DÖNEM
: 21 CİLT : 89 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 77 nci Birleşim 21 . 3 . 2002 Perşembe I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
YOKLAMALAR IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- Kültür Bakanı Mustafa İstemihan
Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı açıklaması ve ANAP
Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir Milletvekili Agâh
Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, MHP Iğdır
Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK Parti Van
Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları ve İçel Milletvekili Ali
Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları 2.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'ın, 22 Mart Dünya Su Gününe ilişkin gündemdışı konuşması 3.- Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in,
Türkiye ve Muğla'daki turizm potansiyeline ilişkin gündemdışı konuşması ve
Turizm Bakanı Mustafa Rüştü Taşar'ın cevabı B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1.- Genel Kurulu ziyaret eden Kuveyt
Sanayi ve Ticaret Bakanı Salah Hurşit'e, Başkanlıkça "Hoş geldiniz"
denilmesi C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara depremi sonrasında sağlanan
malî kaynakların denetimi ile olası depremlere karşı alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/268) D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- İzmir Milletvekili Mehmet Özcan'ın
(6/1702) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/468) V.-
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- İzmir Milletvekili Rıfat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/744) (S. Sayısı : 786) 3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 4.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) 5.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754,
1/692) (S. Sayısı : 675) 6.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı
: 676) 7.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) 8.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları
Raporları (1/960) (S. Sayısı : 839) VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR
VE CEVAPLARI 1.- Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış'ın; Bankaların denetimini yapan kurum ve
kuruluşlar ile görevlerine, - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın; Basında çıkan "Dokunulmaz
Yönetim" başlıklı bir haberdeki iddialara, - Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış'ın; İç ve dış borç stoku ile bankalara
aktarılan kaynaklara, -Tokat Milletvekili M. Ergün
Dağcıoğlu'nun; Enerji dağıtım işletme hakkı devirlerine
Hazine garantisi verilip verilmeyeceğine, Enerji dağıtım işletme devir hakkı ile
ilgili bazı iddialara, - İstanbul Milletvekili Abdülkadir
Aksu'nun; Ziraat ve Halk bankalarına geçen üst düzey
bürokratlara ve bu bankalarca görevlerine son verileceği iddia edilen
personele, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Recep
Önal'ın cevabı (7/5663, 5697, 5669, 5675, 5676, 5681) 2.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın,
sigaranın sağlığına zarar verdiği insanlarımıza ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı
Osman Durmuş'un cevabı (7/6015) 3.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım'ın, IMF'den alınan kredilerin kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/6107) 4.- Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün'ün, Balıkesir'in bazı ilçelerindeki Bağ-Kur irtibat bürolarının
yetersizliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar
Okuyan'ın cevabı (7/6126) 5.- Gaziantep Milletvekili Nurettin
Aktaş'ın, SSK'nın indirimli aldığı ilaçları piyasa fiyatından verdiği iddiasına
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı
(7/6127) 6.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in; İstanbul ve Trabzon'daki Ayasofya
Camilerinin vakıf senetlerine, - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın; Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü
projelerine, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nejat
Arseven'in cevabı (7/6140, 6158) 7.- İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, turist rehberi kimliklerinin vize işlemine ilişkin sorusu ve
Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6149) 8.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un,
Aflatoksin maddesinin fındık ihracatına etkilerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/6189) 9.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in,
İlyas Bey Camiinde arkeolojik kazı yapılması için protokol imzalandığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/6200) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı. Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, Ardahan
İlinin sosyal, ekonomik ve tarımsal sorunları ile alınması gereken tedbirlere, Edirne Milletvekili Evren Bulut, tarım
sigortası, prim sistemi ve tarımsal sulamalara, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Giresun Milletvekili Hasan Akgün'ün,
Karadeniz'in çevre kirliliği ile çöp sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Çevre Bakanı Fevzi Aytekin cevap verdi. Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 23
arkadaşının, Beyşehir Gölündeki kirlenme ve su azalmasının nedenlerinin
araştırılarak, gölün ekolojik dengesinin yeniden kurulabilmesi için (10/265), İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 38
arkadaşının, İstanbul İlinin sorunlarının araştırılarak (10/266), Sakarya Milletvekili Nezir Aydın ve 22
arkadaşının, Marmara depremi sonrasında sağlanan malî kaynakların denetimi ve
depremin yol açtığı sosyal sorunların giderilmesi için (10/267), Alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergelerin gündemde yerlerini alacakları ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı. Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının: 1 inci
sırasında bulunan (6/987), 2 nci
" " (6/989), 3 üncü " " (6/990), 4 üncü " " (6/991), Esas numaralı sözlü soruların, üç birleşim
içerisinde cevaplandırılmadığından, yazılı soruya çevrilerek gündemden
çıkarıldıkları açıklandı. 5 inci sırasında bulunan (6/996), 6 ncı " " (6/1000), 7 nci " " (6/1024), 8 inci " " (6/1031), 10 uncu " " (6/1037), 11 inci " " (6/1042), 12 nci " " (6/1043), 13 üncü " " (6/1046), 14 üncü " " (6/1047), 15 inci " " (6/1048), 16 ncı " " (6/1049), 20 nci " " (6/1056), 21 inci " " (6/1057), 22 nci " " (6/1058), 23 üncü " " (6/1059), 24 üncü " " (6/1060), 25 inci " " (6/1061), 26 ncı " " (6/1062), 27 nci " " (6/1063), 28 inci " " (6/1064), 29 uncu " " (6/1065), 30 uncu " " (6/1066), 31 inci " " (6/1067) 32 nci " " (6/1068), 33 üncü " " (6/1069), 34 üncü " " (6/1070), 35 inci " " (6/1071), 36 ncı " " (6/1072), 38 inci " " (6/1076), Esas numaralı sözlü sorular, ilgili
bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi. 9 uncu sırasında bulunan (6/1034), 282 nci " " (6/1400), 474 üncü " " (6/1616), 528 inci " " (6/1673), Esas numaralı sözlü sorulara Devlet Bakanı
Recep Önal, 17 nci sırasında bulunan (6/1051) esas
numaralı sözlü soruya, Orman Bakanı İ. Nami Çağan, Cevap verdiler. 18 inci sırasında bulunan (6/1052), 19 uncu " " (6/1053),
39 uncu " " (6/1077), 69 uncu " " (6/1109), Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler
cevap verdi; (6/1109) esas numaralı soru
sahibi de cevaba karşı görüşlerini açıkladı. 37 nci sırasında bulunan (6/1073) esas numaralı sözlü
soruya da Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk cevap verdi. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310,
2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim
Merkezleri Kanun Tasarısının (1/744) (S.Sayısı 786) görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi. İstihdamın Teşviki Amacıyla Ücret Dışı Yüklerden Bazılarının
Ödenmesinin Ertelenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sosyal Sigortalar Kanunu ve
Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanunu ve 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/950)(S.Sayısı: 826) üzerindeki görüşmeler tamamlandı, elektronik
cihazla yapılan oylamadan sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. 21 Mart 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere,
birleşime 19.11'de son verildi.
II. - GELEN
KÂĞITLAR
No. : 106 21 . 3 . 2002 PERŞEMBE Rapor 1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı: 839)
(Dağıtma tarihi: 21.3.2002) (GÜNDEME) Meclis Araştırması
Önergesi 1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri, Sakarya
Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel
Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara Depremi sonrasında sağlanan mali
kaynakların denetimi ile olası depremlere karşı alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/268)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.3.2002) BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00 21 Mart 2002 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Lütfi YALMAN (Konya) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 77 nci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz. Değerli arkadaşlarım,
1987-1995 yılları arasında Yüce Parlamentoda Çorum Milletvekili olarak görev
yapan Cemal Şahin arkadaşımız, dostumuz, Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Merhuma,
Allah'tan rahmet, yakınlarına, ailesine, hepiniz adına, Yüce Meclis adına,
başsağlığı diliyorum. Sayın milletvekilleri,
hükümet adına, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın, Nevruz Bayramı hakkında,
İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre söz talebi vardır. Gündeme geçmeden önce bu
talebi yerine getireceğim. Sayın Bakanın
açıklamasından sonra, istemleri halinde siyasî gruplarına ve grubu bulunmayan
milletvekillerinden birine söz vereceğim. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Kültür Bakanımız, Kültür Bakanlığı olarak Nevruz Bayramına ilişkin,
gerçekten, hepimizin övünmesi gereken düzenlemeleri yaptığı halde, sayın
milletvekillerimizden gelen gündemdışı söz talepleri fazla olunca, Yüce Meclise
olan saygısından ve Meclisteki gruplara olan saygısından, hükümet adına
konuşarak, grupların da bu konuda Yüce Mecliste düşüncelerini dile
getirmelerine vesile olmuştur. Huzurlarınızda, bu Meclise olan saygısı, yaklaşımı
nedeniyle önce kendisine teşekkür ediyorum. Buyurunuz Sayın Bakanım.
(Alkışlar) IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- Kültür
Bakanı Mustafa İstemihan Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı
açıklaması ve ANAP Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir
Milletvekili Agâh Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu,
MHP Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK
Parti Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları ve İçel Milletvekili Ali Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları KÜLTÜR BAKANI MUSTAFA
İSTEMİHAN TALAY (İçel)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bayramlar, büyük
zaferler ve ulusal başarılar, tarihî önemi haiz kişilerimiz ve onların
anılmaları, toplumsal barışı, kardeşliği ve dayanışmayı geliştirir ve
güçlendirir. Toplumsal huzur, vatandaşların kendilerine ve devletlerine olan
güvenini tazeler ve kuvvetlendirir. Ekonomik ve toplumsal gelişmelerin
temelinde de, her zaman, toplumsal barış ve vatandaşların birlik ve bütünlük duyguları
yer alır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Türk Ulusunun ve millî egemenliğinin temsilcisi olarak, aynı zamanda,
millî birlik ve bütünlüğümüzün de en büyük güvencesidir. 10 Kasım Atatürk'ü
anma, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 12 Mart İstiklal Marşımızın kabulü, büyük
şairimiz Mehmet Âkif'i anış, 18 Mart Çanakkale Zaferimiz ve bugün Nevruz
Bayramının kutlaması nedeniyle, Kültür Bakanı olarak gündemdışı söz almamın iki
önemli nedenini, müsaadenizle bu kürsüden açıklamak istiyorum: Öncelikle, Yüce
Meclisimizin kürsüsünde, tarihî ve kültürel varlık ve değerlerimizi
hatırlamakla onlara olan bağlılığımızı ifade ediyoruz. Bu konuda ortak millî
şuurun sürekliliğini ve canlılığını devam ettirirken, Büyük Atatürk'ün işaret
ettiği millî kültürümüze sahip çıkıyoruz. İkinci olarak, millî
iradenin temsilcisi Yüce Meclisimizin, farklı parti ve düşüncelerin oluşturduğu
bir demokratik kurum olarak, ulusal, manevî ve tarihî değerlerimiz üzerinde
nasıl tek ses ve tek vücut olduğunu hep birlikte ispat ediyor ve kamuoyuna
gösteriyoruz. Bu konuşmalarımız vatandaşlarımıza moral ve güven veriyor. Kim ne
derse desin, kim kendi küçük dünyasındaki kompleksleriyle bu Yüce Meclisi
haksız sözlerle karalamaya çalışırsa çalışsın, vatandaşlarımız ile Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gönül bağlarını koparmaya kimsenin gücü yetmeyecektir!
(Alkışlar) Çünkü, vatandaşlarımız görüyor ve biliyor ki, içinden geçtiğimiz
ekonomik kriz ortamından kurtuluşumuzda da en büyük güç, geceli gündüzlü
çalışmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur, tıpkı Kurtuluş Savaşında
olduğu gibi. Bu büyük iradeyi ve gücü herkesin desteklemesi gerektiğine
inanıyorum. Bunun aksine davranmak, hele, sudan bahanelerle Türkiye Büyük
Millet Meclisine ayakbağı olmak, Türkiye'nin güçlenmesine ve gelişmesine engel
olmakla eş anlamlı bir sonuç yaratmaktadır. Bütün bu engellere karşın, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, bu özel günlerde ve kritik konularda, ulusal birliğin ve
millî kültürün güvencesi olarak, onurlu görevini başarıyla sürdürmeye devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; işte bugün, 21 Mart Nevruz Bayramını, ortak sevgi, heyecan ve
mutlulukla kutlamanın coşkusu içindeyiz. Sevginin, kardeşliğin ve neşenin
bayramı olan nevruz... Hepimizin Nevruz
Bayramını yürekten kutluyorum. Bayramlar, birlik ve
beraberlik ve barışın sembolüdür, kaynaşmanın ve mutluluğun vesilesidir. Nevruz
Bayramı, doğanın coşkusunun, dirilişinin bayramıdır, doğadaki coşkuya, insanın
da ortak olmasının bir anlatımıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; nevruzu, doğal bir bayram olarak da ifade etmek mümkündür;
yani, adı konulmasa bile, nevruz günü olan 21 Marttan itibaren doğada başlayan
diriliş insanda da başlamakta, insanı coşkulu kılmaktadır. Bu nedenledir ki,
Türklerin kullandıkları eski takvimlerde nevruz, yılbaşı olarak kabul
edilmektedir. Eskiden, yılın başlangıcı olarak kabul edilen nevruz, Türkler
tarafından, geleneksel olarak, bir bayram niteliğinde kutlanmaktadır. Türklerin
yayıldığı geniş coğrafyada, bugün de, aynı coşkuyla kutlanan Nevruz Bayramı,
zengin kültürel değerlere sahip Türk halklarının gelenek ve göreneklerini
yansıtan bir kültür bayramıdır. Nevruz Bayramı, coşkunun
olduğu kadar, barışın, kardeşliğin ve hoşgörünün de bayramıdır. Nevruzu bir
kavga aracı olarak kullanmak isteyenlere ve nevruzla kardeşliği değil de
kavgayı hedefleyenlere, halkımızın çok büyük çoğunluğu hiçbir zaman inanmadı,
hiçbir zaman güvenmedi. Halkımız, sağduyusuyla ve tarihsel bilinciyle, bütün
tahriklere karşın, her zaman, sonuçta, kardeşliği, birliği ve barışı tercih
etti. Kültür Bakanlığı olarak
1991 yılından beri sürdürdüğümüz nevruz kutlamalarını, geçmiş yıllarda olduğu
gibi bu yıl da, Bakanlığımız sanatçıları, Adana, Gaziantep, Batman,
Kahramanmaraş, Muğla, Siirt ve Mersin İlleri ile bazı ilçelerimizde konserler
vererek, halkla kaynaşarak kutlamaktadırlar. Hepinizin bildiği gibi,
1990'lı yıllarda Sovyetlerin çökmesi ve demirperdenin yıkılmasıyla birlikte,
Ortaasya'daki Türk dünyasıyla ve kültürümüzün kökleriyle yeniden buluştuk ve
kaynaştık ve bir kez daha gördük ki, Nevruz Bayramı, Ortaasya'dan Balkanlara
uzanan büyük coğrafyadaki Türk halklarının barış, kardeşlik ve dostluk
bayramıdır. O zaman, 21 Mart gününe kavga, dövüş eylemlerini sokarak,
halkımızı, bu günden, âdeta soğutmaya çalışanların yaptığı ihaneti bir kez daha
derinden hissettik. Bayram gününü halkımıza zehir etmeye çalışanların bu
topluma verecek hiçbir güzelliklerinin olamayacağını, vatandaşlarımız da
yakından gördüler. Kültür Bakanlığı, işte bu
bilinç içinde, 1991'den başlayarak ve son yıllarda daha da etkili şekilde
vatandaşlarımızın Nevruz Bayramlarını kutlamalarında etkin ve öncü bir görev
üstlenmektedir. Nevruz nedeniyle hazırladığımız afiş, broşür, çizgi roman,
çizgi ve spot filmlerle her kesimden, her yaştan vatandaşımızın nevruz
coşkusuna ortak edilmesi amaçlanmaktadır. Bakanlığımızca başlatılan ve maddî
ödüllerle desteklediğimiz nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon
yarışmalarıyla da bu geleneksel bayramın kültürel ve sanatsal boyutu
vurgulanmaktadır. Örneğin, bu yılda, son iki yılda yaptığımız gibi, 11
ilimizden, başlarında öğretmenleri olmak üzere, ilk defa Ankara'yı ziyaret
edecek şekilde, öğrencilerimiz davet edilmiş, beş gün süreyle Bakanlığımızca
misafir edilmişlerdir. Ardahan, Bitlis, Kilis, Erzincan, Elazığ, Sıvas, Uşak,
Ordu, Burdur, Düzce ve Diyarbakır İllerimizden öğretmen ve öğrencilerimiz,
Ankara'da, bu mutlu bayramı birlikte ve yeni arkadaşlar kazanarak
kutlamışlardır. Bu akşam, devlet
erkânının ve yabancı misyonun davetli olduğu nevruz resepsiyonu Bakanlığımız tarafından
düzenlenecektir. 22 Mart Cuma günü ise, Türk cumhuriyetlerinin kültür şemsiyesi
olan Türk cumhuriyetlerinin kültür bakanlarının oluşturduğu TÜRKSOY tarafından
"Türk Dünyası Öğrenci Gençliği Nevruz Buluşması" adıyla organize
edilen şenlikte, nevruz coşkusu yaşanacaktır. Nevruzun yüzyıllardır
süregelen geleneğine uygun olarak, doğal, kültürel ortamı içinde kutlanması
amacıyla, il kültür müdürlüklerimizin koordinasyonuyla da, nevruz kutlamaları
yerel olarak gerçekleştirilmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Nevruz Bayramının ve nevruzla başlayan yeni dönemin ülkemize
bereket getirmesini, sevgi, dostluk ve beraberliğimizin daha da güçlenmesini
diliyor; ayrıca, 21 Martın diğer bir özelliği olan Dünya Şiir Gününü de
kutluyor, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım. Efendim, siyasî parti
grupları adına, ilk olarak, Anavatan Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili
Sayın İbrahim Yaşar Dedelek söz istemişlerdir. Buyurunuz. (ANAP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM
YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri;
Nevruz Bayramıyla ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisimizi
en derin saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar,
asırlardır tabiatla iç içe yaşayan, üzerinde yaşadığı toprakları
"ana" kabul eden Türk insanının düşünce sisteminde baharın gelişinin
çok önemli bir yeri vardır. Farsca nev (yeni) ve ruz
(gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen ve yenigün anlamını taşıyan
nevruz, Ortaasya'da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı
olarak kutladıkları bir gündür. Nevruz, tabiatın kıştan
kurtuluşunun, bolluk ve berekete kavuşmasının simgesi olma yanında, toplumların
yaşamlarındaki hareketliliklerin, başlangıçların ve dönüm noktalarının da ifade
edildiği bir gün olarak kabul edilir. Nevruz, Türk dünyasının
kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan
toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bir bahar bayramıdır. Bütün bayramlar, dinî ve
millî inanışlardan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden
ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğar. İşte, nevruz adını
taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı
bir bayramdır. Türklerde bir varoluş,
diriliş bayramı niteliğinde olan nevruzun ruhî atmosferini ve eskiliğini
anlayabilmek için, Türk kültürünün asırlar öncesindeki kam dualarına göz
atmamız gerekir. Türk kamları, dualarında,
niyazlarında şöyle ifade ediyorlar: "Yüce Göktanrının ilk defa gürlediği,
yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan
sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen yaratıldın!" Bu
sözler, Türk insanının yaratılış felsefesinin, inancının ve hayat tarzının
ifadesidir. Anlamı kadar önemli olan
bu bayram, zaman içerisinde, farklı kültür çevrelerinde, farklı etnik
gruplarda, farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuş, kültürler arasındaki
iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve çeşitli kültürlerce
benimsenmiştir. Nevruzun, bir din adına,
bir mezhep adına, bir etnik köken adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi
ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması son derece yanlıştır;
tarihin ve kültürün gerçeklerine aykırıdır. Nevruz geleneği, kökü
yüzyıllar öncesine dayanan, insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı
kuvvetlendiren, dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştıran,
millî birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesini ve
dayanışmayı sağlayan, huzur ve barış havasının evrensel ölçülerde
geliştirilmesini temin eden bir ortak değerdir. Nevruzla ilgili olarak,
16 ncı Yüzyılda, Pir Sultan Abdal, Nuvruziyyesinde şöyle diyor: "Sultan Nevruz günü
canlar uyanır, Hal ehli olanlar nura
boyanır. Muhib olan bu gün ceme
dolanır, Himmeti erince Nevruz
Sultan'ın. Aşık olan canlar bugün
gelürler, Sultan Nuvruz günü birlik
olurlar. Hallak-ı cihandan ziya
olurlar, Himmeti erince Nevruz
Sultan'ın." Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anadolumuzda nevruz, halkımızın ortak bir öğesidir, ortak bir
paydasıdır. Bu, bir resmî bayram değil ve resmî bayram olarak kutlanmamalıdır;
bu, bir halk bayramı ve bir halk kutlamasıdır. Yeni yılın ilk günü ve
baharın başlangıcı olarak kabul edilen nevruz, uyum ve barışıklık anlayışını
yansıtan ortak bir değer olarak barış, dostluk ve kardeşlik gibi değerlerin
paylaşılıp zenginleştirilebileceği mükemmel bir zemindir. Türk Milleti, yüzyıllar
boyunca, bu zemin üzerinde ve bu anlayışla hareket etmiş, farklılıkları
zenginlik kabul eden hoşgörüsüyle tarihe damgasını vuran uygarlıklarını
yaratmıştır. Bu ortak gelenek, çileli
Anadolu insanımızın, asırlardır yaşadığı her türlü meşakkate rağmen, ruhundan
fışkıran bir insanlık erdeminin ve Anadolu hümanizmasının adıdır. Bu önemli bayramın huzur
ve coşkuyla kutlanmasında gayretlerinden dolayı Kültür Bakanımıza teşekkür
ediyorum. Nevruz Bayramının,
Anadolu insanımıza, yüce milletimize, tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini
temenni ediyor; bu vesileyle, Yüce Meclisimize en derin saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ederim Sayın Dedelek. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner; buyurunuz. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA AGÂH
OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol
Partisi Grubu ve şahsım adına Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Nevruz, bilindiği gibi,
Yenigün Bayramıdır. Yenigün (yıl bayramı) Koç Burcuna girmekle başlar. Koç
Burcu, yazın ilk ayı olarak tabiatın dirilişidir. Nevruz, Türk
topluluklarında, yıllardan beri, asırlardan beri kutsal olarak kabul edilmiş ve
bütün güzelliği yaşanmış bir bayram günüdür. Sibirya'nın kuzeyinde,
Müslümanlıkla hiç tanışmamış, Şamanizm'e inanmış Yakut Türkleri, Hıristiyan
Çuvaşlar ve Gagavuzlar, Musevi Karay Türkleri de bu bayramı kutlarlar. Bu
yüzden, yenigünün, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Şaman demeden, ortak değerimiz
bilinerek ve ona daha çok sahip çıkılarak kutlanması gerektiğine, kucaklanması
gerektiğine inanıyorum. Yenigün Bayramı,
Ergenekon Destanına göre, Türklerin Ergenekon'dan çıkışı ve çilelerinin
bitişiyle yeni bir döneme başlamalarını ifade eder. Bu yüzden, bu bayram, Türk
Milletinin kurtuluş günü olarak çok güzel kutlanır. Değerli arkadaşlarım,
bugün Nevruz Bayramı; hepinizin ve Türk dünyasının bayramı kutlu olsun. Bugün,
Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kuzey Denizi sahillerinde yaşayan Yakut
Türkleri, Başkurtlar, Kırgızlar, Kazaklar, Altay Türkleri bayram yapıyor. Bu
bayram, Yakındoğu, Ortaasya ve bütün Türk dünyasının en eski bayramıdır. Çin
kaynakları, dörtbin yıl öncesinde bu bayramın Türkler tarafından kutlandığını,
yaşatıldığını bildiren bilgiler veriyor. Evet, bu bir diriliş
bayramıdır. Türkiye, bu bayramı, 1914'ün, Birinci Cihan Harbinin mağlubiyet
şartlarında, yine kutlamıştır. Balıkesir basınında, Erzurum basınında,
Kastamonu basınında çok ciddî bilgiler var. Kastamonu'da o günlerde çıkmakta
olan mahallî bir gazetemiz, Köroğlu Gazetesi, 1914 ve 1915 yılları
koleksiyonunda, Nevruz Bayramını, millî bir bayram, Ergenekon Bayramı olarak
veriyor. Ben bu bayram konuşmasını
yaparken aralarında konuşan arkadaşlarımı, nevruzu kutlayan millet çok iyi
değerlendiriyor; Sayın Başkanın da değerlendirdiği kanaatindeyim. Değerli arkadaşlarım, çok
dikkate şayandır; Nevruz Bayramı kutlamalarını, 1914'ün o felaket şartlarında,
Kastamonu'daki Türk Gücü Derneği düzenliyor ve Kastamonu İttihat ve Terakki
Derneği Şubesi, buraya, büyük bir güçle iştirak ediyor ve Kastamonulu, daha
doğrusu, Safranbolulu şair Tahir Karaoğuz'un Köroğlu Gazetesinde yayımlanan
"Yenigün" başlıklı şiiri, Ergenekon Destanını işliyor. Bu anlamlı
şiirin okunmasından sonra kürsüye gelen Mektebi Sultanî öğrencilerinden Emin
Efendi, günün önemini anlatan konuşmasında şu dikkate şayan cümlelere yer
veriyor; dikkat buyurunuz, diyor ki bu gencecik çocuk: "Mazisini yaşatan
milletler, hakikatte, hallerini, istiklallerini, daha doğrusu, kendilerini
yaşatırlar; ancak, şunu unutmayınız ki, yaşatmamız gereken gerçek, milletimizin
necabeti, İslamın galebe ve saadeti için çalışmaktır." Ömer Seyfettin, 1914
yılının o günkü ağır şartlarında, Tanin Gazetesinde "Türklerin Millî
Bayramı Yenigün" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Nevruz bir millî
bayramdır ve Ergenekon'dan çıkmamızın destanıdır." Ömer Seyfettin
"Evet, birkaç asır evvel babalarımız, soylarını, tarihlerini, ananelerini
bizden çok iyi biliyorlardı ve kendi tarihleriyle iftihar ediyorlardı"
diyor. Ömer Seyfettin, Türkleri ve Türklüğü inkâr etmekte garip bir marazi,
lezzet duyan hasta birkısım insanların varlığına da işaret ederek, bu gibileri
kastederek şunları yazıyor: "Efsane, efsane diyerek gülecekler,
dudaklarını bükeceklerdir. Onlarca, mesela Yunanlıların bütün esatir ve
tarihleri mukaddestir, muhteremdir, hatta, belki, hakikattir; fakat, Türklerin
tarihî bile yalandır; ama, halis Türkler kendi tarihlerine inanır ve asla
unutmazlar." Ve Osman Gazi'nin bir şiirinden bahsederek, onun Batı
Türklerine yön verişteki büyüklüğünü dile getiriyor. Değerli arkadaşlarım,
1914'teki bütün kutlamalar bir millî mücadele beklemektedir, bir Ergenekon'dan
çıkış beklemektedir. Ergenekon'dan çıkış Atatürk'ün şahsında gerçekleşir ve
Atatürk'ün sağlığında takip ettiği çok şuurlu kültür siyasetiyle nevruz
kutlamaları eksiksiz yerine getirilir. Aslında, bu kültür çizgisi... BAŞKAN - Sayın Güner,
izninizle... Değerli arkadaşlarım, bir
parça daha sakin dinleyebilirsek... Ben de takip edemiyorum. Buyurunuz Sayın Güner. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Atatürk'ün sağlığında uygulamış olduğu kültür politikası ve kültür
hassasiyeti, Karahanlılardan, Selçuklulardan, Osmanlılardan deblenip gelen,
millî kültüre bağlılığın ifadesidir ve bu kültür siyaseti, çok önemli
hamlelerin, çok önemli büyük işlerin başlangıcı olmuştur. Millî mücadele
sonrasında çıkarılan pulların, ikinci Ergenekon Destanı olarak kabul edilen
Kuvayı Milliye hareketini, posta pullarına, millî paralara ve okulların duvarına
asılan tablolara resmettiğini görüyoruz. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, ne yazık ki, Türkiye'yi bölmek ve parçalamak isteyen emperyalist
güçler, alt kültür kimliklerine millîlik vasfı verme gayretiyle çok yıkıcı ve
tahrip edici bir faaliyetin içine girmişlerdir. Türklerin dışında Avrasya'da
yaşayan diğer ırk ve kavimlerin de kutladığı nevruzu, sadece bir alt kültür
kimliğinin malzemesi bilmek ve bunu özel renklerde kullanarak bölücü bir güç
haline getirmek gayreti bedbahtlık olmuştur. Tarihimizin bazı
gerçeklerinin bazı renklere bağlı olduğu bir hakikattir. Bu renklerden sarı,
kırmızı, beyaz ve yeşil, üçlü kompozisyon olarak, Göktürkler zamanından
başlayarak Türkler tarafından bayrak rengi olarak kullanılmıştır. Büyük bir Rus
arkeoloğu olan Ksilev, Göktürk coğrafyasında yapmış olduğu kazılarda, Göktürk
şehzadelerinin üzerlerine giymiş oldukları ipek elbiselerin bu üç renkten
dokunduğunu, bu üç renkle yapılmış olduğunu yazıyor ve tespit ediyor. 1165 yılında, Şii İslamın
büyük bilginlerinden ve büyük fakihlerinden Abdü'l-Celil el-Kazvini, Kitabü'n
Nakz isimli eserinde, kendisine soru soran Hoca Nasibi isimli bir şahsa şöyle
cevap veriyor: "Görmüyor musun? Selçuklu sultanları 100 000 kişilik bir
ordu topladığı zaman, bu ordu halife ordusu zannedilmesin diye halife bayrağı
kullanmazlar. Burada sarı, kırmızı, yeşil renkli bayrağı kullanırlar." Değerli arkadaşlarım,
Selçuklular, beylikler dönemi ve bir beylik olarak doğan Osmanlılarda da aynı
rengin, hem çizmelerde hem serpuşlarda ve hem de diğer giysilerde
kullanıldığını görüyoruz. BAŞKAN- Sayın Güner, 1
dakikanız var efendim. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla)- Artık umuyoruz ve temenni ediyoruz ki, bu ülkedeki bütün akıllar,
izanlar ve idrakler bu gerçekleri görmeye başlamışlardır. Paylaştığımız bu
değerlerde bir olalım, bütün olalım, iri olalım ve diri olalım arkadaşlarım. Vatanımızın bölünmez
bütünlüğü, vatan coğrafyasının parçalanmaz olduğu gerçeği, al sancaklı
bayrağımızın, bu topraklarda yaşayan bütün yurttaşlarımızın bayrağı olduğu ve
bu yurtta yaşayan herkesin Anayasanın tayin ettiği haklarda eşit olduğu gerçeği
yönünde bir olur, bütün olur, vatandaşlık şuuruna erersek, birtakım alt kültür
gruplarının kendilerine has değerlerini saygıyla karşılamak, kültür
zenginliğimizle onur duymaktır. Yenigün Bayramınız,
Nevruz Bayramınız, bütün milletimize, bu bayramı kutlayan herkese saadet ve
huzurlar getirsin ve Yüce Milletimiz, güçlü kadrolar elinde yeni bir Ergenekon
Destanıyla, bugün içerisine girmiş olduğu yoksulluktan, sefaletten ve
gariplikten kurtulsun diyorum ve Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Güner. Saadet Partisi Grubu
adına, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu. Buyurunuz Sayın
Hatipoğlu. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ
HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün Nevruz
Bayramı. Öncelikle, bize bu imkânı tanıyan Kültür Bakanına teşekkür ediyorum.
Bu bayramın, gerginlik atmosferi içerisinde değil, dostluk, barış ve kardeşlik
mesajlarıyla birlikte kutlanmasını diliyorum; Nevruz Bayramı, bütün
milletimize, Orta Asya'daki kardeşlerimize, Ortadoğu ülkelerinde bu bayramı
kutlayan herkese hayırlı uğurlu olsun diyorum. Şimdi, burada, Sayın
Bakanım ifade buyurdular; nevruz, gerçekten de, hem Asya hem Ortadoğu
halklarının ortak bayramıdır. "Yenigün" anlamına gelen ve baharın
müjdecisi, habercisi olarak bu gün, köklerini milattan yüzlerce yıl öncesinden
alan bir geleneğin günümüze yansımasıdır. Elbette, çok geniş bir
coğrafyada izlerine rastladığımız, gördüğümüz bu bayram, her toplulukta ayrı
ayrı, değişik şekillerde kutlanmış, değişik şekillerde algılanmıştır. Bu
gelenek Orta Asya'da da, Ortadoğu kültüründe de ortak bir paydayı
oluşturmaktadır. Yani, biz tarih sayfalarını çevirdiğimizde Hunlarda da,
Uygurlarda da, Sümerlerde de, Akatlarda da, Asurlularda da, Osmanlıda da,
Selçukluda da, İranlılarda da nevruz geleneğini görürüz. Tabiî ki, nevruza
yaklaşım, değerlendirme ve onun bugüne ulaştırması gereken mesaj konusunda,
kuşkusuz, farklılıklar, farklı değerlendirmeler de vardır ve bunu da doğal
olarak karşılamak, hatta, zenginlik olarak nitelemek gerekmektedir. Evet, nevruz,
İslamiyet'ten önce var olan bir gelenektir. Bu nedenle de, onu bir dinin, onu
bir mezhebin bayramı veya malı gibi takdim etmek de söz konusu değildir. Yani,
ne Sünnînin, ne Alevînin, ne Bektaşînin, ne Kürdün, ne Türkün, ne İranlının,
kendine özgü, kendine has bayramı diye takdim etmek de doğru bir yaklaşım tarzı
değildir. Aslında, bahsettiğimiz
Ortadoğu ve Asya kökenli topluluklarda nevruzun ortak bir kültürün mirası
olarak görülmesi, bu toplulukların akrabalıklarının bir kanıtıdır; bu
toplulukların birlikteliğinin de, kültür beraberliğinin de, folklor
beraberliğinin de, anlayış ve kavrayış beraberliğinin de çok güzel bir
örneğidir diye düşünüyorum ve bundan dolayı da, aslında, Nevruz Bayramının bu
coğrafyada yaşayan toplulukları, halkları kaynaştıran, birleştiren onları bir arada
tutan bir gelenek olarak algılanmasında da çok büyük yarar vardır. Değerli arkadaşlarım, elbette
ki, bizim tarihimizde bu gelenekler vardır. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu
döneminde takvimin başlangıcı olarak kullanıldığı bilinmektedir; hatta, öyle
ki, 1980 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti de malî milat olarak, malî
yıldönümü olarak mart ayını görmüştür. Bu da o geleneğimizin bir parçasıdır. Demek oluyor ki, nevruz,
bizim yabancı olduğumuz bir kültür, bir gelenek, bir yapı değildir, yaklaşım
değildir; ama, herhalde, biz devlet olarak, resmî kurum ve kuruluşlar olarak,
bunu uzun bir süre kullanmadık, kutlamadık. Geçtiğimiz birkaç yıl
içerisinde, maalesef, 21 Mart günü yaklaştığında bir gerginlik, "acaba bu
nevruzda neler olacak, hangi sıkıntılar doğacak" şeklinde bir sıkıntının
oluştuğu da hepinizin malumudur. Elbette ki, nevruzu, kendi ideolojik
anlayışlarının bir aracı olarak kullanmak isteyenler olmuştur; nevruzu, yasal
olmayan, meşru olmayan gösterilerin bir aracı olarak kullanmak isteyenler
olmuştur ve buna karşı da, devletin güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler
olmuştur. Ben, huzurunuzda, nevruzu, kendi temel yörüngesinden alıp, onu,
ideolojik hassasiyetlerinin bir aleti gibi kullananları, bunu istismar edenleri
kınıyorum; ama, aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, nevruz kutlamalarını
resmîleştirme konusunda çok geç
kaldığının ve dün, nevruzu kutlayanların gözaltına alındığının, bunların ciddî
sıkıntılara muhatap kılındığının da altını çiziyor, tarihe not olarak
bırakıyorum. Demek ki, biz, bazı şeyleri yasaklamakla neticeye ulaşamayız.
Bakın, Sayın Bakan burada ifade buyurdu; Türkiye'nin dört bir yanında şu anda
resmî nevruz kutlamaları oluyor. Bunlar çok güzel gelişmelerdir. Şu anda, yine,
valiliklerin izniyle birçok yerde sivil toplum örgütleri bu kutlamaları
gerçekleştiriyor ve şimdiye kadar da hamdolsun, izin verilen yörelerde, ciddî
bir sıkıntının meydana gelmediği şeklinde bilgiler bize intikal etti. Ümit
ederim, gelecek yıllarda, hiçbir yerde, Türkiye'nin hiçbir parçasında, hiçbir
ilçesinde, hiçbir beldesinde, en ufak bir yerde bile gerginlik ile nevruz bir
arada ifade edilmesin. Değerli arkadaşlarım,
nevruzla ilgili değerlendirmeleri yaparken şunu hemen ifade etmek istiyorum:
Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinde, Kutadgu Bilig'de, Divan-ı Lügat-it Türk'te,
Firdevsi'nin Şahnamesinde, bizim kültür kaynaklarımızda, medeniyet
kaynaklarımızın hemen hemen tamamında nevruzdan bahsediliyor; ama, her millet
nevruzun doğuşuyla ilgili kendine göre yorumlar yapıyor. Bunların birisi doğru
olabilir, hepsi doğru olabilir, her birisi, kendisi için, bu yorumları doğru
kabul edebilir. Ben, iki değerlendirmeyi baz alarak bir değerlendirme yapmak
istiyorum. Kimi kaynaklara göre
nevruz, Türklerin Ergenekon'dan çıkışını simgeliyor, ateş de demirden dağı
eriten ateştir. Bir başka yaklaşıma göre nevruz, Piştadi Kralı zalim Dehhak'a
karşı demirci ustası Kawa'nın başkaldırışını simgeliyor, o ateş de özgürlüğe
davet eden ateştir; ama, her ikisinde de ortak bir mesaj var. Yakılan nevruz
ateşi, sıkıntıdan, problemlerden kurtuluşun, azmin karşısında demirden dağın
dahi eriyebileceğinin ifadesidir. Bir diğer yaklaşıma göre de yine o nevruz
ateşi, özgürlük, bağımsızlık, zorbalığa karşı geliş olarak ifade ediliyor. Şimdi, her ikisini de bir
araya getirdiğinizde nevruzu iki şekilde değerlendirmek, birleştirmek
mümkündür. Nevruz, bizim aziz milletimizin kültüründe, zora, sıkıntıya,
problemlere karşı direnme gücünü ifade eder, o ateş de o direnme gücünün bir
ifadesidir. Diğer yaklaşıma da bakarsanız, elbette, baskıya, zorbalığa,
tahakküme karşı da başkaldırının bir ifadesidir. Aziz milletimiz, tarih boyunca
bu başkaldırıyı gerçekleştirmiş, yedi düvele karşı kendi bağımsızlığını
gerçekleştirebilme olanaklarını korumuştur, kullanmıştır. Özetle, bu yıl, nevruzun,
gerginlikten, ideolojik kapışma ve aymazlıktan, yasadışı gösterilerden uzak,
bir dostluk ve sevinç atmosferi içinde kutlanıyor olması hepimizin ortak
sevincidir. Bunun bu şekilde devam etmesini temenni ediyorum. Elbette, bugün bayram
değerli arkadaşlarım. Bayram sevinç demektir, dostluk demektir, diğerkâmlık
demektir. Bizim milletimizin dinî bayramları vardır, aziz milletimizin
kandilleri vardır, bizim millî bayramlarımız vardır, millî günlerimiz vardır. Sayın Kültür Bakanından,
burada istirham ediyorum: Nevruz Bayramının kutlanmasıyla ilgili gösterdikleri
duyarlılığı, resmî törenleri, panelleri ve buna benzer organizasyonları,
lütfetsinler, dinî bayramlarımızın, kandillerimizin kutlanmasında da aynı
duyarlılığı, millî bayramlarımızın kutlanmasında da aynı duyarlılığı lütfen
göstersinler; birinci istirhamımız budur Sayın Bakandan. (SP sıralarından
alkışlar) Yine, sevinçten
bahsettik, mutluluktan bahsettik, bugünün bayram olduğundan bahsettik. Bayram,
sadece bir grubun mutlu olması veya sevinmesi demek değildir. Bayram sevinç
demekse, bugün sevinemeyen milyonların varlığından da söz etmemiz gerekir,
onları hatırlamamız gerekir. Evet, bugün, açlık sınırında 20 milyon
vatandaşımızdan bahsediyoruz, sıkıntılardan bahsediyoruz ve değerli
milletvekilleri, bu bayram günü, kutladığımız bu nevruz gününde, okullarının
kapısında bekletilen, okullarına alınmayan mazlum öğrenciler var; onlar bayram
yapamıyor. Ben dilerim ki, bu Nevruz Bayramı, millî birlik ve beraberliğimizin
bütünlüğünden bahsettik, ortak sevinçten bahsettik, ortak paydalarımızdan bahsettik... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Ama, konuyu
değiştiriyorsunuz... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Devamla) - Hayır değiştirmiyorum efendim. BAŞKAN - Lütfen
sonuçlandırınız... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Devamla) - Değiştirmiyorum Sayın Başkanım. Ümit ediyorum ki, bu
mutluluğu hep beraber paylaşırız. Bu ortak sevinci, ortak mutluluğu, hem geçim
sıkıntısı içinde inim inim inleyen kardeşlerimizin sıkıntılarına çareler
üreterek ortaklaştıralım, hem de okullarının kapısında polis kordonuyla
okullarına alınmayan öğrencilerimizin mutsuzluğunu önleyecek tedbirleri de
geliştirelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Hatipoğlu. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel; buyurunuz Sayın Bozyel.
(MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. MHP GRUBU ADINA ABBAS
BOZYEL (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sibirya'dan Hindistan'a,
Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e kadar, 11 milyon kilometrekarelik geniş bir
coğrafyada yaşayan, Türk dünyasını birbirine kenetleyen, bağlayan değerimiz
dilimiz Türkçemizden sonra gelen en önemli değerimiz Nevruz Bayramıdır. Bir millî örf, anane ve
gelenekler bütünü olan "yenigün bayramı, Nevruz Bayramı" Türk
dünyasında "Ergenekon Bayramı" olarak da kutlanmaktadır. Balkanlardan Anadolu'ya,
Kafkasya'dan Türkistan çizgisine kadar 21 Martta kutlanan nevruz ve Ergenekon
Bayramı, yazılı kaynaklara göre milattan önce 8 inci yüzyıldan beri Türkler
tarafından bahar coşkusuyla kutlanan en önemli millî bir karakter taşıyan
bayramımızdır. Hunlardan başlayarak
günümüze kadar gelen tarihî süreç içerisinde, Türk Milletini aynı gün ve tarih
içerisinde, ortak millî bir sevinç ve huzurda buluşturan bu millî bayramımız,
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmut'tan El Biruni'ye,
Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinden, Melikşah'ın takvimine ve Akkoyunlu Uzun
Hasan'ın kanunlarına kadar gelen yazılı kaynaklarca da nevruz, gerçek, millî
bir Türk bayramıdır. Bunun yanı sıra, yakın
çağ tarihimizde Sıvas Hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmet, Safevi Türkmen
Devletinin kurucusu Şah İsmail Hatai, Osmanlı-Türk Devletinde Sultan I.Ahmet,
Sultan IV.Murat gibi hükümdarların icraatlarında, Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü
Baba, Fuzuli, Nevi Efendi, Nedim, Nefi, Hüseyin Suab, Namık Kemal, Şehriyar ve
Mahdum Kulu gibi nice şair ve ozanlarımızın eserlerinde bu millî bayramımız,
kendisini Türk gibi ve Türkçe takdim etmektedir. Hele cumhuriyetimizin
kurucusu, kendisiyle beraber, İstiklal Muharebesinin kahramanları, asker, sivil
bütün kadrolarına, kıyamet gününe kadar şükran ve minnet borçlu olduğumuz
Mustafa Kemal Atatürk'ün 22 Mart 1922 tarihinde Ankara'da düzenlettiği nevruz
şenlikleri, aslında kendinden sonra gelecek devlet adamlarına bu millî
geleneğin devamıyla ilgili çok önemli bir işaretiydi. (MHP sıralarından
alkışlar) Lakin, uzun yıllar
devleti temsil eden en üst makamların bu millî bayrama uzak kalmaları, tebrik
ve kutlamalarına dahi şahit olamayışımız, millet adına geçmişte yaşadığımız en
büyük üzüntümüzdür. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Azerbaycan'ın ünlü şairlerinden Mehmet Araz bir şiirinde şöyle
diyor : "Vatan nağmeleri
olmasa bir an, Gönülde gül açıp yaz
olabilmez. Nağmesi olmayan, şiiri
olmayan, Bir halkın tarihi
yazılabilmez." Bu gerçek tespitin
ışığında tarihiyle, coğrafyasıyla, nağmesi, şiiri, gelenek ve görenekleriyle,
renkleriyle, her şeyiyle bizim Türklüğün olan millî bayramları yaşamak,
yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak en başta devlet idarecilerinin
görevidir. Şayet, kültür, geçmiş
nesillerin sonrakilere miras bıraktıkları bir millî- manevî değerler bütünü
ise, bizlerin de yarınlara neleri bıraktığımızın hesabını iyi yapması
gerekiyor. Şayet, bir millet varsa,
bir kültür ve bir de tarih vardır. Tarihini ve tarihi içerisinde şekillenen,
vücut bulan kültürünü yaşatamayan milletlerin ömrü az olur. Öyleyse, binlerce yıllık
Türk tarihini ve kültürünü hiçe sayan, yok sayan dahili ve harici bütün şer
güçlere karşı devletimiz, millî kültürümüzün teşekkülü, çağdaşlaştırılması,
yaşatılması ve kuvvetlendirilmesi yolunda öncülük etmeli, üzerine düşen
vazifeyi yerine getirmelidir; çünkü, devlet, milletimizce kabullenilmiş,
asırların süzgecinden geçirilerek bu günlere kadar getirdiği hem devlet
idaresinde hem millet hayatında çok mühim olan bu zenginliklerimizi korumak ve
kollamak mecburiyetindedir. Dolayısıyla, milletin
kendini adaletle idare etme, kendini tehlikelerden muhafaza kılma, değerlerini
koruma gibi nice çeşitli maksatlarla organize olarak kurduğu, sosyal
müesseseler bütünü olan devletimizin en önemli kurumlarından biri olan Kültür
Bakanlığımızın, kendi kavrayışlarımıza, kendi mukaddeslerimize, kendi davranış
ve yaşayış biçimimize, kendi millî duruş, millî gelenek ve göreneklerimize
öncülük edecek bu hareketi devam ettirmesini bekliyoruz ve inanıyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yaklaşık olarak ikiyüz yıldır, Doğu-Batı bütün değişik
medeniyetlerin kültür, siyasî, ekonomik ve askerî taarruzlarına muhatap olmuş
milletimize, kendi gerçeklerini ve gerçek mutluluğunun sırrını başkalarının
dünyasında kendine yabancılaşarak aramak yerine, kendi millî kültür hayatımız
içerisinde bulacağımızı işaret eden Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Mart
1923'de yaptığı konuşmada aynen şunları söylemiştir: "Efendiler! Dünyanın
bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve
milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al ve hareketimizle
gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin esiridir.
Ve asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette
dünya birinciliğini tutmaktır." Dolayısıyla Atatürk, hem
milletimizin bütün fertlerinin, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir
bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplanma önemine değinirken,
diğer taraftan da milletimizin dünya milletleri içinde onurlu ve itibarlı bir
mevkide olmasının reçetesini, kendi millî kültürümüzü yaşatmada ve millî birlik
içinde yaşamada vermektedir. Peki, aksi davranışlar ve
unutkanlıklar içerisine girersek ne olur? Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; o zaman, birilerini çıkarırlar ortaya ve bölücülük
yaptırırlar. Ülkeyi kana boyarlar. Sana, bana, ona ait olan her şeye sahip çıkarlar.
Binlerce yıllık bu bayramı, kan ve gözyaşına boğarlar. Bayram, kardeşlik-huzur,
neşe-sevinç, barış ve heyecan mı demek? Yerine, düşmanlığı, huzursuzluğu,
üzüntüyü, çatışmayı, fitne-fesat ve kin tohumlarını ekerler. Toprağın yeniden
canlanmasını, baharın gelişini müjdeleyen bu bayram, Türkün Ergenekon'dan çıkıp
kendisini dünyada ve Anadolu'da tanış kıldığı bu bayram, ne zamanda beri bu
cennet vatan topraklarında ayrılık gayrılık tohumları ekti; ne zamandan beri
barış, huzur ve müşterek bir ortam içinde yaşayan insanları birbirine düşman
eden bir bayram olarak telakki edildi?! Yüreklerimizdeki Türklük, vatan ve
millet sevdasının ateşi, ne zamandan beri sokaklarda yakılan lastik
dumanlarının arasında, sokak aralarında, düşmanlığı körükleyen sloganlar
arasında yok edilmek istendi?! Geçmişi bir; mezarları, bayramları, sofrası,
ağız tadı bir; düğünü derneği bir; bayrağı, vatanı, ezanı, dini ve dili bir
olan bu milletin bayramı, hangi bölücü terörist ve dış güçler tarafından
ayrılıkçı senaryolara sahne kılındı?! (MHP sıralarından alkışlar) Hele hele,
tarih boyunca bu millete mal olmuş ne kadar millî ve manevî değerler varsa, ne
zamandan beri bu bölücü-ayrılıkçı terörist zihniyetlerin tapusuna geçti?! İşte,
biz, bize sahip çıkmazsak, başkaları bize ait olanlara sahip çıkar. Türkiye
cumhuriyeti devletini bölmek, gözbebeği ile akını ve et ile tırnağı birbirinden
ayırmak isteyen bu dış odaklı bölücüler, 250 000 000'luk bir Türk dünyasının
ortak ve millî renklerinden olan sarı, kırmızı, yeşil renklerine de sahip
çıkıp, bayrak diye nitelendirdikleri paçavralarında kullanmaktadırlar. Bu
renkler, Göktürklerden beri, beylerin kullandığı renklerdir; bu renkler, bütün
eserlerde, bütün kazılarda görülür; hatta ve hatta, Sultan Reşat'ın, Mustafa
Kemal Atatürk'e Çanakkale'de gösterdiği başarıdan dolayı taktığı altın liyakat
madalyasının şeritlerinde de kendini bulmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; onun için, Yüce Meclisinizde, önce dilimiz Türkçemiz, sonra
Nevruz Bayramımız derken, huzurunuzda, MHP Grubu olarak üç teklifimizle
konuşmamı noktalamak istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Süre bitti;
lütfen, sonuçlandırınız. ABBAS BOZYEL (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. Birincisi, MHP Grubu
olarak Meclis Başkanlığına sunduğumuz, Nevruz Bayramının millî bayram olarak
kabul edilmesi yasa teklifimizin bütün partilerce desteklenmesi ve ortak bir
kararla kanunlaştırılması. İkincisi, gelecek yıl,
bütün Türk dünyası devlet ve topluluk resmî temsilcilerinin de katılacağı,
folklorik zenginliklerin beraberce sergileneceği "birinci Türk dünyası
nevruz-Ergenekon şöleni"nin ülkemizde yapılması. Üçüncüsü ise, öncelikle
bir nevruz haritasının Kültür Bakanlığımızca çıkarılarak, geniş bir coğrafyada,
asırlardan beri milletimizce kutlanan bu bayramın bütün dünya kamuoyuna
aktarılmasıdır. Ben de, başta Sayın
Başkanımıza ve Yüce Heyetinize saygılarımı sunarken, bu bayramınızı tebrik
ediyor, sınırlar ötesinde yaşayan Türk-İslam dünyasına ve insanlık âlemine,
huzur, kardeşlik, beraberlik, bereket ve bolluk getirmesini Yüce Rabbimden
niyaz ediyorum. Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Bozyel. Fotoğraf için de çok
teşekkür ediyoruz; herhalde, Meclis salonlarında görürüz. Şimdi, Demokratik Sol
Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Aydın Tümen; buyurunuz. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA AYDIN
TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bayramlar insanları
birleştiren, bütünleştiren, kavga ve kırgınlıkları bir yana bırakıp,
birbirlerine gönüllerini açtıran, ortak sevinç ve mutluluk günleridir. Milletlerin tarih
sahnesine çıkışları, büyük felaketlerden kurtuluşları, din ve doğayla
ilişkileri bayramları doğuran olaylardır. Türk tarihine
bakıldığında bilinen en eski Türk bayramı nevruzdur. Bugün, dünyanın hemen
hemen bütün coğrafyasına ve bölgesine yayılan ve toplam nüfusu 200 000 000'u
bulan Türkler arasında, değişik geleneklerle Nevruz Bayramı kutlanmaktadır.
Nevruz, tabiatın canlanmasını, yeniden dirilişini ifade eder. Nevruz, yeni
yılın, ilkbaharın, sevginin, neşenin, kardeşliğin başlangıcıdır. Bugünü,
sevginin, neşenin, barış ve kardeşliğin savunucusu olarak kabul eden Türkler,
bunu bir bayram olarak kutlamaya başlamışlardır. Nevruz kutlamaları, bir
anlamda, Türk kültür ve tarihinin yaşatılmasıdır. Türk kültürünün
yaşatılmasına büyük önem veren Atatürk, 21 Mart 1922'de, Ankara'da nevruz
şenlikleri düzenletmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da, yine Ulu Önder
Atatürk'ün önderliğinde, 1923, 1924 ve 1926 yıllarında nevruz kutlamaları
yapılmış, sonraki yıllarda bu kutlamalar mahallî seviyede sürdürülmüştür. Değerli milletvekilleri,
"Türk dünyası" kavramını hayata geçirecek temel motifler, hiç
şüphesiz, ortak kültür değerleridir. Bir insan topluluğuna millet özelliğini
kazandıran duyguların başında, sevinçte, kıvançta ve tasada birlik gelmektedir.
Zaman içerisinde nevruz
kutlamaları, Türklerin yayıldığı değişik coğrafyalarda değişik adlarla anılmaya
başlanmıştır; "gündönümü", "Ergenekon bayramı", "mart
9'u", "son çarşamba" bunlardan belli başlılarıdır; ancak,
kullanılan isimler değişse, hatta kutlama şekilleri farklılaşsa da, nevruzun
içerdiği dostluk, kardeş mesajı, değerini ve anlamını asla yitirmemiştir. 1998 yılına kadar,
Türkiye dışındaki Türk toplulukları arasında resmî olmayan bir şekilde kutlanan
nevruz, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra oluşan ülkelerce resmî bayram
ilan edilmiştir. Bugün, Anadolu'da, Orta
Asya'da, Kafkaslarda ve Ortadoğu'da, kısacası Türklerin bulunduğu her yerde,
yüzyıllar öncesinden bugüne taşınan nevruzu kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Nevruzun insanları
kaynaştıran paylaştırıcı yapısı, hem toplumsal barışın güçlü tutulmasına hem de
toplumlararası barışın sağlanmasına katkı sağlamıştır. Toplum olarak bizi
birbirimize bağlayan bu kültürel zenginliklerimizin korunması ve yaşatılması
gerektiğine yürekten inanıyoruz. Bütün bu dostluk ve
kardeşlik duygularının gelişmesinden, Türk Milletinin güçlenmesinden, Türk
dünyasının kuruluşundan rahatsız olanlar vardır, olacaktır da. Onlara verilecek
en iyi cevap, ortak kültürümüzü geliştirip güçlendirerek yaşatmak, dilde,
fikirde ve işte birliği gerçekleştirmektir. Günümüz toplumunda en çok
gereksinim duyulan, yokluğu en fazla hissedilen değerler, sevgi, dostluk ve
barıştır. Bu tür bayram günleri, toplumdaki sevgi ve kardeşliğin
pekiştirilmesi, dostluk ve kardeşlik tohumlarının atılması ve küskünlüklerin
unutulması için bir araç olmalıdır. Toplum olarak, bugünleri, barışı sağlamak,
sevgiyi geliştirmek, paylaşımı artırmak için bir araç olarak kullanabilirsek,
sanıyorum sorunlarımızın büyük bir bölümünü de aşmış olacağız. Bugünleri gerçek bir
hoşgörü ve barış gününe dönüştürdüğümüzde, kendi iç barışımızı
sağlamlaştırdığımızda, hiçbir güç bize zarar veremeyecektir. Kendi içinde barış
ve huzurunu sağlamış, sevgi ve hoşgörüyle birbirine bağlanmış bir Türkiye,
çağdaş topluma ulaşma yolundaki engelleri de kolayca aşacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle,
bütün vatandaşlarımızın ve Türk âleminin Nevruz Bayramını yürekten kutluyor,
bolluk, bereket getirmesi dileğiyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tümen. B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1.- Genel
Kurulu ziyaret eden Kuveyt Sanayi ve Ticaret Bakanı Salah Hurşit'e, Başkanlıkça
"Hoş geldiniz" denilmesi BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, Devlet Bakanımız Sayın Edip Safder Gaydalı'nın konuğu olarak,
Parlamentomuzu beraberindeki heyetle birlikte teşrif eden Kuveyt Sanayi ve
Ticaret Bakanı Sayın Salah Hurşit'e hoş geldiniz diyoruz. (Alkışlar) A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam) 1.- Kültür
Bakanı Mustafa İstemihan Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı
açıklaması ve ANAP Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir
Milletvekili Agâh Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu,
MHP Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK
Parti Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları ve İçel Milletvekili Ali Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları
(Devam) BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik; buyurunuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de, benden önce
konuşan değerli arkadaşlarım gibi, nevruzu bahar bayramı olarak kutlayan
herkesin, sınırlarımız dahilinde ve sınırlarımız dışındaki bütün insanların,
Nevruz Bayramını yürekten kutluyorum ve bu nevruz kutlamalarının kin ve
nefretten uzak, sevginin, barışın, kardeşliğin hakim olduğu bir havada
geçmesini ve halkımızın gönlünde bahar çiçekleri açmasını diliyorum. Değerli arkadaşlarım,
hafızalarımızı şöyle bir yoklayalım. Benden önce konuşan değerli sözcüler,
nevruzun tarihî gelişimini anlattılar. Sayın Bakanımız ve diğer arkadaşlarımız,
nevruzun bizler için, dünya için ve bu coğrafya için neler ifade ettiğini dile
getirdiler. Müsaade ederseniz, ben, meseleyi başka bir cepheden ele almak
istiyorum. Dört beş yıl önce, her
Nevruz Bayramı gelişinde, 21 Mart geleceği zaman, âdeta, hepimiz nefeslerimizi
tutar, nereden, ne tür olumsuzlukların vuku bulabileceğini bekler dururduk.
Neydi bunun sebebi; bazı insanlar, bazı gruplar, gerçekten, baharın gelişinin,
yeniden dirilişin, bolluğun ve bereketin sembolü olan, bu şekilde kutlanan bir
bahar bayramı olan bu bayramı bir siyasî kalkışma aracı olarak kullandıkları
için, çok ciddî bir hassasiyet oluşmuştu ve bundan dolayı, âdeta, nevruza karşı
yasakçı bir anlayış hüküm sürüyordu; ama, bir süre sonra, devletimiz makul
olanı yaptı; valilerimiz, kaymakamlarımız halay çeken insanların başına geçip
onlarla birlikte halay çektiler, bu coşkuya katıldılar ve mesele normalleşmeye
başladı. Değerli arkadaşlar,
şimdi, bakınız, Ulusal Program çerçevesinde, Türkiye'de demokratikleşmeyle
ilgili bazı konuları tartışıyoruz. Şunu bilmemiz lazım: Siz, meşruiyetin
alanını ne kadar çok genişletirseniz, o kadar, o ülkede huzuru, barışı,
sükûneti temin edersiniz, üniter yapı o kadar sağlamlaşır, insanların birbirine
karşı olan güveni o derece artar. Dünyanın her yerinde, her
şey istismar edilebilir; bayramlar istismar edilebilir, renkler istismar
edilebilir, hatta, din istismar edilebilir. İstismarın önüne geçmenin yolu,
halkın masum eğilimlerini legal bir çerçeve içerisine sokmaktır; yani,
legalleştirmektir. Yani, meşruiyet alanını genişletmektir. Eğer, siz, dinin
istismar edilmesini istemiyorsanız, insanların kendi dinî inançları
doğrultusunda hayatlarını tanzim etmelerine, yaşamalarına, din ve vicdan
hürriyeti önündeki bütün engellerin kaldırılmasına çaba göstereceksiniz. Şimdi, bakınız, telefon
çok büyük bir nimettir; ama, telefon sapıkları vardır diye, telefon bir şekilde
istismar ediliyor diye, telefonu yasaklayamazsınız. Dolayısıyla, meşruiyetin
önünü açmamız lazım. Değerli arkadaşlarım,
renkler istismar edilebilir. Kırmızı, sarı, mavi, yeşil, turuncu renkler, şu
milletin, bu milletin, filan kavmin, filan etnik grubun olabilir mi? Şimdi,
birileri bu renkleri istismar edebilir; ama, siz bu renkleri yasaklayamazsınız,
böyle bir anlayış yanlış olur. AGÂH OKTAY GÜNER
(Balıkesir) - Tarihî belgeler var. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bugün, Kürt vatandaşlarımız üzerine, Kürt
kökenli vatandaşlarımız üzerine bazı hesaplar yapıldığını hepimiz çok iyi
biliyoruz. Kürt kökenli
vatandaşlarımız da bu ülkenin insanları. Kürdü, Türkü, Çanakkale'de, İngiliz
toplarına karşı beraber göğüslerini siper ettiler, beraber şehit oldular, orada
beraber, bir arada yatıyorlar; İstiklal Savaşını beraber yaptılar, düşmana
karşı beraber durdular, bu cumhuriyet birlikte kuruldu ve bu vatandaşlarımız,
bu ülkede, asırlardan beri, Türk-Kürt, kardeşçe, bir coğrafyada, aynı
menfaatlar etrafında, aynı düşmanlara karşı durarak, Ermeni ve Moskof
mezalimini birlikte yaşayarak bir arada bulundular. Dolayısıyla, bu insanları,
bir bayram veya başka bir şey vesile edilerek birbirine düşman etmenin, bunları
karşı karşıya getirmenin bir anlamı olmadığını ve bunların yanlış hesaplar
olduğunu düşünüyorum. Şimdi, bu ülkeyi bölmeye
yönelik gayretlerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Balkanizasyon planı, bugünün
meselesi değildir. Balkanizasyon, 19 uncu Asırda uygulanmış, devletleri, üçüncü
dünya ülkelerini, küçük küçük, lokma lokma, kendi ayakları üzerinde duramayan,
ancak büyük devletlerin himayesi ve patronajı altında yaşayabilecek küçük
devletçikler haline getirme projesidir. Değerli milletvekilleri,
ancak, bakınız, siz, eğer vücudunuzu sağlam tutarsanız, sağlam vücuda mikrop
giremez; sağlam vücuda mikrop girse bile, kolay kolay tahribat yapamaz. Bugün, eğer, ülkemizin
doğusunda, güneydoğusunda bu insanlarımız istismar ediliyorsa, bu istismara
açık kapılar bırakılmış demektir. Bunun çaresi, bunun önüne geçmenin yolu,
demokratikleşmedir, demokratik zeminde birleşmektir, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini bürokratik bir cumhuriyet olmaktan çıkarıp demokratik bir cumhuriyet
haline getirmektir. Bakınız, değerli
arkadaşlarım, geçen sene, Diyarbakır'daki kutlamalar esnasında bir pankart
dikkati çekiyordu; orada şu yazılıydı: "Ne inkâr ne ayrılık, demokratik
cumhuriyet." Bunu, kim yazarsa yazsın... Ben, 1985 yılında, Ermeni
mezalimi üzerine bir kitap yazdım; bunu, resmî bir kurumumuza, basması için
gönderdim. Ben, tarihî belgeleri okuyorum, Osmanlı arşivinden aldığım belgeleri
okumuşum, oraya yazmışım. Bana cevap verdiler "Hüseyin Bey, burada
'Kürtler' lafı geçiyor; bunu kullanamazsınız" dediler. "Ne demem
lazım" dedim kendilerine; dediler ki: "Dağ Türkleri" diyeceksin.
Dedim ki: "Haydi, neyse, dağda oturan, dağ köylerinde oturanlara 'Dağ
Türkleri' diyeceksiniz; peki, yirmi göbekten beri şehirde oturanlara ne
diyeceğiz?" Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu meselelerde, burada, Türkiye'de, özellikle başta Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, bunları tabu olmaktan çıkaracağız; bunları tartışmak
zorundayız. Bakınız, Kürtler ile Türklerin veya başka alt gruplara, alt
kültürlere mensup olan insanların, bir arada, huzur içerisinde, barış
içerisinde, müşterek düşmanlara karşı, müşterek menfaatlar etrafında bir arada
yaşamalarının şartı, bu iki milletin veya topluluğun aynılaşması değildir.
Demokrasi, farklılıkları kabul etmekle başlar. Dolayısıyla... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Federasyon mu olsun?! HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Hayır... İsmail Bey, lütfen yerinizden laf atmayın. Bu ülkenin üniter
yapısını hiç kimseyle tartışmıyoruz; bu ülkenin birliği, bütünlüğü, bizim için
mukaddestir. Bu ülkede... (MHP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlar,
lütfen dinleyin. Sözcünüz çıktığı zaman konuşsun. Oradan, oturduğunuz yerden
slogan atmayın. Ben, bilimsel konuşuyorum. BAŞKAN - Sayın Çelik,
burada, idare konusunda hiçbir şeyiniz olmaz. Siz, Genel Kurula hitap edin ve
sözlerinizi bitirin. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
O zaman, lütfen, siz onlara mâni olun. BAŞKAN - Hayır... İsmail
Bey hiç laf atmamıştı; siz, hemen, tedirgin oldunuz. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Arkadaşlar, bakınız, bu ülkede, toprak bütünlüğü, Türkiye'nin üniter yapısı,
hepimizin, üzerinde en hassasiyetle durduğu konulardır. Biz, bunu kimseyle
tartışmıyoruz. Bakınız, gönüllerdeki ve beyinlerdeki bölünme, toprak
bölünmesinden daha tehlikelidir. Biz, insanımızı kucaklamak, sevgiyle
birbirimize sarılmak zorundayız. Lütfen, şu, Gaffar Okkan
olayını hatırlamaya çalışalım. Bakınız, o bölgedeki insanlar, kendilerine
uzatılan şefkat elini ısırmadılar. Gaffar Okkan'ın arkasından dökülen
gözyaşları, Gaffar Okkan sadece devlet adamı olduğu için değil, adam gibi adam
olduğu için akıtıldı. Dolayısıyla, insan sıcaklığıyla, şefkatle meseleye sahip
çıkmak zorundayız. Bakınız, oradaki, o
bölgedeki halkımıza karşı, Erivan Radyosu, yıllardan beri -ben Van
Milletvekiliyim, çocukluğumdan beri bunu hep hatırlarım- bölge halkına yönelik
olarak, onları kendi devletine, kendi milletine karşı kışkırtacak yayınlar
yapar, Suriye Radyosu bu tür yayınlar yapar, İran Radyosu yapar, Irak Radyosu
yapar. Bakınız, Türkiye'de, şu
anda bu konular tartışılıyor. Biz, bunları, gerçekten, demokratik bir zeminde,
demokratik platformlarda, bütün tabuları bir tarafa bırakarak; ama, bu ülkenin
birliğini bütünlüğünü kesinlikle zedelemeyecek şekilde, meseleyi bilimsel
olarak tartışmak zorundayız. Sevinçle karşılıyorum ki,
saat 14.30'dan buraya geldiğim ana kadar, Mersin ve İstanbul dışında, ülke
çapında çok ciddî bir anormallik olmamıştır. Barış içerisinde, coşkuyla nevruz
kutlanıyor. Devletimizin ve Kültür Bakanlığımızın da bu meseleye sahip
çıkmasını son derece güzel bir gelişme olarak görüyoruz. 1890'da, büyük Türk
edebiyatçısı Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir'de "Nevruz" isminde gazete
çıkarırken, biz, 1990'lı yıllarda... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Ben, sürenizin
10 dakika olduğunu baştan söyledim. Lütfen, son cümlelerinizi alayım. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Ekstra süre istemiyorum ki Sayın Başkan; bu tavrınız hiç hoş değil! BAŞKAN - Lütfen,
sonuçlandırınız. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Halit Ziya, 1890'da, günlük Nevruz Gazetesini çıkarırken, biz 1990'lı yıllarda,
nevruz kutlanmalı mı, kutlanmamalı mı; nevruz kime aittir, ona mı aittir, buna
mı aittir gibi lüzumsuz tartışmalar yapıyoruz. Nevruz benimdir diyenin, bahar
bayramı olarak ben bu nevruzu kutluyorum diyenindir. Nevruzu birileri kötü emellerine
alet ediyorsa, birileri istismar ediyorsa, biz, bunun şiddetle karşısındayız. MEHMET TELEK (Afyon) -
Aynen... Aynen... Onu söyleyin. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) -
Bir bayramın, bir siyasî kalkışmaya, bölücülüğe vesile edilmesine de, biz, AK
Parti olarak şiddetle karşı çıkıyoruz. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çelik. Grubu bulunmayan
milletvekilleri arasından, bağımsız İçel Milletvekili Sayın Ali Güngör'ün bir
tek müracaatı var. Buyurun Sayın Güngör. Süreniz 5 dakikadır;
riayet etmenizi rica ediyorum. ALİ GÜNGÖR (İçel) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün insanlarımızın "nevruz"
bazılarımızın da "nevroz" dedikleri bir bayramı idrak ediyoruz. Türk dünyasının birçok
bölgesinde yıllardır kutlanarak kültürümüzün kaynaştırıcı ve birleştirici bir
özelliği haline dönüşen nevruza, Türkiyemizde, maalesef başka anlamlar
yüklenerek, ayrıştırıcı bir misyon yüklenmek istenmektedir. Bu sebeple,
ülkemizde son yıllarda nevruz, özellikle, bazı bölgelerimizin sahiplenme
gayreti içerisinde kutlanmakta, güvenlik güçlerimizin büyük gayretlerine
rağmen, acı ve üzüntü verici, düşündürücü olaylara sebebiyet vermektedir. Bu
olaylardan birisi de, bugün, maalesef, Mersinimizde yaşanmış, nevruz adına
Mersin'de başlatılan olaylara tedbir amacıyla Ankara'dan takviye olarak
gönderilen polislerimizden 2'si şehit olmuş, 1'isi de yaralanmıştır. Burada,
öncelikle şehit olan bu 2 polisimizin ailelerine ve polis camiasına başsağlığı
ve şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum; mekânları, muhakkak ki cennettir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu vesileyle, bazı hususların altını çizmek istiyorum. Bugün,
biraz sonra, Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde, Dernekler Kanununda
yapılacak bazı değişiklikleri görüşeceğiz. Burada yapılacak değişikliklerle,
artık, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya dil
farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süren dernekler
kurulabilecek. Yine, burada yapılan değişikliklerle, Türk Dilinden ve
kültürümüzden ayrı dil ve kültürleri korumak amacıyla dernekler kurulmasına
imkân tanınacak. Yakın zaman sonrasında, Kürtçe TV ve radyo yayınlarına izin
veren kanun tasarıları da Meclisimizin gündemine taşınacak. Malumunuz olduğu
üzere, bu değişikliklere mâni teşkil eden Anayasa maddeleri değişikliği, geçen
zaman içerisinde yapıldı. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Büyük Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Devletini,
milletin birliği esası üzerine kurmuştur. Bu birlikteliğin temelinde, dinde,
dilde, tarihte ve kültürde ortaklık olarak işaret edilmiştir. Milletimizin dini
İslamdır; dili, tarihi ve kültürü Türk'tür. Türk deyince, siyasîlerimizin ve
aydınlarımızın bir kısmı, hemen, Anadolu'da Kürt, Çerkez vesaire gibi başka alt
kimliklerin de bulunduğunu ifade etmektedirler. En safiyane duygu ve düşünceyi
dile getirenlerin büyük çoğunluğu da bu konular üzerinde görüş belirtirken,
Türk, Kürt, Çerkez, vesaire diye başlayarak, Türk'ün de bir alt kimlik gibi
gösterilmesine yol açmaktadırlar. Bu ifadelerden cesaret
alan Avrupa Birliği, Türkiye'de bir milletin varlığını değil, değişik etnik
grupların bulunduğunu varsaymakta; bu etnik gruplara her türlü ekonomik,
kültürel, siyasî ve medenî hakların verilmesini dayatmakta; maalesef, ülkeyi
yönetenlerimize de kabul ettirilmektedir. Halbuki, Türk ismini, Büyük Atatürk,
birleştirici bir üst kimlik olarak ortaya koymuştur. Yani, Türk, bir etnik
grubun değil, milletin adıdır. Anadolu'da harman olan Türkmen, Kazak, Kırgız,
Özbek, Tatar, Kürt; bütün bu grupları birleştiren üst kimliğin adıdır. Onun
içindir ki, Büyük Atatürk de "ne mutlu Türk olana" dememiş "Ne
mutlu Türküm diyene" demiştir. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insanları bir arada tutan şey, barışı huzuru temin eden şey,
insanlar ve gruplar arasındaki müştereklerin çokluğudur. İnsanlar ve gruplar
arasında, muhakkak ki, farklılıklar da vardır. Ülkeyi yönetenlerin, aydınların
ve önderlerin üzerine düşen görev ve
sorumluluk, huzur için, barış için, ayrılıkları azaltmak, müşterekleri
çoğaltmaktır. Nevruz vesilesiyle,
ülkeyi yönetenlere ve kendisini Türk saymayan Kürt aydınlara seslenmek
istiyorum: Ayrılıkları artıracak, müşterekleri azaltacak talepleri devam
ettirmeyin; bu talepleri karşılayacak kanun değişikliklerine ve uygulamalara
yol açmayın. Bunun doğuracağı muhakkak olan acı sonuçlardan Türkiye'de yaşayan
herkes etkilenir. İnsanların, kadınlarımızın, Ankara gibi bir yerde dahi semt
pazarlarına giremediği, Sakarya Caddesine geçemediği günler çok geride
değildir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sürenizi
aşmayınız; lütfen, son cümlenizi alayım.
ALİ GÜNGÖR (Devamla) -
Sayın Başkan, bitiriyorum. Türkiye'nin her yerinde
iç içe yaşayan insanların birlikte yaşamalarını zorlaştıracak, ayrılıkları
artıran uygulama ve talepler sonucunda, bilinmelidir ki, nihaî noktada
halkımızın huzuru bozulur. İşe halk karıştıktan sonra, biliniz ki, Türkiye
Cumhuriyeti yeniden kurulmak zorunda kalır. Herkes, bu vesileyle,
aklını başına toplamalıdır diyorum, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP,
ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Güngör. Şimdi de, gündeme
geçmeden önce, iki arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, 22
Mart Dünya Su Günü hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'a aittir. Buyurun Sayın Yanmaz. (SP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika;
uzatmayacağım. Lütfen... 2.-
Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, 22 Mart Dünya Su Gününe
ilişkin gündemdışı konuşması MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 22 Mart Dünya Su Günü
münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, bugün
Mersin'de 2 polis şehit verdik. Şehitlere Allah'tan rahmet, emniyet camiasına
ve yakınlarına da başsağlığı diliyorum. Değerli arkadaşlar, su,
bir medeniyettir. Tüm canlıların hayat kaynağı olan su, dünyamızın üçte 2'sini
kapsamaktadır. Toplam 1,4 milyon kilometreküp olan rezervin yüzde 97,5'ini
okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu sular kapsamakta, geriye kalan yüzde 2,5'lik
kısmının yüzde 79'unu kutuplardaki buzullar, yüzde 20'sini yeraltı suları,
ancak, yüzde 1'ini de yüzeyde yer alan su kaynakları oluşturmaktadır. Bugün, dünya nüfusunun
yüzde 20'si temiz su kaynaklarından mahrumdur; 1 milyar insan çok ciddî su
sıkıntısı çekerken, 2 milyar insan da sağlıklı sudan mahrum yaşamaktadır.
Yüzyılın ortasında 3 milyar insanın susuz kalacağı öngörülmektedir. Su ve
sağlık ayrılmaz iki unsurdur. Her yıl, çoğu çocuk olmak üzere 3,4 milyon insan,
suyla ilgili hastalıklardan dolayı yaşamını yitirmektedir. Değerli arkadaşlar,
dünyanın hemen her yerinde, aküferler dediğimiz yeraltı su depoları mevcut. Bu
su depoları, ne yazık ki, sanayi atıklarından ve tarımda kullanılan
gübrelemeden dolayı nitrat oranı yükselmekte ve kullanılamaz hale gelmektedir. Değerli arkadaşlar,
ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, kişi başına tüketilen su miktarıyla doğru
orantılıdır. Bir ülkede kişi başına düşen su arzı 10 000 metreküp ve üzerinde
olursa, o ülke su zengini; bu miktar 2 000 ile 1 000 metreküp arasında olursa,
su stresi içerisinde olan ülke; su arzı 1 000 metreküpün altında ise, su
kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde sayılmaktadır. Ülkemiz göller ve
nehirlerden oluşan tatlı su kaynaklarına sahip olsa da, sanıldığının aksine, su
zengini bir ülke değildir. Değerli arkadaşlar,
ülkemizde 1997 yılında kişi başına düşen su arzı 1 757 metreküp iken, bugün 1
692 metreküpe düşmüş; 2025 yılında da bu miktarın kişi başına 1 210 metreküp
olacağı hesaplanmıştır. Değerli arkadaşlar, ülke
nüfusunun yüzde 10'unun yaşadığı GAP bölgesinde bulunan Fırat ve Dicle suları,
ülkemiz su kaynaklarının beşte 1'ini oluşturmaktadır. Türkiye, Suriye ve Irak
arasında gerginliğe neden olan ve sıklıkla kamuoyu gündemine gelen konu su
meselesi olmakla birlikte, asıl neden, GAP Projesiyle, barajlarımızda su
tutularak 1,7 milyon hektarın sulamaya açılacak olması, hayvancılıkta yaşanacak
olan patlama, yaş sebze, meyve ihracatı ve pamuk gibi endüstri bitkileriyle
tekstil kotalarının zorlanacağı gerçeği ve bu durumun Türkiye'ye kazandıracağı
güçtür. Türkiye'yi enerji darboğazından kurtaracak GAP Projesiyle birlikte,
bölgede, kolay kolay söz geçirilemeyen, dayatmalara boyun eğmeyen güçlü bir
Türkiye olacaktır. Değerli arkadaşlar, Urfa
ve Harran Ovalarından, yani, Yukarı Mezopotamya ovalarından bugün bereket
fışkırmaktadır. Çok değerli
milletvekilleri, bugünlerde gündemimizde olan, Elbistan'da doğan ve Elbistan'ı
ikiye bölen... Yurdumuzun cennet köşelerinden biri olan Elbistanımız, hakikaten
bir yas içerisindedir. Yarın, 22 Mart Su Günü, Elbistan'da, Pınarbaşı'nda,
siyasî partilerimiz tarafından, oradaki bürokratlar tarafından ve halkın da
büyük duyarlılığıyla kutlanacaktır. Değerli arkadaşlar,
yalnız, Elbistan'daki sıkıntı, Elbistan'da doğan Ceyhan Nehrinin kurumakla,
kurutulmakla karşı karşıya kalmasıdır. Olay nasıl gerçekleşiyor; orada olan
termik santralın A termik santralının soğutma suyu Ceyhan Nehrinden temin
edilmektedir. Şimdi, B termik santralının soğutma suyunun da Ceyhan Nehrinden
temin edilmesi çalışmaları vardır, boru döşemesi çalışmaları vardır. Bu konuda,
maalesef, kamuoyumuz çok duyarsızdır; ama, takdire şayan olan hadise şudur:
Elbistanlılar bu konuda çok duyarlılar ve gerekli her yere müracaatlarını
yapıyorlar. Değerli arkadaşlar,
Elbistan Ovası, çok mümbit arazilerden oluşmaktadır ve gerçekten çok
verimlidir. Eğer, Ceyhan Nehri kurursa... B santralına da soğutma suyu buradan temin edilirse, Ceyhan
Nehri kurur, kurbağalı bir dereye dönüşür ve dolayısıyla, Elbistan çöl olur. Ben, bu noktada, Sayın
Başbakanımızın... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen
bitiriniz. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Devamla) - ...Sayın Çevre Bakanımızın duyarlılıklarını, özellikle Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki değerli arkadaşlarımızın ve kamuoyunun duyarlılığını
bu noktaya çekmek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
gerçekten, Elbistan'da, yarın, 22 Mart Su Gününün kutlanması vardır.
Elbistanlılar bu konuda çok duyarlıdır; bu duyarlılığı sizin de paylaşacağınıza
inanıyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyor, su gibi aziz olun diyorum. (SP ve
DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum. Gündemdışı ikinci söz,
Türkiye'de ve Muğla'da turizm potansiyeli hakkında söz isteyen Muğla
Milletvekili Hasan Özyer'e aittir. Buyurun Sayın Özyer.
(ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. 3.- Muğla
Milletvekili Hasan Özyer'in, Türkiye ve Muğla'daki turizm potansiyeline ilişkin
gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı Mustafa Rüştü Taşar'ın cevabı HASAN ÖZYER (Muğla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Avrupa Birliğine
girme yolunda yoğun çabalar sarf eden ve birçok sorunu çözüme kavuşturma
yolunda çırpınan ülke konumundayız. Sebep ne, bu birliğe neden bu kadar girmek
istiyoruz; çünkü, ülke insanımızı değerli görüyor, onun yaşam kalitesini bir
Hollandalıdan, bir Fransızdan, bir Almandan, bir İsviçreliden daha az olmaması
gerektiğine inanıyoruz. Tabiî, bu ülkede yaşam
kalitesinin, bahsettiğimiz yüksek Avrupa standartlarına ulaşması için,
Türkiye'de, çok daha fazla insanımız, nitelikleri çok daha yüksek işlerde
çalışması gerekiyor. Şunu özellikle ifade etmek isterim ki: Biz, Avrupa Birliği
istedi diye değil, Türk Milleti, Anadolu insanı, bu standartlara, hatta, daha
iyilerine layık diye bu yoğun, ağır şartlara katlanıyor, bunun için çaba sarf
ediyoruz. İşte, yüksek yaşam
standartlarını yakalamanın en önemli yolu, ülke kaynaklarını verimli bir
şekilde kullanıp, çeşitli dinamiklerimizi harekete geçirerek yüksek bir sinerji
yaratmaktan geçmektedir. Değerli arkadaşlarım,
artık, hepimiz çok iyi bilmekteyiz ki, bu kaynaklarımızın en önemli ve değerli
olanlarından biri de, turizm potansiyelimizdir. Yıllar boyu ülkemiz için
turizmin önemini kavrayamadık. Bu sektöre olumlu yaklaştığını söyleyenler bile,
turizme ikinci sınıf sektör muamelesi yapmaktan kaçınmadılar. Ekonomik krizle
birlikte turizm sektörü birden hatırlandı. Nasıl hatırlanmasın ki, döviz
kazandırıcı işlemler ve istihdam sağlayıcı faaliyetler arasında bütün kalemler
düşmüş, yalnız turizm kalemi tırmanıyor. Birden herkes "turizm olmasa
batmıştık, bitmiştik" demeye başladı. Geç de olsa bir hakkın teslimi, bir
gerçeğin anlaşılması, turizm sektörüyle ilgili herkesi memnun etmiştir. Bunun
üzerine, turizmin ve turizmcinin önündeki engellerin kalkacağı beklentisi
hepimizde doğdu. Hele Turizm Bakanlığının başında gecesini gündüzüne katarak,
sektörle el ele verip çalışan bakanlarımız olunca, bu beklentilerimiz daha da
arttı. Ancak, aradan geçen zaman içerisinde görüyoruz ki, turizm sektörünün
önemi lafta kaldı. Bakanlığın tüm iyi niyetli çalışmalarına rağmen sorunların
çözümünde önemli bir mesafe kat edilmiş değil. Değerli milletvekilleri,
hâlâ dış tanıtım sorunumuz var, hâlâ maliyetine yatak rezervasyonları var; hâlâ
turistik bölgelerde belediyelere kaynak aktarma sorunu var. Çözüm getirmeye
çalışana da yardım eden yok. Konuyla ilgili sorunu önemli ölçüde çözecek bir
kanun teklifi vermiştim; ses, seda yok! Hâlâ bu bölgelerde altyapı sorunlarını
çözemedik, hâlâ turistik bölgelerde çevre kirliliği sorunu devam ediyor; hâlâ
turizmimizi çeşitlendirme ve dört mevsime yayabileceğimiz potansiyeli
değerlendirme sorunumuz var. Bu konuda çalışma yapan Bakanlık ve sektör
temsilcilerine hükümetten destek gelmemekte; aksine, konusuyla ilgisi olsun
olmasın bazı bakanlıkların anlaşılmaz ve uzlaşmaz tavrı ve engellemeleri,
sektöre zarar vermektedir. Hâlâ yat turizmini geliştiremedik. Halen, sektörle
ilgili çeşitli birliklerin yasası çıkmamış durumda. Değerli milletvekilleri,
Türk turizminin bir önceki yıla göre geçen yıl yüzde 12 oranında büyümesi
elbette sevindiricidir. Ancak, mevcut potansiyelinin beşte 1'ini bile harekete
geçirememiş bir ülkenin bu rakamlarla övünmeye hakkı olmadığını düşünüyorum.
Türkiye, ne zaman ki, nüfusuna yakın bir rakamda turisti ağırlar, turizm
gelirlerini ne zaman aynı oranda yükseltebilirse, o zaman turizmle övünmeye
hakkımız vardır. Kendi bölgem olan
Muğla'nın sahip olduğu, dört mevsim turistin bölgeye gelmesini sağlayacak,
kayak merkezinden kaplıcalarına, eko turizminden doğa yürüyüşü, kaya
tırmanışlarından yamaç paraşütüne, jeep safariye, güneş, deniz, raftingten
yayla turizmine, kültür turizmine kadar kullanılabilecek durumda olan, atıl
olarak bekleyen potansiyelinin ancak onda 1'ini değerlendirebildiğimizi çok iyi
biliyorum. Bir misyon sahibi gibi
turizmimiz için çalışan herkesin elinden tutmak, Türk turizmine hizmet için
çırpınanlara yardımcı olmak, bu ülkeye yapılacak en büyük hizmettir. Şu anda, kalkınma
planları ve yıllık programlardaki hedefe ulaşmaya yönelik gerekli koordinasyonu
sağlamak amacıyla, Başbakan başkanlığında Turizm Koordinasyon Kurulu
oluşturulmuştur. Ayrıca, kurul kararlarının uygulanmasını sağlamak amacıyla,
Turizm Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında turizm sektör kuruluşlarının da
katılımıyla, Turizm Uygulama Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurullarla turizmin
önündeki engellerin daha kolay aşılacağını ümit ediyorum. Değerli milletvekilleri,
ekonomisi küçülmekte olan Türkiye'nin işsizlik oranının hızla arttığı bu
dönemde bütün yetkilileri, istihdamı artıracak, başta turizm olmak üzere, bütün
sektörlerde görevlerin sorumluluklarını alacak, yetkilerini korkmadan
kullanacak, yatırımların önündeki engelleri aşmada kararlı ve duyarlı olmaya
davet ediyorum. Eğer, ellerindeki yetkileri bu ülkenin ve bu halkın lehine
kullanmaktan korkuyorlarsa, görevlerini bıraksınlar. Bu ülkenin, o görevleri
korkmadan yapacak, elini taşın altına koyacak, Türkiye'nin gelişmesi için
yetkilerini cesaretle ve sorumlulukla kullanacak yetişmiş evlatları vardır.
Bugün, Türkiye, dünyada yükselen değer. Bunu çok iyi değerlendirmeliyiz. Turizmcilerimizin yapması
gereken lobicilik faaliyetini, daha geniş kapsamlı ve güçlü bir organizasyonla
yapmaları gerekmektedir. Bu konuda, ellerindeki imkânları birleştirmeleri, omuz
omuza vermeleri gerekir. Değerli milletvekilleri,
birtakım olumlu gelişmelere rağmen, turizmimizin üzerinde bazı sıkıntılar
vardır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen
bitiriniz. HASAN ÖZYER (Devamla) -
1999 yılında bölücübaşının yakalanıp yargılanması sürecinden turizmimiz son
derece olumsuz etkilenmiştir. Geçen yıl, 11 Eylüldeki Dünya Ticaret Merkezine
yapılan saldırıların ardından, benzer bir sıkıntıyla karşılaştık. Allah'tan,
sezonun ilerleyen bir dönemi olduğu için, çok fazla kaybımız olmadı. Şimdi,
Irak gerginliğinin gölgesi turizmimizin üzerine düşürülmek istenmektedir. Bu beyanları şu şekilde
anlamak mümkündür: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, diğer birtakım mülahazaların
yanı sıra, böyle bir müdahalenin turizm sezonunda olmasını hiçbir şekilde
istememektedir ve bunu, muhataplarına çok açık bir biçimde ifade etmiştir, bu
konuda da anlayış görmüştür. Dolayısıyla, bu turizm sezonunda bir Irak
müdahalesini beklemek doğru değildir. Bu konunun yerli ve yabancı piyasalarda
istismarına asla izin verilmemelidir. Aldığım bilgilere göre,
2002 Berlin Turizm Fuarı tanıtım çalışmaları son derece iyi geçmiş, Almanya'da
yayımlanmakta olan en büyük haftalık turizm dergisi Turistik Aktüel, fuar ziyaretçilerinin
görüşleri doğrultusunda yaptığı araştırma sonunda Türkiye standını birinci ilan
etmiş ve standımıza en iyi tanıtım ödülü verilmiştir. Yine, aldığım bilgilere
göre, bu yıl Almanya'dan gelecek turist sayısında ciddî bir artış söz
konusudur. Değerli çalışmalarından
ve Türk turizmine katkılarından dolayı Bakanımız Sayın Mustafa Taşar'a ve
Bakanlık yetkililerine teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.
Turizm sezonunun başlamakta olduğu bugünlerde bütün turizmcilerin iyi bir sezon
geçirmeleri temennisiyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Özyer. Gündemdışı konuşmaya
yanıt vermek üzere, Turizm Bakanı Sayın Mustafa Taşar. Buyurun Sayın Bakanım.
(Alkışlar) TURİZM BAKANI MUSTAFA
RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; son
yıllarda, dünyada, turist gönderen ülkelerde refah ve gelir düzeyinin artması,
çalışma saatlerinin azalması, bireylerin tatil alışkanlıklarında değişikliklere
yol açmıştır. Özellikle, Fransa örneğinde olduğu gibi, haftalık çalışma
süresinin 35 saate indirildiği ülkelerde, üç günlük uzun hafta sonu tatilleri
imkânı ortaya çıkmıştır. Turist kabul eden
destinasyon konumundaki ülkeler ve pazarlar, bu ihtiyaca cevap vermek için yeni
ürünler hazırlayıp, sunmaya başlamışlardır. Bugün, bilinçli bir tüketiciyle
karşı karşıyayız. Tüketici, kendisine sunulan turizm ürününü, öncelikle
fiyat-kalite ilişkisi açısından değerlendirmekte ve tüm seçeneklere baktıktan
sonra karar vermektedir. Seçilme kriterleri
arasında, uygun fiyat, kolay ulaşım, rahat konaklama, güzel yemekler, iyi bir
karşılama, kültürel ve sportif etkinlikler, alışveriş imkânı gibi maddî ve
manevî tatmin arayışı yer almakta ve bu arayış, standart bir hizmet kalitesinin
gerekliliğini gündeme getirmektedir. Bu arayış da, globalizasyonun önemini
ortaya çıkarmaktadır. Sürdürülebilir bir turizm
kalkınması için, potansiyel turistin ihtiyacına cevap ararken ve yeni bir
turizm ürünü oluştururken, lokal halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek
düzenlemeler de beraberinde getirilmelidir. Bu kriterler
çerçevesinde, Türkiye'de, çevreye, ülkeye, tüm insanlığa ve gezegenimize
saygılı bir politika oluşturduk ve uygulanması yönünde de her türlü tedbiri
almış bulunuyoruz. Mevcut turizm politikamız çerçevesindeki hedeflerimiz,
küreselleşme politikaları ve kriterleriyle uyumlu ve aynı paraleldedir.
Dünyamızı bir barış ortamı ve gelişmişlik düzeyine taşıyacak dinamikleriyle en
önemli sektörlerden birisi olan turizm sektörünün, 11 Eylül saldırısıyla aldığı
yaranın kısa sürede sarıldığını da ifade etmek istiyorum. Özellikle, bir iki
rakamı bilgilerinize arz etmek istiyorum. 29 Ocak 2002 tarihinde Dünya Turizm
Örgütünün yayımlamış olduğu, önde gelen turizm pazarları arasında yaptığı incelemeler
sonucunda elde ettiği bilgilere göre, uluslararası seyahatlerin sayısında, 11
Eylül olaylarının etkisiyle bütün dünyada yüzde 1,3'lük bir gerileme
kaydedilirken, Türkiye'de, aldığımız tedbirlerle, kurduğumuz kriz komitesiyle,
tanıtım kampanyalarını kesmeden devam ettirmemizle, sektörün ve sizlerin
desteğiyle, hükümetin desteğiyle, 12,4'lük artış kaydedilmiştir. Bunu, gurur ve
sevinçle sizlere ifade etmek istiyorum. İkincisi, yine, 17 Mart
2002 tarihinde yayımlanan Dünya Turizm ve Seyahat Konseyi raporunda,
Türkiye'nin, önümüzdeki on yıl içinde, turizm ve seyahat talebinde, yıllık
yüzde 10,2 büyüme oranıyla, dünyanın en yüksek artış kaydeden ülkeler
sıralamasında en başta yer alacağı kaydedilmiştir. İkinci sıradaki Hindistan'ın
yüzde 9,7; üçüncü sıradaki Çin'in ise yüzde 8,5 oranında büyüme kaydedeceği bu
raporda belirlenmiştir. En son Berlin'de
katıldığımız fuarda -değerli milletvekili arkadaşım Hasan Özyer bahsettiler-
(ITB) Uluslararası Turizm Borsasında, haftalık turizm dergisi Turistik Aktüel
tarafından bütün fuar çapında yapılan anket çalışmasında, standımız ve tanıtım
çalışmalarımız, en iyi tanıtım ödülünü alarak, birinci seçilmiştir. Bununla da,
Türkiye olarak, biz, orada gurur duyduk ve aynı gururu sizlerle paylaşmak için
ifade etmek istiyorum. Alıcı ve satıcıyı bir
araya getirme bakımından önemli olan bu fuarda, Türkiye standının
hazırlanmasında, Türk Bayrağının renklerini oluşturan kırmızı beyaz renklerden
esinlendiğimizi ve standda, Türkiye'yi altı bölgeye ayırarak, destinasyon
bazında tanıtım yaparak, Türkiye'yi bir marka halinde sunma gayreti içerisinde
olduk. Bir yanda Mevleviler sema gösterisi yaparken, bir yanda bale
gösterileri, bir yanda çiftetelli oynanırken, bir yanda mehter takımımız, Doğu-Batı
sentezini ve modern Türkiye'nin yüzünü orada göstermişlerdir. Yine, gururla ifade etmek
istediğim üçüncü nokta, Berlin Fuarında, Türkiye, bağlantılar açısından da
birinciliği elde etmiştir; arkasından, Bulgaristan ve Yunanistan, Türkiye'yi
takip etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin misafirperver bir ülke oluşunu,
birinci sınıf otelleriyle, hijyenik yapısıyla kaliteli hizmet verdiğini ve
turistler için bir cennet ülke olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. ITB Fuarına katılarak
bizlere güç veren değerli milletvekili arkadaşlarımıza, değerli ilim adamlarına,
sayın valilerimize, özellikle sektörümüzün bütün temsilcilerine, Beşiktaş Spor
Kulübünün Teknik Direktörü Daum'a ve Fenerbahçe Spor Kulübünün Teknik Direktörü
Lorant'a, Türkiye'nin tanıtımına destek verdikleri için ayrıca teşekkür etmek
istiyorum. Galatasaraylı kimse yoktu demeyin; ben vardım, Galatasaraylı olarak
ben oradaydım zaten. Geleceğin Türkiyesinin
turizm sektörünü oluşturabilmek için, yeni hedefleri, stratejileri,
planlamaları ve politikaları belirlemeye başladığımızı bu vesileyle ifade etmek
istiyorum. Şu anda, Bakanlar Kurulunda, benden önceki Bakan arkadaşım Sayın
Erkan Mumcu tarafından hazırlanmış olan kanun tasarıları beklemektedir. Bakan
arkadaşlarımız tarafından imzaları tekemmül ettirildiğinde, Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulacaktır. Arkadaşımız altyapı
konularına değindi. Maalesef, altyapı için, Turizm Bakanlığına, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin takdir ettiği miktar 28 trilyon liradır. Bu 28 trilyon
lirayla ne kadarlık bir altyapı hizmeti yapabileceksek, onu yapacağız; ama, Bakanlar
Kurulunda bekleyen tasarılarda, turizm altyapı birlikleri kurulmaktadır. Bu
birliklere bütün sektör mecburî olarak katkıda bulanacaktır; eğer, bu tasarılar
çıkarsa, altyapı konusunda çok daha fazla ilerleme kaydedeceğimiz de tabiî bir
hadisedir. Turizm çeşitliliği
konusunda da, özellikle, Türkiye'nin, deniz, güneş ve kum üçgeni tiplemesinden
dışarıya çıkması lazım. Onun için, turizm potansiyellerini belirleyen
çalışmalarımız sizlere gönderildi ve sizlerden memnuniyetle cevapları alıyoruz,
bütün ilgili kuruluşlardan da bu cevapları alıyoruz. Turizm çeşitliliğini, 81
ilimizdeki turizm potansiyelini, özellikle, dört mevsim, oniki ay turizm
yapılabilecek bir ülke olduğumuzu her vesileyle belirtiyoruz, tanıtımlarımızda
bundan yararlanmaya çalışıyoruz. Termal turizmini, sağlık turizmini, yayla
turizmini, mağara turizmini, kongre turizmini, kış turizmini, bütün turizm
çeşitlerini dünyaya yeni ürünler olarak sunma gayreti içerisindeyiz. Bunlar sunuldukça,
yeni yatırımlar yapıldıkça, eski yatırımların yenilenme hizmetleri
tamamlandıkça, gelecek yıllara doğru, turizmimiz, bugünkü bulunduğu noktadan
çok daha ilerilere doğru götürülecektir. Bunu temin edebilmek için de, 12 Nisan,
13 Nisan ve 14 Nisan tarihlerinde, Ankara'da, İkinci Turizm Şûrasını
toplayarak, hükümetlerden hükümetlere değişen bir turizm politikası yerine,
kalıcı, sürdürülebilir bir millî turizm politikasını oluşturma gayreti
içerisindeyiz. Burada da, hepinizin, değerli milletvekillerimizin desteklerini
beklediğimi ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
dünyanın dört bir yanında Türkiye için mücadele veren ve Türkiye'nin eşsiz
tarihî, kültürel ve doğal potansiyelini tanıtmak için gayret gösteren
turizmcilerimizi, burada bir kez daha kutlamak istiyorum. Özellikle, Sayın
Başbakanımızın, Dick Cheney'le yapmış olduğu görüşmenin sonucunda, Irak'a
görünür bir tarihte herhangi bir müdahale olmayacağı açıklamasını yapması,
turizmimiz açısından fevkalade memnuniyetle karşılanmış bir hadisedir;
dolayısıyla, daha önceki konuşmalarımızda altını çizerek "şu şu şu olursa,
iyi olacak; ama, Irak'a bir müdahale olursa, bunların hepsi yok olacak"
sözlerini artık söylememize gerek yoktur. Böyle bir şey olmadığına göre, 2002
yılında turizmde de önümüz açıktır ve geleceğin en önemli sektörlerinden biri
olan turizmde ilerlemeler kaydedilecektir. Bu arada, Sayın Başbakana
bir teşekkürümü daha arz etmek istiyorum: Turizm Bakanlığının talebi üzerine,
14 Mart 2002 tarihinde bir genelge yayımlayarak, Sayın Başbakanın
başkanlığında, turizmle ilgili bakanlardan oluşan bir Turizm Koordinasyon
Kurulu oluşturulması ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında, ilgili
müsteşarlardan oluşan bir Turizm Uygulama Kurulunun oluşturulması talimatını,
genelge olarak yayımlamışlardır. Bu da, turizmde koordinasyonun ve değişik
fikirlerin bir araya toplanıp, uygulanabilir hale getirilmesi açısından önem
arz etmektedir. Bunu da, bilgilerinize sunmak istedim. Son çıkan bir kanunla,
turizmde kullanılan elektrik bedelleri için uygulanan indirimler ortadan
kaldırılmıştı. Son Bakanlar Kurulunda alınan bir kararla, bu indirimler tekrar
eski seviyesine getirilmek üzere imzaya açılmıştır. Bunu da, bütün
turizmcilerimizin bilgisine sunmak istiyorum. Beni sabırla dinlediğiniz
için hepinize teşekkür ederken, bugün kutlanılan Nevruz Bayramını ben de
kutluyorum; barış demektir, kardeşlik demektir. Herhalde, onlar, o demir
dağları eritirken, yola çıkarken, bir yerlere gitmek için çıkmışlardır; bunu da
turizm olarak addediyorum. Nevruz Bayramını, bir nevi turizm bayramı olarak
kutlamak istiyorum. Aynı zamanda, bugün,
Dünya Şiir Günüdür. Edebiyata meraklı olan, şiire meraklı olan, şiiri seven
herkesin de Dünya Şiir Gününü kutluyorum. Hepinize sevgiler,
saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Adana Milletvekilimiz
Sayın İsmet Vursavuş, yerinden, ısrarla işaret etmişti. Yerinizden kısa bir
açıklama için, size, 2 dakikalık söz vereceğim; lütfen buyurunuz. İSMET VURSAVUŞ (Adana) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
21 Mart Dünya Ormancılık Günü de bugündür. Bu, bir tesadüf değildir. Nevruz
Bayramımızın ve 22 Mart Dünya Su Gününün aynı günlere rastlayışı bir tesadüf
değildir. 21 Mart Dünya Ormancılık
Günü, bugün ülkemizde de kutlanmaya başlanmıştır; ağaç bayramı, ağaç dikme
şenlikleriyle devam etmektedir. Dünya Ormancılık Günü ve
Ağaçlandırma Haftasının, kuzey yarıküremizde 21 Mart gününde başlaması, doğanın
yeniden uyanışıdır. Bütün canlı varlıkların -mikroorganizmalardan tutun, devasa
ağaçlara varıncaya kadar- yeniden hayat bulması günleridir. Yine, 21 Mart, toprağın
bereketlendiği, umudun, coşkuların paylaşıldığı, nevruz kutlamalarının
başladığı, ülkemiz insanlarının birlik ve beraberliğinin kenetlendiği bir
gündür. Sayın milletvekilleri,
ormanları gözardı edemeyiz. Yarın, Dünya Su Günü. Özellikle, ülkemizin coğrafî
yapısına bakarsanız, ormansız, suyu elde edemezsiniz, yeterli potansiyel elde
edemezsiniz. İkisinin bağlantısı tesadüfî değildir, yine aynı haftaya
rastlamıştır. Dünya Ormancılık Günü ve
Ağaçlandırma Haftasının, buna paralel olarak da, Dünya Ormancılık Günü ile
Nevruz Bayramının aynı günlere rastlaması, atalarımızın, geçmiş yüzyıllardan,
binyıllardan günümüze taşıdığı bir bayramdır. Türk kültürünün yayıldığı
topraklarda, yüzyıllardır, kuzey yarıkürede doğanın yeni bir hayata başlamasını
ve bitkilerin canlanıp büyümeye başlamasını bayram coşkusuyla karşılamışlar,
günümüzde de, aynı coşkuyla, sultan nevruz kutlamalarıyla devam ettirmişlerdir.
Ülkemizin, dünyanın Ağaç
Bayramını huzurlarınızda kutluyorum. Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum Sayın Vursavuş. Değerli arkadaşlarım,
maalesef, bir başka acı kaybımız daha var. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
tabiî senatör olarak görev yapan Maliye eski Bakanlarımızdan Adnan Başer
Kafaoğlu da bugün Hakkın rahmetine kavuşmuş. Rahmetli Bakanımıza
Allah'tan rahmet diliyorum, tüm sevenlerine, yakınlarına, ailesine de
başsağlığı diliyorum. Başkanlığın Genel Kurula
diğer sunuşları vardır. Bir Meclis araştırması
önergesi vardır, okutacağım; ama, önce, Başkanlık Divanı üyesi arkadaşımın
oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ediyorum. C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Doğru
Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan,
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara
depremi sonrasında sağlanan malî kaynakların denetimi ile olası depremlere
karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/268) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Asrın felaketi olarak
adlandırılan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde peş peşe yaşanan
depremlerde binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu büyük can kaybının
yanında, çok ciddî boyutlarda yaşanan ekonomik kayıp, deprem bölgesinde, ticarî
ve sınaî hayatı önemli ölçüde olumsuz etkilemiştir. Bugün, bu bölgede yaşayan
depremzede vatandaşlarımız, hâlâ, devletin yeterli desteğini alamamış ve
ilgisini görememiştir. Deprem nedeniyle, o
bölgede yaşayan vatandaşlarımız, sadece evsiz barksız kalmamış, aynı zamanda
işsiz de kalmış, ticarî ve sınaî hayat çökmüş, ekonomi, yaşanan krizin
katkısıyla felç olmuştur. Deprem bölgesinde yaşayan
vatandaşlarımızın yaralarını sarmak için kaynak yaratmak amacıyla Ek Gelir
Vergisi, Ek Kurumlar Vergisi, İletişim Vergisi, Özel İşlem Vergisi, Ek Emlak
Vergisi ve benzeri şekilde vergilerle dokuz kalemden oluşan kaynak yaratılmış
ve bugün, bu kalemlerin pek çoğu devamlı vergi olarak tahsil edilmektedir.
Bugün itibariyle bu kalemlerden 4-5 katrilyon civarında bir gelir elde
edilmiştir. Hibeler, yardımlar, uluslararası kuruluşların destekleri bu rakama
dahil değildir. Toplanan bu kaynakların, bu gelirlerin o bölge için ve o bölge
insanı için ne kadarı sarf edilmiştir. Siyasî iktidar, deprem
için harcanmak üzere vergi toplamıştır. Bu konuda kanun çıkarılmıştır.
Vatandaşlar, deprem hasarlarını ve zararlarını ortadan kaldırmak inancıyla bu
vergileri seve seve ödemiştir. Meclisin siyasî iktidara
verdiği vergilendirme yetkisi amacına uygun olarak kullanılmak zorundadır. Diğer yandan, İstanbul'da
tarihî belli olmamakla birlikte ciddî bir deprem olacağı ve gerekli tedbirlerin
zamanında alınmaması durumunda bu depremde en az 100 000 vatandaşımızın
hayatını kaybedeceği ve ekonominin çökeceği bilim adamlarımız tarafından sık
sık dile getirilmektedir. İstanbul başta olmak
üzere ülkemizin büyük bir bölümünü etkileyecek olan olası bir depremde can ve
mal kayıplarının en aza indirilebilmesi için gerekli çalışmaların daha fazla
zaman kaybedilmeden başlatılması zorunludur. Ülkemize intikal
ettirilen iç ve dış yardımların yerinde kullanılıp, kullanılmadığının, toplanan
vergilerin amacına uygun sarf edilip edilmediğinin, deprem bölgesindeki çiftçi,
esnaf ve sanayicilerinin içinde bulundukları sorunlar ve kredi taleplerinin
tespit ve temininin, belediyelere yapılan afet yardım katsayılarının
tespitindeki siyasî kayırmacılığa yönelik eleştirilerin ve tüm
yaşadıklarımızdan ders alarak afetler öncesi ve sonrası alınması gerekli
tedbirlerin araştırılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu itibarla; 17 Ağustos
ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan depremlerin yol açtığı tahribatı ortadan
kaldırmak amacıyla bugüne kadar toplanan iç ve dış yardımlar ile vergilerden
elde edilen gelirlerin yerinde kullanılıp kullanılmadığının tespiti ile bilim
adamlarının sık sık gündeme getirdiği ve halkımızı endişeye sevk eden İstanbul
ve çevresinde yaşanacak olan olası bir depremde hükümetin bu konudaki
çalışmalarının değerlendirilerek eksiklerin giderilmesi ve yol gösterici
prensiplerin ortaya konulması ve kamuoyuna gerçeklerin eksiksiz ve tam olarak
açıklanması amacıyla Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını Grubumuz adına arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
BAŞKAN- Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge gündemdeki yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır. Sözlü soru önergesinin
geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum: D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- İzmir
Milletvekili Mehmet Özcan'ın (6/1702) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/468) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 556 ncı sırasında yer alan (6/1702) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. 20.3.2002 Mehmet
Özcan İzmir BAŞKAN- Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Demokratik Sol Parti,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır. Önce tümünü okutup işleme
alacağım, sonra ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım: V.-
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine
ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 21 Mart
2002 Perşembe günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneriler: 1.- 21 Mart 2002 tarihli
gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 839 sıra sayılı kanun
tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 323 üncü sırasında yer alan 833 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu
sırasına, 8 inci sırasında bulunan 824 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu
sırasına, 287 nci sırasında yer alan 778 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına
alınması; 21 Mart 2002 Perşembe günkü birleşimde, gündemin 9 uncu sırasına
kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılması önerilmiştir. 2.- Genel Kurulun, 26
Mart 2002 Salı, 27 Mart 2002 Çarşamba ve 28 Mart 2002 Perşembe günleri
14.00-20.00 saatleri arasında çalışması; 26 Mart 2002 Salı günü sözlü sorular
ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek, bugün de kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesi; 27 Mart 2002 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir. BAŞKAN - Grup önerileri
üzerinde lehte söz talebi?.. Yok. Aleyhte, birinci olarak,
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül; buyurun Sayın Gönül. (DYP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. İktidar partileri, ortak
bir grup önerisiyle, bugünkü çalışma saatinin ve gündeminin, önümüzdeki salı,
çarşamba ve perşembe günlerinin de çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesini
ve tanzimini istemektedirler. Önerinin mahiyeti
incelendiğinde, bugün "uyum yasaları" olarak nitelenen, değişik
kanunlarda değişikliği öngören önerinin, aslında özüne, biz, Doğru Yol Partisi
olarak karşı değiliz. Yani, Türkiye'nin ulusal programı gereği, kısa vadeli olarak
nitelenen ve taahhüt ettiği yasal düzenleme değişikliklerinden bir kısmını
ihtiva eden bu uyum yasasının özüne, muhtevasına, Doğru Yol Partisi olarak biz
karşı değiliz; ama, gündemin, her zaman ifade ettiğimiz gibi, her hafta, hele
böyle hafta sonunda önümüzdeki haftanın çalışma saatlerini de düzenleyecek
biçimde bir değişiklik talep eden önerinin Genel Kurula getirilmesine karşıyız.
Danışma Kurulunda ifade
ettiğim bir sözü burada tekrar etmek istiyorum. Bakın, değerli milletvekilleri,
şu elimizdeki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemidir. Bu gündemin 1 inci
sırasından itibaren 35 inci sırasına kadar olan kanun tasarıları hep buraya
"aman acildir, gereklidir, kaçınılmazdır, önceliklidir" gerekçesiyle
grup önerisi olarak getirildi ve bu sıralara yerleştirildi; ama, her hafta
getirilen yeni önerilerle -atıyorum- 5 inci sırada veya 8 inci sırada olan bu
kanun tasarıları, arkaya doğru gide gide, nihayet, 35 inci sıraya kadar düştü. Şimdi, burada, bu
önerinin altında imzası bulunan değerli Grup Başkanvekillerimize ve iktidarın
ortaklarına sormak istiyorum: İlk 35 sırada yer alan bu kanun tasarıları, eğer,
toplumumuz için, milletimiz için, ülkemiz için, devletimiz için mutlaka acilen
ele alınıp, görüşülüp, kanunlaşması gerekiyorsa -ki, o gerekçeyle getirdiniz-
bugüne kadar niye görüştürmediniz? O gün acil olan, önemli olan, bugün önemli
olmaktan niye çıktı? Eğer önemliyse, önce bunları bir görüşelim, bitirelim,
ondan sonra sırada olan kanun tasarılarını ele almak suretiyle, Genel
Kurulumuzda, yine, yasalaşması için görevimizi yapalım. Eğer, bunlar o kadar
acil değilse, önemli de değilse, o zaman niye getirdiniz; niye Genel Kurula
getirip, bir başka sıradaki yasaları geriye doğru ittiniz ve bugünkü 35-36 tane
yasa tasarı ve teklifini, yine, bugün, görüşmeden, bir kenara bırakıyorsunuz,
yeni kanun tasarısını alıyorsunuz ve ondan sonra da öneri olarak Genel Kurulun
önüne getirip oylatma gereğini hissediyorsunuz? Bugün haftanın son
çalışma günü değerli milletvekilleri. Bugün perşembe, haftanın son çalışma
günü. Peki, önümüzdeki hafta çalışma saatlerini bugünden tanzim etmenizin
gereği nedir? Belki çok daha önemli bir yasa tasarısının görüşülmesi gerekecek,
14.00-20.00 saatleri yerine, belki o gün, 14.00'te başlayıp bitinceye kadar
Genel Kurulumuzun çalışmasını isteyeceksiniz. Onun için, bu sizin, yaz-boz
tahtasına döndürdüğünüz Meclisimizin çalışma sistemini bozmuş olmanızdan dolayı
karşıyız buna. Yoksa, Genel Kurulun önüne getirdiğiniz uyum yasalarının ne
özüne ne muhtevasına ne de amacına karşıyız biz. Hayhay, görüşelim, tartışalım,
yasalaştıralım; ülkemiz, kısa vadeli taahhütlerinden bir tanesini daha yerine getirmiş olsun. Böylece de
verimli bir çalışmanın sonucunu ve meyvelerini almamız gerekir diye
düşünüyorum. Bu arada, neler kalkıyor
aradan; sözlü sorular yok, araştırma önergeleri zaten ele alınmıyor; bırakınız
yeni araştırma önergelerinin ele alınıp burada tartışılmasını, araştırma
komisyonu kurulup rapora bağlanmış olan sonuçları da değerlendirtmiyorsunuz.
Araştırma komisyonu raporları var; görüşülecek tartışılacak; onları da gündeme
getirtmiyorsunuz ve bu Meclisin, denetim görevini hakkıyla yapmasını
engelliyorsunuz. Ülkemizin birtakım
sorunlarının olduğu hepimizin malumu. Bu sorunların en önemlisi olan, ekonomik
bir kriz var, ekonomik bir sıkıntı var. Büyük halk yığınları, yokluk, sefalet,
işsizlik, çaresizlik içinde; bu kürsüye çıkan muhalefete mensup milletvekili
arkadaşlarım her seferinde bunu vurguluyorlar; ama, bunlara dahi bigane kalıp,
sanki bu milletle alay edercesine hükümetin bir açıklaması var "kriz
bitti" diyor. Krizin bitip bitmediği hepimizin malumu. Acaba, Türkiye'de
kriz bitti mi bitmedi mi; yani, ekonomik krizin bunca mahvettiği insanlara
karşı krizin bittiğini söylemek, krizin durduğunu söylemek, açıkçası, bu halka
en büyük yalanı söylemektir. Halkın, bunları değerlendirmediğini, kendisiyle alay
edildiğinin farkında olmadığını zannetmeyiniz. İşsizlik içinde kıvranan, günlük
nafakasını çıkaramamanın acı ve ıstırabını yaşayan, duyan, hisseden çaresiz
insanlar bundan fevkalade mustariptir. Hükümeti, daha ciddî, daha sağduyulu
olmaya, hükümetin bakanlarının bu gibi beyanatlarda çok daha dikkatli olmaları
gerektiğinin altını çizerek sizlere hatırlatmak istiyorum. Cumhuriyet hükümetinin
bir bakanı, gerçekten kamuoyunun vicdanını sızlatacak, halkın duygularıyla alay
edecek şekilde söz söylemez ve söylememelidir. Devlet yönetmek, ülke yönetmek
ve bir bakan olmanın sorumluluğuyla
bağdaşmaz diye düşünüyorum ve buna inanıyorum. O nedenle, buradan, bu
beyanatın sahibi olan ilgili bakanı kınıyorum, müşterek sorumlulukta olan
hükümeti de kınıyorum. Değerli arkadaşlarım,
bizim, Doğru Yol Partisi olarak, sizin, Meclisi bu şekilde çalıştırma
gayretlerinize, tabiî ki, bu şartlarda destek vermemiz düşünülemez ve bizden de
beklenemez, beklenmemelidir. Sizin, bu Meclisi daha verimli olarak, gündemine,
daha ciddî ve bir sorumluluk duygusu içinde sahip çıkarak çalıştırmanız
gerektiğine inanıyorum. O nedenle, bugün, gündemin arka sıralarında
görüşülmesini bekledikleri kanun tasarıları yüzünden bazı insanların da beklentilerinde
hüsrana uğradıklarını da ifade etmek isterim. Zaman zaman bu kürsüden ifade
ettiğim gibi, sıranın kendilerini ilgilendiren tasarılara gelmesini bekleyen
insanlar, bir de bakıyorlar ki, bu tasarılar 25 inci sıraya gitmiş, 30 uncu sıraya
gitmiş... Umutsuz bir hale geliyorlar ve maalesef, üzüntü içerisinde, bizim,
Meclis çalışmalarımızı takip ediyorlar. O nedenle, bu önerinin
aleyhinde söz aldım. Önerinin aleyhinde oy kullanacağımı ifade ediyorum ve Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Gönül. Aleyhte ikinci söz
talebi, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ındır. Buyurunuz. (SP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hükümet ortaklarının getirdiği
grup önerisi üzerinde söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tabiî, hükümet, Genel
Kurulun çalışma programlarında çok sık değişiklik yapmaktadır. Bu gündem
maddelerine baktığımız zaman, geçen hafta, hükümet ortakları bir Danışma Kurulu
toplantısı talep etmiş ve orada "Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatı Hakkında
Kanun Tasarısı, Türkiye İş Kurumunun Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı, Bağ-Kur
Kanununda değişiklik tasarısı çok önemlidir; öne almamız lazım" denilmiş
ve başa alınmış. Bir hafta sonra -Türkiye'de ne değiştiyse- hemen gelmişler
"yanlış yapmışız, biz, bu gündemi şöyle değiştirmek istiyoruz"
diyorlar ve bu değişikliğe baktığımız zaman da, Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısının, yani uyum yasasının
görüşülmesini talep etmektedirler. Değerli arkadaşlar, bu
hükümetin birçok özellikleri kamuoyunda dikkat çekiyor; ama, dört özelliği var
ki, fevkalade dikkat çekicidir. Bunlardan bir tanesi, bu hükümet, hukuk devleti
olma niteliğini içine sindirememiştir. Bir diğer önemli konu, yolsuzlukların
üzerine gideceği yerde, sulandırılmış ve bugüne kadar 20 operasyon yapılmış
olmasına rağmen, ciddî bir netice alınamamıştır. Üçüncüsü, hâlâ, bu hükümetin
ekonomide kafası bulanık ve ne yapacağını bilmemektedir. Dördüncü ve bize göre
en önemli özelliklerden biri de, hangi kanunu, ne zaman getireceği, Genel
Kurulda ne tür bir çalışma yapacağı konusundaki belirsizlikler devam
etmektedir. Bu hükümet, bir yerde, usulsüzlüğü usul haline, kanunsuzluğu da
kanun haline getirmiştir ve bunu da alışkanlık haline getirmiştir. Bugün, buradaki müzakere
edeceğimiz konulara baktığımız zaman, denetim tamamen, her zaman olduğu gibi
devredışı bırakılmış, araştırma önergeleri ve soru önergelerinin
görüşülmeyeceği noktasında karar alınmıştır. Yine, bu hükümet,
dışpolitikayı ABD'ye, içpolitikayı Avrupa Birliğine, ekonomiyi de Dünya Bankası
ve IMF'ye ihale etmiş, tümden yetkilerini de üst kurullara devretmiş; yani, bu
durumda, hükümet, sadece görüntüde bir hayalet gibi, var da denilebilir, yok da
denilebilir. IMF yetkilileri bu hafta
Türkiye'deydi. Bugün, bu değişikliğin nedenine baktığımız zaman -eskiden
Cottarelli idi, şimdi Kahkonen- IMF sorumlusu bir beyanat verdi. Dün bir basın
toplantısı yaptı ve bu basın toplantısında, nisan ayı içerisinde IMF'nin icra
direktörleri toplantısının yapılacağını ve hükümetin yaptığı inceleme sonunda,
kamu borç yönetimi kanununu çıkarmadığını, dolayısıyla kredinin serbest
bırakılamayacağını söylediler. Hemen bu beyanatı alan hükümet, 323 üncü
sıradaki Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun
Tasarısını alıp 1 inci sıraya getirdi. Yani, şimdi, biraz önce "bu
hükümet, ekonomiyi IMF ve Dünya Bankasına ihale etti" dediğimizde haklı
olduğumuzu ifade etmiş oluyoruz. Aynen, Kahkonen'in cümleleri
şöyle:"Hükümet mutlaka, kamu borç yönetimi tasarısını yasalaştırmak ve arkasından da bununla ilgili yönetmeliği
çıkarmak mecburiyetindedir." İşte, bugün burada
hükümetin ısrarla gündemi değiştirmesinin nedeni bu. Tabiî, hükümet, aslında,
bu değişiklikle bir yerde gülünç duruma düşüyor. Tabiî, hükümet adına -bu
devletin hükümeti olduğu için- maalesef, biz de üzülüyoruz değerli arkadaşlar. Şimdi, IMF yetkilileri
bakanlıkları ziyaret etti, inceledi; bankaları da denetledi; daha birçok
denetimden sonra talimatlar veriyor : Meclis, Borçlanma
Yasasını çıkarsın; bu yetmez; hükümet de şeker ve tütün kararnamelerini
çıkarsın; bu da yetmez; hükümet özelleştirmeyi tamamlasın, işçileri de
çıkarsın, ondan sonra krediyi alsın. Değerli arkadaşlar, bugün
yapılan yanlış nedir; alacaklılar adına iş gören IMF yetkilileridir. Adı,
Düyuni Umumiye olmasa bile sonuç değişmiyor. Değerli arkadaşlar, Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanun Tasarısının 1 inci maddesine baktım; bütün
yetkileri bakan, yani, Sayın Derviş'e teslim ediyoruz. İHSAN ÇABUK (Ordu)- Sayın Başkan, konuya gelsin artık... SACİT GÜNBEY
(Diyarbakır)- IMF'den rahatsız olun... VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, elin tefecisi gelmiş "tek ihraç ürününüz
askerinizdir" diyor. Ülkeyi bu duruma düşüren.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon)- DSP her zaman... VEYSEL CANDAN (Devamla)-
Değerli arkadaşlar, bakın, ülkenin meselelerini konuşuyoruz; gündem niye
değişti, onu konuşuyoruz. Bakın, ne diyor Sayın
Derviş: "Irak savaşı için turizm sezonunun sonunu bekleyin." Yani,
bir yerde de savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Değerli arkadaşlar,
hükümetin ANAP kanadı sözünü "Avrupa Birliğine girersek çocuklara kelepçe
vurulmaz. İşte, uyum yasalarını bunun için getiriyoruz" demeye getiriyor;
ama, samimiyetsizliğin, istismarın, ikiyüzlülüğün aslında tipik bir örneğidir. Şimdi, MHP kanadına
gelelim; onlar da diyor ki: "Egemenliği devredemeyiz." Ben, şunu söylüyorum; bu
yasaların, bu gündem değişikliği yapılarak bugün bu Parlamentodan konuşulması,
müzakere edilmesi, itibar kaybıdır; ben, bunun üzerinde duruyorum. Gündemi
filan da değiştirmiş değilim. Asıl konuşulacak konular da bunlardır. Şimdi değerli MHP'li
arkadaşlarıma soruyorum: Kimin egemenliğini kimden koruyoruz? Egemenlik
milletin değil mi? Ama, ülkenin ekonomide egemenliğini devreden, müstemleke
haline getiren IMF kararlarının altına kimler imza attı acaba? Değerli arkadaşlar,
şimdi, bağımsız demokratik ülkelerde ithal bakan var mı; yok. Bütçelerini, IMF
ve Dünya Bankası mı hazırlar; hayır. Peki, tütünü şöyle ekeceksiniz, pancarın
kotalarını böyle yapacaksınız, merkez bankasında para basmayacaksınız; böyle
bir dayatma var mı demokratik hukuk devletinde; yok. Peki, bizde niye var
acaba?! Özetle söylemek gerekirse,
hükümet yetkililerine söylüyorum, siz, bu hükümeti yönetmiyorsunuz,
yönetiliyorsunuz... Yönetiliyorsunuz!.. Değerli arkadaşlar, bu,
getirdiğiniz tasarılar, Avrupa Birliğine uyum için... Neden hukukun üstünlüğünü
esas alan bir devlet anlayışı içinde, milletin talepleri doğrultusunda uyum
yasaları olmuyor da, neden Avrupa Birliği talep edince oluyor?! Bakın, Avrupa
Birliğinin ekonomik normları açık, deniliyor ki: "Avrupa Topluluğuna
girecek bir ülkenin borçlarının toplamı, gayri safî yurtiçi hâsılasının yüzde
60'ını geçemez. Bizim yurtiçi gayri safî hâsılamız nedir; borçların yüzde
180'idir; yani, 130 milyar dolar borcumuz, 230 milyar dolar... Yani, bu
şartlarda, siz, ekonomik olarak, Avrupa Birliğini zaten kabul etmiyorsunuz. Değerli arkadaşlar,
şimdi, Parlamentoda tasarılar nasıl konuşuluyor? Tasarı, önce, akşama doğru,
hükümetten Plan ve Bütçe Komisyonuna gidiyor, akşamdan sabaha kadar müzakere
ediliyor, Genel Kurula iniyor, Genel Kurulda bitimine kadar süre konuluyor,
Meclisten geçiyor, Cumhurbaşkanına gidiyor. Cumhurbaşkanı, aynı sürat ve
tempoda geri gönderiyor. Nereye; Genel Kurula, hükümete geri iade ediyor. (SP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bununla ilgili örnekler vereceğim. Değerli arkadaşlar,
şimdi, hiç düşündünüz mü, şu Parlamentoda 100 kişiyle müzakere yapıyoruz. Bu
milletvekili arkadaşlarımızın Genel Kurula neden devam etmediğini düşündünüz
mü? Verdiği araştırma önergesini görüşmezseniz, verdiği kanun teklifini sıraya
almazsanız, nasıl olsa Avrupa Birliği doğrultusunda uyum yasaları çıkacak,
nasıl olsa IMF ve Dünya Bankası doğrultusunda ekonomik kanunlar çıkacak
derseniz, işte, bu Parlamentoda heyecanı katletmiş olursunuz. Bakın, değerli
arkadaşlar, Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilen
kanunların dönüş gerekçelerine baktım ve okudum; afla ilgili olarak
"eşitlik ve adalet ilkesine aykırıdır" yine, Tütün Yasasıyla ilgili
"sosyal yapıyı bozar" özelleştirmeyle ilgili olarak
"bağımsızlığımızı tehlikeye atar" deniliyor. Nihayet, en son,
cumhuriyet tarihinde hiç olmayanı da, maalesef, bu hükümet yaptı; elimdeki
metin, Cumhurbaşkanının geçen hafta buradan çıkan Emlak Vergisiyle ilgili
kanunu iade gerekçesi... BAŞKAN - Süreniz dolmak
üzere. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Bitiriyorum. Neden iade edildiğini
düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlar; veto gerekçesi, cumhuriyet tarihinde
ilk defa oluyor "metnin anlam bütünlüğünü bozan Türkçe hatasından
dolayı" deniliyor. Yani, değerli arkadaşlar, bu hükümet, bırakın metnin
içeriğini, Türkçe bir metin yazmayı bile beceremiyor. HAKKI DURAN (Çankırı) -
Geri iade edilmesinden bahsediyorsunuz... Geri iade edilmez; iade edilir ya da
geri verilir. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Siz devam edin
ve konuşmanızı sonuçlandırın. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Şimdi, sayın milletvekili... BAŞKAN - Sayın Candan,
lütfen görüşünüzü açıklayın ve bitirin. Süreniz bitti; cevap vermeyin. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Şimdi, hükümetin talebini okumadığınız için, benim konuya ne zaman gelip ne
zaman çıktığımı bilemiyorsunuz; keşke, hükümetin önerisini okusanız, o zaman... BAŞKAN - Sayın Candan... VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Bir dakika efendim... Bir dakika... BAŞKAN - Dakikayı siz
değil, ben tayin edeceğim. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Efendim, bakın... BAŞKAN - Lütfen, siz,
oraya cevap vermeyin; görüşünüzü söyleyin diyorum Sayın Candan. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Konuşmamı bitiriyorum. Değerli arkadaşlar,
bakın, şimdi, hükümetin, Cumhurbaşkanı tarafından geri görüşülmek üzere
gönderdiği, veto ettiği 8 adet kanunu burada; sayacağım: Suç ve cezaların affı,
şartlı salıverme, RTÜK, Basın Kanunu... BAŞKAN - Sayın Candan,
bunun konumuzla ilgisi yok. Lütfen... VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Bir dakika... Ne demek?! Ne demek?! BAŞKAN - Siz, süreniz
içinde, bakın, hakaret dahil hepsini yaptınız. Belki bir muhalefet için
söylenebilecek şeylerdir; ama... VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Şimdi, bir şey söyleyeceğim... BAŞKAN - ...konuyla ilgili değildi... VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Sayın Başkan... Sayın Başkan... BAŞKAN - Lütfen, son
cümlenizi alayım. VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Son cümlemi söyleyeyim. Bu kanunlar, böyle, gidip, geri gelmesin; bu Meclisin,
Genel Kurulun zamanını lüzumsuz harcamayın, doğru dürüst gündem getirin
diyoruz. Yani, bu, nasıl oluyor da konunun dışında oluyor bunu anlamak mümkün
değil. Nasıl oluyor da dışında oluyor?! Değerli arkadaşlar,
Anayasa Mahkemesi, 34 tane kanun ve kanun hükmünde kararnameyi iptal etmiş,
Cumhurbaşkanı da bir o kadar kanunu veto etmiş. Sözlerimi tamamlarken şunu
söylüyorum: Ülkenin ihtiyaçlarına göre yasaları getirin, muhalefetin katkısını
sağlayın ve giden kanunlar, bir daha, gittiği jet hızıyla geri gelmesin. Saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Candan, Anayasa
Mahkemesinin ve cumhurbaşkanının iradesinin mutlaka Parlamento iradesinden daha
doğru olabileceği şeklindeki bir algılayışınızı da yanlış buluyorum. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) VEYSEL CANDAN (Konya) -
Ben öyle algılamadım ve öyle söylemedim. BAŞKAN - Sayın Candan,
size teşekkür ediyorum efendim; kendiniz, zaten saygılarınızı sundunuz;
buyurunuz. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sayın Başkanım... BAŞKAN - Sayın Aslan,
lehte söz talebi yok demiştim, onun için aleyhteki konuşmacılara geçmiştim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Var Sayın Başkan... Lehinde söz istiyorum. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sataşmayla ilgili, ben, yerimden bir iki cümleyle... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, müsaade eder misiniz? BAŞKAN - Sayın Başkan,
lehte Başkanlığa ulaşan söz talebi olmadığı için aleyhte iki arkadaşıma söz
vereceğim dedim; onun için aleyhteki arkadaşlarıma geçtim; demin onu arz ettim,
duymadınız herhalde. Yeni bir sataşmaya meydan
vermeyecek şekilde, kısa lütfen; çünkü, yoğun bir çalışma tempomuz var,
gerginleştirmeden, tatlı tatlı götürelim. Buyurun Sayın Aslan. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Candan konuşurken, bir taraftan
Avrupa Birliği uyum yasalarını savunmak ve "Avrupa Birliği uyum yasalarını
çıkardığımız takdirde 14 yaşındaki çocukların eline kelepçe vurulmayacak"
şeklindeki Sayın Genel Başkanımızın ve Anavatan Partisi sözcülerinin
beyanlarını hatırlatarak bizi ikiyüzlülükle itham etmiştir. Anavatan Partisi
öteden beri demokraside, hukukun üstünlüğünde ve insan hakları alanında,
ülkenin içinde bulunduğu durumu tespit etmiş ve hukuku Avrupa standartlarında,
demokrasiyi Avrupa standartlarında, insan haklarını ön plana çıkarmıştır ve biz
ifade ediyoruz ki, mevzuatımızı, çıtayı yükselttiğimiz takdirde, ülkemizde, 14
yaşındaki çocukların eline kelepçe vurulması gibi bir problem kalmayacaktır. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize)
- Öyle bir şey yok mevzuatta... BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Eğer bu konuda samimîlerse bu yasalara destek vermelidirler. Bunun çözüm yolu,
ancak, mevzuatımızın Avrupa Birliği standardına yükseltilmesidir diyorum,
saygılar sunuyorum ve bu ithamı şiddetle reddediyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Aslan. Değerli arkadaşlarım... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, lehinde söz istiyorum. BAŞKAN - Müracaatınız yok
Sayın Esengün. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Şimdi yapıyorum... BAŞKAN - Nereden söz
istiyorsunuz, yerinizden mi? LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Hayır, hayır, kürsüden... BAŞKAN - Hayır, bir kere,
yerinden kısa bir söz talebi olur; ama, buraya ulaşmış bir talebiniz yok. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Efendim, şu anda ulaştırıyorum. BAŞKAN - Elektronik
cihazdan işaret buyuracaksınız, Sayın Aslan gibi, ben burada ekrandan göreceğim
ki... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Efendim, ille de elektronik yollarla size ulaşmak durumunda değiliz. Ben, şimdi
talebimi size arz ediyorum. BAŞKAN - Siz İçtüzüğün
emrettiği yollardan bize ulaşmak zorundasınız, orada bir keyfiyetiniz yok.
Lütfen, yerinizden işaret buyurun... Sataşma olursa, sataşmaya
meydan verecek olursanız keserim. Bakın, ben arkadaşımdan da rica ettim, şimdi
yasaya geçeceğiz... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, kürsüden niye konuşamıyorum?! BAŞKAN - Efendim, diğer
arkadaşıma kürsüden söz vermemişsem, niye eşitliği bozayım; buyurun,
oturduğunuz yerden... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Ben İçtüzükten doğan hakkımı kullanıyorum, Sayın İktidar Partisi Gruplarının
önerisinin lehinde, kürsüden konuşmak istiyorum, bu kadar basit. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Lehinde 2 kişinin, aleyhinde 2 kişinin söz hakkı var. BAŞKAN - Düğmeye basın,
söz vereceğim, buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, ben kürsüden konuşmak istiyorum. BAŞKAN - Değerli
arkadaşım, bakın, bir kez daha söyleyeyim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir saniye izin
verin, açıklayayım da... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, bir milletvekilini kürsüde konuşmaktan hiç kimse alıkoyamaz. BAŞKAN - Sayın Esengün,
bir saniye izin verin, sonra konuşturacağım. Bir saniye diyorum, tahammül
buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Tamam, buyurun. BAŞKAN - Şimdi bürokrat
arkadaşımla da aynı şeyi tartıştım.
Baştan, bize, aleyhte olmak üzere, üç arkadaşımın ismi talep olarak
gelmiş; Sayın Ali Rıza Gönül, Sayın Veysel Candan, Sayın Mehmet Ali Şahin. Bu
üç arkadaşımdan hangisi varsa ikisi konuşacak, lehte hanesi de boş; talep
gelmeyince, ben "lehte olarak söz talebinde bulunulmadığından, aleyhte söz
isteyen arkadaşlarıma vereceğim" dedim. Az önce, Anavatan Partisi Grup
Başkanvekili Sayın Yaşar Dedelek'ten de benzer talep geldiğinde, Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkanvekili Sayın İsmail Köse'den de aynı talep
geldiğinde, ben "biraz önce talep gelmediği için bu şekilde ifade
etmiştim" dedim. Şimdi, ben size lehte söz verdiğim takdirde, o iki
arkadaşıma söz vermemekliğimi izah edemem. Peki, o zaman bu da
hepimize bir şey olsun; bundan sonra, lütfen, hangi konuda olursa olsun, sayın
grup başkanvekillerimiz lütfetsinler, iki satırla o müracaatlarını ya Başkanlık
Divanına bildirsinler ya da işaretle de kabul ederim, ben formalite filan da
demiyorum; ama, olmayan bir talep konusunda da, benden zihinlerden geçenleri
okumamı beklemeyin. Yerinizden kısa bir
açıklama olarak, Sayın Aslan'a söz verdiğim gibi, buyurunuz diyorum. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkanım, bu tutumunuz İçtüzüğe aykırıdır. Grup önerilerinin lehinde veya
aleyhinde, istendiği anda, her milletvekili söz alabilir. Bunun grup
başkanvekilleriyle de ilgisi yoktur, bu, tamamen milletvekillerinin şahsî
müracaatı üzerine alacağı sözdür ve bu sözün, behemehal Meclis kürsüsünden
verilmesi, hatibin orada konuşması da, yine İçtüzüğün kesin emridir. Sizin şu andaki tavrınız,
"efendim, lehte söz alan olmadı, ben aleyhtekilere söz verdim, dolayısıyla
da lehte söz verme imkânı ortadan kalktı" gibi, İçtüzüğe tamamen aykırı,
İçtüzüğe ve bugüne kadarki uygulamalara uygun olmayan bir tavır. Önce aleyhteki
konuşabilir, lehteki konuşabilir. Lehte söz alan olmayabilir, aleyhteki
konuşmalardan sonra, ola ki teklif sahiplerinden veya bir başka milletvekili,
teklifin lehinde konuşma zaruretini, ihtiyacını o anda hissedebilir ve söz
ister. Ben de, bugün, aynı şekilde, İçtüzükten doğan hakkımı kullanarak, sayın
iktidar gruplarının verdiği bu önerinin lehinde söz almak istedim ve bu söz
talebimde de ısrarcıyım. Söz vermediğiniz
takdirde, İçtüzüğü ihlal etmiş olacaksınız. Teamüllerde olmayan, İçtüzükte olmayan
yeni bir yanlış uygulamanın başlangıcı sizin bu uygulamanızla olacak. Grup önerilerinin lehinde
kürsüde söz almak üzere teklifimi yineliyorum. (SP sıralardan alkışlar) BAŞKAN - Benim İçtüzüğe
aykırı davrandığım sizin kanaatiniz. Bakın, yazılı metin
itibariyle de önümüze verilen basılı gündemde "istem halinde 2'şer üyeye
lehte ve aleyhte 10'ar dakika söz verilir" yazıyor. Önce "lehte"
deniyor... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, orada "lehte" sözünün önce yazılması demek, lehte söz
alınmayınca lehte konuşma hakkı sâkıt olur diye nitelendirilemez. BAŞKAN - Beyefendi, sizin
de, benim İçtüzüğe aykırı davrandığımı söylemeniz, benim İçtüzüğe aykırı
davrandığımın delili olmaz. O sizin telakkiniz. Çok teşekkür ediyorum. Üç grup tarafından
verilen öneriyi oylarınıza sunuyorum... MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Üç grup
tarafından verilen öneri metninde iki ayrı husus var. Bunları ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağız... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istedik. BAŞKAN - Öneriyi
okutuyorum: Öneriler: 1.- 21 Mart 2002 tarihli
Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 839 sıra sayılı kanun
tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına; gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 323 üncü sırasında yer alan 833 sıra sayılı kanun tasarısının, 9 uncu
sırasına; 8 inci sırasında bulunan 824 sıra sayılı kanun tasarısının, 10 uncu
sırasına; 287 nci sırasında yer alan 778 sıra sayılı kanun tasarısının, 11 inci
sırasına alınması; 21 Mart 2002 Perşembe günkü birleşimde, gündemin 9 uncu
sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılması önerilmiştir. BAŞKAN - Kabul edenler... İHSAN ÇABUK (Ordu) - Hâlâ
mı sayıyorsunuz?.. HASAN GÜLAY (Manisa) -
Sağlamasını mı yapıyorsunuz?.. BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, iki sayın üye arasında rakam farkı büyük, iki arkadaşım da başka
bir rakamı söyledi; burada, saymadan, hangi arkadaşımın rakamına itibar edeyim
ki, doğru olsun... O zaman, oylamayı
elektronik cihazla yapacağım. Sisteme giremeyen
arkadaşlarımın, görevliler aracılığıyla pusulalarını Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Oylama için 3 dakikalık
süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, karar yetersayısı vardır; 1 inci öneri kabul edilmiştir. Şimdi, 2 nci öneriyi
okutuyorum: 2.- Genel Kurulun 26 Mart
2002 Salı, 27 Mart 2002 Çarşamba ve 28 Mart 2002 Perşembe günleri 14.00 - 20.00
saatleri arasında çalışması, 26 Mart 2002 Salı günü sözlü sorular ile diğer
denetim konularının görüşülmeyerek, bugün de kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesi, 27 Mart 2002 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir. BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Değerli arkadaşlarım,
biraz önceki İçtüzük tartışmasına ilişkin son bir söz söylemek isterim. Bugüne
kadar, bu Yüce Parlamentoda, maalesef, lehte söz alıp aleyhte, aleyhte söz alıp
lehte düşünceyi izhar etmek gibi, adına teamül dediğimiz, bana göre,
demokrasinin, parlamento geleneğinin, hakkının suiistimali anlamına gelen bir
hadiseyi yaşıyoruz. Doğrusu nedir, hukuk felsefesinde; üç Sayın Grup bir
düşünce ortaya koymuşsa, bir teklif ortaya koymuşsa, o düşünceyi benimseyen
insanların neden bunu böyle düşündüklerini anlatması, daha sonra da, karşıt
düşüncenin kendisini savunmasıdır. Teşekkür ediyorum. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, kime cevap verdiniz?! LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan... Sayın Başkan, lütfen,
sözlerimi işitin; kulaklarınız, zannederim, sözlerimi işitecek kadar
çalışıyordur. BAŞKAN - Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1.- İzmir
Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S.Sayısı: 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin
görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Ceza İnfaz Kurumları ve
Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının müzakerelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Ceza
İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve
Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı: 786) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye ilişkin Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 3.- Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 4.- Sosyal
Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal
Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689,
2/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu
Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 5.- Türkiye
İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş
Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 6.- Esnaf
ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu,
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691)
(S. Sayısı: 676) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız. 7.- Sosyal
Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S.
Sayısı: 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir. Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet
Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz. 8.- Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri
ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı: 839) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu 839 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, ilk olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Denizli
Milletvekili Salih Erbeyin; buyurun. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. MHP GRUBU ADINA SALİH
ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, 839 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
kamuoyunda "uyum yasası" olarak adlandırılan kanun tasarımız,
Anayasamız çerçevesinde, dünya gerçekleri, Türkiye gerçekleri ve bilim
gerçeklerinin ışığında, siyasetin olabileni gerçekleştirme sanatı olduğu da
dikkate alınarak Yüce Meclisin huzuruna getirilmiştir. Anayasamızda, temel hak
ve hürriyetler detaylı bir şekilde düzenlenmiş olup, bunlardan, düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti, basın hürriyeti, dernek kurma hürriyeti, toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile siyasî parti kurma hakkı, demokratik rejimin daha da güçlenmesi,
gelişmesi açısından özel bir öneme sahip bulunmaktadır. Anayasamızda, Yüce
Meclisimizin yaptığı 13.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla yaptığı
değişiklikle, temel hak ve hürriyetlerin, özüne dokunulmaksızın, Anayasamızın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve yalnızca kanunla
sınırlanabilmesini öngören yeni bir sistem benimsenmiş, böylece, temel hak ve
hürriyetler bakımından olumlu bir genişleme sağlanmıştır. Diğer yandan, 10-11
Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği toplantısında, tam
üyelik için ülkemizin aday ülke olarak kabul edilmesiyle yeni bir ivme kazanan
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri daha da yoğunlaşmıştır. Tam üyeliğe giden
yolda, hem ülkemizin hem de Avrupa Birliğinin karşılıklı yükümlülükleri
bulunmaktadır. Ülkemizle ilgili olarak,
4.12.2000 tarihinde onaylanan Katılım Ortaklığı Belgesinin ardından 19.3.2001
tarih ve 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı 24.3.2001 tarih
ve 24352 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanun tasarısıyla
mevcut Anayasamızda yapılan değişiklikler ve yeni yürürlüğe giren Türk Medenî
Kanununda yer alan hükümlere uyum sağlanması, diğer yandan da, Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde,
kısa vadede alınması gerekli tedbirlere ilişkin olarak bazı kanunlarda detaylı
değişiklik yapılmaktadır. Tasarının 1 inci
maddesinde, kaymakamlığa, sadece mülkî idare amirliği hizmetinde bulunanların
vekâlet edebileceği düzenlenmektedir. Mülkî idare amirliği sınıfı, Devlet
Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tanımlanmıştır. Buna paralel olarak,
Jandarma Teşkilât Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmaktadır. Tasarının 2 nci
maddesinde de, Basın Kanununun ek 1 ve ek 2 nci maddelerinde değişiklik
yapılmakta; 1 inci maddesinde ayrıntılı olarak sıralanan dağıtımın önlenmesi ve
toplama nedenleri, Anayasamızın 28 inci maddesinin dört ve altıncı fıkraları
doğrultusunda yeniden düzenlenmektedir. Yine, Anayasanın 30 uncu
maddesi doğrultusunda, bu maddeye aykırı eserlerin basımında kullanılan
makineler ve diğer basım araçlarının müsaderesi düzenlenmektedir. Ek 2 nci maddede ise,
basın suçları için öngörülen cezalarda indirime gidilmektedir; yani, bu
maddede, halen bir aydan altı aya kadar hapis ve ağır para cezası yerine, bir
aydan üç aya kadar hapis cezası öngörülmektedir. Devlet Memurları
Kanununun 13 üncü maddesinde yapılan değişiklikle de, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararıyla Türkiye'nin işkence nedeniyle mahkûmiyeti durumunda,
sorumlu personele rücu esası getirilmektedir. 4 üncü maddeyle, Siyasî
Partiler Kanunuyla ilgili üç değişiklik yapılmıştır. Bilindiği üzere,
Anayasamızın 69 uncu maddesinde yapılan bir değişiklikle iki haldeki temelli
kapatma durumunda; yani, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına
aykırı program ve tüzük olması ve fıkrada öngörülen hallerin odağı haline gelme
durumunda temelli kapatma hallerinde, fiilin ağırlığına göre devlet yardımından
kısmen veya tamamen yoksun bırakılma hali düzenlenmektedir. Buradaki yardımda,
bir yıllık devlet yardımı esas alınmaktadır. Bu halde, devlet yardımı
ödenmemişse, ödeme yapılamayacağı, ödenmişse, ödenen paraların hazineye iadesi
öngörülmektedir. Siyasî Partiler Kanununun
103 üncü maddesinde daha önce "mihrak" sonra da "odak"
adıyla yer alan tanım, Anayasa Mahkemesince görülmekte olan davalar aşamasında
Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bu iptalin temelinde, Anayasamızın
69 uncu maddesinde odak haline gelmenin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
ilkesi vardır. Bu durumda, odak nedeniyle kapatma yaptırımı uygulanabilecektir.
Anayasa Mahkemesi, bunun unsurlarının belirlenmesi yetkisinin de Anayasa
Mahkemesinde olduğu görüşünü ifade etmiştir. Bilindiği gibi, bunun üzerine,
Anayasamızın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasına "odak" ibaresi
eklenmiştir. Tasarının 5 inci
maddesinde Dernekler Kanununda değişiklik yapılmaktadır. Anayasa değişikliğine
ve Medenî Kanun değişikliğine paralel olarak, 18 yaşını doldurma şartı yerine,
fiil ehliyetine sahip olma şartı getirilmektedir; ancak, devletin milletiyle
bölünmez bütünlüğü aleyhine dernek kurulamayacağı açıkça korunmaktadır. Ancak
-diğer bir ifadeyle- affa uğramış olsalar bile devletin hükmî şahsiyetine karşı
cürüm işlemek fiillerini kapsayan suçlara ilişkin Türk Ceza Kanununun 125 inci
maddesinden 173 üncü maddesine kadar devam eden suçlara ilişkin olarak dernek
kurulamayacaktır. Basit ve nitelikli
zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar, kaçakçılık suçları ve resmî
ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından mahkûm olanlar da dernek
kuramayacaktır. Yine, Türk Ceza Kanununun
316, 317 ve 318 inci maddelerinden mahkûm olanlar, yani, paralarda itibarı amme
kâğıtlarında veya kıymetli damgalarda sahtekârlık yapanlar da dernek
kuramayacaktır. Kamuoyunun yakından
ilgilendiği, bazı kesimlerin de hassasiyetle üzerinde durduğu bizim de üzerinde
durduğumuz Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya
dil farklılığı veya bunlara dayanarak azınlık yaratmak ya da herhangi bir
bölgenin veya ırkın veya sınıfın, belli bir din veya mezhepten olanların,
diğerlerine hâkim veya diğerlerinden imtiyazlı olmasını sağlamak amacıyla da
dernek kurulamayacaktır; yani, Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin devleti ile
milletinin bölünmez bütünlüğü aleyhine dernek kurulamayacaktır. Tasarının 6 ncı maddesi,
Anayasanın değiştirilen 34 üncü maddesine göre Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanununu düzenlemektedir. Halen 21 yaş koşulu yerine, fiil ehliyetine sahip
olmak veya 18 yaşını doldurmak yeterli olmaktadır. Tasarının 7 nci
maddesinde ise, çeşitli kanunların bazı hükümleri kısmen veya tamamen
kaldırılmaktadır. Mevcut kanun tasarısı,
Parlamentoda temsil edilen partilerin katkısı, ülkemizin imzalamış bulunduğu
uluslararası anlaşmalar, değişiklik yapılan Anayasamız ve Medenî Kanun
hükümleri uyarınca hazırlanmış bir kanun tasarısıdır. Bu yasa tasarısıyla,
ülkemizin medenî milletler dünyasında daha güçlü olarak temsili amaçlanmıştır. Bu tasarı, birilerinin
iddia ettiği gibi toplumu ve mevzuatımızı geriye götüren değil, ileriye götüren
bir yasa tasarısıdır. Burada olmazsa olmazımız, devletin milletiyle bölünmez
bütünlüğüdür. İdeal olması gereken bir kanun olmasa da, mevcut şartlar içinde
ideale yakın bir kanun tasarısıdır. Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Erbeyin. Anavatan Partisi Grubu
adına, Bursa Milletvekili Sayın Kenan Sönmez; buyurunuz efendim. (ANAP, DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA KENAN
SÖNMEZ (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu
adına huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
bugün huzurumuza gelen düzenlemeyle, 8 ayrı kanunda değişiklik yapıyoruz; bu
kanunlardaki bazı maddeleri değiştiriyoruz, bazısını tamamen çıkarıyoruz.
Böylece, bu kanunları, geçen yıl değiştirdiğimiz Anayasaya ve Medenî Kanuna
uygun hale getiriyoruz. Ulusal programın birinci
yıldönümünde attığımız bu adım, yaptığımız bu düzenleme, belki küçük bir
düzenlemedir; ancak, artık millî hedefimiz haline gelen Avrupa Birliğine giriş
için ve demokratikleşme açısından çok önemli bir adımdır. Bu sebeple, 57 nci
hükümeti ve bu konuda emeği geçen Sayın Bakanı kutluyorum. Bu düzenlemeyi, bu
dönem büyük performans gösteren Meclisimizin şeref hanesine yazılacak önemli
bir olay olarak görüyorum. Tasarıyla getirilen parti
kapatma yerine devlet yardımlarının kesilmesi kriteri, çoğulcu demokratik
hayatımızın gelişmesine hiç şüphesiz ki katkı yapacaktır. Devlet Personel
Kanununda yapılan düzenlemeyle, işkence ve kötü muamele sonucu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde uğradığımız tazminatların ilgili personele rücu
ettirilmesi hadisesi, bir insanlık suçu olan işkence belasından kurtulmamız
için önemli bir adımdır. Bu değişikliğin, güvenlik görevlilerinin hızını
keseceği şeklindeki endişelere ise katılmak mümkün değildir. Değerli arkadaşlar,
işkence, medenî dünyada demokratik toplumların kabul etmediği bir şeydir. Biz
de, sicilimizdeki bu kötü imajdan artık kurtulmalıyız. Bu düzenleme, bu konuda
adım atmamızı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Dernekler Kanununda ve Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunundaki düzenlemeler, demokrasimizin olumlu hanesine
yazılacak önemli adımlardır. Sayın milletvekilleri,
İngiltere Başbakanı Churchill'in, 19 Eylül 1946'da Zürih'te yaptığı bir
konuşmayla ortaya attığı Avrupa Birliği fikri, 1951 Paris Anlaşmasıyla hayata
geçtikten sonra bugüne kadar çok önemli aşamalardan geçmiştir. Bugün geldiğimiz
noktada, Avrupa Birliği çağımızın en önemli sosyal, siyasî ve ekonomik
projesidir. Türkiye tam kırk yıldır çağımızın bu en önemli projesine dahil olma
kavgası veriyor. Aslında, ülkemizin Batılılaşma mücadelesi ikiyüz yıl öncesine
dayanır. Padişah I. Mahmut döneminde başlayıp cumhuriyet döneminde Atatürk'le
devam eden çizgide Batılılaşma ve modernleşme, milletimizin vazgeçemediği
hedeftir. Tarihimizdeki bu yenilikçi çizgi olmasaydı, Türkiye, bugün, bazı
komşularımız gibi ortaçağ karanlığında yaşayacak, kadınlarımız ikinci sınıf
insan muamelesi görecekti. Sosyal, siyasal ve
ekonomik hayatımızı, doğu ve güneydoğudaki komşularımızla kıyasladığımızda,
ülkemizin yönünü Batı'ya çevirenlere dua ediyoruz; ancak, aynı kıyaslamayı
Batı'yla yaptığımızda moralimiz bozuluyor değerli arkadaşlar. Demokratik
standartlar, kişi başına millî gelir, nüfusa göre ihracat, işsizlik, eğitim,
sağlık, bebek ölümleri gibi çağdaş kriterlerde Batı'yla aramızdaki farkı
kapatmak için çok çalışmamız gerektiği ortadadır. Avrupa Birliği, bu kriterlerde
yükselmemiz, bu kriterleri yakalamamız konusunda en önemli itici güç olacaktır.
Portekiz, İspanya ve Yunanistan'ın son yirmi yıllık gelişme trendi ve geçirdiği
tatbikat, bunun en önemli kanıtıdır. Sayın milletvekilleri,
Türkiye, eski adı AET olan Avrupa Birliğine, Yunanistan'dan sonra, müracaat
eden ikinci ülkedir. Menderes Hükümeti, Yunanistan'ın başvurusundan tam üçbuçuk
ay sonra, 31 Temmuz 1959'da Topluluk Konseyine üyelik başvurusu yapmıştır.
Dışişleri Bakanı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nun üstün çabalarıyla, büyük
gayretleriyle, Yunanistan'ın, 1 Mart 1960'ta ortaklık görüşmelerine
başlamasının ardından, 21 Nisanda, her iki ülkenin birlikte bu görüşmeleri
sürdürmesi kararı verilmiştir. Ne yazık ki, bu süreç, 1960 darbesiyle
kesilmiştir değerli arkadaşlar. Daha sonra, 1980 yılı, Avrupa yolundaki kader
yıllarımızdan biridir. O yıl, Demirel Hükümetinin Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erkmen, bir yıl sonra Topluluğa üye olacak Yunanistan'ın muhtemel vetosundan
kurtulmak için üyelik başvurusu yapacağını açıklamıştır; ancak, Erkmen'in
siyasî ömrü buna yetmemiş, bir gensoruyla düşürülmüş ve bu proje sabote
edilmiştir. Arkasından gelen 12 Eylül darbesi, Avrupa'yla ilişkilerimizin 1986
yılına kadar kesilmesine sebep olmuştur ve hepinizin bildiği gibi, bu macera,
14 Nisan 1987'de, Anavatan Partisi Hükümetinin tam üyelik başvurusuyla yeniden
başlamıştır. Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinin son genişleme sürecine dahil olmayı bir büyük hedef olarak
önüne koyan 57 nci hükümetin çabalarıyla, içerisinde yaşadığımız bu yıllarda
çok önemli gelişmeler kaydettik; önce, Türkiye'nin adaylığı tescil edildi, daha
sonra, 2004 yılında tam üyelik müzakereleri yapabilmemiz için yapmamız
gerekenleri belirten Katılım Ortaklığı Belgesi 4 Aralık 2000'de açıklandı. Çok
hızlı hareket eden hükümetimiz, Mart 2001'de, 738 sayfalık Türkiye Ulusal
Programını açıklayarak, bu konudaki kararlılığını dünyanın önüne koymuştur.
Bundan sonra, Meclisimizin olağanüstü çalışma dönemi başladı. Burada, hep
birlikte, dostu düşmanı şaşırtacak önemli kanunlar çıkardık ve çok önemli mesafe
katettik. Bugünlerde yaptığımız yasalar ve yapacağımız çalışmalar, ülkemizin
kaderini, geleceğini şekillendirecektir. Bu kararlar, geleceğimizi,
çocuklarımızın geleceğini şekillendirecek kararlar olacaktır. İkiyüz yıllık
Batılılaşma ve kırk yıllık Avrupa Birliği sürecinde yaptığımız hataları ve
kaybettiğimiz zamanları telafi etme fırsatıyla karşı karşıyayız. Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinin, Katılım Ortaklığı Belgesiyle bizden talep ettikleri, diğer
aday ülkelerden farklı şeyler değildir. Bunlar, Avrupa'yı büyüten, bizde de
zaten olan, zaten benimsediğimiz, yüksek insanî, toplumsal ve siyasî değerler
ile ekonomimizi rekabet edebilir hale getirmemiz için gerekli olan birtakım
temel kurallardır. Buradaki eksikliğimizi, bu alandaki eksiklerimizi milletimiz
için zaten yapmalıyız. Bugün görüşeceğimiz uyum yasaları, Avrupa Birliği
olmasaydı da, zaten çıkarmamız gereken yasalar değil miydi değerli arkadaşlar. Demokrasileri oturmuş,
siyasî çarkları daha iyi dönen, daha iyi işleyen, sivil toplumu gelişmiş
ülkelerin aynı zamanda zengin ülkeler olması tamamen tesadüf mü? Bu durum,
liberal ekonominin ve serbest pazarın, hür düşünce ve demokratik kriterlerin
daha çok geliştiği ülkelerde daha iyi çalıştığını göstermiyor mu. Değerli arkadaşlar, bir
yıldır hızlı adımlarla ilerliyoruz; ancak, bu, yeterli değil; durmamalıyız ve
ilerlemeye, koşmaya devam etmeliyiz. Ancak, bu alanda mesafe aldıkça, bizi
Avrupa'da istemeyenlerin, bizi Avrupa Birliği içinde görmek istemeyen güçlerin
provokasyonlarıyla karşılaşmamız da kaçınılmazdır. Bunun örneklerini de zaman
zaman görüyoruz; ancak, bu tuzaklara düşmemeliyiz. Ben inanıyorum ki,
toplumumuzda, Avrupa Birliğine karşı çıkanların "istiyoruz, ama"
diyenlerin ya da bu alanda yapılacak birtakım düzenlemelere şu ya da bu sebeple
karşı çıkanların hepsi yüksek yurtsever duygular taşıyorlar, bundan hiç şüphe
etmiyorum. Herkes, ülkesi için, milleti için daha iyisini arıyor. Gelmiş geçmiş
tüm hükümetlerin, hatta bazı ihtilal hükümetlerinin programlarında bu hedefin
olması, bugün, koalisyon liderlerinin büyük gayreti ve muhalefet liderlerinin
açıkça desteği, bu hedefimizin millî hedef haline geldiğinin göstergesidir.
Bunları tartışmamızın da hiçbir sakıncası yok, ancak, bu tartışmalar bize zaman
kaybettirmemeli, hedefimizden de bizi saptırmamalıdır. Değişme ve tarihin
akışına direnmenin boşuna bir gayret olduğunu bilmeliyiz değerli arkadaşlar.
Ayrıca, bu direnişler milletimizin menfaatına da değildir. Bu konuda, hepimiz
Büyük Atatürk'ü örnek almalıyız. Batı'ya karşı savaşan Büyük Atatürk, savaştan
hemen sonra ülkemizin hedefini Batı'yla bütünleşmek olarak ortaya koymuştur. 29
Ekim 1923'te yaptığı tarihî konuşmada "milletimizi asrîleştirmek
istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye'de asrî, binaenaleyh, Batılı bir hükümet
vücuda getirmek içindir" demiştir. Yine, Büyük Atatürk,
Osmanlının nerede hata yaptığını anlatırken şöyle demiştir: "Osmanlı
Devletinin sukutu, garba karşı elde ettiğimiz muzafferiyetlerden mağrur olarak
kendisini Avrupa milletine bağlayan rabıtalarını kestiği gün başlamıştır."
Atatürk'ün bu çabası, o
günlerde Avrupa'dan da büyük destek görmüştür; en fazla destekleyen de
Yunanistan Başbakanı Venizelos olmuştur. Başbakan Venizelos, o günlerde bir
beyin jimnastiği şeklindeki Avrupa tartışmalarında, Türkiye'ye karşı tavır
alanlara karşı sert çıkmış ve bakın, tarihe yansıyan bir belgede neler
söylemiş: "Avrupa Birliğini kurarken, bir İslam ülkesini almamakla ikilik
yaratıyor ve dünyayı bölüyorsunuz. Ben, Türkiye ile barış kurdum ve bunun kalıcı
olmasını istiyorum. Eğer Türkiye'yi almayacaksanız, ben de aranızda
yokum." Eski Yunanistan Başbakanı, bu konuda, bugünkü Yunanistan
liderlerinden, Yunanistan yöneticilerinden daha uzun görüşlü ve daha vizyonlu
olduğunu bu sözleriyle ortaya koyuyor değerli arkadaşlar. Değerli arkadaşlar,
tarihimiz, aslında, bugüne ders olacak olaylarla doludur; işte size bir örnek:
Avrupa'nın gelişmesinde matbaanın icadı çok büyük itici bir güçtür. Bu sayede
fikirler gelişmiş, eğitim hızlanmıştır. Avrupa'da matbaa 1455'te hizmete
girmiş, o tarihte Main'de ilk İncil basılmıştır; bunu hepiniz biliyorsunuz.
1593'te de Avrupa'da matbaayla Shakespeare'in eserlerinin basıldığını da
hepimiz biliyoruz; ancak, bu icat, Türkiye'ye 1729'da ancak gelebildi ve ilk
lügat 1729 yılında basıldı. Matbaayı, ikiyüzelli yıl bu topraklara
sokmayanların gerekçesi de son derece masumdu; onlar da, toplumun düzeninin
bozulmamasını ve dinin elden gitmemesini istiyorlardı değerli arkadaşlar;
ancak, haklı mıydılar; tarih bunu gösterdi biliyorsunuz. Kaybettiğimiz yılları
telafi edeceğimiz bir konjonktürle karşı karşıyayız değerli arkadaşlar.
Mevzuatımızı Avrupa Birliği müktesebatıyla karşılaştırdığımızda, daha
yapacağımız çok işimiz olduğunu görürüz. Bu konuda, Devlet Planlama
Teşkilatının kaynaklarına göre, yaklaşık 1 634 Avrupa mevzuatının 169'una
Türkiye tam uyumlu, 61'ine uyum çalışması sürüyor, 413'üne kısmen uyumlu,
447'sinin mukabil mevzuatı bizde bulunmuyor, 447'si Avrupa Birliğine girdikten
sonra yapmamız gerekenler, diğerleri de inceleniyor. Bu tablodan anlayacağımız
gibi, bu konuda daha yapmamız gereken çok iş var ve bu Meclise daha çok iş
düşüyor değerli arkadaşlar. Bu mevzuat
değişikliklerini yaparken, aslında, Medenî Kanun örneğinde olduğu gibi,
cumhuriyetimizin ilk yıllarından, hatta, bazen Osmanlıdan kalan kanunları da
yenileme fırsatı buluyoruz. Böylece de toplumumuzun önünü bir ölçüde açıyoruz. Sayın milletvekilleri,
Avrupa, dinamik bir yapıdır, kendi içerisinde sürekli değişim geçiriyor. Bu
çalışmalar bizi de ilgilendiriyor ve önümüzde çok zorlu bir süreç olduğunu da
bize gösteriyor. Burada önemli olan, yasalarda, yönetmeliklerde, her alanda
yapacağımız değişikliklerde insanı esas almaktır. Demokratikleşme dediğimiz şey
de, aslında, insanı öne çıkarmak değil midir. Siyasetçiler olarak bizim
görevimiz, Ankara ile millet arasında var olan; ama, gözle görülmeyen duvarı
ortadan kaldırmak, bu duvarı yıkmak olmalıdır değerli arkadaşlar. Bu bakış
farkını anlatmak için size, hepimizin günlük hayatında yaşadığı bir örneği
anlatmak istiyorum; bu örneği hepimiz yaşıyoruz; ama, kanıksadığımız için fark
etmiyoruz belki. Profesör Serdar Mutlu, İstanbul Üniversitesinden mezun
olduktan sonra yurtdışına gidiyor, uzun yıllar ihtisas yapıyor, kariyer
yapıyor, daha sonra okuluna hoca olarak geri dönüyor. Aynı okulda hocalık
yapacak, işte, personelde işlemlerini yaptırırken, personel müdürü kendisinden
diploma noter tasdikli, nüfus sureti, ikâmetgah senedi vesaire gibi hepimizin,
vatandaşlarımızın hemen hemen her gün, devlet dairesinde karşılaştığı
taleplerle karşılaşıyor. Profesör Mutlu şaşırıyor ve diyor ki: "Yahu, beni
siz mezun ettiniz, diplomayı siz verdiniz; yani, sizin verdiğiniz diplomayla
ilgili bir başka kurumun şahadetine ne gerek var, niye öyle bir istekte
bulunuyorsunuz, kayıtlarınızda diploma var? Ayrıca, ben size niye yanlış adres
vereyim ki... Yanlış adres verirsem, sizin bana göndereceğiniz mektuplar elime
ulaşmaz." Değerli arkadaşlar, bu,
bizim vatandaşımızın günlük hayatta sürekli karşılaştığı şey. Tabiî ki,
Profesör Mutlu, artık o da bu işlerle sürekli karşılaştığı için kanıksamıştır;
ama, bunları ciddiye almalıyız. İnsan odaklı bir yapıya mutlaka geçmeliyiz ve
vatandaşımıza güvenmeliyiz. Vatandaşımıza güvendiğimiz zaman bu konudaki
iyileştirmelerin istismar edilmediğini de görüyoruz. İşte, örneği gümrük
kapılarımız. Geçmişte yurtdışından gelen vatandaşlarımız Zambiya vatandaşı
muamelesi görürdü. Gümrüklerde bütün valizler açılır, saatlerce bekletilirdi
biliyorsunuz. Gümrüklerde beyan usulüne geçtik, deklare ediyor bir şeyi varsa
ya da etmiyor, elini kolunu sallayıp geçiyor; ama, görüyoruz ki, kaçakçılıkta
böyle bir artış olmadı değerli arkadaşlar. Yani, vatandaşımıza güvendiğimiz
zaman kıyamet kopmadığını, küçük birtakım iyileştirmelerde çok kolay görüyoruz. Değerli arkadaşlar, bu
mesele, aslında Amerika Birleşik Devletlerinin kuruluş felsefesinin içinde var.
Bu ülke kurulurken iki temel görüş çarpışmış, bir grup "devlet,
vatandaşını korur, kollar" demiş, diğer grup da "devlet, vatandaşının
hizmetindedir" demiş. Bu iki grubun uzun müzakerelerinden sonra
"devlet, vatandaşının hizmetindedir" diyen grup galip gelmiş.
Amerika'nın devlet düzeni bu şekilde dizayn edilmiş ve, bugün baktığımız, bugün
gördüğümüz, özgürlüklerin ve zenginliklerin de gelişkin olduğu hatta en yüksek
mertebede olduğu Amerika var karşımızda; yani, kötü mü yapmışlar?.. Bana göre,
çok iyi yapmışlar; hepimizin de aynı kanaatte olduğuna eminim. Bizde, işte, temel mesele
bu. Bizim ülkemizde, bizim gözümüzde devlet, baba... Devletin babalığına bir
itirazımız yok; ancak, bizim baba biraz sert, biraz da otoriter. Bizim
istediğimiz, arzuladığımız, bizim babamızın, evlatlarına biraz daha şefkatli
olması, evlatlarına karşı biraz daha hoşgörülü olması. İşte, bu düzenlemeler, bu
konuda önemli adım atmamızı sağlayacaktır değerli arkadaşlar. Sözlerimi burada
bitiriyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN- Teşekkürler Sayın
Sönmez. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya. Buyurunuz Sayın İyimaya.
(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA AHMET
İYİMAYA (Amasya)- Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri;
görüşülmekte olan tasarı hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz ederken,
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; bu vesileyle, aziz Türk Milletimizin
ve kutlayan diğer milletlerin nevruz günlerini de tebrik ediyorum. Değerli arkadaşlar, Yüce
Meclis, aslında bugün, önemli bir görevi yerine getirmektedir. Sekiz yasada
çerçeve bir kanunla değişiklikler yapılmaktadır. Meclisin 2001 yılında
gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleri yasalara aktarılmaya çalışılmaktadır.
Türk Milleti ve devleti adına ortaya konulan ulusal program taahhütleri,
gerekleri yerine getiriliyor. Bu paket, değişik
açılardan değerlendirilebilir. Hukuk kalitesi açısından sorgulanabilir, yasama
ilkeleri açısından değerlendirilebilir ve nihayet, Avrupa Biriliğine giriş
prensipleri bakımından değerlendirilebilir. Aslında, içine girdiğimiz zaman,
sadece müspetlerle dolu değil, önemli menfileri barındıran bir paket. Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliği hedefi, hiçbir zaman vazgeçilemeyecek bir hedeftir. Avrupa
Birliği, sadece bir ekonomik bütünlük değil, bir değerler manzumesi, bir
kurumlar manzumesidir. Sosyolojik gözle değerlendirebilirsiniz, jeostratejik
bir zaruret olarak da görebilirsiniz; ama, bir hususa dikkatlerinizi çekmek
istiyorum: Avrupa Birliği veya Batılılaşma hedefi, en başta, devletin, halkı,
milleti, Türk insanını yola getirmesi projesiydi, fakat, bugün, Avrupa Birliği
standartlarının kazandığı içerik sebebiyle, milletin, sivil inisiyatifin,
bireylerin, devletleri ve devleti demokratikleştirme dinamiği olarak
gelişmiştir. Merkezî otorite, özellikle statüko bu gelişmeyi görünce, bugün,
Türkiye'de bazen ters rüzgârlar estirilmeye çalışılmaktadır. Belki de fark
edemediğimiz bir yön krizinin tohumları atılmaya çalışılmaktadır, karşı atak
geliştirilmeye çalışılmaktadır; ancak, Türkiye, bu yoldan hiçbir zaman
dönemeyecektir. Bunun alternatifi, güdümlü ve biçimsel seçimli bir
demokrasidir. Avrupa Birliğinin alternatifi, belki de beyin göçüne ve
kutuplaşmaya davetiyedir. Onun için,
Parlamentomuzun iki önemli görevi vardır bence: 1- Yön krizinin
doğmaması, teslimiyetçi bir durumun da doğmaması için, Parlamento, tez elden,
Avrupa Birliği hedefleri ve karşılıklı ilişkiler konusunda ucu açık gizli bir
toplantı yapmalı, derinlemesine bir müzakerede bulunmalıdır. 2- Doğabilecek bir risk
halinde, sisteme, halkı katabilecek olan -gerekirse anayasa değişikliğini de
yaparak- anayasal bir mekanizma oluşturulmalıdır. Değerli arkadaşlar,
itiraf edelim ki, bugünkü paketin içeriği, bizi, bu büyük hedefe, yolculuğa
götürmekten hayli uzaktır. Zamanımız elverişli olsaydı da, yetseydi de, bu
paketin doğuş sürecini sizlerle tartışıp, görüşlerimi paylaşma fırsatını
bulabilseydim. Ben, işin bu bölümünü
geçeceğim. İçinden iki tane prototip seçeceğim. Meseleyi, siyasî partilerin
kapatılması rejimi ve meseleyi, işkenceye dayalı, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin, mahkûmiyetlerinde öngörülen tazminatların rücu rejimleri
bakımından ele alacağım; ancak, önce, Parlamentonun itibarı bakımından,
Parlamentonun kimliğine sahip olmak bakımından, bu paketin taşıdığı ayıplı bir
yöntemi sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlar. Bu tasarı paketi 7
maddelik. 7 maddeyle, 8 kanunun 21 maddesinde değişiklik yapıyoruz. Bir
maddeye, bir kanunun 8 maddesi yükleniyor. Bir madde var, değiştiren madde ve
bu maddeyle 8 madde değiştiriliyor; bu, vahim bir durum değerli arkadaşlar. Değiştiren maddeyle,
değiştirilen maddenin tek olması bir yasama ilkesidir. Vergi salma yasalarıyla
ihlal edilen bu ilkenin, bugün, Avrupa Birliğine uyum yasalarıyla, üstelik,
adaletin teessüs ettiği, adaletin kurulduğu bir yürütme organının mercii
noktasında böyle bir geleneğin kurulmaya çalışılması vahim. Ben, 1 maddeyi
müzakere ederken, 5 maddeyi, 6 maddeyi, 7 maddeyi nasıl müzakere edeceğim? Bu,
suskun veya susturulmuş parlamento demektir. Bu, bir yasama hilesidir,
Anayasanın müzakere normlarını dolanmadır. Hele, oyunun kurallarıyla ilgili,
siyasî partilerin kapanması hayatiyeti rejimleriyle ilgili 3 maddeyi, ben, 1
maddeyle değiştiriyorum; bu, gerçekten vahimdir arkadaşlar... Anayasa Komisyonumuzu,
Parlamentomuzu ve Meclis Başkanımızı, itibarımızı çökerten, müzakere edilemez
biçimde sadece parmaklı yasamaya zemin hazırlayan bu ayıbı, bu hatayı ortadan
kaldırmalarını, bu konuda tavır alınmasını talep ediyorum; bir milletvekili
olarak, hem partim adına hem hukuka saygılı bir kişi olarak şahsım adına bu
talebi, millete ait olan bu kürsüden dermeyan ediyorum. Uyum diyoruz, Anayasanın
yasalara aktarılması diyoruz; bu, bir mekanik olay değil arkadaşlar, bu bir
mühendislik olayı değil. Anayasanın ruhunu, felsefesini, dayandığı prensipleri
doğru şekilde ortaya koymadan, kanunlara aktaracağınız anayasa normları, özde
anayasa normları değildir, anayasadan uzak normlardır; göstereceğim, ortaya
koyacağım bunları. Sonra, tasarının
gerekçesinde, gerçekten, Parlamentonun gerçekleştirdiği Anayasadaki yeni
özgürlük rejimi, başarılı bir şekilde işlenmiş. Biz, özgürlük rejiminde yeni
modeli getirirken, Anayasamızın 13 üncü maddesindeki özgürlükleri kısıtlama,
sınırlama sebeplerini, o özgürlüğün tanzim edildiği Anayasa maddesine aktardık;
fakat, burada bir kural koyduk, sınırlama yasayla olmalı dedik. Ne yapıyor bu paket;
Anayasamızda, diyelim ki, toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili özgürlükte
hangi kısıtlama sebepleri öngörülmüşse, hepsini birden yasaya aktarıyor.
Amaçladığımız o değil değerli arkadaşlar, her özgürlük bakımından, konjonktürel
şartlar, ülke koşulları, demokrasi standartları esas alınarak, yasama organı,
istisnaen o sınırlamaların tamamını; ama, kural olarak, o sınırlamaların
ihtiyacı karşılayacak birkaçını yasaya aktaracaktır. Onun için, uyumdaki bu
uyumsuzluğu veya uyum yanlışını ortaya koymak zorundayım. Değerli arkadaşlar, bu
paket, demokrasinin vazgeçilmez kuruluşu, kurumu, unsuru olan siyasal
partilerin yaşama rejimlerini, kapatılma sistemini de düzenliyor, 4 üncü
maddede üç ayrı maddeyle düzenliyor. Bir defa, siyasal
partilerin kapatılması düzeni yasal seviyeye indirilirken, yasama organının,
teklif eden veya tasarılaştıran iradenin vazgeçemeyeceği, gözetmek zorunda
olduğu temel prensipler var. Bilinmelidir ki, bu alan, siyaset kurumunun
doğrudan sahasıdır, ortak rekabetin var olması veya yok olması meselesidir.
Kapatma rejimini ne kadar ayrıntılı şekilde ve fazla sebeple tanzim ederseniz,
orada, demokratik alanı ve siyaset kurumunu, başkalarına kısmen devretmiş olursunuz,
delege etmiş olursunuz. Bakınız, devletimiz,
sistemimiz bu sorunu, henüz, sosyolojik akılla okuyabilmiş değildir, mekanik
bir yasakçı gözle okuyor. Yasaklıyorsunuz devlet olarak, tamam; ama, ulusun
sorunlarını çözemiyorsunuz, bireyi zenginleştiremiyorsunuz. "Sadece siz
yarışacaksınız" diyorsunuz, tamam; ama, yarışanlar çözemiyor. O zaman,
yasak veya yasaklanan bir cazibe merkezi haline geliyor. Sosyolojik veri, tabanda
yüzde 12,5'i kesinlikle elde eden bir sosyal felsefenin, sosyal görüşün,
yasalarla hiçbir şekilde yasaklanamayacağı veya yasaklamalar yoluyla olası
sosyolojik yırtılmaların önüne geçilemeyeceği yönündedir. Bugün 200'e yakın
parti kapatmışız arkadaşlar, 18 tanesini Meclisin parmaklarıyla kapatmışız. Bu
demokrasimiz, düşük yoğunluklu demokrasi. 1995 yılında, Yüce
Parlamento bu soruna bir çözüm üretmek istedi; bana göre de, büyük ölçüde
çözdü. Orada, Dernekler Kanununa kıyaslı Siyasal Parti Yasasındaki düzenlemeyi
yeniden okuyarak "siyasal partilerin kapatılması rejimi ve sorunu, bir
kanun rejimi veya kanun sorunu değil, Anayasa sorunudur" dedi ve
Anayasamız, siyasal partilerin ancak üç sebeple kapanabileceğini öngördü. 69
uncu maddenin son fıkrasında -ezbere okuyorum- "siyasî partilerin
kapatılmaları yukarıdaki esaslar çerçevesinde düzenlenir" dedi; yani,
artık, bundan böyle, yasayla, Anayasada öngörülmeyen bir kapatma sebebini ihdas
yolu ortadan kaldırıldı. Bu, sadece Anayasanın görüşülmesi sırasındaki
zabıtlarda değil, bütün anayasa bilim adamlarının görüşü; Sayın Necmi
Yüzbaşıoğlu'nun özel incelemesi, Sayın Fazıl Sağlam'ın özel incelemesi. Ve Anayasa Mahkememiz,
1997 yılında Büyük Meclise yazı yazdı; dedi ki: "Anayasanın 149 uncu
maddesinde yer alan temelli kapatma ve kapatma gibi iki kapatma durumu yoktur,
yasal uyumu tek kapatma olarak yapın." Maalesef, bugün ne yapıyoruz arkadaşlar:
Anayasa Komisyonunda özgün şekilde dile getirdim. 102 nci maddemiz var; savcı,
siyasal partilerden bilgi ve belge akışını istiyor veya Anayasanın 68 inci
maddesinin dördüncü fıkrasındaki eylemlere aykırı davranan kişileri, organları
görevden almayı, ihracı istiyor ve 102 nci madde, şu anda "bu gerekleri
yerine getirmeyenler hakkında savcı doğrudan dava açar" diyor. Yasanın bu hükmüne,
Anayasa Mahkemesi ilişemiyordu. Niye; Anayasamızın geçici 15 inci maddesine
göre, 12 Eylül hukuku kuralı olduğu için, iptal edemiyordu; ama, şimdi,
Anayasanın geçici 15 inci maddesi değişti, yasanın yumuşak anayasa niteliği sona
erdi. Bugün, Uzlaşma Komisyonunun, Anayasa Komisyonunun, Parlamentonun, teklif
iradesinin, tasarı iradesinin temel görevi, yasadan bunu çıkarmaktır. Bunu
tekrar getiriyoruz. O zaman, siyasal partilerin yaşamaları anayasal teminat altında
değilse, yüz tane sebep üretelim ve yarın, yasama çoğunluğu, istendiği gibi
kapatma sebepleri üretebilir. Ha, buna başka müeyyideler uygulanacak tabiî,
başka müeyyideler geliştirilebilir. Anayasanın 105 inci maddesini, 104 üncü
maddesini, şu pakette, bu anlamda uyumlandırmalı ve çıkarmalıydık; bu olmadı. Doğru Yol Partisi,
köklerinden olan Demokrat Partisini, öz kökü olan Adalet Partisini, sistemin bu
yanlış yorumuyla kaybetmesi tecrübesini de gözeterek, bu Anayasaya aykırılığı
kesin olan, iptidaî bilgilerle dahi ortaya konabilecek olan bu 4 üncü maddedeki
değiştirilen 102 nci maddeyi, Anayasal yargı denetimine, soyut norm denetimine
götürecek ve siyasal alanı daraltmaya yönelik Anayasaya aykırı bu girişimin
parmaklarla sağlanan sonucunu ortadan kaldırma çabasını esirgemeyecektir. Değerli arkadaşlar, bu
tasarının en fazla sevindiren, savunulabilen 2 nci prototifi, işkence
suçlarında ulusalüstü mahkemenin hükmettiği tazminatları ödeyen devletin, bu
işkencede dahli bulunan personele, devlet memurlarına rücu rejimini
getirmesidir. Adım, anlamlıdır, ilktir; fakat, yetersizdir. 1999 yılında bu konuda
bir model geliştirdim, İngilizceye çevirttim ve Avrupa Birliği müktesebatına
katkı anlamında Avrupa Birliği organlarına da gönderdim ve zannediyorum Adalet
Komisyonumuzun belli gündeminde, 8342 sıra sayısıyla yer alıyor. Bir defa, Türkiye, şu
anda, yeniden yapılanma süreci içerisinde, özelleştirme süreci içerisindedir.
Bu gibi süreçler, doğaları gereği, yolsuzlukların yoğun olduğu süreçlerdir. Bu
süreçlerde, devletin ödeyeceği tazminatların sorumlularına ödetileceği hükmü,
yolsuzluğa karşı caydırıcı etki doğuracaktır. Bir defa, bu rücu modelini düz
bir kanun olarak görmeyiniz arkadaşlar. Bu, bürokratik devletten demokratik
devlette geçişi sağlayan temel bir dinamiktir. Burada, biz işkenceden,
tazminata neden olan tüm ağır kusur ve kasıtlı suçları kapsayacak şekilde
genişletmeliyiz. İkincisi; sadece 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değil, bu
yasaya tabi olmayan ve fakat yine böyle kendi işlemlerinden dolayı Türk
Devletinin tazminata mahkûm olduğu diğer muhataplar bakımından da
geliştirmeliyiz. Benim modelimde o var. İnşallah, Sayın Bakanımız ileride böyle
bir tasarıyı üretir; çünkü, milletvekili tekliflerinin kale alınmadığı veya
önemsenmediği bir dönemi yaşıyoruz. Burada bu modelin ikinci
önemli yararı da, gün ışığında yönetim ve yolsuzluğa karşı önlem oluşudur.
Tasarının bu bölümü sebebiyle mimarlarını gönülden kutluyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) AHMET İYİMAYA (Devamla)-
Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN- Buyurun. AHMET İYİMAYA (Devamla)-
Doğru Yol Partisi, teklif paketinin 4 üncü maddesinde yer alan Siyasal Partiler
Yasasının 102 nci maddesi dışında paketi genel olarak desteklemekte, olumlu
bakmakta ve Avrupa Birliği yolculuğunda hukuk düzenimize, demokrasimize
derinlik kazandırması temennisinde bulunmaktadır. Bu vesileyle Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum efendim. (DYP, ANAP, SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın İyimaya. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman. Buyurunuz Sayın Akman. AK PARTİ GRUBU ADINA
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan
839 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısının geneli üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu arada, bugün idrak
etmekte olduğumuz Nevruz Bayramının da tüm halkımız için kutlu olmasını
diliyorum. Yaklaşık altı ay önce
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 3.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanunla yapılan değişikliğe uyum niteliği taşıyan ve kamuoyunda "ikinci
uyum yasa paketi" olarak adlandırılan bu tasarı, aynı zamanda, Avrupa
Birliği adaylık sürecinde ev ödevi olarak yapılması gereken değişiklikleri de
kısmen içermektedir. Peki, yasa tasarısı bu
amaca tam olarak hizmet etmekte midir? Bu soruya tek kelimeyle "evet"
deme imkânına sahip değiliz. Her şeyden önce, yasa tasarısının getiriliş
usulüyle ilgili bir konuyla başlamak istiyorum. 8 ayrı kanunda değişiklik
yapan ve toplam 21 yasa maddesini değiştiren bu tasarının tamamı 7 çerçeve
madde içerisine sıkıştırılmıştır. Zaten, muhalefetin sesini iyice kısan ve Yüksek
Mahkeme kararına rağmen bu İçtüzük uygulamasını sürdüren iktidarımız,
anlaşılan, yine de muhalefetin sesinden sıkılıyor olmalı ki, bu tasarıdaki
madde sayısını az tutmuştur. Bildiğimiz yasa yapma tekniklerini ve teamüllerini
hiçe sayan bu yanlışlığı affetmek mümkün değildir. Eğer bu mantıkla hareket
edersek, korkarım ki, bir sonraki adımda, yüzlerce maddelik bir kanunu bile,
"nasıl olsa aynı kanun maddeleridir" diye tek madde olarak görüştürme
çabasına da şahit olabiliriz. Uyarıyorum ve diliyorum ki, bu usul kötü bir
emsal olarak anılsın ve misal olmasın. Tasarının sadece 5 inci
maddesinde, Dernekler Kanununun tam 6 maddesi değiştirilmektedir. Bunun
sebebini sorduğumuzda ise, karşımıza iyiniyetle "sayın hükümetimizin
acelesi olduğu" cevabıyla karşılaşıyoruz. Kamuoyunda tartışılmayan
tasarı, iki gün içerisinde, İçişleri, Anayasa ve Adalet Komisyonlarında
görüşülmesinin yanı sıra, üçüncü günde de Genel Kurul gündemine alınmıştır ve
birkaç saat önce dağıtılmış olan ve eminim ki, birçok milletvekili arkadaşımızın
henüz görme şansına sahip olmadığı bir tasarıyı görüşüyoruz. Ayrıca, anayasa
değişikliğine uyum tasarısı, hiçbir muhalefet önergesine geçit verilmeden,
virgülüne dokunulmadan aynen kabul edilmiştir. Değerli milletvekilleri
Ulusal Programın ilanının üzerinden bir yıl geçti; bu tasarıyla kendisine uyum
sağlamaya çalıştığımız anayasa değişikliğinin üzerinden de yaklaşık altı ay
geçti. Yaptığımız değişikliklere bakıyorsunuz, bir hukukçu, mevzuatı iki gün
incelese, hem bu değişiklikleri hem de bu tasarıyla gelmeyenleri tespit eder ve
yapılması gerekenleri ortaya koyar. Peki, burada temel yanlışlık nereden
kaynaklanıyor dersiniz; hemen ifade edeyim: İktidarın çarpık anlayışından! . Biz, bundan altı ay kadar
önce iktidarıyla, muhalefetiyle bir olup büyük bir çoğunlukla Anayasada, sivil
dönemlerde yapılabilen en büyük değişikliği yaptık mı; evet. Yine,
hatırlanacağı üzere, halen faal olan Partilerarası Uzlaşma Komisyonu aylarca
çalıştı, Anayasa Komisyonu çalıştı, Genel kurul çalıştı ve taahhütlerimizin bir
kısmını Genel Kurulda unutmamıza rağmen bu değişiklik yapıldı. Şimdi, bizim muhalefet
olarak beklentimiz o idi ki, uyum yasaları aynı şekilde bize de danışılarak,
kamuoyunda tartışılarak kabul edilsin ve ondan sonra Meclis huzuruna gelsin.
Mesela, bunun için 20 nci Dönemdeki uygulama devam ettirilebilir ve Uzlaşma
Komisyonu bu konuda faal duruma getirilebilirdi. Ne yazık ki, bu iktidar, uyum
deyince, üç iktidar liderinin anlaşmasını ve bazı konuları, iktidar uyumunu
bozacak gerekçesiyle buzdolabında uyumaya bırakılmasını anlıyor. İstikrar
deyince de, her şeye rağmen koalisyonun devamını anlıyor. Kavramları bu kadar
yozlaştıran bir iktidarla karşı karşıyayız ne yazık ki!... Değerli milletvekilleri,
anayasa değişikliklerine olumlu katkı sağlamış bir parti olarak elbette ki
çelişkili bir davranış içerisinde olmayacağız. Değiştirdiğimiz Anayasanın uyum
yasalarına da evet diyeceğiz; ama, bu, bizim görüşümüz alınmadan hazırlanan
böyle bir tasarıya hiç eleştiri getirmeyeceğiz anlamına da gelmez. Kanun maddelerinin âdeta
iç içe preslenerek konulduğu bu tasarı, elbette ki mevcut duruma göre bir
iyileştirme getirmektedir; fakat, değiştirilmesi gereken birçok konuyu
içermemekte; örneğin, idam konusu, anadilde yayın konusu, DGM'lerin
kaldırılması konusu gibi, kamuoyunda çokça tartışılan konuların atiye
bırakıldığını görüyoruz. Bugün, halk nezdinde toplam desteği yüzde 10'lar
civarında olan bir iktidarın ortaklarının anlaşması ve uzlaşması, halkımızın bu
konudaki görüşlerini yansıtmamaktadır. Geniş halk kitleleri bu
hayatî konularda mevcut iktidarın, artık, kendisini temsil etmediğini ve
demokratik meşruiyetini kaybettiğini düşünmektedir, bir an önce kendisine
dönülmesini istemektedir. Halkımız, artık, koalisyon adına uyutulmak
istememektedir. Değerli milletvekilleri,
hazırlanan uyum tasarısı, birçok tartışmalı konuyu gündeme getirmemek için suya
sabuna dokunmayan bir nitelikle ve muhtemelen, ilk hazırlanış şeklinden çok
taviz verilerek hazırlanmıştır. Tabiî, bunu, basına yansıyan tartışmalardan
anlıyoruz. Bu tartışmalar neticesi basında, "uyum paketi kuşa döndü"
manşetlerinin atılmasına da neden olmuştur. Dolayısıyla, tasarının hak ve
özgürlükler yönünden biraz daha budandığını görüyoruz. Bununla beraber, tasarı,
olumlu düzenlemeler de içermektedir. Tasarının 1 inci
maddesiyle, İl İdaresi Kanununun 29 uncu maddesine bir fıkra eklendiğini
görüyoruz. Doğrusu, ben, bu maddedeki değişikliğin Anayasa uyumuyla doğrudan
bir irtibatını kuramadım, ama, yine de olumlu yönde bir değişiklik olduğunu
ifade etmem lazım. Zaten, epey bir süreden bu yana, bildiğimiz kadarıyla,
uygulama da bu yöndeydi, burada, fiilî duruma kanunîlik kazandırılmıştır.
Elbette ki, mülkî idare vekaletinin yine aynı misyona sahip kişi tarafından
kullanılması en doğal olanıdır. Tasarının 2 nci
maddesiyle, Basın Kanununun ek iki maddesinde değişiklikler yapılmaktadır.
Basın Kanununun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası bazı hallerde basılı
eserlerin dağıtımının engellenmesi ve toplatılabilmesini öngörmektedir. Bu
fıkranın önceki halinde, Ceza Kanununun bazı maddelerinin ihlali niteliğindeki
basılı eserlerle ilgili bir karar alınabilmekteydi. Yeni düzenlemede,
Anayasadaki bazı ifadelerin maddeye taşındığı görülmektedir. Yeni düzenleme, devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin,
genel ahlakın korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için bu tedbirin
alınmasını öngörmektedir. Doğrusunu isterseniz, ben, bu haliyle, suç alanı
daraltılmış mıdır genişletilmiş midir, bunu da anlamakta güçlük çekiyorum. Yine, bu maddedeki, makineler
ile diğer basın aletlerinin müsaderesinin, artık, mevzuatımızdan çıkarılması
gerektiği kanaatindeyim. 12 Eylül ürünü olan Anayasamızın 30 uncu maddesinde
bazı suçlar istisna edilerek suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere
yapılamayacağını öngörmektedir; ama, bunun mefhumu muhalifinden adı geçen
suçlarla ilgili olarak da muhakkak surette müsadere yapılacağını anlamamak
gerekir. Kanımca, özgürlükçü bir yaklaşım sergilenseydi, bu, Anayasaya aykırı
olmazdı. Tasarının 3 üncü maddesi,
Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine bir fıkra eklemekte ve işkence ve
zalimane, gayriinsanî ve haysiyet kırıcı muamele suçları sebebiyle işlenen
suçlarla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen tazminat
hükümleri için devletin sanığa rücu hakkını düzenlemektedir. Bu, son derece
yerinde bir düzenleme olmakla birlikte, kanaatimce yetersizdir. Zira, burada,
devletin zarara girmesine eylem, işlem ve kararlarıyla sebebiyet veren tüm kamu
görevlileri bu kapsama alınmalıydı. Halkın milyonlarca dolarının birilerine
verilmesine sebebiyet vermeye hiç kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum.
Tabiî, bu eksik haliyle dahi, bazı kimselerin bu düzenlemeye karşı çıktığını da
üzüntüyle müşahede ediyoruz. Sistematik bir şekilde işkence yapıldığı iddiası
üzerinde olan Türkiye'nin bu ayıptan kurtulmasını istemeyenlerin, ne mantıkla
işkenceyi savunduklarını anlamak da mümkün değildir. Bu konuyla ilgili olarak
şikâyetçi olabilmenin ve dava açılmasının önündeki engellere ve zorluklara
rağmen, yüzlerce davada, yine, yüzlerce sanık Türkiye'de yargılanırken, bu
insanlık suçunun tamamen ortadan kaldırılmasının yanında olmamız gerektiğinin,
bir kez daha, huzurunuzda, altını çiziyorum. Değerli milletvekilleri,
tasarının 4 üncü maddesiyle, Siyasî Partiler Kanununun üç maddesinde yeni
düzenlemeler yapılmaktadır. Bu değişikliğin genel karakterinin Anayasada
yapılan değişikliğin kanuna aktarımı olduğunu ifade edebiliriz; yalnız, 101
inci maddede yapılan değişiklikle, Anayasamıza yeni bir ceza olarak giren
partilerin kısmen veya tamamen hazine yardımından mahrum edilmesi yaptırımına
bir altsınır getirilmektedir. Bu altsınır da, bir yıllık hazine yardımının
yarısı olarak öngörülmektedir. Kanaatimce, bu miktar çok yüksektir. Bu
altsınırın beşte 1, hatta onda 1 olması ve suça göre daha geniş bir takdir
alanı bırakılması gerekirdi. Zira, bu neviden bir yaptırıma, partiler, çok
basit bir eksiklikten dolayı dahi maruz kalabilirler. Yine, hazine yardımının
partilerden iadesini istemek düzenleniyor bu maddede. Son derece yanlış olduğunu
düşünüyorum; zira, bu yardımın kesilmesi, onun doğru harcanıp harcanmadığıyla
ilgili olmayıp, bir yaptırım niteliğindedir. Harcanan yardım son derece yerinde
ve belgeli olarak da harcanmış olsa bile, dürüst yöneticilere, böylece, şahsen
bir malî yükümlülük getirilmektedir ki, ben, bunun, yanlış olduğunu
düşünüyorum. Yine, bu madde
vesilesiyle bir eksikliği daha gündeme getirmeden geçemeyeceğim; o da, hazine
yardımı alamayan ve Meclis dışında olan siyasî partiler bu düzenlemelerde
unutulmuş ve maalesef, en basit bir kural ihlalinde, onlar, kapatılma yaptırımıyla
karşı karşıya bırakılmıştır. Doğrusu, bu değişikliklere, çok ilginç
uygulamalarına şahit olduğumuz Anayasa Mahkemesinin de nasıl bakacağını merak
ediyorum; çünkü, 1999 yılında, bu Mecliste, 95 Anayasa değişikliğine uyum niteliğinde
çıkarılmış olan Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesinin ikinci fıkrası,
Anayasa Mahkemesi tarafından, hem savcı hem hâkim, hatta hem de yasama meclisi
yerine geçerek, bir partinin kapatılması sürecinde, bildiğiniz gibi iptal
edilmiştir. Bu vesileyle, şunu da
hatırlatmak istiyorum değerli üyelere. Yeni Anayasa değişiklik paketinde,
Anayasa Mahkemesinin yapısının, görevlerinin titizlikle incelenip yeniden ele
alınması gerektiğini düşünüyorum. Değerli milletvekilleri,
tasarının 5 inci maddesi, üst üste preslenmiş vaziyette, Dernekler Kanununun
tam 6 maddesinde değişiklikler öngörmektedir. Bu madde vesilesiyle ifade etmem
gerekir ki, gerek kısmen değiştirdiğiniz Anayasa gerekse uydurmaya çalıştığımız
bu yasaların çoğuna baktığımız zaman, bunların genel karakteristiğinin 12 Eylül
ara döneminin ürünlerini olduğunu ve birer tepki yasası olarak çıktığını
görüyoruz. O günkü konjonktürel yapı içerisinde, özgürlük gömleğinin Türkiye'ye
bol geldiğini düşünenler ve alabildiğine dar giyimli olan, içerisinde hareket
kabiliyeti olmayan bir gömleği Türkiye'ye giydirmişlerdir. Tabiî, bu gömlek,
yıllar geçtikçe her tarafından sökülmeye başlamıştır. İşte, o ara dönemde,
maalesef, kocaman kepçelerle halkımızdan alınan haklar ve özgürlükler, bugün,
küçük küçük kaşıklarla ve iktidar partilerinin insafıyla ve lütfeniyle iade
edilmeye çalışılmaktadır. Falanca madde mi; olur mu efendim! Filanca iktidar
ortağı o konuda çok hassas, o sahaya el sürdürmez; diğerine, diğeri el
sürdürmez, derken, her alanda maalesef, halkımız, yerlerde sürünmeye mahkûm
bırakılmaktadır. İşte, o maddelerden birkaçı, Dernekler Yasası... Değerli arkadaşlar,
bugün, çağdaşlığın, demokratlığın, katılımcılığın, gelişmişliğin en belirgin
ölçüsü, bir ülkedeki sivil toplum örgütlerinin çokluğu, etkinliği ve
güçlülüğüyle doğrudan orantılıdır. Eğer, ülkenizde sivil toplum örgütlerinin
sahası geniş tutulmuşsa ve bunlar, halkın taleplerini özgürce ve en yüksek
sesle yönetenlere haykırabiliyorlarsa, o zaman, gelişmiş bir toplumsunuzdur.
Aksi takdirde, üçüncü, hatta dördüncü dünya ülkesi konumundasınızdır. Ülkemizde dernek kurmak,
buna üye olmak ve bu çatı altında faaliyet göstermek o kadar zorlaştırılmıştır
ki, bunun doğal sonucu olarak, Türkiye'de, artık, derneklerden söz etmek mümkün
değildir. Devlet desteğiyle kurulmuş kamu yararına adı verilen birkaç derneği
istisna ederseniz, bugün Türkiye'de dernekten bahsetmek mümkün değil. Sorarım size, filanca
konuşması nedeniyle hüküm giymiş bir şahsın dernek üyesi olmasının ne sakıncası
olabilir allahaşkına?! Eğer, bu kişi, dernek üyesi sıfatıyla bir suç işlese,
bunun için bir dokunulmazlık söz konusu mudur; hayır. Peki, resmen örgütlenmeyi
zorlaştırmakla ne fayda elde edilmektedir; kocaman bir hiç. Eğer, derneği
illegal bir faaliyet için kullanmak isteyen varsa, zaten bu kişiler daha çok
yeraltına teşvik edilmekte, diğerleri de faaliyet gösterebilmenin bir yolunu,
ya forum ya platform gibi çeşitli adlar adı altında bulabilmektedirler. Kanaatimce, gerek
Dernekler Kanununda gerekse Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda, daha
demokratik, daha iyileştirici bir düzenleme yapılmalıydı; buna, anayasal olarak
da bir engel yoktu. Örneğin, toplantı ve gösteri yürüyüşü nedeniyle verilen
cezalar, bu türden eylem için son derece ağır olduğu halde, biz, bugün, hâlâ,
yasada, bu yaptırımları uygulamaya devam ediyoruz. Sayın Bakanım, eğer,
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda ciddî bir iyileştirme istiyor
idiyseniz, muhakkak surette, bu faaliyete izinsiz olarak katılan insanlara
verilen cezaları makul bir düzeye çekmeniz gerekiyordu; işte, o zaman, bu
kanunda demokratik bir adım atılmıştı diyebilirdik. Tasarının 7 nci
maddesiyle, beş ayrı kanundaki bazı düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır.
İfade etmem gerekir ki, bu düzenlemelerin tamamı doğru düzenlemedir. Demin de
ifade ettiğim gibi, ilavesi olması gerekirdi; mevzuatımızda, daha, yürürlükten
kalkması gereken çok sayıda madde var bu konuda, bunların da düşünülmesi
gerekir. Dilerim, bundan sonraki
anayasa ve yasa değişiklikleri sırasında tüm bu konular detaylı bir şekilde
düşünülür ve iktidarımız, bugün yaptığı gibi yapmaz. Ne yapar; muhalefetiyle,
sivil toplum kuruluşlarıyla, bu ülke için söz söylemek isteyen herkesle oturur,
uzlaşır ve Anayasa başta olmak üzere, Anayasayı değiştirdikten sonra, diğer
yasaları da, böyle geniş bir mutabakatla kabul ederek insanlarımızın önüne
getirir, Meclisimizin huzuruna getirir. Bu dilek ve temennilerle,
bu düşüncelerle, çıkarılacak olan yasanın hayırlı olmasını diliyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Akman. Son olarak, Saadet
Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak; buyurunuz. (SP
sıralarından alkışlar) Sayın Kamalak'ın süresi
içindeki konuşmasından sonra da, grup başkanvekillerimizin ortak arzusuna
uyarak, saat 20.00'ye kadar ara vereceğiz. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sayın Başkan, bizim arkadaşımız da konuşacak. BAŞKAN - Bana verilen
müracaatlardan bahsettim, müracaatınız gelirse, eklerim; ama... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Bir saat önce müracaat ettik Sayın Başkanım; oraya sorarsanız... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Gecikme var galiba; Meclis bürokrasisi iyi çalışmıyor! TURHAN GÜVEN (İçel) -
Demokrasi iyi çalışmıyor! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon)
- Elli yıldır öyle! BAŞKAN - Arkadaşlarım
"yok" diyor; ama, bakalım. Sayın Kamalak, siz
buyurun. SP GRUBU ADINA MUSTAFA
KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; 839 sıra sayılı
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında
Saadet Partisinin görüşlerini açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum; konuşmama
başlarken, hepinizi hürmetle selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
konuşmam, ana hatlarıyla iki bölüm halinde arz edilecektir; ilk etapta, bu
tasarının şekli üzerinde duracağım; ikinci bölümde ise, esası hakkındaki
görüşlerimi dile getireceğim. Değerli arkadaşlarım,
daha önceleri, genel olarak, tasarı yahut teklifler, herhangi bir kanundaki
değişikliği öngörmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilirdi.
Zamanla, bu tasarılar, bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanun
tasarısına dönüştü. Şimdi ise, elimizdeki tasarıda olduğu gibi "çeşitli
kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı" adını almaya
başladı. Değerli arkadaşlarım, bu
ifade biçimi, kanun yapma tekniğine aykırıdır; Yüce Meclisin mehabetine
yakışmayan bir uygulamadır. Eğer, Bakanlar Kurulu böyle bir tasarı hazırlarken
hükümete saygısı yoksa, Yüce Meclise saygılı davranmak mecburiyetindedir. Değerli arkadaşlarım,
diğer yönden, tasarı yahut teklifler, genel olarak da tasarılar, İçtüzükteki
süre kaydına dahi uyulmadan, âdeta yangından mal kaçırırcasına, el çabukluğuyla
komisyonlardan ve Genel Kuruldan geçirilmeye çalışılmaktadır. Öyle olunca, bu
Yüce Kuruldan geçen birçok kanun, âdeta, gecekondu tipi kulübeleri
hatırlatmakta. Değerli arkadaşlarım,
Anayasa Komisyonunda da ifade ettim, bu şekilde kanun hazırlamak, netice
itibariyle, derme çatma metinleri buradan geçirmek anlamına geliyor. Soruyorum
size, şu iki üç yıldan beri, bu komisyonlardan geçirip de "temel
kanun" diye vasıflandırdığınız bir tek kanun bugün yürürlükte midir?
Hayır... Medenî Kanun falan... Ona da itiraz etmedik de o yüzden geçti. Biraz önce Grup
Başkanvekilimiz dile getirdiler; 8 kanun Cumhurbaşkanı tarafından geri
çevrilmiş, 34 kanun yahut kanun hükmünde kararname Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmiş. Şu söylenildi, denildi ki: "Cumhurbaşkanının geri çevirme
iradesi yahut Anayasa Mahkemesinin kararının Meclis iradesinden daha doğru
olduğuna hükmedebilir miyiz." Değerli arkadaşlarım,
hepimiz, bu Anayasa üzerine yemin ettik. Bu Anayasa, Cumhurbaşkanına iade
yetkisini, Anayasa Mahkemesine de iptal yetkisini vermiştir. İptal edilecek
kanunlardan biri de budur, bu tasarıdır. Değerli arkadaşlarım,
öbür taraftan -hepiniz gayet iyi bilirsiniz- bir kanunda, şekil olarak, kısım
olur, kısım içinde bölüm olur, bölüm içinde fasıl olur, fasıl, maddelerden
meydana gelir; madde ise, fıkra ve bentlere ayrılır. Allahaşkına, siz söyler
misiniz, şunun hangisi madde, hangisi fıkra, hangisi benttir?! Allahaşkına,
açın 5 inci maddeyi, bir fasıl yahut bölüm olması gereken bir düzenleme, madde
biçiminde getirilmiştir. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
O, özel imalat! MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Tekrar ediyorum, Bakanlar Kurulunun kendisine saygısı yoksa, bu Meclise saygı
duymak mecburiyetindedir. HAKKI DURAN (Çankırı) -
Hicaz faslı... Hicaz faslı... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Ona da geliyoruz... Ona da geliyoruz... Değerli dostlarım, asıl
yönünden, buna, kamuoyunda, sözümona uyum paketi deniliyor. Adını doğru
koyalım; bu, bir uyum paketi değildir; bu, olsa olsa, bir oyun paketi olabilir,
uyumla falan alakası yok bunun. Değerli arkadaşlarım,
bakalım ne getiriliyor tasarıda. Tasarı, yürürlük ve yürütme maddesinin dışında
7 maddeden oluşuyor. Bu 7 maddenin bir kısmı, tabiri caizse, dostlar
alışverişte görsün türünden dolgu maddeleridir, eften püften maddelerdir.
"Madde 1.- Kaymakamlığa sadece mülkî idare amirliği hizmetleri sınıfından
olanlar vekâlet edebilir." O ilçedeki sağlık müdürü vekâlet etse ne olur,
ziraat müdürü vekâlet etse ne olur, ne var allahaşkına burada?! Gerekçesi de açıklanmıyor,
o da açık değil. Şunun vekâlet edeceği öngörülmüştür deniliyor. Belki, şu
olabilir: Birkaç gün önce, hatırlayacaksınız, gazetelerde, kaymakamların smokin
giyme mecburiyeti olduğu, kadehin nasıl tutulacağı konusunda kurslara tabi
tutulduğu, içkinin tadından anlaması için eğitim gördüğü ifade edildi. Belki bu
amaçlanıyor olabilir, mülkî idare amirleri bu tür içkilerden geçti, daha
doğrusu, kurslardan geçti; öbür taraftan, sağlık müdürüydü, ziraat müdürüydü,
bunlar bu işin acemisidir; belki devletin yüce şanına uygun bir protokol
görevini ifa edemez!.. Belki, öyle, bilemiyorum; ama, sonuç itibariyle,
sanıyorum, bu zamana kadar kaymakama bir mülkî idare amirinin vekâlet
etmemesinden dolayı, herhalde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti önemli bir
sıkıntıyla karşılaşmadı. Getirilen şey budur. Bakıyoruz, 2 nci maddede
ne var; alıyor, şunlar şöyle olmuş, bunlar böyle olmuş; bakıyoruz (B)
fıkrasına: Efendim, şöyle olursa, önceden üç günlüğüne kapatılırmış da, şimdi
bir güne indirilmiş!.. Efendim, önceden kapatma süresi bir ay imiş de şimdi
onbeş güne indirilmiş... Gelişti hürriyet, yaşasın demokrasi!.. Değerli arkadaşlarım,
geliyoruz 3 üncü maddeye. Tabiî, son derece önemli bir maddedir; ama, son
derece yetersiz bir maddedir. Kısaca ne diyor: Bir kimse -özü itibariyle-
işkence suçu işlemekten mahkûm edilir de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de
Türk Devletini tazminata mahkûm ederse, Türk Devleti, bunu, bu tazminata mahkûm
olmasına yol açan kamu görevlisine rücu edecekmiş!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Bulabilirse rücu edecek; bulamazsa?!. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, tabiî, olması gereken budur; ama, gerçekten samimî
iseniz, gelin, bunun sonuna şöyle bir ifade ekleyelim: Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine aykırı karar ve uygulamalarından dolayı tazminata mahkûm olanlar,
bu tazminatı ödemeye mecburdurlar. Var mısınız?.. Hayır. EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Ne
fark eder? MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Ha, çok şey fark eder. Bakanlar Kurulu da girer bu işin içerisine, kamu
yetkisi kullanan herkes girer. Öyle, kıyısından köşesinden, samimî olmayan
ifadelerle "düzenleme yaptık, Anayasaya uyum paketi hazırlıyoruz"
demekle aldanan da yok, kanan da yok ya; kimseyi kandırmanız da mümkün değil,
Avrupa'yı ikna etmeniz de mümkün değildir. Arkadaşlar, 4 üncü
maddeye, siyasî partilerle ilgili yeni düzenleme yapan maddeye geliyoruz. Değerli arkadaşlarım, şu
olmuş, bu olmuş, falan falan... Kanaatimce, Anayasa Mahkemesinden kesinlikle
dönecek bir maddedir. Bu, demokrasinin temeline dinamit koyan bir maddedir. Bakın, ne deniliyor:
Siyasî Partiler Kanununun 102 inci maddesinin birinci fıkrası şu şekilde
değiştirilmiştir... Ne yapılıyor; Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı, partiye, bazı hallerde, şu bilgiyi ve belgeyi bana
gönder diye yazılar yazıyormuş. Başlık ne: "Siyasî Partilerin
Faaliyetlerini İnceleme Konusunda..." Mevzuatını falan değil,
dikkatlerinize arz ediyorum, faaliyetlerini inceleme hususunda. Ne deniliyor:
"Siyasî partilerin faaliyetlerinin izlenmesi amacıyla..." Değerli arkadaşlarım,
siz, seçim yörenizde bir miting yaptınız, konuşma yaptınız. Savcı diyecek ki,
falan milletvekilinin filan yerdeki konuşma metnini bana gönder. İrticalen
konuşma yaptınız. Bizdeki bilgilere göre durum şöyledir, bu üyeyi ihraç edin.
Sizin mitinginiz parti faaliyetiyle ilgili değil mi? Bir genel başkan, çıktı,
bu kürsüde konuşuyor; misalen, bütçe üzerine; misalen Avrupa Birliği üzerine
konuşuyor veya grupta konuşuyor; yeri fark etmez; ama, Meclis kürsüsü ve grupta
olmasının elbette önemi var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı çıkıp -Sayın
Bakanımızdan cevaplandırmasını özellikle istirham ediyorum- şunu diyemeyecek
mi: Sayın genel başkanın grup konuşma metnini istiyorum. Parti şunu diyebilir:
Konuşma irticalen yapılmıştır, elimde metin yok. O zaman, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı şunu diyecektir: Bizdeki bilgilere göre, grubunuzda, genel
başkanınız -misalen- Amerika'yla olan ilişkileri de gözardı etmemek kaydıyla,
Türkiye, Rusya'yı ve İran'ı da içerisine alan yeni bir dostluk paktı oluşturmalıdır,
bir alternatif oluşturmalıdır demiştir. Bu ifade, Türkiye Cumhuriyetinin
yetmiş, seksen yıllık felsefesine aykırıdır; genel başkanınızı ihraç
edeceksiniz, yoksa, hakkınızda kapatma davası açıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu
maddeden bu çıkar. Hayır, bu madde bu anlama gelmez diyeniniz var mı içinizde? Değerli arkadaşlarım,
peki, bir genel başkanın, bir milletvekilinin herhangi bir kimsenin -bir kimse
dediğimize göre, mutlaka, milletvekili, bu kürsüden konuşacaktır- bu kürsüdeki
konuşmasından dolayı, partisinin kapatılmasına, milletvekilliğinin düşmesine
gönlünüz razı oluyor mu? Bu düzenleme bunu getiriyor. Değerli arkadaşlarım,
Anayasaya göre, bir siyasî parti, ancak ve ancak üç sebepten dolayı
kapatılabilir. Bunlar: 1- Partinin tüzük ve
programının Anayasanın -herhangi bir hükmüne değil- sadece ve sadece 68 inci
maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı olması halidir. 2- Bir siyasî partinin,
Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan yasak fiillerin
işlendiği bir odak haline gelmesi halidir. Bir partinin, Türk
uyrukluğunda bulunmayan yabancı kişi ve kuruluşlardan maddî yardım almasıdır. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, buraya bakıyoruz; yeni ve sınırsız kapatma sebepleri ihdas olunuyor.
Sayın Bakanım -delaletinizle Sayın Başkanım- uyum paketi bu mu?! Bu, Anayasanın
hangi maddesine uyuyor?! Değerli arkadaşlarım, bunun, uyumla falan hiçbir
alakası yoktur. Değerli arkadaşlarım,
zaman dar olduğu için, her madde üzerinde, ayrıntılı biçimde, maalesef, durma
imkânımız yok. Öbür taraftan, 5 inci
madde, kimlerin dernek kuramayacağını, kimlerin derneğe üye olamayacağını
düzenleyen bir maddedir. Değerli arkadaşlarım, mesela, (a) fıkrasının ikinci
bendinde deniliyor ki: "2. Affa uğramış
olsalar bile; a)Türk Ceza Kanununun
İkinci Kitabının birinci babında yazılı suçlardan biriyle mahkûm olanlar"
ebediyen dernek kuramazlar, üye
olamazlar. Değerli arkadaşlarım,
bakıyorum şimdi; acaba, orada, hangi maddeler var diye bakıyorum. Biliyorsunuz,
orada yer alan maddeler, 125 ilâ 173 üncü maddelerdir. Ne var oralarda:
Bakıyoruz şimdi; mesela, madde 143, hükümetten izinsiz olarak, yabancı bir
derneğin şubesini Türkiye'de açmış. Bakıyoruz, cezası nedir bunun, onbeş günden,
altı aya kadar hapis cezası.. Bu, ebediyen dernek kuramayacaktır. Peki, 5
yaşındaki masum bir kıza tecavüz eden?!. O kuracaktır. Yol kesip, adam öldüren?!.
O da kuracak, Peki, orada başka neler
var; 158 var, 159 var. 158, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenliyor; 159 da,
hatırlayacaksınız, geçenlerde görüştük burada, Bakanlar Kurulu, emniyet güçleri
vesaire... Bunlardan 1 güne mahkûm olmuşsa bir kimse, dernek kuramayacaktır. Değerli arkadaşlarım,
Anayasaya bakıyoruz, sizin oylarınızla kabul edildi, buradan geçti, daha
mürekkebi bile kurumadı; madde 13 ne diyor; başlık şu: "Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması." Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın...
Değerli arkadaşlarım,
burada, ebediyen dernek kuramayacağına göre o insanlar, hakkın özünü falan bir
tarafa bırakın, hak kalıyor mu ortada?! Katiyen... Eğer kalıyorsa, biraz sonra
dinleriz inşallah Sayın Bakanımızı. Değerli arkadaşlarım,
açıkça Anayasaya aykırı, açıkça... Sonra, yine, 5 inci
maddenin, bakıyoruz, üçüncü bendi; orada da diyor ki: Şunlar, şunlar, şunlar,
şu suçları işleyenler mahkûm olmuşlarsa, 5 yıl süreyle dernek kuramazlar. Çok
ünlü olduğu için zikredeyim, neymiş bunlar; mesela, bir kimse, Türk Ceza
Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı suçtan mahkûm olmuşsa, 5
yıl süreyle dernek kuramayacak. Değerli arkadaşlarım,
şunu diyebilirsiniz: Ne olur; kuramasın varsın, ebediyen kuramasın; ne olur?..
İyi de, bu Anayasayı siz kabul etmediniz mi allahaşkına?! Bu paket de uyum
paketi değil mi?! Bakıyoruz şimdi, ne diyor
Anayasa, madde 15: "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının
durdurulması." Burada, 5 yıl, bir temel hak... Dernek kurma hakkı, temel
haktır; çünkü, Anayasanın 33 üncü maddesiyle düzenlenmiştir. Diyor ki: "Savaş,
seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan
doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla..." Demek ki, ilk temel
şartımız savaş hali olacak veya sıkıyönetim olacak veya olağanüstü hal olacak. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sonuçlandırırsanız
sevinirim. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Yani, bir temel hakkı durdurabilmen için bu dört halden birisi olacak. Sonra,
uluslararası yükümlülükleri de ihlal etmemek mecburiyeti vardır. Değerli arkadaşlarım ya
Anayasayı tekrar değiştirelim ya da bu tasarıyı Anayasaya uygun hale getirelim.
Şu olabilir; şunu da biliyorum: Büyük ihtimalle, bu tasarının virgülüne bile
dokunulmadan geçecektir bu Kuruldan. "Nereden biliyorsun" dediğin
takdirde, perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. Onbeş günde onbeş kanun
çıkarılacak diye belirli çevreler karşımıza gelip de... Öyle de olmadı mı?! Bu
da öyle olacak; ama, bu tür düzenlemeler ne hükümete bir fayda sağlar ne de biz
- siz sayın milletvekillerine. Değerli arkadaşlarım,
doğrusu, bu tür düzenlemeler benim kanıma dokunuyor. Bu Meclisin şanına bu tür
düzenlemeler yakışmaz. İstirhamım şu: Düşünün, vicdanınız doğrultusunda karar
verin. Hepinize saygılar
sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkürler
Sayın Kamalak. DSP Grup Başkanvekili
arkadaşlarımın haklı bir itirazı var. Biz, DSP Grubunun ne kadar titiz,
düzenli, çalışkan olduğunu biliyoruz. En önce siz vermişsiniz dilekçeyi, Samsun
Milletvekilimiz Yekta Açıkgöz ile ilgili. Bir saat sonra toplandığımızda, DSP
Grubu adına Sayın Yekta Açıkgöz ile başlayacağız. 20.10'da toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.10 İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.10 BAŞKAN: Başkanvekili
Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER: Lütfi
YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 77 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 839 sıra sayılı kanun
tasarısının tümü üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 8.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S.
Sayısı: 839) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Söz sırası, Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Yekta Açıkgöz'de. Buyurun Sayın Açıkgöz.
(DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA YEKTA
AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temel hak ve
hürriyetlerle ilgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 839 Sıra
Sayılı Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Anayasamızda temel hak ve hürriyetler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olup,
bunlar arasında düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, dernek kurma hürriyeti,
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile siyasî parti kurma hakkı,
demokratik rejimin gelişmesi bakımından özel bir öneme sahiptir. Bilindiği gibi,
Anayasamızın, 3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Yasayla, 34 maddesi hakkında
değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikte, temel hak ve hürriyetlerin özlerine
dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilmesini öngören yeni bir sistem benimsenmiştir.
Böylece, temel hak ve hürriyetler bakımından bir gelişme sağlanmıştır. Çağdaş demokrasiler,
temel hak ve hürriyetleri sağlamayı hedef alan çoğulcu, katılımcı ve düşünceye
dayanan ve hoşgörü ortamında gelişen sistemdir. Çağımızda insan hakları
ve temel hürriyetlerin tanınması evrensel bir ilgi konusu olmuş ve bunları
güvence altına almak için uluslararası kuruluşlar oluşturulmuştur. Bunların en
önemlisi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde kabul
edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa Konseyi bünyesinde
imzalanan ve kısaca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak anılan İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ve ek protokoldür. Değerli milletvekilleri,
sizin de bildiğiniz gibi, ülkemiz 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de
yapılan Avrupa Birliği toplantısında tam üyelik için aday kabul edilmiştir. Bu
yeni oluşumda, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri her geçen gün
yoğunlaşmaktadır. Tam üyeliğe giden süreçte, hem ülkemizin hem Avrupa Birliğinin
karşılıklı yükümlülükleri bulunmaktadır. Yine, bildiğiniz gibi, bu
bağlamda, ülkemizle ilgili olarak 4 Aralık 2000 tarihinde onaylanan Katılım
Ortaklığı Belgesi, onun ardından 19 Mart 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu
kararıyla kabul edilen Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin
Türkiye Ulusal Programıdır. Yine, bilindiği gibi,
22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu ile 3.12.2001 tarih ve 4722
sayılı yürürlük ve uygulamaya dair temel kanunumuz 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Değerli milletvekilleri,
bugün Yüce Kurulunuza sunulan bu tasarı, yürürlük ve yürütme hariç, 7 maddelik
bir paketi ihtiva etmektedir ve çeşitli yasalarda, yukarıda da açıklamaya
çalıştığım gibi, Anayasamızda yapılan son değişikliklere ve yeni Türk Medenî
Yasamızda yer alan yeni hükümlere uyum sağlanması ve Avrupa Birliği
müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program çerçevesinde kısa vadede
alınması gerekli tedbirlerle ilgili olarak değişiklik yapılmıştır. Bunlara
kısaca göz atarak özetlersek, sırasıyla, tasarının 1 inci maddesinde, İl
İdaresi Kanununun 29 uncu maddesine fıkra eklenerek "kaymakamlığa ancak
mülkî idare amirliği hizmetleri sınıfından olanların vekâlet edebileceği"
hükmü getirilmiştir. Yine, tasarının 2 nci
maddesinde düzenleme yapılmış, 5680 sayılı Basın Kanununun ek 1 inci maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları Anayasamızın 28 inci ve 30 uncu maddelerine göre
yeniden düzenlenmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yine, aynı
yasanın ek 2 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları değiştirilmiştir. Bu
fıkralardaki cezalar yeniden belirlenmiş ve eyleme uygun olarak
hafifletilmiştir. Yine, tasarı paketinde
bulunan yasalardan biri 3 üncü madde olarak hazırlanmış, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere bir
fıkra eklenmiş, bu fıkraya göre "işkence ve kötü muameleden dolayı ülkemiz
aleyhinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda devletçe
ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi" hükmü
getirilmiştir. Tasarı paketinde 4 üncü
madde olarak hazırlanan 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 101, 102 ve 103
üncü maddeleri yine Anayasamızın 69 uncu maddesi doğrultusunda yeniden
düzenlenmiş, önemli ölçüde genişletilmiştir. Siyasî partilerin temelli
kapatılmaları yanında, devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun
bırakılması hükmü getirilmiştir. Tasarının 5 inci
maddesinde 2908 sayılı Dernekler Kanununun 4, 5, 6, 34, 38 ve 43 üncü
maddelerinde yapılan değişikliklerle Anayasamızın 33 üncü maddesine ve yeni
Medenî Yasa hükümlerine uyum sağlanmıştır. Tasarının 6 ncı
maddesiyle, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 9, 17, 19
uncu maddeleri, yine, Anayasamızın 34 üncü maddesi doğrultusunda yeniden
düzenlenmiş, birtakım iyileştirmeler getirilmiştir. Değişikliğe göre -9 uncu
maddede - toplantılar, fiil ehliyetine sahip ve 18 yaşını doldurmuş, en az 7
kişiden oluşan bir düzenleme kurulu tarafından düzenlenir; tüzelkişilerin
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemeleri yetkili organlarının kararına bağlıdır. Tasarının 7 nci
maddesiyle, Basın Kanununun 16 ncı maddesinin beşinci fıkrası, Jandarma
Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası,
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun
16 ncı maddesinin son fıkrası, Dernekler Kanununun 7, 11 ve 12 nci maddeleri,
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 21 inci maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır. Değerli milletvekilleri,
başta Sayın Adalet Bakanımız olmak üzere, 57 nci hükümetimizi, bu
çalışmalarından dolayı kutluyorum. Bu tasarıların Genel Kurulda yasalaşması
hususunda gösterdikleri çaba ve emeklerinden dolayı tüm milletvekili
arkadaşlarımı, iktidarı ve muhalefetiyle, ayrıca kutluyorum. Yine, bu tasarıyı,
Adalet Komisyonunda büyük bir uzlaşmayla irdeleyen, tasarıya emeği geçen
Komisyon Başkanını ve üye arkadaşlarımı, üstün gayretleri nedeniyle ayrıca kutluyorum.
Yasalaşacak olan bu
tasarının Türk insanına, Türk halkına hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Açıkgöz. Şahsı adına birinci
konuşmacı, Kahramanmaraş Milletvekili Edip Özbaş. Buyurunuz Sayın Özbaş. Süreniz 10 dakika. EDİP ÖZBAŞ
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda "uyum
yasası" olarak adlandırılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısının geneli üzerinde kişisel görüşlerimi ifade etmek maksadıyla
söz almış bulunuyorum; sözlerimin başlangıcında, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anayasamızda, Medenî Kanunda yapılan son değişikliklere uyum
ve Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesi taahhüdünü temin maksadına
ulaşmak için hazırlandığı ileri sürülen tasarı, ilk bakışta, demokratikleşme,
insan haklarını temin ve evrensel hukuk prensiplerine entegrasyonu sağlamak
maksadıyla atılmış önemli bir adım olarak değerlendirilebilirse de, esasında
öyle olmadığı, tasarının parıltılı maddeleri arasında gizlenmeye çalışılan
hükümlerle, kamu düzeninin, üniter devlet yapısının, millî birliğin, dil ve
kültürün korunması düşüncesi ciddî tehlike ve tehditler altına sokulmuş
bulunmaktadır. Avrupa Birliğine girme
hayaliyle ülkeyi idare edenlerin gerçekleştirmek istediği uyum çılgınlıklarının
ülkeyi bir felaketin eşiğine getirdiğini dehşetle görmekteyiz. Avrupa Birliğinin
yöneticilerinin bizim için düşündüklerini, yapmak istediklerini görmemek için
kör, duymamak için sağır olmak lazım gelirken, daha hâlâ, onların bize altın
kupa içerisinde sunduğu zehri bir hayat iksiri olarak içmek, kendilerinin
içmesiyle kalmayıp, bunu millete de içirmek isteyenlerin olduğunu görmekteyiz. Tasarının 5 inci
maddesiyle, Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin altıncı fıkrası değiştirilmek
istenmektedir. Bu fıkrada, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din,
mezhep, kültür veya dil farklılığına dayanan "azınlıklar bulunduğunu ileri
sürmek" yerine "azınlık yaratmak" ifadesi monte edilmiş; ayrıca,
anılan fıkrada "Türk dilinden veya kültüründen ayrı dil ve kültürleri
korumak" ibaresi metinden çıkarılarak, böylelikle dernek kurmadaki bölücü,
yıkıcı faaliyetlerle ilgili yasaklar daraltılmış ve fıkra, kötü niyetli
kişilerce farklı yorumlanabilir, müphem bir hale sokulmuştur. Bu durum
karşısında, tasarıyı hazırlayanlara, altına imza koyanlara sormazlar mı; bu
devleti kuran, devlete ismini veren büyük Türk Milletinin mensupları Türk
dilini ve kültürünü geliştirmek için dernekler kuramayacaklar mı? Büyük Atatürk'ün
kurdurttuğu Türk Dil ve Türk Tarih Kurumu gibi, kültürümüze hizmet veren
kuruluşların varlığı bile birilerini tedirgin mi etmektedir?! Millî birlik ve
beraberliğimizin temeline bomba koymak, vatandaşlar arasında ayırımcılığı
körükleyerek derinleştirmek, ülkemiz insanını kırk parçaya bölmek acaba kimin
işine gelmektedir?! Tasarıda sözünü ettiğimiz
fıkranın mefhumu muhalifinden hareketle şu sonuca varabiliriz ki, eğer
değişiklik bu şekilde gerçekleşirse. Türkiye Cumhuriyeti
ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür ve dil farklılığına dayanan azınlıklar
bulunduğunu ileri sürecek bu iddialarda bulunacak dernekleri kurmak imkân
dahiline girmiş olacaktır. Zaten, Batılı sözde dostlarımızın ve onların
ülkemizdeki yerli işbirlikçilerinin yıllar boyunca istedikleri bu değil mi?
Lozan'ın delinmesi Sevr'in hortlatılması... Keza, yine, Dernekler Kanununda
yapılan değişikliklerle fiil ehliyetine sahip çocuklara dahi önceden izin
almadan dernek kurma hakkı getirilmek istenmektedir. İlk bakışta insan
haklarının masumane kullanılma imkânının genişletilmesi olarak değerlendirilebilecek
bu değişiklik, sonuçları itibariyle en tehlikeli değişikliklerden biridir;
çünkü, eskiden medenî haklarını kullanabilecek durumda olanlara verdiğimiz
dernek kurma hakkı, çocukları da içine alacak şekilde genişletilmektedir. Suç ve terör örgütlerinin
kol gezdiği ülkemizde, bu örgütlerin organizesiyle, yerden biter gibi,
çocuklara dernek kurdurulacak, onlara suç işletilerek -bugün olduğu gibi,
Mersin'de İstanbul'da olduğu gibi- ülkeyi istedikleri süratte bir kaosa
sürükleyebileceklerdir. Çocukların ve dernek kurma hakkının istismarını
önümüzdeki günlerde görmeye, yaşamaya kendimizi hazırlayalım; bugünden görmeye
başladık. Tasarının 3 üncü
maddesinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine birinci
fıkradan sonra gelmek üzere "İşkence ya da zalimane, gayriinsanî veya
haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince
verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu
personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır"
denilmiştir. İlk bakışta ekleme,
işkenceyi önleyici, işkenceciyi tecziye amacını güdüyor gibi görünse de, bu
hüküm, yalnız başına, devletin terörle mücadelesini zaafa uğratmaya yetecektir.
Her ne kadar, yetkililer, terör örgütünün çökertildiğini, terörist
faaliyetlerin sona erdiğini sıkça ifade etseler de, gerçek böyle midir?! Ülkemizde terörist
faaliyetler devamlılık arz eden bir gerçektir. Terör örgütleri faaliyetlerini
sona erdirmemiştir; olsa olsa pusuya çekilmiş, uygun fırsatları değerlendirmek için
uygun zamanı kollamaktadır. Şimdi de, kabzası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
elinde olan demoklesin kılıcını, terörle mücadele eden görevlilerin başının
üzerine koymaktayız. Geçmişte yaşanılan
olaylarda bu millet bilmektedir ki, bu kuruluş adı mahkeme de olsa, Türk
insanına şaşı bakmaktadır. Terör örgütüyle bağlantılı tazminat davalarını onbeş
gün içinde karara bağlayan bu mahkeme, dava başörtülü kızımızın hakkını arama
davası olduğunda davayı iki sene sonra reddetmektedir. Katil başı Apo'nun dosyası,
iki seneyi aşkın süreden beri güya inceleniyor. Belli ki, katili idamdan
kurtarmak için bir şeyler bekleniyor; mevzuat değişiklikleri gibi. Böylesine bu
milletin terörle savaşında taraflı hareket eden, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kararlarıyla, terörle mücadele edenleri bir de açlığa, sefilliğe
mahkûm edeceksiniz. Bu tehlikenin varlığı
dahi, her görevlinin, ileride maddî ve manevî zarar görürüm düşüncesiyle
görevini yapmama, kılını kıpırdatmama menfî tesirini gösterecektir. Siz, bu
durumda hangi askeri, polisi, hangi savcı veya hâkimi terörle mücadele için
çalıştırabilirsiniz?! Zaten, istenilen de o değil mi? 1800'lü yılların başından
bu yana ülkemizde ardı arkası kesilmeyen terörist eylemlerde bir milyonu aşkın
insanımız hayatını kaybetmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu coğrafyada Türkün
varlığı sürdükçe, bu milletin terörle savaşı da sürecektir. Bu savaşlarda terör adına
neler yapıldığını, terörün arkasındaki güç odaklarının kimler olduğunu, bu
milletten iyi anlayan başkaca bir millet olduğunu tahmin etmiyorum. Son onyedi
onsekiz senelik terörle mücadelede 30 000'i aşkın evladını yitirme pahasına, bu
millet mücadeleyi lehine çevirmiştir. Tasarıya yerleştirilen bu
hükümle, işkencecilere ceza mı verilmek isteniliyor, yoksa, canını dişine
takarak, yıllarca, ayağından potinini çıkarmadan dağ tepe terörist kovalayan,
onları inlerinden çıkarıp adalete teslim edenler mi cezalandırılmak
isteniliyor? Terör örgütü mensupları
"bu savaştır, savaşta her şey mubahtır" diyerek her türlü iğrençliği
yapacak, kan içecek, bebeleri, ak sakallı ihtiyarları, hamile kadınları
öldürecek; yakalandıkları, ceza görecekleri zaman, ağa babalarının talimatlarıyla
"ben pişmanım" diyecek, mahpus damından, ipten kurtulacaklar.
Mücrimleri yakalayanların yalnız kendileri değil, çocukları da daima ceza
tehdidi altında tutulacaklar. Böyle şey olmaz! Unutmayalım, ne vatanseverliğin
pişmanlığı olur, ne de ihanetin. Vatanseverlerine sahip
çıkmayan milletler gibi, ihanetleri cezasız bırakan milletler de aynı akıbetle
karşı karşıya kalıp, tarih sahnesinden çekilip, yok olup gitmişlerdir. İşkence bir insanlık
suçudur. Geçmişte işkencenin en adisine ve şiddetlisine maruz bırakılmış ve
gördüğü işkence sebebiyle telafisi mümkün olmayan zararlara uğrayan bir
arkadaşınız olarak diyorum ki, işkenceyi ve her türlü fenalığı kendi yargımıza
güvenerek, inanarak cezalandıralım; kendi işimize yabancı burnu girmesine mani
olalım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dikkat ediyor musunuz, Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, millî değerlerimizi koruyan, ayakta tutan bütün
hükümleri kanunlarımızdan teker teker ayıklamaktayız. Yaptığımız işe kılıf
hazır; "IMF böyle istedi, AB'ye uyum." Böyle kılıf, işlediğimiz suça
mazeret olmaz. Düşman atına binenler, onun türküsünü söylermiş. Millî iradenin
tecelligâhı Yüce Meclisin bu aşamada yapacağı birinci vazife, Türk istiklaline
ve cumhuriyetine sahip çıkarak, bu olumsuz gidişe son vermektir. Vatana
ihanetin yeniden tarifini yapacak, unsurlarını belirleyecek, ihanetin en ağır biçimde
cezalandırılmasını temin edecek bir kanun tasarısının öncelikle Meclis
gündemine alınması ve anılan tasarının kanunlaşması gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) EDİP ÖZBAŞ (Devamla) -
Sayın Başkan, 1 dakika içerisinde toparlayacağım. BAŞKAN - Lütfen
bitiriniz. EDİP ÖZBAŞ (Devamla) -
Yüce Meclisin sayın üyeleri, bu ülkeyi karşılıksız sevdiklerini hayatlarının
her safhasında verdikleri mücadeleyle ispatlayan aziz arkadaşlarım; gün,
şikâyet günü değil, şikâyetleri ortadan kaldırma, tehlikeyi savuşturma günüdür. Bu Meclisi Kurtuluş
Savaşını yöneten Meclisten daha az fedakâr, yaşayan Türk insanını da Kurtuluş
Savaşını yapan Türklerden daha az cesaret sahibi zannedenler, yanıldıklarını
pek yakın bir gelecekte anlayacaklardır. Ülke idaresinde ürkekliğin,
titrekliğin, korkaklığın yerini kararlılık, cesaret ve atılganlığın alması,
meseleyi kendiliğinden halledecektir. Bu duygu ve düşüncelerle,
tasarıya bu yönleriyle karşı olduğumu arz eder, Yüce Heyete saygılarımı
sunarım. (MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Özbaş. Şimdi, Adalet Bakanımız
Sayın Hikmet Sami Türk konuşacaklar. Buyurunuz Sayın Bakanım.
(DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi, geçen yıl Anayasamızda gerçekleştirilen değişiklikler doğrultusunda,
demokratikleşme yolundaki kanun tasarılarından birini daha yasalaştırmak
üzeredir. Bu tasarıyla, hem geçen yıl Anayasamızda gerçekleştirilen
değişikliklerin bir bölümüne uyum sağlanmış olacak hem Avrupa Birliği
müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programında kısa ve orta
vadeli tedbirler olarak öngörülen bazı tedbirler gerçekleştirilmiş olacaktır;
ayrıca, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunuyla
paralellik de sağlanmış olacaktır. Görüşmekte olduğumuz
tasarı, bu çerçeve içinde, sekiz kanunun değişik maddelerinde, kısmen veya
tamamen yeni düzenlemeler getirmekte, bazı maddelerini de kısmen veya tamamen
yürürlükten kaldırmaktadır. Değişiklik yapılan maddelerin sayısı 16,
yürürlükten kaldırılan maddelerin sayısı ise 7'dir. Böylece, kısmen veya
tamamen değiştirilen ya da kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırılan
maddelerin sayısı 23'tür. Bilindiği gibi, geçen
yıl, hükümetimiz, 19 Mart 2001 günü, Avrupa Birliği müktesebatının
üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programını kabul etmişti. Bu program, 24
Mart 2001 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylece,
kısa vadeli tedbirler için öngörülen bir yıllık süre, programın kabul tarihi
olan 19 Mart 2001 esas alındığında dolmuş bulunmaktadır; ama, yürürlüğe girdiği
tarih olan 24 Mart 2001 esas alındığında, henüz bu tasarıyı yasalaştırmak için
önümüzde yeterli süre vardır. Umuyorum ki, bu gün, bu tasarı, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin demokratikleşme yolunda yeni ve önemli bir eseri olarak
yasalaşacaktır. Tasarının tümü üzerinde
konuşan arkadaşlarımız, zaman zaman eleştirili de olsa, bu tasarının çeşitli
hükümleri hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır. Ben o açıklamaları tekrar
etmiyorum; ama, burada, ortak bir noktaya değinmek istiyorum. Geçen yıl,
Anayasamızın çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerle, önemli bir sistem
değişikliği, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda
gerçekleştirilmiştir. Anayasamızın yeni 13 üncü maddesine göre, temel hak ve
özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın, ancak, ilgili maddelerde gösterilen
nedenlerle ve kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlama yapılırken, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, ayrıca, demokratik toplum düzeninin gereklerine, laik cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine de uygun hareket edilmesi gerekmektedir.
İşte, tasarı, bu çerçeve içinde hazırlanmıştır. Çeşitli kanunlarımızda temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ilgili olarak daha önce yer alan
hükümler, şimdi, Anayasamızda o temel hak ve özgürlüklerle ilgili ayrı ayrı
maddelerde yer alan sınırlandırma nedenleri dikkate alınmak suretiyle, yeniden
düzenlenmiştir. Bu bakımdan, getirilen düzenlemelerin her birini o konuyla
ilgili Anayasa hükmüyle karşılaştırdığınızda, zaten, Anayasada yer alan
hükümlerin uygulanmasını gösteren hükümler getirilmesiyle ilgili bir yasa
tasarısıyla karşı karşıya bulunduğumuz kolaylıkla anlaşılır. Ancak, bu tasarıyla, biz,
demokratikleşme yolunda da önemli bir adım atıyoruz. Bu tasarı yasalaştığı
zaman, Türkiye'de basın özgürlüğü biraz daha genişlemiş olacaktır; dernek kurma
hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı biraz daha genişlemiş olacaktır;
siyasî partilerin kapatılması rejimi daha güvenceli esaslara bağlanmış
olacaktır. Ayrıca, diğer bazı konularda da demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun yeni hükümler getirilmiş olacaktır. Burada, arkadaşlarımızın,
eleştiri konusu yaptığı bazı noktalar var. Her şeyden önce, yasa tekniği
açısından, aynı maddeye çeşitli maddelerle ilgili değişikliklerin konmuş olması
eleştirilmiştir. Bu eleştirilere kısmen hak veriyorum. Aslında, bu yol, sık sık
başvurulmaması gereken bir yoldur; ancak, bu tasarının belli bir tarihe kadar
yasalaştırılma çabası, bu yönteme başvurulmasını zorunlu kılmıştır. İçerik itibariyle yapılan
eleştirilere gelince: Bu eleştirilerden biri, siyasî partilerin kapatılması
rejimiyle ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1995 yılında Anayasamızda
yapılan değişikliklerle, siyasî partilerin temelli kapatılması nedenlerini üç
durumla sınırlandırılmıştır; bunda, hiç tereddüt yoktur. Temelli kapatılmanın
sonuçları da, yine, Anayasamızda gösterilmiştir. Bunlar, Anayasanın 69 uncu
maddesinde belirtildiği gibi, temelli kapatılan bir partinin başka bir ad
altında kurulamaması ya da beyanlarıyla, hareketleriyle, bir partinin temelli
kapatılmasına neden olan -kurucuları dahil- üyelerinin beş yıl süreyle siyasî
faaliyette bulunamamaları ve -Anayasanın 84 üncü maddesinde öngörüldüğü gibi-
yine, beyan ve davranışlarıyla bir siyasî partinin kapatılmasına neden olan ve
Anayasa Mahkemesi kararında da belirtilen milletvekillerinin bu sıfatının
düşmesidir. Ama, 1995 değişikliklerinde, yine, Anayasamızın 149 uncu maddesinde
yer alan bir hükümde, siyasî partilerin temelli kapatılması ve kapatılmasından
söz edilmiştir. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bugünkü haliyle,
siyasî partilerin temelli kapatılması yanında, bir de, kapatılmasını öngörmektedir.
Bunun, bir anlamı olmadığı öne sürülemez. Bilindiği gibi, hukukta, bir temel
ilke vardır: Yasa koyucu, hele Anayasa koyucu, abesle uğraşmaz. Anayasada yer
alan her terimin, her sözcüğün bir anlamı vardır. Nitekim, Siyasî Partiler
Kanunu da bunu böyle anlamlandırmıştır. Siyasî Partiler Kanununun 101 inci
maddesinde temelli kapatılma nedenleri gösterilmiştir; ama, ondan sonra, şimdi,
burada eleştiri konusu olan 102 nci madde, cumhuriyet başsavcılığının
isteklerine uyulmaması halinde yapılacak işlemi düzenlemektedir. Burada da, bir
yaptırım olarak, kapatılma, temelli kapatılma değil; ama, kapatılma
öngörülmüştür. Aynı biçimde, 101 inci madde dışında kalan emredici hükümlere ya
da diğer kanunların siyasî partilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık
durumunda yapılacak işlem 104 üncü maddede gösterilmiştir; seçimlere katılmama
halinde yapılacak işlem de 105 inci maddede gösterilmiştir. Bütün bunlar, Anayasanın
69 uncu maddesinde öngörülen üç halin dışında olan kapatma nedenleridir; ama,
bunlarda temelli kapatma söz konusu değildir. Dolayısıyla, temelli kapatma için
öngörülen sonuçların, bu durumlarda uygulanması da söz konusu değildir. Burada şuna işaret etmek
isterim ki, Anayasanın 69 uncu maddesinde ve diğer bazı maddelerinde yapılan
değişikliklerden sonra, 1995 değişikliklerinden sonra, önce partilerarası bir
uyum komisyonunda hazırlanan, daha sonra, Anayasa Komisyonunda kabul edilen ve
bu dönemde, 21 inci Yasama Döneminde, 1999 yılında, 4445 sayılı Kanunla Siyasî
Partiler Kanununun çeşitli hükümlerinde yapılan değişiklikler arasında, 101
inci, 102 nci, 103 üncü, 104 üncü maddelerinde yapılan değişiklikler de
bulunmaktadır. Demek ki, Yüce Meclisiniz, Anayasanın 149 uncu maddesinde
öngörülen kapatmayı, Siyasî Partiler Kanununun 102 nci, 104 üncü ve 105 inci
maddeleri çerçevesinde bir kapatma olarak değerlendiren düzenlemeleri
benimsemiştir. Bizim 102 nci maddeyle
ilgili olarak getirdiğimiz değişiklik, bu maddede, esas itibariyle, yeni bir
unsur getirmemektedir. Getirilen yeni unsur, sadece, siyasî partilere yapılan
devlet yardımının kısmen veya tamamen kesilmesi yaptırımının, temelli kapatma
yanında, kapatma yaptırımıyla birlikte, onun yanında da uygulanmasına olanak
vermektir. Gerçi, bu yaptırım,
temelli kapatma durumlarından ikisi için öngörülmüştür; Anayasanın 68 nci
maddesinin dördüncü fırkasında öngörülen ilkelere program ve tüzük itibariyle
aykırı olma veya Anayasanın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen
fiillerin odağı olma durumu için temelli kapatma yanında devlet yardımının
kesilmesi öngörülmüştür. Ama, daha ağır bir durum için öngörülen bir
yaptırımın, daha hafif bir durum için, yani, kapatma durumu için de uygulanabilmesinin
Anayasaya aykırılık teşkil etmeyeceği kanısındayız. O nedenle, 102 nci maddede
getirdiğimiz, demokratikleşme doğrultusunda atılmış olan bir adımdır. Bu arada, bazı
arkadaşlarımız, bu yardım için bir alt sınır belirlenmiş olmasını ya da devlet
yardımı almayan partiler için böyle bir yaptırımın öngörülmemiş olmasını
eleştirdiler. Önce şunu söyleyeyim ki, bu konuda getirilen düzenlemede, siyasî
partilerin bir yıl için aldıkları devlet yardımı bir bütün olarak kabul
edilmiş; bir yıl için ödenecek olan yardımdan tamamen yoksun bırakılma, devlet
yardımından tamamen yoksun bırakılma biçiminde anlamlandırılmış; bunun yanında,
en az onun yarısı kadar olmak üzere bir yardımın kesilmesi ise, kısmen yoksun
bırakılma olarak anlamlandırılmıştır. Şimdi, devlet yardımı
almayan partiler için böyle bir kesinti olanağı yoktur. Eğer, onlar için de
böylesine parasal bir yaptırım getirilecek olsa, o zaman, ancak, bir para
cezası getirilmesi söz konusu olabilir. Para cezası ise, Anayasanın 69 uncu
maddesinde öngörülmüş değildir. O nedenle, Anayasada öngörülmeyen bir yaptırımı
uygulamayı düşünmedik. Ancak, burada, uygulanan yaptırım bakımından asgarî bir
sınırın belirlenmesinde de bir zorunluk olduğu düşüncesindeyiz; çünkü, burada,
kapatmaya ya da temelli kapatmaya alternatif olarak getirilen bir yaptırım söz
konusudur. Bu yardım ödenmiş ise, onun iade edilmesinden başka bir yol yoktur.
Burada öngörülen, son yıl devlet yardımıdır; yani, içerisinde bulunulan yılda
yapılan devlet yardımıdır. Eğer, henüz ödenmemişse, kesinti yapılacak, ödeme
yapılmayacak; ödenmiş ise, Hazineye iade sağlanacaktır. Bazı arkadaşlarımız,
hâlâ, basım araçlarının müsaderesinin öngörülmesini eleştirdiler. Şüphesiz bu
eleştiri yapılabilir; ama, getirilen bu tasarıyı halen uygulanmakta olan
kanunla karşılaştırdığınız zaman, getirilen düzenlemenin değerini daha iyi
takdir edersiniz. Biraz önce ifade ettiğim gibi, burada, Anayasanın ilgili
maddelerinde; bu konuda, Anayasanın 30 uncu maddesinde öngörülen nedenlerle
basım araçlarının müsaderesi öngörülmüştür; dağıtmanın önlenmesi veya toplatma
kararları ise, yine, Anayasanın 28 inci maddesinde öngörülen durumlarla
sınırlandırılmıştır. Burada, dernekler
bakımından da getirilen hükümlerin, yine Dernekler Kanununun mevcut
hükümleriyle karşılaştırılması gerekir. Eğer, bunlar karşılaştırıldığı zaman,
bu karşılaştırma yapıldığı zaman, çok geniş bir dernek kurma özgürlüğünün
getirilmiş olduğu görülecektir. Öngörülen sınırlamalar, ya silahlı kuvvetler
mensupları için olduğu gibi, doğrudan doğruya Anayasada açıkça öngörülen
yasaklarla ilgilidir ya da kamu düzeni, millî güvenlik bakımından ya da suçların
önlenmesi bakımından öngörülen sınırlamalardır. Bu arada şunu söyleyelim
ki, Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin 6 ncı bendinde yapılan değişiklikle,
ulusal birliğin sarsılması, kamu düzeninin tehlikeye düşürülmesi söz konusu
değildir. Türk Medenî Kanununa paralel olarak, fiil ehliyetini kazanmış
olanların dernek kurma hakkına kavuşmasıyla, çocukların siyaset alanına
itilmesi de söz konusu değildir. Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olarak, Türk
Medenî Kanunu, fiil ehliyetini, dernek kurma hakkı bakımından yeterli görmüştü;
şimdi, Dernekler Kanununda da, ona paralel bir düzenleme yapılmaktadır. Bu konularda, kamu
düzeninin korunması, ulusal birliğin korunması konularında ifade edilen
kaygılara katılmıyoruz. Nitekim, tasarıda da, Dernekler Kanununun 5 inci
maddesinin 6 ncı fıkrası için önerilen düzenlemede... BAŞKAN - Son iki
dakikanız Sayın Bakanım. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - ...Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep,
kültür veya dil farklılığı veya bunlara dayanarak azınlık yaratmak amacıyla
dernek kurulamayacağı açıkça belirtilmektedir. Bundan dolayı, kamu düzenini ya
da ulusal birliği olumsuz yönde etkileyecek herhangi bir durumun ortaya çıkması
söz konusu olamaz. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin işkence konusunda devletimiz aleyhine vereceği mahkûmiyet
dolayısıyla, kusurlu memura rücu edilmesi konusundaki düzenleme, burada,
çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. Bu düzenlemeyi yetersiz bulan arkadaşlarımız
olduğu gibi, onun bundan böyle güvenlik güçlerinin görevlerini yapmasını
engelleyecek, onları görevlerini yapmaktan alıkoyacak bir tehlikeli bomba
niteliğinde olduğunu söyleyen arkadaşımız da olmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN -
Sonuçlandırırsanız sevinirim Sayın Bakanım. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Sayın Başkanım, topluyorum efendim. Her şeyden önce şunu
söyleyelim ki, kanunlarımızda, Anayasanın, devletin vatandaşlara, kişilere
verilen zararlar dolayısıyla kusurlu memura rücu etmesiyle ilgili ilkelerini
yasa konusu olarak düzenleyen tek hüküm, Devlet Memurları Kanununun 13 üncü
maddesindedir. Biz, o nedenle, bu düzenlemeyi o maddeye ekledik; ama, şunu
söyleyeyim ki, bu, Türkiye'nin işkence ile mücadele konusundaki kararlılığının
bir ifadesidir. Bu hükmün caydırıcı etkisi olacağını düşünüyoruz. Anayasamızın
17 nci maddesine göre "Hiç kimseye işkence ve eziyet yapılamaz. Hiç
kimseye insan onuruyla bağdaşmayan kötü muamele yapılamaz." Biz, bölücü
hareketle de, ayrılıkçı hareketle de yıllardan beri mücadele ediyoruz; ama,
biz, terörle mücadeleyi dahi, işkence yöntemine başvurmaksızın, teröristlerin
uyguladıkları yöntemlere başvurmaksızın yapıyoruz. Bugüne kadar başarıyı böyle
elde ettik. Bundan sonra da, bölücülükle, terörle mücadelemizi, yine, hukuk
devleti ilkesi çerçevesinde, hukuk kuralları çerçevesinde yürüteceğiz. Bundan
başka bir yöntem bir hukuk devletine yaraşmaz. Bu konuda öne sürülen iddiaları
paylaşmamız mümkün değildir. Tasarı bu düşüncelerle
hazırlanmıştır. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Çok teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Şahısları adına, son
olarak, Adana Milletvekilimiz Sayın Tayyibe Gülek. (DSP sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın Gülek. Süreniz 10 dakika. TAYYİBE GÜLEK (Adana)-
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu tasarı, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının bazı maddelerinde yapılan değişiklikler ile Türk
Medenî Kanununda yer alan hükümlere uyum sağlanmasının yanı sıra, Avrupa
Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde
kısa vadede alınması gerekli tedbirlerle ilgili olarak çeşitli kanunlarda
değişiklik yapılması amacıyla hazırlanmıştır. 3 Ekim 2001 tarihinde
kabul edilen Anayasamızın bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanunla
temel hak ve hürriyetler bakımından sağlanan gelişmelere paralel olarak ilgili
kanunlarda yapılması gereken değişiklikler, işte, bu görüşmekte olduğumuz
tasarının içeriğini oluşturmaktadır. Bu kanunlarla sağlanan
daha genişletilmiş özgürlükler, her zaman belirttiğimiz gibi, bizim yıllarca
gerçekleştirmek istediğimiz, Türk halkına daha demokratik, ferah bir ortamda
yaşama imkânını sağlayacak kanunlardır. Bu kanunları ve değişiklikleri, Avrupa Birliği veya başka bir kuruluş bizden
talep ettiği için değil, Türk insanının istediği, hepimiz için çağın gereği bu
ortamın sağlanması için yapmaktayız. Şimdi, kamuoyunda, Avrupa
Birliğiyle ilgili, bu yaptığımız yasama çalışmalarıyla ilgili çok tartışmalar
oluyor; bazıları doğru, bazıları yanlış ve eksik bilgiler içeriyor. Biz, bugün
kabul ettiğimiz bu tasarıyla, Ulusal Programın kısa vadede geçirilmesi gereken
kanunlarının büyük bir kısmını tamamlamış olacağız. Ancak, unutulmaması gereken
çok önemli bir husus vardır: Ulusal Programda orta vadede taahhüt edilmesine
rağmen kısa vadede çıkardığımız çok sayıda kanun bulunmaktadır. Bunların
arasında Avukatlık Kanunu, Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu,
Sivil Havacılık Kanununda değişiklik, Çıraklık ve Meslekî Eğitim Kanunu, Yüksek
Öğretim Kanununda değişiklik ve Sekiz Yıllık Temel Eğitim Kanunu gibi kanunlar
vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi hiç durmaksızın bu gerekli yasaları
çıkarmıştır ve de çıkarmaya devam edecektir. Şu ana kadar geldiğimiz
nokta çok önemlidir. Yapılanların tümüne bakıldığında, son birkaç yılda yasama
açısından ne kadar çok mesafe gelindiği görülmektedir. Özellikle, iktidar
partilerinin uzlaşması ve de muhalefet partilerinin de katkısıyla gerçekleşen
34 maddelik Anayasa değişikliği çok önemli bir başarıdır. Bunun yanı sıra,
ekonomik kategoride aslında yıllar evvel yapılması gereken kanunların,
değişikliklerin yanı sıra, çok kapsamlı bu Anayasa değişiklikleri, sekiz yıllık
eğitim reformu ve reform niteliğinde gerçekleşen bir Medenî Kanun gibi
başarılar, hep, bir arada bir bütün oluşturmaktadır. Ulusal Programın yanı
sıra, çıkarılan çok sayıda kanunda daha saydam, demokratik, eğitime önem veren,
sivil yaşamı destekleyen değişikliklerin önemini ve gerekliliğini, herhalde,
kimse inkar edemez. Gerek kamuoyunda gerekse
siyasî çevrelerde bazı hassas konuların çok ayrıntılı bir şekilde tartışılması,
uzlaşı noktasına gelinmesinin bir süre alması, demokrasilerde çok doğal
olaylardır. Zaten, bütün Avrupa Birliği sürecini bu birkaç geriye kalan konu
üzerinde odaklamak da yanlıştır. Avrupa Birliği, çok
geniş, artık ilk düşünüldüğü gibi sadece ekonomik ilişkilerle sınırlı kalmayan,
siyasî ve hatta, giderek artan bir savunma boyutu bile içerebilecek bir birlik
olma yolundadır. Ticaretimizin en büyük kısmını gerçekleştirdiğimiz Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizi ve de Avrupa Birliğiyle geleceğimizi çok sakin, makul
ve en önemlisi, bilgiye dayalı bir şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Son
zamanlarda cereyan eden tartışmalar gibi, aslında tam ne hakkında olduğunu bile
bilmediğimiz, halkı iki kutba itmeye çalışan tartışmalardan uzak durmamızda
fayda var. Zira, bu tür tartışmalar bizim için verimli ve yapıcı olmadığı gibi,
aynı zamanda Avrupa Birliği cephesinden bakıldığında da orada Türkiye aleyhtarı
olan kesimlerin de eline malzeme
oluşturmaktadır. 1999'daki tarihî Helsinki
kararlarından sonra, artık, ülkemiz düzenli olarak Avrupa'nın geleceğine
yönelik tartışmalara katılmakta, bu görüşmelere katkıda bulunmaktadır. Ancak,
bu tür katkıları sadece bazı toplantılarla sınırlı bırakmayıp, bu süreci
hakikaten kapsamlı bir süreç olarak algılayıp, her boyutta yoğun temaslarda
olmamız gerekmektedir. Doğru, Avrupa Birliğiyle
ilişkiler bir iyi niyet meselesidir ve neticede bu kanunlar, bizim toplumsal
yaşamımız açısından çok faydalı değişikliklerdir. Ancak, Avrupa Birliğiyle olan
sorunlarımızı etkili bir şekilde ele almamız için, birlikte, amacımız hakkında
net bir fikir sahibi olarak hareket etmeliyiz ve bundan dolayı tartışmak adına
tartışmaktan ziyade, enerjimizi hakikaten sorun olan noktalara verimli bir
şekilde harcamalıyız. Örneğin, gümrük birliği
çerçevesinde, hepimizin bildiği gibi, Avrupa Birliği bazı yükümlülüklerini tam
olarak yerine getirmemektedir. Özellikle, üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmalar
çerçevesinde bilgi akışının tamamen şeffaf bir şekilde sağlanması gerekirken,
ne yazık ki, Avrupa Birliği bu yükümlülüğünü tam olarak yerine getirmemektedir.
Aylardan beri
tartıştığımız Avrupa Birliğinin terör listesi konusunda da Avrupa Birliğinin
henüz bir çözüm getirmemiş olması kabul edilemez bir durumdur. Sözde,
geçtiğimiz günlerdeki toplantılarından bir tanesinde bu konu halledilecekti;
ama, yine, bir netice yok. Özellikle, bazı ülkelerin, diğerlerinin arkasına
saklanarak, bu kadar tartışılmayacak bir konuda, bu kadar isteksiz ve
tereddütlü davranmaları kabul edilemez ve çok düşündürücüdür. Ayrıca, 1949 yılından
beri üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin yanı sıra, kararlarını kabul ettiğimiz
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile, bazı
kesimlerce kendi çıkarlarına alet edilmek istenmiyor mu! Mesela, şu meşhur
Loisidou davası. Kıbrıs Rum Kesiminin diğer başvuru yolları tükenmeden, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak, mallarına ulaşım özgürlüğünü bahane
ederek, Kıbrıs konusunu tamamen farklı bir boyuta çekerek Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesini siyasî amaçları için kullanmaları. Bu konu için her zaman müdahale
etmekteyiz, uygulanamayacak bir karar olduğunu izah etmekteyiz. Zaten bunu çok
kimse de biliyor, Avrupa'da çok kimse de biliyor; ancak, bu kararın dışında,
Türkiye'nin, gerekli yasaları geçirerek, boş yere, sürekli, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edilerek, gözaltı süresinden bir gün daha
fazla gözaltında tutulma gibi sebeplerden dolayı milyonlarca dolar tazminat
ödemek zorunda kalması, bizim çözmemiz gereken hususlar arasındadır. Madem
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamışız ve mahkemenin yetkilerini kabul
etmişiz, ayrıca vatandaşlarımıza da tüm iç hukuk yolları tükendikten sonra
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımışız, o zaman bu
konuda kendimize düşeni yapmalıyız. Bunun dışında, mahkemenin suiistimal
edilmesine, bazı çevreler tarafından kendi amaçları için kullanılmaya
çalışılmasıyla sonuna dek mücadele edeceğiz. Çabalarımızı da birleştirerek bu
yanlışları hem düzeltmek hem de tekrarlatmamak için yoğunlaştırmalıyız. Bugün görüşmekte
olduğumuz, Anayasada, Medenî Kanunda ve diğer kanunlarda yapmış olduğumuz
değişikliklere paralel olarak, İl Özel İdaresi Kanunu, Basın Kanunu, Devlet
Memurları Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu, Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu, Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu ile Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda yapılan
değişikliklerle, kanunlarımızı, temel hak ve hürriyetleri sağlamayı hedefleyen,
çoğulcu, katılımcı düşünceye dayanan, hoşgörü ortamında gelişen çağdaş
demokrasi sistemine daha da yakınlaştırmış oluyoruz. 1999'da Helsinki'de
alınan Türkiye'nin adaylığına dair karardan ve de Laeken Zirvesinde bugüne
kadar gelinen olumlu noktanın bizzat zikredildiği bildiriden sonra beklentimiz,
bu ilerlemelerin devamının Sevillia Zirvesindeki bildiride ve de yıl sonunda
Kopenhag'da üyelik müzakerelerinin başlangıç tarihine dair bir kararın
alınmasıdır. Yaptığımız yoğun çalışmalar ve de demokratikleşme konusunda
kararlılığımız her zaman, bugüne kadar olduğu gibi, devam edecektir. Bu tasarıya katkıda
bulunan tüm arkadaşlarımıza şükranlarımızı sunarken, bu tasarının ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gülek. İçtüzüğün 81 ve 60 ıncı
maddelerine göre 10 dakika süreyle soru-cevap işlemini yapacağız. Sayın Bakan, sorulara
nasıl yanıt vermek istersiniz efendim? O sizin takdiriniz. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - 5 dakika soru, 5 dakika cevap. BAŞKAN - 5 dakika soru, 5
dakika cevap dersek... Soru sormak inşallah o kadar yoktur. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, isterseniz arka arkaya da cevap verebilirim. BAŞKAN - Hayhay. Şu ana kadar soru sormak
için üç arkadaşımız müracaat etmiş durumda. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - O milletvekillerimizin sorularının hepsine birden cevap
verebilirim. BAŞKAN - Hayhay, duruma
göre bakalım. Buyurun Sayın Esengün. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, görüşmekte olduğumuz tasarı, muhtevası itibariyle, İl İdaresi
Kanununda, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda, Dernekler Kanununda,
Jandarma Görev ve Yetkileri Kanununda ve benzeri kanunlarda değişiklik yapan
bir tasarı. Bu haliyle de Adalet Bakanlığını hemen hemen ilgilendiren tarafı
yok. Asıl bu yasa tasarısının İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanarak
gelmesi gerekirdi ve benim sualimin asıl muhatabı da Sayın İçişleri Bakanıdır.
Tabiî, Sayın İçişleri Bakanı veya Sayın Başbakan veya Başbakan Yardımcısı Sayın
Devlet Bahçeli tarafından verilecek cevap bizi daha ziyadesiyle memnun eder.
Ben, bütün bunlara rağmen sualimi tevcih ediyorum. Üsküdar İmam Hatip
öğrencilerinin okula alınmaması sebebiyle öğrencilerin yanında bulunan velilere
Üsküdar İlçe Emniyet Müdürünün saldırgan ve terbiyedışı davranışlarından
dolayı, ne gibi bir işlem yapılmıştır? İlçede huzur ve sükûnu
sağlamakla görevli emniyet müdürünün, bu yakışıksız davranışlarına rağmen, hâlâ
görevinin başında bulunması doğru mudur? Bu müdür hakkında
soruşturma açılmış mıdır; açığa alınması düşünülmekte midir? İmam hatip öğrencilerine
kelepçe takılması, itilip kakılması doğru mudur? Okul çocuklarına kelepçe takan
görevliler hakkında ne gibi bir işlem yapılmıştır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Bakan,
alanınızla ilgili addediyor musunuz; önce, onu sorayım? Yanıt vermek size ait. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, bu soruyu,
görüşmekte olduğumuz tasarı çerçevesinde bir soru olarak görmüyorum. Bu, belli
bir amaçla sorulan sorudur. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Bakan, görüştüğümüz tasarıda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda
değişiklik de vardır... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Bu sorulara, İçişleri Bakanımız yazılı olarak cevap verebilir. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Görüştüğümüz tasarıyla nasıl ilgili değil?! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Ancak, ben, şunu
söyleyeyim: Hiçbir zaman, küçük çocuklara kelepçe takılmasını onaylamak mümkün
değildir; böyle bir şey, hiçbir zaman düşünülemez; ama, sorularınızın muhatabı
olan Bakanımız, onlara yazılı olarak cevap verecektir. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan. Sayın Suat Pamukçu,
buyurunuz. SUAT PAMUKÇU (Bayburt) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkanım,
delaletinizle, Sayın Bakanımdan, şu konularda açıklama beklediğimi ifade
ediyorum: Getirilen tasarının 3
üncü maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu tazminat
kararlarının sorumlu personele rücu edilmesi hükmü getirilmiş. Şimdi, burada,
malumunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dahilî hukukî yollar tüketildikten
sonra müracaat edilen bir makam. Dolayısıyla, sorumlu personelden kasıt nedir;
açıklamalarını rica ediyorum; işkenceyi yapan personel midir, yoksa işkenceyi
yapan personeli suçsuz bulan yargı mensupları mıdır? Bu konuda açıklama
bekliyorum, bir. İkincisi, Sayın
Başkanlığınız kanalıyla bakanımıza yazılı soru önergesi vermiştik; bu
önergemize verdikleri cevaplarda, ödenen tazminatların binlerce Amerikan Doları
tutarında olduğunu ifade etmişlerdi. Türkiye'de, gerek işkence yapan personel
olsun gerek yargı personeli olsun, bu kadar ağır tazminatı nasıl ödeyecektir?
Personelin aldığı maaş malum; geçim sıkıntısı içerisindedir; bu kadar meblağı
bulan tazminatları bu personel nasıl ödeyecektir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, burada 3 üncü maddede yer alan hüküm, genel
hükümlere göre sorumlu personele rücu edilmesi şeklindedir. Elbette, işkenceyi
yapan personel söz konusudur; onlara rücu edilmesi söz konusudur. Anayasamızın
ilgili maddelerinde de, daima, kusurlu memura rücu edilmesi ilkesi
benimsenmiştir. Bu madde, o çerçevede bir düzenlemedir. Türkiye'nin, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde açılan davalar dolayısıyla değişik miktarlarda ve değişik
döviz türlerinde tazminat ödediği bir gerçektir. BAŞKAN - Sayın Bakan,
isterseniz onları yazılı olarak verebilirsiniz; daha net biçimde şimdi
hatırlayamayabilirsiniz... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Bunları, doğrudan doğruya Yüce Meclise de bilgi sunmam
bakımından... BAŞKAN - Peki. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3 üncü maddesi
çerçevesinde, yani, işkence yasağıyla ilgili hükmün de zikredildiği kararlarda,
Türkiye'nin mahkûm edildiği ve şimdiye kadar ödediği ve ödeyeceği tazminat
miktarları şöyle görünmektedir: 549 218 İngiliz Sterlini,
3 000 ABD Doları, 3 775 968 Fransız Frangı; bunlar ödenmiştir. Ödenecek olanlar
ise, 1 694 404 İngiliz Sterlini, 77 500 ABD Doları, 1 208 000 Fransız Frangı. Şimdi, bu miktarları,
kusurlu personel ödeyebilir mi, o, ayrı bir konu; ödenebildiği kadar öder,
kendisine rücu edilir. Bundan, esas itibariyle beklediğimiz, bunun caydırıcı
etki yapmasıdır; hiçbir kamu görevlisinin, görevini yaparken, hizmet itibariyle
işkenceye başvurmamasıdır. Bu konudaki kararlılığımızın bir ifadesi olarak bu
hüküm getirilmiştir. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Devlet bankaları kredi versin efendim! BAŞKAN - Bitirdiniz mi
Sayın Bakanım? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Evet. BAŞKAN - Sayın Fethullah
Erbaş; buyurun efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Tasarının 4 üncü
maddesinin ( c) fıkrasında, Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesine ilave
edilen fıkrada aynen şöyle söylenmektedir: "Bir siyasî parti,
bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu
durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim
organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup
yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan
doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz
konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır." Burada, Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki o partinin grubu ve milletvekilleri, herhalde, hem grup
toplantısında hem de kürsüde yapacakları konuşmalardan dolayı bir fikrin odağı
haline geliyorlar; o zaman, bizim, kürsü dokunulmazlığımız, yasama
dokunulmazlığımız nereye gidiyor? Yani, bu, dolanılıyor mu, zımnen kaldırılıyor
mu, bundan sonra konuşmayacak mıyız, ağzımıza bant mı vuracağız? Bunu arz etmek istiyorum,
Sayın Bakanımdan da bu hususta cevap istiyorum efendim. BAŞKAN - Sayın Bakanım,
bir saniye... Sayın Mehmet Ali Şahin arkadaşımızın da soru talebi var. Şimdi,
1,5 dakika kalmış; onu da alalım, size fazla süre vereceğim; her iki soruyu da
yanıtlamış olursunuz. Buyurun Sayın Şahin. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim. Tasarının 5 inci
maddesinde, bir derneğe sürekli olarak üye olamayacaklar, bir de beş yıl
süreyle üye olamayacaklarla ilgili bir düzenleme var. Bu beş yıl süreyle üye
olamayacaklarla ilgili bir çelişki olduğu kanaatindeyim. Diyelim ki, bir kişi,
Türk Ceza Kanunun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasından hüküm giydi; tahliye
tarihinden itibaren üç yıl sonra da, gitti, ilgili ceza mahkemesinden memnu
hakların iadesini aldı; memnu haklarının iadesi kararı bir derneğe üye olma
imkânı da sağlayacağından, niye iki yıl daha fazladan beklesin bu şahıs? Bunu
öğrenmek istiyorum efendim. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakanım. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, Sayın Erbaş'ın
sorusuna cevap vermek istiyorum. Anayasa hükümlerini bir arada yorumlamak
durumundayız, bir arada değerlendirmek durumundayız; çünkü, odak tanımı,
Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasında yer almaktadır. Biz, o tanımı,
tasarıya, sadece metne uygun küçük bir ibare değişikliği yapmak suretiyle almış
bulunuyoruz; dolayısıyla, yeni bir hüküm getirmiş değiliz; Anayasada yer alan
odak tanımı tekrarlanmıştır. Anayasanın 83 üncü
maddesindeyse, yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı düzenlenmiştir.
Elbette, milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, grupların
kürsülerinde serbestçe konuşacaklardır, yasama dokunulmazlıkları vardır; o konu
ayrı; ama, burada, 69 uncu maddede düzenlenen, siyasî partilerin Anayasanın 68
inci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen fiillerin odağı haline gelmesi ve
bu çeşit fiillerin, açıkça veya zımnen, partide, gösterilen yetkili organlar
tarafından benimsenmesidir. O bakımdan, bu maddelerin her ikisi de eşit Anayasa
hükümleri olduğuna göre, bunlar arasında bir çelişki söz konusu değildir. Biri,
siyasî partilerin kapatılması rejimiyle ilgilidir, birisi de siyasî partilerin
kapatılması rejimi yanında milletvekili dokunulmazlığıyla ilgilidir.
Milletvekilleri, bu sorumsuzluk çerçevesinde, yasama sorumsuzluğu çerçevesinde,
buradan, her görüşü ifade edebilirler, gruplarında her görüşü ifade
edebilirler; ama, eğer onlar, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında
öngörülen fiillerin açıkça benimsenmesi anlamına geliyorsa durum farklıdır. Ki,
burada, Anayasanın 69 uncu maddesinde öngörülen, milletvekillerinin kişisel
olarak değil, ama, büyük kongre, genel başkan, merkez karar ve yönetim
organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup
yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi söz konusudur. Bu, dikkatle
okunduğu zaman, milletvekillerinin kişisel olarak ya da grupları adına
yapacakları konuşmalarda yasama dokunulmazlıkları başkadır -o, 83 üncü madde
kapsamındadır- ama, 69 uncu maddede sıralanan grup genel kurulu veya grup yönetim
kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmek, belirli organların davranışıyla
ilgilidir. Sayın Mehmet Ali Şahin'in
sorusuna gelince; 312 nci maddeden dolayı, burada, beş yıllık bir dernek kurma
hakkından yoksunluk öngörülmektedir. Aslında şu andaki düzenlemede bu, sürekli
yoksunluk nedenidir; dolayısıyla, burada iyileştirme, demokratikleşme yolunda
bir iyileştirme söz konusudur. Şüphesiz, eğer, bu maddeden dolayı mahkûm olmuş
bir kimse, üç yılın sonunda, iyi hal göstererek, mahkeme kararıyla memnu
haklarına kavuşacak olursa, bu arada, dernek kurma hakkına da kavuşmuş
olacaktır, bu yoksunluk da ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla, beş yıllık süre
değil; ama, o memnu hakların iadesi tarihinden itibaren dernek kurma hakkına da
kavuşmuş olacaktır. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Beş yıl beklemeye gerek kalmadan, daha erken olmak mümkün; tamam. BAŞKAN - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım. III. - YOKLAMA BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce bir
yoklama isteği gelmiştir. Şimdi, yoklama isteğinde
bulunan milletvekillerinin Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını
tespit edeceğim: Turhan Güven?.. Burada. Ahmet İyimaya?.. Burada. Kemal Kabataş?.. Burada. Mehmet Sadri Yıldırım?..
Burada. Ali Rıza Gönül?.. Burada. Nevzat Ercan?.. Burada. Erdoğan Sezgin?.. Burada. Oğuz Tezmen?.. Burada. Ali Rıza Gönül ikinci kez
yazılmış... MUSTAFA ÖRS (Burdur) -
Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Efendim, Ali
Rıza Gönül Bey orada, ikinci kez yazmışlar, onu diyorum. Eyüp Fatsa?.. Burada. Sait Açba?.. Burada. Sabahattin Yıldız?..
Burada. Dengir Fırat?.. Burada. Ramazan Gül?.. Burada. Mehmet Batuk?.. Burada. Faruk Çelik?.. Burada. Ramazan Toprak?.. Burada. Sacit Günbey?.. Burada. Ahmet Sünnetçioğlu?..
Burada. Kemal Çelik?.. Burada. Elektronik cihazla
yoklama yapacağız. Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin,
oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre
içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır
bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen
üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, çok az bir fark var; yani, birkaç kişilik bir fark. Sayın grup
başkanvekilleri uygun görürse, bir 10 dakika ara verelim. 21.40'ta toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 21.30 ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 21.40 BAŞKAN: Başkanvekili Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 77 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. III. - YOKLAMA BAŞKAN - 839 sıra sayılı
kanun tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce yoklama
istenmişti ve toplantı yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, yoklamayı
tekrarlayacağım. Elektronik cihazla
yoklama yapacağım ve 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy
düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise,
yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı bulunamamıştır. Uyum yasalarına ilgi
gösteren, katkı yapan tüm değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 26 Mart 2002 Salı günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 21.48 |
|