Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 92       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

90 ıncı Birleşim

23 . 4 . 2002 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 82 nci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

IV. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara İlinde tarımsal sulamada elektrik kullanımına ve köy yollarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/6492)

2. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, KİT'lerdeki işçi ve sözleşmeli personele ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/6603)

3. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, kamudaki işçi ve sözleşmeli personele ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/6604)

4. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, Hazinenin bazı petrol firmalarına kur farkından dolayı fazla ödeme yaptığı iddiasına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/6667)

5. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bir ödül töreninde yaşandığı iddia edilen başörtüsü müdahalesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/6668)

6. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Ankara ve İlçelerindeki korunmaya muhtaç çocuklara verilen hizmetlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı (7/6728)

7. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Ankara ve İlçelerindeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/6733)

8. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, adliyelerde barolara tahsis edilen yerler için ücret talep edildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/6750)

9. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, turizm seyahat şirketlerine ve hac organizasyonlarına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6752)

10. – Kayseri Milletvekili Abdullah Gül'ün, Çevre Denetimi Yönetmeliğine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/6779)

11. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, ekonomik krizin sosyal etkilerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı (7/6814)

12. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in ÇAYKUR işçilerinin ücretlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/6820)

13. – Sivas Milletvekili Abdullatif Şener'in, MTA Bölge Müdürlüklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/6846)

14. – Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün'ün, siyasi parti toplantılarına kapalı spor salonlarının tahsisine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı (7/6876)

15. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, Çankaya Belediyesi sınırları içinde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünce kaçak yapıldığı iddia edilen bir binaya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı (7/6885)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 23 Nisan 2002 Salı günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 14.38’de son verildi.

Yüksel Yalova

Başkanvekili

 

Mehmet Batuk

Cahit Savaş Yazıcı

 

Kocaeli

İstanbul

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

Sebahattin Karakelle

Erzincan

Kâtip Üye

 

                                                    II. – GELEN KÂĞITLAR                                      No. : 125

19.4.2002 CUMA

Tasarı

1. – 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/972) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2002)

Teklifler

1. – Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli'nin; Afyon İline Bağlı Tatarlı Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/945) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.4.2002)

2. – İstanbul Milletvekili Tahir Köse'nin; Menkul Kıymetler Borsaları Hakkında 91 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/946) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.4.2002)

3. – İzmir Milletvekili Mehmet Çümen'in; Türkiye Diyetisyenler Kanunu Teklifi (2/947) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.4.2002)

Tezkereler

1. – Karabük Milletvekili İlhami Yılmaz'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1050) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2002)

2. – Karabük Milletvekili İlhami Yılmaz'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1051) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2002)

3. – İzmir Milletvekili Yıldırım Ulupınar'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1052) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi :  19.4.2002)

Sözlü Soru Önergesi

1. – Niğde Milletvekili Mükerrem Levent'in, Futbol Federasyonu Başkanı ve hakemler hakkındaki iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) sözlü soru önergesi (6/1814) (Başkanlığa geliş tarihi :16.4.2002)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Denizli Milletvekili Mustafa Kemal Aykurt'un, BOTAŞ Genel Müdürlüğünün bir proje  için  yeni  personel aldığı iddiasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7025) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

2. – Denizli Milletvekili Mustafa Kemal Aykurt'un, gaz ithal edilen ülkelere belli miktarda alım gerçekleşmediği takdirde ödenecek tazminata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7026) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

3. – Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, futbol liginde yaşanan olaylarla ilgili basında çıkan haberlere ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/7027) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

4. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan'ın, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünce Çankaya Belediyesi sınırları içinde kaçak yapıldığı iddia edilen yapının yıkımının engellenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7028) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

5. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan'ın, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünce Çankaya Belediyesi sınırları içinde kaçak yapı inşa edildiği ve yıkımının engellendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/7029) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

6. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, hastanelerdeki MR cihazı ihtiyacına ve yapılan sevklere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7030) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

7. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Erzurum Havaalanı inşaatında kullanılan dolgu malzemesinin ne kadarının Gelinkaya Ocağından alındığına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7031) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

8. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Diyarbakır-Dicle ve Ergani ilçelerinde yapılan istimlakın bedellerinin ne zaman ödeneceğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/7032) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

9. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, memur emekli aylıklarının ödeme dönemlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/7033) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

10. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Batman Yolveren Köyünde bulunan patlayıcı maddenin ölüme sebebiyet vermesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7034) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.2002)

11. – İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun, BDDK tarafından el konulan Egebank'ın sanıklarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7035) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.2002)

12. – Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, Bursa camilerindeki imam ve müezzin kadrolarına ilişkin Devlet Bakanından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/7036) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.2002)

13. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, kamu bankalarının döviz kredisi alacaklarını tahsilde uygulanacak kura ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7037) (Başkanlığa geliş tarihi :17.4.2002)

14. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Batman-Kozluk Belediyesinde işten çıkarılan işçilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7038) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.2002)

15. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, boşalan köylere geri dönüşte yaşanan sorunlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7039) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.2002)

16. – İstanbul Milletvekili Mehmet Gül'ün, şartla salıverilme düzenlemesinden yararlanan bazı şahıslara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7040) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.2002)

17. – Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan'ın, TBMM'de özürlü ve hükümlü istihdamına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/7041) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.4.2002)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

23 Nisan 2002 Salı

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşimini açıyorum.

Şimdi, İstiklal Marşı.

(İstiklal Marşı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 11.4.2002 tarihli 86 ncı Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kuruluşunun 82 nci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere geçiyoruz.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 82 nci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi cumhuriyetimizin ve çağdaş Türk Devletinin temel dayanağıdır. Ulusal egemenlik, milletimizin bölünmez iradesidir. Ulusumuzun kendine ait olan bu hakkını doğrudan doğruya kullanmaya başlamasının, bugün, 82 nci yılının mutluluğunu yaşıyoruz. Ulusumuzun ve çocuklarımızın bu büyük bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Biraz sonra da, demokrasilerin vazgeçilmezlerinden, Yüce Mecliste temsil edilen siyasal partilerimizin sayın liderleri söz alacaklar, kutlu gün dolayısıyla konuşacaklar.

Değerli arkadaşlarım, Birinci Dünya Savaşının ağır yenilgisinden sonra, Trakya ve Anadolu'nun parçalanmaya başlanması, emperyalistlerin Osmanlı Devletini acze düşürme planlarındaki gelişmeler, binlerce yıl özgür ve bağımsız yaşayan Türk Ulusunu silkinişe yöneltmiş, böylece ulusal egemenliğe geçiş, kimi başka ülkelerde görülen büyük ve kapsamlı ihtilal hareketlerine de gerek kalmadan gerçekleştirilmiştir. Böylesine kolay geçişi bir titiz bilim adamı ve öğretici kimliğiyle halka anlatan ve gerçekleştiren Eşsiz Önder Atatürk ve öteki emekleri geçenlerle ne kadar övünsek azdır.

Geçen yıl huzurunuzda yaptığım konuşmada, Osmanlı Devletini kurtarmak için 19 uncu Yüzyılda başlayan yenileşme çabalarına değinmiştim. Bu çabalar arasında, hukuk devletinin kurulması için yapılan ve 1839 Tanzimat Fermanının ilanıyla başlayan olumlu gelişmelerin varlığından da söz etmiştim. Gerçekten, tanzimat ve ardından meşrutiyet dönemleri açılmasaydı, ulus egemenliği ilkesine geçişimiz bir tarih süreci içine tam olarak yerleşemeyebilirdi; ancak, tanzimatla başlayan bu olumlu hareketin bazı önemli sakıncalar da getirdiğini belirtmek istiyorum. Tanzimatla birlikte verilen ödünler, Osmanlı İmparatorluğunun ilkönce ekonomik, sonra da hukuksal bağımsızlığını gölgelemişti. O zamanki adıyla "düveli muazzama" denilen büyük devletlerin dümensuyundan gitmek, tanzimat ve meşrutiyet dönemlerinin devlet adamları tarafından bir marifet gibi -maalesef- görülür olmuştu. Kendi anlayış ve inançlarına göre, kimi yüksek bürokratlar İngilizci, kimileri Fransızcı, hatta Mahmut Nedim Paşa gibileri Rusçu olmuşlardı; 19 uncu Yüzyılın sonlarında bu kervana Almanya da katılmıştı. Hükümet, esen diplomatik rüzgârlara göre, kimi zaman İngilizci, kimi zaman da, örneğin, Almancı bir bürokrata teslim ediliyor ve koca imparatorluk, bu rüzgârların etkisiyle denetimdışı kalmış bir gemi gibi yalpalayıp, çöküşe doğru sürükleniyordu. II. Abdülhamit'in kendi Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşanın ve pek çok diğer önemli aydının yazdığı gibi, dış güçler, kabul edilemez isteklerini bile, uykudaki padişahı gece uyandırarak bildirecek kadar ileri gidebilir olmuşlardı. Görevini yapan ve koruduğu kışlaya zorla girmek isteyen bir Rus konsolosunu vuran er, Rusya'nın isteği üzerine idam ediliyor, her büyük devlet büyükelçisi, dilediğini yaptırmak için, aynı zamanda bütün Müslümanların halifesi sıfatını da taşıyan Osmanlı padişahını sürekli zorlama cüreti içinde olabiliyordu. Kimileri, bunları belki ufak olaylar sayabilir; ama, büyük devletlerin Rumeli ve Anadolu'da çıkardıkları ayaklanmalar ve bunların suçlusu olarak da Osmanlı Devletini gösterip, sürekli hesap sormaları, o günlerin çok daha acı bir gerçeğiydi.

Bu arada, Düyunu Umumiye yönetimiyle malî bağımsızlığımızın yok olduğunu, yabancıları, yasalarımıza aykırı davrandıkları halde, yargılayamadığımızı belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Atatürk, Nutuk'ta "tam bağımsızlık bizim üstlendiğimiz görevin özüdür. Bu görev, bütün ulusa ve tarihe karşı üstlenilmiştir" dedikten sonra; o günlerde, bağımsızlıktan ödünler verildiğinden yakınmış ve şimdiye kadar Türkiye'yi uygar dünya karşısında kusurlu gösteren neler akla geliyorsa, hep bu bağımsızlıktan verilen ödünlerden kaynaklandığına da dikkat çekmiş "ayrıca, bütün dünyanın bilmesi lazımdır ki, Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti, her uygar ulus ve hükümet gibi, varlığının, özgürlük ve bağımsızlığının tanınması isteğinde kesinlikle ısrarlıdır, bütün davası da bundan ibarettir; biz, cenge düşkün değiliz, barış isteriz" demişti.

Aziz arkadaşlar, Büyük Önderin de çok kez belirttiği gibi, uygar olmak, çağdaşlaşmak, işte bütün amacımız budur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, iç ve dışbarışı 82 yıl boyunca ustaca sağladı; bundan sonra da, değişen dünya koşullarını göz önünde tutarak, uygar uluslar arasındaki yerini, hak ve adalet ölçüleri içerisinde almayı mutlaka bilecektir.

Yüce Meclisimiz, Türk Ulusunun yüksek çıkarları için her türlü özveride bulunur ve bunu yaparken, 23 Nisan 1920 gününe egemen olan görüş ve anlayışlardan asla sapmaz.

Büyük bayramımız, bütün ulusumuza, hepimize kutlu olsun. Bizlere bu güzel günleri yaşatan, başta Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ulus egemenliği ilkesinin yerleşip gelişmesine, canıyla, ruhuyla, kanıyla hizmet etmiş bütün büyüklerimizi rahmet ve saygı dolu duygularımla anıyorum. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına ve Mecliste üyesi bulunan siyasî partinin genel başkanına 10 dakika süreyle söz vereceğim.

Söz sırasını okuyorum :

Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Arınç, Saadet Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan, Toplumcu Demokratik Parti Genel Başkanı Sayın Sema Pişkinsüt.

İlk söz, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit'indir.

Buyurun Sayın Ecevit. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Söz süreniz 10 dakikadır.

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı aziz yurttaşlarımıza, sevgili çocuklarımıza ve Kıbrıslı kardeşlerimize hayırlı olsun.

Ulusal egemenliğimizin kaynağı ve temel kurumu, 23 Nisan 1920'de Kurtuluş Savaşımız sürerken göreve başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Savaşlar, genellikle, demokratik hak ve özgürlüklerin kısılmasına neden olur. Atatürk'ün en büyük eseri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, daha Kurtuluş Savaşı sürerken, demokrasinin ve cumhuriyetin temellerini atmıştır. Bir yandan cephede savaşılırken, bir yandan da Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında en duyarlı kararlar özgürce tartışılmıştır. Bu niteliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi, demokrasi yolunda, birçok başka ülkelere örnek olmuştur ve yol göstermiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir özelliği de, bir yandan en ağır koşullar altında Kurtuluş Savaşını sürdürürken, bir yandan da çocuklarımızı geleceğe hazırlamış olmasıdır. Savaş sırasında, 10 Haziran 1921'de, Atatürk'ün isteğiyle, Himaye-i Etfal adı altında Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştur. Bu kurumun amacı, savaşa katılan yurttaşlarımızın çocuklarının bakımını ve eğitimini sağlamaktı. Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından, 1926 yılında da, yetim çocukların maddî olanaklarını değerlendirmek üzere Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında, hatta, savaş daha sürerken, çocukların sorunlarına somut çözümler getirilmesi, herhalde, tarihte örneği pek görülmemiş bir davranıştır.

Devletimizin çocuklara ve eğitime ilgisi sürekli artmıştır. Devletimizin bu uğraşına, yurttaşlarımızın cömertçe katkıları da eklenmiştir. Özellikle, 1997 yılının ortalarında uygulanmaya başlanan eğitim reformu büyük ivme kazanmıştır. O arada, eğitimden yararlanan kız çocuklarının sayısı da hızla artmaya başlamıştır. Öyle ki, 1997-1998 öğretim yılında, kız çocuklar için okullaşma oranı yüzde 81,9'u bulmuştur. 2001-2002 öğretim yılında ise, kız öğrenciler için okullaşma oranı yüzde 93,1 oranına erişmiştir. İlköğretimin altı ve sekizinci sınıflarındaki kız çocuğu sayısı, 1997-2001 döneminde yaklaşık yüzde 52 oranında artmıştır.

Son beş yılda 106 672 yeni derslik yapılmıştır. Hükümetimiz döneminde yatılı ilköğretime büyük önem verilmiştir. Öyle ki, 1996-1997 döneminde 174 yatılı ilköğretim okulu varken, 2001-2002 döneminde bu sayı 524'e yükselmiştir. Bunların yaklaşık yarısı yatılı ilköğretim bölge okulu, yarısı da pansiyonlu ilköğretim okuludur. Bu okulların yatılı öğrenci sayısı 157 506'dır.

57 nci hükümet döneminde okulöncesi eğitime de özen gösterilmeye başlanmıştır. 1997-1998 öğretim yılında 182 533 çocuk okulöncesi eğitimden yararlanırken, 2001-2002 öğretim yılında bu sayı 289 118'e ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlarım, çağımız, bilgi ve teknoloji çağıdır. Onun için, artık, sadece kitapla veya sadece kâğıt-kalemle eğitim yeterli olmuyor; aynı zamanda, çağdaş iletişim teknolojisini de geliştirmek gerekiyor.

1997'de başlattığımız yeni ekonomik reformun önemli bir öğesi, çağdaş iletişim teknolojisini, çağdaş bilgi teknolojisini bütün okullara, o arada köy çocuklarına kadar yaygınlaştırmaktır. Tabiî, bu, bir kaynak sorunudur. Henüz, bütün okullarımız ve çocuklarımız bu olanaktan yararlanamıyor; fakat, şimdiden 3 188 bilgi teknolojisi sınıfı kurulmuştur ve bu okullarda 2 200 000 ilköğretim öğrencisine iletişim ve eğitim teknolojisinden yararlanma olanağı sağlanmıştır. Yeni kurulacak bilgi teknolojisi sınıflarının da devreye girmesiyle, yaklaşık 5 000 000 ilköğretim öğrencisinin iletişim ve eğitim teknolojisinden yararlanmaları sağlanacaktır; köykentlerin yaygınlaşmasıyla birlikte köylü çocuklarımızın büyük çoğunluğu da bu olanaktan yararlanacaktır. Nitekim, Mesudiye'de kurulan ve 9 köyün çocuklarına birden hizmet veren köykentte, şimdiden bu olanak sağlanmıştır. Önümüzdeki yaz aylarında köykentler hızla yaygınlaşacaktır ve çağdaş eğitim teknolojisinden yararlanan köy çocuklarının sayısı büyük ölçüde artacaktır.

Aynı zamanda, meslekî ve teknik ortaöğretime büyük önem veriyoruz. Bu okulları bitiren öğrenciler, bitirdikleri programın devamı niteliğindeki meslek yüksekokullarına sınavsız girebileceklerdir. Bu olanaktan yararlanmak için 730 203 öğrenci şimdiden başvurmuştur. Meslek yüksekokullarını başarıyla bitiren öğrenciler, kendi alanlarındaki lisans programlarına dikey geçiş yapabileceklerdir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, özürlü çocukların bakımına ve çalışma olanaklarına katkıda bulunmaktadır. Bu ders yılında, ayrıca, 1 050 000 dargelirli aile çocuğuna, kitap, kırtasiye ve önlük yardımı yapılmıştır.

Sokakta yaşayan veya çalışan çocuklar sorununa da hükümetimiz büyük önem vermektedir. Bu çocukları topluma ve sağlıklı bir yaşama kavuşturmak için kurulan merkezlerin sayısı da gitgide artmaktadır. 1997'den beri, 14 000'e yakın çocuğumuz Çocuk Esirgeme Kurumunun sağladığı bu olanaktan yararlanmaktadır. Aynı zamanda, Emniyet Genel Müdürlüğü de, 26 ilde çocuk bakım ünitesi kurmuştur.

Öte yandan, kırsal kesimde, taşımalı eğitimden yararlanan 630 000 çocuğa, her gün, öğle yemeği verilmektedir. Çocuklarda süt içme alışkanlığını yerleştirmek amacıyla, Çocuk Esirgeme Kurumu, başlangıç olarak 4 ilimizde ilköğretim çocuklarına okul sütü projesini uygulamaya başlamıştır.

Sosyal devletin başta gelen görevi, tüm çocuklara sağlıklı bir yaşam sunmaktadır. Sözlerimin başında belirttiğim gibi, Atatürk'ün önderliğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu ardından, daha 1920'li yıllarda, Türkiye Cumhuriyeti bu görevi yerine getirmeye başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü hızlı ve verimli bir çalışma yapıyor. Çoğu kez, gecenin geç saatlerinde bile Meclis Televizyonunu açan yurttaşlarımız, Meclisimizi görev başında görüyorlar. Meclis çalışmaları bu tempoyla sürerse, inanıyorum ki, Türkiye'nin sorunları kısa sürede, büyük ölçüde çözülecektir ve Türkiyemiz dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alacaktır, çocuklarımız da geleceğe daha sağlıklı bir ortamda hazırlanacaklardır.

Yüce Meclisimize saygılar, sevgili çocuklarımıza başarılar, sevgiler sunarım. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ecevit, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi  Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nindir.

Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, Yüksek Heyetinizi, temsilcisi olmakla iftihar ettiğimiz Yüce Milletimizi, varlığımızı ve çabalarımızı adadığımız sevgili çocuklarımızı, Partim ve şahsım adına en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Bugün, muhteşem bir zafere imza atarak yeni bir tarih yazan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci yaşını kutluyoruz. Yine, millî devletimizin Ankara'da inşa edilişinin ilk büyük adımını ifade eden Yüce Meclisin kuruluşunun 82 nci yıldönümünü idrak ediyoruz.

Bugün, ilk önce, bu kutsal vatanı kurtarıp, bizlere emanet eden şehit ve gazilerimizin yavrularının milletimizin hissiyatına ve şefkatine bırakılışını sembolize eden, daha sonra bütün dünya çocuklarının ortak bayramına dönüşen 23 Nisanı kutluyoruz.

Böylesine güzel bir günü kutlarken, bu yıl biraz buruk olduğumuzu ifade etmeden geçmek mümkün değildir. Filistin'de, Afganistan'da ve dünyanın dört bir tarafında, bazen terörün, bazen yoksulluğun, bazen de uyuşturucu şebekelerinin ve sapkın eğilimlerin kurbanı olan çocukların varlığı, bütün insanlığın yakın ilgisini beklemektedir.

23 Nisanın bu açıdan bir vesile teşkil etmesini, başta UNICEF olmak üzere, bütün ilgili uluslararası kuruluşların daha aktif faaliyet içinde bulunmasını diliyor ve bekliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her kavramın, her kelimenin belirli bir anlamı vardır; ama, bazıları, diğerlerine göre daha fazla duygu ve tarih yüklüdür. Şüphesiz, Türk Milletinin millî hafızasında ve kelime hazinesinde, millî egemenliğin ayrı bir yeri ve önemi vardır; çünkü, millî egemenlik, sadece belirli bir siyasî ilkeyi işaret edip, bir yönetim biçiminin ayırt edici vasfını ifade etmez. Aynı zamanda Türk Milletinin Anadolu'da da yeniden şahlanışının, İstiklal Savaşımızın anahtar sözcüklerinden biridir. Sözün kısası, millî egemenliğin bizim tarihimizdeki ve toplumsal bilinçaltımızdaki karşılığı, millî direniştir, bağımsızlıktır, demokrasidir.

Bilindiği üzere, 19 uncu Yüzyıl, bir yönüyle klasik emperyalizmin altın çağını yaşadığı bir zaman dilimini işaret eder. Şark meselesinin çözümünü, Anadolu'yu işgal ederek, Türk Milletinin tarih sahnesinden silinmesi olarak algılayanlar, planlarını uygulamaya koymuşlardır. Ancak, karşılarında milletimizin, Gazi Mustafa Kemal'in komutasında şekillenen çelik gibi bir iradesini ve direncini bulmuşlardır. Millî mücadelemiz bunun için sadece Anadolu topraklarının işgalcilerden temizlenmesini değil, sömürgeciliğe karşı bir meydan okumayı da ifade etmektedir.

Gerek zorlu bir dönemde başarıya ulaşılmasında gerek İstiklal Savaşının evrensel sonuçlar doğurmasında, Meclisin, 23 Nisan 1920 tarihinde, işgal şartlarının ağırlığının hissedildiği bir dönemde teşekkül etmesinin rolü çok büyüktür.

Geçen yüzyılın başında ortaya konan örnek davranışlar ve kararlılık, hiç şüphe yok ki, günümüz açısından da çok yönlü bir öneme ve değere sahiptir.

Millî mücadele azmi ve metodu, bugün hem ülke ve millet olarak hem de insanlık olarak karşı karşıya bulunduğumuz sorunların aşılmasında emsalsiz bir örnek, tükenmez bir ilham kaynağı oluşturmaktadır. Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki, böyle bir örneği küçümsemek gibi, ilham kaynağı olma vasfını yok etmeye çalışmak da her zaman beyhude bir çaba olarak kalacaktır. Ülke ve millet olarak, yaşadığımız zorlukları fırsat bilen bazı iç ve dış çevrelerin unutmaması gereken ilk gerçek budur. Bilinmelidir ki, 23 Nisanın tarihî manası ve mesajları, Türkiye üzerinde hesapları olanlardan daha çok, bizler için önemli ve önceliklidir. Tarihimizin boşa yaşanmamış bir tecrübe birikimi olması, bizim ondan çıkardığımız olumlu derslere ve geleceğe uzanabilme irademize ve yeteneğimize bağlıdır. Aksi takdirde, tarih, ne güçlü bir ilham kaynağı ne de geleceğe ışık tutan güçlü bir ayna olabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi, tarihî ve ulvî bir mekânı, sadece milletimiz adına ve belirli bir süre için paylaşan bizlerin, bu anlayışın zihinlerimizdeki tazeliğini sürekli korumakla mükellef olduğumuz açıktır. Çünkü, böyle bir zemin üzerinde ve manevî iklimde, vatanımız ve milletimiz için var olmanın ve hizmet etmenin paha biçilmez bir şerefi ve değeri vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, yeni yüzyılın başında ve hatta yeni bir çağın içinde bulunmamıza rağmen, yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın temel sorunları, geçen yüzyılın başındakilerden tamamen farklılaşmış değildir. Teknolojik, ekonomik gelişmelerin, ilişkilerimizde ve tüketim alışkanlıklarında bir dizi değişikliği beraberinde getirdiği, devletler ve milletlerarası etkileşimi hızlandırdığı, bir gerçektir; fakat, insanoğlunun karşı karşıya bulunduğu sorunların doğasının değişmediği de bir o kadar gerçektir. Zaman, mekân ve mesafe algılamalarında ortaya çıkan farklılaşma, sorunların ve gelişmelerin de aynı ölçüde paylaşılmasını ve hissedilmesini beraberinde getirmektedir. Özellikle, merkezinde yer aldığımız coğrafya, iştah kabartmaya ve ilgi odağı olmaya devam etmekte, diğer yandan, bu alanlara yenileri eklenmektedir. Gerçekten de, iç ve dış sorun ve gelişmelerin iç içe geçme sürecindeki yoğunlaşmaya da işaret eden yeni dönemde, geleneksel duyarlılıklarımıza ve bilinen sorunlarımıza yenilerinin eklenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Önce Bosna-Hersek ve Kosova, daha sonra Afganistan ve Ortadoğu sorunları karşısında, ister istemez aldığımız konum, bu durumun en yeni ve çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır. Diğer sıcak çatışma ve gerilim bölgelerini, istikrarsızlıklarını, yoksulluğun yaygınlığını, terörizmin etkinlik kapasitesinin genişlemesini, etnik ve dinî uyuşmazlıklar ve çatışmalar ile acımasız ekonomik rekabet ortamını göz önüne aldığımızda, bütün insanlığı ve tabiî, Türkiyemizi, çok zorlu ve sorunlu bir dünyanın beklediği ortaya çıkmaktadır.

İşte, bunun için, ülke sorunlarını süratle çözmek, daha donanımlı ve eğitimli nesiller yetiştirmek, siyasî uzlaşma ve dayanışma yöntemlerini önemsemek çok gerekli hale gelmektedir. Ancak, buna rağmen, Türkiyemizin, hem siyasî hem de entelektüel zeminlerinde, daha hâlâ temel politika ve hedeflerde bile asgarî uzlaşma sıkıntısı çekiyor olmamız, bir yandan sıkıntılarımızı artırmakta, diğer yandan da zamanın akışına yetişme hızımızı düşürmektedir.

Küreselleşme sürecinin, günlük hayatımızın her anından uluslararası ilişkilerin her boyutuna kadar etkisini hissettirdiği bir dönemde, millî ve küresel ölçekli bakış açıları ve çözüm önerileri geliştirmemiz giderek daha çok ihtiyaç haline gelmektedir.

Bilgi ve teknoloji üretimi ve kullanımının stratejik bir faktör haline geldiği bir çağda, gerek siyasî partiler gerekse ülke ve devlet olarak çok daha hazırlıklı ve donanımlı olmamız gerektiği açıktır. Özellikle şu üç aslî faktörün böyle bir millî duyarlılığı ve atılımı zorlaştırdığını, dolayısıyla, geciktirdiğini ifade etmek mümkündür: Birincisi, uzun yıllardır ülke gündemini sürekli meşgul eden ve millî enerjimizi tüketen temel ekonomik ve sosyal sorunların tam anlamıyla çözülememiş olmasıdır. İkincisi, uzlaşma ve rekabet arasındaki dengeyi, demokrasi ile düzen arasındaki ahengi bir türlü gözetemeyen, yine çözüm üretme yeteneğini geliştiremeyen siyaset etme pratiğimizin ve tartışma kültürümüzün olumsuz sonuçlarıdır. Üçüncüsü ise, yaşadığımız coğrafyanın siyasî, sosyal ve ekonomik açıdan ülkemize yüklediği maliyetlerin ve sorumlukların ağırlığıdır.

Takdir edileceği üzere, son yıllarda dünyada en çok tartışılan ve derin felsefî boyutlara da sahip bulunan konuların başında, küresel kutuplaşmayı da beraberinde getiren yoksulluk sorunu ile medeniyetler ve kültürler arası çatışma riski yer almaktadır. Bunlara, 11 Eylül trajedisinden sonra, güvenlik ve özgürlük tartışması da eklenmiş bulunmaktadır.

İnsanlığın bugün geldiği noktada, özgürlük ve güvenlik denklemiyle boğuşmak değil, hem özgürlüklerimizi hem de güvenliğimizi olabildiğince geliştirmek ve teminat altına almak gerekir. Aksi takdirde, yüzyıllardır tartışılan özgürlük ve eşitlik örneğinde olduğu gibi, sorunu çözmek ve aşmak bir türlü mümkün olmayacaktır.

İşte, ülkemizin jeopolitik ve jeokültürel konumu ile devraldığı tarihsel miras, istesek de istemesek de, bizi, millet ve devlet olarak, bütün bu sorunların ve tartışmaların tam merkezine oturtmaktadır. Türkiyemiz, böyle bir dünyada ve süreçte millî varlığının paramparça olmasının yolunu açacak etnik tuzaklara ve ayrılıkçılık tohumlarının yeşermesine karşı, her zamankinden daha fazla dikkatli olmak zorundadır. Unutulmamalı ki, etnik farklılıkların ve mahallî kültürlerin millet olma irademizin yerini alması hali, demokratik hukuk devletimizi geliştirme kararlılığımızın göstergeleri değil, sadece ayakbağları olabilir.

Dünyanın yaşadığı büyük siyasî tecrübeler bize göstermiştir ki, güçlü ve istikrarlı demokrasilerin, asgarî müştereklerini kaybetmiş ve atomize olmuş toplumlarda hayat bulması mümkün değildir; çünkü, güçlü ve istikrarlı demokrasiler, ancak, millî ve demokratik yurttaşlık kültürünü geliştirebilen ve asgarî müşterekleri üzerinde titizlenen ülkelerde yükselmektedir. Dünyayı ve insanlık tarihini bu manada yeniden keşfetmek için uğraşmanın ya da küresel dinamikleri eksik ve yanlış okumanın hiç kimseye bir yararı yoktur. Zaten, buna ayıracak zamanımız da, enerjimiz de yoktur.

Ülkemizi 1920 yılına getiren gelişmeler, 23 Nisanın uhdesinde barındırdığı değer ve mesajlar, yine 23 Nisan 1920 sonrasında yaşananlar, bizim açımızdan, sadece bayram günlerinde hatırlanacak tarihî anılardan ibaret değildir. Her şeyden önce, Türkiyemizin ve Türk Milletinin varlığının tesadüflerin eseri olmadığını, bizlere ve dünyaya haykırmaktadır.

Bütün bunlar, vatanımızın, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin emsalsiz kıymetini ve bedelini bizlere hatırlatan, kısaca, günümüze ve geleceğimize ışık tutan millî ve tarihî meşalelerimizdir. Bu meşaleler hiçbir zaman sönmeyecek, Aziz Milletimizin temsilcilerinin mekânı olan Yüce Meclis, bu ruh ve heyecanla Türkiyemizi daima ileriye taşıyacaktır; cumhuriyetimizin 100 üncü yıldönümünde her açıdan bir lider Türkiye'ye kavuşmuş olmak için, aynı azim ve heyecanla çalışmalarına devam edecektir. İşte, o zaman, şehitlerimize ve gazilerimize karşı olan sorumluluklarımızı, çocuklarımıza olan görevlerimizi tam manasıyla yerine getirmiş olacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta cumhuriyetimizin ve İstiklal Savaşımızın başmimarı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnet duygularımızla anıyor, Yüksek Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; DSP, ANAP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bahçeli, teşekkür ederim.

Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller'indir.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından alkışlar)

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımız, Kıbrıslı kardeşlerimiz, bu anlamlı günün gerçek sahipleri sevgili çocuklarımız, dünya barışının ve kardeşlik idealinin temsilcileri olarak ağırladığımız dünya çocukları; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyor, bayramınızı yürekten kutluyorum.

23 Nisan 1920'de muhteşem bir irade tecelli etti ve bu kutsal Meclisin çatısı altında, tarihin altın sayfalarına nakşedildi. Bu irade, Türk Milletinin onuruydu, Türk Milletinin bağımsız ve hür yaşama kararlılığıydı. Ulu Önder Atatürk, Türk Milletini milletin azim ve kararının kurtaracağını, parlak bir deha ürünü olarak söylemişti. Bu azim ve karar, bu Meclisin çatısı altında bir bağımsızlık savaşına başladı; başardı. Bu azim ve karar, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları, külleri arasından, taptaze, genç ve kuvvetli bir devletin doğuşuna öncülük etti ve başardı. Bu azim ve karar, modern ve güçlü bir milleti, çağdaş kurumları, çağdaş eğitimi, çağdaş ekonomiyi ve çağın zihniyetiyle kuşanmayı istedi ve başardı. Bu yüzden, 23 Nisan'da tecelli eden irade, göz kamaştırıcı, inanılmaz bir iradenin, azmin önsözüdür. Bu önsöz, azmettiği ve karar verdiği ve vaat ettiği soluksuz başarıları haber vermiştir.

Bu vesileyle, başta Ulu Önder Atatürk'ü, hür ve bağımsız yaşama ülküsü için canlarını veren aziz şehitlerimizi, bu kutsal çatı altında görev yapıp ebedî hayata intikal edenleri minnetle, rahmetle ve şükranla anıyor, manevî huzurlarında saygıyla eğiliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve çok sevgili çocuklar; tarih, bizim öğretmenimizdir. Yaşadığınız her problemde, karşılaştığınız birçok fırsatta, bu öğretmen, size çareyi, doğruyu gösterir. Tarih, bize şunu öğretiyor: Bu topraklarda bağımsız ve hür yaşamanın ağır bedelleri vardır. Yine, bu topraklarda, bu ağır bedelleri her an ödemeye hazır, büyük ve asil bir millet yaşamaktadır. Öyleyse, bu topraklarda siyaset yapanların, bu millet adına siyaset yapanların hata yapma lüksü yoktur; çünkü, bu topraklarda, hükmünü icra eden güçlü bir devlete ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan 1920'de, milletin azim ve kararı tecelli etti ve gereğini icra etti. Türk bayrağı, nazlı nazlı, misakımillî sınırları içinde dalgalanmaya başladı. Sonrasına bakın. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra, İzmir İktisat Kongresi toplandı. Hedef, ekonomik bağımsızlık savaşını başlatmaktı. Akıl dolu, öngörü dolu bir politikayla, dün savaş yaptığımız ülkelerle ikili anlaşmalar imzalandı. Muasır medeniyet seviyesi, cumhuriyetin ideali olarak ilan edildi. Bunların hiçbiri tesadüf değildi. Bu çabaların izini takip edip, bugün geldiğimiz yere bakınca, her birinin yüzde yüz haklı çıktığını görmek mümkündür. Bu çizilen ve haklılığı kanıtlanan rotalar bize göstermektedir ki, Türkiye, ekonomik olarak güçlü olmaya mahkûmdur; bunun yolu da, İzmir İktisat Kongresinde karara bağlandığı gibi, hür teşebbüsle mümkündür. Bugünün derin anlamı içinde, içinden geçtiğimiz ekonomik krizlerin siyasal anlamı üzerinde yeniden düşünmeliyiz. Ekonomisi zayıf, krizlerle boğuşan bir Türkiye, bölgesinde zayıf kalır, güvenliğini ve caydırıcılığını sağlayamaz. Ekonomik krizi, her şeyden önce, bir güvenlik sorunu olarak algılamak zorundayız; tıpkı, Atatürk'ün 1924'te tanımladığı gibi. Çıkış yolu da gösterilmiştir; serbest ve haklı rekabete dayalı pazar ekonomisi içinde bu güvenlik sorununu çözecek olan tek kesim, müteşebbislerdir. Şunu, genel bir uzlaşma içinde, herkesin kabul etmesi gerekir: Bugün, millî bağımsızlığımızı koruyacak ve sürdürecek cephenin en önünde görev yapan kahramanlar, müteşebbislerdir. Türkiye'yi yeniden güçlü ve müreffeh bir ülke yapacak olan onlardır; işsize iş, yoksula aş bulacak olan onlardır. Devlete düşen, bizlere düşen görev, serbest rekabetin önündeki engelleri temizlemek, müteşebbisin sırtındaki yükleri azaltmak; sahip oldukları imkânları, hiç olmazsa rekabet ettikleri diğer ülkelerle eşit hale getirmektir.

Jeopolitiğimizin bize sunduğu imkânlara bakalım. Cumhuriyeti kuranların dün savaştıkları ülkelerle askerî, siyasî ve ekonomik ittifaklar içinde yer almaları dün doğruydu, bugün için de doğrudur; Türkiye, Avrupa Birliğine girmelidir. Avrupa Birliğine girelim mi, girmeyelim mi diye bir tartışmaya girmek bile, tarihe ve geleceğimize büyük haksızlıktır. Türkiye, Avrupa Birliğine girecektir, haklarını bilgiyle arayarak girecektir ve özdeğerlerimizle girecektir. Türkiye'nin değişmez istikameti budur. Osmanlı Devletini kuran Osman Beyin istikameti buydu; bugün de budur. Türkiye'nin ekonomik zenginliği yakalaması, bölgede karşı konulmaz bir güç olarak yer alması, güvenliğini sağlam temellere oturtması, ancak ve ancak medenî ve demokrat dünya içinde yer almasıyla mümkündür. Orada yer alması da, yine güçlü bir ekonomi ve haklı rekabet koşullarında, güven içinde üreten hür teşebbüsten geçmektedir. Üzerinde yaşadığımız coğrafya, altın değerindeki jeopolitiğimiz, bize bu yolu göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, her 23 Nisanda, sadece, şanlı tarihimizle iftihar etmek, fedakâr, cefakâr atalarımızı rahmetle yad etmek için bir araya gelmiyoruz. 23 Nisan 1920'de çizilen rotanın, tarihin yüzde yüz doğru olduğunu ispatladığı rotanın neresindeyiz? Ne yapıyoruz? Ne yapmamız gerekir? Bu sorulara da cevap bulmalıyız. Bugün, bu muhasebeyi yapmak için bir fırsattır, bir imkândır. Bugün, bu fırsatı kullanalım; millet ile Meclisi bir araya getirecek bir duruşla kendimizi sorgulayalım. Millet, bu Mecliste, istediğini bulabiliyor mu? Millet memnun mu, rahat mı; işi, aşı var mı? Daha önemlisi, bağımsız bir Meclis, milletin bağımsız iradesi ve tercihleri doğrultusunda tam olarak işleyebiliyor mu?

Uluslararası resmî rakamlar, Türkiye'yi, dünyada en hızlı küçülen, kişi başına geliri en hızlı düşen, en hızlı fakirleşin, enflasyon ve hayat pahalılığında birinci, 2000'li yıllarda milletinden topladığı verginin yüzde 30 oranındaki kısmını yolsuzluk ekonomisinde heba eden bir ülke olarak gösteriyorsa, muasır medeniyetten söz etmek mümkün mü?! IMF'ye en borçlu ülke haline gelmiş bir ülkede yatırım yapılamıyorsa, "borç buluyoruz" diye övünülebilir mi?! Gençler, köylerde iş bulabiliyorlar mı? Kentlerde, üniversite mezunları, çağın gerektirdiği teknolojiyle, yepyeni iş dallarında talep ediliyor mu? Daha 4-5 yıl önce, OECD'nin en hızlı büyüyen, rekabet eden, ihracat patlaması yapan, üreten, işsizlik oranları Fransa'dan, İspanya'dan daha düşük, yatırım şampiyonu cennet ülkemizde, bugün, üniversite mezunu gençlerimizin bile yüzde 36'sı kent merkezlerinde iş bulamıyorsa, bütün bu sıkıntıları geçmişin sorunları olarak sunmak mümkün mü?! Türkiye üretiyor mu, büyüyor mu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bugün, Türkiye'de, hür teşebbüs, haklı rekabet koşullarında dünyaya açılabiliyor mu; vergisi, primi, enerji fiyatları haklı rekabet koşullarında mı, yoksa, şartların ağırlığından yerli sermaye dışarıya mı kaçıyor veya daha kötüsü, kepenk mi kapatıyor?! Bugün, ülkemiz, büyüyen, yatırım yapan yıldız bir ülke olarak gözüküyor mu, yoksa, dünyadaki en kötü ekonomiye sahip iki ülkeden biri olarak mı algılanıyor?! Kıyasladığımızda, Arjantin bile enflasyonunu bizimkinin doksanda 1'ine indirmişse, büyümesi bizimkinin 8-9 katı ise, kişi başına gelir bizimkinin 3-4 katı ise, güçlü bir ekonomiden bahsetmek mümkün müdür?! Ekonomik güçsüzlüğü ve iktisadî krizleri, bu coğrafyada, güvenlik ve caydırıcılık konularından bağımsız ele almak mümkün mü?!

Bugün, 23 Nisan Çocuk Bayramı. Ya çocuklarımız ne durumda? Onlara, daha fakirleşmiş, borcu çok daha fazla yükselmiş bir ülke bırakmıyor muyuz?! Eğitim ve sağlıkta Ürdün'den geri isek ve 109 ülke içinde 105 inci sırayı alarak, kişi başına eğitime en az para harcayan 5 ülke arasına düşmüşsek ve bebek ölümlerinde, Türkiye'den daha kötü durumda sadece birkaç Afrika ülkesi kalmışsa ve Merve bebekler, doktor tescilli belgelerle açlıktan ölüyorsa, geleceğimizin sahiplerine karşı tarihî sorumluluğumuzdan nasıl kaçabiliriz?!

Bizi biz yapan toplumsal  dokumuzdaki çürümeyi, geleneksel meziyetlerimizdeki erozyonu ve toplumdaki umutsuzluğu görebilmek için, daha kaç soyguna, kaç kapkaça, kaç cinayete, kaç intihara tarihin şahit olmasını bekleyeceğiz?!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 23 Nisan 1920'den bize intikal eden; ama, çok uzağına düştüğümüz bir başka meziyet daha var. Bu haslet, bu ülkeye duyulan derin sevgiden, bağlılıktan, Türk Milletinin mensubu olmakla elde edilen onurdan beslenen heyecandır. Bu öyle bir heyecandır ki, imkânsızı başaran bir enerjinin kaynağıdır. İddialı olmayı, büyük düşünmeyi, geniş ufuklu olmayı ve başarılı olmayı sağlayan bir ateştir. Kırgınlıkları, düşmanlıkları bir kenara bırakıp, millî ülküler etrafında kenetlenmeyi sağlayan, işte, bizim topraklarımıza özgü bir heyecandır bu. Bu heyecan, bir özgüvenin, bir kararlılığın ifadesidir. Çok daha önemlisi, karşı konulmaz bir cesaretin kendisidir. Bu heyecana ihtiyacımız var; bu heyecanın, dalga dalga bütün ülkeyi sarmasına, karşı konulmaz bir sel gibi her yeri kaplamasına ihtiyacımız var. Zoru kolaylaştıracak, imkânsızı mümkün kılacak bir heyecan. Tepeden tırnağa büyük bir değişim hamlesine girişmek için ve başarmak için, bu heyecana ihtiyacımız var; bu güvene, özgüvene ihtiyacımız var.

Üzerine ölü toprağı serpilmiş statükoyu yerle bir etmek ve 21 inci Yüzyılın diliyle, bütün dünyaya bu yüce milletin yaratıcılığının, zekâsının, girişim gücünün heyecanını hissettirmek için, 23 Nisan 1920'deki soylu heyecanı örnek almalıyız.

Dünya tarihi göstermiştir ki, imkânsız denilen şeyleri başarma konusunda ayrıcalıklı olan bir tek millet vardır; Türk Milleti. (DYP sıralarından alkışlar) Bu Meclisin, bugün, bu millete tarih önünde bir borcu vardır. O da, demokrasinin, yeni bir başlangıcın ve yeni bir heyecanın önündeki engelleri kaldırmaktır. Siyasî parti ve seçim yasalarını değiştirip, hemen sandığa gitmek, tarihin bize verdiği derslerden çıkarılacak tek, ama, tek yoldur. 23 Nisan 1920 rotasının gereği, sadece budur.

Yüce Milletimizin, aziz vatandaşlarımızın ve tüm memleket evlatlarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından ayakta alkışlar; AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çiller, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'ındır.

Buyurun Sayın Yılmaz. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; Bakanlar Kurulu, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli misafirler, aziz vatandaşlarım, sevgili çocuklar; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutluyor; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Kurtuluş Savaşı, Türk Milletinin hâkimiyeti kayıtsız şartsız elinde bulundurma konusundaki kararlılığının en çarpıcı örneğidir. Türk Milletinin Büyük Millet Meclisi önderliğinde başarıyla sonuçlandırdığı kurtuluş mücadelesi, geçtiğimiz yüzyılda bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Lozan Antlaşmasıyla fizikî sınırları ortaya çıkan yeni Türk devletini, cumhuriyet ilan ederek, çağdaş bir anlayışla, yeni baştan kurma ve işler haline getirme görevini de, yine, Büyük Millet Meclisi üstlenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, kuruluşundan çeyrek yüzyıl sonra, yine tarihî bir başarıya imza atarak, demokrasinin en temel müessesesi olan çokpartili sistemi de hayata geçirmiştir. Geride bıraktığımız 82 yıl boyunca, ülkemizi içerisine düştüğü her sıkıntılı durumdan kurtaran, Türkiye'yi Atatürk'ün muasır medeniyet hedefine adım adım yaklaştıran da hep bu Meclis olmuştur.

Değerli milletvekilleri, milletimizin çağdaşlaşma çabaları 200 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu 200 yıllık dönemde, çağdaşlaşmanın ölçüsü olarak hedef aldığımız Avrupa'da, her alanda, devrim niteliğinde büyük değişmeler ve gelişmeler yaşanmıştır. Milletimiz, bu büyük değişmelerin pek çoğunun, maalesef, gerisinde kalmıştır. Bu süreç içerisinde Avrupa'dan geri kalmadığımız en önemli gelişme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve bir ulus devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşudur. 23 Nisan 1920'de kurulan ilk Büyük Millet Meclisimiz, milletimizin geleceğini belirleyen çok önemli kararlar almış, Türkiye Cumhuriyetini çok sağlam temellere oturtmuştur.

Millet iradesinin yegâne tecelligâhı olan Meclisimizin 82 yıllık tarihine baktığımızda, bu kurumun, kendisinin üzerinde hiçbir iradeyi kabul etmediğini görürüz. Zaman zaman milletimizi yok sayanlar, onun iradesinin üstünlüğünü tanımak istemeyenler olmuştur; ama, milletimiz, her defasında, tercihini Yüce Meclisten yana koymuştur. Bugün de, milletimizi içerisinde bulunduğu sıkıntılardan kurtaracak olan irade ve kurum, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Dünyadaki konumumuzu daha ileri düzeylere taşıyabilmek ve dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alabilmek için, hep birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sahip çıkmalıyız. Millet iradesinin tecelligâhı olan bu kurumu, hak ettiği saygınlığa ve güvenilirliğe ulaştırma sorumluluğu hepimize aittir.

Meclisin, milletvekillerinin ve bu kurumun, millet adına kullandığı iradenin küçümsenmesi, aslında, topyekûn milletin, cumhuriyetin ve demokrasinin hiçe sayılması demektir. Bu durumda, aslında, saldırıya uğrayan, yara alan, Meclisin ve milletvekillerinin itibarı değildir, bizatihi halkın kendi kendini yönetme hakkı ve demokrasimizdir. Türkiye, demokrasiyle yönetildiği sürece, bu Meclis de, siyasî partiler de, siyasetçiler de Türkiye için vazgeçilmezdir. Demokrasimizin kalbi olan Meclisimiz, görevini üstün bir sorumluluk anlayışıyla yerine getirme çabası içindedir.

Değerli milletvekilleri, Büyük Millet Meclisinin açılış tarihi olan 23 Nisanın çocuklarımıza bayram olarak armağan edilmesi, rasgele değil, bilinçli bir seçimdir. Bu nedenle, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını şeklî bir bayram olmaktan çıkarmak zorundayız. Öncelikle, 23 Nisanları, millet iradesinin üstünlüğünü yeni nesillere anlatmanın bir vesilesi haline getirmeliyiz. 23 Nisanlarda, çocuklarımıza, devleti korumanın, millete sahip çıkarak, onu yücelterek mümkün olduğunu öğretmeliyiz. 23 Nisanlarda, çocuklarımıza, cumhuriyeti korumanın, köhnemiş kalmış anlayış ve yöntemlerle değil, ancak 21 inci Yüzyılın dinamiklerini kavrayarak ve bu doğrultuda kendimizi yenileyerek mümkün olduğunu göstermeliyiz. Çocuklarımıza bu bilinci aşılamadıkça, geleceğe ilişkin hiçbir hedefimizin başarısından emin olamayız. Bu çerçevede bize düşen görev, geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın en iyi şekilde yetişmelerini sağlamaktır.

Çocuklarımızın en iyi şekilde yetişmesi ifadesi, sadece eğitimle, okulla sınırlı bir kavram olarak görülmemelidir. Bu kavram, çocuklarımızın geleceğe hazır olmaları için bugünden kavuşmaları gereken bütün moral ve fizikî unsurları içine almaktadır. Devlet yönetiminden sağlığa, insan haklarından adlî sisteme, kent altyapısından özgürlüklere kadar her alanda çağdaş bir yapı kurduğumuz zaman, çocuklarımızın geleceğini hazırlamış oluruz. Bu sistemin hem temeli hem de çatısı olan eğitim, ancak diğer fizikî ve moral unsurlarla birlikte anlamlıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, demokrasiyi yerleştirme sürecinde elde ettiği birikimlerle, 1980'lerde, ekonomiden demokrasiye her alanda yeni açılımları gerçekleştirmenin arayışına girmiştir. Bu süreçte alınan önemli mesafeye rağmen, maalesef, günümüz Türkiyesi, ekonomiden demokrasiye, her alanda ciddî sıkıntıların kuşatması altındadır. Şimdi, önümüzde, bu sıkıntıları aşmamıza yardımcı olabilecek önemli bir fırsat vardır. Bu fırsat, Avrupa Birliği üyeliğidir. Avrupa Birliği üyeliği, Büyük Atatürk'ün tarif ettiği muasır medeniyet kavramının günümüzdeki izdüşümüdür; ama, Avrupa Birliği üyeliği, tıpkı kurtuluş mücadelemiz, tıpkı cumhuriyetimizin ilanı, tıpkı demokrasiye adım atmamız gibi kendiliğinden olacak bir iş değildir. Bu, rahmetli Özal'ın uzun ince bir yol olarak tarif ettiği, zorlu bir mücadele sürecinin sonunda ulaşılabilecek bir hedeftir; çünkü, Avrupa Birliğine üyelik için her alanda ulaşmamız gereken kriterler vardır. Bu kriterler, sürekli itham altında kaldığımız demokrasi ve insan hakları konusundaki eksikliklerimizin giderilmesini, devlet yapımızın sağlıklı bir işleyişe kavuşabilmesini, ekonomimizin düze çıkmasını gerektirmektedir. Türkiye, diğer tüm hedefleri gibi Avrupa Birliği üyeliğini de, ancak, Meclis çatısı altında ortaya koyacağımız güçlü irade ve kararlılıkla gerçekleştirebilir. Öte yanda, Meclis çatısı altında alınan her karar, o andan itibaren, Türkiye'yi ve  Türk Milletini bağlayıcı bir mahiyet kazanmaktadır. Büyük Millet Meclisimiz, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konusunda hiçbir tereddüte yol açmayacak netlikte bir irade ortaya koymuştur. Devlet ve millet olarak birçok alanda altına girdiğimiz yükümlülük, bu iradenin doğal sonucudur.

Bu çerçevede, bugüne kadar tarihî önemde adımlar attık; ama, henüz aşmamız gereken engeller vardır. İnanıyorum ki, Türkiye, Yüce Meclisimizin önderliğinde önümüzdeki dönemde bu engelleri de aşacak, ülke bütünlüğünden ve cumhuriyetin temel ilkelerinden zerrece ödün vermeden bu büyük uygarlık projesini gerçekleştirecektir.

Bu düşüncelerle, milletimizin, onların temsilcileri olan milletvekillerimizin ve çocuklarımızın 23 Nisan Bayramını bir kez daha kutluyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; DSP, MHP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Arınç'ındır.

Buyurun Sayın Arınç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 82 nci yıldönümünü kutladığımız bu özel ve anlamlı günde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubumuz adına, Yüce Heyetinizi saygılarla selamlıyorum; bu vesileyle, milletimizin Ulusal Egemenlik Bayramını, çocuklarımızın Çocuk Bayramını yürekten kutluyoruz.

Sayın milletvekilleri, her ne kadar cumhuriyetimiz, resmen 29 Ekim 1923'te kurulmuşsa da, aslında, Türkiye Cumhuriyetinin temeli, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığı 23 Nisan 1920'de atılmıştır. İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın kapanması, İstanbul Hükümetinin işgal altındaki İstanbul'da işlevsiz kalması, bütün ümitlerin Anadolu'ya bağlanması sonucunu doğurmuştu. Mustafa Kemal Paşa'nın, Heyet-i Temsiliye adına, bütün yurt çapında mülkî ve askerî makamlara iletilmek üzere yayımladığı genelgede, Meclisimizin, 23 Nisan 1920 günü, Hacı Bayram Camiinde kılınacak cuma namazından sonra, vatanın ve milletin kurtuluşu, mutluluğu ve istiklali için edilecek dualarla açılacağı ifade edilmişti.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, o tarihte, halkımızın büyük coşkusuyla ve Anadolu'nun bütün kesimlerinin temsiliyle, bu dualarla, bu ümitlerle açıldı.

Sözümün burasında, Birinci Büyük Millet Meclisimizin, yani 23 Nisan 1920 ile 16 Nisan 1923 tarihi arasındaki döneminden birkaç anekdot hatırlatmak istiyorum; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, özellikle Birinci Meclis, İstiklal Harbimizi yapan Meclisimizdir, gazi Meclisimizdir; bugün de, bizim, aynen Birinci Meclis gibi, o ruhla, o şuurla, o azimle çalışmamız gerekiyor.

Birinci Mecliste, seçilmiş 403 milletvekili vardı; 437 idi, ancak, fiilî başlayan 403 oldu. Bunların 88'i Osmanlı Mebusan Meclisinden intikal etti. 66 seçim çevresinden geldiler. İçlerinde toplumun bütün kesimlerini tahsilleriyle, dirayetleriyle temsil edenler de vardı; Dersim Mebusu Diyab Ağa'dan, Konya Mebusu Abdülhalim Çelebi Efendiye kadar, Malatya Mebusu Hacı Bedir Ağa'dan, Burdur Mebusu Mehmet Âkif Beye kadar, Hakkâri Mebusu Seyid Taha Efendiden bir başkasına kadar. 157'si yüksekokul mezunuydu, 44'ü idadi -lise- mezunuydu, 78'i medrese mezunuydu, 102'si rüştiye mezunuydu, 5'i ilkokul mezunuydu, 17'si özel tahsilliydi. Çok enteresan -onu da nakletmiş olayım- 72'sinin adı Mehmet idi, 31'inin adı Ahmet idi, 30'unun adı Mustafa idi, 19'u Ali idi, 17'si Hasan idi, 16'sı Hüseyin idi, geri kalanların da hepsi bizim isimlerimiz gibiydi.

İki nokta dikkatimi çekti; yaşı 30'un altında olan 11 milletvekili var. Bunlardan en genci Oltu Mebusu Yasin Efendi, yaşı da 25. Seçme yaşını indiren, ama, seçilme yaşını hâlâ 25'e getiremeyen bizim Meclisimiz için çok önemli bir anekdot. Gençlerimize verdiğimiz sözü yerine getirmeliyiz ve seçilme yaşını süratle 25'e indirilmeliyiz. O Mecliste 12 mebus devamsızlıktan dolayı üyelikten düşürülmüştü. Bu da, bazılarının kulağına hoş gelebilir.

Değerli arkadaşlarım, Millî Mücadele, halkın ruh ve mana dünyası, tarihten gelen hür ve bağımsız yaşama arzusu iyi tespit edilerek ve bu inanç harekete geçirilerek yapılmıştır. Millî Mücadele, uzun süren savaşlar sonucu bitmiş tükenmiş, işgal orduları tarafından âdeta boğazına basılmış bir milletin haysiyet ve iman mücadelesidir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Nutuk" isimli eserinde en çok geçen ve üzerinde ısrarla durulan kavramlardan birisi, şüphesiz, hâkimiyeti milliyedir. "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" cümlesi, bu kavramı taçlandıran bir vecizedir. Uzun süren saltanat yıllarından sonra cumhurî bir yönetimin kabul edilmesi, takdir edilir ki çok kolay olmamıştır. Esasen Müslüman bir topluma en uygun yönetim biçiminin cumhuriyet olduğu, ülkemizde Yeni Osmanlılar hareketinden beri hep tartışılmıştır. Asrı Saadette, Hz. Peygamberin saltanat modelini benimsememesi ve kendisinden sonra gelen dört halifenin seçimle işbaşına gelmiş olmaları, bu iddianın en çarpıcı ispatı olarak zikredilmektedir. Dört halife döneminden sonra İslam toplumlarında saltanatın hâkim olması, sonraki asırlara da yansıyacak despot yönetimlerin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Kendisine Kur'an gibi bir kitap gönderilmesine rağmen, Hz. Peygambere, Âli İmran Suresinde "yaptığın işlerde onlarla istişare et" emri verilmişti. Yine, bir başka surede İslam toplumundan söz edilirken "onlar, meseleleri kendi aralarında istişare ederler" mealindeki bir başka ayet, Müslüman bir topluluk için monarşinin, tek adam yönetiminin kesinlikle reddedildiği anlamına gelir. Gerek inançlarımız gerekse bir parçası olmak için gayret gösterdiğimiz medenî dünyanın vazgeçilmez kabul ettiği değerler, bizim parlamenter demokrasiyi tercih etmemizi zarurî kılar. Türkiye, halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olarak İslam ile demokrasi arasında zannedildiğinin aksine bir çatışma olmadığını ortaya koyabilirse, işte o zaman, bugün çoğu monarşik yönetimlerin baskısı altında yaşayan İslam ülkelerine de gerçek anlamda bir örnek olabilir.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, yeryüzünde temelde iki çeşit yönetim biçimi vardır; monarşi ve cumhuriyet. Bir ülke tek adam tarafından idare ediliyorsa, idare bir ailenin, bir hanedanın fertleri arasında el değiştiriyorsa, buradaki yönetim biçimi monarşidir. Öte yandan, devlet başkanları halk tarafından seçiliyor, ülkenin yönetimi bir ailenin, bir hanedanın tekelinde değilse, orada cumhuriyet vardır.

Monarşiler ve cumhuriyetler taşıdıkları bazı vasıflardan dolayı çeşit çeşittirler. Monarşiyle birlikte ülkede söz sahibi, esas yöneten konumunda bir parlamento varsa, orada meşrutî monarşi var demektir.

Günümüzde yeryüzünde dört çeşit cumhuriyet sayılabilir; bunlar: Oligarşik cumhuriyetler, sosyalist cumhuriyetler, teokratik cumhuriyetler ve demokratik cumhuriyetlerdir. Suriye, Irak, Libya gibi ülkeler birinci kategoriye; Çin, Küba gibi ülkeler ikinci kategoriye; İsrail, İran gibi ülkeler üçüncü kategoriye; Fransa, İsviçre, İtalya gibi ülkeler de dördüncü kategoriye sokulabilir.

Bizim toplumumuz demokrasiyi cumhuriyetten önce tanımıştır. 1876'da ilan edilen meşrutiyetten sonra Meclisi Mebusan toplanmış; ama, bu ilk teşebbüs çok kısa ömürlü olmuştur. İkinci Meşrutiyetten sonra Türk toplumu, eğri aksak da olsa, demokrasiyle yeniden tanışmıştır. Meşrutiyet, Arapça bir kelime olup, devlet başkanının anayasal bazı şartlar ve prensiplerle sınırlandırılmasına dayalı yönetim şekli demektir; cumhuriyetle arasındaki fark, saltanatın devamına ruhsat vermesidir. Dünyada bugün meşruti yönetime sahip birçok medenî ülke vardır. Örneğin, İngiltere, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka, İsveç gibi ülkeler hâlâ kral ve kraliçelerini muhafaza ederler; yani, resmen krallıktırlar; ancak, demokrasinin tam olarak tadını çıkaran ülkelerdir. Hatta, İngiltere demokrasinin beşiği kabul edilir.

O halde, bir ülkenin yönetim şeklinin...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, bir arkadaşımız rahatsızlandı; uygunsa, bir iki dakika ara lütfederseniz.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 15.08

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.15

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Adana Milletvekilimiz Mehmet Ali Bilici'ye geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, acil şifalar diliyorum.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) ÇEŞİTLİ İŞLER (Devam)

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 82 nci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri (Devam)

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Arınç'ı konuşmalarını tamamlamak üzere kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Arınç.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben de, çok değerli arkadaşımız Adana Milletvekilimiz Sayın Bilici'ye Allah'tan acil şifalar diliyorum, geçmiş olsun.

Sözlerimi toparlamak ve tamamlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, o halde, bir ülkenin yönetim şeklinin ismen ne olduğundan çok, oradaki uygulama ve öz önemlidir. Hukuk mantığında "isim değiştirmekle gerçek değiştirilemez" diye bir kural vardır. O halde, bizim cumhuriyetimizin de isimde kalmaması için, gerçekten cumhura dayalı olması için gereken hassasiyet gösterilmelidir. Cumhuriyetimize derinlikli bir içerik kazandırılması ise, onun ancak demokrasiyle taçlandırılmasını gerektirir.

Değerli arkadaşlarım, AK Parti programındaki şu cümleyi sizinle paylaşmak istiyorum: "Cumhuriyet, binlerce yıllık tarihimiz içerisinde elde ettiğimiz kazançların en önemlilerindendir. Bütün gayretlere ve gelişmelere rağmen AK Parti, cumhuriyetimizin demokratik bir cumhuriyet olması için bugüne kadar alınan mesafenin çok yetersiz olduğuna inanmaktadır."

İşleyen bir demokraside, bireysel akıl değil, kolektif akıl ülke yönetiminde söz sahibidir. Millî Hâkimiyet Bayramını, Millet Meclisimizin kuruluş yıldönümünü kutladığımız şu günde, milletin, ülke yönetimine ne kadar hâkim olduğunu sorgulamak durumundayız. Bu özel günler, bayramlar, milletçe hepimiz için sevinç, kıvanç ve coşku vesilesidir; ancak, bugünler, aynı zamanda özeleştiri yapmamız, aynanın karşısına geçmemiz, eksiklerimizi, sistemimizdeki aksaklıkları görmemiz için de birer vesile olmalıdır. Yoksa, sadece seremoni olsun diye burada hamaset yapmamızın, okul merasimlerinde söylenen şeyleri tekrar etmemizin hiç mi hiç önemi yoktur.

Değerli milletvekilleri, biraz önce de ifade ettim; milletin kendi yönetimine sahip olması, yani, Millet Meclisinin kuruluşu, cumhuriyetten de öncedir. Dolayısıyla, milletin egemenlik hakkının bugün nasıl kullanıldığını, mutlaka ama mutlaka, masaya yatırmak zorundayız. Millet, egemenlik hakkını, bugün, biz temsilcileri vasıtasıyla ne kadar kullanabiliyor; ülkemizde, hukukun üstünlüğünden mi yoksa üstünlerin hukukundan mı söz edilebilir; bütün bunların sorgulanması lazım. Demokrasiyi içine sindiremeyen, ancak, sözde demokrat bazı çevreler, her vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve milletin vekillerini tahkir ve tezyif ediyorlar. Üzülerek ifade edeyim ki, bugün, siyaset kurumu saldırılarla karşı karşıyadır.

Değerli arkadaşlarım, böyle özel günlerde, bir bayram coşkusu yaşadığımız günlerde, birbirimizi alabildiğine eleştirmenin, iktidar ve muhalefet partileri olarak birbirimize çatmanın ve polemik yapmanın çok yanlış olduğunu bilerek sözlerime devam ediyorum. Bugünlerde hepimiz, el ele vermenin, millet olma şuuruna ermenin ve içinde bulunduğumuz krizlerden yine milletçe beraberce çıkmanın, iktidarıyla muhalefetiyle, millet iradesinin tecelli ettiği yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde ortak değerlerimizi güçlendirmenin zamanıdır. Dolayısıyla, geçmişte, bazı 23 Nisan törenlerinde, bazı sayın genel başkanların çok acı eleştiriler yaptıklarını, polemikler yaptıklarını üzüntüyle hatırlıyorum. Ancak, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, bu önemli olan bilince erişmiş ve yapılması gerekeni en güzel şekilde yapmaya çalışır bir görüntü içerisindedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tıpkı Birinci Meclisteki ruh ve kararlılıkla çalışmalıdır. Birinci Mecliste, birinci grupla muhalif olan ikinci grup arasındaki münazara ve münakaşalar, çoğunlukla bugüne örnek teşkil edecek detaylar içermektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünyanın kenar mahallelerinde bir varoş ülke olarak yaşayamaz. Kendi hegemonyalarının devamı için bunun böyle olmasını isteyen bütün kişi ve çevrelerin bu habis arzusu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin geçmişte var olan, bugün de var olan çelik iradesine çarpmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran, millî mücadeleyi yapan bu Meclis, Avrupa Birliğine girmek için de elbette gerekli düzenlemeleri yapacaktır. Millet iradesini hiçe sayan sipariş kanun tasarı ve tekliflerini, elbette, hepimiz, elimizin tersiyle kenara itmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını, geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımız için büyük bir isabetle bayram günü olarak ilan eden Atatürk'e ve Millî Mücadelede emeği geçmiş olan herkese ve Birinci Meclisimizden bugünkü Meclise kadar, aziz milletimizin temsilciliğini yapmış olan merhum milletvekillerimize, tekrar, huzurlarınızda rahmet dilerken, hayatta olanlarına sağlık ve uzun ömürler diler, minnet ve şükranla saygılar sunarız.

Demokrasisi gerçek anlamda işleyen, insanı mutlu, kendisi müreffeh, insan haklarının çiğnenmediği, din ve vicdan özgürlüğü önünde hiçbir engelin bulunmadığı, çocukların çatışma ve şiddet kurbanı olmadığı, Meclisi, gerçek anlamda, sadece ve sadece millet iradesine dayalı olarak karar veren, sevginin, kardeşliğin, hoşgörünün hâkim olduğu, kuvvetlinin haklı olduğu değil, haklının kuvvetli olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti özlemi ve temennisiyle, Yüce Heyetinize, sevgili çocuklarımıza ve aziz milletimize şahsım ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına en derin saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Arınç, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Saadet Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan'ındır.

Buyurun Sayın Kutan. (SP sıralarından ayakta alkışlar)

SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli konuklar, televizyonlarından bizi izleyen aziz vatandaşlarım, kendilerine bayram armağan edilen sevgili çocuklarımız; Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 82 nci yıldönümünde hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, başta çocuklarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımıza hayırlı olsun, milletimiz ve insanlık için hayırlara vesile olsun.

Ben de konuşmamın başında, biraz evvel bir rahatsızlık geçiren Adana Milletvekili Sayın Bilici'ye Allah'tan acil şifalar temenni ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye'de Çocuk Bayramını kutlarken Filistinli çocukları hatırlamamak mümkün değil. Bombaların kömüre çevirdiği çocuk bedenleri, yerle bir edilen Cenin'de enkazların arasında anne ve babalarını arayan Filistinli çocukları hatırlıyor ve bağımsızlık, millî egemenlik ve barışın ne kadar önemli olduğunu anlıyor, bize bu bağımsız güzel ülkeyi armağan edenlere, şehit ve gazilerimize karşı minnet duygularıyla doluyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere hepsini rahmetle ve şükranla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, imparatorluğun parçalandığı, Anadolu topraklarının bile işgal edildiği, orduların dağıtıldığı, milletin yorgun ve güçsüz düşürüldüğü bir ortamda kurulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu, sadece vatanın işgalden kurtarılması ve bağımsızlık kararlılığının değil, aynı zamanda ülkenin nasıl yönetileceğinin de ifadesidir. Nitekim, 23 Nisan 1920'de kurulan Meclis, İstiklal Savaşını büyük bir kararlılıkla yürütmüş, ülkeyi düşmanlardan temizlemiş ve Anadolu toprakları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran temel felsefe millî egemenlik düşüncesidir. Buradaki "millî" kelimesi, bu topraklara, bu millete ait olanları işaret ettiği kadar, milletin geleceğini belirleyecek olan iradeyi de gösterir ki, o irade, milletin iradesidir. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü, milletin geleceğiyle ilgili kararları milletin alacağı anlamına gelir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemi ve yüceliği, millete ait olan egemenlik hakkını millet adına kullanmasından geliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında, dönemin şartları gereği, belki temsil konusunda bazı teknik sorunlar vardı; ama, egemenliğin kimler tarafından nasıl kullanılacağı tartışmasız bir şekilde belliydi; egemenliği millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisi kullanacaktır.  Bu durum, 1924 Anayasasının 3 ve 4 üncü maddelerinde şu şekilde vazedilmiştir: "Hâkimiyet, bilakaydü şart milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakikî mümessili olup, millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder."

Değerli milletvekilleri, 1946'da parlamenter demokratik sisteme geçilmiş, milletvekillerinin çok partinin katılacağı serbest seçimlerle seçilmesi ilkesi getirilerek temsil sorunu çözülmüştür. Ne var ki, milletin henüz egemenliği kullanacak olgunlukta olmadığını düşünenler, vesayet sisteminde ısrar etmişlerdir. Nitekim, 1924 Anayasasından farklı olarak 1961 ve 1982 Anayasalarında "Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır" denilerek, egemenlik hakkının kullanılması konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi sınırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, milletin bağımsızlığı, bütünlüğü, ülkenin bölünmezliği ve egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması demek olan cumhuriyet konusunda kimsenin bir itirazı olamaz, olmamalıdır. Temel hedef, toplumun refahı, huzur ve mutluluğu olduğuna göre, millet nezdinde devletin meşruiyeti, refah, huzur ve mutluluğun koşullarını hazırlamaktan geçer. Tarihi belirleyen insanoğlunun huzur ve mutluluk arayışıdır. Huzur ve mutluluğu getirecek olan yönetim şeklinin bulunması için, insanlık, büyük tecrübeler yaşamış, büyük bedeller ödemiştir. Bugün insan huzur ve mutluluğu için en uygun yönetim biçiminin demokrasi olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur.

Demokrasi, halk yönetimidir. Demokrasi, kamu işlerinin, özgür yurttaşların iradesi doğrultusunda belirlenecek politikalara göre, yine, yurttaşların yakın takip ve gözetimi altında yürütülmesidir. Bir sistemin demokrasi olabilmesi için, yurttaşların serbest iradeleri önünde engel bulunmamalıdır. İfade özgürlüğü demokrasinin özüdür. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir ortamda demokrasiden de söz edilemez. Demokrasilerde, kamu politikalarıyla ilgili temel kararlar, halkın seçilmiş temsilcileri tarafından alınır. Egemenliğin kullanılması noktasında, halkın seçilmiş temsilcilerinin ortakları yoktur. Demokrasilerde, seçilmişlerin üstünlüğü esastır.

Millet, iradesini, sivil ve siyasî organizasyonlar yoluyla belli eder. Siyasî partiler, parlamenter demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarıdır; bu nedenle, barışçı yöntemleri kullanan her siyasî partinin tam bir anayasal güvence altında olması gerekir. Bir çoğunluk yönetimi olan demokraside, kamu politikaları çoğunluk kararına göre belirlenir; ancak, ne kadar büyük olursa olsun çoğunluğun da yetkisi sınırlıdır. Anayasal demokraside, sınırsız iktidardan söz edilemez. Anayasal demokraside, egemenliği kullanma ve yönetme işlevinin alanı temel özgürlükler ve hukuk devletinin gerekleriyle sınırlıdır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün ülkemizin ekonomik, sosyal ve siyasal pek çok sorunu var. Geniş toplum kesimleri temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumdadır. İçine düştüğümüz ekonomik kriz, derinleşmeye ve kronikleşmeye devam ediyor.

İnsan hakları konusunda, yasa ve uygulamalardan kaynaklanan büyük sıkıntılar var. Ülkenin bir kısmında da, milyonlarca vatandaşımız, çeyrek yüzyıla yakın bir süreden beri olağandışı hal cenderesine sıkışıp kalmıştır.

Yargıda da büyük sorunlar var. İnsanımız, herhangi bir haksızlığa uğradığında, hakkının zamanında ve olduğu gibi teslim edileceğinden emin değildir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihinde, siyaset kurumunun bu kadar yıpratıldığı başka bir dönem olmamıştır. Parlamento ve milletvekillerine saldırmak ve hakaret etmek, artık, vakayi adiyeden olmuştur.

Açılışının 82 nci yılını kutladığımız bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinden, bu milletin kürsüsünden herkese sesleniyorum: Evet, durum iç açıcı değildir. Millet olarak zor şartlarla karşı karşıyayız. Bu zorlukları, krizleri ve sıkıntıları aşmak zorundayız. Bu zorlukları aşacak olan, milletin kendisi ve onun demokratik forumu olan bu Parlamentodur. Bu, 82 yıl önce böyle olmuştur, bugün de böyle olacaktır. İşte, 23 Nisan 1920'nin verdiği en önemli mesaj budur. Nihaî irade ve karar sahibi olan millettir, yurttaşlardır. Kimse, milletin kendisinden daha güçlü, hiçbir maslahat, insan hakları, hukuk ve adaletten daha değerli değildir.

Değerli milletvekilleri, kim, sorun olarak, parlamenter demokratik sistemi ve siyaset kurumunu görüyorsa, iyi niyetli değildir. Türkiye'nin temel sorunu, anayasal demokrasisinin tam olarak inşa edilememesidir. Ekonomik veya toplumsal yasalardan ya da uygulamalardan kaynaklanan bütün sıkıntılar, gerginlikler ve çatışmalar, demokrasi eksikliğine bağlıdır. Demokrasimizi vesayetten kurtarmalıyız. Hiçbir endişe, sorun ve mülahaza, demokrasiyi, demokratikleşmeyi ötelemenin bahanesi olamaz. Demokrasinin, milletin bağımsızlığı, bütünlüğü, ülkenin bölünmezliği ve cumhuriyet ya da cumhuriyetin temel ilkeleri için tehlikeli olabileceğini düşünmek yanlıştır. Sivil ve siyasî özgürlüklerin önündeki engelleri derhal kaldırmalıyız. Hukuk devleti olmadan; yani, devlet otoritesini hukukla sınırlamadan demokrasi inşa edilemez. Hukuk, kişisel ve toplumsal hayatı düzenlemekten çok, sivil toplum karşısında devleti sınırlamak ve kayıtlamak için vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 82 nci yılını kutladığımız bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak, anayasal demokrasinin inşası için kararlılığımızı göstermek durumundayız. Sorunlar ne kadar fazla olursa olsun, güçlüklerimiz ne kadar çok olursa olsun, millet olarak bunları aşacak imkânlara sahibiz. Yeter ki, 82 yıl önce olduğu gibi, bütün bunları yapacak tek gücün millet olduğu konusunda tereddüt göstermeyelim.

Sözlerime burada son verirken, başta çocuklarımız olmak üzere, tüm milletin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını tekrar tebrik ediyor, bugünün, milletimiz ve insanlık için barış ve esenliğe vesile olmasını diliyorum. (SP sıralarından ayakta alkışlar; DSP, MHP, ANAP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kutan, teşekkür ederim.

Son söz, Toplumcu Demokratik Parti Genel Başkanı Sayın Sema Pişkinsüt'ün.

Buyurun Sayın Pişkinsüt. (TDP sıralarından alkışlar)

TOPLUMCU DEMOKRATİK PARTİ GENEL BAŞKANI SEMA TUTAR PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli konuklar, sevgili yurttaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 82 nci yıldönümünde, sevgili çocuklarımızın, tüm ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını içtenlikle kutluyorum; Meclisimizin bütün üyelerine, konuklarımıza şahsım ve Toplumcu Demokratik Parti adına saygılarımı sunuyorum.

Biraz önce küçük bir rahatsızlık geçirerek tekrar aramıza gelen Sayın Bilici'ye bir kez daha geçmiş olsun diyorum.

Bilindiği gibi, egemenlik, yönetme gücüdür. Modern çağda, egemenliğin kaynağı, gökyüzünden, ilahî güçlerden yeryüzüne indirilmiş, uluslara verilerek dünyevîleştirilmiştir. Büyük bir devrimi ifade eden böyle bir değişikliği ülkemizde gerçekleştiren, başta Atatürk olmak üzere, Birinci Meclisin tüm üyelerini saygıyla anıyorum.

Kürsünün arkasında yazan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" hükmü, cumhuriyetimizin temel taşı olduğu kadar, modern bir idare ve yaşam biçimi olan demokrasinin de ana ilkesidir. Egemenlik, milletin olmasına milletindir de, acaba, bugün kimin elindedir?!

23 Nisanların gerçek önemi, Büyük Meclisin anlam ve işlevinin ne olması gerektiği yanında, ne durumda olunduğunun özeleştirisinin yapılmasıyla en iyi şekilde ortaya konulabilir. Ben, bugün bunu yapmaya çalışacağım.

Egemenliğin, gerçek anlamda ulus tarafından kullanılabilmesi için bazı koşulların yerine getirilmesi gerekir. Bunların en başında, bağımsız bir ülke olma koşulu gelmektedir. Ayrıca, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların da oluşması gerekir. Bu koşulların gerçekleştirilmesinin temeli demokrasidir. Bugün, bu açılardan ciddî sorunlarla karşı karşıyayız. Demokratik gelenek ve görenekler yerleştirilememiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal egemenliğin siyasal alanda karşılaştığı sorunlara baktığımızda, egemenliğin kullanılmasının en önemli aracı olan temsilî demokrasinin Türkiye'de işlemediğini görmekteyiz. Bugün, temsili demokrasi, neredeyse, efendilerin, halkın kendisine efendiler seçtirmesine dönüştürülmüştür. Oysa, biz, 23 Nisan 1920'de efendiler düzenine son vermiştik ve efendilerin olduğu bir toplumda, ulusal egemenlikten, ulusal bağımsızlıktan söz edilemeyeceğini de çok iyi bilmekteyiz. Güç dağılımını düzeltmek, siyasî açıdan halkı güçlü kılmak, iktidarın da sınırlandırıldığı hukuk devletinin işlerliğini sağlamak gerekir.

Bugün Anayasada "demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları" olarak tanımlanan siyasî partilerimiz, bu işlevlerini yerine getirmekten uzaktır. Bu durumu yaratan, Siyasî Partiler Yasası ve Seçim Yasasıdır. İktidar olmuş partilerimiz, bu yasaları eleştirir gözükürken, parti başkanlarına tanınan olağanüstü yetkiler ve antidemokratik olanaklar kullanılmaya devam edilmekte ve kişisel yönetimlerin doğmasına neden olunmaktadır. Halk dilinde karşılığını "liderler sultası" olarak bulan bu durum, ulusal egemenliğe açık müdahaledir. Bunun için, halk, bugün, sokaklarda, benim milletvekilim kim tartışmasını yapmaktadır. Yıllardır bu yasaların değiştirilmemesinin sebebi, egemenliğin gerçek sahiplerinin eline geçeceği korkusu mudur? Ama, siyaset, halktan kopuk ve halktan korkularak yapılamaz.

Yürütmenin yasama üzerindeki baskın konumu, ulus egemenliğinin gerçekleştirilmesinin önünde bir diğer engeldir. Parlamentonun açık ve çalışıyor olması, ulusal egemenliğin kullanıldığı anlamına asla gelmemektedir. Hükümetin sürekli övünme konusu yaptığı Parlamentoyu çalıştırarak çok sayıda yasa çıkarmak, IMF'ye Parlamentonun yetkisindeki konularda söz vermek, onbeş günde onbeş yasa çıkarılacağının taahhüt edilmesi, ulusal egemenlikle asla bağdaşmamaktadır.

Sayın Başbakan, 23 Nisan 1993'te, bu kürsüden yaptıkları konuşmada, çok haklı olarak "dış güçlerin çıkarları veya tutumlarıyla, ulusun hakları ve yararı çeliştiğinde, dünya ile ters düşmeyi de göze alabilmek ve gereğinde bütün dünyaya karşı ulusal iradeyi seferber edebilmek gerekir; Atatürk bunu yapmıştır" diyordu. Evet, Atatürk bunu yapmıştı; ancak, bu haklı sözler, bugünkü uygulamalara uymamaktadır

Yine, siyasetteki kirlenmeye de son veremedik. Oysa, temiz siyaset, ulusal egemenliğin en büyük güvencelerinden birisidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal egemenliğin sosyal alanda karşılaştığı sorunlara baktığımızda, özellikle son 22 yıldır izlenen yanlış politikalar sosyal devleti geriletmiş; paran kadar eğitim, paran kadar sağlık, paran kadar sosyal güvenlik, paran kadar hukuk anlayışını yerleştirerek, sosyal yapıyı tahrip etmiş ve bölünmelere neden olmuştur. Oysa, uygar toplumlarda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik insan hakları kapsamındadır.

Sosyal devlet ve sosyal politikalar, geleneklere, göreneklere, dinsel inançlara, vicdanlara, hamiyetli ellerin bağışlarına bırakılmayacak kadar ciddî konulardır. Fırsat eşitliği, ulusal egemenliğin gerçekleştirilmesinin, güçlenmesinin en önemli güvencesidir.

Ulusal egemenliğin ekonomik alanda karşılaştığı sorunlara baktığımızda ise, iyi işleyen, dengeli gelişen bir ekonominin, demokrasinin ve ulusal egemenliğin güvencesi olduğuna hiç kuşku yoktur. Gelir yetersizliği yanında, paylaşımda yaşanan büyük adaletsizlik ve bölgelerarası dengesizlik bu tabloyu daha da kaygı verici boyutlara getirmektedir.

Bu konuda, 22 yıldır herhangi bir düzelme sağlanamamasının nedeni, yerli-yabancı rant kesiminin ulusumuzu acımasızca sömürmesidir. Ekonomik güç, siyasal gücü de kontrol etmekte, halktan kopuk servet yaratanlar, bunun düşünsel yapısını da oluşturarak, toplumu etkisiz kılmaya çalışmaktadırlar.

Hükümet, bu acımasız sömürünün, maalesef, en büyük aracı olmuştur. 4 Kasım ve 21 Şubat krizlerinden sonra yapılan uygulamalar, bir avuç rantiyenin dışında bütün ulusa karşıdır. Emekten yana, üretimden yana ekonomik kararların alınmasında, artık, ulusal egemenlik söz konusu değildir. Türkiye'nin ekonomi yönetimi dış güçlere teslim edilmiştir ve bu durumu koalisyon partileri içlerine sindirebilmişlerdir. Unutulmamalıdır ki, gelişmesini dostlarının cömert yardımlarına bağımlı kılan hiçbir ulus tam olarak egemen olamaz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal egemenliğin kültürel alanda karşılaştığı sorunlara baktığımızda ise, son 52 yıldır kültür alanında tam bir karşı devrim yaşadığımıza hiç kuşku yoktur. Halk evlerini, köy enstitülerini, Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu kapatarak Anadolu aydınlanması kesintiye uğratılmıştır. Aklı ve bilimi temel alan kültürlü kuşakların yetiştirilmesinde, maalesef yeterli olunamamıştır. Aslında, kaybedilen, bir amaca birlikte yürüyebilme heyecanıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak, ulusal egemenlik konusunu Avrupa Birliğiyle ilişkili olarak çok kısa bir biçimde ele almak istiyorum.

Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefimiz ile ulusal egemenliğimiz arasında bir çelişki yaratıp yaratmadığı tartışılmaktadır. Bugün Avrupa Birliği üyesi değiliz; ancak, ulusal egemenliğimizi korumada pek çok sorun yaşamaktayız. 150 milyar dolar dışborcu olan ve ekonomisinden sorumlu Devlet Bakanı dışarıdan gelen bir ülke konumundayız. Buna karşılık, ulus devletin yaratıcısı Fransa'da ya da etnik milliyetçiliğin merkezi Almanya'da Avrupa Birliğiyle ilgili ulusal egemenlik tartışması yaşanmamaktadır. Bunun nedeni, Fransa ve Almanya'nın her alandaki gelişmişlik düzeyinin toplumlarına verdiği güvendir. Bu ülkelerin toplumları Avrupa Birliği bünyesinde çıkarlarının korunacağından, tek yanlı bir bağımlılık ilişkisinin kendilerine dayatılamayacağından, Avrupa Birleşik Devletlerinin karar mercii olacaklarından, yönetim erklerini hep kullanacaklarından son derece emindirler.

Dolayısıyla, ister Avrupa Birliğinin dışında olalım ister içerisinde; çağdaş uygarlık yolunda alacağımız mesafe ile gelişmişlik düzeyimizi yükseltmemiz, aynı zamanda ulusal egemenliğimizin de güvencesini oluşturacaktır.

Dünya egemenliğinin tartışıldığı bir yüzyılda, ulusumuz zayıf düşürülmektedir. Ekonomik büyüme hızı, kişi başına düşen gelir, yıllık enflasyon, kişi başına düşen dışborç yükü, gelir dağılım dengesi, işsizlik, fırsat eşitliği, sosyal eşitlik, sosyal güvenlik ulusun gücünü gösteren parametrelerdir. Bugün ne durumda olduğumuz ise çok açıktır. Bir devlet, egemenlik ve bağımsızlık gücünü ulusundan aldığı ölçüde dışpolitikada güçlüdür. Egemenlik hakkını devretmeyi tartışan bir ulus olmak değil, girdiği her yerde ulusunun gücüyle yönetim erkini paylaşan, kullanan bir konumda olmak önemlidir; asıl olan budur. Avrupa Birliğine de, dünyaya da bu yönden bakmak gerekir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında görev yapan, başta Atatürk olmak üzere 337 üyenin bize bıraktığı ulusal egemenlik mirasına, bu koşullarda tam sahip çıkamadık, koruyamadık. Hem kendilerinden hem ulusumuzdan hem de çocuklarımızdan özür dilemek, yine, bu milletin başı dik evlatları olarak, gerçekten, yeni bir başlangıç yapmak zorundayız. Bunu yapabilecek iradeye de sahibiz.

Bütün bu düşüncelerle, Sayın Başkan sizi, Yüce Meclisimizi, konuklarımızı, yurttaşlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (TDP, MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Pişkinsüt, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kuruluşunun 82 inci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla konuşmalar burada tamamlanmıştır.

Sözlü soruları, (8/28) esas no'lu Türkiye bilişim stratejileri konusundaki genel görüşme önergesi ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 24 Nisan 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 15.48

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.