DÖNEM
: 21 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 80 38 inci Birleşim 12 . 12 . 2001 Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi
Önergelerı 1.– İçel Milletvekili Yalçın Kaya ve 27
arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin yol açtığı zararların
araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/227) B) Tezkereler ve Önergeler 1.– (9/4) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/938) 2.– (10/124) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin 15.12.2001
tarihinden itibaren 1 ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/939) IV.–
ÖNERİLER A) Danişma Kurulu Önerılerı 1.– Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler " kısmındaki sıralamanın
yeniden yapılması ile, Genel Kurulun
13.12.2001 günkü birleşiminin yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi V.– KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) 2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899)( S.
Sayısı : 773) 3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı :
755) 4.– 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.
Sayısı : 774) VI.– SORULAR VE CEVAPLAR A) Yazili Sorular ve Cevaplari 1.– Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın,
4667 sayılı Avukatlık Kanunundaki değişikliğe ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/5015) 2.– İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın; Yeni telefon rehberinin ne zaman
yayınlanacağına ve Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim
araçları aracılığıyla müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye İlişkin soruları ve Ulaştırma Bakanı Oktay
Vural'ın cevabı (7/5092, 7/5093) 3.– Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, Kırıkkale İlinde son bir yılda işlenen suçlara ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5096) 4.– Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın,
gözaltı sırasında gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5100) 5.– Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize'de sel felaketinin neden olduğu zararlara ve elektrik
borçlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın
cevabı (7/5120) 6.– Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in; Bakanlığın emanet ve envanterinde bulunan
eserlere ve Bakanlığın kontrolündeki bazı tabloların
kaybolduğu iddialarına İlişkin soruları ve Kültür Bakanı
İstemihan Talay'ın cevabı (7/5128, 7/5129) TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak dört oturum yaptı. 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900,
3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774)
görüşmelerine devam olunarak; Maliye Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edildi. Gelir Bütçesi üzerindeki görüşmeler
tamamlandı. 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı, 2002
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının ve 2000 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının 12 Aralık 2001 Çarşamba günkü
birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı Alınan karar gereğince 12 Aralık 2001
Çarşamba günü, saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 01.10'da son verildi.
No.
: 49 II. – GELEN KÂĞITLAR
12.12.2001 Çarşamba Tasarılar 1.– Türk Silâhlı
Kuvvetleri Stratejik Hedef Planının Gerçekleştirilmesi Maksadıyla Gelecek
Yıllara Sari Taahhütlere Girişme Yetkisi Verilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/935) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.12.2001) 2.– 354 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/936) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 7.12.2001) 3.– Türk Silâhlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/937) (Millî Savunma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) Teklifler 1.– Balıkesir
Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve 8 Arkadaşının; Tarım ve Hayvansal Ürünler
Sigortası Kanun Teklifi (2/846) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Adalet ve Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001) 2.– Bursa Milletvekili
Hayati Korkmaz ve 4 Arkadaşının; Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/847) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001) 3.– Antalya Milletvekili
Mustafa Vural ve 4 Arkadaşının; Antalya İli Kale İlçesi Adının
"DEMRE" Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/848)
(İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001) 4.– Osmaniye Milletvekili
Birol Böyüköztürk ve 27 Arkadaşının; Terörle Mücadele Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/849) (İçişleri ve Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.12.2001) 5.– Kocaeli Milletvekili
M. Vecdi Gönül'ün; Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/850) (Anayasa Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5.12.2001) 6.– Malatya Milletvekili
Namık Hakan Durhan ve 6 Arkadaşının; İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara
Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/851) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 6.12.2001) 7.– Antalya
Milletvekilleri A.Sancar Sayın, Metin Şahin ile Mustafa Vural'ın; Çavuşköy
Adının Adrasan Olarak Değiştirilmesiyle İlgili Kanun Teklifi (2/852) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.12.2001) 8.– İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı ve 33 Arkadaşının; Siyasi Koruma ve Ahlak Komisyonu Kanunu
Teklifi (2/853) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001) Tezkere 1.– Malatya Milletvekili
Namık Hakan Durhan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/937) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001) Sözlü Soru Önergesi 1.– İstanbul Milletvekili
Ahmet Güzel'in, yanık yoğun bakım ünitelerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1653) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1.– Çorum Milletvekili
Melek Denli Karaca'nın, Çorum İlinde yeni bir üniversite kurulup
kurulmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5253) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.12.2001) 2.– Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Irak'a uygulanan ambargo ve Suriye ile vize
ve konsolosluk ilişkilerine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5254) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) 3.– Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, olağanüstü hal bölgesinde tutuklu sanıkların kolluk
kuvvetlerince yeniden sorgulanabilmesine imkan veren 430 sayılı KHK hükmüne
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5255) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.12.2001) 4.– Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, BAĞ–KUR'un eczanelere yaptığı ilaç
bedeli ödemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5256) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) 5.– Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, BDDK eski Başkanı tarafından İktisat Bankasına yazıldığı
ileri sürülen bir yazıya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5257)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) 6.– Balıkesir
Milletvekili İlhan Aytekin'in, bir sendika genel başkanının gözaltına
alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5258)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001) 7.– Tekirdağ Milletvekili
Nihan İlgün'ün, Tekirdağ-Hayrabolu'daki tarihi Osmanlı Köprüsüne ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5259) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.12.2001) 8.– Tekirdağ Milletvekili
Nihan İlgün'ün, Tekirdağ-Hayrabolu'daki tarihi Osmanlı köprüsüne ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5260) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001) 9.– İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz'ün, bir tıp kitabının izinsiz alıntıyla hazırlandığı iddiasına ve
kitabı hazırlayanlarla ilgili bir işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5261) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.12.2001) 10.– Erzurum Milletvekili
Lütfü Esengün'ün, bir sendika genel başkanının gözaltına alınmasına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5262) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.12.2001) 11.– Konya Milletvekili
Veysel Candan'ın, TSK ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5263) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001) 12.– Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, Erzurum Havaalanı inşaatında kullanılan dolgu malzemelerine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5264) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.12.2002) Meclis Araştırması Önergesi 1.– İçel Milletvekili
Yalçın Kaya ve 27 arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin yol açtığı
zararların araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi
için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/227)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1.– Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir İli ve İlçelerinin balıkçı barınakları
ödeneklerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4989) 2.– Konya Milletvekili
Özkan Öksüz'ün, Çevre Bakanı'nın önemli görevlere yakın akrabalarını atadığı
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4992) 3.– Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, bazı öğretim üyelerine yapılan uygulamalara ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4998) 4.– Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, TBMM Genel Kurulunda yaptığı bir açıklamaya ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5002) 5.– Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, Başbakanlık binasının önündeki caddenin trafiğe
kapatılmasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5010) 6.– Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, camilerde okutulan Cuma hutbesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/5013) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.00 12 Aralık 2001 Çarşamba BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU
(Hatay) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 38 inci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri,
2002 Malî Yılı Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz;
ancak, görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır;
bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutacağım. Efendim, bu önemli,
mecburum okutmaya; çünkü, İçel'le, Mersin'le ilgili. Onun için, hiç kusura
bakmayın. Buyurun okuyun: III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi
Önergelerı 1.– İçel
Milletvekili Yalçın Kaya ve 27 arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin
yol açtığı zararların araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin
giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/227) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İçel İli merkez ve
ilçelerinde yaşanan sel felaketinin sebep olduğu zararların tespit edilerek
vatandaşlarımızın uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması gereken
tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105
inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması için gereğini arz
ederiz. Saygılarımızla. 1- Yalçın Kaya (İçel) 2- Enis Öksüz (İçel) 3- Hidayet Kılınç (İçel) 4- Cahit Tekelioğlu (İçel) 5- Edip Özgenç (İçel) 6- Akif Serin (İçel) 7- Mustafa Murat
Sökmenoğlu (İstanbul)
8- Koray Aydın (Ankara) 9- Mükerrem Levent (Niğde) 10 - Seydi Karakuş (Kütahya) 11- Hasan Çalış (Karaman) 12- Mükremin Taşkın (Nevşehir) 13- Mustafa Haykır (Kırşehir) 14- Cumali Durmuş (Kocaeli) 15- Nesrin Ünal (Antalya) 16- Süleyman Coşkuner (Burdur) 17- Abbas Bozyel (Iğdır) 18- Mustafa Güven Karahan (Balıkesir) 19- Tayyibe Gülek (Adana) 20- Ali Tekin (Adana) 21- İsmet Vursavuş (Adana) 22- Yücel Erdener (İstanbul) 23- Murat Başesgioğlu (Kastamonu) 24- Erkan Kemaloğlu (Muş) 25- Beyhan Aslan (Denizli) 26- Hüseyin Akgül (Manisa) 27- Ali Gebeş (Konya) 28- Mücahit Himoğlu (Erzurum) Gerekçe: İçel İli merkez
ve ilçelerinde 20 Kasım 2001 tarihinde başlayarak 9 Aralık 2001 Pazar sabahına
kadar fasılasız devam eden, zaman zaman da şiddetini artıran yoğun yağışlar
sebebiyle meydana gelen sel felaketi, 5 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanmış ve
bölgemizde büyük maddî hasarlara yol açmıştır. İçel İli ve ilçelerinin
maruz kaldığı bu sel felaketinden sonra, elektrik, su, kanalizasyon, iletişim,
yol, köprü ve tarım arazileri zarar görmüştür. Konut, işyeri, ekili ve
dikili alanları zarar gören vatandaşlarımıza gereken yardımların bir an önce
yapılması, devlet olmanın bir gereğidir. Ayrıca, bu yardımların daha etkili
olabilmesi için, İçel İlinin bir an önce afet kapsamına alınması gerekmektedir.
İçel merkez ilçe ve
Tarsus, Erdemli, Silifke, Anamur, Bozyazı ilçeleri başta olmak üzere, bütün
ilçelerde yağış etkili olmuş, yaklaşık 120 000 dekar tarım arazisi ve yerleşim
yerleri sular altında kalmıştır. Afet sebebiyle, bölgede,
trafo, elektrik ve telefon hatları zarar görmüştür. Karayollarımızın bir bölüm
hasar görerek trafiğe kapatılmış, çok sayıda köprü, menfez ve benzeri sanat
yapılarında büyük miktarda hasar meydana gelmiştir. Ayrıca, merkez ilçeye
bağlı Değirmençay Beldesi, Merkez Korucular, Sarılar, Takanlı Köyleri ile
Çamlıyayla İlçesi, Erdemli İlçesi, Çamlı ve Doğulu Köyleri ile Mut, Balabanlı
Köylerinde heyelan olmuştur. İçel Valiliğince
oluşturulan kriz masasınca, 10 Aralık 2001 tarihî itibariyle yapılabilen
tespitlerde, 2 864 konut, 731 işyeri, 48 resmî bina olmak üzere, toplam 3 643
binada hasar meydana gelmiştir. İçel İlimizde, bir daha bu tür felaketlerin
yaşanmaması veya etkisinin en aza indirilebilmesi için, şehrin altyapısı
yeniden tamir edilip güçlendirilmelidir. Torosların eteklerinden gelen ırmak ve
akarsular üzerine gölet, bent veya barajlar yapılmalıdır. Heyelan bölgeleri
önceden tespit edilmeli, denizde dalgakıranlar oluşturulmalıdır. Yukarıda açıklanan
gerekçelerle ülkemizin tarihiyle, kültürüyle, turizmiyle, narenciyesiyle, yaş
sebze ve meyvesiyle, kara ve deniz ticaretiyle, güneyin inci şehirlerinden İçel
İlimizde meydana gelen sel felaketine Parlamentomuzun el koyması ve bu konuda
bir Meclis araştırması komisyonu kurularak, yerinde inceleme yapılmasında büyük
yararlar bulunmaktadır. BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır. Belki, bir karar alırsınız, öne çekeriz. Efendim, şimdi (9/4) esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının bir tezkeresi vardır;
okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – (9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu
Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye
seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/938) 11.12.2001 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Komisyonumuz, Başkan,
Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip üyelerini seçmek üzere 11.12.2001 Salı günü saat
12.00'de Ana Bina PTT Karşısı Soruşturma Komisyonu Toplantı Salonunda 13 üyeyle
toplanmış ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere
seçilmişlerdir. Komisyon
Geçici Başkanı Mustafa
Kemal Aykurt Denizli Adı ve Soyadı Seçim Bölgesi Aldığı Oy BAŞKAN : İbrahim
Yavuz Bildik (Adana) (10 oy) BAŞKANVEKİLİ : Salih Erbeyin (Denizli)
(11 oy) SÖZCÜ : Sefer
Ekşi (Kocaeli) (11 oy) KÂTİP : Tahsin
Boray Baycık (Zonguldak) (11 oy) BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur efendim. Sayın milletvekilleri,
Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak
ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin uzatılmasına dair bir
tezkeresi vardır; okutuyorum: 2. – (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu
Başkanlığının, komisyonun görev süresinin 15.12.2001 tarihinden itibaren 1 ay
daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/939) 10.12.2001 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Bitlis-Ahlat İlçesinin
tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal
yönden kalkınması için alınması gereken önlemleri belirlemek üzere Anayasanın
98 nci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunun 5.6.2001 tarihli 112 nci Birleşiminde kurulan (10/124)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonumuz, Genel Kurul tarafından verilen 3
aylık sürede çalışmalarını tamamlayamamıştır. Bu nedenle, 10.12.2001 tarihinde
toplanan Komisyonumuz, Genel Kuruldan, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre,
15.12.2001 tarihinden itibaren 1 aylık eksüre istenmesine karar verilmiştir. Gereğini bilgilerinize
arz ederim. İbrahim
Halil Oral Komisyon
Başkanı Bitlis BAŞKAN - İçtüzüğün 105
inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, araştırmasını üç ay içerisinde
bitirmeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir hükmü gereğince, komisyona
bir aylık süre verilmiştir efendim. Bilgilerinize sunulur. Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; önce okutup, sonra oylarınıza sunacağım
efendim: IV. – ÖNERİLER A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ 1. – Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmındaki sıralamanın yeniden yapılması ile, Genel Kurulun
13.12.2001 günkü birleşiminin yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No. : 98 Tarihi : 11.12.2001 Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 30
uncu sırasında yer alan 100 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 10 uncu
sırasına, 180 inci sırasında yer alan 559 sıra sayılı Kanun Tasarısının 11 inci
sırasına, 152 nci sırasında yer alan 497 sıra sayılı Kanun Tasarısının 12 nci
sırasına, 201 inci sırasında yer alan 603 sıra sayılı Kanun Tasarısının 13 üncü
sırasına, 228 inci sırasında yer alan 647 sıra sayılı Kanun Tasarısının 14 üncü
sırasına, 40 ıncı sırasında yer alan 80 sıra sayılı Kanun Tasarısının 15 inci
sırasına, 249 uncu sırasında yer alan 690 sıra sayılı Kanun Tasarısının 16 ncı
sırasına, 207 nci sırasında yer alan 615 sıra sayılı Kanun Tasarısının 17 nci
sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 565 sıra sayılı Kanun Tasarısının 18 inci
sırasına, 254 üncü sırasında yer alan 696 sıra sayılı Kanun Tasarısının 19 uncu
sırasına, 208 inci sırasında yer alan 616 sıra sayılı Kanun Tasarısının 20 nci
sırasına, 209 uncu sırasında yer alan 617 sıra sayılı Kanun Tasarısının 21 inci
sırasına, 52 nci sırasında yer alan 165 sıra sayılı Kanun Tasarısının 22 nci
sırasına, 98 inci sırasında yer alan 353 sıra sayılı Kanun Tasarısının 23 üncü
sırasına, 45 inci sırasında yer alan 117 sıra sayılı Kanun Tasarısının 24 üncü
sırasına, 270 inci sırasında yer alan 735 sıra sayılı Kanun Tasarısının 25 inci
sırasına alınmasının ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.12.2001 Perşembe
günkü birleşiminin yapılmamasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür. Yüksel
Yalova Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Vekili M. Emrehan Halıcı İsmail Köse DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili Turhan Güven Beyhan Aslan DYP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili Salih Kapusuz Veysel Candan AK Parti Grubu Başkanvekili SP Grubu Başkanvekili BAŞKAN - Efendim, bu
konuda, aleyhte, lehte söz isteyen yok. Yalnız, ben, naçizane,
bütün gruplarla konuşmuştum; meşhur yumurta komisyonu var, yumurta komisyonu
raporu var Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin'in; Turan Bilge rahmetli
oldu, Komisyon Başkanı, Abdulhalûk Mehmet Çay bakan oldu, sadece Ahmet Derin
Bey... Ona rica edeceğiz, siz de rica edersiniz, komisyonu teşrif eder,
komisyonu toplarız. Bayramdan sonraki çarşamba günü -kapanırken de ifade
edeceğim- bunu görüşürüz; çünkü, denetim günleri salı günü, salı günü bayram
olduğuna göre, bu alacağınız kararda ona öncelik vermemişsiniz. Onun için, ben, şifahen,
sizin de benim fikrime iştirakiniz devam ediyorsa, zabıtlara geçmesi bakımından
söylüyorum, yumurta komisyonu raporu görüşülecek. Şimdi, okunan Danışma
Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, bu
arada 177 misafirimiz var; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu izliyor.
Millî Eğitim Bakanlığı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Geliştirme Vakfı Özel
İlköğretim Okulu öğrencileri, geleceğin teminatı olan bu çocuklarımız, bugün
Genel Kurulu izlemektedirler. Şu anda Genel Kurulda oturuyorlar; kendilerine,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Divan adına ve zatıâlileriniz adına
hoş geldin diyorum efendim. (Alkışlar) Teşekkür ediyorum
efendim. Şimdi, programa göre,
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarıları üzerinde görüşmelere başlıyoruz. V .– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S.Sayısı:754) (1) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/900,
3/900, 3/898, 3/899) ( S.Sayısı: 773)
(1) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S.Sayısı:755) (1) 4.- 2000 Malî Yılı
Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.Sayısı: 774) (1) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldı.
(1) 754, 755, 773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek
Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu Birleşim Tutanağına eklidir. Bu görüşmelerde, gruplar
ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, 45'er dakika; İçtüzüğün 86 ncı maddesine
göre yapılacak kişisel konuşmalar ise, 10'ar dakikadır efendim. Şimdi, grupları ve
şahısları adına söz alan üyelerden başlıyoruz. İlk söz, Demokratik Sol
Parti Grubuna aittir. İlk konuşmacı, Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA AYDIN
TÜMEN (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, Demokratik Sol
Parti Grubu adına son konuşmalardan birini yapmak üzere söz almış bulunuyorum;
Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan
önce, ulusumuzun Ramazan Bayramını ve yeni yılını şimdiden kutluyorum. 2002 yılının,
ülkemize ve bütün dünyaya barış, huzur, refah ve sevgi getirmesini diliyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi, 2001 yılı şubat ayında başgösteren bir
finansal kriz, bütün sektörleri etkiledi ve bizi, topyekûn, bir ekonomik krizin
içerisine sürükledi. Yalnız bizde değil,
dünyanın her yerinde, finansal istikrarın bozulması, tüm ekonomiyi olumsuz
yönde etkiler; bu, bilinen bir gerçektir. Ülkemizdeki malî sektör
krizinin yanı sıra, 2001 yılında, dünya ekonomisi de bir durgunluğun içerisine
girdi. Başta, ABD olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bir ekonomik durgunluk
başladı. Gelişmekte olan ülkelerde de büyüme hızı düştü. Böylece, dünya
ekonomisinde bir yavaşlama ve daralma meydana geldi. 11 Eylülde ABD'ye yapılan
terörist saldırı ve 8 Ekim'de Afganistan'a yapılan müdahale ise, ileriye dönük
umutlu beklentileri tersine çevirdi. Saldırının, havayolu ulaştırması,
sigortacılık ve turizm sektörlerindeki olumsuz etkisi hemen hissedildi. Dünyadaki bu gelişmeler,
ekonomimizdeki iyi gidişi, bir süreliğine kötüye çevirdi ve ekonomimizdeki
olumlu gidişte bozulmalar meydana getirdi; krizi atlatma süremizi biraz
geciktirdi; ama, krizi aşma yolunda çok önemli mesafeler kaydettiğimiz de bir
gerçek. Ancak, bazılarının bilmezden geldiği bir gerçek daha var; o da,
içerisine sürüklendiğimiz krizin nedenleri, sadece bugüne bakarak anlaşılamaz.
2000'li yıllara girdiğimiz bir sırada meydana gelen bu krizin nedenlerini anlamak
için, biraz gerilere bakmamız gerekiyor. Türkiye, neden böylesine
ağır bir ekonomik krizin içerisine sürüklendi? Bu sorunun cevabını verebilmek
için, 1990'dan sonra uygulanan popülist politikaları hatırlamak gerekiyor.
Birkaç oy uğruna, ülkenin geleceğinin nasıl ipotek altına alındığını
hatırlamamız gerekiyor. Kamu bankalarının nasıl peşkeş çekildiğini hatırlamamız
gerekiyor. Ülke kaynaklarının nasıl yağmalandığını, seçimlere beş kala bol
keseden nasıl ulufe dağıtıldığını, hafızası zayıf olanlara bir kez daha hatırlatmamız
gerekiyor. (DSP sıralarından alkışlar) 1991 yılında yaşanan
Körfez Krizinin, ülke ekonomisine ağır bir darbe vurduğunu hepimiz biliyoruz.
Peki, bu kriz sonrası ne yapıldı; ekonomide yaşanan olumsuzluklara çözüm
aramak, ekonomide yapısal değişimleri gerçekleştirmek ve yarını düşünmek yerine
ne yapıldı? Günü kurtarmanın yolları arandı, sorunların üstü örtüldü, çözümler
ertelendi. Uzun yılların, popülist
politikaları, ülkemizi ağır bir ekonomik krizin içerisine itmiştir. Siyasî
iktidarlar, olmayan kaynakları, oy uğruna çeşitli kesimlere dağıtarak,
ekonomide gerekli yapısal reformları yapmayarak, kamu açıklarını sürekli
büyüterek, devlet bankalarını zarara uğratarak, sosyal güvenlik kurumlarını
batırarak, banka hortumcularına göz yumarak, yolsuzluklarla mücadele etmek
şöyle dursun, tam tersine, ülkemizde yolsuzlukları kurumsallaştırarak, ülke
ekonomisini adım adım krize sürüklediler. Yarınlarımızı değil, günü düşündüler;
günü kurtarmanın yollarını aradılar. Belki, günü kurtardılar; ama, yarını daha
büyük sorunlara gebe bıraktılar. Sayın Çiller,
Başbakanlığı döneminde, 1994 yılının şubat ayında, yerel seçimlere beş hafta
kala, esnafa 5 trilyon kredi sözü verdiğini bilmem hatırlar mı?! DYP-SHP
iktidarı döneminde, sosyal güvenlik yasalarında yapılan değişiklikle, emeklilik
yaşını indirdiklerini ve sosyal güvenlik kurumlarının büyük bir hızla açık
vermeye başladığını bilmem hatırlarlar mı?! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
O dönem, o dönem değil; yanlış söylüyorsun dönemi... AYDIN TÜMEN (Devamla) -
KİT'lerin birer arpalık gibi kullanıldığını bilmem hatırlarlar mı?! Bütün bunların sonucunda
ne oldu; kamu açıkları katlanarak, büyük bir hızla artmaya başladı. Kamu
açıklarını kapatmak için devlet ne yaptı; sürekli iç borçlanmaya gitti. Evet, Türkiye ekonomisi,
son yirmi yılda, köklü değişiklikler yaşadı; ama, ekonominin bazı hastalıkları
da günümüze kadar süregeldi. Neydi bu hastalıklar; bu hastalıklar, yüksek
enflasyon, yüksek faiz ve yüksek kamu açıklarıdır. Yine, bugünlere
gelmemizde rol oynayan, makroekonomik dengesizliklere neden olan birçok yapısal
sorunun, uzun yıllar çözümsüz bırakılmasıdır. Aklın ve bilimin gerekleri
yerine, popülist politikaların uygulanmasıdır. Bütün bunların sonucunda,
1990'lı yıllarda, ülke ekonomisi sık sık krizler yaşamaya başladı. Kısaca,
başta kamu bankaları olmak üzere, malî sistemdeki yapısal bozukluklar, kamu
açıklarının sürekli olarak artması ve bunun yüksek reel faizli borçlanmayla
karşılanması, ülkemizi krizlerle boğuşmaya mahkûm etti. 1997 yılının ikinci
yarısından itibaren ekonomimiz, genel bir toparlanma sürecine girmişti. Enflasyon,
yüzde 90'lardan, uzun süredir ilk kez yüzde 30'ların altına inmişti. Yatırımlar
hızlanmıştı. Tam bu sırada, Asya ülkelerinde başlayan ve daha sonra tüm dünyaya
sıçrayan ve bu arada Rusya'yı da önemli ölçüde etkileyen bir kriz patlak verdi.
Bu nedenle, 1999 yılında ekonomimiz daralmaya başladı. 1999 yılında yaşanan iki
büyük deprem felaketi de, ekonomiye ağır yük getirdi. 1990'lı yıllarda
enflasyon öyle yüksek seyretti ki, devlet, içte ve dışta yüksek faizle
borçlanmak zorunda kaldı. 1998 yılına gelindiğinde, 1990 yılında millî gelirin
yüzde 28'i kadar olan borç stoku, yüzde 60 gibi yüksek bir orana ulaştı. Bütün bunların sorumlusu,
herhalde bu hükümet değil. Sayın Çiller, ilk günkü
konuşmasında Genel Kurula bir ekonomi dersi verdi. Hepimize "yazın, not
alın" dedi. Kendisi, bildiğiniz gibi, ekonomi profesörüdür, ekonomiden
sorumlu bakanlık ve Başbakanlık yaptı. Özellikle 1994 yılında yaşanmış olan
ekonomik kriz neticesinde, 1995 yılının bütçesi görüşülürken, acaba o zamanki
hükümet neler yaptı, neler konuşuldu diye arşivi bir karıştırdığımızda, asla ve
asla hiçbir programı olmadığını, geleceğe yönelik hiçbir çalışmaya niyetleri
olmadığını ve o konuşmalarda, genellikle, baştan sona, Bosna'dan girilip,
Çeçenistan'dan çıkıldığını gördük; ama, bugün, geldiğimiz noktaya baktığımızda,
bizlere ders vermeye çalışılıyor "not tutun, not alın, not yazın"
deniliyor. Biz, bunu duyardık, kendi grup toplantısında, Sayın Çiller,
milletvekili arkadaşlarına "bunları not tutun, bunları not alın, ileride
bunları size soracağım" dediğini duyardık; ama, inanmazdık; hakikaten
Parlamentoyu bir sınıf yerine koydu, milletvekillerini bir öğrencisi yerine
koydu... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sizlere de soracak bundan sonra. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
...ve burada, not almamızı söyledi. Gerçekten, Sayın
Çiller'in, geçmişteki mesleğine ne kadar özlem duyduğu, burada, bir kez daha
ortaya çıkmış oldu. Doğrudur, belki Sayın Çiller, geçmiş öğretim üyeliğine
gerçekten büyük bir özlem duyuyor olabilir, bunda da haklıdır ve buradaki konuşması
da bunu göstermiştir; ama, görünen odur ki, herhalde ilk seçimde, o çok
özlediği görevine kesinlikle dönecek. (DSP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bilmeyenler unutmasın diye not aldırıyor, Sayın Başkan. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - 95'te kriz bu kadar dibe vurmamıştı. Kimse duymadı... AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Şimdi, Sayın Çiller eleştiriyor, hükümetin vergi koymasından yakınıyor; ama, o
dönem getirilen vergileri bilmem hatırlar mısınız "ekonomik denge vergisi,
net aktif vergisi, ek gayrimenkul vergisi, ek motorlu taşıtlar vergisi"
gibi, buna benzer birçok vergi o dönem getirildi. Getirilebilir, kriz
dönemlerinde bunlar olabilir, belli dönemlerde krizin aşılması için birtakım
tedbirler alınabilir; ama, önemli olan köklü çözümlerdir. İşçilerin fazla mesai
ücretlerini kısmaya çalıştınız, tüketim mallarına 2 katından fazla zam
yaptınız. Eğer, bunları unuttuysanız, ben size yeniden hatırlatmak istedim.
Sütten çıkmış ak kaşık gibi gelip burada ekonomi dersi veriyorsunuz. Sayın Çiller diyor ki:
"Türkiye, yolsuzlukta dünya dördüncüsü oldu, ülkenin vergilerinin yüzde
36'sı yolsuzluğa gitti." Oysa, geçmişin yolsuzlukları bu dönemde ortaya
çıktı; yapılan yolsuzluk operasyonlarının sayısı, bu hükümet döneminde,
cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına ulaştı. Her türlü yolsuzluğun,
rüşvetin, çetelerin, mafyanın üzerine kararlı bir biçimde giden 57 nci hükümet
oldu; birçok dava açıldı. Bu operasyon isimlerini sizlere saymakla vaktinizi
almak istemiyorum. Şimdi soruyorum: Siz,
hangi yolsuzluğu ortaya çıkardınız; yolsuzlukla mücadele için hangi kanunu
çıkardınız; kamu bankalarını neden özelleştirmediniz; bankalar, sahipleri
tarafından hortumlanarak batırılırken, neden seyirci kaldınız; iktidarınız
zamanında, neden bankacılık reformunu yapmadınız? Genel Başkanımız Sayın
Bülent Ecevit defalarca ricada bulundu; "ekonominin ve malî sektörün en
önemli sorunu, bankacılık sisteminin zayıflığıdır. Bankacılık konusunda acilen
bir düzenlemeye ihtiyaç var; gelin, sadece, bankacılık alanındaki bu düzenlemeyi
yapalım" dedi. Neden, o zaman destek olmadınız? (DSP sıralarından
alkışlar) İşte, sizlerin yapamadığı
bu atılımları, bu reformları, 57 nci hükümet ve onunla uyumlu çalışan 21 inci
Dönem Meclisimiz gerçekleştirdi. 57 nci cumhuriyet hükümetinin getirdiği reform
kanunlarını, bugüne kadar hiçbir iktidar göze alamadı, hiçbir iktidar yapmaya
cesaret edemedi. Bugüne kadar gerçekleştirilemeyen, hatta, hayal bile
edilemeyen yasal değişimleri 57 nci hükümet gerçekleştirdi. Popülizmden uzak,
parti çıkarından uzak, yalnızca ülkenin çıkarını düşünerek, ülkenin yarınını
düşünerek, cesaretli adımlar attı. Bu adımları attı ki, ülkemiz bir daha böyle
krizler yaşamasın. Bankacılık sektörü
reformu yapıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruldu. Banka
hortumlamalarının önüne geçildi. Kamu maliyesinde şeffaflık sağlamaya, Merkez
Bankasının bağımsızlığını sağlamaya yönelik yasalar çıkarıldı. Kamu maliyesinde
disiplin ve saydamlık sağlamak için, fonların büyük bir bölümü kaldırıldı. Kamu
bankalarının özelleştirilmesini amaçlayan yasa çıkarıldı. Sosyal güvenlik
sisteminin finansman dengesini yeniden sağlayacak sosyal güvenlik reformu
yapıldı. İşsizlik sigortası sistemi kuruldu. Emeklilik sisteminde köklü
değişiklikler yapıldı. Elektrik ve Doğalgaz Piyasası Kanunları çıkarıldı. Yerli
ve yabancı sermaye yatırımlarının önünü açacak olan, Endüstri Bölgeleri Yasası
çıkarıldı. Gümrük mevzuatında köklü değişiklikler yapılarak, Avrupa Birliği
mevzuatına uyum sağlandı. Avrupa Birliği standartlarıyla uyumlu, şeffaflığı ve
etkinliği artıracak kamu ihale yasası da Meclise sunuldu. Bunlar, ekonomideki
yapısal dönüşümleri gerçekleştirecek önemli gelişmelerdir. Bunlar bugünü değil,
ülkenin geleceğini kurtarmayı sağlayacak yasalardır. Meclisimiz, hükümetle
uyumlu ve verimli çalışarak bu önemli yasaları çıkarmış, bu önemli reformlara
imza atmıştır. Bütün bu düzenlemelerle,
Türk ekonomisi, bir yapısal değişiklik döneminden geçiyor. Amaç, ekonomide
sadece istikrar sağlamak değil, aynı zamanda dinamizmdir; daha çok yatırım ve
üretimdir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün, Türkiye ekonomisinin temel üç sorunu var. Bunlar,
yüksek enflasyon, içborç sorunu; başta kamu bankaları olmak üzere, malî
sistemdeki yapısal sorunlar ve bu sorunlara bağlı olarak kamunun finansman
açığı ve büyüme yapısındaki bozulmadır. Ekonomimizin bu temel sorunlarını
çözmek için, 57 nci hükümet, "Güçlü Ekonomiye Geçiş" adı verilen bir
program uygulamaya koymuştur. İnşallah, program başarılı olacak ve ülkemiz en
kısa zamanda krizi atlatacaktır; bir daha da böyle krizler yaşanmayacaktır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Siz de milletin başından gideceksiniz inşallah. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; mayıs ayında uygulamaya konulan ekonomik
program kapsamında, istikrar ve reform yolunda önemli ilerleme sağlandığını
görüyoruz. 11 Eylül saldırısının ardından bir süre kötüye doğru bir gidiş
yaşandıysa da, alınan önlemlerle ekonomi yeniden rayına oturdu. Dolar düşmeye
başladı, faizler geriledi; KDV indirimiyle piyasa canlandı, ekonomi eski dinamizmine
kavuştu; ekim ayı ihracat rakamları çok iyi çıktı; kamu bankaları kâr etmeye
başladı, bankacılık sistemi düzelme yoluna girdi. Bundan sonraki hedef,
enflasyonu indirmek ve yatırımları artırarak istihdam yaratmaktır. Ülkemizin, ağır koşullu
borçlanmalara muhtaç olmayacak kadar geniş olanakları bulunuyor. Doğal
zenginliklerimizi, sanayi birikimimizi, turizm potansiyelimizi harekete
geçirerek iyi değerlendirmemiz durumunda, Türkiye, çok güçlü bir ekonomiye
kavuşacaktır. Bunun için gerekli önlemler de hükümetimiz tarafından
alınmaktadır. Türkiye, bunu başaracak güçtedir. Demokratik Sol Partinin başında
bulunduğu koalisyon hükümeti, önümüzdeki aylarda, ekonomik sorunları aşma
yönünde büyük atılımlar yapacaktır. Ülkemiz, işbaşında bulunan koalisyon
hükümetiyle, refaha kavuşma yolunda önemli işler başaracaktır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Kendinizi aldatıyorsunuz. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nüfusumuzun, hâlâ, yarıya yakını köylerde
yaşıyor. Köylerde yeterli geçim olanağı bulamayan, eğitim olanağı, sağlık
olanağı bulamayan köylülerimiz kentlere göç ediyor. Kent varoşlarında ise
köyünden daha kötü koşullarda yaşıyor. Marjinal işlerle geçinme yolunu arıyor;
kentlerimizin sorunları da böylece ağırlaşıyor. Bu nedenle, biz, Demokratik Sol
Parti olarak, öncelikle, köylerimizin ve köylümüzün kalkınmasına önem
veriyoruz. Köylerimizin kalkınması, köylülerimizin gelirlerinin artması,
köylerimizin kentlerimizdeki yaşam standartlarına kavuşması demek, ülkemizin
kalkınması demektir. Kim ne derse desin, biz, kalkınma köyden başlayacaktır
diyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Köy-Kent Projesine, bu nedenle büyük önem
veriyoruz. Köy-kentlerle köylülerimiz birçok hizmete kavuşuyor. Kentleşme, bu
şekilde köylülerimizin ayağına gidiyor. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Onun için, köylü... BAŞKAN - Sayın
Yıldırım... AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Mesudiye örneği çok başarılı oldu. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
40 000 köyü ne zaman yapacaksınız; 9 tane köyü yapmakla bitiyor mu iş?.. BAŞKAN - Sayın Gönül,
lütfen efendim... Karşılıklı konuşmayalım. SALİH DAYIOĞLU (İzmir) -
Anlamazlar!.. BAŞKAN - Lütfen
efendim... Lütfen... Karşılıklı konuşmayalım. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Bir zamanlar, köy-kenti, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal gibi görenler,
âdeta alay edenler, şimdi özür dilemek zorunda kaldılar. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - Yine alay ediyorlar!.. Yine alay ediyorlar!.. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Bu projenin bütün ülkemizde yaygınlaşması en büyük dileğimizdir. Köy-kentler,
tarımı, hayvancılığı ve sanayii geliştirecek, işsizliği azaltacak, üretim
artışı sağlayacak; kısaca, ülke kalkınmasına bir ivme kazandıracaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemiz, dünyanın en karmaşık ve gerilimli bölgesinde yer
alıyor. Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar, Ortaasya, Kafkasya gibi bütün dünyanın
gözünün devamlı üzerinde olduğu bir bölgenin merkezinde, laik demokrasisiyle,
dinamik ekonomisiyle bir istikrar adası gibi duruyor. Türkiye'nin uluslararası
ilişkilerde artan önemi, coğrafî, siyasî ve toplumsal özelliklerinden
kaynaklanıyor. Ülkemizin, Asya ve Avrupa'yı bağlayan konumu, Müslüman ama laik
yapısı ve demokrasisiyle bir örneği daha yok. Kafkaslar ve Ortaasya'yla çok
özel bağlantıları da, Türkiye'nin değerini her geçen gün artırıyor. Sahip olduğumuz bu önemli
jeostratejik konum bir yana, Türkiye, demokrasisini kesintiye uğratmadan onbeş
yıl terörle mücadele ederek başarılı oldu. Ülkemizin bu iki
özelliği, 11 Eylülden sonra, bir daha, bütün dünya tarafından daha iyi
anlaşıldı. Öyle ki, Avrupa, daha önce sürdürdüğü uzlaşmaz konumundan uzaklaştı.
Avrupa Birliğiyle ilişkiler çok olumlu bir sürece girdi. 11 Eylülden sonra,
hükümetimizin uyguladığı doğru ve başarılı dışpolitikayla, Kıbrıs ve Avrupa
Birliği de dahil olmak üzere, dışpolitikada ülkemizin manevra alanı genişledi;
Türkiye'nin eli güçlendi. Son günlerde, gerek Kıbrıs konusunda gerekse Avrupa
Birliği'yle ilişkilerde, bunu açıkça görüyoruz. Türkiye'nin dış
ilişkileri alanında yaşanan bu iyimser hava, hemen ekonomiye de yansıdı. Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinde son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi, bildiğiniz
gibi, Avrupa güvenlik ve savunma politikası ya da kısaca, Avrupa Ordusudur.
Özellikle, 1999 yılından beri, Avrupa Ordusu konusu, ülkemizle Avrupa Birliği
arasında ciddî bir gerginlik konusuydu. İki yıldan beri sürdürülen
görüşmelerde, Türkiye, haklı olarak, Avrupa Ordusu oluşumunun ve karar
mekanizmalarının dışında bırakılmaya tepki gösterdi. Türkiye'nin bu haklı
tepkisi ve ısrarcı tutumu, nihayet etkisini gösterdi. Bugün, geldiğimiz noktada
elde edilenler, dışpolitikamız açısından önemli bir başarıdır. Bu neyin başarısıdır. Bu,
Türkiye'nin bir dışpolitika konusunda veto hakkını ısrarla ve akıllıca
kullanabilmiş olmasının başarısıdır. Bu, hem akıllıca ısrarlı olunarak hem de
yapıcı bir tutum sergileyerek, dışpolitikada başarı kazanılabileceğinin
göstergesidir. Bu, ulusal çıkarlarımızdan ödün vermeden, ama, aynı zamanda
uzlaşarak çözüme varılabileceğinin göstergesidir. Nedir gelinen nokta?
Avrupa Ordusu, Ege ve Kıbrıs'ta askerî açıdan taraf olmayacaktır. NATO
olanakları kullanılarak yapılacak bir operasyonda, Türkiye, NATO üyesi olarak,
karar mekanizmaları içinde yer alacaktır. Avrupa Ordusunun NATO olanaklarını
kullanmadan yapacağı operasyonlarda da Türkiye'ye danışılacaktır. Türkiye, İngiltere ve ABD
arasında varılan bu uzlaşmanın, Avrupa Birliği ve NATO'nun mekanizmalarında da
onaylayacağını umuyoruz. Şayet, Yunanistan, bu son derece akılcı ve makul
çözümü kabul etmezse, sorumluluk onların olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; son günlerde dışpolitika gündemimizin ilk sıralarında yine
Kıbrıs sorunu var. Bu nedenle, izin verirseniz, biraz da Kıbrıs konusuna
değinmek istiyorum. Avrupa Birliği, bir yandan Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle
üyelik görüşmelerini başlatarak, 1960 Garanti Anlaşmasını ve 1960 Anayasasını
yok sayan, öte yandan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımayan bir tutum
sergiliyor. Avrupa Birliğinin, 1960 tarihli Garanti Anlaşmasının ilgili hükümlerini
bile bile, adanın bütününü temsilen Kıbrıs Rum yönetimiyle üyelik görüşmelerine
başlamasının sebebi nedir? Bunun birkaç nedeni var. Her şeyden önce,
Yunanistan, Avrupa Birliği üyesidir ve bu görüşmelerin başlaması yönünde
içeriden yoğun bir baskı uygulamaktadır. Öte yandan, Avrupa
Birliği, adanın bugünkü yapısıyla üye olmasının kendisine getireceği
maliyetleri bilmektedir. Bununla birlikte, bu tutumuyla, sorunun çözümünü
hızlandıracağını düşünmektedir. Özellikle, Avrupa Birliği üyeliğini isteyen
Türkiye'nin taviz vereceğini düşünmektedir. Sayın Denktaş'ı da ikna ederek,
sorunun çözümünü sağlayacağını hesaplamaktadır. Avrupa Birliği, bu konuya taraf
olarak, Kıbrıs sorununu iyice içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Bugün, Kıbrıs'ta
iki ayrı devlet olduğu gerçeği kabul edilmedikçe, Kıbrıs'ta iki tarafı da
tatmin edecek bir çözüm bulunamaz. Kıbrıs sorunu, ancak, iki
tarafın karşılıklı müzakereleriyle çözüme ulaşabilir. Kıbrıs sorununa çözüm
bulunmak isteniyorsa, Kıbrıs'la ilgisi olmayanlar Kıbrıs'tan ellerini
çekmelidir. Kıbrıs, Türkiye'nin
hiçbir şekilde feda edebileceği bir toprak parçası değildir. (DSP sıralarından
alkışlar) Bu gerçek herkes tarafından anlaşılmalıdır. Son günlerde iki tarafın
tekrar görüşmelere başlamış olması ve bir yumuşama ortamının doğması da son
derece olumludur. Bu arada, son zamanlarda,
bazı çevrelerde, Kıbrıs'ı, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği önünde bir engel
gibi görme eğilimleri yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Sayın Çiller de,
Sayın Ecevit'in, Kıbrıs'ı Rumlara terk ettiğini öne sürdü. Kıbrıs meselesinin,
Avrupa Birliği meselesi haline Helsinki'de getirildiğini iddia etti. Bütün
bunlar gerçek dışıdır. İSMET ATTİLA (Afyon) -
Daha belli değil... Daha belli değil... AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Kıbrıs, Avrupa Birliği sorunu haline Helsinki'de gelmemiştir. Helsinki'de Doruk
Toplantısı karar metninde Kıbrıs'la ilgili olarak yer alan ve Kıbrıs'la ilgili
görüşmelerden bir sonuç alınmasa bile, Kıbrıs'ın üyelik hakkının tanınabileceği
izlenimini veren ibarelere, Türkiye kesin olarak karşı çıkmıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Helsinki'deki imza Sayın Çiller'in değil, Sayın Ecevit'indir. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit, o zaman, kesin bir dille Kıbrıs'ta iki ayrı
devlet bulunduğu gerçeğinin gözardı edilemeyeceğini, Avrupa Birliği ile Kıbrıs
Rum yönetimi ne kadar bütünleşirse, Türkiye'nin de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetiyle o kadar bütünleşeceğini, bunda kararlı olduğunu bildirmiştir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
2004 yılıyla ilgili imzayı biz atmadık, siz attınız. AYDIN TÜMEN (Devamla) -
Bunun üzerine, o zamanki Avrupa Birliği dönem Başkanı, Finlandiya Başbakanı,
Sayın Lipponen özel olarak bir mektup göndermiş ve Kıbrıs'la ilgili karar
alınırken ilgili tüm faktörlerin göz önünde tutulacağını vurgulamıştır. Kıbrıs, Helsinki'den çok
önce Avrupa Birliği meselesi haline geldiği için, Helsinki'de bize adaylık
statüsü tanınırken, Kıbrıs meselesi karşımıza çıkarılmıştır. Sayın Çiller'in,
unuttuğu bu gerçekleri bir kez daha hatırlamasını istedik. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2001 yılında, Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda önemli bir
adım atıldı. Ulusal Program sunuldu. Bu programda, üllkemizde demokrasinin
pekiştirilmesi ve güçlendirmesi için öngördüğümüz yasal düzenlemelerin pek çoğu
da gerçekleştirildi. Bize göre, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine ihtiyacı olduğu gibi, Avrupa Birliğinin de Türkiye'ye ihtiyacı
var. Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefi doğrultusunda Avrupa'yla son günlerde
yaşanan yumuşama ve iyi ilişkiler, pek çok konuda Türkiye'nin önünü açacaktır;
buna inanıyoruz. Ancak, Avrupa Birliğinin dışında olmak, demokratik, çoğulcu,
hoşgörüye ve insan haklarına dayalı bir toplum olma hedefimizi
değiştirmeyecektir. Esas hedef de zaten budur. Bu yolda ülke olarak, Meclis
olarak, önemli mesafeler kat ettik. Meclisimiz, bütün siyasî
partilerimizin uzlaşmasıyla, Anayasamızın 34 maddesinde değişiklik yaparak
tarihî bir görevi yerine getirdi. Bu anayasa değişiklikleriyle ülkemizin
dünyadaki saygınlığı da arttı. Bu açıdan, 21 inci Dönem Meclisimizin birer
üyesi olarak hepimiz, büyük bir onur ve gurur taşıyoruz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizi, 21 inci Yüzyılın güçlü ülkesi olarak yeniden
yaratmanın yolculuğuna çıktık. Avrupa'nın bütünlüğünde eşit bir ülke olarak yer
almanın yolculuğuna çıktık. Bu yolculukta arzu ettiğimiz yere varabilmek, her
şeyden önce, ülke içinde siyasî istikrarın sağlanmasından geçer. Ülkemiz, genç ve dinamik
bir nüfusa sahip; girişimci bir özel sektöre sahip; önemi ve değeri giderek
artan bir bölgesel konuma sahip. Bütün bunlar, bize, gelecek açısından büyük
bir umut vaat ediyor. Bu avantajlarımızı iyi kullanmamız gerektiğini biliyoruz. Son günlerde, gerek
ekonomimiz gerekse dış ilişkilerimiz açısından çok olumlu bir döneme girdik;
ancak, bu olumlu gidişi sürdürmenin en başta gelen koşulu, ülkemizde iç siyasî
istikrarın devamıdır. Siyasî istikrar olmadan ekonomik istikrarın ve dış
ilişkilerimizde güven veren bir ortamın yaratılması olanaklı değildir. 57 nci
hükümet, kurulduğu günden beri uyumlu çalışarak, uzlaşarak, ülkemizde bu
istikrarı sağlamıştır; bu sayede cesaretli adımları atabilmiştir. Demokratik sistemin
temeli siyasî iktidarlardır. Siyasî iktidarlar da halkın oylarıyla gelip
giderler. Yani, iktidarlar geçicidir; esas olan, ülkedeki istikrarın kalıcı bir
biçimde tesisidir. Demokratik Sol Parti, uzlaşarak sorunları çözme kültürünü bu
ülkeye yerleştirerek, siyasî istikrarın tesisine ve kalıcılığına çok büyük
katkılarda bulunmuştur. Bu nedenle kıvançlıyız. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu düşüncelerle, 2002 yılı bütçemizin ulusumuza hayırlı
olmasını diliyor, 2002 yılının ulusumuza ve bütün dünyaya barış, huzur ve
mutluluk getirmesini temenni ederek, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu
adına, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz
sırası, Konya Milletvekili Sayın Emrehan Halıcı'da. Buyurun Sayın Halıcı.
(DSP sıralarından alkışlar) Bir ilke imza attınız
Sayın Halıcı. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) - Önceden vardı. BAŞKAN - Yok... Öyle
mi?.. Hayır, bu yeni makine efendim, yeni aldı; siz bilmiyorsunuz. Bu görüntülü
Sayın Özkan. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Teknoloji aynı Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayırlı olsun
efendim makineniz. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Teşekkürler Sayın Başkan. BAŞKAN - Bilgi çağını
temsil ediyor. Buyurun. DSP GRUBU ADINA MEHMET
EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlarken, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Çok partili demokratik
sistemin parlamentolarında yaptığımız bütçe görüşmelerinin, toplum ve devlet
yaşamı açısından çok büyük bir önemi vardır. Güncel konular ile ulusal ve
küresel hedefler ışığında vizyona dönük mesajlar, parlamento ile halk
arasındaki iletişimi güçlendirir ve zenginleştirir. Somut hizmet tartışmaları,
halkın hükümete, muhalefete, siyasete ve rejime karşı duyarlılığını artırıcı,
önemli bir rol oynar; vatandaş ile devlet, seçmen ile parti ilişkilerinde,
analitik bir yöntemle gözden geçirilmenin fırsatları doğar. Özetle, demokratik
rejimlerde bütçeler, ilgili tüm kurumlar için çok önemli bir sınavdır. Bu
sınavın en seçkin özelliği ise, şartlar ne olursa olsun, asla ertelenemez bir
sınav oluşudur. Partilerimizin değerli sözcüleri, bu sınav atmosferi içerisinde
görüşlerini ve önerilerini ilettiler. Demokratik Sol Parti Grubu olarak,
değerli katkılarından dolayı, hepsine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Değerli milletvekilleri,
2002 yılı bütçesi, 57 nci hükümet tarafından ortaya konulan bir kararlılığın
ifadesidir. Kamu maliyesi başta olmak üzere, ilgili tüm kurumlarda ekonomik
etkinliği sağlayacak yapısal reformları gerçekleştirmek; enflasyonu, bütçe
açıklarını ve reel faizleri düşürmek; yatırımı, üretimi, ihracatı, istihdamı ve
özellikle yabancı sermaye girişimini artırmak; kişiler ve bölgelerarası gelir
dağılımındaki olumsuzlukları gidermek ve böylelikle, ekonomiyi, sağlıklı ve
sürekli bir büyüme ortamına kavuşturmak. Bu hedefler, vazgeçemeyeceğimiz, geri
adım atamayacağımız ve hep birlikte başaracağımız temel hedeflerdir. Bu yılı, bildiğiniz gibi,
birtakım sıkıntılara göğüs gererek ve milletçe fedakârlık yaparak geçirdik. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ülkeyi yüzde 8 küçülttünüz, halkı fakirleştirdiniz. Aldığınız yerden nerelere
getirdiniz ülkeyi! MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - Ekonomik hayatımızdaki sıkıntıların kaynağı... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ne hale getirdiniz ülkeyi!.. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın. İstirham ederim Sayın
Gönül... MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - ...aslında, hepimizin de bildiği gibi, uzun yıllara dayanıyor. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ben söylemiyorum, bakanlarınız söylüyor, istatistikler söylüyor. MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - Sayın Başkan, sizin, çok iyi bilmeniz gereken, uzun yıllara
dayanıyor bu ekonomik sıkıntılarımız. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
5 seneden beri bu ülkenin yönetimindesiniz... BAŞKAN - Sayın Gönül,
lütfen efendim; konuşmacıya müdahale etmeyin. Siz de Genel Kurula hitap
edin efendim. Teşekkür ederim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - Sürdürülemez bir içborç dinamiğinin oluşması ve kamu bankaları birinci
sırada olmak üzere malî sistemdeki sağlıksız yapı, özellikle son on yılda,
ülkemizi ekonomik krizlerle karşı karşıya bırakmıştır. Yüksek faiz oranları,
kamu kesiminin borçlanma gereksinimini sürekli artırmış ve ekonomimizi, içinden
çıkılması her geçen gün biraz daha zorlaşan bir borç-faiz kısır döngüsü
içerisine sokmuştur. Aynı hataları tekrarlamamak için, kamu açıklarının
artmasına neden olan sorunların altını çizmekte yarar var. Çeşitli harcamaların,
kamu bankaları üzerinden, şeffaf olmayan bir biçimde gerçekleştirilmesi -ki,
bankaların görev zararları- gereğinden fazla istihdam, rasyonel olmayan maaş ve
ücret artışları, yanlış ve popülist tarımsal destekleme politikaları, sosyal
güvenlik kurumlarının aktuaryel dengelerinin bozulması ve bu yüzden, finans
açıklarının büyümesi, bütçe dışı fonların ve döner sermayelerin
harcamalarındaki artışlar; bunların merkezî idarenin denetimi dışında olmaları
nedeniyle, kamu maliyesindeki disiplinin, şeffaflığın ve bütünlüğün bozulması;
kamu yatırım projelerindeki aşırı artış, siyasî etkilere ve yönlendirmelere
açık, yüksek maliyetli ve düşük verimli bir KİT sistemi. Başbakan Sayın Bülent
Ecevit Başkanlığındaki 57 nci hükümet, gece gündüz demeden çalışan Yüce
Parlamentomuzun da katkılarıyla bu sorunların çözümü için birçok yapısal reform
ve yasal düzenlemeyi gerçekleştirmiş durumdadır. Malî sektörün yeniden yapılandırılmasını,
kamu finansmanının güçlendirilmesini, devlette şeffaflığın artırılmasını,
ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılmasını ve sosyal dayanışmanın
güçlendirilmesini amaçlayan düzenlemelere 2002 yılında da kararlılıkla devam
edilecektir. Değerli milletvekilleri,
2002 yılı bütçesinde yüzde 4 büyüme oranı, yüzde 46,4 TÜFE yıllık ortalama
fiyat artışı, 280,6 katrilyon lira gayri safî millî hâsıla hedef olarak
alınmıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hani geçen sene yüzde 10 olacaktı enflasyon, ne oldu?! Hadi ondan bahsedelim
biraz... BAŞKAN - Sabredin
efendim. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - Millet sabretmiyor Sayın Başkan, biz sabrediyoruz da... MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - Gelirlerin 71,2 katrilyon lira, giderlerin ise 98,1 katrilyon lira
olması beklenmektedir. Bu giderlerin 42,8 katrilyon lirasının -yani, neredeyse
yarısının- faiz ödemelerine gitmesi, çok önemli bir olgudur. Eğer bu faiz
ödemeleri olmasaydı -ki, bunda hepimizin suçu var- bütçemiz 15,9 katrilyon lira
artı bakiye verecekti. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Dolarlar uçtu gitti yine... EROL AL (İstanbul) -
Bunları bırakın; grup başkanvekilisiniz!.. BAŞKAN - Sayın Al,
lütfen, karşılıklı konuşmayın efendim. Burasını amfiye çevirdiniz. Lütfen... MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - Faiz ödemelerinin gayri safi millî hâsılaya oranı, 2001 yılı için
yüzde 22 iken, 2002 yılı bütçesinde bu oran yüzde 15,3 olarak hesaplanmıştır.
Bu oranın hızla küçülmesi, hepimizin ortak dileğidir. Bütçelerimizi zorlayan bu
açıkların büyümesi, biraz önce sıraladığım ve değerli muhalefet partilerinin
çok yakından bildiği sorunlardan kaynaklanmaktadır. Sorunların temelindeyse,
devlet-toplum ve siyaset-ekonomi ilişkileri yatmaktadır. Ülkemizde uzun yıllar,
hem ekonomide hem de toplumsal yaşamda rant çekişmesi hüküm sürmüştür. Siyaset,
sağlıklı bir ekonomi için yasal düzenlemeleri yapmak yerine ve denetim görevini
gerçekleştirmek yerine, ekonomik kurum ve kararlara doğrudan müdahale etmeyi
tercih etmiş, bu yolla gücünü ve etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Özel
sektörde ise, siyasî destek yoluyla rant oluşturma çabaları yoğunluk
kazanmıştır. Siyasî destek sağlamak için siyasetçilerin ve partilerin
desteklenmesi, hatta yönlendirilmesi, ekonomi-siyaset arasındaki çarpık
ilişkinin diğer bir boyutudur. Ekonomi yoluyla siyasî rant, siyaset yoluyla
ekonomik rant. Halkımızın hak etmediği sıkıntıları bizlere yaşatan, siyasete ve
Parlamentoya duyulması gereken güven ve saygıyı azaltan bu düzen mutlaka
değişecektir ve değişmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Parti
Grubu olarak, siyaset etiğiyle ilgili bir yasa teklifini Yüce Meclisimize
takdim etmek üzereyiz. Değerli milletvekilleri,
demokratik parlamenter sistemlerin beyni ve kalbî sayılan hür Parlamentonun
çatısı altında hep birlikte çalışıyoruz, mücadele ediyoruz. Bu, tek tek her
birimiz için çok büyük bir onurdur; ancak, her onur, onu taşıyanın omuzlarına
aynı ağırlıkta bir sorumluluğu da beraberinde yükler. Demokrasinin, insan
haklarının, hukukun üstünlüğünün ve piyasa ekonomisinin geçerli olduğu,
yoksulluktan ve yolsuzluktan arınmış bir Türkiye; hepimizin, ama hepimizin
ortak sorumluluğu, bu Türkiye dönüşümünü gerçekleştirmektir. (DSP sıralarından
alkışlar) 11 Eylülde Amerika
Birleşik Devletlerinde meydana gelen saldırılar, ülke, bölge, dil, din ve
ideoloji farkı gözetmeksizin tüm uygar dünyayı terör tehdidi karşısında bir
araya getirmiş ve ülkeler arasındaki ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır.
Türkiye'nin bölgesel önemini bir kez daha önplana çıkaran bu durum, ülkemiz
için, bazıları olumlu bazıları da endişe veren gelişmelerin doğmasına neden
olmuştur. Uygar dünyayla bütünleşmiş, çağdaş değerleri benimseyen, laik ve
demokratik Türkiye, yaşanan olumsuz gelişmelerin bir dinler ya da uygarlıklar
çatışması olmadığının kavranılmasında tarihî bir sorumluluk üstlenmiş
durumdadır. Terörizme karşı oluşturulacak inisiyatifte, İslam dünyası ile Batı
arasında bir köprü görevi gören Türkiye, yıllardır mücadele ettiği bu belanın
ne dini ne de coğrafyası olmadığını bütün dünyaya anlatmaya gayret
göstermektedir. Ulu Önderimiz Atatürk'ün
emaneti olan "yurtta barış dünyada barış" ilkesinden ilham alarak,
Türkiye, dış ilişkilerinde şimdiye kadar izlediği barış, uzlaşma ve işbirliği
politikasını, uluslararası hukuk, hak ve adalete bağlı kalarak sürdürmeye de
devam edecektir. Ulusal davamız olan ve 50
yıldır dışpolitikamızın en önemli gündem maddelerinden birini oluşturan Kıbrıs,
adada iki devletin konfederal bir yapıda işbirliği yapmasıyla kalıcı bir barışa
sahip olabilir. 4 Aralık 2001 günü Sayın Denktaş'ın yapıcı girişimleriyle
gerçekleşen görüşme, Kıbrıs'ta eşit statüye dayanan yeni bir ortaklığın
biçimlenmesinde olumlu ve umut veren adımdır. Bu vesileyle, Demokratik Sol
Parti Grubu olarak, Sayın Denktaş'a ve onun şahsında, Kıbrıs Türklerine, ortaya
koydukları mücadele iradeleri nedeniyle, teşekkürlerimizi sunuyoruz. (DSP
sıralarından alkışlar) Türkiye, garantör ülke
sıfatıyla, uluslararası anlaşmalardan doğan hak ve çıkarlarını korumaya ve
Kıbrıs Türk halkının özgürlüğü, refahı, huzuru ve adadaki sürekli barışın
temini için, her türlü tedbiri almaya aynı kararlılıkla devam edecektir.
Şimdiye kadar iki millet arasında uzlaşmaya varılamamanın en önemli
nedenlerinden biri de, Kıbrıs'la ilgili olmayan kesimlerin, devletlerin ve
kuruluşların, Kıbrıslı Rumlara verdikleri yanlış mesajlardır. Avrupa Birliğinin,
Kıbrıs'ta eşitliği temel alan yeni bir ortaklığın tesisi yolunda Kıbrıslı
Rumlara doğru mesajlar vermesi, uzlaşmanın sağlanması açısından çok önemlidir. Değerli milletvekilleri,
ekonomik, siyasal, toplumsal ve stratejik çıkarlarımız için, Avrupa Birliğiyle
bütünleşmeyi vazgeçilmez bir yol olarak görmeye devam etmeliyiz. 57 nci hükümet
tarafından yürürlüğe konan Ulusal Program, halkımız tarafından da büyük destek
gören, çağdaş norm ve standartlara ulaşma amacına dayalı, köklü bir dönüşüm
programıdır. Bu dönüşüme, Yüce Meclisimiz, gerekli yasaları çıkararak ve
Anayasayı bile değiştirerek önemli bir katkı vermektedir. Performansıyla
halkımızın ve bütün dünyanın takdirini kazanan Meclisimiz, bundan sonra da
yapılacak reformların teminatı durumundadır. Avrupa Birliğinin diğer aday
ülkelerle sürdürmekte olduğu Avrupa Birliği müktesebatına uyumla ilgili tarama
sürecini ülkemiz için de resmen başlatması çalışmalarımıza ivme ve moral
katacaktır; bunu bekliyoruz. Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmelerinde, devlet- toplum ve birey- vatandaş arasındaki ilişkilerden
yola çıkarak, sorunları ve çözümleri, beklentileri ve olanakları, tehditleri ve
fırsatları değerlendiriyor; para ve insan başta olmak üzere, kaynaklarımızla
ilgili planlamalar yapıyoruz. Bu planlamaların ait olduğu organizasyonun adı
devlettir. Devlet, ülkelerin en büyük organizasyonudur ve temel işlevi
vatandaşa hizmettir. Devletine hizmet eden vatandaş yerine, vatandaşına hizmet
eden devlet kavramını önplana çıkaran ülkeler, güvenlik, adalet, eğitim, sağlık
ve benzeri hizmet alanlarında sürekli yenilik ve iyileştirme çabaları göstermiş
ve vatandaşlarının refah ve mutluluğunun temininde daha başarılı olmuşlardır.
Gelişmiş ülkelerin devletleri vatandaşlarına daha iyi hizmet götürmenin arayışı
içindedirler. Bireylerin daha iyi yaşamak, şirketlerin daha iyi rekabet etmek
için teknolojiye yönelmeleri gibi, devletler de daha iyi hizmet etmek için
teknolojiye yönelmektedir. Elektronik devlet ya da kısaca "e-devlet"
olarak adlandırılan bu kavram, devletlerin kendi iş süreçlerini internete,
bilgi ve iletişim sistemlerine, yani, bilişim teknolojilerine aktarması
anlamına geliyor. İş dünyasının e-iş ve e-ticaret uygulamalarıyla keşfettikleri
verimlilik ve bu verimlilikteki artış, devletlere de örnek teşkil ediyor. İş dünyasının öncüleri,
kendileri için en önemli üç kesim olan müşterilerini, çalışanlarını ve diğer
şirketlerle olan ilişkilerini internete taşıdılar. Bu sayede hızlı, güvenli ve
çok yönlü bir iletişimin avantajını yakaladılar. Bu verimlilik artışı ve
sağlanan avantajlar, devletlere de ilham kaynağı oluşturmuştur. "Müşteri
odaklı şirketler" ve "müşteri memnuniyeti" kavramları
"vatandaş odaklı devletler" ve "vatandaş memnuniyeti"
kavramlarını ortaya çıkarmıştır. Elektronik devlet,
vatandaşlara eşit, adil, hızlı, güvenilir ve şeffaf hizmet üretmenin bir
yoludur. Ayrıca, e-devlet uygulamaları için ciddî bir sistem analizi ve
planlama yapılması gerektiği için, idarî yapılanmalardaki bozukluklar,
eksiklikler ve hantallıklar ortaya çıkmakta, bunların giderilmesiyle de
maliyetler azalmaktadır. Daha kaliteliyi daha ucuza sunmak ya da almak,
bireylerin de şirketlerin de devletlerin de hedefi budur. Bu hedef, tabiî ki
bizim de hedefimiz ve bilgi toplumuna dönüşme hedefimizle de örtüşmektedir. Hedefimize, sadece
bilişim teknolojilerine yatırım yaparak ulaşamayacağımızı hepimizin bilmesi
gerekiyor. Bireylerin ve kurumların hem birbirleriyle hem de devletle olan
ilişkilerinde yeni bir yaklaşımı özümsemeleri gerekir. Bilgiye ve teknolojiye
dayalı olan bu yaklaşım bilişim kültürünü oluşturur. Bu kültüre ve disipline,
bireylerin, şirketlerin ve de devletin sahip olması gerekir. Bilişim kültürüne
sahip olan bireyler, bilgiye, bilime ve teknolojiye bağlılık ve saygı duyarlar.
Zihinsel üretimi yüksek olan bu insanlar, araştırıcıdır, girişimcidir ve
yaratıcıdır. Bilişim kültürüne sahip olan şirketler, iş süreçlerini elektronik
ortama aktarabilmiş, iş yapma yaklaşımlarını değiştirmeyi başarmış, gelir, kâr,
maliyet hedefleri arasında verimliliği önplana çıkarabilmiş kurumlardır. Bilgi
ve iletişim ağırlıklı bu dönüşüm, yeni ekonomi ya da bilgi ekonomisi dediğimiz
ekonomik düzenin aslında gereğidir. Bilişim kültürüne sahip devlet ise, vatandaşa
hizmette teknolojiyi kullanan, yeniliğe açık ve toplumsal verimliliği
hedefleyen devlettir. Bu 3 kesimin birden, dönüşüm süreçlerine katılmasıyla,
bilgi toplumu olmayı başarabilen ülkeler, dünya üzerindeki güçlerini ve etkilerini
artırmaya devam edeceklerdir. Amerika Birleşik
Devletleri bunun en iyi örneğidir. 90'lı yılların başında gerçekleştirdiği
mucizeyle tanınan Japonya, sanayi ve üretimde yakaladığı başarıyı, bilişim
teknolojilerine uyum konusunda gösteremediği için, bugün eski gücünden oldukça
uzak bir durumdadır. Avrupa Komisyonunun 1999 Aralığında kabul ettiği e-Avrupa
girişimi, Avrupa'yı dünyanın en dinamik ve rekabet gücü yüksek pazarı haline
getirmeyi amaçlamaktadır. Projenin gerçekleşmesi için internet temel alınmakta,
yeni ekonomik düzen ve bu düzen için gerekli altyapının kurulması
planlanmaktadır. E-Avrupa girişiminin 3 ana hedefi bulunmaktadır: Daha ucuz,
daha hızlı ve daha güvenli internet, insan kaynağına yatırım ve internet
kullanımını özendirmek. Değerli milletvekilleri,
ne Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek var ne de Amerika ve Avrupa'nın
keşfettiklerini yeniden keşfetmeye. E-Avrupa'nın hedefleri bizim için de bire
bir geçerlidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Tamamlayın
efendim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Devamla) - E-devlet, e-ticaret gibi başlıkları da içine alan, e-Avrupa benzeri
bir e-Türkiye girişimi, hem Avrupa Birliğine uyum çalışmalarımızda hem de bilgi
toplumuna dönüşme hedefimizde bize hız ve mesafe katacaktır. Bu düşünceden hareketle,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde belirleyici özelliği bulunan Ulusal
Programın 17 nci bölümünde, hükümetimizin e-Avrupa girişimini desteklediği ve
Türkiye'de bilgi toplumu oluşturmak amacıyla, e-Türkiye girişiminin
başlatılmasının hedeflendiği belirtilmektedir. Bilgi toplumu ve
e-Türkiye hedefleri, altyapı, eğitim, insan kaynakları ve teknoloji
gereksinmeleri nedeniyle, zaman ve paraya dayanmaktadır. Hedeflerimizi
gerçekleştirme ısrarımız ve maalesef, kısıtlı olan kaynaklarımız, çok planlı ve
verimli adımlar atmamızı gerektiriyor. Öncelikli, adımları, stratejileri ve
eylem planlarını belirlemek üzere, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit tarafından
duyurulan Bilişim Şûrası önümüzdeki mayıs ayında toplanacaktır. Bilgi toplumuna
dönüşme, yeni ekonomiye geçme ve e-Türkiye'yi gerçekleştirme misyonları için
bir bilişim reformuna zemin oluşturmasını umduğumuz bu şûra için, kendilerine
şükranlarımızı arz ediyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçeler, taahhütler, tahminler ve temenniler içerir. Bütçe
görüşmeleri sırasında gördük ki, değerli muhalefet sözcüleri bu taahhütlerin ve
tahminlerin hiçbirine katılmıyorlar; hiç olmazsa, temennilerimize katılmalarını
bekliyoruz. Farklı partilerden de olsak, farklı düşüncelerden de olsak ve sade
vatandaştan cumhurbaşkanına kadar farklı konumlarda da olsak, kuşkusuz hepimiz,
ülkemizin ve milletin iyiliğini istiyoruz. Keşke, birbirimize anlayışla
yaklaşabilsek. Keşke, kusurlarımız kadar meziyetlerimizi de görebilsek. Keşke,
hoş düşünsek, hoş söylesek ve keşke, hoş görsek. Bu hafta, sevgi, dostluk
ve hoşgörü duygularını gönüllerimize bir dantel gibi işleyen büyük düşünür ve
şair Hazreti Mevlanamızı Anma Haftası. Onu rahmetle anarken, ülkemizde ve
dünyamızda sevginin, barışın ve huzurun egemen olmasını diliyorum. 2002 yılı bütçesinin
hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, tüm vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın ve
Yüce Meclisin ramazan bayramını ve yeni yılını kutluyorum; saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Sayın Halıcı,
teşekkür ederim efendim. Buyurun Sayın Gönül. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)-
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ben bir konuda kamuoyunun ve Genel
Kurulumuzun yanlış bilgilendirilmesini... BAŞKAN - Siz, ne konuda
söz istediniz benden? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Emekli yaşı konusunda efendim. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika
efendim, bir dakika... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Tümen, 1994-1995 yıllarında Sayın Çiller'in Başbakan olduğu dönemde
emeklilik yaşının düşürüldüğünü ifade ettiler. Bu tamamen gerçek dışıdır. (DSP
sıralarından gürültüler) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Hayır efendim, DYP-SHP hükümetidir, konuşma metnimde var. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Zabıtlarda öyledir. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Çarpıtıyorlar konuyu... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Halbuki, 1994-1995 yıllarında Sayın Çiller, sosyal güvenlik kurumlarının
kurtuluşu için, emekli yaşının 50 ve 55 olması yolunda kanun tasarısını bu
Meclise sevk eden Başbakandır. BAŞKAN - Sayın Gönül, bu,
bir sataşma değil. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
O gün buna... BAŞKAN - Sayın Çiller
biraz sonra gelecek, cevap verecek. EROL AL (İstanbul) -
Sizin parti, başka bir parti mi? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Efendim, niçin?.. Doğruyu söylüyoruz... BAŞKAN - Kendi
söyleyecek. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
O gün buna "mezarda emeklilik" diye karşı çıkanlar, bugün, DSP
sırasında oturan milletvekilleridir, Bakanlar Kurulunda oturan sayın
bakanlardır. BAŞKAN - Tamam efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Yani, bunun düzeltilmesi... BAŞKAN - Bunu, Sayın
Çiller gelince anlatacak... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Tabiî ki... Onun için Sayın Çiller "not tutun" diyor size,
“karıştırıyorsunuz; o bakımdan, arada bir not tutun da yanlış bir şey
söylemeyin" diyor. BAŞKAN - Efendim, mesele
anlaşıldı; teşekkür ederim. EROL AL (İstanbul) -
Sizin partinizin adı Doğru Yol Partisi değil mi? Orada "Doğru Yol Partisi" yazıyor. BAŞKAN - Efendim, biraz
sonra Sayın Çiller gelecek, cevap verecek size. Yani, bu müzakerelerin usulü
böyle. Bunda bir sataşma yok. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Söz hakkı yok mu?! BAŞKAN - Söz hakkı yok
efendim, sataşma olursa veririm Sayın Bedük. Sayın Bedük, zatıâliniz de Grup
Başkanvekilliği yaptınız. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sataşma var, yerinden cevap verecek. BAŞKAN - Sayın Bedük,
eğer, sataşmadan söz isteseydi Sayın Gönül... SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Hakikatleri tahrif etme var Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Gönül'ü
ikaz ettim "niye istiyorsunuz" diye. Müsaade edin de, ben nasıl idare
edeceğimi bileyim. Sataşma başka bir şey,
meseleyi izah etmek başka bir şey. 1991'de kimin Başbakan
olduğunu Türkiye biliyor; istirham ederim efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - "1991'deki Başbakan" diyorsunuz değil mi Sayın Başkan? BAŞKAN - Öyle dedi
efendim kendileri. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hayır "Sayın Çiller dönemi" dedi "1994-1995" dedi,
zabıtları getirir bakarız. EROL AL (İstanbul) -
Hayır, öyle demedi. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Doğru Yol Partisi ile SHP dönemi dedim; dinlememişler beni. BAŞKAN - Efendim, çok
teşekkür ediyorum, mesele anlaşılmıştır. Tarihin üstü örtülmez
efendim. Şimdi söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisinde efendim. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu Adına, Konya Milletvekili Sayın Hasan Kaya. Sayın Hasan Kaya, buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA HASAN KAYA
(Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesinin tümü
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi ve bizleri
televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarımızı şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, Yüce Türk Milletinin ve Türk İslam
âleminin gelecek ramazan bayramını kutluyorum. Bütçe görüşmeleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, devletin, malî, ekonomik yapısının ele
alındığı, hedeflerinin ortaya konulduğu en önemli yasama faaliyetleridir. Bu
itibarla, değerli muhalefet sözcülerinin eleştirilerinden hükümetin istifade
etmesi kuşkusuz ülkemizin yararınadır. Görüşmeler boyunca, genel olarak,
muhalefet partilerinin değerli sözcüleri, özellikle çiftçi sorunları konusunda,
yapıcı eleştirilerinden çok, çiftçinin malum sıkıntılarını siyasî ranta dönüştürmenin
çabası içinde olmuşlardır. Hepimiz biliyoruz ki,
ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklara belli dönemlerden geçilerek
gelinmiştir. Ülkemizin yaşadığı genel ekonomik sorunlardan tarım sektörü de
doğal olarak etkilemiştir. Muhalefet partilerinin değerli hatipleri çiftçilerin
durumlarının çok kötü olduğunu, tarım ve hayvancılık sektörünün dibe vurduğunu
dile getirmişlerdir. Değerli milletvekilleri,
hepimiz biliyoruz ki, Türkiye'de tarım, hem ekonomik hem de sosyal açılardan
önem taşıyan bir sektördür. Ülke nüfusumuzun yarıya yakın kesimi geçimini
tarımdan sağlamaktadır. Tarım sektörü, ülke nüfusunun beslenmesi, istihdama
katkı sağlaması, sanayi sektörünün hammadde ihtiyacını karşılaması, ihracata
katkı yapması, sanayi ve hizmet sektörlerinin alıcısı olması dolayısıyla en
önemli sektör olma özelliğini sürdürdüğü için, Milliyetçi Hareket Partisi,
kalkınmanın ve gelişmenin temel direği olarak Türk çiftçisini görmektedir. 57 nci hükümet, bütçenin
sınırlı kaynaklarına rağmen, çiftçilerimize çok önemli desteklemelerde
bulunmuştur. Bunlar nedir: İlkönce, hayvancılığa çok
önemli destekler vermiştir; 2000 yılında başlamıştır, 2001 yılında devam
ediyor, bundan sonra da devam edecektir. Pedigrili damızlık düve
alan köylümüze, inek başı, karşılıksız 240 000 000 lira; yine, sertifikalı düve
alan köylümüze, düve başı 120 000 000 lira karşılıksız olarak verilmektedir. Bu
rakamlar 2002 yılında da artarak devam edecektir. Hayvancılıkta sunî
tohumlama çok önemlidir ve ilk defa bu hükümet döneminde sunî tohumlamaya
destekleme verilmektedir. Yine, Türkiye'de, yem
bitkilerine destek ilk defa bu hükümet döneminde verilmiştir. Hayvancılıkta yem
bitkileri çok önemlidir. Türkiye'nin 13,5 milyon ton kaba yeme ihtiyacı vardır.
Bunu giderebilmek için, köylümüze yem bitkileri hususunda teşvik verilmiştir.
Nedir bunlar? Yonca, fiy, slajlık mısır gibi yem bitkileri eken çiftçilerimize,
dekar başı 16 000 000 lira ile 30 000 000 lira arasında destek sağlanmıştır. Bu
destekler de devam etmektedir. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) -Çiftçi padişah olmuş da, haberimiz yok! HASAN KAYA (Devamla) -
Bunlar aynen devam ediyor; yani, bunları afakî konuşmuyoruz sayın
milletvekilim. Besiciliğimize,
besicilere destek devam ediyor. 50 danaya kadar, dana başı 20 000 000 lira para
vermekteyiz. Bugün, şu anda, kışın, ahırında 5 tane danası olan çiftçimiz, 20
000 000 liradan, 100 000 000 lira para alıyor. Bu, gerçekten, köylümüz için çok
büyük destek. Senelerden beri, sütte
teşvik 5 000 liraydı, şimdi, ilk defa, sütteki destek 20 000 liraya çıkmıştır.
57 nci hükümet döneminde yapılan bu destekler, hayvancılığın gelişmesine büyük
katkı sağlamıştır. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Süt ne kadar, süt?.. HASAN KAYA (Devamla) -
Süt 280 000 lira şu anda. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Yem fiyatları 160 000 lira olmuş, siz süte 20 000 lira destek yapmışsınız;
ayıp, ayıp! BAŞKAN - Karşılıklı
konuşmayın efendim. HASAN KAYA (Devamla) -
Hiç ayıp değil, doğruları söylüyoruz burada. MEHMET PAK (İstanbul) -
Dinleyin! Dinleyin! (DYP sıralarından gürültüler) HASAN KAYA (Devamla ) -
Türkiye'de ilk defa, 57 nci hükümet döneminde... BAŞKAN - Sayın Kaya, bir
dakika... Efendim, bu nasıl
müzakere sistemi, anlamadık. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hatırlatıyoruz efendim. BAŞKAN - Hayır, hiç
lüzumu yok; ne söylediğini Türk Milleti seyrediyor efendim; doğruysa
alkışlayacak, yanlışsa kızacak. Siz karışmayın efendim, avukat mısınız? Buyurun Sayın Kaya. HASAN KAYA (Devamla) -
Türkiye'de, ilk defa, 57 nci hükümet döneminde, doğrudan gelir desteği
sistemine geçilmiştir. Bu nedir; bu, 2000 yılında 4 tane pilot bölge seçilerek
başlamıştır, 2001 yılında, Türkiye'nin her tarafında bu destek verilmeye
başlamıştır; 1 dekar ile 200 dekar arasında arazisi olan çiftçimize dekar başı
10 milyon lira verilmeye devam ediliyor. Bu ödemeler, şu anda, ilk defa
Mersin'de ve Konya'da başlamıştır; ülkenin diğer vilayetlerinde de devam
edecektir. Yine, 57 nci hükümet,
narenciyeye (portakal, limon, mandalina, greyfurt) ve çekirdeksiz kuru üzüme
ihracat teşvik primi vererek, hem çiftçimizi desteklemiş hem de ihracatımızın
artmasını sağlamıştır. Yine, ayrıca, pamuk,
ayçiçeği, zeytinyağı, soya ve kanolaya destek primleri verilmiştir ve verilmeye
devam ediyor. Yine, tarımsal amaçlı
kooperatifler vasıtasıyla düşük faizli projeler uygulanmaya devam ediyor. Yine, ilk defa olarak 57
nci hükümet döneminde, alternatif ürün projesine geçilmiştir. Bu alternatif
ürün projesiyle, bundan böyle, Türkiye'de,
yakmak için tütün, dökmek için fındık alınmayacaktır. (MHP sıralarından
alkışlar) Değerli milletvekilleri,
57 nci hükümetin göreve başladığı günlerde, doğu ve güneydoğudaki sınır
kapılarımızdan, PKK vasıtasıyla, kaçak olarak çok miktarda büyük ve küçükbaş
hayvan gelmekteydi. Ayrıca, kaçak olarak, ülkemize lop et girişi yapılmaktaydı.
Bu nedenle, besicilerimizin, ellerindeki mallar para etmediği için, durumları
çok kötüydü. Yine, bu kapılardan,
karpuz başta olmak üzere, 52 çeşit meyve ve sebze yurdumuza girdiği için,
çiftçilerimizin ürünü para etmedi. İşte, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, hiç taviz vermeden, bu kapıları kapattı ve
çiftçimizin mahsulü para etti. (MHP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Allah Allah!.. Halk dinliyor... HASAN KAYA (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, çiftçimiz, borç ve icra batağına, geçmişteki yanlış
politikalar neticesinde gelmiştir. Mesela, 1996 yılında, devrin başbakanı
"çiftçilerin tarım kredi kooperatiflerine ve Ziraat Bankasına olan
borçlarını affedeceğim" diye beyanat verdi. Haklı olarak, başbakanın
sözüne güvenen halkımız borcunu ödemedi. 1996 yılında 150 000 000 lira kredi
alan çiftçimizin borcu, 2000'li yıllarda 6-7- 8 milyar lira oldu. Tabiî ki, bu
borçları ödeyemediler. Bana göre, buradaki kabahatli, borcunu ödemeyen
çiftçiler değil, yapamayacaklarını taahhüt eden politikacılardır. (MHP
sıralarından alkışlar) ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Şu
anda sen yap Hasancığım. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, hükümet yerinde yok. HASAN KAYA (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, şekerpancarındaki kota uygulaması da, kamuoyuna yanlış
aksettirilen bir başka konudur. Şekerpancarına uygulanan kota ve çıkarılan
Şeker Kanunuyla... BAŞKAN - Bir dakika efendim...
Sayın Kaya, bir dakika efendim... İtiraz var; Sayın
Bakanım, burayı teşrif eder misiniz, emaneten gelir misiniz buraya. Zaten sizin
adınıza konuşuyor. İSMET ATTİLA (Afyon) -
Zaten seni methediyorlar! ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Zaten Tarım Bakanlığından bahsediyorlar. BAŞKAN - Geldi efendim,
itiraz etmeyin. İkazınıza teşekkür ederim; benim görmem lazımdı, görememişim. O
kadarcık kusur, kadı kızında bile var!.. Sayın Kaya, buyurun
efendim. HASAN KAYA (Devamla) -
Şekerpancarına uygulanan kota ve çıkarılan Şeker Kanunuyla, çiftçimizin pancar
ekemeyecek duruma geldiği iddia edilmektedir. Bu, tamamen yanlış bir bilgidir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şekerpancarı ziraatının çiftçimiz için ne
kadar önemli olduğunu biliyoruz; çünkü, şekerpancarı, toprağı besler,
hayvancılığa girdi temin eder, istihdama ve nakliye sektörüne katkı sağlar.
Verimi diğer ürünlere nispeten çok yüksek olduğu için, çiftçimiz, haklı olarak,
şekerpancarı ekimini tercih etmektedir. Burada en önemli sorun
kota olayıdır. Değerli milletvekilleri, bu kota olayını, her gelen muhalefet
partisi sözcüleri devamlı burada konuşur. Kotanın esas geliş nedenini sizlere
arz edeyim: 1994, 1995, 1996 yıllarında Türkiye'de bol miktarda şeker ithalatı
yapılmış ve 1997 yılında pancar üretimi 17 milyon ton, 1998 yılında pancar
üretimi 22 milyon ton olmuş. Bu arada, tatlandırıcılardan da glikoz üretimine
başlanılmış ve tabiî, şeker fabrikaları depolarında şekeri koyacak yer
kalmamış. Bunun için, 1998 yılında şekerpancarına kota konulmuştur. Yeni bir
Şeker Kanunuyla Pankobirlik'e ait fabrikalar kurtulmuştur. Bu Şeker Kanununu
da, devamlı, buradaki muhalefet sözcüleri eleştiriyor; ben diyorum ki, bu Şeker
Kanunu, keşke, bu ülkede dört sene, beş sene önce çıksaydı, bugün pancarda kota
olmazdı; nedeni: Bu kanun çıkmadan önce, Türkiye'de, nişastadan tatlandırıcı
üreten fabrikalar, bol miktarda tatlandırıcı üretmeye başlamış ve bu, şekerin
yerine geçtiği için, şeker tüketimini azaltmış. Biz, bu kanunla, şekerpancarına
kota koymadık, tatlandırıcılara kota koyduk; yüzde 10'unu geçemez dedik. Yüzde
10 olması da şart değil. Bunu, Şeker Kurulu tespit edecek. Yüzde 1 de tespit edebilir,
yüzde 2 de tespit edebilir, yüzde 3 de tespit edebilir. Yüzde 10'unu geçemez.
Bu Şeker Kanunu çıkmadan önce, tatlandırıcılara kota yoktu, bunların
Türkiye'deki üretim miktarı 500 000 ton ile 700 000 ton arasındaydı. İşte,
Şeker Kanununun, köylüye, pancar çiftçisine getirdiği en önemli fayda budur. Yine, bu arada, Türkiye
özelleştirmeye gidiyor. Pankobirlik'in elinde fabrikalar var. Eski kanunla, bu
fabrikalar batma noktasına gelmişti; bu kanunla, bu fabrikalar kurtulmuştur. Yine, 2001 yılında
kotanın 11,5 milyon ton olduğunu söylüyorsunuz. 2001 yılında kota 11,5 milyon
ton değil; 11,5 milyon ton yalnız Türk Şeker'in kotasıdır. Pankobirlik'in
elindeki fabrikaların kotasıyla birlikte, 2001 yılının kotası 16 500 000
tondur. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Avrupa'da tatlandırıcı kotası yüzde 3'tür, siz yüzde 10 kota koydunuz. (MHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, oturun
yerinize... İstirham ederim... Yapmayın efendim... İstirham ederim... Hatibi
serbest bırakın, boğmayın. HASAN KAYA (Devamla) -
Yine, 2004 yılında pancar ekilemeyeceği söyleniyor. 2004 yılında da pancar
ekilecek, 2005 yılında da pancar ekilecek. Burada, kanunun getirdiği Şeker
Kurulu "2004 yılında tekrar belirlenecek" diyor; ekilmeyecek diye bir
şey yok. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Kaya, Avrupa'da yüzde 3; Türkiye'de yüzde 10 kota verdiniz
tatlandırıcıya. HASAN KAYA (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, tarım ve sanayi sektörleri için büyük önem taşıyan
Tariş, Çukobirlik, Antbirlik gibi 16 adet tarım satış kooperatifleri
birlikleri, yıllarca, siyasî arpalık olarak kullanılmıştır. Bunun bedelini,
ülke olarak hepimiz ödedik. Birlikleri, her gelen iktidar, kendi yandaşlarına
istihdam kapısı olarak kullanmıştır. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Siz ne yaptınız, siz?.. HASAN KAYA (Devamla) -
Bir kişinin yapacağı işi 100 kişi yapmış; politik amaçla ürün alımları
yaptırılarak, devlet bütçesine çok büyük külfetler yüklenmiştir. "Önce
ülkem, sonra Partim" diyen Milliyetçi Hareket Partisinin Sanayi ve Ticaret
Bakanı Sayın Kenan Tanrıkulu, elindeki bu büyük imkânı ve yetkiyi, yeni Tarım
Satış Kooperatifleri Birliği Yasasıyla, kooperatif ortakları arasından seçilen
yönetim kurulu üyelerine bıraktı. Yeni yasayla özerk bir yapıya kavuşan bu birliklerin,
personel alımları, ürün alımları, ihaleleri ve bütün harcamaları, tamamen,
seçimle gelen yönetim kurullarının yetkisine bırakılmıştır. Bundan böyle,
iktidara gelen siyasî partiler, tüyü bitmemiş yetimin hakkını siyasî gelecekleri
için kullanamayacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar) ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Şu
anda Pankobirlik'in başında kim var? (MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, siz
cevap vermeyin, Genel Kurula hitap edin; soruları bakana sorsunlar. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
MHP'li eski bir belediye başkanı var. (MHP sıralarından gürültüler) HASAN KAYA (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet, bugüne kadarki uygulamalarıyla, tarım
sektörü için önemli ilklere imza atmayı başarmıştır. Çiftçi kesiminin
sorunlarına kalıcı ve uzun vadeli çözümler getiren hükümetin, Türk tarımının
sistemle ilgili köklü meselelerini de halledeceğine inanıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle,
2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı uğurlu olması
dileğiyle, hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz... (MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Buyurun efendim...
Bir dakika efendim... MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?.. Her konuşmacının arkasından kalkıp cevap
verilirse; böyle olmaz efendim. BAŞKAN - Efendim, kürsüyü
terk edip gidelim, eğer benim idareme karışırsanız efendim... Hatibin belki bir
ifadesi var... İstirham ederim... Soracağım yani... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, ben fazla bir şey söyleyecek değilim. Sayın Kaya, 1996 yılının
iktidarından söz etti, Kil ü kale gerek yok. Kendisine güveniyorsa, beraber çıkalım,
bir köye gidelim, çiftçilerle konuşalım. (MHP sıralarından "Böyle bir usul
yok" sesleri, gürültüler) BAŞKAN - Mesele
anlaşılmıştır. Teşekkür ediyorum efendim. Erzurum Milletvekili
Sayın İsmail Köse. Buyurun Sayın Köse. (MHP
sıralarından alkışlar) İsmail Bey, 30 dakikanız
var. MHP GRUBU ADINA İSMAİL
KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, 2002 malî yılı bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek
üzere huzurlarınızdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi ve
televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum. Anlaşılıyor ki, tarım
politikalarında, hükümetimizin ve Tarım Bakanımızın başarılı icraatları vardır,
refleksler de ondan kaynaklanıyor. (MHP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)-
Sen de vardın Sayın Köse, bizimle beraber. İSMAİL KÖSE (Devamla)-
Değerli milletvekilleri, yıllardan beri, bütçe görüşmelerini izleyen
vatandaşlarımız, gönüllerini ferahlatacak, kendisine ümit ve vizyon vaat eden
bir bütçeyle karşılaşma imkânı bulamamışlardır. Türkiye'de, yıllardır,
denk bir bütçeden neden bahsedilemiyor? Neden hükümetler, yıllardır, Yüce
Meclisin huzurunda, gideri gelirinden fazla, sürekli açık veren, gelirlerinin
büyük bölümü faiz ödemelerine aktarılan bir bütçeyle karşı karşıya bırakılıyor?
Neden yıllardan beri hükümetler, sağlığa, eğitime, adalete yeterli kaynakları
ayıramıyorlar? Neden milletimizin temiz alınterini, dışborç olarak sürekli bir
şekilde yabancı bankalara aktarmak zorunda kalıyoruz? Türk ekonomisinin,
sistemle ilgili derin meselelerine neden bugüne kadar çare bulunamamıştır?
Neden, özelleştirmede hedef tutturulamamış, devletin ekonomide küçültülerek
yönetimde güçlenmesi sağlanamamış, 57 nci Cumhuriyet Hükümeti gelinceye kadar
yapısal reformlara cesaret edilememiştir; üretim ve istihdamda çağdaş seviye
yakalanamamış, ekonomi, üretim özürlü, tüketim eksenli hale getirilmiştir?.. Bu sorular, her
siyasetçinin kendisine sorması gereken ve iktidarıyla muhalefetiyle siyaset
kurumunun cevap araması icap eden meselelerdir. Bu temel sorunlara cesur
çözümler getirmek yerine, milletin ıstırabı üzerinden siyaset yapmaya kalkışmak,
ne millete ne de o tür siyasetle prim yaptığını sanan siyasetçilere fayda temin
eder. Değerli milletvekilleri,
2002 bütçesi, birçok bakımdan ümit veren bir bütçedir. Daha sağlam gelir
kalemlerine dayanmaktadır. Bu bütçeyle, giderlerin öngörülen rakamı aşmayacağı,
bütçe dışı harcamalara meydan verilmeyeceği, borç ödemelerinde bir sıkıntı
yaşanmayacağı, kamu kesiminde azamî tasarrufun sağlanacağı görülmektedir.
Ancak, birçok olumlunun yönüne rağmen, 2002 yılı bütçesinin önemli ölçüde iç ve
dış ödeme bütçesi olduğu da bir gerçektir. Zaten, yılların birikimi olan bir
ağır ekonomik tablodan, daha farklı bir bütçe çıkarmak da mümkün değildir.
Çünkü, Türkiye'nin yaşadığı temel sorun, teknik bir bütçe sorunu değil,
ekonomik sorundur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, yıllardır ekonomimizin üzerindeki en büyük kamburu
oluşturan iç ve dışborç yükünü taşımak mecburiyetiyle karşı karşıya
bırakılmıştır. Türk ekonomisi, hükümetin yapısal reformları gerçekleştirmesine
kadar faiz-borç-enflasyon üçgeninde sıkışıp kalmıştır. Çeyrek asırlık bir
maziye sahip olan enflasyon belasının, hesapsız ve plansız borçlanma süreciyle
birlikte oluşturduğu sosyoekonomik açmaz, her sahada olduğu gibi, daha ideal
bir bütçe oluşturma konusunda da hükümetin elini kolunu bağlamıştır. Bu zorluklara rağmen,
hükümetin denk ve saydam bir bütçeye doğru attığı adımları önemli buluyoruz.
Türkiye'nin gelişmesinin önündeki en büyük engel olan borç-faiz-enflasyon
tablosu, bugünün değil, uzun yıllardır ertelenen veya yapılamayan reformların
sonucudur. Kamu kaynaklarının har vurulup, harman savrulmasının bir eseridir;
bankaların içinin boşaltılmasının neticesidir. Bu gerçeği ve bugünkü ekonomik
tabloyu önümüze koyan süreci iyi tahlil etmeden isabetli bir sonuca varmanın,
imkânsızlığı da ortadadır. 1987 yılından itibaren,
alarm zilleri çalmaya başlayan Türk ekonomisi, ilk önce 1991, daha sonra da
1995 seçimleri sonrasında gerekli tedbirlerin alınamaması nedeniyle, zincirleme
krizlere maruz kalmıştır. Bu durum, Türkiye'ye çok pahalıya mal olmuştur.
Hükümet, işbaşına gelişine kadar gerekli yapısal reformlara cesaret edilememiş,
bunun yerine, borçlanma gibi kolay çözümlere başvurulmuştur. Değerli milletvekilleri,
Türk ekonomisi, bu olumsuzlukların yanı sıra, yıllar boyunca, terörle mücadele
için ağır bir fatura ödemek zorunda bırakılmıştır. Silahlı Kuvvetlerimiz ve
emniyet birimlerimizin, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne kasteden PKK
terör örgütüyle mücadelesinin maliyeti, Türkiye'ye 100 milyar dolardır. Yüce
Milletimiz binlerce şehidinin dayanılmaz acısıyla birlikte, bu büyük ekonomik
bedeli de ödemek zorunda kalmıştır. İstikrar Programının
belli bir aşama kaydettiği günlerde, asrın felaketi olarak nitelenen Marmara ve
Düzce depremlerinin de ekonomimize ağır bir faturası olmuştur. Cumhuriyet
hükümetimiz bu büyük felaketten yüzü ak
olarak çıkmış, başarılı bir sınav vermiş, yaraları süratle sarmak suretiyle, devletin
kısıtlı imkânlarına rağmen hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır. Ülkemizi ekonomik
krizlere mahkûm eden bir önemli sebep de hemen her alanda kendini gösteren
yolsuzluklardır. Yıllardır organize bir şekilde millî kaynaklarımızı kemiren
yolsuzluk çetelerinin nefesi ilk kez 57 nci cumhuriyet hükümeti zamanında
kesilmiştir (MHP sıralarından alkışlar) Cumhuriyet hükümeti, son
iki yıl içerisinde, ekonomik boyutu katrilyonlarla ifade edilen birçok
yolsuzlukla mücadele operasyonunu başarıyla gerçekleştirmiştir. Çeşitli bakanlıklar ve
bazı kuruluşlar bünyesinde yapılan operasyonlarla temiz siyasetin yolu açılmış,
bu sayede, hem ekonomi, yolsuzlukların tasallutundan kurtarılmış hem de çalanın
yanında kâr kalır anlayışına son verilmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, ekonominin, hatırlattığım nedenlerden kaynaklanan sorunlar
dışında, dış ülkelerdeki ekonomik gelişmelerden de etkilendiği malumunuzdur.
Ekonomimiz İstikrar Programının uygulanmasıyla soluk almaya çalışırken, 1999 ve
2000 yılında gelişmekte olan ülkelerde makroekonomik dengeler sarsılmış, bir
küresel ekonomik gerileme, dünya piyasalarına hâkim olmuştur. Ekonomik alanda
süper güç olan Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi, 1999 ve 2000 yılında
önemli ölçüde yavaşlamıştır. Japonya ekonomisi durma
noktasına gelmiş, Rus ekonomisi krizlerle yüzyüze kalmış, Avrupa ekonomilerinde
de belli bir gerileme gözlenmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde 11 Eylülde
yaşanan terörist saldırı ve sonraki gelişmeler de küresel ekonomideki
olumsuzlukları artırmıştır. Bu gelişmelerden sonra, yapılan ilk tahminlere
göre, 2000 yılında yüzde 4,7 büyüyen dünya ekonomisinin 2001 yılında ancak
yüzde 2,6 büyümesi, buna paralel olarak dünya ticaret hacmindeki artışın da
yavaşlayarak yüzde 2,7'ye düşmesi beklenmektedir. Görüldüğü gibi, dış
konjonktür de Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir ve bu olumsuz etki
halen devam etmektedir. İç ve dış şartlardan kaynaklanan bu ciddî sebepleri bir
yana bırakıp, ekonomideki köklü rahatsızlıklardan 57 nci cumhuriyet hükümetini
sorumlu tutmak haksızlıktır. Değerli milletvekilleri,
son iki yılda, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte, daha önce hayal edilmesi
bile zor sayılabilecek çeşitli reformlar yapılmıştır. Bu reformlar, kamu
bütçesini kara deliklerden kurtarmak, faiz, borç, enflasyon kıskacını kırmak
bakımından büyük bir değer taşımaktadır. Bu tarihî onur 21 inci Dönem Türkiye
Büyük Millet Meclisine aittir. Çünkü, bu dönemde çıkarılan birçok yapısal
dönüşüm yasası, cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik reformlarının gerçekleştirilmesini
sağlamıştır, sağlamaya devam edecektir. Ekonomik ve sosyal yapıyı önemli ölçüde
değiştirecek olan bu reformları özetle şöyle sıralamak istiyorum: Kamu
bankalarına ilişkin birçok tedbir alınmış, bu bankaların yeniden yapılandırılma
süreçleri başarıyla tamamlanmıştır. Ekonomik etkinliğin artırılması için de
birçok yapısal reform yapılmış, bunlara örnek olarak Telekom Yasası, Şeker
Yasası ve uluslararası tahkime imkân veren Anayasa değişikliği, Doğalgaz
Piyasası Yasası, Elektrik Piyasası Yasası gibi yasalarla Gümrük Yasası ve
Sosyal Sigortalar Kurumu ile Sivil Havacılık yasalarını söyleyebiliriz. Maliye politikasının
güçlendirilmesi ve şeffaflığın sağlanması için, 2001 yılı içerisinde, 36 bütçe
içi ve 6 tane de bütçe dışı olmak üzere 42 adet fon 2002 yılı itibariyle
tasfiye edilmiştir. Yeni vergi önlemlerinin alınması, vergi numarası sisteminin
uygulamaya konularak vergi denetiminin güçlendirilmesi, kamu borçlanma kanunu
tasarısının Meclise sunulması gibi düzenlemeler de hedeflenmiştir. Kamuda kaynak tahsisi
sürecinde şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması, rasyonel olmayan
müdahalelerin bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde önlenmesi, yolsuzlukla
mücadelenin güçlendirilmesi ve bütün bunları, etkin, esnek ve şeffaf bir
şekilde hayata geçirecek yapısal unsurların yasal altyapısının oluşturulması da
diğer bir amaç olmuştur. 2001 yılı sonu için
programın koyduğu faizdışı bütçe fazlası hedefi, uluslararası ölçütler
açısından son derece iddialı bir hedeftir. Yeni düzenlemelerle bütçede malî
disiplin sağlanmıştır. Aynı hedefin, 2002 yılı bütçesinde de tutturulacağından
eminiz. Dalgalı döviz kuru
rejimine geçilen 22 Şubat 2001 tarihinden itibaren döviz kuru piyasa şartlarına
göre şekillenmektedir. Değerli milletvekilleri,
Anayasa değişikliklerinin gerekli kıldığı uyum yasaları ve diğer öncelikli
yasalar konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, önümüzdeki dönemde de aynı
verimli çalışma temposuyla devam edecektir. Yıllardır yasama çalışmalarını
bekleyen ve önemli idarî reformu sağlayacak olan Mahallî İdareler Kanununa
ilişkin tasarı şu anda komisyonlarda görüşülmektedir. İnşallah, yeni yılda,
Mahallî İdareler Kanunumuz da hayata geçirilecektir. Şeffaflaşma ve
yolsuzlukların önlenmesi için büyük önem taşıyan İhale Yasa tasarısı da şu anda
Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye
başlanmıştır. O da önümüzdeki yıl içerisinde kanunlaşacaktır. MUSTAFA GÜL (Elazığ) -
Bayındırlık Komisyonunda... BAŞKAN - Efendim Sayın
Gül. İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Bayındırlık Komisyonunda olduğu doğrudur Sayın Gül, oradan da Plan ve Bütçe
Komisyonuna gidecektir. Değerli milletvekilleri,
2002 yılı bütçesi sayesinde, enflasyonun makul bir seviyeye makul bir sürede
indirileceğine inanıyoruz. Hükümete, Yapısal
Reformlar ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının uygulanması konusunda
güveniyoruz; ancak, 57 nci cumhuriyet hükümetini, ekonomik politikaların
başarıya ulaşması için uyum, uzlaşma ve istikrar adına destekleyen Milliyetçi
Hareket Partisinin, hükümetten önemli beklentileri vardır. Reel sektörün,
çalışanların, işçi ve esnafın bir an önce rahatlamasını, üretimi artırıcı
projelere yönelilmesini, yatırımların canlanmasını, ekonominin daralma
sürecinin sona ererek büyümeye başlamasını umuyoruz. Malî yönetimde şeffaflığın
sağlanacağına, istihdam ve adil gelir dağılımı konusunda olumlu gelişmeler elde
edileceğine inanıyoruz. Birkaç yıldan bu yana ekonomik programların uygulandığı
ülkemizde, halkımız, bir fedakârlık abidesi gibi, yokluklara, enflasyona,
işsizliğe sabırla karşı koymaya çalışmıştır. Bu fedakârlık süresinin asgariye
indirilmesini bekliyoruz. Değerli milletvekilleri,
bu gerçeği, iktidar ve muhalefetiyle, siyasî mekanizma, işadamı, sanayicisi ve
tüccarıyla sermaye kesimi, yeterince kavramalı ve bu mücadelede hiçbir kesim
kaçak güreşen taraf olmamalıdır. Devlet, Anayasada belirtildiği üzere, sosyal
devlet olmanın gereğini daha titizlikle yapmalı, sosyal politikaları çağdaş
normlara ve yeterli hukukî altyapıya kavuşturmalıdır. Allah'a şükürler olsun,
devletimiz büyük devlettir. Bu devlet, şu anda, 6 milyona yakın emeklisine maaş
vermektedir. Bu devlet, şu anda mevcut, 1,5 milyon memuruna maaş vermektedir.
Bu devlet, 1 milyonun üzerindeki işçisine hâlâ maaşını vermektedir. 10 milyon
vatandaşının yeşil kartla ilgili sağlık meselelerine çözüm bulan bu devlete
başka gözlükten bakmak fevkalade yanlıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük
bir devlettir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Bugün, Bağ-Kur'dan ve
diğer kesimlerden vatandaşlarımızın, içerisinde bulunmuş olduğu sıkıntılara
rağmen, önümüzdeki yılda çok daha iyi imkânlara kavuşacağı da muhakkaktır.
İşte, bunun için diyoruz ki, bu bütçe, inşallah, milletimizin fedakârlık yapmış
olduğu en son bütçe olsun; bundan sonraki bütçeler de her gelen yıl, ülkemize,
inşallah, çok daha büyük imkânlar yaratacak; milletimizin de refah seviyesini
yükseltecek, onu mutlu edecek bütçeler olsun diye temenni ediyoruz. İstihdam imkânlarını
artıracak tedbirler daha fazla gecikmeden alınmalı, işsizliğin, sosyal bünyeyi
daha fazla tahribi mutlaka önlenmelidir. Reel sektörün, en kısa
zamanda, ekonominin lokomotifi olma özelliğine geri dönmesi sağlanmalıdır.
Türkiye ekonomisindeki istikrarsızlığın temel nedeni olan kamu finansman
dengesi, kalıcı, sağlıklı bir yapıya kavuşturulmalı, kamu açıklarının
piyasalardaki baskısı azaltılmalı, reel faizler süratle makul bir düzeye
indirilmelidir. Enflasyon, tek haneli
rakamlara hızla düşürülmeli ve yapısal reformlar da tavizsiz
gerçekleştirilerek, ekonomi, sürdürülebilir bir büyüme ortamına
kavuşturulmalıdır. Yurtdışında çalışan
işçilerimiz ve müteşebbislerimizin, Türkiye'de yatırım yapmalarının sağlanması
için hükümetin gerekli kolaylıkları tanıması, yabancı sermaye için tanıdığı
imkân ve teşviklerden, yurtdışındaki işçilerimizin ve müteşebbislerimizin de
istifade edeceği tedbirleri hükümetimizin alması gerekmektedir. Sayın milletvekilleri,
cumhuriyet hükümetinin, dış politika alanında da önemli başarılara imza
attığını görmekteyiz. Türk basınında da büyük yankı bulan bu başarıları,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak da memnuniyetle karşılamaktayız. Geçtiğimiz
yıl içerisinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton'un, Türkiye'yi
ziyaret ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinde tarihî bir konuşma yapması ve
arkasından Bakü-Ceyhan petrol boru hattı anlaşmasının imzalanması, Türkiye için
tarihî bir olaydır. Yine, geçtiğimiz
günlerde, aynı devletin Dışişleri Bakanının gelerek, Kuzey Irak'taki ve
İsrail-Filistin arasındaki meseleleri ve Afganistan'daki meseleleri, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanına, Başbakanına ve hükümetine gerekli
bilgileri vererek, gerekli görüş alışverişinde bulunmak suretiyle politikaları
tespit etmesi de cumhuriyet hükümetimizin; yani, 57 nci hükümetin, dış
politikadaki çok önemli bir başarısıdır. Devam etmekte olan
Afganistan'daki savaşın bir an önce bitirilmesi ve Afgan halkının uzun
yıllardır hasret olduğu barış ortamına kavuşması en büyük arzumuzdur.
Afganistan'da oluşturulan yeni hükümet, bir an önce, ülkeyi huzura kavuşturmalı;
oradaki Türk unsurlar, yönetim, sosyal, siyasî alanda hak ettikleri ölçüde
temsil edilmelidir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin 11 Eylül faciasından sonra terörizme karşı alınan uluslararası
tavırdaki kararlı ve etkili tutumu, millî çıkarlar doğrultusunda cereyan
etmiştir. Türkiye, olayları dışardan seyreden değil, karar süreçlerinde rol
oynayan, gelişmelere yön veren bir konumda olmuştur. Türk askeri, sıcak savaşa
müdahil olmamış, barış sürecinde etkili rol oynama seçeneğine sıcak bakmıştır.
İhtiyatsız bir acelelikle Türk askerinin çatışmalarda taraf olarak Afgan
halkına zarar vereceğini bu kürsülerden ilan edenler, mahcup olmuşlardır.
Temennimiz, Türk Devletinin şefkat elinin bir an önce Afgan Halkına uzanması,
oluşturulacak bir barış gücünde Türk askerinin komuta düzeyinde temsil
edilmesinin sağlanmasıdır. Bugünlerde, Ortadoğu'da,
Filistin ve İsrail arasında meydana gelen gelişmelerin de bir barış süreciyle
noktalanmasını umuyoruz; günahsız Filistin halkının can güvenliğinin
sağlanmasını gerekli görüyoruz. Türkiye'nin, İsrail-Filistin anlaşmazlığının
giderilmesi konusunda daha fazla inisiyatif almasını doğru buluyoruz. Bu sıcak
ve hassas bölgedeki her gelişme, Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir.
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da, Türkiye'nin içinde olmadığı, görüş ve
isteklerinin dikkate alınmadığı, hassasiyetlerinin gözetilmediği oluşum ve
gelişmelerin, istikrar ve barışı sağlaması mümkün değildir. Türkiye, bölgedeki
güç ve ağırlığının bilincinde olarak, stratejik ortak olmanın kendisine
yüklediği misyonla daha aktif ve atak bir dışpolitika izlemeye memur ve
mecburdur. Değerli milletvekilleri,
Milliyetçi Hareket Partisi, Kıbrıs görüşmelerinin yeniden başlamasını olumlu
karşılamıştır. Sayın Denktaş'ın almış olduğu bu yapıcı tavrı destekliyoruz ve
ocak ayı ortalarında başlaması beklenen doğrudan görüşmelerin, oluşan bu olumlu
atmosferin tesiriyle, somut çözümlere fırsat vermesini temenni ediyoruz. Millî
onur meselemiz olan ve Türkiye için çok önemli stratejik değer taşıyan
Kıbrıs'la ilgili sorunların, ne pahasına olursa olsun yaklaşımıyla değil, millî
çıkarlarımız doğrultusunda çözülmesinden yanayız. Kıbrıs sorununa Rum
gözlüğünden bakanların ve bunu da, 70 milyon Türk vatandaşının parlak geleceği
için vatansever tavır olarak takdim etmeye çalışanların, aslında, ne Kıbrıs
sorununun çözümüne ne de Türkiye'nin, onurlu bir üye olarak, Avrupa Birliğine
katılma sürecine yapabilecekleri hiçbir olumlu katkı bulunmamaktadır ve bu
düşünceyi de reddediyoruz. Ocak ayında başlayacak olan Denktaş Klerides
görüşmeleri dikkatlice izlenecek ve Sayın Denktaş'a her türlü destek milletimiz
ve devletimiz tarafından verilmeye devam edecektir. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Afganistan harekâtında Amerika Birleşik Devletleriyle sıkı
işbirliğine girerek, savaş konjonktüründen kârlı çıkmayı başarmaya çalışan
Rusya'nın politikaları da dikkatle izlenmelidir. Almanya Bonn toplantısının
neticesi iyi değerlendirilmelidir. Türkiye'nin, Azerbaycan, Özbekistan,
Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Gürcistan'la, geniş bir işbirliği
kurmak suretiyle oluşturacağı birliktelik, bölgenin ihtiyacı olan barışın ve
istikrarın sağlanması için zarurîdir. Türkiye'nin geçici sıkıntıları, Türk
dünyası ve bölgeyle ilişkilerindeki iddia ve hedeflere sekte vurmamalıdır.
Türkiye, bölgede ve Türk dünyasında lider olma ülküsünden asla ve hiçbir şartta
vazgeçemez. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ağır ekonomik şartlardan kurtuluşun çaresi radikal
tedbirlerdir; ağır sonuçları olsa bile, köklü reformlardır. Bu tür tedbirleri
uygulayan siyasî kadrolar, muhtemel siyasî risklerden çekinmemelidirler. Böyle
zamanlarda, bedeli ne olursa olsun, millî görev ve sorumluluklarımızın idraki
içerisinde olmak, milliyetçi hareketin engin vatan ve millet sevgisinin doğal
bir sonucudur. Bu sebeple, dar siyasî ikbal hesaplarına iltifat etmeden, ülke
için gerekli fedakârlıkları yapmak ve daha fazla çalışmak amacındayız. Aziz Türk Milleti,
Milliyetçi Hareket Partisi, muhtemel siyasî bedeli olsa da, milletin çıkarları
hilafına hiçbir icraat ve eylem içinde olmamıştır ve olması da mümkün değildir,
bundan sonra da olmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) 57 nci cumhuriyet
hükümetimizce hazırlanan Ulusal Belgede millî çıkarlarımızın korunması için,
hükümetçe, önemli bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu hususta da, Milliyetçi
Hareket Partisinin önemli katkılarını kamuoyu bilmektedir. Bu konuda, kısa bir
hatırlatmada da fayda vardır. Ulusal Belgeye, Kıbrıs ve Ege meselesini sokmaya
çalışanlara fırsat verilmemiştir. Bunların yerinin, mekânının farklı olduğu ve
1959 yılından bu yana, o meseleler üzerinde yapılmış olan Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin anlaşmalarının geçerli olduğu vurgulanmış ve bu konuda başarıya
ulaşılmıştır. İdam cezasının
kaldırılması konusunda, içimize karışmak suretiyle, 30 000 insanımızı katleden, 5 000 şehidimizin kanını akıtan
yılanın başı Apo'nun kurtarılması için her türlü entrikaya başvuranlara fırsat
verilmemiş, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, terörle mücadelede, devlete karşı
işlenen suçlardan dolayı idam cezası alan herhangi bir kişinin affedilmeyeceği,
idam cezasının kaldırılmayacağı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, bu Meclis
tarafından, ilk defa konulmuştur. (MHP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) -
Zaten vardı canım!.. İSMAİL KÖSE (Devamla) -
AB çevrelerinin, bölücü başının geleceğini bir an önce garanti altına almak
istemeleri çabalarının Ulusal Belgede yer almasına da engel olunmuştur. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Niye asmadınız?! BAŞKAN - Efendim, laf
atmayın... İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Anadilde eğitim meselesinde, çeşitli polemiklere meydan vermek suretiyle
insanlarımızın kafasını kurcalamaya, binlerce yıldan bu yana et ve kemik olan
ve hiçbir şekilde ayrılmamız mümkün olmayan her seviyede ve her noktada
insanımızı bizden ayırmak için, önce silahla mücadele edenlerin, daha sonra
siyasî boyuta yönlendirmeye çalışanların, yine, elleri böğürlerinde kalmıştır.
Türk Diliyle eğitim yapılacaktır, Türk Dili, devletimizin resmî ve konuşma dili
olarak Anayasamıza ve Ulusal Belgeye geçmiştir, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek
şekilde belleklere yerleşmiştir. Bu da, Milliyetçi Hareketin ve bu Meclisin,
hükümetin başarısıdır. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, bu hükümet dönemindeki
başarıları, kuşkusuz, bunlarla sınırlı değildir. Partimiz, hükümet protokolü
çerçevesinde, hükümetin başarılı olması için gerekli desteği vermiş, ekonomi,
siyaset ve diplomasi konularında, milletimizin eğilimlerini, hükümet
kararlarına etkili şekilde yansıtmıştır. Milliyetçi Hareket
Partisi, iktidar ve Meclis zemininde, Yüce Milletimizin çıkarları için, teminat
olmaya devam edecektir. Türk siyasetine uzlaşma kültürünü hâkim kılmayı
amaçlayan Milliyetçi Hareket Partisi, halkın gözbebeği olan yüce kurumları
hoşgörü odağı haline getirme çabasındadır. Dünyada önemli
gelişmelerin yaşandığı, Türkiye'nin yeni roller alma imkânıyla karşı karşıya
olduğu, buna karşılık, ekonomik sıkıntıların aşılması yolunda çetin bir
ekonomik kurtuluş mücadelesinin verildiği bir süreci yaşamaktayız. Böyle kritik
dönemlerde muhalefete düşen görev, belki de iktidardan daha zor ve daha
anlamlıdır. Bu açıdan, muhalefeti ve iktidarıyla, Türk siyaseti, tarih önünde
en büyük sınavını vermektedir. Bu sınavdan siyasetin kazançlı çıkması, ülke ve
milletimizin kazançlı çıkmasıyla eşdeğerdir. Bunu anlamayanlar, inşallah,
zamanı geldiğinde, seçimlerde, Türk Milletinden cevabını alacaklardır. (MHP
sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu tartışmaya açılmış ve
bunun üzerinden seçimlerin yapılması konusunda birçok şeyler söylenmiştir;
ancak, tabiî, bunlar da muhalefetin hakkıdır, her zaman bir şeyler bulup
söylemeye mecburdur. O itibarla, bugünlerde de bu Siyasî Partiler ve Seçim
Kanunu gündemdedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, tüm siyasî partilerimizin
iştirak ettiği, eşit şartlarda iştirak ettiği bir Uzlaşma Komisyonu vardır. Bu
Komisyon, işte, sizin katkılarınızla gerçekleştirdiğimiz 34 maddenin
değişikliğiyle çalışmış ve bu Meclisin, bu Anayasadaki değişikliğini sağlayan
bir Komisyon olmuştur ve gerçekten de itibarı olan bir Komisyondur. Uzlaştığımız
böyle bir Uzlaşma Komisyonunun, şu anda, yine parti sayın genel başkanlarının
mutabakatı sonucunda, siyasî partilerimizin göndereceği ve ister Siyasî
Partiler Kanununda, ister Seçim Kanununda yapacakları değişikliklerle ilgili
öneriler, önüne gelecektir, bu Komisyonda gerekli tartışmalar ve irdelemeler
yaptıktan sonra, yine tüm siyasî partilerimizin iştirak etmiş olduğu bu Uzlaşma
Komisyonumuzdaki değerli arkadaşlarımızın katkılarıyla, inşallah Yüce
Meclisimizin önüne gelecektir. Hiç acele etmeyiniz; Allah nasip ederse, yüce
milletimizin vermiş olduğu 18 Nisandaki yetkiyi, vekâleti, yine 5 yıl sonra, 18
Nisanda, milletimizin huzuruna götürmek suretiyle, o tarihte seçim yapılacaktır.
Onun için, tarihi de burada size açıklamış oluyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) -
Hayali, hayali!.. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Korkunun, seçimden kaçmaya faydası yok! İSMAİL KÖSE (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'yi esenliğe çıkaracak olan kurum
siyaset kurumudur. Türk siyaseti, Yüce Meclisin çatısı altında, bir yandan,
seviyeli eleştirilerle doğruları aramalı, çareler üretmeli; diğer yandan, Yüce
Milletimizin önüne büyük hedefler koymalıdır. Her fırsatta ve her türlü
bahaneyle, çeşitli kesimlerin haksız hücumlarına maruz kalsa da Yüce
Parlamento, milletten almış olduğu güçle, milletin içerisinde bulunduğu
güçlükleri yenmedeki kararlılığını sürdürecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; kendisinin sorumlu olmadığı ekonomik krizden ülkemizi 57 nci
cumhuriyet hükümetinin kurtaracağına inanıyoruz, güveniyoruz. Bu kararlılık ve
gayreti hükümette görüyoruz. 2002 yılı bütçesinin bu amaca uygun olduğu
kanaatini taşıyoruz. Bu yolda, gerekli her türlü fedakârlığı ve siyasî desteği
hükümete vermeye devam etmeyi, kendi siyasî geleceğimize rağmen, daha ziyade,
millî çıkarlara uygun buluyoruz. Bu bakımdan, ekonomik
krizden kurtuluş emarelerini görmeye başladığımız, piyasaların kısmen
canlandığı, döviz yükselişinin frenlendiği, borsanın yükseliş trendine girdiği,
önemli dışpolitika başarılarının elde edildiği bugünlerde, görüşülmekte olan
2002 yılı malî bütçesinin ülkemize hayırlar getireceğine inanıyoruz. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak, bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum ve
milletimizin, çok yakında idrak edeceğimiz Ramazan Bayramını kutluyor; yeni
yılda, vatandaşlarımıza ve siz değerli milletvekillerine sağlıklar, mutluluklar
diliyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (MHP,
DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Köse. Sayın milletvekilleri,
Anayasanın 104 üncü maddesini, bir kere daha hatırlanması amacıyla okuyorum:
"Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk
Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Bu amaçlarla Anayasanın
ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı
yetkiler şunlardır: a) Yasama ile ilgili
olanlar b) Yürütme alanına ilişkin
olanlar, c) Yargı ile ilgili
olanlar." Berayı malumat arz etmek
istedim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bravo Sayın Başkan, mesaj yerine ulaşmıştır. BAŞKAN - Anlayan anlar
efendim, arif olan anlar niye söylediğimi. Birleşime saat 14.00'e
kadar ara veriyorum. Kapanma Saati: 12.58 Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU
(Hatay) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 38 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S.Sayısı : 754)(Devam) 2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/900, 3/900,
3/898, 3/899) ( S. Sayısı: 773) (Devam) 3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam) 4.– 2000 Malî Yılı
Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı: 774) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar. Söz sırası, Adalet ve
Kalkınma Partisinin. Manisa Milletvekili Sayın
Bülent Arınç; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri,
eğer süremizi düzgün kullanırsak, iftardan evvel üç Grubu konuşturma imkânı
sağlayacağım efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA
BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bütçe görüşmelerinin son
günündeyiz. Bu görüşmelerin de, alacağımız kararların da hayırlı olmasını
diliyorum. Değerli arkadaşlarım,
inancımıza göre bin aydan daha hayırlı olan bir gecenin sabahındayız. Bütün
arkadaşlarımın Kadir Gecelerini tebrik ediyorum. Hepimiz için hayırlı ve
bereketli olsun, ülkemize ve insanımıza mutluluk ve aydınlık günler getirsin. Değerli arkadaşlarım,
bugün, 2002 bütçesinin son konuşmaları yapılıyor. Baştan beri, bu görüşmeleri
izleyenlerin ortak bir kanaati var; herhalde, bu Meclis, tarihinin en sönük, en
heyecansız bütçe görüşmelerine sahne oluyor. Birinci günden başlayarak, bugüne
kadar, maalesef, hepimizin de ortak kanaati budur. Oysa, bütçeler, iktidarlar
için de çok önemli, muhalefet için de çok önemli. Benim, Parlamentoda deneyimim
sizler kadar çok değil; ama, takip ettiğimiz kadarıyla, son yıllarda bile olsa,
mutlaka, liderler konuşurlar, polemikler yapılır, rakamlar ortaya dökülür,
eleştiriler, eleştirilere cevaplar olur ve liderler için âdeta, bütçe, bir
sınav şeklinde cereyan eder. Geçmişteki bütçe görüşmelerini hatırlayanlar,
mesela Sayın Demirel'in, mesela Sayın Erbakan'ın, yerine göre, rahmetli Özal'ın
ve diğer liderlerin bu bütçe görüşmelerini, âdeta, sabırsızlıkla beklerler,
ilgiyle takip ederler ve bunun üzerinde uzun yazılar ve görüşmeler yaparlardı.
Birkaç yıldan beri sönük geçiyor; bunun da sebepleri var şüphesiz. Herhalde,
yaptığımızı kendimiz de beğenmiyoruz. Gelen bütçenin sanal olduğunu biliyoruz,
derde çare olmayacağını düşünüyoruz. Sümmettedarik rakamlar yan yana geliyor,
adına bütçe deniliyor ve biz, onları burada mecburen görüşmek zorunda
kalıyoruz. Gücümüz yok, yatırımlara ayıracak paramız yok, borçlar gırtlağımızı
aşmış ve hükümetler sadece sayısal çoğunluklarına güvenerek işbaşında kalmaya
devam ediyorlar. Bu bütçe görüşmelerinde
de, gördüğünüz gibi, muhalefet, genel başkanlar seviyesinde konuştu. Sayın
Çiller'i, Sayın Kutan'ı dinledik. Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları konuştu,
kanunî bir mecburiyet sebebiyle; ama, iktidar kanadında üç parti var. Üç
partinin bir genel başkanı bile lütfedip bu kürsüye çıkmadı, konuşmadı. Hadi,
ekonomide konuşulacak bir şey yok diyelim, bu bütçenin anlatılacak neresi var,
savunulacak neresi görüldü diyelim; ama, geleceğe yönelik bir şeyler söyleyemezler
miydi? İçpolitikaya, dışpolitikaya önümüzdeki ufkumuzu çizemezler miydi?
Bizleri ferahlatamazlar mıydı? Bize bir şeyler söylemesi mümkün değil miydi?
Hayır; maalesef, konuşmadılar ve söylemediler. Hatta, teamül gereği odur ki,
eleştirileri Sayın Başbakan cevaplandırmalıydı. Sayın Başbakan bile kürsüye
gelmedi. Yine, olan, Sayın Maliye Bakanına oldu. Değerli arkadaşlarım,
tabiî, hükümetin bu konudaki tavrı yadırgayıcıdır; doğrusu, olağan değildir.
Belki, arkadaşlarımız bunu olağan görebilirler; ama, Parlamentoda tecrübe
kazandıklarında bugünlere biraz üzülerek bakacaklardır. Değerli arkadaşlarım, son
bir yıldan bu yana, hükümet ortakları, bütçedeki tavırlarını, zaten, mesela,
gensorularda da gösteriyorlar. 20'den fazla gensoru verilmiş. Başbakan veya
bakanlar hakkında ithamlar var, başarısız oldukları söyleniyor. Muhalefet
partileri konuşuyorlar; ama, iktidarın üç partisi, gensoru gibi önemli bir
denetim mekanizmasında bile lütfedip ağzını açmıyor, kendini savunmayı bile
düşünmüyor. Değerli arkadaşlarım,
bütçe, yerine göre bir denetimdir; bu denetimden iktidar kaçamaz; ortaya bir
vizyon koyar, bu vizyonuyla Türkiye'nin geleceğine ümitle bakar. Ama, mesela,
denetim mekanizmalarında, bir arkadaşımızın sorusuna verilen cevaptan anlıyorum
ki, şu ana kadar, bakanlara, 1 257 sözlü, 4 903 yazılı soru önergesi verilmiş.
Şu ana kadar 2 500 civarında sözlü ve yazılı soru önergesi cevaplandırılmamış.
Sekiz aydan beri sorusuna cevap alamayan milletvekili arkadaşlarımız var. Bu
denetimlerden kaçmak, Parlamentoya da siyaset kurumuna da yapılacak en büyük
kötülüklerden birisidir. Dolayısıyla, hükümetin de dikkatini çekiyorum. Bu
Parlamentonun saygınlığını hep beraber korumaya ve kurmaya mecburuz. Değerli arkadaşlarım,
burada konuşmaları özetlediğimizde rakamlar var; üç aşağı beş yukarı, hep aynı.
Polemikler yapılmış, eleştiriler yapılmış, yerden yere vurmalar olmuş, yerinden
laf atmalar olmuş; toplayın hepsini, konuşulanlar doğru; rakamlar da, üç aşağı
beş yukarı, doğru; tespitler de doğru; sıkıntı, zannediyorum, yalan söyleyen
veya doğru söyleyenlerde değil, doğruları yapmayanlarda. Evet, iki kere iki
dört eder, üç veya beş etmez; ama, bu tespitleri yerine getirecek olan
iktidarlardır, icraatlarıyla bunu yapacaklardır. İktidarların şikâyet etmeye,
çözüm bulamadım demeye hakları yoktur. Biraz evvel MHP'nin sayın sözcüsü, hepimizin dikkatlerini çeken bir konuşma yaptı;
o kadar rahattı ki, ancak, Sayın Köse bu kadar inandırıcı konuşabilir.
Hükümetin çok başarılı olduğunu söyledi "hükümetin içinde de en başarılısı
MHP'dir" dedi; elhak, doğrudur; böyle diyorlarsa, rakamlara, gerçeklere,
konuşulanlara baktığımız zaman, Anadolu'ya çıktığımız zaman, neresi ne kadar
doğru, bunları hepimiz görüyoruz. Değerli arkadaşlarım,
hükümetin başarısız olduğu, Türkiye'nin içinde bulunduğu tablonun gerçekten
vahamet arz ettiği bir gerçektir; bunu, hiçbir şey değiştiremez. Bakınız,
bugünkü hükümetin, şu Parlamentoya, Meclis binalarına girdiğimiz zaman,
arabanızı park etmek üzere geçerken karşınızda bir levha var; o levha da,
zannediyorum ki, askerî birliğin bulunduğu yerdir. Şöyle yazıyor: "Hiçbir
mazeret başarının yerini tutamaz." Başarmaya mecburuz. İktidarlar
başarmaya mecburdurlar. Bunun için, hiçbir mazeret geçerli olamaz, hiçbir
mazeret doğru olamaz. Bunları saklamanın da kimseye bir faydası yok; çünkü,
bunu saklarsanız, sonunda mahcup olursunuz. Adamın biri gümrük kapısından
elinde çantayla geçiyormuş; o zamana kadar çok geçmiş; ama, kimse kendisine bir
şey sormamış; gümrük kapısında mülayim insanlar varmış; hoş geldin, buyur, geç
diyorlarmış; ama, o gün soracağı tutmuş; ne var bu çantalarda? Adam boş
bulunmuş ; kuş yemi var demiş. Ver bakalım şu çantaları... Almış, biraz ağır
gelmiş çantalar. Bu, kuş yemi olamaz; aç bakalım çantayı demiş. Çantayı açmış
adam; ikisinde de tıka basa kol saati dolu. Kaçak saat getiriyor o taraftan bu
tarafa. Utanmıyor musun; sen bize kuş yemi dedin; oysa, bu çantalardan kol
saati çıktı demişler. Adam, soranlardan daha pişkin: Vallahi, ben, bunları kuş
yemi niyetine aldım; yarın kuşların önüne koyacağım; yerlerse ne ala! (AK Parti
sıralarından alkışlar) Evet, çok şeyler söylenebilir başarı adına. Yerlerse ne
ala! Ama, ortada bir gerçek var; bu gerçek bizim konumumuzu değiştirmiyor. Değerli arkadaşlarım, bu
hükümet ikibuçuk yıldan beri işbaşında; ama, bu hükümetin omurgasında Anavatan
Partisi ve DSP var. Omurga, dörtbuçuk yıldan beri işbaşında. 1997 Temmuzundan
bu yana, iki sevgili ortak, hükümet olmaya devam ediyorlar, ANAP ve DSP.
Aralarına masum bir ortak girdi ikibuçuk sene önce. O da yaşlandı sayılır.
Dörtbuçuk yıldan bu yana hükümeti sürdürenler, şimdi "biz, başarısız
olduk" diyemiyorlar; üç ahbap çavuş, birbirlerine dayanıyorlar, yıkılmamak
üzere zor ayaktalar; ama, olan, millete oluyor. Peki, bu konuşmalardan
çıkan sonuçlar nedir; bu, bir iflas bütçesidir; IMF politikalarının iflas
ettiğinin bütçesidir; bir sanal bütçedir; her şey faize gidiyor, ödemeler
dengesi bozuk, gelir dağılımı bozuk, vergi adaleti yok, vesaire... İsterseniz, müsaade
ederseniz, madde madde bunları bir sıralayayım: İşsizlik çığ gibi; mevcutlara,
işini kaybetmiş yeni işsizler katılıyor. Esnaf ve sanatkâr
perişan. Kimse, bunların aksini de söyleyemez. Bunları görmek için varoşlara
gitmeye de gerek yok; orta halli mahallelerde, küçük sanayi sitelerinde,
esnafın bulunduğu her yerde bunları görebiliyorsunuz. Dükkânlar kapatılıyor,
Bağ-Kur, SSK primleri ödenemiyor, siftah yapılamıyor. Tarım sektörü can
çekişiyor. Tütünü bitirdik, şekerpancarını bitirdik. Çiftçi borcunu ödeyemediği
için cezaevlerine giriyor. Mazot pahalı, traktöre mazot koyamıyorlar, topraklar
ekilemiyor, gübre atılamıyor. Memur geçinemiyor,
halinden şikâyetçi. İş dünyası en büyüğünden
en küçüğüne kadar kaybediyor. Sanayi ve yatırımcı zorda. Türkiye, reel olarak,
ekonomik bazda küçülüyor. 2001'de yüzde 9'lar seviyesinde küçüldü, eksi
gösterdi. Genç nüfusumuz büyük bir kaynak. Biz, bununla övünüyoruz; çünkü,
Avrupa nüfusu yaşlı. Bizim 65 milyon nüfusumuzun yarısından fazlası 30 yaşın
altında; kabiliyetli, dinamik gençliğimiz var; ama, bu gençlerimize imkânlar
sunamıyoruz. Üniversiteyi bitirenlerin elinde işi yok, üniversiteye
giremeyenler bir başka dert. Bu sene, biliyor musunuz, vakıf üniversiteleri
yüzde 30 nispetinde boş kaldı. Taban puan düşmesine rağmen, taban puanlar bir
kenara, harç ve masrafı anne babalar
bulamadığı için çocuklarını üniversiteye veremediler. Değerli arkadaşlarım,
içborç 119 katrilyon, dışborç 117 milyar dolar. Her doğan çocuk 5 milyar borçla
doğuyor. Vergi gelirleri faize gidiyor, hatta yetmiyor. Fert başına düşen millî
gelir, bir aralar 3 000 doların üstüne çıktı, son bir yıl içerisinde yine 2 000
küsur dolarlara düştü. Üretim ekonomisi yok, rant ekonomisi var. Toplayın 500
tane büyük firmayı, kârınız nerden diye
sorun, ya repodan ya faizden diyorlar. 25 000 çalışan fabrikanın 10 000'i
kapanmış, 1 000 000'dan fazla insan işini kaybetmiş. Bunların 40 000'i de
bankacılık sektöründen, sahasında deneyimli insanlar. Enflasyon yüzde 20'lere,
yüzde 15'lere inecek; hesap böyle yapılmış, stand-by anlaşmaları bunun için
yapılmış; ama, yüzde 60'lar, yüzde 70'ler seviyesinde. 2001 yılı bütçesinin
hiçbir hedefi tutmuyor, ne giderlerde ne faiz ödemelerinde ne enflasyon
hesabında. Ekonomi stop etmiş, vergi bile alınamaz durumda. Ekim ayı sonu
itibariyle 4 kişilik aile için açlık sınırı 307 000 000, yoksulluk sınırı 912
000 000. Bu ülkede 27 000 000 yoksul var, 12 000 000 açlık çeken insan var. Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz. Maastrich kriterleri, ekonomik
kriterlerdir; bunun fersah fersah uzağındayız. Evet, övüneceğimiz bir tek şey
var, 20 000 000'luk banknotu olan hemen hemen bir iki ülkeden birisiyiz dünya
yüzünde. 20 000 000'u bir kâğıdın üzerine koyduk. Dolar, 100'den fazlası
basılmadı, markın 1 000'den fazlası yok; ama, bizim 20 000 000'umuz var.
Bununla da övünebilir bazıları. Evet, meşhur sözdür: "Bir Türk dünyaya
bedeldir." Bu, bir söz; ama, bir gerçek daha var; bir dolar, birbuçuk
milyon Türk Lirasına karşı geliyor. Yani, birbuçuk milyon Türk Lirasını yan
yana getirdiğiniz zaman, ancak, bir dolar alabiliyorsunuz. Bu, ekonomideki
gerçek; o da, bizim hamasetimiz. AHMET EROL ERSOY (Yozgat)
- Espri yapıyor... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, gramla et ve kıyma alınmaya başladı. Halk beslenemiyor.
Sağlık giderleri karşılanamıyor. Sosyal patlamalardan bahsediyoruz. Sosyal
patlama daha nasıl olacak; elinde silahla sokağa mı çıkacak insanlar; katliam
mı başlatacaklar? Bu hırsızlıklar, yolsuzluklar neyin nesi? Bu fuhuş patlaması
nerden geliyor? Bu boşanmalar niçin arttı? Bu içki ve uyuşturucu iptilası neden
12-14 yaşına kadar inmeye başladı? AHMET EROL ERSOY (Yozgat)
- Hemen mi oldu?! BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar, Türkiye'nin gerçekleridir. Bazı
arkadaşlarımız hazmetmekte zorlanıyorlar. Bütün bunları hep beraber
yaşıyoruz. Bütün bunları görmeliyiz. Bir felaket tellalı olarak konuşmuyorum. AHMET EROL ERSOY (Yozgat)
- Aynen... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Bu gerçekleri kabul ederseniz, ondan sonra, gereğini yapmak zorunda kalırsınız.
Yoksa, bütün bunlara laf atmalarla geleceğiniz nokta, bundan daha ötesi
değildir; mahcubiyettir, perişanlıktır ve maalesef, iflastır. 98 katrilyonla geliyor
2002 yılı bütçesi; ama, burada, 71 katrilyon gelir var; daha gelirken üçte 1'i
açık, 27 katrilyon. Neyle kapatacağız bu açıkları; bildiğimiz yöntemlerle, ya
para basılacak ya yeni vergiler, zamlar gelecek vesaire. Bütün bunlar orta
sınıfa daha büyük zulümdür, daha çok geçimsizliktir, daha çok geçinme zorluğu
çekilmesidir. Değerli arkadaşlarım, şu
ramazan ayı içinde belediyelerin ve bazı kuruluşların iftarları ve erzak
dağıtmaları olmasaydı, insanımız, belki bu ayı çok büyük zorluklar içerisinde,
belki suyuna ekmeğini katık yaparak iftarını, sahurunu yapabilecekti.
Halkımızın hamiyet duyguları var ki, bazı kuruluşlarımız ellerinden gelen
gayreti gösteriyor. Değerli arkadaşlarım,
bütün bunlar sonucunda Türkiye iyi yönetilmiyor ve Türkiye'de işler iyiye
gitmiyor. Bütün bunlar, IMF politikalarının iflas ettiğini ve maalesef,
Türkiye'nin durumunun giderek zorlaştığını gösteriyor. Bakınız, sadece bir iki
metin okumakla bu bahse son vereceğim, Parlamentoda bir Diyalog Grubu var;
hemen hemen bütün siyasî partilerin bu grupta temsilcileri var; feryat etmişler
neredeyse bundan bir yıl önce, içborç şu kadar dışborç bu kadar demişler. Sayın Başkanım, herhalde,
arkadaşları ikaz edeceksiniz. BAŞKAN - Lütfen
efendim... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Kalem vurduğunuzdan öyle zannediyorum. BAŞKAN - Hayır, kalem
değil efendim, tokmak vurdum da... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Evet, tokmak bile az geliyor demek ki. BAŞKAN - Benim sesim
tokmaktan da gür. BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Özellikle, Diyalog
Grubundan bahsederken Sayın Başkanının da dikkatlerini çekmek istiyorum.
Yaylacılar grubunun sohbeti başka oluyor; ama, ben onların bildirisini okuyorum
burada. "İnsanlarımız kendi
vatanlarında mutlu değil, ümitlerini yitirmekte, geleceklerini başka
topraklarda aramakta, ekonomik ve sosyal bunalım yeni boyutlar kazanmak
eğiliminde, tarihimizi rahatsız, geleceğimizi tehdit eden bu tablolar karşısında
başkalarının bizim için düşünmelerini beklemeye, çözümleri dışarıda aramaya
hakkımız yok. Çözümleri bulmak, Türkiye'yi büyütmek, insanlarımızı mutlu ve
müreffeh yapmak için çalışmalıyız. Milletin güvenini yeniden kazanmamız gerekiyor.
Meseleleri ertelemek, görmezden gelmek çözüm olmuyor; aksine, çözümü daha da
zorlaştırıyor. Hepimizi Türkiye'ye, insanlarına, yarınlarına sahip çıkmaya
çağırıyoruz. Fedakârlık, feragat, millî menfaatlar etrafında bütünleşme
zamanıdır. Güven ortamının sağlanması için, hükümeti, en kısa zamanda gereğini
yapmaya davet ediyoruz. Geniş halk kitlelerinin desteğine sahip olmayan
programların başarılı olması beklenmez" diye devam ediyor. Değerli
arkadaşlarım, 2001 yılının ocak ayında yayımlanan bu bildiriyi, şimdi, acıyarak
ve üzülerek hatırlamak gerekir. Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, Türkiye'ye dışarıdan baktığımızda, şu acı tabloyu da görmek mümkün:
Güven noktasında, Türkiye, Filipinler'den sonra 2 nci sıradadır, rüşvet
sıralamasında 52 ülke arasında Türkiye ilk 3'ün içindedir, sosyal güvenlikte
OECD ülkeleri arasında sonuncu olup, ekonomisi karanlık ülke ilan edilmiştir,
para birimi dünyada en düşük olan ülkedir, rekabet gücü 75 ülke arasında 33
üncü sırada yer alıp, geleceğe yönelik umut sıralamasında 54 üncü sıraya
gerilemiştir, işgücü verimliliğinde en arkalarda, Avrupa Birliğine üye 15 ve
aday 13 ülke arasında kriterler noktasında en sonda yer alıyor, teknoloji
harcamalarında Avrupa Birliği ülkeleri arasında sonuncudur, dünya enflasyon
liginde Sudan'dan sonra ilk sıralardadır. Değerli arkadaşlarım,
bütün bunlara şunları da ekleyebiliriz: Geldiğimiz noktada, halkın güveni
tamamen sarsılmıştır, ekonomi bıçak sırtından bıçağın altına yatırılmıştır,
halkın tasarrufları yastık altına gitmekte, alınmamakta, satılmamaktadır,
gurbetçilerin tasarrufları ülkeye çekilememektedir, yabancı sermaye girişi
yoktur, aksine, yerli sermaye, dışarıya kaçmaktadır, sadece Romanya ve
Bulgaristan'a değil, Amerika'ya bile, yerli sermaye, yatırım yapmak üzere
gitmektedir, planlanan özelleştirmeler gerçekleşememiştir, yatırım, üretim
durma noktasındadır, imalat sanayiinde küçülme var ve diğerleri. Değerli arkadaşlarım,
bütün bunlarla geldiğimiz noktada, evet, doğru şeyler söylüyoruz, doğru şeyleri
yapmak mecburiyetindeyiz, yoksa, bu tabloların altında hep beraber kalacağız ve
bütün bu sıkıntılar bizi çok daha zor günlere götürecek. Arjantin'in iflas
bayrağını çektiği bir dünyada, Türkiye'nin aynı duruma düşmesi, Allah saklasın,
hepimiz için bir felaket olacaktır. Tedbirlerini, mutlaka, en kısa zamanda
almak mecburiyetindeyiz. Bütün bu rakamları sayıp
döktüğümde, bir karartıcı tablo çıkıyor ortaya. Felaket tellalı olmamalıyız,
hele, böyle güzel günlerde, ülkemizin geleceğine hep beraber, umutla
bakabilmeliyiz; ancak, bunları konuşmak, hatta, dramatik şekilde konuşmak
mümkün. Buradan, bir siyasî rant da sağlayabiliriz. AK Parti, Meclisin en genç
partisidir, yapılan anketlerde birinci sırada çıkmaktadır, önümüzdeki
seçimlerde muhtemelen başarılı olabilecektir -yumuşatarak söylüyorum, bazılarını
rahatsız etmesin diye- ve bugünkü bütçeyi tenkit etmekle, bugün içerisinde
bulunduğumuz ekonomik tabloyu tenkit etmekle, seçimler için bir rant elde etmek
de mümkün. Ama, değerli
arkadaşlarım, tarihte, Pirus Zaferi diye bahsedilen bir zafer var. Öylesine
savaşmışlar ki, iki taraf da bitap düşmüş. Galibiyet galibe yaramamış,
mağlubiyet de mağlup olanın sırtında kalmış. Türkiye'nin hali, bir Pirus Zaferine
ulaşabilecek noktada görünüyor. Kim iktidara gelirse gelsin, elini altına
soktuğunda, bütün gövdesiyle girebileceği bir ağırlık olacak. İktidar da, yine
hükümet etmeye devam etse bile, bu tabloda bir iyileştirme temin edilemeyecek;
ama, biz, bunu yapmayacağız. Bakın, bugünkü konuşmama bu tabloyla başladım,
buna mecburum; ama, yapmamız gerekenler var ve bu sorumluluk hepimizin. Türkiye
bu noktaya gelmişse, geçtiğimiz hükümetlerden bugüne, yapılan yanlışlıkların,
alınan yanlış kararların, siyasî tercihlerin sebebiyledir. Bu hükümet, böyle
bir tabloyu karşımıza çıkarmasaydı, yüzde 10'luk enflasyon olsaydı, dolar 680
000'lerde, 690 000'lerde kalsaydı, işsizlik olmasaydı, bütün sektörlerde bir
canlılık olsaydı, bunun başarısı, elbette, hükümete ait olacaktı; ama, bunun
tam tersini bugün gördüğümüzde, lütfen, hükümet, topu taca atmasın, namuslu
davransın, dürüst davransın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Başarıyı kendisine
getiren, ama, başarısızlığı da başkalarının sırtına yıkmaya çalışan bir
anlayış, doğru bir anlayış değildir. Eğer, bugün, Parlamentoda siyaset yapan
bizler, ülkenin geleceğine talip isek, bu tablodan, memleketimizi, insanımızı
çıkarma gayretinde isek, o zaman, sorumluluğu hep beraber duymaya mecburuz;
çünkü, başka ülkemiz yok, başka devletimiz yok, başka Türkiye yok. Biz, aynı
gemide seyahat eden yolcular gibiyiz. Geminin kaderi, hepimizin kaderidir.
Gemi, sahili selamete ulaşırsa batmadan, hepimiz kurtulacağız; ama, batarsa,
sadece alttakiler, kamaradakiler veya ambardakiler değil, üsttekiler de
batacak. Böyle bir tabloyu düşündüğümüzde, hepimiz, sorumluluk altına girmeye
ve çözümler için de el ele vermeye mecbur olacağız. Yani, sözün kısası şu:
Masum değiliz hiçbirimiz. Belki, yaşımız itibariyle, AK Parti, bunu, kendisi
için söylemeyebilirdi, ben yeniyim, bu sorumlulukta hiçbir yer taşımıyorum, ben
elimden gelen gayreti, önerilerimle, çözüm paketlerimle ortaya koyuyorum, sayım
şu kadardır diyebilirdi; ama, ben, onu da sorumluluk altına koyuyorum ki,
bundan sonraki yapacağımız işlerde, hep beraber, el ve gönül birliğiyle hareket
edelim. Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Parlamentodaki bugünkü tablo, bir bakıma çok iyi; ama, bir bakıma çok
kötü sonuçlar doğurdu. 3 partili bir koalisyon var; 351 güvenoyu almıştı, 5-10
eksildi; ama, yine 340'lar civarında milletvekili sayısı var. 3 tane muhalefet
partisi var; ama, toplasanız 190 etmiyor, arada 150'ye yakın milletvekili var.
Bu, bir sayısal çoğunluktur. Bunu, bir güç olarak, hükümet görebilirdi;
istediği kanunu çıkarabiliyor, istediği kararı alabiliyordu, hiç kimse mâni
olmadı, sadece burada konuşmalar yapıldı, önergeler verildi. Zaman zaman
bunlardan bile şikâyet eden başbakanlar gördük; ama, biz, muhalefet partisi
olarak, doğru bildiğimize, yanlış bildiğimize bir şeyler söylemek, çözümler getirmek
mecburiyetindeydik. 340-350 arkadaşımız, her şeye el kaldırmak, indirmek
suretiyle, Bankalar Kanununu 6 defa değiştirdiniz, şeker çıktı, tütün çıktı,
Elektrik Piyasası Kanunu çıktı, Tahkim Kanunu çıktı, muhalefetin desteğiyle pek
çok anayasa değişikliği çıktı. Bu sayısal gücü, bir siyasî irade haline
getirmek ve bunu, başarıya, bir enerjiye dönüştürmek mümkündü; ama, böylesine
sayısal güç, yanlışları yapma noktasında, iktidarı daha şımarık yaptı, maalesef
daha mağrur yaptı; bugün, onun sıkıntısını çekiyoruz. Değerli arkadaşlarım,
geldiğimiz bu noktada, bazı şeyleri tekrar düşünmekte ve yeni şeyler söylemekte
yarar var; çünkü, rakamlar, âdeta, üst üste alt alta; yüzde 10,5 mu, yüzde 9,5
mu; ama, bir netice var ortada. Gidiniz Ulus pazarına, gidiniz Yüzüncü Yıl
pazarına, İstanbul'a, Manisa'ya, İzmir'e, Ardahan'a, Kars'a, gördüğünüz bir şey
var; açız diyenler var, işsiziz diyenler var, yoksuluz diyenler var,
ciğerparesi yavrusunu doktora götüremediği için gözü yaşlı anneler var ve
artık, açlıktan ölen çocukların fotoğrafları gazetelerde. Bunlar hepimize hüzün
veren, hepimizi duygulandıran şeyler. Türkiye, buna müstahak değil, ülkemiz,
böylesine bir fakirliği ve yoksulluğu yaşamaya müstahak değil. Biz, bundan
üzülüyoruz ve utanç duyuyoruz değerli arkadaşlarım. Bakınız, iki şeyi söylemek
istiyorum, zaten, Mevlânâ da öyle diyor "dün dünde kaldı, bugün yeni
şeyler söylemek zamanı cancağzım." Yeni şeyler de bilinmeyen şeyler değil;
ama, rakamlar anarşisinde boğulduğumuz için böl, çarp, topla. Zaten, Türkiye,
uzun bir süredir monetarist politikalarla yönetiliyor; yani, sadece para
hareketleri. Parayı buradan aldın buraya koydun, enflasyon düşecek mi, döviz,
borsa, faiz -affedersiniz çıpalı mıydı- çapalı kur, arkasından dalgalı kur, her
şey dalgalanmaya bırakılmış, biz, bunlarla meşgulüz; ama, yaptığımız şeylerin
faydasını göremiyoruz. O yüzden, rakamları bir kenara koyarak, bu durumlara
niçin geldiğimizi bir başka perspektiften ve zaviyeden görmek mümkün mü? Biz,
bu hallere niçin düştük? Değerli kardeşlerim, bu
ülke, eğer, Afrika'da bir ülke olsaydı; yani, bir yılda yağan yağmur şu
bardağın içini dolduramayacak bir ülke olsaydı -bunları izliyoruz, bu Etiyopya
olabilir, Kongo, Katanga olabilir, yağmur yok, her şey güneşin altında,
toprakta bir ot bile bitmiyor- fakirliğin bir sebebi olurdu. Grönland'da
buzların altında yaşasaydık, fakirliğin bir sebebi olurdu. Avustralya'nın
ortasındaki çölde olsaydık, bu çöl insana hayat vermiyor diye şikâyetimiz
olurdu veya bizim insanımız, Allah korusun zombilerden birisi olsaydı, Amazon
deltasında yaşayan yerlilerden birisi olsaydı da, hâlâ çiğ etle besleniyor
durumunda kalsaydı, o zaman, bu insanlar medeniyet görmemiş falan derdik; ama,
burası Türkiye. Bu millete Cenabı Hak bin yıl Hakk'ın bayrağını taşıdığı için
en büyük nimetleri verdi. Bu nimetlerle, biz, bugün yaşıyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Şu halimize bakın, aynı
anda dört iklimi yaşayan başka bir ülke gösterebilir misiniz? Şu anda,
Antalya'da, belki denize giriliyor, belki Manisa, İzmir'de ceketle dolaşılıyor,
Ankara'da kar var Hakkâri'de daha çok vardır. Karadeniz'de yağmur var. Bir
yerde yağmur, öbür tarafta kar, öbür tarafta güneş, bu tarafta deniz. Allah,
böylesine nimetleri bu ülkeye vermiş. Akarsularımız var, yaylalarımız var,
ovalarımız var. 18 milyon hektar arazi var ki, eğer sulu tarıma geçebilsek,
1'inden 3 mahsul almak bile mümkün. İnsanların aç kalması mümkün değil. Üç
tarafımız denizlerle çevrili, 700 000 kilometrekare toprağın üç tarafında deniz
var. Denize hiçbir kıyısı, sahili olmayan ülkeler fakirlikten bahsedebilir; ama,
bizim denizimiz var, güneşimiz var, toprağın altında maden yataklarımız var;
bor var, uranyum var, fosfat var. Toprağın bir metre altını kazdığınız zaman,
size gülümseyen madenleri göreceksiniz. Bunların hepsi Türkiye'nin büyük zenginlikleri. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin bu doğal kaynakları, genç ve dinamik bir nüfusu var, taşı sıksa
suyunu çıkaracak. Kırk sene evvel Almanya'ya gitti, dev preslerin karşısında
önce şaşkındı; ama, iki sene sonra maestro oldu, o presin daha güzelini yapmaya
başladı; Allah, böyle zekâ vermiş. Çok zengin tarih ve kültür mirasımız var.
Milletimizin köklü ve zengin bir devlet geleneği var. yüksek girişimci
potansiyeli var. Türkiye, bölgesinde etkili olabilecek bir jeostratejik konuma
sahip. Emsalsiz tabiat güzelliklerimiz var ve hele hele, halkımızın inancından
gelen, örf ve âdetinden gelen güzel duyguları var; cömert, başkalarına yardım
ediyor; kanaat sahibi, uysal, devletine karşı gelmiyor. Milletimiz, tarih
boyunca bu imkânsızlıklar içerisinde çok şeyleri başardı. Değerli arkadaşlarım,
biz, takriben seksen senedir harp etmeyen bir ülkeyiz. Bir memleketin
tarihinde, barış dönemi çok önemlidir. Uzun sayılabilecek bir barış döneminden
geliyoruz. 1923'te cumhuriyet, 1920'de Meclis; arkasında hiçbir savaş hali yok.
Şüphesiz, güneydoğuda yaşanmış olayları arkadaşlarımız biliyorlar. Bu, bizim
kendi iç meselemizdi, dış tahrikleri vardı; ama, ben, bir ülkeyle karşı karşıya
harp etmekten bahsediyorum. Peki, biz, bugün bu
haldeyiz. Böylesine büyük zenginliklere sahibiz. Böylesine uzun bir barış
sürecinden geliyoruz. Dünyada, önemli tecrübe var; birisi Almanya, diğeri
Japonya... 1939-1945, İkinci Cihan Harbi, Almanya yıkıldı, taş üstünde taş
kalmadı; Hitler delisi, dünyayı ateşe verdi ve sonunda Almanya teslim bayrağını
çekti. 1945'te erkek nüfus azalmıştı, fabrikalar yıkılmıştı, sanayi
kalmamıştı... Bu ülkenin petrolü bile yok, bizim sahip olduğumuz zenginliklerin
çok azına sahip; ama, bugün Almanya, yirmi senede kalkınmasını tamamladı, şimdi
6 000 000-7 000 000 yabancı işçi çalıştıran bir ülke haline geldi, fert başına
düşen millî geliri arttı. Japonya, 8 000-10 000
adadan müteşekkil, toprağında maydanoz bile bitmiyor; insanlar, 40 metrekarelik
evler bulurlarsa zengin sayılıyorlar. Böyle bir ülke, 1945'te iki atom bombası
yedi başına; ama, Japonlar, millî haysiyetlerini üstte tuttular, kendi
politikalarını koydular, çok çalıştılar, mesuliyet anlayışına sahip oldular ve
kalkındılar. Harpten yeni çıkmış iki
ülkenin başarısını ve refah seviyesini gördükten sonra, benim ülkeme ne oldu
ki, seksen senelik barıştan geliyorum, başıma atom bombası da yemedim, bir
harbe de girmedim, birçok imkâna da sahip
bir ülkeyim niçin bu hallere düştüm demeye mecburuz. Biraz evvel saydığım
zenginlikler ne kadar güzel şeyler; ama, varlık içerisinde yokluk çekmek ne
kadar kötü... Hocanın canı helva
istemiş, bakkala gitmiş "bana helva ver" demiş. Bakkal "Hocam,
kalmadı" öbürü "kalmadı" öbürü "kalmadı..." demiş.
Hoca, helva yiyecek; ama, bakkallarda helva bulamıyor. Hoca, dördüncü bakkala
gitmiş "yahu, sende de helva yok mu hakikaten?" demiş, bakkal
"yok" demiş. "Peki, be adam, sende yağ var mı?"
"Var" "Şeker?.." "Şeker de var Hocam"
"Un?.." "İstediğin kadar var" Ulan, utanmaz, neden bunları
bir araya getirip de helva yapıp satmıyorsun?" Nasrettin Hoca, bütün
bunları, herhalde bizim için söylemiş, başkaları için değil... Bu kadar varlık
içerisinde yokluk çekmek, başka hangi ülkede vardır?.. Önümüzdeki ülkelere
bakın, hangisi böylesine imkânlara sahip? Şair güzel söylüyor:
"Yarab, nedendir bu susuzluğumuz, gürül gürül akan çeşme başında!"
Çeşmenin başındayız, susuzluktan dudaklarımız çatlamış ve bir de, hâlâ,
gülerek, hâlâ, sırıtarak, hâlâ, içerisinden alay etmeyi geçirerek "ben
niye bu hallere düştüm" diye, kafasını ellerinin arasına alıp, utanacağı
yerde, maalesef, bütün bunlara isyan etmeyi düşünenler var. Tabiî, burada
değil; herhalde, bir başka yerde, bizi dinleyenlerin içerisinde, bunu,
kafasından geçirenler olabilir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
ikinci bir konuya geliyorum: Türkiye, uzun süreden beri bir monetarist
politikayla yönetiliyor. Sayın Maliye Bakanımız bunları çok iyi bilir;
sahasında en iyi yetişmiş insanlardan birisi. Başta da söyledim, bir para politikası
sadece; Sayın Derviş de bunu çok iyi biliyordur, bir başkası da biliyordur. Ne
yapıyorsunuz bununla; Sayın Ali Coşkun, "üçkâğıt ekonomisi" demişti
"menkul kıymetler, borsa, döviz, faiz" diye de saymıştı. Hakikaten,
Türkiye, birkaç yıldan bu yana -rahmetli Özal döneminde de belki bu kadar
vardı- sadece dövizi konuşuyor, sadece faizi konuşuyor, sadece repoyu
konuşuyor, sadece enflasyonu önlemek için, "bunun parasını kıs, bu tarafa
ver; bunu, buradan al, bu tarafa koy..." Bütün bunlarla vaktini geçiriyor.
Değerli arkadaşlarım;
ama, bunların sonucu, bugün geldiğimiz tablodur. Burada bir yanlışlık olamaz
mı? Bu monetarist politikalarda faiz var, döviz var, para var da, peki, insan
unsuru nerede? Bunlar hep insan için değil mi? Para da, insanların huzur ve
mutluluğu için, elbette düşünülebilecek bir araç değil mi? Hepimiz biliyoruz ve
bilmeliyiz ki, insanlar dünyaya geldiğinden bu yana üç şey için düşündüler;
insanın fıtratı bunu istedi. Birincisi, huzur ve barış içerisinde bir yaşam;
kimse kavgayı ve savaşı düşünmüyor. İkincisi, refah seviyesi yüksek olsun;
kimseye muhtaç olmamayım, cebimde param olsun, paramın kıymeti olsun. Üçüncüsü
de, ben insanım, yaratılmışların en şereflisiyim; insanca yaşamak istiyorum,
kimse benim insanlık onurumu çiğnemesin ve insanlığımla alay etmesin. Hükümetlerin görevi, bunu
temin etmektir; muhalefetlerin görevi, bunu temin etmek için çalışmaktır,
yöneticilerin görevi budur. Biz, hepimiz, bu ülkede, başı dik, alnı açık, karnı
tok insanlar olarak yaşamak istiyoruz; inancımızla veya inançsızlığımızla...
Kime isabet ederse etsin, bunu yaşamak ve bu inancımızın gereğini yapmak
istiyoruz. Huzur ve mutluluğun unsurlarını bulmak hepimizin görevi olmalı; ama,
herhalde, daha çok, ülkeyi yönetme iddiasında olan, iktidar noktasına gelen
insanların olmalı. Değerli arkadaşlarım,
herhalde, söyleyeceklerimi laikliğe aykırı bulmayacaksınızdır; çünkü bazı
gayretkeşler var, bazı şeyler söylendiğinde çok hassasiyet gösteriyorlar.
Hayır, bütün bunların laiklikle bir alakası yok; çünkü, laiklik, din ve vicdan
özgürlüğüdür. Laikliğin de ne olduğunu, biz, zaman zaman, zaten, yeri
geldiğinde tarif ediyoruz; ama, bu monetarist politikalar içerisinde
milletimizin inancı yoksa, gelenekleri yoksa ve ekonominin ahlakî boyutu dikkate
alınmamışsa burada bir eksiklik herhalde görülecektir. Değerli arkadaşlarım,
halkımızın bu sahip olduğu duygular içerisinde hakikaten bizi ayakta tutan
birkaç tane önemli bilgiye, hassasiyete temas etmek istiyorum. Bizim yetişme
tarzımızın içerisinde, bizim büyüklerimizden aldığımız terbiye içerisinde, bizi
var eden medeniyetimizin içerisinde çok önemli birkaç kaynağımız var. Biz,
halkımız olarak, bereket diye bir şeye inanıyoruz, helal, haram diye bir şey
biliyoruz. Kul hakkı ve ona ilişmemek lazım. Allah bile kul hakkıyla kendisine
gelinmemesini istiyor diye düşünüyoruz. Kanaati, bir tükenmez hazine gibi
görüyoruz. İktisat, yani, tutumluluğu örnek alıyoruz; cömertliği biliyoruz;
hamiyeti biliyoruz ve bütün bunlarla, koskoca bir medeniyetin beşiği olmuş, üç
kıtada, yedi iklimde insanları huzur ve saadet içerisinde yaşatmış bir büyük
medeniyetin izlerini bu duygularda görüyoruz. Değerli arkadaşlarım,
insanımız bu duygularla en yüksek medeniyetleri kurdu; bir denizin içerisinde,
bir akarsuyun içerisinde abdest alsa bile israf etmeyeceğinin bilinci
içindeydi; ekmeğini israf etmiyordu "ekmek azizdir" diyordu. Ben,
küçüklüğümde öyle büyüklerimden aldım, mutlaka -Anadolu çocuğuyuz hepimiz-
hepiniz bunları gördünüz. Sofradaki ekmek ufaklarını, bize, parmağımızı ıslatıp
da, o ufakları, kırıntıları toplamayı, ağzımıza atmayı öğrettiler. Benim annem
çoraplarımı yamıyordu. Ben, dört kardeşin en küçüğüyüm, benim nasibim, hep
ağabeylerimin ceketini giymek, onların pantolonunu giymek oldu. Bizim, lastik
ayakkabı alacak bile paramız yoktu. Lisede okuyan ağabeylerime, annem, bezden
jimnastik ayakkabısı diker -o zaman jimnastik ayakkabısı derlerdi- onunla beden
eğitimi dersine gönderirdi; ama, bunlar bize hiç utanç vermedi o zamanlar, biz
bunları severek yaptık; bugün de ben çocuklarıma bunları yaptırmak istiyorum,
bunlar güzel şeyler; çünkü, israf eden kendi cebinden israf etmiyor;
başkalarının hakkını yiyor, haksız kazanç sağladığı için kolayca israf yapıyor.
Bu ekmekte, bu suda, bu tabiatta, bu vatanda, bu ülkede hepimizin hakkı var; hem
doğmuş ve yaşayan hem doğacak ve gelecek milyonlarca insanın hakkı var. Biz, bu
kanaati ve bu bereketi tekrar yaşanır hale getirmeliyiz. Laik düşüncede bunlara
yer yok denilirse, buna her zaman ve her yerde en önemli yeri ayırmak
mecburiyetindeyiz. Bunlar sıfır maliyetli şeyler arkadaşlar, bunlar için
bütçeye ödenek koymaya gerek yok, Sayın Oral'ın kapısında, kart yazıp da, para
istemenin gereği yok, ödenek aktarmasına gerek yok; bunlar talim terbiye işi,
eğitim işi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim inancımız, bizim örf ve
âdetlerimiz ve geleneklerimiz hep bunları bize gösterdi. Biz, bugün, bunu içimizde
yaşattığımız için, elinde ekmeği olan adam, bu ekmeğini, gitti deprem
bölgesindeki fukarayla paylaştı. Manisa'dan, İzmir'den, hepinizin
memleketinden, Erzincan'dan, Erzurum'dan, Hakkâri'den, elindeki ekmeğini, Düzce'deki,
Gölcük'teki depremzede kardeşine götüren, yemek için yollara düşen, çocuğunun
üstündeki giysiyi alıp onları giydirmeye çalışan Anadolu insanını, işte bu
hasletleri sebebiyle gördük. Belki, bir Batılı düşünce
tarzı buna yatkın olmayabilir; sadece kendi menfaatını düşünen bir çıkarcı
anlayış buna uzaktan bakabilir; "zebunküş Avrupa bir hak tanır ki, o da
kuvvettir" diyenler belki bunun için işaret ettiler; ama, bizim milletimizin
gönlünde, kalbinde böyle zengin duygular var, bizi biz yapan zengin duygular
var. Biz bunlarla yetiştik, alınterini kutsal saydık, haksız kazanca karşı
çıktık, kendi servetimizde fakir fukaranın hakkı var diye düşündük. Değerli arkadaşlar, eğer,
israfa karşı çıkabilmiş olsaydık, bugünkü yolsuzluklarla mücadele etmek, bu
yolsuzluklarda hortumlanan, en azından bankaların alıp götürdüğü 12-15 milyar
doların nelere mal olduğunu, kaç tane hastaneye, kaç tane okula, kaç tane
otobana, yola karşı geldiğini hep beraber görürdük. Değerli arkadaşlarım,
bakınız, sadece beşerî düzenler değil, semavî dinler de insanları mutlu etmek
için yollar bulmuşlar. Bir İslam alimi örnek veriyor, diyor ki "iki söz
vardır ki, insanları kavgaya yöneltir, toplumda fesat çıkarır. İnsanlar
birbirlerinin başını, gözünü yarmaya başlarlar. Nedir o söz; bir tanesi 'sen
çalış, ben yiyeyim' sözüdür. Öbürü 'ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana
ne' sözüdür." Bu iki söz, kavgalara,
isyanlara, ihtilallere yol açıyorsa; onun da iki tane panzehirini getirmiş
İslam. Birine, zekatı farz etmiş, zenginden fakire mal, servet akışını koymuş.
İkincisi de, faizi, haksız kazancı yasaklamış. Biz hükümetiz; biz, laik,
demokrat bir ülkenin, cumhuriyetin insanlarıyız. Yapacağımız şey sadece şudur:
Haksız kazancın yollarını kesmek, vergi adaletini sağlamak, ama, gelir
adaletini de sağlamak, rant ekonomisini bırakıp, üretim ekonomisine dönmek,
servetin belli ellerde toplanmasına bütün gücümüzle mani olmaktır. Değerli arkadaşlarım,
şunu söylemek istiyorum ki, ekonomide refaha erişme yolunda eğitim ve terbiyeyi
ihmal etmemeliyiz. Her şey borsadan, bonodan, tahvilden, faizden, dövizden
ibaret değil. Bu ekonomik sistem kimler için uygulanacak; halkımız için. O
zaman, halkımızın düşüncesini ve inanç sistemini de dikkate almak
mecburiyetindeyiz. Değerli arkadaşlarım,
hepimiz biliyoruz ki, toplumdaki güven duygusunun sarsılmış olması bir
gerçektir. Kimse kimseye güvenmiyor. Devlet, vatandaşına güvenmiyor. Vatandaş
da, devletine güvenmiyor. Hükümet, halkına güvenmiyor. Muhalefet de, hükümete
güvenmiyor. Ee, bırakın bunları, hükümet ortakları bile birbirine güvenmiyor;
yani, bir güvensizlik, bir samimiyetsizlik, maalesef, ülkemizi sarmış gidiyor.
Siz, üçüncü defa anlaşma yapsanız, on defa IMF'yle masaya otursanız da, gelecek
para esnafa gitmiyor, gelecek para KOBİ'lere gitmiyor, gelecek para çiftçiye,
köylüye gitmiyor; halen, zararlara gidiyor. Saniyede 1,5 milyar lira paranın
ödendiği bir ülkedeyiz. 80-90 trilyonu faiz ödemesi olarak kullanan bir ülkenin
çocuklarıyız. Peki, bu vatandaştan biz
fedakârlık beklerken, biraz daha sabır beklerken, vatandaşımızla aramızdaki
güven bağını kurmaya mecburuz. Bu güven bağını kurarsak, göreceksiniz ki,
program yerine oturur. Bu güven ve itimat bağını kurarsak, göreceksiniz ki,
işin içerisine bereket karışır. Bu güveni kurabilirsek, bu sevgiyi, bu
müsamahayı ve anlayışı gerçekleştirebilirsek, emin olun ki, işler daha iyiye
gider; enerji meydana gelmez, sinerji meydana gelir; iki kere iki dört etmez, beş
eder, altı eder, yedi eder. Devletiyle halkının kucaklaştığı bir toplumda,
birbirine güven duyulan bir toplumda bu sinerjiyi sağlamak hepimizin görevi
olmalıdır. Değerli arkadaşlarım,
siyaset kurumunun, son yıllarda ne kadar yıprandığını, ne kadar itibar
kaybettiğini hepimiz görüyoruz; anketler de bunu söylüyor. Milletvekillerini
ayırt etmeden eleştiriyor halkımız; partileri eleştiriyor "bu Parlamentodan
artık, hayır gelmez; onlar kendi çıkarları için çalışıyorlar" diyor; doğru
veya yanlış, fazla veya eksik, ama, böyle bir kanaat var. Bizim yapacağımız
ikinci bir iş de, siyaseti kurum olarak, mutlaka güçlendirmemiz lazım. Siyasetin
kirini bile siyasetle yıkayacağız. Temiz, dürüst, güvenilir, inanılır bir
siyaseti ülkemizde hâkim kılmak mecburiyetindeyiz. Değerli arkadaşlarım, en
çok konuşulan sözlerden biri şudur: Hemen hemen her toplantıda, her merasimde
mikrofonu eline geçiren herkes, söze şöyle başlar "millî birlik ve
beraberliğe her zamandan daha çok muhtacız." Oh, her şey bitti, bunun
arkasından her şey düzeldi, her şey güllük gülistanlık oldu. Bu, ne kadar güzel
bir söz, ama, bunun gereğini yapmak lazım. Herkesle küskün olan bir zihniyetin,
herkesle kavgalı olan bir devletin, herkese kuşkuyla bakan bir yönetimin,
kendisine güven duyulmasını, el ele verilmesini beklemeye hakkı yoktur. Dolayısıyla, bir
arkadaşımızın güzel bir benzetmesi vardı; millî birlik ve beraberliğe muhtaç
isek, gelin, hükümetten başlayarak, muhalefetiyle, partileriyle hepimiz bir
demokratik tövbe yapalım; tövbe kapısı akşam kapanmadı, her zaman devam ediyor.
Bundan sonra siyasetçilere düşen, bir tövbe, demokratik tövbe yapmaktır.
Nereden nereye geldik, buradaki sorumluluğumuz nedir, bu sorumluluktan nasıl
çıkacağız, nasıl kurtulacağız; bütün bunları, geliniz, hep beraber tekrar düşünelim,
tekrar el ele verelim ve tekrar bir araya gelelim. Değerli arkadaşlarım,
toplumsal barış projesini hayata geçirmemiz lazım. Rakamların ötesinde,
toplumsal barışa ihtiyacımız var. Bunun için kampanyalar açılıyor. Milyarlık
ilanlar veriliyor. Doğrusu, çoğumuzun da hoşuna gidiyor. Bir televizyon
ekranının bir köşesinde "bu ülke için seve seve" diye dalgalanan bir
bayrak gördüğümüz zaman, âdeta sihirli bir el gelecek, bu işi düzeltecek diye
düşünüyoruz. İçi dolu olmayan, güvenilmeyen ve inanılmayan şeylerle, reel
olmayan işlerle bir noktaya varamayız. Burada, bütün
milletvekillerine geçen sene imzalatılan bir beyanname vardı "enflasyonu
yeniyoruz..." İmzalar atıldı. Enflasyon çok edepsiz, bu imzalara bile
bakıp utanmadı, 60'lara, 70'lere tırmandı. Dolara karşı kampanyalar başlatıldı;
dolar, aldı başını gitti. Gerçi şimdi sevinenler var "1,5 milyon
seviyesinde, daha ne istiyorsunuz" diyorlar. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Arkadaşlar, affedersiniz, deveye sormuşlar, ayakların çok uzun, senin için
yokuş mu iyidir yoksa iniş mi? Deve bile o aklıyla cevap vermiş, düz yola ne
oldu demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolar yerinde durmuyor,
690 000 idi, 700 000 idi, neredeyse 2 milyona yaklaşınca ödümüz patladı, 1 700
000'den 1 500 000'e indiği zaman da düğün bayram ediyoruz. Bıraktığımız yer
neresiydi, geldiğimiz yer neresidir arkadaşlar?! Şimdi "bu ülke için
seve seve" kampanyaları var. Faydalı olabilir. Bunları destekliyoruz da
üstelik; ama, netice almamız çok fazla mümkün değil. Netice almamız için bunun
gereğini yapmamız lazım. Geçenlerde, tüketimi
kamçılamak, stokları bitirmek, piyasaya bir canlılık getirmek için alışveriş
teşvik edildi; ama, nerelerde başladı bu iş biliyor musunuz, Capitollerde
başladı, Akmerkezde başladı. Kampanyalardan çok sevinen bir vatandaş, televizyon
ekranında "almayı düşündüğüm bir palto vardı ne kadar iyi oldu. Şimdi,
indirimli fiyatıyla 2,5 milyara aldım" diye seviniyor. Köftehor! 2,5
milyara palto alacak adam bu Türkiye'de nerede yaşıyor, hangi memlekette
yaşıyor?.. Utanmadan bir de bunu söylüyor!.. (AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar) 2,5 milyar liraya palto almış da "indirim ne kadar faydalı
oldu" diyor. Değerli arkadaşlar, yaşadığımız olaylar bunlardır. Bakınız, ben, hükümetten
şunu bekliyorum ve hükümete, siyasî rant temin etmenin falan ötesinde, bu
ülkede aynı gemide seyahat etmenin mesuliyeti içerisinde, AK Parti olarak şu
teklifte bulunuyorum: Ey hükümet, ne olur, muhalefetle bir araya gelin,
Parlamento dışındaki partileri de bir araya getirin. "Arkadaşlar, tablo
bu, sıkıntı içerisindeyiz, önümüz karanlık görünüyor. Biz, bu karanlık içinde
şunları yapmak istiyoruz. Sen kabahatlısın, ben kabahatlıyım, bu tartışmaya girmeyelim.
Bundan sonra ne yapabiliriz; gelin, hep birlikte bunun kararını verelim,
bununla hep beraber mücadele edelim" deyin; inanınız, kendiliğinden bir
barış ortamı doğacaktır. OĞUZ AYGÜN (Ankara) -
Bravo... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Bütün bunları Sayın Cumhurbaşkanı da yapabilir, Sayın Başbakanımız fazlasıyla
yapabilir. 1957'den beri bu Parlamentonun duayeni olmuş, görmüş geçirmiş bir
insanın, bugün, içinde bulunduğumuz tabloyu, böyle uyduruk birtakım
kampanyalarla kurtarmaya çalışacağını düşünmek mümkün değil. Bu Parlamento, bu
işi yapacak, Parlamento karar verecek "biz bu krizden çıkacağız, biz
önümüzü göreceğiz, biz el ele vereceğiz, biz ülkemiz için, insanımız için ne gerekiyorsa
yapacağız" diyecek; biz, buna, AK Parti olarak her zaman en büyük katkıyı
vermeye hazırız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
onun için, toplumda, sevgiyi hoşgörüyü, feragatı, hamiyet duygularını elbette
yeşertmemiz lazım, güçlendirmemiz lazım. Yoksa, insanımız, gözyaşı içerisinde,
küskündür, kin ve nefret duyuyor; bunları gidermeliyiz. Kinin olduğu, nefretin
olduğu, öfkenin olduğu, gözyaşının olduğu yerlerde, hiçbir ekonomik programı
başarıyla uygulayamazsınız. Karın altında, sabahtan
akşama kadar üniversitesinin kapısının önünde nöbet tutan, kıyafetinden dolayı
içeri alınmayan 19, 20, 21 yaşındaki gencecik kızlarımızın yüzündeki gözyaşı,
bu ekonomik programları başarısızlığa götürür. Bu programların başarılı
olmasının tek yolu, kucaklaşmaktır, birbirimizi anlamaktır, sevmektir,
birbirimize değer vermektir. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum... BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Sayın Başkanım, 1 dakika sonra teşekkür etseniz... BAŞKAN - Peki; olsun. BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Çok teşekkür ederim. Biraz sonra, yine
rakamlar ortaya çıkabilir. Ben, aslında, birkaç noktayı daha söylemek
istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
hükümetimiz toplumsal bir barış projesini çizsin, katkıda bulunalım az veya çok
ve bundan sonra halkımızla kucaklaşalım. Yani, şöyle geliyor aklıma, en
azından, bu bayram yetişir mi yetişmez mi, bilmiyorum: Bir bayram namazını,
Sayın Ecevit, yanında Bahçeli'yle, yanında Sayın Mesut Yılmaz'la, belki Sayın
Çiller'i yanlarına almayabilirler; ama, Recai Kutan Beyle veya diğerleriyle
Kocatepe Camiinde kılsalar, ondan sonra da, kapının önünde halkın bayramını
tebrik etseler; o halk, gerçek bayramı o gün yapar işte. Arkasından, yine,
bunlar, bir araya gelseler, gerekiyorsa -ki, ben gerektiğine inanıyorum- bir
cemevine gitseler, oradakilerin bayramını tebrik etseler. Ondan sonra, o kişiler
kalksa -ben yolunu bilmem, siz götürürseniz giderim- Gazi Mahallesinde başına
kırmızı bağlamış bir insanın, gencecik, gençliğine, hayatına doyamamış
insanların, ölümü bekleyen insanların evine gitsek, nedir derdiniz, biz kardeş
değil miyiz bu ülkede, niçin bunu yapıyorsunuz, niçin bunlarla yola
çıkıyorsunuz, gelin, birbirimizi tanıyalım desek. (MHP sıralarından gürültüler)
Yine, bir bayram gününün sabahında bir şehit ailesinin evine gitsek... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Şu sözümü de bitireyim Sayın Başkan... (MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Buyurun. BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
Evet, MHP'li arkadaşlarım, lütfen, bunları da güzelce dinleyelim, buna
ihtiyacımız var hepimizin, hepimizin ihtiyacı var. "Apo'yu
sallandıracağız" demekle işler düzelmiyor; başka şeylere ihtiyacımız
var... Başka şeylere ihtiyacımız var... (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
şehit evine gitsek, bir polisin, öğretmenin, askerin. Bu ülke için can
verdiler, onları kucaklıyoruz, onlar bizim çocuklarımız. Sen bizim annemizsin,
babamızsın, bu ülkede bundan sonra kardeş kavgası olmayacak, bu ülkede terör
olmayacak, huzur olacak desek ve sonra, başkalarının düşündüğünden farklı
olarak, yine, aynı ekip veya bir başka ekip, Silvan'ın bir mezraına gitsek,
belki, Batman'ın Gercüş İlçesinin bir köyüne gitsek, orada da, dağda çocuğunun
ölümüyle karşılaşmış bir annenin, babanın bayramını tebrik etsek. Onlara desek
ki, bu ülkede bir kavga oldu, 30 000 insanımız can verdi; bu insanlar, bu
toprağın insanlarıydı; kimisi aldandı, aldatıldı, kimisi de bu ülke için
görevini yaptı; ama, bundan sonra terör olmayacak, bak, ben, 168, 169'u
affettim, bak, şunu yaptım, bunu yaptım, artık, terör bitti, işin siyasal ve
sosyal boyutu var, biz, ülkemizi kucaklayacağız desek. O kadının ismi, ister
Keje olsun ister Ayşe olsun, ister Dilan olsun ister Baran olsun, ister Ayşe
olsun ister Fatma olsun, göreceksiniz, gözünün içi gülecektir. Belki, o,
Şivan'ın bir kasetini dinliyordur, siz de, ona kardeş türküleri dinletirsiniz.
Kucaklaşırsınız, ülkenin insanının kucaklaşması böyle olur. Yoksa, siz,
toplumsal barışı kurmadıktan sonra, bu ekonomik reçetelerin hiçbiri fayda
etmez, edemez. Sıfır maliyetli işleri
yapalım, ödenek aktarmasına gerek olmasın, kardeşliğin yapamayacağı, gözyaşının
yapamayacağı, merhametin yapamayacağı, hoşgörünün yapamayacağı şeyler yoktur. Hükümetimizden de,
muhalefetimizde de, Meclis Başkanımızdan da, bütün milletvekillerimizden de,
bir de bu konuyu düşünmelerini rica ediyorum... Müsamahanıza teşekkür
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar; DSP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bu, bayram
müsamahası efendim, bayrama gireceğiz ondan. Şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisinde. İstanbul Milletvekili
Sayın Tansu Çiller; buyurun. (DYP sıralarından ayakta alkışlar) DYP GRUBU ADINA TANSU
ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bugün
televizyonları karşısında bizleri izleyen aziz vatandaşlarım; hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Geçen bütçe konuşmasında
ülkenin birtakım sıkıntılarını tespit ettik. Bugün, bu sıkıntıları aşmak için
gerekli çareler ve önlemler üzerinde duracağız. Ancak, ona geçmeden önce, üç
tespitimizi, hem tekrar edeceğiz hem de bunlara ilişkin, yine, önlemleri ve
bunlara ilişkin birtakım çözümleri gündeme getireceğiz; ama, üzülerek ifade
etmek gerekir ki, biz bütün bunları yaparken, bütçenin sahibi yok; yani,
milletin sahibi yok... (DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, bütçe konuşmalarını,
bir zamanlar, iktidarların, iktidar; hükümetlerin, hükümet olduğu dönemlerde,
başbakanlar yapar, başbakan yardımcıları yapar ve herkes, buna nasıl cevap
vereceğini hazırlar, millet de bundan yararlanırdı. Bugün böyle bir şey yok!
Mademki, Başbakan ve Başbakan Yardımcıları, kendi icraatlarını sahiplenmekten
uzaklar, bundan korkuyorlar, hiç olmazsa, gelsinler de, önerileri dinlesinler,
bari, hiç olmazsa, ondan faydalanırlar. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, birinci
tespitimiz, aslında, hepimizin bildiği bir şey; birinci tespit, Türkiye'deki
krizin, aslında, iktisadî olmadığı, siyasî olduğu ve kötü yönetimden
kaynaklandığıdır. Ancak, ilginçtir, bu konuda, bütün Mecliste çok ciddî bir
konsensüs var; yani, iktidar partileri, en az muhalefet kadar, her gün çıkarak,
kendi iktidarlarının ülkeyi ne kadar kötü yönettiğini ifade etmekteler, hatta
hatta, bizim beş yıl önce ifade ettiğimiz bazı çözüm önerilerini gündeme getirmekteler.
Hep söylediğimiz gibi, telif hakkı istemiyoruz; ama, şu iktidar, şu iktidar
koltuğu şikâyet makamı değildir; bizzat icraat makamıdır ve bunun gereğini
yapın. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, görüyoruz ki, başbakanlar, icraat
yapmak yerine, hatta, bakanlar icraat yapmak yerine, yurtdışına gidip, kendi
hükümetlerini şikâyet etmekteler, "bu hükümet var ya, bizim hükümet, bunda
hiç koordinasyon falan yok" diyebilmekteler ve bizzat başbakanlar, kendi
hükümetleri içinde, kendi yönettikleri dönemde, devletin içinde, devletten daha
yetkin kurumların olduğunu ifade etmekteler. Eğer, bu kurumlar, sizler
tarafından, siyaset bulaştırılmasın diye kurulduysa, siyaset karıştırılmasın
diye kurulduysa, o zaman, niye şikâyet ediyorsunuz?! Yok, eğer, bu kurullar,
birilerinin baskısıyla, hatta hatta, uğruna birtakım bakanların başını verme
pahasına, dışarıdan dikte edildiyse, o zaman, bu, bir aczin değil, birkaç
milyar dolara bu ülkenin onurunun ve bağımsızlığının satıldığının itirafıdır; o
zaman da, orada durmaya hakkınız elbette olmayacaktır. (DYP sıralarından
alkışlar) Evet, böylesine kötü bir
idare, ciddî bir güvensizliği gündeme getirmiştir. O kadar büyük bir
güvensizlik ki, söylenen her şey, beş yıldır iktidarda olanlar tarafından hep
yalanlanmış, hep yanlış çıkmış ve bunun karşısında, muhalefetin, bizim ifade
ettiklerimiz, rakamlarıyla doğru çıkmıştır. İlk önce, geldiler ve dediler ki:
"Türkiye'yi kurtaracağız." "Tablita programları" dediler,
ondan önce "birtakım reformlar..." dediler, "bu reformlar
vergide olacak" dediler. Dedik ki: "Yapmayın, bunların hiçbir tanesi
olmaz." Tablita programında cari işlemler 2,8 milyar dolar. "Bu böyle
değil, 10 milyar dolar olacak" dedik, nitekim, 10 milyar dolar oldu ve
netice itibariyle, geçen sene söylenilen yüzde 10 enflasyon için "yüzde 10
değil, yüzde 85 olur" dedik; keza, aynen oldu. Güçlendirme programları,
kurtarma programları, hepsi iflas etti ve millet sahipsiz, kötü yönetimin
faturası her gün millete çıkıyor. Bakın, şu anda dahi,
Mersin'de, ciddî bir sel felaketi var. Bir afet bölgesi olması gerek; ama,
Mersinliler umutsuz. Eğer, bir hükümet, yüzyılın en ağır depreminde dahi, o
bölgeyi hukuken afet bölgesi ilan etmemiş ve milletten topladıklarının, tümünü
değil, önemli bir bölümünü dahi oraya götürmemişse, bugün, elbette, vatandaş,
bu konuda, ciddî bir umutsuzluk içerisinde, güvensizlik içerisinde olacaktır;
ama, şu kürsüden bir çağrıda bulunuyoruz; gelin, muhalefeti, iktidarı hep
birlikte gidelim oraya, yarın gidelim, öbürkü gün gidelim ve devletle milleti
kucaklaştıralım ve bizzat, orasını afet bölgesi ilan ettikten sonra, gelip,
devletin imkânlarını buradan seferber edelim. (DYP sıralarından alkışlar) İkinci önemli tespitimiz,
geçen sefer de ifade ettiğimiz gibi, şudur: Bütün bu güvensizlik, aslında,
yönetim bozukluğundan kaynaklanmış; ama, hükümet, al gülüm, ver gülüm lobileri
çerçevesinde, bütün hatayı geçmişe yıkmaya çalışmıştır. Bunun, tabiî, aslında,
bunca itiraftan sonra, bizzat iktidar partilerinin "biz bu ülkeyi iyi
yönetemiyoruz, bu hükümet iyi yönetemiyor" itirafından sonra geçerliliği
büyük ölçüde kalmamıştır; ama, gelinen noktada, yine, şunu bilmek lazım ki,
biz, bu ülkeyi, bu iktidara beş yıldır hükümet olanlara, bir yıldız ülke olarak
bıraktık. O kadar ki, OECD'nin üç yıl üst üste yüzde 8 büyüyen... Evet yüzde 8
büyüyen... BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Anahtar!.. Anahtar!.. (DSP ve DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim,
istirham ediyorum, karşılıklı konuşmayın. Ne bu anahtarlar
efendim?.. Olur mu öyle şey efendim! TANSU ÇİLLER (Devam) -
Evet, biz o anahtarları verdik de, siz, maşallah milleti bugün kuyruklarda
devam ettiriyorsunuz ve netice itibariyle, bakınız, Türkiye'deki içborç, millî
gelirin yüzde 14'ü. Evet, beyler yüzde 14'ü... (DSP ve DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, mübarek
Ramazanda... FETULLAH GÜLTEPE (Van) -
Başınızda hasta Başbakan yok. BAŞKAN - İstirham ederim
efendim... Sayın milletvekilim, lütfen... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Sizin yaptığınız bu mu beyler. -Sizin yaptığınız bu mu? Siz, hapishaneleri
bunun için mi boşalttınız? Bunun için mi boşaltınız? (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) Biriler istedi
diye o hapishaneleri boşalttınız; sonra onları, bu çiftçilerle mi
dolduruyorsunuz? Sizin yaptığınız bu mu? Bu mu sizin yaptığınız? (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Tezahürat niye
efendim?.. Bir dakika... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bu mu?.. Bu mu sizin yaptığınız?.. Sadece bu değil, gidin bugün kuyrukları
görün, sefarethanelerin önünde gencicik insanlarımız yurt dışına çıkmak için
uğraşıyor, kaçmak için uğraşıyor. Sizin yaptığınız bu mu? Soruyorum; bu mu?..
(DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, bıraktığımız Türkiye'de içborçlar yüzde 14,
millî gelirin yüzde 14'ü. Dört yıl içinde gelinen yer neresi olabilir; neresi
olabilir?!. Bütün cumhuriyet tarihinde yüzde 14. Gelinen noktada yüzde 64,5
resmî rakam; yani, 1 katı değil, 2 katı değil, 3 katı değil, 4 katı artırılmış.
Keza, dışborçlar; millî gelirin yüzde 42'sini bırakmışız ve netice itibariyle,
yüzde 80'lerinde; 1 kat artırılmış durumda ve böyle bir ortamda, Türkiye, yüzde
56'lık bir daralmayı dünya gündemine taşıyor ve cumhuriyet tarihinin -bütün bu
dönem içinde söylüyorum- en fazla fakirleştirilen, İnönü döneminin o savaş
yıllarını andıran bir görüntüyle ellialtı yılın en kötü dönemini yaşıyor. Şimdi, buradan, birileri
gelmiş demiş ki sabahleyin: "Biz, bu dönemde vergi koyduk, siz de
koymadınız mı?.." Ha, sakın ola kendinizi bizimle karşılaştırmaya
kalkmayın, bu işin içinden çıkamazsınız; açıkça söyleyeyim. (DSP sıralarından gülüşmeler)
Çünkü, biz de koyduk; ama, bir yıl sonra, Türkiye, yüzde 8 büyümeyle dünya
birincisi, OECD birincisi. (DYP sıralarından alkışlar) Her yıl koymadık.
Üstelik de, gelip buradan "tabiî yaparsınız; devalüasyon olursa, elbette
olur" dediniz. Ha, şimdi gelin şunun bir hesabını verin. Onca
devalüasyondan sonra yüzde 9 küçülme!
Şunun, bir gelip buradan hesabını verin. Başbakanınız kaçıyor, Başbakan
Yardımcılarınız da yok da, hiç olmazsa, gelin, siz, burada, milletin
kürsüsünden bunun cevabını verin. (DSP sıralarından gürültüler) HASAN EKİNCİ (Artvin)-
Millete verecekler. BAŞKAN- Karşılıklı
konuşmayın efendim, hatibi rahat bırakın. TANSU ÇİLLER (Devamla)-
Gerçekten, gelinen noktada, eğer bu hükümet olmasaydı... Gelinen noktayı bakın
ifade edeyim. Eğer gelmeseler idi ve enflasyonu düşürmeyeceğiz diye yola çıkıp
da, Türkiye'nin, hem enflasyonun bugün daha altında olduğu hem büyümesinin
fevkinin üstünde yüksek olduğu bir ortamda, bakın, bıraktığımız Türkiye'de
millî gelirin yüzde 26,5'u yatırım. Yatırım, bugün, yüzde 17'ye düşmüş
-düşünebiliyor musunuz aradaki farkı- ve bu şekilde devam etseydi, ihracat
artışı ve yatırım, bıraktığımız Türkiye'deki gibi, eğer, devam edebilseydi,
bugün, dışborçlar 111 milyar dolar değil, 65 milyar dolar olacaktı ve büyüme,
eksi 8,5 değil, artı 6,5 olacaktı ve artılarda devam edecekti ve içborçları,
millî gelirin yüzde 14'ü olarak bıraktık; dışborçlar da, millî gelirin yüzde
2'si, yüzde 3'ü civarına inmiş olacaktı. Şimdi, sizler, bunlardan
hiçbir şey anlamazsınız; ama, bakın, bir önerimiz var. (DSP sıralarından
gürültüler) Siz, yine, dışarıdan birilerini getirin. O, son getirdiğiniz, ilk
getirdiğinize -anlamadığınız için getirdiğiniz var ya- anlatsın; o anlayan da
anlamayanlara anlatır; olur mu?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Şimdi, denebilir ki:
"Bütün bunlar nasıl oldu da yıldız ülke bıraktınız, Türkiye'yi biz bu hale
getirdik." Bakın, anlatalım; nasıl bu hale getirdiğiniz anlatalım. Birinci
yanlışınız: Seçimlerden önce vergi reformu diye ayağa kalktınız ya; herkese
anlattınız, biz, cumhuriyet tarihinin vergi reformunu yapıyoruz dediniz, malî
miladı getirdiniz. Biz de dedik ki: "Yapmayın, Türkiye'yi
göçertirsiniz." Bütün seçimlerde, bütün sokaklarda "bu vergi reformu,
bu malî milat yanlıştır" dedik. Şimdi, o dönemde bunu
çıkaranlar, kalkmışlar, malî milat yanlış diyorlar. Beyler, kaldırın o malî
miladı, kaldırın nereden bulduysanız!.. Çünkü, buraya getiren sizsiniz; ama,
getirmeden önce, çıkın milletin önüne, özür dileyin, özür!.. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Deyin ki, biz
yaptık bunu, Türkiye'deki bu yatırımların durmasına biz sebebiz. İHSAN ÇABUK (Ordu) -
Sizden devraldık. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi diyorlar ki: "Efendim, 2002'nin sonunda kalkacak malî milat; ondan
önce bir af çıkaracağız." Ee, siz, zaten, bu malî milat çıkacak diye bir
af çıkarmamış mıydınız! Hani, bütün, kimin nesi varsa, makineler, mallar,
bunları "ak çarşamba" diye "milletle devlet barışıyor,
helalleşiyor" falan dememiş miydiniz! Şimdi, yine mi çıkaracaksınız?! O
zaman, aftan sonra hani milyarlarca dolar gelecekti! Ne oldu; değil milyarlarca
doların gelmesi, onun birkaç katı dışarı çıktı. Siz, yine yaparsanız, size olan
güvensizlikle hiçbir şey gelmez; ama, bizim asıl soracağımız şu: Siz, bu affı
yapacaksınız; peki, çiftçi affı ne olacak; esnaf affı ne olacak?! Onlara ne
yapacaksınız? Biz, gelip, onlarda affı çıkaracağız... Biz, gelip, onlarda affı
çıkaracağız... (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, üçüncü tespit...
Bugün, Türkiye'nin içinde bulunduğu, üçüncü tespit, yolsuzluk ve yoksulluk
tespitidir. Eskiden birtakım partiler birbirlerine rakip olarak suçlarlardı.
Bugün, gelinen noktada suçlama böyle değil, suçlama uluslararası bir numaralı
denetim şirketlerinin ifadeleri; Water House Coopers, dünyanın bir numaralı
denetim şirketi... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Ne?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...ve diyor ki: "Bu hükümet döneminde, 1999 ve 2000 yıllarında toplanılan
vergilerin yüzde 36'sı yolsuzluğa gitti." Dünyanın bir numaralı denetim
şirketi ve bu yetmiyor; "devalüasyon olmayacak" diye söz verenler, bu
kürsüye gelip, değil devalüasyonun olmasından 24 saat önce Başbakanıyla,
Başbakan Yardımcısıyla çıkıp "devalüasyon yok" diyenler, ertesi gün
devalüasyonu yaptı ve ondan sonra da, kimin ne olduğu belli değil; hangi al
gülüm, hangi ver gülüm belli değil, milyarlarca dolar gitti. Tablita
programlarından sonra da "bankalar boşaltıldı" dediler, murakıp
raporları ortada, o murakıp raporlarının hiçbirine itibar eden yok, ama, o
boşaltılanbankalara milyarlarca dolar dışborç aldınız. Bakın, o dış borçların
hepsini ödeyecek olan, o fakirleştirilen millet. 17 milyar dolar birkaç tane
bankaya gitti, bu kadar denetim olması gerekli noktada "Türkiye'de içi boşaltılmış
bankalar var" diye, hâlâ fona yeni bankalar alıyorsunuz. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Onlar sizin yakınlarınız, sizin yakınlarınız... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Peki siz necisiniz, niye bunun denetimini yapmıyorsunuz? Bunun bedelini hep
millet mi ödeyecek; hep millet mi ödeyecek? Bunu anlamak mümkün değil. Böyle bir demokrasi
olmaz, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz, hatta, bırakın, diktatörler bile bu
kadar kötü bir idareden sonra, yerlerinde kalamıyorlar ve çekilip gidiyorlar.
Şu mübarek günde, şu milleti sevindirin, duaları yerine gelsin ve şu hükümetten
kurtulsunlar. Yoksulluk en önemli
mesele Türkiye'de. Yoksulluk, öylesine büyük ki, Türkiye görmediğini görüyor.
Daha geçen hafta dedim ki, ülkemizdeki çalışanların yüzde 74'ü 280 000 000'un
altında maaş alıyor; ama, bu da yüzde 74'lük bir açlık sınırı, yani
çalışanların yüzde 74'ü açlık sınırının altında: 280 milyon! Bir hafta içinde
rakam değişti, 322 000 000'a çıktı. Yani, 322 000 000 kazanmanız lazım sadece
gıda için. Eğer, temel ihtiyaçlarınızı istiyorsanız, eski 853 000 000 çıktı 952
000 000'a ve yüzde 96'sı değil, 98'i çalışanların, kendi temel ihtiyaçlarını
karşılayamaz bir durumda. Böyle bir ortamda insanlarımız açlık içinde; ilk
defa, açlıktan ölenlerimiz var, minicik bebeklerimiz var; 10-13 yaşındaki kız
çocukları, hatta, ülkemizin nispeten varlıklı bölgelerinde, Ege Bölgesinde,
başlık parası için evlendirilir hale geldi ve bütün bunlarla, emek, tümüyle
sokaklarda; 102 yaşında açlık telaşı içindeki nineleri, biz, patates kuyruklarında
görmekteyiz. Bu ülkede bunların sorumlusu yok mu; kim bunun sorumlusu? Bu
ülkeyi sorumsuzluklar iktidarı haline getirdiler; ama, geleceğiz ve bu
sorumsuzluğun hesabını bizzat soracağız. Biz sormazsak, zaten sandıkta millet
soracak. (DYP sıralarından alkışlar) Bütün bunların karşısında
alınacak önlemler hükümetçe ilan edildi. Tam bir zam ve tasfiye paketi. İyi de,
güzel de, ölü at kamçıyla canlanmaz! Ülke bu halde, ekonomi bu halde; köylüsü,
esnafı, emeklisi bu halde. Şimdi, hükümet, ne yapacaksınız diyoruz; açıklıyor:
Zam ve tasfiye paketi! Bakın, neler yapacaklarmış: Petrol fiyatlarına daha
fazla zam yapacaklarmış. Buna göre, tabiî, dolmuş ve tüpgaz fiyatları artacak.
Bunun ötesinde, KİT'lere zam yapacaklarmış; bütün tekel ürünlerine, şekere ve
Telekom ücretlerine- zam yetmiyormuş- daha fazla zam yapacaklarmış! Emekliler
sigortalarını ödeyemiyorlar, bunlar daha ciddî biçimde takip edilip, daha hızlı
hapse sokulacaklarmış! Daha başka ne yapacaklarmış? Memur maaşı artışlarında
ikinci dönem yüzde 5 vereceklermiş 10 yerine. Başka ne yapacaklarmış: Motorlu
taşıt vergilerini yüzde 75 artıracaklarmış. Bu arada, Ziraat ve Halk Bankası
köylüye, esnafa artık kredi vermeyecekmiş. Ucuz kredi falan kalkıyor. Ayrıca,
durumu bozuk bankalar devamlı fona alınacakmış. Niye denetlenmez bu bankalar, o
da belli değil. Yetmiyor bütün bunlar, elektriğe, telefona zam gelecekmiş ve
nihayet, özel işlem vergilerinin hepsi artacakmış; -yapacaklarını söylüyorum-
vergi beyannamesi, SSK'ya verilen beyanname, taşıt kayıt ve devirlerine
ilişkin, avcılık ruhsatları, ne varsa, hepsine, ayrı vergiler gelecek! Bunlar
sizin önlemleriniz; bunlar, sizin, çıkmak için önlemleriniz. Bu yetmezse eğer,
mahallî idareler reformu yaparlarsa eğer, oradan da vergiler alacaklarmış;
telefondan, doğalgazdan, SSK'dan, motorlu araçlardan ayrıca vergiler
alacaklarmış ve cep vergisi yüzde 65!.. Siz, aslında, belki, beni susturmaya
veya onun için birtakım şeyler yapmayı düşünüyorsunuz da, asıl yapmanız
gereken, şu söyleyeceklerimizi dinleyip iyice öğrenmek... Öğrenmek... (DSP
sıralarından gürültüler) Eğer, buna muktedir değilseniz, yine dışarıdan birisini
getirirsiniz; tamam... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Siz nereden geldiniz?! Sizin malınız mülkünüz Amerika'da değil
mi?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi, bütün bunların içinde, daha yetmiyor, zorunlu emeklilik getiriyorlar, 50
yaşında olanlar zoraki emekli olacakmış, öyle mi?!. (DSP sıralarından
gürültüler) Hani erken emeklilik
yanlıştı?! Hani yanlıştı?!. Ne yapıyorsunuz şimdi?! Madem etmeyeceksiniz, niye
o genelgeyi çıkarıyorsunuz?! (DSP sıralarından gürültüler) NECATİ ALBAY (Eskişehir)
- Bu yolu siz açtınız. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Madem yanlış değil, o yaşları yükseltmek lazım; o zaman, daha önce, erken
emekliliğe, biz, evet, dediğimiz zaman, niye, mezarda emeklilik kampanyalarını
taa gidip mezarlarda yapıyorsunuz? Sizin ne yaptığınızı bilen yok; ama, acaba,
siz biliyor musunuz; ondan hiç kimse emin değil. (DSP sıralarından gürültüler;
DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, 50 yaşın
üzerindekileri ayıracaklar... 30 000 mi, 50 000 mi, 100 000 mi?.. IMF devamlı
talimat veriyor. Bu arada, son dört yıl içinde 289 000 kadro alınıyor, iyi mi!
Bak, 289 000 kadro alıyorsunuz!.. Madem bunları zorunlu emekli yapacaksınız;
bu, aslında, tamamen, bir siyasî kadrolaşma hareketi. 289 000'e karşılık, ondan
evvelki dört yıl ne alınabilir diye düşünürsünüz; 36 000; 36 000, ondan önceki
dört yıl alınıyor, bu dört yılda da 289 000! Madem, zorunlu emeklilik yapacaksınız,
niye, bunu, daha önce kadro alarak ortaya koyuyorsunuz?! Şimdi, bütün bunlar
yetmiyor, bir de doğalgaza yüzde 17 vergi daha!.. Bunu da ATV kapsamına
alacaklar ve bunların önlemleri, bu türlü devam ediyor. Şimdi "üretime
ilişkin bir önlem alacağız" dediler ve bir baktık, Başbakanlık koltuğuna
TOBB Başkanını oturtmuşlar; iyi mi?!.. (DYP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Onu
Başbakan yapmışlar!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Tabiî, sorumsuzlar, mesuliyet falan yok... Şimdi, TOBB Başkanı, hükümetin
yapacaklarını habire anlatıyor ve diyor ki: İşte, şöyle yapacağız, böyle
yapacağız... Ama, içinde, dişe dokunur, üretimle ilgili bir tek önlem yok.
Nihayet, monetizasyondan ve dolarizasyondan kaçacaklarmış, yurtdışı
çıkışlarında, harcı, dolar yerine TL olarak vereceklermiş, SSK prim oranlarını
da yüzde 1 düşüreceklermiş; bu da, aslında, 1 trilyona yakın bir kaynak aktarımıymış!
Böyle bir hesap da yok ortada, böyle bir şey de doğru değil. Çıka çıka, işte,
yok Ankara yaklaşımı, yok İstanbul yaklaşımı, yok Londra yaklaşımı derken, dağ
fare doğurdu ve netice itibariyle, bütün işverenlerimiz kaçıyor. Şimdi, ben, soruyorum:
Getirdiğiniz noktanın Arjantin'den ne farkı var sizin?! Arjantin'in en önemli
meselesi, büyük ölçüde rekabet gücünün olmayışı. Arjantin'in enflasyonu yüzde
5. Bizde enflasyon yüzde 90, yüzde 5'e indireceğiz daha; onunki yüzde 5 ve
böyle bir ortamda, en önemli meseleleri rekabet gücünün olmayışı. Şimdi, bizim
farkımızın ne olduğunu söyleyeyim; bizim farkımız, sadece coğrafyamız ve 11
Eylülde, Türkiye'nin önüne terörle mücadele gibi bir olgunun çıkması; riski ile
fırsatıyla, netice itibariyle bu. Şimdi, gelinen noktada ne
yapmamız gereğine girelim; ne yapacağız? Değerli arkadaşlarım, bakın, üretim,
her şeyin sihirli değneği, üretim!.. Üretim olmadan bir şey yapmak mümkün
değil. TİSK nezdinde yapılan bir anket, eylül sonu 2001'de açıklanıyor; diyor
ki: "İşyerlerinin yüzde 49,3'ü ya üretimini tamamen kapamış durumda
veyahut da kısmen kapamış durumda." Bakın, yüzde 49,3!.. Yine, 2001 yılında
işyerlerinin yüzde 71'inde üretim azalıyor ve 2001 yılında işyerlerinin yüzde
60'ında istihdam azalmasına gidiliyor. İşte, şimdi, asıl sihirli değnek
üretimde. Doğru Yol Partisi olarak
iktidara geldiğimizde, ilk önce, bir üretim iklimini yaratacağız; üretim
iklimi!.. Bu, nasıl olacak; ilk önce, bir malî afla başlayacağız; malî af!.. Bu
malî af, vergi borçlarına ait bütün gecikme zamlarını kaldıracak ve anaparayı
taksitlendireceğiz; çiftçi ve esnaf haciz kıskacından kurtulacak. (DYP
sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) İlk etapta, devletle milleti
barıştırıyoruz, devletle milleti barıştırıyoruz; en önemlisi o. İkinci olarak, ihracat;
en önemli mesele ihracat. Bizim, bunlar gibi, öyle, dışarı çıkıp para
dilenmemize falan gerek yok. Munzam karşılıklarını, özellikle döviz tevdiat
hesaplarından 2 milyar dolarını aktaracağız, hiçbir dışborca falan gerek de
yok, 2 milyar dolar Eximbanktan ihracata ciddî destek, ihracata destek; bunu
yapacağız döviz için. Hemen arkasından, 10
milyar dolar dışarıdan arayacağımıza, sadece, tekstil sanayii ve konfeksiyon
yılda 15 milyar, artı, 3 milyar daha, 18 milyar dolar ihracat yapıyor; şu anda yüzde 30-40 atıl kapasiteleri var,
kendileri söz veriyorlar "bu yüzde 30-40 kapasiteyi kullansak 7-8 milyar
doları getiririz" diyorlar. Sizin yapacağınız şey,
1995'de, bizim, Amerikayla yaptığımız anlaşmanın, 1998 yılındaki bölümünü
tatbik etmekti. Neydi o; kotaların kaldırılmasını sağlayabilmekti Türkiye için.
Bunu sağlayabilsek, bugün dahi sağlayabilsek, 2005 yılında zaten kotalar
kaldırılıyor, sadece konfeksiyondan 7-8 milyar dolar Türkiye'ye tıkır tıkır
gelecek. Yüzde 40 bu alanda ayrıca atıl kapasite var. Bir örnek veriyorum,
sadece bir örnek veriyorum: Bugün Amerikayla; işte, gidelim, bir gümrük birliğine,
stratejik anlaşmaya; hay hay, gidelim, bu, gitmeden yapılabilecek bir şeydi;
yani, o gitmeden, 1998 yılından itibaren yapılabilecek bir şeydi ve bugün de
yapılması gerekli olan şey, 2005 yılında bütün gümrükler Amerika'da inecek, ondan
önce, hiç olmazsa, Türkiye'yi sokarak, ihracat açısından, ciddî olarak,
özellikle rekabet gücü konusunda önceliği Türkiye'ye verdirebilmek. Bir diğeri, Türkiye'deki
haklı rekabeti sağlayabilmektir. Değerli arkadaşlarım, gelir gelmez, Doğru Yol
Partisinin yapacağı bir önemli iş daha, SSK prim kesintilerini, bizde yüzde
32,1, OECD'de yüzde 15; demek ki, aradaki fark, en az 10, 15 puanın üzerinde.
Bunu, OECD oranlarına indireceğiz, asgarî ücretten bir dönem vergi almayacağız
ve yeni kayda girdikçe, SSK primlerinin ödemeleri artacağı için, ayrıca
güvenlik kurumlarına da çok ciddî bir aktarma gündeme gelecek. (DYP
sıralarından alkışlar) Bununla birlikte,
özellikle haklı rekabet çerçevesinde, bu konulardaki enerji meselesine dikkat
çekmek lazım. Bugün, doğalgaza yapılan aşağı yukarı yüzde 17'lik bir artışla,
Türkiye, enerjide rekabet gücünü kaybediyor ve üretim, Türkiye'nin dışına doğru
kaçıyor. Yani, haklı rekabet. Onlar enerjiyi nereden kullanıyorlarsa, Türk
üreticisi de aynı şekilde kullanırsa, bunun, ancak bir anlamı olabilir. Bu
enerji meselesini halletmek için iktidara destek verdik, anayasa değişikliği de
oldu. Yap-işlet-devret modeli gündeme gelecekti, hatırlayacaksınız; tahkim
yasası çıkacaktı, hatırlayacaksınız ve tahkimden sonra, Türkiye'nin önüne,
hemen bu üretim artışları gelecekti. Aşağı yukarı ikibuçuk yıl içinde, 1 000
megavatlık bir projeyi, bir santralı bitirmek mümkün; ama, ikibuçuk yıldan çok
daha fazlası geçti, 29 adet yap-işlet-devret modeli kapsamında bir tek adım
atılmadı ve bugün Türkiye, 2002 yılı başından itibaren 4 saatlik enerji kesintilerinden
bahsediyor. Hani, tahkim, sorunu kesecekti; hani, sorunu çözecektiniz
tahkimle?.. Bunların hiçbirinin cevabı yok. Değerli arkadaşlarım,
haklı rekabetin bir başka konumu, geldiğimizde sorgulayacağımız şey, hayat
standardı vergisi olacaktır. Eğer, bir tüccar veya herhangi birisi büyükşehirde
çalışıyorsa, ille 6 625 000 000 lira kazandın diyor. Kardeşim kazanmadım,
kapatıyorum, kepengi kapatıyorum, gidiyorum; hayır, sen bunu kazandın ve bunun
vergisini ödeyeceksin!.. Bu, eğer, bir bilgisizlik değilse, bu bir
çinişkencesi, başka hiçbir şey değil. Kapatılan bütün kepenklere rağmen, esnafın
ödediği bu vergiyi, biz geldiğimizde, ilk iş olarak ele alacağız. Değerli arkadaşlar, Doğru
Yol Partisi iktidarı, geldiğimiz günden itibaren lobilerin değil, öyle al gülüm
ver gülüm lobilerinin değil, bizzat KOBİ'lerin iktidarı olacaktır. (DYP
sıralarından alkışlar) Burada kurulması gerekli
olan Nasdag modelinde bir borsa vardır, buradan sermaye alacak. Halk Bankasını ve Ziraat
Bankasını tasfiye edecekmişsiniz, birleştirecekmişsiniz ve satacakmışsınız!
Birtakım duyumlar geliyor, stratejik ortağı, yabancı sermayeyle
satacakmışsınız, bunların hiçbiri doğru değil. Bakın, biz deldiğimiz zaman,
Almanya'da olduğu gibi -Wolksbank ve yine Raiffeisenbank'ta olduğu gibi- hem
Halk Bankasını hem Ziraat Bankasını yeniden kuracağız, o model çerçevesinde
kuracağız, o model çerçevesinde kuracağız. (DYP sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - İstanbul Bankası gibi olmasın!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Çünkü, nitekim, esnaf kooperatiflerinin ve tarım kooperatiflerinin kurduğu
bütün bu bankalar, Avrupa'da var; dünyada ne varsa, Türkiye'de de o olacak.
Onun için, milletimize ve özellikle esnafa ve özellikle çiftçilerimize buradan
müjdeliyorum: Sakın ola üzülmeyin; bütün bu yanlışların sonucunda, gelip,
Avrupa Birliği normlarında ne yapılıyorsa, Avrupa Birliği normlarında aynısını
yapacağız. (DYP sıralarından alkışlar) Bir kere, şunu bilmek
lazım: Tüketim bir noktanın altına inerse eğer, o zaman üretim olmaz. Onun
için, asgarî ücretli memura, özellikle bakın emeklilere, bugün, hiçbir şey
vermiyorsunuz. Bayram geliyor; o emekli, torunu gelecek, ne verecek; şeker mi
versin yoksa bir harçlık mı versin?! Bunun hiçbirinin imkânı yok. O emekliyi, o
memuru, esnafı, çiftçiyi yok ediyorsunuz, tüketim olmuyor; tüketim olmadığı
zaman, belli bir düzeyde üretim olmuyor; belli bir düzeye üretim çıkmayınca,
maliyetler yüksek oluyor ve Türkiye, rekabet gücünü kaybediyor. Bu hassas
dengeyi iyi bulmak lazım; tüketimin üzerinde iyi bulmak lazım. Nitekim, zorunlu
tasarruf ödemelerine bir iptal geldi Anayasa Mahkemesinden. Ödeyin onları, ödeyin;
nemasıyla birlikte ödeyin bir an önce, ödeyin!.. Çünkü, artık, Anayasa
Mahkemesinin de, açık bir biçimde, zorunlu tasarrufları, sizin gönderdiğiniz
yasayı iptali gündemde ve ödeme gereği tekrar gündeme geldi. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Işığı gördünüz, ışığı!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, üretim olmayınca, elbette istihdam olmuyor ve istihdam
olmayınca da, Türkiye'de, dünyada ve zamanımızda, son dönemde en büyük işsizlik
yaşanıyor. Bakın, en çok da gençlere üzülüyoruz. Gelirken, biraz önce ifade
ettim, o gençler sıralarda... Hangi sıralarda; konsoloslukların, sefaretlerin
önünde... Gitmek istiyorlar. Niye gitmek istiyorlar: Bakın, bugün, lise ve
üniversite mezunu gençlerin, eksik istihdamla birlikte, yüzde 37,1'i işsiz,
yüzde 37,1. Neredeyse, eğer, 3 kişiden
1'i değilse 2 kişiden 1'i; yani, böyle bir olay, Türkiye'nin iktisadî tarihinde
görülmüş değil. Mutlaka, bu gençlerimizin eğitilmesi, Lizbon Zirvesinden çıkan
öneriler doğrultusunda, devamlı eğitim, iş bulma imkânları ve özellikle meslek
edindirme kursları, "1 000 Altın
Çocuk" gibi, bizim başlattığımız, yurt dışına göndererek, en yeni
teknolojilerin gençlerimize verilmesi ve keza kadınlarımız için, Birleşmiş
Milletler Projesi kapsamında, çalışan kadınlara, diğer çalışan kadınların kreş
kurarak imkân tanımaları ve bununla birlikte, girişimcilik kredilerini, bütün
bunları başlatmıştık. Sizse, Halk Bankasını tasfiye ediyorsunuz. Biz, buradan,
hem gençlerimize hem de kadınlarımıza müjdeliyoruz. Neyi başlattıysak aynen
devam edeceğiz, aynen devam edeceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, deniyor ki:
Efendim, bütün bunlara nereden kaynak bulacaksın, bütün bunlara nereden kaynak
bulacaksın? Sadece, Türkiye'nin maden rezervlerinin, Türkiye'ye imkân
tanıyacağı kaynağın değeri 2 trilyon dolar, 2 trilyon dolar. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Onu da mı satacaksınız?!. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Sadece, bakın, kısa vadede, 250 milyon dolarlık bir yatırım yapılabilse, 250
milyon dolarlık bir yatırım yapılabilse, 650
milyon dolarlık ihracatı hemen yapmak mümkün; daha fazla yatırımla daha
fazlasını yapmak mümkün. Keza, aynı şekilde, altında, 450 milyon dolarlık bir
yatırımla 2,2 milyar dolarlık bir ihracat imkânı var. Türkiye, teknolojiden
kopuyor, yeni dünyadan kopuyor. Biz, 1994 ve 1996 yıllarında fırlatılan
uyduların hazırlayıcısı olduk. Bu uydularının frekanslarının tahsisiyle
milyarlarca dolar kazanmak mümkün. Bunların teknolojik ömürleri yedi, sekiz
yıldır. Türkiye'nin, en az 2-3 tane daha uyduyu, şu sırada, hazırlamış olması
lazımdı; olanların dahi tahsisleri yapılmadı. Türkiye'nin kaynağı
büyük. Diğer bir kaynağı turizm. Bugün, dünyanın yarım milyar dolarlık bir
turizm pastası var; 2015 yılına kadar, Dünya Bankası raporları, bunun, 5 kat
artacağını gösteriyor. Payımız aynı kalsa bile, 35 milyar dolar gelir var
buradan, payımız aynı kalsa; yükselse, 70 milyar dolara kadar, bir büyük atılım
içine girmek mümkün. İkinci kuşak olarak, yeni turizm alanlarını hazırlamak
lazım. Şimdi, en önemli
meselelerden bir tanesi de, Türkiye'de, bu ülkenin idare edenlerinin çiftçiye
ödettikleri bedeldir. Çiftçi, bu iktidarın eliyle, tarih önünde söylüyorum, şu
iktidarın eliyle, tasfiye edilmek istenmektedir. Benjamin Disraeli eski bir başbakan; İngiliz;
dönemin iktidarı için diyor ki: "Şunların hiçbir fikri yoktur, kendilerine
has hiçbir fikirleri yoktur. Bir fikirleri var, o da, başkasının, o da, yanlış
bir fikirdir." Vazgeçin şu tarımı tasfiye etmekten, sizin elinizle tasfiye
ettiriyorlar. Vazgeçin; çünkü, Türkiye'nin üretimi ve Türkiye'nin yüzde 45
istihdamı bu alanda. Bakın, bu kadar büyük bir
beceriksizliği piyasa ekonomisi olarak görüyorlar. Piyasa ekonomisinin anlamı
hiç bu değildir, haklı rekabettir piyasa ekonomisi. Ekmek yüzde 122, yüzde
150 oranında artıyor, millet ekmek kuyruklarında; nerede; büyük şehirlerde.
Peki, dolar üzerinden baktığınız zaman, buğdayın fiyatı azalıyor; yani,
çiftçinin, üreticinin eline geçen fiyat, döviz üzerinden, azalıyor; ama,
millet, içeride, Türk Lirası üzerinden, yüzde 150'ye yakın bir fiyat artışı
ödüyor. Bunu, yapsanız yapsanız, ancak siz becerirdiniz, başka kimse bunu
beceremez! (DYP sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Siz yaparsınız!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Üreticinin fiyatı düşecek veya kısıtlı kalacak; ama, bunu tüketen, dünyanın
parasıyla bunu alacak ve tabiî ki çiftçi perişan... Bıraktığımız Türkiye'de,
aşağı yukarı 2 kilogram buğdayla 1 litre mazot alanlar, 5 kilogramla alıyorlar.
Hiçbir ilaçlandırma yok; süne, kımıl denilen en ufak bir ilaçlandırma
kampanyasının içinde değil devlet, gübre vermiyor. Ama, bakın, bunlar neyle
karşı karşıya: Kullanacakları bütün enerji; yüzde 109 benzin artıyor, mazot
yüzde 109, tüpgaz yüzde 148, otogaz yüzde 152; doğalgaz yüzde 135 artmışken,
yeterli değil, bir yüzde 17 daha artıracağız... Bunlar, çiftçinin girdileri... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Çiftçinin doğalgazla ne alakası var? TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Netice itibariyle, yumurta şehirlerdeki bakkalda yüzde 82 artıyor, sıvı yağ
yüzde 160 ve enflasyon felaket düzeyde; ama, üreticisinin eline geçen hiçbir
şey yok. Bunun adı da, bu ekibe göre, serbest piyasa ekonomisiymiş!.. Hayır,
bu, serbest piyasa ekonomisi değil, bu, olsa olsa, Taliban terörüyle
kıyaslanabilecek bir zulmün resmidir, başka hiçbir şey değildir. (DYP
sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Siz oraya götürüyordunuz ama olmadı... Siz oraya götürmek
istediniz. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Böyle bir ortamda, Mustafa Ünigör isimli bir çiftçi vatandaşımız, Sayın Tarım
Bakanına diyor ki: "Siz, Dünya Bankasından doğrudan gelir desteği diye
aldığınız parayı dahi bize vermiyorsunuz; bunun hesabını gelin verin bu
kürsüde." Dünya Bankasının verdiğini dahi vermiyorlar ve Tarım Bakanlığına
bağlı tarım kredi kooperatifleri, bağlı kooperatifler -Ziraat Bankası yüzde
92... Hani, yoksullukla mücadele edecektiniz! O yoksul çiftçiyi tasfiye ederken-
Tarım Bakanlığına, MHP'ye bağlı kooperatifler... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
MHP'nin Amerika'da mal varlığı yok!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
... Ziraat Bankasının verdiği yüzde 92'yi katlıyor, yüzde 150 ile veriyor.
Düşünün!.. Durum, bu durumda. Şekerpancarı tasfiye ediliyor; 600 000 kişi,
doğrudan bununla meşgul. 13 000 000 ton kapasiteli fabrikaların hepsi tasfiyeye
giriyor. Keza, tütün, dünyanın en
kaliteli tütünü, en zor şartlarda üretilir. Bunların hepsi, âdeta, sigara
tekellerinin insafına bırakılmış konumda; bir ırgat haline getirmişler; ama, bu
da uygulanacak. Bari, hiç olmazsa, şu tütünden vazgeçin. Siz yapmazsanız, biz
gelip değiştireceğiniz onu, açıkça ifade ediyoruz. Biz gelip değiştireceğiz
onu. (DYP sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Gelmeniz zor! Zor gelirsiniz! BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Karahan. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Pamukta 10 sent, 12 sent, 9 sent prim verirken, bunlar verilmez durumda. Keza,
fındık öyle. Ayçiçeği ve zeytin;
bunlar yağ çıkarılan birtakım ürünler. Bunlara destek yokmuş, kanolaya
varmış!.. Yani, şimdi, şu ayçiceğinin ve zeytinin ne kabahati var?! Bunlar da
dünyanın gözbebeği; ama, bunlara yokmuş, kanolaya varmış! Bunu, size kim
söyledi allahaşkına?! Bunu size kim öğretti?! (DYP sıralarından alkışlar, DSP
sıralarından gürültüler) Netice itibariyle, tarım ürünleri tasfiye içerisinde. Evet, çok uzun bir zaman
söyledik "şu afla boşalttınız bu hapishaneleri, kimi koyacaksınız"
dedik. BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Sizin yetiştirdiğiniz çeteleri! Sizin yetiştirdiğiniz hortumcuları! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Çiftçileri mi koyacaksınız, esnafı mı koyacaksınız?! Biraz önce gösterdim,
onlar sırada, hapse girmek için sıradalar. Öylesine fakirleştirilen
millet, sayenizde, sadece bugünü değil yarını da kaybetmek üzere; ama, tabiî,
iktidara Kır At gelecek, ona müsaade etmeyecek; o başka da... (DYP sıralarından
alkışlar) HALİL ÇALIK (Kocaeli) -
Onu siz söylüyorsunuz. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bakın, yarın, şu millete ödeteceğiniz faturaya bakın. (DSP sıralarından
gülüşmeler) NECDET SARUHAN (İstanbul)
- Mevsim değişikliğini dahi bilmiyorsunuz. BAŞKAN -
Sabırsızlanmayın; gösterecek. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi gülün bakayım! Şimdi gülün bakayım! Haydi, gülün şimdi! (DYP sıralarından
alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Anlamaz onlar!.. Millete gösterin, efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şu da, bu fakirleşen milletin,
ödeme durumunda olduğu, sadece kamu borçları. Bıraktığımız Türkiye'de
-görüyorsunuz- 5 Nisan kararlarından sonra bu düşüyor; 1995'te yüzde 40'larda,
kamu iç ve dışborcu, millî gelire olan oranla; şimdi yüzde 108!.. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Görüyorsunuz değil mi?! İHSAN ÇABUK (Ordu) - O
borçları sizden devraldık. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Hadi, gülün bakayım şimdi, hadi, biraz gülün bakayım!.. Hadi!.. (DYP
sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler) Ve netice itibariyle,
tarım kesimine buradan sesleniyorum. Üzüntüye kapılmayın; dünya ne yapıyorsa
aynısını yapacağız, dünyada 350 milyar dolar çiftçiye sübvansiyon veriliyor;
kişi başına onların verdiğinin yarısını verelim, bizim çiftçimiz silip süpürür
hepsini rekabette. (DYP sıralarından alkışlar) Ve Türkiye'de, tarımsal
ve üretici birlikleri, FEOGA türünde, Avrupa Birliği için, tarımsal destekleme
ve yönlendirme kurullarını kuracağız future borsalarını kuracağız, ürün
borsalarını genişleteceğiz ve prim ve destekleme, mutlaka üreteceği fiyat
olarak verilecek ve ayrıca da, arazi kullanımı ve toprak konusunda ciddî bir
reforma ihtiyaç var, pulluk tabanı, crash tabanı belirlemekte, verimliliği
artıracak bütün önlemleri, özellikle, yeni bir teknolojiyi... Biliyorsunuz,
artık, bilim çağı dünyada kapanıyor, bilim çağı ve iletişim çağı dünyada
kapanıyor, biyoteknoloji çağı başlıyor. Bu biyoteknoloji çağının en önemli
sektörü gıda sanayi, gıda sanayiini bu yeni teknolojiyle kurarak, buna
çiftçimizi ortak edeceğiz. Bir itirazınız var mı buna, var mı?.. (DYP
sıralarından alkışlar) Evet, devletin mutlaka
küçültülmesi lazım; ancak, hep söyledik, bu devlet, sosyalist bir devlettir
dedik; genlerinde sosyalizm var, devletçilik var. Sizin genlerinizde öylesine
bir devletçilik var ki. Bakın, rakama bakın, rakama!.. Dünya Bankası ekip
lideri geliyor birkaç gün önce ve en ciddî üniversitelerden biri olan ODTÜ'de
ilan ediyor. İlan ettiği rakam: Bu iktidara bıraktığımız Türkiye'de, bütün
konsolide bütçe; içine koyun bütün fonları, koyun bütün bütçe dışındaki
kurumları, güvenlik kurumlarını, özerk kurumları, hepsi beraber, bıraktığımız
Türkiye'de millî gelirden yüzde 30,2 alıyor. Bakın, şimdi, şu sosyalistleri
görüyor musunuz, şunların hepsini... HALİL ÇALIK (Kocaeli) -
Allah, allah!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bu sosyalist ve devletçilerin bu rakamı çıkardığı nokta... Kim ilan ediyor;
Dünya Bankasının ekip lideri. Nerede ilan ediyor; hem raporlarında, hem de
ODTÜ'de verdiği konferansta. Diyor ki, bizim yüzde 30,2 olarak bıraktığımızı,
şu sosyalistler var ya şu sosyalistler, şu devletçiler, onlar yüzde 55'e
çıkarıyorlar, 55'e... (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Dinleyelim
efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Yüzde 55, düşünün... Ne kadar zamanda; dört yılda çıkarıyorlar. NECDET SARUHAN (İstanbul)
- Biz sosyalist falan değiliz Sayın Başkan!.. BAŞKAN - Size demedi ki
efendim, rapor okudu. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Devleti küçülteceksiniz. Devleti küçültmek için... (DSP sıralarından
gürültüler) NECDET SARUHAN (İstanbul)
- Sosyalizmin ne olduğunu bilmiyorsun. BAŞKAN - Sayın Çiller,
bir dakika... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Üzülmeyin canım, söyleyin Başbakanınıza, gelsin şurada bir anlatıversin
şunları, söyleyin şunu... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Başbakan yardımcılarınıza da siz söylersiniz. O da gelir, bunların
cevabını, verebiliyorsa verir. (DSP sıralarından gürültüler) SALİH DAYIOĞLU (İzmir) -
Sen, sosyalizmin ne olduğunu tanımla oradan bir bakalım. BAŞKAN - Lütfen efendim,
istirham ederim, lütfen... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Sizin, bunlardan öğrenecek çok şeyiniz var; biraz dinleyin bari. Netice itibariyle,
devleti küçültmek lazım, doğru; ama, en önemli mesele, bakanlardan başlamak
lazım. Bakanlık sayısını azaltacağız falan diyorlar; hele bir görsek şunu. Aynı
zamanda, yeni kadro almamak son derece önemli. Devleti küçültmede üç
kıstas: Etkinleşme, bir; yerelleşme, iki; şeffaflaşma, üç. Şimdi, özellikle yerelleşmeye ilişkin bir rakam
vereceğim; bütün dünyada, yerel yönetimler, gerek harcamaların gerek personelin
yüzde 50'sini yapmakta yerel yönetimler. Türkiye'de bu oran yüzde 10 veya
15'lerde. Bunu, mutlaka, ciddî biçimde yükseltmemiz lazım ve o belediyelere de
imkân verirken, şu, deprem, afet belediyelerini ayırıyorsunuz ya, orada, hep
partizanca dağılımlar yapıyorsunuz ya, kimi belediyeler, sizinse eğer orası,
afet bölgesi; ama, eğer değilse, oradaki vatandaşın hakkı yok. Gelip bunun
hesabını sizden tek tek soracağız, bakın; bunun hesabını tek tek soracağız.
(DYP sıralarından alkışlar) BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Belediyelere biz sahip çıktık... Partizanlık sizin döneminizde vardı; bizde
yok. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Netice itibariyle, en önemli meselelerden bir tanesi de şeffaflaşma.
Yolsuzluğun en önemli göstergesi Kamu İhale Kanununu bir an önce değiştirmek... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Niye
yapmadınız şimdiye kadar?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Biz verdik, verdik de, beş yıldan beri sizi bekliyoruz hâlâ. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Niye
yapmadınız; o kadar iktidara geldiniz?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bu kanunu bir yılda değiştirecektiniz, hâlâ
bekliyor. Şimdi çıkaracaklarmış; ama, uygulamasını 2003 yılında
yapacaklarmış. Eğer yanlışsa, niye çıkarıyorsunuz; doğruysa, niye
erteliyorsunuz?! (DYP sıralarından alkışlar) Niye ertelediğinizin cevabını
vereyim bak... HASAN GÜLAY (Manisa) -
Yardım edeyim mi? TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Siz ilk önce hele bir kendinize yardım edin de, sonra bana edersiniz. Şu... Görüyor musunuz;
şimdi, bu nedir? Bu, taahhüt bazında alınan krediler. Denetimsiz...
Denetimsiz... Hani, fonlarla falan veriliyor ya... (DSP sıralarından
"yanlış şeyi gösteriyorsun" sesleri, gülüşmeler) BAŞKAN - Lütfen
efendim... Lütfen... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bizim yanlışımız bu da; sizin yanlışınız, milleti mahvetmek; onun hesabını
verin. (DYP sıralarından alkışlar) Evet... Şu... Görüyor
musunuz bunları? Görüyor musunuz bunu? (DSP sıralarından "ters, ters"
sesleri, gülüşmeler) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Allah kimseyi şaşırtmasın. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bu, sizin şeffaf olmadığınızın göstergesi. Şimdi, millet ne diyor
biliyor musunuz; şuraya şunların cevabını vermek için, şu işten bir tane
anlayanınız olsa da -olsaydı zaten dışarıdan getirmezdiniz- gelse, şurada
şunlara cevap verebilse; ama nerede?!. Nerede?!. (DYP sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Siz nereden geldiniz?! BAŞKAN - Sakin olun
efendim, dinleyin, tahammül edin. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Netice itibariyle, bugün gelinen noktada, Türkiye'nin yeniden bir büyük
sıçrayışla, bir büyük Türkiye gibi davranması gerekiyor. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Yeniden üretim, yeniden rekabet, yeniden ihracat; Türkiye bunları arıyor; ama,
bunları arayan Türkiye, dışpolitikada, maalesef, her gün, biraz daha bir büyük
devlet olma görüntüsünden kaybediyor. Evet, AGSP'deki son gelişmeler bütün
hepimizin ilgisini çekmekte. Keşke, bir uzlaşma olabilse; ama, ne oldu da, o
güne kadar, Avrupa Ordusunun bütün alacağı kararlara katılmadan, NATO'daki veto
gücümüzden vazgeçmeyiz diyen Türkiye birden bire bundan vazgeçti? Bunu,
aslında, BAB'ta biz yaptık, 1995 yılında. Türkiye BAB'ta üye oldu, tam hakka
sahip olarak, Avrupa Birliğinin tam üyesi olmamasına rağmen; ama, görüyoruz ki,
Avrupa güvenliği savunma kimliğinde ve politikasında, birden bire, Blair'den
gelen bir mektupla, Brüksel'de AGSP sevinci içinde Cem kutlanıyor ve ciddî bir
aşamanın olduğu ifade ediliyor. Şimdi, endişelerimize
işaret edelim. Bakın, bu dışpolitika son derece hassas bir şeydir. Soracağımız
sual... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Fazladan 10 dakika süre... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... İstirham ederim... Bir dakika... Siz mi idare ediyorsunuz, ben mi
idare ediyorum?! Ben gereğini yaptım efendim, siz de biliyorsunuz onu. Her şeye
itiraz etmeyin. Sayın Çiller, lütfen
toparlar mısınız... Buyurun efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Dışpolitikada bir meselenin nereye yazıldığı ve ne yazıldığı son derece
önemlidir; yani, ne var içeriğinde bilmiyoruz. Mesela, deniliyor ki,
müttefikler... Bu, nasıl Kıbrıs'ı koruyacak; çünkü, NATO'da müttefikler var.
Avrupa Ordusu NATO müttefiklerine saldıramayacak. Diyelim ki, bu yazıldı; ne
yazıldığını bilmiyoruz; ama, bunun içinde o zaman Kıbrıs olmaz; çünkü, bir NATO
müttefiki değil; dolayısıyla, ne yazıldığı çok önemli, nereye yazılacağı da son
derece önemli. Diyelim ki, NATO zirvesinde kabul edildi. Peki, ondan sonra
Avrupa Birliği zirvesine nasıl geçecek? Avrupa zirvesinde diyelim ki, kabul
edildi; bir sonraki zirvede bu değişecek mi, değişmeyecek mi? Son derece önemli
sualler; bunların hiçbiri açık değil ve nitekim, Dışişleri Bakanı, açıkça
"evet, bu konuda açık değiliz" demiştir. Biz, millet adına,
Anamuhalefet Partisi olarak, bunların Mecliste görüşülmesini, gerekiyorsa,
kapalı oturumda görüşülmesini istiyoruz; ama, kapalı oturumda ele alınan Kıbrıs
meselesi açıkça gündeme getirmiştir ki, kapalı oturumda da, Meclise, bilinenin
dışında bir şey söylenmiyor. Kıbrıs konusu, keza,
kısaca ifade edilirse eğer, Kıbrıs Rum Yönetiminin önümüzdeki yıl üye olarak
Avrupa Birliğine alınacağı gözlemlenmekte; bunun yaklaştığı açıktı; yaklaşırken
Türk tarafı, yani, biz, şunu söyledik; Siz, eğer, Kıbrıs Rum yönetimini
alırsanız, biz de kuzeyi alırız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini alırız. Bizim, tabiî, endişemiz
şu oldu: Bunu alacak mısınız; alırsanız, karşınızda, bu defa Yunanistan değil,
Avrupa Birliği olacak; ne olacak? "Bedel öderiz" diyorsunuz; Avrupa
Birliğinden mi vazgeçeceksiniz? Hayır; Türkiye, ne Kıbrıs'tan ne de Avrupa
Birliğinden vazgeçer bir büyük Türkiye olarak ve bedel ödeten Türkiye, nasıl
olur da, bedel ödeyen konuma gelir? O zaman, bu bedel ödettirenler Türkiye'ye,
mutlaka bedel ödemelidirler ve onun gereğini yapmalıdırlar. Ama, gördük ki, bunların
hiçbirinin cevabı kapalı oturumda da yok ve bugünkü açılımı, son derece olumlu
bir açılım olarak görmek istiyoruz. Özellikle, Denktaş ve Klerides arasındaki
buluşmaları bu bağlamda değerlendiriyoruz; ama, unutmayın ki, önümüzdeki yıl,
Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliğine giriyor ve ondan önce, tıpkı ameliyattan
önce, bir hasta ameliyata alınmadan nasıl iğne yapılır ve tekmeleyerek
ameliyata girme refleksi ciddî olarak indirilirse... BAŞKAN - Toparlar
mısınız... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...acaba, böyle bir iğne yapılarak, 2002 yılından önce, Kıbrıs meselesinde Türk
tezi bir zaafa uğrar mı endişesi içindeyiz... BAŞKAN - Teşekkür ederim. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Evet, bugün gelinen noktada, Türkiye, terör mücadelesinde geç kalmıştır. Bütün
dünyanın, terör mücadelesinde kendi tavrını ortaya koyduğu bir durumda,
Türkiye, maalesef, Amerika'ya, Hazine Bakanını göstererek el açmıştır. Türkiye,
bu onursuzluğu, hiçbir biçimde hak etmiş bir ülke değildir. (DYP sıralarından
alkışlar) NECDET SARUHAN (İstanbul)
- Türkiye onursuz olmaz! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Ve meselelerin önünden giden değil, arkasından sürüklenen bir konumda, laik
cumhuriyet örneğini de ortaya koyamamış ve acaba, bir mektubu yazalım mı,
gönderelim mi derken, talebini... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, lütfen,
ben, mikrofonu açıyorum; teşekkür ediyorum size. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Evet, 2 dakika içinde topluyorum efendim. BAŞKAN - Tabiî efendim;
ben teşekkür edeceğim. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Ve netice itibariyle, gelinen noktada, Türkiye, bir büyük Türkiye'nin tavrını
aramaktadır. Değerli arkadaşlarım,
bütün buraya gitmenin yolu açıktır. Bu yol, seçim sandığından gidecektir. Seçim
sandığına giderken, memnuniyetle görüyoruz ki, yüzde 10 barajının kalkmayacağı
doğrultusundaki beyanlar, Türkiye'nin idare edilemez hale getirilmesini
önleyecek çaptadır. Bundan memnuniyet duyuyoruz; ancak, bunun içinde bir nokta
var ki, son derece vahim. Denilmekte ki, doğu ve güneydoğudaki milletvekili
sayısını azaltalım. Ben, şimdi, bu iktidara soruyorum: Siz, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu için ne yaptınız ki, oranın iktisadî atılımı için ne yaptınız ki... HALİL ÇALIK (Kocaeli) -
Duygu sömürüsü yapma!.. Hayret bir şey!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...şimdi, 4-5 milletvekili olan yerlerin sayısını indireceksiniz; 60
milletvekili olanlara, 1 veya 2 daha koyacaksınız... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen
sömürdün doğuyu!.. Sen mahvettin doğuyu!.. Çiftçiyi borç altına sokmadınız
mı?.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...oradaki terör mücadelesinden sonra, bugün, o yaraları sarma zamanıdır; o
yaraları sarma zamanında, milletvekili sayısını indirmek değil, bilakis
çıkarmak gereklidir. Herkes bilsin ki, yeniden
büyük Türkiye geliyor. (DYP sıralarından alkışlar) Yeniden üretim geliyor.
Yeniden rekabet gücü geliyor. Yeniden Türkiye şaha kalkıyor ve bundan önce ve
bu sevinçle, bütün milletimizin gelmekte olan bayramını kutluyorum, Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Saat 18.00'e kadar
birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.00 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER
(Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 38 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) ((Devam) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/900,
3/900, 3/898, 3/899) ( S. Sayısı : 773) (Devam) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı : 755) (Devam) 4.- 2000 Malî Yılı
Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774) (Devam) BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde. Hükümet?.. Yerinde. Söz sırası, Anavatan
Partisi Grubuna gelmişti. İstanbul Milletvekili
Sayın Ahat Andican; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA A. AHAT
ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi
Grubu ve şahsım adına hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Ülke olarak çok zor bir
süreçten geçiyoruz. Bir yıl içerisinde art arda yaşanan iki kriz ve bunun ardın
da hükümetin yürürlüğe koyduğu ekonomik tedbirler sonucunda, bugün, ekonomik
dengelerin yavaş yavaş yerine oturmaya ve reel ekonominin de yavaş yavaş
canlanmaya başladığını görüyoruz. Türk toplumunun her
kesiminde olduğu gibi iç ve dış finans çevrelerinde de, Türkiye'nin art arda
yaşanan bu ekonomik krizlerden çıkacağı, ekonomik büyümenin yeniden başlayacağı
ve sürdürülebilir bir kalkınma dinamiğinin yakalanacağı yönünde bir inanç
ortaya çıkmaya başlamıştır ve bu çok önemlidir; çünkü, hükümetçe uygulanan bu
güçlü ekonomiye geçiş programının başarılı olabilmesi için önşart, söz konusu
kesimlerin desteklerinin sağlanmasıdır. Bu noktada, çok önemli iki soruyla
karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunlardan birincisi "uygulanan
ekonomik program, geçirdiğimiz krizlerin bütün tahribatını gidererek, Türk
ekonomisini arzulanan boyuta taşıyabilecek midir" ikinci soru ise
"Türkiye, yeniden ekonomik krizlerle karşı karşıya kalabilir mi"
şeklindedir ve bu sorular -sizler de muhakkak toplumda gözlüyorsunuz- toplumun
her kesimi tarafından sıkça gündeme getirilen sorulardır. Bu soruların
cevaplarını, yalnızca Türkiye'nin geçirdiği deneyimlerle değil, dünyada krizle
karşı karşıya kalmış diğer ekonomilerin de geçirdiği tecrübeler ve edindiği
deneyimlerin değerlendirilmesiyle bulabileceğimizi zannediyorum. Bu
değerlendirmeler, sadece krizden çıkış yolunu göstermekle kalmayacak, aynı
zamanda, siyaset kurumumuzun ve Türk siyasetçisinin bu noktada nasıl bir açılım
göstermesi gerektiğini de ortaya koyacaktır diye düşünüyorum. Öncelikle, günümüz
dünyasının üç temel gerçeğini paylaşmamız lazım. Bu gerçeklerden birisi,
küresel ekonominin niteliğiyle ilgilidir; ikincisi, krizle karşı karşıya kalan
ülkelerin yönetim yapılarına ilişkindir; üçüncüsü de, küresel talepler ile
yerel, yani, millî taleplerin çatışmasıyla ilgilidir. Üzerinde durmak istediğim
birinci konu, soğuk savaş döneminde dünya siyasetine yön veren domino
teorisinin -burada olan milletvekillerin çoğu hatırlayacaktır- bugün, artık
küresel ekonomide geçerlilik kazandığına inanıyor olmam. Geçmişte, süper
güçler, dünyanın neresinde olursa olsun, iki blok arasında bir üçüncü dünya
ülkesi taraf değiştirirse, onunla birlikte, onun etrafındaki ülkelerin de taraf
değişebileceği riski ve anlayışı üzerine siyasetlerini şekillendirmekteydiler.
Küresel ekonominin ortaya çıkmasıyla beraber, artık, domino teorisi, siyasal
alandan, tarihe gömüldüğü alandan, ekonomik alana taşınmıştır diye düşünüyorum. Eğer, bir ülke -bu,
Türkiye için de geçerli kuşkusuz- piyasalarını küresel ekonomiye açmışsa,
ekonominin büyümesi için dışkaynak ve teknoloji kullanıyorsa, ulusal
kaynakları, hatta, borçlarıyla ilgili kâğıtlar uluslararası piyasalarda tahvil
ve bono olarak alınıp satılıyorsa, küresel ekonomiyi ilgilendiren her olay,
kaçınılmaz bir biçimde, millî ekonomiyi de etkileyecektir. Hatta, bazen,
ülkenizin iç dinamiklerinde hiçbir sorun yokken ve her şey güllük gülistanlıkken,
sizinle hiç ilgisi olmayan başka bir ülkede ortaya çıkan etken veya kriz
ortamı, sizi etkileyebilmekte ve kriz ortamına sürüklenmenizi
sağlayabilmektedir. Nitekim, Türkiye için de, geçmişte yaşanan Uzakdoğu krizi,
Rusya krizi, Arjantin krizi gibi olayların, doğrudan, binlerce kilometre
uzaktaki bir ülke olan Türkiye'yi etkilemesinde temel neden budur ve yine,
hatırlayacağınız gibi, Uzakdoğu krizi esnasında, dünyanın en büyük ölçekli
ekonomilerinden biri olan Japon ekonomisi de, özellikle bankacılık sektörü bağlamında,
ciddî bir zorluğa girmiş ve hükümet, 500 milyar dolar -evet, bilerek
kullanıyorum; 500 milyar dolar- civarında bir kaynağı bu sektöre aktararak,
krizden çıkmasını sağlamıştı. Sonuç olarak, küresel
sistemle entegre olmuş bir ülke tekrar krizle karşılaşabilir mi sorusunun
cevabına, hiçbir siyasetçi, hiçbir devlet adamı, gönül rahatlığıyla, hayır
karşılaşmaz diyemez. Öyleyse, Türk siyasetçisi olarak, bizim, soruyu, tekrar
bir krizle karşılaşabilir miyiz diye sormak yerine, şöyle dönüştürmemiz lazım,
bu soruyu şöyle sormamız lazım: Bir ülkeyi ekonomik krize dirençli hale
getirmenin yolu ne olmalıdır ya da bir ülke, krizden, hangi koşullarda etkilenmeyecek
hale getirilebilir? Bu sorunun cevabıysa, ekonomik krizle karşı karşıya kalan
ülkelerin sosyopolitik yapıları ve ekonomik krizin derinliği arasındaki
ilişkide yatmaktadır. Bugün, dünyada,
yabancılar tarafından, yükselen pazar yani "emerging markets" diye
tanımlanan 28 ülke vardır. Bunların, 10 tanesi Avrupa ve Ortadoğu'da, 10 tanesi
Asya'da, 8 tanesi de Latin Amerika'da bulunmaktadır ki, Türkiye, bunlardan bir
tanesidir. Bir iki istisna hariç, son on yıl içerisinde çıkan ekonomik
krizlerin neredeyse tümü, bu 28 yükselen ülkede yaşanmıştır. İlginç olan nokta şudur,
sizinle paylaşmak istediğim nokta şudur: Demokrasinin işlerliği -altını
çiziyorum; demokrasinin işlerliği- hukuk sisteminin etkinliği, siyasî, ekonomik
ve bürokratik uygulamaların şeffaflığı -bir kez daha vurguluyorum; siyasî,
bürokratik ve hukukî uygulamaların şeffaflığı- ile ekonomik krizlerin derinliği
ve süresi arasında çok yakından bir ilişki vardır, ters bir ilişki vardır. Bu
ülkelerin deneyimi, bunu göstermektedir. Bir diğer deyişle söylemek gerekirse,
bir ülke daha demokratik, daha şeffaf, daha hukuk devleti normlarına yatkın
ise, krizden daha az etkilenmekte ve daha az bir süre içerisinde krizden
çıkabilmektedir. Bu gerçek, bizi, başka
bir gerçeğe daha götürüyor: Siyasette, hukukta, bürokraside, toplumsal yapıda
ve yönetim anlayışında, eğer, eşzamanlı yapısal reformlarla ekonomik reformları
bir araya getirmezseniz, bir diğer deyişle, ekonomik programları bunlarla
desteklemezseniz, krizlere karşı ülkenin dirençli hale gelme şansı yok. Daha da
açık bir tanımlamayla söylemek gerekirse, meseleyi sadece bir finans ve ekonomi
sorunu olarak görüp, meselenin çözümünü ekonomistlere havale etmek ve çözümü
ekonomistlerde aramak, maalesef, yeterli olmamaktadır. Ekonomik programlar,
demokrasi, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, etkin sosyal güvenlik gibi,
toplumsal kalite ölçütleriyle desteklenmek zorundadır. Zaten, ülkemizde de,
geçmişte, çok sayıda gündeme getirilen ekonomik programların, tek başına
uygulandığı için başarısız olduğunu da hatırlamanızı istiyorum. O programlarda
istenilen sonucun elde edilememesinin temel nedeni, biraz önce söylediğim
nitelikte gerekli yapısal reformlarla paralel gündeme getirilmemiş olmalarıdır.
Tartışılması gereken
üçüncü bir nokta, bu çok önemsediğim bir nokta, paylaşmak istediğim bir nokta:
Küresel güçler ile, yerel güçler arasındaki çatışma ortamıdır. Küresel piyasa
kuvvetleri, hepinizin bildiği gibi, etik, yani, ahlakî normlarla hareket
etmemektedirler. Bu, küresel güçlerin temel bir gerçeğidir. Yerel sosyal
yapıyı, millî kültürü, tarihsel birikimi ve toplumsal yaşam biçimlerini, bir
diğer deyişle, küreselleşen o toplumdaki tüm değerler sistemini, eğer küresel
akımın kendi hızını ve kararlılığını artırıyorsa, desteklemektedir; ama, eğer,
küresel akımın hızını engelliyorsa, köstekliyorsa, onu engellediği noktadan
itibaren, o yerel değerleri bozmaya ve yok etmeye çalışmaktadır. Ülke olarak,
küresel piyasa kuvvetlerinin, yani, biraz önce altını çizerek vurguladığım etik
ve ahlakî normlara tabi olmayan küresel piyasa kuvvetlerinin, eğer çözücü,
ayrıştırıcı, negatif, eksi, olumsuz yönde etkilemesini engellemek istiyorsanız,
ülkenizde buna uygun filtre sistemlerini oluşturmak mecburiyetindesiniz ve
ülkemiz gibi, küresel ekonomiye katılan tüm ülkelerde, bir numaralı tartışılan
sorun budur. Öyleyse, bu noktada, bizim gibi ülkeler için temel hedef, bir
taraftan globalleşmenin, yani, küreselleşmenin gereklerini yerine getirerek
ekonomiyi büyütmek ve kitlelerin yaşam standardını yükseltmek, diğer taraftan
da küreselleşme ile küreselleşmenin etkisi altındaki toplumun toplumsal yapısını,
tarihsel kimlik ve millî aidiyet duyguları gibi değerleri arasında dengeyi
kurmak mecburiyeti vardır. Bunu kim yapacaktır, temel soru bu. Yukarıda
vurguladığım filtre sistematiğini kim ortaya koyacaktır? Toplumu, küresel güçlerin
ve piyasaların zararları etkilerinden korurken, bir taraftan da bu küresel
ekonominin avantajlarından yararlanmasını kim sağlayacak, bu dengeyi kim
kuracaktır? İşte, bu noktadaki soru hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir.
Bu sorunun cevabı, bu işi yapacak olan kesim, bu filtre sistematiğini
oluşturacak olan kesim, toplumu koruyacak olan kesim, siyaset kurumu ve
politikacılardır. Günümüz dünyasında,
gelişmekte olan ülkelerde -ki, Türkiye, bunlardan birisidir- politikanın
ağırlık merkezi- altını çiziyorum, politikanın ağırlık merkezi- küresel
güçlerin talepleriyle yerel toplumların ihtiyaçlarının ve taleplerinin
kesiştiği yerdeki fay hattına taşınmıştır. İşte, o fay hattının üzerinde
gelişmekte olan ülke siyasetçisi siyaset yapmak zorundadır ve bu fay hattı,
maalesef, çok değişkendir, maalesef, kuralları konulmamıştır. Bu ülkelerde siyaset
-ki, Türkiye'de böyle- değişmek istemeyen hantal devlet ile giderek talepleri
artan birey ve toplum, buna ek olarak da küresel güçler arasındaki üçgen
içerisine sıkışmış durumdadır. Türkiye özelinde, buna ek olarak, bir de siyasette,
ekonomide, hukukta belirli normları önümüze koyan bir dördüncü ayak, yani,
Avrupa Birliği süreci vardır. Bütün bu
değerlendirmelerden sonra, Türkiye 21 inci Yüzyılın güçlü, rekabetçi -rahmetli
Özal'ın deyimiyle söylemek gerekirse- lider ülkelerinden birisi haline
getirecek olan siyasî projenin ayakları ortadadır. Bunları, çerçeveyi ortaya
koyabiliriz zannediyorum. Birincisi, bireysel hak ve özgürlüklerin
olabildiğince genişletildiği, sivil toplumun hızla gelişmesini sağlayacak bir
demokrasi anlayışının kurumlaştırılması gerekmektedir. Bu, kaçınılmaz bir
önşarttır. İkincisi, başta siyasetin
kendisi olmak üzere, devletin fonksiyonel olmayan tüm kurum ve hizmetlerinin,
kaliteli, şeffaf ve etkin devlet anlayışına göre yeniden yapılandırılması ve
buna paralel olarak rekabetçi bir ekonomik altyapının kurulmasıdır. Üçüncüsü -Türkiye
açısından özeldir bu- Avrupa Birliği normlarına uyum için gerekli reformların
hızla gerçekleştirilmesi ve üyelik sürecinin mümkün olduğunca kısaltılmasıdır. Dördüncüsü ve belki de en
önemlisi, toplumsal yapımızın temeli olan millî ve manevî değerlerimizle,
tarihsel kimliğimizle çatışma yaratmayacak bir şekilde küresel ekonomiye
entegrasyonun sağlanmasıdır ve toplumsal refahın artırılmasıdır. Türkiye'yi, sadece
yükselen bir piyasa değil, aynı zamanda, yükselen bir millet, yükselen bir
devlet haline getirecek olan siyasal projenin dört ana ayağı, çerçevesi budur. Şimdi, izin verirseniz,
yukarıda tanımladığım bu ayaklarla ilgili biraz daha ayrıntılı konuşmak
istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçtiğimiz dönemde, Meclisimiz, gerçekleştirdiği anayasa
değişiklikleriyle, ülkemizin, otoriter demokrasiden hukukun özgürlüğüne,
hukukun üstünlüğüne dayalı özgürlükçü bir demokrasiye geçişi yolunda büyük bir
adım attı; fakat, bunun yeterli olduğunu söylemek mümkün değil ve Anayasamız,
artık, toplumun 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin gelişimine, gelecekten olan
beklentilerine dar geliyor, cevap veremiyor ve Anayasamızda birçok noktanın
daha değiştirilmesi, yenilenmesi gerekmektedir. Bunu yapmak ve toplumun önüne
koymak zorundayız ve Yüce Meclisin, iktidarıyla, muhalefetiyle birlikte geçen
dönemde çıkardığı anayasa değişiklikleri, uyum yasaları çıkmadığı takdirde
topal kalacaklardır. Bunları, en kısa zamanda, sanıyorum bu yılın başında
hayatiyete geçirmek ve uyum yasaları ile bu anayasal değişiklikleri toplumun
gündemine getirmek durumundayız. İnsanımızın hak ve
özgürlüklerini serbestçe kullanabilmesi amacıyla, adlî ve idarî alanda hukuksal
düzenlemeleri Yüce Meclis gerçekleştirmek zorundadır. Meclisimizin önünde
önemli görevlerden birisi de, hükümet protokolümüzde de bulunan yerel
yönetimler yasasının bir an önce çıkarılmasıdır. Zira, yerel yönetimler
-hepinizin katılacağını biliyorum- artık, sorun çözmek değil, sorun üretmek
noktasında etkin bir hale gelmişlerdir, sorun üreten mekanizmalar haline dönüşmüşlerdir.
Basit bir köy yolunun dahi Ankara'dan planlanıp gerçekleştirildiği bir merkezî
yönetim anlayışıyla, Türkiye'nin, 21 inci Yüzyılın etkin, rekabetçi
ülkelerinden biri haline dönüşmesinin mümkün olmadığını, muhtemelen, hepimiz
kabul ederiz. Hangi yöntemle
yönetilirlerse yönetilsinler, gelişmiş Batı ülkelerinin birçok benzeşik noktası
vardır; ama, hepsinde tek bir şey vardır, o da, yerel yönetimlerinin demokratik
açıdan katılımcı ve toplumsal yapı içerisinde etkin kuruluşlar oluşudur.
Dolayısıyla, yerel yönetimler yasasını çıkaramayan, sorunlara yerinden ve
katılımcı yönetim, çözüm ilkesini hayata geçiremeyen, köyde ve kentte
katılımcılığı sağlayamayan bir Türkiye'nin güçlü bir lider ülke olma şansı yoktur.
Türkiye, devlet idaresinden özel sektörüne kadar topyekûn bir zihniyet, anlayış
ve bir konsept değişimini yapmak zorundadır. Özellikle son on yıl
boyunca hepimizin yaşadığı ve hepimizin şikâyet ettiği, on yıl boyunca siyaset
alanında görülen aşırı parçalanma, bu parçalanma üzerinde kurulan koalisyon
hükümetleri ve ardı ardına gelen ekonomik krizler, toplumumuzda, siyasete,
bürokrata, hükümete, devlete, Parlamentoya olan güveni azaltmıştır. Güvensizlik
sorununun çözümü için, Parlamentodan başlayarak yönetimin tüm kademelerindeki
karar alma ve uygulama mekanizmalarında şeffaflığı ve etkinliği sağlamak
zorundayız. Yasama, yürütme ve yargının etkin çalışmasını sağlayacak yasal
düzenlemeler hızla gerçekleştirilmek zorundadır. Siyasal Partiler
Yasasında ve Seçim Yasasında, toplumsal katılım ve denetim mekanizmalarını
güçlendirecek yönde değişiklikler yapmak ve böylece, siyasete yönelik olan bu
negatif, olumsuz bakış açısını düzeltmek zorundayız. Türkiye, gelecek
seçimlere, biraz önce sözünü ettiğim değişiklikleri yaparak gitmek zorundadır,
bunları sonuçlandırmış olmak zorundadır. Burada da, tabiî, büyük yük ve vizyon
Meclise düşmektedir. Zira, toplumla mutabakat sağlayamayan ve toplumdan destek
alamayan bir siyasetin çözüm üretme şansı yoktur. 1980'li yıllarda rahmetli
Özal ve Anavatan Partisinin yaptığı gibi, köklü ve süratli bir değişim sürecini
başlatmak zorundayız ve sadece başlatmakla kalmayıp, kararlı bir biçimde
takipçisi olmak zorundayız. Sayın Başkan değerli
milletvekilleri; 2002 yılı bütçesinin rakamsal boyutlarına girmek istemiyorum;
bu kürsüden, defalarca, her boyutuyla girildi; ama, şunu vurgulamak lazım: Ekim
ayından itibaren Türk ekonomisinin göstergelerinde düzelme işaretleri görülmeye
başlamıştır ve ekonominin makro dengeleri yerine oturmaya başlamıştır.
Önümüzdeki yıl itibarıyla konuşmak gerekirse, Hazinenin, iç ve dış borç servisi
bakımından sıkıntı çekmeyeceği anlaşılıyor. Cari döviz açığında görülen azalma,
reel faizlerin düşmeye başlaması, dövizin nispeten stabilize olması ve kamu
borçlanma gereğinin azalması geleceğe yönelik olumlu işaretler olarak
algılanmak durumundadır. Bağımsız uluslararası
değerlendirme kuruluşları, bir şeye dikkat çekiyorlar. Uygulanan ekonomik
programın temel ilkelerinden sapmamak, popülizme sapmamak koşuluyla, Türkiye,
2002 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi haline dönüşebilecektir. Son
yıllarda -burada yine kürsüde de söylendiği gibi- Arjantin ile Türkiye küresel
ekonominin iki kriz ülkesi olarak tanımlanmakta ve birlikte değerlendirilmekteydi.
Bu birliktelik, bu yılın ikinci yarısından itibaren değişmiş ve Türkiye, krizi
atlatarak, yeniden büyüme trendine giren bir ekonomi olarak değerlendirilmeye
başlanmıştır. Bu değerlendirmelerin ne önemi var diyebilirsiniz; ama, bu
tanımlamalar ve değerlendirmeler, uluslararası sermayenin ülkemize yönelimi
açısından büyük önem taşımaktadır. İyi işleyen bir piyasa
oluşturmak ve güven ortamını tam olarak sağlayabilmek için, hükümetimizin
önümüzdeki yılsonu itibariyle, yalnızca bütçe hedeflerini yakalaması,
zannediyorum çok önemlidir; ama, yeterli değildir. Bununla birlikte, bütçe
dışında bazı konuların da piyasaların stabilizasyonu ve geleceğe yönelik uzun
vadeli güvenin sağlanması açısından, hedeflerin ortaya konması gerekiyor
inancındayım. Birincisi, piyasalar en az üç yıllık bütçe hedeflerini ve bu
hedefe ulaşılmasını sağlayacak araçları tüm açıklığıyla görmek istemektedirler.
İkincisi, enflasyona
geçiş, enflasyon hedeflemesine geçiş uygulamasıdır. Zannediyorum, 2002 bütçe
yılında buna geçmek imkânı yok; ama, 2003 yılından itibaren bunun da
gerçekleştirileceğinin ilan edilmesi lazımdır. Üçüncüsü ise, para
politikalarının reaksiyon fonksiyonunun ne olacağı sorusudur ki, bu konuda
belirsizlik olduğu sürece, piyasanın aktörleri, para piyasalarını kontrol eden
mekanizmaların gösterdiği yönde değil, kendilerinin gösterdiği veya kendilerine
çıkar sağlayacak yönde veya kendilerini emniyete alacak yönde hareket
etmektedirler. Bu da, güçlü ekonomiye geçiş noktasında ciddî sorunlara yol
açabilecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son yaşadığımız ekonomik krizlerin toplumsal yapımızda ciddî
ekonomik sıkıntılara ve sosyal sıkıntılara yol açtığı ortadadır; fakat, bu
krizler, bir taraftan da ülkemizle ilgili bazı gerçekleri inkâr edilemez bir
şekilde, artık, önümüze koymuştur. Bilinçli kullanmamız halinde, bu toplumumuzu
yeniden yapılandırabileceğimiz bir fırsat ortamıyla karşı karşıyayız.
Ekonomiyle ilgili bu gerçekleri şu şekilde sıralamamız mümkündür: Günü kurtarmaya yönelik
popülist politikaların, bugünü kurtarsa bile, önünde sonunda ülkeyi bir açmaza
götüreceği apaçık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, artık, siyasetin hiçbir
kesiminde, hiçbir kimse, oy kaygısıyla bu tip yaklaşımlara heves etmemelidir. Eşzamanlı yapısal
reformlarla desteklenmeyen hiçbir ekonomik programın tek başına başarılı olma
şansı yoktur. Bir başka ortaya çıkan
gerçek: Devlet, ekonomiden mümkün olduğu kadar çabuk çekilmelidir ve kural
koyucu, sosyal dengeleri gözetici ve denetleyici bir konuma gelmek
zorundadır. Kamu kaynaklarıyla
siyaset ve bürokrasi arasındaki organik ilişki kesilmelidir. Devlet kaynaklarından
beslenen bir özel sektörle, sağlıklı ve krizlere karşı dirençli bir ekonominin
oluşturulamayacağı açık olarak bu krizlerde de ortaya çıkmıştır ve ekonomik
mantığa aykırı hiçbir alana, hangi gerekçeyle olursa olsun, kaynak aktarımı
yapılmamalıdır. Meclisimizin,
hükümetimizin ve siyasetimizin bu noktaları içerecek şekilde politikalar ortaya
koymaları halinde, kendilerine yönelik güvensizliğin büyük ölçüde değişeceğine
inanıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin geleceğini belirleyecek önemli konulardan birisi de,
Avrupa Birliğine üyelik meselesidir. Neredeyse kırk yıldan bu yana devam
edegelen Avrupa Birliği olayında, son dönemece gelmiş bulunuyoruz. Rahmetli
Özal'ın, tam üyelik için 1987'de müracaat ederken söylediği sözlerle tanımlamak
gerekirse, uzun, ince ve zahmetli olan bu yol ve hepimizin yakından izlediği bu
süreç, artık son noktaya gelmiştir. Bunun ayrıntılarına girecek değilim; ama,
Helsinki Zirvesi sonrasında ilan edilen Ulusal Program ve daha sonra kabul
ettiğimiz Katılım Ortaklığı Belgesiyle, Türkiye, bu yolun son aşamasına, dönüşü
olmayan sürecine gelmiş oldu. Söz konusu belgeyle,
Türkiye, kısa vadeli taahhütlerini 2002 yılı içerisinde gerçekleştirme sözünü
vermiştir. Hepinizin bildiği gibi, kısa ve uzun vadeli taahhütlerin amacı,
Kopenhag kriterleri diye tanımlanan, siyasî ve ekonomik kriterlerin
gerçekleştirilmesi; bir başka deyimle söylemek gerekirse, Avrupa Birliği
normlarının yakalanmasıdır. 2001 yılı için yayımlanan
Avrupa Komisyonu raporuna baktığımızda, enteresan bir değerlendirme göze
çarpıyor: Türkiye hariç, aday ülkelerin tümü, siyasal kriterleri gerçekleştirme
yönünde yeterli gelişmeyi göstermişlerdir. Ekonomik kriterler açısından ise,
Türkiye, Romanya ve Bulgaristan henüz yeterli performansı sağlayamamışlardır.
Bir diğer deyişle, siyasî kriterler noktasında yetersiz gelişme gösteren tek
aday ülke Türkiye'dir. Burada, tabiî, şunu
hatırlamamız gerekiyor: 1990'lara kadar totaliter ve merkeziyetçi bir komünist
blok içerisinde yer alan bu ülkelerin, neredeyse on yıl gibi kısa bir zaman
dilimi -ülkelerin hayatı açısından kısa sayılabilecek bir zaman dilimi-
içerisinde, Avrupa Birliği normlarına uygun siyasî değişiklikleri yapabilmiş
olmaları ve evrensel hukuk normlarını, halklarının, milletlerinin hizmetine
sunabilmiş olmaları, gerçekten büyük bir başarıdır. Türkiye olarak, bu ülkelerin
geçirdiği değişim sürecinden almamız gereken derslerin olduğunu düşünüyorum. Koalisyon hükümeti, bu
yılın mart ayında, AB katılım süreciyle ilgili olarak, Türkiye'nin ulusal
programını açıkladı. Türk Devletinin ve milletinin hassasiyetleri ve millî
çıkarları doğrultusunda hazırlanan bu programın önemli bir değişim projesi
olduğunu söylememiz gerekiyor ve hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Bu önemli
belgenin hazırlanması konusunda gösterdiği başarı için, hükümete ve Avrupa
Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcısına teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
Son sekiz ay içerisinde bu programın uygulanmasına yönelik olarak önemli
atılımlar gerçekleştirilmiştir. Şimdi, bu atılımları pekiştirmemiz ve daha
yaygın, aktif hale getirmemiz lazımdır. Avrupa Birliği, aday
ülkeler açısından iki genişleme süreci belirlemiştir. Bunlardan birisi, 2002'de
başlayıp 2004'de tamamlanacaktır ve 10 ülkeyi içermektedir. İkinci genişleme
süreci ise, daha sonraki yıllarda olacaktır ve muhtemelen 2010'a kadar devam
edecektir. Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası Kimliği içerisinde kurulacak olan Avrupa Ordusunun, NATO
imkânlarından yararlanmasını amaçlayan ve Türkiye'nin de karar mekanizmaları
içerisinde yer almak istemesi nedeniyle, Avrupa Birliği-NATO ve Türkiye
üçgeninde ortaya çıkan sorun, geçen hafta içerisinde çözümlenmiştir. Varılan
uzlaşma, Türkiye'nin haklarını koruyacak niteliktedir ve bu noktada, Türk
dışpolitikasının başarılı bir sınav verdiğini söylemek istiyorum. Avrupa Birliğiyle Türkiye
arasındaki bir diğer sorun olan Kıbrıs konusunda ise, Sayın Rauf Denktaş'ın
inisiyatifiyle başlatılan görüşmeler olumlu bir havanın doğmasına yol açmıştır.
Bu olumlu havanın ardından, Avrupa Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcısı
Sayın Mesut Yılmaz'ın Avrupa Birliğinin genişlemesinden sorumlu üye Günter
Verhaugen'le yapılan görüşmelerinde, bu ve bu görüşmeler sonrasında,
Türkiye'nin adaylık statüsünün yükseltileceğine yönelik bazı işaretler ortaya
çıkmıştır ki, bu, olumludur. Sayın Yılmaz'ın, Romanya ve Bulgaristan'la
birlikte Türkiye'nin de, Avrupa Birliğinin ikinci genişleme sürecine dahil
edileceği yeni bir yol haritası çizilmesi gerektiği şeklindeki önerisi olumlu
karşılanmıştır. Bütün bu gelişmelerin
ışığında, 2002 yılının, Avrupa Birliğine katılım sürecinde çok önemli ve kritik
bir yıl olacağını söylememiz gerekmektedir. Bu yıl içerisinde, Türkiye'nin,
Ulusal Programında tanımladığı kısa vadeli hedefleri gerçekleştirmesi halinde,
yani, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi halinde, tam üyelik
müzakerelerine başlama fırsatı doğacaktır; aksi takdirde, Türkiye'nin,
Tanzimat'tan bu yana sürdürdüğü ve Büyük Atatürk döneminde doruk noktasına
ulaşan çağdaş uygarlığı yakalamak noktasındaki en önemli proje başarısızlığa
uğramış olacak ve Türkiye, Avrupa trenini kaçırmış olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, halkımızın büyük
bir çoğunluğu, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini olumlu karşılamakta ve bu
sürece destek vermektedir. Kuşkusuz, bu desteğin özünde, birliğe üye olan tüm
ülkelerin ekonomik ve sosyal yaşam standartlarının çok artmakta oluşu,
demokrasinin daha iyi işler hale gelişi gibi gelişmeler yatmaktadır. Birliğe girdikten sonra,
parçalanan, bölünen, ekonomik sıkıntıya düşen veya refahı azalan hiçbir ülke
yoktur. Geçmişte bizimle aynı şartlarda olan birçok ülke, üye olduktan sonra,
daha güçlü ve müreffeh ülkeler haline dönüşmüştür. Tarih boyunca, büyük devlet
tanımlaması içerisinde yer alan birçok ülke, ekonomik ve sosyal açıdan gelişmiş
ülkeler olmalarına rağmen, tek başlarına kalmak yerine, Avrupa Birliği üyesi
olmayı tercih etmişlerdir. Bu tercihin altında yatan neden, gelişmiş bir
ekonomik ve siyasî blokun üyesi olmayan ülkelerin, geleceğin dünyasında söz
sahibi olma şansı olmadığı ve ciddî zorluklarla karşılaşacakları gerçeğini
anlamış olmalarında yatmaktadır. Bu gerçeği gören ülkeler, tek başlarına kalmak
yerine, büyük ölçekli bir birliktelik yaratarak, çekim merkezi haline dönüşmek
ve bu birlikteliğin nimetlerinden yararlanmak istemektedirler. Türkiye olarak
bu gerçeği görmeli, kendimizi her türlü komplo teorilerinden, korku ve
vehimlerden arındırarak, elbirliğiyle, milletimizin ihtiyacı olan bu büyük
değişim sürecini gerçekleştirmeliyiz. Bugünkü siyaset
kurumunun, bu konuyla ilgili değişiklikleri yapması gerekmektedir. Bunu
gerçekleştirdiği takdirde de, demokrasiye inanan tüm güçlerin, bu alanda
işbirliği yapmaları durumunda, siyaset kurumunun arzuladığı, özlediği güveni
yakalayacağını düşünüyorum. Avrupa Birliği konusu
kapanmadan önce, Türkiye'nin gerek krizden çıkma politikaları ve gerekse
Avrupa'ya entegrasyon politikaları açısından büyük önem taşıyan bir diğer
boyuta, Avrupa'daki vatandaşlarımız boyutuna değinmek istiyorum. Geçen gün,
Dışişleri bütçesiyle ilgili yaptığım konuşmada da vurgulamıştım; bildiğiniz
gibi, bugün, 2,5 milyonu Almanya'da olmak üzere, 3 000 000'u aşkın vatandaşımız
Avrupa'da yaşamaktadır. Almanya, çifte vatandaşlık sistemini kabul etmiyor; bu
nedenle, ancak, 470-500 000 civarında vatandaşımız o ülkenin vatandaşlığına
geçmiştir. Bu ülke vatandaşlığına geçen insanlar, o ülkelerde yerel
parlamentolarda, genel parlamentolarda, hatta Avrupa Parlamentosunda temsil
edilebilmektedirler. Geçen hafta Paris'te BAB toplantısına katıldım, bir
tarafta Türk Parlamenterleri olarak bizler vardık, bir tarafta Alman grubu
içerisinde Türk kökenli bir hanım parlamenter, bir tarafta da Bulgaristan'dan
gelen Halk ve Özgürlükler Hareketinden bir parlamenter vardı. Bu tablo,
önümüzdeki on yıllarda daha da artacaktır. Yalnız, bunun için, Türkiye
Cumhuriyeti hükümetleri, bu ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın o ülkelerin
vatandaşlığına geçmesi noktasında olumlu politikalar üretmeli, üretmek
zorundadırlar. Bu noktada, ortaya konulan pembe kart uygulaması, maalesef,
Türkiye'deki ve dışarıdaki bürokratlarımızın bu konuda yeterli bilgi sahibi
olmamaları nedeniyle başarılı olamamıştır. Bu noktada, Sayın Dışişleri Bakanına
da aktardığım gibi, hükümet, bu vatandaşlarımızın, Türk vatandaşlığından
çıktıktan sonra, Türk vatandaşının seçme ve seçilme hakkı dışındaki tüm
haklarından yararlanabileceği bir sistem oluşturmalı. Böylece, Almanya'daki 2,5
milyon insanımız da Alman vatandaşı olabilir ve Almanya'da, siyasette,
ekonomide, sosyal yapıda etkin bir kitle ortaya çıkmış olur. Avrupalı Türkler diye
tanımladığımız bu insanlarla ilgili bir diğer konu da -bu insanlarla ilgili çok
önemli bir konudur, Türkiye'yi de yakından ilgilendirmektedir- bu insanların
uzun yıllar boyunca, yaklaşık 350 000 kadarının, Türkiye'de değerlendirdikleri
tasarruflarıyla ilgili sorundur. Almanya hükümeti, maliyesi, bu insanların bu
tasarruflarıyla ilgili olarak, Türkiye ile Almanya arasındaki vergi sisteminin
farklılığı nedeniyle geriye dönük bir cezalandırma gündeme getirmiştir ve
vergileri ödemelerini istemektedirler. Bir diğer deyişle, Türkiye'de Merkez
Bankasına yatırım yaptıkları için cezalandırılmaktadırlar. İşte, bu noktada,
Sayın Maliye Bakanlığının, ciddî bir çalışmayla, Alman hükümetiyle uzlaşarak,
geçmişte ortaya çıkan bu sorunu çözmesi, geleceğe yönelik bir açılım sağlaması
ve bu vatandaşlarımızın problemlerini ortadan kaldırması gerekmektedir. Bunları
gerçekleştirdiğimiz takdirde, zannediyorum, vergi kaçakçısı konumuna düşen bu
insanları da rahatlatmış olacağız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dışpolitikamızla ilgili bazı konulara değinerek konuşmamı
sonlandıracağım. 11 Eylül olaylarından sonra başlatılan uluslararası terör
mücadelesinin ilk aşaması Afganistan'da yaşanmıştır ve bugünlerde sonuçlanmak
üzeredir. Bonn toplantısıyla çok etkili bir hükümet çatısı kurulmuştur. Ne
yazık ki, Afganistan Türkleri, gerek Taliban'a karşı mücadelede gösterdikleri
başarı ve gerekse bu ülkede temsil ettikleri varlık kadarıyla, yeterince temsil
edilememişlerdir parlamentoda ve hükümette. Afganistan'daki siyasî
yapı, sadece bu ülkede yaşayan Türkler açısından değil, bu ülkeye komşu olan
diğer Türk cumhuriyetleri açısından da önemlidir; bu nedenle, Türkiye için de
büyük önem taşımaktadır. Türkiye, bu ülkeye yönelik girişimlerini
yoğunlaştırılmalı ve devletin yeniden yapılandırılmasında aktif rol
oynamalıdır. Türkiye'yi yakından
ilgilendiren bir diğer konu da, Ortadoğu'da yaşanmaktadır. İsrail ile Filistin
arasındaki gerginlik ciddî boyutlara ulaşmıştır. Filistin Devlet Başkanı Yaser
Arafat, İslamî Cihat, Hamas ve İsrail arasında sıkışmıştır, bu üçgen içerisinde
kalmıştır. Bu önemli siyasî figürün tasfiyesine yönelik çabalar vardır.
İsrail'in bu çabaları açık olarak ortadadır. Böylesi bir gelişmeyi, bölgesel
dengeleri çok ciddî olarak etkileyeceği için, engellemek gereklidir. Bu
noktada, Sayın Başbakana, Sayın Bülent Ecevit'e teşekkür etmek istiyorum;
çünkü, bu olay ortaya çıkar çıkmaz, yaptığı telefon diplomasisiyle, Şaron'un bu
niyetini ortaya koymuş; böylece de, bir anlamda, Yaser Arafat açısından bir
güvenceyi sağlama imkânını bulmuştur. Değinmek istediğim son
konu, 11 Eylül olaylarından sonra ortaya çıkan yeni güvenlik ve savunma
konseptidir ve bu konseptle alakalı NATO politikaları üzerinde yaptığı
değişikliklerle ilgilidir. Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu değişiklikleri
şu şekilde sıralayabiliriz: NATO Sözleşmesinin 5 inci
maddesinin işletilmesiyle birlikte, artık, dışarıdan saldırı ve ortak savunma
anlayışı yeni bir boyut kazanmıştır. Geçmişte, NATO'yla ilgili görülmeyen
Ortaasya gibi alanlar, yeni anlayışa göre, ön cephe haline dönüştürülmüştür ve
yeni savunma ve güvenlik anlayışı içerisinde, büyük Ortadoğu kavramına
yerleştirilmiştir; böylece, Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya bu konsepte dahil
edilmektedir. Terör yeniden tarif
edilmiştir ve "başkasının teröristi benim kahramanımdır" anlayışı,
artık, büyük ölçüde sona ermiştir. Terörle mücadele yalnızca
uluslararası terör örgütleriyle sınırlı kalmayıp, kitle imha silahları üreten
ülkelere karşı da ortak mücadele anlayışını kapsamaktadır. Türkiye'nin
etrafında biyolojik, kimyasal ve hatta nükleer kitle imha silahları üretme
arayışındaki ülkeler göz önüne alınırsa, bu gelişmenin önemi daha iyi
anlaşılacaktır. Türkiye, bu gelişmeleri iyi değerlendirilmeli, güvenlik ve
savunma konseptinde gerekli değişiklikleri bu anlayış üzerinde yeniden
yapılandırmalıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Partisi olarak, yukarıda anahatlarını belirlediğimiz
politikalar çerçevesinde, hükümet uygulamalarına, bugüne kadar olduğu gibi,
bundan sonra da destek vereceğimizi vurgulamak istiyorum. Görüşmekte olduğumuz 2002
yılı bütçesinin yüce milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Anavatan Partisi
ve şahsım adına, idrak edecek olduğumuz mübarek Ramazan Bayramını kutluyorum.
2002 yılının milletimize refah ve mutluluk getirmesi dilekleriyle, hepinize
saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Andican. Şimdi, söz sırası, Saadet
Partisinde. Sakarya Milletvekili
Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA CEVAT
AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 2002 yılı bütçesinin
müzakerelerinde son oturumu yapıyoruz. Bütçenin, milletimiz için, bütün kamu
kurumları için ve devletimiz için hayırlı olmasını diliyorum. Muhterem arkadaşlar, bu
vesileyle, milletimizin yaklaşan Ramazan Bayramını tebrik ediyor, milletimiz,
İslam âlemi ve insanlık için hayırlı olmasını diliyorum. Değerli arkadaşlar, 2002
yılı bütçesi hakkında söze başlarken... Tabiî, bu bütçenin büyüklükleri,
burada, muhtelif vesilelerle dile getirildi, ben, aynı rakamları tekrar
etmeyeceğim; ancak, 2002 yılı bütçesinin, önceki bütçelerde olduğu gibi, bir
faiz bütçesi olduğunu görüyoruz. Bütçenin içinde 43 katrilyon lira, faiz
giderlerine ayrılmıştır. Yatırımlara ayrılan, 5 katrilyon lira mertebesinde.
Giderle mukayese ettiğiniz zaman, milletin vergilerinin çok büyük bir kısmının
faize gittiğini görüyoruz. Değerli arkadaşlar, bu
hükümet, Anasol-M hükümeti, dördüncü bütçesini getirmiş bulunuyor; önümüzdeki
bütçe, dördüncü yılın bütçesidir. 1999 bütçesi, seçim sonrası yapılan bir yarım
bütçeydi; 2000, 2001 ve 2002 yılı bütçelerini, bu şekilde, Meclisten geçirmiş
bulunuyoruz. Tabiî, 2002 yılı bütçesi, hükümetin de milletin de içine
sindiremediği bir bütçedir. İstikrar programının
ikinci yılında ortaya çıkan bu tablo, tabiî ki, millet için memnuniyet verici
değildir. İki yıllık istikrar programı, başarısız olmuştur. Hükümet, iki yılın
sonunda hedefine ulaşamadığı için, şimdi, tekrar, ortaya, üç yıllık bir
istikrar programı getirmektedir. Yani, ilk istikrar programı, 2000, 2001
yıllarını kapsıyordu ve 2002 yılı sonunda bitecekti; şimdi, hükümet, tekrar,
IMF'yle, 2004 yılının sonuna uzanan bir istikrar programını müzakere etmektedir.
IMF'yle yapılacak olan bu
anlaşma ne getirecek, buna güven duyabilir miyiz diye düşünürken, tabiî, geriye
dönüp, bu hükümetin iki yılda neler yaptığına bakmamız gerekmektedir. Muhterem arkadaşlar, 1999
mayıs ayından bugün hangi noktaya geldik, izninizle, bunları, kısaca gözünüzün
önüne sermek istiyorum: İstikrar programının hedefi, enflasyonun yüzde 10'un
altına düşmesi, faizlerin düşmesi, borç maliyetlerinin düşmesiydi. Şimdi, rakamlara bakalım
lütfen, hükümet, ikibuçuk yılda ne yaptı değerli arkadaşlar: Mayıs 1999, toptan
eşya fiyatları, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 50 mertebesinde artmış, TÜFE
-tüketici fiyatları- yüzde 63 artmış, dolar 402 000 lira. Hükümetin hedefi nedir;
hükümetin hedefi, 2000 yılı için, toptan eşya fiyatlarında yüzde 20, tüketici
fiyatlarında yüzde 25, dolarda da 573 000 lira; İstikrar programı çerçevesinde,
2001 yılı fiyatı ise, TEFE yüzde 10, TÜFE yüzde 12, dolar da 714 000 lira
olacak. Peki, şimdi, Kasım 2001
sonunda -aralığın da ortasındayız- geldiğimiz rakamlara bakalım lütfen; ne
olmuş bu geçen dönemde? Bu geçen dönemde olanlar şunlar: Bakın, kasım ayı sonu
itibariyle, TEFE yüzde 84,5. Hani, 2001 yılı sonunda yüzde 10'a düşecekti?!
Yüzde 84,5'e gelmiş. Başlangıçtaki, yani, hükümetin kurulduğu mayıs ayından
bugüne kadar da, bu enflasyon rakamı yüzde 69 artmış, yüzde 50'den yüzde 84,5'e
çıkmış. Dolara bakıyorsunuz, dolar 1 450 000 lira, dolarda da artış yüzde 260.
Peki, ben, şimdi soruyorum size: Hükümet ikibuçuk yılda ne yaptı, ne iş yaptı?
Hükümetin milletin önüne getirdiği nedir ikibuçuk yılda? Sadece insanları ezdi,
bunu söylemek lazım; memuru, emekliyi, işçiyi, esnafı ezdi ve memleket
ekonomisini de çökertti. Hükümetin önümüzdeki karnesi budur değerli
arkadaşlarım. Bu hükümet, bu ikibuçuk yılda sadece rantiyeye çalıştı. Bakın, ikibuçuk yılda,
hükümetin kurulduğundan bu zamana fiyatlar nereye gelmiş: Benzinin litresi 281
000 liraymış, Aralık 2001'de 1 195 000 lira; ne kadar artmış; yüzde 400. Mazot
194 000 liradan 940 000 liraya gelmiş; ne kadar artmış; yüzde 480. Ekmeğin
kilosu 150 000 liraymış, 1 000
000 lira olmuş; ne kadar artış olmuş; yüzde 670. Gübre 30 000 liraymış, 250 000
lira olmuş; yani, yüzde 800 artmış. Tüp 2 345 000 liraymış, 15 600 000 lira
olmuş; yüzde 660 artmış. Elektrik 22 000 liraymış, 107 000 lira olmuş; yüzde
470 artmış. Fiyatlar bunlar. Peki, vatandaşın gelirleri aynı mertebede arttı
mı; artmadı ve vatandaş sadece ezildi. Ne yaptı bu hükümet
ikibuçuk yılda; sadece rantiyeye çalıştı. Zaten, bu hükümeti kuran rantiyedir.
Rantiyenin desteğiyle kurulmuştur, rantiyenin desteğiyle iktidar olmuştur;
tabiî, rantiyenin faturalarını ödemektedir. Bakın, şimdi, bu hükümet,
ikibuçuk yılda, rantiyeye, 78 milyar dolar faiz ödemiş. "Efendim, daha
önceki hükümetler de ödüyordu" diyebilirsiniz; ama, bakın, Refahyol
Hükümetinde, biz, faiz ödemelerini düşürmüşüz; miktar olarak düşürmüşüz, faizleri
düşürmüşüz, vadeleri uzatmışız, borçları yönetilir hale getirmişiz. Kaynak
paketleri getirmişiz, havuz sistemine geçmişiz ve devleti, daha az borçlanan,
rantiyeye daha az faiz ödeyen hale getirmişiz. Bizim dönemimizde, onbir oniki aylık
hükümetimizde, ayda ödenen ortalama faiz 1 milyar 300 milyon dolardır, şimdi
ödenen 2 milyar 600 milyon dolardır. 1 milyar 300 milyon dolardan 2 milyar 600
milyon dolara... Yani, yüzde 100, gaza basmışsınız ve zam yapmışsınız. Yine, bizim dönemimizde,
bizim hükümetimiz döneminde... Bakın, bu hükümet nereden aldı nereye getirdi:
Aslında, bu hükümet, dörtbuçuk yıllık bir hükümettir. 55 inci, 56 ncı ve 57 nci
hükümetlerin ana ortakları aynıdır; Anavatan Partisi ve Demokratik Sol
Partidir. Sonradan, seçimden sonra MHP ilave olmuştur. İkibuçuk yıllık
hükümetin içinde MHP vardır; ama, hükümet, çatısı itibariyle, ana unsurları
itibariyle baktığınız zaman, dörtbuçuk yıllık bir hükümettir. Bizden önceki
bütçede, 1996 bütçesinde, 100 liralık vergi gelirinin 68 lirası faize
ödenirken, biraz önce arz ettiğim veçhile, biz, havuz sistemine geçerek, kaynak
paketleri ihdas ederek, vergi almadan, vergi koymadan Hazineye gelir temin
ederek, 100 liralık vergi gelirinin 48 lirasını faize gider hale getirmişiz.
Yani, vatandaştan 100 lira topluyorsunuz, 68 lira faiz ödüyorsunuz; biz, 100
lira toplamışız, 48 liraya düşürmüşüz. Hükümette kalsaydık, bunu, nihayet,
yüzde 10'un altına -yüzde 3'e, yüzde 5'e- düşürmek de hedefimizdi. Ama, bizden
sonra gelen hükümet ne yapmış; 55 inci hükümet tekrar gaza basmış, rantiyeye
fatura ödemek için, 100 lira vergi toplamış, 68 lira faiz ödemiş. 1999 bütçesi
de, yine, DSP'nin ve bu hükümetin bütçesidir; 1999, esas itibariyle, DSP'nin
beş aylık hükümeti süresini, Anasol-M hükümetinin de yedi aylık hükümeti
süresini kapsar. 1999'da vatandaştan 100 lira vergi toplamışsınız, 75 lira faiz
ödemişsiniz. 2000 yılı bütçesinde, 100 lira vergi toplamışsınız, 80 küsur lira
faiz ödemişsiniz. 2001 yılı bütçesine baktığımız zaman; şimdi, ekim ayı sonu
itibariyle- maliyenin rakamları ortada- 100 lira vergi toplamışsınız, 116 lira
faiz ödemişsiniz; yani, devletin bütün gelirleri rantiyeye gidiyor, faize
gidiyor, onu söylemek istiyorum muhterem arkadaşlar. Tabiî, böyle bir ülkenin,
böyle bir devletin de ayakta durması mümkün değil. İşte Türkiye'yi iflas
noktasına getiren, bu rantiye soygunudur. Bu rantiye soygununun da, tabiî,
sorumlusu, bugünkü hükümettir. Biz, Refahyol hükümeti olarak iyileştirmişiz,
bizden sonra gelen hükümetler ha bire gaza basmışlar. Şimdi, işte 2002 yılı
bütçesinde, toplayacaksınız vergileri, faize ödeyeceksiniz. 2001 yılı bütçesi burada
konuşulurken, Sayın Maliye Bakanını tebrik etmiştim, teşekkür etmiştim, yine bu
kürsüden konuşmamda; demiştim ki: 2000 yılı bütçesinde vergilerin yüzde 80'inin
üzerinde faiz ödemesi var; şimdi, siz bu bütçede "yüzde 52'ye
düşüreceğiz" diyorsunuz; biz buna inanmak istiyoruz, inşallah gerçekleşir,
biz de sizi sonunda tebrik ederiz. Sayın Maliye Bakanı da cevap verirken ifade
etmişlerdi ki: "Evet, Sayın Ayhan haklıdır; ben Maliye Bakanı olarak bütçe
yapıyorum, birisi omuzuma dokunuyor, ver bakayım faiz paralarını diyor ve 100
liralık gelirin 88 lirasını faizci alıp götürüyor. İnşallah, 2001 yılında, bunu
52 liraya düşüreceğiz" demişlerdi; ama, ne olduysa oldu, rantiye yine
oyunu bozdu ve 100 liralık verginin 116 lirası faize gitti. Değerli arkadaşlar,
şimdi, Türkiye'deki bu soygun düzeni, bu rantiye düzeni değişmeden Türkiye'nin
bir yere gitmesi mümkün değil. Bu kadar zayıf iktisadî bünyesi olan bir
hükümette, bir ülkede, bir millette, tabiî ki, birisi öksürdüğü zaman faizler
oradan oraya gidiyor, birisi aksırdığı zaman döviz kurları oradan oraya
gidiyor. Tabiî, yine, bu hükümetin
karnesine bakmaya devam edelim. Bakın, bu hükümet... 1999 yılının mayıs ayını
referans alıyorum. Mayıs ayında 142 000 000 000 dolar iç ve dışborç, şimdi
geldiğimiz nokta itibariyle 183 000 000 000 dolar olmuş. Ekim ayı sonu
itibariyle ifade ediyorum. Faiz ödemeleri böyle. 55, 56 ve 57 nci hükümetlerde,
dörtbuçuk yıllık dönemde 121 000 000 000 dolar faiz ödemişsiniz dedim. Bakın,
Türkiye'de 13 000 000 aile var. Şimdi 121 000 000 000 doları -kâğıdı kalemi
alalım- 13 000 000 aileye bölelim. Aile başına, Türkiye'de, sizin
hükümetleriniz zamanında 9 500 dolar, aşağı yukarı 14 000 000 000 lira faiz
ödemiş. Sorsak vatandaşa, sen niye bu kadar faiz ödedin, vallahi billahi ben
ödemedim arkadaş der. Nasıl ödedin sen; tabiî, tüp parasıyla ödedin, benzin
parasıyla ödedin, vergiyle ödedin, elektrik parasıyla ödedin, zamlarla ödedin;
ama, düzen böyle çalışıyor; yani, milletin bugünkü fukaralığının sebebi budur
değerli arkadaşlar. Bu düzenin değişmesi lazım. Yine, bakın, gayri safî
millî hâsılayı 200 000 000 000 dolardan 153 000 000 000 dolara düşürmüşsünüz;
yani, 2001 yılı sonu itibariyle gayri safî millî hâsılanın geleceği rakam bu
mertebededir. Borçların gayri safî
millî hâsılaya oranına baktığınız zaman, yüzde 120; yani, millî gelirin tamamı,
borçları karşılamıyor. Bir yıllık millî gelir borçları karşılamaz hale geliyor.
İlk defa sizin hükümetiniz, Türkiye'de, millî geliri 2 200 dolara düşürdü fert
başına. 1993'te fert başına millî gelir 3 056 dolardı; şimdi, bugün gelinen
nokta itibariyle 2 200 dolar mertebesine düşmüş bulunmaktadır. İşte bu
hükümetin karnesi budur. Bu hükümetin, tabiî,
ikibuçuk yıllık bu beceriksiz icraatı neticesinde, fabrikalar kapanıyor,
yatırımlar yurt dışına kaçıyor, memur, işçi, esnaf, emekli sefaleti oynuyor. Gelişen ülkeler arasında
en kötü ekonomik durumu olan Türkiye'dir. İşte, bakın, The Economist Dergisinin
en son sayısını göstereyim ben size; burada, son sayfasını açın bakın. Ekonomi
diyor... Emerging-marketlerle ilgili, gelişen ekonomilerle ilgili baktığınız
zaman tabloya, en kötü rakamları olan Türkiye'dir. Bu şartlarda, kim Türkiye'ye
gelir yatırım yapar, ben, size soruyorum?! Siz, niye hükümet oldunuz
Allahaşkına; bu milleti ezmek için mi hükümet oldunuz? (SP sıralarından
alkışlar) Yani, ikibuçuk yıldan beri, sizin hükümet olmanızın kime faydası oldu
değerli arkadaşlar; sadece milleti ezdiniz, sadece milleti canından
bezdirdiniz. Bugün, Türkiye, ümidi
olmayan insanların ülkesi haline geldi. Sabahları geçin bakın; Paris
Caddesinden geçin, konsoloslukların, elçiliklerin önünden geçin; o soğukta, o
ayazda, orada, binlerce insanın kuyrukta beklediğini görüyorsunuz; yurtdışına
gitmek için o kuyruklarda bekliyorlar. İşte, İngiltere'de
geçenlerde gördünüz; İrlanda'da bir TIR'ın içerisinde 8 kişi öldü, 6 kişi de
koma halinde bulundu, hastaneye kaldırıldı. Bunlar da Türk vatandaşlarıdır.
Yani, ne yapsam da, bu açlıktan, bu sefaletten kurtulsam diye, insanlar, can
havliyle kendilerini dışarı atıyorlar. Türkiye'yi bu hale getiren, bu
hükümettir değerli arkadaşlar; işine hâkim olmayan, işini bilemeyen bir
hükümettir. İstikrar programına
girdik 2000 yılında. Ee, yürüyordu program. Ne oldu sonra; kasım ayında bir
tökezledi, Şubat 2001'de bir daha tökezledi ve bugünkü hale geldik. Bunun
sorumlusu kimdir; bunun sorumlusu hükümettir. Siz, IMF'yle istikrar programına
girerken, sabit kura giderken, daha doğrusu, çıpaya bağlanmış olan programlı
kura girerken, enflasyonun da ona uygun olarak seyretmesini temin etmeniz
gerekirdi. Enflasyon kur makası aşıldığı zaman, elbette, Türkiye'nin ödemeler
dengesi açık verecek, dışticaret dengesi açık verecek ve neticede de,
Türkiye'ye güven azalacak, Türkiye'ye gelen sermaye çıkıp gidecek ve bu
güvensiz ortamda da, piyasalar altüst olacak ve çökecek. Nitekim, bu olmuştur. IMF'yle böyle bir
programa girerken, doğabilecek olan bir kriz için de rezerv birtakım imkânları
bir kenara koymanız lazımdı; ama, maalesef, bunu akıl edecek bir hükümet yok
ortada. Şimdi, burada "hata yaptık" diyorsunuz; ne yapalım hata yaptıysanız,
bunun siyasî sorumlusu olarak, bırakın gidin değerli arkadaşlar. İsmet Paşa, bütçe
yaparken nasıl davrandığını anlatır 1930'lu yıllarda; 100 milyon liralık
bütçe yaparken -devletin o zaman bütçe mertebesi bu, hakikaten 100 milyon, 90
milyon mertebesinde geliri var- "100 milyon lira gelirim varsa, ben 95
milyonluk gider bütçesi yapardım; 5 milyon da kenara koyardım" diyor; ama,
maalesef, tabiî, bizim hükümetlerimiz, olmadan harcamak, yoksa, borçlanmak ve
Türkiye'yi de bütün gelirlerini faize mahkûm olmuş hale getirme beceriksizliğini
gösterdiği için, Türkiye bu sıkıntıları yaşamaktadır. Tabiî, bu şartlarda bu
bütçeden ne yatırım yapacaksınız! Bakanlıklara baktığınız zaman, bakanlıkların
bütçesi, bakanların bizzat ifadeleri, hiçbirisi bütçesinden memnun değil.
Sağlık Bakanlığı memnun değil, Millî Eğitim Bakanlığı memnun değil, diğer
bakanlıklar memnun değil; hiçbirisi carî giderlerini karşılayamaz durumda. Üniversitelerde bugün,
üniversite hocaları, iş bulan başka yerlere kayıyor. Devlet üniversiteleri,
öğretim üyelerini kaybediyor. Niye; maaşları düşük; 5-600 dolar mertebesinde
maaş veriyorsunuz. Öğretmenler, diğer memurlar maaşlarıyla geçinemiyorlar. İşte, Türkiye'yi
getirdiğiniz tablo budur muhterem arkadaşlar. Onun için, bu hükümetin bir an
önce gitmesi, Türkiye'nin de bu hükümetten kurtulması gerekir. Buraya çıkan
arkadaşlar, zaman zaman diyorlar ki, "efendim, biz böyle bir miras
aldık." Ee, siz dörtbuçuk yıldır hükümetsiniz; bu mirası düzelteydiniz.
(SP sıralarından alkışlar) Yani, dörtbuçuk yıldan beri ne yapıyorsunuz siz;
sormak lazım. Sayın Ecevit, geçmişte hep "ben enkaz aldım" derdi, ben
hatırlıyorum, 1978-1979 hükümetini kurduğu zaman "enkaz aldık, tünelin
ucunda ışığı arıyoruz, ışığı göreceğiz, kurtulacağız" derken, Türkiye,
tepetaklak gitti, Ecevit'ten kurtuldu. 5 milletvekili seçimi kaybedince,
1979'un ekim ayında bir centilmenlik gösterdi, istifa etti gitti. Ee, şimdi
Türkiye, yangın yerine dönmüş; Allahaşkına, istifa edin, millete yapacağınız en
büyük iyilik budur değerli arkadaşlar. (SP sıralarından alkışlar) Onun için,
iktidar milletvekillerini ikaz ediyorum; vatandaş bize soruyor, bizim yakamıza
yapışıyor, diyor ki, "sayın milletvekili, bizi bu hükümetten
kurtarın!" Ee, nasıl kurtaralım kardeşim; götürmüşsünüz, bir Apo paket
programına uymuşsunuz, bunlara oy vermişsiniz. Tabiî, bu neticeyi şimdi
sıkıntıyla beraber yaşıyoruz. Onun için, bir daha sandığa gittiğiniz zaman,
yeni bir Apo programı geldiği zaman, bunu dikkatle değerlendireceksiniz ve
oylarınızı doğru vereceksiniz. Türkiye'yi Apo
programıyla seçime götüren birtakım güç odakları, dışarıda, böyle bir iktidar
istediler ve bu iktidara da her şeyi yaptırıyorlar. Şimdi bu iktidara, tarımı
tasfiye ettiriyorlar, bu iktidara sanayii tasfiye ettiriyorlar, bu iktidara
sosyal çöküntüye götürtüyorlar. Niye; Türkiye çok daha çaresiz, çok daha mahkûm
vaziyette, kendilerinin iradesine râm olsun, kendi iradeleri içinde ne
isterlerse onu yapsın. Bugün yaptıklarınızı siz
beğeniyor musunuz değerli milletvekilleri?! Bakın, pancarcıyı ne hale
getirdiniz, tütünü ne hale getirdiniz, hayvancılığı ne hale getirdiniz?! Biraz önce rakamları arz
ettim ben size. Buraya çıkan arkadaşlar "şimdiye kadar popülist
politikalarla battık..." Peki, popülist politikalarla battık da, şimdi neyle
batıyoruz? Geçmiş hükümetler çiftçiye destek olmuş, siz de bütün kaynakları
rantiyeye aktarıyorsunuz (SP sıralarından alkışlar) Yarın size diyecekler ki
"vay vay vay, nasıl hükümetmiş bunlar!" Türkiye'yi Düyunu Umumiyeden
daha ağır şartlara getirdiniz değerli arkadaşlar. Bakın, Muharrem
Kararnamesiyle, 1881'de, 6 tane vergiye elkoydu Düyunu Umumiye idaresi. Ne
vergisi; tuz vergisi, maden vergisi, gümrük vergisi vesaire... Ama, siz şimdi
bütün vergilere elkoydunuz. Onlar 6 vergiydi, siz bütün vergileri götürüp
rantiyenin önüne koyuyorsunuz, doymuyor: "Tütün piyasasını da bana teslim
et, şeker piyasasını da bana teslim et; şirketleri, fabrikaları batır, ben
gelip kelepir fiyatına bunları alayım..." Başbakanlık bir çalışma
yapıyormuş, daire kurmuş. Ne yapıyor bu çalışmayla; valilere sormuş: Efendim,
ilinizde batan fabrikaların listesini yollayın bize. Ne yapacak Başbakanlık;
yurtdışına diyecek ki: "Gelin, kelepir fiyatına fabrikalar var, bu
fabrikaları alın!" Siz Türkiye'yi nereye götüreceksiniz değerli
arkadaşlar; soruyorum. Çöken bir ekonominin altında hepimiz kalırız sonunda. Bu
işin çıkış yolu yok. Cumhuriyet kurulduğu
zaman, cumhuriyeti kuranlar, Tanzimattan beri gelen bu çöküntüyü gördükleri
için, millî sanayii geliştirmeye çalıştılar. Evet, o zaman özel sektör yoktu,
KİT'leri desteklediler; ama, eğer sanayi çökerse, biz, hepimiz uşak haline,
köle haline geliriz ve iktisadî gücünü kaybeden bir ülkenin de siyaseten ayakta
durması mümkün değildir. Siz, Batının bir yüzüne bakıp da bu sermayenin bir yüzüne
bakıp da bunlar gelip Türkiye'yi kurtaracak diyorsanız hiçbir şeyi
kurtaramazlar; sadece, onlar, batmış olan Türkiye'nin rantını ele geçirmek için
her türlü teşebbüste bulunurlar. Onun için, biz kendimize inanmazsak, biz
kendimizi yönetmezsek Türkiye'nin bir noktaya gitmesi mümkün değildir. Eğer
yönetemiyorsanız bırakıp gideceksiniz değerli arkadaşlar. Şimdi üç yıllık yeni bir
programa giriyorsunuz. Bu programda ne olacak?.. Yeni bir niyet mektubu IMF'ye
veriyorsunuz; bununla ne olacak?.. Pancarcının hali ne olacak, çiftçinin hali
ne olacak? Kanunları getirip birtakım kurulları kurmak kolay; ama, ne olacak?!.
Bakın, 2001 yılı
bütçesinde çiftçiye ayırdığınız 1 katrilyon 60 trilyon para, destek. Maliye
Bakanlığının bütçesindeki rakam bu. Geçenlerde bütçe müzakerelerinde bir sayın
devlet bakanı arkadaşımız "efendim, bunu 1 katrilyon 245 trilyona
yükselttik" deki. Peki, ne ödediniz çiftçiye? Açın bakın yine Maliye
Bakanlığının tarım desteklerine!.. Ekim ayı itibariyle söylüyorum: 300 küsurdu;
ilaveler vermişler, 650 trilyon lira para. Yani, ayırdığınız parayı dahi
çiftçiye vermiyorsunuz, yarısını kesiyorsunuz. Onu ne yapacaksınız?.. Faizdışı
fazlayı artırıp rantiyeye ödeme yapacaksınız. Bu yol çıkış yolu değil değerli
arkadaşlar. Siz, pancar sahalarını
daraltıyorsunuz. Bakın, şimdi Türkiye şeker ithalatı mecburiyetinde kalacak.
Siz, sanayiyi çökertiyorsunuz; ithalatınız artacak, ihracatınız artmayacak. Bu
yıl ihracattaki görülen artış... Yüzde 100'e yakın devalüasyon yapmanız
neticesinde doları 680 000 liradan 1 500 000 liraya çıkardınız, elbette ihracat
bir miktar arttı; ama, nihayet bu artış yüzde 14 mertebesindedir rakamlara
bakarsanız. Yani, bu artıştan medet ummayın. Eğer ihracatı artıracaksanız
onunla ilgili çok ciddi programlara girmeniz lazım. Aksi takdirde Türkiye yine
gelir tökezler değerli arkadaşlar. Türkiye -Düyuni Umumiye nasıl gelmişse- 2001
yılında da IMF'nin kucağına aynı şekilde düşmüştür. Dışticareti devamlı açık
veren, ödemeler dengesi açık veren, cari giderleri için dahi dışarıdan borçlanan
bir Türkiye'nin selamete çıkması mümkün değildir. Bakın, Avrupa Birliğiyle
Gümrük Birliği Anlaşmasını imzaladık; açın, bakın rakamlara, dışticaret
açıklarını takip edin; daha önce, Türkiye'nin dışticaret açıkları 5-6 milyar
dolar mertebesindeyken, 7-8 milyar dolar mertebesindeyken, bugün 15 ilâ 30
milyar dolar mertebesine gelmiştir. 2000 yılında, Türkiye'nin dışticaret açığı
27 milyar dolar olmuştur. Şimdi, bu yıl, muhtemelen, 20 milyar dolar
mertebesinde bir açık olabilir. Yani, normal şartlara döndüğünüz zaman, gerek
Avrupa Birliğinden olan ithalat gerekse üçüncü dünya ülkelerinden olan ithalat,
ortak gümrük tarifesiyle Türkiye'nin dayanabileceği seviyede değildir. Şimdi,
bir adımı atarken, o adımı destekleyecek politikaları da dinamik olarak
uygulamak lazım. Eğer, Avrupa Birliğine giriyorsanız, sanayinizi, üretiminizi
rekabet edebilecek şartlara getirmeniz lazım; ama, maalesef, biz, bunların
hiçbirini yapmadan Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz! İşte, dışticaretimiz
açık veriyor, yürüyemiyoruz, ileriye gidemiyoruz. Onun için, hükümetin, durup,
düşünüp, Türkiye'yi bu noktadan nasıl çıkaracak, nasıl ileriye götürecek, bunun
üzerinde fikir yürütmesi, bunun üzerinde proje hazırlaması gerekir. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Kim imzalamış?!. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Kim imzaladıysa imzaladı; ben genelini söylüyorum değerli arkadaşlar. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Hepsini doğru söylemiyorsunuz. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Evet; hepsini doğru söylüyorum; hepsini... Sizin anlama kabiliyetiniz yoksa ona
ben karışmam. BAŞKAN - Efendim, lütfen
karşılıklı konuşmayın. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Hatırlatmak için söylüyorum. BAŞKAN - Lüzumu yok
efendim. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Teşekkür ederim. Gümrük Birliği
Anlaşmasını da cumhuriyet hükümetleri imzaladı. Ben, bunu, sadece bugünkü
hükümet için de söylemiyorum değerli arkadaşlar. Şimdi, ben şunu
söylüyorum: Türkiye, siyaseti, sorumluluğu taşıyamazsa, siyaset de çöker, ülke
de çöker. Onun için, önümüzdeki döneme bu gözle bakmak gerekir, bu gözle
bakmazsak Türkiye'yi yönetemeyiz. Kendi kendine ayakta duramayan bir ülkenin de
sonu felaket olur. Kendini yönetemeyen bir ülkenin bir yere gitmesi mümkün
değil. Şimdi, şahsen, ben
utanıyorum; uluslararası kurumlar, kalkıyor "şu başbakanlığı
küçültün" diyor; doğrudur. "Bakan sayınızı azaltın" diyor;
doğrudur. Şimdi, açın bakın, Başbakanlıkta 38 tane kuruluş var; yok şu daire,
yok bu daire... Aklınıza ne geldiyse, bir genel müdürlük kurup, Başbakanlığa
monte etmişiz. Aklımıza ne geldiyse, bir daire kurup Başbakanlığa monte
etmişiz. Yani, bunların hepsi, ilgili bakanlıklara taksim edilebilecek olan
kuruluşlar. 12 daire de ilgili kuruluşla birlikte 50 tane kuruluş var; yani,
Başbakanlık, hükümetten başka bir hükümet haline gelmiş. Şimdi, ne diyor size
uluslararası kurumlar; IMF'nin şartı, bugünkü haberlerde dinlediniz "size
10 milyar dolar veririz; ama, bakan sayınızı şuraya düşürün", "10
milyar dolar veririz; ama, Başbakanlığı icra bakanlığı olmaktan çıkarın, koordinasyon
bakanlığı haline getirin" diye bunları size dayatıyorlar. Onun için, biz,
baş başa verip, aklımızı kullanıp, Türkiye'de kamu yönetimini bugünün
ihtiyaçlarına uygun hale getirirsek, Türkiye yol alır; yapmazsak, bir IMF
programı, bir batış, bir daha IMF programı, bir batış; neticede, hüsrana
uğrarız. Değerli arkadaşlar, bu
hükümet kurulurken, Sayın Ecevit demişti ki: "1 yılda demokrasiyi, 2 yılda
da ekonomiyi düzelteceğim." Kendi sözleridir bu. Şimdi, kaç yıl geçti; 2,5
yıl geçti. Ekonomi düzeldi mi? Biraz önce rakamları verdim; daha da fena battı;
başlangıçtan çok daha kötü noktaya geldi; bütün sektörler çöktü. Peki,
demokraside yol aldık mı; nerede... Demokraside de hiçbir yol alamadık
maalesef. Demokrasi bakımından, baktığınız zaman, bütün uluslararası toplumda,
sicili en bozuk ülke Türkiye'dir. Efendim, Anayasanın 34
maddesini değiştirdik... Ne olacak değiştirdiyseniz? Kafa değişti mi?! Bakış
tarzı değişti mi?! (SP sıralarından alkışlar) Bugün, insan hakları var mı
Türkiye'de; özgürlükler var mı?! Anayasanın ilgili maddesinde "hiç kimse
eğitim ve öğretim hakkından mahrum kılınamaz" deniliyor. YÖK Kanununun 17
nci maddesinde "yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak şartıyla,
yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir" deniliyor; ama, sizin ceberut
hükümet anlayışınızla ve bazı güç odaklarının ipoteği altına girmiş olan
iradenizle, siz, bugün, üniversite kapılarında, binlerce evladımızı eğitim
hakkından mahrum bırakıyorsunuz ve bu çocuklarımız yurtdışına gidiyor;
Fransa'ya gidiyor, Almanya'ya gidiyor, Avusturya'ya gidiyor, Romanya'ya
gidiyor, Bulgaristan'a gidiyor; okuma hakkı elde etmek için dolaşıyor. Sizin bu
halinizin insan haklarıyla bir uyumu var mı; ben, size soruyorum. Bugün, kamu
kurumlarında, Başbakanlığa kurduğunuz İrtica Takip Kuruluyla ilgili fevkalade
tedhiş uyandırıyorsunuz. Bazı bakanlıklarda müfettiş gidiyor "evinde senin
hanımın hangi kıyafetledir" diye soruyor. Hangi kıyafette olduğu sana
ne?!. Sen hanımların müfettişi misin?!. (SP sıralarından alkışlar) Ama, bunun
sebebi sizin hükümetinizdir. Bunun belgeleri var elimizde; bunun belgeleri
var... "Efendim, falan hâkim, falan savcı evinde teypten ilahî
dinlermiş." Dinlerse dinler, sana
ne arkadaş!.. Nasıl anlayıştır bu?!. Nasıl despot bir anlayıştır?!. Sizde
demokrasi anlayışı var mı?!. Başbakanlık bunları takip
edeceğine; bankaların soyulmasını takip etsin, hortumlanmasını takip etsin, (SP
sıralarından alkışlar) memleket kaynaklarının yağma edilmesini takip etsin;
ama, nerede o kafa, nerede o anlayış,
nerede o dirayet?!. Millî Eğitim Bakanlığının
YÖK'e atfen, YÖK'ten almış olduğu yazısı var. Neymiş efendim; programlarında
ilahiyat fakültesi bulunan hiçbir üniversitenin diplomaları geçerli değildir.
Malezya'da İslam Konferansının kurduğu bir üniversite var. Türkiye Büyükelçisi
de oranın yönetimindedir; bayrağımız asılıdır orada; ama, oranın uluslararası
ilişkiler bölümünden veya elektronik mühendisliği bölümünden mezun bir çocuk
gelir buraya, onun denkliğini YÖK kabul etmez. Değerli arkadaşlarım, ben
size soruyorum; böyle bir despot anlayış olur mu?!. Hani, bir yılda demokrasiyi
getirecektiniz?!. Bakın, dört yılda bizim iki defa partimiz kapandı; biz, yine
ayaktayız, biz gene çalışıyoruz. (SP sıralarından "Bravo"sesleri,
alkışlar) Göreceksiniz, biz, bu Meclisin
yine en güçlü partisi olarak geleceğiz, sizin bu yaptıklarınızın
hesabını da soracağız, bu yanlışlarınızı da düzelteceğiz; ama, sizin bu
tavrınız, siyasete olan güveni sarsıyor, siyasetçiye olan güveni bitiriyor. Eğer, biz toparlanmazsak
-bizim için söylemiyorum, bütün Heyetiniz için söylüyorum- siyaset kurumu
toparlanmazsa, o zaman, vatandaş bizden umudu keser, başka rejimler aramaya
yönelir. Bunun için, siyaset kurumunun, Türkiye'de demokrasi ile hukuku
yerleştirecek olan bir kararlılıkla meselelere sahip olması lazım. Millet iradesinin tecelli
ettiği yer, bu Meclistir. Bu Meclisten güvenoyu alan hükümetler Türkiye'de her
şeye hâkimdir, her şeye vaziyet eder. Birtakım kurumların, hükümet üzerinde,
Meclis üzerinde davranan birtakım iradeler varsa, bunlara sınır getirmek, yine
bu Meclisin yetkisi dahilindedir; yani, hiç kimse söyleyemez ki, efendim gücümüz
yetmiyor; gücün yetmiyorsa hükümet olma. Geçmişte, bir kamu kurumu yöneticisi
"efendim, altımı tutamıyorum" demişti; bir değerli gazeteci de
"altını tutamıyorsan o makamda oturma" demişti, bu işin esası budur.
Ya hükümet edersiniz ya olmazsınız değerli arkadaşlar. Şimdi, önümüzdeki mesele
budur. Onun için, Türkiye'nin önünü açacak olan bir tavırla ortaya çıkmak lazım.
Önümüzdeki dönemde, eğer
Türkiye toparlanmazsa, eğer Türkiye'nin önünü açacak olan bir yapılanmaya
girilmezse, Türkiye'nin hayat hakkı yoktur. Bu ülkede, zayıf bir memleket,
zayıf bir millet ayakta duramaz, bin yıl da burada yaşamış olsak, yarın
tozumuzu atarlar. Bakın, Pontus devletini kurmak için misyonerleri öncü olarak
kullanıp, doğu Karadeniz'de yuvalanmaya çalışıyorlar. Oralardan, gençleri alıp,
götürüp burs veriyorlar. Türkiye'nin altını, yanını, sağını, solunu oymak için
her türlü entrika dolaşıyor. Siz, batılı diplomatların tebessümüne, iyi
niyetlerine, güler yüzlerine bakmayın- ona ben de inanırım, ama- onların
arkasında olan birtakım kurumlar, birtakım üsluplar, birtakım davranışlar, birtakım
niyetler tarih boyunca değişmemiştir, yarın da değişmeyecektir. Biz, Batılı
ülkelerle dövüşelim demiyoruz, dost olalım, müttefik olalım; ama, kendi
ülkemize sahip olalım, güçlü ekonomimiz olsun, saygınlığımız olsun. Böyle,
batan ve dilenen bir ülkenin saygınlığı olmaz değerli arkadaşlar. Onun için,
gelin, Türkiye'de- hükümete söylüyorum- bakın, neler yapmamız lazım, onları da
söyleyeceğim. Şimdi, tabiî, IMF'den gelecek olan 10 milyar dolarla hiçbir yere
gitmek mümkün değil. Türkiye'nin borçlarına baktığınız zaman, Türkiye'nin
bugünkü sıkıntılarına baktığınız zaman, bunun, sadra şifa olması mümkün değil.
Önce şunu söylemeniz lazım: Bakın, Sayın Derviş, bizzat, sizin hükümetinizin
bir üyesi, dışarıda itiraf etti "Türkiye'de dağınıklık var, Türkiye'de
koordinasyon yok" dedi, biz size bunu iki senedir söylüyoruz. Ekonomiyi
üçe dağıtmışsınız, üç bakanlığa, tabiî, Sayın Başbakan da, sağ olsunlar, bu
işlerin fevkalade üzerinde ve dışında, ekonomide bir sıkıntı oldu mu, gelecek
başbakan yardımcısına anlatacak, o, Sayın Başbakana tercüme edecek, o da, gelin
bakalım ortaklar, bu iş varmış deyinceye kadar, atı alan Üsküdar'ı geçiyor. Biz
bunu söylüyoruz. Şimdi, bakın, yine,
bugünkü haberlerde var. IMF'nin stand-by anlaşmasının şartlarından biri
"ekonomiyle ilgili kurumları tek bakanlıkta toplayacaksınız" diye;
biz, size bunu baştan beri söylüyoruz. DPT'yi de, Eximbank'ı da, Hazineyi de,
Dış Ticareti de tek bakanlığa vereceksiniz, tek sorumluya vereceksiniz; çünkü,
sizin Başbakanınız bu işlerden uzak, bu işleri koordine edemiyor, bu işlere
sahip değil; hiç olmazsa tek sorumlu bir bakanı getirin, hanginiz uygunsa bu
taksimatı yapın, gelin, ortaya çıkın. Şunu söylüyorum, bugünkü şartlarda, bu
borçları, Türkiye'nin taşıması mümkün değil, bu borçları yeniden
yapılandırmanız lazım. Tabiî, borçları yapılandırırken de, Hazinede, Türk
Lirasından dövize geçen bir temayül görüyorum; bu, fevkalade tehlikelidir,
yarın dövizin ne olacağı belli olmaz, Türkiye'nin altından kalkamayacağı içborç
yükü altına girersiniz. Dışborç yükünü artıracak
olan taleplerin geriye çevrilmesi lazım. Türkiye, bu batağın içine, birtakım
kamu kurumlarında, belediyelerde -hepsi bunun içindedir- hesapsız, kitapsız
borçlanmasından, Hazine garantileri altında borçlanmasından düşmüştür.
Rakamlara bakarsanız, ödemeler dengesi açığı, son on yılda mühim bir rakam
değil. Nereden bu borç yükü birikti dediğiniz zaman, işte birtakım lüzumsuz
yatırımlar için alınan borçlardır bunlar. Tabiî, iş hayatında, tasarrufları
üretime, yatırıma yönlendirmek için, Hazinenin, bu borç piyasasından çekilmesi
lazım, giderek buradan çekilmesi lazım; enflasyon muhasebesini getirmeniz
lazım; hükümete, Odalar Birliğinin yaptığı baskı neticesinde bunun kabul
edilmiş olmasından memnun oldum. On yıldır ben bu kürsüde konuşurum ve her sene
de bunu söylemişimdir; ama, bir adımı daha atın, lütfen, küçük esnafın
sırtından Hayat Standardı Vergisini kaldırın. Biz değerli milletvekili
arkadaşlarımızla on yıl bu mücadeleyi yaptık, kaldırdınız, tebrik ettik, şimdi
tekrar getirdiniz. Adamın hiçbir geliri yok, bu vergiyi ödemeye mahkûm; adam
sadakaya muhtaç, geçinecek hali yok, elektrik parasını ödeyemiyor, bu vergiyi
ödemeye mahkûm, bunu da kaldırın lütfen, bu doğru bir hareket değildir. Değerli arkadaşlar,
tabiî, bütün bu çöküntüden, bu kaostan çıkmanın yolu üretimi artırmaktır,
sanayileşmektir; bunun başka çıkış yolu yok. Kendi ihtiyaçlarını üretemeyen,
dışarıdan alan, dışticareti devamlı açık veren bir ülkenin ayakta durması
mümkün değil; Düyuni Umumiyeden böyle geldik, IMF'nin kucağına da böyle
oturduk. Onun için, hükümetin, tabiî, ekonomiden sorumlu bir bakanın
koordinasyonunda, Hazinenin de, Dış Ticaretin de, Eximbankın da fevkalade
dinamik bir şekilde yönetilmesi gerekir; başka çıkış yolu yoktur muhterem
arkadaşlar. Bunu yapamadığınız takdirde, Türkiye, yarın, yine 70 sente muhtaç
hale gelir. Onun için, bu tablonun değiştirilmesi, hükümetin azim ve
kararlılığına bağlıdır, bu işleri iyi yönetmesine bağlıdır; ama, maalesef,
bizde, tabiî, kamu yönetimine gelen hükümetler, idareye gelen hükümetler
"bu müdür bıyıksız at bunu", "bu müdür bıyıklı at bunu..."
Tabiî, devlet kurumlarında böyle partizan kadrolaşmalar, ideolojik
kadrolaşmalar Türkiye'de tecrübe birikimini oluşturmuyor, devletin hafızası
kayboluyor, tecrübeler kayboluyor; neticede, bu çöküntü üzerimize geliyor. Tabiî, bunlarla beraber,
Türkiye'nin, gerek Avrupa Birliğiyle olan anlaşmasında, gümrük birliğinde,
gerekse GATT Anlaşmalarında lehine olan hükümleri iyi kullanması, aleyhine
gelişme şartlarında da o anlaşmaların çıkış noktalarını kullanarak kendini
koruyacak tedbirleri iyi alması gerekir; aksi takdirde, bir çıkış yolu yoktur. Tekrar ifade ediyorum,
bir millî sanayileşme hamlesini başlatmak lazım. Efendim, liberal ekonomiye
geçtik, serbest piyasaya geçtik; isteyen alır, isteyen satar, isteyen yapar,
isteyen yıkar... Hayır; bunu diyemezsiniz değerli arkadaşlar. Bunu derseniz, o
zaman, Türkiye, gümrükleri sıfırlanmış çok iyi bir pazardır; isteyen istediği
gibi malını getirir satar; sermaye gücü var, finansman gücü var. Bakın, bugün,
tütün piyasasının yüzde 60'ı yabancı sermayenin eline geçti. Ne diyeceksiniz
buna?! 1970'lerde, ihracatçı 60-70 firma varken, bugün 13'e düşmüş sayısı.
Niye; bu uluslararası büyük sermayenin gücüne dayanamıyor, finans gücüne
dayanamıyor. Yani, bu şartlarda, bu sahada oynayabileceğimiz şekilde kondisyonumuzu
buna göre geliştirecek, müteşebbisimizi, üretimimizi, ihracat kabiliyetimizi
buna göre geliştirecek fevkalade dinamik bir program uygulamaya mecburuz; başka
türlü bir çıkış yolu yoktur. Değerli arkadaşlar,
tabiî, bu bir aşk meselesidir, bu bir meşk meselesidir; yani, aşkı olmayanın
meşki de olmaz. Bakın, 1970'li yıllarda, o zaman, MC Hükümeti diye zaman zaman
ifade edilen hükümetler zamanında, 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, o
zaman Türkiye'de bir sanayileşme hamlesi başlatılmıştı. O zaman, hükümet
ortakları ciddî bir programı başlatmışlardı; maalesef, 1974'ten 1978'e kadar
devam eden, o dönemde başlatılmış olan bu sanayi hamlesi, yine, Sayın Ecevit'in,
o zaman, hükümet ortaklarını, milletvekillerini, bir Güneş Moteli
Operasyonuyla, transferiyle o hamle son buldu. Eğer, o hamle gerçekleşmiş
olsaydı, o sanayi hamlesi gerçekleşmiş olsaydı, bugün, Türkiye, İtalya
seviyesinde millî gelire sahip olurdu. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planına
bakarsanız, 1995'te İtalya seviyesine ulaşma stratejik hedefi vardı; ama,
maalesef, o sanayi hamlesi engellendi. Türkiye'nin ondan sonra başına gelen
hadiseler ve bu hadiseler neticesinde çöken ekonomiyle -Türkiye, bugün, işte
gördüğünüz gibi- İtalya'da fert başına millî gelir 20 000 dolar seviyesinde,
Türkiye'de 2 000 dolar seviyesindedir; yani, aramızdaki fark 10 misli
açılmıştır. Şimdi, şu veya bu hükümeti tefrik etmeden söylüyorum; 1950'li
yıllara bakın, 1970'li yıllara bakın, o zaman, Türkiye'nin fert başına millî
geliri -rakamlara sizi boğmak istemiyorum- 150 ile 200 dolar arasında, 170
dolar mertebesinde, İspanya bizim civarımızda, Yunanistan bizim civarımızda,
Kore bizden çok daha aşağı, Japonya bizim seviyemizde; ama, bugün, bu ülkelerin
hepsi, 3 misli, 4 misli, 10 misli, 12 misli bizi geçmiş vaziyettedir. Efendim, Türkiye'nin
nüfusu büyük, her şeyi halleder... Efendim, Türkiye genç nüfusu çok olan
ülke... Ne olacak; genç nüfusun çok olur; ama, amele olursun, başka yerde işçi
olursun, neticede bir yere gidemezsin; yani, sanayileşemiyorsan, ihracat
yapamıyorsan, Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil. Bugün, Kore, 150 ile
200 milyar dolar mertebesinde ihracat yapan bir ülkedir. Bugün, Malezya bizi
geçmiş vaziyettedir -diğer ülkeleri söylemiyorum- yani, iyi yönetilen milletler,
kaynaklarını iyi yöneten ülkeler kalkınıyor ve gelişiyor. Geçmişte sömürge olan
ülkelerin dahi, bugün, çok daha iyi şartlarda olduğunu görüyoruz. Türkiye,
bugün bulunduğu noktaya mahkûm olan bir ülke değildir. Bu yoldan çıkış yolları
vardır, bu durumdan çıkış yolları vardır; ama, yeter ki, hükümetlerin, yeter ki
siyasî kadroların ve onların emrinde çalışacak olan bürokrasinin, bu hedefe
kilitlenip, Türkiye'nin bu meselelerini çözecek olan bir iradeyi ortaya koyması
gerekir ve aksi takdirde, biz, yakın bir zamanda, tarım ürünlerini daha çok
ithal eder hale geleceğiz. Bakın, Türkiye, tarım ürünlerinde, ihracatı ithalatından çok olan bir ülkeydi, 7 misli,
8 misli ihracatımız vardı; ama, bugün, ithalatımız ihracatımızdan fazladır. BAŞKAN - Son 3 dakikanız
efendim. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Muhterem Başkan. Şimdi, tabiî tarımla
ilgili şunu söylemek istiyorum: Tarımla ilgili çok ithamlar var; doğrudur,
yanlıştır, bir şey demiyorum. Bunları başka zeminde tartışırız; ama, önümüze
baktığımız zaman, tarımla ilgili yapılması gereken şudur: Türkiye nüfusunun
takriben yarısına yakını -yüzde 40 civarında- tarımla yaşamaktadır. Siz, bu
nüfusu bir yere atamazsınız, bu nüfus geçinecektir, bu nüfus yaşayacaktır.
İsterseniz, bu nüfusa, Dünya Bankasından borç alın, seyyanen para dağıtın,
isterseniz, bu nüfusu çalışır, üretir hale getirin. Onun için de, tarımda,
ciddî bir projeyi ortaya koymak lazım. Hükümetinizin böyle bir
projesini görmüyorum. Efendim, kanona bitkisini destekleyeceğiz... İyi de
nereye gideceksin sen arkadaş, onu bana söylesene. Tarımda hedefin nedir senin?
Tarımda hedefinizin şu
olması lazım: Onu da ifade edeyim değerli arkadaşlar. Tarımda, bizim,
uluslararası piyasalarda rekabet edecek olan işletme büyüklüklerini
destekleyen, teşvik eden bir teşvik politikası, destek politikası geliştirmemiz
lazım. Hayvancılıkta da, bitkisel üretimde de, meyvecilikte de, uluslararası
pazarlarda rekabet edecek kalite ve maliyette mal çıkarmaya mecburuz. Gidin bakın, Niğde'de,
İtalyanlar gelmişler, fevkalade modern bir elma çiftliği kurmuşlar, 5 000
dönüm, 6 000 dönüm. Şimdi, onu, daha geniş bir sahaya yaymak için, oradaki
idareciler gayret ediyor, Allah kolaylık versin. Şimdi, ikinci bir husus
tarımda; ne ithal ediyorsak, onu yerli üretecek olan destekleri vereceksiniz.
Bar bar bağırdık, ayçiçeğine destek verin... Vermediniz, şimdi, ayçiçeği
yağının fiyatı yüzde 500 arttı, dışarıdan ithal ediyoruz. Bu, çıkış yolu değil.
Üçüncü bir husus da,
tarımda ifade ediyorum; ihraç kabiliyeti olan üretimi destekleyeceğiz. Dördüncü bir şeyi de
söylüyorum tarımda; tarım plan ve programı çerçevesinde, tarım ürünlerini
işleyip iç ve dış pazarlara götürecek olan kalite ve maliyette üretim yapacak
olan tarım endüstrisini desteklemektir. Beşinci bir kategoride
de; tarımda olup da, küçük işletme, geçim sıkıntısı içinde olanlara da, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan inek verirsiniz, koyun verirsiniz, başka
üretim imkânları verirsiniz; ama, tarımda rekabet edebilecek şartlarda bir
desteği getirmeye mecburuz. Bu desteği biz IMF'nin isteğiyle tespit edemeyiz;
bu desteği biz, Türkiye'nin tarım politikasının gereklerine göre tespit etmeye
mecburuz. Bugün, Avrupa Topluluğunun tarımına baktığınız zaman, 100 milyar
dolar mertebesinde üretici desteği ve tüketici desteği vermektedir. Bu rakamlar
yıldan yıla değişse de, takriben 100 ile 120-130 milyar dolar mertebesindedir.
Yani, "efendim, GATT Anlaşması böyledir, falan anlaşma böyledir;
veremiyorum..." Veremezsen çiftçin ölecek, dışarıdan buğday getirip
karnını doyuracaksın doyurabilirsen. Bu şartlara Türkiye'yi mahkûm etmiş
olursunuz. Muhterem arkadaşlar,
tabiî daha fazla yüklenmeye vicdanım da elvermiyor! Zaten hükümet çökmüş,
Türkiye'yi de çökertmiş, püf desen gidecek bir hükümet... (SP sıralarından
alkışlar) ama birileri bu hükümeti tutuyor; niye tutuyor derseniz, birileri,
yapmak istediklerini yaptırabilecekleri başka hükümet bulamayacakları için, bu
hükümete her türlü desteği veriyorlar. Ben, bu şartlarda da
olsa, hükümetin başarılı olmasını diliyorum. Türkiye hepimizindir, başka
Türkiyemiz yok. Hepinizi hürmetle
selamlıyorum, bayramınızı tekrar tebrik ediyorum, milletimizin bayramını da
tebrik ediyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Ayhan. Sayın Rıdvan Budak,
sataşma nedeniyle söz istemişsiniz, "sosyalistler" lafına itiraz
ediyorsunuz; ama, Sayın Çiller'in sataşması geçen oturumda olduğu için böyle
bir imkân tanıyamayacağım. Sayın milletvekilleri,
biliyorsunuz, biraz sonra 4 tane açık oylama var, kardan dolayı dışarıda kalan
milletvekillerimizin gelmesini rica ediyorum. Sayın Başbakan söz
istemişlerdir; buyurun efendim. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta
alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunarım. Yaklaşan Ramazan Bayramı
dolayısıyla, bütün yurttaşlarımıza ve
bütün İslam Âlemine esenlikler, mutluluklar dilerim. Değerli arkadaşlarım,
sayın milletvekilleri; ben, bugün, hükümet adına yapacağım konuşmada, sayın
muhalefet sözcüleri tarafından yapılmış konuşmalara yanıt verecek değilim; onun
yerine, bu hükümet döneminde neler yapıldı,
neler yapılmadı; neler neden yapıldı, neler neden yapılmadı; bunlar
üzerinde, ayrıntılara yaklaşan -fazla geniş olmasa bile- bazı hatırlatmalarda
bulunacağım. Aslında, anlatacaklarımın hepsine sizler tanıksınız. Yıllarca, bu
Meclisin çatısı altında birlikte bulunduk; onun için, ben, sizlerin de
bildiğiniz gerçekleri hatırlatmakla yetineceğim. Muhalefetin bu konuşmalarına gerçek yanıt, bu hükümetin
başarıları ve yapmış olduklarıdır. (DSP sıralarından alkışlar, SP sıralarından
alkışlar [!]) Burada, bu hükümete, tabiî, ağır isnatlarda
bulunuldu. Bu hükümetin rantiyeci olduğu söylendi. Bu hükümetin bankaları
hortumlattığı söylendi. Bu hükümetin enflasyonu kamçıladığı söylendi. Peki, bu
enflasyonu yüzde 70'lere, 80'lere, 90'lara yükseltmiş olan bu hükümet miydi?!
(DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Sayın Yılmaz, arkada... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Dinle!.. Dinle!.. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(Devamla) - Aksine, bu hükümet, o yüzde 90'lara yükselmiş olan enflasyonu hızla
aşağıya çekebilmek için gereken çabaları gösterdi. Bu hükümet, kimseye hiçbir
bankayı soydurtmadı. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Bankalar, daha önce soyuluyordu; bu soyguna karşı gerekli önlemleri
yerine getirmek için, hazırlamak için, sağlamak için, bu hükümet gayret
gösterdi. Bu hükümet, rantiyeliği başlatmadı. Bu hükümetten önce rantiyelik
kuruldu; o, bir hastalık haline geldi. Biz, rantiyeliğin kaynaklarını kurutmak
için çalışıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, 57
nci hükümet, önemli bir hükümet, ilginç bir hükümet, üç partili bir koalisyon
hükümeti; yaklaşık ikibuçuk yıldır kendi içerisinde tam bir uyumla çalışıyor ve
Büyük Millet Meclisiyle toplumla da uzlaşı içerisinde çalışmak üzere gereken
gayreti gösteriyor. Bu hükümet, uyumlu bir
hükümet, uzlaşıcı bir hükümet, saydamlığı ön safta tutan bir hükümet. Bu
hükümet, yıllardır hasır altı edilen, gözardı edilen sorunları gün yüzüne
çıkardı. Bu hükümet, kolaycı bir
hükümet olmadı, zor sorunları ele aldı, eşi görülmedik ölçüde hızlı ve verimli
çalıştı, bu hükümet laf üretmedi, çözüm üretti. (DSP sıralarından alkışlar) 57 nci hükümet döneminde,
yolsuzlukların üzerine kararlılıkla yüründü, mafyalar çözüldü, çeteler
çökertildi; aksini söylemek isteyenler, kim olursa olsunlar insafsızlık etmiş
olurlar. (DSP sıralarından alkışlar) Bu hükümet kurulmadan
önce, bazı büyük kentlerin sokaklarında, geceleri, mumlarla soyguncular
aranıyordu. Artık mumlar yok; çünkü, gerçek anlamda aydınlığı, bu hükümet
Türkiye'ye getirdi. (DSP sıralarından alkışlar) Faili meçhul cinayetler
sorunu, bu hükümet döneminde aydınlatıldı. Gizlilik içerisinde çalışan terör
örgütü Hizbullah'ın kaynaklarına, bu hükümet döneminde inildi. (DSP
sıralarından alkışlar) Bu hükümet döneminde,
laiklik karşıtı akımların soluğu kesildi ve bu hükümet, İslam ülkelerine örnek
oldu. Bölücü terörün içeride ve
dışarıda kökü kurutuldu, elebaşısı adalete teslim edildi. (DSP sıralarından
alkışlar) Denilebilir ki, bunları
polis yaptı, jandarma yaptı; doğrudur, polisimizle de, jandarmamızla da,
askerimizle de kıvanç duyuyoruz; ama, onların arkasında, bu yolda tedbirler
almak için gerekli cesareti veren, teşviki veren hükümet olmasaydı, bu başarıyı
kolay kolay göstermezlerdi. (DSP sıralarından alkışlar) Yoksa, polisimiz aynı,
jandarmamız aynı, askerimiz aynı; ama, çok daha rahat bir ortamda, gerçek
anlamda görevlerini yapabilme olanağına kavuşmuş oldular. 57 nci hükümet döneminde,
demokrasimiz güçlendirildi, insan hakları geliştirildi, Türkiye'nin dünyada
saygınlığı arttı. Genellikle, bir devlet zengin olursa dışarıda da saygın olur.
Biz, şu sırada zengin değiliz maalesef, ekonomimizin birtakım sıkıntıları var;
ama, yine de, dünyada saygınlığımız giderek artıyor. Değerli arkadaşlarım,
bundan birkaç yıl önceye gelinceye kadar, daha doğrusu 1999 sonlarına gelinceye
kadar, Avrupa Birliğiyle aramızda sıcak ilişkiler yoktu; hatta, zaman zaman
onur kırıcı davranışlarla karşılaşıyorduk. Belki bazılarınız anımsarsınız, ben
o zaman, vatandaşlarımıza şunu söylüyordum: "Üzülmeyin, çok geçmeden,
Avrupa Birliğinin ileri gelenleri buraya gelecekler, kapımızı çalacaklar ve
bizi davet edecekler." Nitekim, bu oldu; 1999 Aralık ayında, Helsinki'de
yapılan Avrupa Birliği toplantısına bizi çağırdılar. Biz, bazı koşullarımız
olduğunu söyledik, o koşullar giderilmeden gelemeyeceğimizi söyledik. Onun
üzerine, aynı gece, bir özel uçakla, geceyarısı Ankara'ya geldiler Avrupa Birliğinin
önde gelenleri, kapımızı çaldılar ve bizi buyur ettiler. (DSP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu
hükümet döneminde, yurt içinde ve yurt dışında finans âlemine güven verildi.
Onun için de, Uluslararası Para Fonunun kapısı açıldı. Değerli arkadaşlarım,
bugün, Avrupa Para Fonunun elindeki kaynakların yüzde 30'u Türkiye'ye taahhüt
edilmiştir. Eğer, Türkiye, güven verici bir ülke olmasaydı, bugünkü
sıkıntılarına, geçmişten gelen sıkıntılarına karşın ekonomisine sahip
çıkmasaydı, herhalde Uluslararası Para Fonu Türkiye'ye bu cömertliği göstermezdi.
Değerli arkadaşlarım, bu
arada, bölgemizdeki etkinliğimiz, bölgemizdeki etkimiz giderek artıyor. Bakû -
Tiflis - Ceyhan Boru Hattının kararlaştırılmasıyla, Türkiye'nin, hem Akdenizde
ve Kafkasya'da hem de Doğu Akdenizde önemi, ağırlığı büyük ölçüde artıyor. Bugün, İran doğalgazı Ankara'da devreye
girdi. Enerji gereksinmelerimizi tek kaynağa değil, sınırlı kaynaklara değil,
çok sayıda kaynağa dayandırmak için elimizden gelen çabayı gösterdik ve
göstermeye devam edeceğiz. Avrupa Güvenlik ve
Savunma Kimliğinden beklentimiz sağlandı. Yaklaşık ikibuçuk yılda,
değerli milletvekillerimizin, muhalefetin de katkılarıyla, 330 kadar yasa
çıkarıldı. Hükümetimizce hazırlanan bu yasaların birçoğu, yapısal reform
niteliğindedir. Bu yasaların toplum ve ülke yaşamına yararları, zaman içinde
daha da çok ortaya çıkacaktır. Türkiye'de ekonominin
başta gelen sorunlarından biri, o arada, rantiyeliğin başta gelen sorunlarından
biri, soygunculuğun başlıca nedenlerinden biri, bankacılık düzenimizdeki
aksaklıklardı; ama, bu hükümet kurulmadan önce, hiçbir hükümet, bankalar
sorununa değinme gereğini bile duymadı. (DSP sıralarından alkışlar) İlk defa 57
nci hükümet döneminde, bankalar sorunu, ciddî bir devlet sorunu olarak, ciddî
bir ekonomik ve sosyal sorun olarak, bu hükümet döneminde ele alındı. Gümrükler, çok önemli,
çok ağır bir sorundu. Sık sık, gümrüklerle ilgili iddialar duyulurdu. Gümrükler
sorunu da bu hükümet döneminde ele alındı ve artık, şimdi, hemen kimsenin
şikâyet etmediği, düzgün bir çalışma sürecine girdi. Bu arada, sosyal güvenlik
reformu yapıldı. Bireysel emeklilik gerçekleştirildi. İşsizlik sigortası
getirildi. Sermaye Piyasası
Yasasında önemli değişiklikler yapıldı. Türk Akreditasyon Kurumu
Yasası çıkarılarak uluslararası standartlara uyum sağlandı ve uluslararası
tahkimle ilgili anayasa ve yasa değişiklikleriyle, ekonomide dışarıya açılmamız
kolaylaştı. Ekonomik ve Sosyal Konsey
kurulması kararlaştırıldı. Önümüzdeki ay, Ekonomik ve Sosyal Konseyin, yasaya
dayanan ilk resmî toplantısını yapacağımızı umuyorum. Kamulaştırma Yasası
çıkarıldı. Mülkiyet hakkını
geliştiren düzenlemeler yapıldı. Telekom Yasası çıkarıldı.
Hazine taşınmazlarının
satışı kolaylaştırıldı. Organize sanayi
bölgelerini geliştiren yasa çıkarıldı. Teknoloji Geliştirme
Bölgesi Yasa Tasarısı komisyondan çıkarıldı, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısı
da komisyonda; bu, son derecede önemli bir yasa. Öyle umarım ki, bütçe
görüşmelerinden hemen sonra, ilk fırsatta, Büyük Millet Meclisi, bu yasa
tasarısını, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısını gündemine alacaktır, almalıdır.
Bu yasayla, yerli ve yabancı yatırımlar özendirilecektir. Değerli arkadaşlarım, hep
söylediğim gibi, Türkiye'ye yeterince dış sermaye gelmemesinin, yeterince
yabancı sermaye gelmemesinin başta gelen nedeni, yatırımcılara çıkarılan
bürokratik engellerdir. Bundan, görüştüğüm pek çok yabancı sermayedar şikâyet
etmiştir; demişlerdir ki: "Biz, Türkiye'de yatırım yaptık; daha da çok
yatırım yapmak istiyoruz; ama, bürokratik engeller gözümüzü korkutuyor; eğer,
bu engelleri kaldırırsanız, Türkiye'ye çok büyük ölçüde dışarıdan sermaye
gelecektir; çünkü, Türkiye'nin jeopolitik konumu ve oradan kaynaklanan ekonomik
önemi pek çok yabancı sermayeyi çekecek durumdadır." Onun üzerine, biz, bu
konuda bir çalışma yaptık ve bu çalışmayı, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısı metni
içine de yerleştirdik. Buna göre, artık, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen
yerli veya yabancı girişimciler kapı kapı dolaşmayacaklar; kırk kapıyı
çalmayacaklar, tek bir kapıyı çalacaklar ve aylar sonra değil; bir yıl, iki
yıl, üç yıl sonra değil, başvurularından itibaren en geç üç ay sonra kesin
yanıtı verecekler. Bu şekilde, ben, inanıyorum ki, Türkiye'ye, bu düzenleme
gerçekleştikten sonra büyük ölçüde dış sermaye akımı olacaktır. Bu arada, değerli
arkadaşlarım, kapanan veya üretimini kısmak zorunda kalan fabrikaları
canlandırmak üzere bir girişimde bulunmak istedik. Sayın Cevat Ayhan bunu
eleştirdi. Ne yapmışız biz; yabancı sermayeye de çağrıda bulunmuşuz; Türkiye'de
kapalı fabrikalar var; eğer, ilgilenirseniz, gelin, bunları işletin eğer
sahipleri de istiyorsa, kabul ediyorsa. Şimdi, bunu yapmasak, ne olacak; o
fabrikaların makineleri çürüyecek. Biz, bu düzenlemeler... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Niye atıl kaldı Sayın Başbakan?! BAŞKAN - Lütfen... Lütfen
Sayın Hatipoğlu... BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(Devamla) - Endüstri bölgeleri yasa
tasarısı yürürlüğe girince, kanun olarak yürürlüğe girince, bu konuda,
yurtiçinde ve yurtdışında, medya yoluyla bir kampanya açacağız ve bu şekilde
Türkiye'de çürümeye terk olan fabrikalara sahip bulmaya çalışacağız; bunun ayıp
bir tarafı olduğu kanısında değilim. Değerli arkadaşlarım,
tarım, Türkiye'nin, hem çok önemli, en önemli hem de en çok ihmal edilmiş
sektörüdür. Tarım için mutlaka bazı yeni atılımlar yapmamız gereklidir; bu
konuda hızlı çalışmaktadır hükümetimiz. Bundan birkaç gün önce, tarım için
bakanlıklararası bir kurul oluşturduk; en kısa sürede bundan sonuçları
alacağımıza inanıyoruz. Bu arada, Tütün Yasası
da, bildiğiniz gibi, çıkarıldı. Bu arada, bildiğiniz
gibi, gazetelerden izlediğiniz gibi, köy-kentler kurulmaya başladı; bunun ilk
somut örneğini Mesudiye'de verdik. Köy-kent nedir; bildiğiniz gibi -artık
herkes de öğrendi- köy-kent, köylerin birleştirilmesi değildir; birbirine yakın
köylerdeki insanların, köylülerin gücünün birleştirilmesidir ve o güce devletin
katılmasıdır. Türkiye'de, yaklaşık 35 000 köy, yaklaşık 40 000 mezra var.
Bunların her birine yeterince öğretmen gönderilemiyor, her birine yeterince
doktor, hemşire, ebe gönderilemiyor; ama, eğer, birbirine yakın sekiz dokuz köy
işbirliği yapacak olurlarsa devletin katkısıyla, onların bir büyük okulu
olacak, bir büyük sağlık merkezi olacak, yol bağlantıları sağlanmış olacak o
köyler arasında ve böylelikle, en yüksek
düzeyde bütün hizmetler vatandaşlarımıza varabilecek. Ben, Mesudiye'ye, ilkönce
bir yıl evvel gittim; son olarak, bir yıl sonra yeniden gördüğümde
inanılamayacak değişiklikler olmuştu; işsizlik sona ermiş, geriye dönüş,
işsizlerin geriye dönüşü başlamıştı; bir orman ürünleri fabrikası kurulmuştu ve
kendine piyasa bulmuştu, ürünlerine piyasa bulmuştu. Öyle bir okul kurulmuştu
ki, Ankara'da, İstanbul'da bile eşine az rastlanabilir. Her türlü iletişim
teknolojisini en ileri ölçüde kullanan küçücük çocukları, orada, gözlerimle
gördüm ve kıvanç duydum. Bütün ihtiyaçları sağlanan, cankurtaran olarak
kullanılan bir aracı bulunuyor. Her ihtiyacı şimdiden karşılanmaya başlamış.
Çocukların zevk içinde oyun oynadıkları stadyumları kurulmuş; futbol alanları,
diğer spor etkinlikleri için alanlar kurulmuş. Âdeta, yepyeni bir dünya orada
doğmuş. Bunun üzerine, Dünya
Bankası, biz istekte bulunmadan, biz başvurmadan, kendiliğinden bize geldi ve
bunun, bir dünya projesi olduğunu, bütün dünyaya tanıtılması gerektiğini
söyledi. (DSP sıralarından alkışlar) Ve ilk aşamada, köy-kentler için, bize,
300 000 000 dolar vermeye talip olduklarını; fakat, her köy-kent bittikten
sonra da, onun masraflarına büyük ölçüde katılacaklarını ifade ettiler... İLYAS ARSLAN (Yozgat) -
Karşılıksız mı Sayın Başbakan? BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(Devamla) - Dediğim gibi, bu, bizden gelen bir istek, davet üzerine değil;
fakat, bu projenin umut vericiliği karşısında, Dünya Bankasından gelen bir
teklif. SABAHATTİN YILDIZ (Muş) -
Muş'ta da bir örneği var Sayın Başbakan. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu projeyle, köy-kentlerle kentleşme köylünün
ayağına gidecektir... MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Kentler de köyleşiyor Sayın Başbakan! BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ben, muhalefete cevap vermeyeceğim dedim;
ama, kendimi bir noktada tutamıyorum. Sayın Çiller, konuşmasında dedi ki:
"Niye sadece soya ile kanolaya prim veriliyor?" Oysa, bu ayın 20'sinde,
ben bir demeç verdim; o demecim televizyonlarda, gazetelerde de yayımlandı ve
dedim ki, 2001 yılı ürünü için, kütlü pamuk, yağlık ayçiçeği, soya fasulyesi,
kanola ve zeytinyağı üreticilerine destekleme primi ödenmesi kararlaştırılmıştır.
(DSP sıralarından alkışlar) Bundan haberi yok Sayın Çiller'in, belli ki,
arkadaşları da kendisini uyarmamışlar. Ben, böyle bir hatırlatmada bulunma
gereğini duydum; kendisinin de bunu anlayışla karşılayacağını umarım. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin çok zengin kaynakları var. Bu zengin kaynaklar arasında da madenler
geliyor; fakat, madenlerimiz, maalesef, gereği gibi değerlendirilmedi;
dışarıdan engellendi, içeriden engellendi. Bu engelleri aşmak için gerekli
adımları atıyoruz. Türkiye, hemen her türlü yeraltı servetlerine sahiptir.
Bunları gereğince değerlendirdiğimiz zaman, ki, kısa sürede bu başarılabilir,
Türkiye'nin ekonomik sorunları, salt bu nedenle de olsa, büyük ölçüde
aşılabilecektir. Değerli arkadaşlarım,
eğer hesapta olmayan bir engel çıkmazsa, 2002 yılı, ekonomisinin düzeleceği,
halkın geçim darlığından kurtulamaya başlayacağı yıl olacaktır. İhtiyatlı
konuşuyorum, eğer bir engel çıkmazsa diye; çünkü, son yıllarda, bu hükümet
döneminde başımıza az şey gelmedi. Evvela, Asya kriziyle karşılaştık; bundan
ekonomimiz olumsuz yönde etkilendi. Ardından, yanı başımızda Rusya krizi ortaya
çıktı; bundan ayrıca etkilendik; çünkü, Rusya'yla ticarî ilişkilerimiz,
ekonomik ilişkilerimiz çok gelişmişti. Rusya'daki kriz yüzünden o ilişkiler
büyük ölçüde zayıfladı bizim aleyhimizde. Daha sonra, dünya petrol fiyatları
büyük ölçüde artınca, o yüzden ekonomimiz darbe yedi. Ardından, büyük deprem
felaketleri geldi. Onları izleyen başka doğal afetler geldi. Bu arada, şimdi,
Mersin'de de, maalesef, çok üzücü bazı olaylar, seller, su baskınları var.
Mersin'in de yardımına değerli ilgili arkadaşlarımız süratle koşacak ve gereken
tedbirleri alacaklardır. Ayrıca, bütün bunların üstüne 11 Eylül krizi geldi.
Umarım, yeni krizler çıkmayacaktır. Onun için "inşallah" tabirini
kullanıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu
sıkıntılara katlandık; ama, giderek aydınlığa çıkıyoruz. Son haftalarda, dünya
ekonomisi 11 Eylülün etkisiyle gerilerken, daralırken, bizde genişleme sürecine
girdi ekonomi. O arada, bildiğiniz gibi, son haftalarda borsa yükselmeye
başladı, döviz ve faiz inmeye başladı, enflasyon aşağılara çekilmeye başladı.
Bu arada, ilginç bir şey oldu; bizim KDV indirimlerini artırmamızın ardından,
iş çevreleri, tüccarlar, aşırı kârdan kazanma yerine sürümden kazanma yoluna
girdiler. Bu, çok önemli bir süreçtir. Şimdiye kadar bizim ticaret hayatımızda
sürümden kazanmaya pek itibar edilmemişti. Şimdi, bu süreç, inşallah, başlamış
bulunuyor. Halk ne kadar heyecan içinde; birçoğu yastık altındaki paralarını
bozdurarak, dövizlerdeki paralarını bozdurarak ihtiyaçlarını sağlamaya koşuyor.
Bu sürecin, tüccarlarımız tarafından, sanayicilerimiz tarafından kesintisiz
sürdürüleceğini umuyorum; çünkü, hem onlar sürümden kazanıyor hem de
vatandaşlarımız ucuzluktan kazanıyor. Değerli arkadaşlarım, 57
nci hükümet döneminde demokratikleşme ve insan hakları bakımından da önemli
adımlar atıldı. DGM'lerin sivilleştirilmesi için, anayasa ve yasa değişikliği
yapıldı. Çıkar amaçlı suç örgütü
mensuplarına ağır cezalar getirildi. Bu suçlara karşı yeni önlemler sağlandı. İşkencecilere ağır
cezalar getirildi. Pişmanlık Yasası
yenilendi. Terörle mücadelede
yaralanan veya sakatlananlara ve şehit ailelerine bazı kolaylıklar sağlayan
yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Basın yayın araçlarıyla
işlenen suçlara verilen cezalar ertelendi, çok sayıda gazetecinin cezadan
kurtulması sağlandı. Memurların ve öteki kamu
görevlilerinin disiplin cezaları affedildi. Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası
çıkarıldı; yıllarca engellenmişti bu, hükümetimiz döneminde çıkarıldı. Yükseköğrenim affı
çıkarıldı. Memurların yargılanması
kolaylaştırıldı ve hızlandırıldı. Şartlı Salıverme Yasası
çıkarıldı. Başbakanlık bünyesinde
İnsan Hakları Başkanlığı kuruldu. İnsan hakları ihlali iddialarını incelemek ve
araştırmak üzere heyetler oluşturulması sağlandı. İnfaz hâkimlikleri
kurulmasına ilişkin yasa çıkarıldı, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme
Kurulları Yasası çıkarıldı ve cezaevleri sorunu çözüm yoluna sokuldu. Bildiğiniz
gibi, yıllardan beri cezaevlerinin büyük çoğunluğu bazı terörist gruplarının
fiilî işgalleri halindeydi ve onların karargâhları durumundaydı. Bu sorun
temelinden çözüldü. Terör örgütlerinin karargâhından, cezaevlerimiz, bu şekilde
uzun yıllar sonunda çıkarılmış, kurtarılmış oldu; bu da, 57 nci hükümetin hiç
azımsanamayacak bir başarısıdır. Bu arada, tabiî, o ölüm
oruçlarını destekleyen hunhar insanlar, ölüm oruçlarına gerekçe olarak, cezaevi
sistemi koğuşlardan çıkarılınca, arkadaşlarının, bütün insan haklarından yoksun
kalacaklarını ileri sürdüler. Oysa terör suçlarından hükümlü olanlara, spor ve
eğitim etkinlikleri ile sosyal ve kültürel etkinliklere katılma ve açık
görüşmeden yararlanma olanağı da, bütün başka hükümlülere olduğu gibi,
sağlanmış, tanınmış bulunuyor. Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, son günlerde Medenî Kanun günümüz koşullarına göre yenilendi,
yenilenmesine ilişkin bir yasa çıkarıldı. Bu arada, kadın hakları alanında çok
büyük yeni adımlar atıldı. Anayasanın temel hak ve özgürlüklerle
ilgili bazı maddeleri başta olmak üzere, muhalefetin de değerli katkılarıyla 34
maddesi değiştirildi; bu da, Türkiye'de uzlaşı kültürünün ne kadar gelişmekte
olduğunu gösteriyor. Bu kültürün gelişmesine de, herhalde, 57 nci hükümetin
büyük katkıları olmuştur. Değerli arkadaşlarım,
yine bu hükümet döneminde atılan başka bazı adımlara örnekler vereyim: Köy
hizmetlerinde 47 000 geçici işçi kadroya geçirildi. Oysa, eskiden, köy
hizmetlerindeki işçiler yılda ancak birkaç ay çalışırlardı; o birkaç ay dışında
hem kendileri işsiz kalırlardı, ücretsiz kalırlardı hem de makineler çürümeye
terk edilmiş olurdu. Oysa, şimdi, köy hizmetlerinde 47 000 geçici işçi kadroya
alınınca makineler de gece gündüz ve on iki ay çalışma olanağına kavuşturulmuş
oldu. Köy yolları yapımı ve sulama hizmetleri ivme kazandı. Kamu kesimi işçilerinin
toplu iş sözleşmeleri barış içinde, olumlu bir şekilde bağıtlandı. Eğitim reformu, bu
dönemde de hızla sürdürüldü. Yatılı ilköğretim bölge okulları bütün Türkiye'de
yaygınlaşıyor ve özellikle de Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da çocuklarımızın
eğitim gereksinmelerini karşılamak için, o bölgelerde bunların yapımına ağırlık
veriliyor. Bu arada, bence çok
önemli bir yasa daha çıkardık. Meslekî ve teknik ortaöğretim kurumlarından
mezun olan öğrencilerin, belli koşullarla meslek yüksekokullarına sınavsız
geçiş yapabilmelerine olanak sağlayan yasayı çıkardık. Böylece, hem meslek ve
teknik eğitimine rağbet artacaktır hem de bu kurumlardan çıkanlar, sınavlara
katılmak mecburiyetinde kalmaksızın, yüksekokula devam etme olanağını
bulacaklardır. Değerli arkadaşlarım,
hükümetimiz döneminde, laiklik karşıtı örgütlerin etkisi büyük ölçüde
sınırlandı. Bu örgütlerce yönlendirilen yurtlar devlet yönetimine alındı.
Kur'an kursları, laiklik karşıtı akımların elinden kurtarıldı. Okullarda türban
sorunu büyük ölçüde çözüldü, bir başağrısı olmaktan çıkarıldı. (DSP
sıralarından alkışlar; SP sıralarından alkışlar[!]) Sosyal alanda atılımlar
yapıldı. Sağlık Bakanlığına ve SSK'ya verilen çok sayıda kadroyla sağlık
hizmetleri desteklendi. Özelleştirme nedeniyle
işsiz kalan işçilere, büyük ölçüde istihdam veya gelir olanağı sağlandı, öyle
ki, şimdi, özelleştirme nedeniyle işsiz kalan işçi sayısı 1 250'ye inmiş
durumda; bu 1 250 işçimizin de sorununu, en kısa zamanda çözmeye çalışacağız.
(DSP sıralarından alkışlar) Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonundan yapılan gıda, giyim, yakacak, sağlık, eğitim
yardımları ile özürlülere yönelik yardımlar büyük ölçüde artırıldı. Yargının daha hızlı ve
sağlıklı işlemesine yönelik önlemler alındı. Noterlik ve Avukatlık Yasalarında
önemli değişiklikler yapıldı. Sözleşmeli subay ve
astsubay istihdamına olanak sağlayan yasa çıkarıldı. Polis Yükseköğrenim
Yasası çıkarıldı. Bu, bence, çok önemli bir yasa. Polisimizin eğitim düzeyi çok
yükselmiş oluyor bu şekilde. Fikir ve Sanat Eserleri
Yasası yeniden düzenlendi. Eser sahiplerini korumaya yönelik etkili önlemler
alındı. Memurların ve kamu
işçilerinin alımında, merkezî sınav ve merkezî yerleştirme uygulaması getirildi,
böylece, kayırmacılık önlendi, görevde yükselmeler, belli ve sağlıklı kurallara
bağlanmış oldu. Spor alanında olumlu
gelişmeler sağlandı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda üstün başarı gösteren
sporculara ve kulüplere ödül verilmesine ilişkin yasa çıkarıldı. Konut Müsteşarlığı
kuruldu. Bu arada, depremzede
yurttaşlarımızla ilgili olarak, çok önemli adımlar atıldı. Depremzedelerin
barınması için, önce, 44 000 prefabrike konut kısa sürede yaptırıldı, yapıldı.
Daha sonra, 40 000 kadar kalıcı konutun yapımı tamamlandı. Konutlarını
kendileri yapanlara hazır konut alanları, orta hasarlı konutlarını onaranlara
geniş yardım sağlandı. Yeni okullar ve
ekdersliklerle, 5 300 derslik yapıldı. Böylece, deprem bölgesinde, 200 000
öğrencilik yeni kapasite yaratıldı. 16 prefabrike sağlık tesisi, 2 kalıcı
hastane yapıldı. 18 hastanenin yapımı tamamlandı ve depremden zarar gören
bölgelerde, altyapı yatırımları da hızla sürdürülüyor ve tamamlanıyor. Depremzedelerin vergi
borçları ile SSK ve Bağ-Kur prim borçları ertelendi. Plan ve Bütçe
Komisyonundan şimdi geçen bir tasarıyla da, deprem bölgesindeki yükümlülerin
deprem öncesi vergi dönemiyle ilgili vergi borçları, hemen hemen tümüyle
silinecektir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Ziraat ve Halk
Bankalarınca, kredi borçları ertelendi; 200 trilyon liradan fazla yeni kredi
açıldı. Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonundan depremzedelere yapılan sosyal yardımlar, 275
trilyon liraya ulaştı. Olası depremlere karşı
daha etkili bir kamu örgütlenmesi için önlemler alındı. Acil Durum Yönetimi
Genel Müdürlüğü kuruldu. Sivil Savunma Teşkilatı çok ihmal edilmişti; fakat,
depremler sırasında, hükümetimiz döneminde büyük önem verildi sivil savunma
örgütlerine ve şimdi, Türkiye'nin her yerinde, bir ihtiyaç olduğu zaman en önce
aranan bir birim haline geldi sivil savunma örgütleri. Ayrıca, sivil toplum
örgütlerinin de, felaketzedelerin imdadına yetişmeleri için gerekli olanaklar,
kolaylıklar sağlandı. Bu arada, Zorunlu Deprem
Sigortası kuruldu. Yapı denetimi düzenlemesi getirildi. Ulusal Deprem Konseyi
kuruldu. İstanbul Deprem Acil Müdahale ve Erken Uyarı Projesi oluşturuldu. Afet
Hazırlık Eğitimi Projesi uygulamaya konuldu. Değerli arkadaşlarım,
ekonomik alanda, krizlerden çıkış sürecine, artık girildi kanısındayım. 11
Eylülde Amerika'da meydana gelen terör eylemlerinden sonra, bildiğiniz gibi,
bütün dünyada ekonomi sarsılmıştı, o arada Türkiye de sarsılmıştı; fakat, çok
şükür, Türkiye, 11 Eylül sürecinden kendini en çabuk kurtaran ülkelerden biri
durumuna geldi. Bu arada, bütün dünyada
dışticaret gerilerken, dışsatımımız hızla gelişmeye başladı. Bu arada, bavul
ticareti bile gelişmeye başladı. Türkiye, bir yandan da,
yakın bölgesindeki ülkelere büyük ölçüde açılmaya başladı, hem siyasal anlamda
hem de ticarî ve ekonomik anlamda bölgesine açılmaya başladı ve bölgesinden
aldığı güçle, daha geniş bir çevreye yayılmaya başladı. Turizm alanında,
hükümetimiz döneminde, büyük bir gelişme oldu. Üretim son haftalarda artmaya
başladı. Ticaret yine son haftalarda canlanmaya başladı ve dediğim gibi, yüksek
fiyattan kazanç yerine sürümden kazancın yeri, yararı ve erdemi anlaşılmaya
başladı. Değerli arkadaşlarım, bu
arada, iş çevreleriyle de yakın ilişki içerisinde, onların sorunlarına çare
arıyoruz. Nitekim, son haftalarda, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin
değerli yöneticileriyle, ekonomiyle ilgili bakan arkadaşlarımız bir araya
geldiler ve birlikte, bazı çözümler üzerinde uzlaşmaya, anlaşmaya vardılar. Bu arada, tarımda
gelişmeye büyük önem vermek kararındayız. Bu arada, özellikle, alternatif
ürünlerin yetiştirilmesine büyük değer veriyoruz. Bu arada, değerli
arkadaşlarım, dediğim gibi, güven verici ve kararlı tutumumuz, Uluslararası
Para Fonuna da Dünya Bankasına da cesaret verdi. Değerli arkadaşlarım,
2002 yılı, çiftçinin, memurun, emeklinin yüzünün gülmeye başladığı tarımın,
sanayiin, ekonominin tümüyle canlanmaya başladığı yıl olacaktır. Bunun
işaretleri şimdiden gelmeye başladı. Yine, 57 nci hükümet
dönemi, dış ilişkilerimizde atılım yılı oldu. Avrupa Birliğinde üye adaylığımız
bu dönemde kesinleşti. Asya'dan Latin Amerika'ya, Afrika'ya, Pasifik ülkelerine
kadar bütün dünyayla siyasal ve ekonomik ilişkilerimiz gelişti. Laik,
demokratik rejimimiz ve Atatürk'ün önderliği bütün İslam âlemine esin kaynağı
olmaya başladı ve tüm İslam ülkeleriyle ilişkilerimiz, gerek siyasal gerek
ticarî ilişkilerimiz son aylarda artmaya başladı. Birçok ülke güvenlik
güçlerimizin sağladığı eğitim olanaklarından yararlanıyor. Afganistan'ın yeniden
yapılanmasına da Türkiye'nin büyük katkısı olacaktır. Türkiye, daha Kurtuluş
Savaşı yıllarında, 1921'de Atatürk'ün direktifiyle -bildiğiniz gibi-
Afganistan'a yardım etmeye başlamıştı, uzmanlar göndermeye, kurmay subaylar
göndermeye başlamıştı ve öylelikle, bir yandan, Türkiye'de, daha yeni bir
devlet kuruluşu çalışmaları başlarken, Türkiye, Afganistan'da da böyle bir
sürecin başlamasına katkıda bulunmak için elinden gelen çabayı göstermeye
başladı. Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1930'lu yıllarda, her alanda
Afganistan'ın kalkınmasına katkılarda bulunuldu. Okulların yapımına, uzman
ihtiyacının karşılanmasına, sağlık tesislerinin kurulmasına büyük gayretler gösterildi.
O arada, yine, Türkiye'nin teşvikiyle Afganistan'da bir konservatuvar bile
kuruldu o yıllarda; fakat, araya İkinci Dünya Savaşı girdi, Sovyetler
Birliğinin işgal dönemi girdi, o yüzden ilişkilerimiz tavsadı; fakat, son yıllarda
yeniden bu ilişkileri canlandırdık ve daha Taliban rejimi işbaşındayken bile
Afganistan Halkının gereksinmelerini karşılamak için en ön planda gayret
gösteren ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti oldu. (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, Afganistan'a,
inşallah barış geliyor, inşallah kalıcı barış geliyor; inşallah diyorum,
ihtiyatla konuşuyorum; çünkü, maalesef, Afganistan'daki rakip kuruluşlar -ki
bunların bazıları silahlı- birbirleriyle bir türlü anlaşamıyorlar; eğer
birbirleriyle anlaşabilselerdi, o son derece zayıf bir örgüt olan Taliban
örgütü, Afganistan'ın hâkimi durumuna gelemezdi. Şimdi, çok şükür, Taliban,
artık, tam, kesin bir yenilgiye uğradı; fakat, maalesef, şimdiden, o rakip kuruluşlar
birbirleriyle tartışmaya, hatta, yer yer kavgaya başladılar. Buna karşı da, biz
elimizden gelen çabayı, telkinleri göstermeye gayret edeceğiz. Herhalde,
Afganistan'da çağdaş bir devlet oluşmasına en ön safta katkıda bulunacak
ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır. (DSP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs sorunu, Türkiye için bir sorun değildir; fakat, nedense, bazı devletler
bunu kendileri için bir sorun gibi görüyorlar. Tabiî, Yunanistan'ın, Kıbrıs
Rumlarının davranışları anlayışla karşılanabilir; ama, onun dışındaki
devletler, Kıbrıs'la neden bu kadar ilgililer onu anlamakta zorluk çekiyorum;
çünkü, Kıbrıs'ta, aslında, insanlık açısından, dünya açısından bir sorun
yoktur, tam tersine, sorun çözülmüştür; çünkü, 1974 Temmuzundan önce Kıbrıs'ta
sürekli çatışma vardı. Bir yandan, Rumların, Türklere soykırım niteliğinde, bir
yandan da, kendi gerillaları arasında çatışmalar, çekişmeler, kavgalar olurdu;
fakat, artık, Kıbrıs Türk Barış Harekâtından beri, Kıbrıs Adası tümüyle,
kuzeyiyle, batısıyla kesintisiz barışa kavuşmuş durumdadır. Yine, Türk Barış
Harekâtından önce Kıbrıs Adası yoksul bir ada idi; Türküyle, Rumuyla yoksuldu;
ama, 1974'ten beri cömertçe yapılan yabancı yardımlardan yararlanarak Kıbrıs
Rumları, kendi ekonomilerini büyük ölçüde geliştirdiler. Kıbrıs Türkleri de,
üzerlerindeki ağır ekonomik ambargolara karşın, küçümsenemeyecek ölçüde
ekonomilerini geliştirme olanağını buldular. Değerli arkadaşlarım, böylece,
aslında, Kıbrıs, barışa, huzura ve refaha, 1974'teki Türk Barış Harekâtıyla
kavuşmuştur. Şimdi, Kıbrıs'ta, uzun
yıllardan beri iki ayrı devlet vardır; bir Kıbrıs Rum Devleti, bir de Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti. Bu iki devletin varlığı, iki ayrı milletin
varlığı gerçeği kabul edilmedikçe, Kıbrıs sorununa, herkesi tatmin edici,
kalıcı bir çözüm bulunamaz. Bunun gözönünde tutulacağını umarım. Tabiî, Sayın Denktaş'ın,
Sayın Klerides ile binlerce mil ötede değil, Kıbrıs toprakları üzerinde
görüşmeye, konuşmaya başlamış olmaları umut verici, sevindirici bir gelişme.
Klerides'in, bu belirttiğim gerçeğin bilincinde olduğundan kuşku duymuyorum;
çünkü, deneyimli bir devlet adamı; ama, bunu içine sindiremiyor olabilir;
fakat, her halde, bu gerçek gözardı edilerek, dediğim gibi, Kıbrıs'a kalıcı bir
sorun bulunamaz. Kıbrıs, birçok ülke için,
aslında sorun değildir; ama, Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili bir davası vardır;
çünkü, yalnız Türkiye, Kıbrıs Türkleri için bir güvence olmakla kalmıyor, aynı
zamanda Kuzey Kıbrıs da, Türkiye için bir güvencedir; bunun da gözardı
edilmemesi gerekiyor. Değerli arkadaşlarım,
bölgemizde bizi kaygılandıran bir sorun da, İsrail-Filistin sorunudur.
Maalesef, bu iki ulus, bu iki toplum bir araya gelip yaşama olanağını şimdiye
kadar bulamadılar. Bunun türlü dış etkenleri, türlü iç nedenleri var. Bu arada
şunu bilerek söyleyebilecek durumdayım: Gerek Filistinlilerin gerek
İsraillilerin en başta güvendikleri millet Türk Milleti. Onun için, bizim,
Filistin ve İsrail'deki soruna, çözüm arayışlarına ön safta katkıda bulunmamız
gerekiyor, bu konuda da elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği'yle, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda iki yıldan
uzun süren tartışmalarımız olumlu bir sonuca ulaştı. Bizim gibi NATO üyesi
olan; ama, Avrupa Birliği üyesi olmayan devletler, bizi, sessizce uzaktan
izlediler. Biz, tartışmayı tek başımıza yürüttük; hiçbir ödün vermedik ve
olumlu sonuca ulaştık. Sayın Çiller, biraz önce
konuşmasında, NATO'daki veto yetkimizden vazgeçtiğimizi söylüyordu; bunun,
gerçekle bir ilgisi yoktur; Türkiye, uzun zamandan beri NATO'nun önde gelen bir
devletidir. Bu NATO'daki veto hakkını kaldırması, bu veto hakkından vazgeçmesi
için de hiçbir neden yoktur ve bundan vazgeçmemiz söz konusu değildir. (DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği ordusunun, NATO olanaklarından yararlanmaksızın, kendi başına
yapacağı çalışmalarda da Türkiye'ye danışılacaktır. Avrupa Birliği'nin kendi
başına gerçekleştireceği harekâtlarda, Türkiye'nin haklarına ve güvenliğine
asla gölge düşürülmeyecektir. Kaldı ki, değerli arkadaşlarım, Balkanların,
Kafkasya'nın, Ortadoğu'nun ve Ortaasya'nın kapsayacağı operasyonlarda
Türkiye'nin dışlanması olanaksızdır; (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) çünkü,
bu saydığım bölgelerde, Türkiye, aslında, Avrupa Birliğinden daha etkili bir
konumdadır. Bizim etki alanımızın Orta Avrupa'dan, Ortaasya'ya kadar uzandığı
artık bellidir. Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası için, yaklaşık ikibuçuk yıldır süren görüşmelerimizi, Avrupa
Birliği adına İngiltere yürütmüştür; Amerika Birleşik Devletleri de yardımcı
olmuştur; varılan sonuçların, Avrupa Birliği kurumlarında da onaylanacağını
umuyoruz. Eğer onaylanmazsa, bundan Türkiye değil, Avrupa zararlı çıkacaktır.
(DSP sıralarından alkışlar) Bu konuda vardığımız sonuç Türkiye açısından
tarihsel önem taşımaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılının Türkiye'si, 2001 yılının Türkiye'sinden hem
yurtiçinde hem de yurtdışında çok daha güçlü olacaktır. Avrupa Birliği üyeliği
yolunda hızımız, bütün dünyada da saygınlığımız artacaktır; bunlara inanıyorum.
Atatürk'ün, Türk toplumunda, en ağır koşullar altında uyandırdığı özgüven
duygusu, inanıyorum ki, yeniden canlanacaktır. Bu düşüncelerle, 2002
yılı bütçesinin Büyük Millet Meclisimizin tüm üyelerine ve bütün ulusumuza
hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta
alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Başbakan. Sayın milletvekilleri,
şahısları adına lehinde ve aleylinde söz isteyen milletvekillerini okuyorum
efendim: Edirne Milletvekili Şadan Şimşek, Ankara Milletvekili Zeki Çelik,
Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Ağrı Milletvekili Nidai Seven, Hakkâri
Milletvekili Evliya Parlak, Afyon Milletvekili Gaffar Yakın; aleyhinde, Adana
Milletvekili Yakup Budak, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım, Konya
Milletvekili Lütfi Yalman, İçel Milletvekili Yalçın Kaya. Şimdi, söz sırası,
lehinde, Edirne Milletvekili Sayın Şadan Şimşek'te. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesinin tümü üzerinde,
şahsım adına söz almış bulunuyorum; öncelikle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. 10 gündür, 2002 malî yılı
bütçesi üzerinde yapılan konuşmalarda, bazı arkadaşlarımız geçmiş
alışkanlıklarını bırakmamakta, haklı haksız tenkitler ve popülist yaklaşımlarla
"seçmene selam, yola devam" mantığı güdülmektedir. Bu görüşmeler
esnasında, bazı konuşmacı arkadaşlarımız, geçmişi unutup, bugünkü içborç
dışborç stokları, dolardaki kur artışları, kamu bankalarının görev zararları,
temel tüketim maddeleri fiyat artışları ve bütçe sapmalarıyla ilgili rakamlar
verdiler; ancak, bilindiği gibi, bugünlere ne 1 günde, ne 3 yılda, ne 5 yılda
gelinmedi. (Gürültüler) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- 100 yılda gelindi!.. BAŞKAN - Bir dakika,
Sayın Şimşek... Lütfen, sükûneti
sağlayalım efendim, hatibin konuşmasını ben bile duymuyorum. Buyurun. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Biraz eskilere dönerek, hafızalarımızı yenilemek için, Meclis tutanaklarından,
1991 yılından 1997 yılına kadarki bütçeler üzerinde yapılan konuşmaları
incelediğimizde, ülkenin ekonomik durumunun bugünden farklı olmadığını, hatta
daha kötü durumda olduğunu görmekteyiz. Değerli milletvekilleri,
amacım polemik yaratmak değildir; ama, geçmişi bilmeyenler, ders almayanlar
geleceğini göremezler. Yapmış olduğum araştırma ve incelemelerimde, 1991 ilâ
1997 yılları arasında, az sonra göstereceğim grafikte görüleceği üzere,
vereceğim rakamlarla, bugünlere nereden ve nasıl gelindiğini birkaç örnekle
sizlere hatırlatmak istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından
gürültüler) NECMİ HOŞVER (Bolu) -
Öğrenmeye başlamışsın!.. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Bugüne gel... BAŞKAN - Sayın Söylemez,
bir dakika... ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
1991 yılında içborç stokları 97 trilyon iken, 1997 yılına gelindiğinde, 6
katrilyon 283 trilyona ulaşmış; artış 67 kat. Sevinmeyin; yüzde 6 700 olmuştur.
(DSP sıralarından alkışlar) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Niye 2001 yılına gelmiyorsun? 2001'e gel. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Onu Genel Başkanınız verdi Sayın Söylemez. (DYP sıralarından gürültüler) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Yanlış öğrenmişsin. BAŞKAN - Efendim, bu
tarafa çevirin; muhalefet görmek istiyor. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
1991 yılında, dolar alış kuru 5 000 liradan, 1997 yılında 205 000 liraya
çıkmış. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, 41 kat... Yani, artış yüzde 4 100
olmuştur. (DSP sıralarından alkışlar). H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)-
Son 5 yılı saymıyor musun?!.. Sildin mi son 5 yılı?!.. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)-
Çiftçi ve esnafımıza düşük faizli kredi verdik diye övünülen; ancak, görev
zararı yazdırdıkları Ziraat Bankası, Halk Bankası toplam borç yükünün 1997
yılında 15 milyar 384 milyon dolar olduğunu da unuttular. (DSP sıralarından
alkışlar) Bu da, yaklaşık 24 katrilyon liradır. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) İşte, burada... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)-
Tabiî ki, bilmiyorsun; dersini iyi öğrenememişsin sen!.. 2001 yılına gel!.. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)-
Kamu bankalarının o zamanki genel müdürleri oturmaktadır karşımızda!.. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)-
Sayın Çiller'i dinlememişsin sen... BAŞKAN- Telaş etmeyin
efendim; topu topu 3 tane afiş gösterdi yani.. Telaş etmeyin!.. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)-
Temel tüketim maddelerinde ise durum hiç farklı değildir. 1991 ile 1994 yılları
arasında, ister üç yıl deyin, ister dört yıllık fiyat artışlarına baktığınızda,
örnek vermek gerekirse: Çiftçimizi yakından
ilgilendiren DAP gübresinin 1 torbası 35 000 liradan 650 000 liraya çıkmış;
artış yüzde 1 750 olmuştur. (DSP, MHP sıralarından alkışlar) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)-
1991 bütçesini mi görüşüyoruz, 2002 bütçesini mi?!.. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)-
Mazot, 2 710 liradan 13 030 liraya çıkmış; artış yüzde 380 (DSP, MHP
sıralarından alkışlar) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)-
Nerede kalmış bunlar; çağdışı, çağdışı!.. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)-
Tüpgaz, 27 500 liradan 156 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 467 300 gram ekmek, 900
liradan 5 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 455 Kıyma, 20 000 liradan 180
000 liraya çıkmış; artış, yüzde 800 Şeker, 3 040 liradan 24
500 liraya çıkmış; artış, yüzde 705 Kömürün tonu 390 000
liradan 4 500 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 1 050 olmuştur. (DSP sıralarından
"muhalefet sıralarına dön, o tarafa dön" sesleri, alkışlar) 1991-1997 yılları
arasındaki dönemde bütçelerde sapmalar, yüzde 48 ilâ yüzde 251 arasında
gerçekleşmiştir. (DSP, MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bütçe sapmalarından ziyade, yüzde 12 ilâ yüzde 28 arasında değişen ek bütçelerle
ödenek alma yoluna gidilmiştir. 5 Nisan kararlarının
genel bir değerlendirmesine baktığımızda, her 100 liralık vergi gelirinden,
1991 yılında 60 liranın, 1993 yılında da 104 liranın, borç olarak alınan
anapara ve faiz ödemelerine gittiği görülmektedir. Hayvancılıkla ilgili
durum da iç açıcı değildir. Daha önceden ilan edilmiş ödenekler bütçede
ayrılmadığından, üreticilerimiz tarafından otun, ete ve süte dönüştürülmesi
mümkün olmamış, yani, hayvancılık batmış ve bugünlere gelmiştir. (DSP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından
"Bravo!" sesleri, alkışlar!) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bravo!. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
1995 yılında Gümrük Birliğine girilmiş, ancak, bu uygulamanın, sadece 1996
yılında ülkemize maliyeti yaklaşık 1 milyar 200 milyon dolar olmuş, buna
karşılık, Avrupa Birliğinden sağlanacak kredi ve diğer malî kaynaklara, ne
hikmetse bir türlü ulaşılamamıştır. (DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- O zaman niye çıkmıyorsunuz Gümrük Birliğinden? ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Ülkemizdeki ekonomik olumsuzlukların giderilmesi ve enflasyonun düşürülmesi
için 500 günler istenmiş, fakat, 1991 ilâ 1995 yılları arasında geçen 1 440
günlük sürede, ülkemizin durumu iyiye gideceği yerde, daha kötüye gitmiştir
arkadaşlar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Bu tezahürat
niye?! ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Verilen rakamlardan anlaşılacağı üzere, sorunların, kartopu gibi başlayıp, çığ
halinde bugünlere geldiği aşikârdır; yani, hastalık kronik hale gelmiştir.
İşte, 57 nci hükümet, kararlı, tutarlı bir politikayla bu kronik hastalığı
tedavi etmekle uğraşmaktadır. Değerli milletvekilleri,
biraz önce verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi, şu anda ülkemizin içinde
bulunduğu ekonomik olumsuzluklar birdenbire ortaya çıkmamıştır. Geçmişte
yapılan hataları bertaraf etmeye çalışarak, IMF ile stand-by anlaşmasını iptal
edip, Türkiye kredi notunu eksiye düşürerek, enflasyonu yüzde 150'lere çıkaran "dışborç
almadık" diye övünüp, içborç stokunu artıran, ülkemizin bugünkü durumlara
gelmesine neden olan, 1995-1996 yıllarında Toprak Mahsulleri Ofisini açmayıp,
çiftçimizin ürünlerinin harmanda kalmasına sebep olan "dünyada ilk defa
Avrupa Birliğine girmeden Gümrük Birliğine giren tek ülke biziz" diyen, o
da yetmeyip, 1996 yılında, yandaşlarını zengin etme zihniyetiyle sınır
ticaretini açıp, dışarıdan tarımsal ürünler getirerek, başta çiftçimiz olmak
üzere, ülkemizin bu hale gelmesinin müsebbibi olanlar 5 Nisan kararlarıyla
bankalardaki mevduatları devlet güvencesine aldıklarını ne çabuk unuttular.
(DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) El konulan bankaların,
bugün, karşımıza "hortumlandı, yolsuzluk yapıldı" diye ortaya
çıkarılmasını anlamak mümkün değildir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Zaman tünelinden çık artık! ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Şu unutulmamalıdır ki, halkımız, bu bankaların sahiplerinin kimler olduğunu ve
bu bankacılık iznini kimlerden aldıklarını çok iyi bilmektedirler. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bir sor bakalım kimmiş onlar. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Çarpık ekonomiyi yaratan, finans çevrelerine peşkeş çeken, rant ekonomisini
yaratıp, insanları üretime değil faize yöneltenler kimler acaba?! (DSP ve MHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bugün uygulanan
vergilerin bazıları 1994 yılında konulmadı mı? Çiftçi adına, esnaf adına, KOBİ
adına ahkâm kesenler, geçmişte ne yaptıklarını, salma vergi getirdiklerini,
kamu bankalarına görev zararı yazdırdıklarını ne çabuk unuttular. (DSP ve MHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yurt dışından buğday,
ayçiçeği, şeker gibi tarımsal ürünleri getirip ithalatı artıran, çiftçimizin
bugünlere gelmesine yol açan nedenlere iyi bakılması gerekir. Değerli milletvekilleri,
kuşkusuz, geçmişte yapılanları burada söylemek, ülkemizin ekonomik kriz
ortamından çıkmasını sağlamaz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Söyle, söyle!.. Yarım bırakma! ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Bunları söylememin nedeni, geçmişi tamamen unutanlar içindir. (DSP ve MHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hadi, hadi!.. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Geçen yüzyıla git, geçen yüzyıla! ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Bu tür konuşmalar yapılarak, çiftçimizin, esnafımızın, emeklimizin, memurumuzun
gelir dağılımı dengesizliğinin giderilemeyeceği, işsizliğe, yoksulluğa,
yolsuzluğa çözüm getiremeyeceği aşikârdır. Siyasî düşüncemiz ne
olursa olsun, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için önlem alıp, gereken
yasal düzenlemeleri yapmak hepimizin görevidir. Tüm bu olumsuzluklara ve
bütçe imkânlarının kısıtlı olmasına rağmen, geçmişte, politik nedenlerle seçim
zamanı atılan temeller yirmi yıldan beri tamamlanmaya çalışılmaktadır. Değerli milletvekilleri,
1970'li yıllarda, Köy-Kent Projeleri başlatılmış, o zaman, hükümet olarak zaman
yetmediği için hayata geçirilememiştir. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Türkiye köy oldu zaten... ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Eğer, o dönemde vakit olsaydı, köy-kentler hayata geçirilebilseydi, bugün,
köylümüz, köyünde oturup, yerinde temel ihtiyaçlarını karşılayacak bütün
olanakları bulacaktı, karnı doyacaktı, köyü bırakıp şehre göç etmeyecekti. Vakit geç değil... Köylü,
şehirde oturmaktan mutlu değil. Köyünde, ekonomik, sosyal olanakları
sağlandığında, yıllardır hayal edilen Köy-Kent Projesi uygulandığında, köye
dönüş yaşanacaktır. Bunun da en canlı örneği, Ordu İli Mesudiye'deki köy-kent
uygulamasıdır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP
sıralarından alkışlar!) Köy-Kent Projesinin
uygulanması için, ülkemizin tüm illerinde olduğu gibi, Edirne İlimiz
köylerinden de Köy-Kent Projesine talep çok fazladır. 57 nci hükümetimiz
tarafından, birçok ilimizde, 2002 yılında, Dünya Bankasının da destekliği köy-kentlerle
ilgili çalışmalar yapılacağı inancındayım. Köy-kentlere hayal diyenler,
inanmayanlar, gerçeğin ta kendisini Ordu'da görmüştür, Ordu- Mesudiye'de
görmüştür. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar!..) Değerli milletvekilleri,
geçmişe baktığımızda, seçim zamanlarında, oy kaygısıyla adam alınarak, hantal
bir yapıya sokulan Köy Hizmetlerimizin gerçek gücüne kavuşturulmasıyla, bir
türlü bitirilemeyen işler, son üç yıldan beri, il özel idarelerimizin de
katkılarıyla, program harici pür emanet yöntemiyle, asfalt yollarımız, sulama
göletleri ve arazi toplulaştırmaları yapılmış, köylere içmesuyunun getirilmesi
sağlanmıştır. Bazı yuvarlak masa enteli geçinenlerin, tüm personeliyle, son
yıllarda böylesine başarılı çalışmalar yapan Köy Hizmetlerinin kapatılması veya
devredilmesi yönündeki anlamsız ve popülist yaklaşımları anlamak mümkün
değildir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından
alkışlar!) Değerli milletvekilleri,
görüştüğümüz 2002 yılı bütçesinin öngördüğü şu hedeflerin gerçekleştirilmesi
planlanmaktadır: Bütçe açığı, gayri safî
millî hâsılaya göre düşürülerek, yıllardır ortaya çıkan artış eğiliminin, düşüş
eğilimine girmesinin sağlanılması, İçborçlanma ihtiyacı en
alt seviyede tutularak, faiz oranlarının düşürülmesi, Ülkemizdeki enflasyonu,
Avrupa Birliği kriterlerine, yani, tek haneye indirme hedefinin
gerçekleştirilmesi, Kamu harcama ve reformu
gerçekleştirilerek, yıllardır yaşanan israf ve savurganlığın önüne geçilmesi, Kamu çalışanlarının,
enflasyon karşısında reel gelirlerinin korunması, Devlet ihalelerinde
şeffaflığı, rekabet ve kamuoyu denetimi sağlanılması hedeflenmektedir. Ayrıca, seçim yörem
Edirne'de kronik hale gelen, çiftçimizin ekonomik sorunlarının temel nedeni,
yıllardır sürdürülebilir ve etkin bir tarımsal destekleme politikasının
geliştirilmemesidir. Bu, yalnız Edirne'nin değil, ülkemizin sorunudur. Bu
sorun, bütçede açıkça hedeflenen sürdürülebilir ve etkili bir yeni tarımsal
destekleme politikası oluşturulmasıyla çözümlenecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu hedefler başta olmak üzere, diğer hedeflerle birlikte,
yarınlarımıza, çocuklarımıza, borçsuz, refah, huzur içinde yaşayacakları bir
Türkiye bırakmak dileğiyle, 2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve
yurttaşlarımıza hayırlı olması dileğiyle, ulusumuzun Şeker Bayramını ve yeni
yılını kutluyor... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Şeker Bayramı değil, Ramazan Bayramı. ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) -
...Yüce Meclisi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (DSP; MHP ve ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP, AK Parti ve SP
sıralarından alkışlar) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Bilmeden konuşuyorsun, gel de doğrusunu öğreteyim sana. 1991 yılını değil,
2001 yılını konuş. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. (DYP sıralarından "süre çok geçti" sesleri) Efendim, "hep bana
hep bana" diyorsunuz; size tolerans tanırken iyiydi de... Sayın Başbakan 3 dakika
eksik konuştu, ne olmuş yani. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)
- Sayın Başkan, 2002 bütçesindeyiz; ama, 1991'de kalmış arkadaş, 2001'e gelsin.
(DSP sıralarından gürültüler) Öğreniyorsunuz yavaş
yavaş; ama, yanlış. Öğreneceksiniz, siz de öğreneceksiniz. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı tezahüratı bırakalım. HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Sayın Başkan, arkadaşımın sözünün bir yerini anlayamadım ben, onu anlamak
istiyorum. "ayvan" mı "hayvan" mı, onu anlayamadım ben; onu
bir açıklarsa Sayın Başkan!.. BAŞKAN - Efendim,
zabıtlarda var; şiveye göre değişir bu. Bütçenin aleyhinde, Adana
Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) YAKUP BUDAK (Adana) -
Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla
selamlıyorum. On gündür, burada, 2002
yılı bütçemizi tartışıyoruz; çok değerli bakanlarımızı dinledik, çok değerli
üyelerimizi dinledik, en sonunda da Başbakanımızı dinledik, gerçekten, nasıl
bir Türkiye'de yaşadığımız noktasında, biz de hayretler içerisinde kaldık. (SP
sıralarından alkışlar) Bu yetkilileri dinlerken,
özellikle Sayın Başbakanı dinlerken, acaba, Sayın Başbakanımız, Türkiye'de mi
yaşıyor, başka bir yerde mi yaşıyor hissiyatına kapıldım. (SP, DYP ve AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Türkiye'nin değil, sanal ülkenin başbakanı! YAKUP BUDAK (Devamla) -
Ve öylesine bir tablo çizdiler ki, bu hükümet bu kadar başarılıydı da, acaba,
Başbakanlığın sokağı demir parmaklıklarla niye çevriliyor?! (SP, DYP ve AK
Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Başbakanı çalmasınlar diye! YAKUP BUDAK (Devamla) -
Bu hükümet bu kadar başarılıydı da, demir parmaklıklar yetmiyor, elektronik
cihazlarla donatılıyor; o da yetmiyor, âdeta, içkale dışkale gibi polis
çemberleriyle çevriliyor. Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan?! Ama, ben, şöyle
düşünüyorum: Galiba, 70 000 000 insan, bu başarılar karşısında, Başbakanı
tebrike geliyorlar, izdiham meydana geliyor, bu izdihamı önlemek için, Sayın
Başbakan bu engelleri koyuyor zannediyorum! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) Yoksa, Sayın Başbakan,
kusura bakmayın; ama, acaba, gelenler, kafama bir yazarkasa fırlatır da kafama
değer diye mi yaptırıyor bunları?! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar;
DSP sıralarından gürültüler) Onun için, arkadaşlar, pembe tablolara gerek yok. Değerli arkadaşıma
teşekkür ediyorum, sanki sokaktaki pankartları görmüyorlarmış gibi, burada
farklı pankartlar gösteriyor. Onlara tavsiye ediyorum, işçinin, memurun,
sendikacının, sanayicinin pankartlarını okuyun Allahaşkına! Milletten bu kadar
kopuk bir iktidarı, herhalde, Türkiye Cumhuriyeti hiç yaşamamıştır. Öyle başarılı bir Türkiye
ki, 78 yılda 36 katrilyon içborç
yapılmış, bu, 10 ayda 113 katrilyona çıkarılmış. (SP, DYP ve AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu başarı, Allahaşkına kimin başarısıdır? 78 yılda, 36
katrilyon içborç, 10 ayın içinde... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Nefes alarak konuş, anlaşılmıyor. BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Anlaşılmıyor, biraz nefes al. YAKUP BUDAK (Devamla) -
78 yılda 36 katrilyona çıkarılmış, 10 ayda 113 katrilyona çıkarılmış; sizleri
tebrik ediyorum. Şimdi, sanal bir bütçe,
sanal bir Bakanlar Kurulu, sanal bir hükümet var. Bu hükümet hiç olmasaydı, bu
kadar hortumlama olmazdı zaten. Bu bankalar hortumlanırken, bu bankaların içi
boşaltılırken, Allahaşkına, siz, hükümet görevi mi yapıyordunuz, bostan
korkuluğu muydunuz?! (SP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)
Bostan korkuluğu muydunuz diye sizlere soruyorum. BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Siz iktidardayken bir tane yakaladınız mı? YAKUP BUDAK (Devamla) -
Onun için, bu başarılarınızı burada değil, Sayın Başbakanı dinlerken, sanki,
önümüzdeki yapılacak seçimin seçim vaatleri gibi dinledim. Sayın Başbakan,
burada anlatıyorsunuz, çıkın meydanlara, o demir parmaklıkları kaldırın, polis
kordonlarını kaldırın, halkla kucaklaşın. Siz, halkı da çok seversiniz, halkçı
bir kökenden geliyorsunuz, halktan niye kaçıyorsunuz, niye ürküyorsunuz, niye
korkuyorsunuz?! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Onun için, köy-kentlerden
bahsediyorsunuz. Türkiye'deki bütün kentleri zaten köy haline getirdiniz. Bakın
bakalım, köylerde içecek su mu kaldı? Şehirlere bir bakın bakalım, vatandaş,
ekmek kuyruğunda. 55 inci, 56 ncı, 57 nci hükümetin en fazla mağdur ettiği
kesim çiftçimizdir, köylümüzdür, emeklimizdir, işçimizdir, işsizimizdir,
memurumuzdur. Bakın bakalım, memur ne hale gelmiş, emekli ne hale gelmiş... Emekli olmuş adam, ekmek
dağıtılan kamyonların içerisine, çamur deryasına dalıyor; bu mudur başarı
Allahaşkına, bu mudur başarı?! Memuru çok seviyorsanız, memurun maaş ücretleri
buraya geldiği zaman niye artırmıyorsunuz, niye onun derdine çare
olmuyorsunuz?! Sanal bir bütçe ve o bütçenin etrafında da, kendi sırça
köşklerinde yaşıyorlar, güya, çözüm ürettiklerini zannediyorlar. Neden bu böyle oluyor
biliyor musunuz; bu hükümetin iradesi yoktur, bu hükümetin planı yoktur,
programı yoktur. Programı olmadığı için, birileri, dışarıdan getiriyorlar, bir
adam veriyorlar, o adamın dediğini kulaklarına fısıldıyorlar, yaptırıyorlar. Bu
hükümetin programı yoktur, IMF programı vardır, Dünya Bankası programı vardır.
Bu hükümet, Türkiye'nin bağımsızlığına, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin
üzerine büyük bir gölge düşürmüştür. Neden? Bir üst kurula
görevlendirme yapılıyor bir Şekerin. Oradan, IMF'den diyorlar ki, olmaz, bu
adamları çıkarın; çıkarılıyor; 100 000 işçiyi emekli edin, edelim efendim; şu
fabrikaları kapatın, kapatalım efendim... allahaşkına, siz kimsiniz yahu?! Siz
kimsiniz, bu milletin hükümeti misiniz, IMF'nin ve Dünya Bankasının memuru
musunuz Allahaşkına?! (SP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar; DYP
ve AK Parti sıralarından alkışlar) Böyle pembe tablolar
çizemezsiniz, çizdiğiniz zaman, millet size cevabını verir. Şimdi, Başbakan
"ben, köylüye çok hizmet ettim" diyor. Doğrudur. Şimdi, elimde,
Ceyhan Ticaret Odasının bir yazısı var; Başbakana okuyacağım: "Başbakanın
dünyası ayrı, halkın dünyası ayrı, çiftçinin dünyası ayrı, emeklinin dünyası ayrı,
70 milyonun dünyası ayrı, iktidardakilerin dünyası çok daha farklı!" İşte,
o çok hizmet ettiğiniz Ticaret Odası Başkanı yazı yazıyor. Şüphesiz, sayın
bakanlarımıza da dağıtılmak üzere yazmıştır. HASAN GÜLAY (Manisa) -
Sen yazmadın, değil mi?! YAKUP BUDAK (Devamla) -
Ne diyor, biliyor musunuz; bakın, ne diyor: "Çalışana, üretene destek
vermeyen, reel sektörü baltalamaya çalışan bir ekonomi programının uygulanması,
ekonomiyi daraltması ve özellikle o bölgede mısırda görülen hastalıklar sonucu,
fabrikalar çalışmıyor. Üretici ve çiftçi hapse giriyor." Sayın Başbakana
soruyorum: yetmişsekiz yıllık cumhuriyet tarihinde kaç tane çiftçi hapse
girmiştir, sizin şu 57 nci hükümet zamanında kaç tane çiftçi hapse girmiştir?
Bunun bir tablosunu ortaya koyabilir misiniz? (SP sıralarından alkışlar) Öyle, on yıl, yirmi yıl,
otuz yıl geriye gitmeye gerek yok; bu yılı düşünüyoruz, 2001 yılını söylüyoruz.
Geçen sene buraya geldiniz; dediniz ki: "Enflasyon yüzde 10 olacak."
Öyle bir başarı gösterdiniz ki, öyle büyük bir başarı gösterdiniz ki, yüzde 10
hedefini koydunuz! İşçiye, memura yüzde 10 verdiniz, arkasından da, enflasyon,
yüzde 95'lere tırmandı! AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Enflasyon farkı verildi. YAKUP BUDAK (Devamla) -
Sapma nedir; yüzde 900. Allahaşkına, yeryüzünde, koymuş olduğu hedef yüzde 900
sapan başka bir hükümet var mıdır?! (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Siz, buna da başarı mı
diyorsunuz?! Eğer, bu kadar başarılıysanız, halk "Seçim... Seçim...
Seçim..." diyor, "Gidin... Gidin... Gidin..." diyor; halka
gidin! Madem, bu kadar başarılısınız, niye korkuyorsunuz?! MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sakin ol!.. YAKUP BUDAK (Devamla) -
Onun için, bu gidişat yanlıştır. Kendinize de zarar veriyorsunuz, millete de
zarar veriyorsunuz; emekliye de zarar veriyorsunuz. Eskiden, emekli maaşları
tespit edilirken katsayı sistemi vardı, onu değiştirdiniz, enflasyon oranında
dediniz, sanal enflasyon rakamlarıyla, emekliyi ezim ezim ediyorsunuz. Gidin
bakalım, emeklinin tenceresinde ne kaynıyor? Kar yağıyor; gidin bakalım, kömürü
var mı? Emekli, geçen sene,
aldığı maaşla 1 ton kömür alabilirken, bugün yarım ton kömür alabiliyor.
Beğenmediğiniz Refahyol Hükümeti, buğdaya 47 sent vermişti. Bu sene siz kaç
sent verdiniz; 10 sent verdiniz, 10 sent!.. Buna mı başarı diyorsunuz?! Çiftçiyi
öldürdünüz, pamuk ve buğday üreticisini öldürdünüz. Bir arkadaşım diyor ki
"İthalat kapıları açıldı" Sayenizde açıldı. Bugün, Türkiye, bütün
tarım ürünlerinde en büyük ithalatçı ülke haline gelmiştir. İzmir Bölgemizde,
Antalya Bölgemizde, Çukurova Bölgemizde çiftçimize para vermiyorsunuz. Türkiye,
bugün, dünyanın en önemli pamuk ihracatçısı ülkesiyken, ithalatçısı ülke
konumuna gelmiştir. Bu başarınızdan dolayı kutluyorum. Zannediyorum, millet
-eğer içine karışırsanız- sizi de kutlayacaktır diye düşünüyorum. (SP
sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlar,
başarılarınız varsa, halktan korkmazsınız, söylenilenlerden korkmazsınız. Onun
için, hangi ülkede yaşadığınızı bir düşünün, bir değerlendirin, ekonomik
verileri bir ortaya koyun diyorum. Efendim, dolar şurdan şuraya gelmiş
diyorlar. Geçen yıl bütçeyi konuşurken dolar kaç paraydı Türkiye'de?.. Kaç
paraydı; 678 000 lira idi. Şimdi, yeni bir bütçe konuşuyoruz. Dolar kaç para; 1
500 000 lira olmuş. Allahaşkına, dünyanın hangi ülkesinde döviz kurunda yüzde
150 artışı gerçekleştirme başarısını sizin gibi gösterebilmiş başarılı bir
hükümet vardır. Var mı başka?.. (SP sıralarından alkışlar) Ve ondan sonra da
otuz yıllık, kırk yıllık hesaplara dönüyorsunuz; yirmi yıl ötesine, otuz yıl ötesine
gidiyorsunuz. O köy-kentleri falan boşverin siz; milletin yakacağı yok, odunu
yok, kış gününde çocuğuna verecek ekmeği yok. Gidin bakalım okullara. Geçen gün
bir ilkokula gittim. Öğretmen bana diyor ki "Sabahleyin çocuklar daha ilk
saatte uyumaya başlıyorlar. Öğretmenim niye uyuyorlar! diye sordum; o da
"Çünkü, gelen çocukların yüzde 60'ı sabah kahvaltısı yapmadan
geliyorlar" dedi. Niye yapmıyorlar; galiba, annelerinin ve sizin
tavsiyenize uymuyorlar dedim. "Keşke öyle olsa; araştırdım, bunların
ailelerinin yüzde 50'sinin, sabah kahvaltısını çocuklarına verecek imkânı
yok" dedi. Nerede bunu söylüyor; Ağrı'da söylemiyor, Hakkâri'de
söylemiyor, Ankara'nın göbeğinde söylüyor. İşte, böylesine güzel bir Ankara'yı
inşa ettiniz. Gidin, o sekiz yıllık uygulamanın ilkokullarda verdiği meyveleri
güzelce bir izleyin. Gönlünüz eğer elveriyorsa, uzağa gerek yok... BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) -
Hangi okul?.. YAKUP BUDAK (Devamla) -
Laf atmaya gerek yok. AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Hangi okul olduğunu söyle. YAKUP BUDAK (Devamla)-
Mamak'a gidin, Keçiören'e gidin; gidin de gidin... Hangisine giderseniz gidin.
İkili öğretimi bitirecektiniz... AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Doğruyu söylemiyorsun işte. Doğruyu söyle. YAKUP BUDAK (Devamla)-
Gidin, milletvekili lojmanlarında ikili öğretim yapılıyor mu yapılmıyor mu, ona
bir bakın. Hani hükümet programınızda vardı?!. AYDIN TÜMEN (Ankara)-
Hangi okul o gittiğin okul?.. Hangi okul olduğunu söyle. BASRİ SİPAHİ (İstanbul)-
Hangi okul?.. Allah için, bu mübarek günde hangi okul olduğunu söyle. YAKUP BUDAK (Devamla)-
Başkent İlköğretim Okuluna git. Git, git!.. Milletvekili lojmanlarındaki
ilköğretim okuluna git. İkili öğretim mi yapılıyor, tekli öğretim mi yapılıyor,
o zaman görürsün. Muhterem arkadaşlar, her
şey sanal, her şey. Böyle bir hayal âleminde yaşıyor bu hükümet; ama,
uyandıkları zaman çok geç olacak, Türkiye'ye de yazık olacak. Türkiye, dışpolitikada en
başarılı günlerini yaşıyormuş!.. BASRİ SİPAHİ (İstanbul)-
Allah için, hangi okul olduğunu söyle. BAŞKAN- Efendim, son 2
dakikanız... YAKUP BUDAK (Devamla)-
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Allahaşkına, bu başarı,
dışpolitikanın neresinde yahu! Dünya Bankasının, IMF'nin üçüncü sınıf bir
memuru geliyor, burada sayın bakanlarımız, o memurlarla basın toplantısı
yapabilmek için kuyruğa giriyorlar. Bu mudur dışpolitikadaki başarı?! (SP
sıralarından alkışlar) Ben utanıyorum şahsen. Sayın bakanlarımız üçüncü sınıf
bir memurla basın toplantısı yapabilmek için kuyruğa giriyorlar. Bunu sizin
yüreğiniz kaldırıyor mu, buna başarı mı diyorsunuz?!. Bilmem şu kadar para alabilmek
için mektup yazsak mı, yazmasak mı; adamlar bize telefon etmediler, edecekler
mi?!. Ne yapacaklar; kaşlarını oynattılar, gözlerini fırlattılar!.. Nedir
allahaşkına!.. Böyle dışpolitika mı olur yahu! Siz hükümet değil misiniz?! Onurlu,
şanlı tarihimizde böyle hükümet mi olunmuştur yani?! O beğenmediğiniz Osmanlı
sultanları bile, ayağa kalktıklarında Avrupa krallarının bacakları titriyordu.
Sizin bacağınız da, Dünya Bankasının memurları geldiği zaman titriyor. (SP ve
DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN- Efendim, son 1
dakika... YAKUP BUDAK (Devamla)-
Muhterem arkadaşlar, maalesef, ithal adamlarla Türkiye kurtulmuyor, ithal
reçetelerle de Türkiye'nin mutluluğa ve barışa götürülmesi mümkün değildir.
Siz, bu yaptığınız şeylerle en büyük kötülüğü... Belki, ekonomik sorunlar çok
kısa sürede çözülebilir; ama, Türk toplumunun bünyesinde onulmaz sosyal yaralar
açıyorsunuz; çünkü, enflasyonun yüzde 90 olduğu yerde, devalüasyonun yüzde 100
olduğu yerde, işsizliğin çok büyük rakamlara yükseldiği bir yerde, bir senede 1
500 000 insanın işsizler kervanına katıldığı bir ülkede hırsızlığı
önleyemezsiniz, ahlakı koruyamazsınız, eğitim seviyesini yükseltemezsiniz,
dışarıda onurumuz ve şerefimiz de artıyor diyemezsiniz. Bunları aşağıya
indirebilmek için de, yatırıma para ayırmanız gerekir; yatırıma bütçede
ayırdığınız pay da, bütçenin yüzde 5'idir. Böyle mi bu ülkeyi
kurtaracaksınız diyorum ve hepinize saygılar sunarken, gelin, gitmiş olduğunuz
bu yanlış yoldan çekilin diyorum, halkın önünden çekilin diyorum, Türkiye'nin
önünden çekilin diyorum. Saygılar sunuyorum. (SP,
DYP ve AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
görüşmeler bitti. Sayın milletvekilleri,
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, 2002 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarısının, Katma Bütçeli İdareler 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının ve
de 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık
oylamalarını yapacağız. Her dört kanun
tasarısının açık oylamasının, sırasıyla ve elektronik oylama cihazıyla
yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam) BAŞKAN - Şimdi, 2002 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz. Sayın milletvekilleri,
sisteme giremeyen arkadaşların pusula göndermelerini, vekâleti olan sayın
bakanların, vekâlet ettikleri bakanın adını soyadını yazarak pusula
göndermelerini rica ediyorum efendim. Hükümetin çoğunluğu burada; ama, birkaç
bakanımız yok. Oylama için 2 dakika süre
veriyorum efendim. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının
sonuçlarını açıklıyorum: Katılan üye : 394 Kabu : 292 Ret : 99 Mükerrer : 3 2.- 2000 Malî Yılı
Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900,
3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (Devam) BAŞKAN - Sayın
Milletvekilleri, şimdi, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarısının açık oylamasını başlatıyorum. Süre, bir önceki
oylamadaki gibi, 2 dakikadır. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarısının açık
oylamasının sonuçlarını açıklıyorum: Katılan üye : 385
Kabul : 286 Ret : 95 Mükerrer : 4
Böylece, 2000 Malî Yılı
Genel Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarısı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun efendim. 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının
açık oylamasına başlıyoruz. Oylama için 2 dakika süre
veriyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - 2002 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını
açıklıyorum: Katılan üye : 379
Kabul : 280 Ret : 97 Mükerrer : 2
Böylece, 2002 Mali Yılı
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun. Sayın milletvekilleri,
sabahleyin, Danışma Kurulunda bir karar alındı; Türkiye Büyük Millet Meclisi,
19 Aralık Çarşamba günü saat 15.00'te açılıyor; haberiniz olsun. Araştırma önergesi
görüşeceğiz. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - "Haftaya" deyin Sayın Başkan... BAŞKAN - Sonra, çarşamba
da geçti yani!.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Çarşamba günü milletvekillerinin bölgelerinde olacağını bilinerek
böyle karar alınır mı?! BAŞKAN - Efendim,
zatıâlilerinizle konuştum; "Ahmet Derin Beyin raporunu alalım"
dedik... İstirham ederim... YASİN HATİBOĞLU (Çorum)
- Salı olsaydı... BAŞKAN - Salı günü bayram
efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Bir dahaki salı olsaydı... BAŞKAN - Efendim, özel
bir karar aldık ya, Çarşamba günü "Sayın Ahmet Derin'i de memnun
edelim" dedik. İstirham ederim... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Ne zaman alındı?.. BAŞKAN - Sabahleyin böyle
bir karar aldık efendim Danışma Kurulunda... Siz de sordunuz
"nedir" dediniz... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Ben yoktum... BAŞKAN - Efendim, iktidar
geliyor, siz de geleceksiniz... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Çarşamba günü kimseyi bulamazsınız Sayın Başkan. Yapmayın... BAŞKAN - Efendim, benim
şahsî fikrim de değil... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, Grup Başkanvekilleriyle de görüşürüz şimdi... BAŞKAN - Grup
Başkanvekilleri, hep beraber karar aldınız. NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Karar aldık görüşelim diye.... Yarın tatil... BAŞKAN - 6 tane siyasî parti var... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Yapmayın!.. BAŞKAN - Kararı okudum, oyladık, aleyhte söz
istemediniz... Ben ne yapayım?! 4.- 2000 Malî Yılı
Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774)(Devam) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için 2 dakika süre
veriyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2000 malî yılı katma bütçeli idareler kesinhesap kanunu
tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum: Katılan üye : 387 Kabul : 291 Ret : 93 Çekimser : 1 Mükerrer : 2 Böylece, 2000 malî yılı
katma bütçeli idareler kesinhesap kanunu tasarısı kanunlaşmıştır. Sayın milletvekilleri,
Yüce Heyetinizce kabul edilerek kanunlaşmış bulunan bütçe ve kesinhesap
kanunlarımızın, milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni
ediyorum. Teşekkür konuşmasını
yapmak üzere Sayın Başbakan söz istemişlerdir. Buyurun Sayın Başbakan.
(DSP sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(İstanbul) - 2002 yılı bütçesinin kabulü dolayısıyla, hükümetimiz adına,
sizlere şükranlarımızı sunuyorum. Bu bütçenin, milletimize
hayırlı olmasını, halkımıza refah getirmesini diliyorum. Bütün milletvekillerimiz,
iktidarıyla, muhalefetiyle, bu sonucun alınmasına değerli katkılarda
bulundular, hepsini kutluyorum ve hepsine başarılar diliyorum. Saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından ayakta alkışlar; MHP, ANAP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Başbakan. Sayın milletvekilleri,
idrak edeceğimiz mübarek ramazan bayramının, Türk Milletine hayırlar
getirmesini niyaz ediyor, sizlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
olarak bayramını kutluyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması
amacıyla kurulmuş bulunan Meclis araştırması komisyonu raporunu, sözlü sorular
ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2001
Çarşamba günü Saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Bu arada, adınıza,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin personeline de teşekkürlerimi sunuyorum;
hayırlı bayramlar diliyorum. Kapanma Saati : 20.57 |
|