Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 91       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

82 nci Birleşim

3 . 4 . 2002 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan'ın, Ortadoğu'da yaşanan insan hakları ihlallerine; ülkemizde öğrenim haklarının kullanımında karşılaşılan sorunlarla, çözümleri konusunda yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı

2. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Samsun'da Halk Bankası şubelerinin kapatılmasına ve çiftçilere doğrudan destekleme kredilerinin ödenmesinde karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Karabük Milletvekili İlhami Yılmaz'ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluşunun 65 inci yıldönümü ile Kardemir’in içinde bulunduğu sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - İspanya Parlamentosu Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M. Jesus Lopez-Medel Bascones'in, Madrid'te yapılacak Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonları Başkanları Konferansına bir milletvekilini davetine, TBMM Dışişleri Komisyonunu temsilen İstanbul Milletvekili Ahad Andican'ın icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1034)

2. - Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/416) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/469)

3. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/29) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/470)

4. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın, Siirt İline Bağlı Veysel Karani Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/20) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/471)

III. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2. - Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı : 786)

3. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

4. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

5. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

6. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

7. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

8. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770)

 

9. - Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/961) (S. Sayısı : 840)

V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Van Milletvekili Kâmran İnan'ın, Rize Milletvekili Mehmet Bekâroğlu'nun kendisine sataşmada bulunması nedeniyle açıklaması

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, finansman desteğinden yararlanacak bankalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/6174)

2. - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, Trabzon Liman İşletmesine geçici işçi alımı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/6182)

3. - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, THY'nin "Pass bilet" uygulamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/6188)

4. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İzmir'de düzenlenen çocukların da katıldığı bir güzellik yarışmasına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6227)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Şanlıurfa İlinin adliye binası ihtiyacına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/6247)

6. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bazı işadamlarının tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddialarına ve ülkemize geri getirilen tarihi eserler için yapılan ödemelere ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6340)

7. - İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, turizm belgeli tesislerin su, atık su ve elektrik tarifelerine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6489)

8. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara İlinin tarihi, kültürel ve turistik değerlerinin tanıtımına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6494)

9. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, av turizmine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6501)

10. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, DÖSİM'in mali kaynaklarına ve ihaleleri ile ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay'ın cevabı (7/6574)

 


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat l5.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu, Amerikan FOX TV siyaset yorumcusunun Türkiye-IMF ilişkilerine yönelik haddini ve maksadını aşan iddialarını şiddetle kınadığına, layık olduğu cevabın mutlaka verilmesi gerektiğine ilişkin açıklamada bulundu.

Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Filistin'de yaşanan ve vahşete dönüşen insanlık dramına ilişkin gündemdışı açıklamada bulundu; SP Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu, ANAP Van Milletvekili Kâmran İnan, DYP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam, AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç, DSP İstanbul Milletvekili Ahmet Tan, MHP Ankara Milletvekili Şevket Bülend Yahnici Grupları, Konya Milletvekili Hüseyin Arı da şahsı adına aynı konuda görüşlerini belirttiler.

İzmir Milletvekili Kemal Vatan, Türkiye'nin ekonomik sorunları ve tasarruf tedbirleri ile Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendinin Makedonya'daki evinin müze olarak tekrar inşasına ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener'in, MTA bölge müdürlüklerinde yapılan yeni düzenlemelere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı,

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Şanlıurfalı çiftçilerin doğrudan destek ödemelerindeki gecikmeye ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp,

Cevap verdiler.

Lyon'da düzenlenecek olan AB Üyeliği Sürecinde Türkiye konulu konferansa TBMM'yi temsilen Adana Milletvekili Ali Tekin'in katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Madrid'te yapılacak olan, Avrupa Birliği Üye Ülke Parlamentoları, Avrupa Parlamentosu ve Aday Ülke Parlamentoları Tarım Komisyonları Başkanları Konferansına TBMM'yi temsilen Eskişehir Milletvekili Mahmut Erdir'in katılmasına,

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Mesut Yılmaz'ın Brüksel'de düzenlenen AB Konvansiyonu Toplantısına katılmak üzere Belçika'ya yaptığı resmî ziyarete katılan milletvekillerine,

İlişkin Başkanlık tezkereleri,

14.3.2002 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihli 74 üncü Birleşimde okunmuş bulunan Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (9/5) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 9.4.2002 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,

Kabul edildi.

Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu ve 41 arkadaşının, Türk çaycılığının ve çay üreticilerinin sorunlarını ve çözüm yollarını tespit amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin (10/58) 2 Nisan 2002 Salı günü görüşülmesine ilişkin SP Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 317 nci sırasında yer alan 840 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 173 üncü sırasında yer alan 557 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına alınmasına; Genel Kurulun 3 Nisan 2002 Çarşamba, 4 Nisan 2002 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmasına, 2 Nisan 2002 Salı ve 3 Nisan 2002 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan (10/18), (10/23), (10/79), (10/212), (10/244) ve (10/257) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 2 Nisan 2002 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin görüşmelerinden sonra istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalarda, Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından,

3 Nisan 2002 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.24'te son verildi.

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Levent Mıstıkoğlu

Mehmet Batuk

 

Hatay

Kocaeli

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

3 Nisan 2002 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, yoklama yapılmasını talep ediyoruz.

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisini, Almanya'da doğan, Almanya'da büyüyen, okuyan bir grup öğrenci ziyaret etmektedir; kendilerine, sizlerin adına, hoş geldiniz diyorum efendim. (Alkışlar)

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, insan ve insan hakları konusunda söz isteyen, Gümüşhane Milletvekili Sayın Lütfi Doğan'a aittir.

Sayın Doğan; buyurun efendim.

Sayın Doğan, süreniz 5 dakika efendim.

Sayın Çelik'e de anlayışından dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan'ın, Ortadoğu'da yaşanan insan hakları ihlallerine; ülkemizde öğrenim haklarının kullanımında karşılaşılan sorunlarla, çözümleri konusunda yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı

LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum; gündemdışı söz verdiği için de Sayın Başkanıma teşekkürlerimi yüksek huzurunuzda arz ediyorum.

Efendim, Sayın Başkanımız da hemen ifade buyurdular; insan ve insan haklarıyla ilgili, sizlerin bildiğiniz, üzerinde her zaman hassasiyet gösterdiğiniz bu konuyu ele almamın bir sebebi var. 21 inci Asra girdik; görebildiğim o ki, insana, layık olduğu üstün değer hâlâ yeterince verilememektedir. Elbette, aklıselim sahibi, insanlığın yüksek rütbesini bilen insanlar, insana fevkalade saygı gösteriyor, hukukunu takdir ediyor, ona azamî ölçüde dikkat ediyor; ama, görünen o ki, birçok yerde, insanların hak ve hukukuna yeterince saygı gösterilmiyor. Üstelik, bu hukukların heder edildiğini, bu hakların heder edildiğini hepimiz görüyoruz.

Bizim, millet olarak inancımız, ahlakî değerlendirmemiz şudur: İnsan, üstün bir varlıktır, yaratılmışların en üstünüdür ve insan, doğunca da, bütün haklarına malik olarak, sahip olarak doğar ve o haklarını hayatının sonuna kadar devam ettirir. Bu yönüyle, insan, her türlü hürmete, takdire şayan bir varlıktır; insana Yaratan'ın yüce hatırı için hürmet edilmesi, haklarına saygı gösterilmesi, medeniyetin de bir icabıdır.

Ama, gelin görün ki, insan haklarına riayet etmekte, maalesef, büyük ihmaller oluyor, hatta, kusurlar işleniyor; hatta, yüksek huzurunuzda ifadeye teeddüp ediyorum, cinayetler irtikâp ediliyor. Bundan  mustarip olmamak elde değildir.

Demin arz ettiğim ana prensipler, bizim ana inancımız, ahlakî değerlerimiz, hukuk anlayışımız olduğu gibi, Batı'da da çok değerli ilim adamları, bu konular üzerinde ısrarla duruyorlar ve aynı zamanda, insanın maddî ve manevî haklarının çok kere ihmal edildiğini söyleyenlerden birisi de Alexis Carrel. Yüksek huzurunuzda, onun bir cümlesini yahut bir paragrafını arz etmek istiyorum. Diyor ki: "Modern toplum, sadece maddî değerlerle meşgul oldu, insanın, hem maddî hem manevî olan temel meselelerini ihmal etti. Bize saadet getirmemekle kalmadı, bozulmayı önleyecek bir kabiliyette olmadığını da gösterdi." Tahmin ederim ki, bugün bu sözlere ilave edilecek başka bir şey de yoktur.

Tabiî, Ortadoğu'da, bilhassa mukaddes mekânlardan biri olan Kuds-i Şerif ve havalisinde cereyan eden hadiseler hepimizi dilhun etmektedir. Ne hazindir ki, Birleşmiş Milletlerin, yerinde aldığı karar, hatta dünyanın gösterdiği duyarlılık karşısında, insan hakları yine heder edilmekte, insan onuru, şerefi yerlere serilmekte. Bunu yapan insanın, maalesef, hiçbir suretle, insanlıktan, insan medeniyetinden hicap duymadığını hepimiz görmekteyiz. Gariptir ki, geçmişte de, kendi kardeşlerine, kendi içlerinden gelen en büyük insanlara, en çetin, en acıklı işkenceleri yapanlar, bu ruhta olan insanlar olmuştur.

Hiç şüphesiz, Yahudiler, ehli kitaptır. Bunların içlerinde, Allah'a samimiyetle inanan, iyiliği emreden, kötülükten men eden iyi insanlardan olma bahtiyarlığına eren kimseler vardır; ama, Zekeriya Peygamber gibi, Yahya Peygamber gibi insanları şehit edenler de vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Onun için, zannediyorum, bu karşılaşılan, insanlığın şimdi karşılaştığı hadise de, bunlardan birisi olsa gerektir; ama, tabiî, hepimizin hislerine tercüman olarak, Sayın Dışişleri Bakanımızın bu konuları şiddetle kınadığını duymaktan mahzûz oldum; ancak, bu faciayı durdurmak zarureti vardır. Şöyle bir gerçek, hepinizin bildiği bir husustur: Haksızlık yapan yıkılmıştır; aslında, bu haksızlıkları yapan mağluptur; ama, o mağlubiyetin zamanını, belki, inşallah hepimiz göreceğiz.

Şimdi, bendenizin arz etmek istediğim, insan ve insan hakları. Tabiî, vaktim dolduğu için, insan haklarıyla ilgili... Sizlerin hepinizin muhterem ailelerinizden öğrendiğiniz, hayatta uyguladığınız ve vaktiyle okullarımızda  -bilhassa Türkiye Büyük Millet Meclisinin kitaplığında da bulunan- cumhuriyet öncesi okullarımızda okutulan ahlak derslerinden insan haklarına nasıl saygı gösterildiği konusu; ki, hepiniz bunu yaşıyorsunuz, muhterem ailelerinizden aldınız, okullardan ilim olarak iktisap ettiniz; mesela, eski tabiriyle, hayatı beşeriye taarruzdan masundur; yani, insanın dokunulmazlığı vardır. Bu, bizim hem inancımızdır hem ahlakî yaşayışımızdır; birincisi bu.

Acele etmemin sebebi, Muhterem Başkanımızı müşkül durumda bırakmamak, müsamahasına saygı göstermektir.

İkincisi; haysiyeti beşeriye taarruzdan masundur; yani, insanın onur ve şerefi korunmuştur, dokunulmazlığı vardır; kimse buna dokunamaz; bu, medeniyetin icabıdır.

Üçüncüsü; dinler taarruzdan masundur; yani, dinlerin dokunulmazlığı vardır, bunlara kimsenin dokunma hakkı yoktur. Devletler de milletler de fertler de, bunlara samimî olarak saygı gösterdikleri ölçüde medenî olmanın şerefine ulaşmış olurlar.

Dördüncüsü; başkalarının mal ve mülkü dokunulmazdır, taarruzdan masundur; yani, hiç kimsenin malına, mülküne dokunulamaz. Malına dokunmakla canına dokunmak arasında, bizim ahlakî telakkilerimize göre hiçbir fark yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, sözünüzü kesmekten teeddüp ediyorum; ama, 2,5 dakika uzadı. Bitirirseniz minnettar kalacağım.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Sözleşmeler, akitler, yerine getirilmesi zorunlu görevlerdir. Mesela, iki kişi arasında bir sözleşme yapılsa, o iki kişi arasında yapılan sözleşme bir kanundur; nasıl, bir devletin kanununa saygı gösterilir, onlara da öyle saygı gösterilmesi lazımdır.

Son olarak şu ciheti arz ediyorum: Bütün bunları gereği gibi öğrenmek için, insanlara eğitim, öğretim hürriyetinin sağlanması lazımdır. Nitekim, Anayasamızın 42 nci maddesi bunu hepimize âmirdir, bütün milletimizi de bağlayıcıdır. Benim Sayın Başbakanımdan bir istirhamım var. İlgili zevata, okuma imkânları ellerinden alınan yavrularımız için, ilgili makamlara, ilgililere şu emri buyururlarsa beni çok sevindirecekler: "Anayasanın 42 nci maddesine uymanızı rica ediyorum" buyururlarsa, her müşkül hallolacaktır.

Dinlemek lütfunda bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum.

Ayrıca, Almanya'da doğup, büyüyen, tahsil gören, Türkiye'yi kendi evleri bilen, sizlere saygı göstermek üzere burayı teşrif eden gençlerimizi de yürekten tebrik ediyorum.

Hepinizden Allah razı olsun diyorum.

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Doğan, teşekkür ediyorum efendim.

DEVLET BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Sayın Başkan, cevap vereceğim...

BAŞKAN - Kürsü boşalmadan sizi çağıramam Sayın Başkanım. Siz, başkanlık yaptığınız için benim sıkıntılarımı da anlıyorsunuzdur.

Muhterem Bakanım, buyurun. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Saadet Partisi Milletvekilimiz Sayın Lütfi Doğan'ın yaptığı gündemdışı konuşma nedeniyle söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Doğan, insan hakları konularındaki görüşlerini açıkladı. Böyle bir konuyu gündeme getirdiği ve bana da bu konuda açıklama yapma imkânı verdiği için, Sayın Doğan'a, huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, insan hakları kadar, insanlığın üzerinde birleşebildiği bir üst değer pek azdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle ilan edilen ve günümüzde artık bütün çağdaş anayasalarda yer alan hak ve özgürlükler, insanı en yüksek değer olarak kabul eden bir anlayışın ürünüdür.

İnsan hakları, insanlığın 21 inci Yüzyılda, uzun mücadeleler sonucunda ulaştığı çağdaş insanlık anlayışını yansıtmaktadır. Bu anlayış, 21 inci Yüzyılda da mutlaka sürecektir. Zaten, insanların temel haklara sahip olması gerektiği konusu tartışmaya kapalıdır; ancak, kimi hakların kullanımının başkalarının haklarını ihlale sebebiyet verecek boyutlara ulaşmaması için de, birtakım düzenlemelerin olması, hakların tanımlanması ve belli bir çerçeveye alınarak, hukuksal yapıya oturtulması gerekmektedir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, altyapıyı oluşturacak ekonomik, sosyal ve kültürel koşulların da yaratılması gerekmektedir. 

Bu, öncelikle, tabiî ki devletimizin görevidir; ancak, sadece devletin bu konuda çalışması yetmez. Bu konuda, bireylere, partilere, üniversitelerimize, sivil toplum örgütlerine; yani, toplumun her kesimine çok önemli görevler düşmektedir.

Değerli milletvekilleri, insan haklarına saygıyı, Türk insanının layık olduğu en yüksek düzeye çıkarmak kararındayız. Bu konuda, ülkemizde yürütülen çalışmalara, uluslararası düzenlemelerle geliştirilen standart ve ölçüler ışık tutmaktadır. Bu alanda bazı eksikliklerimizin olduğunun bilincinde olarak, çalışmalarımız, artan bir hızla sürdürülmektedir.

Bu bağlamda, hepinizin de bildiği gibi, Anayasamızda temel hak ve özgürlüklerin sınırlarını genişleten, sizlerin büyük katkılarıyla çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Cumhuriyet tarihimizde, olağanüstü dönemler dışında, toplumsal uzlaşma ve sivil inisiyatifle gerçekleştirilen bu ilk ve kapsamlı Anayasa değişikliği, demokrasi ve insan hakları alanlarındaki ilerlemeler bakımından, Türkiyemiz için bir dönüm noktası niteliğindedir. Bu değişikliklerin uygulamaya geçirilmesi için gerekli uyum yasaları da peş peşe Yüce Meclisin desteğiyle çıkarılmaktadır.

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi için her alanda önemli düzenlemeler peş peşe gerçekleştirilmektedir. Yüce Meclisimizin büyük bir özveriyle çıkardığı Medenî Kanunumuz da, bu reformların en önemlileri arasındadır.

Öte yandan, uluslararası düzenlemelerde öngörülen yükümlülüklerimizi, bu düzenlemelerin iç hukukumuza olan üstünlüklerinin bilincinde olarak yerine getirmeye de azamî özeni göstermekteyiz.

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesinin önkoşulu eğitim olduğundan, her düzeydeki insan hakları eğitimine gerekli öncelik ve önem verilmektedir. Yasal altyapının gereği gibi uygulanabilmesi için de, idarî düzenlemeler peş peşe yapılmaktadır.

Hükümetimizin konuya verdiği önemin en başta gelen göstergelerinden birisi de, insan haklarıyla doğrudan ilgili üç bakanımızdan oluşan bir komitenin, her ay düzenli olarak çalışmalarını sürdürmesidir. İnsan haklarıyla ilgili gelişmeler, tarafımızdan her ay değerlendirilmekte olup, alınacak önlemler de an be an belirlenmektedir. Birey hak ve özgürlüklerini veri kabul etmiş bu çağdaş düzenlemeler ve uygulamalar, yalnız hükümetimizin uyumluluğunun ve kararlılığının değil, aynı zamanda, yüce milletimizin de yeniliklere olan yatkınlığının en açık göstergesidir.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; çalışmalarımızda, ülkemizi çağdaş uygarlıkla buluşturma hedefine büyük özen gösterilmektedir. Türkiye'de hukukun üstünlüğü, vatandaşlarımızın bireysel özgürlüklerden en geniş ölçüde yararlanması, düşünce ve ifade özgürlüğünün belirli kriterler altında güvence altına alınması, bağımsız ve iyi işleyen yargı mekanizmasının oluşturulması, kısacası, Türk demokrasisinin sağlam temellere oturtulması, hepimizin, bu Yüce Meclisteki her bir sayın milletvekilinin ortak arzusu ve hedefidir.

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi yönünde çok önemli ve ileri düzenlemeler yapılmasına karşın, henüz arzuladığımız noktaya ulaşmadığımızı biliyorum. İnsan hakları konusunda, özellikle yurt dışında, maalesef, hak etmediğimiz bir performansımız var. Bunu mutlaka önlemek mecburiyetindeyiz. Dikkatli uygulamalarla da bunu başaracağımıza inanıyorum.

İnsan haklarından sorumlu Bakan olarak bütün çabam ve arzum, tüm dünya ülkelerinde görülebilen insan hakları sorunlarının ülkemizde en asgarî düzeye çekilmesidir.

Kimi fertlerin bireysel ve keyfî uygulamalarının bir ürünü olan hukuk dışı bazı örneklerin sistematik bir ihlal olduğu izlenimi verilmesinin mutlaka önüne geçmek zorundayız. Bunun ilk adımı da, insan hakları konusunda iyi niyetli ve ciddî bir iradenin oluşmasıdır. Bu irade de, bugün görevde bulunan 57 nci cumhuriyet hükümetinde ziyadesiyle mevcuttur. Bu irade sürdüğü sürece, bundan böyle, Türkiye, artık, insan hakları konusunda izlenen, incelenen ve hakkında rapor düzenlenen bir ülke olmaktan çıkıp, mutlaka, artık, izleyen, inceleyen ve bütün dünyadaki insan hakları ihlalleri konusunda gereğini, gerektiği yerde yapan bir ülke konumuna gelmek mecburiyetindedir.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Sayın Doğan'ın dile getirdiği konuyla ilgili de bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Tüm dünyanın yeniden şekillenmekte olduğu yüzyılımızda, bir yandan teknolojinin sunduğu nimetlerle geleceğe umutla bakılırken, öte yandan da yeni olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Son günlerde meydana gelen olaylara baktığımızda, dünyada uzun süredir yaşanan barış ve iyimserlik havasını gölgelemeyi amaçlayan önemli gelişmelerin yaşanmakta olduğunu görüyoruz.

Önce, 11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerine yapılan terörist saldırılar, ülkemizin yıllardır yaşadığı terörün çirkin yüzünü ve dehşetini, bir kez daha bütün dünyanın gözleri önüne sermiştir. Tarihin bu en büyük terör eylemi, teröre karşı savaşımda ülke ayırımı yapmadan, yeni ve ortak bir anlayış geliştirilmesinin zorunluluğunu bir kez daha ortaya koymuş bulunmaktadır.

Nereden gelirse gelsin, kim yaparsa yapsın ve gerekçesi ne olursa olsun, terör, büyük bir insanlık suçudur ve ısrarla savunduğumuz insan haklarının da en acımasız ihlalidir. Hiçbir siyasî ve ekonomik gerekçe, terörü haklı kılamaz. Günümüzün ciddî tehditlerinden biri olan terörizmin ve terör eylemlerine katılanların ve bunu destekleyenlerin, uluslararası toplum tarafından en güçlü biçimde kınanmaları ve dışlanmaları gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, günümüz uygarlığını, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi evrensel değerler oluşturmaktadır. İnsan yaşamının her olanak kullanılarak korunması, farklı görüşlere hoşgörü gösterilmesi, bu evrensel değerlerin önemlilerindendir. Dolayısıyla, bu değerleri engelleyecek her girişime karşı çıkılmalı, çifte standartlara izin verilmemelidir. Düzenlemelerde, herhangi bir hak ve özgürlüğün, bir kişi, grup veya devlet tarafından, bir başka hak ve özgürlüğü tahrip edecek şekilde kullanılmaması gerektiği ilkesi, sürekli olarak; ama, mutlaka gözetilmelidir.

Parçası olduğumuz çağdaş uygarlığa, tüm dinlerin, farklı etnik ve ulusal değerlerin katkıda bulunduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla, günümüz uygarlığını belli bir dine ve yaşam biçimine dayandırmak, doğru bir yaklaşım değildir. İçerisinde bulunduğumuz günlerde Filistin ve İsrail arasında yaşanan ve çok üzücü, aynı zamanda insanlık için yüzkarası olan olayların da bu çerçevede değerlendirilmesi ve mutlaka kınanması gerekmektedir. Hiçbir gerekçe, bir toplumun diğer bir toplumu yok etmesinin nedeni olamaz. Tarafların, itidalli davranarak bu çılgınlığa son vermesi, yalnız kendilerinin değil, aynı zamanda tüm dünyanın da yararınadır. Sonuçta, mutlaka sağduyunun galip geleceğine inanıyorum.

Aynı zamanda, ülkemizin de ve tabiî hükümetimizin de, bu çirkin olayların sona erdirilmesi için, ciddî bir kararlılıkla uğraş vermekte olduğunu ve Sayın Başbakanımızın da, bu konuda, en ciddî manada girişimlerde bulunduğunu, bir kere daha, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, insan haklarını hazır bir veri olarak kabul etmemek gerektiğine inanmaktayım. İnsan haklarının, uzun mücadeleler sonucunda ulaşılmış ve hâlâ, bugün itibariyle uğruna mücadeleler verilmesi gereken bir değerler bütünü olduğunu unutmamak gerekir.

İnsanlığın, 20 nci Yüzyılda ulaştığı bir ortak değerler sistemi olarak insan haklarını geliştirmek ve daha ileriye götürmek, hepimizin borcu olmalıdır. Çalışmalarımız da, bunu sağlamaya dönüktür. Biz, insan hakları konusunda her türlü katkıya açığız. Katkının da ötesinde, ciddî bir desteğe, toplumsal bir bilince, kitlesel bir duyarlılığa ihtiyacımız var. İnsan haklarından sorumlu Bakan olarak tekrar ifade ediyorum ki, tüm çabam, çağdaşlığın gerektirdiği evrensel değerlerin ülkemizde de köklü olarak mutlaka yerleşmesidir. Konuya, içerisinde bulunduğumuz yüzyılın vizyonuyla baktığımızda, bunu başarmak mecburiyetimiz de vardır. Aksi takdirde, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamamız mümkün olamaz. Bunu başaracağımıza da yürekten inanıyorum.

Sözlerimi bitirirken, bu konuda bana açıklama yapma imkânı veren Sayın Doğan'a ve söz veren Sayın Başkana huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Efendim, gündemdışı ikinci söz, Samsun'da kapanan Halk Bankası şubeleri ve tarımı doğrudan destekleme kredilerinin ödenmesi konusunda söz isteyen, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Uzunkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Samsun'da Halk Bankası şubelerinin kapatılmasına ve çiftçilere doğrudan destekleme kredilerinin ödenmesinde karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemdışı konuşma imkânı lütfeden Sayın Başkana, Yüce Milletin mümtaz temsilcileri olan sizlere saygılar sunuyor, millet adına müstesna çatı altında yapılan çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Yüce Parlamentoda, Meclisin çalışma günlerinde, İçtüzükten doğan hak olarak, üç değerli parlamentere Meclis Başkanı söz hakkı vererek, kendilerince önemli olan yöresel, bölgesel, ulusal veya uluslararası olayları gündeme taşırlar. Bendeniz de, bugün, ciddî anlamda önem atfettiğim temel ve acil sorunları Yüce Heyetinizin huzuruna getirmeyi bir vazife telakki ettim.

İcranın sorumluları olan sayın bakanlardan, yapılan konuşmalara kendilerini ve bürokratlarını savunmak adına laf değil, özellikle iş ve sonuç beklediğimizi bir defa daha hatırlatmak istiyorum.

Sayın Tarım Bakanı, dün, burada, bir arkadaşımızın konuşmasına cevaben, tarımı doğrudan destekleme adı altında, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanının açıklamasına göre Dünya Bankasınca, kendi beyanlarında ise bizzat bütçeye konularak çiftçiye verileceği ifade edilen paranın hangi kaynaktan verildiğine dair dahi, iki bakan arasında güveni sarsıcı beyanlar maalesef burada yapılmıştır. Nitekim, Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş, bu paranın -bu dokümanda olduğu gibi- Dünya Bankasından verilen kredi olduğunu söylüyor. Şuradan veya buradan; ama, neticede, vatandaşa intikal etmeyen, iki bakan arasında, nereden ve nasıl verildiği dahi tereddüde vesile olan, güveni bunaltan bir açıklama yapılmıştır.

Sayın Bakan, 61 ilde dağıtıldığını ifade ettiği paranın tüm çiftçi ailesine verilmediğini, bunun bürokrasideki sıkıntılardan kaynaklandığını, tapu kayıt işlemleri, veraset ve intikal, hatta bazı harf hatalarının bile bunda müessir olduğunu, yönetim hatasının bedelini, ekonomik olarak perişan edilmiş çiftçiye ödettiklerini ifade ediyor. 2001 yılında ödenmesi gereken bu paralar, benim ilim olan Samsun dahil 20 ile henüz verilmediği gibi, Samsun'daki 120 000 çiftçi ailesinden sadece 46 000'inin para alabilecek olması da bir başka handikaptır. Samsunlunun 2001 yılında alması gereken parayı, tarımı yok etme pahasına geçtiğimiz aylarda çıkarılan kanunlar paralelinde, tütünü, fındığı, çayı, pancarı ve hulasa tüm tarımcının ürettiği mahsulün yok edilmesi karşılığında, Dünya Bankasından verilen bu parayı bile zamanında çiftçisine vermeyen bu aciz hükümeti burada kınıyorum ve burada da ilan ediyorum.

Sayın Bakan, bazı illerde tarım il müdürlüklerinin gerekli tespit çalışmalarını vaktinde yapamadığını, dolayısıyla, gecikmenin bundan kaynaklandığını da dün ayrıca ifade ettiler. Sayın Bakan, mesela, Van Tarım İl Müdürlüğünde olduğu gibi, birçok tarım müdürünün bir yılda birkaç defa görev yeri değişti. Hatta, mesela, Van'a, zannediyorum, son bir yıl içinde on tarım müdürü geldi gitti. Bu kadar bürokrat kıyımıyla meşgul olursanız, bu bürokratlar hem bürokrasiyi hem de hizmetlerini aksatacaklardır. Kaldı ki, Samsun İli, yılbaşında 46 000 ailenin hak ettiği 16,5 trilyonluk krediyle ilgili çalışmalarını ikmal etmiş ve bildiğim kadarıyla, aylar önce yetkili makama iletilmiştir. Kurban Bayramı öncesi, olmadı, mart ayında Sayın Bakan Samsun'a gelecek ve bir merasimle, sık sık da bir televizyonda tekrarlandığı gibi "ananızın ak sütü gibi bu para size helal olsun" diyebileceği bir merasim imkânını hazırlatamadığından dolayı, Samsunlu köylü parasını alamamaktadır; Sayın Bakanın keyfine, âdeta, mahrum bırakılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hükümet, sadece tarımı değil, esnafı ve onlara kredi veren kuruluşları da perişan etmiştir. Bakın, dün, Samsun Vezirköprü İlçesinden tüm partilerin ilçe başkanları ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri, geçtiğimiz yıl takriben 2 trilyon kâr eden Vezirköprü Halk Bankası Şubesinin kapatılmış olmasından dolayı, bir çare umuduyla Ankara'ya gelmiş, şubelerinin açılmasını talep etmiş; ama, maalesef, elleri boş dönmüştür ve nitekim, sayın değerli milletvekili arkadaşlarımıza da gönderildiğine inandığım bu imzalı varakları, sizin imzalarınızla çıkardığınız o perişan yasayla, maalesef, 2 trilyon kâr eden banka kapatılmış, bu sıkıntıyla karşı karşıya kalmışlardır.

TARIK CENGİZ (Samsun) - Dün toplantıda olsaydınız zarar ettiğini öğrenirdiniz Sayın Uzunkaya.

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim... Karşılıklı konuşmuyorsunuz...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir başka acil sorun da, bu hükümet döneminde, binlerce camiin ezansız, imamsız ve Kur'an'sız bırakılmış olması olayıdır. Tarihte ilk defa, selatin camilerinden dahi ikinci imam veya müezzinler alınarak, başka camilere verilmekte, özellikle, Karadeniz Bölgesinde, çok uzak olan köylere ait mahallelerin cami imamları alınarak, güya başka köylerin kadroları verilsin diye, köyler ve mahalleler boş bırakılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlamanızı rica ediyorum.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Örneğin, Samsun'un tarihî ve en büyük camii olan Büyük Camiin iki imamından birisi alınıyor ve yine köyleri... Mesela, benim köyümün bir mahallesi, Özören Köyünün bir mahallesinin imamı alınarak, başka bir köye verilerek, güya taltif ediliyor; ama, köyler imamsız bırakılıyor.

DMS'yi kazanmış onbinlerce kişi dururken, aldığımız duyumlara göre, hiçbir sınava girmediği halde, yine binlerce insanı atadığı, memuriyet görevine getirdiği iddia edilen bu hükümet, sıra, imam ve müezzin kadrosuna gelince, bütün cimriliği ve tasarruf anlayışıyla meseleye yöneliyor. Sayın hükümetten, çok acil olarak, imamsız olan tüm camilere en az bir din görevlisinin verilmesi konusunda harekete geçmesini, milletim adına özellikle rica ediyorum ve özellikle, Devlet Personel Başkanlığından Sorumlu Sayın Bakan ile Maliye Bakanı ve bürokratları arasında sıkışan, DMS'yi kazanmış 1 249 imam adayı ile 1 960 vekil imam kadrosunun, bir an önce -iki bakanlık arasında bu kadrolar gidip geliyor- verilmesini istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, 10 Nisan, Polis Bayramıdır. Bu vesileyle, canları pahasına yüce milletimizin güvenliği için gece gündüz çalışan emniyet personelimizin bu güzel günlerini tebrik ederken, ölenlerine ve görev şehitlerine Allah'tan rahmet, yaralılarına şifa, hayatta olanlarına da sağlık, sıhhat diliyorum.

Hükümetin, elbette, bizim temennimizden farklı, bu konuda bir yaklaşımı olmalıdır. Emniyet görevlileri, resmî raporlara göre, yoksulluk sınırı altında ve açlık sınırı çerçevesinde bir maaşla çalıştırılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde; yani, 14.3.2002 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararıyla üst düzey bürokratlara ve birkısım memurlara sağlanan maaş artışı, adaletsiz ve haksız bir artış olup, milyonlarca memurumuzun yanında, emniyet mensuplarımızı da ciddî bir ihmale ve gadre uğratmıştır.

Şimdi, Sayın İçişleri Bakanının görevi, okulları önünde en tabiî hakları olan eğitim haklarını, temel inanç haklarıyla yan yana koyarak, birinden diğerini tercihe mahkûm eden, ya okul ya başörtüsü...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan; cümlemi tamamlayayım.

BAŞKAN - Ama, istirham ederim... Yani, şimdi, komple bir konuşma oluyor...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, eğer polis hakları da deseydiniz, Sayın Bakan gelip cevap verirdi size.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Keşke bakanlar cevap verseler.

BAŞKAN - Toparlayın lütfen efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Kahir ekseriyeti saygıya seza emniyet mensuplarımız ile halkımızı ve onların değerlerini karşı karşıya getirmek değil Sayın Bakanın görevi; hak ettikleri maaşları en dolgun şekliyle vererek, toplumun güvenliğini sağlayacak bir görevde onları istihdam etmek zorunda olduğunu bilmesidir. Yoksa, bu millet ve emniyet camiası, bayramlarda seyranlarda çok bakan nutku, çok politikacı nutku dinlemiştir, dinleyeceği gibi.

Değerli Başkan, müsamahanızdan dolayı size teşekkür ediyor; Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlarken, başta Filistin'de yaşanan zulüm olmak üzere, yeryüzündeki bütün zulüm girdabına düşmüş mazlum insanlara kurtuluş, zalimlere de hidayet diliyorum; çünkü, biz, millet olarak "Zulmü alkışlayamam, mazlumu asla sevemem/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" diyen bir İstiklal Marşı şairinin memleketinde yaşıyoruz; ama, maalesef, yapılan tank ihalesiyle, zulmü alkışlamak değil, bizzat Türkiye zulme destek olmuştur. Bu desteği yapanları da kınıyorum; saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, teşekkür ediyorum.

Sayın Uzunkaya, onu düzeltelim: "Mazlumu" değil, "zalimi asla sevemem" olması gerekir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - "Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem."

BAŞKAN - Siz "mazlumu" dediniz de, onun için.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ben "mazlumu" demedim.

BAŞKAN - "Mazlum" dediniz, "mazlum"  dediniz; adınıza düzeltiyorum efendim.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Fakat, öyle bir ülkede kaldık ki, mazlumu sevmeyen bir ülke haline geldik.

BAŞKAN - Yok efendim; Allah korusun.

Şimdi "müsamaha" dediniz de, işte, benim gösterdiğim müsamahadan dün başıma neler geldi. Onun için, istirham ederim, bu müsamaha işinden vazgeçelim.

KEMAL VATAN (İzmir) - Yine gösteriyorsunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Müsamaha göstermedim efendim. Nasıl yapayım efendim; polis mi dikelim buraya?! Bir sayın milletvekilinin kürsüyü kaç dakika kullanacağını kendisi ayarlaması gerekirken, ondan sonra, bazıları ayarlamayıp da, sadece Başkanın laçkalığı diye göstermeye çalışırsa, benim elimden bir şey gelmez. Yani, 5 dakika konuşma, 2 sayfa. Çok basit bu.

VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Sayın Uzunkaya'nın yapmış olduğu konuşma için bir düzeltmede bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Mikrofonunu açar mısınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Ne olduğunu anlayayım ben...

VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Doğrudan gelir desteğiyle ilgili, Samsun'a yapılacak olan, millî bütçeden verilecek olan gelirler, önümüzdeki hafta dağıtılacak. Sayın Musa Uzunkaya, Tarım ve Köyişleri Bakanlığıyla bir görüşseydi, bu bilgiyi alabilirdi. Bunu doğrulamak adına söz aldım.

Teşekkür ederim.

TARIK CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, siz de diyeceksiniz ki, Halk Bankası şubelerinin yerine...

Buyurun efendim.

TARIK CENGİZ (Samsun) - Sayın Başkanım, bir toplantı yapıldı. Sayın Uzunkaya, bizim toplantımızda yoktu. Halk Bankası şubesi, kendisinin söylediği gibi kâr etmiyor, zarar ediyor.

Bir de, yanlış irtibatta bulunmuşlar herhalde. Halk Bankası Genel Müdürü Emel Hanımla görüşmüşler. Yalnız, Emel Hanım değil, Emel Bey, Sayın Başkanım. Onu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Emel Hanım değil, Emel Bey olarak düzeltilmiştir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, allahaşkınıza!.. Lütfen...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Müsaade buyurun Sayın Başkan...

Ben, Emel Hanımın adını burada zikretmedim; bu bir.

İkincisi...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - "Emel Hanım" falan geçmedi...

BAŞKAN - Efendim, öyle anlamışlar...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Müsaade buyurun...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - "Emel Hanım" demedi ki...

BAŞKAN - Matlup hâsıl oldu efendim...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - O zaman, bir şeyi arz edeyim...

BAŞKAN - Aman efendim!.. Siz, o kadar çok şeyi arz ettiniz ki, dışpolitikadan içpolitikaya kadar...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, Sayın Genel Müdür darılır...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkanım, Sayın Bakan, bize, Kurban Bayramından önce 16,5 trilyon paranın verileceğini daha önce beyan ettiler; olmadı, mart ayında, Sayın Bakanı, büyük bir heyecanla Samsun'a bekledik, gelip paraları dağıtacak diye.

BAŞKAN - Efendim, imkânlar...

VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Önümüzdeki hafta dağıtılacak...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - İnşallah... Önümüzdeki haftayı bekleyelim...

BAŞKAN - İmkânlar efendim...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum.

Mesele anlaşıldı efendim. Herkesin elindeki imkâna göre dağıtıyorlar.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, bizim söylediklerimizi iktidar hep yanlış anlıyor!

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Tarım ve Köyişleri Bakanı cevap versin.

BAŞKAN - Cevap verecek Sayın Bakan burada yok efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Siz de mi istediniz?..

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham ederim...

Buyurun Sayın Seven.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, kusura bakmayın.

Ben, üç ay -haziran ile eylül ayı arasında- Ağrı'da kaldım yaz döneminde. Doğrudan gelir desteğiyle ilgili bu kararname çıktıktan sonra, bazı siyasîler, halkı aradılar "sakın ha, kendinizi yazdırmayın, sizden vergi alacaklar..." Günahtır... Bizzat milleti dolaştılar...

Benim Ağrımda da, bazı kişiler, bu manada yazılamadı. Şimdi, ben, bazı siyasîleri, gerçekten davet ediyorum. Halka politikalar götürürken, halkın ekmeğiyle oynamasınlar.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Peki efendim. Mesele anlaşıldı.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. Ondan sonra, şimdi, size söz vereceğim.

Siz, ne istiyorsunuz?

Buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, şimdi, biz, bu Mecliste yeni yeni icatlar görüyoruz. Burada, gündemdışı konuşmalara cevap vermesi gereken kişi Sayın Bakandır.

BAŞKAN - Cevap vermediler efendim.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hayır... Sayın Bakan, burada, buna cevap vermesi gerekirken, bir diğer milletvekili arkadaşımızın buna cevap verme hakkı yoktur; çünkü, hükümeti biz sorguluyoruz.

BAŞKAN - Sayın Çelik, cevap hakkını istemedi, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre yerinden söz istedi. Mahiyetini öğrenmek için, mikrofonu dahi açmadım... Bakan adına da cevap olarak kabul etmeyeceksiniz.

Çok teşekkür ederim yani...

VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) - Niye rahatsız oluyorsunuz ki?!

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Rahatsız olmuyoruz; ama, Sayın Bakan, gelip cevap versin.

BAŞKAN - Gündemdışı üçüncü söz, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluş yıldönümü nedeniyle istenmiştir.

Bugün 3 Nisan; 1937'de, 65 yıl evvel kurulan Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluş yıldönümünü kutluyor, bu konuda söz isteyen Karabük Milletvekili Sayın İlhami Yılmaz'a söz veriyorum.

Sayın Yılmaz; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

3. - Karabük Milletvekili İlhami Yılmaz'ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kuruluşunun 65 inci yıldönümü ile Kardemir’in içinde bulunduğu sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

İLHAMİ YILMAZ (Karabük) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karabük Demir Çelik Fabrikalarının 65 inci kuruluş yıldönümü münasebetiyle Karabük'ün ve Karabük Demir Çelik Fabrikalarının sorunlarıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinize saygılar sunarım.

31.12.1994 tarihinde özelleştirilerek, çalışanlara ve yöre halkına devredilen Karabük Demir Çelik Fabrikası, üç yıl kâr ederek faaliyetine devam etmiştir. Daha sonra, zarar etmeye başlamıştır. Bu zararı, herkes, çeşitli gerekçeleri, eksiklikleri krizleri öne çıkararak açıklamaya çalışmıştır. Bu gerekçelerde, muhakkak ki doğruluk payı vardır; ama, ortada bir gerçek var ki, Kardemir'in esas sıkıntısı finans sorununa çare bulamaması ve faiz girdabının içine düşmesidir. Gelir-gider dengesindeki makasın açılmasında, muhakkak ki, yapılan yatırımların yüksek bedelle yapılması önemli rol oynamıştır. Bütün bu olumsuz tabloya rağmen ortada olumlu bir tablo vardır. 160 000 000 dolar borcuna karşılık, ülke ekonomisine, bu zaman zarfı içerisinde, 500 000 000 dolar civarında katmadeğer kazandırmış, bir şehrin hayatiyetinin devamına fırsat vermiş, böylece de bölgenin hayat damarlarından biri olduğunu ispatlamıştır.

Karabük Demir Çelik Fabrikalarının özelleştirilmesinin ilk yıllarındaki kârlılık, herkesin kabul ettiği gibi üretim faaliyetlerinden değil, repo gelirlerinden olduğudur. Maliyetlerin yüksekliğini aşağıya çekebilmek için, Kardemir'de tasarruf tedbirleri en son noktasına kadar uygulanmaya başlanmıştır. Bundan sonra, yıllardan beri elektrik fiyatlarıyla ilgili, ark ocaklarıyla entegre tesisleri arasındaki entegre tesis aleyhine olan durumun ivedilikle düzeltilerek, konunun halledilmesi gerekmektedir.

Devlet Demiryollarının, en büyük taşıyıcısı olduğu Kardemir'e, cüzî miktarda, yüzde 10 gibi fiyat indirimi yapması, maliyetlerindeki en büyük kalemi aşağı çekme imkânını doğuracaktır; çünkü, demir çeliğin en önemli 4 kalemi; hammadde, nakliye, enerji ve işçiliktir. Kardemir, işçilik giderlerini, ücretsiz izin uygulamasıyla aşağıya çekmiştir, nakliye ve enerji kalemlerinde de devlet yardımcı olmalıdır. Hammadde girdisindeki yüksek fiyatı da... Teminat mektubu verilmesi, dünya pazarlarındaki pazarlık şansını artırarak, ucuza hammadde alma şansını doğuracaktır.

Karabük Demir Çelik Fabrikaları, Türkiye'nin endüstrileşmesinde çok önemli bir görev ifa etmiştir. Bu görevlerini -burada, elimde bulunan dosya 21 sayfadır, her sayfasında takriben 40 fabrikanın isimleri yazılmaktadır- Hereke, İstanbul, Balıkesir, Pınarhisar, İskenderun gibi çimento fabrikalarını; Konya, Turhal, Ankara, Eskişehir, Adapazarı, Burdur gibi şeker fabrikalarını alt alta koyduğumuz zaman, yuvarlak hesapla maliyetleri çıkarılırsa 5 milyar dolar gibi Türkiye'de yatırımlar yapılmasına fırsat vermiştir Karabük Demir Çelik Fabrikaları.

Bu kadar imkânı sağlayan Karabük Demir Çelik Fabrikalarına, ülkemize bu kadar fabrika kazandırmış Kardemir'e, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milletinin, en azından vefa duygusuyla bakacağına inanıyoruz.

Biz Karabüklüler olarak fazla bir şey istemiyoruz; borçlarımızın ötelenerek zamana yayılmasını ve faaliyetlerimizi daha aktif yapabilmek, hammadde alımını yapabilmek için de teminat mektubu verilmesini istiyoruz. Hükümetimizin bu konuda ciddî çalışmalarının olduğu bilinmektedir; ama, geçen zaman gelir-gider dengesindeki makası daha da açmakta, her geçen gün sıkıntıların büyümesine sebep olmaktadır. İyi bir denetim mekanizması oluşturularak bu konunun ivedilikle çözülmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karabük Demir Çelik Fabrikalarının özelleştirilmesi sırasında, zamanın siyasî iradesi, Karabük'e bir üniversitenin kurulacağını taahhüt etmiş; maalesef, bugüne kadar bu konuda somut bir adım atılmamış, ancak Zonguldak Karaelmas Üniversitesine bağlı olarak fakülte ve yüksekokul açılımı Karabüklülerin maddî ve manevî katkıları ve Karaelmas Üniversitesi yönetiminin takviyesiyle okullaşma sürecini belirli ölçüde tamamlamıştır. Eskipazar İlçemizde atıl vaziyette duran yatılı bölge okulları, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından üniversitenin kullanımına izin verilmesine rağmen, Karaelmas Üniversitesi, okulların fazla dağınık olmasını gerekçe göstererek, en az bin öğrenci kapasitesinin istihdam edileceği binalar kullanılamamaktadır. Eğer, Karabük üniversitesi kurulursa, şehre 30 kilometre uzaklıktaki Eskipazar İlçemizdeki YBO okullarının da değerlendirilmesi sağlanacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karabük'ün kültür ve kongre turizmi açısından önemli bir yeri vardır. UNESCO tarafından dünya miras kentleri listesine alınan Safranbolu İlçemiz, geçmişimizle geleceğimiz arasında önemli bir köprüdür. Yılda 150 000 ile 200 000 yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir. Aynı güzergâh üzerinde bulunan Eskipazar İlçemizde tarihimizin kalıntıları batık yeraltı şehri olarak yatmaktadır. Selçuklu ve Roma dönemine ait eserlerin define avcıları tarafından talanının önüne geçilerek kazı çalışmalarının da bir an evvel başlatılarak turizmin canlandırılması gerekmektedir. Kültür Bakanlığımızın bu konudaki çalışmalarını hızlandırmasını bekliyoruz. Bütün bunların yanında, Türkiye'nin en uzun kayak pisti yapılabilecek şekilde bir doğa harikası olan ve yılın dokuz ayı karla kaplı Keltepe mevkiinin kış turizmi açısından değerlendirmeye alınması bölgemiz ve ülkemiz turizmi açısından önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kardemir'de, Divriği'nin demir cevheri, Zonguldak'ın kömürü, Keban'ın elektriği ve Türk insanının alınteri harmanlanarak, stratejik metal elde edilmektedir. Ezcümle olarak, Kardemir'le ilgili gelişme 1994 yılında başlayan bir serüven. Bu serüvenin başladığı yıllarda Kardemir'le birlikte özelleştirileceği söylenen KİT'lerden hiçbirisini özelleştirmeyenler, Kardemir'in özelleştirilmesini oldubittiye getirdiler. O gün Kardemir'i plansız programsız özelleştirenlerin kimisi Mecliste oturuyor, kimisi de Mecliste oturanı ziyaret ederek timsah gözyaşları döküyor. Bu problemi çözmek de 57 nci hükümete kalıyor. İnşallah, bu konu 57 nci hükümet tarafından halledilecek.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Ne oldu, sataşma mı var efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Tabiî ki, sataşma var...

BAŞKAN - Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kâr getiren müesseseyi zararlı hale getiren ben miyim, onlar mı?!

BAŞKAN - Efendim, bir isim zikretmedi.

Sayın Eren, buyurun.

MUSTAFA EREN (Karabük) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Cumhuriyet kenti Karabükümüzün ve Kardemir'in bugün 65 inci kuruluş yıldönümü. Birçok ilimiz kurtuluş gününü kutlarken, biz, bugün, içimiz buruk, iş, aş, ekmek kaygısı içerisinde, geçmiş güzel günlerin hayalleriyle avunuyoruz; ama, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıların son bulacağına olan inancımızı da yitirmedik. Bu vesileyle, bir kentin doğuşuna vesile olan herkese minnet ve şükranlarımı sunuyor, saygılarımı arz ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sağ olun efendim, teşekkür ederim; mesele anlaşılmıştır.

Sayın Çelik, buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, biz, AK Parti Grubu olarak, Karabük'ün, Karabüklülerin, Kardemir'in bu meselelerine son derece duyarlıyız; bu konuda atılacak her adımı destekleyeceğimizi huzurunuzda arz etmek istiyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Hatipoğlu, siz de destek veriyorsunuz herhalde.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkanım, öncelikle Kardemir'in ülke ekonomisine olan katkısı herkesin malumu; ancak, burada bir şeyi ifade etmek istiyorum. İktidara mensup çok değerli bir milletvekilimiz konuyu gündeme getiriyor ve "ümit ederim ki, bu hükümet bu sorunu çözecektir" diyor. Sanırım, sayın milletvekilimizin kendi mensubu bulunduğu partinin sayın bakanına bu konuyu takdim edebileceği başka platformlar da var; götürsün konuyu. Sayın Bakan, Milliyetçi Hareket Partisinin değerli bakanları da bu konuda katkı sağlasınlar.

BAŞKAN- Öyle dedi zaten efendim...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır)- Evet, ben de bunu temenni ediyorum; ancak...

BAŞKAN- Tamam, teşekkür ediyorum; mesele anlaşılmıştır efendim.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır)- Bir saniye efendim...

Ben, bu gündemdışı konuşmalara, hükümetin, mutlaka, burada hazır bulunup, cevap vermesi gerektiğini de vurgulamak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Efendim, o hükümetin takdiri; biz, ona bir şey diyemeyiz. Zaten, söz isteyen milletvekilinden dilekçe almamızın sebebi, ne konuda konuşacağını her bakanlığa bildirmek, gruplara da bildiriyoruz; ama, takdir kendilerinin...

NEZİR AYDIN (Sakarya)- Takdiri, hep cevap vermemekte kullanıyorlar!..

BAŞKAN- Efendim, mesele anlaşıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - İspanya Parlamentosu Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M. Jesus Lopez-Medel Bascones'in, Madrid'te yapılacak Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonları Başkanları Konferansına bir milletvekilini davetine, TBMM Dışişleri Komisyonunu temsilen İstanbul Milletvekili Ahad Andican'ın icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1034)

     2 Nisan 2002

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

İspanya Parlamentosu Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonu Başkanı M.Jesus Lopez-Medel Bascones'in daveti üzerine, Avrupa Birliği aday ülkeleri parlamentolarının ilgili komisyon başkanlarının da katılacağı 11-12 Nisan 2002 tarihleri arasında Madrid'de yapılacak olan Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Üye Ülkeleri Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Komisyonları Başkanları Konferansına TBMM Dışişleri Komisyonunu temsilen bir üyesinin katılması, Genel Kurulun 26.3.2002 tarih ve 78 inci Birleşiminde kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesi uyarınca, söz konusu  konferansa katılmak üzere Anavatan Partisi Grup Başkanlığı tarafından İstanbul Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu üyesi Ahat Andican'ın ismi bildirilmiştir.

Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

 

Ömer İzgi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

Başkanı

BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır.

Önce, tümünü okutup işleme alacağım; sonra, ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

III. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 3 Nisan 2002 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerisinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Emrehan Halıcı

Mehmet Şandır

Nihat Gökbulut

 

DSP Grup Başkanvekili

MHP Grup Başkanvekili

ANAP Grup Başkanvekili

Öneriler:

1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"  kısmının 317 nci sırasında yer alan 840 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 173 üncü sırasında yer alan 557 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına alınması önerilmiştir.

2 - Genel Kurulun, 3 Nisan 2002 Çarşamba günü saat 20.00'ye, 4 Nisan 2002 Perşembe günü de gündemin 11 inci sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi ve 3 Nisan 2002 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Aleyhte, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün, Danışma Kurulunda anlaşma olmayınca, üç partinin müşterek imzasıyla bir öneri geldi. Burada, çalışma saatlerine itiraz etmediğimizi ve basınla ilgili 6 araştırma önergesinin birleştirilerek görüşülmesini kabul ettiğimizi ifade ettim. İtirazımız, sadece... Daha evvel, zamanın Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen bir kanunun iptaline ilişkin olaydan sonra, bu defa, aynı kanun tasarısının, bir kere daha, onaltı ay sonra Meclis gündemine getirilmesinin sakıncalarını burada anlattım. Yani, şunu söyledim; bu kanunu siz çıkartırsanız, biz yine Anayasa Mahkemesine gideceğiz, uzun süre beklemeden ve Anayasa Mahkemesinin de çok uzun bir gerekçesine gerek kalmadan "daha evvel, 1993 yılında, ben, böyle bir kanun geldiğinde iptal etmiştim, yine iptal ediyorum" diyecek ve Meclis, zamanını, bu kanunun iptalini sağlayıncaya kadar, değersizce harcamış olacaktır; yani, vakitleriniz çok değerlidir değerli milletvekilleri. Bir kanun tasarısı için bir emek sarf ediyorsunuz. Bunun yerine, millete daha yarar sağlayacak ve iptale müncer olmayacak bir kanun tasarısı getirmek varken... Örneğin, Anayasayı değiştirdiniz, bakın, Türk Ceza Kanununun 450 nci maddesi havada kaldı; uyum kanunu dediğiniz zaman bunu getirin. Yani, ölüm cezasının yerine, 38 inci maddede yaptığınız değişikliğe göre, ne koyacaksınız; onu getirin, onu tartışalım, onu görüşelim. 450 nci madde kalkınca... Türk ceza hukukundaki genel espri nedir; kanunsuz suç ve ceza olmaz. Suç var, cezası yok. Bunu getirin, bir an evvel onu görüşelim. Biz, bunu talep ediyoruz. Fakat "hayır, Anayasa Mahkemesi iptal etti; ama, benim inadım inattır" deyip, bir kanun daha getirirseniz, bu mümkün değil. Neden; Anayasanın 153 üncü maddesi sizi bağlıyor.

Değerli milletvekilleri, bakın, 153 üncü madde çok net ve açık. Ne diyor orada; müsaade ederseniz, birlikte okuyalım: Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama -yani biz- yürütme -yani hükümet- ve yargı organlarını -yani mahkemeleri-  idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Bu bağlama karşısında, siz, neden getiriyorsunuz bunu? Niye bir inadın içine girelim ki?! Bu, bir.

İki, bir usul tartışmasının açılmasını talep ederim ben. Dün, bu, Danışma Kurulundan geçmeyen, üç partinin imzasını havi grup önerisi önümüze geldi. Şimdi, bunu değiştirelim... Diyelim ki, bir kanun tasarısı önümüze geldi. Bir madde görüşülürken, karar yetersayısı istendi, bir madde görüşülürken yoklama istendi. Burada karar yetersayısı veya yoklama sonunda belli nisap temin edildiği zaman o madde kabul edilir mi edilmez mi; edilir. Peki, edilmezse ne olur? Uygulamamız var. Edilmezse ne olur; o madde bir sonraki günde önünüze gelir, oylaması yapılır. Yani, bir düzenlemeye ihtiyaç var mı, kanun maddesini mi değiştiriyorsunuz siz; hayır. O zaman ne yapacağız biz? Dün, burada yeterli nisap olmadığı için birleşim kapatıldı. Bugün, önümüze, dünkü öneri aynen gelmeli ve oylanmalıydı; Danışma Kurulunu yeniden toplantıya çağırmaya gerek yoktu. Bir gün evvel yapılan işlemde noksanlık olmuşsa, yani, yeterli oyu bulmamışsa, o madde düşer mi; düşmez. Eğer, aleyhe bir oylama çıksaydı, o düşerdi; düşmedi bu. Bunun bir kere daha oylanması lazım gelirken, biz ne yapıyoruz; Danışma Kurulunu toplantıya çağırıyoruz ve dünkünün dışında olmayan... Yani, dün de aynısıydı. Dünkü öneride ne vardı; dünkü öneride, Emlak Vergisiyle ilgili kanunu ilgili kısmın 9 uncu sırasına, bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısını da 10 uncu sırasına alınması önerilmişti. Yani, dün yaptığımız işten başka bir iş yaptık mı; yapmadık. O zaman, Sayın Başkan, siz bunu oylamalıydınız ve yeterli sayıyı da bulurdunuz. Yeterli sayıyı bulduğunuz takdirde de, bugün, dünden kalan, geride kalan şeyler -ki, önerinin 1 inci maddesini oyluyorsunuz, bakın; yani, o- kabul edilmekle, 2 nci madde de dün geçtiği için kendiliğinden düşme durumu olurdu, onu açıklardınız ve Yüce Meclis yoluna devam ederdi. Peki, biz ne yaptık? Bakınız, aşağı yukarı, yarım saate, bir saate yakın bir süre kaybına sebebiyet verdiniz. Süremiz değerliyse, bu usulü... Efendim, teamülde bu vardır demiyorum, demem de; çünkü, teamül, bazen, yanlışları beraberinde getirmektedir; çünkü, şu Anayasa ve İçtüzükte, buna dair açık, net bir hüküm yoktur. Bir tek yerde var; o da, oylamanın açık olması halinde, Başkanın, bir başka güne bırakması olayı var. O zaman, demek ki, burada açıklık yoksa, yapılacak olan işlem, hukuka yakın, hukuka uygun işlem olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bu bakımdan, Sayın Başkanım bu görüşmeyi yaptırmayarak, doğrudan doğruya dünkü grup önerisini oylamaya getirip, koyması ve -bugünkü Danışma Kurulunda yine uyum sağlanamadığı anlaşılıyor, bendeniz iştirak edemedim- bugün getirilen grup önerisinin devre dışı bırakılması gerekir diyorum.

Hepinize saygılar sunar, teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Güven, dünkü öneride bir istem vardı, bugün iki istem geldi.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Dünde iki istem vardı Sayın Başkan; zabıtlara bakın, zabıtlar bende var.

BAŞKAN - Efendim, dünkünde "bitimine kadar" ibaresi yoktu, bugün bitimine kadar...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Olur mu efendim! Dikkatli okuyun.

BAŞKAN - Sadece Meclis araştırması önergesinin bitimine kadar karar alınmıştı, diğerleri de saat 20.00'de bitiyordu efendim. Bugünkü kararda, bugünkü istemlerinde "kanun bitene kadar" diye istem var.

Lehinde söz talebi var mı?.. Yok.

Aleyhte ikinci söz,  Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu'na aittir.

Buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iktidar partilerine mensup grup başkanvekillerinin Meclis gündemiyle ilgili önerileri üzerinde aleyhte söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iktidar partileri bir âdet edindiler; her hafta Danışma Kurulunu toplantıya davet ediyorlar, bazen haftada iki defa oluyor, bu hafta da olduğu gibi ve önümüze bir gündem koyuyorlar.

Şimdi, ben şunu düşünüyorum: Her hafta, kimi zaman haftada bir iki defa gündem değişikliğini Meclise getirip oylatmak, onaylatmaya kalkışmak, her şeyden önce, hükümet partilerine mensup grupların, hükümetin bir planının, bir programının, geleceğe yönelik bir perspektifinin olmadığının çok açık bir ifadesidir. Bakınız, bu uygulama, Meclis gündemini yazboz tahtasına dönüştürmüş -affınıza sığınıyorum- buradaki müzakereleri, tartışmaları ciddî olmaktan çıkarmış vaziyette; çünkü, bu tarz bir gündem oluşturma çabası, her şeyden önce, bir oldubitti anlamına geliyor. Danışma Kurulu kararlarıyla buraya getirilmeye çalışılan yasaların çok büyük bir bölümü, milletvekillerinin incelemesine, araştırmasına fırsat verilmeden gündeme taşınıyor ve sayın milletvekilleri, bu önerilerin oylandığı dakikada, saatte gelip Mecliste hazır bulunuyor -kabul edenler, etmeyenler- ellerini kaldırıyorlar ve grupların getirdiği bu gündem değişikliği burada kabul edildikten sonra, Meclis Genel Kurulunu terk ediyorlar; işte, kulislere gidiyor -hepimiz için geçerli bu; ben, kimseyi suçlamak için söylemiyorum- odasına gidiyor ve eğer bu yasanın oylanması söz konusuysa, oylama sırasında gelip, burada hazır bulunuyorlar. Yasama faaliyeti böyle olmaz arkadaşlar!

Şimdi soruyorum. Milletvekilleri neden bu tutum içine giriyor, bu davranış içine giriyor; çünkü, saygıdeğer milletvekilleri de, getirilen bu yasa tekliflerinin ülkenin hayrına olduğu konusunda hemfikir değiller; her şeyden önce okumadılar, bu yasaların neyi getirdiğini bilmiyorlar. Dayatılan bir gündemle, kabul edenler, etmeyenlerle, biz, bir onay makinesi haline dönüştürülüyoruz. Bunlar yanlıştır, bunlar ciddiyetsiz tutumdur; bu, kararsızlıktır, bu Meclisin mehabetine uymayan şeylerdir ve bunu yapmakla, biz, yasama faaliyeti filan da yapıyor değiliz. Öncelikle bunu vurgulamak istiyorum.

Şimdi, plansız çalışıyorsunuz, programsız çalışıyorsunuz. Kim plansız programsız çalışıyor; hükümet plansız programsız çalışıyor, hükümetin getirdiği tasarıları Meclis gündemine taşımakla kendini yükümlü hisseden iktidar partilerinin grupları plansız programsız çalışıyor.

Bir başka şey söyleyeyim: Şaşkınlık içinde, ne zaman, hangi yasayı getirecekleri konusunda da hemfikir değiller. Bakınız, aynı haftada toplanan iki Danışma Kurulunda bile iki ayrı öneri rahatlıkla getirilebiliyor.

Peki, getirdiniz, iktidar partilerine mensup milletvekillerinin çoğunluğuyla bu gündem değişikliğini de kabul ettirdiniz -kabul ettiğimizi varsayalım-  sonra ne oluyor; kendi grubunuza hâkim olamıyorsunuz. Yani, çalışma saatlerinin, sürelerinin uzatılmasına ilişkin teklifi getiriyorsunuz, burada onaylatıyorsunuz, bir saat sonraki bir yoklama talebinde çoğunluk bulunamıyor ve Meclis dağılmak zorunda kalıyor. Ben sorarım, iktidar partilerine mensup saygıdeğer milletvekilleri, grup başkanvekilleri; bugüne kadar getirip de onaylattığınız kaç süre uzatımını sonuna kadar götürebildiniz? Lütfen, bir araştırma yapın. Efendim, yoklama istemeyin, karar yetersayısı istemeyin diyeceksiniz. Elbette, muhalefetin de böyle bir görevi var, böyle bir yetkisi var, böyle bir sorumluluğu var. Daha doğrusu, iktidara mensup saygıdeğer milletvekillerinin böyle bir sorumluluğu var, bu Mecliste oturup, gelen yasalara katkı sağlamak gibi bir görevleri de var; onu da unutmamak durumundadırlar.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sizin göreviniz ne?

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Elbette bizim görevimiz var. Bizim, uzlaşma kültüründen mahrum bir anlayış içerisinde getirilip dayatılan bu yasaları reddetme gibi bir görevimiz, bir sorumluluğumuz var, yoksa, sizin getirdiklerinizi onaylamak gibi bir mecburiyetimiz elbette yok.

Niçin böyle oluyor; bakın, sıralayayım size:

1- Sizin getirdiğiniz yasalar milletvekillerinin de içine sinmiyor. Onlar da bunların doğru olmadığını biliyorlar.

2-  Sizin getirdiğiniz yasalar halkın beklentilerine, sıkıntılarına cevap vermiyor, tekabül etmiyor.

3- Bu yasalar dayatma yasalarıdır.

4- İnceleyip, değerlendirme fırsatı bulamıyorsunuz; dolayısıyla da, içinize sinmiyor.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bugün, müzakere ettiğimiz gündem değişikliğinde, bir uluslararası anlaşma var. Elbette, bunun onaylanmasını biz de isteriz, gereklidir; ama, önümüzde iki tane daha yasa tasarısı var. Çok acele olarak görüşeceğiz bunları -büyük bir ivediliği varmış bunların- ve yasalaştıracağız. Saat 20.00'ye kadar da çalışma süresini uzatacağız. Hangi yasalar bunlar? Mesela, çiftçilerin, köylülerin sorunlarını çözebilecek bir yasa mı getirdiniz, işçi sorunlarıyla ilgili bir yasa mı getirdiniz? Fukaralığı, açlığı bitirecek veya deprem felaketine uğrayan vatandaşların sorunlarına çözüm getirecek bir yasa önerisi getirdiniz de, biz hayır mı dedik; yok...

İki tane yasa var şimdi. Nedir bu; bir tanesi Emlak Vergisiyle ilgili, Vergi Usul Kanunuyla ilgili yasa. Ne olmuş; buraya bir yasa tasarısı getirmişsiniz, muhalefet partileri bas bas bağırmışlar; demişler ki: "Böyle yasa olmaz. Üç sayfayı aşan maddeler var. Bu, yasa tekniğine aykırıdır. Bırakın yasayı, böyle yönetmelik bile olmaz. Bu yasa tasarısı Meclisten geçse dahi, Cumhurbaşkanından geri döner." Kim demiş; eğer, zabıtları açıp okursanız, bütün muhalefet temsilcileri bunu söylemiş. Dinlememişsiniz, uzlaşmaya yanaşmamışsınız, hatta, redaksiyon tekliflerine bile yanaşmamışsınız ve çıkarmışsınız alelacele bir yasa, gitmiş, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş, bunu getiriyorsunuz.

Buna da eyvallah diyelim, Emlak Vergisiyle ilgilidir, acildir, çözülmesi gerekir diyelim. Gelelim, ikinciye, yarın görüşeceğimiz yasa tasarısına. Nedir bu; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı. Ne getiriyor bu; açık konuşalım, net konuşalım, Sayın Cumhurbaşkanının atama yetkileriyle ilgili kısıtlamalar getiriyor, Başbakanın imza yetkileriyle ilgili de kısıtlamalar getiriyor. Niye getiriyorsunuz bu tasarıyı, bunun acelesi nerede, acilliği nerede; biriniz çıkıp, allahaşkına, bunu burada anlatın. Eğer, siz, Sayın Cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili bir düzenleme yapmak istiyorsanız, onun yeri bu yasa tasarısı değil, anayasa değişikliğinde yapmak durumundasınız.

Peki, burada getirdiğiniz değişiklik ne; bazı müsteşarların, bazı genel müdürlerin atamasında Sayın Cumhurbaşkanının imza yetkisini alacaksınız. Alacaksınız da ne olacak; bugün bu yasa tasarısını bu Meclis gündemine taşıyan çok değerli arkadaşlarım da iyi biliyorlar ki, gidecek, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek; çünkü, benzer bir yasa 1992'de çıktı, Anayasa Mahkemesi iptal etti. Anayasa Mahkemesinin iptal edeceği yüzde yüz, kesin olan bir yasayı, hem de böyle dayatarak, acele gündemin ön sırasına alarak görüşmenin manası ne? Doğrusu, ben, bir kötü niyet, bir artniyet taşımak, düşünmek istemiyorum; ama, birazcık da o tarafından bakarsanız, demek ki, hükümet bu yasanın iptal edileceğini bile bile, bu yasayı geçirmek, Anayasa Mahkemesi iptal kararı verinceye kadar, hiç olmazsa, kazanılacak iki üç aylık süre içerisinde bir kadrolaşma içine girmek gibi bir niyet taşıyor diye de düşünmek, acaba, çok mu yanlış düşünce olur?! Bunu da, sayın milletvekilleri, sizlerin takdirlerine arz ediyorum.

Elbette, kamuoyu, sizin bugün getirip tartışılmasını istediğiniz yasaya başka bir isim de taktı. Hepiniz biliyorsunuz; by-pass yasası. Sayın Cumhurbaşkanını by-pass edeceksiniz. Bu benim söylediğim çok yumuşatılmış bir ifade. Aslında, kamuoyu başka bir şey söylüyor "bu intikam yasası" diyor. Sayın Cumhurbaşkanından intikam alacaksınız.

Değerli milletvekilleri, devletin zirvesinde intikam olmaz. Sayın Cumhurbaşkanına kızıp, onun yetkilerini kısıtlamak doğru bir davranış değildir. Hele hele hükümete böyle bir şey yakıştırmak mümkün değildir. Ben bunu telaffuz bile etmek istemiyorum.

İşte, bütün bu nedenlerle, değerli milletvekilleri, biz, Saadet Partisi Grubu olarak, eğer halkın çıkarlarına, yaşadığı sorunlara deva niteliğinde olabilecek yasa getirecekseniz, Meclisin 24 saat çalışmasına...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - ...Meclisin çalışma sürelerinin uzatılmasına evet diyeceğiz; ama, bu tarzda, halka hiçbir şey getirmeyecek olan, sadece ve sadece hükümetin bazı uygulamalarına kolaylık sağlayacak olan ve uzlaşmadan uzak bir anlayışla ele alınmış olan, Meclis gündemine taşınmış olan yasa tasarılarına destek vermemizin mümkün olmadığını ifade ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hatipoğlu.

Öneriyi okutuyorum...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Daha okutmadım ki, oylamaya geçmedim, oylamaya geçince tamam.

Buyurun:

Öneriler:

1.- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 317 nci sırasında yer alan 840 sıra sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 9 uncu sırasına; 173 üncü sırasında yer alan 557 sıra sayılı kanun tasarısının, 10 uncu sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN- Efendim, öneriyi oylarınıza sunmadan evvel, karar yetersayısının aranılmasının istendiğini de ifade ediyorum.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

Efendim, sayamıyoruz. Oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağız. Kâtip üyeler sayamadı; bir muhalefetten, bir iktidardan var.

Efendim, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin, Danışma Kurulunda oybirliği sağlanamayan önerisini oylayacağız.

Oylama işlemini başlatıyorum ve 2 dakikalık süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN - Sayın bakanlar vekâleten oylarını versinler lütfen.

Sayın milletvekilleri, konuşturmayın sayın bakanları, vekâletlerini verecekler. 8 tane lazım...

TURHAN GÜVEN (İçel) - 8 tane mi lazım; verelim.

BAŞKAN - Hayır, o değil efendim, 8 bakan... İstirham ederim...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Senin buradaki tarzına hayranım!

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Oylama bitti.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Süre bitti Sayın Başkan.

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Sayın Başkan, ben sisteme giremedim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Artık, oy pusulası alamazsınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, geçti; artık oylama işlemi bitmiştir.

Kaç dakika ara veriyoruz? Yanlışlıkla "ret" diye basmışsınız, tutturamadınız; tutturamadınız da onun için!..

5 dakika yeter mi efendim? Size bağlı...

TURHAN GÜVEN (İçel) - 5 dakika yeter Sayın Başkan.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - 16.30'a kadar Sayın Başkan.

BAŞKAN - 16.30'ta toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.20

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.35

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. - ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi (Devam)

BAŞKAN - İktidar partileri gruplarının birinci önerisinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, oylamayı tekrarlayacağım.

Süre aynı; oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Efendim, karar yetersayısı vardır, önerinin 1 inci maddesi kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutmadan evvel, bir ricam olacak: Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısını bulacak derecede geldiniz; lütfen, ayrılmayın, hiç olmazsa, uluslararası anlaşmayı bitirelim.

Efendim, önerinin 2 nci maddesini okutuyorum:

2- Genel Kurulun, 3 Nisan 2002 Çarşamba günü saat 20.00'ye, 4 Nisan 2002 Perşembe günü de gündemin 11 inci sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi ve 3 Nisan 2002 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Önerinin 2 nci maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; 3 adet olan bu önergeleri ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım efendim.

İlk önergeyi okutuyorum:

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

2. - Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/416) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/469)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/416 esas numaralı teklifimin İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasını saygılarımla arz ederim.

 

Mücahit Himoğlu

 

Erzurum

BAŞKAN - Sayın Himoğlu, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapılması hakkında vermiş olduğum kanun teklifimin (2/416), Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün, sivil toplum örgütlerinden Cumhuriyet Kadınları Derneği ve diğer kadın dernekleri, bu vermiş olduğumuz kanun teklifine destek mahiyetinde buraya gelmişlerdi, dinleyici sıralarındaydılar, onlara da ayrıca teşekkür ediyorum.

Türk toplumunda Türk kadınının yeri çok büyüktür. Bizleri bu hale getiren annelerimizin kadın olduğu ve çocuğunu yetiştirip Türk Milletinin birer ferdi olarak yaşamlarını bilgileriyle idame ettirdikleri hepimizin malumlarıdır.

Mustafa Kemal Atatürk "kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır" diyor.

Bir başka vecizesi: "Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır" diyor.

Kanun teklifimin içeriği de şöyle: Devlet memurları, eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları ana-babalarının tedavilerini üstlenebilmektedirler; ancak, evlenmemiş veya evlenip ayrılmış ve de hiçbir geliri olmayan kız kardeşlerinin sağlık yönünden çok güç durumda kalmaları halinde tedavileri yapılamamaktadır. Şöyle ki, anne ve babasının vefat etmesi halinde, iştirakî mülkiyet olarak yalnız oturmak üzere bir ev kalmışsa, bu vârislerden biri de kız çocuğuysa, üzerine kayıtlı mülk olduğu için, yeşil karttan da faydalanamamakta ve sağlık yönünden de bakılamamaktadır.

Malumlarınız olduğu üzere, ülkemizde, devlet memurları, eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları ana-babalarının tedavilerini üstlenebilmektedirler. Devlet memuru, kız kardeşinin, hiçbir geliri yoksa, evli değilse ve bakıma muhtaçsa ve de bu durumunu belgelendirirse, tedavisini üstlenmelidir. Bu durumda pek çok bayan bulunmaktadır. Bakıma muhtaç bu şahısların, en azından, tedavilerinin yapılabilmesi için, devlet memurlarına, kız kardeşlerine de bakabilme imkânı tanınmalıdır. Sosyal devlet düzeni, bunu gerektirir; sosyal adalet ve insanlık açısından da büyük önem arz etmektedir. Kız kardeşler namustur. Bugüne kadar dikkate alınmayan veya gözden kaçan bu eksikliğin giderilmesinin hepimizin görevi olduğu kanaatini taşımaktayım ve sizlerin de bu kanaatte olduğu düşüncesindeyim.

Üzerlerine ancak oturmak üzere babadan miras kalan evden başka kayıtlı hiçbir gelir kaynağı bulunmayan evlenmemiş kız kardeşlerin hastalanmaları halinde, evlerinde, resmî veya özel sağlık kurumlarında ayakta veya yatarak tedavi olabilmelerini sağlayacak sağlık güvencesini kazanabilmelerine neşter vurmak, Yüce Meclisimizin konuyu ele almasıyla mümkündür. Onun için, vermiş olduğum kanun teklifini Yüce Heyetinizin bilgilerine sunuyor, sizlerin desteğiyle direkt gündeme alınıp, evlenmemiş kız çocukların tedavi giderlerini çalışan kardeşlerden birinin üstlenmesiyle, bu sosyal yara iyileştirilecektir; yani "devlet memurları, ana-baba, eş ve çocuklarına bakmakla mükelleftirler" ibaresine, evlenmemiş kız kardeşlerine de yaş tahdidi aranmadan bakması konusunun eklenmesini talep ediyorum.

Mustafa Kemal Atatürk'ün şu vecizesini de hiç unutmayalım: "Hiçbir milletin kadını 'ben, Anadolu kadını kadar ülkem için, milletim için çalıştım, fedakârlık yaptım' diyemez."

Bu durumu, Yüce Heyetinize en derin saygılarımla sunuyor; bütün kadınlara buradan sevgi, saygı iletmek istiyorum.

Saygılarımla. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

İkinci önergeyi okutuyorum:

3. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/29) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/470)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

26.5.1999 tarih ve 36 sayı ile Sarıköy Beldesinin ilçe olması ile ilgili vermiş olduğum kanun teklifim, ilgili komisyonda 45 gün içinde görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılmasını saygılarımla arz ederim. 23.10.2001

 

İsmail Özgün

 

Balıkesir

BAŞKAN - Sayın İsmail Özgün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanımızla beraber Tunus'ta olduğundan, kendileri konuşamayacaklar.

Bu konuda Sayın Çelik söz alacaklardır.

Buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Balıkesir İli Gönen İlçesine bağlı Sarıköy Beldesinin ilçe statüsüne kavuşturulmasıyla ilgili kanun teklifi, Balıkesir Milletvekilimiz Sayın İsmail Özgün tarafından verilmiştir.

Değerli Meclis Başkanvekilimizin de ifade buyurduğu gibi, İsmail Özgün arkadaşımız, Sayın Meclis Başkanıyla birlikte Tunus'a görevli olarak gitmiştir.

Dolayısıyla, arkadaşımızın vermiş olduğu bu kanun teklifini biz, Grup olarak destekliyoruz. Gönen'e bağlı Sarıköy Beldesi, gerek nüfus gerek ekonomik durum gerek altyapı gerek ulaşım ve gerekse kamu kuruluşlarının hizmet vereceği binalar bakımından ilçe olmaya son derece elverişli olan bir beldemizdir. Arkadaşımızın verdiği teklifte, hangi köylerin bu ilçemize bağlı olacağı da ifade edilmiştir. Biz, bu teklifi destekliyoruz ve Meclis Genel Kurulundaki değerli milletvekili arkadaşlarımızın da bu teklife destek vereceklerini umuyoruz.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şahısları adına bu konuda söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız, o da bugün yok; dün gelecekti bu; o da destekliyor.

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Hüseyin Kalkan da destekliyor...

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Hayır Sayın Başkan...

BAŞKAN - Desteklemiyor musunuz ?

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Hayır, desteklemiyorum.

BAŞKAN - Ne istiyorsunuz?

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Ben, aleyhte söz almak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hiç aleyhte olur mu Sayın Başkan?! Önergeyi oylayacaksınız?.

BAŞKAN - Efendim "aleyhte, lehte" diye bir şey yok; bir milletvekiline söz verme hakkım var. Sayın Yılmazyıldız burada olmadığına göre, zatıâlileriniz buyurun, çok kısa ifade edin efendim.

HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; ben, bu konuda, görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Balıkesir, benim seçim bölgem; ilim, doğduğum büyüdüğüm yer; ayrıca, Sarıköy ve Gönen de benim çok iyi bildiğim yerler; ancak, ben, prensip olarak bir şeye karşıyım. Maalesef, tamamen popülist politikalarla il, ilçe yapma... Tamamen popülist politikalar, Sarıköylülere şirin görünmek için. Beni hemşerilerim dinliyor şu anda. Ben, ilçe olmakla hiçbir şeyin çözülmeyeceğini, eğer gerekiyorsa, bunun şartları oluşmuşsa, bunu, popülist politikalarla değil, bu Meclisin oybirliğiyle... Sadece "Balıkesir Milletvekilimiz bu öneriyi verdi" demek için...

Gelin, bunlardan vazgeçelim artık; bu Mecliste, gerektiği zaman, bunlara hep beraber karar veririz ve onun için de, bu şekilde popülist politikalara prim vermemek için, bundan sonra, arkadaşlarımızın böyle önerge vermemelerini ve bu Meclisin de, bu önergelere, bu şekilde destek vermemesini arzu ediyorum.

Saygılarımla. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul görmemiştir efendim.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

4. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt İline Bağlı Veysel Karani Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/20) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/471)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Siirt İline bağlı Veysel Karani adıyla bir ilçe kurulması hakkında 2/20 esas nolu kanun teklifim, 21.05.1999 tarihinden bu yana havale edildiği ilgili komisyonda görüşülememiştir.

Meclis İçtüzüğünün 37 nci maddesi gereğince, teklifimin, doğrudan Genel Kurulun gündemine alınabilmesi için gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 30.10.2001

 

Ahmet Nurettin Aydın

 

Siirt

BAŞKAN - Sayın Ahmet Nurettin Aydın; buyurun efendim.

AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Baykan İlçemize bağlı Ziyaret Beldemizin, Veysel Karani adıyla ilçe yapılması konusundaki kanun teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan Genel Kurulun gündemine alınabilmesi konusunda söz almış bulunuyorum; Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum ; şu an bizleri büyük heyecan ve ümitlerle takip eden Veysel Karanili hemşerilerime buradan sevgilerimi gönderiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Baykan İlçemize bağlı Ziyaret Beldesinde, asırlardır, bağrında barındırdığı Hz. Veysel Karani makamı var. Biz, her ne kadar buraya "Ziyaret" ismini veriyorsak bile, gerek Siirtimizde gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında burası Veysel Karani olarak bilinmektedir. Veysel Karani, bütün İslam alemi tarafından bilinen, İslam aleminin göz bebeği bir zat. Veysel Karani, Peygamberimiz zamanında yaşamış; fakat, onu görmeden Müslüman olmuş ve hepimizin bildiği rivayetle, Peygamberimizi ziyaret etmiş; ama, kendisini görememiş, evine dönmüş. Anne sevgisi ile Peygamber sevgisi arasında yanıp tutuşan bu zat, İslam âleminin hakikaten müstesna bir şahsiyetidir. Şimdi, biz, her ne kadar buraya Ziyaret Beldesi desek de, bütün dünya burayı Veysel Karani olarak biliyor.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu zat, Hazreti Peygamberin hem övgüsüne hem sevgisine mazhar olmuş bir insandır. Bu zatın, Siirtimizin bir beldesinde metfun olması, ülkemiz için bir kazançtır, bizim için bir onurdur, Allah'ın bir lütfudur. Bu beldenin, Veysel Karani değil de Ziyaret ismiyle anılması, hem memleketimiz için hem ülkemiz için bir kayıptır.

Gerçi, biraz evvel Balıkesir'in bir beldesinin ilçe yapılması talebini reddettiniz; bu, gerçekten, çok farklı bir beldedir. Nüfusu itibariyle, 10 000'e yakın bir nüfusu var; altyapısı itibariyle, 3 tane ilköğretim okulu var, 1 tane 100 yataklı yatılı ilköğretim bölge okulu var, sağlık ocakları, ziraat müdürlüğü ve diğer kamu kuruluşlarıyla ilçe olmaya layık bir yerdir. Eğer, biz, bu beldeyi ilçe yapmazsak, hakikaten, hem Siirt gibi her açıdan mağdur olmuş, geri kalmış bir ile zulmetmiş oluruz, hem de mağdur etmiş oluruz.

Ayrıca, bu belde, Veysel Karani bir yana, Anadolu'dan gelip, Diyarbakır, Van üzerinden İran'a giden, Türkî cumhuriyetlerden dünyaya açılan, eskiden beri "İpek Yolu" diye tabir edilen yol üzerindedir, ana güzergâh üzerindedir ve hakikaten, ekonomik olarak, nüfus olarak, altyapı olarak ilçe olmaya layık bir yerdir. Onun için, sizden ricamız, şu an bizleri büyük bir ümit ve heyecanla bekleyen, izleyen, mağdur ve mahrum bir halk var; eğer bunları sevindirmek istiyorsanız, bizim bu önergemize lütfen kabul oyunuzu verin ve bu mağdur insanları bir nebze sevindirin. Sizden temenni ve ricam budur.

Sizlerin takdirlerinize arz ediyor, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, bu konuyla ilgili...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Başkanın kabahati yok; iki milletvekiline söz veriyorum Sayın Karahan. Kürsüye de gelebilir, yerinden de isteyebilir.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Değerli milletvekilleri, Veysel Karani beldemizin ilçe olmasıyla ilgili Siirt Milletvekilimizin önergesine, Saadet Partisi Grubu olarak katıldığımızı, burada, ifade etmek istiyorum.

Elbette -Sayın Aydın ifade buyurdular- Veysel Karani 10 000 nüfuslu bir belde; ancak, orayı ve oranın tarihî, kültürel özelliğini bilen arkadaşlarımız da takdir buyuracaklardır ki, Veysel Karani, sadece 10 000 nüfuslu bir belde değil, aynı zamanda, her gün yüzlerce, hatta binlerce insanın ziyaret ettiği bir mekândır. Burası, ziyaretçilerinin turistik değeri de olan çok önemli bir yerdir, tüm İslam âleminden ziyaretçileri bulunur. Böyle bir beldenin ilçe haline dönüştürülmesinin sayısız yararları vardır. En azından emniyet açısından yararları vardır; güvenlik açısından yararları vardır; oraya ziyarete gelen insanlara verilecek hizmet açısından son derece büyük bir önemi vardır. Bu nedenle, ben de, çok uzun yıllar Siirt'te kalmış, Veysel Karani'de kalmış bir insan olarak, kişisel olarak da, Saadet Partisi Grubu adına da bu önergeye destek verilmesini Genel Kuruldan istirham ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir ve Hazretin de ruhu şad olsun efendim. (AK Parti, MHP, ANAP ve SP sıralarından alkışlar)

Ben de teşekkür ediyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

BAŞKAN -Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğüyle ilgili değişiklik teklifinin müzakeresini, komisyon raporu gelmediği için erteliyoruz efendim.

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. - Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/744) (S. Sayısı : 786)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin kanun tasarısının müzakeresine  başlayacağız.

3. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının kurulması ile ilgili kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına ilişkin tasarının müzakeresine başlayacağız.

4. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile ilgili kanun tasarısının müzakeresine başlayacağız.

5. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

6. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının kurulması ile ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

7. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

8. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 770 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Teoman Özalp; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

                                         

(1) 770 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

DYP GRUBU ADINA TEOMAN ÖZALP (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küreselleşen dünyada ırkçılık gibi çağdışı olayların tasvip görmesi mümkün değildir; ancak, bugün, medeniyetin olduğunu söylediğimiz birçok ülkede ırkçılığın var olduğunu söylemek maalesef mümkündür.

Bildiğiniz gibi, ırkçı davranışlar, tarih boyunca insanlık tarihine kara leke olarak geçmiştir. Bu ırkçı davranışlar, tarih boyunca ve insanlık var olduğu sürece hatırlanacak ve lanetlenecektir.

Gelişmiş ülkeler ve özellikle Avrupa, insan hakları konusunda duyarlı olduğunu her fırsatta dile getirmektedir; Avrupalı olmanın göstergesi olarak da, insan haklarına saygı kavramını ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi, insanın en öncelikli hakkı, yaşama hakkıdır. İnsan hakkına saygı, insanın yaşama hakkına saygıyla başlar. Ülkemizi insan hakları konusunda eleştiren, sınıfta bırakan Avrupalı dostlarımız, kendi ülkelerinde yaşayan, onlar için çalışan, onlar için üreten insanların yaşama haklarını ellerinden almakta sakınca görmemektedirler. Bosna'da, Kosova'da uyguladıkları çifte standart hâlâ hafızalarımızdadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ırkçılık, ırkçılıkla mücadele haftalarıyla ortadan kaldırılamaz; bu konuda samimî olmak gerekir. Çifte standartla bir yere varmak mümkün değildir. Asırlardır dünyaya hükmetmiş olan Osmanlı İmparatorluğunda ırkçılık söz konusu olmamışken, insan hakkı kavramını ortaya koyup bizi eleştiren ülkelerde yaşanan ırkçılığı gözardı etmemeliyiz.

Avrupa, hâlâ kanayan bir yara olarak devam etmekte olan ırkçı hareketlerin önüne geçme kararlılığını gösterememektedir. Şöyle yakın geçmişe baktığımızda, Almanya'da,  Hollanda'da vatandaşlarımızın evlerinin kundaklandığını, ateşe verildiğini ve vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettiğini üzüntü ve nefretle hatırlıyoruz. Sözde soykırım iddialarıyla bizi yargılamaya, kötülemeye çalışanların tarihlerine ve bugünlerine bakmalarında fayda olacağını düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada ve Avrupa'da görülen değişim sonucu, Avrupa ülkeleri yeni bir ırkçılık hareketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Bu ırkçılığın temelinde etnik merkeziyetçilik, etnik ayırımcılık yatmaktadır. Bunların kötü örneklerini, daha dün, Bosna'da, Kosova'da yaşamış bulunmaktayız. Bu durum, etnik temizlik adı altında, insanlığın ne kadar büyük vahşetlere maruz kalabileceğinin en açık bir delili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun dışında, özellikle din ve kültür farklılıklarından kaynaklanan ayırımcılığa da rastlamak mümkündür. Sebebi ne olursa olsun, yeni ırkçılığın temel unsuru şiddet içermesidir.

Irkçı, yabancı düşmanı, hoşgörüsüzlük gibi davranışlardan en fazla nasibini alan yurt dışında yaşayan takriben 2 500 000 vatandaşımızdır. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde cereyan eden olaylar, masum insanların, çoluk çocuk, genç, ihtiyar demeden canlı canlı yakılma olayları, hâlâ, hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır.

Dünyada yaşayan herkes, farklı insanlarla ve kendi milletinden olmayanla da bir arada yaşamayı öğrenmelidir. Ülkeler olarak birbirimize tahammül etmeyi başarmalıyız. Devletler, farklılıkları değil benzerlikleri ortaya çıkarmalı ve tüm ilişkiler de bu benzerlikler üzerine kurulmalıdır.

Bizim kültürümüz; yani, Anadolu kültürü, büyüklerin küçüklere her zaman sevgi duyduğu, küçüklerin büyüklere hiçbir zaman saygıda kusur etmediği bir kültürdür. Bizler, hoşgörülü olmayı, insan olmanın bir gereği olarak görüyoruz. Hoşgörünün hâkim olduğu bir dünyada, ırkçılıktan, soykırımdan bahsetmek mümkün değildir. Şöyle bir çevremize baktığımızda, bizden daha hoşgörülü bir ülke var mıdır? Türk Milleti, tarih boyunca dünya milletlerine karşı zalimce yaklaşmayıp, zor durumda olanlara daima kucak açmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkler, asırlar boyunca hoşgörüyle davranmasını bilmiş olan bir millettir. Bundan 510 yıl önce, 1492 yılında, Avrupa'nın hiçbir ülkesinde sığınacak yer bulamayan Yahudilere kucağını açan Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Osmanlı İmparatorluğuna kabul edilen ilk Yahudi kafileleri Bursa'ya yerleştirilmiş ve İbranicede "kovulmuş" anlamına gelen Geruş Sinagogu Bursa'da kurulmuştur.

Türkiye, bunu İkinci Dünya Savaşında da sürdürmüştür. Bugün de hoşgörüsünü sürdürmeye devam etmektedir. Bunun en son örnekleri, Bosna'dan, Kuzey Irak'tan gelen göç hareketleri ve sığınmalar olmuştur.

4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren, ülkemizin 13 Ekim 1972 tarihinde imzaladığı, Birleşmiş Milletler üyesi 161 ülkenin taraf olduğu sözleşme uyarınca, taraf devletler, kişiler, kurumlar, gruplar aleyhinde ırk ayırımcılığı içeren hiçbir uygulamada bulunmamayı ve ırk ayırımcılığına neden olabilecek mevzuatlarını ilga etmeyi üstlenmektedir.

Tüm vatandaşlarımın, soylarına bakılmaksızın, Anayasamızın 10 uncu maddesine göre kanun önünde eşitliği, yasalarla güvence altına alınmıştır. Öte yandan, ırksal köken temelinde ayırımcılık, Türk toplumu açısından, hiçbir şekilde söz konusu değildir.

Tarih boyunca, her türlü etnik akım ve ırkçılığa karşı tavrını açıkça belli etmiş olan ülkemizin, dışarıda maruz kaldığı olaylarda hakkını araması ayrı bir önem arz etmektedir. Irkçılığa dayalı bir politikayı benimsememiş olan ülkemizin, bu gibi anlaşmalardan çekinmesi düşünülemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletlerce, ırkçılıkla mücadele haftası olarak kabul edilen 21 - 26 Mart günlerinde, yani geçen hafta, bu tasarının Yüce Meclise gelmesinin önemi daha anlamlıdır. Geçen hafta görüşülemeyen bu kanun tasarısının, bugün görüşülerek kabul edileceğini umuyorum.

Hoşgörü toplumu olan ülkemizin, bu gibi anlaşmalarda yerini alması gerekirken, bu çağda yaşanan ırkçı hareketlerin ve uygulamaların şiddetle kınanması gerektiği görüşündeyiz.

Bu vesileyle, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş'ın efendim.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum- Sayın Başkan ve değerli milletvekili meslektaşlarım.

Efendim, önümüze gelen bu metni, muhakkak ki -öyle tahmin ediyorum kabul edeceğiz, yani, ittifakla geçecek. Yalnız, iki noktayı, bu vesileyle tekrar mülahaza etmemiz lazım. Birincisi, gerekçeyi okuyunca anlaşılıyor ki, bu gibi uluslararası metinleri kabulde garip bir durum var. Bu, neden ileri geliyor; bilmiyorum, Komisyon mu, Bakan mı, herhalde bir yetkili açıklayacak; bilen arkadaşlarımız da vardır. Bu birinci nokta, imzaya 1966 yılında açılmış, Ocak 1969'da yürürlüğe girmiş; sonra, 1972 yılında da, malum, gerekli imza -milletler çoğunluğu- sağlanmış ve biz, 2002 yılında buraya getiriyoruz. 30 yıl, 35 yıl; hangi tarihe itibar etsek, neredeyse yarım asra yaklaşan bir tasdik...

Şimdi, birçok uluslararası platformda, insan hakları, hürriyetler, milletlerarası ilişkiler konusunda Türkiye'ye karşı olan milletlerin bol bol kullandığı argümanları onlara nasıl verdiğimiz anlaşılıyor. Yani, bize karşı olan, diyelim ki bir Ermeni delegasyonu, bir bilmem ne delegasyonu, işin künhüne, teferruatına girmeden, bunun gibi dört beş tane anlaşma bulsa, işte, Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği, herkesin tasdik ettiği anlaşmalar; aradan 30 sene, 35 sene geçmiş, Türkiye hâlâ  bunları tasdik etmiyor, yürürlüğe koymuyor diyecek.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Bu ilericilik mi?!

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Tabiî... Yani, arkadaşlar, gerçekten garibime gidiyor, çünkü, diğerlerinde de böyle oluyor.

MUSTAFA YAMAN (Giresun) - Geçmişte zaman bulamamışlar.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Herhalde... Çok güzel buyurdunuz.

Sayın meslektaşım diyorlar ki "geçmişte zaman bulamamışlar." Çok uğraştıkları için... Bunlar birikiyor, bizim imajımızı karartıyor.

İkinci nokta: Yine, gerekçede, haklı olarak, Türk Milletinin bu gibi şaibelerden beri olduğu; o mana çıkıyor, gerçekten öyle. Bizim, tasdikten korkacak, ürkecek, kaçınacak, saklayacak tasdikten, bir durumumuz yok. Size iki örnek vereceğim; ikisini nereden verdiğimi, niçin verdiğimi verdiğimi zikredeceğim.. Birincisi, 20 nci Asrın, geçen asrın en büyük tarihçilerinden birisi Arnold Toynbee... Büyük eserleri var. Gerçekten, tarih ilmiyle uğraşanların bilmezlik edemeyecekleri bir alim. Yazılarının bir yerinde, Osmanlı İmparatorluğu için enteresan bir tabir kullanıyor "dünyanın en büyük cumhuriyeti olmuştur" diyor. Tezat gözüküyor; imparatorluk, padişahlık ve cumhuriyet... Altında izah ediyor: "Hiçbir ırk, hiçbir sınıf, hiçbir aristokrasi, bir köylü çocuğunun yahut da Balkanlarda...

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Devşirme...

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Evet...

...bir devşirmenin -Müslüman olması şartıyla- sadrazam olmasına mani olmamıştır." Bu, akışkanlık dediğimiz, sosyolojik tabirle, sosyal akışkanlık, vizkozite, en alttaki bir insanın en yukarıya çıkması... Toprağa kök salmış bir ağacın, değerli bir maden, tuz bulduğu zaman meyveye kadar onu rahatlıkla vücudundan çıkarabilmesi; bu sağlanmış. Biraz evvel konuşan kardeşimiz de bir örnek verdi. Ansiklopedi Britannica'nın orijinal metninde, yani, İngiltere'deki metninde Türk tarihine, Osmanlı tarihine baktığınız zaman enteresan bir iki paragraf var; deniliyor ki: "O kadar adil, ayırım yapmayan bir idare kurdular ki, Orta Avrupa'daki birçok mıntıkalar -dük, dükalık vesaire- heyetler Belgrad'a, gelerek -belki İstanbul'a- "bizi idareniz altına alın" dediler, kendileri talip oldu. Böylece, bu mıntıkaların bir kısmı Osmanlı topraklarına savaş olmadan girdiler. Burası böyle. Daha çok örnek var. Ben İngiliz kaynaklarından seçtim. Niçin İngiliz kaynaklarından seçtim; İngiltere'nin Türklere karşı tutumunu burada söylemeye lüzum var mı?! En son, Çanakkale'den Musul meselesine kadar... Orada çok kişimizin unuttuğu NATO'ya kabulümüze kadar karşı çıktılar. Türkiye'in NATO'ya kabul edilmek için, rahmetli İnönü zamanında yapılan teşebbüslere karşı çıkarken de, ayırımcı bir argüman kullandılar. Bugün, Avrupa Birliğinde karşılaştığımız; din meselesini kullandılar. İslam ülkesi, ilk İslam ülkesi, nasıl girer?! Amerikalılar ağır basmıştır ve NATO'ya öyle girmişizdir.

Şimdi, daha öbürlerini söylemeyelim. Sayın Başbakanımız "Londra'da, gelin, tatbik edelim garantör anlaşmasını" dediğinde, yan çizenler -kendi imzaları var- İngilizler oldu; garantörlük imzasını tanımadılar, Türk Ordusu kendiliğinden meseleyi halletme durumunda kaldı. Böyle bir ülkenin ansiklopedisinde -ilim, tarafsızlık, vicdan ister- yazmış; "o kadar adildiler; ayırımcılıktan bu kadar uzaktılar" deniliyor.

Şimdi, bu birinci noktayı bitiriyorum, ikinci noktayı hepimizin tefekkür etmesi, düşünmesi için, aynı objektiviteyle söylüyorum. Keşke İçişleri Bakanımız burada olsaydı. İstanbul'da, Türkiye'nin vitrini olan bir şehirde cereyan eden olay. Geçen haftalarda televizyonlara geldi. Ben baktığım zaman olaylara, zannettim ki, bir militan bağırıyor oradaki kız çocuklarına "siz kendinizi (.....) mı sanıyorsunuz" diyor. Bunları, biz, burada konuşmalıyız arkadaşlar. Biz, bunları konuşmazsak, bu insanlar kendilerini hizaya koymayacaklar. Zavallı bir anne var; belki 1.60 boyunda, belki 50-55 kilo. Anne feryat ediyor "benim kızıma böyle bağıramazsın" diyor; buyur... Hakaret ağır; reaksiyon... O, belki 1.80 boyunda, belki 100 kiloluk şahıs, itti. -seyredenleriniz olmuştur; iyi ki, orada değiliz; iyi ki, genç değiliz; insanın isyan etmemesi mümkün değil- ve kadın, merdivenli bir yere kapaklandı. Hafif, yaprak gibi bir kadın; kızını müdafaa ediyor. Şu olay, şu tarih, şu müsamaha... İngiliz'e bunu dedirten bir medeniyet ve kültür(!).. Türkiye'nin medeniyet ve kültürünün en güzel, somut hale geldiği, vitrinlendiği bir şehirde cereyan etti. İçişleri Bakanı keşke burada olsaydı. Soruyorum: Ne yaptınız? Bu şahıs, bir militan değil, yoldan geçen, hırslanan bir insan değil; oranın emniyet amiri. Daha önceki olayda "tahkikat için insan gönderdim" dedi. Peki, bunlara ne yaptınız? Zamanında bunlar oldu. Bazılarımızın yaşı müsait hatırlarsınız; ben, üniversitede asistanken, rektörümün ne hale getirildiğini gören bir adamım. Enis Bey -burada- talebeydi o zaman. Nasıl o rektörünüze hücum edildiğini -yine Bumin Yamanoğlu- itildiğini, kakıldığını vesaire, bilir. Ondan sonra, bütün bu olayların, sonradan bizim iç parçalanmamızda, aramızdaki sosyal bağın zedelenmesinde nasıl kötü bir noktaya getirdiğini hepimiz gördük, yaşadık. İçişleri Bakanı asla müsamaha etmemelidir. O Bakanlığın bağlı olduğu ve Türkiye'ye birçok hürriyetleri getirmiş olan, karşımda kardeşlerin oturduğu parti, asla müsamaha etmemelidir; İçişleri Bakanı bu güzel partiden; 141, 142, 163'ü kaldıran partiden; hürriyetleri müdafaa eden partiden.

Şimdi, biz ne oluyoruz; zamanında dışımızdakilere bu kadar hürriyet tanımış, din ve vicdan hürriyeti tanımış bir millet olarak, kendi öz çocuklarımızı iten kakan, okuluna sokmayan hale geliyoruz. Burada duruyor mu; dünya kapalı mı?! İşte, son rapor, Birleşmiş Milletlerin. Rapor -halen iç döküm olarak kullanılıyor; ya neşredildi ya edilecektir- müsamahasızlığın, dinî müsamahasızlığın her türlü şekline karşı. Rapor baştan sona kadar Türkiye. Hak mı ediyoruz?! Daha geçenlerde, burada ve hepimiz ittifakla -ben, teşekkür ediyorum insan haklarından sorumlu Bakana ve arkadaşlarına, Anayasa Komisyonu Başkanımıza ve onun üyelerine, bu şerefli Meclise, Anayasayı değiştiremez denilen bu Meclise ve Adalet Bakanına- önemli değişiklikler yaptık. Değişikliklerden bir tanesi de, işkenceyi yapana rücu hakkı. Hukukçu kardeşlerimiz benden iyi bilir. Mekanizma işletilmeli; çünkü, hakkı yok. Bir dengesiz insanın, karşısındaki zavallıdan öç alır gibi, işkence yapıp, modern konuşturma tekniklerini, delilleri toplamayı aklından geçirmeyen insanların dayakla, işkenceyle adaleti yürütmelerine "durun" deniliyor. Bu Meclis "durun" dedi, bu komisyon "durun, ödetirim sana" dedi. Türk Milletini milyonlarca dolara mahkûm ettirmeye, ondan daha önemlisi, manevî bir mahkûmiyet halinde, dünya kamuoyunun karşısına, listeler halinde, Türkiye'yi getirme hakkı yok. Peki, bunlara hakkı var mı?! Bir emniyet amirinin, yaprak gibi bir kadını, böyle, itip kakıp merdivenlere düşürmeye -onlar filme alınıyor- hakkı var mı, Türkiye'ye böyle bir imaj verdirmeye hakkı var mı?! İçişleri Bakanı, bu insanlardan, muhakkak tahkikat açıp gereğini sormalıdır. Bunları yaparak, ne yapıyoruz?

Bir: Tarihimizle çelişiyoruz Sayın Başkanım. Tarih, şeref levhalarıyla dolu. Burada, tarihçi arkadaşlarımız, zaman zaman gelseler de bazı şeyleri anlatsalar; moralimiz yükselir, ufkumuz genişler.

İki: Manevî değerlerimizle tezat teşkil ediyoruz. Bu değerler, bazı insanlarımızın, bazı hanımlarımızın -yaşı ne olursa olsun- örtünmelerini emrediyorsa, öyle inanıyorlarsa ve böyle gelmişse, açılan da açılır, kapanan da kapanır. Bize ne oluyor?! Biz, insanların hürriyetine, ceketlerine, pardösülerine, başörtülerine, ayakkabılarına, pantolonlarına... Pantolonla da uğraştık. Pantolon giyemez! Giydiler, iyi de yaptılar. Türk kadınına niçin bu kadar itimatsızız?! Türk kadını, elbette, neyi giyeceğini neyi giymeyeceğini kendisi tayin etmeli. Toplumsal kınama vardır. Gereği olmayan bir şeyi giyerse, elbette ki, o bakışların altında değiştirecektir. Millî bütünlüğümüzü zedeliyoruz. Bir ayırımcılığa, diskriminasyona gittik; devam ediyor. Diskriminasyon bir insanlık suçu. Birleşmiş Milletler ve dünya kamuoyu tarafından kabul edilen bir suç. Kimseyi ayırımcılığa tabi tutamayız. Ha, bu ayırımcılık zannediyor muyuz ki bazı okullarda kalıyor, hücrelere girmeye başladı. Ben, size bazı vakalar anlatsam hayretler içerisinde kalırsınız. Hastanelerdeki muayenelere kadar girdi. Bunları ben dinledim, tespit ettim, sizler de muhakkak biliyorsunuz. Bir yanlışlık bir yerde kalmaz. Türkçe bir söz var "bir kötünün kırk mahalleye zararı var" diye. Yapılan bir yanlışlık bir yerde, böyle, zamanla yayılır.

Üç: Okula sokulmayan kız, merdivenlere bir eşya gibi atılan kadın insandır, bu ülkenin vatandaşıdır. "Siz kendinizi ne zannediyorsunuz" diyor iten ve kapaklattıran amir. Herkes Türkiye vatandaşı olmanın onurunu taşıyor; bu, bize kâfi. Hepimiz onu paylaşıyoruz. Bu milletin bir mensubu olmak bize şeref verir. İşte, bunu zannediyoruz. O hakkını kullanıyor. Kendi memleketinde hür yaşamış bir insan, kızının da hür tercihini, hakkını kullanıyor. Soru: "Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?"

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - İnsan olması yetiyor.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Yeter efendim; ama, daha onu kabul etmiyorum.

Nihayet, bu vakalar, burada kalmıyor, Türkiye'nin itibarını, imajını bozuyor, bizim karşımızda olanların ekmeğine yağ sürüyor. Hepimiz karşılaştık; Fransız Meclisine arkadaşlarımızla gidip konuşmalara başlayınca, birtakım adamlar belirdi, Fransız Parlamentosundaki Ermeni asıllı milletvekilleri... Biz, o toplantıları yapıp çıktığımız zaman arkamızdan gelip, başka kulisler yapılıyor. Ne malzeme gösterecek; işte, bu malzemeleri gösterecek. Dolayısıyla, önemli bir haksızlık yapılıyor. Buradaki yapılan iş uluslararası anlaşmalara aykırı. Sadece bir ikisini zikredeceğim arkadaşlar; sizin vaktinizi almaktan, burada, haddizatında, lüzumlu olmayan konuşma yapmaktan tevakki etmeliyiz.

1960 tarihli, UNESCO'nun Eğitimdeki Ayırımcılığa Karşı Sözleşmesi çok açık söylüyor; eğitimde ayırım yapılıyor... Burada ne ayırımı yapılıyor; diskriminasyon -inanç ayırımı- yapılıyor... Öyle inanıyor, öyle örtünüyor... Burada, doğrudan doğruya bir inanç ayırımcılığı vardır. Türkiye'de mesele bu kadar basit değil. Kendi inancının, kendisine bunu emrettiğini söylüyor. Kaldı ki, bu çocuklara, biz, birkaç sene sonra da, bu inancın, kadınlar arasında salim, temiz ve güzel bir şekilde anlatılma vazifesini de veriyoruz. Diyanete girerse, kadro alırsa, bunları anlatacak, Kur'an öğreniyor.

18 Aralık 1978 tarihli, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi. Birleşmiş Milletler, sırf kadınları korumuş; çünkü, biliyorlar ki, insanlar var; zayıf, korumasız gruplara musallat oluyorlar. Orada, o kadını itiyor, benim üniversitemdeki hadiselerde, ızbandut gibi bir delikanlıyı görünce, itemiyor. Yani, akıl alacak bir şey değil. Mertlik öldü mü diye bir söz var. İtemiyor, üç dört polisi çağırıyor -bunların hepsini yaşadık- koluna giriyorlar, kanunu, ona kabul ettiriyorlar, otobüse atıyorlar; ama, kadın, belli dezavantajları var, ona yükleniyorlar. Bugün de onlara yükleniliyor. 29 Haziran 2000 tarihli Ayırımcılık Yasağı Direktifi var -bu sefer de, bizim girmek istediğimiz Avrupa Birliği, UNESCO, Birleşmiş Milletler; hangi evrensel kapıya çıksak, gitsek, karşımıza bunlar çıkacak- kadınlara ayırımcılık yapmayın!.. Biz ırk ayırımcılığını görüşüyoruz şimdi... Irktan sonra hemen bu sayılıyor -maddeleri vermiyorum- beraber sayılıyor.

Dolayısıyla, aziz kardeşlerim, sayın meslektaşlarım, Sayın Başkanım; genç kızlara karşı, kadınlara karşı ayırımcılık, uluslararası diskriminasyon suçudur. Kadın olmak, kadın olduktan sonra inancının gereğini yapmak, hiçbir zaman, ayırımcılığa maruz kalmanın bir sebebi, lejitime eden bir unsuru olamaz. Hepimizin bildiği, tarihin büyük simalarından, aynı inancın mensubu İbni Haldun, asırlarca evvel insanların vasıflarını ikiye ayırıyor: Vehbî (doğuştan), kesbî (sonradan kazanılan)... Erkek olmak, kadın olmak bizim irademiz içerisinde mi olmuştur? Uzun boylu olmamız, kısa boylu olmamız bizim irademiz içerisinde mi olmuştur? Derimizin rengi?.. Bütün bunlar -daha sayalım- vehbîdir; böyle doğmuşuz. Kadın da, kadın olarak doğmuş. Kesbî (sonradan edinilen) yani, o sonradan edinilenlerin de bir kısmı, bu vehbî şeylere bağlı.

Şu dine mensup olmak, bu dine mensup olmak, bir dinin çok pratikanı; yani, iyice sarılıp bir şeyler yapmak isteyenleri, daha, böyle bir liberal alanı... Bunlar kesbîdir, kendi anlayışlarına bağlıdır; o öyle yapar, bu böyle yapar.

Yine, Fransızların bir sözünü hatırlayalım: "Aşırılar bir noktada birleşir (Les extrems se touchent)". Nasıl birleşiyor; komşumuz bir yerde "illa örteceksin", yanındaki bir yerde "illa açacaksın"... Düşünce tarzı aynıdır ve bu düşünce tarzı bizim ne tarihimize uyuyor ne inançlarımıza uyuyor ne millî bütünlüğümüze uyuyor. Tam bir diskriminasyon yapıyoruz senelerden beri ve bunu halledelim diyoruz; soğukkanlılığımızı kaybettiğimiz için, her birimiz bir başka yere saplandığımız için, rahatça oturup da halledemiyoruz Sayın Başkanım.

Dolayısıyla, bu sözleşmeye elbette el kaldıracağız ve evet diyeceğiz, benim oyum da evet olacak; fakat, insan haklarından sorumlu Sayın Bakanımız -burada değil- çok güzel şeyler yaptı Anayasada ve Komisyondaki arkadaşlara sesleniyorum -onlar burada- bunu da masaya koysunlar. Şu meseleyi, birisinin, bir yerlerde eline alması lazım. İhtisaslarının tamamen dışında olan zümrelerin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - ...bu işi alevleyerek, ateşleyerek gidecekleri bir yer yok, Türkiye'yi de götürecekleri bir yer yok, birbirini itip kakmaktan ibaret.

Yüce Meclise saygılarımı arz ediyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkanım, müsamahanız için teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde.

İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA BAHRİ ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, her türlü ırk ayırımcılığının ortadan kaldırılmasıyla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi müzakere etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bu sözleşme, hepinizin bildiği gibi, 1965 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul ediliyor ve sözleşmenin ilgili maddelerinde "27 ülkenin bu sözleşmeyi kabul etmesiyle yürürlüğe girer" deniliyor ve bu prosedür 1969 yılında tamamlanıyor; böylece, bu sözleşme yürürlüğe girmiş oluyor. Türkiye, bu sözleşmeye -yine metinde bildirildiği gibi- 1972'de imza atıyor; aradan tam
30 yıl geçmiştir. 30 yıl sonra bu sözleşmenin Meclise getirilmesini bir talihsizlik olarak ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, sözleşme üç ana bölümden oluşuyor. Bunlardan birinci bölüm, kavram, kapsam ve tanımlarla ilgili bölümdür ve aynı zamanda taraf devletlere yüklediği yükümlülükleri içeren bölümdür. İkinci bölüm, Birleşmiş Milletler komitesinin, bu konuyla ilgili komitenin kuruluşu ve işleyişiyle ilgili bölümdür. Üçüncü bölüm de, yürürlükle ilgili bölümdür.

Bu sözleşme, ırk ayırımcılığını ortadan kaldırmayı amaçlıyor ve tanımla başlıyor işe; ırk ayırımcılığından neyi kastettiğini tanımlıyor. Aslında, daha evvel, benden evvel konuşan konuşmacı, değerli kardeşimizin de ifade ettiği gibi, ayırımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik birkaç sözleşme imzalanmıştır. Bunlardan birisi, kadınlara karşı ayırımcılığın ortadan kaldırılması, din ayırımcılığının ortadan kaldırılması sözleşmeleridir. Bu sözleşmelerin hepsine de baktığınız zaman, tanım, aşağı yukarı aynıdır. Tanımlarda fazla bir değişiklik yok. Tanımda, insanların hukukî eşitliği esas alınıyor, hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde yararlanması esas alınıyor; dolayısıyla, bu hak ve özgürlüklerin tanınması, uygulamaya konulması veya bunlardan herhangi birinden şu veya bu şekilde yararlanmasının önlenmemesi isteniyor. Bunlardan herhangi biri varsa, herhangi biri mevcutsa, bunu, ayırımcılık olarak tanımlıyor; yani, temel insan haklarından, tanımlanmış insan haklarından herhangi birinden, ırkçılık nedeniyle veya dinî inancı nedeniyle veya kadın olması, cinsiyeti nedeniyle yararlanamıyorsa veya siz, bu haklardan bir kısmını tanımıyorsanız mevzuatınız itibariyle, işte, bu sözleşmede, bu, ayırımcılık olarak isimlendiriliyor, tavsif  ediliyor.

Değerli arkadaşlar, zannedildiği gibi ve Türkiye'de uygulandığı gibi, burada, "ayırımcılık" derken, grupların veya kişilerin kendi özgün kimliklerini ortaya koymaları tanımlanmıyor; yani, ayırımcılıktan bu kastedilmiyor. Elbette, her kesim, her insan, gerek dinî kimliğini, gerek diğer kimliklerini ortaya koyma hakkına sahiptir, bu, bir temel haktır; ama, bu hakkını kullanırken şu veya bu grup tarafından ve özellikle devlet tarafından başka haklarının kullanılmasına engel çıkarılıyorsa, işte, bu, ayırımcılıktır.

Türkiye'ye biraz sonra geleceğiz. Türkiye'de, ne yazık ki, yıllardan beri, etnik konularda fazla demiyorum, ama, özellikle dinî konularda çok büyük bir ayırımcılık döneminin yaşandığını söyleyebiliriz ve ayırımcılığı yapan devletin, ideolojik devletin ta kendisidir.

Değerli milletvekilleri, her şeyden evvel,  geri kalmış ülkelerde tarih boyunca da görüldüğü gibi, devletler, kendilerine, elbette, bir ideolojik misyon belirlerler, belirlemişlerdir de. Aslında, devletlerin görevi, temel insan haklarını korumak ve de milletin ortak hizmetlerini yerine getirmek olmalı iken, ne yazık ki, geçmiş dönemlerden günümüze kadar bunun dışında bazı görevler üstlenmişlerdir. Bunların başında, işte, ırk üstünlüğüne dayalı ideolojik devletler zaman zaman zuhur etmiş ve insanlık tarihi bunlardan çok çekmiştir. Çok eskilere gitmek istemiyorum, ama, bir örnek vermek gerekirse, mesela, eski İran'da, kisraların ayrı bir cevherden, ayrı bir kandan yaratıldığında inanılındı. Kisralar, buna inanırdı ve halkı da buna inandırmışlardı. Aslında, bizim kutsal kitabımızda, hepinizin bildiği gibi, Adem yaratıldığı zaman, yaradılışla ilgili hikâye anlatılırken, şöyle bir olay olur: Adem yaratıldığı zaman, şeytan çağrılır, Adem'e secde etmesi istenir. Şeytan ise, reddeder "ben, ateşten yaratıldım, o çamurdan, ben daha üstünüm; o halde, ona, asla secde etmem" der.

Aslında, bir insanın veya bir grubun diğerlerinden üstünlük iddiası, sadece günümüze ait bir iddia değildir. Demin de ifade ettiğim gibi, kisralar, firavunlar, kendilerinin, tanrılaştıracak kadar da diğer insanlardan cevher bakımından ayrı olduklarını iddia etmişlerdir ve bu iddiadan dolayı insanlık büyük zulümlerle karşı karşıya kalmıştır. Dolayısıyla, ırk üstünlüğüne dayalı teori, aslında, şeytanî bir teoridir ve 18 inci, 19 uncu Yüzyılda, sırf, sadece, Osmanlı Devleti gibi, çok sayıda etnik grubun ve dinî grubun birbirleriyle barışık yaşadığı toplumları veya devletleri yıkabilmek için ürettikleri bir teoridir.

Bu vesileyle, şunu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum: Tabiatıyla, Batı toplumları kendilerini üstün kılacak ve diğer devletleri dize getirecek birçok şeyler üretmişlerdir. Bunların başında silahlar gelir, hatta, kitle imha silahları da gelir; ama, kanaatimce, Batı toplumlarının, diğer ülkeleri tahrip eden en büyük üretimi ideolojik virüsler olmuştur. Bunlardan birisi de, işte, ırkçılığa dayalı teoriyi ortaya atmakla ortaya koydukları bir ideolojik virüs Osmanlı Devletinin bünyesini kemirmiş ve 7 000 000, 8 000 000 kilometrekarelik toprakları yok ettiği gibi, bu bölgeyi 1980 yılından beri de kan gölüne çevirmiştir.

Değerli arkadaşlar, 17 ve 18 inci Yüzyıllardaki bu ırkçı akımlar sonucunda, hepinizin bildiği gibi, ulus devletler kurulmuştur. Batı, bir yandan ulus devletleri teşvik ederken, bir taraftan da mikro milliyetçiliği hareketlendirmek suretiyle bu devletler arasında bir çatışma ortamı meydana getirmiştir; dolayısıyla, dünya, Batılı toplumlar dışında, 1950'den sonra, gerçekten, huzur bulamamıştır. Bunların temeline indiğiniz zaman, bunların temelinde, Batı'nın çıkarlarının ve araç olarak da, bu ırkçı, ırk ayırımına dayalı ulus devlet felsefesinin yattığını görürsünüz.

Muhterem milletvekilleri, bu vesileyle, bir başka ayırımcılıktan daha söz etmek istiyorum: Aslında, bakın, bu anlaşmanın daha 1 inci maddesinde, bir devletin, vatandaşları arasında bir ayırımcılık yapmasının önüne geçilmek isteniyor; ama, 2 nci maddesinde, devletler arasında, milletler arasında ayırımcılık saklı tutuluyor.

Özellikle, son yüzyılda, Avrupa'da bir başka ayırımcılık konusu ortaya çıkmıştır; yani, bu anlayışa göre, Batılı toplumlar -ki, buna Amerika'yı da dahil edebilirsiniz- ayrı, üstün bir medeniyeti temsil etmektedir; dolayısıyla, bir de, çok geri, ilkel medeniyetleri temsil eden topluluklar vardır. O halde, üstün medeniyeti temsil eden bu topluluklar, ilkel medeniyetleri temsil eden topluluklara oranla daha üstündürler, o halde, diğer toplulukları kendi hizmetlerinde kullanabilme hak ve yetkisine sahiptirler. Batı'nın uygulamış olduğu çifte standardın gerisinde, böyle bir anlayış, ayırımcı anlayış yatmaktadır. Bu ayırımcı anlayış, Batı'nın şu anda sahip olduğu bir anlayış değil. Daha Roma İmparatorluğu zamanında, hepinizin bildiği gibi, bir Romalı vardı, bir de, Romalının dışında paryalar vardı. Bu paryaların ana görevi, üstün bir toplum olan Romalılara hizmet etmekti. Bugün, Batı medeniyeti dediğimiz Batılı toplumlar, ne yazık ki, Roma medeniyetinin bu yanlış, çirkin felsefesini tevarüs etmiş bulunmaktadırlar ve uygulamış oldukları çifte standardın sebebi de budur.

İşte, Filistin'de olup bitenleri görüyorsunuz; günlerden beri, haftalardan beri olup bitenleri görüyorsunuz, dünyada olup bitenleri görüyorsunuz. Batılı devletlerin, bu olup bitenlere karşı nasıl duyarsız, nasıl insan haklarından yoksun bir anlayış içerisinde davrandıklarını hepiniz görüyorsunuz. Bu olaylardan bir tanesi, eğer, bir Batılı topluma karşı yapılmış olsaydı -işte, yakın örneklerde var, izah etmeye gerek yok- bütün dünya ayağa kaldırılırdı.

Değerli arkadaşlar, bunların arkasında yatan nedir; bunların arkasında yatan düşünce, bir ayırımcılık düşüncesidir. Şimdi, yeni ayırımcılık düşüncesi, işte, Batılı toplumlar, medenî, üstün ırklardır, üstün topluluklardır, onların dışında kalanlar geri topluluklardır; dolayısıyla, bu topluluklar Batı'ya hizmet etmekle yükümlüdür anlayışından başkası değildir.

Günümüzde diğer bir ırkçı anlayış, hepinizin bildiği gibi, siyonizmdir; şu anda, Ortadoğu'yu kana bulayan da odur. Siyonizm, sadece Filistin'de bir devlet kurmanın ideolojisi değildir; aynı zamanda, İsrail ırkının diğer ırklara göre üstün bir ırk olduğunu ve diğer ırkların hepsinin İsrailoğluna hizmet etmek için yaratıldığına inanan bir anlayıştır. Dolayısıyla, onların anlayışına göre, dünyadaki diğer toplulukların hepsi İsrailoğluna hizmet ettiği ölçüde varlık sebeplerine uygun davranmış olurlar; kendileri de, onları hizmetine aldıkları sürece Allah'a ibadetlerini tamamlamış olurlar. İşte, siyonizm, böyle bir ırkçı ideolojinin adıdır. Ondan dolayı dünyamız kana bulanmıştır. Irkçı ve ırkların üstünlüğü teorisini ortaya çıkaranlar da, yine, siyonist bilim adamlarıdır.

Değerli arkadaşlar, işte, bunlardan dolayı, dünya, özellikle üçüncü dünya dediğimiz 5 milyarlık nüfus, 1950'li yıllardan beri huzur bulamamıştır. 1917'de Osmanlının bu bölgeden çekilmesinden sonra, gerek Kafkaslar gerek Ortadoğu gerekse Balkanlar bir türlü huzura kavuşamamıştır.

Bütün bunları ortadan kaldırmanın elbette yolları vardır; işte, bunlardan bir tanesi bu sözleşmedir.

Zannetmeyin ki, bu sözleşmede bulunan hükümler, Batı uygarlığının, Batı medeniyetinin geliştirdiği hükümlerdir; böyle alırsanız yanılırsınız. Burada, daha evvel, arkadaşlarımız da izah ettiler; Osmanlının ilk dönemlerine baktığınız zaman, orada, çok çeşitli etnik grupların, dinsel grupların, kendi inançlarına ve etnik kültürlerine uygun bir şekilde, barış içerisinde yaşadıklarını görürsünüz.

Bundan tam 1 400 yıl evvel, her türlü ırk ayırımcılığı da dahil olmak üzere her türlü ayırımcılığı kaldıran, evrensel bir ilkeyi Hazreti Peygamber ortaya koymuştur. Hazreti Peygamber şöyle demiştir: "Ne Arabın Arap olmayana, ne Arap olmayanın da Arap olana üstünlüğü vardır. İnsanoğlu Adem'dendir; Adem de topraktan yaratılmıştır. Aranızda hiçbirinizin birinize karşı üstünlüğü yoktur; üstün olan, Allah indinde üstün olan, takva sahibi olanlardır." Ne demek bu; yani, hakları en fazla gözetenler, haklara tecavüz etmekten kaçınanlar, işte, Allah indinde en üstün olanınız da bunlardır. Ta 1 400 yıl evvel bu evrensel ölçü konulmuştur. Şu anda Batılı toplumların bir kısmının böyle bir evrensel ölçüye yanaşmış olmaları ve bizim de, ne yazık ki, o kanaldan almış olmamız hüzün vericidir.

Değerli arkadaşlar, o bakımdan, bu sözleşme geç kalmış bir sözleşmedir; bir. Ancak, şunu da ifade etmek istiyorum: Bakınız, şurada, Mecliste milletvekili sayısı az; ama, çok önemli bir konuyu burada tartışıyoruz, müzakere ediyoruz, insan hakları gibi, ırkçı ayırımcılığın önlenmesi gibi bir konuyu tartışıyoruz; ama, hep uluslararası sözleşmelerin görüşmelerinde olduğu gibi, uluslararası sözleşmeler buradan geçiyor; ama, bir türlü kanunlarımıza yansımıyor, hayata yansımıyor. İşte, bunlardan birini de yakın bir zamanda İstanbul'da yaşadık.

Değerli arkadaşlar, bu vesileyle, müsaade ederseniz, ayırımcılıkla ilgisi olması bakımından, din ayırımcılığına girmesi bakımından, İstanbul'daki olaylarla ilgili olarak bir iki hususu ifade etmek istiyorum.

Ben, İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak alt komisyonda da bulundum ve buradaki durumu inceledik, uluslararası metinleri de inceledik. Şimdi, bakınız, uluslararası metinlerde din ayırımcılığı ne şekilde ifade ediliyor; tıpkı burada olduğu gibi "ırk ayırımcılığı" terimini çıkarın "din ayırımcılığı" terimini koyun ve 1 inci maddeyi aynen okuyun. Yani, bir kişinin haklarından, tüm hak ve özgürlüklerinden yararlanmasının ortadan kaldırılmasını, bir din ayırımcılığı olarak, dinî saikle yararlanmasının, kendi dinî özgürlük hakkını kullanmış olması nedeniyle bunlardan yararlanmasının önüne geçilmesini, bütün uluslararası metinler "din ayırımcılığı" olarak ifade ediyor.

Peki, başörtüsü takmak bir dinî vecibe midir? Türkiye'deki uzman bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı diyor ki, evet, bu bir dinî vecibedir.

Peki, bir dinî vecibeyi yerine getirmeyi engellemek, bundan dolayı, eğitim hakkı  gibi bir hakkı ortadan kaldırmak din özgürlüğü ihlali değil midir? Uluslararası metinler diyor ki, evet, bu bir ayırımcılıktır, din özgürlüğü hakkının kullanılmasına engel olmaktır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Lütfen efendim...

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Ne yazık ki, bu hususlar, bu metinlerde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde açıkça tanımlanmasına rağmen, Türkiye de bunları tanımış olmasına rağmen, bunların altına imza atmış olmasına rağmen, özellikle din ve vicdan özgürlüğü konusuna gelince, burada, Türkiye'de, bütün bu metinlere aykırı bir davranış yıllardan beri sürdürülmektedir.

Bu uygulamaların laiklikle bir ilgisi yoktur. Laiklik, insanın, devletin, ne dinden yana olmasıdır ne de dinî vecibelere karşı olmasıdır. Laiklikte, devlet, ne dine dayalı bir düzenleme yapar ne de dinî vecibeyi yasaklayacak bir düzenleme yapar; eğer, bunlardan birini yapıyorsa; yani, dine dayanan bir düzenleme veya dinî vecibeleri yasaklayan bir düzenleme yapıyorsa, bu laisizme aykırıdır, Anayasaya da aykırıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, lütfen... Teşekkür ediyorum...

BAHRİ ZENGİN (Devamla) -  Dolayısıyla, bu sözleşme, geç kalmış bir sözleşmedir.

Bunun bir an evvel hayata geçirilmesini, başta Anayasa olmak üzere, Anayasanın dibacesi olmak üzere, diğer kanunların da bu temel sözleşmeye göre yeniden düzenlenmesini arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Yalçıntaş ve Sayın Zengin konuşmalarında çok haklı bir noktaya temas ettiler; otuz yıldan sonra bunun Yüce Meclisin onayına sunulmuş bulunması; 1965'te oylanmış ve Türkiye oylamaya katılmış. Binaenaleyh, müspet iradesini, siyasî iradesini beyan etmiş. 1966'da imzaya açılmış, Türkiye 1972'de imzalamış, altı yıl sonra. O bile, belki, bir ölçüde izah edilebilir; ama, otuz yılı anlamak ve izah etmek kolay bir iş değil. Onu size açıklıkla arz ve ifade edeyim, yalnız tek örnek de değil. Bu uygulamalar, benzeri vakıalar bizde, özellikle 1980 öncesi, ben Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı iken, düzinelerle vardı, bugün de tamamıyla yok dersem eksik söylerim.

Bu anlaşma, diğer iki anlaşmayla beraber, yine, bana göre, rahatsız edici bir husus; o da, Katılım Ortaklığı Belgesinde, bunların onaylanmasının yer almış bulunması, kısa vadeli tedbirler olarak. Birisini komisyonumuz kabul ederek huzurlarınıza getirdi, iki tanesi de halen komisyonda inceleme safhasında bulunmaktadır. Bunun, bu Katılım Ortaklığı Belgesine girmesine vakit bırakmadan -bu, Türk Milletinin, aslında, tabiatında, tarihinde mevcut bir husus, özellik, bulunması itibariyle- çok önceden getirilmesi ve bunu onaylamamız lazımdı. Burada eksiğimiz var, bunu gidermeye çalışıyoruz.

Sayın Zengin bir ifadede bulundular, dediler ki: "Bu anlaşmalar, hukukumuza yansımıyor" Bu anlaşmalar bizatihi kanun oluyor burada onaylanınca ve üstelik de kendileri biliyorlar ki, bu milletlerarası bir kaidedir; milletlerarası anlaşmalar, onaylandıktan sonra millî hukuka göre üstünlük kazanıyor. Her ne kadar son Anayasa değişikliklerinde buna bir tereddüt getirildiyse de, bu, milletlerarası bir kaidedir ve bu kaideyi tek taraflı olarak değiştirmek de kolay bir iş değil. Bunu da arz edeyim.

Bir diğer altını çizmek istediğim husus; yine, sayın iki konuşmacı çok önemli yönlerine temas buyurdular konunun ve hakikaten, Türk tarihinde ırkçılık hiçbir zaman bulunmamıştır; hiçbir dönemde, ırkçılık üzerinden, Türk tarihinde bir vaka kaydedilemez. İşin çok enteresan tarafı, ırkçılık, bugün bize insan haklarını ve medeniyeti öğretmeye çalışan memleketlerde ve çevrelerde doğmuştur ve bunun en acı örneği de, 20 nci Yüzyılın ilk yarısında bilhassa Avrupa'da "Ari Irk" ismi altında ortaya atılan bir teorinin maliyeti ve milyonlarca insanın öldürülmesi.

Bir diğer yönü var, çok kritiktir ve birbirine maalesef çok karıştırılır, o da, milliyetçilik ile ırkçılığı karıştırma hadisesi. Bunlar birbirinden çok ayrı şeylerdir. Yani, milliyetçilik ile ırkçılığı özdeşleştirmek, aslında, ırkçılığın bir oyunu olarak görülmek gerekir. Bu açıdan da çok dikkatli bakmak ve itinayla mesele üzerinde durmak lazım. Tarihte bunlar zaman zaman böyle ortaya çıkıyor. Napolyon savaşlarından sonra, 1815 Viyana Kongresinden sonra dünyada bir genel milliyetçilik, bazı yerlerde ırkçılık şeklinde tezahür ederek gelişti. Son Sovyetler Birliği İmparatorluğunun 21 Aralık 1991'de dağılmasından sonra bu sefer milliyetçilik yaygın bir hale geldi, ırkçılık yönü ikinci planda kalmak üzere ve buna da bir tabir buldular; atomizasyon. Yani, atomlar şeklinde bir nevi küçük ünitelerin bölünmesi ve bu suretle büyük birliklerin dağılması. Bunda da, tabiatıyla, millî duyguların bir payı olmakla beraber, siyasî büyük güçlerin hesabının da bulunmasını dikkate almak lazım.

Birleşmiş Milletler 55 devletle kuruldu 1945'te. Bugün 190'a çıkmışsa, bu, kendiliğinden değildir. Bu, böl ve yönet teorisinin bir neticesidir ve burada da her türlü vasıta mubah sayılmıştır. Bu konularda da dikkatli olmak gerekiyor.

Bir bakıma, aslında, bu gibi konvansiyon anlaşmalar karşısında Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin gösterdiği tereddüt veya gecikmenin bu gibi düşünceleri derinleştirmekten de kaynaklandığını dikkate almak gerekir diye düşünüyorum.

Arz ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisinde.

Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekillerim; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporu hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, 21 Aralık 1965 tarihinde ülkemizin de olumlu oy kullandığı oylamada oybirliğiyle kabul edilerek, 7 Mart 1966 tarihinde imzaya açılmıştır. Sözleşme, 27 ülkenin, onay belgelerini Birleşmiş Milletler Sekreterliğine tevdi etmesini takiben, 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz, sözleşmeyi 13 Ekim 1972 tarihinde imzalamıştır.

1965'te Türkiye olarak olumlu oy kullandığımız, 1966'da imzaya açılan, 1969'da yürürlüğe giren ve bizim de 1972'de imzaladığımız bu sözleşme için şu anda bizim alıngan olmamıza hiçbir neden yoktur. Bu sözleşme, o yıllarda, daha çok sömürgesi olan ve kolonileri olan ülkeler için düşünülmüştür. Şimdi, sonradan yerleştikleri toprakların eski sahiplerini tüketenler, insanları siyah-beyaz olarak ayırt edenler, köle ticareti yapanlar, düne kadar koloni ve sömürgeleri olanlar bu sözleşmeye imza koyarken, bunu, bizim şimdi imzalamamız geç kalmış bir iştir.

21 inci Yüzyıla, sivil toplum örgütü ve bireyin yüzyılı diyoruz. Halbuki, biz, millet olarak, bireyin önemini, kültürümüzden ve inancımızdan dolayı yüzyıllar önce fark etmişiz ve bunu, ilk toplusözleşmelerle, esnaf teşkilatları ve vakıflarla yaşamışız.

Sizlere, hepinizin bildiği iki örneği vermek istiyorum; birincisi, Fatih Sultan Mehmet'in Balkanlara gittiğinde yayımladığı İnsan Hakları Beyannamesi; bu beyannamede Fatih Sultan Mehmet şunu söylüyor: "Vezirim dahil, sizlere milliyetinizden, dilinizden, dininizden dolayı eziyet eden olursa, cezaları elimle verilecektir."

İkinci örnek ise, 17 nci Yüzyılda yaşamış İtalyan materyalist Campanella; bu, sistemle çatıştığı için 27 yıl hapiste yatıyor ve serbest bırakıldığında dışarıya çıkmak istemiyor, "dışarı çıkmak istemiyorum; çünkü, dünya hâlâ karanlık,  dışarı çıkmamın bir anlamı yok; yeryüzünde sadece bir tane güneş gibi aydınlık ülke tanıyorum; o da düşüncelerinden ve inançlarından dolayı insanların zindana konmadığı Osmanlı Devletidir" diyor. Bizim tarihimiz budur ve bu anlayışla, bu tarihle, bu kültürle, bu inançla, aslında, bu kanun Meclisimizden yıllarca önce geçmeliydi; ancak, çalıştırılmayan Mecliste zamanımız çalınmış ve bunun gibi onlarca sözleşme Mecliste, arşivlerde bekletilmiştir.

Bu durum, uluslararası arenada da bizi haksız olarak sıkıntılarla karşı karşıya getirmiştir. Bugün, Meclis çalıştığı için bu kanunlar çıkmakta ve sözleşmeler onaylanmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisinin 21 inci Dönem Meclisinin çalışmasındaki ve ülkedeki siyasî istikrarın oluşmasındaki katkısını belirtmeden geçemeyeceğim.

Önemli olan, bu sözleşmeye onyıllar önce imza atan veya onaylayan ülkelerin bu sözleşmeye uymalarıdır ve Türkiye'nin bunun takipçisi olmasıdır. Bütün temennim, bizim çocuklarımızın bu sözleşmeyi onyıllar önce imzalayan ya da onaylayanların neden olduğu veya göz yumduğu Kıbrıs, Bosna, Kosova, Çeçenistan, Afganistan ve Filistin dramlarını yeniden yaşamamalarıdır.

Tarihinde ırkçılık anlayışı doğrultusunda yönetim ve dışpolitikası olmayan Türk Milletine, bu anlaşmanın hayırlı olmasını diliyor, yeniden saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Her Türlü Ayırımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi ve Yüce Heyetinizi saygılarla selamlıyorum.

4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren, ülkemizin 13 Ekim 1972 yılında imzaladığı, Birleşmiş Milletler üyesi 188 ülkeden 157'sinin taraf olduğu Her Türlü Irk Ayırımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, ülkemiz tarafından da onaylanacaktır. Böylece, evrensel insan haklarına, temel özgürlüklere, ırk, cinsiyet, dil ve din ayırımı yapılmaksızın, herkese saygının geliştirilmesi sağlanacaktır.

Bu sözleşmeye taraf olan devletler, ırk ayırımcılığını ortadan kaldırmak, yargıda herkese eşit muamele hakkını kullanmak, kişinin güvenlik hakkını sağlamak, her insana medenî haklarını, ikamet hakkını, ülkesini terk etmek ve dönmek hakkını -kendi ülkesi de dahil olmak üzere- seçme ve seçilme hakkını, eşit işe eşit ücret hakkını, uyrukluk hakkını, düşünce vicdan ve din özgürlüğü hakkını, işini özgürce seçme hakkını, sosyal hizmetlerden yararlanma ve meslekî formasyon hakkını vermek durumundadır.

Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmenin onayı sırasında, işbu  sözleşmenin hükümlerini, yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan taraf devletlere karşı uygulayacağını ve ancak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve Türkiye Cumhuriyetinin yasal ve idarî düzeninin yürürlükte olduğu ülke sınırları itibariyle onaylanmış bulunduğunu beyan etmiştir.

Ancak, devletimiz, bu sözleşmenin 22 nci maddesine de şöyle bir çekince koymuştur: "Sözleşmenin yorumlanması ya da uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkabilecek ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu bir uyuşmazlığın Uluslararası Adalet Divanına intikal ettirilebilmesinden önce her durumda Türkiye Cumhuriyetinin açık muvafakatının sağlanması gerekmektedir."

770 sıra sayılı kanun tasarısı Yüce Meclisimizde onaylandığı takdirde Birleşmiş Milletler Her Türlü Irk Ayırımının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi sonuçlandırılmış olacaktır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği Eurobarometre'nin raporlarına göz atacak olursak, Avrupa Birliğine üye ülkeler arasında genel sıralamada, yabancılara en az tahammül eden ülkeler arasında yüzde 70 ile Yunanistan, yüzde 53 ile Belçika ve yüzde 47 ile Almanya ile Fransa'nın yer aldığını görebiliriz; yüzde 43 ile Lüksemburg ise ikinci grubu oluşturmaktadır. Yabancılara hiç tahammül edemeyenlerin oranı Danimarka'da yüzde 20'ye ulaşırken, az tahammül edenlerin oranı ise yüzde 17'dir. Yabancılara karşı en çok hoşgörülü ülkelerin başında yüzde 77 ile İspanya, yüzde 76 ile İsveç, yüzde 71 ile Finlandiya ve yüzde 65 ile İrlanda gelmektedir.

Avrupa Birliğindeki bu zoraki yeşil ışığa rağmen, 19 Mart 2001 tarih ve 2129 sayılı Bakanlar Kurulu kararına ekli Türkiye Ulusal Programının bu sözleşmesini onaylamak, Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık sürecinde ve müzakerelere oturabilmesinde büyük bir rol oynayacak ve ülkemizin önünü açacaktır; ancak, Türkiye, Avrupa Adalet Divanının serbest dolaşım hakkındaki 1612/68 nolu ve sosyal güvenlik hakkındaki 1404/71 nolu hükümlerini her zaman gündemde tutmak durumundadır.

Özellikle Avrupa'da yaşayan Türkler için Avrupa Birliği-Türkiye Ortaklık Anlaşmasının 1/80 nolu kararının 10 uncu maddesi çok önemlidir. Çünkü, Türk uyruklu işçiler ve aileleri, iş arama faaliyetlerinde, çalışma şartları ve ücret dengesine göre ayırımcılığa yer verilmeden topluluk üyesi uyruklu işçilere tanınan eşit haklardan yararlanabilirler. Buna rağmen yabancılara yapılan ayırımcılıkla ilgili olarak yasal düzenleme yapılmasını isteyen toplumların Avrupa Birliği ülkelerine göre dağılımı Lüksemburg'ta yüzde 41, İsveç'te yüzde 40, Almanya'da yüzde 34, Danimarka'da yüzde 33, Fransa, İngiltere ve Portekiz'de yüzde 31, Belçika'da yüzde 29, Avusturya ve İspanya'da yüzde 27, İrlanda'da da yüzde 24'tür.

Bu rakamlara baktığımızda, Fransız Senatör Pelchat'ın şu sözü aklımıza geliyor: "Yerel dillerde eğitim ve yayın ayrılıkçılığı güçlendirir. Oysa, cumhuriyetimizin ruhu ve mantığı, toplumun farklı unsurlarını birleştirmeyi öngörür. Cumhuriyetin ulusal dili olur." Türkiye Cumhuriyetinin de dili Türkçedir. Devlet yayınlarında da her şey Türkçe yayınlanır. İnsanlara verilen temel özgürlükler ve serbestlik ise, Ulusal Programda yazılı olduğu üzere, ayrılıkçı ve bölücü amaçlarla kullanılamaz.

Türk toplumculuğu, sosyal adaletçi, insan haklarına dayalı bir sistemi gerçekleştirmiştir. Türkler, tarihte de, günümüzde de toplumcu, dayanışmacı vasıflarıyla tanınmışlardır. Türk Milleti, hiçbir milletin diğer bir milletin kölesi olmasını kabul etmez; köleliğin genetik, ırkçı tanımlarını da reddeder; üstün ırk nazariyesini de reddeder; üstünlüğü, yapılan hizmet ve işte arar. Türk milliyetçiliği, bir kültür hareketi olarak ırkçılığı, halka dayanan bir siyasî hareket olmasıyla da otoriter idare sistemlerini reddeder; Türk insanının, diğer milletler gibi, hür, bağımsız, insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşamasını kabul eder.

21 Mart günü -otuzbeş yıl önce- Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Irkçılıkla Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir. Bütün insanlık, kin ve nefrete dayanan ırkçı hareketleri lanetlemeli, uluslararası ilişkileri barışa ve işbirliğine dönüştüren, Genel Başkanımız Sayın Doktor Devlet Bahçeli'nin üzerinde özellikle durduğu gibi, sevgide serbestliği, saygıda mecburiyeti esas alan uzlaşmacı milliyetçiliği benimsemelidir.

Irkçılık ve yabancı düşmanlığının, her ülkede ya da farklı kültürlerde, temelleri kültürel ve tarihî nedenlere dayanan, farklı şekillerde ortaya çıktığı gerçeği unutulmamalıdır.

Anayasamızın yürürlükteki 10 uncu maddesi, ayırımcılığı kapsamlı olarak yasaklamış, Anayasa ve kanunlar önünde herkesin eşit olduğu ilkesini benimsemiştir. Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Almanya'da, İş Bulma Yasasının Türkler için getirdiği ayırımcılık ise, herhangi bir açık işte önce Almanların, sonra Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarının, daha sonra da Türklerin işe kabul edilmeleridir. Bu durum, başkalarının tercih etmediği işlerin Türk işçilerine kalması demektir ki, bu ayırımcılıktır.

Helmut Schmidt'in "Avrupa'nın Benlik İddiası" adlı kitabında "Eğer Türkiye'yi Avrupa Birliğine kabul edersek, Mısır'ı veya Cezayir'i hangi gerekçelerle reddedeceğiz" görüşü de ayırımcılıktır.

Avrupa Birliği Konvansiyonu Başkanlığına seçilen Valery Giscard d'Estaing; yani, Fransa eski Cumhurbaşkanının, Türkiye'yi "Avrupa dışı ülke" olarak tanımlaması da ayrılıkçılıktır.

Türkiye'nin, Avrupalı ülke olma özelliğinin hâlâ tartışılıyor olması ve bu konuyu özellikle Avrupa Birliği Konvansiyonu Başkanının gündeme getirmesi, Avrupa'nın ne kadar ırkçı ve ayırımcı bir tutum izlediğinin de kanıtıdır.

Uluslararası ilişkiler sevgi üzerine değil, menfaatlar üzerine kurulur. En önemli sorun, müzakerelerde güçlü olabilmektir; bunun için de güçlü devlet olmak gerekir. Bu sözleşme, Türk Devletinin gücünü artıracaktır; ancak, Türk Devletinin ve milletinin gücünü azaltacak, millî birliğimizi bozabilecek tutumlardan, faaliyetlerden de uzak olmak durumundayız.

Etnik, dil ve din esaslarına göre oluşan farklılıkları belirleyen alt kimlikler, sadece Türk kimliği şemsiyesi altında ve üniter bir yapıda, ayırımcılığın da ortadan kaldırılmasıyla yaşamaya devam edecektir diyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

İkinci söz, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu'nda; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Bekâroğlu, süreniz 10 dakika.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Her Türlü Irk Ayırımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasıyla İlgili Yasa Tasarısı üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, belki tarih "ben ve öteki" mücadelesiyle "biz ve ötekiler" mücadelesiyle doludur. Modern zamanlara gelene kadar ayırımcılık dolayısıyla insanlar çok acı çektiler: ama, modern uygarlıkta, modern zamanlarda, ayırımcılık dolayısıyla çekilen acılar, tarihin hiçbir döneminde çekilmemiştir; bu boyutta acılar hiçbir zaman çekilmemiştir.

Maalesef, büyük iddialarla insanlığa yeryüzü cenneti vaat ederek gelen modern uygarlık, insanlığın temel ihtiyaçlarını, güvenliğini, ekmeğini, refahını, hak ve özgürlüklerini garanti altına alamamıştır. Şu anda üzerinde konuşmakta olduğumuz uluslararası sözleşme, belki de modern zamanlarda, modern ülkelerde ırk ayırımcılığı dolayısıyla işlenen cinayetler üzerine ihtiyaç olmuş ve Birleşmiş Milletler bunu kabul etmiştir. Özellikle, Almanya'da Yahudilerle ilgili işlenen cinayetler, böyle bir sözleşmenin gündeme gelmesini sağlamıştır. Yine, İkinci Dünya Savaşında işlenen cinayetler, böyle bir sözleşmenin gündeme gelmesini sağlamıştır.

Bu sözleşmeyi Türkiye otuz sene sonra, kırk sene sonra onaylıyor; bu, anlamlıdır, gerçekten anlamlıdır. Niçin böyle olduğu üzerinde düşünmek, konuşmak gerekiyor; ama, bu sözleşme başka ülkeler tarafından onaylandı diye dünyada ırk ayırımcılığı, soykırımları kalkmadı ki!..

Değerli arkadaşlarım, daha yakın tarihte, Avrupa'nın göbeğinde, medeniyetin, modern uygarlığın göbeğinde, bir ırk, bir kültür, bir medeniyet yok edilmeye çalışıldı. 200 000 insan, Batılıların, bu sözleşmeyi imzalamış olanların gözleri önünde katledildi. Tarih, gerçekten, ırk ayırımcılığı ve soykırımlarıyla doludur. Almanya'da, Bosna'da, Güney Afrika'da, Karabağ'da, evet Karabağ'da, Çeçenistan'da, Keşmir'de, dünyanın birçok yerinde soykırımları, ırk ayırımcılığı devam etmiş, halen devam ediyor.

Öncelikle, modern uygarlığı oluşturan felsefenin temelinde ayırımcılık vardır. Bu felsefe, modern olanlar -gelişmiş olanlar ve ilkel olanlar- barbar olanlar üzerine kurulmuştur. Burada, bir hayat biçimi, evet, bir hayat biçimi, belli coğrafyada yaşayan, belli insanların geliştirmiş oldukları ilişkiler ağı, üstün, ileri; diğerleriyse, geri, barbar, ilkel şekilde takdim edilmektedir ve her ne yapılıyorsa, bu temel inancın, bu temel felsefenin üzerine kurulmaktadır.

Bu modern ideoloji gerilememektedir değerli arkadaşlarım, maalesef, bu ideoloji, kendisini yenileyerek yoluna devam ediyor. Bugün "küreselleşme" diye karşımıza çıkan olgu da, aslında, bu temel ideolojinin dışında bir olgu değildir. Evet, önde olanlar, kuzeyde olanlar, güçlü olanlar, kendilerini diğerlerinden farklı ve üstün görenler, şu anda, ulus devletler yapısından rahatsızlık duymaktadırlar. Şu andaki ulus devletler yapısı ve halkların bilinçlenmiş olması, uyanmış olması, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkmaları, merkezdekileri, hegemon güçleri rahatsız etmektedir. Küreselleşme, aslında, bundan başka bir şey değildir. Hem ekonomik hem de kültürel sömürü için, ulus devletler sorun olarak görülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, küreselleşme ve neoliberalizm denilen olgu üzerinde durmak gerekiyor. Bu, biraz evvel üzerinde durduğum, bir grup insanın, dünyada yaşayan diğer insanlardan üstün olduğuna inanan bir ideolojinin üzerine gelişmektedir. Bugün, kuzey-güney ayırımı var ve bu ayırım, bütün bu sözleşmelerin altına imza koyanlar tarafından yapılmaktadır. Bugün, kuzeyde yaşayan insanların, yani zengin ülkelerin bireylerinin kişi başına düşen millî geliri 20 000-30 000 dolar civarındadır; ama, güney ülkeleri, açlıkla, yoksullukla, sefaletle mücadele etmektedirler. Güney ülkelerinde kişi başına düşen gelir 400 dolara kadar düşmektedir. İşte, en büyük ayırımcılık budur. Bunu şöyle takdim ediyorlar, diyorlar ki: "Biz üstünüz, biz çok çalıştık, biz çok şeyler yaptık; o sebepten dolayı, kişi başına düşen 30 000 dolar bizim hakkımızdır." Bu, böyle değil değerli arkadaşlarım; onlar, çaldılar, sömürdüler, yüzyıllarca dünyayı sömürdüler; bu sebepten dolayı kişi başına düşen gelir 30 000 dolardır.

Değerli arkadaşlarım, küreselleşme ise, neoliberalizm ise, yeni sömürgeciliğin, yeni ayırımcılığın yeni ismidir. Şimdi, diyorlar ki: "Biz kuzeyde yaşayanlar, bu refahı kimseyle paylaşmayız" ve kurmuş oldukları uluslararası kuruluşlar aracılığıyla da bu sistemi dünyaya yerleştirmeye çalışıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu sistemin temelinde, finans kapitalizm vardır; diyorlar ki: "Biz size borç vereceğiz; üretmenize gerek yok, tütün ve şeker fabrikalarınızı kapatın... Biz ,size borç vereceğiz; yeter ki, malî sistemlerinizi bizim istediğimiz gibi organize edin." Uluslararası kuruluşlar aracığıyla başka bir şey daha diyorlar ve dayatıyorlar: "Siz üretmeyin; piyasalarınızı, tütün piyasanızı, şeker piyasanızı, çay piyasanızı bizim çokuluslu şirketlere açın."

Değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha diyorlar: "Siz sanayileşemezsiniz, siz bunları yapamazsınız; ama, biz, gerekirse size sanayi tesisleri de kurarız." Bunun temelinde yatan, yine bir ayırımcılıktır. Kuzeyde yaşayan üstün insanlar, çevrenin kirlenmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Bu sebeple, şimdi, çevreyi kirleten düşük teknolojili fabrikalarını, sanayiini, çevre ülkelere; yani, bizim gibi, geri görmüş oldukları ülkelere aktarmak istiyorlar. Evet, Türkiye'de, maalesef, 57 nci hükümet bu projeyi uyguluyor. Türkiye, yabancı çokuluslu şirketlerin piyasası haline getiriliyor; bu, en büyük ayırımcılıktır değerli arkadaşlarım.

Şimdi, üzerinde görüşmekte olduğumuz sözleşmenin 1 inci maddesinde deniliyor ki: "...siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını..." Bu şekilde devam ediyor. "Bunu, insanların farklılıkları üzerinde, bu hak ve özgürlükleri ayırımcılık olarak kullanamazsınız" diyorlar. Değerli arkadaşlarım, farklılığı reddetmek değildir ayırımcılığa karşı olmak; ayırımcılığa karşı olmak, farklılıkları kabul etmektir. Ayırımcılığa karşı olmak, farklılıkları kabul ettikten sonra, farklı olduklarından dolayı onların hak ve hukukunu, özgürlüklerini engellememektir. Ayırımcılığa karşı olmak budur; ama, değerli arkadaşlarım, bugün, bunlar mı oluyor?! Şu anda, Filistin'de büyük acılar yaşanıyor.

11 Eylülde New York'taki, Washington'daki terör dolayısıyla, hepimiz, bu terörü kınadık; insanların, masum insanların ölümlerini kınadık, karşı çıktık. Dedik ki: "Terör, insanlığın en büyük belasıdır." Değerli arkadaşlarım, Afganistan'da, en azından New York'ta ölen insan kadar insan öldü, çocuklar öldü, kadınlar, yaşlılar öldü; değeri 1 000 000, 1 500 000 dolar olan füzeler, barakaların üzerine atıldı, böyle bir savaş yapıldı; ama, bunu hiç kimse kınamadı. Modern dünya "terörle mücadele ediyoruz" dedi; ama, 10 000 metre, 12 000 metreden yağan bombaların altında hangi insanlar, niçin öldü, bunu hiç kimse sormadı. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, elbette, Kudüs'te patlayan bombalara üzülüyoruz. Masum insanların ölümüne, kim olursa olsun karşı çıkıyoruz; ama, Ramallah'ta ölen insanlar insan değil mi?..

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Azerbaycan... Azerbaycan...

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Burada, dün, Dışişleri Komisyonu Başkanımız, bize, Musevîlerin ölümlerinden dolayı duyduğu acıyı dile getirerek "çifte standardı ortadan kaldırın" dedi. Üzüldük elbette, doğru söylemiştir; ama, Filistin'de ölen insanlara ne diyeceğiz değerli arkadaşlarım, bunlara hiçbir şey demeyecek miyiz?! Ki, Filistin'de tek taraflı bir savaş var, güç yok insanların elinde, tank yok, tüfek yok ve bir ulus, bir halk, bütünüyle ortadan kaldırılıyor; buna isyan etmeyecek miyiz değerli arkadaşlarım?! (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, aslında, bu sözleşme çok geç kalmıştır; ama, bu sözleşme, göstermelik bir sözleşmedir. Dünyada ırk ayırımcılığı ve bütün anlamıyla, geniş anlamıyla ayırımcılık devam ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Eğer bu sözleşmenin imzalanması, ayırımcılık konusunda, bizde, içeride yaşanan ayırımcılıklar konusunda bir yaraya merhem olacaksa, güzel bir adım, geç kalınmış bir adımdır.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde ayırımcılık var, ülkemizde farklılıklar kabul edilmiyor, farklılıklar yok edilmeye çalışılıyor. Bu, yanlıştır, bütün farklılıklar bu ülkenin zenginliğidir; etnik olsun, dinî olsun, mezhebî olsun, kültürel olsun, hepsi bu ülkenin zenginlikleridir. Bizim, bu ayırımcılığı ortadan kaldırmamız gerekiyor ve bu sözleşmenin, burada işe yarayacağı kanaatindeyim.

Bir başka şey daha var değerli arkadaşlarım; dinî ayırımcılık. Bakınız, devletin valisinin, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna yazmış olduğu yazı elimdedir; diyor ki: "Dinsel inançlarından dolayı, eşittir, ideolojilerinden dolayı, böyle davranıyorlar, bu sebepten dolayı onlara hayat hakkı yoktur." İşte, en büyük ayırımcılık; "dinsel inançları" diye buraya yazmış değerli arkadaşlarım. Dinsel inançlarından dolayı, bu ülkenin insanları, bu ülkenin vatandaşları, en temel haklardan mahrum ediliyor. Bunları görmeliyiz, bunlarla hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bu ülke bizimdir, bu ülke herkese yeter, bu ülkede herkes mutlu yaşayabilir.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Bu dünya da herkese yeter, bu dünyada da bütün insanlar, 6 milyar insan mutlu olarak yaşayabilir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, teşekkür ediyorum.

DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Başkanım ne hususta, sataşmadan dolayı mı söz istiyorsunuz?

DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Başkan, eksik ifade buyurdular, ismen zikrettiler, o bakımdan, sadece bir açıklık getirmek için söz istiyorum.

BAŞKAN -  Tabiî efendim, sataşmadan ötürü; buyurun.

.V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Van Milletvekili Kâmran İnan’ın, Rize Milletvekili Mehmet Bekâroğlu’nun kendisine sataşmada bulunması nedeniyle açıklaması

DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Bekâroğlu'na, bir açıklık getirmek bakımından imkân verdikleri için teşekkürlerimi arz ediyorum.

Kendileri, benim dün kullandığım ifadelerin yarısını kabul buyurdular; yani, ölen çocukların, ailelerin, masum insanların... Benim dünkü konuşma tutanaklarımı lütfedip incelerseniz, onlardan bir defa bahsederken, bugün Filistinlilere yapılan zulmün dünyada kabul edilemez olduğunu üç defa tekrarlamışım ve Sayın Arafat'ın, bir devlet başkanının tecrit edilmesinin düşünülemeyeceğini söylemişim. Bütün bunları saydıktan sonra, bunlarla beraber, öbür tarafta, şu şekilde ölen insanları da düşünmek bizim vazifemizdir diye ifade etmişimdir.

Kendileri de kabul buyururlar ki, bugün cereyan eden drama ve Filistinlilere yapılanlara bigâne kalacak veyahut da hissiyatını harekete geçirmeyecek bir akılsız insan bu memlekette yoktur.

Arz ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

8. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı : 770) (Devam)

BAŞKAN - Efendim, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzükte yapılan son değişiklik gereğince, tasarının maddeleri üzerinde görüşme açılmayacak ve önerge verilmeyecektir; arz ederim.

1 inci maddeyi okutuyorum:

HER TÜRLÜ IRK AYRIMCILIĞININ ORTADAN KALDIRILMASINA İLİŞKİN

ULUSLARARASI SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU

HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. - 13 Ekim 1972 tarihinde New York'ta imzalanan "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin ilişik beyanların yapılması ve çekincenin konulması suretiyle onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının açık oylamasına 209 milletvekili katılmış olup, 208 kabul ve 1 mükerrer oyla tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun efendim.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, 9 uncu sırayla alınan Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakerelerine başlıyoruz.

9. - Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/961) (S. Sayısı: 840) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu, 840 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanunun 6 ncı maddesi Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.

Anayasanın 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir" hükmü yer almaktadır. Bu hükme göre, geri gönderilen kanunun bütün maddelerinin veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır.

Bu nedenle, söz konusu kanunun, İçtüzüğün 81 inci maddesinde belirtilen usule göre, ancak, sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 6 ncı maddesinin görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, aslında, burada, bir şeyi karara bağlamak lazım. Anayasanın 89 uncu maddesine göre, bu yetki Genel Kurula aittir. Bana göre, önce, Genel Kurulda, Cumhurbaşkanının iade gerekçesi okunduktan sonra, bunun üzerinde bir müzakere açılması lazım. Yalnızca Cumhurbaşkanınca reddedilen maddeleri mi görüşelim, yoksa kanunun tümünü mü görüşelim; buna, Meclisin karar vermesi lazım, ondan sonra komisyonun karar vermesi lazım.

Şimdi, komisyon, Meclisin karşısına... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim; bir şey izah ediyor. İstirham ederim...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Önemli bir şey söylüyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Genç, bir Meclis Başkanvekili; fikrini söylemesin mi efendim?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - Onun için, Sayın Başkan, böyle bir şey yapalım.

BAŞKAN - Ben de aynı kanaatteyim Sayın Genç; peşinen bu karar alınmalı.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Evet, peşinen karar alınmalı ki, komisyon ona göre karar vermeli. Şimdi, komisyon öyle bir karar almış, göndermiş; Genel Kurul reddederse, bu defa, tekrar komisyona gitmesi lazım. Bu aşamada halledelim efendim.

                                    

(1) 840 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN - Ben de aynı kanaatteyim efendim. Gerekçe okunduktan sonra bu kararı almalı ki komisyondan, sonra bir yanlışlık olmasın. Şimdi, Genel Kurul istemeseydi, bütün maddelerini görüşecektik, komisyonda görüşülmediği halde.

Sayın Genç'in teklifini inşallah dikkate alırsınız efendim.

Tabiî, Sayın Genç, İçtüzükte de bu vesileyle değişiklik olabilir.

Efendim, tasarının tümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Tabiî, her ne kadar 20 dakikaysa da süreniz, Sayın Ayaydın, iktidar partisi Milletvekili olmanız hasebiyle...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Bir dakikada bitirir Sayın Başkan.

BAŞKAN - Takdirlerine sunuyorum efendim, ben ne karışırım; haddime mi düşmüş?!

Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA AYDIN A. AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu ve 492 sayılı Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Anavatan Partisi ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, dokuzuncu Emlak Vergisi genel beyan dönemi 2002 yılı başında yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Bu Emlak Vergisi Yasasına göre, beyan döneminin başında, belediyelerce kurulan takdir komisyonlarının belirlemiş oldukları değerler üzerinden, 18 000 000 Emlak Vergisi mükellefinin, bu beyan dönemi içerisinde belirlenmiş olan takdir değerlerine göre beyannamelerini vermeleri gerekmektedir; ancak, hepinizin bildiği gibi, belediyelerin bu yıl başında belirlemiş oldukları arsa ve bina değerleri kamuoyunda çok tartışıldı; bazı belediyelerin kurmuş oldukları takdir komisyonları tarafından belirlenmiş olan bu değerler çok aşırı bulundu ve mükellefleri büyük bir sıkıntıya sokacak rakamlar belirlenmiş oldu. Bu bakımdan, kamuoyunun bu haklı tepkisi üzerine gerek bizler tarafından ve gerekse Maliye Bakanlığının hazırlamış olduğu tasarıyla, belirlenmiş olan bu değerlerin yeniden gözden geçirilmesine imkân sağlayacak yeni bir düzenleme yapıldı. Yapılan bu düzenleme sonucunda yasalaşan bu tasarı, usulî bir hata nedeniyle, Sayın Cumhurbaşkanlığı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderildi. Bugün söz konusu olan yasadaki dikkat çekilen hususta yeni bir değişiklik yapılmış ve tekrar, bugün, Yüce Meclisin huzuruna getirilmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, takdir komisyonları tarafından tespit edilen değerler, aynı cadde üzerinde, caddenin her iki tarafında bulunan binalar arasındaki değerler çok farklı şekilde tespit edildi. Birisinde tespit edilen değerin 10 katı kadar, caddenin öbür yanındaki binaların değerleri tespit edildi; bu, 18 000 000 mükellefi büyük bir sıkıntıya soktu. Gerçi, takdir komisyonları tarafından belirlenen bu değerlerin gerçek değerlerinin de altında olduğu hepimiz tarafından bilinmektedir ve bugüne kadarki uygulamada, genellikle, mükelleflerin beyan etmiş oldukları bu değerler, asgarî değerler üzerinden beyan edilmektedir; yani, rayiç değerlerinin de çok altında değerler üzerinden mükellefler bu beyanlarını gerçekleştirmektedirler; ancak, emlak vergisi beyannameleri, gerçekten, mükellefler için büyük bir külfet teşkil etmektedir; hem zaman açısından hem de beyannamelerin doldurulması sırasında mükelleflerin büyük bir bölümü bu beyannameleri doldururken büyük bir sıkıntı yaşamaktadır ve bu, mükelleflere, büyük bir sıkıntı vermektedir. Yeni hazırlanan bu tasarıda, artık, bundan böyle, Emlak Vergisi için hiçbir mükellef bir beyanname doldurmayacaktır, hiçbir beyanname, artık, söz konusu değildir.

2002 yılının ilk taksiti için yeniden değerleme oranı hesaba katılarak, geçen yıl mükelleflerin Emlak Vergisi için ödemiş oldukları değerin yüzde 53,2'si artırılarak birinci taksit için bu şekilde ödeme yapacaklardır; ancak, ikinci taksit, yani, kasım ayında gündeme gelecek olan taksitler için de belediyelerin kurmuş oldukları takdir komisyonları yeniden arsa ve bina değerlerini belirleyeceklerdir. 30 gün içerisinde tespit edilen bu yeni değerlere göre itiraz etme hakkı gelmektedir. Eğer, mükellefler, kendi arsaları veyahut da binaları için belirlenen değeri yüksek buldukları takdirde, 30 gün içerisinde bu değerlere itiraz etme hakkı gelmektedir. Ancak, bu itiraz hakkı, şahıslar tarafından değil, muhtarlıklar ve oda temsilcileri tarafından yapılabilecektir.

Buna ilaveten, bu tasarıda yeniden gündeme gelen, bir komisyon daha kurulması. Takdir komisyonlarının belirlemiş oldukları bu değerler, valinin başkanlığında veyahut da valinin uygun gördüğü bir vali yardımcısının başkanlığında bir üst kurul görev alacaktır. Bu üst kurulda, defterdarlığın görevlendirdiği bir kişi, tapu sicil muhafızı, İstanbul Ticaret Odasının belirlemiş olduğu bir kişi, esnaf odalarının belirlediği bir kişi ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlerinin belirlemiş olduğu bir kişiden kurulu komisyon tarafından, ilçe belediye başkanları tarafından kurulan komisyonların belirlemiş oldukları bu değerler, yeniden bu komisyon tarafından gündeme gelecek ve komisyon bu değerleri eğer uygun görmezse, takdir komisyonları bunları yeniden belirleme imkânına kavuşacaktır.

2002 yılının ilk taksiti olarak, biraz evvel belirttiğim gibi, mükellefler geçen yıl ne ödemişlerse, yüzde 53,2 artırılarak ödeyeceklerdir. Kasım ayından itibaren de, artık, vergi mükellefleri, Emlak Vergisi mükellefleri, hiçbir beyan vermeyeceklerdir; takdir komisyonlarınca belirlenen değerler üzerinden Emlak Vergilerini yatırmış olacaklardır. Bu da, Emlak Vergisi mükelleflerine son derece önemli bir yenilik getirmekte; artık, yeniden beyanname verme yükümlülüğünü ortadan kaldırmaktadır. Emlak Vergisi mükellefleri, bundan böyle, hiçbir şekilde Emlak Vergisi beyannamesi doldurmayacaklardır.

Ayrıca, tapu harçlarındaki matrah ile Emlak Vergisindeki matrah birbirine eşit olacaktır; yani, herhangi bir gayrimenkulü alan bir mükellef, Emlak Vergisi takdir komisyonunca belirlenen miktarın, matrahın altında bir matrah olmayacaktır; ancak, üzerinde bir değer tespit etme imkânına kavuşacaktır. Dolayısıyla, bundan böyle, 18 000 Emlak Vergisi mükellefi beyanname vermeyecektir...

BAŞKAN - 18 000 000; düzelttim efendim sadece.

AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) - Takdir komisyonlarınca belirlenecek bu değerler üzerinden vergilerini yatıracaklardır. Dolayısıyla, bu yeni düzenlemeyle, Emlak Vergisi mükellefleri, çok daha çağdaş, çok daha rahatlıkla Emlak Vergilerini ödeyebilecek bir imkâna kavuşacaklardır. Bu bakımdan, bu yasa, son derece yararlı, mükelleflere uygun bir yöntem getirmektedir.

Ben, bu yasanın, ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Zaten, Sayın Cumhurbaşkanı da yararlı olduğunu ifade etmiş; Türkçesi bozuk olduğu için geri gönderdi.

Efendim, şimdi, söz sırası, Saadet Partisinde.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 840 sıra sayılı Emlak Vergilerinde Değişiklik Yapan Kanun Tasarısıyla ilgili olarak Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlarım.

Sözlerimin başında, dünkü oturumda, Muhterem Meclis Başkanımızın, bir Amerikalının, bir haber kanalında "Arap ülkeleri, Irak'a karşı harekette Amerika'ya destek vermese de, biz, Türkiye'yi, IMF vasıtasıyla satın aldık, istediğimizi yaptırırız" şeklindeki beyanlarını Meclis adına protesto etmesini tebrik ediyorum, kendilerine teşekkürlerimi arz ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Millet Meclisinin, bu tip meselelerde hassas olması lazım ve bizi de temsil eden Meclis Başkanlarıdır; bu görevi, her zaman, en iyi şekilde yerine getireceklerine de inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, kanun tasarısı, bize, Türkçenin bir cezasıdır. Niye derseniz; asıl kanunda "beyan dışı" ibaresi vardı; bunu "bildirim dışı" diye, Türkçeleştireceğiz diye, sanki "beyan dışı" Türkçe değilmiş gibi, böyle bir yaklaşımla değiştirmişiz; tabiî, değiştirirken de, cümlede fahiş bir hata olmuş, anlaşılır vaziyette değil. 40 ıncı maddenin (b) alt bendinde "bildirimde bulunulmadığının, kalan bina ve arazinin vergi ve cezalarının zamanaşımı..." diye acayip bir ibare ortaya çıkmış, anlaşılması mümkün değil. Muhterem Cumhurbaşkanı da, ince bir şeyle, bu dil hatasını önümüze koymuş. Bunu, burada düzelteceğiz, komisyonda düzelteceğiz; ama, ben, komisyonda da ifade etmiştim. Muhterem bakanların, kanun tasarıları üzerinde, onların dilleri üzerinde durmaları mümkün değil, günlük iş yükleri arasında; ama, yanlarında, Türkçeyi iyi bilen ve Türkçeyi düzgün kullanan bir müşavirin dil bakımından da tasarılara bakması lazım. Bilhassa, hazırlayan, Bakanlık olarak kastediyorum... Bizim Türkçemiz, merhum Nihat Sami Banarlı'nın da dediği gibi, anamızın ak sütü gibi toplumda kullanılan dilimizdir. Bu, Fatih Rıfkı Atay'ın dilidir, bu, Nihat Sami'nin dilidir, diğerlerinin dilidir; yani, yaşayan Türkçe, toplumun kültür değerlerinin üzerine oturduğu lisan esastır. Hiçbir makamın, hiçbir görevlinin, dil hevesini, kendine göre ortak değerler üzerinde denememesi lazım. Bu, kanunlardır, bu, umuma ait metinlerdir. Ha, kendi makalenizde Nurullah Ataç gibi istediğiniz gibi yazarsınız; isteyen zevkle okur, isteyen sözlükle okur, isteyen beğenmez, kenara atar; yani, bir köşe yazarının kendi dilini tercih hakkı var, benim de onu okuyup okumama tercihim var; ama, siz, toplumun ortak değerlerini birtakım kabul görmemiş kelimelerle düzenlemeye kalkarsanız, bu, fevkalade yanlıştır. Bunu, Medenî Kanunun burada müzakeresinde de uzun uzun konuştuk. Onun için, değerli bakanlarımızın, ben, Türkçe hususunda hassas olacaklarına inanıyorum; ama, bilhassa kanunlar hazırlarken, dikkatli bir Türk edebiyatı, kültürü, dilini iyi bilen birinin bunu gözden geçirmesi lazım.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu, Emlak Vergisi Kanunuyla ilgili bir tasarıdır. Emlak Vergisi nedir? Emlak Vergisini belediyeler kullanır ve belediyeler, şehir ve kasabalarda o çevredeki insanlara hizmet ederler. Peki, bugün belediyelerin durumu nedir? Bugün, belediyelerin durumu da felakettir. Belediyeler, bir an önce bu mahallî idareler kanununu çıkarın diye feryat ediyorlar. 20 nci Dönemde, bu, komisyondan ittifakla geçmiş ve bütün partilerin uzlaşmasıyla geçmiş, bazı muhalefet olmakla beraber, esas itibariyle, bütün partiler çıkmasını istemişler; ama, maalesef, erken seçime gidiş sebebiyle kadük olmuştur. Şimdi, 21 inci Dönemin üçüncü yılı bugünlerde tamamlanmak üzere, hâlâ, daha bu tasarı, İçişleri Komisyonundan Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmedi, Genel Kurula inmedi. Bir an önce, belediyelerin gelirlerini bugünkü ihtiyaçlara göre düzene sokacak olan bu tasarının gelmesi lazım. Daha önce kadük olan tasarıda, biz, belediyelere, genel bütçe vergi gelirlerinden yüzde 15 pay, mahallî gelirlerden, ilin vergi gelirlerinden yüzde 5 pay olmak üzere yüzde 20 mertebesinde bir gelir temin etmiştik. Ayrıca, il özel idarelerinde de, genel bütçe vergi gelirlerinin yüzde 25'i nispetinde bir gelir ayırmıştık ve il özel idaresi gelirlerinin de yüzde 10'unu köy hükmü şahsiyetlerinin bütçelerine destek olarak ayırmıştık.  Tasarının, yine bu anlayışla gelmesi lazım. Tabiî, yeni mahallî idareler kanun tasarısı komisyonumuza gelecek, orada, tabiî, enine boyuna görüşeceğiz; ama, bir an önce de komisyona gelmesi lazım; yani, belediyelerin hali haraptır.

İkinci bir husus; Bayındırlık ve İskân Bakanı dünkü açıklamasında, afet kararnamesini, belediyelerin, afetler sebebiyle, genel bütçe vergi gelirlerinden almış oldukları paylara zam getiren, katsayı uygulayan kararnameyi, hükümetin bir ortağının, Anavatan Partisi bakanlarının imzalamaması sebebiyle, geri çektiğini ifade etti. Bu, tabiî, hükümet yönünden de bir skandaldır, bunu ifade edeyim. Bu kararname, aylardan beri beklemektedir; maalesef, bugüne kadar çıkmamış, şimdi de, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı -kendine göre haklı olabilir- bunu iptal etmiştir. Şimdi, Meclisin bu işe el koyması, niye imzalanmamıştır bu, niye geri çekilmiştir, bunun üzerinde durması lazım.

Tabiî, Anavatan tarafının da iddiası "iktidar olan MHP, bu kararnameye kendi belediyelerini koydu, ANAP'lıları koymadı" şeklinde. Ben, tabiî, bunlar gerçektir, değildir diye söylemiyorum; ama, kamuoyunu fevkalade rahatsız eden, devlete ve hükümete olan güveni sarsan bir durumdur bu ve bu, hükümet yönünden bir skandaldır; bunu ifade etmek istiyorum. Sayın Başbakanın buna el koyup, bunu düzeltmesi gerekirdi; ne hata varsa onu düzeltmek...

Değerli arkadaşlar, meselenin aslı şudur: Afet olduğu zaman, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı vasıtasıyla, belediyelerin, İller Bankasından aldıkları vergi payına bir zam yapılır. Bu, tabiî, daha önceleri biraz takdire dayanırdı, göze dayanırdı; yani, nerede, ne afet oldu, sel oldu, kaya düşmesi oldu, yangın oldu, şu oldu bu oldu, buna göre bir değer takdir edilir, 2 misli, 3 misli, 4 misli -neyse- 5 misline kadar cevaz var. Belli bir süre belediyelerin gelirleri artırılırdı; ama, bu artış da hükümetin bütçesinden değil, belediyelerin ortak havuzundan; yani, birine bir artış verdiğiniz zaman, onu öbür belediyeden kesiyorsunuz. Onun için, burada, teraziyi çok dikkatli kullanmak lazım. Bunu, bütçeden de verseniz adaletli vermeniz lazım; havuzdan da kullanıyorsanız, adaletli kullanmanız lazım; çünkü, havuzdan kullandığınız zaman, bunu, birinin cebinden alıp birine veriyorsunuz.

Şimdi, biz hükümet olduğumuz zaman -54 üncü hükümet- baktım, daha önceki kararnamelerde, tabiî, katsayılar biraz gelişigüzel verilmiş. Bakanlığım döneminde bir tebliğ hazırladım -tebliğ burada- Resmî Gazetede yayımlatarak tebliğde dedim ki, bundan sonra bir il, ilçe, beldede; yani, bir bölgede deprem olduğu zaman, bu depremde de mahallî idarelerin, belediyelerin su, kanalizasyon, üstyapıları, binaları, yolları hasar gördüğü zaman, bunlar, derhal mahallî mülkî amirine müracaat ederler -kaymakamsa, valiyse- oradan, bu, İller Bankasına, Karayollarına intikal eder, bayındırlık il müdürlüğüne intikal eder; İller Bankası, gider, o belediye bölgesinde suda, kanalizasyonda ne hasar var bunları tespit eder ve bunların afet öncesi duruma getirilmesi için keşfini, maliyetini çıkarır. Karayolları gider, yol hasarlarını çıkarır, bayındırlık il müdürlüğü gider -veya gerekirse, merkezden- o da üstyapıyla, binalarla ilgili hasarları çıkarır. Bunlar toplanır, bunların tutarı neyse, belediyenin, İller Bankasından normal, katsayısız, muntazam aldığı tahakkuk eden gelirlerine oranlanır, bu oranlar -tabiî, bu, afet sebebiyle tazmin edilecek olan kısım- bir yılda tazmin edilecekse ona göre, on ayda ise ona göre, altı ayda ise ona göre; yani, mesele, maksat, bölgede yaşayan insan için, belediyenin alt ve üstyapıdaki zararını telafi etmek, onu eski haline getirmektir. Burada netice ne çıktı; 2,5 mu çıktı, 2,65 mi çıktı, 1,35 mi çıktı, buna göre katsayı tespit edilir ve ödeme buna göre yapılır. İşte, bu düzeni, 54 üncü hükümetin Bayındırlık Bakanı olarak ilk defa ben getirdim. Bunu iftiharla söylerim. Benden sonra da arkadaşlarımız iki tebliğ daha çıkardılar; ama, maalesef, tebliğe rağmen, uygulama doğru değil.

Şimdi, bakınız, 1999, 2000, 2001 yıllarında çıkan kararnameler burada, belediyelere göre tasnifi burada, partilere göre tasnifi burada; bunlara baktığınız zaman -şimdi, tabiî, sataşma sebebiyle münakaşayı uzatmak istemiyorum- belli partiler bundan fevkalade aslan payını almışlar; aslan payı değil haksızlık payı almışlar. Bu münakaşanın da tabanında bu var, temelinde bu var haklı olarak. Kim haklı, kim haksız bilmiyoruz; ama, bunun, derhal, Meclis tarafından teşkil edilecek bir komisyon tarafından tahkik edilmesi lazım. Biz, bunu, muhtelif gensorularda burada iddia ettik, anlattık, söyledik; ama, oy çokluğunuz var tabiî kendi aranızda, 340 milletvekili kaldır elini, indir elini ret; ama, şimdi kendi aranızda bu yüzden skandal haline geldi hükümetin uygulaması; bunun ortaya çıkması lazım. Belediyelerin gelirine haksız el atmamak lazım, belediyelere de haksız gelir vermemek lazım; yani, hak neyse odur.

Rahmetli Mehmet Âkif bir şiirinde, "Hâlikin nâ-mütenâhi adı var en başı 'Hakk'/Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak" demektedir; yani, devlet idaresinde, başbakan, bakanlar, kim olursa olsun, valisi, kaymakamı, her kademede kamu sorumlularının mutlaka hak ve adalet ölçüleri içinde çalışmaları lazım; aksi takdirde, devlete de hükümetlere de güveni sarsılır.

Bu vesileyle şunu da söylemek istiyorum deprem bölgesinin milletvekili olarak: Üç yıl tamamlanacak üç ay sonra; ama, bizim bölgemiz felaket içinde.

İşte, bakın, mahallî gazeteler burada, tek tek gösteriyorum size: Yenigün Gazetesi (Sakarya), ne diyor burada: "Kış geçti, uyku bitmedi" Yani, deprem bölgesi afet yaraları sarılmadı; binalar, orta hasarlılar, kanalizasyon, içmesuyu, yollar felaket halinde.

Bir diğeri, Adapazarı Gazetesi (Sakarya) işte burada: Bayındırlık Bakanına atfen "buyurun, bu binalarda siz oturun" diyor. Bunlar, orta hasarlı ve çok katlı binalar, bunlarda oturmak mümkün değil. Bunların çözülmesi lazım.

Sayın Derviş geçenlerde bölgeye geldi "üzüntüm beş kat arttı" dedi; ama, tabiî, Sayın Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyelerine üzülmek yetmez; siz herhangi bir şahıs değilsiniz, siz, bu ülkenin sorumlu olan hükümetisiniz, bunu çözeceksiniz değerli arkadaşlar.

Bakın, yine bir diğer mahallî gazete, Sakarya Gazetesi: "Çamurdan Öfke" Adapazarı'nın yolları, bu, Gölcük'te de böyle, Düzce'de de böyle. Yağmur yağdığı zaman çamur, güneş açtığı zaman toz bulutu halinde ve işte "Bürokrasi Eziyor" diye yazmış; bürokrasinin eziyeti; bir diğer gazete, Adapazarı gazetesi, mahallî gazete. Nedir bu; 1 Ocak 2002 yılından beri, evini yapanlara verilen krediler ve evini onaracak olanlara verilecek krediler çalışmıyor. Maliye Bakanlığından para gelmiş; ama, bürokrasi bunu bir türlü ödeyemiyor. Sayın Maliye Bakanına dün arz ettim komisyonda; hükümetin, bunu, bir an önce çözmesi lazım, Başbakanın buna vaziyet etmesi lazım.

Bakın, bir diğer gazete, yine, Sakarya Gazetesi (Adapazarı) ne diyor burada "Toz Yutuyoruz" diyor. Hakikaten, Adapazarı'na yolu düşenler, gelip geçenler bunu görürler. Hükümetlerin görevleri bu meseleleri bir an önce...

Son gazeteyi gösteriyorum; Yenigün Gazetesi (Adapazarı) "Kanalizasyon İflasta." Ana borular yapılmamış, şebekelerin içi -affınıza sığınırım- lağım çukurları haline gelmiş, şehir, mikrop yuvası haline gelmiş; yani, bu projelerin, afet sonrası rehabilitasyon projelerinin bir an önce bitirilmesi ve yönetilmesi lazım.

Değerli arkadaşlar, tabiî, vergileri topluyoruz. Vergileri, yerinde harcamak mühim. Emlak Vergisini topluyoruz, diğer vergileri topluyoruz; ama, bunları da yerinde harcadığımızı söylemek mümkün değil.

Bakın, ben, daha önceki bir konuşmamda da arz ettim: İki ayda, ocak, şubatta 6,7 katrilyon lira vergi toplamışız, 13,3 katrilyon lira faiz ödemişiz. Şimdi, Anadolu'daki işadamları kampanya açmışlar "vergimizin hesabını soracağız" kampanyası. Evet, reel sektör çöküyor, tarım çöküyor, iş hayatı çöküyor, esnaf dükkânlarını kapatıyor; yani, aileler, emekliler, memuruyla, işçisiyle bütün Türkiye, bir umutsuzluk denizi içerisinde boğulmak üzere; ama, biz de, vergilerin tamamını götürüyoruz, 100 lira vergi toplayıp, 172 lira faize para ödüyoruz. Yani "ben, bu vergiyi niye ödeyeyim" diyor vatandaş o zaman. Hükümetin,  bir an önce bunun üzerinde durması lazım.

Bu hükümet bir rekor kırdı; 56 yılın rekorunu kırdı. Bakın, 56 yılın rekoru nedir? Gayri safî millî hâsılada; yani, küçüldük! Ne kadar küçüldük; TL bazında yüzde 9,4; İkinci Dünya Harbinden beri en büyük küçülme rekoru kırdı hükümetiniz. Dolar bazında da yüzde 27 küçüldü; yani, herkes, servetinin takriben yüzde 30'unu kaybetti. Bu hükümetin şimdiye kadar on defa istifa etmesi gerekirdi ve derhal seçime gidilmesi gerekirdi; ama, iktidar çoğunluğunuza dayanıp, milletin ensesinde boza pişiriyorsunuz değerli arkadaşlar.

Tabiî, şeker üreticisi çöküyor, pancar üreticisi çöküyor, tütün üreticisi çöküyor; tarımda bütün üretici kesimler çökmüş vaziyette. Hükümetin, bu meselelere el atıp, bunları çözmesi lazım. Bunları buraya getirip, enine boyuna burada müzakere etmemiz lazım; aksi takdirde, evet, o zaman, Türkiye kolay satın alınır!

Başlangıçta Sayın Başkana teşekkür ettiğim konu çok mühimdir; borç alan emir alır! İşte, dün, bir Amerikalının mühim bir haber kanalında söylediği budur. Amerikalı "verdik  borcu; şimdi, emir veriyoruz" diyor. IMF'den gelen paralar nereye gidiyor; rantiyeye gidiyor. IMF'den gelen paralar nereye gidiyor; uluslararası sermayenin alacaklarına gidiyor. Bu ülke insanı, ödediği vergi kendine dönsün, hizmet olarak dönsün ve meseleleri çözsün diye bu desteği veriyor.

Şimdi, bir bilanço çıkarırsak, bakın, 28 Şubattan sonra, 1 Temmuz 1997'de bizim hükümetten devraldınız, kim aldı; Anavatan, DSP ve şimdi de MHP. Bakın, beşinci yıl yaklaşıyor, bir ay sonra beş yıl olacak; nereye getirdiniz Türkiye'yi; Türkiye'yi iflas noktasına getirdiniz; tarihinde olmayan küçülme, daralma, fakirleşme noktasına getirdiniz; sanki, harp yıllarında gibi, millet, açlıktan ayakta duramayacak hale geldi.

Sayın Başbakan bütçe müzakereleri sırasında buradaki bir konuşmasında "efendim, eskiden esnaf yürüyordu, şikâyetçi oluyordu; şimdi sesi çıkmıyor; demek ki memnun" dedi. Nereden memnun yahu! Esnafın inleyecek gücü kalmadı; çiftçinin inleyecek gücü kalmadı, tarlasını ekecek vaziyette değil. Eskiden benim çiftçim bidonla mazotu alır, dinlensin de traktörümde öyle kullanayım derdi; şimdi, bırakın bidonla almayı, traktörün deposunu doldurmaya imkânı yok, gübre almaya imkânı yok. Biz, pancar bölgesiyiz; nisan ayı geldi, daha pancar paraları ödenmedi. Eğer, 20 Nisana kadar bunları ödemezse hükümet, çiftçi, gübre de alamayacak, tarlalarını da ekemeyecek; ayrıca, tabiî, tarım kredi kooperatiflerine olan borçları sebebiyle hapsi boylayacak. Bugünkü basında var, okudunuz; Manisa'da bir çiftçi borçlu olduğu için hapsedilmiş ve hapishanede de can vermiş. Yani, bu, bir trajedidir, bir felakettir. Hükümetin bunları gözü görmüyor, kulağı duymuyor maalesef. Tabiî, Başbakanlığın etrafını "Maginot hattı" gibi sararsanız, kimse de yaklaşamazsa, tabiî, saf saf da korumalarınızla... Ama, gidin, halkın içinde dolaşın, esnafın içinde dolaşın, köylerde dolaşın, değerli arkadaşlar, gidin dolaşın, protokolün çerçevesini kırın, halkın arasına karışın, bu tabloları görün. Aksi takdirde, Türkiye umudunu kaybediyor, gençler umudunu kaybediyor, insanlar umudunu kaybediyor. İnsanlar bir gelecek için çalışırlar, umut için çalışırlar. Milletini ve devletini seven bu milleti, milletinden, devletinden ve hükümetinden soğutmayın. Hükümetler gelir geçer; ama, devlet ebedidir, millet ebedidir. Bunları dikkatle değerlendirin.

İşte, beş yıllık, bizden sonra gelen, 55, 56 ve 57 nci hükümetlerin, yani, 28 Şubatın taşeronluğuna soyunan hükümetlerin, Türkiye'yi, bugün, getirdiği tablo ortadadır. İktisaden çökertmiş, ezmiş, uluslararası sermayeye teslim etmiş, emeklisini ezmiş, çiftçisini ezmiş, memurunu ezmiş, iş hayatını batırmış, esnafını batırmış; öbür taraftan, inançların üzerine baskı yapan, ayırımcılık yapan anlayışları önleyecek yerde, bu iradelere teslim olmuş ve milleti ıstırap içinde inim inim inleten bir hükümet haline gelmiş.

Tabiî, önümüzde, seçime az zaman kaldı; ben, hükümete temenni ederim ki, bir an önce bu meseleleri görsün, bu işleri düzeltsin, seçime de yüzü ak girsin diyeceğim; ama, hükümetin seçime yüzü ak girme şansı yok. Onun için, bir an önce seçime gidin de, millet, herkesin karnesini versin, notunu versin, herkesi oturtacağı yere oturtsun diyorum, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - İzin verirseniz, bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hay hay efendim.

Buyurun.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, izninizle, iki konuya açıklık getirmek istiyorum.

Bugün görüşmekte olduğumuz tasarının dil sorunu gündeme getirildi. Hükümetten Meclise sevk edilen tasarıda, en ufak, ne bir dil sorunu vardır ne de bir hata vardır.

Ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonunun metni de Genel Kurula geldiğinde, dil konusunda, ne bir sorun vardır ne de bir hata olmuştur; ancak, burada, son anda, Yüce Genel Kurulun da çok yakinen bildiği gibi, bir önerge verildi. O önergedeki ifade ile Plan ve Bütçe Komisyonunun metni tam örtüşmedi; belki orada bir aceleye gelindi. Dolayısıyla, tekrar görüşmemizin nedeni budur; yoksa, Parlamentoya tasarı sevk edilirken böyle bir durum yoktu -Sayın Ayhan da, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesidir, gayet yakinen bilecekler- oradan geçen metinde de yoktur; ama, burada, son andaki önergenin ifadesi mevcut metinle örtüşmediği için, farklı bir durum meydana geldi. Bu tür uygulamalar, bu tür durumlar, zaman zaman burada oluyor; hatta, düzeltiliyordu; ama, o, belki, çabuk geçmesi gerektiği için öyle geldi; ama, ne tasarıda ne de Plan ve Bütçe Komisyonun metninde, kesinlikle, böyle bir hata yoktur.

İkincisi "beyan dışı" yerine "bildirim dışı" diye ifade edilmiştir. Onun da sebebi, beyanname kaldırıldığı için, artık "beyan dışı" dememiz mümkün değil; o nedenle "bildirim dışı" olmuştur.

Sayın Başkan, diğer bir konu da şudur: Bütçe uygulamalarıyla ilgili olarak, iki ayın neticesinde, faiz ödemeleri, iki aylık vergi gelirlerinin bir miktar üzerinde; ama, bunun, kesinlikle, yıllık hedef ve rakamlarla ilgisi yoktur; çünkü, yine, yakinen bilineceği gibi, 2002'de, bizim vergi gelirlerimiz  58 katrilyon liradır; faizler ise, 42,7 katrilyon liradır. Vergi gelirleri, faizlerin 16-17 katrilyon lira üzerindedir. Yalnız, ilk iki ayda faiz ödemeleri vergi gelirlerinin üzerinde olmuştur; ama, bu, böyle devam edecek anlamına gelmez. Bütçede öngörülen 42,7 katrilyon liralık faizin içerisindeki rakamlardır. Hatta, ocak ve şubat aylarında yapılan bazı düzenlemelerle, yıllık 42 katrilyon lira olan faiz, 2 katrilyon lira kadar da aşağıya çekilecektir. Dolayısıyla, bütçe uygulamalarında vergiler faize yetmiyormuş gibi bir ifade kafaları karıştırabilir, kesinlikle böyle bir durum yoktur; ama, bu, üçüncü ayda, dördüncü ayda, beşinci ayda, daha sonraki aylarda faiz ödemeleri hep bu şekilde olmaz, daha azalır, vergi gelirleri de artar. Dolayısıyla, bak, iki ay böyle geldi, vergiler faize yetmiyor gibi bir ifade yanıltıcı olabilir. Onu açıklığa kavuşturmak istedim.

Teşekkür eder, saygılar sunarım Başkanım.

BAŞKAN -Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Oğuz Tezmen; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Emlak Vergisinde Değişiklik Yapan Kanunun bir maddesinin Cumhurbaşkanınca geri çevrilmesi nedeniyle tekrar yapılan görüşmede Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Aslında "acele işe şeytan karışır" tabiri var; doğru bir tabir bu. Biz, kanunları çabuk çıkaracağız derken, çok ciddî hatalar yapıyoruz. Eleştiriler, tartışmalar, verilen önergelerin ne olup bittiği anlaşılmadan, burada "kabul edenler- etmeyenler" diye oylama yapılıyor, sonra, bakıyoruz ki, ciddî hatalar var. Aslında, Genel Kurulda, özellikle hükümet kanadından değişiklik önergesi verilmesi, doğru bir yaklaşım değil; bunun mecrası komisyonlardır. Komisyonlara verirsiniz ya da komisyonlar enine boyuna tartışır, orada ortaya çıkan görüşler doğrultusunda komisyon son biçimini verir, tekrar olgunlaşır; ama, akşam komisyondan çıkaralım, sabah burada kanun yapalım dersek, bu tür yanlışların olması kaçınılmaz oluyor.

Aynı şekilde, içeriklerine dönük olarak da ciddî hatalar yapılıyor. Söylenen, dile getirilen eleştiriler, komisyonda yapılan değerlendirmeler, muhalefetten olan, diğer meslek kuruluşlarından olan öneriler, işin telaşı, bir an önce çıkması zorunluluğu nedeniyle fazla dikkate alınmıyor, tasarılar, geldiği biçimiyle, çok ufak tefek değişikliklerle çıkıyor. Sonradan, eleştirilerin haklı olduğu uygulamada ortaya çıkınca, tekrar bir tasarı yapılıp getiriliyor. Bakın, bu kanun 7 Martta bu Meclis tarafından kabul edilmiş.

Burada, bu işi ciddî biçimde yapabilseydik, bu tür eleştirileri... Bu ifade değişiklerini, ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda dile getirmiştim; Medenî Yasanın değişikliğinden bahsederek, ifade paralelliğinin sağlanması gerektiğini komisyonda söylemiştim; ama, orada dikkate alınmadı. Sonradan, hakikaten, Meclisin birkaç ay önce kabul ettiği Medenî Yasadaki ifadelerin aksine, eski ifadelerle bir yasanın çıkmasının doğru olmayacağı anlaşıldı; düzeltelim denirken, bir cümlenin düşmesi nedeniyle kanunu tekrar görüşüyoruz. Komisyonlar çalıştı, Meclis çalışıyor, bu saatte çalışıyoruz, herkes oturuyor, bir maddeyi değiştireceğiz diye...

Ayrıca, bir diğer konu; bu madde bazında veto olayında, madde bazında geriye çevrilme mekanizmasında -ki, Anayasaya yeni gelen bir olaydır- Cumhurbaşkanının bu tür vetolarında Meclisin uygulayacağı usul henüz belirlenmiş değil. Meclisin, süratle, bu konuda İçtüzük düzenlemesi yapması lazım; çok önemli bir konu.

Şimdi, biz, diyelim ki, 6 ncı maddeyi düzenledik ve farklı bir olay ortaya çıktı, komisyondan gelen şekliyle değil de, başka bir öneri ortaya çıktı ya da orada yine atlandı. Bu durumda kanunun bütünlüğü tamamen bozulursa ya da bu madde burada reddedilirse ne olacak?.. Bunlar, çok önemli konular ve Meclisin, bu konudaki İçtüzük boşluğunu süratle doldurması lazım.

Komisyonların nasıl tartışacağı belli değil. Orada, komisyonda bir maddede değişiklik yaparsınız; ama, bu, görüşmediğiniz maddelerle çelişebilir... Kanunun bir iç bütünlüğü vardır... Dolayısıyla, bu tür mekanizmaları süratle açıklığa kavuşturmak yükümlülüğü altında Meclis. Meclis Başkanlığının ya da Uyum Komisyonunun süratle bu boşluğu dolduracağını ümit ediyorum.

Belki, bu değişiklikle ilgili çok fazla söylenecek bir şey yok; yapılması gereken bir değişikliktir, maddî bir hatanın düzeltilmesidir, doğrudur; ancak, son zamanlarda, devamlı olarak vergi yasaları tartışılıyor, devamlı olarak Meclisin gündemine ek vergiler geliyor, vergi kanunlarında düzeltmeler geliyor; ama, bakıyorsunuz, vergideki performansımız acaba olması gerektiği gibi mi?..

Şimdi, şubat sonu rakamlarına baktığımız zaman, enteresan sonuçlar var. Şubat 2001 ile Şubat 2002 arasında, oniki aylık dönemde gelir üzerinden alınan vergilerdeki artış yüzde 38. Katma Değer Vergisinde ne olmuş -çok önemli bir göstergedir; Katma Değer Vergisi günlük olayı yansıtan olaydır, aylık işlemler üzerinden alınan bir vergidir- Katma Değer Vergisi, Şubat 2001'de kümülatif olarak 943,5 trilyonken, 1 katrilyon  351 trilyon olmuş;  artış yüzde 43. Peki, enflasyon ne olmuş; enflasyon TEFE'de yüzde 91,8. Şubattan şubata; yani,  2001'den bu tarihe kadar olan artış yüzde 91,8. Peki, biz, faizdışı fazla vererek bu açıkları kapatacağız diyoruz; ama, diğer taraftan, üretimi ihmal ettiğimiz için, üretimde daralma meydana geldiği için, oradan vergi artışlarıyla sağlamaya çalıştığımız ekkaynakları ekonominin büzülmesi nedeniyle kaybediyoruz. Yani, Katma Değer Vergisi enflasyon kadar olsaydı, 1 katrilyon 815 trilyon lira Katma Değer Vergisi toplanması gerekirdi şubat ayı sonu itibariyle. Ne toplamışız; 1 katrilyon 351 trilyon lira. Düşünün ki, yarım katrilyonluk kaynağı, ekonominin, üretimin zayıflaması, duraklaması nedeniyle, sadece Katma Değer Vergisinde kaybetmişiz. Bunlar önemli veriler.

Ekonomi yönetiminin, daraltıcı, içe dönük, büzülmeye yol açacak bu faiz dışı fazla saplantısını biraz daha gözden geçirip, üretimi artırıcı ek önlemleri getirmesi gerekir. Faiz dışı fazlayı koruyacaksınız; ama, üretimi artırıcı önlemleri hayata geçirmek zorundasınız.

Bakın, Türkiye, devamlı küçülmeye devam ediyor. Geçen yılın rakamları yüzde 9,4'lük bir küçülmeyi gösterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük küçülmelerinden birisi. Bu sevindirici bir şey mi; değil. Niye; İkinci Dünya Savaşında yaşanan benzeri olaylara paralel bir küçülmeyi ifade ediyor. İnsanlar işsiz kalıyor. Ne oluyor; ekonomi küçüldükçe, vergi gelirleriniz de istediğiniz kadar artmıyor; artmadıkça, ek kaynak ihtiyacı oluyor.

Harcamalar devam ediyor. Devleti küçültecek radikal tedbirler yok, özelleştirme yapacak hiçbir şey yok. Devleti küçültmüyorsunuz, harcama yerinde duruyor. Ekonomiyi büyütecek kaynaklara aktarılmadığı için, ekonomik üretim kaybı dolayısıyla vergi gelirleriniz de azalıyor; reel olarak azalıyor. Peki, ne olacak?.. Yani, bu süreç böyle devam ettiği sürece, kamu finansmanında da yeni sorunlar ortaya çıkmaya başlayacak.

Yani, bu dengeler kötü şekilde bozulmuş durumda. Bunların yeni baştan yerli yerine oturtulması fevkalade önemli.

Bakın, son üç aylık geçici rakamlarda, ilk veriler, küçülmenin, ekonomideki daralmanın yüzde 7 civarında devam ettiğini gösteriyor. Bunlar, bir yönetim için, gerçekten alarme edici olaylardır. Yani, biz, burada ha bire kanun çıkarıyoruz; ama, kanunun yanında, Türkiye, üretmeyi de, istihdamı da düşünmek zorunda.

Tabiî, aslında, söylenecek çok konu var. Ben, tek bir madde olduğu için, çok fazla zamanınızı da almak istemiyorum, başka ortamlarda tekrar konuşacağımız olaylar var; ama, ben kısaca bir noktayı vurgulamak istiyorum.

Bazı arkadaşlar "ekonominin içerisinde bulunduğu daralma gümrük birliğinden kaynaklandı" şeklinde laf atıyorlardı. Şimdi, gümrük birliğine girmesi Türkiye'nin, zarar mı kâr mı getirdi diye bakmak için, öncelikle, şu rakamları dikkatinize sunmak istiyorum. 1998 rakamlarını söyleyeyim: Türkiye'nin tüm ithalatının yüzde 23'ü yatırım malları, yüzde 64'ü ara mallar, yüzde 11,5'i tüketim malları olmuş. 2000 yılında ne olmuş; 2000 yılında yatırım malları yüzde 20, ara mallar yüzde 65, tüketim malları yüzde 13. Yani, şimdi, Türkiye'de sıkıntının, işte, gümrük birliğine girdiğimiz için ithalattan dolayı olduğunu... Gümrük birliğine girdiğiniz zaman, sanayiciniz ucuz, vergisiz hammadde, ara maddesi, yatırım maddesi ithal etme imkânına kavuşuyor; dolayısıyla, yani apriyori  (apriori) olarak, rakamlara bakmadan, yanlış değerlendirmeler, yanlış sonuçlar...

Türkiye krizi niye yaşadı biliyor musunuz; Türkiye, döviz çıpası yüzünden krizi yaşadı. 1999 yılı sonunda, 2000 yılı programını ilan etmeden önce yüzde 15-20 oranında bir kur ayarlamasıyla bu program ilan edilseydi, Türkiye, 2000 yılındaki krizi yaşamayacaktı. Koruma, artık, bundan sonra, kur politikalarıyla olacaktır; yoksa, fiziksel tedbirlerle olmaz. Hadi onu yapmadınız; kur çıpasından 2000 yılı içerisinde çıksaydınız, yine bu krizleri Türkiye yaşamayacaktı. Onun için, böyle, rakamları iyi analiz etmeden, Türkiye bir yere varamaz.

Ben, bu gelen değişikliğin teknik olarak bir düzelme olduğunu ifade ediyorum; müspet oy vereceğimizi dile getirerek, teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali Sezal; buyurun efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ SEZAL (Kahramanmaraş)- Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; efendim, saygı sunuyorum.

Sayın Bakanımız buradayken de, sözlerime başlamadan, yine, Emlak Vergisi Kanunuyla ilgili bir madde görüşülürken, büyük şehirlere ait payları yüzde 3 ile 6 arasında değiştiriyordu. Sayın Bakanım, bu payları yüzde 3'e düşürmeyin dediğimizde, Sayın Bakan, "bir teknik meseledir, yüzde 5'te kalacak" dedi; ama, bir hafta içerisinde yüzde 4,1'e düştü. Sayın Bakanıma sözlerini hatırlatmak ister, saygılar sunarım efendim.

Değerli arkadaşlar, 7 Mart 2002 tarihinde Genel Kurulumuzca kabul edilen ve onaylanmak üzere 8 Mart 2002 tarihinde Cumhurbaşkanlığı yüce makamına sunulan ilgili kanunun bir maddesi tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, kanunun 6 ncı maddesine iki bakımdan itiraz ediyor: "Birincisi, madde metni, Türkçenin tümce yapısına aykırıdır; içeriği nedeniyle anlam bütünlüğünü yitirmiştir; ikincisi, hukuksal terminoloji yönünden önemli bir çelişki vardır" diyor ve gönderiyor. Yani, Sayın Cumhurbaşkanı, kanunun lafzını yanlış buluyor. Biz de buna katılıyoruz.

Şimdiye kadar çıkardığımız 400 civarındaki kanuna bakıyoruz; bazen kanunları eksik yapıp yeniden görüşüyoruz, bazı kanunları Sayın Cumhurbaşkanı tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine iade etmiş, bazıları da Anayasa Mahkemesinden dönmüştür. Acaba bu yanlışları neden yapıyoruz; bana göre, kanunları aceleye getiren hükümet, bürokratlara talimatı veriyor, iyice incelenmeden, ivedilikle bakanların imzasına açılıyor; tabiî ki, orada da yeteri kadar incelenmiyor ve Sayın Başbakan da, emlakle ilgili büyük bir vergi artırımı getirildiğinde, "galiba ölçüyü kaçırdık" diyebiliyor...

Değerli arkadaşlar, kanunları, komisyonlarda inceleme şansımız var. Ancak, maalesef, bunu da yapamıyoruz. Bir sayın bakan çıkıyor "15 günde 15 yasa çıkarmamız lazım" diyor "bu ayın falan gününe kadar Avrupa Birliği uyum yasasını çıkarmalıyız" diyor, "Emlak Vergisi dönemi geliyor, bu ayın sonuna yetişmeli" diyor. Böylece, tasarılar, yarım günde tali komisyonda, yarım günde aslî komisyonda görüşülüyor; 48 saat geçmeden de Genel Kurulun huzuruna geliyor. Sayın milletvekillerinin inceleme şansı yok. İktidar milletvekilleri, hükümet tasarısı olduğu için seslerini çıkarmıyorlar. Muhalefet milletvekillerinden konuya hâkim olanlar varsa, itiraz ediyorlar, önergeler gelmeye başlıyor. Önergeleri anlamak gayet zor; hukukçu olmak lazım ve konuyu bilmek lazım. "Falan maddenin falanca fıkrasının feşmekân bendinin üçüncü satırının falan kelimesi çıkarılmış, yerine, falan falan kelimeler konulmuştur..." 15 dakika içerisinde, bunu alacaksınız, inceleyeceksiniz, kanunun ruhuna gireceksiniz, kanunun ruhuyla özdeşleştireceksiniz ve elinizi kaldıracaksınız... Buna imkân yok! Maalesef, çoğu zaman da doğruyu bulamıyoruz.

Biraz önce Sayın Bakan savunma yaparken dedi ki: "Önergelerle değişiklik oldu. Plan ve Bütçe Komisyonundan geldiği şekliyle doğrudur." Doğrudur, ben de katılıyorum; ancak, Sayın Bakanım, zannediyorum -unutmamışsam- o gün Komisyon da katıldı -ki, konuyu teknik olarak en iyi bilen komisyondur, başkanımız burada- Sayın Bakan da "katılıyorum" dedi. Eğer, Komisyon hata yapıyorsa, Sayın Bakan hata yapıyorsa, buradaki milletvekillerin, hele konuyu bilmeyen milletvekillerinin hata yapmamasına imkân yoktur ve maalesef, böyle, yanlış kararlar çıkıyor.

Şu aklıma geldi: Sayın Ali Bozer, hocamdı, İktisat Fakültesinde okurken, borçlar hukuku dersimize gelirdi; orada şöyle bir şeyden bahsetmişti: "Borçlar Kanunu tercüme edilirken, kanunun bir satırı sehven atlanarak tercüme edilmiş; aradan kırk sene geçti; halen, o kanun o eksik satırıyla uygulanır" derdi. Maalesef, Parlamentoda yaptığımız kanunlar buna benziyor; incelemeden geçiriyoruz. İşte, Parlamento bir gün fazladan çalıştı; bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine veyahut halkımıza maliyeti nedir, bunu bir ölçmek lazım. Bir gün fazla çalıştık.

Değerli arkadaşlar, kanuna biz karşı çıkmamıştık; Cumhurbaşkanından gelen şekliyle de karşı çıkmıyor, doğru buluyoruz. Ancak, genelinde kanun, yani, Emlak Vergisi hakkında söyleyeceklerimiz var.

Bu vergileri önceleri Maliye topluyordu; ama, gerekli rantabiliteyi elde edemedi, bunu belediyelere devretti. Şimdi, mükellef sayımız 18 000 000; 2001 rakamlarına göre getirisi 195 trilyon lira, mükellef başına 18-20 milyon lira para alıyoruz. Bu para, bana göre, birçok belediyenin kırtasiye ve personel giderine dahi yetmiyor. Boş yere vatandaşı yoruyoruz, vatandaşa yük getiriyoruz. Bu topladığımız parayı şöyle bir hesap ettim biraz önce, İsrail'le tankların modernizasyonu için bir anlaşmamız var; bu toplanan paranın tamamı, İsrail'e vereceğimiz paranın ancak altıda 1'i kadar. Şimdi, İsrail Devleti 40-50 yıllık bir devlet, bu devlete tanklarımızı gönderiyoruz... Maalesef, birçok kardeşimiz çıkıyor, Osmanlının ihtişamından, Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğünden bahsediyor; ama, maalesef, tanklarımızı bile tamir edemez hale gelmişiz, 40 yıllık İsrail'e muhtaç olmuşuz, topladığımız Emlak Vergisinin altı mislini de maalesef İsrail'e para olarak veriyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu kanun -2000 yılında bu kanun çıkmadığı için- yeniden değerlemeyle, Emlak Vergisinde yüzde 53,2'lik bir artış getiriyor. Doğru, enflasyon yükseldi, bu artışın yapılması lazım; ama, bunu ödeyecek olan benim vatandaşımdır. Acaba vatandaşımın geliri de yüzde 53,2 oranında arttı mı?..

Şimdi, kişi başına düşen gayri safî millî hâsılayı ölçüyorum, biçiyorum; elektrik parasına, su parasına, telefon parasına yetmiyor. Sabahleyin lojmanlardan gelirken, o ucuz ekmek önünde kuyruğa giren vatandaşları görüyorum. Şimdi, bu gelirle, arkadaş, Emlak Vergisi mi verirsiniz, çocuğunuza harçlık mı verirsiniz, kalem mi alırsınız, yoksa karnınızı doyurmak için ekmek mi alırsınız?! Vergiyi, enflasyona göre -anlıyorum- artırmak lazım; ama, vatandaşın gelirini de o kadar artırmak şartıyla...

Üç yıldan beri birtakım ekonomik yaptırımlar uygulanıyor. Gelen yasalara bakıyorum, ülke ekonomisinin kalkınması için, üretimin artması için yapılan bir şey yok; ancak, ben dört tane kâğıt ekonomisi görüyorum: Sayısız vergi kâğıdı, döviz kâğıdı, borçlanma kâğıdı ve borsa kâğıdı. Üretimle ilgili hiçbir şey yok! Benim gördüğüm budur ve maalesef, bir şey daha görüyorum -bu ekonomiye ben "tahterevalli ekonomisi" diyorum -petrolü dolara bağladık; tahterevalli kalkıyor, dolar kalkıyor, zam geliyor; tahterevalli iniyor, dolar düşüyor, yine zam geliyor.

Allah, vatandaşımıza ve milletimize yardımcı olsun diyor, saygılar sunuyorum  efendim (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Şimdi, şahsı adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu?.. Yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat, buyurun.

Sayın Aslan Polat önergelerini de geri çekti -teşekkür ediyoruz- yasayı bitirmek için.

Sayın Polat, süreniz 10 dakika.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanının, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderdiği 840 sıra sayılı Emlak Vergisi Kanununun tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Cumhurbaşkanlığının geri gönderme tezkeresi üzerine toplanan Plan ve Bütçe Komisyonunda, 6 ncı çerçeve maddenin (B) fıkrasının (b) bendi "40 ıncı maddesinde yer alan 'beyan dışı' ibaresi 'bildirim dışı', 'beyan edilmediğinin' ibaresi 'bildirim dışı bırakıldığının' şeklinde" düzenlenerek tekrar Meclis Genel Kuruluna gelmiştir. Böylece, 18 000 000 civarında Emlak Vergisi mükellefini doğrudan ilgilendiren bu tasarıda bugün yapılan değişiklik sadece iki kelimedeki düzeltmeden ibarettir.

Peki, bu tasarının 7.3.2002 tarihinde alelacele Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesindeki ana sebep neydi?.. Onu bir an için hatırlatmak istersek, IMF talimatlarıyla halkın her türlü gelir ve tasarrufunu vergilendirip faize ödeyen hükümet, bütçe açıklarını gidermede yardımcı olması için, büyükşehir belediyelerine, kendi illerinden toplanan vergilerin yüzde 5'ini bir havuzda toplayıp, bu yüzde 5'in yüzde 40'ını o ilin belediyesine, yüzde 60'ını ise tekrar, o illere, nüfuslarına göre dağıtırken, bu oranı yüzde 5'ten yüzde 4,1'e düşürmek, böylece bir tasarruf sağlamak, bu arada, büyükşehir belediyelerinin azalan gelirlerini takviye için de büyükşehir belediye hudutlarındaki Emlak Vergilerini 2 katına çıkarmıştı.

Ayrıca, 2002 yılı, Emlak Vergilerinde genel beyan dönemi olduğu, 1998 yılında çıkarılan 4360 sayılı Kanunda ardı ardına yapılan düzenlemelerle, bir emlakin vergi kanunlarına göre 3 ayrı değeri ortaya çıkıyordu: Tapu harcına esas değer, Emlak Vergisine esas değer ve rayiç değer. Böylece, belediyelerin çoğunlukta olduğu takdir komisyonlarının 2002 yılı için arsa rayiç bedellerini astronomik bir biçimde yüksek tutmaları, Bayındırlık Bakanlığı inşaat birim fiyatlarının 1998'e göre 10 kat artması ve ayrıca, büyük şehirlerde, yukarıda belirttiğimiz gibi vergi oranlarının 2 kat artmasıyla vergilerin anormal artmasının toplumda yarattığı huzursuzluk, bu tasarının alelacele Meclis gündemine gelmesine sebep olmuştur.

Tabiî, burada, emlak vergilerinin belediye ve özel idarelere gitmesinin de, tasarının Meclise gelmesinde önemli rolü oldu; yoksa, bu emlak vergileri, genel bütçeye giden gelirler olsaydı, bu hükümetin, halkın feryadını, Tütün Kanunu, Şeker Kanunu  gibi kanunlarda hiç dinlemediği gibi, bunda da dinleyeceği yoktu.

Önceki tasarıyla, vatandaşlar, birinci taksit olarak 2002 yılı Mart-Mayıs döneminde 2001 yılı Emlak Vergisi değerlerini yeniden değerleme oranı olan yüzde 53,2 oranında artıracaklar, çıkan verginin yarısı birinci taksit olarak, fakat, avans niteliğinde ödenecektir. Böylece, büyükşehirlerde vergi oranları 2 kat arttığı ve yeniden değerleme oranı yüzde 53,2 arttığı için, büyükşehirlerdeki her vatandaş, geçen yıl ödediği verginin 3 katından biraz fazlasını birinci taksit olarak, fakat, avans olarak ödeyecekler, gerçek vergi kasım ayında hesaplandıktan sonra, hem birinci taksitten kalan borcunu hem de ikinci taksiti ödeyeceklerdir.

Yine, önceki tasarıyla, bugüne kadar Emlak Vergisi mükellefiyeti tesis ettirmemiş olan bina ve arsa sahipleri, Mayıs 2002'nin sonuna kadar bildirimde bulunarak mükellefiyetlerini tesis ettirmeleri ve 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarına ait idarece tarh ve tahakkuk ettirilecek vergilerini her yıl için ayrı ayrı yüzde 50 artırarak, Mayıs 2002 sonuna kadar ödemeleri halinde 1998 yılından önceki yıllara ait Emlak Vergileri alınmayacak, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yılları için ise ceza ve gecikme faizi uygulanmayacaktır. Bu getirilen, bir nevi vergi affı ve iyileştirmedir.

Bu Emlak Vergisi affı, vergi tabanını artırmada doğru, fakat, eksik ve adil olmayan bir düzenleme getirmektedir; çünkü, tasarıyla, hiç mükellefiyet tesis ettirmeyenlerin, yıllarca ödemedikleri vergi ceza ve gecikme zamları bir nevi affedilirken, kayıt altında olup, ekonomik veya çeşitli nedenlerle vergi borcu olanlara hiçbir iyileştirme getirmemesi, bu tasarının adil olmayan, eksik olan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın mezar yerlerinde dahi çok önem verdiği Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıydı ve bu yüzden geri çevrilip, burada genişletilerek düzeltilmesi gerekirdi.

Tekrar etmek gerekirse, Emlak Vergisine getirilen bir nevi af, kayıtdışılığın azaltılmasına, belediye gelirlerinin artmasına ve idare ile mükellef arasındaki vergi barışına yol açacağı için olumlu ve vergisini beyan eden, fakat, çeşitli sebeplerle vergi borcu olanları kapsamadığı için noksan ve adil olmayan bir uygulama olduğu için, mutlaka düzeltilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sadece emlak vergilerinde değil, ek emlak vergileri tahakkuk ve tahsilatında da problemler vardır. Örneğin, tahsilat tahakkuk oranı 2001'de en yüksek oran olarak yüzde 57,1 iken, bu oran, bu yılın şubat ayında ancak yüzde 19,7'de kalmıştır.

2002 yılının iki aylık bütçe gerçekleşmelerini incelediğimizde, sadece Emlak Vergilerinde değil, tüm gelirlerde bir azalma, özellikle faiz giderleri ile sosyal güvenlik kurumlarına ödenen meblağlarda önemli artışlar olduğunu görürüz.

Örneğin, iki aylık verilere göre, oniki aylık gelir ve giderin üniform olduğunu kabul eder isek, yatırımlar iki ay sonunda 955 trilyon TL olacağına 160 trilyon; fakat, borç faizleri 7 katrilyon 132 trilyon TL olacağına, takriben 2 kat artarak 13 katrilyon 257 trilyon TL olmuştur.

Gelirler 11 katrilyon 869 trilyon olacağına, azalarak, 9 katrilyon 920 trilyon, vergi gelirleri 9 katrilyon 651 trilyon olacağına 7 katrilyon 698 trilyon, sosyal güvenliğe aktarılanlar ise 1 katrilyon 321 trilyon olması gerekirken, takriben 2 kat artarak 2 katrilyon 157 trilyon TL olmuştur.

Bunlara bağlı olarak bütçe dengesi ise, iki ay sonunda eksi 4 katrilyon 485 trilyon lira açık vermesi gerekirken -yine, yıllara göre üniform olduğu takdirde- 10 katrilyon 634 trilyon TL açık vererek, yıl sonunda ulaşılması gereken 26 katrilyon 913 trilyonun üçte 1'inden fazlasını iki ay içinde vermiştir.

Bu hesapların tutmayacağı ve hesapların yanlış olduğu, 31 Mart 2002'de yayımlanan Devlet İstatistik Enstitüsü yayınlarında da görülmüş ve ülkemiz, 2001'in dördüncü çeyreğinde, eksi yüzde 12,3; yılın tümünde ise, eksi yüzde 9,4 olarak küçülmüştür.

Gayri safî milî hâsıla, 148 milyar dolara ve fert başına millî gelir ise, tam 10 yıl geri gidilerek, 2 160 dolara düşmüştür. 1997'de Erbakan Hükümetinin zamanında ise, ülke, 1996'da yüzde 7,1, 1997'de ise yüzde 8,3 büyür iken, millî gelir 194 milyar dolar ve fert başına millî gelir ise 3 100 dolar civarında idi. İşte, sizin yönetiminiz ile Erbakan Hükümetinin yönetim farkının matematiksel farkları bunlardır.

Yine, 54 üncü Erbakan Hükümeti, bu büyüme ve millî gelir artışını hiçbir yeni vergi koymadan yaparken, 28 Şubat sonrası kurulan hükümetler,  sürekli yeni vergiler koymalarına rağmen, bir türlü düşüşü durduramamakta, gerileme artarak devam etmektedir.

Sayın MHP milletvekilleri, rahatsız olmayın; bunlar, matematiksel gerçeklerdir, dinleyin.

BAŞKAN - Efendim, sizden  rahatsız olmuyorlar Sayın Polat, başka bir şey; bana işaret ediyordu.

ASLAN POLAT (Devamla) - Gerileme ve duraklamanın artarak devam edeceğinin bir önemli göstergesi de, İş Bankası Genel Müdürünün basına yansıyan beyanatlarıdır. Genel Müdür aynen şöyle  demektedir: " Bankaların, bir yandan, sorunlu hale gelmiş kredilere çatır çatır nakit karşılık ayırmaları isteniyor, diğer yandan da borçluları, birisi kural koyuyor veya borçlu istiyor diye konsolide edip zamana bırakmak mümkün değil ki" deyip devam ediyor: "Bankacılık sektörü ve bankacılık sektörüne borçlu olan reel sektörün sorunlarının ele alınışı radikal bir yaklaşımla olursa biz, 2002 yılında çok fazla müşterimizin canını yakmak zorunda  kalacağız." Yani, 2001'de canı yanan reel sektöre, yetmiyormuş gibi, 2002 yılında reel sektörün, eğer kalmışsa, çok daha fazla canının yanacağını Genel Müdür açıkça beyan etmektedir.

İş âlemindeki figanın bir nedeni de, gelirlerinin artmamasına rağmen, azalıp yok olmalarına mukabil, vergi oranlarındaki artışlardır. Örneğin, 1990 yılında toplanan vergilerin milî gelire oranı yüzde 11,4 iken, 2000 yılında bu oran, tam 2 katına çıkarak yüzde 21,2 olmuştur. Yani, bir yandan bu hükümetler fert başına millî geliri on yıl geriye götürürken, vergi oranlarını 2 kat artırarak, halkı gerçek anlamda inim inim inletmektedirler. Bu küçülmeden inşaat hizmetleri de nasibini almış, 2001 yılında, 2000 yılına göre yapı ruhsatı, yapıların toplam inşaat alanında yüzde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Taksimetre çalışıyor ne yapayım?!

Sayın Polat, toparlarsanız minnettar kalırım.

ASLAN POLAT (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım; MHP'liler çok rahatsız oldu; ama, bitti.

...9,2, kullanma izin belgesi alanında ise yüzde 7,6'lık bir azalış olmuştur.

Böylece, ülkemiz, bir yandan nüfus artışı olup, diğer yandan bina yapımında bir gerilemeye gidince, ister istemez, ileriki yıllarda, tekrar, ülkemin başına bir Erbakan gelmezse, bu geri gidişin sonunda bina açığı da, Emlak Vergisi düşüşü de, vergi düşüşü de kaçınılmaz olur ve sizlerin elinde ülkenin en karanlık günleri başlar. Bir Soros gelir "sizin en önemli ihraç ürününüz askerleriniz" der; bir Amerikalı saygısız "Türkiye'yi IMF vasıtasıyla satın aldık" diyecek kadar ülkemi ve halkımı rencide edecek ifadeler kullanır.

Onun için bizlerin, bugün burada, bu kanun tasarısının dilbilgisi hataları üzerinde değil de, ülkemi bu duruma düşüren sebepler ile Filistin'de, sizin hükümetinizin de 1 katrilyonluk tank ihalesiyle destek verdiği, İsrail tanklarının tüm Filistin halkı ve Osmanlının mirası üzerinden bir silindir gibi geçip giden vahşetini nasıl durdurabiliriz diye gerçek sorunlar üzerinde tartışmamızı çıkış yolu gösteren kanun tasarı ve tekliflerini görüşüyor olmamızı dilerdim.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

ALİ GEBEŞ (Konya) - İlk anlaşmayı siz yaptınız!..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Siz necisiniz, noter mensubu musunuz; değiştirseydiniz!..

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum Sayın Polat'a.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarı açık oylamaya tabidir, içeriyi teşrif edin.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

VERGİ USUL KANUNU, EMLÂK VERGİSİ KANUNU VE HARÇLAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN

MADDE 6. - A) 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 74 üncü maddesinin (b) ve (c) fıkralarında yer alan "20 nci maddesinin ikinci fıkrası" ibareleri "29 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi" şeklinde,

B) 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun;

a) 3 ve 13 üncü maddelerinin ikinci fıkralarında yer alan "müşterek mülkiyet" ibarelerinin "paylı mülkiyet", "iştirak halinde mülkiyette" ibarelerinin "elbirliği mülkiyette" şeklinde,

b) 40 ıncı maddesinde yer alan "Beyan dışı" ibaresi "Bildirim dışı", "beyan edilmediğinin" ibaresi "bildirim dışı bırakıldığının" şeklinde,

C) 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (4) sayılı tarifenin:

I - Tapu işlemleri başlıklı bölümünün;

a) (13.a) bendinin üçüncü paragrafında yer alan "Emlâk Vergisi Beyannamesinin" ibaresi  "Emlâk  Vergisi Bildiriminin"  şeklinde,

b) (20.a) bendinde yer alan ''gayrimenkulün devir ve iktisap bedelinden" ibaresi ''gayrimenkulün beyan edilen devir ve iktisap bedelinden'' şeklinde,

II - Kadastro ve tapulama işlemleri başlıklı bölümünün sonunda yer alan "emlâk vergisi beyannamesi verilmesini gerektirenlerin 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun 27 nci maddesinde yazılı ek süre'' ibaresi ''emlâk vergisi bildirimi verilmesini gerektirenlerin 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununda yazılı bildirim verme süresi'' şeklinde,

Değiştirilmiştir

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyen?... Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim.

Salonda bulunan Sayın Bakanların kimin adına vekâleten oy kullandıklarını ifade eden oy pusulasını Başkanlığa göndermelerini rica ediyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaç bakan var?

BAŞKAN - 3 Sayın Bakanımız burada.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Neredeler?

BAŞKAN - İşte, biri sağımda, biri solumda, biri ortada...

Sayın Safder Gaydalı, buraya devam eden iki üç bakandan birisidir.

Elektronik cihazla oy kullanamayan sayın milletvekillerinin pusula göndermelerini saygıyla rica ederim.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum.

Elektronik cihazla oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlanıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylamadan sonra, bir gruba dahi söz veremeyeceğim anlaşılıyor; onun için 20.00'den evvel kapatmak mecburiyetinde kalacağım; çünkü kalan süre bir gruba dahi söz verme imkânını benden aldı.

Hükümet niye kalktı efendim, ben oylamanın sonucunu açıklamadım ki...Kanunun oylamasının neticesini almadık, Maliye Bakanımızın yerine oturması gerekiyor.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Efendim, bir ağır ceza duruşmasında üyelerden birisi yorgun düşmüş, uyuyordu. Avukat dedi ki: "Heyet teşekkül etmediğinden ben salondan çıkıyorum." Şimdi, olabilir ki, Sayın Başkan da, "Komisyon ve Hükümet yerinde olmadığından, müzakereleri kesiyorum" diyebilir.

BAŞKAN - Tabiî, Sayın Maliye Bakanının yerinden kalkmaması lazımdı. Sayın Hatiboğlu hatırlatıyor, çünkü...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, arkadaşlara teşekkür etmek için yerimden ayrılmıştım.

BAŞKAN - Efendim, açık oylamanın neticesini bir bildirsek... Daha teşekküre gelmedik.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır, geliyorum...

BAŞKAN - Hayır efendim, siz bana teşekkür edeceksiniz, onlara niye teşekkür ediyorsunuz; iktidara niye teşekkür ediyorsunuz. Sayın Bakan, teşekkür yeri burası olacak.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN - Efendim, Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu ve Harçlar Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 7.3.2002 Tarihli ve 4746 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Sayın Cumhurbaşkanınca Bir Kere Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin açık oylamasına, 202 sayın milletvekili katılmış, 189 kabul, 2 ret, 1 çekimser, 10 mükerrer oy kullanılmış; bu suretle, kanun kabul edilmiştir.

Ben, bunun da, bir uzlaşma kültürünün icabı, muhalefet örneği olduğunu görüyorum. Muhalefet partilerine, sizlerin adına teşekkür ederken, teşekkür konuşmasını yapmak üzere, Sayın Bakana söz veriyorum.

Buyursunlar Sayın Bakanım.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, başta size ve değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim efendim.

Efendim, başka bir tasarıya geçecek vaktimiz kalmadığı için, yüksek müsaadelerinizle, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 4 Nisan 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 19:50

 

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.