Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 89       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

77 nci Birleşim

21 . 3 . 2002 Perşembe

 

 

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR 

III. - YOKLAMALAR

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı açıklaması ve ANAP Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, MHP Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK Parti Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları  ve  İçel Milletvekili Ali Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları

2.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, 22 Mart Dünya Su Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in, Türkiye ve Muğla'daki turizm potansiyeline ilişkin gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı Mustafa Rüştü Taşar'ın cevabı

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Kuveyt Sanayi ve Ticaret Bakanı Salah Hurşit'e, Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara depremi sonrasında sağlanan malî kaynakların denetimi ile olası depremlere karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/268)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Özcan'ın (6/1702) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/468)

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/744) (S. Sayısı : 786)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

4.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699)           (S. Sayısı : 666)

5.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

6.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) 

7.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

8.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı : 839)

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın;

Bankaların denetimini yapan kurum ve kuruluşlar ile görevlerine,

- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın;

Basında çıkan "Dokunulmaz Yönetim" başlıklı bir haberdeki iddialara,

- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın;

İç ve dış borç stoku ile bankalara aktarılan kaynaklara,

-Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun;

Enerji dağıtım işletme hakkı devirlerine Hazine garantisi verilip verilmeyeceğine,

Enerji dağıtım işletme devir hakkı ile ilgili bazı iddialara,

- İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu'nun;

Ziraat ve Halk bankalarına geçen üst düzey bürokratlara ve bu bankalarca görevlerine son verileceği iddia edilen personele,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/5663, 5697, 5669, 5675, 5676, 5681)

2.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, sigaranın sağlığına zarar verdiği insanlarımıza ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/6015)

3.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım'ın, IMF'den alınan kredilerin kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/6107)

4.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir'in bazı ilçelerindeki Bağ-Kur irtibat bürolarının yetersizliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/6126)

5.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, SSK'nın indirimli aldığı ilaçları piyasa fiyatından verdiği iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/6127)

6.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in;

İstanbul ve Trabzon'daki Ayasofya Camilerinin vakıf senetlerine,

- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın;

Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü projelerine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/6140, 6158)

7.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, turist rehberi kimliklerinin vize işlemine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/6149)

8.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, Aflatoksin maddesinin fındık ihracatına etkilerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/6189)

9.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, İlyas Bey Camiinde arkeolojik kazı yapılması için protokol imzalandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/6200)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, Ardahan İlinin sosyal, ekonomik ve tarımsal sorunları ile alınması gereken tedbirlere,

Edirne Milletvekili Evren Bulut, tarım sigortası, prim sistemi ve tarımsal sulamalara,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Giresun Milletvekili Hasan Akgün'ün, Karadeniz'in çevre kirliliği ile çöp sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Çevre Bakanı Fevzi Aytekin cevap verdi.

Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 23 arkadaşının, Beyşehir Gölündeki kirlenme ve su azalmasının nedenlerinin araştırılarak, gölün ekolojik dengesinin yeniden kurulabilmesi için (10/265),

İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 38 arkadaşının, İstanbul İlinin sorunlarının araştırılarak (10/266),

Sakarya Milletvekili Nezir Aydın ve 22 arkadaşının, Marmara depremi sonrasında sağlanan malî kaynakların denetimi ve depremin yol açtığı sosyal sorunların giderilmesi için (10/267),

Alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemde yerlerini alacakları ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci  sırasında bulunan (6/987),

2 nci     " " (6/989),

3 üncü " " (6/990),

4 üncü " " (6/991),

Esas numaralı sözlü soruların, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadığından, yazılı soruya çevrilerek gündemden çıkarıldıkları açıklandı.

5 inci sırasında bulunan  (6/996),

6 ncı " " (6/1000),

7 nci " " (6/1024),

8 inci " " (6/1031),

10 uncu " " (6/1037),

11 inci " " (6/1042),

12 nci " " (6/1043),

13 üncü " " (6/1046),

14 üncü " " (6/1047),

15 inci " " (6/1048),

16 ncı " " (6/1049),

20 nci " " (6/1056),

21 inci " " (6/1057),

22 nci " " (6/1058),

23 üncü " " (6/1059),

24 üncü " " (6/1060),

25 inci " " (6/1061),

26 ncı " " (6/1062),

27 nci " " (6/1063),

28 inci " " (6/1064),

29 uncu " " (6/1065),

30 uncu " " (6/1066),

31 inci " " (6/1067)

32 nci " " (6/1068),

33 üncü " " (6/1069),

34 üncü " " (6/1070),

35 inci " " (6/1071),

36 ncı " " (6/1072),

38 inci " " (6/1076),

Esas numaralı sözlü sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

9 uncu sırasında bulunan (6/1034),

282 nci " " (6/1400),

474 üncü " " (6/1616),

528 inci " " (6/1673),

Esas numaralı sözlü sorulara Devlet Bakanı Recep Önal,     

17 nci sırasında bulunan (6/1051) esas numaralı sözlü soruya, Orman Bakanı İ. Nami Çağan,

Cevap verdiler.

18 inci sırasında bulunan (6/1052),

19 uncu " " (6/1053),

39 uncu " " (6/1077),

69 uncu " " (6/1109),

Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler cevap verdi; (6/1109) esas numaralı soru  sahibi de cevaba karşı görüşlerini açıkladı.

37 nci sırasında bulunan (6/1073) esas numaralı sözlü soruya  da Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk cevap verdi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından,

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanun Tasarısının (1/744) (S.Sayısı 786) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi.

İstihdamın Teşviki Amacıyla Ücret Dışı Yüklerden Bazılarının Ödenmesinin Ertelenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sosyal Sigortalar Kanunu ve Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/950)(S.Sayısı: 826) üzerindeki görüşmeler tamamlandı, elektronik cihazla yapılan oylamadan sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

21 Mart 2002 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.11'de son verildi.

Yüksel Yalova

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Lütfi Yalman

Melda Bayer

 

Konya

Ankara

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

                                                   II. - GELEN KÂĞITLAR                                     No. : 106

21 . 3 . 2002 PERŞEMBE

 

Rapor

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı: 839) (Dağıtma tarihi: 21.3.2002) (GÜNDEME)

 

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara Depremi sonrasında sağlanan mali kaynakların denetimi ile olası depremlere karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/268) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.3.2002)

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

21 Mart 2002 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Lütfi YALMAN (Konya)

                       

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 1987-1995 yılları arasında Yüce Parlamentoda Çorum Milletvekili olarak görev yapan Cemal Şahin arkadaşımız, dostumuz, Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Merhuma, Allah'tan rahmet, yakınlarına, ailesine, hepiniz adına, Yüce Meclis adına, başsağlığı diliyorum.

Sayın milletvekilleri, hükümet adına, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın, Nevruz Bayramı hakkında, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre söz talebi vardır. Gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Bakanın açıklamasından sonra, istemleri halinde siyasî gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Kültür Bakanımız, Kültür Bakanlığı olarak Nevruz Bayramına ilişkin, gerçekten, hepimizin övünmesi gereken düzenlemeleri yaptığı halde, sayın milletvekillerimizden gelen gündemdışı söz talepleri fazla olunca, Yüce Meclise olan saygısından ve Meclisteki gruplara olan saygısından, hükümet adına konuşarak, grupların da bu konuda Yüce Mecliste düşüncelerini dile getirmelerine vesile olmuştur. Huzurlarınızda, bu Meclise olan saygısı, yaklaşımı nedeniyle önce kendisine teşekkür ediyorum.

Buyurunuz Sayın Bakanım. (Alkışlar)

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı açıklaması ve ANAP Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, MHP Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK Parti Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları ve  İçel Milletvekili Ali Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları

KÜLTÜR BAKANI MUSTAFA İSTEMİHAN TALAY (İçel)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bayramlar, büyük zaferler ve ulusal başarılar, tarihî önemi haiz kişilerimiz ve onların anılmaları, toplumsal barışı, kardeşliği ve dayanışmayı geliştirir ve güçlendirir. Toplumsal huzur, vatandaşların kendilerine ve devletlerine olan güvenini tazeler ve kuvvetlendirir. Ekonomik ve toplumsal gelişmelerin temelinde de, her zaman, toplumsal barış ve vatandaşların birlik ve bütünlük duyguları yer alır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Ulusunun ve millî egemenliğinin temsilcisi olarak, aynı zamanda, millî birlik ve bütünlüğümüzün de en büyük güvencesidir. 10 Kasım Atatürk'ü anma, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 12 Mart İstiklal Marşımızın kabulü, büyük şairimiz Mehmet Âkif'i anış, 18 Mart Çanakkale Zaferimiz ve bugün Nevruz Bayramının kutlaması nedeniyle, Kültür Bakanı olarak gündemdışı söz almamın iki önemli nedenini, müsaadenizle bu kürsüden açıklamak istiyorum:

Öncelikle, Yüce Meclisimizin kürsüsünde, tarihî ve kültürel varlık ve değerlerimizi hatırlamakla onlara olan bağlılığımızı ifade ediyoruz. Bu konuda ortak millî şuurun sürekliliğini ve canlılığını devam ettirirken, Büyük Atatürk'ün işaret ettiği millî kültürümüze sahip çıkıyoruz.

İkinci olarak, millî iradenin temsilcisi Yüce Meclisimizin, farklı parti ve düşüncelerin oluşturduğu bir demokratik kurum olarak, ulusal, manevî ve tarihî değerlerimiz üzerinde nasıl tek ses ve tek vücut olduğunu hep birlikte ispat ediyor ve kamuoyuna gösteriyoruz. Bu konuşmalarımız vatandaşlarımıza moral ve güven veriyor. Kim ne derse desin, kim kendi küçük dünyasındaki kompleksleriyle bu Yüce Meclisi haksız sözlerle karalamaya çalışırsa çalışsın, vatandaşlarımız ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin gönül bağlarını koparmaya kimsenin gücü yetmeyecektir! (Alkışlar) Çünkü, vatandaşlarımız görüyor ve biliyor ki, içinden geçtiğimiz ekonomik kriz ortamından kurtuluşumuzda da en büyük güç, geceli gündüzlü çalışmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur, tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi. Bu büyük iradeyi ve gücü herkesin desteklemesi gerektiğine inanıyorum. Bunun aksine davranmak, hele, sudan bahanelerle Türkiye Büyük Millet Meclisine ayakbağı olmak, Türkiye'nin güçlenmesine ve gelişmesine engel olmakla eş anlamlı bir sonuç yaratmaktadır. Bütün bu engellere karşın, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu özel günlerde ve kritik konularda, ulusal birliğin ve millî kültürün güvencesi olarak, onurlu görevini başarıyla sürdürmeye devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte bugün, 21 Mart Nevruz Bayramını, ortak sevgi, heyecan ve mutlulukla kutlamanın coşkusu içindeyiz. Sevginin, kardeşliğin ve neşenin bayramı olan nevruz...

Hepimizin Nevruz Bayramını yürekten kutluyorum.

Bayramlar, birlik ve beraberlik ve barışın sembolüdür, kaynaşmanın ve mutluluğun vesilesidir. Nevruz Bayramı, doğanın coşkusunun, dirilişinin bayramıdır, doğadaki coşkuya, insanın da ortak olmasının bir anlatımıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nevruzu, doğal bir bayram olarak da ifade etmek mümkündür; yani, adı konulmasa bile, nevruz günü olan 21 Marttan itibaren doğada başlayan diriliş insanda da başlamakta, insanı coşkulu kılmaktadır. Bu nedenledir ki, Türklerin kullandıkları eski takvimlerde nevruz, yılbaşı olarak kabul edilmektedir. Eskiden, yılın başlangıcı olarak kabul edilen nevruz, Türkler tarafından, geleneksel olarak, bir bayram niteliğinde kutlanmaktadır. Türklerin yayıldığı geniş coğrafyada, bugün de, aynı coşkuyla kutlanan Nevruz Bayramı, zengin kültürel değerlere sahip Türk halklarının gelenek ve göreneklerini yansıtan bir kültür bayramıdır.

Nevruz Bayramı, coşkunun olduğu kadar, barışın, kardeşliğin ve hoşgörünün de bayramıdır. Nevruzu bir kavga aracı olarak kullanmak isteyenlere ve nevruzla kardeşliği değil de kavgayı hedefleyenlere, halkımızın çok büyük çoğunluğu hiçbir zaman inanmadı, hiçbir zaman güvenmedi. Halkımız, sağduyusuyla ve tarihsel bilinciyle, bütün tahriklere karşın, her zaman, sonuçta, kardeşliği, birliği ve barışı tercih etti.

Kültür Bakanlığı olarak 1991 yılından beri sürdürdüğümüz nevruz kutlamalarını, geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da, Bakanlığımız sanatçıları, Adana, Gaziantep, Batman, Kahramanmaraş, Muğla, Siirt ve Mersin İlleri ile bazı ilçelerimizde konserler vererek, halkla kaynaşarak kutlamaktadırlar.

Hepinizin bildiği gibi, 1990'lı yıllarda Sovyetlerin çökmesi ve demirperdenin yıkılmasıyla birlikte, Ortaasya'daki Türk dünyasıyla ve kültürümüzün kökleriyle yeniden buluştuk ve kaynaştık ve bir kez daha gördük ki, Nevruz Bayramı, Ortaasya'dan Balkanlara uzanan büyük coğrafyadaki Türk halklarının barış, kardeşlik ve dostluk bayramıdır. O zaman, 21 Mart gününe kavga, dövüş eylemlerini sokarak, halkımızı, bu günden, âdeta soğutmaya çalışanların yaptığı ihaneti bir kez daha derinden hissettik. Bayram gününü halkımıza zehir etmeye çalışanların bu topluma verecek hiçbir güzelliklerinin olamayacağını, vatandaşlarımız da yakından gördüler.

Kültür Bakanlığı, işte bu bilinç içinde, 1991'den başlayarak ve son yıllarda daha da etkili şekilde vatandaşlarımızın Nevruz Bayramlarını kutlamalarında etkin ve öncü bir görev üstlenmektedir. Nevruz nedeniyle hazırladığımız afiş, broşür, çizgi roman, çizgi ve spot filmlerle her kesimden, her yaştan vatandaşımızın nevruz coşkusuna ortak edilmesi amaçlanmaktadır. Bakanlığımızca başlatılan ve maddî ödüllerle desteklediğimiz nevruz konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmalarıyla da bu geleneksel bayramın kültürel ve sanatsal boyutu vurgulanmaktadır. Örneğin, bu yılda, son iki yılda yaptığımız gibi, 11 ilimizden, başlarında öğretmenleri olmak üzere, ilk defa Ankara'yı ziyaret edecek şekilde, öğrencilerimiz davet edilmiş, beş gün süreyle Bakanlığımızca misafir edilmişlerdir. Ardahan, Bitlis, Kilis, Erzincan, Elazığ, Sıvas, Uşak, Ordu, Burdur, Düzce ve Diyarbakır İllerimizden öğretmen ve öğrencilerimiz, Ankara'da, bu mutlu bayramı birlikte ve yeni arkadaşlar kazanarak kutlamışlardır.

Bu akşam, devlet erkânının ve yabancı misyonun davetli olduğu nevruz resepsiyonu Bakanlığımız tarafından düzenlenecektir. 22 Mart Cuma günü ise, Türk cumhuriyetlerinin kültür şemsiyesi olan Türk cumhuriyetlerinin kültür bakanlarının oluşturduğu TÜRKSOY tarafından "Türk Dünyası Öğrenci Gençliği Nevruz Buluşması" adıyla organize edilen şenlikte, nevruz coşkusu yaşanacaktır.

Nevruzun yüzyıllardır süregelen geleneğine uygun olarak, doğal, kültürel ortamı içinde kutlanması amacıyla, il kültür müdürlüklerimizin koordinasyonuyla da, nevruz kutlamaları yerel olarak gerçekleştirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Nevruz Bayramının ve nevruzla başlayan yeni dönemin ülkemize bereket getirmesini, sevgi, dostluk ve beraberliğimizin daha da güçlenmesini diliyor; ayrıca, 21 Martın diğer bir özelliği olan Dünya Şiir Gününü de kutluyor, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Efendim, siyasî parti grupları adına, ilk olarak, Anavatan Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın İbrahim Yaşar Dedelek söz istemişlerdir.

Buyurunuz. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; Nevruz Bayramıyla ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisimizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, asırlardır tabiatla iç içe yaşayan, üzerinde yaşadığı toprakları "ana" kabul eden Türk insanının düşünce sisteminde baharın gelişinin çok önemli bir yeri vardır.

Farsca nev (yeni) ve ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen ve yenigün anlamını taşıyan nevruz, Ortaasya'da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kutladıkları bir gündür.

Nevruz, tabiatın kıştan kurtuluşunun, bolluk ve berekete kavuşmasının simgesi olma yanında, toplumların yaşamlarındaki hareketliliklerin, başlangıçların ve dönüm noktalarının da ifade edildiği bir gün olarak kabul edilir.

Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bir bahar bayramıdır.

Bütün bayramlar, dinî ve millî inanışlardan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğar.

İşte, nevruz adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır.

Türklerde bir varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan nevruzun ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için, Türk kültürünün asırlar öncesindeki kam dualarına göz atmamız gerekir.

Türk kamları, dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar: "Yüce Göktanrının ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen yaratıldın!" Bu sözler, Türk insanının yaratılış felsefesinin, inancının ve hayat tarzının ifadesidir.

Anlamı kadar önemli olan bu bayram, zaman içerisinde, farklı kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda, farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuş, kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve çeşitli kültürlerce benimsenmiştir.

Nevruzun, bir din adına, bir mezhep adına, bir etnik köken adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi ve bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması son derece yanlıştır; tarihin ve kültürün gerçeklerine aykırıdır.

Nevruz geleneği, kökü yüzyıllar öncesine dayanan, insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı kuvvetlendiren, dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştıran, millî birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesini ve dayanışmayı sağlayan, huzur ve barış havasının evrensel ölçülerde geliştirilmesini temin eden bir ortak değerdir.

Nevruzla ilgili olarak, 16 ncı Yüzyılda, Pir Sultan Abdal, Nuvruziyyesinde şöyle diyor:

"Sultan Nevruz günü canlar uyanır,

Hal ehli olanlar nura boyanır.

Muhib olan bu gün ceme dolanır,

Himmeti erince Nevruz Sultan'ın.

Aşık olan canlar bugün gelürler,

Sultan Nuvruz günü birlik olurlar.

Hallak-ı cihandan ziya olurlar,

Himmeti erince Nevruz Sultan'ın."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anadolumuzda nevruz, halkımızın ortak bir öğesidir, ortak bir paydasıdır. Bu, bir resmî bayram değil ve resmî bayram olarak kutlanmamalıdır; bu, bir halk bayramı ve bir halk kutlamasıdır.

Yeni yılın ilk günü ve baharın başlangıcı olarak kabul edilen nevruz, uyum ve barışıklık anlayışını yansıtan ortak bir değer olarak barış, dostluk ve kardeşlik gibi değerlerin paylaşılıp zenginleştirilebileceği mükemmel bir zemindir.

Türk Milleti, yüzyıllar boyunca, bu zemin üzerinde ve bu anlayışla hareket etmiş, farklılıkları zenginlik kabul eden hoşgörüsüyle tarihe damgasını vuran uygarlıklarını yaratmıştır.

Bu ortak gelenek, çileli Anadolu insanımızın, asırlardır yaşadığı her türlü meşakkate rağmen, ruhundan fışkıran bir insanlık erdeminin ve Anadolu hümanizmasının adıdır.

Bu önemli bayramın huzur ve coşkuyla kutlanmasında gayretlerinden dolayı Kültür Bakanımıza teşekkür ediyorum.

Nevruz Bayramının, Anadolu insanımıza, yüce milletimize, tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini temenni ediyor; bu vesileyle, Yüce Meclisimize en derin saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim Sayın Dedelek.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner; buyurunuz. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Nevruz, bilindiği gibi, Yenigün Bayramıdır. Yenigün (yıl bayramı) Koç Burcuna girmekle başlar. Koç Burcu, yazın ilk ayı olarak tabiatın dirilişidir.

Nevruz, Türk topluluklarında, yıllardan beri, asırlardan beri kutsal olarak kabul edilmiş ve bütün güzelliği yaşanmış bir bayram günüdür. Sibirya'nın kuzeyinde, Müslümanlıkla hiç tanışmamış, Şamanizm'e inanmış Yakut Türkleri, Hıristiyan Çuvaşlar ve Gagavuzlar, Musevi Karay Türkleri de bu bayramı kutlarlar. Bu yüzden, yenigünün, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Şaman demeden, ortak değerimiz bilinerek ve ona daha çok sahip çıkılarak kutlanması gerektiğine, kucaklanması gerektiğine inanıyorum.

Yenigün Bayramı, Ergenekon Destanına göre, Türklerin Ergenekon'dan çıkışı ve çilelerinin bitişiyle yeni bir döneme başlamalarını ifade eder. Bu yüzden, bu bayram, Türk Milletinin kurtuluş günü olarak çok güzel kutlanır.

Değerli arkadaşlarım, bugün Nevruz Bayramı; hepinizin ve Türk dünyasının bayramı kutlu olsun. Bugün, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kuzey Denizi sahillerinde yaşayan Yakut Türkleri, Başkurtlar, Kırgızlar, Kazaklar, Altay Türkleri bayram yapıyor. Bu bayram, Yakındoğu, Ortaasya ve bütün Türk dünyasının en eski bayramıdır. Çin kaynakları, dörtbin yıl öncesinde bu bayramın Türkler tarafından kutlandığını, yaşatıldığını bildiren bilgiler veriyor.

Evet, bu bir diriliş bayramıdır. Türkiye, bu bayramı, 1914'ün, Birinci Cihan Harbinin mağlubiyet şartlarında, yine kutlamıştır. Balıkesir basınında, Erzurum basınında, Kastamonu basınında çok ciddî bilgiler var. Kastamonu'da o günlerde çıkmakta olan mahallî bir gazetemiz, Köroğlu Gazetesi, 1914 ve 1915 yılları koleksiyonunda, Nevruz Bayramını, millî bir bayram, Ergenekon Bayramı olarak veriyor.

Ben bu bayram konuşmasını yaparken aralarında konuşan arkadaşlarımı, nevruzu kutlayan millet çok iyi değerlendiriyor; Sayın Başkanın da değerlendirdiği kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlarım, çok dikkate şayandır; Nevruz Bayramı kutlamalarını, 1914'ün o felaket şartlarında, Kastamonu'daki Türk Gücü Derneği düzenliyor ve Kastamonu İttihat ve Terakki Derneği Şubesi, buraya, büyük bir güçle iştirak ediyor ve Kastamonulu, daha doğrusu, Safranbolulu şair Tahir Karaoğuz'un Köroğlu Gazetesinde yayımlanan "Yenigün" başlıklı şiiri, Ergenekon Destanını işliyor. Bu anlamlı şiirin okunmasından sonra kürsüye gelen Mektebi Sultanî öğrencilerinden Emin Efendi, günün önemini anlatan konuşmasında şu dikkate şayan cümlelere yer veriyor; dikkat buyurunuz, diyor ki bu gencecik çocuk: "Mazisini yaşatan milletler, hakikatte, hallerini, istiklallerini, daha doğrusu, kendilerini yaşatırlar; ancak, şunu unutmayınız ki, yaşatmamız gereken gerçek, milletimizin necabeti, İslamın galebe ve saadeti için çalışmaktır."

Ömer Seyfettin, 1914 yılının o günkü ağır şartlarında, Tanin Gazetesinde "Türklerin Millî Bayramı Yenigün" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Nevruz bir millî bayramdır ve Ergenekon'dan çıkmamızın destanıdır." Ömer Seyfettin "Evet, birkaç asır evvel babalarımız, soylarını, tarihlerini, ananelerini bizden çok iyi biliyorlardı ve kendi tarihleriyle iftihar ediyorlardı" diyor. Ömer Seyfettin, Türkleri ve Türklüğü inkâr etmekte garip bir marazi, lezzet duyan hasta birkısım insanların varlığına da işaret ederek, bu gibileri kastederek şunları yazıyor: "Efsane, efsane diyerek gülecekler, dudaklarını bükeceklerdir. Onlarca, mesela Yunanlıların bütün esatir ve tarihleri mukaddestir, muhteremdir, hatta, belki, hakikattir; fakat, Türklerin tarihî bile yalandır; ama, halis Türkler kendi tarihlerine inanır ve asla unutmazlar." Ve Osman Gazi'nin bir şiirinden bahsederek, onun Batı Türklerine yön verişteki büyüklüğünü dile getiriyor.

Değerli arkadaşlarım, 1914'teki bütün kutlamalar bir millî mücadele beklemektedir, bir Ergenekon'dan çıkış beklemektedir. Ergenekon'dan çıkış Atatürk'ün şahsında gerçekleşir ve Atatürk'ün sağlığında takip ettiği çok şuurlu kültür siyasetiyle nevruz kutlamaları eksiksiz yerine getirilir. Aslında, bu kültür çizgisi...

BAŞKAN - Sayın Güner, izninizle...

Değerli arkadaşlarım, bir parça daha sakin dinleyebilirsek... Ben de takip edemiyorum.

Buyurunuz Sayın Güner.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Atatürk'ün sağlığında uygulamış olduğu kültür politikası ve kültür hassasiyeti, Karahanlılardan, Selçuklulardan, Osmanlılardan deblenip gelen, millî kültüre bağlılığın ifadesidir ve bu kültür siyaseti, çok önemli hamlelerin, çok önemli büyük işlerin başlangıcı olmuştur. Millî mücadele sonrasında çıkarılan pulların, ikinci Ergenekon Destanı olarak kabul edilen Kuvayı Milliye hareketini, posta pullarına, millî paralara ve okulların duvarına asılan tablolara resmettiğini görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, ne yazık ki, Türkiye'yi bölmek ve parçalamak isteyen emperyalist güçler, alt kültür kimliklerine millîlik vasfı verme gayretiyle çok yıkıcı ve tahrip edici bir faaliyetin içine girmişlerdir. Türklerin dışında Avrasya'da yaşayan diğer ırk ve kavimlerin de kutladığı nevruzu, sadece bir alt kültür kimliğinin malzemesi bilmek ve bunu özel renklerde kullanarak bölücü bir güç haline getirmek gayreti bedbahtlık olmuştur.

Tarihimizin bazı gerçeklerinin bazı renklere bağlı olduğu bir hakikattir. Bu renklerden sarı, kırmızı, beyaz ve yeşil, üçlü kompozisyon olarak, Göktürkler zamanından başlayarak Türkler tarafından bayrak rengi olarak kullanılmıştır. Büyük bir Rus arkeoloğu olan Ksilev, Göktürk coğrafyasında yapmış olduğu kazılarda, Göktürk şehzadelerinin üzerlerine giymiş oldukları ipek elbiselerin bu üç renkten dokunduğunu, bu üç renkle yapılmış olduğunu yazıyor ve tespit ediyor.

1165 yılında, Şii İslamın büyük bilginlerinden ve büyük fakihlerinden Abdü'l-Celil el-Kazvini, Kitabü'n Nakz isimli eserinde, kendisine soru soran Hoca Nasibi isimli bir şahsa şöyle cevap veriyor: "Görmüyor musun? Selçuklu sultanları 100 000 kişilik bir ordu topladığı zaman, bu ordu halife ordusu zannedilmesin diye halife bayrağı kullanmazlar. Burada sarı, kırmızı, yeşil renkli bayrağı kullanırlar."

Değerli arkadaşlarım, Selçuklular, beylikler dönemi ve bir beylik olarak doğan Osmanlılarda da aynı rengin, hem çizmelerde hem serpuşlarda ve hem de diğer giysilerde kullanıldığını görüyoruz.

BAŞKAN- Sayın Güner, 1 dakikanız var efendim.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla)- Artık umuyoruz ve temenni ediyoruz ki, bu ülkedeki bütün akıllar, izanlar ve idrakler bu gerçekleri görmeye başlamışlardır. Paylaştığımız bu değerlerde bir olalım, bütün olalım, iri olalım ve diri olalım arkadaşlarım.

Vatanımızın bölünmez bütünlüğü, vatan coğrafyasının parçalanmaz olduğu gerçeği, al sancaklı bayrağımızın, bu topraklarda yaşayan bütün yurttaşlarımızın bayrağı olduğu ve bu yurtta yaşayan herkesin Anayasanın tayin ettiği haklarda eşit olduğu gerçeği yönünde bir olur, bütün olur, vatandaşlık şuuruna erersek, birtakım alt kültür gruplarının kendilerine has değerlerini saygıyla karşılamak, kültür zenginliğimizle onur duymaktır.

Yenigün Bayramınız, Nevruz Bayramınız, bütün milletimize, bu bayramı kutlayan herkese saadet ve huzurlar getirsin ve Yüce Milletimiz, güçlü kadrolar elinde yeni bir Ergenekon Destanıyla, bugün içerisine girmiş olduğu yoksulluktan, sefaletten ve gariplikten kurtulsun diyorum ve Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güner.

Saadet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu.

Buyurunuz Sayın Hatipoğlu. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün Nevruz Bayramı. Öncelikle, bize bu imkânı tanıyan Kültür Bakanına teşekkür ediyorum. Bu bayramın, gerginlik atmosferi içerisinde değil, dostluk, barış ve kardeşlik mesajlarıyla birlikte kutlanmasını diliyorum; Nevruz Bayramı, bütün milletimize, Orta Asya'daki kardeşlerimize, Ortadoğu ülkelerinde bu bayramı kutlayan herkese hayırlı uğurlu olsun diyorum.

Şimdi, burada, Sayın Bakanım ifade buyurdular; nevruz, gerçekten de, hem Asya hem Ortadoğu halklarının ortak bayramıdır. "Yenigün" anlamına gelen ve baharın müjdecisi, habercisi olarak bu gün, köklerini milattan yüzlerce yıl öncesinden alan bir geleneğin günümüze yansımasıdır.

Elbette, çok geniş bir coğrafyada izlerine rastladığımız, gördüğümüz bu bayram, her toplulukta ayrı ayrı, değişik şekillerde kutlanmış, değişik şekillerde algılanmıştır. Bu gelenek Orta Asya'da da, Ortadoğu kültüründe de ortak bir paydayı oluşturmaktadır. Yani, biz tarih sayfalarını çevirdiğimizde Hunlarda da, Uygurlarda da, Sümerlerde de, Akatlarda da, Asurlularda da, Osmanlıda da, Selçukluda da, İranlılarda da nevruz geleneğini görürüz.

Tabiî ki, nevruza yaklaşım, değerlendirme ve onun bugüne ulaştırması gereken mesaj konusunda, kuşkusuz, farklılıklar, farklı değerlendirmeler de vardır ve bunu da doğal olarak karşılamak, hatta, zenginlik olarak nitelemek gerekmektedir.

Evet, nevruz, İslamiyet'ten önce var olan bir gelenektir. Bu nedenle de, onu bir dinin, onu bir mezhebin bayramı veya malı gibi takdim etmek de söz konusu değildir. Yani, ne Sünnînin, ne Alevînin, ne Bektaşînin, ne Kürdün, ne Türkün, ne İranlının, kendine özgü, kendine has bayramı diye takdim etmek de doğru bir yaklaşım tarzı değildir.

Aslında, bahsettiğimiz Ortadoğu ve Asya kökenli topluluklarda nevruzun ortak bir kültürün mirası olarak görülmesi, bu toplulukların akrabalıklarının bir kanıtıdır; bu toplulukların birlikteliğinin de, kültür beraberliğinin de, folklor beraberliğinin de, anlayış ve kavrayış beraberliğinin de çok güzel bir örneğidir diye düşünüyorum ve bundan dolayı da, aslında, Nevruz Bayramının bu coğrafyada yaşayan toplulukları, halkları kaynaştıran, birleştiren onları bir arada tutan bir gelenek olarak algılanmasında da çok büyük yarar vardır.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki, bizim tarihimizde bu gelenekler vardır. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde takvimin başlangıcı olarak kullanıldığı bilinmektedir; hatta, öyle ki, 1980 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti de malî milat olarak, malî yıldönümü olarak mart ayını görmüştür. Bu da o geleneğimizin bir parçasıdır.

Demek oluyor ki, nevruz, bizim yabancı olduğumuz bir kültür, bir gelenek, bir yapı değildir, yaklaşım değildir; ama, herhalde, biz devlet olarak, resmî kurum ve kuruluşlar olarak, bunu uzun bir süre kullanmadık, kutlamadık.

Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde, maalesef, 21 Mart günü yaklaştığında bir gerginlik, "acaba bu nevruzda neler olacak, hangi sıkıntılar doğacak" şeklinde bir sıkıntının oluştuğu da hepinizin malumudur. Elbette ki, nevruzu, kendi ideolojik anlayışlarının bir aracı olarak kullanmak isteyenler olmuştur; nevruzu, yasal olmayan, meşru olmayan gösterilerin bir aracı olarak kullanmak isteyenler olmuştur ve buna karşı da, devletin güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler olmuştur. Ben, huzurunuzda, nevruzu, kendi temel yörüngesinden alıp, onu, ideolojik hassasiyetlerinin bir aleti gibi kullananları, bunu istismar edenleri kınıyorum; ama, aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, nevruz kutlamalarını resmîleştirme  konusunda çok geç kaldığının ve dün, nevruzu kutlayanların gözaltına alındığının, bunların ciddî sıkıntılara muhatap kılındığının da altını çiziyor, tarihe not olarak bırakıyorum. Demek ki, biz, bazı şeyleri yasaklamakla neticeye ulaşamayız. Bakın, Sayın Bakan burada ifade buyurdu; Türkiye'nin dört bir yanında şu anda resmî nevruz kutlamaları oluyor. Bunlar çok güzel gelişmelerdir.

Şu anda, yine, valiliklerin izniyle birçok yerde sivil toplum örgütleri bu kutlamaları gerçekleştiriyor ve şimdiye kadar da hamdolsun, izin verilen yörelerde, ciddî bir sıkıntının meydana gelmediği şeklinde bilgiler bize intikal etti. Ümit ederim, gelecek yıllarda, hiçbir yerde, Türkiye'nin hiçbir parçasında, hiçbir ilçesinde, hiçbir beldesinde, en ufak bir yerde bile gerginlik ile nevruz bir arada ifade edilmesin.

Değerli arkadaşlarım, nevruzla ilgili değerlendirmeleri yaparken şunu hemen ifade etmek istiyorum: Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinde, Kutadgu Bilig'de, Divan-ı Lügat-it Türk'te, Firdevsi'nin Şahnamesinde, bizim kültür kaynaklarımızda, medeniyet kaynaklarımızın hemen hemen tamamında nevruzdan bahsediliyor; ama, her millet nevruzun doğuşuyla ilgili kendine göre yorumlar yapıyor. Bunların birisi doğru olabilir, hepsi doğru olabilir, her birisi, kendisi için, bu yorumları doğru kabul edebilir. Ben, iki değerlendirmeyi baz alarak bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Kimi kaynaklara göre nevruz, Türklerin Ergenekon'dan çıkışını simgeliyor, ateş de demirden dağı eriten ateştir. Bir başka yaklaşıma göre nevruz, Piştadi Kralı zalim Dehhak'a karşı demirci ustası Kawa'nın başkaldırışını simgeliyor, o ateş de özgürlüğe davet eden ateştir; ama, her ikisinde de ortak bir mesaj var. Yakılan nevruz ateşi, sıkıntıdan, problemlerden kurtuluşun, azmin karşısında demirden dağın dahi eriyebileceğinin ifadesidir. Bir diğer yaklaşıma göre de yine o nevruz ateşi, özgürlük, bağımsızlık, zorbalığa karşı geliş olarak ifade ediliyor.

Şimdi, her ikisini de bir araya getirdiğinizde nevruzu iki şekilde değerlendirmek, birleştirmek mümkündür. Nevruz, bizim aziz milletimizin kültüründe, zora, sıkıntıya, problemlere karşı direnme gücünü ifade eder, o ateş de o direnme gücünün bir ifadesidir. Diğer yaklaşıma da bakarsanız, elbette, baskıya, zorbalığa, tahakküme karşı da başkaldırının bir ifadesidir. Aziz milletimiz, tarih boyunca bu başkaldırıyı gerçekleştirmiş, yedi düvele karşı kendi bağımsızlığını gerçekleştirebilme olanaklarını korumuştur, kullanmıştır.

Özetle, bu yıl, nevruzun, gerginlikten, ideolojik kapışma ve aymazlıktan, yasadışı gösterilerden uzak, bir dostluk ve sevinç atmosferi içinde kutlanıyor olması hepimizin ortak sevincidir. Bunun bu şekilde devam etmesini temenni ediyorum.

Elbette, bugün bayram değerli arkadaşlarım. Bayram sevinç demektir, dostluk demektir, diğerkâmlık demektir. Bizim milletimizin dinî bayramları vardır, aziz milletimizin kandilleri vardır, bizim millî bayramlarımız vardır, millî günlerimiz vardır.

Sayın Kültür Bakanından, burada istirham ediyorum: Nevruz Bayramının kutlanmasıyla ilgili gösterdikleri duyarlılığı, resmî törenleri, panelleri ve buna benzer organizasyonları, lütfetsinler, dinî bayramlarımızın, kandillerimizin kutlanmasında da aynı duyarlılığı, millî bayramlarımızın kutlanmasında da aynı duyarlılığı lütfen göstersinler; birinci istirhamımız budur Sayın Bakandan. (SP sıralarından alkışlar)

Yine, sevinçten bahsettik, mutluluktan bahsettik, bugünün bayram olduğundan bahsettik. Bayram, sadece bir grubun mutlu olması veya sevinmesi demek değildir. Bayram sevinç demekse, bugün sevinemeyen milyonların varlığından da söz etmemiz gerekir, onları hatırlamamız gerekir. Evet, bugün, açlık sınırında 20 milyon vatandaşımızdan bahsediyoruz, sıkıntılardan bahsediyoruz ve değerli milletvekilleri, bu bayram günü, kutladığımız bu nevruz gününde, okullarının kapısında bekletilen, okullarına alınmayan mazlum öğrenciler var; onlar bayram yapamıyor. Ben dilerim ki, bu Nevruz Bayramı, millî birlik ve beraberliğimizin bütünlüğünden bahsettik, ortak sevinçten bahsettik, ortak paydalarımızdan bahsettik...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ama, konuyu değiştiriyorsunuz...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Hayır değiştirmiyorum efendim.

BAŞKAN - Lütfen sonuçlandırınız...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Değiştirmiyorum Sayın Başkanım.

Ümit ediyorum ki, bu mutluluğu hep beraber paylaşırız. Bu ortak sevinci, ortak mutluluğu, hem geçim sıkıntısı içinde inim inim inleyen kardeşlerimizin sıkıntılarına çareler üreterek ortaklaştıralım, hem de okullarının kapısında polis kordonuyla okullarına alınmayan öğrencilerimizin mutsuzluğunu önleyecek tedbirleri de geliştirelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Hatipoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel; buyurunuz Sayın Bozyel. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

MHP GRUBU ADINA ABBAS BOZYEL (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sibirya'dan Hindistan'a, Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e kadar, 11 milyon kilometrekarelik geniş bir coğrafyada yaşayan, Türk dünyasını birbirine kenetleyen, bağlayan değerimiz dilimiz Türkçemizden sonra gelen en önemli değerimiz Nevruz Bayramıdır.

Bir millî örf, anane ve gelenekler bütünü olan "yenigün bayramı, Nevruz Bayramı" Türk dünyasında "Ergenekon Bayramı" olarak da kutlanmaktadır.

Balkanlardan Anadolu'ya, Kafkasya'dan Türkistan çizgisine kadar 21 Martta kutlanan nevruz ve Ergenekon Bayramı, yazılı kaynaklara göre milattan önce 8 inci yüzyıldan beri Türkler tarafından bahar coşkusuyla kutlanan en önemli millî bir karakter taşıyan bayramımızdır.

Hunlardan başlayarak günümüze kadar gelen tarihî süreç içerisinde, Türk Milletini aynı gün ve tarih içerisinde, ortak millî bir sevinç ve huzurda buluşturan bu millî bayramımız, Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmut'tan El Biruni'ye, Nizamülmülk'ün Siyasetnamesinden, Melikşah'ın takvimine ve Akkoyunlu Uzun Hasan'ın kanunlarına kadar gelen yazılı kaynaklarca da nevruz, gerçek, millî bir Türk bayramıdır.

Bunun yanı sıra, yakın çağ tarihimizde Sıvas Hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmet, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail Hatai, Osmanlı-Türk Devletinde Sultan I.Ahmet, Sultan IV.Murat gibi hükümdarların icraatlarında,  Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzuli, Nevi Efendi, Nedim, Nefi, Hüseyin Suab, Namık Kemal, Şehriyar ve Mahdum Kulu gibi nice şair ve ozanlarımızın eserlerinde bu millî bayramımız, kendisini Türk gibi ve Türkçe takdim etmektedir.

Hele cumhuriyetimizin kurucusu, kendisiyle beraber, İstiklal Muharebesinin kahramanları, asker, sivil bütün kadrolarına, kıyamet gününe kadar şükran ve minnet borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk'ün 22 Mart 1922 tarihinde Ankara'da düzenlettiği nevruz şenlikleri, aslında kendinden sonra gelecek devlet adamlarına bu millî geleneğin devamıyla ilgili çok önemli bir işaretiydi. (MHP sıralarından alkışlar)

Lakin, uzun yıllar devleti temsil eden en üst makamların bu millî bayrama uzak kalmaları, tebrik ve kutlamalarına dahi şahit olamayışımız, millet adına geçmişte yaşadığımız en büyük üzüntümüzdür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Azerbaycan'ın ünlü şairlerinden Mehmet Araz bir şiirinde şöyle diyor :

"Vatan nağmeleri olmasa bir an,

Gönülde gül açıp yaz olabilmez.

Nağmesi olmayan, şiiri olmayan,

Bir halkın tarihi yazılabilmez."

Bu gerçek tespitin ışığında tarihiyle, coğrafyasıyla, nağmesi, şiiri, gelenek ve görenekleriyle, renkleriyle, her şeyiyle bizim Türklüğün olan millî bayramları yaşamak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak en başta devlet idarecilerinin görevidir.

Şayet, kültür, geçmiş nesillerin sonrakilere miras bıraktıkları bir millî- manevî değerler bütünü ise, bizlerin de yarınlara neleri bıraktığımızın hesabını iyi yapması gerekiyor.

Şayet, bir millet varsa, bir kültür ve bir de tarih vardır. Tarihini ve tarihi içerisinde şekillenen, vücut bulan kültürünü yaşatamayan milletlerin ömrü az olur.

Öyleyse, binlerce yıllık Türk tarihini ve kültürünü hiçe sayan, yok sayan dahili ve harici bütün şer güçlere karşı devletimiz, millî kültürümüzün teşekkülü, çağdaşlaştırılması, yaşatılması ve kuvvetlendirilmesi yolunda öncülük etmeli, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmelidir; çünkü, devlet, milletimizce kabullenilmiş, asırların süzgecinden geçirilerek bu günlere kadar getirdiği hem devlet idaresinde hem millet hayatında çok mühim olan bu zenginliklerimizi korumak ve kollamak mecburiyetindedir.

Dolayısıyla, milletin kendini adaletle idare etme, kendini tehlikelerden muhafaza kılma, değerlerini koruma gibi nice çeşitli maksatlarla organize olarak kurduğu, sosyal müesseseler bütünü olan devletimizin en önemli kurumlarından biri olan Kültür Bakanlığımızın, kendi kavrayışlarımıza, kendi mukaddeslerimize, kendi davranış ve yaşayış biçimimize, kendi millî duruş, millî gelenek ve göreneklerimize öncülük edecek bu hareketi devam ettirmesini bekliyoruz ve inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık olarak ikiyüz yıldır, Doğu-Batı bütün değişik medeniyetlerin kültür, siyasî, ekonomik ve askerî taarruzlarına muhatap olmuş milletimize, kendi gerçeklerini ve gerçek mutluluğunun sırrını başkalarının dünyasında kendine yabancılaşarak aramak yerine, kendi millî kültür hayatımız içerisinde bulacağımızı işaret eden Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Mart 1923'de yaptığı konuşmada aynen şunları söylemiştir: "Efendiler! Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al ve hareketimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin esiridir. Ve asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır."

Dolayısıyla Atatürk, hem milletimizin bütün fertlerinin, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplanma önemine değinirken, diğer taraftan da milletimizin dünya milletleri içinde onurlu ve itibarlı bir mevkide olmasının reçetesini, kendi millî kültürümüzü yaşatmada ve millî birlik içinde yaşamada vermektedir.

Peki, aksi davranışlar ve unutkanlıklar içerisine girersek ne olur?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; o zaman, birilerini çıkarırlar ortaya ve bölücülük yaptırırlar. Ülkeyi kana boyarlar. Sana, bana, ona ait olan her şeye sahip çıkarlar. Binlerce yıllık bu bayramı, kan ve gözyaşına boğarlar. Bayram, kardeşlik-huzur, neşe-sevinç, barış ve heyecan mı demek? Yerine, düşmanlığı, huzursuzluğu, üzüntüyü, çatışmayı, fitne-fesat ve kin tohumlarını ekerler.

Toprağın yeniden canlanmasını, baharın gelişini müjdeleyen bu bayram, Türkün Ergenekon'dan çıkıp kendisini dünyada ve Anadolu'da tanış kıldığı bu bayram, ne zamanda beri bu cennet vatan topraklarında ayrılık gayrılık tohumları ekti; ne zamandan beri barış, huzur ve müşterek bir ortam içinde yaşayan insanları birbirine düşman eden bir bayram olarak telakki edildi?! Yüreklerimizdeki Türklük, vatan ve millet sevdasının ateşi, ne zamandan beri sokaklarda yakılan lastik dumanlarının arasında, sokak aralarında, düşmanlığı körükleyen sloganlar arasında yok edilmek istendi?! Geçmişi bir; mezarları, bayramları, sofrası, ağız tadı bir; düğünü derneği bir; bayrağı, vatanı, ezanı, dini ve dili bir olan bu milletin bayramı, hangi bölücü terörist ve dış güçler tarafından ayrılıkçı senaryolara sahne kılındı?! (MHP sıralarından alkışlar) Hele hele, tarih boyunca bu millete mal olmuş ne kadar millî ve manevî değerler varsa, ne zamandan beri bu bölücü-ayrılıkçı terörist zihniyetlerin tapusuna geçti?! İşte, biz, bize sahip çıkmazsak, başkaları bize ait olanlara sahip çıkar. Türkiye cumhuriyeti devletini bölmek, gözbebeği ile akını ve et ile tırnağı birbirinden ayırmak isteyen bu dış odaklı bölücüler, 250 000 000'luk bir Türk dünyasının ortak ve millî renklerinden olan sarı, kırmızı, yeşil renklerine de sahip çıkıp, bayrak diye nitelendirdikleri paçavralarında kullanmaktadırlar. Bu renkler, Göktürklerden beri, beylerin kullandığı renklerdir; bu renkler, bütün eserlerde, bütün kazılarda görülür; hatta ve hatta, Sultan Reşat'ın, Mustafa Kemal Atatürk'e Çanakkale'de gösterdiği başarıdan dolayı taktığı altın liyakat madalyasının şeritlerinde de kendini bulmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; onun için, Yüce Meclisinizde, önce dilimiz Türkçemiz, sonra Nevruz Bayramımız derken, huzurunuzda, MHP Grubu olarak üç teklifimizle konuşmamı noktalamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Süre bitti; lütfen, sonuçlandırınız.

ABBAS BOZYEL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Birincisi, MHP Grubu olarak Meclis Başkanlığına sunduğumuz, Nevruz Bayramının millî bayram olarak kabul edilmesi yasa teklifimizin bütün partilerce desteklenmesi ve ortak bir kararla kanunlaştırılması.

İkincisi, gelecek yıl, bütün Türk dünyası devlet ve topluluk resmî temsilcilerinin de katılacağı, folklorik zenginliklerin beraberce sergileneceği "birinci Türk dünyası nevruz-Ergenekon şöleni"nin ülkemizde yapılması.

Üçüncüsü ise, öncelikle bir nevruz haritasının Kültür Bakanlığımızca çıkarılarak, geniş bir coğrafyada, asırlardan beri milletimizce kutlanan bu bayramın bütün dünya kamuoyuna aktarılmasıdır.

Ben de, başta Sayın Başkanımıza ve Yüce Heyetinize saygılarımı sunarken, bu bayramınızı tebrik ediyor, sınırlar ötesinde yaşayan Türk-İslam dünyasına ve insanlık âlemine, huzur, kardeşlik, beraberlik, bereket ve bolluk getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Bozyel.

Fotoğraf için de çok teşekkür ediyoruz; herhalde, Meclis salonlarında görürüz.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Aydın Tümen; buyurunuz. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bayramlar insanları birleştiren, bütünleştiren, kavga ve kırgınlıkları bir yana bırakıp, birbirlerine gönüllerini açtıran, ortak sevinç ve mutluluk günleridir.

Milletlerin tarih sahnesine çıkışları, büyük felaketlerden kurtuluşları, din ve doğayla ilişkileri bayramları doğuran olaylardır.

Türk tarihine bakıldığında bilinen en eski Türk bayramı nevruzdur. Bugün, dünyanın hemen hemen bütün coğrafyasına ve bölgesine yayılan ve toplam nüfusu 200 000 000'u bulan Türkler arasında, değişik geleneklerle Nevruz Bayramı kutlanmaktadır. Nevruz, tabiatın canlanmasını, yeniden dirilişini ifade eder. Nevruz, yeni yılın, ilkbaharın, sevginin, neşenin, kardeşliğin başlangıcıdır. Bugünü, sevginin, neşenin, barış ve kardeşliğin savunucusu olarak kabul eden Türkler, bunu bir bayram olarak kutlamaya başlamışlardır. Nevruz kutlamaları, bir anlamda, Türk kültür ve tarihinin yaşatılmasıdır.

Türk kültürünün yaşatılmasına büyük önem veren Atatürk, 21 Mart 1922'de, Ankara'da nevruz şenlikleri düzenletmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da, yine Ulu Önder Atatürk'ün önderliğinde, 1923, 1924 ve 1926 yıllarında nevruz kutlamaları yapılmış, sonraki yıllarda bu kutlamalar mahallî seviyede sürdürülmüştür.

Değerli milletvekilleri, "Türk dünyası" kavramını hayata geçirecek temel motifler, hiç şüphesiz, ortak kültür değerleridir. Bir insan topluluğuna millet özelliğini kazandıran duyguların başında, sevinçte, kıvançta ve tasada birlik gelmektedir.

Zaman içerisinde nevruz kutlamaları, Türklerin yayıldığı değişik coğrafyalarda değişik adlarla anılmaya başlanmıştır; "gündönümü", "Ergenekon bayramı", "mart 9'u", "son çarşamba" bunlardan belli başlılarıdır; ancak, kullanılan isimler değişse, hatta kutlama şekilleri farklılaşsa da, nevruzun içerdiği dostluk, kardeş mesajı, değerini ve anlamını asla yitirmemiştir.

1998 yılına kadar, Türkiye dışındaki Türk toplulukları arasında resmî olmayan bir şekilde kutlanan nevruz, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra oluşan ülkelerce resmî bayram ilan edilmiştir.

Bugün, Anadolu'da, Orta Asya'da, Kafkaslarda ve Ortadoğu'da, kısacası Türklerin bulunduğu her yerde, yüzyıllar öncesinden bugüne taşınan nevruzu kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Nevruzun insanları kaynaştıran paylaştırıcı yapısı, hem toplumsal barışın güçlü tutulmasına hem de toplumlararası barışın sağlanmasına katkı sağlamıştır. Toplum olarak bizi birbirimize bağlayan bu kültürel zenginliklerimizin korunması ve yaşatılması gerektiğine yürekten inanıyoruz.

Bütün bu dostluk ve kardeşlik duygularının gelişmesinden, Türk Milletinin güçlenmesinden, Türk dünyasının kuruluşundan rahatsız olanlar vardır, olacaktır da. Onlara verilecek en iyi cevap, ortak kültürümüzü geliştirip güçlendirerek yaşatmak, dilde, fikirde ve işte birliği gerçekleştirmektir.

Günümüz toplumunda en çok gereksinim duyulan, yokluğu en fazla hissedilen değerler, sevgi, dostluk ve barıştır. Bu tür bayram günleri, toplumdaki sevgi ve kardeşliğin pekiştirilmesi, dostluk ve kardeşlik tohumlarının atılması ve küskünlüklerin unutulması için bir araç olmalıdır. Toplum olarak, bugünleri, barışı sağlamak, sevgiyi geliştirmek, paylaşımı artırmak için bir araç olarak kullanabilirsek, sanıyorum sorunlarımızın büyük bir bölümünü de aşmış olacağız.

Bugünleri gerçek bir hoşgörü ve barış gününe dönüştürdüğümüzde, kendi iç barışımızı sağlamlaştırdığımızda, hiçbir güç bize zarar veremeyecektir. Kendi içinde barış ve huzurunu sağlamış, sevgi ve hoşgörüyle birbirine bağlanmış bir Türkiye, çağdaş topluma ulaşma yolundaki engelleri de kolayca aşacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, bütün vatandaşlarımızın ve Türk âleminin Nevruz Bayramını yürekten kutluyor, bolluk, bereket getirmesi dileğiyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tümen.

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Kuveyt Sanayi ve Ticaret Bakanı Salah Hurşit'e, Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Devlet Bakanımız Sayın Edip Safder Gaydalı'nın konuğu olarak, Parlamentomuzu beraberindeki heyetle birlikte teşrif eden Kuveyt Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Salah Hurşit'e hoş geldiniz diyoruz. (Alkışlar)

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

1.- Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay'ın, 21 Mart Nevruz Bayramı hakkında gündemdışı açıklaması ve ANAP Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, DYP Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner, SP Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, MHP Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, DSP Ankara Milletvekili Aydın Tümen, AK Parti Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in grupları ve  İçel Milletvekili Ali Güngör'ün de şahsı adına konuşmaları (Devam)

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik; buyurunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de, benden önce konuşan değerli arkadaşlarım gibi, nevruzu bahar bayramı olarak kutlayan herkesin, sınırlarımız dahilinde ve sınırlarımız dışındaki bütün insanların, Nevruz Bayramını yürekten kutluyorum ve bu nevruz kutlamalarının kin ve nefretten uzak, sevginin, barışın, kardeşliğin hakim olduğu bir havada geçmesini ve halkımızın gönlünde bahar çiçekleri açmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, hafızalarımızı şöyle bir yoklayalım. Benden önce konuşan değerli sözcüler, nevruzun tarihî gelişimini anlattılar. Sayın Bakanımız ve diğer arkadaşlarımız, nevruzun bizler için, dünya için ve bu coğrafya için neler ifade ettiğini dile getirdiler. Müsaade ederseniz, ben, meseleyi başka bir cepheden ele almak istiyorum.

Dört beş yıl önce, her Nevruz Bayramı gelişinde, 21 Mart geleceği zaman, âdeta, hepimiz nefeslerimizi tutar, nereden, ne tür olumsuzlukların vuku bulabileceğini bekler dururduk. Neydi bunun sebebi; bazı insanlar, bazı gruplar, gerçekten, baharın gelişinin, yeniden dirilişin, bolluğun ve bereketin sembolü olan, bu şekilde kutlanan bir bahar bayramı olan bu bayramı bir siyasî kalkışma aracı olarak kullandıkları için, çok ciddî bir hassasiyet oluşmuştu ve bundan dolayı, âdeta, nevruza karşı yasakçı bir anlayış hüküm sürüyordu; ama, bir süre sonra, devletimiz makul olanı yaptı; valilerimiz, kaymakamlarımız halay çeken insanların başına geçip onlarla birlikte halay çektiler, bu coşkuya katıldılar ve mesele normalleşmeye başladı.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakınız, Ulusal Program çerçevesinde, Türkiye'de demokratikleşmeyle ilgili bazı konuları tartışıyoruz. Şunu bilmemiz lazım: Siz, meşruiyetin alanını ne kadar çok genişletirseniz, o kadar, o ülkede huzuru, barışı, sükûneti temin edersiniz, üniter yapı o kadar sağlamlaşır, insanların birbirine karşı olan güveni o derece artar.

Dünyanın her yerinde, her şey istismar edilebilir; bayramlar istismar edilebilir, renkler istismar edilebilir, hatta, din istismar edilebilir. İstismarın önüne geçmenin yolu, halkın masum eğilimlerini legal bir çerçeve içerisine sokmaktır; yani, legalleştirmektir. Yani, meşruiyet alanını genişletmektir. Eğer, siz, dinin istismar edilmesini istemiyorsanız, insanların kendi dinî inançları doğrultusunda hayatlarını tanzim etmelerine, yaşamalarına, din ve vicdan hürriyeti önündeki bütün engellerin kaldırılmasına çaba göstereceksiniz.

Şimdi, bakınız, telefon çok büyük bir nimettir; ama, telefon sapıkları vardır diye, telefon bir şekilde istismar ediliyor diye, telefonu yasaklayamazsınız. Dolayısıyla, meşruiyetin önünü açmamız lazım.

Değerli arkadaşlarım, renkler istismar edilebilir. Kırmızı, sarı, mavi, yeşil, turuncu renkler, şu milletin, bu milletin, filan kavmin, filan etnik grubun olabilir mi? Şimdi, birileri bu renkleri istismar edebilir; ama, siz bu renkleri yasaklayamazsınız, böyle bir anlayış yanlış olur.

AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Tarihî belgeler var.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, bugün, Kürt vatandaşlarımız üzerine, Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerine bazı hesaplar yapıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Kürt kökenli vatandaşlarımız da bu ülkenin insanları. Kürdü, Türkü, Çanakkale'de, İngiliz toplarına karşı beraber göğüslerini siper ettiler, beraber şehit oldular, orada beraber, bir arada yatıyorlar; İstiklal Savaşını beraber yaptılar, düşmana karşı beraber durdular, bu cumhuriyet birlikte kuruldu ve bu vatandaşlarımız, bu ülkede, asırlardan beri, Türk-Kürt, kardeşçe, bir coğrafyada, aynı menfaatlar etrafında, aynı düşmanlara karşı durarak, Ermeni ve Moskof mezalimini birlikte yaşayarak bir arada bulundular. Dolayısıyla, bu insanları, bir bayram veya başka bir şey vesile edilerek birbirine düşman etmenin, bunları karşı karşıya getirmenin bir anlamı olmadığını ve bunların yanlış hesaplar olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, bu ülkeyi bölmeye yönelik gayretlerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Balkanizasyon planı, bugünün meselesi değildir. Balkanizasyon, 19 uncu Asırda uygulanmış, devletleri, üçüncü dünya ülkelerini, küçük küçük, lokma lokma, kendi ayakları üzerinde duramayan, ancak büyük devletlerin himayesi ve patronajı altında yaşayabilecek küçük devletçikler haline getirme projesidir.

Değerli milletvekilleri, ancak, bakınız, siz, eğer vücudunuzu sağlam tutarsanız, sağlam vücuda mikrop giremez; sağlam vücuda mikrop girse bile, kolay kolay tahribat yapamaz.

Bugün, eğer, ülkemizin doğusunda, güneydoğusunda bu insanlarımız istismar ediliyorsa, bu istismara açık kapılar bırakılmış demektir. Bunun çaresi, bunun önüne geçmenin yolu, demokratikleşmedir, demokratik zeminde birleşmektir, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bürokratik bir cumhuriyet olmaktan çıkarıp demokratik bir cumhuriyet haline getirmektir.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, geçen sene, Diyarbakır'daki kutlamalar esnasında bir pankart dikkati çekiyordu; orada şu yazılıydı: "Ne inkâr ne ayrılık, demokratik cumhuriyet." Bunu, kim yazarsa yazsın...

Ben, 1985 yılında, Ermeni mezalimi üzerine bir kitap yazdım; bunu, resmî bir kurumumuza, basması için gönderdim. Ben, tarihî belgeleri okuyorum, Osmanlı arşivinden aldığım belgeleri okumuşum, oraya yazmışım. Bana cevap verdiler "Hüseyin Bey, burada 'Kürtler' lafı geçiyor; bunu kullanamazsınız" dediler. "Ne demem lazım" dedim kendilerine; dediler ki: "Dağ Türkleri" diyeceksin. Dedim ki: "Haydi, neyse, dağda oturan, dağ köylerinde oturanlara 'Dağ Türkleri' diyeceksiniz; peki, yirmi göbekten beri şehirde oturanlara ne diyeceğiz?"

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu meselelerde, burada, Türkiye'de, özellikle başta Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bunları tabu olmaktan çıkaracağız; bunları tartışmak zorundayız. Bakınız, Kürtler ile Türklerin veya başka alt gruplara, alt kültürlere mensup olan insanların, bir arada, huzur içerisinde, barış içerisinde, müşterek düşmanlara karşı, müşterek menfaatlar etrafında bir arada yaşamalarının şartı, bu iki milletin veya topluluğun aynılaşması değildir. Demokrasi, farklılıkları kabul etmekle başlar. Dolayısıyla...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Federasyon mu olsun?!

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Hayır... İsmail Bey, lütfen yerinizden laf atmayın.

Bu ülkenin üniter yapısını hiç kimseyle tartışmıyoruz; bu ülkenin birliği, bütünlüğü, bizim için mukaddestir. Bu ülkede... (MHP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar, lütfen dinleyin. Sözcünüz çıktığı zaman konuşsun. Oradan, oturduğunuz yerden slogan atmayın. Ben, bilimsel konuşuyorum.

BAŞKAN - Sayın Çelik, burada, idare konusunda hiçbir şeyiniz olmaz. Siz, Genel Kurula hitap edin ve sözlerinizi bitirin.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - O zaman, lütfen, siz onlara mâni olun.

BAŞKAN - Hayır... İsmail Bey hiç laf atmamıştı; siz, hemen, tedirgin oldunuz.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Arkadaşlar, bakınız, bu ülkede, toprak bütünlüğü, Türkiye'nin üniter yapısı, hepimizin, üzerinde en hassasiyetle durduğu konulardır. Biz, bunu kimseyle tartışmıyoruz. Bakınız, gönüllerdeki ve beyinlerdeki bölünme, toprak bölünmesinden daha tehlikelidir. Biz, insanımızı kucaklamak, sevgiyle birbirimize sarılmak zorundayız.

Lütfen, şu, Gaffar Okkan olayını hatırlamaya çalışalım. Bakınız, o bölgedeki insanlar, kendilerine uzatılan şefkat elini ısırmadılar. Gaffar Okkan'ın arkasından dökülen gözyaşları, Gaffar Okkan sadece devlet adamı olduğu için değil, adam gibi adam olduğu için akıtıldı. Dolayısıyla, insan sıcaklığıyla, şefkatle meseleye sahip çıkmak zorundayız.

Bakınız, oradaki, o bölgedeki halkımıza karşı, Erivan Radyosu, yıllardan beri -ben Van Milletvekiliyim, çocukluğumdan beri bunu hep hatırlarım- bölge halkına yönelik olarak, onları kendi devletine, kendi milletine karşı kışkırtacak yayınlar yapar, Suriye Radyosu bu tür yayınlar yapar, İran Radyosu yapar, Irak Radyosu yapar.

Bakınız, Türkiye'de, şu anda bu konular tartışılıyor. Biz, bunları, gerçekten, demokratik bir zeminde, demokratik platformlarda, bütün tabuları bir tarafa bırakarak; ama, bu ülkenin birliğini bütünlüğünü kesinlikle zedelemeyecek şekilde, meseleyi bilimsel olarak tartışmak zorundayız.

Sevinçle karşılıyorum ki, saat 14.30'dan buraya geldiğim ana kadar, Mersin ve İstanbul dışında, ülke çapında çok ciddî bir anormallik olmamıştır. Barış içerisinde, coşkuyla nevruz kutlanıyor. Devletimizin ve Kültür Bakanlığımızın da bu meseleye sahip çıkmasını son derece güzel bir gelişme olarak görüyoruz. 1890'da, büyük Türk edebiyatçısı Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir'de "Nevruz" isminde gazete çıkarırken, biz, 1990'lı yıllarda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben, sürenizin 10 dakika olduğunu baştan söyledim. Lütfen, son cümlelerinizi alayım.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Ekstra süre istemiyorum ki Sayın Başkan; bu tavrınız hiç hoş değil!

BAŞKAN - Lütfen, sonuçlandırınız.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Halit Ziya, 1890'da, günlük Nevruz Gazetesini çıkarırken, biz 1990'lı yıllarda, nevruz kutlanmalı mı, kutlanmamalı mı; nevruz kime aittir, ona mı aittir, buna mı aittir gibi lüzumsuz tartışmalar yapıyoruz. Nevruz benimdir diyenin, bahar bayramı olarak ben bu nevruzu kutluyorum diyenindir. Nevruzu birileri kötü emellerine alet ediyorsa, birileri istismar ediyorsa, biz, bunun şiddetle karşısındayız.

MEHMET TELEK (Afyon) - Aynen... Aynen... Onu söyleyin.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bir bayramın, bir siyasî kalkışmaya, bölücülüğe vesile edilmesine de, biz, AK Parti olarak şiddetle karşı çıkıyoruz.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Grubu bulunmayan milletvekilleri arasından, bağımsız İçel Milletvekili Sayın Ali Güngör'ün bir tek müracaatı var.

Buyurun Sayın Güngör.

Süreniz 5 dakikadır; riayet etmenizi rica ediyorum.

ALİ GÜNGÖR (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün insanlarımızın "nevruz" bazılarımızın da "nevroz" dedikleri bir bayramı idrak ediyoruz.

Türk dünyasının birçok bölgesinde yıllardır kutlanarak kültürümüzün kaynaştırıcı ve birleştirici bir özelliği haline dönüşen nevruza, Türkiyemizde, maalesef başka anlamlar yüklenerek, ayrıştırıcı bir misyon yüklenmek istenmektedir. Bu sebeple, ülkemizde son yıllarda nevruz, özellikle, bazı bölgelerimizin sahiplenme gayreti içerisinde kutlanmakta, güvenlik güçlerimizin büyük gayretlerine rağmen, acı ve üzüntü verici, düşündürücü olaylara sebebiyet vermektedir. Bu olaylardan birisi de, bugün, maalesef, Mersinimizde yaşanmış, nevruz adına Mersin'de başlatılan olaylara tedbir amacıyla Ankara'dan takviye olarak gönderilen polislerimizden 2'si şehit olmuş, 1'isi de yaralanmıştır. Burada, öncelikle şehit olan bu 2 polisimizin ailelerine ve polis camiasına başsağlığı ve şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum; mekânları, muhakkak ki cennettir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, bazı hususların altını çizmek istiyorum. Bugün, biraz sonra, Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde, Dernekler Kanununda yapılacak bazı değişiklikleri görüşeceğiz. Burada yapılacak değişikliklerle, artık, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süren dernekler kurulabilecek. Yine, burada yapılan değişikliklerle, Türk Dilinden ve kültürümüzden ayrı dil ve kültürleri korumak amacıyla dernekler kurulmasına imkân tanınacak. Yakın zaman sonrasında, Kürtçe TV ve radyo yayınlarına izin veren kanun tasarıları da Meclisimizin gündemine taşınacak. Malumunuz olduğu üzere, bu değişikliklere mâni teşkil eden Anayasa maddeleri değişikliği, geçen zaman içerisinde yapıldı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, milletin birliği esası üzerine kurmuştur. Bu birlikteliğin temelinde, dinde, dilde, tarihte ve kültürde ortaklık olarak işaret edilmiştir. Milletimizin dini İslamdır; dili, tarihi ve kültürü Türk'tür. Türk deyince, siyasîlerimizin ve aydınlarımızın bir kısmı, hemen, Anadolu'da Kürt, Çerkez vesaire gibi başka alt kimliklerin de bulunduğunu ifade etmektedirler. En safiyane duygu ve düşünceyi dile getirenlerin büyük çoğunluğu da bu konular üzerinde görüş belirtirken, Türk, Kürt, Çerkez, vesaire diye başlayarak, Türk'ün de bir alt kimlik gibi gösterilmesine yol açmaktadırlar.

Bu ifadelerden cesaret alan Avrupa Birliği, Türkiye'de bir milletin varlığını değil, değişik etnik grupların bulunduğunu varsaymakta; bu etnik gruplara her türlü ekonomik, kültürel, siyasî ve medenî hakların verilmesini dayatmakta; maalesef, ülkeyi yönetenlerimize de kabul ettirilmektedir. Halbuki, Türk ismini, Büyük Atatürk, birleştirici bir üst kimlik olarak ortaya koymuştur. Yani, Türk, bir etnik grubun değil, milletin adıdır. Anadolu'da harman olan Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Kürt; bütün bu grupları birleştiren üst kimliğin adıdır. Onun içindir ki, Büyük Atatürk de "ne mutlu Türk olana" dememiş "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanları bir arada tutan şey, barışı huzuru temin eden şey, insanlar ve gruplar arasındaki müştereklerin çokluğudur. İnsanlar ve gruplar arasında, muhakkak ki, farklılıklar da vardır. Ülkeyi yönetenlerin, aydınların ve önderlerin üzerine düşen görev ve  sorumluluk, huzur için, barış için, ayrılıkları azaltmak, müşterekleri çoğaltmaktır.

Nevruz vesilesiyle, ülkeyi yönetenlere ve kendisini Türk saymayan Kürt aydınlara seslenmek istiyorum: Ayrılıkları artıracak, müşterekleri azaltacak talepleri devam ettirmeyin; bu talepleri karşılayacak kanun değişikliklerine ve uygulamalara yol açmayın. Bunun doğuracağı muhakkak olan acı sonuçlardan Türkiye'de yaşayan herkes etkilenir. İnsanların, kadınlarımızın, Ankara gibi bir yerde dahi semt pazarlarına giremediği, Sakarya Caddesine geçemediği günler çok geride değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sürenizi aşmayınız; lütfen, son cümlenizi alayım. 

ALİ GÜNGÖR (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

Türkiye'nin her yerinde iç içe yaşayan insanların birlikte yaşamalarını zorlaştıracak, ayrılıkları artıran uygulama ve talepler sonucunda, bilinmelidir ki, nihaî noktada halkımızın huzuru bozulur. İşe halk karıştıktan sonra, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti yeniden kurulmak zorunda kalır.

Herkes, bu vesileyle, aklını başına toplamalıdır diyorum, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Güngör.

Şimdi de, gündeme geçmeden önce, iki arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, 22 Mart Dünya Su Günü hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'a aittir.

Buyurun Sayın Yanmaz. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika; uzatmayacağım. Lütfen...

2.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, 22 Mart Dünya Su Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 22 Mart Dünya Su Günü münasebetiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün Mersin'de 2 polis şehit verdik. Şehitlere Allah'tan rahmet, emniyet camiasına ve yakınlarına da başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, su, bir medeniyettir. Tüm canlıların hayat kaynağı olan su, dünyamızın üçte 2'sini kapsamaktadır. Toplam 1,4 milyon kilometreküp olan rezervin yüzde 97,5'ini okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu sular kapsamakta, geriye kalan yüzde 2,5'lik kısmının yüzde 79'unu kutuplardaki buzullar, yüzde 20'sini yeraltı suları, ancak, yüzde 1'ini de yüzeyde yer alan su kaynakları oluşturmaktadır.

Bugün, dünya nüfusunun yüzde 20'si temiz su kaynaklarından mahrumdur; 1 milyar insan çok ciddî su sıkıntısı çekerken, 2 milyar insan da sağlıklı sudan mahrum yaşamaktadır. Yüzyılın ortasında 3 milyar insanın susuz kalacağı öngörülmektedir. Su ve sağlık ayrılmaz iki unsurdur. Her yıl, çoğu çocuk olmak üzere 3,4 milyon insan, suyla ilgili hastalıklardan dolayı yaşamını yitirmektedir.

Değerli arkadaşlar, dünyanın hemen her yerinde, aküferler dediğimiz yeraltı su depoları mevcut. Bu su depoları, ne yazık ki, sanayi atıklarından ve tarımda kullanılan gübrelemeden dolayı nitrat oranı yükselmekte ve kullanılamaz hale gelmektedir.

Değerli arkadaşlar, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, kişi başına tüketilen su miktarıyla doğru orantılıdır. Bir ülkede kişi başına düşen su arzı 10 000 metreküp ve üzerinde olursa, o ülke su zengini; bu miktar 2 000 ile 1 000 metreküp arasında olursa, su stresi içerisinde olan ülke; su arzı 1 000 metreküpün altında ise, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde sayılmaktadır. Ülkemiz göller ve nehirlerden oluşan tatlı su kaynaklarına sahip olsa da, sanıldığının aksine, su zengini bir ülke değildir.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde 1997 yılında kişi başına düşen su arzı 1 757 metreküp iken, bugün 1 692 metreküpe düşmüş; 2025 yılında da bu miktarın kişi başına 1 210 metreküp olacağı hesaplanmıştır.

Değerli arkadaşlar, ülke nüfusunun yüzde 10'unun yaşadığı GAP bölgesinde bulunan Fırat ve Dicle suları, ülkemiz su kaynaklarının beşte 1'ini oluşturmaktadır. Türkiye, Suriye ve Irak arasında gerginliğe neden olan ve sıklıkla kamuoyu gündemine gelen konu su meselesi olmakla birlikte, asıl neden, GAP Projesiyle, barajlarımızda su tutularak 1,7 milyon hektarın sulamaya açılacak olması, hayvancılıkta yaşanacak olan patlama, yaş sebze, meyve ihracatı ve pamuk gibi endüstri bitkileriyle tekstil kotalarının zorlanacağı gerçeği ve bu durumun Türkiye'ye kazandıracağı güçtür. Türkiye'yi enerji darboğazından kurtaracak GAP Projesiyle birlikte, bölgede, kolay kolay söz geçirilemeyen, dayatmalara boyun eğmeyen güçlü bir Türkiye olacaktır.

Değerli arkadaşlar, Urfa ve Harran Ovalarından, yani, Yukarı Mezopotamya ovalarından bugün bereket fışkırmaktadır.

Çok değerli milletvekilleri, bugünlerde gündemimizde olan, Elbistan'da doğan ve Elbistan'ı ikiye bölen... Yurdumuzun cennet köşelerinden biri olan Elbistanımız, hakikaten bir yas içerisindedir. Yarın, 22 Mart Su Günü, Elbistan'da, Pınarbaşı'nda, siyasî partilerimiz tarafından, oradaki bürokratlar tarafından ve halkın da büyük duyarlılığıyla kutlanacaktır.

Değerli arkadaşlar, yalnız, Elbistan'daki sıkıntı, Elbistan'da doğan Ceyhan Nehrinin kurumakla, kurutulmakla karşı karşıya kalmasıdır. Olay nasıl gerçekleşiyor; orada olan termik santralın A termik santralının soğutma suyu Ceyhan Nehrinden temin edilmektedir. Şimdi, B termik santralının soğutma suyunun da Ceyhan Nehrinden temin edilmesi çalışmaları vardır, boru döşemesi çalışmaları vardır. Bu konuda, maalesef, kamuoyumuz çok duyarsızdır; ama, takdire şayan olan hadise şudur: Elbistanlılar bu konuda çok duyarlılar ve gerekli her yere müracaatlarını yapıyorlar.

Değerli arkadaşlar, Elbistan Ovası, çok mümbit arazilerden oluşmaktadır ve gerçekten çok verimlidir. Eğer, Ceyhan Nehri kurursa... B santralına da  soğutma suyu buradan temin edilirse, Ceyhan Nehri kurur, kurbağalı bir dereye dönüşür ve dolayısıyla, Elbistan çöl olur.

Ben, bu noktada, Sayın Başbakanımızın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen bitiriniz.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - ...Sayın Çevre Bakanımızın duyarlılıklarını, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki değerli arkadaşlarımızın ve kamuoyunun duyarlılığını bu noktaya çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, Elbistan'da, yarın, 22 Mart Su Gününün kutlanması vardır. Elbistanlılar bu konuda çok duyarlıdır; bu duyarlılığı sizin de paylaşacağınıza inanıyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyor, su gibi aziz olun diyorum. (SP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum.

Gündemdışı ikinci söz, Türkiye'de ve Muğla'da turizm potansiyeli hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Hasan Özyer'e aittir.

Buyurun Sayın Özyer. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3.- Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in, Türkiye ve Muğla'daki turizm potansiyeline ilişkin gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı Mustafa Rüştü Taşar'ın cevabı

HASAN ÖZYER (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Avrupa Birliğine girme yolunda yoğun çabalar sarf eden ve birçok sorunu çözüme kavuşturma yolunda çırpınan ülke konumundayız. Sebep ne, bu birliğe neden bu kadar girmek istiyoruz; çünkü, ülke insanımızı değerli görüyor, onun yaşam kalitesini bir Hollandalıdan, bir Fransızdan, bir Almandan, bir İsviçreliden daha az olmaması gerektiğine inanıyoruz.

Tabiî, bu ülkede yaşam kalitesinin, bahsettiğimiz yüksek Avrupa standartlarına ulaşması için, Türkiye'de, çok daha fazla insanımız, nitelikleri çok daha yüksek işlerde çalışması gerekiyor. Şunu özellikle ifade etmek isterim ki: Biz, Avrupa Birliği istedi diye değil, Türk Milleti, Anadolu insanı, bu standartlara, hatta, daha iyilerine layık diye bu yoğun, ağır şartlara katlanıyor, bunun için çaba sarf ediyoruz.

İşte, yüksek yaşam standartlarını yakalamanın en önemli yolu, ülke kaynaklarını verimli bir şekilde kullanıp, çeşitli dinamiklerimizi harekete geçirerek yüksek bir sinerji yaratmaktan geçmektedir.

Değerli arkadaşlarım, artık, hepimiz çok iyi bilmekteyiz ki, bu kaynaklarımızın en önemli ve değerli olanlarından biri de, turizm potansiyelimizdir. Yıllar boyu ülkemiz için turizmin önemini kavrayamadık. Bu sektöre olumlu yaklaştığını söyleyenler bile, turizme ikinci sınıf sektör muamelesi yapmaktan kaçınmadılar. Ekonomik krizle birlikte turizm sektörü birden hatırlandı. Nasıl hatırlanmasın ki, döviz kazandırıcı işlemler ve istihdam sağlayıcı faaliyetler arasında bütün kalemler düşmüş, yalnız turizm kalemi tırmanıyor. Birden herkes "turizm olmasa batmıştık, bitmiştik" demeye başladı. Geç de olsa bir hakkın teslimi, bir gerçeğin anlaşılması, turizm sektörüyle ilgili herkesi memnun etmiştir. Bunun üzerine, turizmin ve turizmcinin önündeki engellerin kalkacağı beklentisi hepimizde doğdu. Hele Turizm Bakanlığının başında gecesini gündüzüne katarak, sektörle el ele verip çalışan bakanlarımız olunca, bu beklentilerimiz daha da arttı. Ancak, aradan geçen zaman içerisinde görüyoruz ki, turizm sektörünün önemi lafta kaldı. Bakanlığın tüm iyi niyetli çalışmalarına rağmen sorunların çözümünde önemli bir mesafe kat edilmiş değil.

Değerli milletvekilleri, hâlâ dış tanıtım sorunumuz var, hâlâ maliyetine yatak rezervasyonları var; hâlâ turistik bölgelerde belediyelere kaynak aktarma sorunu var. Çözüm getirmeye çalışana da yardım eden yok. Konuyla ilgili sorunu önemli ölçüde çözecek bir kanun teklifi vermiştim; ses, seda yok! Hâlâ bu bölgelerde altyapı sorunlarını çözemedik, hâlâ turistik bölgelerde çevre kirliliği sorunu devam ediyor; hâlâ turizmimizi çeşitlendirme ve dört mevsime yayabileceğimiz potansiyeli değerlendirme sorunumuz var. Bu konuda çalışma yapan Bakanlık ve sektör temsilcilerine hükümetten destek gelmemekte; aksine, konusuyla ilgisi olsun olmasın bazı bakanlıkların anlaşılmaz ve uzlaşmaz tavrı ve engellemeleri, sektöre zarar vermektedir. Hâlâ yat turizmini geliştiremedik. Halen, sektörle ilgili çeşitli birliklerin yasası çıkmamış durumda.

Değerli milletvekilleri, Türk turizminin bir önceki yıla göre geçen yıl yüzde 12 oranında büyümesi elbette sevindiricidir. Ancak, mevcut potansiyelinin beşte 1'ini bile harekete geçirememiş bir ülkenin bu rakamlarla övünmeye hakkı olmadığını düşünüyorum. Türkiye, ne zaman ki, nüfusuna yakın bir rakamda turisti ağırlar, turizm gelirlerini ne zaman aynı oranda yükseltebilirse, o zaman turizmle övünmeye hakkımız vardır.

Kendi bölgem olan Muğla'nın sahip olduğu, dört mevsim turistin bölgeye gelmesini sağlayacak, kayak merkezinden kaplıcalarına, eko turizminden doğa yürüyüşü, kaya tırmanışlarından yamaç paraşütüne, jeep safariye, güneş, deniz, raftingten yayla turizmine, kültür turizmine kadar kullanılabilecek durumda olan, atıl olarak bekleyen potansiyelinin ancak onda 1'ini değerlendirebildiğimizi çok iyi biliyorum.

Bir misyon sahibi gibi turizmimiz için çalışan herkesin elinden tutmak, Türk turizmine hizmet için çırpınanlara yardımcı olmak, bu ülkeye yapılacak en büyük hizmettir.

Şu anda, kalkınma planları ve yıllık programlardaki hedefe ulaşmaya yönelik gerekli koordinasyonu sağlamak amacıyla, Başbakan başkanlığında Turizm Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur. Ayrıca, kurul kararlarının uygulanmasını sağlamak amacıyla, Turizm Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında turizm sektör kuruluşlarının da katılımıyla, Turizm Uygulama Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurullarla turizmin önündeki engellerin daha kolay aşılacağını ümit ediyorum.

Değerli milletvekilleri, ekonomisi küçülmekte olan Türkiye'nin işsizlik oranının hızla arttığı bu dönemde bütün yetkilileri, istihdamı artıracak, başta turizm olmak üzere, bütün sektörlerde görevlerin sorumluluklarını alacak, yetkilerini korkmadan kullanacak, yatırımların önündeki engelleri aşmada kararlı ve duyarlı olmaya davet ediyorum. Eğer, ellerindeki yetkileri bu ülkenin ve bu halkın lehine kullanmaktan korkuyorlarsa, görevlerini bıraksınlar. Bu ülkenin, o görevleri korkmadan yapacak, elini taşın altına koyacak, Türkiye'nin gelişmesi için yetkilerini cesaretle ve sorumlulukla kullanacak yetişmiş evlatları vardır. Bugün, Türkiye, dünyada yükselen değer. Bunu çok iyi değerlendirmeliyiz.

Turizmcilerimizin yapması gereken lobicilik faaliyetini, daha geniş kapsamlı ve güçlü bir organizasyonla yapmaları gerekmektedir. Bu konuda, ellerindeki imkânları birleştirmeleri, omuz omuza vermeleri gerekir.

Değerli milletvekilleri, birtakım olumlu gelişmelere rağmen, turizmimizin üzerinde bazı sıkıntılar vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen bitiriniz.

HASAN ÖZYER (Devamla) - 1999 yılında bölücübaşının yakalanıp yargılanması sürecinden turizmimiz son derece olumsuz etkilenmiştir. Geçen yıl, 11 Eylüldeki Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıların ardından, benzer bir sıkıntıyla karşılaştık. Allah'tan, sezonun ilerleyen bir dönemi olduğu için, çok fazla kaybımız olmadı. Şimdi, Irak gerginliğinin gölgesi turizmimizin üzerine düşürülmek istenmektedir.

Bu beyanları şu şekilde anlamak mümkündür: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, diğer birtakım mülahazaların yanı sıra, böyle bir müdahalenin turizm sezonunda olmasını hiçbir şekilde istememektedir ve bunu, muhataplarına çok açık bir biçimde ifade etmiştir, bu konuda da anlayış görmüştür. Dolayısıyla, bu turizm sezonunda bir Irak müdahalesini beklemek doğru değildir. Bu konunun yerli ve yabancı piyasalarda istismarına asla izin verilmemelidir.

Aldığım bilgilere göre, 2002 Berlin Turizm Fuarı tanıtım çalışmaları son derece iyi geçmiş, Almanya'da yayımlanmakta olan en büyük haftalık turizm dergisi Turistik Aktüel, fuar ziyaretçilerinin görüşleri doğrultusunda yaptığı araştırma sonunda Türkiye standını birinci ilan etmiş ve standımıza en iyi tanıtım ödülü verilmiştir. Yine, aldığım bilgilere göre, bu yıl Almanya'dan gelecek turist sayısında ciddî bir artış söz konusudur.

Değerli çalışmalarından ve Türk turizmine katkılarından dolayı Bakanımız Sayın Mustafa Taşar'a ve Bakanlık yetkililerine teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Turizm sezonunun başlamakta olduğu bugünlerde bütün turizmcilerin iyi bir sezon geçirmeleri temennisiyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Özyer.

Gündemdışı konuşmaya yanıt vermek üzere, Turizm Bakanı Sayın Mustafa Taşar.

Buyurun Sayın Bakanım. (Alkışlar)

TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; son yıllarda, dünyada, turist gönderen ülkelerde refah ve gelir düzeyinin artması, çalışma saatlerinin azalması, bireylerin tatil alışkanlıklarında değişikliklere yol açmıştır. Özellikle, Fransa örneğinde olduğu gibi, haftalık çalışma süresinin 35 saate indirildiği ülkelerde, üç günlük uzun hafta sonu tatilleri imkânı ortaya çıkmıştır.

Turist kabul eden destinasyon konumundaki ülkeler ve pazarlar, bu ihtiyaca cevap vermek için yeni ürünler hazırlayıp, sunmaya başlamışlardır. Bugün, bilinçli bir tüketiciyle karşı karşıyayız. Tüketici, kendisine sunulan turizm ürününü, öncelikle fiyat-kalite ilişkisi açısından değerlendirmekte ve tüm seçeneklere baktıktan sonra karar vermektedir.

Seçilme kriterleri arasında, uygun fiyat, kolay ulaşım, rahat konaklama, güzel yemekler, iyi bir karşılama, kültürel ve sportif etkinlikler, alışveriş imkânı gibi maddî ve manevî tatmin arayışı yer almakta ve bu arayış, standart bir hizmet kalitesinin gerekliliğini gündeme getirmektedir. Bu arayış da, globalizasyonun önemini ortaya çıkarmaktadır.

Sürdürülebilir bir turizm kalkınması için, potansiyel turistin ihtiyacına cevap ararken ve yeni bir turizm ürünü oluştururken, lokal halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzenlemeler de beraberinde getirilmelidir.

Bu kriterler çerçevesinde, Türkiye'de, çevreye, ülkeye, tüm insanlığa ve gezegenimize saygılı bir politika oluşturduk ve uygulanması yönünde de her türlü tedbiri almış bulunuyoruz. Mevcut turizm politikamız çerçevesindeki hedeflerimiz, küreselleşme politikaları ve kriterleriyle uyumlu ve aynı paraleldedir. Dünyamızı bir barış ortamı ve gelişmişlik düzeyine taşıyacak dinamikleriyle en önemli sektörlerden birisi olan turizm sektörünün, 11 Eylül saldırısıyla aldığı yaranın kısa sürede sarıldığını da ifade etmek istiyorum. Özellikle, bir iki rakamı bilgilerinize arz etmek istiyorum. 29 Ocak 2002 tarihinde Dünya Turizm Örgütünün yayımlamış olduğu, önde gelen turizm pazarları arasında yaptığı incelemeler sonucunda elde ettiği bilgilere göre, uluslararası seyahatlerin sayısında, 11 Eylül olaylarının etkisiyle bütün dünyada yüzde 1,3'lük bir gerileme kaydedilirken, Türkiye'de, aldığımız tedbirlerle, kurduğumuz kriz komitesiyle, tanıtım kampanyalarını kesmeden devam ettirmemizle, sektörün ve sizlerin desteğiyle, hükümetin desteğiyle, 12,4'lük artış kaydedilmiştir. Bunu, gurur ve sevinçle sizlere ifade etmek istiyorum.

İkincisi, yine, 17 Mart 2002 tarihinde yayımlanan Dünya Turizm ve Seyahat Konseyi raporunda, Türkiye'nin, önümüzdeki on yıl içinde, turizm ve seyahat talebinde, yıllık yüzde 10,2 büyüme oranıyla, dünyanın en yüksek artış kaydeden ülkeler sıralamasında en başta yer alacağı kaydedilmiştir. İkinci sıradaki Hindistan'ın yüzde 9,7; üçüncü sıradaki Çin'in ise yüzde 8,5 oranında büyüme kaydedeceği bu raporda belirlenmiştir.

En son Berlin'de katıldığımız fuarda -değerli milletvekili arkadaşım Hasan Özyer bahsettiler- (ITB) Uluslararası Turizm Borsasında, haftalık turizm dergisi Turistik Aktüel tarafından bütün fuar çapında yapılan anket çalışmasında, standımız ve tanıtım çalışmalarımız, en iyi tanıtım ödülünü alarak, birinci seçilmiştir. Bununla da, Türkiye olarak, biz, orada gurur duyduk ve aynı gururu sizlerle paylaşmak için ifade etmek istiyorum.

Alıcı ve satıcıyı bir araya getirme bakımından önemli olan bu fuarda, Türkiye standının hazırlanmasında, Türk Bayrağının renklerini oluşturan kırmızı beyaz renklerden esinlendiğimizi ve standda, Türkiye'yi altı bölgeye ayırarak, destinasyon bazında tanıtım yaparak, Türkiye'yi bir marka halinde sunma gayreti içerisinde olduk. Bir yanda Mevleviler sema gösterisi yaparken, bir yanda bale gösterileri, bir yanda çiftetelli oynanırken, bir yanda mehter takımımız, Doğu-Batı sentezini ve modern Türkiye'nin yüzünü orada göstermişlerdir.

Yine, gururla ifade etmek istediğim üçüncü nokta, Berlin Fuarında, Türkiye, bağlantılar açısından da birinciliği elde etmiştir; arkasından, Bulgaristan ve Yunanistan, Türkiye'yi takip etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin misafirperver bir ülke oluşunu, birinci sınıf otelleriyle, hijyenik yapısıyla kaliteli hizmet verdiğini ve turistler için bir cennet ülke olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.

ITB Fuarına katılarak bizlere güç veren değerli milletvekili arkadaşlarımıza, değerli ilim adamlarına, sayın valilerimize, özellikle sektörümüzün bütün temsilcilerine, Beşiktaş Spor Kulübünün Teknik Direktörü Daum'a ve Fenerbahçe Spor Kulübünün Teknik Direktörü Lorant'a, Türkiye'nin tanıtımına destek verdikleri için ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Galatasaraylı kimse yoktu demeyin; ben vardım, Galatasaraylı olarak ben oradaydım zaten.

Geleceğin Türkiyesinin turizm sektörünü oluşturabilmek için, yeni hedefleri, stratejileri, planlamaları ve politikaları belirlemeye başladığımızı bu vesileyle ifade etmek istiyorum. Şu anda, Bakanlar Kurulunda, benden önceki Bakan arkadaşım Sayın Erkan Mumcu tarafından hazırlanmış olan kanun tasarıları beklemektedir. Bakan arkadaşlarımız tarafından imzaları tekemmül ettirildiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacaktır.

Arkadaşımız altyapı konularına değindi. Maalesef, altyapı için, Turizm Bakanlığına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdir ettiği miktar 28 trilyon liradır. Bu 28 trilyon lirayla ne kadarlık bir altyapı hizmeti yapabileceksek, onu yapacağız; ama, Bakanlar Kurulunda bekleyen tasarılarda, turizm altyapı birlikleri kurulmaktadır. Bu birliklere bütün sektör mecburî olarak katkıda bulanacaktır; eğer, bu tasarılar çıkarsa, altyapı konusunda çok daha fazla ilerleme kaydedeceğimiz de tabiî bir hadisedir.

Turizm çeşitliliği konusunda da, özellikle, Türkiye'nin, deniz, güneş ve kum üçgeni tiplemesinden dışarıya çıkması lazım. Onun için, turizm potansiyellerini belirleyen çalışmalarımız sizlere gönderildi ve sizlerden memnuniyetle cevapları alıyoruz, bütün ilgili kuruluşlardan da bu cevapları alıyoruz. Turizm çeşitliliğini, 81 ilimizdeki turizm potansiyelini, özellikle, dört mevsim, oniki ay turizm yapılabilecek bir ülke olduğumuzu her vesileyle belirtiyoruz, tanıtımlarımızda bundan yararlanmaya çalışıyoruz. Termal turizmini, sağlık turizmini, yayla turizmini, mağara turizmini, kongre turizmini, kış turizmini, bütün turizm çeşitlerini dünyaya yeni ürünler olarak sunma gayreti içerisindeyiz. Bunlar sunuldukça, yeni yatırımlar yapıldıkça, eski yatırımların yenilenme hizmetleri tamamlandıkça, gelecek yıllara doğru, turizmimiz, bugünkü bulunduğu noktadan çok daha ilerilere doğru götürülecektir. Bunu temin edebilmek için de, 12 Nisan, 13 Nisan ve 14 Nisan tarihlerinde, Ankara'da, İkinci Turizm Şûrasını toplayarak, hükümetlerden hükümetlere değişen bir turizm politikası yerine, kalıcı, sürdürülebilir bir millî turizm politikasını oluşturma gayreti içerisindeyiz. Burada da, hepinizin, değerli milletvekillerimizin desteklerini beklediğimi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın dört bir yanında Türkiye için mücadele veren ve Türkiye'nin eşsiz tarihî, kültürel ve doğal potansiyelini tanıtmak için gayret gösteren turizmcilerimizi, burada bir kez daha kutlamak istiyorum.

Özellikle, Sayın Başbakanımızın, Dick Cheney'le yapmış olduğu görüşmenin sonucunda, Irak'a görünür bir tarihte herhangi bir müdahale olmayacağı açıklamasını yapması, turizmimiz açısından fevkalade memnuniyetle karşılanmış bir hadisedir; dolayısıyla, daha önceki konuşmalarımızda altını çizerek "şu şu şu olursa, iyi olacak; ama, Irak'a bir müdahale olursa, bunların hepsi yok olacak" sözlerini artık söylememize gerek yoktur. Böyle bir şey olmadığına göre, 2002 yılında turizmde de önümüz açıktır ve geleceğin en önemli sektörlerinden biri olan turizmde ilerlemeler kaydedilecektir.

Bu arada, Sayın Başbakana bir teşekkürümü daha arz etmek istiyorum: Turizm Bakanlığının talebi üzerine, 14 Mart 2002 tarihinde bir genelge yayımlayarak, Sayın Başbakanın başkanlığında, turizmle ilgili bakanlardan oluşan bir Turizm Koordinasyon Kurulu oluşturulması ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında, ilgili müsteşarlardan oluşan bir Turizm Uygulama Kurulunun oluşturulması talimatını, genelge olarak yayımlamışlardır. Bu da, turizmde koordinasyonun ve değişik fikirlerin bir araya toplanıp, uygulanabilir hale getirilmesi açısından önem arz etmektedir. Bunu da, bilgilerinize sunmak istedim.

Son çıkan bir kanunla, turizmde kullanılan elektrik bedelleri için uygulanan indirimler ortadan kaldırılmıştı. Son Bakanlar Kurulunda alınan bir kararla, bu indirimler tekrar eski seviyesine getirilmek üzere imzaya açılmıştır. Bunu da, bütün turizmcilerimizin bilgisine sunmak istiyorum.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederken, bugün kutlanılan Nevruz Bayramını ben de kutluyorum; barış demektir, kardeşlik demektir. Herhalde, onlar, o demir dağları eritirken, yola çıkarken, bir yerlere gitmek için çıkmışlardır; bunu da turizm olarak addediyorum. Nevruz Bayramını, bir nevi turizm bayramı olarak kutlamak istiyorum.

Aynı zamanda, bugün, Dünya Şiir Günüdür. Edebiyata meraklı olan, şiire meraklı olan, şiiri seven herkesin de Dünya Şiir Gününü kutluyorum.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Adana Milletvekilimiz Sayın İsmet Vursavuş, yerinden, ısrarla işaret etmişti.

Yerinizden kısa bir açıklama için, size, 2 dakikalık söz vereceğim; lütfen buyurunuz.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 Mart Dünya Ormancılık Günü de bugündür. Bu, bir tesadüf değildir. Nevruz Bayramımızın ve 22 Mart Dünya Su Gününün aynı günlere rastlayışı bir tesadüf değildir.

21 Mart Dünya Ormancılık Günü, bugün ülkemizde de kutlanmaya başlanmıştır; ağaç bayramı, ağaç dikme şenlikleriyle devam etmektedir.

Dünya Ormancılık Günü ve Ağaçlandırma Haftasının, kuzey yarıküremizde 21 Mart gününde başlaması, doğanın yeniden uyanışıdır. Bütün canlı varlıkların -mikroorganizmalardan tutun, devasa ağaçlara varıncaya kadar- yeniden hayat bulması günleridir.

Yine, 21 Mart, toprağın bereketlendiği, umudun, coşkuların paylaşıldığı, nevruz kutlamalarının başladığı, ülkemiz insanlarının birlik ve beraberliğinin kenetlendiği bir gündür.

Sayın milletvekilleri, ormanları gözardı edemeyiz. Yarın, Dünya Su Günü. Özellikle, ülkemizin coğrafî yapısına bakarsanız, ormansız, suyu elde edemezsiniz, yeterli potansiyel elde edemezsiniz. İkisinin bağlantısı tesadüfî değildir, yine aynı haftaya rastlamıştır.

Dünya Ormancılık Günü ve Ağaçlandırma Haftasının, buna paralel olarak da, Dünya Ormancılık Günü ile Nevruz Bayramının aynı günlere rastlaması, atalarımızın, geçmiş yüzyıllardan, binyıllardan günümüze taşıdığı bir bayramdır. Türk kültürünün yayıldığı topraklarda, yüzyıllardır, kuzey yarıkürede doğanın yeni bir hayata başlamasını ve bitkilerin canlanıp büyümeye başlamasını bayram coşkusuyla karşılamışlar, günümüzde de, aynı coşkuyla, sultan nevruz kutlamalarıyla devam ettirmişlerdir.

Ülkemizin, dünyanın Ağaç Bayramını huzurlarınızda kutluyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum Sayın Vursavuş.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, bir başka acı kaybımız daha var. Türkiye Büyük Millet Meclisinde tabiî senatör olarak görev yapan Maliye eski Bakanlarımızdan Adnan Başer Kafaoğlu da bugün Hakkın rahmetine kavuşmuş.

Rahmetli Bakanımıza Allah'tan rahmet diliyorum, tüm sevenlerine, yakınlarına, ailesine de başsağlığı diliyorum.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır, okutacağım; ama, önce, Başkanlık Divanı üyesi arkadaşımın oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ediyorum.

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Marmara depremi sonrasında sağlanan malî kaynakların denetimi ile olası depremlere karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/268)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Asrın felaketi olarak adlandırılan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde peş peşe yaşanan depremlerde binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu büyük can kaybının yanında, çok ciddî boyutlarda yaşanan ekonomik kayıp, deprem bölgesinde, ticarî ve sınaî hayatı önemli ölçüde olumsuz etkilemiştir. Bugün, bu bölgede yaşayan depremzede vatandaşlarımız, hâlâ, devletin yeterli desteğini alamamış ve ilgisini görememiştir.

Deprem nedeniyle, o bölgede yaşayan vatandaşlarımız, sadece evsiz barksız kalmamış, aynı zamanda işsiz de kalmış, ticarî ve sınaî hayat çökmüş, ekonomi, yaşanan krizin katkısıyla felç olmuştur.

Deprem bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın yaralarını sarmak için kaynak yaratmak amacıyla Ek Gelir Vergisi, Ek Kurumlar Vergisi, İletişim Vergisi, Özel İşlem Vergisi, Ek Emlak Vergisi ve benzeri şekilde vergilerle dokuz kalemden oluşan kaynak yaratılmış ve bugün, bu kalemlerin pek çoğu devamlı vergi olarak tahsil edilmektedir. Bugün itibariyle bu kalemlerden 4-5 katrilyon civarında bir gelir elde edilmiştir. Hibeler, yardımlar, uluslararası kuruluşların destekleri bu rakama dahil değildir. Toplanan bu kaynakların, bu gelirlerin o bölge için ve o bölge insanı için ne kadarı sarf edilmiştir.

Siyasî iktidar, deprem için harcanmak üzere vergi toplamıştır. Bu konuda kanun çıkarılmıştır. Vatandaşlar, deprem hasarlarını ve zararlarını ortadan kaldırmak inancıyla bu vergileri seve seve ödemiştir.

Meclisin siyasî iktidara verdiği vergilendirme yetkisi amacına uygun olarak kullanılmak zorundadır.

Diğer yandan, İstanbul'da tarihî belli olmamakla birlikte ciddî bir deprem olacağı ve gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması durumunda bu depremde en az 100 000 vatandaşımızın hayatını kaybedeceği ve ekonominin çökeceği bilim adamlarımız tarafından sık sık dile getirilmektedir.

İstanbul başta olmak üzere ülkemizin büyük bir bölümünü etkileyecek olan olası bir depremde can ve mal kayıplarının en aza indirilebilmesi için gerekli çalışmaların daha fazla zaman kaybedilmeden başlatılması zorunludur.

Ülkemize intikal ettirilen iç ve dış yardımların yerinde kullanılıp, kullanılmadığının, toplanan vergilerin amacına uygun sarf edilip edilmediğinin, deprem bölgesindeki çiftçi, esnaf ve sanayicilerinin içinde bulundukları sorunlar ve kredi taleplerinin tespit ve temininin, belediyelere yapılan afet yardım katsayılarının tespitindeki siyasî kayırmacılığa yönelik eleştirilerin ve tüm yaşadıklarımızdan ders alarak afetler öncesi ve sonrası alınması gerekli tedbirlerin araştırılması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu itibarla; 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan depremlerin yol açtığı tahribatı ortadan kaldırmak amacıyla bugüne kadar toplanan iç ve dış yardımlar ile vergilerden elde edilen gelirlerin yerinde kullanılıp kullanılmadığının tespiti ile bilim adamlarının sık sık gündeme getirdiği ve halkımızı endişeye sevk eden İstanbul ve çevresinde yaşanacak olan olası bir depremde hükümetin bu konudaki çalışmalarının değerlendirilerek eksiklerin giderilmesi ve yol gösterici prensiplerin ortaya konulması ve kamuoyuna gerçeklerin eksiksiz ve tam olarak açıklanması amacıyla Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını Grubumuz adına arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Nevzat Ercan

Ali Rıza Gönül

Turhan Güven

 

Sakarya

Aydın

İçel

 

DYP Grup Başkanvekili

DYP Grup Başkanvekili

DYP Grup Başkanvekili

BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Özcan'ın (6/1702) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/468)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 556 ncı sırasında yer alan (6/1702) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 20.3.2002

                               Mehmet Özcan

                                               İzmir

BAŞKAN- Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır. Önce tümünü okutup işleme alacağım, sonra ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 21 Mart 2002 Perşembe günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

İbrahim Yaşar Dedelek

 

DSP Grup Başkanvekili

MHP Grup Başkanvekili

ANAP Grup Başkanvekili

Öneriler:

1.- 21 Mart 2002 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 839 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 323 üncü sırasında yer alan 833 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 8 inci sırasında bulunan 824 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 287 nci sırasında yer alan 778 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına alınması; 21 Mart 2002 Perşembe günkü birleşimde, gündemin 9 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

2.- Genel Kurulun, 26 Mart 2002 Salı, 27 Mart 2002 Çarşamba ve 28 Mart 2002 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışması; 26 Mart 2002 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek, bugün de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi; 27 Mart 2002 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Grup önerileri üzerinde lehte söz talebi?.. Yok.

Aleyhte, birinci olarak, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül; buyurun Sayın Gönül. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İktidar partileri, ortak bir grup önerisiyle, bugünkü çalışma saatinin ve gündeminin, önümüzdeki salı, çarşamba ve perşembe günlerinin de çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesini ve tanzimini istemektedirler.

Önerinin mahiyeti incelendiğinde, bugün "uyum yasaları" olarak nitelenen, değişik kanunlarda değişikliği öngören önerinin, aslında özüne, biz, Doğru Yol Partisi olarak karşı değiliz. Yani, Türkiye'nin ulusal programı gereği, kısa vadeli olarak nitelenen ve taahhüt ettiği yasal düzenleme değişikliklerinden bir kısmını ihtiva eden bu uyum yasasının özüne, muhtevasına, Doğru Yol Partisi olarak biz karşı değiliz; ama, gündemin, her zaman ifade ettiğimiz gibi, her hafta, hele böyle hafta sonunda önümüzdeki haftanın çalışma saatlerini de düzenleyecek biçimde bir değişiklik talep eden önerinin Genel Kurula getirilmesine karşıyız.

Danışma Kurulunda ifade ettiğim bir sözü burada tekrar etmek istiyorum. Bakın, değerli milletvekilleri, şu elimizdeki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemidir. Bu gündemin 1 inci sırasından itibaren 35 inci sırasına kadar olan kanun tasarıları hep buraya "aman acildir, gereklidir, kaçınılmazdır, önceliklidir" gerekçesiyle grup önerisi olarak getirildi ve bu sıralara yerleştirildi; ama, her hafta getirilen yeni önerilerle -atıyorum- 5 inci sırada veya 8 inci sırada olan bu kanun tasarıları, arkaya doğru gide gide, nihayet, 35 inci sıraya kadar düştü.

Şimdi, burada, bu önerinin altında imzası bulunan değerli Grup Başkanvekillerimize ve iktidarın ortaklarına sormak istiyorum: İlk 35 sırada yer alan bu kanun tasarıları, eğer, toplumumuz için, milletimiz için, ülkemiz için, devletimiz için mutlaka acilen ele alınıp, görüşülüp, kanunlaşması gerekiyorsa -ki, o gerekçeyle getirdiniz- bugüne kadar niye görüştürmediniz? O gün acil olan, önemli olan, bugün önemli olmaktan niye çıktı? Eğer önemliyse, önce bunları bir görüşelim, bitirelim, ondan sonra sırada olan kanun tasarılarını ele almak suretiyle, Genel Kurulumuzda, yine, yasalaşması için görevimizi yapalım. Eğer, bunlar o kadar acil değilse, önemli de değilse, o zaman niye getirdiniz; niye Genel Kurula getirip, bir başka sıradaki yasaları geriye doğru ittiniz ve bugünkü 35-36 tane yasa tasarı ve teklifini, yine, bugün, görüşmeden, bir kenara bırakıyorsunuz, yeni kanun tasarısını alıyorsunuz ve ondan sonra da öneri olarak Genel Kurulun önüne getirip oylatma gereğini hissediyorsunuz?

Bugün haftanın son çalışma günü değerli milletvekilleri. Bugün perşembe, haftanın son çalışma günü. Peki, önümüzdeki hafta çalışma saatlerini bugünden tanzim etmenizin gereği nedir? Belki çok daha önemli bir yasa tasarısının görüşülmesi gerekecek, 14.00-20.00 saatleri yerine, belki o gün, 14.00'te başlayıp bitinceye kadar Genel Kurulumuzun çalışmasını isteyeceksiniz. Onun için, bu sizin, yaz-boz tahtasına döndürdüğünüz Meclisimizin çalışma sistemini bozmuş olmanızdan dolayı karşıyız buna. Yoksa, Genel Kurulun önüne getirdiğiniz uyum yasalarının ne özüne ne muhtevasına ne de amacına karşıyız biz. Hayhay, görüşelim, tartışalım, yasalaştıralım; ülkemiz, kısa vadeli taahhütlerinden bir tanesini  daha yerine getirmiş olsun. Böylece de verimli bir çalışmanın sonucunu ve meyvelerini almamız gerekir diye düşünüyorum.

Bu arada, neler kalkıyor aradan; sözlü sorular yok, araştırma önergeleri zaten ele alınmıyor; bırakınız yeni araştırma önergelerinin ele alınıp burada tartışılmasını, araştırma komisyonu kurulup rapora bağlanmış olan sonuçları da değerlendirtmiyorsunuz. Araştırma komisyonu raporları var; görüşülecek tartışılacak; onları da gündeme getirtmiyorsunuz ve bu Meclisin, denetim görevini hakkıyla yapmasını engelliyorsunuz.

Ülkemizin birtakım sorunlarının olduğu hepimizin malumu. Bu sorunların en önemlisi olan, ekonomik bir kriz var, ekonomik bir sıkıntı var. Büyük halk yığınları, yokluk, sefalet, işsizlik, çaresizlik içinde; bu kürsüye çıkan muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarım her seferinde bunu vurguluyorlar; ama, bunlara dahi bigane kalıp, sanki bu milletle alay edercesine hükümetin bir açıklaması var "kriz bitti" diyor. Krizin bitip bitmediği hepimizin malumu. Acaba, Türkiye'de kriz bitti mi bitmedi mi; yani, ekonomik krizin bunca mahvettiği insanlara karşı krizin bittiğini söylemek, krizin durduğunu söylemek, açıkçası, bu halka en büyük yalanı söylemektir. Halkın, bunları değerlendirmediğini, kendisiyle alay edildiğinin farkında olmadığını zannetmeyiniz. İşsizlik içinde kıvranan, günlük nafakasını çıkaramamanın acı ve ıstırabını yaşayan, duyan, hisseden çaresiz insanlar bundan fevkalade mustariptir. Hükümeti, daha ciddî, daha sağduyulu olmaya, hükümetin bakanlarının bu gibi beyanatlarda çok daha dikkatli olmaları gerektiğinin altını çizerek sizlere hatırlatmak istiyorum.

Cumhuriyet hükümetinin bir bakanı, gerçekten kamuoyunun vicdanını sızlatacak, halkın duygularıyla alay edecek şekilde söz söylemez ve söylememelidir. Devlet yönetmek, ülke yönetmek ve bir bakan olmanın sorumluluğuyla  bağdaşmaz diye düşünüyorum ve buna inanıyorum. O nedenle, buradan, bu beyanatın sahibi olan ilgili bakanı kınıyorum, müşterek sorumlulukta olan hükümeti de kınıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bizim, Doğru Yol Partisi olarak, sizin, Meclisi bu şekilde çalıştırma gayretlerinize, tabiî ki, bu şartlarda destek vermemiz düşünülemez ve bizden de beklenemez, beklenmemelidir. Sizin, bu Meclisi daha verimli olarak, gündemine, daha ciddî ve bir sorumluluk duygusu içinde sahip çıkarak çalıştırmanız gerektiğine inanıyorum. O nedenle, bugün, gündemin arka sıralarında görüşülmesini bekledikleri kanun tasarıları yüzünden bazı insanların da beklentilerinde hüsrana uğradıklarını da ifade etmek isterim. Zaman zaman bu kürsüden ifade ettiğim gibi, sıranın kendilerini ilgilendiren tasarılara gelmesini bekleyen insanlar, bir de bakıyorlar ki, bu tasarılar 25 inci sıraya gitmiş, 30 uncu sıraya gitmiş... Umutsuz bir hale geliyorlar ve maalesef, üzüntü içerisinde, bizim, Meclis çalışmalarımızı takip ediyorlar.

O nedenle, bu önerinin aleyhinde söz aldım. Önerinin aleyhinde oy kullanacağımı ifade ediyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gönül.

Aleyhte ikinci söz talebi, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ındır.

Buyurunuz. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hükümet ortaklarının getirdiği grup önerisi üzerinde söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, hükümet, Genel Kurulun çalışma programlarında çok sık değişiklik yapmaktadır. Bu gündem maddelerine baktığımız zaman, geçen hafta, hükümet ortakları bir Danışma Kurulu toplantısı talep etmiş ve orada "Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatı Hakkında Kanun Tasarısı, Türkiye İş Kurumunun Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı, Bağ-Kur Kanununda değişiklik tasarısı çok önemlidir; öne almamız lazım" denilmiş ve başa alınmış. Bir hafta sonra -Türkiye'de ne değiştiyse- hemen gelmişler "yanlış yapmışız, biz, bu gündemi şöyle değiştirmek istiyoruz" diyorlar ve bu değişikliğe baktığımız zaman da, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısının, yani uyum yasasının görüşülmesini  talep etmektedirler.

Değerli arkadaşlar, bu hükümetin birçok özellikleri kamuoyunda dikkat çekiyor; ama, dört özelliği var ki, fevkalade dikkat çekicidir. Bunlardan bir tanesi, bu hükümet, hukuk devleti olma niteliğini içine sindirememiştir. Bir diğer önemli konu, yolsuzlukların üzerine gideceği yerde, sulandırılmış ve bugüne kadar 20 operasyon yapılmış olmasına rağmen, ciddî bir netice alınamamıştır. Üçüncüsü, hâlâ, bu hükümetin ekonomide kafası bulanık ve ne yapacağını bilmemektedir. Dördüncü ve bize göre en önemli özelliklerden biri de, hangi kanunu, ne zaman getireceği, Genel Kurulda ne tür bir çalışma yapacağı konusundaki belirsizlikler devam etmektedir. Bu hükümet, bir yerde, usulsüzlüğü usul haline, kanunsuzluğu da kanun haline getirmiştir ve bunu da alışkanlık haline getirmiştir.

Bugün, buradaki müzakere edeceğimiz konulara baktığımız zaman, denetim tamamen, her zaman olduğu gibi devredışı bırakılmış, araştırma önergeleri ve soru önergelerinin görüşülmeyeceği noktasında karar alınmıştır.

Yine, bu hükümet, dışpolitikayı ABD'ye, içpolitikayı Avrupa Birliğine, ekonomiyi de Dünya Bankası ve IMF'ye ihale etmiş, tümden yetkilerini de üst kurullara devretmiş; yani, bu durumda, hükümet, sadece görüntüde bir hayalet gibi, var da denilebilir, yok da denilebilir.

IMF yetkilileri bu hafta Türkiye'deydi. Bugün, bu değişikliğin nedenine baktığımız zaman -eskiden Cottarelli idi, şimdi Kahkonen- IMF sorumlusu bir beyanat verdi. Dün bir basın toplantısı yaptı ve bu basın toplantısında, nisan ayı içerisinde IMF'nin icra direktörleri toplantısının yapılacağını ve hükümetin yaptığı inceleme sonunda, kamu borç yönetimi kanununu çıkarmadığını, dolayısıyla kredinin serbest bırakılamayacağını söylediler. Hemen bu beyanatı alan hükümet, 323 üncü sıradaki Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısını alıp 1 inci sıraya getirdi. Yani, şimdi, biraz önce "bu hükümet, ekonomiyi IMF ve Dünya Bankasına ihale etti" dediğimizde haklı olduğumuzu ifade etmiş oluyoruz. Aynen, Kahkonen'in cümleleri şöyle:"Hükümet mutlaka, kamu borç yönetimi tasarısını yasalaştırmak  ve arkasından da bununla ilgili yönetmeliği çıkarmak mecburiyetindedir."

İşte, bugün burada hükümetin ısrarla gündemi değiştirmesinin nedeni bu.

Tabiî, hükümet, aslında, bu değişiklikle bir yerde gülünç duruma düşüyor. Tabiî, hükümet adına -bu devletin hükümeti olduğu için- maalesef, biz de üzülüyoruz değerli arkadaşlar.

Şimdi, IMF yetkilileri bakanlıkları ziyaret etti, inceledi; bankaları da denetledi; daha birçok denetimden sonra talimatlar veriyor :

Meclis, Borçlanma Yasasını çıkarsın; bu yetmez; hükümet de şeker ve tütün kararnamelerini çıkarsın; bu da yetmez; hükümet özelleştirmeyi tamamlasın, işçileri de çıkarsın, ondan sonra krediyi alsın.

Değerli arkadaşlar, bugün yapılan yanlış nedir; alacaklılar adına iş gören IMF yetkilileridir. Adı, Düyuni Umumiye olmasa bile sonuç değişmiyor.

Değerli arkadaşlar, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanun Tasarısının 1 inci maddesine baktım; bütün yetkileri bakan, yani, Sayın Derviş'e teslim ediyoruz.

İHSAN ÇABUK (Ordu)-  Sayın Başkan, konuya gelsin artık...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)- IMF'den rahatsız olun...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, elin tefecisi gelmiş "tek ihraç ürününüz askerinizdir" diyor. Ülkeyi bu duruma düşüren..

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon)- DSP her zaman...

VEYSEL CANDAN (Devamla)- Değerli arkadaşlar, bakın, ülkenin meselelerini konuşuyoruz; gündem niye değişti, onu konuşuyoruz.

Bakın, ne diyor Sayın Derviş: "Irak savaşı için turizm sezonunun sonunu bekleyin." Yani, bir yerde de savaş kışkırtıcılığı yapılıyor.

Değerli arkadaşlar, hükümetin ANAP kanadı sözünü "Avrupa Birliğine girersek çocuklara kelepçe vurulmaz. İşte, uyum yasalarını bunun için getiriyoruz" demeye getiriyor; ama, samimiyetsizliğin, istismarın, ikiyüzlülüğün aslında tipik  bir örneğidir.

Şimdi, MHP kanadına gelelim; onlar da diyor ki: "Egemenliği devredemeyiz."

Ben, şunu söylüyorum; bu yasaların, bu gündem değişikliği yapılarak bugün bu Parlamentodan konuşulması, müzakere edilmesi, itibar kaybıdır; ben, bunun üzerinde duruyorum. Gündemi filan da değiştirmiş değilim. Asıl konuşulacak konular da bunlardır.

Şimdi değerli MHP'li arkadaşlarıma soruyorum: Kimin egemenliğini kimden koruyoruz? Egemenlik milletin değil mi? Ama, ülkenin ekonomide egemenliğini devreden, müstemleke haline getiren IMF kararlarının altına kimler imza attı acaba?

Değerli arkadaşlar, şimdi, bağımsız demokratik ülkelerde ithal bakan var mı; yok. Bütçelerini, IMF ve Dünya Bankası mı hazırlar; hayır. Peki, tütünü şöyle ekeceksiniz, pancarın kotalarını böyle yapacaksınız, merkez bankasında para basmayacaksınız; böyle bir dayatma var mı demokratik hukuk devletinde; yok. Peki, bizde niye var acaba?!

Özetle söylemek gerekirse, hükümet yetkililerine söylüyorum, siz, bu hükümeti yönetmiyorsunuz, yönetiliyorsunuz... Yönetiliyorsunuz!..

Değerli arkadaşlar, bu, getirdiğiniz tasarılar, Avrupa Birliğine uyum için... Neden hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlet anlayışı içinde, milletin talepleri doğrultusunda uyum yasaları olmuyor da, neden Avrupa Birliği talep edince oluyor?! Bakın, Avrupa Birliğinin ekonomik normları açık, deniliyor ki: "Avrupa Topluluğuna girecek bir ülkenin borçlarının toplamı, gayri safî yurtiçi hâsılasının yüzde 60'ını geçemez. Bizim yurtiçi gayri safî hâsılamız nedir; borçların yüzde 180'idir; yani, 130 milyar dolar borcumuz, 230 milyar dolar... Yani, bu şartlarda, siz, ekonomik olarak, Avrupa Birliğini zaten kabul etmiyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Parlamentoda tasarılar nasıl konuşuluyor? Tasarı, önce, akşama doğru, hükümetten Plan ve Bütçe Komisyonuna gidiyor, akşamdan sabaha kadar müzakere ediliyor, Genel Kurula iniyor, Genel Kurulda bitimine kadar süre konuluyor, Meclisten geçiyor, Cumhurbaşkanına gidiyor. Cumhurbaşkanı, aynı sürat ve tempoda geri gönderiyor. Nereye; Genel Kurula, hükümete geri iade ediyor. (SP sıralarından alkışlar) Şimdi, bununla ilgili örnekler vereceğim.

Değerli arkadaşlar, şimdi, hiç düşündünüz mü, şu Parlamentoda 100 kişiyle müzakere yapıyoruz. Bu milletvekili arkadaşlarımızın Genel Kurula neden devam etmediğini düşündünüz mü? Verdiği araştırma önergesini görüşmezseniz, verdiği kanun teklifini sıraya almazsanız, nasıl olsa Avrupa Birliği doğrultusunda uyum yasaları çıkacak, nasıl olsa IMF ve Dünya Bankası doğrultusunda ekonomik kanunlar çıkacak derseniz, işte, bu Parlamentoda heyecanı katletmiş olursunuz.

Bakın, değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilen kanunların dönüş gerekçelerine baktım ve okudum; afla ilgili olarak "eşitlik ve adalet ilkesine aykırıdır" yine, Tütün Yasasıyla ilgili "sosyal yapıyı bozar" özelleştirmeyle ilgili olarak "bağımsızlığımızı tehlikeye atar" deniliyor. Nihayet, en son, cumhuriyet tarihinde hiç olmayanı da, maalesef, bu hükümet yaptı; elimdeki metin, Cumhurbaşkanının geçen hafta buradan çıkan Emlak Vergisiyle ilgili kanunu iade gerekçesi...

BAŞKAN - Süreniz dolmak üzere.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bitiriyorum.

Neden iade edildiğini düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlar; veto gerekçesi, cumhuriyet tarihinde ilk defa oluyor "metnin anlam bütünlüğünü bozan Türkçe hatasından dolayı" deniliyor. Yani, değerli arkadaşlar, bu hükümet, bırakın metnin içeriğini, Türkçe bir metin yazmayı bile beceremiyor.

HAKKI DURAN (Çankırı) - Geri iade edilmesinden bahsediyorsunuz... Geri iade edilmez; iade edilir ya da geri verilir. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Siz devam edin ve konuşmanızı sonuçlandırın.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Şimdi, sayın milletvekili...

BAŞKAN - Sayın Candan, lütfen görüşünüzü açıklayın ve bitirin. Süreniz bitti; cevap vermeyin.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Şimdi, hükümetin talebini okumadığınız için, benim konuya ne zaman gelip ne zaman çıktığımı bilemiyorsunuz; keşke, hükümetin önerisini okusanız, o zaman...

BAŞKAN - Sayın Candan...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bir dakika efendim... Bir dakika...

BAŞKAN - Dakikayı siz değil, ben tayin edeceğim.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Efendim, bakın...

BAŞKAN - Lütfen, siz, oraya cevap vermeyin; görüşünüzü söyleyin diyorum Sayın Candan.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Konuşmamı bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, bakın, şimdi, hükümetin, Cumhurbaşkanı tarafından geri görüşülmek üzere gönderdiği, veto ettiği 8 adet kanunu burada; sayacağım: Suç ve cezaların affı, şartlı salıverme, RTÜK, Basın Kanunu...

BAŞKAN - Sayın Candan, bunun konumuzla ilgisi yok. Lütfen...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bir dakika... Ne demek?! Ne demek?!

BAŞKAN - Siz, süreniz içinde, bakın, hakaret dahil hepsini yaptınız. Belki bir muhalefet için söylenebilecek şeylerdir; ama...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Şimdi, bir şey söyleyeceğim...

BAŞKAN -  ...konuyla ilgili değildi...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Lütfen, son cümlenizi alayım.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Son cümlemi söyleyeyim. Bu kanunlar, böyle, gidip, geri gelmesin; bu Meclisin, Genel Kurulun zamanını lüzumsuz harcamayın, doğru dürüst gündem getirin diyoruz. Yani, bu, nasıl oluyor da konunun dışında oluyor bunu anlamak mümkün değil. Nasıl oluyor da dışında oluyor?!

Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi, 34 tane kanun ve kanun hükmünde kararnameyi iptal etmiş, Cumhurbaşkanı da bir o kadar kanunu veto etmiş. Sözlerimi tamamlarken şunu söylüyorum: Ülkenin ihtiyaçlarına göre yasaları getirin, muhalefetin katkısını sağlayın ve giden kanunlar, bir daha, gittiği jet hızıyla geri gelmesin.

Saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Candan, Anayasa Mahkemesinin ve cumhurbaşkanının iradesinin mutlaka Parlamento iradesinden daha doğru olabileceği şeklindeki bir algılayışınızı da yanlış buluyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

VEYSEL CANDAN (Konya) - Ben öyle algılamadım ve öyle söylemedim.

BAŞKAN - Sayın Candan, size teşekkür ediyorum efendim; kendiniz, zaten saygılarınızı sundunuz; buyurunuz.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Sayın Aslan, lehte söz talebi yok demiştim, onun için aleyhteki konuşmacılara geçmiştim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Var Sayın Başkan... Lehinde söz istiyorum.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sataşmayla ilgili, ben, yerimden bir iki cümleyle...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Sayın Başkan, lehte Başkanlığa ulaşan söz talebi olmadığı için aleyhte iki arkadaşıma söz vereceğim dedim; onun için aleyhteki arkadaşlarıma geçtim; demin onu arz ettim, duymadınız herhalde.

Yeni bir sataşmaya meydan vermeyecek şekilde, kısa lütfen; çünkü, yoğun bir çalışma tempomuz var, gerginleştirmeden, tatlı tatlı götürelim.

Buyurun Sayın Aslan.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Candan konuşurken, bir taraftan Avrupa Birliği uyum yasalarını savunmak ve "Avrupa Birliği uyum yasalarını çıkardığımız takdirde 14 yaşındaki çocukların eline kelepçe vurulmayacak" şeklindeki Sayın Genel Başkanımızın ve Anavatan Partisi sözcülerinin beyanlarını hatırlatarak bizi ikiyüzlülükle itham etmiştir. Anavatan Partisi öteden beri demokraside, hukukun üstünlüğünde ve insan hakları alanında, ülkenin içinde bulunduğu durumu tespit etmiş ve hukuku Avrupa standartlarında, demokrasiyi Avrupa standartlarında, insan haklarını ön plana çıkarmıştır ve biz ifade ediyoruz ki, mevzuatımızı, çıtayı yükselttiğimiz takdirde, ülkemizde, 14 yaşındaki çocukların eline kelepçe vurulması gibi bir problem kalmayacaktır.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -  Öyle bir şey yok mevzuatta...

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Eğer bu konuda samimîlerse bu yasalara destek vermelidirler. Bunun çözüm yolu, ancak, mevzuatımızın Avrupa Birliği standardına yükseltilmesidir diyorum, saygılar sunuyorum ve bu ithamı şiddetle reddediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Değerli arkadaşlarım...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, lehinde söz istiyorum.

BAŞKAN - Müracaatınız yok Sayın Esengün.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Şimdi yapıyorum...

BAŞKAN - Nereden söz istiyorsunuz, yerinizden mi?

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Hayır, hayır, kürsüden...

BAŞKAN - Hayır, bir kere, yerinden kısa bir söz talebi olur; ama, buraya ulaşmış bir talebiniz yok.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Efendim, şu anda ulaştırıyorum.

BAŞKAN - Elektronik cihazdan işaret buyuracaksınız, Sayın Aslan gibi, ben burada ekrandan göreceğim ki...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Efendim, ille de elektronik yollarla size ulaşmak durumunda değiliz. Ben, şimdi talebimi size arz ediyorum.

BAŞKAN - Siz İçtüzüğün emrettiği yollardan bize ulaşmak zorundasınız, orada bir keyfiyetiniz yok. Lütfen, yerinizden işaret buyurun...

Sataşma olursa, sataşmaya meydan verecek olursanız keserim. Bakın, ben arkadaşımdan da rica ettim, şimdi yasaya geçeceğiz...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, kürsüden niye konuşamıyorum?!

BAŞKAN - Efendim, diğer arkadaşıma kürsüden söz vermemişsem, niye eşitliği bozayım; buyurun, oturduğunuz yerden...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Ben İçtüzükten doğan hakkımı kullanıyorum, Sayın İktidar Partisi Gruplarının önerisinin lehinde, kürsüden konuşmak istiyorum, bu kadar basit.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Lehinde 2 kişinin, aleyhinde 2 kişinin söz hakkı var.

BAŞKAN - Düğmeye basın, söz vereceğim, buyurun.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, ben kürsüden konuşmak istiyorum.

BAŞKAN - Değerli arkadaşım, bakın, bir kez daha söyleyeyim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir saniye izin verin, açıklayayım da...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, bir milletvekilini kürsüde konuşmaktan hiç kimse alıkoyamaz.

BAŞKAN - Sayın Esengün, bir saniye izin verin, sonra konuşturacağım. Bir saniye diyorum, tahammül buyurun.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Tamam, buyurun.

BAŞKAN - Şimdi bürokrat arkadaşımla da aynı şeyi tartıştım.  Baştan, bize, aleyhte olmak üzere, üç arkadaşımın ismi talep olarak gelmiş; Sayın Ali Rıza Gönül, Sayın Veysel Candan, Sayın Mehmet Ali Şahin. Bu üç arkadaşımdan hangisi varsa ikisi konuşacak, lehte hanesi de boş; talep gelmeyince, ben "lehte olarak söz talebinde bulunulmadığından, aleyhte söz isteyen arkadaşlarıma vereceğim" dedim. Az önce, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Sayın Yaşar Dedelek'ten de benzer talep geldiğinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Sayın İsmail Köse'den de aynı talep geldiğinde, ben "biraz önce talep gelmediği için bu şekilde ifade etmiştim" dedim. Şimdi, ben size lehte söz verdiğim takdirde, o iki arkadaşıma söz vermemekliğimi izah edemem.

Peki, o zaman bu da hepimize bir şey olsun; bundan sonra, lütfen, hangi konuda olursa olsun, sayın grup başkanvekillerimiz lütfetsinler, iki satırla o müracaatlarını ya Başkanlık Divanına bildirsinler ya da işaretle de kabul ederim, ben formalite filan da demiyorum; ama, olmayan bir talep konusunda da, benden zihinlerden geçenleri okumamı beklemeyin.

Yerinizden kısa bir açıklama olarak, Sayın Aslan'a söz verdiğim gibi, buyurunuz diyorum.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkanım, bu tutumunuz İçtüzüğe aykırıdır. Grup önerilerinin lehinde veya aleyhinde, istendiği anda, her milletvekili söz alabilir. Bunun grup başkanvekilleriyle de ilgisi yoktur, bu, tamamen milletvekillerinin şahsî müracaatı üzerine alacağı sözdür ve bu sözün, behemehal Meclis kürsüsünden verilmesi, hatibin orada konuşması da, yine İçtüzüğün kesin emridir.

Sizin şu andaki tavrınız, "efendim, lehte söz alan olmadı, ben aleyhtekilere söz verdim, dolayısıyla da lehte söz verme imkânı ortadan kalktı" gibi, İçtüzüğe tamamen aykırı, İçtüzüğe ve bugüne kadarki uygulamalara uygun olmayan bir tavır. Önce aleyhteki konuşabilir, lehteki konuşabilir. Lehte söz alan olmayabilir, aleyhteki konuşmalardan sonra, ola ki teklif sahiplerinden veya bir başka milletvekili, teklifin lehinde konuşma zaruretini, ihtiyacını o anda hissedebilir ve söz ister. Ben de, bugün, aynı şekilde, İçtüzükten doğan hakkımı kullanarak, sayın iktidar gruplarının verdiği bu önerinin lehinde söz almak istedim ve bu söz talebimde de ısrarcıyım.

Söz vermediğiniz takdirde, İçtüzüğü ihlal etmiş olacaksınız. Teamüllerde olmayan, İçtüzükte olmayan yeni bir yanlış uygulamanın başlangıcı sizin bu uygulamanızla olacak.

Grup önerilerinin lehinde kürsüde söz almak üzere teklifimi yineliyorum. (SP sıralardan alkışlar)

BAŞKAN - Benim İçtüzüğe aykırı davrandığım sizin kanaatiniz.

Bakın, yazılı metin itibariyle de önümüze verilen basılı gündemde "istem halinde 2'şer üyeye lehte ve aleyhte 10'ar dakika söz verilir" yazıyor. Önce "lehte" deniyor...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, orada "lehte" sözünün önce yazılması demek, lehte söz alınmayınca lehte konuşma hakkı sâkıt olur diye nitelendirilemez.

BAŞKAN - Beyefendi, sizin de, benim İçtüzüğe aykırı davrandığımı söylemeniz, benim İçtüzüğe aykırı davrandığımın delili olmaz. O sizin telakkiniz.

Çok teşekkür ediyorum.

Üç grup tarafından verilen öneriyi oylarınıza sunuyorum...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Üç grup tarafından verilen öneri metninde iki ayrı husus var. Bunları ayrı  ayrı okutup, oylarınıza sunacağız...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istedik.

BAŞKAN - Öneriyi okutuyorum:

Öneriler:

1.- 21 Mart 2002 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 839 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 323 üncü sırasında yer alan 833 sıra sayılı kanun tasarısının, 9 uncu sırasına; 8 inci sırasında bulunan 824 sıra sayılı kanun tasarısının, 10 uncu sırasına; 287 nci sırasında yer alan 778 sıra sayılı kanun tasarısının, 11 inci sırasına alınması; 21 Mart 2002 Perşembe günkü birleşimde, gündemin 9 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Kabul edenler...

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Hâlâ mı sayıyorsunuz?..

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sağlamasını mı yapıyorsunuz?..

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, iki sayın üye arasında rakam farkı büyük, iki arkadaşım da başka bir rakamı söyledi; burada, saymadan, hangi arkadaşımın rakamına itibar edeyim ki, doğru olsun...

O zaman, oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

Sisteme giremeyen arkadaşlarımın, görevliler aracılığıyla pusulalarını Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama için 3 dakikalık süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, karar yetersayısı vardır; 1 inci öneri kabul edilmiştir.

Şimdi, 2 nci öneriyi okutuyorum:

2.- Genel Kurulun 26 Mart 2002 Salı, 27 Mart 2002 Çarşamba ve 28 Mart 2002 Perşembe günleri 14.00 - 20.00 saatleri arasında çalışması, 26 Mart 2002 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek, bugün de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 27 Mart 2002 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, biraz önceki İçtüzük tartışmasına ilişkin son bir söz söylemek isterim. Bugüne kadar, bu Yüce Parlamentoda, maalesef, lehte söz alıp aleyhte, aleyhte söz alıp lehte düşünceyi izhar etmek gibi, adına teamül dediğimiz, bana göre, demokrasinin, parlamento geleneğinin, hakkının suiistimali anlamına gelen bir hadiseyi yaşıyoruz. Doğrusu nedir, hukuk felsefesinde; üç Sayın Grup bir düşünce ortaya koymuşsa, bir teklif ortaya koymuşsa, o düşünceyi benimseyen insanların neden bunu böyle düşündüklerini anlatması, daha sonra da, karşıt düşüncenin kendisini savunmasıdır.

Teşekkür ediyorum.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, kime cevap verdiniz?!

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan...

Sayın Başkan, lütfen, sözlerimi işitin; kulaklarınız, zannederim, sözlerimi işitecek kadar çalışıyordur.

BAŞKAN - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısının müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/744) (S. Sayısı: 786)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

4.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 2/699)     (S. Sayısı : 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

5.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

6.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676) 

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili Kanun Tasarısının müzakerelerine başlayacağız.

7.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.

8.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı: 839) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 839 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, ilk olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Salih Erbeyin; buyurun. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, 839 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kamuoyunda "uyum yasası" olarak adlandırılan kanun tasarımız, Anayasamız çerçevesinde, dünya gerçekleri, Türkiye gerçekleri ve bilim gerçeklerinin ışığında, siyasetin olabileni gerçekleştirme sanatı olduğu da dikkate alınarak Yüce Meclisin huzuruna getirilmiştir.

Anayasamızda, temel hak ve hürriyetler detaylı bir şekilde düzenlenmiş olup, bunlardan, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, basın hürriyeti, dernek kurma hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile siyasî parti kurma hakkı,  demokratik rejimin daha da güçlenmesi, gelişmesi açısından özel bir öneme sahip bulunmaktadır. Anayasamızda, Yüce Meclisimizin yaptığı 13.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla yaptığı değişiklikle, temel hak ve hürriyetlerin, özüne dokunulmaksızın, Anayasamızın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve yalnızca kanunla sınırlanabilmesini öngören yeni bir sistem benimsenmiş, böylece, temel hak ve hürriyetler bakımından olumlu bir genişleme sağlanmıştır.

Diğer yandan, 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği toplantısında, tam üyelik için ülkemizin aday ülke olarak kabul edilmesiyle yeni bir ivme kazanan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri daha da yoğunlaşmıştır. Tam üyeliğe giden yolda, hem ülkemizin hem de Avrupa Birliğinin karşılıklı yükümlülükleri bulunmaktadır.

Ülkemizle ilgili olarak, 4.12.2000 tarihinde onaylanan Katılım Ortaklığı Belgesinin ardından 19.3.2001 tarih ve 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı 24.3.2001 tarih ve 24352 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Bu kanun tasarısıyla mevcut Anayasamızda yapılan değişiklikler ve yeni yürürlüğe giren Türk Medenî Kanununda yer alan hükümlere uyum sağlanması, diğer yandan da, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde, kısa vadede alınması gerekli tedbirlere ilişkin olarak bazı kanunlarda detaylı değişiklik yapılmaktadır.

Tasarının 1 inci maddesinde, kaymakamlığa, sadece mülkî idare amirliği hizmetinde bulunanların vekâlet edebileceği düzenlenmektedir. Mülkî idare amirliği sınıfı, Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tanımlanmıştır. Buna paralel olarak, Jandarma Teşkilât Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmaktadır.

Tasarının 2 nci maddesinde de, Basın Kanununun ek 1 ve ek 2 nci maddelerinde değişiklik yapılmakta; 1 inci maddesinde ayrıntılı olarak sıralanan dağıtımın önlenmesi ve toplama nedenleri, Anayasamızın 28 inci maddesinin dört ve altıncı fıkraları doğrultusunda yeniden düzenlenmektedir.

Yine, Anayasanın 30 uncu maddesi doğrultusunda, bu maddeye aykırı eserlerin basımında kullanılan makineler ve diğer basım araçlarının müsaderesi düzenlenmektedir.

Ek 2 nci maddede ise, basın suçları için öngörülen cezalarda indirime gidilmektedir; yani, bu maddede, halen bir aydan altı aya kadar hapis ve ağır para cezası yerine, bir aydan üç aya kadar hapis cezası öngörülmektedir.

Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesinde yapılan değişiklikle de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla Türkiye'nin işkence nedeniyle mahkûmiyeti durumunda, sorumlu personele rücu esası getirilmektedir.

4 üncü maddeyle, Siyasî Partiler Kanunuyla ilgili üç değişiklik yapılmıştır. Bilindiği üzere, Anayasamızın 69 uncu maddesinde yapılan bir değişiklikle iki haldeki temelli kapatma durumunda; yani, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı program ve tüzük olması ve fıkrada öngörülen hallerin odağı haline gelme durumunda temelli kapatma hallerinde, fiilin ağırlığına göre devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılma hali düzenlenmektedir. Buradaki yardımda, bir yıllık devlet yardımı esas alınmaktadır. Bu halde, devlet yardımı ödenmemişse, ödeme yapılamayacağı, ödenmişse, ödenen paraların hazineye iadesi öngörülmektedir.

Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesinde daha önce "mihrak" sonra da "odak" adıyla yer alan tanım, Anayasa Mahkemesince görülmekte olan davalar aşamasında Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bu iptalin temelinde, Anayasamızın 69 uncu maddesinde odak haline gelmenin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi ilkesi vardır. Bu durumda, odak nedeniyle kapatma yaptırımı uygulanabilecektir. Anayasa Mahkemesi, bunun unsurlarının belirlenmesi yetkisinin de Anayasa Mahkemesinde olduğu görüşünü ifade etmiştir. Bilindiği gibi, bunun üzerine, Anayasamızın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasına "odak" ibaresi eklenmiştir.

Tasarının 5 inci maddesinde Dernekler Kanununda değişiklik yapılmaktadır. Anayasa değişikliğine ve Medenî Kanun değişikliğine paralel olarak, 18 yaşını doldurma şartı yerine, fiil ehliyetine sahip olma şartı getirilmektedir; ancak, devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine dernek kurulamayacağı açıkça korunmaktadır. Ancak -diğer bir ifadeyle- affa uğramış olsalar bile devletin hükmî şahsiyetine karşı cürüm işlemek fiillerini kapsayan suçlara ilişkin Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesinden 173 üncü maddesine kadar devam eden suçlara ilişkin olarak dernek kurulamayacaktır.

Basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar, kaçakçılık suçları ve resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından mahkûm olanlar da dernek kuramayacaktır.

Yine, Türk Ceza Kanununun 316, 317 ve 318 inci maddelerinden mahkûm olanlar, yani, paralarda itibarı amme kâğıtlarında veya kıymetli damgalarda sahtekârlık yapanlar da dernek kuramayacaktır.

Kamuoyunun yakından ilgilendiği, bazı kesimlerin de hassasiyetle üzerinde durduğu bizim de üzerinde durduğumuz Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya dil farklılığı veya bunlara dayanarak azınlık yaratmak ya da herhangi bir bölgenin veya ırkın veya sınıfın, belli bir din veya mezhepten olanların, diğerlerine hâkim veya diğerlerinden imtiyazlı olmasını sağlamak amacıyla da dernek kurulamayacaktır; yani, Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin devleti ile milletinin bölünmez bütünlüğü aleyhine dernek kurulamayacaktır.

Tasarının 6 ncı maddesi, Anayasanın değiştirilen 34 üncü maddesine göre Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununu düzenlemektedir. Halen 21 yaş koşulu yerine, fiil ehliyetine sahip olmak veya 18 yaşını doldurmak yeterli olmaktadır.

Tasarının 7 nci maddesinde ise, çeşitli kanunların bazı hükümleri kısmen veya tamamen kaldırılmaktadır.

Mevcut kanun tasarısı, Parlamentoda temsil edilen partilerin katkısı, ülkemizin imzalamış bulunduğu uluslararası anlaşmalar, değişiklik yapılan Anayasamız ve Medenî Kanun hükümleri uyarınca hazırlanmış bir kanun tasarısıdır. Bu yasa tasarısıyla, ülkemizin medenî milletler dünyasında daha güçlü olarak temsili amaçlanmıştır.

Bu tasarı, birilerinin iddia ettiği gibi toplumu ve mevzuatımızı geriye götüren değil, ileriye götüren bir yasa tasarısıdır. Burada olmazsa olmazımız, devletin milletiyle bölünmez bütünlüğüdür. İdeal olması gereken bir kanun olmasa da, mevcut şartlar içinde ideale yakın bir kanun tasarısıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Erbeyin.

Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Kenan Sönmez; buyurunuz efendim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA KENAN SÖNMEZ (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün huzurumuza gelen düzenlemeyle, 8 ayrı kanunda değişiklik yapıyoruz; bu kanunlardaki bazı maddeleri değiştiriyoruz, bazısını tamamen çıkarıyoruz. Böylece, bu kanunları, geçen yıl değiştirdiğimiz Anayasaya ve Medenî Kanuna uygun hale getiriyoruz.

Ulusal programın birinci yıldönümünde attığımız bu adım, yaptığımız bu düzenleme, belki küçük bir düzenlemedir; ancak, artık millî hedefimiz haline gelen Avrupa Birliğine giriş için ve demokratikleşme açısından çok önemli bir adımdır. Bu sebeple, 57 nci hükümeti ve bu konuda emeği geçen Sayın Bakanı kutluyorum. Bu düzenlemeyi, bu dönem büyük performans gösteren Meclisimizin şeref hanesine yazılacak önemli bir olay olarak görüyorum.

Tasarıyla getirilen parti kapatma yerine devlet yardımlarının kesilmesi kriteri, çoğulcu demokratik hayatımızın gelişmesine hiç şüphesiz ki katkı yapacaktır. Devlet Personel Kanununda yapılan düzenlemeyle, işkence ve kötü muamele sonucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde uğradığımız tazminatların ilgili personele rücu ettirilmesi hadisesi, bir insanlık suçu olan işkence belasından kurtulmamız için önemli bir adımdır. Bu değişikliğin, güvenlik görevlilerinin hızını keseceği şeklindeki endişelere ise katılmak mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, işkence, medenî dünyada demokratik toplumların kabul etmediği bir şeydir. Biz de, sicilimizdeki bu kötü imajdan artık kurtulmalıyız. Bu düzenleme, bu konuda adım atmamızı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Dernekler Kanununda ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunundaki düzenlemeler, demokrasimizin olumlu hanesine yazılacak önemli adımlardır.

Sayın milletvekilleri, İngiltere Başbakanı Churchill'in, 19 Eylül 1946'da Zürih'te yaptığı bir konuşmayla ortaya attığı Avrupa Birliği fikri, 1951 Paris Anlaşmasıyla hayata geçtikten sonra bugüne kadar çok önemli aşamalardan geçmiştir. Bugün geldiğimiz noktada, Avrupa Birliği çağımızın en önemli sosyal, siyasî ve ekonomik projesidir. Türkiye tam kırk yıldır çağımızın bu en önemli projesine dahil olma kavgası veriyor. Aslında, ülkemizin Batılılaşma mücadelesi ikiyüz yıl öncesine dayanır. Padişah I. Mahmut döneminde başlayıp cumhuriyet döneminde Atatürk'le devam eden çizgide Batılılaşma ve modernleşme, milletimizin vazgeçemediği hedeftir. Tarihimizdeki bu yenilikçi çizgi olmasaydı, Türkiye, bugün, bazı komşularımız gibi ortaçağ karanlığında yaşayacak, kadınlarımız ikinci sınıf insan muamelesi görecekti.

Sosyal, siyasal ve ekonomik hayatımızı, doğu ve güneydoğudaki komşularımızla kıyasladığımızda, ülkemizin yönünü Batı'ya çevirenlere dua ediyoruz; ancak, aynı kıyaslamayı Batı'yla yaptığımızda moralimiz bozuluyor değerli arkadaşlar. Demokratik standartlar, kişi başına millî gelir, nüfusa göre ihracat, işsizlik, eğitim, sağlık, bebek ölümleri gibi çağdaş kriterlerde Batı'yla aramızdaki farkı kapatmak için çok çalışmamız gerektiği ortadadır. Avrupa Birliği, bu kriterlerde yükselmemiz, bu kriterleri yakalamamız konusunda en önemli itici güç olacaktır. Portekiz, İspanya ve Yunanistan'ın son yirmi yıllık gelişme trendi ve geçirdiği tatbikat, bunun en önemli kanıtıdır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, eski adı AET olan Avrupa Birliğine, Yunanistan'dan sonra, müracaat eden ikinci ülkedir. Menderes Hükümeti, Yunanistan'ın başvurusundan tam üçbuçuk ay sonra, 31 Temmuz 1959'da Topluluk Konseyine üyelik başvurusu yapmıştır. Dışişleri Bakanı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nun üstün çabalarıyla, büyük gayretleriyle, Yunanistan'ın, 1 Mart 1960'ta ortaklık görüşmelerine başlamasının ardından, 21 Nisanda, her iki ülkenin birlikte bu görüşmeleri sürdürmesi kararı verilmiştir. Ne yazık ki, bu süreç, 1960 darbesiyle kesilmiştir değerli arkadaşlar. Daha sonra, 1980 yılı, Avrupa yolundaki kader yıllarımızdan biridir. O yıl, Demirel Hükümetinin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, bir yıl sonra Topluluğa üye olacak Yunanistan'ın muhtemel vetosundan kurtulmak için üyelik başvurusu yapacağını açıklamıştır; ancak, Erkmen'in siyasî ömrü buna yetmemiş, bir gensoruyla düşürülmüş ve bu proje sabote edilmiştir. Arkasından gelen 12 Eylül darbesi, Avrupa'yla ilişkilerimizin 1986 yılına kadar kesilmesine sebep olmuştur ve hepinizin bildiği gibi, bu macera, 14 Nisan 1987'de, Anavatan Partisi Hükümetinin tam üyelik başvurusuyla yeniden başlamıştır.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğinin son genişleme sürecine dahil olmayı bir büyük hedef olarak önüne koyan 57 nci hükümetin çabalarıyla, içerisinde yaşadığımız bu yıllarda çok önemli gelişmeler kaydettik; önce, Türkiye'nin adaylığı tescil edildi, daha sonra, 2004 yılında tam üyelik müzakereleri yapabilmemiz için yapmamız gerekenleri belirten Katılım Ortaklığı Belgesi 4 Aralık 2000'de açıklandı. Çok hızlı hareket eden hükümetimiz, Mart 2001'de, 738 sayfalık Türkiye Ulusal Programını açıklayarak, bu konudaki kararlılığını dünyanın önüne koymuştur. Bundan sonra, Meclisimizin olağanüstü çalışma dönemi başladı. Burada, hep birlikte, dostu düşmanı şaşırtacak önemli kanunlar çıkardık ve çok önemli mesafe katettik. Bugünlerde yaptığımız yasalar ve yapacağımız çalışmalar, ülkemizin kaderini, geleceğini şekillendirecektir. Bu kararlar, geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini şekillendirecek kararlar olacaktır. İkiyüz yıllık Batılılaşma ve kırk yıllık Avrupa Birliği sürecinde yaptığımız hataları ve kaybettiğimiz zamanları telafi etme fırsatıyla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğinin, Katılım Ortaklığı Belgesiyle bizden talep ettikleri, diğer aday ülkelerden farklı şeyler değildir. Bunlar, Avrupa'yı büyüten, bizde de zaten olan, zaten benimsediğimiz, yüksek insanî, toplumsal ve siyasî değerler ile ekonomimizi rekabet edebilir hale getirmemiz için gerekli olan birtakım temel kurallardır. Buradaki eksikliğimizi, bu alandaki eksiklerimizi milletimiz için zaten yapmalıyız. Bugün görüşeceğimiz uyum yasaları, Avrupa Birliği olmasaydı da, zaten çıkarmamız gereken yasalar değil miydi değerli arkadaşlar.

Demokrasileri oturmuş, siyasî çarkları daha iyi dönen, daha iyi işleyen, sivil toplumu gelişmiş ülkelerin aynı zamanda zengin ülkeler olması tamamen tesadüf mü? Bu durum, liberal ekonominin ve serbest pazarın, hür düşünce ve demokratik kriterlerin daha çok geliştiği ülkelerde daha iyi çalıştığını göstermiyor mu.

Değerli arkadaşlar, bir yıldır hızlı adımlarla ilerliyoruz; ancak, bu, yeterli değil; durmamalıyız ve ilerlemeye, koşmaya devam etmeliyiz. Ancak, bu alanda mesafe aldıkça, bizi Avrupa'da istemeyenlerin, bizi Avrupa Birliği içinde görmek istemeyen güçlerin provokasyonlarıyla karşılaşmamız da kaçınılmazdır. Bunun örneklerini de zaman zaman görüyoruz; ancak, bu tuzaklara düşmemeliyiz. Ben inanıyorum ki, toplumumuzda, Avrupa Birliğine karşı çıkanların "istiyoruz, ama" diyenlerin ya da bu alanda yapılacak birtakım düzenlemelere şu ya da bu sebeple karşı çıkanların hepsi yüksek yurtsever duygular taşıyorlar, bundan hiç şüphe etmiyorum. Herkes, ülkesi için, milleti için daha iyisini arıyor. Gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin, hatta bazı ihtilal hükümetlerinin programlarında bu hedefin olması, bugün, koalisyon liderlerinin büyük gayreti ve muhalefet liderlerinin açıkça desteği, bu hedefimizin millî hedef haline geldiğinin göstergesidir. Bunları tartışmamızın da hiçbir sakıncası yok, ancak, bu tartışmalar bize zaman kaybettirmemeli, hedefimizden de bizi saptırmamalıdır.

Değişme ve tarihin akışına direnmenin boşuna bir gayret olduğunu bilmeliyiz değerli arkadaşlar. Ayrıca, bu direnişler milletimizin menfaatına da değildir. Bu konuda, hepimiz Büyük Atatürk'ü örnek almalıyız. Batı'ya karşı savaşan Büyük Atatürk, savaştan hemen sonra ülkemizin hedefini Batı'yla bütünleşmek olarak ortaya koymuştur. 29 Ekim 1923'te yaptığı tarihî konuşmada "milletimizi asrîleştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye'de asrî, binaenaleyh, Batılı bir hükümet vücuda getirmek içindir" demiştir.

Yine, Büyük Atatürk, Osmanlının nerede hata yaptığını anlatırken şöyle demiştir: "Osmanlı Devletinin sukutu, garba karşı elde ettiğimiz muzafferiyetlerden mağrur olarak kendisini Avrupa milletine bağlayan rabıtalarını kestiği gün başlamıştır."

Atatürk'ün bu çabası, o günlerde Avrupa'dan da büyük destek görmüştür; en fazla destekleyen de Yunanistan Başbakanı Venizelos olmuştur. Başbakan Venizelos, o günlerde bir beyin jimnastiği şeklindeki Avrupa tartışmalarında, Türkiye'ye karşı tavır alanlara karşı sert çıkmış ve bakın, tarihe yansıyan bir belgede neler söylemiş: "Avrupa Birliğini kurarken, bir İslam ülkesini almamakla ikilik yaratıyor ve dünyayı bölüyorsunuz. Ben, Türkiye ile barış kurdum ve bunun kalıcı olmasını istiyorum. Eğer Türkiye'yi almayacaksanız, ben de aranızda yokum." Eski Yunanistan Başbakanı, bu konuda, bugünkü Yunanistan liderlerinden, Yunanistan yöneticilerinden daha uzun görüşlü ve daha vizyonlu olduğunu bu sözleriyle ortaya koyuyor değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, tarihimiz, aslında, bugüne ders olacak olaylarla doludur; işte size bir örnek: Avrupa'nın gelişmesinde matbaanın icadı çok büyük itici bir güçtür. Bu sayede fikirler gelişmiş, eğitim hızlanmıştır. Avrupa'da matbaa 1455'te hizmete girmiş, o tarihte Main'de ilk İncil basılmıştır; bunu hepiniz biliyorsunuz. 1593'te de Avrupa'da matbaayla Shakespeare'in eserlerinin basıldığını da hepimiz biliyoruz; ancak, bu icat, Türkiye'ye 1729'da ancak gelebildi ve ilk lügat 1729 yılında basıldı. Matbaayı, ikiyüzelli yıl bu topraklara sokmayanların gerekçesi de son derece masumdu; onlar da, toplumun düzeninin bozulmamasını ve dinin elden gitmemesini istiyorlardı değerli arkadaşlar; ancak, haklı mıydılar; tarih bunu gösterdi biliyorsunuz.

Kaybettiğimiz yılları telafi edeceğimiz bir konjonktürle karşı karşıyayız değerli arkadaşlar. Mevzuatımızı Avrupa Birliği müktesebatıyla karşılaştırdığımızda, daha yapacağımız çok işimiz olduğunu görürüz. Bu konuda, Devlet Planlama Teşkilatının kaynaklarına göre, yaklaşık 1 634 Avrupa mevzuatının 169'una Türkiye tam uyumlu, 61'ine uyum çalışması sürüyor, 413'üne kısmen uyumlu, 447'sinin mukabil mevzuatı bizde bulunmuyor, 447'si Avrupa Birliğine girdikten sonra yapmamız gerekenler, diğerleri de inceleniyor. Bu tablodan anlayacağımız gibi, bu konuda daha yapmamız gereken çok iş var ve bu Meclise daha çok iş düşüyor değerli arkadaşlar.

Bu mevzuat değişikliklerini yaparken, aslında, Medenî Kanun örneğinde olduğu gibi, cumhuriyetimizin ilk yıllarından, hatta, bazen Osmanlıdan kalan kanunları da yenileme fırsatı buluyoruz. Böylece de toplumumuzun önünü bir ölçüde açıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Avrupa, dinamik bir yapıdır, kendi içerisinde sürekli değişim geçiriyor. Bu çalışmalar bizi de ilgilendiriyor ve önümüzde çok zorlu bir süreç olduğunu da bize gösteriyor. Burada önemli olan, yasalarda, yönetmeliklerde, her alanda yapacağımız değişikliklerde insanı esas almaktır. Demokratikleşme dediğimiz şey de, aslında, insanı öne çıkarmak değil midir.

Siyasetçiler olarak bizim görevimiz, Ankara ile millet arasında var olan; ama, gözle görülmeyen duvarı ortadan kaldırmak, bu duvarı yıkmak olmalıdır değerli arkadaşlar. Bu bakış farkını anlatmak için size, hepimizin günlük hayatında yaşadığı bir örneği anlatmak istiyorum; bu örneği hepimiz yaşıyoruz; ama, kanıksadığımız için fark etmiyoruz belki. Profesör Serdar Mutlu, İstanbul Üniversitesinden mezun olduktan sonra yurtdışına gidiyor, uzun yıllar ihtisas yapıyor, kariyer yapıyor, daha sonra okuluna hoca olarak geri dönüyor. Aynı okulda hocalık yapacak, işte, personelde işlemlerini yaptırırken, personel müdürü kendisinden diploma noter tasdikli, nüfus sureti, ikâmetgah senedi vesaire gibi hepimizin, vatandaşlarımızın hemen hemen her gün, devlet dairesinde karşılaştığı taleplerle karşılaşıyor. Profesör Mutlu şaşırıyor ve diyor ki: "Yahu, beni siz mezun ettiniz, diplomayı siz verdiniz; yani, sizin verdiğiniz diplomayla ilgili bir başka kurumun şahadetine ne gerek var, niye öyle bir istekte bulunuyorsunuz, kayıtlarınızda diploma var? Ayrıca, ben size niye yanlış adres vereyim ki... Yanlış adres verirsem, sizin bana göndereceğiniz mektuplar elime ulaşmaz."

Değerli arkadaşlar, bu, bizim vatandaşımızın günlük hayatta sürekli karşılaştığı şey. Tabiî ki, Profesör Mutlu, artık o da bu işlerle sürekli karşılaştığı için kanıksamıştır; ama, bunları ciddiye almalıyız. İnsan odaklı bir yapıya mutlaka geçmeliyiz ve vatandaşımıza güvenmeliyiz. Vatandaşımıza güvendiğimiz zaman bu konudaki iyileştirmelerin istismar edilmediğini de görüyoruz. İşte, örneği gümrük kapılarımız. Geçmişte yurtdışından gelen vatandaşlarımız Zambiya vatandaşı muamelesi görürdü. Gümrüklerde bütün valizler açılır, saatlerce bekletilirdi biliyorsunuz. Gümrüklerde beyan usulüne geçtik, deklare ediyor bir şeyi varsa ya da etmiyor, elini kolunu sallayıp geçiyor; ama, görüyoruz ki, kaçakçılıkta böyle bir artış olmadı değerli arkadaşlar. Yani, vatandaşımıza güvendiğimiz zaman kıyamet kopmadığını, küçük birtakım iyileştirmelerde çok kolay görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu mesele, aslında Amerika Birleşik Devletlerinin kuruluş felsefesinin içinde var. Bu ülke kurulurken iki temel görüş çarpışmış, bir grup "devlet, vatandaşını korur, kollar" demiş, diğer grup da "devlet, vatandaşının hizmetindedir" demiş. Bu iki grubun uzun müzakerelerinden sonra "devlet, vatandaşının hizmetindedir" diyen grup galip gelmiş. Amerika'nın devlet düzeni bu şekilde dizayn edilmiş ve, bugün baktığımız, bugün gördüğümüz, özgürlüklerin ve zenginliklerin de gelişkin olduğu hatta en yüksek mertebede olduğu Amerika var karşımızda; yani, kötü mü yapmışlar?.. Bana göre, çok iyi yapmışlar; hepimizin de aynı kanaatte olduğuna eminim.

Bizde, işte, temel mesele bu. Bizim ülkemizde, bizim gözümüzde devlet, baba... Devletin babalığına bir itirazımız yok; ancak, bizim baba biraz sert, biraz da otoriter. Bizim istediğimiz, arzuladığımız, bizim babamızın, evlatlarına biraz daha şefkatli olması, evlatlarına karşı biraz daha hoşgörülü olması.

İşte, bu düzenlemeler, bu konuda önemli adım atmamızı sağlayacaktır değerli arkadaşlar.

Sözlerimi burada bitiriyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkürler Sayın Sönmez.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya.

Buyurunuz Sayın İyimaya. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya)- Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; görüşülmekte olan tasarı hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz ederken, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; bu vesileyle, aziz Türk Milletimizin ve kutlayan diğer milletlerin nevruz günlerini de tebrik ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Yüce Meclis, aslında bugün, önemli bir görevi yerine getirmektedir. Sekiz yasada çerçeve bir kanunla değişiklikler yapılmaktadır. Meclisin 2001 yılında gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleri yasalara aktarılmaya çalışılmaktadır. Türk Milleti ve devleti adına ortaya konulan ulusal program taahhütleri, gerekleri yerine getiriliyor.

Bu paket, değişik açılardan değerlendirilebilir. Hukuk kalitesi açısından sorgulanabilir, yasama ilkeleri açısından değerlendirilebilir ve nihayet, Avrupa Biriliğine giriş prensipleri bakımından değerlendirilebilir. Aslında, içine girdiğimiz zaman, sadece müspetlerle dolu değil, önemli menfileri barındıran bir paket.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği hedefi, hiçbir zaman vazgeçilemeyecek bir hedeftir. Avrupa Birliği, sadece bir ekonomik bütünlük değil, bir değerler manzumesi, bir kurumlar manzumesidir. Sosyolojik gözle değerlendirebilirsiniz, jeostratejik bir zaruret olarak da görebilirsiniz; ama, bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Avrupa Birliği veya Batılılaşma hedefi, en başta, devletin, halkı, milleti, Türk insanını yola getirmesi projesiydi, fakat, bugün, Avrupa Birliği standartlarının kazandığı içerik sebebiyle, milletin, sivil inisiyatifin, bireylerin, devletleri ve devleti demokratikleştirme dinamiği olarak gelişmiştir. Merkezî otorite, özellikle statüko bu gelişmeyi görünce, bugün, Türkiye'de bazen ters rüzgârlar estirilmeye çalışılmaktadır. Belki de fark edemediğimiz bir yön krizinin tohumları atılmaya çalışılmaktadır, karşı atak geliştirilmeye çalışılmaktadır; ancak, Türkiye, bu yoldan hiçbir zaman dönemeyecektir. Bunun alternatifi, güdümlü ve biçimsel seçimli bir demokrasidir. Avrupa Birliğinin alternatifi, belki de beyin göçüne ve kutuplaşmaya davetiyedir.

Onun için, Parlamentomuzun iki önemli görevi vardır bence:

1- Yön krizinin doğmaması, teslimiyetçi bir durumun da doğmaması için, Parlamento, tez elden, Avrupa Birliği hedefleri ve karşılıklı ilişkiler konusunda ucu açık gizli bir toplantı yapmalı, derinlemesine bir müzakerede bulunmalıdır.

2- Doğabilecek bir risk halinde, sisteme, halkı katabilecek olan -gerekirse anayasa değişikliğini de yaparak- anayasal bir mekanizma oluşturulmalıdır.

Değerli arkadaşlar, itiraf edelim ki, bugünkü paketin içeriği, bizi, bu büyük hedefe, yolculuğa götürmekten hayli uzaktır. Zamanımız elverişli olsaydı da, yetseydi de, bu paketin doğuş sürecini sizlerle tartışıp, görüşlerimi paylaşma fırsatını bulabilseydim.

Ben, işin bu bölümünü geçeceğim. İçinden iki tane prototip seçeceğim. Meseleyi, siyasî partilerin kapatılması rejimi ve meseleyi, işkenceye dayalı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, mahkûmiyetlerinde öngörülen tazminatların rücu rejimleri bakımından ele alacağım; ancak, önce, Parlamentonun itibarı bakımından, Parlamentonun kimliğine sahip olmak bakımından, bu paketin taşıdığı ayıplı bir yöntemi sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlar.

Bu tasarı paketi 7 maddelik. 7 maddeyle, 8 kanunun 21 maddesinde değişiklik yapıyoruz. Bir maddeye, bir kanunun 8 maddesi yükleniyor. Bir madde var, değiştiren madde ve bu maddeyle 8 madde değiştiriliyor; bu, vahim bir durum değerli arkadaşlar.

Değiştiren maddeyle, değiştirilen maddenin tek olması bir yasama ilkesidir. Vergi salma yasalarıyla ihlal edilen bu ilkenin, bugün, Avrupa Birliğine uyum yasalarıyla, üstelik, adaletin teessüs ettiği, adaletin kurulduğu bir yürütme organının mercii noktasında böyle bir geleneğin kurulmaya çalışılması vahim. Ben, 1 maddeyi müzakere ederken, 5 maddeyi, 6 maddeyi, 7 maddeyi nasıl müzakere edeceğim? Bu, suskun veya susturulmuş parlamento demektir. Bu, bir yasama hilesidir, Anayasanın müzakere normlarını dolanmadır. Hele, oyunun kurallarıyla ilgili, siyasî partilerin kapanması hayatiyeti rejimleriyle ilgili 3 maddeyi, ben, 1 maddeyle değiştiriyorum; bu, gerçekten vahimdir arkadaşlar...

Anayasa Komisyonumuzu, Parlamentomuzu ve Meclis Başkanımızı, itibarımızı çökerten, müzakere edilemez biçimde sadece parmaklı yasamaya zemin hazırlayan bu ayıbı, bu hatayı ortadan kaldırmalarını, bu konuda tavır alınmasını talep ediyorum; bir milletvekili olarak, hem partim adına hem hukuka saygılı bir kişi olarak şahsım adına bu talebi, millete ait olan bu kürsüden dermeyan ediyorum.

Uyum diyoruz, Anayasanın yasalara aktarılması diyoruz; bu, bir mekanik olay değil arkadaşlar, bu bir mühendislik olayı değil. Anayasanın ruhunu, felsefesini, dayandığı prensipleri doğru şekilde ortaya koymadan, kanunlara aktaracağınız anayasa normları, özde anayasa normları değildir, anayasadan uzak normlardır; göstereceğim, ortaya koyacağım bunları.

Sonra, tasarının gerekçesinde, gerçekten, Parlamentonun gerçekleştirdiği Anayasadaki yeni özgürlük rejimi, başarılı bir şekilde işlenmiş. Biz, özgürlük rejiminde yeni modeli getirirken, Anayasamızın 13 üncü maddesindeki özgürlükleri kısıtlama, sınırlama sebeplerini, o özgürlüğün tanzim edildiği Anayasa maddesine aktardık; fakat, burada bir kural koyduk, sınırlama yasayla olmalı dedik.

Ne yapıyor bu paket; Anayasamızda, diyelim ki, toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili özgürlükte hangi kısıtlama sebepleri öngörülmüşse, hepsini birden yasaya aktarıyor. Amaçladığımız o değil değerli arkadaşlar, her özgürlük bakımından, konjonktürel şartlar, ülke koşulları, demokrasi standartları esas alınarak, yasama organı, istisnaen o sınırlamaların tamamını; ama, kural olarak, o sınırlamaların ihtiyacı karşılayacak birkaçını yasaya aktaracaktır. Onun için, uyumdaki bu uyumsuzluğu veya uyum yanlışını ortaya koymak zorundayım.

Değerli arkadaşlar, bu paket, demokrasinin vazgeçilmez kuruluşu, kurumu, unsuru olan siyasal partilerin yaşama rejimlerini, kapatılma sistemini de düzenliyor, 4 üncü maddede üç ayrı maddeyle düzenliyor.

Bir defa, siyasal partilerin kapatılması düzeni yasal seviyeye indirilirken, yasama organının, teklif eden veya tasarılaştıran iradenin vazgeçemeyeceği, gözetmek zorunda olduğu temel prensipler var. Bilinmelidir ki, bu alan, siyaset kurumunun doğrudan sahasıdır, ortak rekabetin var olması veya yok olması meselesidir. Kapatma rejimini ne kadar ayrıntılı şekilde ve fazla sebeple tanzim ederseniz, orada, demokratik alanı ve siyaset kurumunu, başkalarına kısmen devretmiş olursunuz, delege etmiş olursunuz.

Bakınız, devletimiz, sistemimiz bu sorunu, henüz, sosyolojik akılla okuyabilmiş değildir, mekanik bir yasakçı gözle okuyor. Yasaklıyorsunuz devlet olarak, tamam; ama, ulusun sorunlarını çözemiyorsunuz, bireyi zenginleştiremiyorsunuz. "Sadece siz yarışacaksınız" diyorsunuz, tamam; ama, yarışanlar çözemiyor. O zaman, yasak veya yasaklanan bir cazibe merkezi haline geliyor.

Sosyolojik veri, tabanda yüzde 12,5'i kesinlikle elde eden bir sosyal felsefenin, sosyal görüşün, yasalarla hiçbir şekilde yasaklanamayacağı veya yasaklamalar yoluyla olası sosyolojik yırtılmaların önüne geçilemeyeceği yönündedir. Bugün 200'e yakın parti kapatmışız arkadaşlar, 18 tanesini Meclisin parmaklarıyla kapatmışız. Bu demokrasimiz, düşük yoğunluklu demokrasi.

1995 yılında, Yüce Parlamento bu soruna bir çözüm üretmek istedi; bana göre de, büyük ölçüde çözdü. Orada, Dernekler Kanununa kıyaslı Siyasal Parti Yasasındaki düzenlemeyi yeniden okuyarak "siyasal partilerin kapatılması rejimi ve sorunu, bir kanun rejimi veya kanun sorunu değil, Anayasa sorunudur" dedi ve Anayasamız, siyasal partilerin ancak üç sebeple kapanabileceğini öngördü. 69 uncu maddenin son fıkrasında -ezbere okuyorum- "siyasî partilerin kapatılmaları yukarıdaki esaslar çerçevesinde düzenlenir" dedi; yani, artık, bundan böyle, yasayla, Anayasada öngörülmeyen bir kapatma sebebini ihdas yolu ortadan kaldırıldı. Bu, sadece Anayasanın görüşülmesi sırasındaki zabıtlarda değil, bütün anayasa bilim adamlarının görüşü; Sayın Necmi Yüzbaşıoğlu'nun özel incelemesi, Sayın Fazıl Sağlam'ın özel incelemesi.

Ve Anayasa Mahkememiz, 1997 yılında Büyük Meclise yazı yazdı; dedi ki: "Anayasanın 149 uncu maddesinde yer alan temelli kapatma ve kapatma gibi iki kapatma durumu yoktur, yasal uyumu tek kapatma olarak yapın." Maalesef, bugün ne yapıyoruz arkadaşlar: Anayasa Komisyonunda özgün şekilde dile getirdim. 102 nci maddemiz var; savcı, siyasal partilerden bilgi ve belge akışını istiyor veya Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki eylemlere aykırı davranan kişileri, organları görevden almayı, ihracı istiyor ve 102 nci madde, şu anda "bu gerekleri yerine getirmeyenler hakkında savcı doğrudan dava açar" diyor.

Yasanın bu hükmüne, Anayasa Mahkemesi ilişemiyordu. Niye; Anayasamızın geçici 15 inci maddesine göre, 12 Eylül hukuku kuralı olduğu için, iptal edemiyordu; ama, şimdi, Anayasanın geçici 15 inci maddesi değişti, yasanın yumuşak anayasa niteliği sona erdi. Bugün, Uzlaşma Komisyonunun, Anayasa Komisyonunun, Parlamentonun, teklif iradesinin, tasarı iradesinin temel görevi, yasadan bunu çıkarmaktır. Bunu tekrar getiriyoruz. O zaman, siyasal partilerin yaşamaları anayasal teminat altında değilse, yüz tane sebep üretelim ve yarın, yasama çoğunluğu, istendiği gibi kapatma sebepleri üretebilir. Ha, buna başka müeyyideler uygulanacak tabiî, başka müeyyideler geliştirilebilir. Anayasanın 105 inci maddesini, 104 üncü maddesini, şu pakette, bu anlamda uyumlandırmalı ve çıkarmalıydık; bu olmadı.

Doğru Yol Partisi, köklerinden olan Demokrat Partisini, öz kökü olan Adalet Partisini, sistemin bu yanlış yorumuyla kaybetmesi tecrübesini de gözeterek, bu Anayasaya aykırılığı kesin olan, iptidaî bilgilerle dahi ortaya konabilecek olan bu 4 üncü maddedeki değiştirilen 102 nci maddeyi, Anayasal yargı denetimine, soyut norm denetimine götürecek ve siyasal alanı daraltmaya yönelik Anayasaya aykırı bu girişimin parmaklarla sağlanan sonucunu ortadan kaldırma çabasını esirgemeyecektir.

Değerli arkadaşlar, bu tasarının en fazla sevindiren, savunulabilen 2 nci prototifi, işkence suçlarında ulusalüstü mahkemenin hükmettiği tazminatları ödeyen devletin, bu işkencede dahli bulunan personele, devlet memurlarına rücu rejimini getirmesidir. Adım, anlamlıdır, ilktir; fakat, yetersizdir.

1999 yılında bu konuda bir model geliştirdim, İngilizceye çevirttim ve Avrupa Birliği müktesebatına katkı anlamında Avrupa Birliği organlarına da gönderdim ve zannediyorum Adalet Komisyonumuzun belli gündeminde, 8342 sıra sayısıyla yer alıyor.

Bir defa, Türkiye, şu anda, yeniden yapılanma süreci içerisinde, özelleştirme süreci içerisindedir. Bu gibi süreçler, doğaları gereği, yolsuzlukların yoğun olduğu süreçlerdir. Bu süreçlerde, devletin ödeyeceği tazminatların sorumlularına ödetileceği hükmü, yolsuzluğa karşı caydırıcı etki doğuracaktır. Bir defa, bu rücu modelini düz bir kanun olarak görmeyiniz arkadaşlar. Bu, bürokratik devletten demokratik devlette geçişi sağlayan temel bir dinamiktir. Burada, biz işkenceden, tazminata neden olan tüm ağır kusur ve kasıtlı suçları kapsayacak şekilde genişletmeliyiz. İkincisi; sadece 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değil, bu yasaya tabi olmayan ve fakat yine böyle kendi işlemlerinden dolayı Türk Devletinin tazminata mahkûm olduğu diğer muhataplar bakımından da geliştirmeliyiz. Benim modelimde o var. İnşallah, Sayın Bakanımız ileride böyle bir tasarıyı üretir; çünkü, milletvekili tekliflerinin kale alınmadığı veya önemsenmediği bir dönemi yaşıyoruz.

Burada bu modelin ikinci önemli yararı da, gün ışığında yönetim ve yolsuzluğa karşı önlem oluşudur. Tasarının bu bölümü sebebiyle mimarlarını gönülden kutluyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET İYİMAYA (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN- Buyurun.

AHMET İYİMAYA (Devamla)- Doğru Yol Partisi, teklif paketinin 4 üncü maddesinde yer alan Siyasal Partiler Yasasının 102 nci maddesi dışında paketi genel olarak desteklemekte, olumlu bakmakta ve Avrupa Birliği yolculuğunda hukuk düzenimize, demokrasimize derinlik kazandırması temennisinde bulunmaktadır. Bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum efendim. (DYP, ANAP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın İyimaya.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman.

Buyurunuz Sayın Akman.

AK PARTİ GRUBU ADINA YAHYA AKMAN (Şanlıurfa)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 839 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının geneli üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu arada, bugün idrak etmekte olduğumuz Nevruz Bayramının da tüm halkımız için kutlu olmasını diliyorum.

Yaklaşık altı ay önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 3.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunla yapılan değişikliğe uyum niteliği taşıyan ve kamuoyunda "ikinci uyum yasa paketi" olarak adlandırılan bu tasarı, aynı zamanda, Avrupa Birliği adaylık sürecinde ev ödevi olarak yapılması gereken değişiklikleri de kısmen içermektedir.

Peki, yasa tasarısı bu amaca tam olarak hizmet etmekte midir? Bu soruya tek kelimeyle "evet" deme imkânına sahip değiliz. Her şeyden önce, yasa tasarısının getiriliş usulüyle ilgili bir konuyla başlamak istiyorum.

8 ayrı kanunda değişiklik yapan ve toplam 21 yasa maddesini değiştiren bu tasarının tamamı 7 çerçeve madde içerisine sıkıştırılmıştır. Zaten, muhalefetin sesini iyice kısan ve Yüksek Mahkeme kararına rağmen bu İçtüzük uygulamasını sürdüren iktidarımız, anlaşılan, yine de muhalefetin sesinden sıkılıyor olmalı ki, bu tasarıdaki madde sayısını az tutmuştur. Bildiğimiz yasa yapma tekniklerini ve teamüllerini hiçe sayan bu yanlışlığı affetmek mümkün değildir. Eğer bu mantıkla hareket edersek, korkarım ki, bir sonraki adımda, yüzlerce maddelik bir kanunu bile, "nasıl olsa aynı kanun maddeleridir" diye tek madde olarak görüştürme çabasına da şahit olabiliriz. Uyarıyorum ve diliyorum ki, bu usul kötü bir emsal olarak anılsın ve misal olmasın.

Tasarının sadece 5 inci maddesinde, Dernekler Kanununun tam 6 maddesi değiştirilmektedir. Bunun sebebini sorduğumuzda ise, karşımıza iyiniyetle "sayın hükümetimizin acelesi olduğu" cevabıyla karşılaşıyoruz.

Kamuoyunda tartışılmayan tasarı, iki gün içerisinde, İçişleri, Anayasa ve Adalet Komisyonlarında görüşülmesinin yanı sıra, üçüncü günde de Genel Kurul gündemine alınmıştır ve birkaç saat önce dağıtılmış olan ve eminim ki, birçok milletvekili arkadaşımızın henüz görme şansına sahip olmadığı bir tasarıyı görüşüyoruz.

Ayrıca, anayasa değişikliğine uyum tasarısı, hiçbir muhalefet önergesine geçit verilmeden, virgülüne dokunulmadan aynen kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri Ulusal Programın ilanının üzerinden bir yıl geçti; bu tasarıyla kendisine uyum sağlamaya çalıştığımız anayasa değişikliğinin üzerinden de yaklaşık altı ay geçti. Yaptığımız değişikliklere bakıyorsunuz, bir hukukçu, mevzuatı iki gün incelese, hem bu değişiklikleri hem de bu tasarıyla gelmeyenleri tespit eder ve yapılması gerekenleri ortaya koyar. Peki, burada temel yanlışlık nereden kaynaklanıyor dersiniz; hemen ifade edeyim: İktidarın çarpık anlayışından! .

Biz, bundan altı ay kadar önce iktidarıyla, muhalefetiyle bir olup büyük bir çoğunlukla Anayasada, sivil dönemlerde yapılabilen en büyük değişikliği yaptık mı; evet. Yine, hatırlanacağı üzere, halen faal olan Partilerarası Uzlaşma Komisyonu aylarca çalıştı, Anayasa Komisyonu çalıştı, Genel kurul çalıştı ve taahhütlerimizin bir kısmını Genel Kurulda unutmamıza rağmen bu değişiklik yapıldı.

Şimdi, bizim muhalefet olarak beklentimiz o idi ki, uyum yasaları aynı şekilde bize de danışılarak, kamuoyunda tartışılarak kabul edilsin ve ondan sonra Meclis huzuruna gelsin. Mesela, bunun için 20 nci Dönemdeki uygulama devam ettirilebilir ve Uzlaşma Komisyonu bu konuda faal duruma getirilebilirdi. Ne yazık ki, bu iktidar, uyum deyince, üç iktidar liderinin anlaşmasını ve bazı konuları, iktidar uyumunu bozacak gerekçesiyle buzdolabında uyumaya bırakılmasını anlıyor. İstikrar deyince de, her şeye rağmen koalisyonun devamını anlıyor. Kavramları bu kadar yozlaştıran bir iktidarla karşı karşıyayız ne yazık ki!...

Değerli milletvekilleri, anayasa değişikliklerine olumlu katkı sağlamış bir parti olarak elbette ki çelişkili bir davranış içerisinde olmayacağız. Değiştirdiğimiz Anayasanın uyum yasalarına da evet diyeceğiz; ama, bu, bizim görüşümüz alınmadan hazırlanan böyle bir tasarıya hiç eleştiri getirmeyeceğiz anlamına da gelmez.

Kanun maddelerinin âdeta iç içe preslenerek konulduğu bu tasarı, elbette ki mevcut duruma göre bir iyileştirme getirmektedir; fakat, değiştirilmesi gereken birçok konuyu içermemekte; örneğin, idam konusu, anadilde yayın konusu, DGM'lerin kaldırılması konusu gibi, kamuoyunda çokça tartışılan konuların atiye bırakıldığını görüyoruz. Bugün, halk nezdinde toplam desteği yüzde 10'lar civarında olan bir iktidarın ortaklarının anlaşması ve uzlaşması, halkımızın bu konudaki görüşlerini yansıtmamaktadır.

Geniş halk kitleleri bu hayatî konularda mevcut iktidarın, artık, kendisini temsil etmediğini ve demokratik meşruiyetini kaybettiğini düşünmektedir, bir an önce kendisine dönülmesini istemektedir. Halkımız, artık, koalisyon adına uyutulmak istememektedir.

Değerli milletvekilleri, hazırlanan uyum tasarısı, birçok tartışmalı konuyu gündeme getirmemek için suya sabuna dokunmayan bir nitelikle ve muhtemelen, ilk hazırlanış şeklinden çok taviz verilerek hazırlanmıştır. Tabiî, bunu, basına yansıyan tartışmalardan anlıyoruz. Bu tartışmalar neticesi basında, "uyum paketi kuşa döndü" manşetlerinin atılmasına da neden olmuştur. Dolayısıyla, tasarının hak ve özgürlükler yönünden biraz daha budandığını görüyoruz. Bununla beraber, tasarı, olumlu düzenlemeler de içermektedir.

Tasarının 1 inci maddesiyle, İl İdaresi Kanununun 29 uncu maddesine bir fıkra eklendiğini görüyoruz. Doğrusu, ben, bu maddedeki değişikliğin Anayasa uyumuyla doğrudan bir irtibatını kuramadım, ama, yine de olumlu yönde bir değişiklik olduğunu ifade etmem lazım. Zaten, epey bir süreden bu yana, bildiğimiz kadarıyla, uygulama da bu yöndeydi, burada, fiilî duruma kanunîlik kazandırılmıştır. Elbette ki, mülkî idare vekaletinin yine aynı misyona sahip kişi tarafından kullanılması en doğal olanıdır.

Tasarının 2 nci maddesiyle, Basın Kanununun ek iki maddesinde değişiklikler yapılmaktadır. Basın Kanununun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası bazı hallerde basılı eserlerin dağıtımının engellenmesi ve toplatılabilmesini öngörmektedir. Bu fıkranın önceki halinde, Ceza Kanununun bazı maddelerinin ihlali niteliğindeki basılı eserlerle ilgili bir karar alınabilmekteydi. Yeni düzenlemede, Anayasadaki bazı ifadelerin maddeye taşındığı görülmektedir. Yeni düzenleme, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için bu tedbirin alınmasını öngörmektedir. Doğrusunu isterseniz, ben, bu haliyle, suç alanı daraltılmış mıdır genişletilmiş midir, bunu da anlamakta güçlük çekiyorum.

Yine, bu maddedeki, makineler ile diğer basın aletlerinin müsaderesinin, artık, mevzuatımızdan çıkarılması gerektiği kanaatindeyim. 12 Eylül ürünü olan Anayasamızın 30 uncu maddesinde bazı suçlar istisna edilerek suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere yapılamayacağını öngörmektedir; ama, bunun mefhumu muhalifinden adı geçen suçlarla ilgili olarak da muhakkak surette müsadere yapılacağını anlamamak gerekir. Kanımca, özgürlükçü bir yaklaşım sergilenseydi, bu, Anayasaya aykırı olmazdı.

Tasarının 3 üncü maddesi, Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine bir fıkra eklemekte ve işkence ve zalimane, gayriinsanî ve haysiyet kırıcı muamele suçları sebebiyle işlenen suçlarla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen tazminat hükümleri için devletin sanığa rücu hakkını düzenlemektedir. Bu, son derece yerinde bir düzenleme olmakla birlikte, kanaatimce yetersizdir. Zira, burada, devletin zarara girmesine eylem, işlem ve kararlarıyla sebebiyet veren tüm kamu görevlileri bu kapsama alınmalıydı. Halkın milyonlarca dolarının birilerine verilmesine sebebiyet vermeye hiç kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum. Tabiî, bu eksik haliyle dahi, bazı kimselerin bu düzenlemeye karşı çıktığını da üzüntüyle müşahede ediyoruz. Sistematik bir şekilde işkence yapıldığı iddiası üzerinde olan Türkiye'nin bu ayıptan kurtulmasını istemeyenlerin, ne mantıkla işkenceyi savunduklarını anlamak da mümkün değildir. Bu konuyla ilgili olarak şikâyetçi olabilmenin ve dava açılmasının önündeki engellere ve zorluklara rağmen, yüzlerce davada, yine, yüzlerce sanık Türkiye'de yargılanırken, bu insanlık suçunun tamamen ortadan kaldırılmasının yanında olmamız gerektiğinin, bir kez daha, huzurunuzda, altını çiziyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarının 4 üncü maddesiyle, Siyasî Partiler Kanununun üç maddesinde yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Bu değişikliğin genel karakterinin Anayasada yapılan değişikliğin kanuna aktarımı olduğunu ifade edebiliriz; yalnız, 101 inci maddede yapılan değişiklikle, Anayasamıza yeni bir ceza olarak giren partilerin kısmen veya tamamen hazine yardımından mahrum edilmesi yaptırımına bir altsınır getirilmektedir. Bu altsınır da, bir yıllık hazine yardımının yarısı olarak öngörülmektedir. Kanaatimce, bu miktar çok yüksektir. Bu altsınırın beşte 1, hatta onda 1 olması ve suça göre daha geniş bir takdir alanı bırakılması gerekirdi. Zira, bu neviden bir yaptırıma, partiler, çok basit bir eksiklikten dolayı dahi maruz kalabilirler.

Yine, hazine yardımının partilerden iadesini istemek düzenleniyor bu maddede. Son derece yanlış olduğunu düşünüyorum; zira, bu yardımın kesilmesi, onun doğru harcanıp harcanmadığıyla ilgili olmayıp, bir yaptırım niteliğindedir. Harcanan yardım son derece yerinde ve belgeli olarak da harcanmış olsa bile, dürüst yöneticilere, böylece, şahsen bir malî yükümlülük getirilmektedir ki, ben, bunun, yanlış olduğunu düşünüyorum.

Yine, bu madde vesilesiyle bir eksikliği daha gündeme getirmeden geçemeyeceğim; o da, hazine yardımı alamayan ve Meclis dışında olan siyasî partiler bu düzenlemelerde unutulmuş ve maalesef, en basit bir kural ihlalinde, onlar, kapatılma yaptırımıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Doğrusu, bu değişikliklere, çok ilginç uygulamalarına şahit olduğumuz Anayasa Mahkemesinin de nasıl bakacağını merak ediyorum; çünkü, 1999 yılında, bu Mecliste, 95 Anayasa değişikliğine uyum niteliğinde çıkarılmış olan Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesinin ikinci fıkrası, Anayasa Mahkemesi tarafından, hem savcı hem hâkim, hatta hem de yasama meclisi yerine geçerek, bir partinin kapatılması sürecinde, bildiğiniz gibi iptal edilmiştir.

Bu vesileyle, şunu da hatırlatmak istiyorum değerli üyelere. Yeni Anayasa değişiklik paketinde, Anayasa Mahkemesinin yapısının, görevlerinin titizlikle incelenip yeniden ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarının 5 inci maddesi, üst üste preslenmiş vaziyette, Dernekler Kanununun tam 6 maddesinde değişiklikler öngörmektedir. Bu madde vesilesiyle ifade etmem gerekir ki, gerek kısmen değiştirdiğiniz Anayasa gerekse uydurmaya çalıştığımız bu yasaların çoğuna baktığımız zaman, bunların genel karakteristiğinin 12 Eylül ara döneminin ürünlerini olduğunu ve birer tepki yasası olarak çıktığını görüyoruz. O günkü konjonktürel yapı içerisinde, özgürlük gömleğinin Türkiye'ye bol geldiğini düşünenler ve alabildiğine dar giyimli olan, içerisinde hareket kabiliyeti olmayan bir gömleği Türkiye'ye giydirmişlerdir. Tabiî, bu gömlek, yıllar geçtikçe her tarafından sökülmeye başlamıştır. İşte, o ara dönemde, maalesef, kocaman kepçelerle halkımızdan alınan haklar ve özgürlükler, bugün, küçük küçük kaşıklarla ve iktidar partilerinin insafıyla ve lütfeniyle iade edilmeye çalışılmaktadır. Falanca madde mi; olur mu efendim! Filanca iktidar ortağı o konuda çok hassas, o sahaya el sürdürmez; diğerine, diğeri el sürdürmez, derken, her alanda maalesef, halkımız, yerlerde sürünmeye mahkûm bırakılmaktadır. İşte, o maddelerden birkaçı, Dernekler Yasası...

Değerli arkadaşlar, bugün, çağdaşlığın, demokratlığın, katılımcılığın, gelişmişliğin en belirgin ölçüsü, bir ülkedeki sivil toplum örgütlerinin çokluğu, etkinliği ve güçlülüğüyle doğrudan orantılıdır. Eğer, ülkenizde sivil toplum örgütlerinin sahası geniş tutulmuşsa ve bunlar, halkın taleplerini özgürce ve en yüksek sesle yönetenlere haykırabiliyorlarsa, o zaman, gelişmiş bir toplumsunuzdur. Aksi takdirde, üçüncü, hatta dördüncü dünya ülkesi konumundasınızdır.

Ülkemizde dernek kurmak, buna üye olmak ve bu çatı altında faaliyet göstermek o kadar zorlaştırılmıştır ki, bunun doğal sonucu olarak, Türkiye'de, artık, derneklerden söz etmek mümkün değildir. Devlet desteğiyle kurulmuş kamu yararına adı verilen birkaç derneği istisna ederseniz, bugün Türkiye'de dernekten bahsetmek mümkün değil.

Sorarım size, filanca konuşması nedeniyle hüküm giymiş bir şahsın dernek üyesi olmasının ne sakıncası olabilir allahaşkına?! Eğer, bu kişi, dernek üyesi sıfatıyla bir suç işlese, bunun için bir dokunulmazlık söz konusu mudur; hayır. Peki, resmen örgütlenmeyi zorlaştırmakla ne fayda elde edilmektedir; kocaman bir hiç. Eğer, derneği illegal bir faaliyet için kullanmak isteyen varsa, zaten bu kişiler daha çok yeraltına teşvik edilmekte, diğerleri de faaliyet gösterebilmenin bir yolunu, ya forum ya platform gibi çeşitli adlar adı altında bulabilmektedirler.

Kanaatimce, gerek Dernekler Kanununda gerekse Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda, daha demokratik, daha iyileştirici bir düzenleme yapılmalıydı; buna, anayasal olarak da bir engel yoktu. Örneğin, toplantı ve gösteri yürüyüşü nedeniyle verilen cezalar, bu türden eylem için son derece ağır olduğu halde, biz, bugün, hâlâ, yasada, bu yaptırımları uygulamaya devam ediyoruz. Sayın Bakanım, eğer, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda ciddî bir iyileştirme istiyor idiyseniz, muhakkak surette, bu faaliyete izinsiz olarak katılan insanlara verilen cezaları makul bir düzeye çekmeniz gerekiyordu; işte, o zaman, bu kanunda demokratik bir adım atılmıştı diyebilirdik.

Tasarının 7 nci maddesiyle, beş ayrı kanundaki bazı düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır. İfade etmem gerekir ki, bu düzenlemelerin tamamı doğru düzenlemedir. Demin de ifade ettiğim gibi, ilavesi olması gerekirdi; mevzuatımızda, daha, yürürlükten kalkması gereken çok sayıda madde var bu konuda, bunların da düşünülmesi gerekir.

Dilerim, bundan sonraki anayasa ve yasa değişiklikleri sırasında tüm bu konular detaylı bir şekilde düşünülür ve iktidarımız, bugün yaptığı gibi yapmaz. Ne yapar; muhalefetiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, bu ülke için söz söylemek isteyen herkesle oturur, uzlaşır ve Anayasa başta olmak üzere, Anayasayı değiştirdikten sonra, diğer yasaları da, böyle geniş bir mutabakatla kabul ederek insanlarımızın önüne getirir, Meclisimizin huzuruna getirir.

Bu dilek ve temennilerle, bu düşüncelerle, çıkarılacak olan yasanın hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Akman.

Son olarak, Saadet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak; buyurunuz. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Kamalak'ın süresi içindeki konuşmasından sonra da, grup başkanvekillerimizin ortak arzusuna uyarak, saat 20.00'ye kadar ara vereceğiz.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, bizim arkadaşımız da konuşacak.

BAŞKAN - Bana verilen müracaatlardan bahsettim, müracaatınız gelirse, eklerim; ama...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bir saat önce müracaat ettik Sayın Başkanım; oraya sorarsanız...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Gecikme var galiba; Meclis bürokrasisi iyi çalışmıyor!

TURHAN GÜVEN (İçel) - Demokrasi iyi çalışmıyor!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Elli yıldır öyle!

BAŞKAN - Arkadaşlarım "yok" diyor; ama, bakalım.

Sayın Kamalak, siz buyurun.

SP GRUBU ADINA MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; 839 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Saadet Partisinin görüşlerini açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum; konuşmama başlarken, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, konuşmam, ana hatlarıyla iki bölüm halinde arz edilecektir; ilk etapta, bu tasarının şekli üzerinde duracağım; ikinci bölümde ise, esası hakkındaki görüşlerimi dile getireceğim.

Değerli arkadaşlarım, daha önceleri, genel olarak, tasarı yahut teklifler, herhangi bir kanundaki değişikliği öngörmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilirdi. Zamanla, bu tasarılar, bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanun tasarısına dönüştü. Şimdi ise, elimizdeki tasarıda olduğu gibi "çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı" adını almaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, bu ifade biçimi, kanun yapma tekniğine aykırıdır; Yüce Meclisin mehabetine yakışmayan bir uygulamadır. Eğer, Bakanlar Kurulu böyle bir tasarı hazırlarken hükümete saygısı yoksa, Yüce Meclise saygılı davranmak mecburiyetindedir.

Değerli arkadaşlarım, diğer yönden, tasarı yahut teklifler, genel olarak da tasarılar, İçtüzükteki süre kaydına dahi uyulmadan, âdeta yangından mal kaçırırcasına, el çabukluğuyla komisyonlardan ve Genel Kuruldan geçirilmeye çalışılmaktadır. Öyle olunca, bu Yüce Kuruldan geçen birçok kanun, âdeta, gecekondu tipi kulübeleri hatırlatmakta.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Komisyonunda da ifade ettim, bu şekilde kanun hazırlamak, netice itibariyle, derme çatma metinleri buradan geçirmek anlamına geliyor. Soruyorum size, şu iki üç yıldan beri, bu komisyonlardan geçirip de "temel kanun" diye vasıflandırdığınız bir tek kanun bugün yürürlükte midir? Hayır... Medenî Kanun falan... Ona da itiraz etmedik de o yüzden geçti.

Biraz önce Grup Başkanvekilimiz dile getirdiler; 8 kanun Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilmiş, 34 kanun yahut kanun hükmünde kararname Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş. Şu söylenildi, denildi ki: "Cumhurbaşkanının geri çevirme iradesi yahut Anayasa Mahkemesinin kararının Meclis iradesinden daha doğru olduğuna hükmedebilir miyiz."

Değerli arkadaşlarım, hepimiz, bu Anayasa üzerine yemin ettik. Bu Anayasa, Cumhurbaşkanına iade yetkisini, Anayasa Mahkemesine de iptal yetkisini vermiştir. İptal edilecek kanunlardan biri de budur, bu tasarıdır.

Değerli arkadaşlarım, öbür taraftan -hepiniz gayet iyi bilirsiniz- bir kanunda, şekil olarak, kısım olur, kısım içinde bölüm olur, bölüm içinde fasıl olur, fasıl, maddelerden meydana gelir; madde ise, fıkra ve bentlere ayrılır. Allahaşkına, siz söyler misiniz, şunun hangisi madde, hangisi fıkra, hangisi benttir?! Allahaşkına, açın 5 inci maddeyi, bir fasıl yahut bölüm olması gereken bir düzenleme, madde biçiminde getirilmiştir.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - O, özel imalat!

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Tekrar ediyorum, Bakanlar Kurulunun kendisine saygısı yoksa, bu Meclise saygı duymak mecburiyetindedir.

HAKKI DURAN (Çankırı) - Hicaz faslı... Hicaz faslı...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Ona da geliyoruz... Ona da geliyoruz...

Değerli dostlarım, asıl yönünden, buna, kamuoyunda, sözümona uyum paketi deniliyor. Adını doğru koyalım; bu, bir uyum paketi değildir; bu, olsa olsa, bir oyun paketi olabilir, uyumla falan alakası yok bunun.

Değerli arkadaşlarım, bakalım ne getiriliyor tasarıda. Tasarı, yürürlük ve yürütme maddesinin dışında 7 maddeden oluşuyor. Bu 7 maddenin bir kısmı, tabiri caizse, dostlar alışverişte görsün türünden dolgu maddeleridir, eften püften maddelerdir. "Madde 1.- Kaymakamlığa sadece mülkî idare amirliği hizmetleri sınıfından olanlar vekâlet edebilir." O ilçedeki sağlık müdürü vekâlet etse ne olur, ziraat müdürü vekâlet etse ne olur, ne var allahaşkına burada?! Gerekçesi de açıklanmıyor, o da açık değil. Şunun vekâlet edeceği öngörülmüştür deniliyor. Belki, şu olabilir: Birkaç gün önce, hatırlayacaksınız, gazetelerde, kaymakamların smokin giyme mecburiyeti olduğu, kadehin nasıl tutulacağı konusunda kurslara tabi tutulduğu, içkinin tadından anlaması için eğitim gördüğü ifade edildi. Belki bu amaçlanıyor olabilir, mülkî idare amirleri bu tür içkilerden geçti, daha doğrusu, kurslardan geçti; öbür taraftan, sağlık müdürüydü, ziraat müdürüydü, bunlar bu işin acemisidir; belki devletin yüce şanına uygun bir protokol görevini ifa edemez!.. Belki, öyle, bilemiyorum; ama, sonuç itibariyle, sanıyorum, bu zamana kadar kaymakama bir mülkî idare amirinin vekâlet etmemesinden dolayı, herhalde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti önemli bir sıkıntıyla karşılaşmadı. Getirilen şey budur.

Bakıyoruz, 2 nci maddede ne var; alıyor, şunlar şöyle olmuş, bunlar böyle olmuş; bakıyoruz (B) fıkrasına: Efendim, şöyle olursa, önceden üç günlüğüne kapatılırmış da, şimdi bir güne indirilmiş!.. Efendim, önceden kapatma süresi bir ay imiş de şimdi onbeş güne indirilmiş... Gelişti hürriyet, yaşasın demokrasi!..

Değerli arkadaşlarım, geliyoruz 3 üncü maddeye. Tabiî, son derece önemli bir maddedir; ama, son derece yetersiz bir maddedir. Kısaca ne diyor: Bir kimse -özü itibariyle- işkence suçu işlemekten mahkûm edilir de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türk Devletini tazminata mahkûm ederse, Türk Devleti, bunu, bu tazminata mahkûm olmasına yol açan kamu görevlisine rücu edecekmiş!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Bulabilirse rücu edecek; bulamazsa?!.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tabiî, olması gereken budur; ama, gerçekten samimî iseniz, gelin, bunun sonuna şöyle bir ifade ekleyelim: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı karar ve uygulamalarından dolayı tazminata mahkûm olanlar, bu tazminatı ödemeye mecburdurlar. Var mısınız?.. Hayır.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Ne fark eder?

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Ha, çok şey fark eder. Bakanlar Kurulu da girer bu işin içerisine, kamu yetkisi kullanan herkes girer. Öyle, kıyısından köşesinden, samimî olmayan ifadelerle "düzenleme yaptık, Anayasaya uyum paketi hazırlıyoruz" demekle aldanan da yok, kanan da yok ya; kimseyi kandırmanız da mümkün değil, Avrupa'yı ikna etmeniz de mümkün değildir.

Arkadaşlar, 4 üncü maddeye, siyasî partilerle ilgili yeni düzenleme yapan maddeye geliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, şu olmuş, bu olmuş, falan falan... Kanaatimce, Anayasa Mahkemesinden kesinlikle dönecek bir maddedir. Bu, demokrasinin temeline dinamit koyan bir maddedir.

Bakın, ne deniliyor: Siyasî Partiler Kanununun 102 inci maddesinin birinci fıkrası şu şekilde değiştirilmiştir...

Ne yapılıyor; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, partiye, bazı hallerde, şu bilgiyi ve belgeyi bana gönder diye yazılar yazıyormuş. Başlık ne: "Siyasî Partilerin Faaliyetlerini İnceleme Konusunda..." Mevzuatını falan değil, dikkatlerinize arz ediyorum, faaliyetlerini inceleme hususunda. Ne deniliyor: "Siyasî partilerin faaliyetlerinin izlenmesi amacıyla..."

Değerli arkadaşlarım, siz, seçim yörenizde bir miting yaptınız, konuşma yaptınız. Savcı diyecek ki, falan milletvekilinin filan yerdeki konuşma metnini bana gönder. İrticalen konuşma yaptınız. Bizdeki bilgilere göre durum şöyledir, bu üyeyi ihraç edin. Sizin mitinginiz parti faaliyetiyle ilgili değil mi?

Bir genel başkan, çıktı, bu kürsüde konuşuyor; misalen, bütçe üzerine; misalen Avrupa Birliği üzerine konuşuyor veya grupta konuşuyor; yeri fark etmez; ama, Meclis kürsüsü ve grupta olmasının elbette önemi var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı çıkıp -Sayın Bakanımızdan cevaplandırmasını özellikle istirham ediyorum- şunu diyemeyecek mi: Sayın genel başkanın grup konuşma metnini istiyorum. Parti şunu diyebilir: Konuşma irticalen yapılmıştır, elimde metin yok. O zaman, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı şunu diyecektir: Bizdeki bilgilere göre, grubunuzda, genel başkanınız -misalen- Amerika'yla olan ilişkileri de gözardı etmemek kaydıyla, Türkiye, Rusya'yı ve İran'ı da içerisine alan yeni bir dostluk paktı oluşturmalıdır, bir alternatif oluşturmalıdır demiştir. Bu ifade, Türkiye Cumhuriyetinin yetmiş, seksen yıllık felsefesine aykırıdır; genel başkanınızı ihraç edeceksiniz, yoksa, hakkınızda kapatma davası açıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu maddeden bu çıkar. Hayır, bu madde bu anlama gelmez diyeniniz var mı içinizde?

Değerli arkadaşlarım, peki, bir genel başkanın, bir milletvekilinin herhangi bir kimsenin -bir kimse dediğimize göre, mutlaka, milletvekili, bu kürsüden konuşacaktır- bu kürsüdeki konuşmasından dolayı, partisinin kapatılmasına, milletvekilliğinin düşmesine gönlünüz razı oluyor mu? Bu düzenleme bunu getiriyor.

Değerli arkadaşlarım, Anayasaya göre, bir siyasî parti, ancak ve ancak üç sebepten dolayı kapatılabilir. Bunlar:

1- Partinin tüzük ve programının Anayasanın -herhangi bir hükmüne değil- sadece ve sadece 68 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı olması halidir.

2- Bir siyasî partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan yasak fiillerin işlendiği bir odak haline gelmesi halidir.

Bir partinin, Türk uyrukluğunda bulunmayan yabancı kişi ve kuruluşlardan maddî yardım almasıdır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, buraya bakıyoruz; yeni ve sınırsız kapatma sebepleri ihdas olunuyor. Sayın Bakanım -delaletinizle Sayın Başkanım- uyum paketi bu mu?! Bu, Anayasanın hangi maddesine uyuyor?! Değerli arkadaşlarım, bunun, uyumla falan hiçbir alakası yoktur.

Değerli arkadaşlarım, zaman dar olduğu için, her madde üzerinde, ayrıntılı biçimde, maalesef, durma imkânımız yok.

Öbür taraftan, 5 inci madde, kimlerin dernek kuramayacağını, kimlerin derneğe üye olamayacağını düzenleyen bir maddedir. Değerli arkadaşlarım, mesela, (a) fıkrasının ikinci bendinde deniliyor ki:

"2. Affa uğramış olsalar bile;

a)Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının birinci babında yazılı suçlardan biriyle mahkûm olanlar" ebediyen dernek  kuramazlar, üye olamazlar.

Değerli arkadaşlarım, bakıyorum şimdi; acaba, orada, hangi maddeler var diye bakıyorum. Biliyorsunuz, orada yer alan maddeler, 125 ilâ 173 üncü maddelerdir. Ne var oralarda: Bakıyoruz şimdi; mesela, madde 143, hükümetten izinsiz olarak, yabancı bir derneğin şubesini Türkiye'de açmış. Bakıyoruz, cezası nedir bunun, onbeş günden, altı aya kadar hapis cezası.. Bu, ebediyen dernek kuramayacaktır. Peki, 5 yaşındaki masum bir kıza tecavüz eden?!. O kuracaktır. Yol kesip, adam öldüren?!. O da kuracak,

Peki, orada başka neler var; 158 var, 159 var. 158, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenliyor; 159 da, hatırlayacaksınız, geçenlerde görüştük burada, Bakanlar Kurulu, emniyet güçleri vesaire... Bunlardan 1 güne mahkûm olmuşsa bir kimse, dernek kuramayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Anayasaya bakıyoruz, sizin oylarınızla kabul edildi, buradan geçti, daha mürekkebi bile kurumadı; madde 13 ne diyor; başlık şu: "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması." Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın...

Değerli arkadaşlarım, burada, ebediyen dernek kuramayacağına göre o insanlar, hakkın özünü falan bir tarafa bırakın, hak kalıyor mu ortada?! Katiyen... Eğer kalıyorsa, biraz sonra dinleriz inşallah Sayın Bakanımızı.

Değerli arkadaşlarım, açıkça Anayasaya aykırı, açıkça...

Sonra, yine, 5 inci maddenin, bakıyoruz, üçüncü bendi; orada da diyor ki: Şunlar, şunlar, şunlar, şu suçları işleyenler mahkûm olmuşlarsa, 5 yıl süreyle dernek kuramazlar. Çok ünlü olduğu için zikredeyim, neymiş bunlar; mesela, bir kimse, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı suçtan mahkûm olmuşsa, 5 yıl süreyle dernek kuramayacak.

Değerli arkadaşlarım, şunu diyebilirsiniz: Ne olur; kuramasın varsın, ebediyen kuramasın; ne olur?.. İyi de, bu Anayasayı siz kabul etmediniz mi allahaşkına?! Bu paket de uyum paketi değil mi?!

Bakıyoruz şimdi, ne diyor Anayasa, madde 15: "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması." Burada, 5 yıl, bir temel hak... Dernek kurma hakkı, temel haktır; çünkü, Anayasanın 33 üncü maddesiyle düzenlenmiştir. Diyor ki: "Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla..." Demek ki, ilk temel şartımız savaş hali olacak veya sıkıyönetim olacak veya olağanüstü hal olacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sonuçlandırırsanız sevinirim.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Yani, bir temel hakkı durdurabilmen için bu dört halden birisi olacak. Sonra, uluslararası yükümlülükleri de ihlal etmemek mecburiyeti vardır.

Değerli arkadaşlarım ya Anayasayı tekrar değiştirelim ya da bu tasarıyı Anayasaya uygun hale getirelim. Şu olabilir; şunu da biliyorum: Büyük ihtimalle, bu tasarının virgülüne bile dokunulmadan geçecektir bu Kuruldan. "Nereden biliyorsun" dediğin takdirde, perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. Onbeş günde onbeş kanun çıkarılacak diye belirli çevreler karşımıza gelip de... Öyle de olmadı mı?! Bu da öyle olacak; ama, bu tür düzenlemeler ne hükümete bir fayda sağlar ne de biz - siz sayın milletvekillerine.

Değerli arkadaşlarım, doğrusu, bu tür düzenlemeler benim kanıma dokunuyor. Bu Meclisin şanına bu tür düzenlemeler yakışmaz. İstirhamım şu: Düşünün, vicdanınız doğrultusunda karar verin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkürler Sayın Kamalak.

DSP Grup Başkanvekili arkadaşlarımın haklı bir itirazı var. Biz, DSP Grubunun ne kadar titiz, düzenli, çalışkan olduğunu biliyoruz. En önce siz vermişsiniz dilekçeyi, Samsun Milletvekilimiz Yekta Açıkgöz ile ilgili. Bir saat sonra toplandığımızda, DSP Grubu adına Sayın Yekta Açıkgöz ile başlayacağız.

20.10'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

                                                                                                                       

Kapanma Saati: 19.10

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.10

BAŞKAN: Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara)

 

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

839 sıra sayılı kanun tasarısının tümü üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

8.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Anayasa, İçişleri ve Adalet Komisyonları Raporları (1/960) (S. Sayısı: 839) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Yekta Açıkgöz'de.

Buyurun Sayın Açıkgöz. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temel hak ve hürriyetlerle ilgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 839 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızda temel hak ve hürriyetler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olup, bunlar arasında düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, dernek kurma hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile siyasî parti kurma hakkı, demokratik rejimin gelişmesi bakımından özel bir öneme sahiptir.

Bilindiği gibi, Anayasamızın, 3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Yasayla, 34 maddesi hakkında değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikte, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilmesini öngören yeni bir sistem benimsenmiştir. Böylece, temel hak ve hürriyetler bakımından bir gelişme sağlanmıştır.

Çağdaş demokrasiler, temel hak ve hürriyetleri sağlamayı hedef alan çoğulcu, katılımcı ve düşünceye dayanan ve hoşgörü ortamında gelişen sistemdir.

Çağımızda insan hakları ve temel hürriyetlerin tanınması evrensel bir ilgi konusu olmuş ve bunları güvence altına almak için uluslararası kuruluşlar oluşturulmuştur. Bunların en önemlisi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa Konseyi bünyesinde imzalanan ve kısaca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak anılan İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ve ek protokoldür.

Değerli milletvekilleri, sizin de bildiğiniz gibi, ülkemiz 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği toplantısında tam üyelik için aday kabul edilmiştir. Bu yeni oluşumda, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri her geçen gün yoğunlaşmaktadır. Tam üyeliğe giden süreçte, hem ülkemizin hem Avrupa Birliğinin karşılıklı yükümlülükleri bulunmaktadır.

Yine, bildiğiniz gibi, bu bağlamda, ülkemizle ilgili olarak 4 Aralık 2000 tarihinde onaylanan Katılım Ortaklığı Belgesi, onun ardından 19 Mart 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilen Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programıdır.

Yine, bilindiği gibi, 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu ile 3.12.2001 tarih ve 4722 sayılı yürürlük ve uygulamaya dair temel kanunumuz 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Değerli milletvekilleri, bugün Yüce Kurulunuza sunulan bu tasarı, yürürlük ve yürütme hariç, 7 maddelik bir paketi ihtiva etmektedir ve çeşitli yasalarda, yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi, Anayasamızda yapılan son değişikliklere ve yeni Türk Medenî Yasamızda yer alan yeni hükümlere uyum sağlanması ve Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program çerçevesinde kısa vadede alınması gerekli tedbirlerle ilgili olarak değişiklik yapılmıştır. Bunlara kısaca göz atarak özetlersek, sırasıyla, tasarının 1 inci maddesinde, İl İdaresi Kanununun 29 uncu maddesine fıkra eklenerek "kaymakamlığa ancak mülkî idare amirliği hizmetleri sınıfından olanların vekâlet edebileceği" hükmü getirilmiştir.

Yine, tasarının 2 nci maddesinde düzenleme yapılmış, 5680 sayılı Basın Kanununun ek 1 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları Anayasamızın 28 inci ve 30 uncu maddelerine göre yeniden düzenlenmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yine, aynı yasanın ek 2 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları değiştirilmiştir. Bu fıkralardaki cezalar yeniden belirlenmiş ve eyleme uygun olarak hafifletilmiştir.

Yine, tasarı paketinde bulunan yasalardan biri 3 üncü madde olarak hazırlanmış, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere bir fıkra eklenmiş, bu fıkraya göre "işkence ve kötü muameleden dolayı ülkemiz aleyhinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi" hükmü getirilmiştir.

Tasarı paketinde 4 üncü madde olarak hazırlanan 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 101, 102 ve 103 üncü maddeleri yine Anayasamızın 69 uncu maddesi doğrultusunda yeniden düzenlenmiş, önemli ölçüde genişletilmiştir. Siyasî partilerin temelli kapatılmaları yanında, devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılması hükmü getirilmiştir.

Tasarının 5 inci maddesinde 2908 sayılı Dernekler Kanununun 4, 5, 6, 34, 38 ve 43 üncü maddelerinde yapılan değişikliklerle Anayasamızın 33 üncü maddesine ve yeni Medenî Yasa hükümlerine uyum sağlanmıştır.

Tasarının 6 ncı maddesiyle, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 9, 17, 19 uncu maddeleri, yine, Anayasamızın 34 üncü maddesi doğrultusunda yeniden düzenlenmiş, birtakım iyileştirmeler getirilmiştir. Değişikliğe göre -9 uncu maddede - toplantılar, fiil ehliyetine sahip ve 18 yaşını doldurmuş, en az 7 kişiden oluşan bir düzenleme kurulu tarafından düzenlenir; tüzelkişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemeleri yetkili organlarının kararına bağlıdır.

Tasarının 7 nci maddesiyle, Basın Kanununun 16 ncı maddesinin beşinci fıkrası, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin son fıkrası, Dernekler Kanununun 7, 11 ve 12 nci maddeleri, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 21 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, başta Sayın Adalet Bakanımız olmak üzere, 57 nci hükümetimizi, bu çalışmalarından dolayı kutluyorum. Bu tasarıların Genel Kurulda yasalaşması hususunda gösterdikleri çaba ve emeklerinden dolayı tüm milletvekili arkadaşlarımı, iktidarı ve muhalefetiyle, ayrıca kutluyorum. Yine, bu tasarıyı, Adalet Komisyonunda büyük bir uzlaşmayla irdeleyen, tasarıya emeği geçen Komisyon Başkanını ve üye arkadaşlarımı, üstün gayretleri nedeniyle ayrıca kutluyorum.

Yasalaşacak olan bu tasarının Türk insanına, Türk halkına hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Açıkgöz.

Şahsı adına birinci konuşmacı, Kahramanmaraş Milletvekili Edip Özbaş.

Buyurunuz Sayın Özbaş.

Süreniz 10 dakika.

EDİP ÖZBAŞ (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda "uyum yasası" olarak adlandırılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının geneli üzerinde kişisel görüşlerimi ifade etmek maksadıyla söz almış bulunuyorum; sözlerimin başlangıcında, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızda, Medenî Kanunda yapılan son değişikliklere uyum ve Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesi taahhüdünü temin maksadına ulaşmak için hazırlandığı ileri sürülen tasarı, ilk bakışta, demokratikleşme, insan haklarını temin ve evrensel hukuk prensiplerine entegrasyonu sağlamak maksadıyla atılmış önemli bir adım olarak değerlendirilebilirse de, esasında öyle olmadığı, tasarının parıltılı maddeleri arasında gizlenmeye çalışılan hükümlerle, kamu düzeninin, üniter devlet yapısının, millî birliğin, dil ve kültürün korunması düşüncesi ciddî tehlike ve tehditler altına sokulmuş bulunmaktadır.

Avrupa Birliğine girme hayaliyle ülkeyi idare edenlerin gerçekleştirmek istediği uyum çılgınlıklarının ülkeyi bir felaketin eşiğine getirdiğini dehşetle görmekteyiz.

Avrupa Birliğinin yöneticilerinin bizim için düşündüklerini, yapmak istediklerini görmemek için kör, duymamak için sağır olmak lazım gelirken, daha hâlâ, onların bize altın kupa içerisinde sunduğu zehri bir hayat iksiri olarak içmek, kendilerinin içmesiyle kalmayıp, bunu millete de içirmek isteyenlerin olduğunu görmekteyiz.

Tasarının 5 inci maddesiyle, Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin altıncı fıkrası değiştirilmek istenmektedir. Bu fıkrada, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya dil farklılığına dayanan "azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek" yerine "azınlık yaratmak" ifadesi monte edilmiş; ayrıca, anılan fıkrada "Türk dilinden veya kültüründen ayrı dil ve kültürleri korumak" ibaresi metinden çıkarılarak, böylelikle dernek kurmadaki bölücü, yıkıcı faaliyetlerle ilgili yasaklar daraltılmış ve fıkra, kötü niyetli kişilerce farklı yorumlanabilir, müphem bir hale sokulmuştur. Bu durum karşısında, tasarıyı hazırlayanlara, altına imza koyanlara sormazlar mı; bu devleti kuran, devlete ismini veren büyük Türk Milletinin mensupları Türk dilini ve kültürünü geliştirmek için dernekler kuramayacaklar mı?

Büyük Atatürk'ün kurdurttuğu Türk Dil ve Türk Tarih Kurumu gibi, kültürümüze hizmet veren kuruluşların varlığı bile birilerini tedirgin mi etmektedir?!

Millî birlik ve beraberliğimizin temeline bomba koymak, vatandaşlar arasında ayırımcılığı körükleyerek derinleştirmek, ülkemiz insanını kırk parçaya bölmek acaba kimin işine gelmektedir?!

Tasarıda sözünü ettiğimiz fıkranın mefhumu muhalifinden hareketle şu sonuca varabiliriz ki, eğer değişiklik bu şekilde gerçekleşirse.

Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür ve dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürecek bu iddialarda bulunacak dernekleri kurmak imkân dahiline girmiş olacaktır. Zaten, Batılı sözde dostlarımızın ve onların ülkemizdeki yerli işbirlikçilerinin yıllar boyunca istedikleri bu değil mi? Lozan'ın delinmesi Sevr'in hortlatılması... Keza, yine, Dernekler Kanununda yapılan değişikliklerle fiil ehliyetine sahip çocuklara dahi önceden izin almadan dernek kurma hakkı getirilmek istenmektedir.

İlk bakışta insan haklarının masumane kullanılma imkânının genişletilmesi olarak değerlendirilebilecek bu değişiklik, sonuçları itibariyle en tehlikeli değişikliklerden biridir; çünkü, eskiden medenî haklarını kullanabilecek durumda olanlara verdiğimiz dernek kurma hakkı, çocukları da içine alacak şekilde genişletilmektedir.

Suç ve terör örgütlerinin kol gezdiği ülkemizde, bu örgütlerin organizesiyle, yerden biter gibi, çocuklara dernek kurdurulacak, onlara suç işletilerek -bugün olduğu gibi, Mersin'de İstanbul'da olduğu gibi- ülkeyi istedikleri süratte bir kaosa sürükleyebileceklerdir. Çocukların ve dernek kurma hakkının istismarını önümüzdeki günlerde görmeye, yaşamaya kendimizi hazırlayalım; bugünden görmeye başladık.

Tasarının 3 üncü maddesinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere "İşkence ya da zalimane, gayriinsanî veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır" denilmiştir.

İlk bakışta ekleme, işkenceyi önleyici, işkenceciyi tecziye amacını güdüyor gibi görünse de, bu hüküm, yalnız başına, devletin terörle mücadelesini zaafa uğratmaya yetecektir. Her ne kadar, yetkililer, terör örgütünün çökertildiğini, terörist faaliyetlerin sona erdiğini sıkça ifade etseler de, gerçek böyle midir?!

Ülkemizde terörist faaliyetler devamlılık arz eden bir gerçektir. Terör örgütleri faaliyetlerini sona erdirmemiştir; olsa olsa pusuya çekilmiş, uygun fırsatları değerlendirmek için uygun zamanı kollamaktadır. Şimdi de, kabzası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin elinde olan demoklesin kılıcını, terörle mücadele eden görevlilerin başının üzerine koymaktayız.

Geçmişte yaşanılan olaylarda bu millet bilmektedir ki, bu kuruluş adı mahkeme de olsa, Türk insanına şaşı bakmaktadır. Terör örgütüyle bağlantılı tazminat davalarını onbeş gün içinde karara bağlayan bu mahkeme, dava başörtülü kızımızın hakkını arama davası olduğunda davayı iki sene sonra reddetmektedir.

Katil başı Apo'nun dosyası, iki seneyi aşkın süreden beri güya inceleniyor. Belli ki, katili idamdan kurtarmak için bir şeyler bekleniyor; mevzuat değişiklikleri gibi. Böylesine bu milletin terörle savaşında taraflı hareket eden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla, terörle mücadele edenleri bir de açlığa, sefilliğe mahkûm edeceksiniz.

Bu tehlikenin varlığı dahi, her görevlinin, ileride maddî ve manevî zarar görürüm düşüncesiyle görevini yapmama, kılını kıpırdatmama menfî tesirini gösterecektir. Siz, bu durumda hangi askeri, polisi, hangi savcı veya hâkimi terörle mücadele için çalıştırabilirsiniz?! Zaten, istenilen de o değil mi?

1800'lü yılların başından bu yana ülkemizde ardı arkası kesilmeyen terörist eylemlerde bir milyonu aşkın insanımız hayatını kaybetmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu coğrafyada Türkün varlığı sürdükçe, bu milletin terörle savaşı da sürecektir.

Bu savaşlarda terör adına neler yapıldığını, terörün arkasındaki güç odaklarının kimler olduğunu, bu milletten iyi anlayan başkaca bir millet olduğunu tahmin etmiyorum. Son onyedi onsekiz senelik terörle mücadelede 30 000'i aşkın evladını yitirme pahasına, bu millet mücadeleyi lehine çevirmiştir.

Tasarıya yerleştirilen bu hükümle, işkencecilere ceza mı verilmek isteniliyor, yoksa, canını dişine takarak, yıllarca, ayağından potinini çıkarmadan dağ tepe terörist kovalayan, onları inlerinden çıkarıp adalete teslim edenler mi cezalandırılmak isteniliyor?

Terör örgütü mensupları "bu savaştır, savaşta her şey mubahtır" diyerek her türlü iğrençliği yapacak, kan içecek, bebeleri, ak sakallı ihtiyarları, hamile kadınları öldürecek; yakalandıkları, ceza görecekleri zaman, ağa babalarının talimatlarıyla "ben pişmanım" diyecek, mahpus damından, ipten kurtulacaklar. Mücrimleri yakalayanların yalnız kendileri değil, çocukları da daima ceza tehdidi altında tutulacaklar. Böyle şey olmaz! Unutmayalım, ne vatanseverliğin pişmanlığı olur, ne de ihanetin.

Vatanseverlerine sahip çıkmayan milletler gibi, ihanetleri cezasız bırakan milletler de aynı akıbetle karşı karşıya kalıp, tarih sahnesinden çekilip, yok olup gitmişlerdir.

İşkence bir insanlık suçudur. Geçmişte işkencenin en adisine ve şiddetlisine maruz bırakılmış ve gördüğü işkence sebebiyle telafisi mümkün olmayan zararlara uğrayan bir arkadaşınız olarak diyorum ki, işkenceyi ve her türlü fenalığı kendi yargımıza güvenerek, inanarak cezalandıralım; kendi işimize yabancı burnu girmesine mani olalım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dikkat ediyor musunuz, Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devletini, millî değerlerimizi koruyan, ayakta tutan bütün hükümleri kanunlarımızdan teker teker ayıklamaktayız. Yaptığımız işe kılıf hazır; "IMF böyle istedi, AB'ye uyum." Böyle kılıf, işlediğimiz suça mazeret olmaz. Düşman atına binenler, onun türküsünü söylermiş.

Millî iradenin tecelligâhı Yüce Meclisin bu aşamada yapacağı birinci vazife, Türk istiklaline ve cumhuriyetine sahip çıkarak, bu olumsuz gidişe son vermektir. Vatana ihanetin yeniden tarifini yapacak, unsurlarını belirleyecek, ihanetin en ağır biçimde cezalandırılmasını temin edecek bir kanun tasarısının öncelikle Meclis gündemine alınması ve anılan tasarının kanunlaşması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EDİP ÖZBAŞ (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika içerisinde toparlayacağım.

BAŞKAN - Lütfen bitiriniz.

EDİP ÖZBAŞ (Devamla) - Yüce Meclisin sayın üyeleri, bu ülkeyi karşılıksız sevdiklerini hayatlarının her safhasında verdikleri mücadeleyle ispatlayan aziz arkadaşlarım; gün, şikâyet günü değil, şikâyetleri ortadan kaldırma, tehlikeyi savuşturma günüdür.

Bu Meclisi Kurtuluş Savaşını yöneten Meclisten daha az fedakâr, yaşayan Türk insanını da Kurtuluş Savaşını yapan Türklerden daha az cesaret sahibi zannedenler, yanıldıklarını pek yakın bir gelecekte anlayacaklardır. Ülke idaresinde ürkekliğin, titrekliğin, korkaklığın yerini kararlılık, cesaret ve atılganlığın alması, meseleyi kendiliğinden halledecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, tasarıya bu yönleriyle karşı olduğumu arz eder, Yüce Heyete saygılarımı sunarım. (MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Özbaş.

Şimdi, Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk konuşacaklar.

Buyurunuz Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçen yıl Anayasamızda gerçekleştirilen değişiklikler doğrultusunda, demokratikleşme yolundaki kanun tasarılarından birini daha yasalaştırmak üzeredir. Bu tasarıyla, hem geçen yıl Anayasamızda gerçekleştirilen değişikliklerin bir bölümüne uyum sağlanmış olacak hem Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programında kısa ve orta vadeli tedbirler olarak öngörülen bazı tedbirler gerçekleştirilmiş olacaktır; ayrıca, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunuyla paralellik de sağlanmış olacaktır.

Görüşmekte olduğumuz tasarı, bu çerçeve içinde, sekiz kanunun değişik maddelerinde, kısmen veya tamamen yeni düzenlemeler getirmekte, bazı maddelerini de kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırmaktadır. Değişiklik yapılan maddelerin sayısı 16, yürürlükten kaldırılan maddelerin sayısı ise 7'dir. Böylece, kısmen veya tamamen değiştirilen ya da kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırılan maddelerin sayısı 23'tür.

Bilindiği gibi, geçen yıl, hükümetimiz, 19 Mart 2001 günü, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programını kabul etmişti. Bu program, 24 Mart 2001 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylece, kısa vadeli tedbirler için öngörülen bir yıllık süre, programın kabul tarihi olan 19 Mart 2001 esas alındığında dolmuş bulunmaktadır; ama, yürürlüğe girdiği tarih olan 24 Mart 2001 esas alındığında, henüz bu tasarıyı yasalaştırmak için önümüzde yeterli süre vardır. Umuyorum ki, bu gün, bu tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin demokratikleşme yolunda yeni ve önemli bir eseri olarak yasalaşacaktır.

Tasarının tümü üzerinde konuşan arkadaşlarımız, zaman zaman eleştirili de olsa, bu tasarının çeşitli hükümleri hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır. Ben o açıklamaları tekrar etmiyorum; ama, burada, ortak bir noktaya değinmek istiyorum. Geçen yıl, Anayasamızın çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerle, önemli bir sistem değişikliği, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda gerçekleştirilmiştir. Anayasamızın yeni 13 üncü maddesine göre, temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın, ancak, ilgili maddelerde gösterilen nedenlerle ve kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlama yapılırken, Anayasanın sözüne ve ruhuna, ayrıca, demokratik toplum düzeninin gereklerine, laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine de uygun hareket edilmesi gerekmektedir. İşte, tasarı, bu çerçeve içinde hazırlanmıştır. Çeşitli kanunlarımızda temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ilgili olarak daha önce yer alan hükümler, şimdi, Anayasamızda o temel hak ve özgürlüklerle ilgili ayrı ayrı maddelerde yer alan sınırlandırma nedenleri dikkate alınmak suretiyle, yeniden düzenlenmiştir. Bu bakımdan, getirilen düzenlemelerin her birini o konuyla ilgili Anayasa hükmüyle karşılaştırdığınızda, zaten, Anayasada yer alan hükümlerin uygulanmasını gösteren hükümler getirilmesiyle ilgili bir yasa tasarısıyla karşı karşıya bulunduğumuz kolaylıkla anlaşılır.

Ancak, bu tasarıyla, biz, demokratikleşme yolunda da önemli bir adım atıyoruz. Bu tasarı yasalaştığı zaman, Türkiye'de basın özgürlüğü biraz daha genişlemiş olacaktır; dernek kurma hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı biraz daha genişlemiş olacaktır; siyasî partilerin kapatılması rejimi daha güvenceli esaslara bağlanmış olacaktır. Ayrıca, diğer bazı konularda da demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun yeni hükümler getirilmiş olacaktır.

Burada, arkadaşlarımızın, eleştiri konusu yaptığı bazı noktalar var. Her şeyden önce, yasa tekniği açısından, aynı maddeye çeşitli maddelerle ilgili değişikliklerin konmuş olması eleştirilmiştir. Bu eleştirilere kısmen hak veriyorum. Aslında, bu yol, sık sık başvurulmaması gereken bir yoldur; ancak, bu tasarının belli bir tarihe kadar yasalaştırılma çabası, bu yönteme başvurulmasını zorunlu kılmıştır.

İçerik itibariyle yapılan eleştirilere gelince: Bu eleştirilerden biri, siyasî partilerin kapatılması rejimiyle ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1995 yılında Anayasamızda yapılan değişikliklerle, siyasî partilerin temelli kapatılması nedenlerini üç durumla sınırlandırılmıştır; bunda, hiç tereddüt yoktur. Temelli kapatılmanın sonuçları da, yine, Anayasamızda gösterilmiştir. Bunlar, Anayasanın 69 uncu maddesinde belirtildiği gibi, temelli kapatılan bir partinin başka bir ad altında kurulamaması ya da beyanlarıyla, hareketleriyle, bir partinin temelli kapatılmasına neden olan -kurucuları dahil- üyelerinin beş yıl süreyle siyasî faaliyette bulunamamaları ve -Anayasanın 84 üncü maddesinde öngörüldüğü gibi- yine, beyan ve davranışlarıyla bir siyasî partinin kapatılmasına neden olan ve Anayasa Mahkemesi kararında da belirtilen milletvekillerinin bu sıfatının düşmesidir. Ama, 1995 değişikliklerinde, yine, Anayasamızın 149 uncu maddesinde yer alan bir hükümde, siyasî partilerin temelli kapatılması ve kapatılmasından söz edilmiştir. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bugünkü haliyle, siyasî partilerin temelli kapatılması yanında, bir de, kapatılmasını öngörmektedir. Bunun, bir anlamı olmadığı öne sürülemez. Bilindiği gibi, hukukta, bir temel ilke vardır: Yasa koyucu, hele Anayasa koyucu, abesle uğraşmaz. Anayasada yer alan her terimin, her sözcüğün bir anlamı vardır. Nitekim, Siyasî Partiler Kanunu da bunu böyle anlamlandırmıştır. Siyasî Partiler Kanununun 101 inci maddesinde temelli kapatılma nedenleri gösterilmiştir; ama, ondan sonra, şimdi, burada eleştiri konusu olan 102 nci madde, cumhuriyet başsavcılığının isteklerine uyulmaması halinde yapılacak işlemi düzenlemektedir. Burada da, bir yaptırım olarak, kapatılma, temelli kapatılma değil; ama, kapatılma öngörülmüştür. Aynı biçimde, 101 inci madde dışında kalan emredici hükümlere ya da diğer kanunların siyasî partilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık durumunda yapılacak işlem 104 üncü maddede gösterilmiştir; seçimlere katılmama halinde yapılacak işlem de 105 inci maddede gösterilmiştir. Bütün bunlar, Anayasanın 69 uncu maddesinde öngörülen üç halin dışında olan kapatma nedenleridir; ama, bunlarda temelli kapatma söz konusu değildir. Dolayısıyla, temelli kapatma için öngörülen sonuçların, bu durumlarda uygulanması da söz konusu değildir.

Burada şuna işaret etmek isterim ki, Anayasanın 69 uncu maddesinde ve diğer bazı maddelerinde yapılan değişikliklerden sonra, 1995 değişikliklerinden sonra, önce partilerarası bir uyum komisyonunda hazırlanan, daha sonra, Anayasa Komisyonunda kabul edilen ve bu dönemde, 21 inci Yasama Döneminde, 1999 yılında, 4445 sayılı Kanunla Siyasî Partiler Kanununun çeşitli hükümlerinde yapılan değişiklikler arasında, 101 inci, 102 nci, 103 üncü, 104 üncü maddelerinde yapılan değişiklikler de bulunmaktadır. Demek ki, Yüce Meclisiniz, Anayasanın 149 uncu maddesinde öngörülen kapatmayı, Siyasî Partiler Kanununun 102 nci, 104 üncü ve 105 inci maddeleri çerçevesinde bir kapatma olarak değerlendiren düzenlemeleri benimsemiştir.

Bizim 102 nci maddeyle ilgili olarak getirdiğimiz değişiklik, bu maddede, esas itibariyle, yeni bir unsur getirmemektedir. Getirilen yeni unsur, sadece, siyasî partilere yapılan devlet yardımının kısmen veya tamamen kesilmesi yaptırımının, temelli kapatma yanında, kapatma yaptırımıyla birlikte, onun yanında da uygulanmasına olanak vermektir.

Gerçi, bu yaptırım, temelli kapatma durumlarından ikisi için öngörülmüştür; Anayasanın 68 nci maddesinin dördüncü fırkasında öngörülen ilkelere program ve tüzük itibariyle aykırı olma veya Anayasanın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen fiillerin odağı olma durumu için temelli kapatma yanında devlet yardımının kesilmesi öngörülmüştür. Ama, daha ağır bir durum için öngörülen bir yaptırımın, daha hafif bir durum için, yani, kapatma durumu için de uygulanabilmesinin Anayasaya aykırılık teşkil etmeyeceği kanısındayız. O nedenle, 102 nci maddede getirdiğimiz, demokratikleşme doğrultusunda atılmış olan bir adımdır.

Bu arada, bazı arkadaşlarımız, bu yardım için bir alt sınır belirlenmiş olmasını ya da devlet yardımı almayan partiler için böyle bir yaptırımın öngörülmemiş olmasını eleştirdiler. Önce şunu söyleyeyim ki, bu konuda getirilen düzenlemede, siyasî partilerin bir yıl için aldıkları devlet yardımı bir bütün olarak kabul edilmiş; bir yıl için ödenecek olan yardımdan tamamen yoksun bırakılma, devlet yardımından tamamen yoksun bırakılma biçiminde anlamlandırılmış; bunun yanında, en az onun yarısı kadar olmak üzere bir yardımın kesilmesi ise, kısmen yoksun bırakılma olarak anlamlandırılmıştır.

Şimdi, devlet yardımı almayan partiler için böyle bir kesinti olanağı yoktur. Eğer, onlar için de böylesine parasal bir yaptırım getirilecek olsa, o zaman, ancak, bir para cezası getirilmesi söz konusu olabilir. Para cezası ise, Anayasanın 69 uncu maddesinde öngörülmüş değildir. O nedenle, Anayasada öngörülmeyen bir yaptırımı uygulamayı düşünmedik. Ancak, burada, uygulanan yaptırım bakımından asgarî bir sınırın belirlenmesinde de bir zorunluk olduğu düşüncesindeyiz; çünkü, burada, kapatmaya ya da temelli kapatmaya alternatif olarak getirilen bir yaptırım söz konusudur. Bu yardım ödenmiş ise, onun iade edilmesinden başka bir yol yoktur. Burada öngörülen, son yıl devlet yardımıdır; yani, içerisinde bulunulan yılda yapılan devlet yardımıdır. Eğer, henüz ödenmemişse, kesinti yapılacak, ödeme yapılmayacak; ödenmiş ise, Hazineye iade sağlanacaktır.

Bazı arkadaşlarımız, hâlâ, basım araçlarının müsaderesinin öngörülmesini eleştirdiler. Şüphesiz bu eleştiri yapılabilir; ama, getirilen bu tasarıyı halen uygulanmakta olan kanunla karşılaştırdığınız zaman, getirilen düzenlemenin değerini daha iyi takdir edersiniz. Biraz önce ifade ettiğim gibi, burada, Anayasanın ilgili maddelerinde; bu konuda, Anayasanın 30 uncu maddesinde öngörülen nedenlerle basım araçlarının müsaderesi öngörülmüştür; dağıtmanın önlenmesi veya toplatma kararları ise, yine, Anayasanın 28 inci maddesinde öngörülen durumlarla sınırlandırılmıştır.

Burada, dernekler bakımından da getirilen hükümlerin, yine Dernekler Kanununun mevcut hükümleriyle karşılaştırılması gerekir. Eğer, bunlar karşılaştırıldığı zaman, bu karşılaştırma yapıldığı zaman, çok geniş bir dernek kurma özgürlüğünün getirilmiş olduğu görülecektir. Öngörülen sınırlamalar, ya silahlı kuvvetler mensupları için olduğu gibi, doğrudan doğruya Anayasada açıkça öngörülen yasaklarla ilgilidir ya da kamu düzeni, millî güvenlik bakımından ya da suçların önlenmesi bakımından öngörülen sınırlamalardır.

Bu arada şunu söyleyelim ki, Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin 6 ncı bendinde yapılan değişiklikle, ulusal birliğin sarsılması, kamu düzeninin tehlikeye düşürülmesi söz konusu değildir. Türk Medenî Kanununa paralel olarak, fiil ehliyetini kazanmış olanların dernek kurma hakkına kavuşmasıyla, çocukların siyaset alanına itilmesi de söz konusu değildir. Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olarak, Türk Medenî Kanunu, fiil ehliyetini, dernek kurma hakkı bakımından yeterli görmüştü; şimdi, Dernekler Kanununda da, ona paralel bir düzenleme yapılmaktadır.

Bu konularda, kamu düzeninin korunması, ulusal birliğin korunması konularında ifade edilen kaygılara katılmıyoruz. Nitekim, tasarıda da, Dernekler Kanununun 5 inci maddesinin 6 ncı fıkrası için önerilen düzenlemede...

BAŞKAN - Son iki dakikanız Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ...Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde ırk, din, mezhep, kültür veya dil farklılığı veya bunlara dayanarak azınlık yaratmak amacıyla dernek kurulamayacağı açıkça belirtilmektedir. Bundan dolayı, kamu düzenini ya da ulusal birliği olumsuz yönde etkileyecek herhangi bir durumun ortaya çıkması söz konusu olamaz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin işkence konusunda devletimiz aleyhine vereceği mahkûmiyet dolayısıyla, kusurlu memura rücu edilmesi konusundaki düzenleme, burada, çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. Bu düzenlemeyi yetersiz bulan arkadaşlarımız olduğu gibi, onun bundan böyle güvenlik güçlerinin görevlerini yapmasını engelleyecek, onları görevlerini yapmaktan alıkoyacak bir tehlikeli bomba niteliğinde olduğunu söyleyen arkadaşımız da olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sonuçlandırırsanız sevinirim Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkanım, topluyorum efendim.

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, kanunlarımızda, Anayasanın, devletin vatandaşlara, kişilere verilen zararlar dolayısıyla kusurlu memura rücu etmesiyle ilgili ilkelerini yasa konusu olarak düzenleyen tek hüküm, Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesindedir. Biz, o nedenle, bu düzenlemeyi o maddeye ekledik; ama, şunu söyleyeyim ki, bu, Türkiye'nin işkence ile mücadele konusundaki kararlılığının bir ifadesidir. Bu hükmün caydırıcı etkisi olacağını düşünüyoruz. Anayasamızın 17 nci maddesine göre "Hiç kimseye işkence ve eziyet yapılamaz. Hiç kimseye insan onuruyla bağdaşmayan kötü muamele yapılamaz." Biz, bölücü hareketle de, ayrılıkçı hareketle de yıllardan beri mücadele ediyoruz; ama, biz, terörle mücadeleyi dahi, işkence yöntemine başvurmaksızın, teröristlerin uyguladıkları yöntemlere başvurmaksızın yapıyoruz. Bugüne kadar başarıyı böyle elde ettik. Bundan sonra da, bölücülükle, terörle mücadelemizi, yine, hukuk devleti ilkesi çerçevesinde, hukuk kuralları çerçevesinde yürüteceğiz. Bundan başka bir yöntem bir hukuk devletine yaraşmaz. Bu konuda öne sürülen iddiaları paylaşmamız mümkün değildir.

Tasarı bu düşüncelerle hazırlanmıştır.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahısları adına, son olarak, Adana Milletvekilimiz Sayın Tayyibe Gülek. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Gülek.

Süreniz 10 dakika.

TAYYİBE GÜLEK (Adana)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının bazı maddelerinde yapılan değişiklikler ile Türk Medenî Kanununda yer alan hükümlere uyum sağlanmasının yanı sıra, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde kısa vadede alınması gerekli tedbirlerle ilgili olarak çeşitli kanunlarda değişiklik yapılması amacıyla hazırlanmıştır.

3 Ekim 2001 tarihinde kabul edilen Anayasamızın bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanunla temel hak ve hürriyetler bakımından sağlanan gelişmelere paralel olarak ilgili kanunlarda yapılması gereken değişiklikler, işte, bu görüşmekte olduğumuz tasarının içeriğini oluşturmaktadır.

Bu kanunlarla sağlanan daha genişletilmiş özgürlükler, her zaman belirttiğimiz gibi, bizim yıllarca gerçekleştirmek istediğimiz, Türk halkına daha demokratik, ferah bir ortamda yaşama imkânını sağlayacak kanunlardır. Bu kanunları ve değişiklikleri,  Avrupa Birliği veya başka bir kuruluş bizden talep ettiği için değil, Türk insanının istediği, hepimiz için çağın gereği bu ortamın sağlanması için yapmaktayız.

Şimdi, kamuoyunda, Avrupa Birliğiyle ilgili, bu yaptığımız yasama çalışmalarıyla ilgili çok tartışmalar oluyor; bazıları doğru, bazıları yanlış ve eksik bilgiler içeriyor. Biz, bugün kabul ettiğimiz bu tasarıyla, Ulusal Programın kısa vadede geçirilmesi gereken kanunlarının büyük bir kısmını tamamlamış olacağız. Ancak, unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır: Ulusal Programda orta vadede taahhüt edilmesine rağmen kısa vadede çıkardığımız çok sayıda kanun bulunmaktadır. Bunların arasında Avukatlık Kanunu, Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu, Sivil Havacılık Kanununda değişiklik, Çıraklık ve Meslekî Eğitim Kanunu, Yüksek Öğretim Kanununda değişiklik ve Sekiz Yıllık Temel Eğitim Kanunu gibi kanunlar vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi hiç durmaksızın bu gerekli yasaları çıkarmıştır ve de çıkarmaya devam edecektir.

Şu ana kadar geldiğimiz nokta çok önemlidir. Yapılanların tümüne bakıldığında, son birkaç yılda yasama açısından ne kadar çok mesafe gelindiği görülmektedir. Özellikle, iktidar partilerinin uzlaşması ve de muhalefet partilerinin de katkısıyla gerçekleşen 34 maddelik Anayasa değişikliği çok önemli bir başarıdır. Bunun yanı sıra, ekonomik kategoride aslında yıllar evvel yapılması gereken kanunların, değişikliklerin yanı sıra, çok kapsamlı bu Anayasa değişiklikleri, sekiz yıllık eğitim reformu ve reform niteliğinde gerçekleşen bir Medenî Kanun gibi başarılar, hep, bir arada bir bütün oluşturmaktadır.

Ulusal Programın yanı sıra, çıkarılan çok sayıda kanunda daha saydam, demokratik, eğitime önem veren, sivil yaşamı destekleyen değişikliklerin önemini ve gerekliliğini, herhalde, kimse inkar edemez.

Gerek kamuoyunda gerekse siyasî çevrelerde bazı hassas konuların çok ayrıntılı bir şekilde tartışılması, uzlaşı noktasına gelinmesinin bir süre alması, demokrasilerde çok doğal olaylardır. Zaten, bütün Avrupa Birliği sürecini bu birkaç geriye kalan konu üzerinde odaklamak da yanlıştır.

Avrupa Birliği, çok geniş, artık ilk düşünüldüğü gibi sadece ekonomik ilişkilerle sınırlı kalmayan, siyasî ve hatta, giderek artan bir savunma boyutu bile içerebilecek bir birlik olma yolundadır. Ticaretimizin en büyük kısmını gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi ve de Avrupa Birliğiyle geleceğimizi çok sakin, makul ve en önemlisi, bilgiye dayalı bir şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Son zamanlarda cereyan eden tartışmalar gibi, aslında tam ne hakkında olduğunu bile bilmediğimiz, halkı iki kutba itmeye çalışan tartışmalardan uzak durmamızda fayda var. Zira, bu tür tartışmalar bizim için verimli ve yapıcı olmadığı gibi, aynı zamanda Avrupa Birliği cephesinden bakıldığında da orada Türkiye aleyhtarı olan kesimlerin  de eline malzeme oluşturmaktadır.

1999'daki tarihî Helsinki kararlarından sonra, artık, ülkemiz düzenli olarak Avrupa'nın geleceğine yönelik tartışmalara katılmakta, bu görüşmelere katkıda bulunmaktadır. Ancak, bu tür katkıları sadece bazı toplantılarla sınırlı bırakmayıp, bu süreci hakikaten kapsamlı bir süreç olarak algılayıp, her boyutta yoğun temaslarda olmamız gerekmektedir.

Doğru, Avrupa Birliğiyle ilişkiler bir iyi niyet meselesidir ve neticede bu kanunlar, bizim toplumsal yaşamımız açısından çok faydalı değişikliklerdir. Ancak, Avrupa Birliğiyle olan sorunlarımızı etkili bir şekilde ele almamız için, birlikte, amacımız hakkında net bir fikir sahibi olarak hareket etmeliyiz ve bundan dolayı tartışmak adına tartışmaktan ziyade, enerjimizi hakikaten sorun olan noktalara verimli bir şekilde harcamalıyız.

Örneğin, gümrük birliği çerçevesinde, hepimizin bildiği gibi, Avrupa Birliği bazı yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmemektedir. Özellikle, üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmalar çerçevesinde bilgi akışının tamamen şeffaf bir şekilde sağlanması gerekirken, ne yazık ki, Avrupa Birliği bu yükümlülüğünü tam olarak yerine getirmemektedir.

Aylardan beri tartıştığımız Avrupa Birliğinin terör listesi konusunda da Avrupa Birliğinin henüz bir çözüm getirmemiş olması kabul edilemez bir durumdur. Sözde, geçtiğimiz günlerdeki toplantılarından bir tanesinde bu konu halledilecekti; ama, yine, bir netice yok. Özellikle, bazı ülkelerin, diğerlerinin arkasına saklanarak, bu kadar tartışılmayacak bir konuda, bu kadar isteksiz ve tereddütlü davranmaları kabul edilemez ve çok düşündürücüdür.

Ayrıca, 1949 yılından beri üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin yanı sıra, kararlarını kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile, bazı  kesimlerce kendi çıkarlarına alet edilmek istenmiyor mu! Mesela, şu meşhur Loisidou davası. Kıbrıs Rum Kesiminin diğer başvuru yolları tükenmeden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak, mallarına ulaşım özgürlüğünü bahane ederek, Kıbrıs konusunu tamamen farklı bir boyuta çekerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini siyasî amaçları için kullanmaları. Bu konu için her zaman müdahale etmekteyiz, uygulanamayacak bir karar olduğunu izah etmekteyiz. Zaten bunu çok kimse de biliyor, Avrupa'da çok kimse de biliyor; ancak, bu kararın dışında, Türkiye'nin, gerekli yasaları geçirerek, boş yere, sürekli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edilerek, gözaltı süresinden bir gün daha fazla gözaltında tutulma gibi sebeplerden dolayı milyonlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalması, bizim çözmemiz gereken hususlar arasındadır. Madem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamışız ve mahkemenin yetkilerini kabul etmişiz, ayrıca vatandaşlarımıza da tüm iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımışız, o zaman bu konuda kendimize düşeni yapmalıyız. Bunun dışında, mahkemenin suiistimal edilmesine, bazı çevreler tarafından kendi amaçları için kullanılmaya çalışılmasıyla sonuna dek mücadele edeceğiz. Çabalarımızı da birleştirerek bu yanlışları hem düzeltmek hem de tekrarlatmamak için yoğunlaştırmalıyız.

Bugün görüşmekte olduğumuz, Anayasada, Medenî Kanunda ve diğer kanunlarda yapmış olduğumuz değişikliklere paralel olarak, İl Özel İdaresi Kanunu, Basın Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda yapılan değişikliklerle, kanunlarımızı, temel hak ve hürriyetleri sağlamayı hedefleyen, çoğulcu, katılımcı düşünceye dayanan, hoşgörü ortamında gelişen çağdaş demokrasi sistemine daha da yakınlaştırmış oluyoruz.

1999'da Helsinki'de alınan Türkiye'nin adaylığına dair karardan ve de Laeken Zirvesinde bugüne kadar gelinen olumlu noktanın bizzat zikredildiği bildiriden sonra beklentimiz, bu ilerlemelerin devamının Sevillia Zirvesindeki bildiride ve de yıl sonunda Kopenhag'da üyelik müzakerelerinin başlangıç tarihine dair bir kararın alınmasıdır. Yaptığımız yoğun çalışmalar ve de demokratikleşme konusunda kararlılığımız her zaman, bugüne kadar olduğu gibi, devam edecektir.

Bu tasarıya katkıda bulunan tüm arkadaşlarımıza şükranlarımızı sunarken, bu tasarının ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gülek.

İçtüzüğün 81 ve 60 ıncı maddelerine göre 10 dakika süreyle soru-cevap işlemini yapacağız.

Sayın Bakan, sorulara nasıl yanıt vermek istersiniz efendim? O sizin takdiriniz.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - 5 dakika soru, 5 dakika cevap.

BAŞKAN - 5 dakika soru, 5 dakika cevap dersek... Soru sormak inşallah o kadar yoktur.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, isterseniz arka arkaya da cevap verebilirim.

BAŞKAN - Hayhay.

Şu ana kadar soru sormak için üç arkadaşımız müracaat etmiş durumda.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - O milletvekillerimizin sorularının hepsine birden cevap verebilirim.

BAŞKAN - Hayhay, duruma göre bakalım.

Buyurun Sayın Esengün.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, görüşmekte olduğumuz tasarı, muhtevası itibariyle, İl İdaresi Kanununda, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda, Dernekler Kanununda, Jandarma Görev ve Yetkileri Kanununda ve benzeri kanunlarda değişiklik yapan bir tasarı. Bu haliyle de Adalet Bakanlığını hemen hemen ilgilendiren tarafı yok. Asıl bu yasa tasarısının İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanarak gelmesi gerekirdi ve benim sualimin asıl muhatabı da Sayın İçişleri Bakanıdır. Tabiî, Sayın İçişleri Bakanı veya Sayın Başbakan veya Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli tarafından verilecek cevap bizi daha ziyadesiyle memnun eder. Ben, bütün bunlara rağmen sualimi tevcih ediyorum.

Üsküdar İmam Hatip öğrencilerinin okula alınmaması sebebiyle öğrencilerin yanında bulunan velilere Üsküdar İlçe Emniyet Müdürünün saldırgan ve terbiyedışı davranışlarından dolayı, ne gibi bir işlem yapılmıştır?

İlçede huzur ve sükûnu sağlamakla görevli emniyet müdürünün, bu yakışıksız davranışlarına rağmen, hâlâ görevinin başında bulunması doğru mudur?

Bu müdür hakkında soruşturma açılmış mıdır; açığa alınması düşünülmekte midir?

İmam hatip öğrencilerine kelepçe takılması, itilip kakılması doğru mudur? Okul çocuklarına kelepçe takan görevliler hakkında ne gibi bir işlem yapılmıştır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Bakan, alanınızla ilgili addediyor musunuz; önce, onu sorayım? Yanıt vermek size ait.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, bu soruyu, görüşmekte olduğumuz tasarı çerçevesinde bir soru olarak görmüyorum. Bu, belli bir amaçla sorulan sorudur.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Bakan, görüştüğümüz tasarıda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda değişiklik de vardır...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Bu sorulara, İçişleri Bakanımız yazılı olarak cevap verebilir.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Görüştüğümüz tasarıyla nasıl ilgili değil?!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -  Ancak, ben, şunu söyleyeyim: Hiçbir zaman, küçük çocuklara kelepçe takılmasını onaylamak mümkün değildir; böyle bir şey, hiçbir zaman düşünülemez; ama, sorularınızın muhatabı olan Bakanımız, onlara yazılı olarak cevap verecektir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Suat Pamukçu, buyurunuz.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Bakanımdan, şu konularda açıklama beklediğimi ifade ediyorum:

Getirilen tasarının 3 üncü maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu tazminat kararlarının sorumlu personele rücu edilmesi hükmü getirilmiş. Şimdi, burada, malumunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dahilî hukukî yollar tüketildikten sonra müracaat edilen bir makam. Dolayısıyla, sorumlu personelden kasıt nedir; açıklamalarını rica ediyorum; işkenceyi yapan personel midir, yoksa işkenceyi yapan personeli suçsuz bulan yargı mensupları mıdır? Bu konuda açıklama bekliyorum, bir.

İkincisi, Sayın Başkanlığınız kanalıyla bakanımıza yazılı soru önergesi vermiştik; bu önergemize verdikleri cevaplarda, ödenen tazminatların binlerce Amerikan Doları tutarında olduğunu ifade etmişlerdi. Türkiye'de, gerek işkence yapan personel olsun gerek yargı personeli olsun, bu kadar ağır tazminatı nasıl ödeyecektir? Personelin aldığı maaş malum; geçim sıkıntısı içerisindedir; bu kadar meblağı bulan tazminatları bu personel nasıl ödeyecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, burada 3 üncü maddede yer alan hüküm, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu edilmesi şeklindedir. Elbette, işkenceyi yapan personel söz konusudur; onlara rücu edilmesi söz konusudur. Anayasamızın ilgili maddelerinde de, daima, kusurlu memura rücu edilmesi ilkesi benimsenmiştir. Bu madde, o çerçevede bir düzenlemedir.

Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davalar dolayısıyla değişik miktarlarda ve değişik döviz türlerinde tazminat ödediği bir gerçektir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, isterseniz onları yazılı olarak verebilirsiniz; daha net biçimde şimdi hatırlayamayabilirsiniz...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Bunları, doğrudan doğruya Yüce Meclise de bilgi sunmam bakımından...

BAŞKAN - Peki.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3 üncü maddesi çerçevesinde, yani, işkence yasağıyla ilgili hükmün de zikredildiği kararlarda, Türkiye'nin mahkûm edildiği ve şimdiye kadar ödediği ve ödeyeceği tazminat miktarları şöyle görünmektedir:

549 218 İngiliz Sterlini, 3 000 ABD Doları, 3 775 968 Fransız Frangı; bunlar ödenmiştir. Ödenecek olanlar ise, 1 694 404 İngiliz Sterlini, 77 500 ABD Doları, 1 208 000 Fransız Frangı.

Şimdi, bu miktarları, kusurlu personel ödeyebilir mi, o, ayrı bir konu; ödenebildiği kadar öder, kendisine rücu edilir. Bundan, esas itibariyle beklediğimiz, bunun caydırıcı etki yapmasıdır; hiçbir kamu görevlisinin, görevini yaparken, hizmet itibariyle işkenceye başvurmamasıdır. Bu konudaki kararlılığımızın bir ifadesi olarak bu hüküm getirilmiştir.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Devlet bankaları kredi versin efendim!

BAŞKAN - Bitirdiniz mi Sayın Bakanım?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Evet.

BAŞKAN - Sayın Fethullah Erbaş; buyurun efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum:

Tasarının 4 üncü maddesinin ( c) fıkrasında, Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesine ilave edilen fıkrada aynen şöyle söylenmektedir:

"Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."

Burada, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki o partinin grubu ve milletvekilleri, herhalde, hem grup toplantısında hem de kürsüde yapacakları konuşmalardan dolayı bir fikrin odağı haline geliyorlar; o zaman, bizim, kürsü dokunulmazlığımız, yasama dokunulmazlığımız nereye gidiyor? Yani, bu, dolanılıyor mu, zımnen kaldırılıyor mu, bundan sonra konuşmayacak mıyız, ağzımıza bant mı vuracağız?

Bunu arz etmek istiyorum, Sayın Bakanımdan da bu hususta cevap istiyorum efendim.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir saniye... Sayın Mehmet Ali Şahin arkadaşımızın da soru talebi var. Şimdi, 1,5 dakika kalmış; onu da alalım, size fazla süre vereceğim; her iki soruyu da yanıtlamış olursunuz.

Buyurun Sayın Şahin.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Tasarının 5 inci maddesinde, bir derneğe sürekli olarak üye olamayacaklar, bir de beş yıl süreyle üye olamayacaklarla ilgili bir düzenleme var. Bu beş yıl süreyle üye olamayacaklarla ilgili bir çelişki olduğu kanaatindeyim. Diyelim ki, bir kişi, Türk Ceza Kanunun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasından hüküm giydi; tahliye tarihinden itibaren üç yıl sonra da, gitti, ilgili ceza mahkemesinden memnu hakların iadesini aldı; memnu haklarının iadesi kararı bir derneğe üye olma imkânı da sağlayacağından, niye iki yıl daha fazladan beklesin bu şahıs? Bunu öğrenmek istiyorum efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, Sayın Erbaş'ın sorusuna cevap vermek istiyorum. Anayasa hükümlerini bir arada yorumlamak durumundayız, bir arada değerlendirmek durumundayız; çünkü, odak tanımı, Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrasında yer almaktadır. Biz, o tanımı, tasarıya, sadece metne uygun küçük bir ibare değişikliği yapmak suretiyle almış bulunuyoruz; dolayısıyla, yeni bir hüküm getirmiş değiliz; Anayasada yer alan odak tanımı tekrarlanmıştır.

Anayasanın 83 üncü maddesindeyse, yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı düzenlenmiştir. Elbette, milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, grupların kürsülerinde serbestçe konuşacaklardır, yasama dokunulmazlıkları vardır; o konu ayrı; ama, burada, 69 uncu maddede düzenlenen, siyasî partilerin Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen fiillerin odağı haline gelmesi ve bu çeşit fiillerin, açıkça veya zımnen, partide, gösterilen yetkili organlar tarafından benimsenmesidir. O bakımdan, bu maddelerin her ikisi de eşit Anayasa hükümleri olduğuna göre, bunlar arasında bir çelişki söz konusu değildir. Biri, siyasî partilerin kapatılması rejimiyle ilgilidir, birisi de siyasî partilerin kapatılması rejimi yanında milletvekili dokunulmazlığıyla ilgilidir. Milletvekilleri, bu sorumsuzluk çerçevesinde, yasama sorumsuzluğu çerçevesinde, buradan, her görüşü ifade edebilirler, gruplarında her görüşü ifade edebilirler; ama, eğer onlar, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen fiillerin açıkça benimsenmesi anlamına geliyorsa durum farklıdır. Ki, burada, Anayasanın 69 uncu maddesinde öngörülen, milletvekillerinin kişisel olarak değil, ama, büyük kongre, genel başkan, merkez karar ve yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi söz konusudur. Bu, dikkatle okunduğu zaman, milletvekillerinin kişisel olarak ya da grupları adına yapacakları konuşmalarda yasama dokunulmazlıkları başkadır -o, 83 üncü madde kapsamındadır- ama, 69 uncu maddede sıralanan grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmek, belirli organların davranışıyla ilgilidir.

Sayın Mehmet Ali Şahin'in sorusuna gelince; 312 nci maddeden dolayı, burada, beş yıllık bir dernek kurma hakkından yoksunluk öngörülmektedir. Aslında şu andaki düzenlemede bu, sürekli yoksunluk nedenidir; dolayısıyla, burada iyileştirme, demokratikleşme yolunda bir iyileştirme söz konusudur. Şüphesiz, eğer, bu maddeden dolayı mahkûm olmuş bir kimse, üç yılın sonunda, iyi hal göstererek, mahkeme kararıyla memnu haklarına kavuşacak olursa, bu arada, dernek kurma hakkına da kavuşmuş olacaktır, bu yoksunluk da ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla, beş yıllık süre değil; ama, o memnu hakların iadesi tarihinden itibaren dernek kurma hakkına da kavuşmuş olacaktır.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Beş yıl beklemeye gerek kalmadan, daha erken olmak mümkün; tamam.

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

III. - YOKLAMA

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce bir yoklama isteği gelmiştir.

Şimdi, yoklama isteğinde bulunan milletvekillerinin Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:

Turhan Güven?.. Burada.

Ahmet İyimaya?.. Burada.

Kemal Kabataş?.. Burada.

Mehmet Sadri Yıldırım?.. Burada.

Ali Rıza Gönül?.. Burada.

Nevzat Ercan?.. Burada.

Erdoğan Sezgin?.. Burada.

Oğuz Tezmen?.. Burada.

Ali Rıza Gönül ikinci kez yazılmış...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Efendim, Ali Rıza Gönül Bey orada, ikinci kez yazmışlar, onu diyorum.

Eyüp Fatsa?.. Burada.

Sait Açba?.. Burada.

Sabahattin Yıldız?.. Burada.

Dengir Fırat?.. Burada.

Ramazan Gül?.. Burada.

Mehmet Batuk?.. Burada.

Faruk Çelik?.. Burada.

Ramazan Toprak?.. Burada.

Sacit Günbey?.. Burada.

Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada.

Kemal Çelik?.. Burada.

Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, çok az bir fark var; yani, birkaç kişilik bir fark.

Sayın grup başkanvekilleri uygun görürse, bir 10 dakika ara verelim.

21.40'ta toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

                       

Kapanma Saati : 21.30

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.40

BAŞKAN: Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER (Ankara)

 

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

III. - YOKLAMA

BAŞKAN - 839 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce yoklama istenmişti ve toplantı yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, yoklamayı tekrarlayacağım.

Elektronik cihazla yoklama yapacağım ve 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı bulunamamıştır. Uyum yasalarına ilgi gösteren, katkı yapan tüm değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 26 Mart 2002 Salı günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

                       

Kapanma Saati : 21.48

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.