardır; ancak, Anayasa, bu uygulamayı, bu yönetim tarzını,
caydırıcılığından dolayı ifade etmiştir ve dört ayda bir Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşülmesini de bundan dolayı gerekli kılmıştır; yani, sürgit bir
yönetim tarzı haline dönüşmemesini Anayasa amirdir. Oysa, geçici bir uygulama
olmamış -biraz önce Sayın Köse ve diğer arkadaşlarımız da ifade buyurdular-
onbeş yıl boyunca sürekli devam etmiş. Biz, bu bölgede, 1978
yılında sıkıyönetim ilan etmişiz arkadaşlar. Bundan sonra anlatacağım bazı
konuların altyapısını oluştursun diye bu bilgilere giriyorum, geçmişi deşmek
adına girmiyorum. 1978'de sıkıyönetim ilan etmişiz. Ardından, 1987'de
olağanüstü hale girmişiz; olağanüstü hali 46 kez uzatıyoruz. Tabloyu, net
olarak görelim. Ne olmuş; yirmidört yıl boyunca, bu bölge insanı, elbette ki,
olağandışı bir rejimle yönetilmiş. Peki, ne olmuş; bunun, beraberinde getirdiği
psikolojik sorunlar var; bunun, beraberinde getirdiği siyasal sonuçlar var;
hiçbirimizin pek içine sindiremediği sonuçlar da var; beraberinde getirdiği
hukukî sorunlar var ve gerçekten de bu bölgede, çok uzun bir süre yaşanan bir
insanlık dramı var. Elbette, Türkiye, bu
saydığım şeylere, olağanüstü hale durup dururken filan da başvurmamış veya
sıkıyönetime durup dururken başvurmamış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, belki de,
tarihinin en acımasız, en kapsamlı, en kanlı kalkışmasıyla karşı karşıya
gelmiş, bu da işin bir gerçeği ve terör, safha safha yayılmış. Biz, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin insanları, elbette bütün Türkiye; ama, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan insanlar, terörizmin vahşi yüzünü de
birebir görmüş, yaşamış insanlarız. Yani, bu bölge, gerçekten sıkıntılar
yaşadı. İnsan hayatının ne kadar basit bir şekilde sonlandırılabileceğini,
insan hayatına son vermenin sıradanlaşabileceğini biz gördük o bölgede. Devletimiz binlerce şehit
verdi, biraz önce Sayın Köse ifade etti, devletin güvenlik güçleri, askerî
güçleri, emniyet güçleri binlerce şehit verdi; Cenabı Allah'tan rahmet
diliyorum ve hepimiz, onlara, minnet ve şükran duygularını hissediyoruz; ama,
şurayı da hemen ilave etmek gerekir ki, terörle mücadelede, o bölgenin yiğit
insanları da çok büyük görevler üstlendiler. PKK'dan bahsediliyor, PKK'ya şu kadar
insan katıldı deniliyor; ama, PKK'ya karşı, Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte
el ele verip mücadele eden korucuların sayısı, PKK örgütüne katılanların
sayısının en azından 4-5 katıdır, onu da burada zikretmek lazım. Yani, bölge
insanı, hiçbir zaman terörden yana olmamıştır, şiddetten yana da hiçbir zaman
olmamıştır; ama, bunu istismar etmek isteyenler, bunu siyasî çıkarları adına
kullanmak isteyenler elbette olmuştur. Şimdi, ne olmuş: Bu olay,
bir hesaba göre, Türkiye'nin 100 milyar, 150 milyar dolarına mal olmuş. Başka
ne olmuş: 24 yılımız da heba olmuş, 24 yılımız da gitmiş. Terörün ne kadar korkunç
bir bela olduğunu, elbette, en çok bu bölge halkı bilir; çünkü, biz, onunla
kucak kucağa yaşadık, onunla büyüdük, köylerimiz harabeye döndü, tarlalarımız
çoraklaştı, ormanlarımız yakıldı, sadece insanlar değil, hayvanlar da
öldürüldü; bölge halkı, 24 yıl üretimden kopuk yaşadı. Köy, çiftlik sahipleri,
maalesef, hayvan sürülerine sahip insanlarımız bir zaman geldi el avuç açacak
duruma düşürüldü; bu sıkıntıları yaşadık. Çocuklarımız okulsuz kaldı, okullar
yandı, yakıldı, köyler yıkıldı, hastalarımız ilaçsız kaldı, çocuklarımız
doktorsuz kaldı ve en önemlisi, bu bölgeden diğer bölgelere, insan, sermaye ve
beyin göçü yaşandı; bütün bu sıkıntılar yaşandı. İş makineleri yakıldı, yollar
tahrip edildi. Elbette, her şeyden önce, bizim Allah'tan temennimiz, bir daha
böylesine acı bir tabloyla aziz milletimizi karşı karşıya bırakmamasıdır. Bu
afet, en yıkıcı doğal afetten daha tehlikeli, daha yaralayıcı ve daha kalıcı
etkileri olan bir afettir; terör afeti, budur. Ben, yeri gelmişken,
burada, hemen ifade edeyim ki; elbette, terörizm bir insanlık suçudur ve
terörün, ne dini ne milliyeti ne gerekçesi ve ne de mazereti olamaz ve insanlık
onurunu taşıyan hiç kimse, elbette, terörden ve şiddetten yana tavır takınamaz.
Şimdi, Türkiye,
jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle daima hedef ülke olmuştur; bunlar
da doğrudur. Coğrafyamız, bir şeytan üçgeninin ortasında oturuyor; Kafkaslar,
Balkanlar ve Ortadoğu'da ateş var, kan var, gözyaşı var; bu da doğrudur.
Elbette, Türkiye'nin, böyle bir şeytan üçgeni içerisinde bir refah adacığı
halinde yaşamasını istemeyen güçler de vardır; ama, biz, zaaflarımızı avantaja
dönüştürme gayretini elbette gösterebiliriz, bunu göstermek durumundaydık.
Elbette, bütün bunların da üstesinden gelebileceğimize ben inanıyorum; ama,
birileri kalkıp "jeopolitik, jeostratejik konumumuz itibariyle Türkiye'nin
düşmanları çoktur; bundan dolayı da, biz, kendi halkımıza götüreceğimiz
demokratik hakları, özgürlüğü erteleyelim; terörü bitirelim, ondan sonra, bu
haklara, demokratik haklara ve taleplerine 'evet' diyelim" deme lüksüne de
sahip değildir. O zaman, biz, bu ülkenin yapacağı, vatandaşına götüreceği
hizmetleri, terör örgütünün kararlarına ve programlarına endekslemiş oluruz; bu
da, bir büyük devlet olmaya asla yakışmaz; bunu, böylece vurgulamak isterim. Bu ülkede, bizim etnik
farklılığımız vardır; ama, bu bir ayrışma değil, bütünleşme aracı olarak,
zenginlik aracı olarak algılanmalıdır diye düşünüyoruz. Eğer, biz, bu etnik
farklılığı bir bütünleşme aracına dönüştürebilme iradesini gösterebilirsek,
herhalde, bu, sorun değil, bir zaaf
değil, bizim için bir güç kaynağı olmaya devam eder. Şimdi, biraz önce, Sayın
Köse burada ifade etti, doğru bir tespitte bulundu: "Millî Takımın
başarısını, Hakkâri'deki, Diyarbakır'daki, Şırnak'taki, Şanlıurfa'daki,
Mardin'deki vatandaşımız büyük bir coşkuyla kutladı; ellerinde ay yıldızlı
bayrağımız, Ankara'da Kızılay Meydanında veya İstanbul'un herhangi bir meydanında
bunu coşkuyla karşılayan kalabalıklardan hiç farklı olmayan bir duyguyla
kutladı." Doğrudur; doğrudur da, bunda şaşılacak bir şey yoktur. (SP ve
DYP sıralarından alkışlar) Ben, onu vurgulamak istiyorum. O ay yıldızlı
bayraktaki kan, anadili Kürtçe olan Ahmet'in, Mehmet'in Çanakkale'de döktüğü
kandır, verdiği kandır; elbette ki bunda şaşılacak bir şey yok. (SP
sıralarından alkışlar) Dolayısıyla biz bölünme
fobisinden filan kurtulalım, bölünme fobisini bir tarafa bırakalım sevgili
arkadaşlarım. Kadim bir Arap geleneği vardır, derler ki, Araplar arasında, iki
kavim, iki kabile savaşmaya başlarsa, aralarında bir niza çıktığında, o
kavimlerin, o kabilelerin bilge kişileri öne çıkar ve bu kabilelerin bir
aradayken birlik ve bütünlük içindeyken ne büyük başarılar elde ettiğini
anlatırlar, buna dair şiirler okurlar, şarkılar söylerler, olay savaşa
dökülmeden bir barış havası içerisinde çözülür, halledilir. Bugün, anadili
Kürtçe olan, anadili Türkçe olan veya bir başka dilden olan bu ülkenin bilge
insanlarının bir araya gelmesi lazım. Biz, parçalanmadan, bölünmeden, kavga
etmeden, kapışmadan Türkiye'nin sorunlarını çözebilme iradesini
gösterebileceğimizi ifade etmek durumundayız. Birisi bunları bize
anlatabilmeli, millete anlatabilmeli. Bu ülkede, bu ayırımcılık olmadan, bu
kavgalar olmadan, biz Malazgirt'i beraber yaptık, biz üç kıta yedi denize hâkim
bir imparatorluğa beraber yürüdük, Türkiye topraklarında yaşayan bütün
unsurlarıyla, bütün insanlar. Biz, millî mücadeleyi yedi düvele karşı birlikte
yürüttük; biz, Aziziye tabyalarında Moskof uşaklarına karşı birlikte savaştık;
Ermeni çetelerine karşı birlikte savaştık; biz, Çanakkale'de birlikte savaştık.
(Alkışlar) Biz, cumhuriyeti, bu ülkeyi birlikte kurduk; biz, daha dün,
Kıbrıs'ta birlikte olduk, şehit olduk hep beraber; o halde, Kürtü, Türk'ü
birbirinden ayırmaya kalkışmak elbette ihanettir ve bu ihaneti de yapmaya
kimsenin ne gücü yeter, ne de haddidir; bunu peşinen burada ifade etmek lazım.
(Alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
demek ki mesele, bölünme, parçalanma falan değil; ben, bu sözleri sadece burada
söylüyor değilim; hatırlarım, 1995 seçimlerinde, Diyarbakır meydanında şu
cümleyi kullandım, bununla da onur duyuyorum, burada da kullanıyorum bu cümleyi
"Türkiye'yi kimse bölemez, Bekaa Vadisindeki hain de bölemez" dedim.
(Alkışlar) O zaman Bekaa Vadisindeydi... Ben, bunu Diyarbakır'da söyledim, bu
Meclis kürsüsünde daha rahat söylerim; ama, Türkiye'de bu bölgeye yapılacak
hizmetler, bu bölge insanının duygu ve düşüncelerini, hissiyatını ifade edecek
gelişmeler ortaya konulduğunda, meseleyi getirip ülkenin bölünmesi,
parçalanması noktasına oturtursanız, hizmetten uzak tutarsanız, gerçekten,
başkasının yapamadığı sıkıntıyı, bu ülkeye siz yaşatırsınız. Bakın, Sayın İçişleri
Bakanımız biraz önce burada ifade buyurdu, "terör örgütünün beli
kırılmıştır, terör eylemleri azalmıştır" dedi. Doğru söylüyor,
silahlı eylemler azalmıştır; ama, ben,
buradan, o bölgenin bir çocuğu olarak sizlere sesleniyorum, hatırlatıyorum.
Arkadaşlar, özgürlük ekmektir; özgürlüğü olmayanın ekmeği de olmaz, ekmeği
olmayanın özgürlüğü de yoktur. Bunlar, birbirinden ayrı şeyler değildir. Eğer
siz, bu bölge insanını, açlıktan, işsizlikten, evsizlikten, mesleksizlikten,
meskensizlikten kurtaramazsanız, eğer siz, bu bölge insanını aşa, işe, mesleğe
ve meskene kavuşturamazsanız, ben, korkarım ki, birkaç yıl sonra, çok daha
ciddî, çok daha önü alınmaz sıkıntılarla karşı karşıya geliriz ve işte o zaman
üzülürüz, o zaman hepimiz derinden üzülürüz. Değerli arkadaşlarım,
netice itibariyle, bu bölgenin, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle entegre
edilebilmesinin temel şartlarından birincisi, birinci adım demokratikleşmedir.
Demokratikleşmeyle, özgürlüklerin genişletilmesiyle, insanların kendi dillerini
kullanıp, kendilerini, kendi kullandıkları dille ifade etmesiyle bir ülke
bölünemez; belki, bir ülkede, bu zenginlik bir harç olur, yeniden bütünleşme
sağlanır. Ben, Sayın Köse gibi düşünmüyorum. Ben, bir Kürtçe yayınla, bölgesel
yayınla, Türkiye'nin parçalanıp bölüneceğine filan inanmıyorum Ben şuna
inanıyorum Sayın Köse: Ben Kültür Bakanı olsam, elimde imkân olsa, ben
Çanakkale Şehitleri piyesini Kürtçe oynatırım bütün bölgede, ilçelerinde ve
illerinde. Ve o Çanakkale'nin nasıl kazanıldığını anlatırım insanlara;
başkaları yanlış anlatmasın, başkalarının yaptığı yanlış propagandalar etkili
olmasın diye, bunları anlatırım. Değerli arkadaşlarım,
dolayısıyla hangi dilin bir iletişim aracı olarak kullanıldığı pek önemli
değil, önemli olan, o dilden ne anlatıldığıdır. Eğer, bölünme, parçalanma,
ihanet anlatılacaksa, Türkçe anlatılması da yanlıştır, Kürtçe anlatılması da
yanlıştır, bir başka dilden anlatılması da yanlıştır; ama, birlik ve
beraberlikten bahsedilecekse, ister İngilizce ister Fransızca ister Türkçe
ister Kürtçe anlatın, o faydalıdır, o yararlıdır. Herhalde, meseleyi birazcık
da bu şekilde ele almak gerekir. Değerli arkadaşlarım,
bizim bütünleştiğimiz kavramlar çok daha fazladır, ortak paydalarımız çok
fazladır. Biz, aynı dine mensubuz, aynı tarihe mensubuz, aynı coğrafyada
yaşıyoruz, aynı çıkarları paylaşıyoruz. Şimdi, Avrupa kıtasındaki ülkelerin
birliğinden bahsedilirken, bu aziz toprakların yeniden parçalanmasından yana
tavır koyabilecek bir tane akıldan mahrum insanın olabileceğini ben
düşünmüyorum. Bu nedenle, ortak
paydalarımızı öne çıkararak, kardeşliğimizi pekiştirerek, sorunların üstesinden
gelebiliriz. Biraz önce burada Sayın Köse de ifade etti, Sayın Bakanım da
konuşurken söyledi, bizim, bu bölgeyle ilgili sorunlarımız var. Nedir bu
sorunlar; ekonomik sorunlarımız var. Gerçi, bu hükümet, Türkiye'nin bütününü o
Güneydoğu Anadolu Bölgesi gibi yoksullaştırdı, her tarafta ekonomik sorunlar
diz boyu; ama, ekonomik sorunlarımız var. Bu sorunların çözülmesi lazım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, olağanüstü hali kaldırdığı gün, bunu bir milat
kabul etmeli, o bölgenin ekonomik kalkınmasını sağlayacak önlemleri derhal
uygulamaya koymalıdır. Bunun yolu nereden
geçer?.. Bakınız sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; benim,
hazırlayıp, imzalayıp, Meclis Başkanlığına sunduğum bir yasa önerisi var.
Olağanüstü Hal Bölgesi kapsamındaki illeri, lütfen, afet bölgesi olarak ilan
edin ve afet bölgesine yapılan yatırımlar ve fonlar oralara da aktarılsın.
Bunu, olağanüstü hali kaldırdığımız gün gerçekleştirebiliriz. Afet bölgesi ilan
edebiliriz. O bölgede yatırımları teşvik edebiliriz. Başka ne yapabiliriz; bir
master plan hazırlayabiliriz; yani, bu afetin, bu yirmi yıllık terörün, o bölgede bıraktığı yıkımı, psikolojik,
sosyal, ekonomik yıkımı tespit etmeliyiz. Bir envanter olmalı elimizde. Hangi
sıkıntılar olmuş ve biz, bu sıkıntıları nasıl çözebiliriz; bununla ilgili çözüm
önerilerini ortaya koyabilmeliyiz. Bunun için, üniversiteler harekete
geçirilmelidir, sivil toplum örgütleri harekete geçirilmelidir ve o bölge
yeniden kalkınıp Türkiye'yle ekonomik anlamda da bütünleşme imkânlarına
kavuşabilmelidir. Bütün bunları yaptığımız zaman ne olur; bütün bunları
yaptığımız zaman, Türkiye'yi bölmek, parçalamak isteyen dahili veya harici
ihanet şebekeleri varsa, onların istismar edebileceği imkânları da ortadan
kaldırmış oluruz. Huzurunuzda, yeniden, bu
bölgede meydana gelen olaylarda hayatını kaybeden, şehit olan Emniyet
güçlerine, Silahlı Kuvvetler mensuplarına, bu olaylarda hayatını kaybeden masum
ve mazlum bölge halkına Allah'tan rahmet diliyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Devamla) - Bir daha, böyle bir afetle bu ülkenin karşılaşmaması için dua
ediyorum; ancak, biz, dua makamında değil, icraat makamında olan bir topluluğuz
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak; yapmamız gereken şeylerin olduğunu
yeniden hatırlatıyorum; özellikle hükümete hatırlatıyorum. Lütfen geç
kalmayalım, Eğer geç kalırsak, korkarım ki, çok daha ciddî sorunlarla karşı
karşıya geliriz, çok daha derin sorunlarla karşı karşıya geliriz ve
sıkıntılarımız kökleşmiş olur. Bu nedenle, bu olağanüstü
hal görüşmesinin sözde değil; ama, gerçekte, son görüşme olması temennisiyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Hatipoğlu. Anavatan Partisi Grubu
adına, Şırnak Milletvekili Sayın Mehmet Salih Yıldırım; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA MEHMET
SALİH YILDIRIM (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört ilde
uygulanmakta olan olağanüstü halin, iki ilde 30 temmuzdan itibaren
kaldırılması, Şırnak ve Diyarbakır İllerinde de -son kez olmasını ümit
ettiğimiz- dört ay süreyle uzatılmasıyla alakalı Başbakanlık tezkeresi
üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan
önce, ulusun duygularını bir noktada odaklayan Millî Takımımızın bu güzel
başarısını canı gönülden kutluyor; başarılarının devamını diliyorum. Değerli milletvekilleri,
Anayasanın 119, 120 ve 121 inci maddeleri, olağanüstü halin hangi koşullarda,
hangi gerekçeyle ve nasıl uygulanacağını amirdir. Olağanüstü hal, adı üzerinde
istisnaî bir durumdur; ancak, ne yazık ki, olağanüstü hal, uzun süren, olağan
işleyen bir yaşam biçimine dönüştü ve de ne yazık ki, olağanüstü hal, nesiller
boyu süren olağandışı bir uygulamaya dönüştü. Ülke genelinde uygulanan hukuk
bir kenara bırakıldı, idarenin ve yargının tabi olduğu ayrı bir hukuk
uygulandı. Bundan etkilenenler oldu, zarar görenler oldu. Peki, olağanüstü hal
neden uygulandı? Olağanüstü halin uygulanmasını gerekli kılan koşullar vardı.
Hepinizin bildiği gibi, olağanüstü hal, ya güvenlik ya ağır ekonomik koşul ya
tabiî afet ya da ağır sağlık şartları altında ihdas edilir; ancak, ülkemizde,
ne yazık ki, çok uzun süreden beri olan ve de tekrarlayan, bu kez de olağanüstü
hal için gerekçe olan uygulama, neden, terördü, güvenlikti. Nedir terör? Terör,
bireyin, bir başkasına veyahut da başka bir topluluğa, istemi dışında, zorla,
silahla, baskıyla, duygu ve düşüncelerini ona aktarmasıdır, ona kabul
ettirmesidir. Hepiniz biliyorsunuz ki, demokratik hukuk devletinde, bireylerin
kaderlerini tayin etme hakkı vardır. Bu hakkın gaspı, tabiî ki düşünülemez;
hele hele, bu hakkın, yasal olmayan, yasadışı bir mücadelenin meşrulaştırılması
için kullanılması ise, hiç kabul edilemez. Bu nedenle, fiilî bir gasp, hukukî
bir hak doğurmaz. Onun için de, terör, sadece bir hukuk suçu değil, aynı
zamanda bir insanlık ve ahlak suçudur. Şunu belirtmek gerekir
ki, ikiyüz yıldan beri 34 kez karşılaştığımız bu olumsuzluktan, yeterince ders
çıkarmadık; çünkü, her defasında, konunun, sadece satıhtaki boyutunu gördük,
teröristle uğraştık, terörü gözardı ettik. Her defasında olay tekrarlandığında,
faturası kabardı. Bu ulus, ağır, ama çok ağır faturalar ödedi. Peki, terör sadece bize
mi özgüydü; hayır, terör tüm dünyanın sorunu. 11 Eylülde yaşanan olayları
gördünüz; belki, o olaylar olmasa, terörün dünya boyutu bu haliyle fark
edilmeyecekti, görülmeyecekti. "Bir musibet bin nasihatten yeğdir"
diyenlere hak verecek bir olgu çıktı ortaya. Bizim, terörle karşılaşmamızdan
bu yana geçen süre ikiyüz yılı aşkındır dedik, Babanzade Abdurrahman Paşa'dan
bu yana, 34 kez bu olumsuzluğu yaşadık. Neden biz hep yaşıyoruz,
neden biz hep karşılaşıyoruz? Jeopolitik ve jeostratejik konumumuz bunun bir
nedeni. Ülkemiz üzerinde, komşularımızın, ülkemizden binlerce fersah uzakta
olan ülkelerin hesapları var, çıkarları var. Ülkemizin bulunduğu konum cazip,
başkaları için iştah açıcı altyapı, güzellikler oluşturuyor. Bunların tümü
doğru olabilir; başkalarının kendilerine, uluslarına, çıkarlarına uygun
hesapları da olabilir; ancak, bizi esas üzen, bizim kendi hesaplarımızın,
yeterince ulusumuzun çıkarları doğrultusunda olmayışıdır; bu sorunun,
sıkıntılarla karşılaşmamızın da altında yatan temel unsur olmasıdır. Peki, bu insanlarımızı,
bu sıkıntı içerisine çeken olgular nelerdir? Bir kere, şunun altını birlikte
çizmemiz gerekmektedir: Sorunları sağlıklı olarak görmezseniz, sorunları
sağlıklı olarak tespit etmezseniz, doğru çözümler üretme şansınız olmaz. Bu
sorunları kim çözecek; tabiî ki siz çözeceksiniz, tabiî ki biz çözeceğiz. Siz
bunları sahiplenmediğiniz, başkaları sahiplendiği takdirde, bunlara niçin
sahipleniyorsunuz deme hakkını da kaybedersiniz. Onun için, sorunları
göreceksiniz; bölgenin de, Türkiye'nin de güllük gülistanlık olmadığını
bileceksiniz. Bugün, bölgede yaşayan insanın sosyoekonomik açıdan çok ama çok
önemli sıkıntıları var. Bugün, bölgedeki iller ile batıdaki iller arasındaki
gelir farkı, biri diğerinin 11 kat fazlasıdır. Bugün, Doğu Anadolu'da,
Güneydoğu Anadolu'da ve batıdaki en fazla ve en az gelir sahibi olan insanlar
arasındaki fark, birinin diğerine 236 kat fazlasıdır; bunları göreceksiniz.
Bugün, Türkiye'de gayri safî yurtiçi hâsıla fert başına 2 160 dolardır; ama,
bunun, Güneydoğu Anadolu'da 1 275 dolar olduğunu göreceksiniz, Doğu Anadolu'da
bunun 1 100 dolar olduğunu göreceksiniz ve de bazı yerlerde bunun 600 dolara
kadar düştüğünü göreceksiniz. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da mı yalnız;
hayır. Türkiye'nin pek çok yerinde bu sorun ve sıkıntılar var. Ben, geçenlerde,
Ankara'nın dağ köylerine gittim, oradaki sosyoekonomik düzeyi doğu ve
güneydoğudan çok daha geri gördüm; ama, oranın özelliği var, oranın hassasiyeti
var, duyarlılığı var; oradaki sorunların öncelikli çözülmesi gerekiyor,
önceliği var. Bu sorun ve sıkıntıların
aşılması konusunda yapılabileceklerin altını önemle çizmemiz gerekiyor. Bakın, eğitsel konuyla
alakalı, herkes çok şey söyledi; bunların tümü doğrudur. Siz, bölge insanının
birikimini, kültürünü görmezlikten gelme hakkına sahip değilsiniz. Bu, onların
temel hak ve hürriyetlerinin bir parçası ve devamı. Bunların yaşanmasına imkân
sağlamak, sizin birlikteliğiniz, bizim birlikteliğimiz, geleceğimiz için
teminattır. Arkadaşlarımız çok güzel şeyler söylediler; biz bu tarihi birlikte
yarattık, bu ülkeyi biz birlikte yarattık, biz kaderimizi birleştirdik, biz
geleceğimizi birlikte yarattık. Bu kadar olumsuz şartlara rağmen ayrışmaya
meydan vermemiş bir toplumu, ayrışacakmış gibi göstermeye, hiç kimsenin ama hiç
kimsenin hakkı yoktur. Biz, duygu ve
düşüncelerimizin sınırlarını genişleteceğiz, düşünce hürriyetinin önünü
açacağız. Bunları yaptığınız takdirde, duygu ve düşüncelerini ifade etmek için,
hiç kimse, yasal olmayan yol arama gereğini de görmeyecek, duymayacaktır. Bakınız, eğitimle alakalı
konudaki sorun ve sıkıntılarımızdan birkaç örnek vereceğim; çünkü, ben, bu
kürsüden bunları o kadar çok tekrar ettim ki, sizi de rahatsız ettiğimi
zannediyorum. Bugün, Türkiye'de okuryazar oranı yüzde 82. Bugün, Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde bu oran yüzde 60,4; Doğu Anadolu'da yüzde 65. Bir iki puan
ilave edebilir veya çıkarabilirsiniz, bir şey ifade etmez; ama, 7 ile 13 yaş
arasındaki insanlarımızın, hâlâ, yüzde 57'sinin okuryazar olmadığını
göreceksiniz. Benim seçim bölgem olan Şırnak'ta okuryazarlık oranı yüzde
58'dir. Kız çocuklarında bu oran yüzde 20'dir. Yüzde 80 okuryazar olmayan
kesitin yarısı Türkçe bilmez. Bunları görmezlikten gelebilir misiniz?! Bu
sorumluluğun kime ait olduğunu söyleyebilir misiniz; bu sorumluluk bizim. Bu
bakımdan, sorunları, sıkıntıları yerinde, sağlıklı tespit edecek, buna da uygun
çözüm üretecek ve göreceksiniz ki, hiçbir sorunu, sıkıntısı olmayan, millî
birliği, bütünlüğü, duygusu tek, yüreği tek, düşüncesi tek bir toplum ve ulus
olmanın gereğini birlikte yaşayacağız. Peki, biz bunları
yapmadık, ne oldu; terör belasıyla karşılaştık. Terör bize neye mal oldu
biliyor musunuz; 32 817 cana mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor
musunuz; 17 177 yaralıya mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 6
153 yerleşim birimi boşaldı; bunların 1 779'u köy. 1,5 milyon insan kendi
memleketinde muhacir olmak konumunda kaldılar ve bunların bu ülkeye kaybının,
faturasının ne olduğunu söylersem hepimizin çok üzüleceğini tahmin ediyorum.
Terörün bize maliyeti, endirekt kayıplar hariç, 130 milyar dolardır. Bakınız,
bu 130 milyar dolarla neler yapılabilirdi: 123 000 fabrika yapılabilirdi, 197
478 ilköğretim okulu ve lise yapılabilirdi, 14 063 yataklı tam teşekküllü
hastane yapılabilirdi ve 233 218 kilometre asfalt yapılabilirdi, 4 tane GAP
yapılabilirdi ve tüm dışborçlarımız bir kalemde silinebilirdi. Bunların
içerisinde endirekt kayıp yok, sadece ve sadece güvenlik için harcanan direkt
kayıplar söz konusudur. Peki, terörle alakalı
konuda sorunlarımız var, sıkıntılarımız var; ilânihaye, hayat boyu biz bunlarla
mı yaşayacağız; hayır. Şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum: Tabiî ki, bölgede
sorunlar var, sıkıntılar var. Bu olayların büyük bir kısmının bölgede
oluşununda tesadüf olmadığını hepiniz biliyorsunuz; ama, bölge insanı, özünde
çok büyük oranda, yüzde 90 oranında değerlerle, üniter devlet, toprak bütünlüğü
konusunda en az sizler kadar duyarlıdır; ancak, sorunu olan, sıkıntısı olan,
geleceği olmayan insanlardan fazilet ve yurtseverlik bekleme hakkının
olmadığını bilmek gerekiyor. Biz, onlara insanca yaşam standardı sağladığımız
takdirde, o insanların hiçbirisini terörist yapma şansına sahip olmadığımızı
göreceksiniz. Hafızanızı biraz tazeleyeceksiniz; çok uzunlara da gitmenize
gerek yok. Daha bundan... 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında, Türkiye'nin
her tarafında olduğu gibi, doğu, güneydoğu illerinde de, askerlik şubelerinin
önünde uzun kuyruklar oluştu. Bu
kuyruklarda bıyığı terlememiş insanlar vardı, bu kuyruklarda ak sakallı
ve ak saçlı insanlar vardı; bunlar, Kıbrıs'ta, yurttaşları için, ırktaşları
için canını vermeye giden, koşan insanlardı, bizim insanlarımızdı. Peki, bu
neslin çocukları karşımızda neden bugün asi, isyankâr ve terörist? Evvela
kendimizi sorgulayarak, kendimizi irdeleyerek bir sonuca vardığımız takdirde,
sorun, sıkıntı yaşamayacak bir ülke, bir ulus, bir devlet olduğumuzu görme
şansını yakalayacağız. Biz ne yapalım; biz, her
şeyden önce, özgürlüklerine sahip, haklarını kullanan, hukukunu koruyan,
eğitilmiş, katılımcı, yurttaş, birey yapmanın önkoşulunu oluşturmak zorundayız.
Biz ne yapalım; düşünce özgürlüğünün sınırlarını daraltmama konusunda özenli
olalım. Güvenlik ile özgürlüğün birbirinin karşıtı olduğunu söylemek büyük
yanlışlıktır. Güvenlik ve özgürlük, birbirini tamamlayan iki öğedir; biri,
diğerinin tamamlayıcısıdır, eski tabirle mütemmim cüzüdür. Bu bakımdan, bu
konu, belki bazılarınca istifhamla karşılanabilir, bazılarınca kaygıyla
karşılanabilir; vehme gerek yoktur. Devlet vatandaşına güvenmek zorundadır.
Vatandaşına güvenmeyen devlet olur mu?! Siz bireyi, siz toplumu, siz siyaseti
güvenlik kodlarıyla takip ederseniz, başarıya ulaşacağınızı düşünebilir
misiniz? Bunun açmazını görmezseniz, başarılı olma şansınızı zaten baştan
kaybettiniz demektir. Peki, bölgenin sorun,
sıkıntılarını giderelim mi; evet. Ne yapalım; nüfus baskısının çok önemli bir
etken, faktör olduğunu görelim. Bölge insanının inançları doğrultusunda,
birikim ve kültürü doğrultusunda, bu konulara biraz uzak olduğunu biliyorsunuz;
ancak, GAP bölgesinde yapılan geniş kapsamlı çalışmada, üç çocuktan fazla
çocuğu olan ailelerin yüzde 70'i nüfus kontrol sorununun gerekli olduğuna
işaret ediyor ve buna yakınlık gösteriyor. Bu, çok önemlidir. Nüfus baskısını
kontrol altında almadığınız takdirde, bölgedeki sorun, sıkıntıların çözümünün
uzun süreç alacağının hesabını yapmak zorundayız. Bugün, dünyada nüfus
artışıyla ilgili oran yüzde 1,5, Türkiye ortalaması yüzde 1,7; bugün, Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde bu oran, yüzde 3,2; ki, Türkiye ortalamasının neredeyse 2
katı kadardır. Peki, bölgeyle alakalı çok
önemli bir sorun, sıkıntı da nedir; köye geri dönüşle alakalı konudur. Ben,
geçen hafta, gündemdışı konuşmayla bunu huzurunuza taşıdım. Bakınız, köye geri
dönüşle alakalı sorunu çözmediğiniz takdirde, bölgede ne huzuru ne sosyal
barışı ne de toplumsal huzuru sağlamanız mümkün değildir. İnsanlar işsizdir.
Bugün, sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye nüfusunun yüzde 9'unu
oluşturmasına karşın, Türkiye'deki işsizlerin yüzde 20'sini barındırıyor. Bunu
görmezlikten gelemezsiniz. Her birisi kendi bulundukları koşullarda üretici
olan bu insanlar, bugün, tüketici ve potansiyel suçlu konumundalar. Siz,
bunların insanca yaşam koşullarını sağlayacak bir yere taşımadığınız sürece,
sürdürülebilir bir yaşam oluşturmadığınız sürece, sorun, sıkıntıyla
karşılaşacağınızın hesabını yapmak zorundasınız. Her şeyden önce gerçekçi olmak
zorundasınız. Siz, sadece "köye gidin, köyünüz açık" diyemezsiniz;
siz, kırsal altyapıyı oluşturacaksınız; siz, sosyal altyapıyı oluşturacaksınız;
siz, ekonomik altyapıyı oluşturmak zorundasınız. Ben, geçen hafta söyledim;
feryadımı size duyurdum. Köy-kent Projesine gösterilen ilginin, alakanın en
azından onda 1'inin de Köye Geri Dönüş Projesi için gösterilmesi gerektiğini
söyledim. Bugün, Köy-kent Projesi için sağlanan kaynağın 430 000 000 dolar
olduğunu söyledim; ama, köye geri dönüş için sağlanan kaynak ise, sadece 5,1
milyon dolar. Bunun, gerçekçi ve ülke gerçekleriyle, sorunlarıyla bağdaşır
olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu sağlamadığınız takdirde, bölgede
yaşayacağınız sorunların, sıkıntıların beklentisi içinde olmak zorundasınız. Bakın, geçen yıl köye
geri dönüşle alakalı konudaki rötar otuzaltı yıldı, bu yıl kırkiki yıl oldu. Bu
bizim sorunumuz değil de bir başkasının sorunudur diyebilecek sağduyu sahibi
bir tek insan bana gösterebilir misiniz; hayır. Bu sorunların altında yatan
temel öğelerin, artık, açlık, yoksulluk, işsizlik ve de eğitimsizlik,
birikimsizlik olduğunu söylemeye gerek yok ve her defasında, terör için art
niyetli insanların kullandığı iki enstrüman için de, inanç ve etnik yapı
olduğunu söylemeye gerek yok; ancak, biz, biraz önce de söylediğim gibi, her
defasında, işin sadece terörist boyutunu gördük. Güvenlik güçleri üstlerine
düşenin mükemmelini yaptılar; ancak, terörün altyapısını oluşturacak temel
öğeleri gözden kaçırdık ve her bir sonraki uygunsuzlukla, terörist olayla çok
ağır faturalar ödeyerek karşılaştık. Ümit ediyorum ki, inşallah bu son olacak. Bakınız, bölgedeki
ekonomik kalkınmayla alakalı konuda çok şey önerildi, çok şey söylendi; gözden
kaçırılan bir şey var -üzülmemek mümkün değil- bölgede "bölgesel entegre
kalkınma projesi" adı altında bir proje var, Güneydoğu Anadolu Projesi. Bu
proje sadece Güneydoğu Anadolu'ya özgü değildi. Bakın, Atatürk, bundan
altmışyedi yıl önce "Dicle ve Fırat Nehirlerini dizginleyin" diye
talimat verir ve aradan geçen bu kadar uzun süreye rağmen, ne onun
söylediklerinin gereğini yaparız ne insanlarımızın temel ihtiyaçları olan bu
sorunun, sıkıntının giderilmesi için gerekli iradeyi ortaya koyarız. Peki, GAP nedir; bir
bölgesel entegre kalkınma projesidir. Temel büyüklükleri -temel büyüklükleri
bizi ilgilendiriyor- neler midir; bakınız söyleyeyim: Sadece GAP Projesi, tek
başına, 3 800 000 insana direkt iş demektir. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerindeki tüm işsizlerin toplamının 3 000 000 olduğunu söylersem, sadece
bu projeyle bütün işsizleri iş sahibi yapıp, 800 000 de yurdumuzun diğer
tarafından işsizlere istihdam olanağı yaratacağım dersem, bu projenin neden bu
kadar geciktiğini anlatmak mümkün olur mu?! Bugün, bütün dünyanın
ortak paydası olan, temel sorunlardan biri olan enerji açığı konusu, GAP'ta az
çok şekillenecek imkâna sahip. Tek başına 27 milyar kilovat/saat enerji demek.
Peki, bunun gecikmesini izah edebilir misiniz?! GAP, tek başına, her yıl
ulusuna bir Atatürk Barajı hediye edecek demektir; bunu gözden kaçırabilir
misiniz?! GAP, 1 700 000 hektar arazinin sulanması demektir. Bu, 5 Çukurova
demektir. Bunun getirisinin ne olduğunu biliyor musunuz; 26 000 000 ton
bitkisel üretim ve de hammaddesi tarım olan 13 500 000 ton sanayi ürünü
demektir. Peki, biz bunları görmezlikten gelecek kadar zengin miyiz; hayır. Bu
yanlışın, bu eksikliğin, bu kusurun, bu ihmalin bedelinin, tüm ulusça çok ama
çok ağır ödendiğinin altını çizmek gerekiyor. Bugün Türk toplumunda yoksulluk
ve açlık değerlerini ortaya koyarsanız, toplumumuzun büyük bir kısmının bu
kategori içerisinde olduğunu söylersek, bu kadar nimeti tepişimizin makul bir
izahını yapabilecek sağduyu sahibi bir tek kişi çıkmaz. GAP'ın getirileri çok;
ama, GAP'ta gelin görün ki, esas motor sektörü olan tarım sektöründeki rötar 72
yıl, enerji sektöründeki rötar 16 yıl, eğitim sektöründeki rötar ise 25 yıl.
Bunun çok öncelikli olarak giderilmesi gerekiyor. Güneydoğu ve Doğu Anadolu
için bugüne kadar üretilen 7 tane proje var. Bu projelerin hiçbirisinin gerçek
anlamıyla yaşama geçtiğini iddia edebilir misiniz?! Ha, buraya gelir, biz,
yaşama geçti deriz. Peki, birincisi yaşama geçti de ikincisini neden çıkarma
gereği duyduk diye sormazlar mı?! Bu bakımdan, yeni baştan proje, yeni baştan
program üretmeye hiç gerek yok; Güneydoğu Anadolu Projesini yaşama geçirme
konusundaki ilkeli siyasî bir irade, bugünkü ortamda bile yeterli çözüm üretme
şansına sahiptir. Bu, sadece Güneydoğu
Anadolu için mi geçerlidir; hayır, Doğu Anadolu Projesi bugüne kadar çoktan
yaşama geçmeliydi, Kuzey Anadolu Projesi çoktan yaşama geçmeliydi, Konya Ovası
Projesi çoktan yaşama geçmeliydi. Bugüne kadar, biz, kendimizi, dünyada tarımda
kendine yeten 5 ülkeden biri olarak kabul ediyorduk; bugün, iktisaden faal
nüfusu yüzde 5-10 oranında olan ülkelere tarım açısından muhtaç hale geldik.
Bizim iktisaden faal nüfusumuzun yüzde 43 ilâ yüzde 52'si tarım sektöründe
çalışır. Bunları içimize sindirebilir miyiz?! Bu sorunları, sıkıntıları
göremezsek, çözüm üretme şansımızın yeterli olmayacağını bilmek gerekiyor. Bugün bu kadar hayatî
önemi olan bu konunun bir diğer önemli parçasını da görmek zorundayız;
korucularla alakalı mesele. Değerli konuşmacılar bu konuyu gündeme taşıdılar.
Bakın, geçmişte kendi canlarını, onurlarını, çoluk çocuklarını, mallarını,
devletin onuru için riske etmiş olan bu insanları ortada bırakamayız. İçişleri
Bakanlığının koordinatörlüğünde, ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte, çok
kısa bir sürede, bunlar için sosyal güvence olabilecek bir projenin yaşama
geçirilmesi gerekiyor. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Tamamlayın
lütfen. MEHMET SALİH YILDIRIM
(Devamla) - Bugün, 58 900 geçici köy korucusu, 30 300 gönüllü köy korucusu var;
bunların aile yapılarını ve bölge özelliklerini de hesaba katarsanız,
milyonlara ulaşan bir rakamın olduğunu göreceksiniz. Çok kısa süre içerisinde
bunlarla ilgili rehabilitasyonun yaşama geçmesinin beklentisi içerisinde
olduğumuzun da özenle altını çizmek istiyorum. Her şeyden önce, kararlı,
söylediğini yapan, yaptığını söyleyen ve de herkes için umut olan bir siyasî
iradenin beklentisi içerisinde olmak, herkesin en doğal hakkıdır; bize de
yakışan budur, olması gereken budur. Ben, sözlerimi
tamamlamadan önce, Cenabı Hak'kın, bu yüce ulusa bir kez daha olağanüstü hal ve
sıkıyönetim ilan etmeye mecbur edecek koşullar yaratmamasını diliyorum, Yüce
Heyete saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Yıldırım. Son olarak, Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak konuşacaklardır. Buyurunuz Sayın Parlak.
(DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA EVLİYA
PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken,
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ben de, Başbakanlığın,
Hakkâri ve Tunceli İllerinde 30 Temmuzdan geçerli olmak üzere kaldırılması ve
Diyarbakır ve Şırnak İllerinde de son kez dört ay uzatılmak üzere karar
alınması istenilen olağanüstü hale ilişkin tezkeresiyle ilgili Grubum adına söz
aldığımdan dolayı, hem Grubum adına hem de şahsım adına hepinizi bir kez daha
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar,
yirmidört yıldan beri, 1978'den 1987 yılına kadar sıkıyönetim ve 1987'den 2002
yılına kadar da olağanüstü hal uygulamasıyla karşı karşıya kalan bu bölgenin
durumunu, geçtiğimiz yasama yıllarında da zaman zaman sizlerin bilgisine
sunmaya çalıştım ve o zaman, sizlere, 1999 yılında ilk konuştuğumda, 21 yaşına
gelen gençlerin doğal bir yönetim görmediğini söyledim -bugün 24 yaşına
geldiler- ama, inşallah, 30 Temmuzdan sonra, normal yönetim görmeye
başlayacaklar. Bu noktaya getiren güvenlik birimlerine, özellikle bölgede
hizmet veren bölge valisi, asayiş komutanı, ilgili asker ve polis görevlilere,
valilere gerçekten şükranlarımı sunmak istiyorum. Huzur, son derecede... Üç yıl
öncesinden -tekrarlıyorum, bu karar biraz gecikmiştir- bugüne kadar
değerlendirdiğimizde, Anadolu'nun diğer birçok kentinden çok daha sağlıklı bir
şekilde, huzur ve güven ortamı sağlanmıştır. Geçmiş yıllarda, zaten huzur
mevcut değilken, hiç kimsenin bunu kaldırmaya yönelik bir teklifi olmamıştır;
ama, bugün, insanlarımız, en uç köyden en uzak mezraa kadar, 24 saat huzur
içerisinde yaşamaktadır. Onun için, bugün çok onurluyuz, çok mutluyuz. Değerli arkadaşlar,
olağanüstü hal ile birlikte, bölgede bundan sonra ortaya çıkacak durumu ve
yapmamız gerekenleri de özetlemek istiyorum. Burada, tüm grup yöneticilerini,
sözcülerini dinledim; iktidarıyla muhalefetiyle, konuşmalarında şunu ortaya
koydular: Gerçekten, bölgede bu kararın alınmasının çok isabetli olduğu ve
bundan sonraki dönemler için, özellikle geçmişten ders alınarak, çok sağlıklı
kararlar almamız gerektiği noktasında hemen hemen bütün gruplar hemfikir
olmuştur. Bu nedenle, bütün gruplardaki milletvekili arkadaşlarıma, bölge
milletvekili olarak da peşinen teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Değerli arkadaşlar,
terörle birlikte, özellikle 1984'ten sonra, insanlarımız, köylerini,
mezralarını, yaylalarını, çiftliklerini bırakmak zorunda kaldılar ve bütün il
ve ilçe merkezlerinin nüfusu 3'e, 4'e katlanmaya başladı. Terör döneminde bile,
insanlarımızın geçim kaynakları konusunda önlemler araştırılmış ve 1987'den
itibaren, özellikle sınır illeri olması nedeniyle sınır ticaretine oldukça önem
verilmiş ve her türlü sınır ticaretinin geliştirilmesi için de devletçe
önlemler alınmış, yeni yeni açık pazar yerlerinin kurulması öngörülmüş; ama,
bundan üç dört ay önce de burada gündemdışı konuşmamda dile getirdiğim gibi,
maalesef, 57 nci hükümetin görev başına gelmesiyle birlikte sınır ticareti
oldukça kısıtlanmıştır. Biz, yüce huzurunuzda defalarca bunu arz ettik. Her
ilde, ticaret konusu yapılan mal çeşidi yüzlerce kalemden 8-10 kaleme
indirilerek, o da, baston, tespih, hurma gibi, alanı olmayan, satanı olmayan
mallardan ibaret hale getirildi. Gruplarımızda da arz ettik, neticede, birtakım
girişimler sonucu, bu yıl, inşaat malzemesi, tesisat malzemesi ve çatı sacı
olmak üzere 4-5 kalem ilave yapıldı. Bu vesileyle -Tarım Bakanımız da burada-
insanlarımız tekrar kendi köylerine, mezralarına ve geçim kaynaklarına
kavuşuncaya kadar, özellikle sebze, meyve ve temel gıda maddeleri konusunda
mevsimsel olarak, sadece o sınır illerinde kalmak üzere, birtakım olanakların
tanınmasını istirham ediyorum. Değerli arkadaşlar, bölge
insanı, gerçekten -bizden önce konuşan sözcüler de bunu ifade ettiler- köyüne
dönmek istiyor; hele, olağanüstü hal kaldırıldıktan sonra hepsi gitmek istiyor;
çünkü, oradan gelirken karnı toktu, 3 tane keçisi, 2 tane ineği, bahçesi,
cevizi, meyvesi vardı, bunlara kavuşmak istiyor; ama, bunu sağlamak için de,
oradaki valiliklerimize bazı olanaklar vermemiz lazım. Deprem bölgesinde
vatandaşlarımıza -bir daha inşallah kimse afete uğramasın- yapılan kalıcı
konutlar gibi değil, sadece, köye dönen insanımızın kafasını sokacak, hayvanını
barındıracak, icabında toprak damlı ev yapabilecek olanakların valiliklere
verilmesi lazım. Biraz önce konuşan
değerli sözcü arkadaşım ifade ettiler, 2002 yılında sadece 7,5 trilyon lira
para ayrılmıştır. Ayrılan bu paranın yeterli olduğunu söylemek elbette mümkün
değildir. Köy Hizmetlerine, mutlaka
-acil destekten mi, başka kaynaklardan mı- köy yollarını yapabilecek, oraya
birtakım altyapıları götürebilecek akaryakıt parasının gönderilmesi
gerekmektedir. Bu arada, özellikle bütün
arkadaşlar değindiler, 50 000'e yakın korucu, halen görevdedir. Korucu olan
köylerin hiçbirisi yoktur ki, askerimizle birlikte şehit vermemiş olsun; hiçbir
korucu köyü yoktur ki, ayağını, bacağını, kolunu, gözünü kaybetmemiş gazisi
olmasın. 57 inci hükümetimizin, bunlara da köklü bir çözüm, bir sosyal güvence
veya istihdam alanları yaratarak -yaşlarına göre bir tercihler sıralaması
yaparak- çözüm getireceğine inanmaktayım. Değerli arkadaşlar, şu
anda bölgedeki yatırımlara ilişkin hususlarda da birkaç şey söylemek istiyorum,
özellikle ilim için söylüyorum. İlimizde yatırım konusu olmadığı için, geçim
kaynakları, devletin resmî kurumlarında çalışan işçi, memur aylığı gibi değil.
Korucu maaşları 120-140 000 000 lira arasında. Burada bir kez daha söylemiştim,
sadece Hakkâri İlinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan faydalanmak
için, 10 000 aile, kuru gıda sırasına girmektedir. Bunun dışında, ülkemizin
içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle, devletimiz, projelerden,
altyapılardan -eğitim, sağlık konusu dışında- zaten elini çekmeye başlamıştır.
Dolayısıyla, yatırım özel sektörden beklenmektedir; ama, bu da ancak,
sağlanacak bir mevzuatla gerçekleştirilecektir. Şu anda yürürlükte
bulunan "kalkınmada öncelikli" ifadesi sulandırılmıştır ve teşvikler,
hiçbir anlamı kalmayan niteliktedir. Bunu, Sekizinci Beş yıllık kalkınma Planı
görüşülürken, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ifade ettim; teşvikleri, yalnız
doğu ve güneydoğuda değil, Türkiye'nin Orta Anadolusunda da, Giresun'un
ilçelerinde de -Hakkâri'nin ilçesi düzeyinde olan ilçeler vardır- ilçeler
bazında, il bazında, yepyeni kriterlere bağlayarak mutlaka değerlendirmeler
yapmak lazım. Bölgeden örnek veriyorum: Bir Van'da aynı teşvik verilirse, bir
adam, Hakkâri'ye gider mi, Bitlis'e gider mi? Diyarbakır'a verdiğiniz zaman
Bitlis'e gelir mi; Erzurum'a verdiğiniz zaman Ağrı'ya gelir mi? Bu kategorileri
ayırmak lazım ve bu teşviklerin kalkınmada öncelikli yöre anlayışına uygun
projelendirilmeleri, yeniden değerlendirilmeleri lazımdır. Bu bilgilerin tümü Devlet
Planlama Teşkilatında fazlasıyla mevcuttur; çünkü, Devlet Planlama Teşkilatı,
kurulduğu günden beri bölgesel olarak Türkiye'nin her yerinde -ilçeler dahil
olmak üzere- çok önemli kriterler ve veriler toplanan bir kurumumuzdur. Bu
kurumdan alınacak bilgilerle yeni bir düzenleme yapılırsa, insanlarımız belki
oralarda yatırım yapmaya başlayacaklardır. Özellikle yatırım... Ben
bunu özellikle vurguluyorum -ilgili bakana ve hükümetimize de teşekkür
ediyorum- şu safhada, kaymakamlıklar ve valiliklerce Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonundan talep edilen seracılık, hayvancılık, arıcılık ve
benzeri alanlarda -ki, çok ufak çaptaki projelere dayalıdır; istihdam bununla
sağlanıyor. Bunların dışında bir istihdam alanı söz konusu değildir- istihdam
yaratıcı birtakım önlemlere mutlak surette gereksinim bulunmaktadır. Değerli arkadaşlar, bunu
çok üzülerek söylemek istiyorum; fakat, gerçekleri de söylememiz gerekiyor.
Huzur ortamı sağlanmış; ama, insanlarımızın yüzde 70'i işsiz, aç, sefil. Bu
insanlara, çok kısa sürede, biz, bu huzur ortamı içerisinde insan haklarını her
gün biraz daha tanıyarak -ki, olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması da
bunun bir göstergesidir- sağlayamazsak, PKK kalkar KADEK gelir, KADEK kalkar
başka bir şey gelir; yani, insanlar aç ise, kullanılmaya müsaittir. Bölge de
buna müsaittir; çünkü, bütün komşu ülkelerimiz... Zaten, bugüne kadar terör
örgütlerinin oradaki destek aldıkları yerler de bellidir; yani, onun için, bu
bölgedeki insanımızı eğer biz sahiplenmezsek, yine art niyetli insanlarımız
sahiplenecektir. Değerli arkadaşlar, bir
cümle söylüyorum, dikkat edin. Ben inanıyorum ki, olağanüstü halin
kaldırılmasını bütün bölge halkının yüzde 99'u bayramla karşılıyor; ama, belki
üzülen yüzde 1 gibi bölücü kesimler vardır; çünkü, elinden bir silah daha
alıyorsunuz. (DSP sıralarından alkışlar) Her silahı aldığınızda, onların
kullanacağı bir şey kalmıyor ellerinde. Bu dönemde, gerçekten,
eğitim ve sağlık konusunda az olmayan hizmetler yapılmaktadır. Örneğin, eğitime
katkı payı gibi bir gelir kaynağı sağlandıktan sonra, bölgedeki ilköğretim
okulları, özellikle YİBO'lar -ki, dağınık bir yerleşimdir- eğitimin kalitesinin
yükseltilmesi için de mutlaka gerekli olan kurumlardır. Yine örnek olarak
veriyorum; Hakkâri'de sayısı üç yılda 5'ten 10'a çıkmıştır. Bölgede öğretmen
konusu, norm kadro sayesinde, gerçekten, hem sınıf öğretmeni konusunda hem de
branş öğretmeni sayısı açısından, geçmişe nazaran yüzde 90 karşılanmış hale
gelmiştir; yönetici atamaları aynı şekilde. Sağlık konusuna
geldiğimizde, bundan çok önceki birçok konuşmamda özellikle doktorsuzluktan,
hatta bir diş çekimi için bile Hakkâri'den Van'a -240 kilometre- sevkli giden
insanlarımız olduğundan ve hele, o dönemlerde, bir de yollardaki işkenceden
dolayı hasta sahiplerinin gidemediklerinden burada bahsetmiştim, ifade etmiştim
hatırlarsanız; bugün, Allah'a şükür o noktaları bıraktık ve özellikle, Sağlık
Bakanlığı, 57 nci hükümet, Sayın Başbakanımız, sayın bakanlarımız ve özellikle
Sayın Osman Durmuş Bey'e minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) 1992'den bugüne kadar on yıl, beşer yıl arayla ertelenen
Zorunlu Hizmet Yasasının, 27 Mart 2002 tarihinden itibaren tekrar yürürlükte
olmasını sağlamıştır. Ben inanıyorum ki, önümüzdeki bu temmuz ayından itibaren,
mezun olacak hekimler, yeni bitirecek uzman hekimler, hem pratisyen hem uzman hekimler,
yalnız Hakkâri, yalnız Şırnak, yalnız Bitlis'te olan eksikleri değil,
Çerkeş'te, Alucra'da, Giresun'un Şebinkarahisar İlçesindeki noksanları da
giderecek hale gelmiştir. İşte, bu bakanı, özellikle bir hekim olarak kendi
meslektaşları ve özellikle bazı sivil toplum örgütleri, bazı basın organları
sürekli topa tutmuşlardır; ama, ne Sayın Bakanımız ne hükümetimiz ne Sayın
Başbakanımız, bundan taviz vermemiştir. Bunu da, onurla, bir milletvekili
olarak ifade etmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
bölgedeki belediyelere değinmeden geçemeyeceğim. Doğu ve güneydoğuda, özellikle
bu bahsettiğimiz dört beş ilde, büyükşehir belediyeleri dahil birçok belediyeyi
1999'da HADEP kazanmıştır. Bu, Anayasa gereği yapılan seçimlerle halkın tercihi
olmuştur; yüzde 70, yüzde 80 oy almışlardır. Ama, bu belediyelerin tümü -ki,
Türkiye'nin genelinde belediyeler zaten krizde- kapanma noktasındadır ki,
geçmişte, 1999'dan önceki dönemde bir belediye başkanı, hiçbir yetkisi yokken
"ben belediyeyi kapatıyorum, anahtarı devlete teslim ediyorum" diye
bir açıklama yaptı; medya sahip çıktı, zamanın cumhurbaşkanı sahip çıktı,
hükümet sahip çıktı ve orayı kol kanat altına aldılar. Bugün, ben tahmin
ediyorum, yalnız Hakkâri'deki değil, Yüksekova'daki değil, Şemdinli'deki değil,
o bölgedeki belediyelerin tümü, dokuz on ay, onbeş aydır maaş ödememişlerdir ve
olağanüstü iller olduğu için yönetim açısından, mücavir iller olduğu için,
herhangi bir çalışan da ses çıkaramamaktadır; ama, bu insanlar, bizim
insanımızdır. O illerde, o ilçelerde yaşayan halk, kamu hizmeti verme durumunda
olan belediyeden hizmet beklemektedir. Geçen hafta burada Meclis
araştırması önergesinin öngörüşmeleri sırasında Afet Kararnamesi tartışılırken,
Partimizin değerli sözcüsünün ifade ettiği gibi, biz, bu kararnameden Grup
olarak gerçekten rahatsızız; çünkü, hiç kimse, sadece bu dönemde değil, hiçbir
dönemde, bu kararnamenin objektif kullanıldığını söyleyemez Türkiye'de. Belediyelere dağıtılacak
gelirlerin toplamı yüzde 6 ise, bunun yüzde 1,5'ini, yüzde 2'sini alıyorsunuz,
beğendiğiniz 200-300 belediyeye veriyorsunuz, geriye kalanı tekrar
dağıtıyorsunuz. Belediyelerin sahiplenmek istedikleri gelir düzeyini, yüzde
6'dan, otomatikman yüzde 4'e, yüzde 4,5'e indiriyorsunuz. Bunun, Anayasayla,
hakla hukukla, adaletle ilgisi yoktur. Demokratik Sol Parti,
inşallah tek başına iktidar olduğunda, bunu kökünden kaldıracaktır. (DSP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
ikinci bir konu hazine yardımıdır. Gerçekten, belediyelere yapılan hazine
yardımı da sübjektiftir. Biz, her şeyin şeffaf olmasını istiyoruz. Bugün, bakan
-hangi iktidar olursa olsun, hangi bakan olursa olsun- hangi partiye mensupsa,
inanın ki, hazine yardımının yüzde 90'ı gizliden o belediyelere gidiyor, yüzde
10'u da sus payı diye, haberi olan belediyelere gidiyor. Ben, bunu, bugünkü
bakan için değil, geçmişten bugüne kadar gelip geçen bakanlar için söylüyorum;
çünkü, hiçbir bakan, hiçbir hükümet, hiçbir dönemde bunun objektif verildiğini
hiçbir zaman açıklayamamıştır, açıklayamaz da. İnşallah bu iki konuyu da
ortadan kaldırmak lazım. Netice olarak şunu
söylüyorum: Bugün, HADEP'li belediyeler "afet kararnamesinden şu belediye
şu kadar yardım almıştır" diye afişler yazıp asıyorlar. Böylece, bir yerde
onların eline bir koz vermiş oluyoruz haksızca. Orada yaşayan tüm insanlar, oy
veren vermeyen herkes, hizmet yönünden mağdur durumdadır. Dolayısıyla, buna da
bir çözüm bulmamız gerekmektedir. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Hükümetsiniz, bulmanız lazım. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Bulsa bulsa, DSP bulurdu!.. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Başbakan da onlarda!.. EVLİYA PARLAK ( Devamla)
- Değerli arkadaşlar, ben biraz da, bölge insanı olarak, günümüzde herkesin
tartıştığı ve değerli bazı sözcülerin de "kendimiz için Avrupa Birliğinin
kabul ettiği normlara, kriterlere varalım" dedikleri noktalara değinmek
istiyorum. BAŞKAN - Süreniz dolmak
üzere Sayın Parlak; 1,5 dakikanız var. EVLİYA PARLAK (Devamla) -
Tamam Başkanım, daha 1,5 dakikam var. Önce, anadilde yayın ve
anadili öğrenme konusunda yaşadıklarımı ve bildiklerimi arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
anadili öğrenmek, konuşmak, Türkiye'de, Avrupa Birliğinde kabul ettiğimiz
Kopenhag siyasî kriterleri içinde olmasına karşın, sadece sanki Kürtçe'nin
öğrenilmesi olarak ortaya konuluyor. Dün değil evvelki gün hepiniz
görmüşsünüzdür, Milliyet Gazetesinde -Lazlar burada çoktur tahmin ediyorum-
"Lazca eğitim istiyorum..." Ben bu arkadaşı bilmiyorum; bakın:
"Tulum ve kemençedeki ustalığıyla dünyaca tanınan Karadenizli müzisyen
Birol Topaloğlu Lazca türküleri nedeniyle televizyona çıkarılmamaktan
yakınıyor." Şimdi, ben bunu niçin
söylüyorum; Türkiye'de bir gerçek var, anadili Lazca olan var, Gürcüce olan
var, Boşnakça olan var, benim gibi Kürtçe olan da var. Benim eşim Boşnaktır,
anadili Boşnakçadır. Üç çocuğum var, üçü de üniversiteyi bitirdi, ne Kürtçe
biliyorlar ne Boşnakça biliyorlar. Şimdi, benim kızım dese ki, baba bir kurs
var, annemin akrabalarıyla Boşnakça konuşmak için gidip öğrensem; benim oğlum
dese ki, ben Hakkâri'de Hakkârililerle rahat diyalog kuramıyorum, gitsem Kürtçe
öğrensem; bunu bölücülük olarak değerlendirirsek, yanılıyoruz demek istiyorum,
yanılıyoruz... HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Engel yok buna... EVLİYA PARLAK (Devamla) -
İkinci bir şey... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) EVLİYA PARLAK (Devamla) -
Buraya gelince... HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Yazıklar olsun!... BAŞKAN - Sayın Kalkan... EVLİYA PARLAK (Devamla) -
Bu, benim görüşüm. Bu, benim Partimin görüşü de değil, şahsımın görüşü. BAŞKAN - Sayın Parlak,
cümlelerinizi bitiriniz. EVLİYA PARLAK (Devamla) -
İkinci bir şey, bir örnek daha vereyim... HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Ayıp yapıyorsun!.. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Örnek ver, örnek ver; açıklık getir buna... BAŞKAN - Sayın Parlak,
cümlelerinizi bitiriniz, sonuçlandırınız. EVLİYA PARLAK (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakın, 12 Eylül öncesinde ben Kürtçe bant dinliyordum;
ihtilal gecesi toplamalar başladı ve gerçekten o bantların hepsi yandı; ondan
sonra karaborsaya düştü; o kadar çok sempatiyle aranıyordu -müzik; normal müzik-
ne zamanki serbest bırakıldı, bandrolle satılıyor, ne ben alıyorum ne kimse
alıyor. Benim bunları söylememin bir nedeni var. Bugün, çanak antenlerle,
zaten, dış ülkelerden, kontrol edemediğiniz yayınlar yapılıyor. HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Yapılsın... EVLİYA PARLAK (Devamla) -
Bu yayınlar üstelik o kadar zehirli bir şekilde yapılıyor ki, insanlarımızın
beyni karıştırılıyor. Biz, normal yayınla, doğru bir şekilde, ifadeyle bu
insanlara ulaşırsak -teknoloji o kadar gelişmiş ki, bunu kontrol edemiyoruz- bunları
da korkmadan kendimiz için yaparsak ve eğer bunları sağlarsak, bir daha,
doğuda, güneydoğuda, başka yerde, Türkiye'nin hiçbir köşesinde, Allah'ın
izniyle, ne sıkıyönetimi gerektiren ne olağanüstü hali gerektiren bir şey olur
ve de milletin birliğini, bütünlüğünü perçinleştiren bir yönetimi oluştururuz,
işte bugün aldığımız karar gibi. Yirmidört yıldır, bu
bölge, gerçekten, kuruyla beraber yaşın da yandığı bir yerdir; ama, bugün şunu
söylüyorum: Çalışan bütün güvenlik görevlileri, bugün orada millet-devlet
bütünlüğünü sağlamıştır ve bundan dolayı da, gerçekten, sayın bakanlara, sayın
hükümetimize ve bütün yetkililere minnettarız. Bu duygularla, bu kararın
Yüce Heyetinizce kabul edileceği inancımı vurguluyorum. Avrupa istediği için
değil, kendimiz için -bölgemize ve ülkemize- gerekli olan en sağlıklı kararları
da, inşallah, bu Yüce Genel Kurul alacaktır. Hepinize en içten
saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Parlak,
çok teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
çalışma saatimiz saat 19.00'a kadar. İçtüzüğe göre, bu konuyla sınırlı olmak
üzere, çalışma süremizi uzatabiliriz eğer tensip buyurursanız. Sürenin uzatılmasını
tensip buyuran, kabul eden arkadaşlarımız... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Şimdi iki arkadaşımıza
şahsı adına söz vereceğim ve daha sonra da tezkerenin oylamasını yapacağım. Tunceli Milletvekili
Bekir Gündoğan, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; olağanüstü halin, Hakkâri ve
Tunceli İllerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasını, Diyarbakır ve Şırnak İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat
17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasını Türkiye Büyük Millet
Meclisine arz eden 10.6.2002 tarihindeki Bakanlar Kurulu tezkeresi üzerinde söz
almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
ben, önce, Anayasamızın 10 uncu maddesini bir hatırlatmak istiyorum, gerçi,
hepiniz de biliyorsunuz. Anayasamızın 10 uncu maddesinde aynen şöyle der:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din,
mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar." Biz, doğu ve güneydoğuda
24 yıldır bütün bu kanunlardan uzak, ayrı yasalarla, ayrı kanunlarla, ayrı
antidemokratik yasalarla gerçekten yönetilen bir toplumuz; buna, yediden
yetmişine, çocuğumuzdan büyüğümüze kadar tahammül eden, sabır gösteren bir
toplumuz. Ben şunu diyorum: Bu
bölgelerimiz, doğu ve güneydoğu bölgeleri, gerçekten, bu ülkenin hem kaleleri
hem kapısıdır; çünkü, bu insanlar askerliğini yapar, vergisini verir, nöbete
gider, savaşa gider; bana göre birinci sınıf vatandaştır, vatandaşlık
görevinde, bugüne kadar hiçbir kusur işlememiştir. Öyleyse, bunların ayrı
yasalarla yönetilmesini, bunlara ayrıcalıklar uygulanmasını, zannedersem,
hiçbirimizin vicdanı kabul edemez. İşte, Türkiye'nin gelmek istediği nokta da
bana göre budur. Bu ülkenin her şeyden
önce akıl yolunu seçmesi... Akıl yolunun ise, demokrasiden geçtiğine
inanıyorum. O zaman, demokratik kültürümüzü artırmamız, demokratikleşme
sürecimizi de tamamlamamız gerekir. Aksi takdirde, biz, eşitliği, kardeşliği,
birlikte yaşamayı bir türlü sağlayamayız; bunun dışında alternatif yok. Bunun
dışındaki başvurular, ancak ve ancak, terör olayları olur; ki, bunu da, hepimiz
kınıyoruz. Terörün mantığı ve hukuku yoktur, hepinizin bildiği gibi. Ama, biz,
devlet olarak, vatandaşımıza, terörün reva gördüğü şeyleri, asla ve asla, reva
görmemeliyiz; biz, ne olursa olsun, hukuk çerçevesinde, hukuk devleti olma
anlayışından uzaklaşmamalıyız. Doğuda, güneydoğuda ve
ilimde yirmidört yıldan beri uygulanan olağanüstü hal ve sıkıyönetimler,
gerçekten, birçok kesimin hataları -siyasî partilerin hataları, güvenlik
güçlerinin hataları- birbirine karışarak, savunmasız, sivil vatandaşları bir
hayli zedelemiştir. Öylesine zedelemiştir ki, Türkiye'de insan hakları
ihlalleri en üst seviyeye ulaşmıştır. Bunu, bazı siyasî iradeler, zamanında
"üç beş şaki" deyip, "üç beş kişi" deyip geçiştirmiştir;
kimi oy hesapları yapmıştır, kimiyse hukuk devleti anlayışı çerçevesinden
çıkarak, terörü bitireceğim diye, kendi insanlarını bitirmiştir. Ben, bunun, çok canlı ve
çarpıcı bir örneğini vermek istiyorum sizlere: 1993-1994 yıllarında, hepimizin
bildiği gibi, Sayın Tansu Çiller Hanımefendi Başbakandı -bunu, hepimiz
biliyoruz; hele hele, siyasetle uğraşanlar çok daha iyi hatırlıyor, o illerde, o
bölgede yaşayan insanlar çok çok daha iyi hatırlıyor- terörü bitireceğim diye,
köylerimizi boşalttı. Evler yakıldı, insanlar iç göç vermek zorunda kaldı.
Oysaki, maalesef, terör bitmedi, daha da zirveye ulaştı. O dönem, doğu ve
güneydoğuda, binlerce aile, onbinlerce köy, mezra boşaltıldı; insanlar,
uğraşlarından, tarımından, hayvanından, ticaretinden olmak zorunda kaldı. Hatta, o dönem,
Saygıdeğer Milletvekilim Sayın Genç, zaman zaman söylüyordu: "Ovacık'ta bu
prefabrikeler içerisine koyduğunuz insanlar, bu haritanın üzerinde
yüzkarasıdır. Bunları niye kurtarmıyorsunuz?" İşte, o insanların,
1993-1994 yıllarında, gerçekten, Ovacık'ta o prefabrikeler içerisinde yaşamaya
mahkûm edildikleri dönem o dönemdi; ama, biz, bu dönem... Sayın Genç şimdi
onlardan bahsetmiyor; çünkü, biz, o insanları, o çamurlardan, o karlardan
çıkarıp, gerçekten kalıcı konutlara kavuşturmuş olduk. Hakikaten, üzücü bir
manzaraydı, o manzaraya bu şekilde son vermiş olduk. Demek istediğim şu: Biz,
hiçbir zaman, insanlarımızı mağdur etmekle veya ayrı yasalar uygulamakla bir
yere varamayız. Bizim yapmak istediğimiz tek şey şu olmalıdır: O insanları
birinci sınıf vatandaş olarak bağrımıza basmak; o insanların geriye dönüşü için
ne gerekiyorsa onu yapmak; tarım ve hayvancılık sektörünü tekrar o bölgelerde
canlandırmak; o insanları istihdam etmek için, köye dönüşler için devletin
katkıda bulunması; o insanların kendi evlerinin içerisinde oturması, kendi
tarlasını ekmesi, kendi hayvanına bakması, kendi geçimini sağlaması gerekir;
bundan başka çaremiz yoktur. Bizim yapmamız gereken budur ve bu hükümet
döneminde de bunun büyük çoğunluğunu yapıyoruz. Valilerin emrine parayı verdik.
Köye dönüşlerde kendilerine çok büyük katkılarda bulunuluyor, demir veriliyor,
çimento veriliyor, para veriliyor ve insanlar da seve seve köylerine gidip,
evlerini yapıyorlar. Değerli arkadaşlar, ben,
4.6.2002 tarihinde, burada, gündemdışı konuşmamda, olağanüstü halin kalkması
için katkısı bulunan tüm görevlilere, Millî Güvenlik Kuruluna, Cumhurbaşkanıma,
Başbakanıma teşekkür etmiştim. Ben, bugün de, huzurlarınızda, biraz sonra bu
Yüce Meclisin değerli oylarıyla kalkacağına inandığım olağanüstü hal için, hem
Başkanıma hem Başbakanıma hem siz değerli milletvekili arkadaşlarımıza,
vereceği kıymetli oylarından ötürü, şimdiden teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. Ama, ben, şunu da söylüyorum: Biz, bu ülkeyi gerçekten hukuk devleti
yapmak zorundayız; biz, bu ülkede hukukun tüm kurum ve kurallarını yerleştirmek
zorundayız; biz, bu ülkede insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak
zorundayız, barışı ve kardeşliği sağlamak zorundayız. İnsanlar akıl ve vicdanla
donatılmışlardır. Bu, Tanrı'nın insana verdiği en büyük cevherdir, bunu çok iyi
kullanmamız gerekir. Eğer, biz bunu değerlendirirsek, biz bu yoldan hareket
edersek, barışı, kardeşliği ancak bu şekilde sağlamış oluruz; bunun dışında
hiçbir çaremiz yoktur. İnsanların rengi değişik olabilir, şekli değişik
olabilir, bölgesi değişik olabilir, cinsiyeti değişik olabilir, varlığı değişik
olabilir; ama, ne olursa olsun, her şeyden önce, bu ülkenin insanıdır, bu
ülkenin vatandaşıdır. Ulusal bilinci
geliştirmemiz gerekir. Bana göre, bu ülkede eksik olan budur, ulusal bilincin
eksikliğidir; yoksa, ulusal bilinci geliştirmezseniz, bölgeye göre, illere göre
kanunlar uygularsanız, gerçekten, bu ülkede, kardeşliği, barışı bir türlü
sağlayamayız. Değerli arkadaşlarım,
diğer taraftan, o bölgelerde yapmamız gereken şey şudur: Sayın Bakanımız da
buradadır. O bölge, tarım ve hayvancılık bakımından oldukça ehliyetli
insanlarla doludur. Her şeyden önce, tarım ve hayvancılık konusunda, o bölgeye
gereken desteği sağlamamız gerekir; çünkü, onların bundan başka uğraşacağı pek
bir konuları da yoktur. Eğer, biz, bu konuda onlara gereken desteği sağlarsak,
o bölgede tekrar hayvancılığı canlandırırsak, tarımı canlandırırsak, o zaman,
bu ülkeye giren delidana etinden de kurtulmuş oluruz. Bu, bizim için oldukça
önemlidir. BAŞKAN - Sayın Gündoğan,
1 dakikanız var. BEKİR GÜNDOĞAN (Devamla)
- Peki efendim. Değerli milletvekilleri,
olağanüstü halin kalkmasına, ilim ve Hakkâri oldukça seviniyor. Ben dilerdim
ki, diğer iki ilimizde de kalksaydı; ama, üç ay sonra, temenni ederim ki, onlar
da bu sevinci yaşarlar. Biz, gerçekten, bu konuda, oldukça sevinçli ve
mutluyuz. Bu konuya sevinmeyen sadece bir kesim var; açık ve net söyleyeyim,
rantçı kesim ile terör kesimi bu işe sevinmiyor; ama, halk olarak hepimiz
gerçekten mutluyuz, sevinçliyiz. Ben de, bu sevincimi, bu
mutluluğumu huzurunuzda bölüşürken, Yüce Kurulunuza ve Sayın Başkanıma saygılar
sunuyor, hepinize teşekkür ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Gündoğan. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, konuşmada, eğer, zabıtlar getirilirse, görülecek ki, sataşma
vardır. Terörle mücadele bir
devlet meselesidir, bir millî meseledir. Terörle mücadelede "ya bitecek ya
bitecek" deyip de, daha fazla azdırdığını ifade ediyor sayın konuşmacı.
Sayın milletvekili doğruları yansıtmıyor. Bugün, eğer -sataşma olarak şunu
söyleyeyim- Apo... BAŞKAN - Kime sataşma
Sayın Güven? TURHAN GÜVEN (İçel) -
Doğrudan doğruya Sayın Çiller'e ve hükümetine sataşmıştır efendim. BAŞKAN - O zaman,
tutanaklara baktırayım, eğer, sabit görürsem söz veririm. Teşekkür ederim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Terörü bitiren insanları takdir etmeniz lazım, bunları yapmıyorsunuz, istismar
ediyorsunuz. BAŞKAN - Şahsı adına,
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç. Buyurun Sayın Genç. Süreniz 10 dakikadır. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlığın olağanüstü halin iki ilde
uzatılmasıyla ilgili tezkeresi üzerinde söz aldım, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Aslında, gelen tezkere
yanlış. Zaten, Bakanlar Kurulu uygun görmediği yerde, kendiliğinden olağanüstü
hal uzuyor ve bunun için Millî Güvenlik Kurulu kararına da gerek yok; ama,
Türkiye'de Anayasayı anlayan, Anayasayı takan kimse yok. Aslında, bu olağanüstü
hal 30 Temmuz yerine bugün niye kaldırılmıyor? Tabiî, aslında,
olağanüstü hal, insan yaşamı üzerinde, insan hayatını baskı altına alan, temel
hak ve özgürlükleri yok eden, insanca yaşama şartlarını ortadan kaldıran çok
anormal bir rejimdir. Bu anormal rejimin altında yaşayanlar bilir. Saadet
Partisi Grubu ve ANAP Grubu adına konuşan arkadaşlarımız bölgedeki olayları çok
güzel tahlil ettiler; bunları da, o bölgenin insanları oldukları için ifade ettiler.
Yaygın anarşik olaylarda kamu düzeninin bozulması meselesi, bir günlük, bir gün
sonraki meseledir. Bir ay sonra, iki ay sonra olağanüstü hal ilan edilmez ve
uzatılmaz. Bu, demokrasiye, insan haklarına ve demokratik anlayışa da aykırı;
bunu devamlı söyledik. Değerli milletvekilleri,
tabiî, ilimizde olağanüstü halin 30 Temmuzdan sonra kaldırılmasına seviniyoruz;
ancak, bu olağanüstü hali kaldırırken, yine, eski rejimi devam ettirmeyelim,
eski baskı rejimini devam ettirmeyelim. Orada ciddî yatırımlar yapalım. Ben
kendi ilimi konuşmak için söz aldım. Oraya kalitesiz, sürgün yönetici
göndermeyelim. O halkla bütünleşen, halkı seven, orada en az o insanlara
yapılan kötülükleri kendisine yapılmış gibi hisseden insanları gönderelim.
Bölgeyi sürgün yerinden kurtaralım. Geçen gün bir lisede bir
olay meydana geliyor. Öğrenciler masanın başına yazılar yazmışlar; bütün lise
öğrencilerinde var. Hemen git, okul yöneticilerini görevden al. Böyle bir
anlayış olur mu?! Kafası kızıyor assubayın,
köyde -daha yakında oluyor- iki gün sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. (MHP
sıralarından gürültüler) Arkadaşlar, ben konuşmamı
yapayım. Rica ediyorum, bırakın şimdi... Sokağa çıkma yasağı ilan
ediyor. Böyle bir şey olur mu?! Ben Meclis
Başkanvekiliyim; Türkiye'de protokolde, Cumhurbaşkanından sonra, Meclis
Başkanının olmadığı yerde Cumhurbaşkanını temsil ediyorum; ama, bölgeye
gittiğimiz zaman, hâlâ, biz, başka görülüyoruz. Bu zihniyetlerden insanların
sıyrılması lazım. Değerli milletvekilleri,
bunları, biz, bu Meclisin saygınlığını sormak için söylüyoruz. Artık, ırkçı
kafalarla, kafatasçı düşüncelerle olaylara yaklaşmayalım. Türkiye, büyüyen bir
ülkedir. İlim çağıdır, bilim çağıdır. Irkçılıkla bir yere varamazsınız. Bu
çağın en büyük hastalığıdır bu. AHMET ÇAKAR (İstanbul) -
Siz, bu kafayla nereye varacaksınız?! KAMER GENÇ (Devamla) -
Efendim, lütfen müdahale etmeyin. BAŞKAN - Sayın Çakar... KAMER GENÇ (Devamla) -
Ben kimseyi kastetmiyorum. (MHP sıralarından gürültüler) Değerli
milletvekilleri... BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, hatibi dinleyelim. KAMER GENÇ (Devamla) -
Efendim, niye üzerinize alıyorsunuz?! Niye üzerinize alıyorsunuz?! (MHP
sıralarından gürültüler) ORHAN ŞEN (Bursa) - Niye
bize doğru bakarak konuşuyorsun?! BAŞKAN - Sayın Şen... KAMER GENÇ (Devamla) -
Hayır, niye yani Sayın Başkan... Yani, 5 dakika burada konuşacağız diye ikide
bir sözümüzü niye kesiyorlar ki bunlar. BAŞKAN - Evet; lütfen... Buyurun siz devam edin. KAMER GENÇ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, bakın, ilimizin ciddî çözümlere ihtiyacı var. Bakın,
geçen gün bir vatandaş geldi, köyüne bırakmıyorlar. Niye bırakmıyorlar.
"Sen PKK'lı keçiler besliyorsun" demişler. Bunlar sizin memlekette
oluyor mu? "Nedir PKK'lı keçi" dedim. "Efendim, PKK'lılar
beslediği keçilerin bir kısmını senin köyünde beslemiş..." Böyle laflar
olur mu?! Beyler, bunlar
memleketimde olan şeylerdir. Şimdi, bakın, işte size bir gazetenin kupürü:
"Tunceli'de 27 köy hâlâ yasaklı. 164 aileye evlerine dönüş izni
verilmiyor." Düşünebiliyor musunuz,
size, evinizi, köyünüzü terk et deseler, haydi çıkın deseler -eşyanız orada,
eviniz orada- nereye gideceksiniz?! Size kira parası da ödenmiyor. Değerli arkadaşlar, biraz
insanların acılarını hissederek meselelere bakmak lazım. Yani, bizler, sizden
daha fazla bu memleketin menfaatını düşünen, sizden daha fazla heyecan duyan,
her zeminde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir vatandaşı olmaktan onur duyan
insanlarız; ama, mantıksız davranışlarla, birtakım milliyetçilik duygularını
tahrik eden insanlar değiliz. Bu memleket bizimdir. Bu memleketi dünyada en saygın
ülke haline getireceğiz. Bunu nasıl yapacağız; elbette ki, demokrasinin
standartlarını yükselterek, insan hakları standartlarını yükselterek yapacağız.
Bölgemizde önemli
sorunlar vardır; hayvancılık, çok önemli bir sorundur; ama, yayla zamanı
geldiğinde, maalesef, hayvanları dağa çıkarmak için yüzlerce yere telefon
ediyoruz; ama, karşımızda muhatap bulamıyoruz. "Yasak" diyor adam
"oradan gitmeyeceksin buradan gideceksin... Yok efendim, Tunceli'nin
yaylalarına çıkmak için ille Erzurum'u döneceksin veya Erzincan'ı
döneceksin..." Böyle bir şey olur mu?! ABBAS BOZYEL (Iğdır) -
Olur!.. Olur!.. KAMER GENÇ (Devamla) -
Size göre "olur" tabiî; sizin mantığınız böyle. (MHP sıralarından
gürültüler) Beyler, bakın, maalesef,
ilimizde, gece saat 6'dan, 7'den sonra komşuya giderken, hâlâ oradaki
kişilerden izin alıyoruz; bunları, artık, kaldıralım; lütfen, bunlar kalksın.
Bakın, 1998, 1999 yıllarından sonra silahlı eylemler bitti; artık, orada da,
insanlar, rahatça yaşayabilecek bir hayat şartlarına kavuşturulmalıdır. Bizim ilimize hiçbir
hizmet gelmiyor. Bakın, Sağlık Bakanı... Geçen gün, bizim çocuklar imtihana
giderken, benim ilçemin yakınında dolmuş kaza yaptı; dolmuştaki 19 öğrenciden
3'ü ve 1 de öğretmen öldü. Benim ilçemde hastane var; ama, hastanede bir tansiyon
aleti bile yok, doktor yok; böyle bir hastane olur mu! Benim ilimde doktor yok
arkadaşlar! ABBAS BOZYEL (Iğdır) -
Var!.. Var!.. KAMER GENÇ (Devamla) -
Varsa, getirir ispatlarsınız burada. Bakın, ondan sonra, o
çocuklar... (MHP sıralarından gürültüler) Ya müdahale etmeyin
arkadaşlar... O gençlerimiz Elazığ'a
kaldırıldı; belki, Tunceli'de tedavi edilebilseydi, o ölümler olmazdı. Şimdi, bizim Tunceli'de
önemli bir yol ağı var; Karadeniz'i güneye bağlayan bir Pülümür yolu var,
Pertek'ten geçiyor. Bu Pertek Köprüsü, çok önemli bir köprüdür. Pülümür
Dağındaki o yol... Erzurum'a, Erzincan'a giderken, Mutu Köprüsünden
geçiyorsunuz; toz toprak; kışın kamyonlar geçmiyor. Kaç defa söyledik;
Karayolları Bölge Müdürüne söyledik; diyor ki: "Bana 500 milyar lira versinler,
ben bunu yapacağım." Verilmiyor bir şey. Bakın, geçen günkü trafik
kazası da, karayolları çukur halinde olduğu için oldu. Sayın Karayolları Bölge
Müdürü çalışan bir arkadaşımız; ama, maalesef, ödenek verilmiyor, oraya doğru
dürüst hizmet gitmiyor, Köy Hizmetlerinin araçlarına akaryakıt bulunamıyor.
Böyle bir şey olur mu?! (MHP sıralarından gürültüler) Sayın Başkan, bu
arkadaşlar niye müdahale ediyorlar, ben anlamıyorum ki... BAŞKAN - Sayın Genç, siz
Genel Kurula hitap ediniz. KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim,
ben ediyorum; ama, araya da girmesinler. BAŞKAN - Soru da sormayın
arkadaşlara, cevap verirler. KAMER GENÇ (Devamla) - O
kadar haksız uygulamalar var ki...
Bizim Pertek'te bir iplik fabrikası vardı. İplik fabrikasını Isparta'ya
taşıdılar. Oradaki işçilerin 52'si hâlâ boşta. Yüksek Planlama Kurulu bir karar
vermiş, demiş ki: "Bu işçileri biz Tunceli'deki kamu kurumlarına
yerleştireceğiz." Ama, oradaki Genel Müdür hemen talimat vermiş:
"Bunların görevine son veriyorum." Diyorum ki: Kardeşim, Yüksek Planlama
Kurulunun kararı var, Başbakanın imzası var, şu kadar bakanın imzası var, peki
bu hükümet yok mu ortada?! Arkasından Sayın Hüsamettin Özkan'a gittik, Sayın
Sanayi Bakanımıza gittik, "çare bulacağız" diyorlar; ama, öte
taraftan da bu insanlara zorla tebliğ ediyor, ayırıyor. Yani, böyle bölgelerde
hukuk tatbik edilmiyor ve insanların hukukî hiçbir hakkına saygı duyulmuyor.
Dolayısıyla, biz de bunları ileteceğimiz arkadaşlar bulamıyoruz. Değerli arkadaşlarım,
bakın, ben Meclis Başkanvekiliyim, maalesef, birtakım bakanlarınıza defalarca
telefon ediyoruz, telefonlarımıza çıkmıyorlar. Böyle bir şey olur mu?! Böyle
bir şey olur mu?! Ben Başkanvekili de olmasam... İlimizde çok ciddî
sıkıntılar var. Rica ediyorum... Bakın, hükümetten rica ediyorum; artık, bölgeciliği
bırakalım. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir Tunceli İli var; bu
Tunceli İline de yeterli hizmeti götürelim. Karayolları olsun, Köy Hizmetleri
olsun, su olsun... Bakın, 2 tane önemli
sulama projemiz var; birisi, Mazgirt-Akpazar'da, birisi Çemişkezek'te. Beş sene
önce bunların projeleri yapıldı, hâlâ bir kuruş para verilmedi; yani, bunlara
verilecek para da 12 - 13 trilyon lira para; ama, bunun karşılığında da büyük
bir yatırım olacak, o bölgede köylüler en azından üretim yapacak; şekerpancarı
ekecek, buğday ekecek ve geçimlerini sağlayacaklar. Değerli milletvekilleri,
Tunceli İli Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde bir il değil midir? Maalesef, bu
hükümet Tunceli İline bir kuruş yatırım yapmamıştır. Bir tek, eskiden, Sayın
Tansu Çiller zamanında bir barajın temeli atılmıştır, onun dışında bir yatırım
yok. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Siz yaptıysanız bir şey
söyleyin arkadaşlar, bir tane yatırım söyleyin!.. Rica ediyorum!.. Sağlık hizmetleri en
mahrumiyet bölgesinde... (MHP ve DSP sıralarından gürültüler) Ben anlamıyorum ki!.. Ben
anlayan insanlara göre konuşuyorum; ama siz... (DSP ve MHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN - Arkadaşlar,
sayın hatip sözlerini bitirecek; lütfen!.. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla) -
Efendim, şimdi, Bekir Bey, tabiî ki, iktidar partisi milletvekili. Elbette ki
iktidar partisi milletvekili kendisine göre konuşur; ama... (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, sayın hatip son sözlerini söyleyecek... KAMER GENÇ (Devamla) -
Efendim, lütfen, bize de herkese tanıdığınız hakkı tanıyın. Sayın Başkan, yıllarca
terör altında ezilmiş bir halkın ıstıraplarını duyarak burada o insanların
acılarını, ıstıraplarını, maruz kaldıkları keyfî uygulamaları dile getirmek
benim parlamenterlik görevimin gereğidir. Yani, burada da bu süreyi lütfen bize
kullandırın ve maalesef her cümlemizde de bir sataşma oluyor ve bizdeki
insicamı da bozuyorlar. Yani, değerli
milletvekilleri, artık Tunceli'ye yeniden dönüş konusunda bu hükümetin gerekli
tedbiri alması lazımdır. Bugün, Ankara'da, İstanbul'da, Türkiye'nin her
tarafında Tuncelililer var; ama, orada çok güzel arazilerimiz var. Munzur
Dağlarının altında çok güzel turistik alanlar var. Hiç olmazsa yollarımızı
yapalım, buralarda yaşam koşullarını iyileştirecek belirli bir ortam yaratalım
ve bu insanlar köylerine dönsün. Artık büyük şehirlerde yaşamanın şartları çok
zor. O bakımdan, rica ediyoruz, özellikle hükümetten, bölgeye, halkı anlayan,
halkla özdeşleşen yöneticiler göndersinler. BAŞKAN - Sayın Genç, size
teşekkür edebilir miyim? KAMER GENÇ (Devamla) -
Bir dakika, son cümleyi söyleyeyim de... BAŞKAN - Peki, son
cümlenizi alayım. KAMER GENÇ (Devamla) -
Biraz önce bir iki arkadaşımız, olağanüstü hali kaldıran güvenlik kuvvetlerine,
Başbakana, Millî Güvenlik Kuruluna teşekkür ettiler. Teşekkür ederiz, tamam,
kabul ediyorum da, aslında, teşekkür edilmesi gereken halktır. Halkın
desteklemediği bir hareket hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Doğu ve güneydoğuda
eğer terör sona ermişse, o bölge halkının özverili mücadelesinden
kaynaklanmıştır ve burada, doğu ve güneydoğu halkına özellikle de teşekkür
etmek istiyorum; o bölgede, en anormal şartlarda, terörün bitmesi için canını
dişine takarak mücadele vermiştir. Bir de, şunu, son cümle
olarak söylüyorum: Artık, bu bölgede itirafçılar yakalanıyor "efendim, ben
on sene önce şu adamın, gittim, evinden ekmek aldım" diyor, yüzlerce insan
tutuklanıyor. Daha, onbeş gün önce, Ovacık'ta, 15 kişiyi içeriye aldılar. Rica
ediyorum, bu uygulamaları da artık bıraksınlar; yani, bu terör bittiğine göre,
geçmişe bir sünger çekelim. Saygılar sunuyorum
efendim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Peki, biz de
size çok teşekkür ediyoruz Sayın Genç. Sayın Güven, ben kendim
okuduktan sonra, Divan üyesi arkadaşlarıma da gösterdim; Sayın Bekir
Gündoğan'ın konuşmasında, Sayın Çiller'e yönelik bir sataşma tespit edemedim.
Öyle bir niyet olsaydı söylerdim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, kendisinin de itirafı var yani... "Terör ya bitecek ya
bitecek dedi; ama, terörü azdırdı" diyor. İsmen söylüyor efendim. Bu
memlekette terörü bitirenler bellidir. BAŞKAN - Efendim,
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, Başbakanlık
tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım... MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - İsim söylendi Başkan... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, ismen söylüyor efendim; demek ki zabıtlara geçmiyor. "Terör
ya bitecek ya bitecek, terörü azdırdı" diyor... Terörü azdırdığını ifade
ediyor. BAŞKAN - Öyle bir niyet olsaydı... Burada,
inceleteceğimi söyledim, incelettim Sayın Güven... TURHAN GÜVEN (İçel) - Bu
memlekette terörü bitirenler meydandadır. Bu millî bir meseledir; ama, terör taraftarı olduğunu ifade eden insanları
da burada kınamak lazım. BAŞKAN - Hayır, öyle bir
niyeti görmedim. Yazılı metne de baktım. "Olduğunu hissedersem,
konuşmanıza izin veririm" dedim; ama, yok. Onu da ben düzeltmiş oldum. TURHAN GÜVEN (İçel) - O
zaman, bir kez daha lütfen dikkatli okuyun da, ondan sonraki gündemdışında da
gereğini yapalım. Bu memlekette binlerce insan şehit olmuştur. Terörü
azdıranlar bilinsin... BAŞKAN - Tezkereyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 30 Mart 2002 günü saat
17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı Kararı ile onaylanmış bulunan
olağanüstü halin; 1- Hakkâri ve Tunceli
İllerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasının, 2- Diyarbakır ve Şırnak
İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre
ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet
Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını
saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ediyorum. Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 20 Haziran 2002 Perşembe günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.26 |
|