DÖNEM
: 21 CİLT : 91 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 82 nci Birleşim 3 . 4 . 2002 Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Gümüşhane Milletvekili Lütfi
Doğan'ın, Ortadoğu'da yaşanan insan hakları ihlallerine; ülkemizde öğrenim
haklarının kullanımında karşılaşılan sorunlarla, çözümleri konusunda yapılması
gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in
cevabı 2. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, Samsun'da Halk Bankası şubelerinin kapatılmasına ve çiftçilere
doğrudan destekleme kredilerinin ödenmesinde karşılaşılan sorunlara ilişkin
gündemdışı konuşması 3. - Karabük Milletvekili İlhami
Yılmaz'ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluşunun 65 inci yıldönümü ile
Kardemir’in içinde bulunduğu sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - İspanya Parlamentosu Kalkınma ve
Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M. Jesus Lopez-Medel Bascones'in,
Madrid'te yapılacak Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma
ve Uluslararası İşbirliği Komisyonları Başkanları Konferansına bir
milletvekilini davetine, TBMM Dışişleri Komisyonunu temsilen İstanbul
Milletvekili Ahad Andican'ın icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1034) 2. - Erzurum Milletvekili Mücahit
Himoğlu'nun, Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/416) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/469) 3. - Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün'ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/29) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/470) 4. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin
Aydın'ın, Siirt İline Bağlı Veysel Karani Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında
Kanun Teklifinin (2/20) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/471) III. -
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. - Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2. - Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı : 786) 3. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 4. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) 5. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754,
1/692) (S. Sayısı : 675) 6. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı
: 676) 7. - Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) 8. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770) 9. - Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi
Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve
4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir
Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/961) (S. Sayısı : 840) V. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. - Van Milletvekili Kâmran İnan'ın, Rize
Milletvekili Mehmet Bekâroğlu'nun kendisine sataşmada bulunması nedeniyle
açıklaması VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın,
finansman desteğinden yararlanacak bankalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Kemal Derviş'in cevabı (7/6174) 2. - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un,
Trabzon Liman İşletmesine geçici işçi alımı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/6182) 3. - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un,
THY'nin "Pass bilet" uygulamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/6188) 4. - Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, İzmir'de düzenlenen çocukların da katıldığı bir güzellik yarışmasına
ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6227) 5. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'ın, Şanlıurfa İlinin adliye binası ihtiyacına ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/6247) 6. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın,
bazı işadamlarının tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddialarına ve ülkemize
geri getirilen tarihi eserler için yapılan ödemelere ilişkin sorusu ve Kültür
Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6340) 7. - İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın,
turizm belgeli tesislerin su, atık su ve elektrik tarifelerine ilişkin sorusu
ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6489) 8. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük'ün, Ankara İlinin tarihi, kültürel ve turistik değerlerinin tanıtımına
ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6494) 9. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, av turizmine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın
cevabı (7/6501) 10. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
DÖSİM'in mali kaynaklarına ve ihaleleri ile ilgili bazı iddialara ilişkin
sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6574) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat l5.00'te açılarak
üç oturum yaptı. Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa
Murat Sökmenoğlu, Amerikan FOX TV siyaset yorumcusunun Türkiye-IMF ilişkilerine
yönelik haddini ve maksadını aşan iddialarını şiddetle kınadığına, layık olduğu
cevabın mutlaka verilmesi gerektiğine ilişkin açıklamada bulundu. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Filistin'de
yaşanan ve vahşete dönüşen insanlık dramına ilişkin gündemdışı açıklamada
bulundu; SP Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu, ANAP Van Milletvekili
Kâmran İnan, DYP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam, AK Parti Manisa
Milletvekili Bülent Arınç, DSP İstanbul Milletvekili Ahmet Tan, MHP Ankara
Milletvekili Şevket Bülend Yahnici Grupları, Konya Milletvekili Hüseyin Arı da
şahsı adına aynı konuda görüşlerini belirttiler. İzmir Milletvekili Kemal Vatan,
Türkiye'nin ekonomik sorunları ve tasarruf tedbirleri ile Atatürk'ün babası Ali
Rıza Efendinin Makedonya'daki evinin müze olarak tekrar inşasına ilişkin
gündemdışı bir konuşma yaptı. Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener'in,
MTA bölge müdürlüklerinde yapılan yeni düzenlemelere ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Yalçınkaya'nın, Şanlıurfalı çiftçilerin doğrudan destek ödemelerindeki
gecikmeye ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp, Cevap verdiler. Lyon'da düzenlenecek olan AB Üyeliği
Sürecinde Türkiye konulu konferansa TBMM'yi temsilen Adana Milletvekili Ali
Tekin'in katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu. Madrid'te yapılacak olan, Avrupa Birliği
Üye Ülke Parlamentoları, Avrupa Parlamentosu ve Aday Ülke Parlamentoları Tarım
Komisyonları Başkanları Konferansına TBMM'yi temsilen Eskişehir Milletvekili
Mahmut Erdir'in katılmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A.
Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de düzenlenen AB Konvansiyonu Toplantısına katılmak
üzere Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete katılan milletvekillerine, İlişkin Başkanlık tezkereleri, 14.3.2002 tarihli Gelen Kâğıtlarda
yayımlanan ve aynı tarihli 74 üncü Birleşimde okunmuş bulunan Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (9/5) esas numaralı Meclis soruşturması
önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer
almasına ve soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 9.4.2002
Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi, Kabul edildi. Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu ve 41
arkadaşının, Türk çaycılığının ve çay üreticilerinin sorunlarını ve çözüm
yollarını tespit amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
(10/58) 2 Nisan 2002 Salı günü görüşülmesine ilişkin SP Grubu önerisinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı. Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 317 nci sırasında
yer alan 840 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 173 üncü
sırasında yer alan 557 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına
alınmasına; Genel Kurulun 3 Nisan 2002 Çarşamba, 4 Nisan 2002 Perşembe günleri
14.00-20.00 saatleri arasında çalışmasına, 2 Nisan 2002 Salı ve 3 Nisan 2002
Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan
(10/18), (10/23), (10/79), (10/212), (10/244) ve (10/257) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 2 Nisan 2002 Salı günkü
birleşiminde birlikte yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin
görüşmelerinden sonra istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalarda,
Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından, 3 Nisan 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 19.24'te son verildi.
BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 15.00 3 Nisan 2002 Çarşamba BAŞKAN : Başkanvekili
Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet
BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan,
yoklama yapılmasını talep ediyoruz. BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
82 nci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisini, Almanya'da
doğan, Almanya'da büyüyen, okuyan bir grup öğrenci ziyaret etmektedir;
kendilerine, sizlerin adına, hoş geldiniz diyorum efendim. (Alkışlar) Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, insan ve insan hakları
konusunda söz isteyen, Gümüşhane Milletvekili Sayın Lütfi Doğan'a aittir. Sayın Doğan; buyurun efendim. Sayın Doğan, süreniz 5 dakika efendim. Sayın Çelik'e de anlayışından dolayı
ayrıca teşekkür ediyorum. II. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. -
Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan'ın, Ortadoğu'da yaşanan insan hakları
ihlallerine; ülkemizde öğrenim haklarının kullanımında karşılaşılan sorunlarla,
çözümleri konusunda yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) - Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum; gündemdışı söz verdiği için de Sayın Başkanıma teşekkürlerimi
yüksek huzurunuzda arz ediyorum. Efendim, Sayın Başkanımız da hemen ifade
buyurdular; insan ve insan haklarıyla ilgili, sizlerin bildiğiniz, üzerinde her
zaman hassasiyet gösterdiğiniz bu konuyu ele almamın bir sebebi var. 21 inci
Asra girdik; görebildiğim o ki, insana, layık olduğu üstün değer hâlâ yeterince
verilememektedir. Elbette, aklıselim sahibi, insanlığın yüksek rütbesini bilen
insanlar, insana fevkalade saygı gösteriyor, hukukunu takdir ediyor, ona azamî
ölçüde dikkat ediyor; ama, görünen o ki, birçok yerde, insanların hak ve
hukukuna yeterince saygı gösterilmiyor. Üstelik, bu hukukların heder edildiğini,
bu hakların heder edildiğini hepimiz görüyoruz. Bizim, millet olarak inancımız, ahlakî
değerlendirmemiz şudur: İnsan, üstün bir varlıktır, yaratılmışların en
üstünüdür ve insan, doğunca da, bütün haklarına malik olarak, sahip olarak
doğar ve o haklarını hayatının sonuna kadar devam ettirir. Bu yönüyle, insan,
her türlü hürmete, takdire şayan bir varlıktır; insana Yaratan'ın yüce hatırı
için hürmet edilmesi, haklarına saygı gösterilmesi, medeniyetin de bir
icabıdır. Ama, gelin görün ki, insan haklarına
riayet etmekte, maalesef, büyük ihmaller oluyor, hatta, kusurlar işleniyor;
hatta, yüksek huzurunuzda ifadeye teeddüp ediyorum, cinayetler irtikâp
ediliyor. Bundan mustarip olmamak elde
değildir. Demin arz ettiğim ana prensipler, bizim
ana inancımız, ahlakî değerlerimiz, hukuk anlayışımız olduğu gibi, Batı'da da
çok değerli ilim adamları, bu konular üzerinde ısrarla duruyorlar ve aynı
zamanda, insanın maddî ve manevî haklarının çok kere ihmal edildiğini
söyleyenlerden birisi de Alexis Carrel. Yüksek huzurunuzda, onun bir cümlesini
yahut bir paragrafını arz etmek istiyorum. Diyor ki: "Modern toplum,
sadece maddî değerlerle meşgul oldu, insanın, hem maddî hem manevî olan temel
meselelerini ihmal etti. Bize saadet getirmemekle kalmadı, bozulmayı önleyecek
bir kabiliyette olmadığını da gösterdi." Tahmin ederim ki, bugün bu
sözlere ilave edilecek başka bir şey de yoktur. Tabiî, Ortadoğu'da, bilhassa mukaddes
mekânlardan biri olan Kuds-i Şerif ve havalisinde cereyan eden hadiseler
hepimizi dilhun etmektedir. Ne hazindir ki, Birleşmiş Milletlerin, yerinde
aldığı karar, hatta dünyanın gösterdiği duyarlılık karşısında, insan hakları
yine heder edilmekte, insan onuru, şerefi yerlere serilmekte. Bunu yapan
insanın, maalesef, hiçbir suretle, insanlıktan, insan medeniyetinden hicap
duymadığını hepimiz görmekteyiz. Gariptir ki, geçmişte de, kendi kardeşlerine,
kendi içlerinden gelen en büyük insanlara, en çetin, en acıklı işkenceleri
yapanlar, bu ruhta olan insanlar olmuştur. Hiç şüphesiz, Yahudiler, ehli kitaptır.
Bunların içlerinde, Allah'a samimiyetle inanan, iyiliği emreden, kötülükten men
eden iyi insanlardan olma bahtiyarlığına eren kimseler vardır; ama, Zekeriya
Peygamber gibi, Yahya Peygamber gibi insanları şehit edenler de vardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Onun için,
zannediyorum, bu karşılaşılan, insanlığın şimdi karşılaştığı hadise de,
bunlardan birisi olsa gerektir; ama, tabiî, hepimizin hislerine tercüman
olarak, Sayın Dışişleri Bakanımızın bu konuları şiddetle kınadığını duymaktan
mahzûz oldum; ancak, bu faciayı durdurmak zarureti vardır. Şöyle bir gerçek,
hepinizin bildiği bir husustur: Haksızlık yapan yıkılmıştır; aslında, bu
haksızlıkları yapan mağluptur; ama, o mağlubiyetin zamanını, belki, inşallah
hepimiz göreceğiz. Şimdi, bendenizin arz etmek istediğim,
insan ve insan hakları. Tabiî, vaktim dolduğu için, insan haklarıyla ilgili...
Sizlerin hepinizin muhterem ailelerinizden öğrendiğiniz, hayatta uyguladığınız
ve vaktiyle okullarımızda -bilhassa
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kitaplığında da bulunan- cumhuriyet öncesi
okullarımızda okutulan ahlak derslerinden insan haklarına nasıl saygı
gösterildiği konusu; ki, hepiniz bunu yaşıyorsunuz, muhterem ailelerinizden
aldınız, okullardan ilim olarak iktisap ettiniz; mesela, eski tabiriyle, hayatı
beşeriye taarruzdan masundur; yani, insanın dokunulmazlığı vardır. Bu, bizim
hem inancımızdır hem ahlakî yaşayışımızdır; birincisi bu. Acele etmemin sebebi, Muhterem Başkanımızı
müşkül durumda bırakmamak, müsamahasına saygı göstermektir. İkincisi; haysiyeti beşeriye taarruzdan
masundur; yani, insanın onur ve şerefi korunmuştur, dokunulmazlığı vardır;
kimse buna dokunamaz; bu, medeniyetin icabıdır. Üçüncüsü; dinler taarruzdan masundur;
yani, dinlerin dokunulmazlığı vardır, bunlara kimsenin dokunma hakkı yoktur.
Devletler de milletler de fertler de, bunlara samimî olarak saygı gösterdikleri
ölçüde medenî olmanın şerefine ulaşmış olurlar. Dördüncüsü; başkalarının mal ve mülkü
dokunulmazdır, taarruzdan masundur; yani, hiç kimsenin malına, mülküne
dokunulamaz. Malına dokunmakla canına dokunmak arasında, bizim ahlakî
telakkilerimize göre hiçbir fark yoktur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, sözünüzü kesmekten
teeddüp ediyorum; ama, 2,5 dakika uzadı. Bitirirseniz minnettar kalacağım. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Sözleşmeler,
akitler, yerine getirilmesi zorunlu görevlerdir. Mesela, iki kişi arasında bir
sözleşme yapılsa, o iki kişi arasında yapılan sözleşme bir kanundur; nasıl, bir
devletin kanununa saygı gösterilir, onlara da öyle saygı gösterilmesi lazımdır. Son olarak şu ciheti arz ediyorum: Bütün
bunları gereği gibi öğrenmek için, insanlara eğitim, öğretim hürriyetinin
sağlanması lazımdır. Nitekim, Anayasamızın 42 nci maddesi bunu hepimize
âmirdir, bütün milletimizi de bağlayıcıdır. Benim Sayın Başbakanımdan bir
istirhamım var. İlgili zevata, okuma imkânları ellerinden alınan yavrularımız
için, ilgili makamlara, ilgililere şu emri buyururlarsa beni çok
sevindirecekler: "Anayasanın 42 nci maddesine uymanızı rica ediyorum"
buyururlarsa, her müşkül hallolacaktır. Dinlemek lütfunda bulunduğunuz için
hepinize teşekkür ediyorum. Ayrıca, Almanya'da doğup, büyüyen, tahsil
gören, Türkiye'yi kendi evleri bilen, sizlere saygı göstermek üzere burayı
teşrif eden gençlerimizi de yürekten tebrik ediyorum. Hepinizden Allah razı olsun diyorum. Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Doğan, teşekkür ediyorum
efendim. DEVLET BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) -
Sayın Başkan, cevap vereceğim... BAŞKAN - Kürsü boşalmadan sizi çağıramam
Sayın Başkanım. Siz, başkanlık yaptığınız için benim sıkıntılarımı da
anlıyorsunuzdur. Muhterem Bakanım, buyurun. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Saadet Partisi Milletvekilimiz
Sayın Lütfi Doğan'ın yaptığı gündemdışı konuşma nedeniyle söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi en içten duygularımla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, Sayın Doğan, insan
hakları konularındaki görüşlerini açıkladı. Böyle bir konuyu gündeme getirdiği
ve bana da bu konuda açıklama yapma imkânı verdiği için, Sayın Doğan'a,
huzurunuzda teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, insan hakları
kadar, insanlığın üzerinde birleşebildiği bir üst değer pek azdır. İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesiyle ilan edilen ve günümüzde artık bütün çağdaş
anayasalarda yer alan hak ve özgürlükler, insanı en yüksek değer olarak kabul
eden bir anlayışın ürünüdür. İnsan hakları, insanlığın 21 inci
Yüzyılda, uzun mücadeleler sonucunda ulaştığı çağdaş insanlık anlayışını
yansıtmaktadır. Bu anlayış, 21 inci Yüzyılda da mutlaka sürecektir. Zaten,
insanların temel haklara sahip olması gerektiği konusu tartışmaya kapalıdır;
ancak, kimi hakların kullanımının başkalarının haklarını ihlale sebebiyet
verecek boyutlara ulaşmaması için de, birtakım düzenlemelerin olması, hakların
tanımlanması ve belli bir çerçeveye alınarak, hukuksal yapıya oturtulması
gerekmektedir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, altyapıyı
oluşturacak ekonomik, sosyal ve kültürel koşulların da yaratılması
gerekmektedir. Bu, öncelikle, tabiî ki devletimizin
görevidir; ancak, sadece devletin bu konuda çalışması yetmez. Bu konuda,
bireylere, partilere, üniversitelerimize, sivil toplum örgütlerine; yani,
toplumun her kesimine çok önemli görevler düşmektedir. Değerli milletvekilleri, insan haklarına
saygıyı, Türk insanının layık olduğu en yüksek düzeye çıkarmak kararındayız. Bu
konuda, ülkemizde yürütülen çalışmalara, uluslararası düzenlemelerle
geliştirilen standart ve ölçüler ışık tutmaktadır. Bu alanda bazı
eksikliklerimizin olduğunun bilincinde olarak, çalışmalarımız, artan bir hızla
sürdürülmektedir. Bu bağlamda, hepinizin de bildiği gibi,
Anayasamızda temel hak ve özgürlüklerin sınırlarını genişleten, sizlerin büyük
katkılarıyla çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Cumhuriyet tarihimizde,
olağanüstü dönemler dışında, toplumsal uzlaşma ve sivil inisiyatifle
gerçekleştirilen bu ilk ve kapsamlı Anayasa değişikliği, demokrasi ve insan
hakları alanlarındaki ilerlemeler bakımından, Türkiyemiz için bir dönüm noktası
niteliğindedir. Bu değişikliklerin uygulamaya geçirilmesi için gerekli uyum
yasaları da peş peşe Yüce Meclisin desteğiyle çıkarılmaktadır. İnsan haklarının korunması ve
geliştirilmesi için her alanda önemli düzenlemeler peş peşe
gerçekleştirilmektedir. Yüce Meclisimizin büyük bir özveriyle çıkardığı Medenî
Kanunumuz da, bu reformların en önemlileri arasındadır. Öte yandan, uluslararası düzenlemelerde
öngörülen yükümlülüklerimizi, bu düzenlemelerin iç hukukumuza olan
üstünlüklerinin bilincinde olarak yerine getirmeye de azamî özeni
göstermekteyiz. İnsan haklarının korunması ve
geliştirilmesinin önkoşulu eğitim olduğundan, her düzeydeki insan hakları
eğitimine gerekli öncelik ve önem verilmektedir. Yasal altyapının gereği gibi
uygulanabilmesi için de, idarî düzenlemeler peş peşe yapılmaktadır. Hükümetimizin konuya verdiği önemin en
başta gelen göstergelerinden birisi de, insan haklarıyla doğrudan ilgili üç
bakanımızdan oluşan bir komitenin, her ay düzenli olarak çalışmalarını
sürdürmesidir. İnsan haklarıyla ilgili gelişmeler, tarafımızdan her ay
değerlendirilmekte olup, alınacak önlemler de an be an belirlenmektedir. Birey
hak ve özgürlüklerini veri kabul etmiş bu çağdaş düzenlemeler ve uygulamalar,
yalnız hükümetimizin uyumluluğunun ve kararlılığının değil, aynı zamanda, yüce
milletimizin de yeniliklere olan yatkınlığının en açık göstergesidir. Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
çalışmalarımızda, ülkemizi çağdaş uygarlıkla buluşturma hedefine büyük özen
gösterilmektedir. Türkiye'de hukukun üstünlüğü, vatandaşlarımızın bireysel
özgürlüklerden en geniş ölçüde yararlanması, düşünce ve ifade özgürlüğünün
belirli kriterler altında güvence altına alınması, bağımsız ve iyi işleyen
yargı mekanizmasının oluşturulması, kısacası, Türk demokrasisinin sağlam
temellere oturtulması, hepimizin, bu Yüce Meclisteki her bir sayın
milletvekilinin ortak arzusu ve hedefidir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi
yönünde çok önemli ve ileri düzenlemeler yapılmasına karşın, henüz
arzuladığımız noktaya ulaşmadığımızı biliyorum. İnsan hakları konusunda,
özellikle yurt dışında, maalesef, hak etmediğimiz bir performansımız var. Bunu
mutlaka önlemek mecburiyetindeyiz. Dikkatli uygulamalarla da bunu
başaracağımıza inanıyorum. İnsan haklarından sorumlu Bakan olarak
bütün çabam ve arzum, tüm dünya ülkelerinde görülebilen insan hakları
sorunlarının ülkemizde en asgarî düzeye çekilmesidir. Kimi fertlerin bireysel ve keyfî
uygulamalarının bir ürünü olan hukuk dışı bazı örneklerin sistematik bir ihlal
olduğu izlenimi verilmesinin mutlaka önüne geçmek zorundayız. Bunun ilk adımı
da, insan hakları konusunda iyi niyetli ve ciddî bir iradenin oluşmasıdır. Bu
irade de, bugün görevde bulunan 57 nci cumhuriyet hükümetinde ziyadesiyle
mevcuttur. Bu irade sürdüğü sürece, bundan böyle, Türkiye, artık, insan hakları
konusunda izlenen, incelenen ve hakkında rapor düzenlenen bir ülke olmaktan
çıkıp, mutlaka, artık, izleyen, inceleyen ve bütün dünyadaki insan hakları
ihlalleri konusunda gereğini, gerektiği yerde yapan bir ülke konumuna gelmek
mecburiyetindedir. Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
Sayın Doğan'ın dile getirdiği konuyla ilgili de bir değerlendirme yapmak
istiyorum. Tüm dünyanın yeniden şekillenmekte olduğu
yüzyılımızda, bir yandan teknolojinin sunduğu nimetlerle geleceğe umutla
bakılırken, öte yandan da yeni olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Son günlerde
meydana gelen olaylara baktığımızda, dünyada uzun süredir yaşanan barış ve
iyimserlik havasını gölgelemeyi amaçlayan önemli gelişmelerin yaşanmakta
olduğunu görüyoruz. Önce, 11 Eylülde Amerika Birleşik
Devletlerine yapılan terörist saldırılar, ülkemizin yıllardır yaşadığı terörün
çirkin yüzünü ve dehşetini, bir kez daha bütün dünyanın gözleri önüne
sermiştir. Tarihin bu en büyük terör eylemi, teröre karşı savaşımda ülke
ayırımı yapmadan, yeni ve ortak bir anlayış geliştirilmesinin zorunluluğunu bir
kez daha ortaya koymuş bulunmaktadır. Nereden gelirse gelsin, kim yaparsa yapsın
ve gerekçesi ne olursa olsun, terör, büyük bir insanlık suçudur ve ısrarla
savunduğumuz insan haklarının da en acımasız ihlalidir. Hiçbir siyasî ve
ekonomik gerekçe, terörü haklı kılamaz. Günümüzün ciddî tehditlerinden biri olan
terörizmin ve terör eylemlerine katılanların ve bunu destekleyenlerin,
uluslararası toplum tarafından en güçlü biçimde kınanmaları ve dışlanmaları
gerekmektedir. Sayın milletvekilleri, günümüz
uygarlığını, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi evrensel
değerler oluşturmaktadır. İnsan yaşamının her olanak kullanılarak korunması,
farklı görüşlere hoşgörü gösterilmesi, bu evrensel değerlerin
önemlilerindendir. Dolayısıyla, bu değerleri engelleyecek her girişime karşı
çıkılmalı, çifte standartlara izin verilmemelidir. Düzenlemelerde, herhangi bir
hak ve özgürlüğün, bir kişi, grup veya devlet tarafından, bir başka hak ve
özgürlüğü tahrip edecek şekilde kullanılmaması gerektiği ilkesi, sürekli
olarak; ama, mutlaka gözetilmelidir. Parçası olduğumuz çağdaş uygarlığa, tüm
dinlerin, farklı etnik ve ulusal değerlerin katkıda bulunduğu unutulmamalıdır.
Dolayısıyla, günümüz uygarlığını belli bir dine ve yaşam biçimine dayandırmak,
doğru bir yaklaşım değildir. İçerisinde bulunduğumuz günlerde Filistin ve İsrail
arasında yaşanan ve çok üzücü, aynı zamanda insanlık için yüzkarası olan
olayların da bu çerçevede değerlendirilmesi ve mutlaka kınanması gerekmektedir.
Hiçbir gerekçe, bir toplumun diğer bir toplumu yok etmesinin nedeni olamaz.
Tarafların, itidalli davranarak bu çılgınlığa son vermesi, yalnız kendilerinin
değil, aynı zamanda tüm dünyanın da yararınadır. Sonuçta, mutlaka sağduyunun
galip geleceğine inanıyorum. Aynı zamanda, ülkemizin de ve tabiî
hükümetimizin de, bu çirkin olayların sona erdirilmesi için, ciddî bir
kararlılıkla uğraş vermekte olduğunu ve Sayın Başbakanımızın da, bu konuda, en
ciddî manada girişimlerde bulunduğunu, bir kere daha, huzurunuzda ifade etmek
istiyorum. Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, insan haklarını hazır bir
veri olarak kabul etmemek gerektiğine inanmaktayım. İnsan haklarının, uzun
mücadeleler sonucunda ulaşılmış ve hâlâ, bugün itibariyle uğruna mücadeleler
verilmesi gereken bir değerler bütünü olduğunu unutmamak gerekir. İnsanlığın, 20 nci Yüzyılda ulaştığı bir
ortak değerler sistemi olarak insan haklarını geliştirmek ve daha ileriye
götürmek, hepimizin borcu olmalıdır. Çalışmalarımız da, bunu sağlamaya
dönüktür. Biz, insan hakları konusunda her türlü katkıya açığız. Katkının da
ötesinde, ciddî bir desteğe, toplumsal bir bilince, kitlesel bir duyarlılığa
ihtiyacımız var. İnsan haklarından sorumlu Bakan olarak tekrar ifade ediyorum
ki, tüm çabam, çağdaşlığın gerektirdiği evrensel değerlerin ülkemizde de köklü
olarak mutlaka yerleşmesidir. Konuya, içerisinde bulunduğumuz yüzyılın
vizyonuyla baktığımızda, bunu başarmak mecburiyetimiz de vardır. Aksi takdirde,
çağdaş uygarlık düzeyini yakalamamız mümkün olamaz. Bunu başaracağımıza da
yürekten inanıyorum. Sözlerimi bitirirken, bu konuda bana
açıklama yapma imkânı veren Sayın Doğan'a ve söz veren Sayın Başkana
huzurunuzda teşekkür ediyorum. Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum Sayın
Bakan. Efendim, gündemdışı ikinci söz, Samsun'da
kapanan Halk Bankası şubeleri ve tarımı doğrudan destekleme kredilerinin
ödenmesi konusunda söz isteyen, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'ya aittir. Buyurun Sayın Uzunkaya. (AK Parti
sıralarından alkışlar) 2. - Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Samsun'da Halk Bankası şubelerinin
kapatılmasına ve çiftçilere doğrudan destekleme kredilerinin ödenmesinde
karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gündemdışı konuşma imkânı lütfeden Sayın Başkana, Yüce
Milletin mümtaz temsilcileri olan sizlere saygılar sunuyor, millet adına
müstesna çatı altında yapılan çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını
diliyorum. Değerli milletvekilleri, Yüce
Parlamentoda, Meclisin çalışma günlerinde, İçtüzükten doğan hak olarak, üç
değerli parlamentere Meclis Başkanı söz hakkı vererek, kendilerince önemli olan
yöresel, bölgesel, ulusal veya uluslararası olayları gündeme taşırlar. Bendeniz
de, bugün, ciddî anlamda önem atfettiğim temel ve acil sorunları Yüce
Heyetinizin huzuruna getirmeyi bir vazife telakki ettim. İcranın sorumluları olan sayın
bakanlardan, yapılan konuşmalara kendilerini ve bürokratlarını savunmak adına
laf değil, özellikle iş ve sonuç beklediğimizi bir defa daha hatırlatmak
istiyorum. Sayın Tarım Bakanı, dün, burada, bir
arkadaşımızın konuşmasına cevaben, tarımı doğrudan destekleme adı altında,
ekonomiden sorumlu Devlet Bakanının açıklamasına göre Dünya Bankasınca, kendi
beyanlarında ise bizzat bütçeye konularak çiftçiye verileceği ifade edilen
paranın hangi kaynaktan verildiğine dair dahi, iki bakan arasında güveni
sarsıcı beyanlar maalesef burada yapılmıştır. Nitekim, Devlet Bakanı Sayın
Kemal Derviş, bu paranın -bu dokümanda olduğu gibi- Dünya Bankasından verilen
kredi olduğunu söylüyor. Şuradan veya buradan; ama, neticede, vatandaşa intikal
etmeyen, iki bakan arasında, nereden ve nasıl verildiği dahi tereddüde vesile
olan, güveni bunaltan bir açıklama yapılmıştır. Sayın Bakan, 61 ilde dağıtıldığını ifade
ettiği paranın tüm çiftçi ailesine verilmediğini, bunun bürokrasideki
sıkıntılardan kaynaklandığını, tapu kayıt işlemleri, veraset ve intikal, hatta
bazı harf hatalarının bile bunda müessir olduğunu, yönetim hatasının bedelini,
ekonomik olarak perişan edilmiş çiftçiye ödettiklerini ifade ediyor. 2001
yılında ödenmesi gereken bu paralar, benim ilim olan Samsun dahil 20 ile henüz
verilmediği gibi, Samsun'daki 120 000 çiftçi ailesinden sadece 46 000'inin para
alabilecek olması da bir başka handikaptır. Samsunlunun 2001 yılında alması
gereken parayı, tarımı yok etme pahasına geçtiğimiz aylarda çıkarılan kanunlar
paralelinde, tütünü, fındığı, çayı, pancarı ve hulasa tüm tarımcının ürettiği
mahsulün yok edilmesi karşılığında, Dünya Bankasından verilen bu parayı bile zamanında
çiftçisine vermeyen bu aciz hükümeti burada kınıyorum ve burada da ilan
ediyorum. Sayın Bakan, bazı illerde tarım il
müdürlüklerinin gerekli tespit çalışmalarını vaktinde yapamadığını,
dolayısıyla, gecikmenin bundan kaynaklandığını da dün ayrıca ifade ettiler.
Sayın Bakan, mesela, Van Tarım İl Müdürlüğünde olduğu gibi, birçok tarım
müdürünün bir yılda birkaç defa görev yeri değişti. Hatta, mesela, Van'a,
zannediyorum, son bir yıl içinde on tarım müdürü geldi gitti. Bu kadar bürokrat
kıyımıyla meşgul olursanız, bu bürokratlar hem bürokrasiyi hem de hizmetlerini
aksatacaklardır. Kaldı ki, Samsun İli, yılbaşında 46 000 ailenin hak ettiği
16,5 trilyonluk krediyle ilgili çalışmalarını ikmal etmiş ve bildiğim
kadarıyla, aylar önce yetkili makama iletilmiştir. Kurban Bayramı öncesi,
olmadı, mart ayında Sayın Bakan Samsun'a gelecek ve bir merasimle, sık sık da
bir televizyonda tekrarlandığı gibi "ananızın ak sütü gibi bu para size
helal olsun" diyebileceği bir merasim imkânını hazırlatamadığından dolayı,
Samsunlu köylü parasını alamamaktadır; Sayın Bakanın keyfine, âdeta, mahrum
bırakılmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
hükümet, sadece tarımı değil, esnafı ve onlara kredi veren kuruluşları da
perişan etmiştir. Bakın, dün, Samsun Vezirköprü İlçesinden tüm partilerin ilçe
başkanları ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri, geçtiğimiz yıl
takriben 2 trilyon kâr eden Vezirköprü Halk Bankası Şubesinin kapatılmış
olmasından dolayı, bir çare umuduyla Ankara'ya gelmiş, şubelerinin açılmasını talep
etmiş; ama, maalesef, elleri boş dönmüştür ve nitekim, sayın değerli
milletvekili arkadaşlarımıza da gönderildiğine inandığım bu imzalı varakları,
sizin imzalarınızla çıkardığınız o perişan yasayla, maalesef, 2 trilyon kâr
eden banka kapatılmış, bu sıkıntıyla karşı karşıya kalmışlardır. TARIK CENGİZ (Samsun) - Dün toplantıda
olsaydınız zarar ettiğini öğrenirdiniz Sayın Uzunkaya. BAŞKAN - Efendim, istirham ederim...
Karşılıklı konuşmuyorsunuz... MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bir başka acil sorun da, bu hükümet döneminde, binlerce camiin
ezansız, imamsız ve Kur'an'sız bırakılmış olması olayıdır. Tarihte ilk defa,
selatin camilerinden dahi ikinci imam veya müezzinler alınarak, başka camilere
verilmekte, özellikle, Karadeniz Bölgesinde, çok uzak olan köylere ait
mahallelerin cami imamları alınarak, güya başka köylerin kadroları verilsin
diye, köyler ve mahalleler boş bırakılmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlamanızı rica
ediyorum. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Örneğin,
Samsun'un tarihî ve en büyük camii olan Büyük Camiin iki imamından birisi
alınıyor ve yine köyleri... Mesela, benim köyümün bir mahallesi, Özören Köyünün
bir mahallesinin imamı alınarak, başka bir köye verilerek, güya taltif ediliyor;
ama, köyler imamsız bırakılıyor. DMS'yi kazanmış onbinlerce kişi dururken,
aldığımız duyumlara göre, hiçbir sınava girmediği halde, yine binlerce insanı
atadığı, memuriyet görevine getirdiği iddia edilen bu hükümet, sıra, imam ve
müezzin kadrosuna gelince, bütün cimriliği ve tasarruf anlayışıyla meseleye
yöneliyor. Sayın hükümetten, çok acil olarak, imamsız olan tüm camilere en az
bir din görevlisinin verilmesi konusunda harekete geçmesini, milletim adına
özellikle rica ediyorum ve özellikle, Devlet Personel Başkanlığından Sorumlu
Sayın Bakan ile Maliye Bakanı ve bürokratları arasında sıkışan, DMS'yi kazanmış
1 249 imam adayı ile 1 960 vekil imam kadrosunun, bir an önce -iki bakanlık
arasında bu kadrolar gidip geliyor- verilmesini istirham ediyorum. Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, 10
Nisan, Polis Bayramıdır. Bu vesileyle, canları pahasına yüce milletimizin
güvenliği için gece gündüz çalışan emniyet personelimizin bu güzel günlerini
tebrik ederken, ölenlerine ve görev şehitlerine Allah'tan rahmet, yaralılarına
şifa, hayatta olanlarına da sağlık, sıhhat diliyorum. Hükümetin, elbette, bizim temennimizden
farklı, bu konuda bir yaklaşımı olmalıdır. Emniyet görevlileri, resmî raporlara
göre, yoksulluk sınırı altında ve açlık sınırı çerçevesinde bir maaşla
çalıştırılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde; yani, 14.3.2002 tarihinde, Bakanlar
Kurulu kararıyla üst düzey bürokratlara ve birkısım memurlara sağlanan maaş
artışı, adaletsiz ve haksız bir artış olup, milyonlarca memurumuzun yanında,
emniyet mensuplarımızı da ciddî bir ihmale ve gadre uğratmıştır. Şimdi, Sayın İçişleri Bakanının görevi,
okulları önünde en tabiî hakları olan eğitim haklarını, temel inanç haklarıyla
yan yana koyarak, birinden diğerini tercihe mahkûm eden, ya okul ya
başörtüsü... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan; cümlemi tamamlayayım. BAŞKAN - Ama, istirham ederim... Yani,
şimdi, komple bir konuşma oluyor... MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım... BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, eğer polis
hakları da deseydiniz, Sayın Bakan gelip cevap verirdi size. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Keşke bakanlar
cevap verseler. BAŞKAN - Toparlayın lütfen efendim. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan. Kahir ekseriyeti saygıya seza emniyet
mensuplarımız ile halkımızı ve onların değerlerini karşı karşıya getirmek değil
Sayın Bakanın görevi; hak ettikleri maaşları en dolgun şekliyle vererek,
toplumun güvenliğini sağlayacak bir görevde onları istihdam etmek zorunda
olduğunu bilmesidir. Yoksa, bu millet ve emniyet camiası, bayramlarda
seyranlarda çok bakan nutku, çok politikacı nutku dinlemiştir, dinleyeceği
gibi. Değerli Başkan, müsamahanızdan dolayı size
teşekkür ediyor; Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlarken, başta Filistin'de
yaşanan zulüm olmak üzere, yeryüzündeki bütün zulüm girdabına düşmüş mazlum
insanlara kurtuluş, zalimlere de hidayet diliyorum; çünkü, biz, millet olarak
"Zulmü alkışlayamam, mazlumu asla sevemem/Gelenin keyfi için geçmişe
kalkıp sövemem" diyen bir İstiklal Marşı şairinin memleketinde yaşıyoruz;
ama, maalesef, yapılan tank ihalesiyle, zulmü alkışlamak değil, bizzat Türkiye
zulme destek olmuştur. Bu desteği yapanları da kınıyorum; saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, teşekkür
ediyorum. Sayın Uzunkaya, onu düzeltelim:
"Mazlumu" değil, "zalimi asla sevemem" olması gerekir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - "Zulmü
alkışlayamam, zalimi asla sevemem." BAŞKAN - Siz "mazlumu" dediniz
de, onun için. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ben
"mazlumu" demedim. BAŞKAN - "Mazlum" dediniz,
"mazlum" dediniz; adınıza
düzeltiyorum efendim. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Fakat, öyle bir
ülkede kaldık ki, mazlumu sevmeyen bir ülke haline geldik. BAŞKAN - Yok efendim; Allah korusun. Şimdi "müsamaha" dediniz de,
işte, benim gösterdiğim müsamahadan dün başıma neler geldi. Onun için, istirham
ederim, bu müsamaha işinden vazgeçelim. KEMAL VATAN (İzmir) - Yine gösteriyorsunuz
Sayın Başkan. BAŞKAN - Müsamaha göstermedim efendim. Nasıl
yapayım efendim; polis mi dikelim buraya?! Bir sayın milletvekilinin kürsüyü
kaç dakika kullanacağını kendisi ayarlaması gerekirken, ondan sonra, bazıları
ayarlamayıp da, sadece Başkanın laçkalığı diye göstermeye çalışırsa, benim
elimden bir şey gelmez. Yani, 5 dakika konuşma, 2 sayfa. Çok basit bu. VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Sayın
Başkanım... BAŞKAN - Buyurun efendim. VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Sayın
Uzunkaya'nın yapmış olduğu konuşma için bir düzeltmede bulunmak istiyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Mikrofonunu açar
mısınız Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Ne olduğunu
anlayayım ben... VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Doğrudan gelir
desteğiyle ilgili, Samsun'a yapılacak olan, millî bütçeden verilecek olan
gelirler, önümüzdeki hafta dağıtılacak. Sayın Musa Uzunkaya, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığıyla bir görüşseydi, bu bilgiyi alabilirdi. Bunu doğrulamak adına söz
aldım. Teşekkür ederim. TARIK CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, siz de diyeceksiniz ki,
Halk Bankası şubelerinin yerine... Buyurun efendim. TARIK CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkanım,
bir toplantı yapıldı. Sayın Uzunkaya, bizim toplantımızda yoktu. Halk Bankası
şubesi, kendisinin söylediği gibi kâr etmiyor, zarar ediyor. Bir de, yanlış irtibatta bulunmuşlar
herhalde. Halk Bankası Genel Müdürü Emel Hanımla görüşmüşler. Yalnız, Emel
Hanım değil, Emel Bey, Sayın Başkanım. Onu düzeltmek istiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Emel Hanım değil, Emel Bey olarak
düzeltilmiştir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, allahaşkınıza!..
Lütfen... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Müsaade buyurun
Sayın Başkan... Ben, Emel Hanımın adını burada
zikretmedim; bu bir. İkincisi... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - "Emel
Hanım" falan geçmedi... BAŞKAN - Efendim, öyle anlamışlar... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Müsaade
buyurun... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - "Emel
Hanım" demedi ki... BAŞKAN - Matlup hâsıl oldu efendim... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - O zaman, bir şeyi
arz edeyim... BAŞKAN - Aman efendim!.. Siz, o kadar çok
şeyi arz ettiniz ki, dışpolitikadan içpolitikaya kadar... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, Sayın Genel
Müdür darılır... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkanım,
Sayın Bakan, bize, Kurban Bayramından önce 16,5 trilyon paranın verileceğini
daha önce beyan ettiler; olmadı, mart ayında, Sayın Bakanı, büyük bir heyecanla
Samsun'a bekledik, gelip paraları dağıtacak diye. BAŞKAN - Efendim, imkânlar... VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Önümüzdeki
hafta dağıtılacak... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - İnşallah...
Önümüzdeki haftayı bekleyelim... BAŞKAN - İmkânlar efendim... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkanım... BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum. Mesele anlaşıldı efendim. Herkesin
elindeki imkâna göre dağıtıyorlar. MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan,
bizim söylediklerimizi iktidar hep yanlış anlıyor! HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Tarım ve Köyişleri
Bakanı cevap versin. BAŞKAN - Cevap verecek Sayın Bakan burada
yok efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Siz de mi istediniz?.. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham
ederim... Buyurun Sayın Seven. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım,
kusura bakmayın. Ben, üç ay -haziran ile eylül ayı
arasında- Ağrı'da kaldım yaz döneminde. Doğrudan gelir desteğiyle ilgili bu
kararname çıktıktan sonra, bazı siyasîler, halkı aradılar "sakın ha,
kendinizi yazdırmayın, sizden vergi alacaklar..." Günahtır... Bizzat
milleti dolaştılar... Benim Ağrımda da, bazı kişiler, bu manada
yazılamadı. Şimdi, ben, bazı siyasîleri, gerçekten davet ediyorum. Halka
politikalar götürürken, halkın ekmeğiyle oynamasınlar. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Peki efendim. Mesele anlaşıldı. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. Ondan
sonra, şimdi, size söz vereceğim. Siz, ne istiyorsunuz? Buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım,
şimdi, biz, bu Mecliste yeni yeni icatlar görüyoruz. Burada, gündemdışı
konuşmalara cevap vermesi gereken kişi Sayın Bakandır. BAŞKAN - Cevap vermediler efendim. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hayır... Sayın
Bakan, burada, buna cevap vermesi gerekirken, bir diğer milletvekili
arkadaşımızın buna cevap verme hakkı yoktur; çünkü, hükümeti biz sorguluyoruz. BAŞKAN - Sayın Çelik, cevap hakkını
istemedi, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre yerinden söz istedi. Mahiyetini
öğrenmek için, mikrofonu dahi açmadım... Bakan adına da cevap olarak kabul
etmeyeceksiniz. Çok teşekkür ederim yani... VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Niye rahatsız
oluyorsunuz ki?! HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Rahatsız olmuyoruz;
ama, Sayın Bakan, gelip cevap versin. BAŞKAN - Gündemdışı üçüncü söz, Karabük
Demir Çelik Fabrikalarının kuruluş yıldönümü nedeniyle istenmiştir. Bugün 3 Nisan; 1937'de, 65 yıl evvel
kurulan Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluş yıldönümünü kutluyor, bu
konuda söz isteyen Karabük Milletvekili Sayın İlhami Yılmaz'a söz veriyorum. Sayın Yılmaz; buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) 3. -
Karabük Milletvekili İlhami Yılmaz'ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının
kuruluşunun 65 inci yıldönümü ile Kardemir’in içinde bulunduğu sıkıntılara ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması İLHAMİ YILMAZ (Karabük) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Karabük Demir Çelik Fabrikalarının 65 inci kuruluş
yıldönümü münasebetiyle Karabük'ün ve Karabük Demir Çelik Fabrikalarının
sorunlarıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken
hepinize saygılar sunarım. 31.12.1994 tarihinde özelleştirilerek,
çalışanlara ve yöre halkına devredilen Karabük Demir Çelik Fabrikası, üç yıl
kâr ederek faaliyetine devam etmiştir. Daha sonra, zarar etmeye başlamıştır. Bu
zararı, herkes, çeşitli gerekçeleri, eksiklikleri krizleri öne çıkararak
açıklamaya çalışmıştır. Bu gerekçelerde, muhakkak ki doğruluk payı vardır; ama,
ortada bir gerçek var ki, Kardemir'in esas sıkıntısı finans sorununa çare
bulamaması ve faiz girdabının içine düşmesidir. Gelir-gider dengesindeki
makasın açılmasında, muhakkak ki, yapılan yatırımların yüksek bedelle yapılması
önemli rol oynamıştır. Bütün bu olumsuz tabloya rağmen ortada olumlu bir tablo
vardır. 160 000 000 dolar borcuna karşılık, ülke ekonomisine, bu zaman zarfı
içerisinde, 500 000 000 dolar civarında katmadeğer kazandırmış, bir şehrin
hayatiyetinin devamına fırsat vermiş, böylece de bölgenin hayat damarlarından
biri olduğunu ispatlamıştır. Karabük Demir Çelik Fabrikalarının
özelleştirilmesinin ilk yıllarındaki kârlılık, herkesin kabul ettiği gibi
üretim faaliyetlerinden değil, repo gelirlerinden olduğudur. Maliyetlerin
yüksekliğini aşağıya çekebilmek için, Kardemir'de tasarruf tedbirleri en son
noktasına kadar uygulanmaya başlanmıştır. Bundan sonra, yıllardan beri elektrik
fiyatlarıyla ilgili, ark ocaklarıyla entegre tesisleri arasındaki entegre tesis
aleyhine olan durumun ivedilikle düzeltilerek, konunun halledilmesi gerekmektedir.
Devlet Demiryollarının, en büyük
taşıyıcısı olduğu Kardemir'e, cüzî miktarda, yüzde 10 gibi fiyat indirimi
yapması, maliyetlerindeki en büyük kalemi aşağı çekme imkânını doğuracaktır;
çünkü, demir çeliğin en önemli 4 kalemi; hammadde, nakliye, enerji ve
işçiliktir. Kardemir, işçilik giderlerini, ücretsiz izin uygulamasıyla aşağıya
çekmiştir, nakliye ve enerji kalemlerinde de devlet yardımcı olmalıdır.
Hammadde girdisindeki yüksek fiyatı da... Teminat mektubu verilmesi, dünya
pazarlarındaki pazarlık şansını artırarak, ucuza hammadde alma şansını
doğuracaktır. Karabük Demir Çelik Fabrikaları,
Türkiye'nin endüstrileşmesinde çok önemli bir görev ifa etmiştir. Bu
görevlerini -burada, elimde bulunan dosya 21 sayfadır, her sayfasında takriben
40 fabrikanın isimleri yazılmaktadır- Hereke, İstanbul, Balıkesir, Pınarhisar,
İskenderun gibi çimento fabrikalarını; Konya, Turhal, Ankara, Eskişehir,
Adapazarı, Burdur gibi şeker fabrikalarını alt alta koyduğumuz zaman, yuvarlak
hesapla maliyetleri çıkarılırsa 5 milyar dolar gibi Türkiye'de yatırımlar
yapılmasına fırsat vermiştir Karabük Demir Çelik Fabrikaları. Bu kadar imkânı sağlayan Karabük Demir
Çelik Fabrikalarına, ülkemize bu kadar fabrika kazandırmış Kardemir'e, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milletinin, en azından vefa duygusuyla bakacağına
inanıyoruz. Biz Karabüklüler olarak fazla bir şey
istemiyoruz; borçlarımızın ötelenerek zamana yayılmasını ve faaliyetlerimizi
daha aktif yapabilmek, hammadde alımını yapabilmek için de teminat mektubu
verilmesini istiyoruz. Hükümetimizin bu konuda ciddî çalışmalarının olduğu
bilinmektedir; ama, geçen zaman gelir-gider dengesindeki makası daha da
açmakta, her geçen gün sıkıntıların büyümesine sebep olmaktadır. İyi bir
denetim mekanizması oluşturularak bu konunun ivedilikle çözülmesi
gerekmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Karabük Demir Çelik Fabrikalarının özelleştirilmesi sırasında, zamanın siyasî
iradesi, Karabük'e bir üniversitenin kurulacağını taahhüt etmiş; maalesef,
bugüne kadar bu konuda somut bir adım atılmamış, ancak Zonguldak Karaelmas
Üniversitesine bağlı olarak fakülte ve yüksekokul açılımı Karabüklülerin maddî
ve manevî katkıları ve Karaelmas Üniversitesi yönetiminin takviyesiyle
okullaşma sürecini belirli ölçüde tamamlamıştır. Eskipazar İlçemizde atıl
vaziyette duran yatılı bölge okulları, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
üniversitenin kullanımına izin verilmesine rağmen, Karaelmas Üniversitesi,
okulların fazla dağınık olmasını gerekçe göstererek, en az bin öğrenci
kapasitesinin istihdam edileceği binalar kullanılamamaktadır. Eğer, Karabük
üniversitesi kurulursa, şehre 30 kilometre uzaklıktaki Eskipazar İlçemizdeki
YBO okullarının da değerlendirilmesi sağlanacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Karabük'ün kültür ve kongre turizmi açısından önemli bir yeri vardır. UNESCO
tarafından dünya miras kentleri listesine alınan Safranbolu İlçemiz,
geçmişimizle geleceğimiz arasında önemli bir köprüdür. Yılda 150 000 ile 200
000 yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir. Aynı güzergâh
üzerinde bulunan Eskipazar İlçemizde tarihimizin kalıntıları batık yeraltı
şehri olarak yatmaktadır. Selçuklu ve Roma dönemine ait eserlerin define
avcıları tarafından talanının önüne geçilerek kazı çalışmalarının da bir an
evvel başlatılarak turizmin canlandırılması gerekmektedir. Kültür
Bakanlığımızın bu konudaki çalışmalarını hızlandırmasını bekliyoruz. Bütün
bunların yanında, Türkiye'nin en uzun kayak pisti yapılabilecek şekilde bir
doğa harikası olan ve yılın dokuz ayı karla kaplı Keltepe mevkiinin kış turizmi
açısından değerlendirmeye alınması bölgemiz ve ülkemiz turizmi açısından önem
arz etmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Kardemir'de, Divriği'nin demir cevheri, Zonguldak'ın kömürü, Keban'ın elektriği
ve Türk insanının alınteri harmanlanarak, stratejik metal elde edilmektedir.
Ezcümle olarak, Kardemir'le ilgili gelişme 1994 yılında başlayan bir serüven.
Bu serüvenin başladığı yıllarda Kardemir'le birlikte özelleştirileceği söylenen
KİT'lerden hiçbirisini özelleştirmeyenler, Kardemir'in özelleştirilmesini
oldubittiye getirdiler. O gün Kardemir'i plansız programsız özelleştirenlerin
kimisi Mecliste oturuyor, kimisi de Mecliste oturanı ziyaret ederek timsah
gözyaşları döküyor. Bu problemi çözmek de 57 nci hükümete kalıyor. İnşallah, bu
konu 57 nci hükümet tarafından halledilecek. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Ne oldu, sataşma mı var efendim? TURHAN GÜVEN (İçel) - Tabiî ki, sataşma
var... BAŞKAN - Buyurun. TURHAN GÜVEN (İçel) - Kâr getiren
müesseseyi zararlı hale getiren ben miyim, onlar mı?! BAŞKAN - Efendim, bir isim zikretmedi. Sayın Eren, buyurun. MUSTAFA EREN (Karabük) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım. Cumhuriyet kenti Karabükümüzün ve
Kardemir'in bugün 65 inci kuruluş yıldönümü. Birçok ilimiz kurtuluş gününü
kutlarken, biz, bugün, içimiz buruk, iş, aş, ekmek kaygısı içerisinde, geçmiş
güzel günlerin hayalleriyle avunuyoruz; ama, içinde bulunduğumuz bu
sıkıntıların son bulacağına olan inancımızı da yitirmedik. Bu vesileyle, bir
kentin doğuşuna vesile olan herkese minnet ve şükranlarımı sunuyor, saygılarımı
arz ediyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sağ olun efendim, teşekkür
ederim; mesele anlaşılmıştır. Sayın Çelik, buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, biz,
AK Parti Grubu olarak, Karabük'ün, Karabüklülerin, Kardemir'in bu meselelerine
son derece duyarlıyız; bu konuda atılacak her adımı destekleyeceğimizi
huzurunuzda arz etmek istiyoruz. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Sayın Hatipoğlu, siz de destek
veriyorsunuz herhalde. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın
Başkanım, öncelikle Kardemir'in ülke ekonomisine olan katkısı herkesin malumu;
ancak, burada bir şeyi ifade etmek istiyorum. İktidara mensup çok değerli bir
milletvekilimiz konuyu gündeme getiriyor ve "ümit ederim ki, bu hükümet bu
sorunu çözecektir" diyor. Sanırım, sayın milletvekilimizin kendi mensubu
bulunduğu partinin sayın bakanına bu konuyu takdim edebileceği başka
platformlar da var; götürsün konuyu. Sayın Bakan, Milliyetçi Hareket Partisinin
değerli bakanları da bu konuda katkı sağlasınlar. BAŞKAN- Öyle dedi zaten efendim... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır)- Evet,
ben de bunu temenni ediyorum; ancak... BAŞKAN- Tamam, teşekkür ediyorum; mesele
anlaşılmıştır efendim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır)- Bir
saniye efendim... Ben, bu gündemdışı konuşmalara, hükümetin,
mutlaka, burada hazır bulunup, cevap vermesi gerektiğini de vurgulamak
istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Efendim, o hükümetin takdiri; biz,
ona bir şey diyemeyiz. Zaten, söz isteyen milletvekilinden dilekçe almamızın
sebebi, ne konuda konuşacağını her bakanlığa bildirmek, gruplara da
bildiriyoruz; ama, takdir kendilerinin... NEZİR AYDIN (Sakarya)- Takdiri, hep cevap
vermemekte kullanıyorlar!.. BAŞKAN- Efendim, mesele anlaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutuyorum: B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. -
İspanya Parlamentosu Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M.
Jesus Lopez-Medel Bascones'in, Madrid'te yapılacak Avrupa Parlamentosu ve
Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonları
Başkanları Konferansına bir milletvekilini davetine, TBMM Dışişleri Komisyonunu
temsilen İstanbul Milletvekili Ahad Andican'ın icabet etmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/1034) 2
Nisan 2002 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna İspanya Parlamentosu Kalkınma ve
Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M.Jesus Lopez-Medel Bascones'in daveti
üzerine, Avrupa Birliği aday ülkeleri parlamentolarının ilgili komisyon
başkanlarının da katılacağı 11-12 Nisan 2002 tarihleri arasında Madrid'de
yapılacak olan Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma ve Uluslararası
İşbirliği Komisyonları Başkanları Konferansına TBMM Dışişleri Komisyonunu
temsilen bir üyesinin katılması, Genel Kurulun 26.3.2002 tarih ve 78 inci
Birleşiminde kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesi
uyarınca, söz konusu konferansa
katılmak üzere Anavatan Partisi Grup Başkanlığı tarafından İstanbul
Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu üyesi Ahat Andican'ın ismi bildirilmiştir. Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur. Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket
Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre
verilmiş müşterek önerileri vardır. Önce, tümünü okutup işleme alacağım;
sonra, ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım: III. -
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. - Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 3 Nisan 2002 Çarşamba
günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerisinin, Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneriler: 1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 317 nci sırasında yer alan 840 sıra sayılı kanun
tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 173 üncü sırasında yer alan 557 sıra
sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına alınması önerilmiştir. 2 - Genel Kurulun, 3 Nisan 2002 Çarşamba
günü saat 20.00'ye, 4 Nisan 2002 Perşembe günü de gündemin 11 inci sırasına
kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalarını sürdürmesi ve 3 Nisan 2002 Çarşamba günkü birleşimde sözlü
soruların görüşülmemesi önerilmiştir. BAŞKAN - Aleyhte, İçel Milletvekili Sayın
Turhan Güven; buyurun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dün, Danışma Kurulunda anlaşma olmayınca, üç partinin
müşterek imzasıyla bir öneri geldi. Burada, çalışma saatlerine itiraz
etmediğimizi ve basınla ilgili 6 araştırma önergesinin birleştirilerek
görüşülmesini kabul ettiğimizi ifade ettim. İtirazımız, sadece... Daha evvel,
zamanın Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen bir kanunun
iptaline ilişkin olaydan sonra, bu defa, aynı kanun tasarısının, bir kere daha,
onaltı ay sonra Meclis gündemine getirilmesinin sakıncalarını burada anlattım.
Yani, şunu söyledim; bu kanunu siz çıkartırsanız, biz yine Anayasa Mahkemesine
gideceğiz, uzun süre beklemeden ve Anayasa Mahkemesinin de çok uzun bir
gerekçesine gerek kalmadan "daha evvel, 1993 yılında, ben, böyle bir kanun
geldiğinde iptal etmiştim, yine iptal ediyorum" diyecek ve Meclis,
zamanını, bu kanunun iptalini sağlayıncaya kadar, değersizce harcamış
olacaktır; yani, vakitleriniz çok değerlidir değerli milletvekilleri. Bir kanun
tasarısı için bir emek sarf ediyorsunuz. Bunun yerine, millete daha yarar
sağlayacak ve iptale müncer olmayacak bir kanun tasarısı getirmek varken...
Örneğin, Anayasayı değiştirdiniz, bakın, Türk Ceza Kanununun 450 nci maddesi
havada kaldı; uyum kanunu dediğiniz zaman bunu getirin. Yani, ölüm cezasının
yerine, 38 inci maddede yaptığınız değişikliğe göre, ne koyacaksınız; onu
getirin, onu tartışalım, onu görüşelim. 450 nci madde kalkınca... Türk ceza
hukukundaki genel espri nedir; kanunsuz suç ve ceza olmaz. Suç var, cezası yok.
Bunu getirin, bir an evvel onu görüşelim. Biz, bunu talep ediyoruz. Fakat
"hayır, Anayasa Mahkemesi iptal etti; ama, benim inadım inattır"
deyip, bir kanun daha getirirseniz, bu mümkün değil. Neden; Anayasanın 153 üncü
maddesi sizi bağlıyor. Değerli milletvekilleri, bakın, 153 üncü
madde çok net ve açık. Ne diyor orada; müsaade ederseniz, birlikte okuyalım:
Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama -yani
biz- yürütme -yani hükümet- ve yargı organlarını -yani mahkemeleri- idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri
bağlar. Bu bağlama karşısında, siz, neden getiriyorsunuz bunu? Niye bir inadın
içine girelim ki?! Bu, bir. İki, bir usul tartışmasının açılmasını talep
ederim ben. Dün, bu, Danışma Kurulundan geçmeyen, üç partinin imzasını havi
grup önerisi önümüze geldi. Şimdi, bunu değiştirelim... Diyelim ki, bir kanun
tasarısı önümüze geldi. Bir madde görüşülürken, karar yetersayısı istendi, bir
madde görüşülürken yoklama istendi. Burada karar yetersayısı veya yoklama
sonunda belli nisap temin edildiği zaman o madde kabul edilir mi edilmez mi;
edilir. Peki, edilmezse ne olur? Uygulamamız var. Edilmezse ne olur; o madde
bir sonraki günde önünüze gelir, oylaması yapılır. Yani, bir düzenlemeye
ihtiyaç var mı, kanun maddesini mi değiştiriyorsunuz siz; hayır. O zaman ne
yapacağız biz? Dün, burada yeterli nisap olmadığı için birleşim kapatıldı.
Bugün, önümüze, dünkü öneri aynen gelmeli ve oylanmalıydı; Danışma Kurulunu yeniden
toplantıya çağırmaya gerek yoktu. Bir gün evvel yapılan işlemde noksanlık
olmuşsa, yani, yeterli oyu bulmamışsa, o madde düşer mi; düşmez. Eğer, aleyhe
bir oylama çıksaydı, o düşerdi; düşmedi bu. Bunun bir kere daha oylanması lazım
gelirken, biz ne yapıyoruz; Danışma Kurulunu toplantıya çağırıyoruz ve dünkünün
dışında olmayan... Yani, dün de aynısıydı. Dünkü öneride ne vardı; dünkü
öneride, Emlak Vergisiyle ilgili kanunu ilgili kısmın 9 uncu sırasına, bazı
kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısını da 10 uncu sırasına
alınması önerilmişti. Yani, dün yaptığımız işten başka bir iş yaptık mı;
yapmadık. O zaman, Sayın Başkan, siz bunu oylamalıydınız ve yeterli sayıyı da
bulurdunuz. Yeterli sayıyı bulduğunuz takdirde de, bugün, dünden kalan, geride
kalan şeyler -ki, önerinin 1 inci maddesini oyluyorsunuz, bakın; yani, o- kabul
edilmekle, 2 nci madde de dün geçtiği için kendiliğinden düşme durumu olurdu,
onu açıklardınız ve Yüce Meclis yoluna devam ederdi. Peki, biz ne yaptık?
Bakınız, aşağı yukarı, yarım saate, bir saate yakın bir süre kaybına sebebiyet
verdiniz. Süremiz değerliyse, bu usulü... Efendim, teamülde bu vardır
demiyorum, demem de; çünkü, teamül, bazen, yanlışları beraberinde
getirmektedir; çünkü, şu Anayasa ve İçtüzükte, buna dair açık, net bir hüküm
yoktur. Bir tek yerde var; o da, oylamanın açık olması halinde, Başkanın, bir
başka güne bırakması olayı var. O zaman, demek ki, burada açıklık yoksa,
yapılacak olan işlem, hukuka yakın, hukuka uygun işlem olmalıdır. Değerli milletvekilleri, bu bakımdan,
Sayın Başkanım bu görüşmeyi yaptırmayarak, doğrudan doğruya dünkü grup
önerisini oylamaya getirip, koyması ve -bugünkü Danışma Kurulunda yine uyum
sağlanamadığı anlaşılıyor, bendeniz iştirak edemedim- bugün getirilen grup
önerisinin devre dışı bırakılması gerekir diyorum. Hepinize saygılar sunar, teşekkür ederim.
(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Güven, dünkü öneride bir
istem vardı, bugün iki istem geldi. TURHAN GÜVEN (İçel) - Dünde iki istem
vardı Sayın Başkan; zabıtlara bakın, zabıtlar bende var. BAŞKAN - Efendim, dünkünde "bitimine
kadar" ibaresi yoktu, bugün bitimine kadar... TURHAN GÜVEN (İçel) - Olur mu efendim!
Dikkatli okuyun. BAŞKAN - Sadece Meclis araştırması
önergesinin bitimine kadar karar alınmıştı, diğerleri de saat 20.00'de
bitiyordu efendim. Bugünkü kararda, bugünkü istemlerinde "kanun bitene
kadar" diye istem var. Lehinde söz talebi var mı?.. Yok. Aleyhte ikinci söz, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi
Hatipoğlu'na aittir. Buyurun efendim. (SP sıralarından
alkışlar) ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; iktidar partilerine mensup grup
başkanvekillerinin Meclis gündemiyle ilgili önerileri üzerinde aleyhte söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
iktidar partileri bir âdet edindiler; her hafta Danışma Kurulunu toplantıya
davet ediyorlar, bazen haftada iki defa oluyor, bu hafta da olduğu gibi ve
önümüze bir gündem koyuyorlar. Şimdi, ben şunu düşünüyorum: Her hafta,
kimi zaman haftada bir iki defa gündem değişikliğini Meclise getirip oylatmak,
onaylatmaya kalkışmak, her şeyden önce, hükümet partilerine mensup grupların,
hükümetin bir planının, bir programının, geleceğe yönelik bir perspektifinin
olmadığının çok açık bir ifadesidir. Bakınız, bu uygulama, Meclis gündemini
yazboz tahtasına dönüştürmüş -affınıza sığınıyorum- buradaki müzakereleri,
tartışmaları ciddî olmaktan çıkarmış vaziyette; çünkü, bu tarz bir gündem
oluşturma çabası, her şeyden önce, bir oldubitti anlamına geliyor. Danışma
Kurulu kararlarıyla buraya getirilmeye çalışılan yasaların çok büyük bir
bölümü, milletvekillerinin incelemesine, araştırmasına fırsat verilmeden
gündeme taşınıyor ve sayın milletvekilleri, bu önerilerin oylandığı dakikada, saatte
gelip Mecliste hazır bulunuyor -kabul edenler, etmeyenler- ellerini
kaldırıyorlar ve grupların getirdiği bu gündem değişikliği burada kabul
edildikten sonra, Meclis Genel Kurulunu terk ediyorlar; işte, kulislere gidiyor
-hepimiz için geçerli bu; ben, kimseyi suçlamak için söylemiyorum- odasına
gidiyor ve eğer bu yasanın oylanması söz konusuysa, oylama sırasında gelip,
burada hazır bulunuyorlar. Yasama faaliyeti böyle olmaz arkadaşlar! Şimdi soruyorum. Milletvekilleri neden bu
tutum içine giriyor, bu davranış içine giriyor; çünkü, saygıdeğer
milletvekilleri de, getirilen bu yasa tekliflerinin ülkenin hayrına olduğu
konusunda hemfikir değiller; her şeyden önce okumadılar, bu yasaların neyi
getirdiğini bilmiyorlar. Dayatılan bir gündemle, kabul edenler, etmeyenlerle,
biz, bir onay makinesi haline dönüştürülüyoruz. Bunlar yanlıştır, bunlar
ciddiyetsiz tutumdur; bu, kararsızlıktır, bu Meclisin mehabetine uymayan
şeylerdir ve bunu yapmakla, biz, yasama faaliyeti filan da yapıyor değiliz.
Öncelikle bunu vurgulamak istiyorum. Şimdi, plansız çalışıyorsunuz, programsız
çalışıyorsunuz. Kim plansız programsız çalışıyor; hükümet plansız programsız
çalışıyor, hükümetin getirdiği tasarıları Meclis gündemine taşımakla kendini
yükümlü hisseden iktidar partilerinin grupları plansız programsız çalışıyor. Bir başka şey söyleyeyim: Şaşkınlık
içinde, ne zaman, hangi yasayı getirecekleri konusunda da hemfikir değiller.
Bakınız, aynı haftada toplanan iki Danışma Kurulunda bile iki ayrı öneri
rahatlıkla getirilebiliyor. Peki, getirdiniz, iktidar partilerine
mensup milletvekillerinin çoğunluğuyla bu gündem değişikliğini de kabul
ettirdiniz -kabul ettiğimizi varsayalım-
sonra ne oluyor; kendi grubunuza hâkim olamıyorsunuz. Yani, çalışma
saatlerinin, sürelerinin uzatılmasına ilişkin teklifi getiriyorsunuz, burada
onaylatıyorsunuz, bir saat sonraki bir yoklama talebinde çoğunluk bulunamıyor
ve Meclis dağılmak zorunda kalıyor. Ben sorarım, iktidar partilerine mensup
saygıdeğer milletvekilleri, grup başkanvekilleri; bugüne kadar getirip de
onaylattığınız kaç süre uzatımını sonuna kadar götürebildiniz? Lütfen, bir
araştırma yapın. Efendim, yoklama istemeyin, karar yetersayısı istemeyin
diyeceksiniz. Elbette, muhalefetin de böyle bir görevi var, böyle bir yetkisi
var, böyle bir sorumluluğu var. Daha doğrusu, iktidara mensup saygıdeğer
milletvekillerinin böyle bir sorumluluğu var, bu Mecliste oturup, gelen
yasalara katkı sağlamak gibi bir görevleri de var; onu da unutmamak
durumundadırlar. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sizin göreviniz ne? ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Elbette
bizim görevimiz var. Bizim, uzlaşma kültüründen mahrum bir anlayış içerisinde
getirilip dayatılan bu yasaları reddetme gibi bir görevimiz, bir sorumluluğumuz
var, yoksa, sizin getirdiklerinizi onaylamak gibi bir mecburiyetimiz elbette
yok. Niçin böyle oluyor; bakın, sıralayayım
size: 1- Sizin getirdiğiniz yasalar
milletvekillerinin de içine sinmiyor. Onlar da bunların doğru olmadığını
biliyorlar. 2-
Sizin getirdiğiniz yasalar halkın beklentilerine, sıkıntılarına cevap
vermiyor, tekabül etmiyor. 3- Bu yasalar dayatma yasalarıdır. 4- İnceleyip, değerlendirme fırsatı
bulamıyorsunuz; dolayısıyla da, içinize sinmiyor. Şimdi, sayın milletvekilleri, bugün,
müzakere ettiğimiz gündem değişikliğinde, bir uluslararası anlaşma var.
Elbette, bunun onaylanmasını biz de isteriz, gereklidir; ama, önümüzde iki tane
daha yasa tasarısı var. Çok acele olarak görüşeceğiz bunları -büyük bir
ivediliği varmış bunların- ve yasalaştıracağız. Saat 20.00'ye kadar da çalışma
süresini uzatacağız. Hangi yasalar bunlar? Mesela, çiftçilerin, köylülerin
sorunlarını çözebilecek bir yasa mı getirdiniz, işçi sorunlarıyla ilgili bir
yasa mı getirdiniz? Fukaralığı, açlığı bitirecek veya deprem felaketine uğrayan
vatandaşların sorunlarına çözüm getirecek bir yasa önerisi getirdiniz de, biz
hayır mı dedik; yok... İki tane yasa var şimdi. Nedir bu; bir
tanesi Emlak Vergisiyle ilgili, Vergi Usul Kanunuyla ilgili yasa. Ne olmuş;
buraya bir yasa tasarısı getirmişsiniz, muhalefet partileri bas bas bağırmışlar;
demişler ki: "Böyle yasa olmaz. Üç sayfayı aşan maddeler var. Bu, yasa
tekniğine aykırıdır. Bırakın yasayı, böyle yönetmelik bile olmaz. Bu yasa
tasarısı Meclisten geçse dahi, Cumhurbaşkanından geri döner." Kim demiş;
eğer, zabıtları açıp okursanız, bütün muhalefet temsilcileri bunu söylemiş.
Dinlememişsiniz, uzlaşmaya yanaşmamışsınız, hatta, redaksiyon tekliflerine bile
yanaşmamışsınız ve çıkarmışsınız alelacele bir yasa, gitmiş, Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş, bunu getiriyorsunuz. Buna da eyvallah diyelim, Emlak Vergisiyle
ilgilidir, acildir, çözülmesi gerekir diyelim. Gelelim, ikinciye, yarın
görüşeceğimiz yasa tasarısına. Nedir bu; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı. Ne getiriyor bu; açık konuşalım, net konuşalım, Sayın
Cumhurbaşkanının atama yetkileriyle ilgili kısıtlamalar getiriyor, Başbakanın
imza yetkileriyle ilgili de kısıtlamalar getiriyor. Niye getiriyorsunuz bu
tasarıyı, bunun acelesi nerede, acilliği nerede; biriniz çıkıp, allahaşkına,
bunu burada anlatın. Eğer, siz, Sayın Cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili bir
düzenleme yapmak istiyorsanız, onun yeri bu yasa tasarısı değil, anayasa
değişikliğinde yapmak durumundasınız. Peki, burada getirdiğiniz değişiklik ne;
bazı müsteşarların, bazı genel müdürlerin atamasında Sayın Cumhurbaşkanının
imza yetkisini alacaksınız. Alacaksınız da ne olacak; bugün bu yasa tasarısını
bu Meclis gündemine taşıyan çok değerli arkadaşlarım da iyi biliyorlar ki,
gidecek, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek; çünkü, benzer bir yasa
1992'de çıktı, Anayasa Mahkemesi iptal etti. Anayasa Mahkemesinin iptal edeceği
yüzde yüz, kesin olan bir yasayı, hem de böyle dayatarak, acele gündemin ön
sırasına alarak görüşmenin manası ne? Doğrusu, ben, bir kötü niyet, bir
artniyet taşımak, düşünmek istemiyorum; ama, birazcık da o tarafından
bakarsanız, demek ki, hükümet bu yasanın iptal edileceğini bile bile, bu yasayı
geçirmek, Anayasa Mahkemesi iptal kararı verinceye kadar, hiç olmazsa,
kazanılacak iki üç aylık süre içerisinde bir kadrolaşma içine girmek gibi bir
niyet taşıyor diye de düşünmek, acaba, çok mu yanlış düşünce olur?! Bunu da,
sayın milletvekilleri, sizlerin takdirlerine arz ediyorum. Elbette, kamuoyu, sizin bugün getirip
tartışılmasını istediğiniz yasaya başka bir isim de taktı. Hepiniz
biliyorsunuz; by-pass yasası. Sayın Cumhurbaşkanını by-pass edeceksiniz. Bu
benim söylediğim çok yumuşatılmış bir ifade. Aslında, kamuoyu başka bir şey
söylüyor "bu intikam yasası" diyor. Sayın Cumhurbaşkanından intikam
alacaksınız. Değerli milletvekilleri, devletin
zirvesinde intikam olmaz. Sayın Cumhurbaşkanına kızıp, onun yetkilerini
kısıtlamak doğru bir davranış değildir. Hele hele hükümete böyle bir şey
yakıştırmak mümkün değildir. Ben bunu telaffuz bile etmek istemiyorum. İşte, bütün bu nedenlerle, değerli
milletvekilleri, biz, Saadet Partisi Grubu olarak, eğer halkın çıkarlarına,
yaşadığı sorunlara deva niteliğinde olabilecek yasa getirecekseniz, Meclisin 24
saat çalışmasına... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) -
Bitiriyorum efendim. BAŞKAN - Efendim, lütfen... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) -
...Meclisin çalışma sürelerinin uzatılmasına evet diyeceğiz; ama, bu tarzda,
halka hiçbir şey getirmeyecek olan, sadece ve sadece hükümetin bazı uygulamalarına
kolaylık sağlayacak olan ve uzlaşmadan uzak bir anlayışla ele alınmış olan,
Meclis gündemine taşınmış olan yasa tasarılarına destek vermemizin mümkün
olmadığını ifade ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hatipoğlu. Öneriyi okutuyorum... MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Daha okutmadım ki, oylamaya
geçmedim, oylamaya geçince tamam. Buyurun: Öneriler: 1.- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 317 nci sırasında yer alan
840 sıra sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 9 uncu sırasına; 173 üncü
sırasında yer alan 557 sıra sayılı kanun tasarısının, 10 uncu sırasına alınması
önerilmiştir. BAŞKAN- Efendim, öneriyi oylarınıza
sunmadan evvel, karar yetersayısının aranılmasının istendiğini de ifade
ediyorum. Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Efendim, sayamıyoruz. Oylamayı elektronik
oylama cihazıyla yapacağız. Kâtip üyeler sayamadı; bir muhalefetten, bir
iktidardan var. Efendim, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi
Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin, Danışma Kurulunda oybirliği
sağlanamayan önerisini oylayacağız. Oylama işlemini başlatıyorum ve 2
dakikalık süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylamaya başlandı) BAŞKAN - Sayın bakanlar vekâleten oylarını
versinler lütfen. Sayın milletvekilleri, konuşturmayın sayın
bakanları, vekâletlerini verecekler. 8 tane lazım... TURHAN GÜVEN (İçel) - 8 tane mi lazım;
verelim. BAŞKAN - Hayır, o değil efendim, 8
bakan... İstirham ederim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Senin buradaki
tarzına hayranım! (Elektronik cihazla oylamaya devam edildi) NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Oylama bitti. TURHAN GÜVEN (İçel) - Süre bitti Sayın
Başkan. MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Sayın
Başkan, ben sisteme giremedim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Artık, oy pusulası
alamazsınız Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, geçti; artık oylama
işlemi bitmiştir. Kaç dakika ara veriyoruz? Yanlışlıkla
"ret" diye basmışsınız, tutturamadınız; tutturamadınız da onun
için!.. 5 dakika yeter mi efendim? Size bağlı... TURHAN GÜVEN (İçel) - 5 dakika yeter Sayın
Başkan. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) -
16.30'a kadar Sayın Başkan. BAŞKAN - 16.30'ta toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum. Kapanma
Saati : 16.20 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 16.35 BAŞKAN : Başkanvekili
Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet
BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III. -
ÖNERİLER (Devam) A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam) 1. - Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi (Devam) BAŞKAN - İktidar partileri gruplarının
birinci önerisinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, oylamayı tekrarlayacağım. Süre aynı; oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Efendim, karar yetersayısı
vardır, önerinin 1 inci maddesi kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutmadan evvel, bir ricam
olacak: Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısını bulacak derecede
geldiniz; lütfen, ayrılmayın, hiç olmazsa, uluslararası anlaşmayı bitirelim. Efendim, önerinin 2 nci maddesini
okutuyorum: 2- Genel Kurulun, 3 Nisan 2002 Çarşamba
günü saat 20.00'ye, 4 Nisan 2002 Perşembe günü de gündemin 11 inci sırasına
kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalarını sürdürmesi ve 3 Nisan 2002 Çarşamba günkü birleşimde sözlü
soruların görüşülmemesi önerilmiştir. BAŞKAN - Önerinin 2 nci maddesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim. Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci
maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; 3 adet olan
bu önergeleri ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım
efendim. İlk önergeyi okutuyorum: II. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 2. - Erzurum
Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, Devlet Memurları Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/416) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/469) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 2/416 esas numaralı teklifimin İçtüzüğün
37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasını saygılarımla arz ederim.
BAŞKAN - Sayın Himoğlu, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Devlet
Memurları Kanununda değişiklik yapılması hakkında vermiş olduğum kanun
teklifimin (2/416), Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesi
gereğince doğrudan gündeme alınması için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Dün, sivil toplum örgütlerinden Cumhuriyet
Kadınları Derneği ve diğer kadın dernekleri, bu vermiş olduğumuz kanun
teklifine destek mahiyetinde buraya gelmişlerdi, dinleyici sıralarındaydılar,
onlara da ayrıca teşekkür ediyorum. Türk toplumunda Türk kadınının yeri çok
büyüktür. Bizleri bu hale getiren annelerimizin kadın olduğu ve çocuğunu
yetiştirip Türk Milletinin birer ferdi olarak yaşamlarını bilgileriyle idame
ettirdikleri hepimizin malumlarıdır. Mustafa Kemal Atatürk "kadının en
büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu
düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır" diyor. Bir başka vecizesi: "Bizim
toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz
ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır" diyor. Kanun teklifimin içeriği de şöyle: Devlet
memurları, eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları ana-babalarının
tedavilerini üstlenebilmektedirler; ancak, evlenmemiş veya evlenip ayrılmış ve
de hiçbir geliri olmayan kız kardeşlerinin sağlık yönünden çok güç durumda
kalmaları halinde tedavileri yapılamamaktadır. Şöyle ki, anne ve babasının
vefat etmesi halinde, iştirakî mülkiyet olarak yalnız oturmak üzere bir ev
kalmışsa, bu vârislerden biri de kız çocuğuysa, üzerine kayıtlı mülk olduğu
için, yeşil karttan da faydalanamamakta ve sağlık yönünden de bakılamamaktadır.
Malumlarınız olduğu üzere, ülkemizde,
devlet memurları, eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları
ana-babalarının tedavilerini üstlenebilmektedirler. Devlet memuru, kız
kardeşinin, hiçbir geliri yoksa, evli değilse ve bakıma muhtaçsa ve de bu
durumunu belgelendirirse, tedavisini üstlenmelidir. Bu durumda pek çok bayan
bulunmaktadır. Bakıma muhtaç bu şahısların, en azından, tedavilerinin
yapılabilmesi için, devlet memurlarına, kız kardeşlerine de bakabilme imkânı
tanınmalıdır. Sosyal devlet düzeni, bunu gerektirir; sosyal adalet ve insanlık
açısından da büyük önem arz etmektedir. Kız kardeşler namustur. Bugüne kadar
dikkate alınmayan veya gözden kaçan bu eksikliğin giderilmesinin hepimizin
görevi olduğu kanaatini taşımaktayım ve sizlerin de bu kanaatte olduğu
düşüncesindeyim. Üzerlerine ancak oturmak üzere babadan
miras kalan evden başka kayıtlı hiçbir gelir kaynağı bulunmayan evlenmemiş kız
kardeşlerin hastalanmaları halinde, evlerinde, resmî veya özel sağlık
kurumlarında ayakta veya yatarak tedavi olabilmelerini sağlayacak sağlık
güvencesini kazanabilmelerine neşter vurmak, Yüce Meclisimizin konuyu ele
almasıyla mümkündür. Onun için, vermiş olduğum kanun teklifini Yüce Heyetinizin
bilgilerine sunuyor, sizlerin desteğiyle direkt gündeme alınıp, evlenmemiş kız
çocukların tedavi giderlerini çalışan kardeşlerden birinin üstlenmesiyle, bu
sosyal yara iyileştirilecektir; yani "devlet memurları, ana-baba, eş ve
çocuklarına bakmakla mükelleftirler" ibaresine, evlenmemiş kız
kardeşlerine de yaş tahdidi aranmadan bakması konusunun eklenmesini talep
ediyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün şu vecizesini de
hiç unutmayalım: "Hiçbir milletin kadını 'ben, Anadolu kadını kadar ülkem
için, milletim için çalıştım, fedakârlık yaptım' diyemez." Bu durumu, Yüce Heyetinize en derin
saygılarımla sunuyor; bütün kadınlara buradan sevgi, saygı iletmek istiyorum. Saygılarımla. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun. İkinci önergeyi okutuyorum: 3. -
Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/29) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/470) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 26.5.1999 tarih ve 36
sayı ile Sarıköy Beldesinin ilçe olması ile ilgili vermiş olduğum kanun
teklifim, ilgili komisyonda 45 gün içinde görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci
maddesine göre işlem yapılmasını saygılarımla arz ederim. 23.10.2001
BAŞKAN - Sayın İsmail Özgün, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Sayın Başkanımızla beraber Tunus'ta olduğundan, kendileri
konuşamayacaklar. Bu konuda Sayın Çelik söz alacaklardır. Buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Balıkesir İli Gönen İlçesine bağlı Sarıköy
Beldesinin ilçe statüsüne kavuşturulmasıyla ilgili kanun teklifi, Balıkesir
Milletvekilimiz Sayın İsmail Özgün tarafından verilmiştir. Değerli Meclis Başkanvekilimizin de ifade
buyurduğu gibi, İsmail Özgün arkadaşımız, Sayın Meclis Başkanıyla birlikte
Tunus'a görevli olarak gitmiştir. Dolayısıyla, arkadaşımızın vermiş olduğu
bu kanun teklifini biz, Grup olarak destekliyoruz. Gönen'e bağlı Sarıköy
Beldesi, gerek nüfus gerek ekonomik durum gerek altyapı gerek ulaşım ve gerekse
kamu kuruluşlarının hizmet vereceği binalar bakımından ilçe olmaya son derece
elverişli olan bir beldemizdir. Arkadaşımızın verdiği teklifte, hangi köylerin
bu ilçemize bağlı olacağı da ifade edilmiştir. Biz, bu teklifi destekliyoruz ve
Meclis Genel Kurulundaki değerli milletvekili arkadaşlarımızın da bu teklife
destek vereceklerini umuyoruz. Saygılar sunuyorum efendim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şahısları adına bu konuda söz isteyen
Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız, o da bugün yok; dün gelecekti
bu; o da destekliyor. HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Sayın
Başkan... BAŞKAN - Sayın Hüseyin Kalkan da
destekliyor... HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Hayır Sayın
Başkan... BAŞKAN - Desteklemiyor musunuz ? HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Hayır,
desteklemiyorum. BAŞKAN - Ne istiyorsunuz? HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Ben, aleyhte
söz almak istiyorum. BAŞKAN - Buyurun. TURHAN GÜVEN (İçel) - Hiç aleyhte olur mu
Sayın Başkan?! Önergeyi oylayacaksınız?. BAŞKAN - Efendim "aleyhte,
lehte" diye bir şey yok; bir milletvekiline söz verme hakkım var. Sayın
Yılmazyıldız burada olmadığına göre, zatıâlileriniz buyurun, çok kısa ifade
edin efendim. HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Sayın Başkan,
kıymetli milletvekilleri; ben, bu konuda, görüşlerimi açıklamak istiyorum. Balıkesir, benim seçim bölgem; ilim,
doğduğum büyüdüğüm yer; ayrıca, Sarıköy ve Gönen de benim çok iyi bildiğim
yerler; ancak, ben, prensip olarak bir şeye karşıyım. Maalesef, tamamen
popülist politikalarla il, ilçe yapma... Tamamen popülist politikalar,
Sarıköylülere şirin görünmek için. Beni hemşerilerim dinliyor şu anda. Ben,
ilçe olmakla hiçbir şeyin çözülmeyeceğini, eğer gerekiyorsa, bunun şartları
oluşmuşsa, bunu, popülist politikalarla değil, bu Meclisin oybirliğiyle...
Sadece "Balıkesir Milletvekilimiz bu öneriyi verdi" demek için... Gelin, bunlardan vazgeçelim artık; bu
Mecliste, gerektiği zaman, bunlara hep beraber karar veririz ve onun için de,
bu şekilde popülist politikalara prim vermemek için, bundan sonra,
arkadaşlarımızın böyle önerge vermemelerini ve bu Meclisin de, bu önergelere,
bu şekilde destek vermemesini arzu ediyorum. Saygılarımla. (MHP, DSP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul görmemiştir efendim. Üçüncü önergeyi okutuyorum: 4. - Siirt
Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt İline Bağlı Veysel Karani Adıyla
Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/20) doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi (4/471) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Siirt İline bağlı Veysel Karani adıyla bir
ilçe kurulması hakkında 2/20 esas nolu kanun teklifim, 21.05.1999 tarihinden bu
yana havale edildiği ilgili komisyonda görüşülememiştir. Meclis İçtüzüğünün 37 nci
maddesi gereğince, teklifimin, doğrudan Genel Kurulun gündemine alınabilmesi
için gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 30.10.2001
BAŞKAN - Sayın Ahmet Nurettin Aydın;
buyurun efendim. AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Baykan İlçemize bağlı Ziyaret Beldemizin,
Veysel Karani adıyla ilçe yapılması konusundaki kanun teklifimin, İçtüzüğün 37
nci maddesine göre doğrudan Genel Kurulun gündemine alınabilmesi konusunda söz
almış bulunuyorum; Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum ; şu an bizleri
büyük heyecan ve ümitlerle takip eden Veysel Karanili hemşerilerime buradan
sevgilerimi gönderiyorum. Değerli milletvekili arkadaşlarım, Baykan
İlçemize bağlı Ziyaret Beldesinde, asırlardır, bağrında barındırdığı Hz. Veysel
Karani makamı var. Biz, her ne kadar buraya "Ziyaret" ismini
veriyorsak bile, gerek Siirtimizde gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında burası
Veysel Karani olarak bilinmektedir. Veysel Karani, bütün İslam alemi tarafından
bilinen, İslam aleminin göz bebeği bir zat. Veysel Karani, Peygamberimiz
zamanında yaşamış; fakat, onu görmeden Müslüman olmuş ve hepimizin bildiği
rivayetle, Peygamberimizi ziyaret etmiş; ama, kendisini görememiş, evine
dönmüş. Anne sevgisi ile Peygamber sevgisi arasında yanıp tutuşan bu zat, İslam
âleminin hakikaten müstesna bir şahsiyetidir. Şimdi, biz, her ne kadar buraya
Ziyaret Beldesi desek de, bütün dünya burayı Veysel Karani olarak biliyor. Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu zat,
Hazreti Peygamberin hem övgüsüne hem sevgisine mazhar olmuş bir insandır. Bu
zatın, Siirtimizin bir beldesinde metfun olması, ülkemiz için bir kazançtır,
bizim için bir onurdur, Allah'ın bir lütfudur. Bu beldenin, Veysel Karani değil
de Ziyaret ismiyle anılması, hem memleketimiz için hem ülkemiz için bir
kayıptır. Gerçi, biraz evvel Balıkesir'in bir
beldesinin ilçe yapılması talebini reddettiniz; bu, gerçekten, çok farklı bir
beldedir. Nüfusu itibariyle, 10 000'e yakın bir nüfusu var; altyapısı
itibariyle, 3 tane ilköğretim okulu var, 1 tane 100 yataklı yatılı ilköğretim
bölge okulu var, sağlık ocakları, ziraat müdürlüğü ve diğer kamu kuruluşlarıyla
ilçe olmaya layık bir yerdir. Eğer, biz, bu beldeyi ilçe yapmazsak, hakikaten,
hem Siirt gibi her açıdan mağdur olmuş, geri kalmış bir ile zulmetmiş oluruz,
hem de mağdur etmiş oluruz. Ayrıca, bu belde, Veysel Karani bir yana,
Anadolu'dan gelip, Diyarbakır, Van üzerinden İran'a giden, Türkî
cumhuriyetlerden dünyaya açılan, eskiden beri "İpek Yolu" diye tabir
edilen yol üzerindedir, ana güzergâh üzerindedir ve hakikaten, ekonomik olarak,
nüfus olarak, altyapı olarak ilçe olmaya layık bir yerdir. Onun için, sizden
ricamız, şu an bizleri büyük bir ümit ve heyecanla bekleyen, izleyen, mağdur ve
mahrum bir halk var; eğer bunları sevindirmek istiyorsanız, bizim bu önergemize
lütfen kabul oyunuzu verin ve bu mağdur insanları bir nebze sevindirin. Sizden
temenni ve ricam budur. Sizlerin takdirlerinize arz ediyor,
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın
Başkan, bu konuyla ilgili... BAŞKAN - Buyurun efendim. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın
Başkan... BAŞKAN - Başkanın kabahati yok; iki
milletvekiline söz veriyorum Sayın Karahan. Kürsüye de gelebilir, yerinden de
isteyebilir. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) -
Değerli milletvekilleri, Veysel Karani beldemizin ilçe olmasıyla ilgili Siirt
Milletvekilimizin önergesine, Saadet Partisi Grubu olarak katıldığımızı,
burada, ifade etmek istiyorum. Elbette -Sayın Aydın ifade buyurdular-
Veysel Karani 10 000 nüfuslu bir belde; ancak, orayı ve oranın tarihî, kültürel
özelliğini bilen arkadaşlarımız da takdir buyuracaklardır ki, Veysel Karani,
sadece 10 000 nüfuslu bir belde değil, aynı zamanda, her gün yüzlerce, hatta
binlerce insanın ziyaret ettiği bir mekândır. Burası, ziyaretçilerinin turistik
değeri de olan çok önemli bir yerdir, tüm İslam âleminden ziyaretçileri
bulunur. Böyle bir beldenin ilçe haline dönüştürülmesinin sayısız yararları
vardır. En azından emniyet açısından yararları vardır; güvenlik açısından
yararları vardır; oraya ziyarete gelen insanlara verilecek hizmet açısından son
derece büyük bir önemi vardır. Bu nedenle, ben de, çok uzun yıllar Siirt'te
kalmış, Veysel Karani'de kalmış bir insan olarak, kişisel olarak da, Saadet
Partisi Grubu adına da bu önergeye destek verilmesini Genel Kuruldan istirham
ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir ve Hazretin de ruhu şad olsun
efendim. (AK Parti, MHP, ANAP ve SP sıralarından alkışlar) Ben de teşekkür ediyorum. Alınan karar gereğince, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız. IV. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir
Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S. Sayısı : 527) BAŞKAN -Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğüyle ilgili değişiklik teklifinin müzakeresini, komisyon raporu
gelmediği için erteliyoruz efendim. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. 2. - Ceza
İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve
Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/744) (S. Sayısı : 786) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin kanun
tasarısının müzakeresine başlayacağız. 3. - Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
kurulması ile ilgili kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına
ilişkin tasarının müzakeresine başlayacağız. 4. - Sosyal
Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının
Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689,
2/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile ilgili
kanun tasarısının müzakeresine başlayacağız. 5. -
Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş
Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 6. - Esnaf
ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu,
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691)
(S. Sayısı : 676) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
kurulması ile ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 7. - Sosyal
Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S.
Sayısı : 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine
başlıyoruz. 8. - Her
Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu, 770 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Teoman Özalp; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) (1) 770 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. DYP GRUBU ADINA TEOMAN ÖZALP (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
küreselleşen dünyada ırkçılık gibi çağdışı olayların tasvip görmesi mümkün
değildir; ancak, bugün, medeniyetin olduğunu söylediğimiz birçok ülkede
ırkçılığın var olduğunu söylemek maalesef mümkündür. Bildiğiniz gibi, ırkçı davranışlar, tarih
boyunca insanlık tarihine kara leke olarak geçmiştir. Bu ırkçı davranışlar,
tarih boyunca ve insanlık var olduğu sürece hatırlanacak ve lanetlenecektir. Gelişmiş ülkeler ve özellikle Avrupa,
insan hakları konusunda duyarlı olduğunu her fırsatta dile getirmektedir;
Avrupalı olmanın göstergesi olarak da, insan haklarına saygı kavramını ortaya
koymaktadır. Bilindiği gibi, insanın en öncelikli hakkı, yaşama hakkıdır. İnsan
hakkına saygı, insanın yaşama hakkına saygıyla başlar. Ülkemizi insan hakları
konusunda eleştiren, sınıfta bırakan Avrupalı dostlarımız, kendi ülkelerinde yaşayan,
onlar için çalışan, onlar için üreten insanların yaşama haklarını ellerinden
almakta sakınca görmemektedirler. Bosna'da, Kosova'da uyguladıkları çifte
standart hâlâ hafızalarımızdadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ırkçılık, ırkçılıkla mücadele haftalarıyla ortadan kaldırılamaz; bu konuda
samimî olmak gerekir. Çifte standartla bir yere varmak mümkün değildir.
Asırlardır dünyaya hükmetmiş olan Osmanlı İmparatorluğunda ırkçılık söz konusu
olmamışken, insan hakkı kavramını ortaya koyup bizi eleştiren ülkelerde yaşanan
ırkçılığı gözardı etmemeliyiz. Avrupa, hâlâ kanayan bir yara olarak devam
etmekte olan ırkçı hareketlerin önüne geçme kararlılığını gösterememektedir.
Şöyle yakın geçmişe baktığımızda, Almanya'da,
Hollanda'da vatandaşlarımızın evlerinin kundaklandığını, ateşe
verildiğini ve vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettiğini üzüntü ve nefretle
hatırlıyoruz. Sözde soykırım iddialarıyla bizi yargılamaya, kötülemeye
çalışanların tarihlerine ve bugünlerine bakmalarında fayda olacağını düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dünyada ve Avrupa'da görülen değişim sonucu, Avrupa ülkeleri yeni bir ırkçılık
hareketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Bu ırkçılığın temelinde etnik
merkeziyetçilik, etnik ayırımcılık yatmaktadır. Bunların kötü örneklerini, daha
dün, Bosna'da, Kosova'da yaşamış bulunmaktayız. Bu durum, etnik temizlik adı
altında, insanlığın ne kadar büyük vahşetlere maruz kalabileceğinin en açık bir
delili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun dışında, özellikle din ve kültür
farklılıklarından kaynaklanan ayırımcılığa da rastlamak mümkündür. Sebebi ne
olursa olsun, yeni ırkçılığın temel unsuru şiddet içermesidir. Irkçı, yabancı düşmanı, hoşgörüsüzlük gibi
davranışlardan en fazla nasibini alan yurt dışında yaşayan takriben 2 500 000
vatandaşımızdır. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde cereyan eden olaylar, masum
insanların, çoluk çocuk, genç, ihtiyar demeden canlı canlı yakılma olayları,
hâlâ, hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır. Dünyada yaşayan herkes, farklı insanlarla ve
kendi milletinden olmayanla da bir arada yaşamayı öğrenmelidir. Ülkeler olarak
birbirimize tahammül etmeyi başarmalıyız. Devletler, farklılıkları değil
benzerlikleri ortaya çıkarmalı ve tüm ilişkiler de bu benzerlikler üzerine
kurulmalıdır. Bizim kültürümüz; yani, Anadolu kültürü,
büyüklerin küçüklere her zaman sevgi duyduğu, küçüklerin büyüklere hiçbir zaman
saygıda kusur etmediği bir kültürdür. Bizler, hoşgörülü olmayı, insan olmanın
bir gereği olarak görüyoruz. Hoşgörünün hâkim olduğu bir dünyada, ırkçılıktan,
soykırımdan bahsetmek mümkün değildir. Şöyle bir çevremize baktığımızda, bizden
daha hoşgörülü bir ülke var mıdır? Türk Milleti, tarih boyunca dünya
milletlerine karşı zalimce yaklaşmayıp, zor durumda olanlara daima kucak
açmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkler, asırlar boyunca hoşgörüyle davranmasını bilmiş olan bir millettir.
Bundan 510 yıl önce, 1492 yılında, Avrupa'nın hiçbir ülkesinde sığınacak yer
bulamayan Yahudilere kucağını açan Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Osmanlı
İmparatorluğuna kabul edilen ilk Yahudi kafileleri Bursa'ya yerleştirilmiş ve
İbranicede "kovulmuş" anlamına gelen Geruş Sinagogu Bursa'da
kurulmuştur. Türkiye, bunu İkinci Dünya Savaşında da
sürdürmüştür. Bugün de hoşgörüsünü sürdürmeye devam etmektedir. Bunun en son
örnekleri, Bosna'dan, Kuzey Irak'tan gelen göç hareketleri ve sığınmalar
olmuştur. 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren,
ülkemizin 13 Ekim 1972 tarihinde imzaladığı, Birleşmiş Milletler üyesi 161
ülkenin taraf olduğu sözleşme uyarınca, taraf devletler, kişiler, kurumlar,
gruplar aleyhinde ırk ayırımcılığı içeren hiçbir uygulamada bulunmamayı ve ırk
ayırımcılığına neden olabilecek mevzuatlarını ilga etmeyi üstlenmektedir. Tüm vatandaşlarımın, soylarına
bakılmaksızın, Anayasamızın 10 uncu maddesine göre kanun önünde eşitliği,
yasalarla güvence altına alınmıştır. Öte yandan, ırksal köken temelinde
ayırımcılık, Türk toplumu açısından, hiçbir şekilde söz konusu değildir. Tarih boyunca, her türlü etnik akım ve
ırkçılığa karşı tavrını açıkça belli etmiş olan ülkemizin, dışarıda maruz
kaldığı olaylarda hakkını araması ayrı bir önem arz etmektedir. Irkçılığa
dayalı bir politikayı benimsememiş olan ülkemizin, bu gibi anlaşmalardan
çekinmesi düşünülemez. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş
Milletlerce, ırkçılıkla mücadele haftası olarak kabul edilen 21 - 26 Mart
günlerinde, yani geçen hafta, bu tasarının Yüce Meclise gelmesinin önemi daha
anlamlıdır. Geçen hafta görüşülemeyen bu kanun tasarısının, bugün görüşülerek
kabul edileceğini umuyorum. Hoşgörü toplumu olan ülkemizin, bu gibi
anlaşmalarda yerini alması gerekirken, bu çağda yaşanan ırkçı hareketlerin ve
uygulamaların şiddetle kınanması gerektiği görüşündeyiz. Bu vesileyle, Yüce Heyete saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş'ın efendim. Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT YALÇINTAŞ
(İstanbul) - Teşekkür ediyorum- Sayın Başkan ve değerli milletvekili
meslektaşlarım. Efendim, önümüze gelen bu metni, muhakkak
ki -öyle tahmin ediyorum kabul edeceğiz, yani, ittifakla geçecek. Yalnız, iki
noktayı, bu vesileyle tekrar mülahaza etmemiz lazım. Birincisi, gerekçeyi
okuyunca anlaşılıyor ki, bu gibi uluslararası metinleri kabulde garip bir durum
var. Bu, neden ileri geliyor; bilmiyorum, Komisyon mu, Bakan mı, herhalde bir
yetkili açıklayacak; bilen arkadaşlarımız da vardır. Bu birinci nokta, imzaya
1966 yılında açılmış, Ocak 1969'da yürürlüğe girmiş; sonra, 1972 yılında da,
malum, gerekli imza -milletler çoğunluğu- sağlanmış ve biz, 2002 yılında buraya
getiriyoruz. 30 yıl, 35 yıl; hangi tarihe itibar etsek, neredeyse yarım asra
yaklaşan bir tasdik... Şimdi, birçok uluslararası platformda,
insan hakları, hürriyetler, milletlerarası ilişkiler konusunda Türkiye'ye karşı
olan milletlerin bol bol kullandığı argümanları onlara nasıl verdiğimiz
anlaşılıyor. Yani, bize karşı olan, diyelim ki bir Ermeni delegasyonu, bir
bilmem ne delegasyonu, işin künhüne, teferruatına girmeden, bunun gibi dört beş
tane anlaşma bulsa, işte, Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği, herkesin tasdik
ettiği anlaşmalar; aradan 30 sene, 35 sene geçmiş, Türkiye hâlâ bunları tasdik etmiyor, yürürlüğe koymuyor
diyecek. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Bu ilericilik mi?! NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Tabiî...
Yani, arkadaşlar, gerçekten garibime gidiyor, çünkü, diğerlerinde de böyle
oluyor. MUSTAFA YAMAN (Giresun) - Geçmişte zaman
bulamamışlar. NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Herhalde...
Çok güzel buyurdunuz. Sayın meslektaşım diyorlar ki
"geçmişte zaman bulamamışlar." Çok uğraştıkları için... Bunlar
birikiyor, bizim imajımızı karartıyor. İkinci nokta: Yine, gerekçede, haklı
olarak, Türk Milletinin bu gibi şaibelerden beri olduğu; o mana çıkıyor,
gerçekten öyle. Bizim, tasdikten korkacak, ürkecek, kaçınacak, saklayacak
tasdikten, bir durumumuz yok. Size iki örnek vereceğim; ikisini nereden
verdiğimi, niçin verdiğimi verdiğimi zikredeceğim.. Birincisi, 20 nci Asrın,
geçen asrın en büyük tarihçilerinden birisi Arnold Toynbee... Büyük eserleri
var. Gerçekten, tarih ilmiyle uğraşanların bilmezlik edemeyecekleri bir alim.
Yazılarının bir yerinde, Osmanlı İmparatorluğu için enteresan bir tabir
kullanıyor "dünyanın en büyük cumhuriyeti olmuştur" diyor. Tezat
gözüküyor; imparatorluk, padişahlık ve cumhuriyet... Altında izah ediyor:
"Hiçbir ırk, hiçbir sınıf, hiçbir aristokrasi, bir köylü çocuğunun yahut
da Balkanlarda... NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Devşirme... NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Evet... ...bir devşirmenin -Müslüman olması
şartıyla- sadrazam olmasına mani olmamıştır." Bu, akışkanlık dediğimiz,
sosyolojik tabirle, sosyal akışkanlık, vizkozite, en alttaki bir insanın en
yukarıya çıkması... Toprağa kök salmış bir ağacın, değerli bir maden, tuz
bulduğu zaman meyveye kadar onu rahatlıkla vücudundan çıkarabilmesi; bu
sağlanmış. Biraz evvel konuşan kardeşimiz de bir örnek verdi. Ansiklopedi
Britannica'nın orijinal metninde, yani, İngiltere'deki metninde Türk tarihine,
Osmanlı tarihine baktığınız zaman enteresan bir iki paragraf var; deniliyor ki:
"O kadar adil, ayırım yapmayan bir idare kurdular ki, Orta Avrupa'daki
birçok mıntıkalar -dük, dükalık vesaire- heyetler Belgrad'a, gelerek -belki
İstanbul'a- "bizi idareniz altına alın" dediler, kendileri talip
oldu. Böylece, bu mıntıkaların bir kısmı Osmanlı topraklarına savaş olmadan
girdiler. Burası böyle. Daha çok örnek var. Ben İngiliz kaynaklarından seçtim.
Niçin İngiliz kaynaklarından seçtim; İngiltere'nin Türklere karşı tutumunu
burada söylemeye lüzum var mı?! En son, Çanakkale'den Musul meselesine kadar...
Orada çok kişimizin unuttuğu NATO'ya kabulümüze kadar karşı çıktılar.
Türkiye'in NATO'ya kabul edilmek için, rahmetli İnönü zamanında yapılan
teşebbüslere karşı çıkarken de, ayırımcı bir argüman kullandılar. Bugün, Avrupa
Birliğinde karşılaştığımız; din meselesini kullandılar. İslam ülkesi, ilk İslam
ülkesi, nasıl girer?! Amerikalılar ağır basmıştır ve NATO'ya öyle girmişizdir. Şimdi, daha öbürlerini söylemeyelim. Sayın
Başbakanımız "Londra'da, gelin, tatbik edelim garantör anlaşmasını"
dediğinde, yan çizenler -kendi imzaları var- İngilizler oldu; garantörlük
imzasını tanımadılar, Türk Ordusu kendiliğinden meseleyi halletme durumunda
kaldı. Böyle bir ülkenin ansiklopedisinde -ilim, tarafsızlık, vicdan ister-
yazmış; "o kadar adildiler; ayırımcılıktan bu kadar uzaktılar"
deniliyor. Şimdi, bu birinci noktayı bitiriyorum,
ikinci noktayı hepimizin tefekkür etmesi, düşünmesi için, aynı objektiviteyle
söylüyorum. Keşke İçişleri Bakanımız burada olsaydı. İstanbul'da, Türkiye'nin
vitrini olan bir şehirde cereyan eden olay. Geçen haftalarda televizyonlara
geldi. Ben baktığım zaman olaylara, zannettim ki, bir militan bağırıyor oradaki
kız çocuklarına "siz kendinizi (.....) mı sanıyorsunuz" diyor. Bunları,
biz, burada konuşmalıyız arkadaşlar. Biz, bunları konuşmazsak, bu insanlar
kendilerini hizaya koymayacaklar. Zavallı bir anne var; belki 1.60 boyunda,
belki 50-55 kilo. Anne feryat ediyor "benim kızıma böyle
bağıramazsın" diyor; buyur... Hakaret ağır; reaksiyon... O, belki 1.80
boyunda, belki 100 kiloluk şahıs, itti. -seyredenleriniz olmuştur; iyi ki,
orada değiliz; iyi ki, genç değiliz; insanın isyan etmemesi mümkün değil- ve
kadın, merdivenli bir yere kapaklandı. Hafif, yaprak gibi bir kadın; kızını müdafaa
ediyor. Şu olay, şu tarih, şu müsamaha... İngiliz'e bunu dedirten bir medeniyet
ve kültür(!).. Türkiye'nin medeniyet ve kültürünün en güzel, somut hale
geldiği, vitrinlendiği bir şehirde cereyan etti. İçişleri Bakanı keşke burada
olsaydı. Soruyorum: Ne yaptınız? Bu şahıs, bir militan değil, yoldan geçen,
hırslanan bir insan değil; oranın emniyet amiri. Daha önceki olayda
"tahkikat için insan gönderdim" dedi. Peki, bunlara ne yaptınız?
Zamanında bunlar oldu. Bazılarımızın yaşı müsait hatırlarsınız; ben,
üniversitede asistanken, rektörümün ne hale getirildiğini gören bir adamım.
Enis Bey -burada- talebeydi o zaman. Nasıl o rektörünüze hücum edildiğini -yine
Bumin Yamanoğlu- itildiğini, kakıldığını vesaire, bilir. Ondan sonra, bütün bu
olayların, sonradan bizim iç parçalanmamızda, aramızdaki sosyal bağın
zedelenmesinde nasıl kötü bir noktaya getirdiğini hepimiz gördük, yaşadık.
İçişleri Bakanı asla müsamaha etmemelidir. O Bakanlığın bağlı olduğu ve
Türkiye'ye birçok hürriyetleri getirmiş olan, karşımda kardeşlerin oturduğu
parti, asla müsamaha etmemelidir; İçişleri Bakanı bu güzel partiden; 141, 142,
163'ü kaldıran partiden; hürriyetleri müdafaa eden partiden. Şimdi, biz ne oluyoruz; zamanında
dışımızdakilere bu kadar hürriyet tanımış, din ve vicdan hürriyeti tanımış bir
millet olarak, kendi öz çocuklarımızı iten kakan, okuluna sokmayan hale
geliyoruz. Burada duruyor mu; dünya kapalı mı?! İşte, son rapor, Birleşmiş
Milletlerin. Rapor -halen iç döküm olarak kullanılıyor; ya neşredildi ya
edilecektir- müsamahasızlığın, dinî müsamahasızlığın her türlü şekline karşı.
Rapor baştan sona kadar Türkiye. Hak mı ediyoruz?! Daha geçenlerde, burada ve
hepimiz ittifakla -ben, teşekkür ediyorum insan haklarından sorumlu Bakana ve
arkadaşlarına, Anayasa Komisyonu Başkanımıza ve onun üyelerine, bu şerefli
Meclise, Anayasayı değiştiremez denilen bu Meclise ve Adalet Bakanına- önemli
değişiklikler yaptık. Değişikliklerden bir tanesi de, işkenceyi yapana rücu
hakkı. Hukukçu kardeşlerimiz benden iyi bilir. Mekanizma işletilmeli; çünkü,
hakkı yok. Bir dengesiz insanın, karşısındaki zavallıdan öç alır gibi, işkence
yapıp, modern konuşturma tekniklerini, delilleri toplamayı aklından geçirmeyen
insanların dayakla, işkenceyle adaleti yürütmelerine "durun"
deniliyor. Bu Meclis "durun" dedi, bu komisyon "durun, ödetirim
sana" dedi. Türk Milletini milyonlarca dolara mahkûm ettirmeye, ondan daha
önemlisi, manevî bir mahkûmiyet halinde, dünya kamuoyunun karşısına, listeler
halinde, Türkiye'yi getirme hakkı yok. Peki, bunlara hakkı var mı?! Bir emniyet
amirinin, yaprak gibi bir kadını, böyle, itip kakıp merdivenlere düşürmeye
-onlar filme alınıyor- hakkı var mı, Türkiye'ye böyle bir imaj verdirmeye hakkı
var mı?! İçişleri Bakanı, bu insanlardan, muhakkak tahkikat açıp gereğini
sormalıdır. Bunları yaparak, ne yapıyoruz? Bir: Tarihimizle çelişiyoruz Sayın
Başkanım. Tarih, şeref levhalarıyla dolu. Burada, tarihçi arkadaşlarımız, zaman
zaman gelseler de bazı şeyleri anlatsalar; moralimiz yükselir, ufkumuz
genişler. İki: Manevî değerlerimizle tezat teşkil
ediyoruz. Bu değerler, bazı insanlarımızın, bazı hanımlarımızın -yaşı ne olursa
olsun- örtünmelerini emrediyorsa, öyle inanıyorlarsa ve böyle gelmişse, açılan
da açılır, kapanan da kapanır. Bize ne oluyor?! Biz, insanların hürriyetine,
ceketlerine, pardösülerine, başörtülerine, ayakkabılarına, pantolonlarına...
Pantolonla da uğraştık. Pantolon giyemez! Giydiler, iyi de yaptılar. Türk
kadınına niçin bu kadar itimatsızız?! Türk kadını, elbette, neyi giyeceğini
neyi giymeyeceğini kendisi tayin etmeli. Toplumsal kınama vardır. Gereği
olmayan bir şeyi giyerse, elbette ki, o bakışların altında değiştirecektir.
Millî bütünlüğümüzü zedeliyoruz. Bir ayırımcılığa, diskriminasyona gittik;
devam ediyor. Diskriminasyon bir insanlık suçu. Birleşmiş Milletler ve dünya
kamuoyu tarafından kabul edilen bir suç. Kimseyi ayırımcılığa tabi tutamayız.
Ha, bu ayırımcılık zannediyor muyuz ki bazı okullarda kalıyor, hücrelere
girmeye başladı. Ben, size bazı vakalar anlatsam hayretler içerisinde
kalırsınız. Hastanelerdeki muayenelere kadar girdi. Bunları ben dinledim,
tespit ettim, sizler de muhakkak biliyorsunuz. Bir yanlışlık bir yerde kalmaz.
Türkçe bir söz var "bir kötünün kırk mahalleye zararı var" diye.
Yapılan bir yanlışlık bir yerde, böyle, zamanla yayılır. Üç: Okula sokulmayan kız, merdivenlere bir
eşya gibi atılan kadın insandır, bu ülkenin vatandaşıdır. "Siz kendinizi
ne zannediyorsunuz" diyor iten ve kapaklattıran amir. Herkes Türkiye
vatandaşı olmanın onurunu taşıyor; bu, bize kâfi. Hepimiz onu paylaşıyoruz. Bu
milletin bir mensubu olmak bize şeref verir. İşte, bunu zannediyoruz. O hakkını
kullanıyor. Kendi memleketinde hür yaşamış bir insan, kızının da hür tercihini,
hakkını kullanıyor. Soru: "Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?" HÜSEYİN ÇELİK (Van) - İnsan olması
yetiyor. NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Yeter
efendim; ama, daha onu kabul etmiyorum. Nihayet, bu vakalar, burada kalmıyor,
Türkiye'nin itibarını, imajını bozuyor, bizim karşımızda olanların ekmeğine yağ
sürüyor. Hepimiz karşılaştık; Fransız Meclisine arkadaşlarımızla gidip
konuşmalara başlayınca, birtakım adamlar belirdi, Fransız Parlamentosundaki
Ermeni asıllı milletvekilleri... Biz, o toplantıları yapıp çıktığımız zaman
arkamızdan gelip, başka kulisler yapılıyor. Ne malzeme gösterecek; işte, bu malzemeleri
gösterecek. Dolayısıyla, önemli bir haksızlık yapılıyor. Buradaki yapılan iş
uluslararası anlaşmalara aykırı. Sadece bir ikisini zikredeceğim arkadaşlar;
sizin vaktinizi almaktan, burada, haddizatında, lüzumlu olmayan konuşma
yapmaktan tevakki etmeliyiz. 1960 tarihli, UNESCO'nun Eğitimdeki
Ayırımcılığa Karşı Sözleşmesi çok açık söylüyor; eğitimde ayırım yapılıyor...
Burada ne ayırımı yapılıyor; diskriminasyon -inanç ayırımı- yapılıyor... Öyle
inanıyor, öyle örtünüyor... Burada, doğrudan doğruya bir inanç ayırımcılığı
vardır. Türkiye'de mesele bu kadar basit değil. Kendi inancının, kendisine bunu
emrettiğini söylüyor. Kaldı ki, bu çocuklara, biz, birkaç sene sonra da, bu
inancın, kadınlar arasında salim, temiz ve güzel bir şekilde anlatılma vazifesini
de veriyoruz. Diyanete girerse, kadro alırsa, bunları anlatacak, Kur'an
öğreniyor. 18 Aralık 1978 tarihli, Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi. Birleşmiş Milletler, sırf
kadınları korumuş; çünkü, biliyorlar ki, insanlar var; zayıf, korumasız
gruplara musallat oluyorlar. Orada, o kadını itiyor, benim üniversitemdeki
hadiselerde, ızbandut gibi bir delikanlıyı görünce, itemiyor. Yani, akıl alacak
bir şey değil. Mertlik öldü mü diye bir söz var. İtemiyor, üç dört polisi
çağırıyor -bunların hepsini yaşadık- koluna giriyorlar, kanunu, ona kabul
ettiriyorlar, otobüse atıyorlar; ama, kadın, belli dezavantajları var, ona
yükleniyorlar. Bugün de onlara yükleniliyor. 29 Haziran 2000 tarihli
Ayırımcılık Yasağı Direktifi var -bu sefer de, bizim girmek istediğimiz Avrupa
Birliği, UNESCO, Birleşmiş Milletler; hangi evrensel kapıya çıksak, gitsek,
karşımıza bunlar çıkacak- kadınlara ayırımcılık yapmayın!.. Biz ırk
ayırımcılığını görüşüyoruz şimdi... Irktan sonra hemen bu sayılıyor -maddeleri
vermiyorum- beraber sayılıyor. Dolayısıyla, aziz kardeşlerim, sayın
meslektaşlarım, Sayın Başkanım; genç kızlara karşı, kadınlara karşı
ayırımcılık, uluslararası diskriminasyon suçudur. Kadın olmak, kadın olduktan
sonra inancının gereğini yapmak, hiçbir zaman, ayırımcılığa maruz kalmanın bir
sebebi, lejitime eden bir unsuru olamaz. Hepimizin bildiği, tarihin büyük
simalarından, aynı inancın mensubu İbni Haldun, asırlarca evvel insanların
vasıflarını ikiye ayırıyor: Vehbî (doğuştan), kesbî (sonradan kazanılan)...
Erkek olmak, kadın olmak bizim irademiz içerisinde mi olmuştur? Uzun boylu
olmamız, kısa boylu olmamız bizim irademiz içerisinde mi olmuştur? Derimizin
rengi?.. Bütün bunlar -daha sayalım- vehbîdir; böyle doğmuşuz. Kadın da, kadın
olarak doğmuş. Kesbî (sonradan edinilen) yani, o sonradan edinilenlerin de bir
kısmı, bu vehbî şeylere bağlı. Şu dine mensup olmak, bu dine mensup
olmak, bir dinin çok pratikanı; yani, iyice sarılıp bir şeyler yapmak
isteyenleri, daha, böyle bir liberal alanı... Bunlar kesbîdir, kendi
anlayışlarına bağlıdır; o öyle yapar, bu böyle yapar. Yine, Fransızların bir sözünü
hatırlayalım: "Aşırılar bir noktada birleşir (Les extrems se
touchent)". Nasıl birleşiyor; komşumuz bir yerde "illa
örteceksin", yanındaki bir yerde "illa açacaksın"... Düşünce
tarzı aynıdır ve bu düşünce tarzı bizim ne tarihimize uyuyor ne inançlarımıza
uyuyor ne millî bütünlüğümüze uyuyor. Tam bir diskriminasyon yapıyoruz
senelerden beri ve bunu halledelim diyoruz; soğukkanlılığımızı kaybettiğimiz için,
her birimiz bir başka yere saplandığımız için, rahatça oturup da halledemiyoruz
Sayın Başkanım. Dolayısıyla, bu sözleşmeye elbette el
kaldıracağız ve evet diyeceğiz, benim oyum da evet olacak; fakat, insan
haklarından sorumlu Sayın Bakanımız -burada değil- çok güzel şeyler yaptı
Anayasada ve Komisyondaki arkadaşlara sesleniyorum -onlar burada- bunu da
masaya koysunlar. Şu meseleyi, birisinin, bir yerlerde eline alması lazım.
İhtisaslarının tamamen dışında olan zümrelerin... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - ...bu işi
alevleyerek, ateşleyerek gidecekleri bir yer yok, Türkiye'yi de götürecekleri
bir yer yok, birbirini itip kakmaktan ibaret. Yüce Meclise saygılarımı arz ediyorum
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Başkanım, müsamahanız için teşekkür
ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde. İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin;
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA BAHRİ ZENGİN (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, her türlü ırk ayırımcılığının
ortadan kaldırılmasıyla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi müzakere etmek üzere
huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bu sözleşme, hepinizin bildiği gibi, 1965
yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul ediliyor ve sözleşmenin
ilgili maddelerinde "27 ülkenin bu sözleşmeyi kabul etmesiyle yürürlüğe
girer" deniliyor ve bu prosedür 1969 yılında tamamlanıyor; böylece, bu
sözleşme yürürlüğe girmiş oluyor. Türkiye, bu sözleşmeye -yine metinde
bildirildiği gibi- 1972'de imza atıyor; aradan tam Değerli milletvekilleri, sözleşme üç ana bölümden
oluşuyor. Bunlardan birinci bölüm, kavram, kapsam ve tanımlarla ilgili bölümdür
ve aynı zamanda taraf devletlere yüklediği yükümlülükleri içeren bölümdür.
İkinci bölüm, Birleşmiş Milletler komitesinin, bu konuyla ilgili komitenin
kuruluşu ve işleyişiyle ilgili bölümdür. Üçüncü bölüm de, yürürlükle ilgili
bölümdür. Bu sözleşme, ırk ayırımcılığını ortadan
kaldırmayı amaçlıyor ve tanımla başlıyor işe; ırk ayırımcılığından neyi
kastettiğini tanımlıyor. Aslında, daha evvel, benden evvel konuşan konuşmacı,
değerli kardeşimizin de ifade ettiği gibi, ayırımcılığı ortadan kaldırmaya
yönelik birkaç sözleşme imzalanmıştır. Bunlardan birisi, kadınlara karşı
ayırımcılığın ortadan kaldırılması, din ayırımcılığının ortadan kaldırılması
sözleşmeleridir. Bu sözleşmelerin hepsine de baktığınız zaman, tanım, aşağı
yukarı aynıdır. Tanımlarda fazla bir değişiklik yok. Tanımda, insanların hukukî
eşitliği esas alınıyor, hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde yararlanması
esas alınıyor; dolayısıyla, bu hak ve özgürlüklerin tanınması, uygulamaya
konulması veya bunlardan herhangi birinden şu veya bu şekilde yararlanmasının
önlenmemesi isteniyor. Bunlardan herhangi biri varsa, herhangi biri mevcutsa,
bunu, ayırımcılık olarak tanımlıyor; yani, temel insan haklarından, tanımlanmış
insan haklarından herhangi birinden, ırkçılık nedeniyle veya dinî inancı
nedeniyle veya kadın olması, cinsiyeti nedeniyle yararlanamıyorsa veya siz, bu
haklardan bir kısmını tanımıyorsanız mevzuatınız itibariyle, işte, bu
sözleşmede, bu, ayırımcılık olarak isimlendiriliyor, tavsif ediliyor. Değerli arkadaşlar, zannedildiği gibi ve
Türkiye'de uygulandığı gibi, burada, "ayırımcılık" derken, grupların
veya kişilerin kendi özgün kimliklerini ortaya koymaları tanımlanmıyor; yani,
ayırımcılıktan bu kastedilmiyor. Elbette, her kesim, her insan, gerek dinî
kimliğini, gerek diğer kimliklerini ortaya koyma hakkına sahiptir, bu, bir
temel haktır; ama, bu hakkını kullanırken şu veya bu grup tarafından ve
özellikle devlet tarafından başka haklarının kullanılmasına engel
çıkarılıyorsa, işte, bu, ayırımcılıktır. Türkiye'ye biraz sonra geleceğiz.
Türkiye'de, ne yazık ki, yıllardan beri, etnik konularda fazla demiyorum, ama,
özellikle dinî konularda çok büyük bir ayırımcılık döneminin yaşandığını
söyleyebiliriz ve ayırımcılığı yapan devletin, ideolojik devletin ta
kendisidir. Değerli milletvekilleri, her şeyden
evvel, geri kalmış ülkelerde tarih
boyunca da görüldüğü gibi, devletler, kendilerine, elbette, bir ideolojik
misyon belirlerler, belirlemişlerdir de. Aslında, devletlerin görevi, temel
insan haklarını korumak ve de milletin ortak hizmetlerini yerine getirmek
olmalı iken, ne yazık ki, geçmiş dönemlerden günümüze kadar bunun dışında bazı
görevler üstlenmişlerdir. Bunların başında, işte, ırk üstünlüğüne dayalı ideolojik
devletler zaman zaman zuhur etmiş ve insanlık tarihi bunlardan çok çekmiştir.
Çok eskilere gitmek istemiyorum, ama, bir örnek vermek gerekirse, mesela, eski
İran'da, kisraların ayrı bir cevherden, ayrı bir kandan yaratıldığında
inanılındı. Kisralar, buna inanırdı ve halkı da buna inandırmışlardı. Aslında,
bizim kutsal kitabımızda, hepinizin bildiği gibi, Adem yaratıldığı zaman,
yaradılışla ilgili hikâye anlatılırken, şöyle bir olay olur: Adem yaratıldığı
zaman, şeytan çağrılır, Adem'e secde etmesi istenir. Şeytan ise, reddeder
"ben, ateşten yaratıldım, o çamurdan, ben daha üstünüm; o halde, ona, asla
secde etmem" der. Aslında, bir insanın veya bir grubun
diğerlerinden üstünlük iddiası, sadece günümüze ait bir iddia değildir. Demin
de ifade ettiğim gibi, kisralar, firavunlar, kendilerinin, tanrılaştıracak
kadar da diğer insanlardan cevher bakımından ayrı olduklarını iddia etmişlerdir
ve bu iddiadan dolayı insanlık büyük zulümlerle karşı karşıya kalmıştır.
Dolayısıyla, ırk üstünlüğüne dayalı teori, aslında, şeytanî bir teoridir ve 18
inci, 19 uncu Yüzyılda, sırf, sadece, Osmanlı Devleti gibi, çok sayıda etnik
grubun ve dinî grubun birbirleriyle barışık yaşadığı toplumları veya devletleri
yıkabilmek için ürettikleri bir teoridir. Bu vesileyle, şunu huzurlarınızda ifade
etmek istiyorum: Tabiatıyla, Batı toplumları kendilerini üstün kılacak ve diğer
devletleri dize getirecek birçok şeyler üretmişlerdir. Bunların başında
silahlar gelir, hatta, kitle imha silahları da gelir; ama, kanaatimce, Batı
toplumlarının, diğer ülkeleri tahrip eden en büyük üretimi ideolojik virüsler
olmuştur. Bunlardan birisi de, işte, ırkçılığa dayalı teoriyi ortaya atmakla
ortaya koydukları bir ideolojik virüs Osmanlı Devletinin bünyesini kemirmiş ve
7 000 000, 8 000 000 kilometrekarelik toprakları yok ettiği gibi, bu bölgeyi
1980 yılından beri de kan gölüne çevirmiştir. Değerli arkadaşlar, 17 ve 18 inci
Yüzyıllardaki bu ırkçı akımlar sonucunda, hepinizin bildiği gibi, ulus
devletler kurulmuştur. Batı, bir yandan ulus devletleri teşvik ederken, bir
taraftan da mikro milliyetçiliği hareketlendirmek suretiyle bu devletler
arasında bir çatışma ortamı meydana getirmiştir; dolayısıyla, dünya, Batılı
toplumlar dışında, 1950'den sonra, gerçekten, huzur bulamamıştır. Bunların
temeline indiğiniz zaman, bunların temelinde, Batı'nın çıkarlarının ve araç
olarak da, bu ırkçı, ırk ayırımına dayalı ulus devlet felsefesinin yattığını
görürsünüz. Muhterem milletvekilleri, bu vesileyle,
bir başka ayırımcılıktan daha söz etmek istiyorum: Aslında, bakın, bu
anlaşmanın daha 1 inci maddesinde, bir devletin, vatandaşları arasında bir
ayırımcılık yapmasının önüne geçilmek isteniyor; ama, 2 nci maddesinde,
devletler arasında, milletler arasında ayırımcılık saklı tutuluyor. Özellikle, son yüzyılda, Avrupa'da bir
başka ayırımcılık konusu ortaya çıkmıştır; yani, bu anlayışa göre, Batılı
toplumlar -ki, buna Amerika'yı da dahil edebilirsiniz- ayrı, üstün bir
medeniyeti temsil etmektedir; dolayısıyla, bir de, çok geri, ilkel
medeniyetleri temsil eden topluluklar vardır. O halde, üstün medeniyeti temsil
eden bu topluluklar, ilkel medeniyetleri temsil eden topluluklara oranla daha
üstündürler, o halde, diğer toplulukları kendi hizmetlerinde kullanabilme hak
ve yetkisine sahiptirler. Batı'nın uygulamış olduğu çifte standardın gerisinde,
böyle bir anlayış, ayırımcı anlayış yatmaktadır. Bu ayırımcı anlayış, Batı'nın
şu anda sahip olduğu bir anlayış değil. Daha Roma İmparatorluğu zamanında,
hepinizin bildiği gibi, bir Romalı vardı, bir de, Romalının dışında paryalar
vardı. Bu paryaların ana görevi, üstün bir toplum olan Romalılara hizmet
etmekti. Bugün, Batı medeniyeti dediğimiz Batılı toplumlar, ne yazık ki, Roma
medeniyetinin bu yanlış, çirkin felsefesini tevarüs etmiş bulunmaktadırlar ve
uygulamış oldukları çifte standardın sebebi de budur. İşte, Filistin'de olup bitenleri
görüyorsunuz; günlerden beri, haftalardan beri olup bitenleri görüyorsunuz,
dünyada olup bitenleri görüyorsunuz. Batılı devletlerin, bu olup bitenlere
karşı nasıl duyarsız, nasıl insan haklarından yoksun bir anlayış içerisinde
davrandıklarını hepiniz görüyorsunuz. Bu olaylardan bir tanesi, eğer, bir
Batılı topluma karşı yapılmış olsaydı -işte, yakın örneklerde var, izah etmeye
gerek yok- bütün dünya ayağa kaldırılırdı. Değerli arkadaşlar, bunların arkasında
yatan nedir; bunların arkasında yatan düşünce, bir ayırımcılık düşüncesidir.
Şimdi, yeni ayırımcılık düşüncesi, işte, Batılı toplumlar, medenî, üstün
ırklardır, üstün topluluklardır, onların dışında kalanlar geri topluluklardır;
dolayısıyla, bu topluluklar Batı'ya hizmet etmekle yükümlüdür anlayışından
başkası değildir. Günümüzde diğer bir ırkçı anlayış,
hepinizin bildiği gibi, siyonizmdir; şu anda, Ortadoğu'yu kana bulayan da odur.
Siyonizm, sadece Filistin'de bir devlet kurmanın ideolojisi değildir; aynı
zamanda, İsrail ırkının diğer ırklara göre üstün bir ırk olduğunu ve diğer
ırkların hepsinin İsrailoğluna hizmet etmek için yaratıldığına inanan bir
anlayıştır. Dolayısıyla, onların anlayışına göre, dünyadaki diğer toplulukların
hepsi İsrailoğluna hizmet ettiği ölçüde varlık sebeplerine uygun davranmış
olurlar; kendileri de, onları hizmetine aldıkları sürece Allah'a ibadetlerini
tamamlamış olurlar. İşte, siyonizm, böyle bir ırkçı ideolojinin adıdır. Ondan
dolayı dünyamız kana bulanmıştır. Irkçı ve ırkların üstünlüğü teorisini ortaya
çıkaranlar da, yine, siyonist bilim adamlarıdır. Değerli arkadaşlar, işte, bunlardan
dolayı, dünya, özellikle üçüncü dünya dediğimiz 5 milyarlık nüfus, 1950'li
yıllardan beri huzur bulamamıştır. 1917'de Osmanlının bu bölgeden çekilmesinden
sonra, gerek Kafkaslar gerek Ortadoğu gerekse Balkanlar bir türlü huzura
kavuşamamıştır. Bütün bunları ortadan kaldırmanın elbette
yolları vardır; işte, bunlardan bir tanesi bu sözleşmedir. Zannetmeyin ki, bu sözleşmede bulunan hükümler,
Batı uygarlığının, Batı medeniyetinin geliştirdiği hükümlerdir; böyle alırsanız
yanılırsınız. Burada, daha evvel, arkadaşlarımız da izah ettiler; Osmanlının
ilk dönemlerine baktığınız zaman, orada, çok çeşitli etnik grupların, dinsel
grupların, kendi inançlarına ve etnik kültürlerine uygun bir şekilde, barış
içerisinde yaşadıklarını görürsünüz. Bundan tam 1 400 yıl evvel, her türlü ırk
ayırımcılığı da dahil olmak üzere her türlü ayırımcılığı kaldıran, evrensel bir
ilkeyi Hazreti Peygamber ortaya koymuştur. Hazreti Peygamber şöyle demiştir:
"Ne Arabın Arap olmayana, ne Arap olmayanın da Arap olana üstünlüğü
vardır. İnsanoğlu Adem'dendir; Adem de topraktan yaratılmıştır. Aranızda
hiçbirinizin birinize karşı üstünlüğü yoktur; üstün olan, Allah indinde üstün
olan, takva sahibi olanlardır." Ne demek bu; yani, hakları en fazla
gözetenler, haklara tecavüz etmekten kaçınanlar, işte, Allah indinde en üstün
olanınız da bunlardır. Ta 1 400 yıl evvel bu evrensel ölçü konulmuştur. Şu anda
Batılı toplumların bir kısmının böyle bir evrensel ölçüye yanaşmış olmaları ve
bizim de, ne yazık ki, o kanaldan almış olmamız hüzün vericidir. Değerli arkadaşlar, o bakımdan, bu
sözleşme geç kalmış bir sözleşmedir; bir. Ancak, şunu da ifade etmek istiyorum:
Bakınız, şurada, Mecliste milletvekili sayısı az; ama, çok önemli bir konuyu
burada tartışıyoruz, müzakere ediyoruz, insan hakları gibi, ırkçı ayırımcılığın
önlenmesi gibi bir konuyu tartışıyoruz; ama, hep uluslararası sözleşmelerin
görüşmelerinde olduğu gibi, uluslararası sözleşmeler buradan geçiyor; ama, bir
türlü kanunlarımıza yansımıyor, hayata yansımıyor. İşte, bunlardan birini de
yakın bir zamanda İstanbul'da yaşadık. Değerli arkadaşlar, bu vesileyle, müsaade
ederseniz, ayırımcılıkla ilgisi olması bakımından, din ayırımcılığına girmesi
bakımından, İstanbul'daki olaylarla ilgili olarak bir iki hususu ifade etmek
istiyorum. Ben, İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak
alt komisyonda da bulundum ve buradaki durumu inceledik, uluslararası metinleri
de inceledik. Şimdi, bakınız, uluslararası metinlerde din ayırımcılığı ne
şekilde ifade ediliyor; tıpkı burada olduğu gibi "ırk ayırımcılığı"
terimini çıkarın "din ayırımcılığı" terimini koyun ve 1 inci maddeyi
aynen okuyun. Yani, bir kişinin haklarından, tüm hak ve özgürlüklerinden
yararlanmasının ortadan kaldırılmasını, bir din ayırımcılığı olarak, dinî
saikle yararlanmasının, kendi dinî özgürlük hakkını kullanmış olması nedeniyle
bunlardan yararlanmasının önüne geçilmesini, bütün uluslararası metinler
"din ayırımcılığı" olarak ifade ediyor. Peki, başörtüsü takmak bir dinî vecibe
midir? Türkiye'deki uzman bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı diyor ki,
evet, bu bir dinî vecibedir. Peki, bir dinî vecibeyi yerine getirmeyi
engellemek, bundan dolayı, eğitim hakkı
gibi bir hakkı ortadan kaldırmak din özgürlüğü ihlali değil midir?
Uluslararası metinler diyor ki, evet, bu bir ayırımcılıktır, din özgürlüğü
hakkının kullanılmasına engel olmaktır." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Sayın Başkan,
bitiriyorum. BAŞKAN - Lütfen efendim... BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Ne yazık ki, bu
hususlar, bu metinlerde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde açıkça tanımlanmasına rağmen, Türkiye de bunları tanımış
olmasına rağmen, bunların altına imza atmış olmasına rağmen, özellikle din ve
vicdan özgürlüğü konusuna gelince, burada, Türkiye'de, bütün bu metinlere
aykırı bir davranış yıllardan beri sürdürülmektedir. Bu uygulamaların laiklikle bir ilgisi
yoktur. Laiklik, insanın, devletin, ne dinden yana olmasıdır ne de dinî
vecibelere karşı olmasıdır. Laiklikte, devlet, ne dine dayalı bir düzenleme
yapar ne de dinî vecibeyi yasaklayacak bir düzenleme yapar; eğer, bunlardan
birini yapıyorsa; yani, dine dayanan bir düzenleme veya dinî vecibeleri
yasaklayan bir düzenleme yapıyorsa, bu laisizme aykırıdır, Anayasaya da
aykırıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, lütfen... Teşekkür
ediyorum... BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Dolayısıyla, bu sözleşme, geç kalmış bir
sözleşmedir. Bunun bir an evvel hayata geçirilmesini,
başta Anayasa olmak üzere, Anayasanın dibacesi olmak üzere, diğer kanunların da
bu temel sözleşmeye göre yeniden düzenlenmesini arz ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN
(Van) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN
(Van) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Yalçıntaş ve Sayın Zengin konuşmalarında
çok haklı bir noktaya temas ettiler; otuz yıldan sonra bunun Yüce Meclisin
onayına sunulmuş bulunması; 1965'te oylanmış ve Türkiye oylamaya katılmış.
Binaenaleyh, müspet iradesini, siyasî iradesini beyan etmiş. 1966'da imzaya
açılmış, Türkiye 1972'de imzalamış, altı yıl sonra. O bile, belki, bir ölçüde
izah edilebilir; ama, otuz yılı anlamak ve izah etmek kolay bir iş değil. Onu
size açıklıkla arz ve ifade edeyim, yalnız tek örnek de değil. Bu uygulamalar,
benzeri vakıalar bizde, özellikle 1980 öncesi, ben Senato Dışişleri Komisyonu
Başkanı iken, düzinelerle vardı, bugün de tamamıyla yok dersem eksik söylerim. Bu anlaşma, diğer iki anlaşmayla beraber,
yine, bana göre, rahatsız edici bir husus; o da, Katılım Ortaklığı Belgesinde,
bunların onaylanmasının yer almış bulunması, kısa vadeli tedbirler olarak.
Birisini komisyonumuz kabul ederek huzurlarınıza getirdi, iki tanesi de halen
komisyonda inceleme safhasında bulunmaktadır. Bunun, bu Katılım Ortaklığı
Belgesine girmesine vakit bırakmadan -bu, Türk Milletinin, aslında, tabiatında,
tarihinde mevcut bir husus, özellik, bulunması itibariyle- çok önceden
getirilmesi ve bunu onaylamamız lazımdı. Burada eksiğimiz var, bunu gidermeye
çalışıyoruz. Sayın Zengin bir ifadede bulundular,
dediler ki: "Bu anlaşmalar, hukukumuza yansımıyor" Bu anlaşmalar
bizatihi kanun oluyor burada onaylanınca ve üstelik de kendileri biliyorlar ki,
bu milletlerarası bir kaidedir; milletlerarası anlaşmalar, onaylandıktan sonra
millî hukuka göre üstünlük kazanıyor. Her ne kadar son Anayasa
değişikliklerinde buna bir tereddüt getirildiyse de, bu, milletlerarası bir
kaidedir ve bu kaideyi tek taraflı olarak değiştirmek de kolay bir iş değil.
Bunu da arz edeyim. Bir diğer altını çizmek istediğim husus;
yine, sayın iki konuşmacı çok önemli yönlerine temas buyurdular konunun ve
hakikaten, Türk tarihinde ırkçılık hiçbir zaman bulunmamıştır; hiçbir dönemde,
ırkçılık üzerinden, Türk tarihinde bir vaka kaydedilemez. İşin çok enteresan
tarafı, ırkçılık, bugün bize insan haklarını ve medeniyeti öğretmeye çalışan
memleketlerde ve çevrelerde doğmuştur ve bunun en acı örneği de, 20 nci
Yüzyılın ilk yarısında bilhassa Avrupa'da "Ari Irk" ismi altında
ortaya atılan bir teorinin maliyeti ve milyonlarca insanın öldürülmesi. Bir diğer yönü var, çok kritiktir ve
birbirine maalesef çok karıştırılır, o da, milliyetçilik ile ırkçılığı
karıştırma hadisesi. Bunlar birbirinden çok ayrı şeylerdir. Yani, milliyetçilik
ile ırkçılığı özdeşleştirmek, aslında, ırkçılığın bir oyunu olarak görülmek
gerekir. Bu açıdan da çok dikkatli bakmak ve itinayla mesele üzerinde durmak
lazım. Tarihte bunlar zaman zaman böyle ortaya çıkıyor. Napolyon savaşlarından
sonra, 1815 Viyana Kongresinden sonra dünyada bir genel milliyetçilik, bazı
yerlerde ırkçılık şeklinde tezahür ederek gelişti. Son Sovyetler Birliği
İmparatorluğunun 21 Aralık 1991'de dağılmasından sonra bu sefer milliyetçilik
yaygın bir hale geldi, ırkçılık yönü ikinci planda kalmak üzere ve buna da bir
tabir buldular; atomizasyon. Yani, atomlar şeklinde bir nevi küçük ünitelerin
bölünmesi ve bu suretle büyük birliklerin dağılması. Bunda da, tabiatıyla,
millî duyguların bir payı olmakla beraber, siyasî büyük güçlerin hesabının da
bulunmasını dikkate almak lazım. Birleşmiş Milletler 55 devletle kuruldu
1945'te. Bugün 190'a çıkmışsa, bu, kendiliğinden değildir. Bu, böl ve yönet
teorisinin bir neticesidir ve burada da her türlü vasıta mubah sayılmıştır. Bu
konularda da dikkatli olmak gerekiyor. Bir bakıma, aslında, bu gibi konvansiyon
anlaşmalar karşısında Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin gösterdiği tereddüt
veya gecikmenin bu gibi düşünceleri derinleştirmekten de kaynaklandığını
dikkate almak gerekir diye düşünüyorum. Arz ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Milliyetçi Hareket
Partisinde. Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal;
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekillerim; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu raporu hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda, 21 Aralık 1965 tarihinde ülkemizin de olumlu oy kullandığı oylamada
oybirliğiyle kabul edilerek, 7 Mart 1966 tarihinde imzaya açılmıştır. Sözleşme,
27 ülkenin, onay belgelerini Birleşmiş Milletler Sekreterliğine tevdi etmesini
takiben, 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz, sözleşmeyi 13 Ekim
1972 tarihinde imzalamıştır. 1965'te Türkiye olarak olumlu oy
kullandığımız, 1966'da imzaya açılan, 1969'da yürürlüğe giren ve bizim de 1972'de
imzaladığımız bu sözleşme için şu anda bizim alıngan olmamıza hiçbir neden
yoktur. Bu sözleşme, o yıllarda, daha çok sömürgesi olan ve kolonileri olan
ülkeler için düşünülmüştür. Şimdi, sonradan yerleştikleri toprakların eski
sahiplerini tüketenler, insanları siyah-beyaz olarak ayırt edenler, köle
ticareti yapanlar, düne kadar koloni ve sömürgeleri olanlar bu sözleşmeye imza
koyarken, bunu, bizim şimdi imzalamamız geç kalmış bir iştir. 21 inci Yüzyıla, sivil toplum örgütü ve
bireyin yüzyılı diyoruz. Halbuki, biz, millet olarak, bireyin önemini,
kültürümüzden ve inancımızdan dolayı yüzyıllar önce fark etmişiz ve bunu, ilk
toplusözleşmelerle, esnaf teşkilatları ve vakıflarla yaşamışız. Sizlere, hepinizin bildiği iki örneği
vermek istiyorum; birincisi, Fatih Sultan Mehmet'in Balkanlara gittiğinde
yayımladığı İnsan Hakları Beyannamesi; bu beyannamede Fatih Sultan Mehmet şunu
söylüyor: "Vezirim dahil, sizlere milliyetinizden, dilinizden, dininizden
dolayı eziyet eden olursa, cezaları elimle verilecektir." İkinci örnek ise, 17 nci Yüzyılda yaşamış
İtalyan materyalist Campanella; bu, sistemle çatıştığı için 27 yıl hapiste
yatıyor ve serbest bırakıldığında dışarıya çıkmak istemiyor, "dışarı
çıkmak istemiyorum; çünkü, dünya hâlâ karanlık, dışarı çıkmamın bir anlamı yok; yeryüzünde sadece bir tane güneş
gibi aydınlık ülke tanıyorum; o da düşüncelerinden ve inançlarından dolayı
insanların zindana konmadığı Osmanlı Devletidir" diyor. Bizim tarihimiz
budur ve bu anlayışla, bu tarihle, bu kültürle, bu inançla, aslında, bu kanun
Meclisimizden yıllarca önce geçmeliydi; ancak, çalıştırılmayan Mecliste
zamanımız çalınmış ve bunun gibi onlarca sözleşme Mecliste, arşivlerde
bekletilmiştir. Bu durum, uluslararası arenada da bizi
haksız olarak sıkıntılarla karşı karşıya getirmiştir. Bugün, Meclis çalıştığı
için bu kanunlar çıkmakta ve sözleşmeler onaylanmaktadır. Milliyetçi Hareket
Partisinin 21 inci Dönem Meclisinin çalışmasındaki ve ülkedeki siyasî
istikrarın oluşmasındaki katkısını belirtmeden geçemeyeceğim. Önemli olan, bu sözleşmeye onyıllar önce
imza atan veya onaylayan ülkelerin bu sözleşmeye uymalarıdır ve Türkiye'nin
bunun takipçisi olmasıdır. Bütün temennim, bizim çocuklarımızın bu sözleşmeyi
onyıllar önce imzalayan ya da onaylayanların neden olduğu veya göz yumduğu
Kıbrıs, Bosna, Kosova, Çeçenistan, Afganistan ve Filistin dramlarını yeniden
yaşamamalarıdır. Tarihinde ırkçılık anlayışı doğrultusunda
yönetim ve dışpolitikası olmayan Türk Milletine, bu anlaşmanın hayırlı olmasını
diliyor, yeniden saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. Şahsı adına, Afyon Milletvekili Sayın
Müjdat Kayayerli; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Her Türlü Ayırımcılığının Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşmeyle ilgili olarak şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi ve Yüce Heyetinizi saygılarla selamlıyorum. 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren,
ülkemizin 13 Ekim 1972 yılında imzaladığı, Birleşmiş Milletler üyesi 188
ülkeden 157'sinin taraf olduğu Her Türlü Irk Ayırımcılığının Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, ülkemiz tarafından da
onaylanacaktır. Böylece, evrensel insan haklarına, temel özgürlüklere, ırk, cinsiyet,
dil ve din ayırımı yapılmaksızın, herkese saygının geliştirilmesi
sağlanacaktır. Bu sözleşmeye taraf olan devletler, ırk
ayırımcılığını ortadan kaldırmak, yargıda herkese eşit muamele hakkını
kullanmak, kişinin güvenlik hakkını sağlamak, her insana medenî haklarını,
ikamet hakkını, ülkesini terk etmek ve dönmek hakkını -kendi ülkesi de dahil
olmak üzere- seçme ve seçilme hakkını, eşit işe eşit ücret hakkını, uyrukluk
hakkını, düşünce vicdan ve din özgürlüğü hakkını, işini özgürce seçme hakkını,
sosyal hizmetlerden yararlanma ve meslekî formasyon hakkını vermek
durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmenin onayı
sırasında, işbu sözleşmenin
hükümlerini, yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan taraf devletlere karşı
uygulayacağını ve ancak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve Türkiye
Cumhuriyetinin yasal ve idarî düzeninin yürürlükte olduğu ülke sınırları
itibariyle onaylanmış bulunduğunu beyan etmiştir. Ancak, devletimiz, bu sözleşmenin 22 nci
maddesine de şöyle bir çekince koymuştur: "Sözleşmenin yorumlanması ya da
uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkabilecek ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf
olduğu bir uyuşmazlığın Uluslararası Adalet Divanına intikal
ettirilebilmesinden önce her durumda Türkiye Cumhuriyetinin açık muvafakatının
sağlanması gerekmektedir." 770 sıra sayılı kanun tasarısı Yüce
Meclisimizde onaylandığı takdirde Birleşmiş Milletler Her Türlü Irk Ayırımının
Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi sonuçlandırılmış olacaktır. Bu bağlamda, Avrupa
Birliği Eurobarometre'nin raporlarına göz atacak olursak, Avrupa Birliğine üye
ülkeler arasında genel sıralamada, yabancılara en az tahammül eden ülkeler
arasında yüzde 70 ile Yunanistan, yüzde 53 ile Belçika ve yüzde 47 ile Almanya
ile Fransa'nın yer aldığını görebiliriz; yüzde 43 ile Lüksemburg ise ikinci
grubu oluşturmaktadır. Yabancılara hiç tahammül edemeyenlerin oranı
Danimarka'da yüzde 20'ye ulaşırken, az tahammül edenlerin oranı ise yüzde
17'dir. Yabancılara karşı en çok hoşgörülü ülkelerin başında yüzde 77 ile
İspanya, yüzde 76 ile İsveç, yüzde 71 ile Finlandiya ve yüzde 65 ile İrlanda
gelmektedir. Avrupa Birliğindeki bu zoraki yeşil ışığa
rağmen, 19 Mart 2001 tarih ve 2129 sayılı Bakanlar Kurulu kararına ekli Türkiye
Ulusal Programının bu sözleşmesini onaylamak, Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık
sürecinde ve müzakerelere oturabilmesinde büyük bir rol oynayacak ve ülkemizin
önünü açacaktır; ancak, Türkiye, Avrupa Adalet Divanının serbest dolaşım
hakkındaki 1612/68 nolu ve sosyal güvenlik hakkındaki 1404/71 nolu hükümlerini
her zaman gündemde tutmak durumundadır. Özellikle Avrupa'da yaşayan Türkler için
Avrupa Birliği-Türkiye Ortaklık Anlaşmasının 1/80 nolu kararının 10 uncu
maddesi çok önemlidir. Çünkü, Türk uyruklu işçiler ve aileleri, iş arama
faaliyetlerinde, çalışma şartları ve ücret dengesine göre ayırımcılığa yer
verilmeden topluluk üyesi uyruklu işçilere tanınan eşit haklardan
yararlanabilirler. Buna rağmen yabancılara yapılan ayırımcılıkla ilgili olarak
yasal düzenleme yapılmasını isteyen toplumların Avrupa Birliği ülkelerine göre
dağılımı Lüksemburg'ta yüzde 41, İsveç'te yüzde 40, Almanya'da yüzde 34,
Danimarka'da yüzde 33, Fransa, İngiltere ve Portekiz'de yüzde 31, Belçika'da
yüzde 29, Avusturya ve İspanya'da yüzde 27, İrlanda'da da yüzde 24'tür. Bu rakamlara baktığımızda, Fransız Senatör
Pelchat'ın şu sözü aklımıza geliyor: "Yerel dillerde eğitim ve yayın
ayrılıkçılığı güçlendirir. Oysa, cumhuriyetimizin ruhu ve mantığı, toplumun
farklı unsurlarını birleştirmeyi öngörür. Cumhuriyetin ulusal dili olur."
Türkiye Cumhuriyetinin de dili Türkçedir. Devlet yayınlarında da her şey Türkçe
yayınlanır. İnsanlara verilen temel özgürlükler ve serbestlik ise, Ulusal
Programda yazılı olduğu üzere, ayrılıkçı ve bölücü amaçlarla kullanılamaz. Türk toplumculuğu, sosyal adaletçi, insan
haklarına dayalı bir sistemi gerçekleştirmiştir. Türkler, tarihte de, günümüzde
de toplumcu, dayanışmacı vasıflarıyla tanınmışlardır. Türk Milleti, hiçbir
milletin diğer bir milletin kölesi olmasını kabul etmez; köleliğin genetik,
ırkçı tanımlarını da reddeder; üstün ırk nazariyesini de reddeder; üstünlüğü,
yapılan hizmet ve işte arar. Türk milliyetçiliği, bir kültür hareketi olarak
ırkçılığı, halka dayanan bir siyasî hareket olmasıyla da otoriter idare
sistemlerini reddeder; Türk insanının, diğer milletler gibi, hür, bağımsız,
insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşamasını kabul eder. 21 Mart günü -otuzbeş yıl önce- Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda Irkçılıkla Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.
Bütün insanlık, kin ve nefrete dayanan ırkçı hareketleri lanetlemeli, uluslararası
ilişkileri barışa ve işbirliğine dönüştüren, Genel Başkanımız Sayın Doktor
Devlet Bahçeli'nin üzerinde özellikle durduğu gibi, sevgide serbestliği,
saygıda mecburiyeti esas alan uzlaşmacı milliyetçiliği benimsemelidir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının, her
ülkede ya da farklı kültürlerde, temelleri kültürel ve tarihî nedenlere
dayanan, farklı şekillerde ortaya çıktığı gerçeği unutulmamalıdır. Anayasamızın yürürlükteki 10 uncu maddesi,
ayırımcılığı kapsamlı olarak yasaklamış, Anayasa ve kanunlar önünde herkesin
eşit olduğu ilkesini benimsemiştir. Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları, bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar. Almanya'da, İş Bulma Yasasının Türkler
için getirdiği ayırımcılık ise, herhangi bir açık işte önce Almanların, sonra
Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarının, daha sonra da Türklerin işe kabul
edilmeleridir. Bu durum, başkalarının tercih etmediği işlerin Türk işçilerine
kalması demektir ki, bu ayırımcılıktır. Helmut Schmidt'in "Avrupa'nın Benlik
İddiası" adlı kitabında "Eğer Türkiye'yi Avrupa Birliğine kabul
edersek, Mısır'ı veya Cezayir'i hangi gerekçelerle reddedeceğiz" görüşü de
ayırımcılıktır. Avrupa Birliği Konvansiyonu Başkanlığına
seçilen Valery Giscard d'Estaing; yani, Fransa eski Cumhurbaşkanının,
Türkiye'yi "Avrupa dışı ülke" olarak tanımlaması da ayrılıkçılıktır. Türkiye'nin, Avrupalı ülke olma
özelliğinin hâlâ tartışılıyor olması ve bu konuyu özellikle Avrupa Birliği
Konvansiyonu Başkanının gündeme getirmesi, Avrupa'nın ne kadar ırkçı ve
ayırımcı bir tutum izlediğinin de kanıtıdır. Uluslararası ilişkiler sevgi üzerine
değil, menfaatlar üzerine kurulur. En önemli sorun, müzakerelerde güçlü
olabilmektir; bunun için de güçlü devlet olmak gerekir. Bu sözleşme, Türk
Devletinin gücünü artıracaktır; ancak, Türk Devletinin ve milletinin gücünü
azaltacak, millî birliğimizi bozabilecek tutumlardan, faaliyetlerden de uzak
olmak durumundayız. Etnik, dil ve din esaslarına göre oluşan
farklılıkları belirleyen alt kimlikler, sadece Türk kimliği şemsiyesi altında
ve üniter bir yapıda, ayırımcılığın da ortadan kaldırılmasıyla yaşamaya devam
edecektir diyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. İkinci söz, Rize Milletvekili Sayın Mehmet
Bekâroğlu'nda; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Sayın Bekâroğlu, süreniz 10 dakika. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Her Türlü Irk Ayırımcılığının Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasıyla İlgili Yasa Tasarısı üzerinde
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, belki tarih
"ben ve öteki" mücadelesiyle "biz ve ötekiler"
mücadelesiyle doludur. Modern zamanlara gelene kadar ayırımcılık dolayısıyla
insanlar çok acı çektiler: ama, modern uygarlıkta, modern zamanlarda,
ayırımcılık dolayısıyla çekilen acılar, tarihin hiçbir döneminde çekilmemiştir;
bu boyutta acılar hiçbir zaman çekilmemiştir. Maalesef, büyük iddialarla insanlığa
yeryüzü cenneti vaat ederek gelen modern uygarlık, insanlığın temel
ihtiyaçlarını, güvenliğini, ekmeğini, refahını, hak ve özgürlüklerini garanti
altına alamamıştır. Şu anda üzerinde konuşmakta olduğumuz uluslararası
sözleşme, belki de modern zamanlarda, modern ülkelerde ırk ayırımcılığı
dolayısıyla işlenen cinayetler üzerine ihtiyaç olmuş ve Birleşmiş Milletler
bunu kabul etmiştir. Özellikle, Almanya'da Yahudilerle ilgili işlenen
cinayetler, böyle bir sözleşmenin gündeme gelmesini sağlamıştır. Yine, İkinci
Dünya Savaşında işlenen cinayetler, böyle bir sözleşmenin gündeme gelmesini
sağlamıştır. Bu sözleşmeyi Türkiye otuz sene sonra,
kırk sene sonra onaylıyor; bu, anlamlıdır, gerçekten anlamlıdır. Niçin böyle
olduğu üzerinde düşünmek, konuşmak gerekiyor; ama, bu sözleşme başka ülkeler
tarafından onaylandı diye dünyada ırk ayırımcılığı, soykırımları kalkmadı ki!.. Değerli arkadaşlarım, daha yakın tarihte,
Avrupa'nın göbeğinde, medeniyetin, modern uygarlığın göbeğinde, bir ırk, bir
kültür, bir medeniyet yok edilmeye çalışıldı. 200 000 insan, Batılıların, bu
sözleşmeyi imzalamış olanların gözleri önünde katledildi. Tarih, gerçekten, ırk
ayırımcılığı ve soykırımlarıyla doludur. Almanya'da, Bosna'da, Güney Afrika'da,
Karabağ'da, evet Karabağ'da, Çeçenistan'da, Keşmir'de, dünyanın birçok yerinde
soykırımları, ırk ayırımcılığı devam etmiş, halen devam ediyor. Öncelikle, modern uygarlığı oluşturan
felsefenin temelinde ayırımcılık vardır. Bu felsefe, modern olanlar -gelişmiş
olanlar ve ilkel olanlar- barbar olanlar üzerine kurulmuştur. Burada, bir hayat
biçimi, evet, bir hayat biçimi, belli coğrafyada yaşayan, belli insanların
geliştirmiş oldukları ilişkiler ağı, üstün, ileri; diğerleriyse, geri, barbar,
ilkel şekilde takdim edilmektedir ve her ne yapılıyorsa, bu temel inancın, bu
temel felsefenin üzerine kurulmaktadır. Bu modern ideoloji gerilememektedir
değerli arkadaşlarım, maalesef, bu ideoloji, kendisini yenileyerek yoluna devam
ediyor. Bugün "küreselleşme" diye karşımıza çıkan olgu da, aslında,
bu temel ideolojinin dışında bir olgu değildir. Evet, önde olanlar, kuzeyde
olanlar, güçlü olanlar, kendilerini diğerlerinden farklı ve üstün görenler, şu
anda, ulus devletler yapısından rahatsızlık duymaktadırlar. Şu andaki ulus
devletler yapısı ve halkların bilinçlenmiş olması, uyanmış olması, haklarına ve
özgürlüklerine sahip çıkmaları, merkezdekileri, hegemon güçleri rahatsız
etmektedir. Küreselleşme, aslında, bundan başka bir şey değildir. Hem ekonomik
hem de kültürel sömürü için, ulus devletler sorun olarak görülmektedir. Değerli arkadaşlarım, küreselleşme ve
neoliberalizm denilen olgu üzerinde durmak gerekiyor. Bu, biraz evvel üzerinde
durduğum, bir grup insanın, dünyada yaşayan diğer insanlardan üstün olduğuna
inanan bir ideolojinin üzerine gelişmektedir. Bugün, kuzey-güney ayırımı var ve
bu ayırım, bütün bu sözleşmelerin altına imza koyanlar tarafından
yapılmaktadır. Bugün, kuzeyde yaşayan insanların, yani zengin ülkelerin
bireylerinin kişi başına düşen millî geliri 20 000-30 000 dolar civarındadır;
ama, güney ülkeleri, açlıkla, yoksullukla, sefaletle mücadele etmektedirler.
Güney ülkelerinde kişi başına düşen gelir 400 dolara kadar düşmektedir. İşte,
en büyük ayırımcılık budur. Bunu şöyle takdim ediyorlar, diyorlar ki: "Biz
üstünüz, biz çok çalıştık, biz çok şeyler yaptık; o sebepten dolayı, kişi
başına düşen 30 000 dolar bizim hakkımızdır." Bu, böyle değil değerli
arkadaşlarım; onlar, çaldılar, sömürdüler, yüzyıllarca dünyayı sömürdüler; bu
sebepten dolayı kişi başına düşen gelir 30 000 dolardır. Değerli arkadaşlarım, küreselleşme ise,
neoliberalizm ise, yeni sömürgeciliğin, yeni ayırımcılığın yeni ismidir. Şimdi,
diyorlar ki: "Biz kuzeyde yaşayanlar, bu refahı kimseyle paylaşmayız"
ve kurmuş oldukları uluslararası kuruluşlar aracılığıyla da bu sistemi dünyaya
yerleştirmeye çalışıyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu sistemin
temelinde, finans kapitalizm vardır; diyorlar ki: "Biz size borç
vereceğiz; üretmenize gerek yok, tütün ve şeker fabrikalarınızı kapatın... Biz
,size borç vereceğiz; yeter ki, malî sistemlerinizi bizim istediğimiz gibi
organize edin." Uluslararası kuruluşlar aracığıyla başka bir şey daha
diyorlar ve dayatıyorlar: "Siz üretmeyin; piyasalarınızı, tütün
piyasanızı, şeker piyasanızı, çay piyasanızı bizim çokuluslu şirketlere
açın." Değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha
diyorlar: "Siz sanayileşemezsiniz, siz bunları yapamazsınız; ama, biz,
gerekirse size sanayi tesisleri de kurarız." Bunun temelinde yatan, yine
bir ayırımcılıktır. Kuzeyde yaşayan üstün insanlar, çevrenin kirlenmesinden
rahatsızlık duyuyorlar. Bu sebeple, şimdi, çevreyi kirleten düşük teknolojili
fabrikalarını, sanayiini, çevre ülkelere; yani, bizim gibi, geri görmüş
oldukları ülkelere aktarmak istiyorlar. Evet, Türkiye'de, maalesef, 57 nci
hükümet bu projeyi uyguluyor. Türkiye, yabancı çokuluslu şirketlerin piyasası
haline getiriliyor; bu, en büyük ayırımcılıktır değerli arkadaşlarım. Şimdi, üzerinde görüşmekte olduğumuz
sözleşmenin 1 inci maddesinde deniliyor ki: "...siyasî, ekonomik, sosyal,
kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel
özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını..." Bu şekilde devam ediyor.
"Bunu, insanların farklılıkları üzerinde, bu hak ve özgürlükleri
ayırımcılık olarak kullanamazsınız" diyorlar. Değerli arkadaşlarım,
farklılığı reddetmek değildir ayırımcılığa karşı olmak; ayırımcılığa karşı
olmak, farklılıkları kabul etmektir. Ayırımcılığa karşı olmak, farklılıkları
kabul ettikten sonra, farklı olduklarından dolayı onların hak ve hukukunu,
özgürlüklerini engellememektir. Ayırımcılığa karşı olmak budur; ama, değerli
arkadaşlarım, bugün, bunlar mı oluyor?! Şu anda, Filistin'de büyük acılar
yaşanıyor. 11 Eylülde New York'taki, Washington'daki
terör dolayısıyla, hepimiz, bu terörü kınadık; insanların, masum insanların
ölümlerini kınadık, karşı çıktık. Dedik ki: "Terör, insanlığın en büyük
belasıdır." Değerli arkadaşlarım, Afganistan'da, en azından New York'ta
ölen insan kadar insan öldü, çocuklar öldü, kadınlar, yaşlılar öldü; değeri 1
000 000, 1 500 000 dolar olan füzeler, barakaların üzerine atıldı, böyle bir
savaş yapıldı; ama, bunu hiç kimse kınamadı. Modern dünya "terörle
mücadele ediyoruz" dedi; ama, 10 000 metre, 12 000 metreden yağan
bombaların altında hangi insanlar, niçin öldü, bunu hiç kimse sormadı. (SP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, elbette, Kudüs'te
patlayan bombalara üzülüyoruz. Masum insanların ölümüne, kim olursa olsun karşı
çıkıyoruz; ama, Ramallah'ta ölen insanlar insan değil mi?.. MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Azerbaycan...
Azerbaycan... MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Burada, dün,
Dışişleri Komisyonu Başkanımız, bize, Musevîlerin ölümlerinden dolayı duyduğu
acıyı dile getirerek "çifte standardı ortadan kaldırın" dedi. Üzüldük
elbette, doğru söylemiştir; ama, Filistin'de ölen insanlara ne diyeceğiz
değerli arkadaşlarım, bunlara hiçbir şey demeyecek miyiz?! Ki, Filistin'de tek
taraflı bir savaş var, güç yok insanların elinde, tank yok, tüfek yok ve bir
ulus, bir halk, bütünüyle ortadan kaldırılıyor; buna isyan etmeyecek miyiz
değerli arkadaşlarım?! (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, aslında, bu sözleşme çok geç kalmıştır; ama, bu sözleşme,
göstermelik bir sözleşmedir. Dünyada ırk ayırımcılığı ve bütün anlamıyla, geniş
anlamıyla ayırımcılık devam ediyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Eğer bu
sözleşmenin imzalanması, ayırımcılık konusunda, bizde, içeride yaşanan
ayırımcılıklar konusunda bir yaraya merhem olacaksa, güzel bir adım, geç
kalınmış bir adımdır. Değerli arkadaşlarım, ülkemizde
ayırımcılık var, ülkemizde farklılıklar kabul edilmiyor, farklılıklar yok
edilmeye çalışılıyor. Bu, yanlıştır, bütün farklılıklar bu ülkenin
zenginliğidir; etnik olsun, dinî olsun, mezhebî olsun, kültürel olsun, hepsi bu
ülkenin zenginlikleridir. Bizim, bu ayırımcılığı ortadan kaldırmamız gerekiyor
ve bu sözleşmenin, burada işe yarayacağı kanaatindeyim. Bir başka şey daha var değerli
arkadaşlarım; dinî ayırımcılık. Bakınız, devletin valisinin, Meclis İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonuna yazmış olduğu yazı elimdedir; diyor ki:
"Dinsel inançlarından dolayı, eşittir, ideolojilerinden dolayı, böyle
davranıyorlar, bu sebepten dolayı onlara hayat hakkı yoktur." İşte, en
büyük ayırımcılık; "dinsel inançları" diye buraya yazmış değerli
arkadaşlarım. Dinsel inançlarından dolayı, bu ülkenin insanları, bu ülkenin
vatandaşları, en temel haklardan mahrum ediliyor. Bunları görmeliyiz, bunlarla
hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bu ülke bizimdir, bu ülke herkese yeter, bu
ülkede herkes mutlu yaşayabilir. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Bu dünya da
herkese yeter, bu dünyada da bütün insanlar, 6 milyar insan mutlu olarak
yaşayabilir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, teşekkür
ediyorum. DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN
(Van) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Başkanım ne hususta, sataşmadan
dolayı mı söz istiyorsunuz? DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN
(Van) - Sayın Başkan, eksik ifade buyurdular, ismen zikrettiler, o bakımdan,
sadece bir açıklık getirmek için söz istiyorum. BAŞKAN -
Tabiî efendim, sataşmadan ötürü; buyurun. .V. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. - Van
Milletvekili Kâmran İnan’ın, Rize Milletvekili Mehmet Bekâroğlu’nun kendisine
sataşmada bulunması nedeniyle açıklaması DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN
(Van) - Sayın Bekâroğlu'na, bir açıklık getirmek bakımından imkân verdikleri
için teşekkürlerimi arz ediyorum. Kendileri, benim dün kullandığım
ifadelerin yarısını kabul buyurdular; yani, ölen çocukların, ailelerin, masum
insanların... Benim dünkü konuşma tutanaklarımı lütfedip incelerseniz, onlardan
bir defa bahsederken, bugün Filistinlilere yapılan zulmün dünyada kabul
edilemez olduğunu üç defa tekrarlamışım ve Sayın Arafat'ın, bir devlet
başkanının tecrit edilmesinin düşünülemeyeceğini söylemişim. Bütün bunları
saydıktan sonra, bunlarla beraber, öbür tarafta, şu şekilde ölen insanları da
düşünmek bizim vazifemizdir diye ifade etmişimdir. Kendileri de kabul buyururlar ki, bugün
cereyan eden drama ve Filistinlilere yapılanlara bigâne kalacak veyahut da
hissiyatını harekete geçirmeyecek bir akılsız insan bu memlekette yoktur. Arz ederim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. IV. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 8. - Her
Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770) (Devam) BAŞKAN - Efendim, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelere geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İçtüzükte yapılan son değişiklik
gereğince, tasarının maddeleri üzerinde görüşme açılmayacak ve önerge
verilmeyecektir; arz ederim. 1 inci maddeyi okutuyorum: HER TÜRLÜ
IRK AYRIMCILIĞININ ORTADAN KALDIRILMASINA İLİŞKİN ULUSLARARASI
SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI MADDE 1. - 13 Ekim 1972 tarihinde New
York'ta imzalanan "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin ilişik beyanların yapılması ve çekincenin
konulması suretiyle onaylanması uygun bulunmuştur. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık
oylamaya tabidir. Açık oylamanın şekli hakkında Genel
Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, her Türlü
Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının açık oylamasına 209
milletvekili katılmış olup, 208 kabul ve 1 mükerrer oyla tasarı kanunlaşmıştır;
hayırlı olsun efendim. Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince, 9 uncu sırayla alınan Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve
Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746
Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun
müzakerelerine başlıyoruz. 9. - Vergi
Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/961) (S. Sayısı: 840) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde. Hükümet?.. Yerinde. Komisyon raporu, 840 sıra sayısıyla
bastırılıp, dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri, Vergi Usul Kanunu,
Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanunun 6 ncı maddesi Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayarak, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle
birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir. Anayasanın 89 uncu maddesinin ikinci
fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir" hükmü
yer almaktadır. Bu hükme göre, geri gönderilen kanunun bütün maddelerinin veya
sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerin görüşülmesi Genel Kurulun
kararına bağlıdır. Bu nedenle, söz konusu kanunun, İçtüzüğün
81 inci maddesinde belirtilen usule göre, ancak, sadece Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan 6 ncı maddesinin görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan,
aslında, burada, bir şeyi karara bağlamak lazım. Anayasanın 89 uncu maddesine
göre, bu yetki Genel Kurula aittir. Bana göre, önce, Genel Kurulda,
Cumhurbaşkanının iade gerekçesi okunduktan sonra, bunun üzerinde bir müzakere
açılması lazım. Yalnızca Cumhurbaşkanınca reddedilen maddeleri mi görüşelim,
yoksa kanunun tümünü mü görüşelim; buna, Meclisin karar vermesi lazım, ondan
sonra komisyonun karar vermesi lazım. Şimdi, komisyon, Meclisin karşısına...
(DSP ve MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika efendim; bir şey izah
ediyor. İstirham ederim... KAMER GENÇ (Tunceli) - Önemli bir şey
söylüyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın Genç, bir Meclis
Başkanvekili; fikrini söylemesin mi efendim?! KAMER GENÇ (Tunceli) - Onun için, Sayın
Başkan, böyle bir şey yapalım. BAŞKAN - Ben de aynı kanaatteyim Sayın
Genç; peşinen bu karar alınmalı. KAMER GENÇ (Tunceli) - Evet, peşinen karar
alınmalı ki, komisyon ona göre karar vermeli. Şimdi, komisyon öyle bir karar
almış, göndermiş; Genel Kurul reddederse, bu defa, tekrar komisyona gitmesi lazım.
Bu aşamada halledelim efendim. (1) 840 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir. BAŞKAN - Ben de aynı kanaatteyim efendim.
Gerekçe okunduktan sonra bu kararı almalı ki komisyondan, sonra bir yanlışlık
olmasın. Şimdi, Genel Kurul istemeseydi, bütün maddelerini görüşecektik,
komisyonda görüşülmediği halde. Sayın Genç'in teklifini inşallah dikkate
alırsınız efendim. Tabiî, Sayın Genç, İçtüzükte de bu
vesileyle değişiklik olabilir. Efendim, tasarının tümü üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın; buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar) Tabiî, her ne kadar 20 dakikaysa da
süreniz, Sayın Ayaydın, iktidar partisi Milletvekili olmanız hasebiyle... TURHAN GÜVEN (İçel) - Bir dakikada bitirir
Sayın Başkan. BAŞKAN - Takdirlerine sunuyorum efendim,
ben ne karışırım; haddime mi düşmüş?! Buyurun. ANAP GRUBU ADINA AYDIN A. AYAYDIN
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu ve 492 sayılı Harçlar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Anavatan Partisi ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bilindiği gibi, dokuzuncu Emlak Vergisi genel beyan dönemi 2002 yılı başında
yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Bu Emlak Vergisi Yasasına göre, beyan
döneminin başında, belediyelerce kurulan takdir komisyonlarının belirlemiş
oldukları değerler üzerinden, 18 000 000 Emlak Vergisi mükellefinin, bu beyan
dönemi içerisinde belirlenmiş olan takdir değerlerine göre beyannamelerini
vermeleri gerekmektedir; ancak, hepinizin bildiği gibi, belediyelerin bu yıl
başında belirlemiş oldukları arsa ve bina değerleri kamuoyunda çok tartışıldı;
bazı belediyelerin kurmuş oldukları takdir komisyonları tarafından belirlenmiş
olan bu değerler çok aşırı bulundu ve mükellefleri büyük bir sıkıntıya sokacak
rakamlar belirlenmiş oldu. Bu bakımdan, kamuoyunun bu haklı tepkisi üzerine
gerek bizler tarafından ve gerekse Maliye Bakanlığının hazırlamış olduğu
tasarıyla, belirlenmiş olan bu değerlerin yeniden gözden geçirilmesine imkân
sağlayacak yeni bir düzenleme yapıldı. Yapılan bu düzenleme sonucunda yasalaşan
bu tasarı, usulî bir hata nedeniyle, Sayın Cumhurbaşkanlığı tarafından bir kez
daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderildi. Bugün söz
konusu olan yasadaki dikkat çekilen hususta yeni bir değişiklik yapılmış ve
tekrar, bugün, Yüce Meclisin huzuruna getirilmiş bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gerçekten, takdir komisyonları tarafından tespit edilen değerler, aynı cadde
üzerinde, caddenin her iki tarafında bulunan binalar arasındaki değerler çok
farklı şekilde tespit edildi. Birisinde tespit edilen değerin 10 katı kadar,
caddenin öbür yanındaki binaların değerleri tespit edildi; bu, 18 000 000
mükellefi büyük bir sıkıntıya soktu. Gerçi, takdir komisyonları tarafından
belirlenen bu değerlerin gerçek değerlerinin de altında olduğu hepimiz
tarafından bilinmektedir ve bugüne kadarki uygulamada, genellikle,
mükelleflerin beyan etmiş oldukları bu değerler, asgarî değerler üzerinden
beyan edilmektedir; yani, rayiç değerlerinin de çok altında değerler üzerinden
mükellefler bu beyanlarını gerçekleştirmektedirler; ancak, emlak vergisi
beyannameleri, gerçekten, mükellefler için büyük bir külfet teşkil etmektedir;
hem zaman açısından hem de beyannamelerin doldurulması sırasında mükelleflerin
büyük bir bölümü bu beyannameleri doldururken büyük bir sıkıntı yaşamaktadır ve
bu, mükelleflere, büyük bir sıkıntı vermektedir. Yeni hazırlanan bu tasarıda,
artık, bundan böyle, Emlak Vergisi için hiçbir mükellef bir beyanname
doldurmayacaktır, hiçbir beyanname, artık, söz konusu değildir. 2002 yılının ilk taksiti için yeniden
değerleme oranı hesaba katılarak, geçen yıl mükelleflerin Emlak Vergisi için
ödemiş oldukları değerin yüzde 53,2'si artırılarak birinci taksit için bu
şekilde ödeme yapacaklardır; ancak, ikinci taksit, yani, kasım ayında gündeme
gelecek olan taksitler için de belediyelerin kurmuş oldukları takdir
komisyonları yeniden arsa ve bina değerlerini belirleyeceklerdir. 30 gün
içerisinde tespit edilen bu yeni değerlere göre itiraz etme hakkı gelmektedir.
Eğer, mükellefler, kendi arsaları veyahut da binaları için belirlenen değeri
yüksek buldukları takdirde, 30 gün içerisinde bu değerlere itiraz etme hakkı
gelmektedir. Ancak, bu itiraz hakkı, şahıslar tarafından değil, muhtarlıklar ve
oda temsilcileri tarafından yapılabilecektir. Buna ilaveten, bu tasarıda yeniden gündeme
gelen, bir komisyon daha kurulması. Takdir komisyonlarının belirlemiş oldukları
bu değerler, valinin başkanlığında veyahut da valinin uygun gördüğü bir vali
yardımcısının başkanlığında bir üst kurul görev alacaktır. Bu üst kurulda,
defterdarlığın görevlendirdiği bir kişi, tapu sicil muhafızı, İstanbul Ticaret
Odasının belirlemiş olduğu bir kişi, esnaf odalarının belirlediği bir kişi ve
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlerinin belirlemiş olduğu bir kişiden kurulu
komisyon tarafından, ilçe belediye başkanları tarafından kurulan komisyonların
belirlemiş oldukları bu değerler, yeniden bu komisyon tarafından gündeme
gelecek ve komisyon bu değerleri eğer uygun görmezse, takdir komisyonları
bunları yeniden belirleme imkânına kavuşacaktır. 2002 yılının ilk taksiti olarak, biraz
evvel belirttiğim gibi, mükellefler geçen yıl ne ödemişlerse, yüzde 53,2
artırılarak ödeyeceklerdir. Kasım ayından itibaren de, artık, vergi
mükellefleri, Emlak Vergisi mükellefleri, hiçbir beyan vermeyeceklerdir; takdir
komisyonlarınca belirlenen değerler üzerinden Emlak Vergilerini yatırmış
olacaklardır. Bu da, Emlak Vergisi mükelleflerine son derece önemli bir yenilik
getirmekte; artık, yeniden beyanname verme yükümlülüğünü ortadan
kaldırmaktadır. Emlak Vergisi mükellefleri, bundan böyle, hiçbir şekilde Emlak
Vergisi beyannamesi doldurmayacaklardır. Ayrıca, tapu harçlarındaki matrah ile
Emlak Vergisindeki matrah birbirine eşit olacaktır; yani, herhangi bir
gayrimenkulü alan bir mükellef, Emlak Vergisi takdir komisyonunca belirlenen
miktarın, matrahın altında bir matrah olmayacaktır; ancak, üzerinde bir değer
tespit etme imkânına kavuşacaktır. Dolayısıyla, bundan böyle, 18 000 Emlak
Vergisi mükellefi beyanname vermeyecektir... BAŞKAN - 18 000 000; düzelttim efendim
sadece. AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) - Takdir
komisyonlarınca belirlenecek bu değerler üzerinden vergilerini yatıracaklardır.
Dolayısıyla, bu yeni düzenlemeyle, Emlak Vergisi mükellefleri, çok daha çağdaş,
çok daha rahatlıkla Emlak Vergilerini ödeyebilecek bir imkâna kavuşacaklardır.
Bu bakımdan, bu yasa, son derece yararlı, mükelleflere uygun bir yöntem
getirmektedir. Ben, bu yasanın, ülkemize hayırlı ve
uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; MHP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Zaten, Sayın Cumhurbaşkanı da yararlı
olduğunu ifade etmiş; Türkçesi bozuk olduğu için geri gönderdi. Efendim, şimdi, söz sırası, Saadet
Partisinde. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan,
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 840 sıra sayılı Emlak Vergilerinde Değişiklik
Yapan Kanun Tasarısıyla ilgili olarak Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım. Sözlerimin başında, dünkü oturumda,
Muhterem Meclis Başkanımızın, bir Amerikalının, bir haber kanalında "Arap
ülkeleri, Irak'a karşı harekette Amerika'ya destek vermese de, biz, Türkiye'yi,
IMF vasıtasıyla satın aldık, istediğimizi yaptırırız" şeklindeki
beyanlarını Meclis adına protesto etmesini tebrik ediyorum, kendilerine
teşekkürlerimi arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. CEVAT AYHAN (Devamla) - Millet Meclisinin,
bu tip meselelerde hassas olması lazım ve bizi de temsil eden Meclis
Başkanlarıdır; bu görevi, her zaman, en iyi şekilde yerine getireceklerine de
inanıyorum. Değerli arkadaşlar, kanun tasarısı, bize,
Türkçenin bir cezasıdır. Niye derseniz; asıl kanunda "beyan dışı"
ibaresi vardı; bunu "bildirim dışı" diye, Türkçeleştireceğiz diye,
sanki "beyan dışı" Türkçe değilmiş gibi, böyle bir yaklaşımla
değiştirmişiz; tabiî, değiştirirken de, cümlede fahiş bir hata olmuş, anlaşılır
vaziyette değil. 40 ıncı maddenin (b) alt bendinde "bildirimde
bulunulmadığının, kalan bina ve arazinin vergi ve cezalarının
zamanaşımı..." diye acayip bir ibare ortaya çıkmış, anlaşılması mümkün
değil. Muhterem Cumhurbaşkanı da, ince bir şeyle, bu dil hatasını önümüze
koymuş. Bunu, burada düzelteceğiz, komisyonda düzelteceğiz; ama, ben,
komisyonda da ifade etmiştim. Muhterem bakanların, kanun tasarıları üzerinde,
onların dilleri üzerinde durmaları mümkün değil, günlük iş yükleri arasında;
ama, yanlarında, Türkçeyi iyi bilen ve Türkçeyi düzgün kullanan bir müşavirin
dil bakımından da tasarılara bakması lazım. Bilhassa, hazırlayan, Bakanlık
olarak kastediyorum... Bizim Türkçemiz, merhum Nihat Sami Banarlı'nın da dediği
gibi, anamızın ak sütü gibi toplumda kullanılan dilimizdir. Bu, Fatih Rıfkı
Atay'ın dilidir, bu, Nihat Sami'nin dilidir, diğerlerinin dilidir; yani,
yaşayan Türkçe, toplumun kültür değerlerinin üzerine oturduğu lisan esastır.
Hiçbir makamın, hiçbir görevlinin, dil hevesini, kendine göre ortak değerler
üzerinde denememesi lazım. Bu, kanunlardır, bu, umuma ait metinlerdir. Ha,
kendi makalenizde Nurullah Ataç gibi istediğiniz gibi yazarsınız; isteyen
zevkle okur, isteyen sözlükle okur, isteyen beğenmez, kenara atar; yani, bir
köşe yazarının kendi dilini tercih hakkı var, benim de onu okuyup okumama
tercihim var; ama, siz, toplumun ortak değerlerini birtakım kabul görmemiş
kelimelerle düzenlemeye kalkarsanız, bu, fevkalade yanlıştır. Bunu, Medenî
Kanunun burada müzakeresinde de uzun uzun konuştuk. Onun için, değerli
bakanlarımızın, ben, Türkçe hususunda hassas olacaklarına inanıyorum; ama,
bilhassa kanunlar hazırlarken, dikkatli bir Türk edebiyatı, kültürü, dilini iyi
bilen birinin bunu gözden geçirmesi lazım. Değerli arkadaşlar, tabiî, bu, Emlak
Vergisi Kanunuyla ilgili bir tasarıdır. Emlak Vergisi nedir? Emlak Vergisini
belediyeler kullanır ve belediyeler, şehir ve kasabalarda o çevredeki insanlara
hizmet ederler. Peki, bugün belediyelerin durumu nedir? Bugün, belediyelerin
durumu da felakettir. Belediyeler, bir an önce bu mahallî idareler kanununu
çıkarın diye feryat ediyorlar. 20 nci Dönemde, bu, komisyondan ittifakla geçmiş
ve bütün partilerin uzlaşmasıyla geçmiş, bazı muhalefet olmakla beraber, esas
itibariyle, bütün partiler çıkmasını istemişler; ama, maalesef, erken seçime
gidiş sebebiyle kadük olmuştur. Şimdi, 21 inci Dönemin üçüncü yılı bugünlerde
tamamlanmak üzere, hâlâ, daha bu tasarı, İçişleri Komisyonundan Plan ve Bütçe
Komisyonuna gelmedi, Genel Kurula inmedi. Bir an önce, belediyelerin
gelirlerini bugünkü ihtiyaçlara göre düzene sokacak olan bu tasarının gelmesi lazım.
Daha önce kadük olan tasarıda, biz, belediyelere, genel bütçe vergi
gelirlerinden yüzde 15 pay, mahallî gelirlerden, ilin vergi gelirlerinden yüzde
5 pay olmak üzere yüzde 20 mertebesinde bir gelir temin etmiştik. Ayrıca, il
özel idarelerinde de, genel bütçe vergi gelirlerinin yüzde 25'i nispetinde bir
gelir ayırmıştık ve il özel idaresi gelirlerinin de yüzde 10'unu köy hükmü
şahsiyetlerinin bütçelerine destek olarak ayırmıştık. Tasarının, yine bu anlayışla gelmesi lazım. Tabiî, yeni mahallî
idareler kanun tasarısı komisyonumuza gelecek, orada, tabiî, enine boyuna
görüşeceğiz; ama, bir an önce de komisyona gelmesi lazım; yani, belediyelerin
hali haraptır. İkinci bir husus; Bayındırlık ve İskân
Bakanı dünkü açıklamasında, afet kararnamesini, belediyelerin, afetler
sebebiyle, genel bütçe vergi gelirlerinden almış oldukları paylara zam getiren,
katsayı uygulayan kararnameyi, hükümetin bir ortağının, Anavatan Partisi
bakanlarının imzalamaması sebebiyle, geri çektiğini ifade etti. Bu, tabiî,
hükümet yönünden de bir skandaldır, bunu ifade edeyim. Bu kararname, aylardan
beri beklemektedir; maalesef, bugüne kadar çıkmamış, şimdi de, Sayın
Bayındırlık ve İskân Bakanı -kendine göre haklı olabilir- bunu iptal etmiştir.
Şimdi, Meclisin bu işe el koyması, niye imzalanmamıştır bu, niye geri
çekilmiştir, bunun üzerinde durması lazım. Tabiî, Anavatan tarafının da iddiası
"iktidar olan MHP, bu kararnameye kendi belediyelerini koydu, ANAP'lıları
koymadı" şeklinde. Ben, tabiî, bunlar gerçektir, değildir diye söylemiyorum;
ama, kamuoyunu fevkalade rahatsız eden, devlete ve hükümete olan güveni sarsan
bir durumdur bu ve bu, hükümet yönünden bir skandaldır; bunu ifade etmek
istiyorum. Sayın Başbakanın buna el koyup, bunu düzeltmesi gerekirdi; ne hata
varsa onu düzeltmek... Değerli arkadaşlar, meselenin aslı şudur:
Afet olduğu zaman, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı vasıtasıyla, belediyelerin,
İller Bankasından aldıkları vergi payına bir zam yapılır. Bu, tabiî, daha
önceleri biraz takdire dayanırdı, göze dayanırdı; yani, nerede, ne afet oldu,
sel oldu, kaya düşmesi oldu, yangın oldu, şu oldu bu oldu, buna göre bir değer
takdir edilir, 2 misli, 3 misli, 4 misli -neyse- 5 misline kadar cevaz var.
Belli bir süre belediyelerin gelirleri artırılırdı; ama, bu artış da hükümetin
bütçesinden değil, belediyelerin ortak havuzundan; yani, birine bir artış
verdiğiniz zaman, onu öbür belediyeden kesiyorsunuz. Onun için, burada,
teraziyi çok dikkatli kullanmak lazım. Bunu, bütçeden de verseniz adaletli
vermeniz lazım; havuzdan da kullanıyorsanız, adaletli kullanmanız lazım; çünkü,
havuzdan kullandığınız zaman, bunu, birinin cebinden alıp birine veriyorsunuz. Şimdi, biz hükümet olduğumuz zaman -54
üncü hükümet- baktım, daha önceki kararnamelerde, tabiî, katsayılar biraz
gelişigüzel verilmiş. Bakanlığım döneminde bir tebliğ hazırladım -tebliğ
burada- Resmî Gazetede yayımlatarak tebliğde dedim ki, bundan sonra bir il,
ilçe, beldede; yani, bir bölgede deprem olduğu zaman, bu depremde de mahallî
idarelerin, belediyelerin su, kanalizasyon, üstyapıları, binaları, yolları
hasar gördüğü zaman, bunlar, derhal mahallî mülkî amirine müracaat ederler
-kaymakamsa, valiyse- oradan, bu, İller Bankasına, Karayollarına intikal eder,
bayındırlık il müdürlüğüne intikal eder; İller Bankası, gider, o belediye bölgesinde
suda, kanalizasyonda ne hasar var bunları tespit eder ve bunların afet öncesi
duruma getirilmesi için keşfini, maliyetini çıkarır. Karayolları gider, yol
hasarlarını çıkarır, bayındırlık il müdürlüğü gider -veya gerekirse, merkezden-
o da üstyapıyla, binalarla ilgili hasarları çıkarır. Bunlar toplanır, bunların
tutarı neyse, belediyenin, İller Bankasından normal, katsayısız, muntazam
aldığı tahakkuk eden gelirlerine oranlanır, bu oranlar -tabiî, bu, afet
sebebiyle tazmin edilecek olan kısım- bir yılda tazmin edilecekse ona göre, on
ayda ise ona göre, altı ayda ise ona göre; yani, mesele, maksat, bölgede
yaşayan insan için, belediyenin alt ve üstyapıdaki zararını telafi etmek, onu
eski haline getirmektir. Burada netice ne çıktı; 2,5 mu çıktı, 2,65 mi çıktı,
1,35 mi çıktı, buna göre katsayı tespit edilir ve ödeme buna göre yapılır.
İşte, bu düzeni, 54 üncü hükümetin Bayındırlık Bakanı olarak ilk defa ben
getirdim. Bunu iftiharla söylerim. Benden sonra da arkadaşlarımız iki tebliğ
daha çıkardılar; ama, maalesef, tebliğe rağmen, uygulama doğru değil. Şimdi, bakınız, 1999, 2000, 2001
yıllarında çıkan kararnameler burada, belediyelere göre tasnifi burada,
partilere göre tasnifi burada; bunlara baktığınız zaman -şimdi, tabiî, sataşma
sebebiyle münakaşayı uzatmak istemiyorum- belli partiler bundan fevkalade aslan
payını almışlar; aslan payı değil haksızlık payı almışlar. Bu münakaşanın da
tabanında bu var, temelinde bu var haklı olarak. Kim haklı, kim haksız
bilmiyoruz; ama, bunun, derhal, Meclis tarafından teşkil edilecek bir komisyon
tarafından tahkik edilmesi lazım. Biz, bunu, muhtelif gensorularda burada iddia
ettik, anlattık, söyledik; ama, oy çokluğunuz var tabiî kendi aranızda, 340
milletvekili kaldır elini, indir elini ret; ama, şimdi kendi aranızda bu yüzden
skandal haline geldi hükümetin uygulaması; bunun ortaya çıkması lazım.
Belediyelerin gelirine haksız el atmamak lazım, belediyelere de haksız gelir
vermemek lazım; yani, hak neyse odur. Rahmetli Mehmet Âkif bir şiirinde,
"Hâlikin nâ-mütenâhi adı var en başı 'Hakk'/Ne büyük şey kul için hakkı
tutup kaldırmak" demektedir; yani, devlet idaresinde, başbakan, bakanlar,
kim olursa olsun, valisi, kaymakamı, her kademede kamu sorumlularının mutlaka
hak ve adalet ölçüleri içinde çalışmaları lazım; aksi takdirde, devlete de
hükümetlere de güveni sarsılır. Bu vesileyle şunu da söylemek istiyorum
deprem bölgesinin milletvekili olarak: Üç yıl tamamlanacak üç ay sonra; ama,
bizim bölgemiz felaket içinde. İşte, bakın, mahallî gazeteler burada, tek
tek gösteriyorum size: Yenigün Gazetesi (Sakarya), ne diyor burada: "Kış
geçti, uyku bitmedi" Yani, deprem bölgesi afet yaraları sarılmadı;
binalar, orta hasarlılar, kanalizasyon, içmesuyu, yollar felaket halinde. Bir diğeri, Adapazarı Gazetesi (Sakarya)
işte burada: Bayındırlık Bakanına atfen "buyurun, bu binalarda siz
oturun" diyor. Bunlar, orta hasarlı ve çok katlı binalar, bunlarda oturmak
mümkün değil. Bunların çözülmesi lazım. Sayın Derviş geçenlerde bölgeye geldi
"üzüntüm beş kat arttı" dedi; ama, tabiî, Sayın Başbakan ve Bakanlar
Kurulu üyelerine üzülmek yetmez; siz herhangi bir şahıs değilsiniz, siz, bu
ülkenin sorumlu olan hükümetisiniz, bunu çözeceksiniz değerli arkadaşlar. Bakın, yine bir diğer mahallî gazete,
Sakarya Gazetesi: "Çamurdan Öfke" Adapazarı'nın yolları, bu,
Gölcük'te de böyle, Düzce'de de böyle. Yağmur yağdığı zaman çamur, güneş açtığı
zaman toz bulutu halinde ve işte "Bürokrasi Eziyor" diye yazmış;
bürokrasinin eziyeti; bir diğer gazete, Adapazarı gazetesi, mahallî gazete.
Nedir bu; 1 Ocak 2002 yılından beri, evini yapanlara verilen krediler ve evini
onaracak olanlara verilecek krediler çalışmıyor. Maliye Bakanlığından para
gelmiş; ama, bürokrasi bunu bir türlü ödeyemiyor. Sayın Maliye Bakanına dün arz
ettim komisyonda; hükümetin, bunu, bir an önce çözmesi lazım, Başbakanın buna
vaziyet etmesi lazım. Bakın, bir diğer gazete, yine, Sakarya
Gazetesi (Adapazarı) ne diyor burada "Toz Yutuyoruz" diyor.
Hakikaten, Adapazarı'na yolu düşenler, gelip geçenler bunu görürler.
Hükümetlerin görevleri bu meseleleri bir an önce... Son gazeteyi gösteriyorum; Yenigün
Gazetesi (Adapazarı) "Kanalizasyon İflasta." Ana borular yapılmamış,
şebekelerin içi -affınıza sığınırım- lağım çukurları haline gelmiş, şehir,
mikrop yuvası haline gelmiş; yani, bu projelerin, afet sonrası rehabilitasyon
projelerinin bir an önce bitirilmesi ve yönetilmesi lazım. Değerli arkadaşlar, tabiî, vergileri
topluyoruz. Vergileri, yerinde harcamak mühim. Emlak Vergisini topluyoruz,
diğer vergileri topluyoruz; ama, bunları da yerinde harcadığımızı söylemek
mümkün değil. Bakın, ben, daha önceki bir konuşmamda da
arz ettim: İki ayda, ocak, şubatta 6,7 katrilyon lira vergi toplamışız, 13,3
katrilyon lira faiz ödemişiz. Şimdi, Anadolu'daki işadamları kampanya açmışlar
"vergimizin hesabını soracağız" kampanyası. Evet, reel sektör
çöküyor, tarım çöküyor, iş hayatı çöküyor, esnaf dükkânlarını kapatıyor; yani,
aileler, emekliler, memuruyla, işçisiyle bütün Türkiye, bir umutsuzluk denizi
içerisinde boğulmak üzere; ama, biz de, vergilerin tamamını götürüyoruz, 100
lira vergi toplayıp, 172 lira faize para ödüyoruz. Yani "ben, bu vergiyi
niye ödeyeyim" diyor vatandaş o zaman. Hükümetin, bir an önce bunun üzerinde durması lazım. Bu hükümet bir rekor kırdı; 56 yılın
rekorunu kırdı. Bakın, 56 yılın rekoru nedir? Gayri safî millî hâsılada; yani,
küçüldük! Ne kadar küçüldük; TL bazında yüzde 9,4; İkinci Dünya Harbinden beri
en büyük küçülme rekoru kırdı hükümetiniz. Dolar bazında da yüzde 27 küçüldü;
yani, herkes, servetinin takriben yüzde 30'unu kaybetti. Bu hükümetin şimdiye
kadar on defa istifa etmesi gerekirdi ve derhal seçime gidilmesi gerekirdi;
ama, iktidar çoğunluğunuza dayanıp, milletin ensesinde boza pişiriyorsunuz
değerli arkadaşlar. Tabiî, şeker üreticisi çöküyor, pancar
üreticisi çöküyor, tütün üreticisi çöküyor; tarımda bütün üretici kesimler
çökmüş vaziyette. Hükümetin, bu meselelere el atıp, bunları çözmesi lazım.
Bunları buraya getirip, enine boyuna burada müzakere etmemiz lazım; aksi
takdirde, evet, o zaman, Türkiye kolay satın alınır! Başlangıçta Sayın Başkana teşekkür ettiğim
konu çok mühimdir; borç alan emir alır! İşte, dün, bir Amerikalının mühim bir
haber kanalında söylediği budur. Amerikalı "verdik borcu; şimdi, emir veriyoruz" diyor.
IMF'den gelen paralar nereye gidiyor; rantiyeye gidiyor. IMF'den gelen paralar
nereye gidiyor; uluslararası sermayenin alacaklarına gidiyor. Bu ülke insanı,
ödediği vergi kendine dönsün, hizmet olarak dönsün ve meseleleri çözsün diye bu
desteği veriyor. Şimdi, bir bilanço çıkarırsak, bakın, 28
Şubattan sonra, 1 Temmuz 1997'de bizim hükümetten devraldınız, kim aldı;
Anavatan, DSP ve şimdi de MHP. Bakın, beşinci yıl yaklaşıyor, bir ay sonra beş
yıl olacak; nereye getirdiniz Türkiye'yi; Türkiye'yi iflas noktasına
getirdiniz; tarihinde olmayan küçülme, daralma, fakirleşme noktasına
getirdiniz; sanki, harp yıllarında gibi, millet, açlıktan ayakta duramayacak
hale geldi. Sayın Başbakan bütçe müzakereleri
sırasında buradaki bir konuşmasında "efendim, eskiden esnaf yürüyordu,
şikâyetçi oluyordu; şimdi sesi çıkmıyor; demek ki memnun" dedi. Nereden
memnun yahu! Esnafın inleyecek gücü kalmadı; çiftçinin inleyecek gücü kalmadı,
tarlasını ekecek vaziyette değil. Eskiden benim çiftçim bidonla mazotu alır,
dinlensin de traktörümde öyle kullanayım derdi; şimdi, bırakın bidonla almayı,
traktörün deposunu doldurmaya imkânı yok, gübre almaya imkânı yok. Biz, pancar
bölgesiyiz; nisan ayı geldi, daha pancar paraları ödenmedi. Eğer, 20 Nisana
kadar bunları ödemezse hükümet, çiftçi, gübre de alamayacak, tarlalarını da
ekemeyecek; ayrıca, tabiî, tarım kredi kooperatiflerine olan borçları sebebiyle
hapsi boylayacak. Bugünkü basında var, okudunuz; Manisa'da bir çiftçi borçlu
olduğu için hapsedilmiş ve hapishanede de can vermiş. Yani, bu, bir trajedidir,
bir felakettir. Hükümetin bunları gözü görmüyor, kulağı duymuyor maalesef.
Tabiî, Başbakanlığın etrafını "Maginot hattı" gibi sararsanız, kimse
de yaklaşamazsa, tabiî, saf saf da korumalarınızla... Ama, gidin, halkın içinde
dolaşın, esnafın içinde dolaşın, köylerde dolaşın, değerli arkadaşlar, gidin
dolaşın, protokolün çerçevesini kırın, halkın arasına karışın, bu tabloları
görün. Aksi takdirde, Türkiye umudunu kaybediyor, gençler umudunu kaybediyor,
insanlar umudunu kaybediyor. İnsanlar bir gelecek için çalışırlar, umut için
çalışırlar. Milletini ve devletini seven bu milleti, milletinden, devletinden
ve hükümetinden soğutmayın. Hükümetler gelir geçer; ama, devlet ebedidir,
millet ebedidir. Bunları dikkatle değerlendirin. İşte, beş yıllık, bizden sonra gelen, 55,
56 ve 57 nci hükümetlerin, yani, 28 Şubatın taşeronluğuna soyunan hükümetlerin,
Türkiye'yi, bugün, getirdiği tablo ortadadır. İktisaden çökertmiş, ezmiş,
uluslararası sermayeye teslim etmiş, emeklisini ezmiş, çiftçisini ezmiş,
memurunu ezmiş, iş hayatını batırmış, esnafını batırmış; öbür taraftan,
inançların üzerine baskı yapan, ayırımcılık yapan anlayışları önleyecek yerde,
bu iradelere teslim olmuş ve milleti ıstırap içinde inim inim inleten bir
hükümet haline gelmiş. Tabiî, önümüzde, seçime az zaman kaldı;
ben, hükümete temenni ederim ki, bir an önce bu meseleleri görsün, bu işleri
düzeltsin, seçime de yüzü ak girsin diyeceğim; ama, hükümetin seçime yüzü ak
girme şansı yok. Onun için, bir an önce seçime gidin de, millet, herkesin
karnesini versin, notunu versin, herkesi oturtacağı yere oturtsun diyorum,
hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - İzin
verirseniz, bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Hay hay efendim. Buyurun. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın
Başkan, izninizle, iki konuya açıklık getirmek istiyorum. Bugün görüşmekte olduğumuz tasarının dil
sorunu gündeme getirildi. Hükümetten Meclise sevk edilen tasarıda, en ufak, ne
bir dil sorunu vardır ne de bir hata vardır. Ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonunun metni
de Genel Kurula geldiğinde, dil konusunda, ne bir sorun vardır ne de bir hata
olmuştur; ancak, burada, son anda, Yüce Genel Kurulun da çok yakinen bildiği
gibi, bir önerge verildi. O önergedeki ifade ile Plan ve Bütçe Komisyonunun
metni tam örtüşmedi; belki orada bir aceleye gelindi. Dolayısıyla, tekrar
görüşmemizin nedeni budur; yoksa, Parlamentoya tasarı sevk edilirken böyle bir
durum yoktu -Sayın Ayhan da, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesidir, gayet yakinen
bilecekler- oradan geçen metinde de yoktur; ama, burada, son andaki önergenin
ifadesi mevcut metinle örtüşmediği için, farklı bir durum meydana geldi. Bu tür
uygulamalar, bu tür durumlar, zaman zaman burada oluyor; hatta, düzeltiliyordu;
ama, o, belki, çabuk geçmesi gerektiği için öyle geldi; ama, ne tasarıda ne de
Plan ve Bütçe Komisyonun metninde, kesinlikle, böyle bir hata yoktur. İkincisi "beyan dışı" yerine
"bildirim dışı" diye ifade edilmiştir. Onun da sebebi, beyanname
kaldırıldığı için, artık "beyan dışı" dememiz mümkün değil; o nedenle
"bildirim dışı" olmuştur. Sayın Başkan, diğer bir konu da şudur:
Bütçe uygulamalarıyla ilgili olarak, iki ayın neticesinde, faiz ödemeleri, iki
aylık vergi gelirlerinin bir miktar üzerinde; ama, bunun, kesinlikle, yıllık
hedef ve rakamlarla ilgisi yoktur; çünkü, yine, yakinen bilineceği gibi,
2002'de, bizim vergi gelirlerimiz 58
katrilyon liradır; faizler ise, 42,7 katrilyon liradır. Vergi gelirleri,
faizlerin 16-17 katrilyon lira üzerindedir. Yalnız, ilk iki ayda faiz ödemeleri
vergi gelirlerinin üzerinde olmuştur; ama, bu, böyle devam edecek anlamına
gelmez. Bütçede öngörülen 42,7 katrilyon liralık faizin içerisindeki
rakamlardır. Hatta, ocak ve şubat aylarında yapılan bazı düzenlemelerle, yıllık
42 katrilyon lira olan faiz, 2 katrilyon lira kadar da aşağıya çekilecektir.
Dolayısıyla, bütçe uygulamalarında vergiler faize yetmiyormuş gibi bir ifade
kafaları karıştırabilir, kesinlikle böyle bir durum yoktur; ama, bu, üçüncü ayda,
dördüncü ayda, beşinci ayda, daha sonraki aylarda faiz ödemeleri hep bu şekilde
olmaz, daha azalır, vergi gelirleri de artar. Dolayısıyla, bak, iki ay böyle
geldi, vergiler faize yetmiyor gibi bir ifade yanıltıcı olabilir. Onu açıklığa
kavuşturmak istedim. Teşekkür eder, saygılar sunarım Başkanım. BAŞKAN -Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Bursa Milletvekili Sayın Oğuz Tezmen; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Emlak Vergisinde Değişiklik Yapan Kanunun
bir maddesinin Cumhurbaşkanınca geri çevrilmesi nedeniyle tekrar yapılan
görüşmede Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Aslında "acele işe şeytan
karışır" tabiri var; doğru bir tabir bu. Biz, kanunları çabuk çıkaracağız
derken, çok ciddî hatalar yapıyoruz. Eleştiriler, tartışmalar, verilen
önergelerin ne olup bittiği anlaşılmadan, burada "kabul edenler-
etmeyenler" diye oylama yapılıyor, sonra, bakıyoruz ki, ciddî hatalar var.
Aslında, Genel Kurulda, özellikle hükümet kanadından değişiklik önergesi
verilmesi, doğru bir yaklaşım değil; bunun mecrası komisyonlardır. Komisyonlara
verirsiniz ya da komisyonlar enine boyuna tartışır, orada ortaya çıkan görüşler
doğrultusunda komisyon son biçimini verir, tekrar olgunlaşır; ama, akşam
komisyondan çıkaralım, sabah burada kanun yapalım dersek, bu tür yanlışların
olması kaçınılmaz oluyor. Aynı şekilde, içeriklerine dönük olarak da
ciddî hatalar yapılıyor. Söylenen, dile getirilen eleştiriler, komisyonda
yapılan değerlendirmeler, muhalefetten olan, diğer meslek kuruluşlarından olan
öneriler, işin telaşı, bir an önce çıkması zorunluluğu nedeniyle fazla dikkate
alınmıyor, tasarılar, geldiği biçimiyle, çok ufak tefek değişikliklerle
çıkıyor. Sonradan, eleştirilerin haklı olduğu uygulamada ortaya çıkınca, tekrar
bir tasarı yapılıp getiriliyor. Bakın, bu kanun 7 Martta bu Meclis tarafından
kabul edilmiş. Burada, bu işi ciddî biçimde
yapabilseydik, bu tür eleştirileri... Bu ifade değişiklerini, ben, Plan ve
Bütçe Komisyonunda dile getirmiştim; Medenî Yasanın değişikliğinden bahsederek,
ifade paralelliğinin sağlanması gerektiğini komisyonda söylemiştim; ama, orada
dikkate alınmadı. Sonradan, hakikaten, Meclisin birkaç ay önce kabul ettiği
Medenî Yasadaki ifadelerin aksine, eski ifadelerle bir yasanın çıkmasının doğru
olmayacağı anlaşıldı; düzeltelim denirken, bir cümlenin düşmesi nedeniyle
kanunu tekrar görüşüyoruz. Komisyonlar çalıştı, Meclis çalışıyor, bu saatte
çalışıyoruz, herkes oturuyor, bir maddeyi değiştireceğiz diye... Ayrıca, bir diğer konu; bu madde bazında
veto olayında, madde bazında geriye çevrilme mekanizmasında -ki, Anayasaya yeni
gelen bir olaydır- Cumhurbaşkanının bu tür vetolarında Meclisin uygulayacağı
usul henüz belirlenmiş değil. Meclisin, süratle, bu konuda İçtüzük düzenlemesi
yapması lazım; çok önemli bir konu. Şimdi, biz, diyelim ki, 6 ncı maddeyi
düzenledik ve farklı bir olay ortaya çıktı, komisyondan gelen şekliyle değil
de, başka bir öneri ortaya çıktı ya da orada yine atlandı. Bu durumda kanunun
bütünlüğü tamamen bozulursa ya da bu madde burada reddedilirse ne olacak?..
Bunlar, çok önemli konular ve Meclisin, bu konudaki İçtüzük boşluğunu süratle
doldurması lazım. Komisyonların nasıl tartışacağı belli
değil. Orada, komisyonda bir maddede değişiklik yaparsınız; ama, bu,
görüşmediğiniz maddelerle çelişebilir... Kanunun bir iç bütünlüğü vardır...
Dolayısıyla, bu tür mekanizmaları süratle açıklığa kavuşturmak yükümlülüğü
altında Meclis. Meclis Başkanlığının ya da Uyum Komisyonunun süratle bu boşluğu
dolduracağını ümit ediyorum. Belki, bu değişiklikle ilgili çok fazla
söylenecek bir şey yok; yapılması gereken bir değişikliktir, maddî bir hatanın
düzeltilmesidir, doğrudur; ancak, son zamanlarda, devamlı olarak vergi yasaları
tartışılıyor, devamlı olarak Meclisin gündemine ek vergiler geliyor, vergi
kanunlarında düzeltmeler geliyor; ama, bakıyorsunuz, vergideki performansımız
acaba olması gerektiği gibi mi?.. Şimdi, şubat sonu rakamlarına baktığımız
zaman, enteresan sonuçlar var. Şubat 2001 ile Şubat 2002 arasında, oniki aylık
dönemde gelir üzerinden alınan vergilerdeki artış yüzde 38. Katma Değer
Vergisinde ne olmuş -çok önemli bir göstergedir; Katma Değer Vergisi günlük
olayı yansıtan olaydır, aylık işlemler üzerinden alınan bir vergidir- Katma
Değer Vergisi, Şubat 2001'de kümülatif olarak 943,5 trilyonken, 1
katrilyon 351 trilyon olmuş; artış yüzde 43. Peki, enflasyon ne olmuş;
enflasyon TEFE'de yüzde 91,8. Şubattan şubata; yani, 2001'den bu tarihe kadar olan artış yüzde 91,8. Peki, biz,
faizdışı fazla vererek bu açıkları kapatacağız diyoruz; ama, diğer taraftan,
üretimi ihmal ettiğimiz için, üretimde daralma meydana geldiği için, oradan
vergi artışlarıyla sağlamaya çalıştığımız ekkaynakları ekonominin büzülmesi
nedeniyle kaybediyoruz. Yani, Katma Değer Vergisi enflasyon kadar olsaydı, 1
katrilyon 815 trilyon lira Katma Değer Vergisi toplanması gerekirdi şubat ayı
sonu itibariyle. Ne toplamışız; 1 katrilyon 351 trilyon lira. Düşünün ki, yarım
katrilyonluk kaynağı, ekonominin, üretimin zayıflaması, duraklaması nedeniyle,
sadece Katma Değer Vergisinde kaybetmişiz. Bunlar önemli veriler. Ekonomi yönetiminin, daraltıcı, içe dönük,
büzülmeye yol açacak bu faiz dışı fazla saplantısını biraz daha gözden geçirip,
üretimi artırıcı ek önlemleri getirmesi gerekir. Faiz dışı fazlayı
koruyacaksınız; ama, üretimi artırıcı önlemleri hayata geçirmek zorundasınız. Bakın, Türkiye, devamlı küçülmeye devam
ediyor. Geçen yılın rakamları yüzde 9,4'lük bir küçülmeyi gösterdi ki, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en büyük küçülmelerinden birisi. Bu sevindirici bir şey
mi; değil. Niye; İkinci Dünya Savaşında yaşanan benzeri olaylara paralel bir
küçülmeyi ifade ediyor. İnsanlar işsiz kalıyor. Ne oluyor; ekonomi küçüldükçe,
vergi gelirleriniz de istediğiniz kadar artmıyor; artmadıkça, ek kaynak
ihtiyacı oluyor. Harcamalar devam ediyor. Devleti
küçültecek radikal tedbirler yok, özelleştirme yapacak hiçbir şey yok. Devleti
küçültmüyorsunuz, harcama yerinde duruyor. Ekonomiyi büyütecek kaynaklara
aktarılmadığı için, ekonomik üretim kaybı dolayısıyla vergi gelirleriniz de
azalıyor; reel olarak azalıyor. Peki, ne olacak?.. Yani, bu süreç böyle devam
ettiği sürece, kamu finansmanında da yeni sorunlar ortaya çıkmaya başlayacak. Yani, bu dengeler kötü şekilde bozulmuş
durumda. Bunların yeni baştan yerli yerine oturtulması fevkalade önemli. Bakın, son üç aylık geçici rakamlarda, ilk
veriler, küçülmenin, ekonomideki daralmanın yüzde 7 civarında devam ettiğini
gösteriyor. Bunlar, bir yönetim için, gerçekten alarme edici olaylardır. Yani, biz,
burada ha bire kanun çıkarıyoruz; ama, kanunun yanında, Türkiye, üretmeyi de,
istihdamı da düşünmek zorunda. Tabiî, aslında, söylenecek çok konu var.
Ben, tek bir madde olduğu için, çok fazla zamanınızı da almak istemiyorum,
başka ortamlarda tekrar konuşacağımız olaylar var; ama, ben kısaca bir noktayı
vurgulamak istiyorum. Bazı arkadaşlar "ekonominin
içerisinde bulunduğu daralma gümrük birliğinden kaynaklandı" şeklinde laf
atıyorlardı. Şimdi, gümrük birliğine girmesi Türkiye'nin, zarar mı kâr mı getirdi
diye bakmak için, öncelikle, şu rakamları dikkatinize sunmak istiyorum. 1998
rakamlarını söyleyeyim: Türkiye'nin tüm ithalatının yüzde 23'ü yatırım malları,
yüzde 64'ü ara mallar, yüzde 11,5'i tüketim malları olmuş. 2000 yılında ne
olmuş; 2000 yılında yatırım malları yüzde 20, ara mallar yüzde 65, tüketim
malları yüzde 13. Yani, şimdi, Türkiye'de sıkıntının, işte, gümrük birliğine
girdiğimiz için ithalattan dolayı olduğunu... Gümrük birliğine girdiğiniz
zaman, sanayiciniz ucuz, vergisiz hammadde, ara maddesi, yatırım maddesi ithal
etme imkânına kavuşuyor; dolayısıyla, yani apriyori (apriori) olarak, rakamlara bakmadan, yanlış değerlendirmeler,
yanlış sonuçlar... Türkiye krizi niye yaşadı biliyor musunuz;
Türkiye, döviz çıpası yüzünden krizi yaşadı. 1999 yılı sonunda, 2000 yılı
programını ilan etmeden önce yüzde 15-20 oranında bir kur ayarlamasıyla bu
program ilan edilseydi, Türkiye, 2000 yılındaki krizi yaşamayacaktı. Koruma,
artık, bundan sonra, kur politikalarıyla olacaktır; yoksa, fiziksel tedbirlerle
olmaz. Hadi onu yapmadınız; kur çıpasından 2000 yılı içerisinde çıksaydınız,
yine bu krizleri Türkiye yaşamayacaktı. Onun için, böyle, rakamları iyi analiz
etmeden, Türkiye bir yere varamaz. Ben, bu gelen değişikliğin teknik olarak
bir düzelme olduğunu ifade ediyorum; müspet oy vereceğimizi dile getirerek,
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali Sezal; buyurun efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ SEZAL
(Kahramanmaraş)- Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; efendim, saygı sunuyorum. Sayın Bakanımız buradayken de, sözlerime
başlamadan, yine, Emlak Vergisi Kanunuyla ilgili bir madde görüşülürken, büyük
şehirlere ait payları yüzde 3 ile 6 arasında değiştiriyordu. Sayın Bakanım, bu
payları yüzde 3'e düşürmeyin dediğimizde, Sayın Bakan, "bir teknik
meseledir, yüzde 5'te kalacak" dedi; ama, bir hafta içerisinde yüzde 4,1'e
düştü. Sayın Bakanıma sözlerini hatırlatmak ister, saygılar sunarım efendim. Değerli arkadaşlar, 7 Mart 2002 tarihinde
Genel Kurulumuzca kabul edilen ve onaylanmak üzere 8 Mart 2002 tarihinde
Cumhurbaşkanlığı yüce makamına sunulan ilgili kanunun bir maddesi tekrar
görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, kanunun 6 ncı
maddesine iki bakımdan itiraz ediyor: "Birincisi, madde metni, Türkçenin
tümce yapısına aykırıdır; içeriği nedeniyle anlam bütünlüğünü yitirmiştir;
ikincisi, hukuksal terminoloji yönünden önemli bir çelişki vardır" diyor
ve gönderiyor. Yani, Sayın Cumhurbaşkanı, kanunun lafzını yanlış buluyor. Biz
de buna katılıyoruz. Şimdiye kadar çıkardığımız 400 civarındaki
kanuna bakıyoruz; bazen kanunları eksik yapıp yeniden görüşüyoruz, bazı
kanunları Sayın Cumhurbaşkanı tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet
Meclisine iade etmiş, bazıları da Anayasa Mahkemesinden dönmüştür. Acaba bu
yanlışları neden yapıyoruz; bana göre, kanunları aceleye getiren hükümet,
bürokratlara talimatı veriyor, iyice incelenmeden, ivedilikle bakanların
imzasına açılıyor; tabiî ki, orada da yeteri kadar incelenmiyor ve Sayın
Başbakan da, emlakle ilgili büyük bir vergi artırımı getirildiğinde,
"galiba ölçüyü kaçırdık" diyebiliyor... Değerli arkadaşlar, kanunları,
komisyonlarda inceleme şansımız var. Ancak, maalesef, bunu da yapamıyoruz. Bir
sayın bakan çıkıyor "15 günde 15 yasa çıkarmamız lazım" diyor
"bu ayın falan gününe kadar Avrupa Birliği uyum yasasını
çıkarmalıyız" diyor, "Emlak Vergisi dönemi geliyor, bu ayın sonuna
yetişmeli" diyor. Böylece, tasarılar, yarım günde tali komisyonda, yarım
günde aslî komisyonda görüşülüyor; 48 saat geçmeden de Genel Kurulun huzuruna
geliyor. Sayın milletvekillerinin inceleme şansı yok. İktidar milletvekilleri,
hükümet tasarısı olduğu için seslerini çıkarmıyorlar. Muhalefet
milletvekillerinden konuya hâkim olanlar varsa, itiraz ediyorlar, önergeler
gelmeye başlıyor. Önergeleri anlamak gayet zor; hukukçu olmak lazım ve konuyu
bilmek lazım. "Falan maddenin falanca fıkrasının feşmekân bendinin üçüncü
satırının falan kelimesi çıkarılmış, yerine, falan falan kelimeler
konulmuştur..." 15 dakika içerisinde, bunu alacaksınız, inceleyeceksiniz,
kanunun ruhuna gireceksiniz, kanunun ruhuyla özdeşleştireceksiniz ve elinizi
kaldıracaksınız... Buna imkân yok! Maalesef, çoğu zaman da doğruyu bulamıyoruz.
Biraz önce Sayın Bakan savunma yaparken
dedi ki: "Önergelerle değişiklik oldu. Plan ve Bütçe Komisyonundan geldiği
şekliyle doğrudur." Doğrudur, ben de katılıyorum; ancak, Sayın Bakanım,
zannediyorum -unutmamışsam- o gün Komisyon da katıldı -ki, konuyu teknik olarak
en iyi bilen komisyondur, başkanımız burada- Sayın Bakan da
"katılıyorum" dedi. Eğer, Komisyon hata yapıyorsa, Sayın Bakan hata
yapıyorsa, buradaki milletvekillerin, hele konuyu bilmeyen milletvekillerinin
hata yapmamasına imkân yoktur ve maalesef, böyle, yanlış kararlar çıkıyor. Şu aklıma geldi: Sayın Ali Bozer, hocamdı,
İktisat Fakültesinde okurken, borçlar hukuku dersimize gelirdi; orada şöyle bir
şeyden bahsetmişti: "Borçlar Kanunu tercüme edilirken, kanunun bir satırı
sehven atlanarak tercüme edilmiş; aradan kırk sene geçti; halen, o kanun o
eksik satırıyla uygulanır" derdi. Maalesef, Parlamentoda yaptığımız
kanunlar buna benziyor; incelemeden geçiriyoruz. İşte, Parlamento bir gün
fazladan çalıştı; bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine veyahut halkımıza
maliyeti nedir, bunu bir ölçmek lazım. Bir gün fazla çalıştık. Değerli arkadaşlar, kanuna biz karşı
çıkmamıştık; Cumhurbaşkanından gelen şekliyle de karşı çıkmıyor, doğru
buluyoruz. Ancak, genelinde kanun, yani, Emlak Vergisi hakkında
söyleyeceklerimiz var. Bu vergileri önceleri Maliye topluyordu;
ama, gerekli rantabiliteyi elde edemedi, bunu belediyelere devretti. Şimdi,
mükellef sayımız 18 000 000; 2001 rakamlarına göre getirisi 195 trilyon lira,
mükellef başına 18-20 milyon lira para alıyoruz. Bu para, bana göre, birçok
belediyenin kırtasiye ve personel giderine dahi yetmiyor. Boş yere vatandaşı
yoruyoruz, vatandaşa yük getiriyoruz. Bu topladığımız parayı şöyle bir hesap
ettim biraz önce, İsrail'le tankların modernizasyonu için bir anlaşmamız var;
bu toplanan paranın tamamı, İsrail'e vereceğimiz paranın ancak altıda 1'i
kadar. Şimdi, İsrail Devleti 40-50 yıllık bir devlet, bu devlete tanklarımızı
gönderiyoruz... Maalesef, birçok kardeşimiz çıkıyor, Osmanlının ihtişamından,
Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğünden bahsediyor; ama, maalesef, tanklarımızı
bile tamir edemez hale gelmişiz, 40 yıllık İsrail'e muhtaç olmuşuz,
topladığımız Emlak Vergisinin altı mislini de maalesef İsrail'e para olarak
veriyoruz. Değerli arkadaşlar, bu kanun -2000 yılında
bu kanun çıkmadığı için- yeniden değerlemeyle, Emlak Vergisinde yüzde 53,2'lik
bir artış getiriyor. Doğru, enflasyon yükseldi, bu artışın yapılması lazım;
ama, bunu ödeyecek olan benim vatandaşımdır. Acaba vatandaşımın geliri de yüzde
53,2 oranında arttı mı?.. Şimdi, kişi başına düşen gayri safî millî
hâsılayı ölçüyorum, biçiyorum; elektrik parasına, su parasına, telefon parasına
yetmiyor. Sabahleyin lojmanlardan gelirken, o ucuz ekmek önünde kuyruğa giren
vatandaşları görüyorum. Şimdi, bu gelirle, arkadaş, Emlak Vergisi mi
verirsiniz, çocuğunuza harçlık mı verirsiniz, kalem mi alırsınız, yoksa
karnınızı doyurmak için ekmek mi alırsınız?! Vergiyi, enflasyona göre
-anlıyorum- artırmak lazım; ama, vatandaşın gelirini de o kadar artırmak
şartıyla... Üç yıldan beri birtakım ekonomik
yaptırımlar uygulanıyor. Gelen yasalara bakıyorum, ülke ekonomisinin kalkınması
için, üretimin artması için yapılan bir şey yok; ancak, ben dört tane kâğıt
ekonomisi görüyorum: Sayısız vergi kâğıdı, döviz kâğıdı, borçlanma kâğıdı ve
borsa kâğıdı. Üretimle ilgili hiçbir şey yok! Benim gördüğüm budur ve maalesef,
bir şey daha görüyorum -bu ekonomiye ben "tahterevalli ekonomisi"
diyorum -petrolü dolara bağladık; tahterevalli kalkıyor, dolar kalkıyor, zam
geliyor; tahterevalli iniyor, dolar düşüyor, yine zam geliyor. Allah, vatandaşımıza ve milletimize
yardımcı olsun diyor, saygılar sunuyorum
efendim (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Şimdi, şahsı adına, Bartın Milletvekili
Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu?.. Yok. Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat,
buyurun. Sayın Aslan Polat önergelerini de geri
çekti -teşekkür ediyoruz- yasayı bitirmek için. Sayın Polat, süreniz 10 dakika. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Cumhurbaşkanının, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisine geri gönderdiği 840 sıra sayılı Emlak Vergisi Kanununun tümü
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Cumhurbaşkanlığının geri gönderme
tezkeresi üzerine toplanan Plan ve Bütçe Komisyonunda, 6 ncı çerçeve maddenin
(B) fıkrasının (b) bendi "40 ıncı maddesinde yer alan 'beyan dışı' ibaresi
'bildirim dışı', 'beyan edilmediğinin' ibaresi 'bildirim dışı bırakıldığının'
şeklinde" düzenlenerek tekrar Meclis Genel Kuruluna gelmiştir. Böylece, 18
000 000 civarında Emlak Vergisi mükellefini doğrudan ilgilendiren bu tasarıda
bugün yapılan değişiklik sadece iki kelimedeki düzeltmeden ibarettir. Peki, bu tasarının 7.3.2002 tarihinde
alelacele Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesindeki ana sebep neydi?..
Onu bir an için hatırlatmak istersek, IMF talimatlarıyla halkın her türlü gelir
ve tasarrufunu vergilendirip faize ödeyen hükümet, bütçe açıklarını gidermede
yardımcı olması için, büyükşehir belediyelerine, kendi illerinden toplanan
vergilerin yüzde 5'ini bir havuzda toplayıp, bu yüzde 5'in yüzde 40'ını o ilin
belediyesine, yüzde 60'ını ise tekrar, o illere, nüfuslarına göre dağıtırken,
bu oranı yüzde 5'ten yüzde 4,1'e düşürmek, böylece bir tasarruf sağlamak, bu
arada, büyükşehir belediyelerinin azalan gelirlerini takviye için de büyükşehir
belediye hudutlarındaki Emlak Vergilerini 2 katına çıkarmıştı. Ayrıca, 2002 yılı, Emlak Vergilerinde
genel beyan dönemi olduğu, 1998 yılında çıkarılan 4360 sayılı Kanunda ardı
ardına yapılan düzenlemelerle, bir emlakin vergi kanunlarına göre 3 ayrı değeri
ortaya çıkıyordu: Tapu harcına esas değer, Emlak Vergisine esas değer ve rayiç
değer. Böylece, belediyelerin çoğunlukta olduğu takdir komisyonlarının 2002
yılı için arsa rayiç bedellerini astronomik bir biçimde yüksek tutmaları,
Bayındırlık Bakanlığı inşaat birim fiyatlarının 1998'e göre 10 kat artması ve
ayrıca, büyük şehirlerde, yukarıda belirttiğimiz gibi vergi oranlarının 2 kat
artmasıyla vergilerin anormal artmasının toplumda yarattığı huzursuzluk, bu
tasarının alelacele Meclis gündemine gelmesine sebep olmuştur. Tabiî, burada, emlak vergilerinin belediye
ve özel idarelere gitmesinin de, tasarının Meclise gelmesinde önemli rolü oldu;
yoksa, bu emlak vergileri, genel bütçeye giden gelirler olsaydı, bu hükümetin,
halkın feryadını, Tütün Kanunu, Şeker Kanunu
gibi kanunlarda hiç dinlemediği gibi, bunda da dinleyeceği yoktu. Önceki tasarıyla, vatandaşlar, birinci
taksit olarak 2002 yılı Mart-Mayıs döneminde 2001 yılı Emlak Vergisi
değerlerini yeniden değerleme oranı olan yüzde 53,2 oranında artıracaklar,
çıkan verginin yarısı birinci taksit olarak, fakat, avans niteliğinde
ödenecektir. Böylece, büyükşehirlerde vergi oranları 2 kat arttığı ve yeniden
değerleme oranı yüzde 53,2 arttığı için, büyükşehirlerdeki her vatandaş, geçen
yıl ödediği verginin 3 katından biraz fazlasını birinci taksit olarak, fakat,
avans olarak ödeyecekler, gerçek vergi kasım ayında hesaplandıktan sonra, hem
birinci taksitten kalan borcunu hem de ikinci taksiti ödeyeceklerdir. Yine, önceki tasarıyla, bugüne kadar Emlak
Vergisi mükellefiyeti tesis ettirmemiş olan bina ve arsa sahipleri, Mayıs
2002'nin sonuna kadar bildirimde bulunarak mükellefiyetlerini tesis ettirmeleri
ve 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarına ait idarece tarh ve tahakkuk ettirilecek
vergilerini her yıl için ayrı ayrı yüzde 50 artırarak, Mayıs 2002 sonuna kadar
ödemeleri halinde 1998 yılından önceki yıllara ait Emlak Vergileri alınmayacak,
1998, 1999, 2000 ve 2001 yılları için ise ceza ve gecikme faizi
uygulanmayacaktır. Bu getirilen, bir nevi vergi affı ve iyileştirmedir. Bu Emlak Vergisi affı, vergi tabanını
artırmada doğru, fakat, eksik ve adil olmayan bir düzenleme getirmektedir;
çünkü, tasarıyla, hiç mükellefiyet tesis ettirmeyenlerin, yıllarca ödemedikleri
vergi ceza ve gecikme zamları bir nevi affedilirken, kayıt altında olup,
ekonomik veya çeşitli nedenlerle vergi borcu olanlara hiçbir iyileştirme
getirmemesi, bu tasarının adil olmayan, eksik olan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın
mezar yerlerinde dahi çok önem verdiği Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıydı ve
bu yüzden geri çevrilip, burada genişletilerek düzeltilmesi gerekirdi. Tekrar etmek gerekirse, Emlak Vergisine
getirilen bir nevi af, kayıtdışılığın azaltılmasına, belediye gelirlerinin
artmasına ve idare ile mükellef arasındaki vergi barışına yol açacağı için
olumlu ve vergisini beyan eden, fakat, çeşitli sebeplerle vergi borcu olanları
kapsamadığı için noksan ve adil olmayan bir uygulama olduğu için, mutlaka
düzeltilmesi gerekmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sadece emlak vergilerinde değil, ek emlak vergileri tahakkuk ve tahsilatında da
problemler vardır. Örneğin, tahsilat tahakkuk oranı 2001'de en yüksek oran
olarak yüzde 57,1 iken, bu oran, bu yılın şubat ayında ancak yüzde 19,7'de
kalmıştır. 2002 yılının iki aylık bütçe
gerçekleşmelerini incelediğimizde, sadece Emlak Vergilerinde değil, tüm
gelirlerde bir azalma, özellikle faiz giderleri ile sosyal güvenlik kurumlarına
ödenen meblağlarda önemli artışlar olduğunu görürüz. Örneğin, iki aylık verilere göre, oniki
aylık gelir ve giderin üniform olduğunu kabul eder isek, yatırımlar iki ay
sonunda 955 trilyon TL olacağına 160 trilyon; fakat, borç faizleri 7 katrilyon
132 trilyon TL olacağına, takriben 2 kat artarak 13 katrilyon 257 trilyon TL
olmuştur. Gelirler 11 katrilyon 869 trilyon
olacağına, azalarak, 9 katrilyon 920 trilyon, vergi gelirleri 9 katrilyon 651
trilyon olacağına 7 katrilyon 698 trilyon, sosyal güvenliğe aktarılanlar ise 1
katrilyon 321 trilyon olması gerekirken, takriben 2 kat artarak 2 katrilyon 157
trilyon TL olmuştur. Bunlara bağlı olarak bütçe dengesi ise,
iki ay sonunda eksi 4 katrilyon 485 trilyon lira açık vermesi gerekirken -yine,
yıllara göre üniform olduğu takdirde- 10 katrilyon 634 trilyon TL açık vererek,
yıl sonunda ulaşılması gereken 26 katrilyon 913 trilyonun üçte 1'inden
fazlasını iki ay içinde vermiştir. Bu hesapların tutmayacağı ve hesapların
yanlış olduğu, 31 Mart 2002'de yayımlanan Devlet İstatistik Enstitüsü
yayınlarında da görülmüş ve ülkemiz, 2001'in dördüncü çeyreğinde, eksi yüzde
12,3; yılın tümünde ise, eksi yüzde 9,4 olarak küçülmüştür. Gayri safî milî hâsıla, 148 milyar dolara
ve fert başına millî gelir ise, tam 10 yıl geri gidilerek, 2 160 dolara
düşmüştür. 1997'de Erbakan Hükümetinin zamanında ise, ülke, 1996'da yüzde 7,1,
1997'de ise yüzde 8,3 büyür iken, millî gelir 194 milyar dolar ve fert başına
millî gelir ise 3 100 dolar civarında idi. İşte, sizin yönetiminiz ile Erbakan
Hükümetinin yönetim farkının matematiksel farkları bunlardır. Yine, 54 üncü Erbakan Hükümeti, bu büyüme
ve millî gelir artışını hiçbir yeni vergi koymadan yaparken, 28 Şubat sonrası
kurulan hükümetler, sürekli yeni
vergiler koymalarına rağmen, bir türlü düşüşü durduramamakta, gerileme artarak
devam etmektedir. Sayın MHP milletvekilleri, rahatsız
olmayın; bunlar, matematiksel gerçeklerdir, dinleyin. BAŞKAN - Efendim, sizden rahatsız olmuyorlar Sayın Polat, başka bir
şey; bana işaret ediyordu. ASLAN POLAT (Devamla) - Gerileme ve
duraklamanın artarak devam edeceğinin bir önemli göstergesi de, İş Bankası
Genel Müdürünün basına yansıyan beyanatlarıdır. Genel Müdür aynen şöyle demektedir: " Bankaların, bir yandan,
sorunlu hale gelmiş kredilere çatır çatır nakit karşılık ayırmaları isteniyor,
diğer yandan da borçluları, birisi kural koyuyor veya borçlu istiyor diye
konsolide edip zamana bırakmak mümkün değil ki" deyip devam ediyor:
"Bankacılık sektörü ve bankacılık sektörüne borçlu olan reel sektörün
sorunlarının ele alınışı radikal bir yaklaşımla olursa biz, 2002 yılında çok
fazla müşterimizin canını yakmak zorunda
kalacağız." Yani, 2001'de canı yanan reel sektöre, yetmiyormuş
gibi, 2002 yılında reel sektörün, eğer kalmışsa, çok daha fazla canının
yanacağını Genel Müdür açıkça beyan etmektedir. İş âlemindeki figanın bir nedeni de,
gelirlerinin artmamasına rağmen, azalıp yok olmalarına mukabil, vergi
oranlarındaki artışlardır. Örneğin, 1990 yılında toplanan vergilerin milî
gelire oranı yüzde 11,4 iken, 2000 yılında bu oran, tam 2 katına çıkarak yüzde
21,2 olmuştur. Yani, bir yandan bu hükümetler fert başına millî geliri on yıl
geriye götürürken, vergi oranlarını 2 kat artırarak, halkı gerçek anlamda inim
inim inletmektedirler. Bu küçülmeden inşaat hizmetleri de nasibini almış, 2001
yılında, 2000 yılına göre yapı ruhsatı, yapıların toplam inşaat alanında
yüzde... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Taksimetre çalışıyor ne yapayım?!
Sayın Polat, toparlarsanız minnettar
kalırım. ASLAN POLAT (Devamla) - Hemen bitiriyorum
Sayın Başkanım; MHP'liler çok rahatsız oldu; ama, bitti. ...9,2, kullanma izin belgesi alanında ise
yüzde 7,6'lık bir azalış olmuştur. Böylece, ülkemiz, bir yandan nüfus artışı
olup, diğer yandan bina yapımında bir gerilemeye gidince, ister istemez,
ileriki yıllarda, tekrar, ülkemin başına bir Erbakan gelmezse, bu geri gidişin
sonunda bina açığı da, Emlak Vergisi düşüşü de, vergi düşüşü de kaçınılmaz olur
ve sizlerin elinde ülkenin en karanlık günleri başlar. Bir Soros gelir
"sizin en önemli ihraç ürününüz askerleriniz" der; bir Amerikalı
saygısız "Türkiye'yi IMF vasıtasıyla satın aldık" diyecek kadar
ülkemi ve halkımı rencide edecek ifadeler kullanır. Onun için bizlerin, bugün burada, bu kanun
tasarısının dilbilgisi hataları üzerinde değil de, ülkemi bu duruma düşüren
sebepler ile Filistin'de, sizin hükümetinizin de 1 katrilyonluk tank ihalesiyle
destek verdiği, İsrail tanklarının tüm Filistin halkı ve Osmanlının mirası
üzerinden bir silindir gibi geçip giden vahşetini nasıl durdurabiliriz diye
gerçek sorunlar üzerinde tartışmamızı çıkış yolu gösteren kanun tasarı ve
tekliflerini görüşüyor olmamızı dilerdim. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) ALİ GEBEŞ (Konya) - İlk anlaşmayı siz
yaptınız!.. ASLAN POLAT (Erzurum) - Siz necisiniz,
noter mensubu musunuz; değiştirseydiniz!.. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum Sayın
Polat'a. Sayın milletvekilleri, kanun tasarısının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, tasarı açık
oylamaya tabidir, içeriyi teşrif edin. 6 ncı maddeyi okutuyorum: VERGİ USUL KANUNU, EMLÂK
VERGİSİ KANUNU VE HARÇLAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN MADDE 6. - A) 213 sayılı Vergi Usul
Kanununun 74 üncü maddesinin (b) ve (c) fıkralarında yer alan "20 nci
maddesinin ikinci fıkrası" ibareleri "29 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi" şeklinde, B) 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun; a) 3 ve 13 üncü maddelerinin ikinci
fıkralarında yer alan "müşterek mülkiyet" ibarelerinin "paylı
mülkiyet", "iştirak halinde mülkiyette" ibarelerinin
"elbirliği mülkiyette" şeklinde, b) 40 ıncı maddesinde yer alan "Beyan
dışı" ibaresi "Bildirim dışı", "beyan edilmediğinin"
ibaresi "bildirim dışı bırakıldığının" şeklinde, C) 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (4)
sayılı tarifenin: I - Tapu işlemleri başlıklı bölümünün; a) (13.a) bendinin üçüncü paragrafında yer
alan "Emlâk Vergisi Beyannamesinin" ibaresi "Emlâk Vergisi
Bildiriminin" şeklinde, b) (20.a) bendinde yer alan
''gayrimenkulün devir ve iktisap bedelinden" ibaresi ''gayrimenkulün beyan
edilen devir ve iktisap bedelinden'' şeklinde, II - Kadastro ve tapulama işlemleri
başlıklı bölümünün sonunda yer alan "emlâk vergisi beyannamesi verilmesini
gerektirenlerin 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun 27 nci maddesinde yazılı ek
süre'' ibaresi ''emlâk vergisi bildirimi verilmesini gerektirenlerin 1319
sayılı Emlâk Vergisi Kanununda yazılı bildirim verme süresi'' şeklinde, Değiştirilmiştir BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?...
Yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın şekli hakkında Genel
Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik cihazla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Salonda bulunan Sayın Bakanların kimin
adına vekâleten oy kullandıklarını ifade eden oy pusulasını Başkanlığa
göndermelerini rica ediyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaç bakan var? BAŞKAN - 3 Sayın Bakanımız burada. TURHAN GÜVEN (İçel) - Neredeler? BAŞKAN - İşte, biri sağımda, biri solumda,
biri ortada... Sayın Safder Gaydalı, buraya devam eden
iki üç bakandan birisidir. Elektronik cihazla oy kullanamayan sayın
milletvekillerinin pusula göndermelerini saygıyla rica ederim. Oylama için 3 dakika süre veriyorum. Elektronik cihazla oylamayı başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylamaya başlanıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylamadan
sonra, bir gruba dahi söz veremeyeceğim anlaşılıyor; onun için 20.00'den evvel
kapatmak mecburiyetinde kalacağım; çünkü kalan süre bir gruba dahi söz verme
imkânını benden aldı. Hükümet niye kalktı efendim, ben oylamanın
sonucunu açıklamadım ki...Kanunun oylamasının neticesini almadık, Maliye
Bakanımızın yerine oturması gerekiyor. YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Efendim, bir ağır
ceza duruşmasında üyelerden birisi yorgun düşmüş, uyuyordu. Avukat dedi ki:
"Heyet teşekkül etmediğinden ben salondan çıkıyorum." Şimdi, olabilir
ki, Sayın Başkan da, "Komisyon ve Hükümet yerinde olmadığından,
müzakereleri kesiyorum" diyebilir. BAŞKAN - Tabiî, Sayın Maliye Bakanının
yerinden kalkmaması lazımdı. Sayın Hatiboğlu hatırlatıyor, çünkü... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın
Başkan, arkadaşlara teşekkür etmek için yerimden ayrılmıştım. BAŞKAN - Efendim, açık oylamanın
neticesini bir bildirsek... Daha teşekküre gelmedik. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır,
geliyorum... BAŞKAN - Hayır efendim, siz bana teşekkür
edeceksiniz, onlara niye teşekkür ediyorsunuz; iktidara niye teşekkür
ediyorsunuz. Sayın Bakan, teşekkür yeri burası olacak. (Elektronik cihazla oylamaya devam edildi) BAŞKAN - Efendim, Vergi Usul Kanunu, Emlak
Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002
Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Sayın
Cumhurbaşkanınca Bir Kere Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin açık
oylamasına, 202 sayın milletvekili katılmış, 189 kabul, 2 ret, 1 çekimser, 10
mükerrer oy kullanılmış; bu suretle, kanun kabul edilmiştir. Ben, bunun da, bir uzlaşma kültürünün
icabı, muhalefet örneği olduğunu görüyorum. Muhalefet partilerine, sizlerin
adına teşekkür ederken, teşekkür konuşmasını yapmak üzere, Sayın Bakana söz
veriyorum. Buyursunlar Sayın Bakanım. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın
Başkan, başta size ve değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyor ve saygılar
sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür ederim efendim. Efendim, başka bir tasarıya geçecek
vaktimiz kalmadığı için, yüksek müsaadelerinizle, kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için 4 Nisan 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati : 19:50 VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI |
|