Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 80

 

38 inci Birleşim

12 . 12 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1.– İçel Milletvekili Yalçın Kaya ve 27 arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin yol açtığı zararların araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/227)

B) Tezkereler ve Önergeler

1.– (9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi  (3/938)

2.– (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin 15.12.2001 tarihinden itibaren 1 ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/939)

IV.– ÖNERİLER

A) Danişma Kurulu Önerılerı

1.– Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler " kısmındaki sıralamanın yeniden yapılması ile, Genel Kurulun  13.12.2001 günkü birleşiminin yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754)

2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899)( S. Sayısı : 773)

3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı : 755)

 

4.– 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774)

 

VI. SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve Cevaplari

1.– Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, 4667 sayılı Avukatlık Kanunundaki değişikliğe ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/5015)

2.– İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;

Yeni telefon rehberinin ne zaman yayınlanacağına ve

Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları aracılığıyla müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye

İlişkin soruları ve Ulaştırma Bakanı Oktay Vural'ın cevabı (7/5092, 7/5093)

3.– Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale İlinde son bir yılda işlenen suçlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5096)

4.– Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, gözaltı sırasında gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5100)

5.– Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'de sel felaketinin neden olduğu zararlara ve elektrik borçlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/5120)

6.– Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in;

Bakanlığın emanet ve envanterinde bulunan eserlere ve

Bakanlığın kontrolündeki bazı tabloların kaybolduğu iddialarına

İlişkin soruları ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/5128, 7/5129)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu  saat 11.00'de açılarak dört oturum yaptı.

2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) görüşmelerine devam olunarak;

Maliye Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edildi.

Gelir Bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı, 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının ve 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının 12 Aralık 2001 Çarşamba günkü birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı

Alınan karar gereğince 12 Aralık 2001 Çarşamba günü, saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 01.10'da son verildi.

 

 

 

Ali Ilıksoy

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Burhan Orhan

 

Sebahattin Karakelle

 

Bursa

 

Erzincan

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Cahit Savaş Yazıcı

 

 

 

İstanbul

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

                                                                  No. : 49

II. – GELEN KÂĞITLAR

12.12.2001 Çarşamba

Tasarılar

1.– Türk Silâhlı Kuvvetleri Stratejik Hedef Planının Gerçekleştirilmesi Maksadıyla Gelecek Yıllara Sari Taahhütlere Girişme Yetkisi Verilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/935) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.12.2001)

2.– 354 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/936) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.12.2001)

3.– Türk Silâhlı Kuvvetleri İç  Hizmet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/937) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

Teklifler

1.– Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve 8 Arkadaşının; Tarım ve Hayvansal Ürünler Sigortası Kanun Teklifi (2/846) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001)

2.– Bursa Milletvekili Hayati Korkmaz ve 4 Arkadaşının; Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/847) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001)

3.– Antalya Milletvekili Mustafa Vural ve 4 Arkadaşının; Antalya İli Kale İlçesi Adının "DEMRE" Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/848) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2001)

4.– Osmaniye Milletvekili Birol Böyüköztürk ve 27 Arkadaşının; Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/849) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.12.2001)

5.– Kocaeli Milletvekili M. Vecdi Gönül'ün; Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/850) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.12.2001)

6.– Malatya Milletvekili Namık Hakan Durhan ve 6 Arkadaşının; İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/851) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.12.2001)

7.– Antalya Milletvekilleri A.Sancar Sayın, Metin Şahin ile Mustafa Vural'ın; Çavuşköy Adının Adrasan Olarak Değiştirilmesiyle İlgili Kanun Teklifi (2/852) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.12.2001)

8.– İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı ve 33 Arkadaşının; Siyasi Koruma ve Ahlak Komisyonu Kanunu Teklifi (2/853) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

Tezkere

1.– Malatya Milletvekili Namık Hakan Durhan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/937) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

Sözlü Soru Önergesi

1.– İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, yanık yoğun bakım ünitelerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1653) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1.– Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın, Çorum İlinde yeni bir üniversite kurulup kurulmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5253) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

2.– Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Irak'a uygulanan ambargo ve Suriye ile vize ve konsolosluk ilişkilerine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5254) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

3.– Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, olağanüstü hal bölgesinde tutuklu sanıkların kolluk kuvvetlerince yeniden sorgulanabilmesine imkan veren 430 sayılı KHK hükmüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5255) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

4.– Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, BAĞ–KUR'un eczanelere yaptığı ilaç bedeli ödemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5256) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

5.– Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, BDDK eski Başkanı tarafından İktisat Bankasına yazıldığı ileri sürülen bir yazıya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5257) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

6.– Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin'in, bir sendika genel başkanının gözaltına alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5258) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2001)

7.– Tekirdağ Milletvekili Nihan İlgün'ün, Tekirdağ-Hayrabolu'daki tarihi Osmanlı Köprüsüne ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5259) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

8.– Tekirdağ Milletvekili Nihan İlgün'ün, Tekirdağ-Hayrabolu'daki tarihi Osmanlı köprüsüne  ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/5260) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

9.– İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz'ün, bir tıp kitabının izinsiz alıntıyla hazırlandığı iddiasına ve kitabı hazırlayanlarla ilgili bir işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5261) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

10.– Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün'ün, bir sendika genel başkanının gözaltına alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5262) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

11.– Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, TSK ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5263) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

12.– Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Erzurum Havaalanı inşaatında kullanılan dolgu malzemelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5264) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2002)

Meclis Araştırması Önergesi

1.– İçel Milletvekili Yalçın Kaya ve 27 arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin yol açtığı zararların araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci   maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/227) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2001)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.– Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir İli ve İlçelerinin balıkçı barınakları ödeneklerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4989)

2.– Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Çevre Bakanı'nın önemli görevlere yakın akrabalarını atadığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4992)

3.– Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, bazı öğretim üyelerine yapılan uygulamalara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4998)

4.– Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, TBMM Genel Kurulunda yaptığı bir açıklamaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5002)

5.– Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Başbakanlık binasının önündeki caddenin trafiğe kapatılmasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5010)

6.– Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, camilerde okutulan Cuma hutbesine ilişkin  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/5013)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

12 Aralık 2001 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır; bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutacağım.

Efendim, bu önemli, mecburum okutmaya; çünkü, İçel'le, Mersin'le ilgili. Onun için, hiç kusura bakmayın.

Buyurun okuyun:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1.– İçel Milletvekili Yalçın Kaya ve 27 arkadaşının, İçel İlinde yaşanan sel felaketinin yol açtığı zararların araştırılarak yöre halkının uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/227)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçel İli merkez ve ilçelerinde yaşanan sel felaketinin sebep olduğu zararların tespit edilerek vatandaşlarımızın uğradığı mağduriyetlerin giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz.

Saygılarımızla.

1- Yalçın Kaya                                (İçel)

2- Enis Öksüz                                (İçel)

3- Hidayet Kılınç                                (İçel)

4- Cahit Tekelioğlu                                (İçel)

5- Edip Özgenç                                (İçel)

6- Akif Serin                                (İçel)

7- Mustafa Murat Sökmenoğlu                                (İstanbul)

8- Koray Aydın                                (Ankara)

9- Mükerrem Levent                                (Niğde)

10 - Seydi Karakuş                                (Kütahya)

11- Hasan Çalış                                (Karaman)

12- Mükremin Taşkın                                 (Nevşehir)

13- Mustafa Haykır                                (Kırşehir)

14- Cumali Durmuş                                (Kocaeli)

15- Nesrin Ünal                                (Antalya)

16- Süleyman Coşkuner                                (Burdur)

17- Abbas Bozyel                                (Iğdır)

18- Mustafa Güven Karahan                                (Balıkesir)

19- Tayyibe Gülek                                (Adana)

20- Ali Tekin                                (Adana)

21- İsmet Vursavuş                                (Adana)

22- Yücel Erdener                                (İstanbul)

23- Murat Başesgioğlu                                (Kastamonu)

24- Erkan Kemaloğlu                                (Muş)

25- Beyhan Aslan                                (Denizli)

26- Hüseyin Akgül                                (Manisa)

27- Ali Gebeş                                (Konya)

28- Mücahit Himoğlu                                (Erzurum)

 

Gerekçe: İçel İli merkez ve ilçelerinde 20 Kasım 2001 tarihinde başlayarak 9 Aralık 2001 Pazar sabahına kadar fasılasız devam eden, zaman zaman da şiddetini artıran yoğun yağışlar sebebiyle meydana gelen sel felaketi, 5 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanmış ve bölgemizde büyük maddî hasarlara yol açmıştır.

İçel İli ve ilçelerinin maruz kaldığı bu sel felaketinden sonra, elektrik, su, kanalizasyon, iletişim, yol, köprü ve tarım arazileri zarar görmüştür.

Konut, işyeri, ekili ve dikili alanları zarar gören vatandaşlarımıza gereken yardımların bir an önce yapılması, devlet olmanın bir gereğidir. Ayrıca, bu yardımların daha etkili olabilmesi için, İçel İlinin bir an önce afet kapsamına alınması gerekmektedir.

İçel merkez ilçe ve Tarsus, Erdemli, Silifke, Anamur, Bozyazı ilçeleri başta olmak üzere, bütün ilçelerde yağış etkili olmuş, yaklaşık 120 000 dekar tarım arazisi ve yerleşim yerleri sular altında kalmıştır.

Afet sebebiyle, bölgede, trafo, elektrik ve telefon hatları zarar görmüştür. Karayollarımızın bir bölüm hasar görerek trafiğe kapatılmış, çok sayıda köprü, menfez ve benzeri sanat yapılarında büyük miktarda hasar meydana gelmiştir.

Ayrıca, merkez ilçeye bağlı Değirmençay Beldesi, Merkez Korucular, Sarılar, Takanlı Köyleri ile Çamlıyayla İlçesi, Erdemli İlçesi, Çamlı ve Doğulu Köyleri ile Mut, Balabanlı Köylerinde heyelan olmuştur.

İçel Valiliğince oluşturulan kriz masasınca, 10 Aralık 2001 tarihî itibariyle yapılabilen tespitlerde, 2 864 konut, 731 işyeri, 48 resmî bina olmak üzere, toplam 3 643 binada hasar meydana gelmiştir.

 İçel İlimizde, bir daha bu tür felaketlerin yaşanmaması veya etkisinin en aza indirilebilmesi için, şehrin altyapısı yeniden tamir edilip güçlendirilmelidir. Torosların eteklerinden gelen ırmak ve akarsular üzerine gölet, bent veya barajlar yapılmalıdır. Heyelan bölgeleri önceden tespit edilmeli, denizde dalgakıranlar oluşturulmalıdır.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle ülkemizin tarihiyle, kültürüyle, turizmiyle, narenciyesiyle, yaş sebze ve meyvesiyle, kara ve deniz ticaretiyle, güneyin inci şehirlerinden İçel İlimizde meydana gelen sel felaketine Parlamentomuzun el koyması ve bu konuda bir Meclis araştırması komisyonu kurularak, yerinde inceleme yapılmasında büyük yararlar bulunmaktadır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır. Belki, bir karar alırsınız, öne çekeriz.

Efendim, şimdi (9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – (9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/938)

                                      11.12.2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Komisyonumuz, Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip üyelerini seçmek üzere 11.12.2001 Salı günü saat 12.00'de Ana Bina PTT Karşısı Soruşturma Komisyonu Toplantı Salonunda 13 üyeyle toplanmış ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmişlerdir.

                        Komisyon Geçici Başkanı

                        Mustafa Kemal Aykurt

                                            Denizli

                                                         Adı ve Soyadı                        Seçim Bölgesi              Aldığı Oy

BAŞKAN       : İbrahim Yavuz Bildik         (Adana)                     (10 oy)

BAŞKANVEKİLİ                      : Salih Erbeyin                  (Denizli)                     (11 oy)

SÖZCÜ          : Sefer Ekşi                 (Kocaeli)                     (11 oy)

KÂTİP           : Tahsin Boray Baycık (Zonguldak)                     (11 oy)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim.

Sayın milletvekilleri, Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin uzatılmasına dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

2. – (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin 15.12.2001 tarihinden itibaren 1 ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/939)

                                      10.12.2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması gereken önlemleri belirlemek üzere Anayasanın 98 nci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 5.6.2001 tarihli 112 nci Birleşiminde kurulan (10/124) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonumuz, Genel Kurul tarafından verilen 3 aylık sürede çalışmalarını tamamlayamamıştır. Bu nedenle, 10.12.2001 tarihinde toplanan Komisyonumuz, Genel Kuruldan, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, 15.12.2001 tarihinden itibaren 1 aylık eksüre istenmesine karar verilmiştir.

Gereğini bilgilerinize arz ederim.

                           İbrahim Halil Oral

                        Komisyon Başkanı

                                               Bitlis

BAŞKAN - İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, araştırmasını üç ay içerisinde bitirmeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir hükmü gereğince, komisyona bir aylık süre verilmiştir efendim.

Bilgilerinize sunulur.

Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; önce okutup, sonra oylarınıza sunacağım efendim:

IV. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmındaki sıralamanın yeniden yapılması ile, Genel Kurulun 13.12.2001 günkü birleşiminin yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No. : 98                    Tarihi : 11.12.2001

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 30 uncu sırasında yer alan 100 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 10 uncu sırasına, 180 inci sırasında yer alan 559 sıra sayılı Kanun Tasarısının 11 inci sırasına, 152 nci sırasında yer alan 497 sıra sayılı Kanun Tasarısının 12 nci sırasına, 201 inci sırasında yer alan 603 sıra sayılı Kanun Tasarısının 13 üncü sırasına, 228 inci sırasında yer alan 647 sıra sayılı Kanun Tasarısının 14 üncü sırasına, 40 ıncı sırasında yer alan 80 sıra sayılı Kanun Tasarısının 15 inci sırasına, 249 uncu sırasında yer alan 690 sıra sayılı Kanun Tasarısının 16 ncı sırasına, 207 nci sırasında yer alan 615 sıra sayılı Kanun Tasarısının 17 nci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 565 sıra sayılı Kanun Tasarısının 18 inci sırasına, 254 üncü sırasında yer alan 696 sıra sayılı Kanun Tasarısının 19 uncu sırasına, 208 inci sırasında yer alan 616 sıra sayılı Kanun Tasarısının 20 nci sırasına, 209 uncu sırasında yer alan 617 sıra sayılı Kanun Tasarısının 21 inci sırasına, 52 nci sırasında yer alan 165 sıra sayılı Kanun Tasarısının 22 nci sırasına, 98 inci sırasında yer alan 353 sıra sayılı Kanun Tasarısının 23 üncü sırasına, 45 inci sırasında yer alan 117 sıra sayılı Kanun Tasarısının 24 üncü sırasına, 270 inci sırasında yer alan 735 sıra sayılı Kanun Tasarısının 25 inci sırasına alınmasının ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.12.2001 Perşembe günkü birleşiminin yapılmamasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                 Yüksel Yalova

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                 Başkanı Vekili

M. Emrehan Halıcı                                   İsmail Köse

DSP Grubu Başkanvekili           MHP Grubu Başkanvekili

Turhan Güven                                        Beyhan Aslan

DYP Grubu Başkanvekili           ANAP Grubu Başkanvekili

Salih Kapusuz                                       Veysel Candan

AK Parti Grubu Başkanvekili                               SP Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN - Efendim, bu konuda, aleyhte, lehte söz isteyen yok.

Yalnız, ben, naçizane, bütün gruplarla konuşmuştum; meşhur yumurta komisyonu var, yumurta komisyonu raporu var Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin'in; Turan Bilge rahmetli oldu, Komisyon Başkanı, Abdulhalûk Mehmet Çay bakan oldu, sadece Ahmet Derin Bey... Ona rica edeceğiz, siz de rica edersiniz, komisyonu teşrif eder, komisyonu toplarız. Bayramdan sonraki çarşamba günü -kapanırken de ifade edeceğim- bunu görüşürüz; çünkü, denetim günleri salı günü, salı günü bayram olduğuna göre, bu alacağınız kararda ona öncelik vermemişsiniz.

Onun için, ben, şifahen, sizin de benim fikrime iştirakiniz devam ediyorsa, zabıtlara geçmesi bakımından söylüyorum, yumurta komisyonu raporu görüşülecek.

Şimdi, okunan Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu arada 177 misafirimiz var; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu izliyor. Millî Eğitim Bakanlığı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Geliştirme Vakfı Özel İlköğretim Okulu öğrencileri, geleceğin teminatı olan bu çocuklarımız, bugün Genel Kurulu izlemektedirler. Şu anda Genel Kurulda oturuyorlar; kendilerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Divan adına ve zatıâlileriniz adına hoş geldin diyorum efendim. (Alkışlar)

Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, programa göre, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarıları üzerinde görüşmelere başlıyoruz.

V .– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S.Sayısı:754) (1)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı  ve  Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu ( 1/900, 3/900, 3/898, 3/899)  ( S.Sayısı: 773) (1)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S.Sayısı:755) (1)

4.-  2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.Sayısı: 774) (1)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldı.

                                               

(1) 754, 755, 773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu Birleşim Tutanağına eklidir.

Bu görüşmelerde, gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, 45'er dakika; İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmalar ise, 10'ar dakikadır efendim.

Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan üyelerden başlıyoruz.

İlk söz, Demokratik Sol Parti Grubuna aittir.

İlk konuşmacı, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına son konuşmalardan birini yapmak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, ulusumuzun Ramazan Bayramını ve yeni yılını şimdiden kutluyorum. 2002 yılının, ülkemize ve bütün dünyaya barış, huzur, refah ve sevgi getirmesini diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi, 2001 yılı şubat ayında başgösteren bir finansal kriz, bütün sektörleri etkiledi ve bizi, topyekûn, bir ekonomik krizin içerisine sürükledi.

Yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde, finansal istikrarın bozulması, tüm ekonomiyi olumsuz yönde etkiler; bu, bilinen bir gerçektir.

Ülkemizdeki malî sektör krizinin yanı sıra, 2001 yılında, dünya ekonomisi de bir durgunluğun içerisine girdi. Başta, ABD olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bir ekonomik durgunluk başladı. Gelişmekte olan ülkelerde de büyüme hızı düştü. Böylece, dünya ekonomisinde bir yavaşlama ve daralma meydana geldi. 11 Eylülde ABD'ye yapılan terörist saldırı ve 8 Ekim'de Afganistan'a yapılan müdahale ise, ileriye dönük umutlu beklentileri tersine çevirdi. Saldırının, havayolu ulaştırması, sigortacılık ve turizm sektörlerindeki olumsuz etkisi hemen hissedildi.

Dünyadaki bu gelişmeler, ekonomimizdeki iyi gidişi, bir süreliğine kötüye çevirdi ve ekonomimizdeki olumlu gidişte bozulmalar meydana getirdi; krizi atlatma süremizi biraz geciktirdi; ama, krizi aşma yolunda çok önemli mesafeler kaydettiğimiz de bir gerçek. Ancak, bazılarının bilmezden geldiği bir gerçek daha var; o da, içerisine sürüklendiğimiz krizin nedenleri, sadece bugüne bakarak anlaşılamaz. 2000'li yıllara girdiğimiz bir sırada meydana gelen bu krizin nedenlerini anlamak için, biraz gerilere bakmamız gerekiyor.

Türkiye, neden böylesine ağır bir ekonomik krizin içerisine sürüklendi? Bu sorunun cevabını verebilmek için, 1990'dan sonra uygulanan popülist politikaları hatırlamak gerekiyor. Birkaç oy uğruna, ülkenin geleceğinin nasıl ipotek altına alındığını hatırlamamız gerekiyor. Kamu bankalarının nasıl peşkeş çekildiğini hatırlamamız gerekiyor. Ülke kaynaklarının nasıl yağmalandığını, seçimlere beş kala bol keseden nasıl ulufe dağıtıldığını, hafızası zayıf olanlara bir kez daha hatırlatmamız gerekiyor. (DSP sıralarından alkışlar)

1991 yılında yaşanan Körfez Krizinin, ülke ekonomisine ağır bir darbe vurduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, bu kriz sonrası ne yapıldı; ekonomide yaşanan olumsuzluklara çözüm aramak, ekonomide yapısal değişimleri gerçekleştirmek ve yarını düşünmek yerine ne yapıldı? Günü kurtarmanın yolları arandı, sorunların üstü örtüldü, çözümler ertelendi.

Uzun yılların, popülist politikaları, ülkemizi ağır bir ekonomik krizin içerisine itmiştir. Siyasî iktidarlar, olmayan kaynakları, oy uğruna çeşitli kesimlere dağıtarak, ekonomide gerekli yapısal reformları yapmayarak, kamu açıklarını sürekli büyüterek, devlet bankalarını zarara uğratarak, sosyal güvenlik kurumlarını batırarak, banka hortumcularına göz yumarak, yolsuzluklarla mücadele etmek şöyle dursun, tam tersine, ülkemizde yolsuzlukları kurumsallaştırarak, ülke ekonomisini adım adım krize sürüklediler. Yarınlarımızı değil, günü düşündüler; günü kurtarmanın yollarını aradılar. Belki, günü kurtardılar; ama, yarını daha büyük sorunlara gebe bıraktılar.

Sayın Çiller, Başbakanlığı döneminde, 1994 yılının şubat ayında, yerel seçimlere beş hafta kala, esnafa 5 trilyon kredi sözü verdiğini bilmem hatırlar mı?! DYP-SHP iktidarı döneminde, sosyal güvenlik yasalarında yapılan değişiklikle, emeklilik yaşını indirdiklerini ve sosyal güvenlik kurumlarının büyük bir hızla açık vermeye başladığını bilmem hatırlarlar mı?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O dönem, o dönem değil; yanlış söylüyorsun dönemi...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - KİT'lerin birer arpalık gibi kullanıldığını bilmem hatırlarlar mı?!

Bütün bunların sonucunda ne oldu; kamu açıkları katlanarak, büyük bir hızla artmaya başladı. Kamu açıklarını kapatmak için devlet ne yaptı; sürekli iç borçlanmaya gitti.

Evet, Türkiye ekonomisi, son yirmi yılda, köklü değişiklikler yaşadı; ama, ekonominin bazı hastalıkları da günümüze kadar süregeldi. Neydi bu hastalıklar; bu hastalıklar, yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek kamu açıklarıdır.

Yine, bugünlere gelmemizde rol oynayan, makroekonomik dengesizliklere neden olan birçok yapısal sorunun, uzun yıllar çözümsüz bırakılmasıdır. Aklın ve bilimin gerekleri yerine, popülist politikaların uygulanmasıdır.

Bütün bunların sonucunda, 1990'lı yıllarda, ülke ekonomisi sık sık krizler yaşamaya başladı. Kısaca, başta kamu bankaları olmak üzere, malî sistemdeki yapısal bozukluklar, kamu açıklarının sürekli olarak artması ve bunun yüksek reel faizli borçlanmayla karşılanması, ülkemizi krizlerle boğuşmaya mahkûm etti.

1997 yılının ikinci yarısından itibaren ekonomimiz, genel bir toparlanma sürecine girmişti. Enflasyon, yüzde 90'lardan, uzun süredir ilk kez yüzde 30'ların altına inmişti. Yatırımlar hızlanmıştı. Tam bu sırada, Asya ülkelerinde başlayan ve daha sonra tüm dünyaya sıçrayan ve bu arada Rusya'yı da önemli ölçüde etkileyen bir kriz patlak verdi. Bu nedenle, 1999 yılında ekonomimiz daralmaya başladı. 1999 yılında yaşanan iki büyük deprem felaketi de, ekonomiye ağır yük getirdi.

1990'lı yıllarda enflasyon öyle yüksek seyretti ki, devlet, içte ve dışta yüksek faizle borçlanmak zorunda kaldı. 1998 yılına gelindiğinde, 1990 yılında millî gelirin yüzde 28'i kadar olan borç stoku, yüzde 60 gibi yüksek bir orana ulaştı.

Bütün bunların sorumlusu, herhalde bu hükümet değil.

Sayın Çiller, ilk günkü konuşmasında Genel Kurula bir ekonomi dersi verdi. Hepimize "yazın, not alın" dedi. Kendisi, bildiğiniz gibi, ekonomi profesörüdür, ekonomiden sorumlu bakanlık ve Başbakanlık yaptı. Özellikle 1994 yılında yaşanmış olan ekonomik kriz neticesinde, 1995 yılının bütçesi görüşülürken, acaba o zamanki hükümet neler yaptı, neler konuşuldu diye arşivi bir karıştırdığımızda, asla ve asla hiçbir programı olmadığını, geleceğe yönelik hiçbir çalışmaya niyetleri olmadığını ve o konuşmalarda, genellikle, baştan sona, Bosna'dan girilip, Çeçenistan'dan çıkıldığını gördük; ama, bugün, geldiğimiz noktaya baktığımızda, bizlere ders vermeye çalışılıyor "not tutun, not alın, not yazın" deniliyor. Biz, bunu duyardık, kendi grup toplantısında, Sayın Çiller, milletvekili arkadaşlarına "bunları not tutun, bunları not alın, ileride bunları size soracağım" dediğini duyardık; ama, inanmazdık; hakikaten Parlamentoyu bir sınıf yerine koydu, milletvekillerini bir öğrencisi yerine koydu...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sizlere de soracak bundan sonra.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - ...ve burada, not almamızı söyledi.

Gerçekten, Sayın Çiller'in, geçmişteki mesleğine ne kadar özlem duyduğu, burada, bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Doğrudur, belki Sayın Çiller, geçmiş öğretim üyeliğine gerçekten büyük bir özlem duyuyor olabilir, bunda da haklıdır ve buradaki konuşması da bunu göstermiştir; ama, görünen odur ki, herhalde ilk seçimde, o çok özlediği görevine kesinlikle dönecek. (DSP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bilmeyenler unutmasın diye not aldırıyor, Sayın Başkan.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - 95'te kriz bu kadar dibe vurmamıştı. Kimse duymadı...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Şimdi, Sayın Çiller eleştiriyor, hükümetin vergi koymasından yakınıyor; ama, o dönem getirilen vergileri bilmem hatırlar mısınız "ekonomik denge vergisi, net aktif vergisi, ek gayrimenkul vergisi, ek motorlu taşıtlar vergisi" gibi, buna benzer birçok vergi o dönem getirildi. Getirilebilir, kriz dönemlerinde bunlar olabilir, belli dönemlerde krizin aşılması için birtakım tedbirler alınabilir; ama, önemli olan köklü çözümlerdir.

İşçilerin fazla mesai ücretlerini kısmaya çalıştınız, tüketim mallarına 2 katından fazla zam yaptınız. Eğer, bunları unuttuysanız, ben size yeniden hatırlatmak istedim. Sütten çıkmış ak kaşık gibi gelip burada ekonomi dersi veriyorsunuz.

Sayın Çiller diyor ki: "Türkiye, yolsuzlukta dünya dördüncüsü oldu, ülkenin vergilerinin yüzde 36'sı yolsuzluğa gitti." Oysa, geçmişin yolsuzlukları bu dönemde ortaya çıktı; yapılan yolsuzluk operasyonlarının sayısı, bu hükümet döneminde, cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına ulaştı. Her türlü yolsuzluğun, rüşvetin, çetelerin, mafyanın üzerine kararlı bir biçimde giden 57 nci hükümet oldu; birçok dava açıldı. Bu operasyon isimlerini sizlere saymakla vaktinizi almak istemiyorum.

Şimdi soruyorum: Siz, hangi yolsuzluğu ortaya çıkardınız; yolsuzlukla mücadele için hangi kanunu çıkardınız; kamu bankalarını neden özelleştirmediniz; bankalar, sahipleri tarafından hortumlanarak batırılırken, neden seyirci kaldınız; iktidarınız zamanında, neden bankacılık reformunu yapmadınız?

Genel Başkanımız Sayın Bülent Ecevit defalarca ricada bulundu; "ekonominin ve malî sektörün en önemli sorunu, bankacılık sisteminin zayıflığıdır. Bankacılık konusunda acilen bir düzenlemeye ihtiyaç var; gelin, sadece, bankacılık alanındaki bu düzenlemeyi yapalım" dedi. Neden, o zaman destek olmadınız? (DSP sıralarından alkışlar)

İşte, sizlerin yapamadığı bu atılımları, bu reformları, 57 nci hükümet ve onunla uyumlu çalışan 21 inci Dönem Meclisimiz gerçekleştirdi. 57 nci cumhuriyet hükümetinin getirdiği reform kanunlarını, bugüne kadar hiçbir iktidar göze alamadı, hiçbir iktidar yapmaya cesaret edemedi. Bugüne kadar gerçekleştirilemeyen, hatta, hayal bile edilemeyen yasal değişimleri 57 nci hükümet gerçekleştirdi. Popülizmden uzak, parti çıkarından uzak, yalnızca ülkenin çıkarını düşünerek, ülkenin yarınını düşünerek, cesaretli adımlar attı. Bu adımları attı ki, ülkemiz bir daha böyle krizler yaşamasın.

Bankacılık sektörü reformu yapıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruldu. Banka hortumlamalarının önüne geçildi. Kamu maliyesinde şeffaflık sağlamaya, Merkez Bankasının bağımsızlığını sağlamaya yönelik yasalar çıkarıldı. Kamu maliyesinde disiplin ve saydamlık sağlamak için, fonların büyük bir bölümü kaldırıldı. Kamu bankalarının özelleştirilmesini amaçlayan yasa çıkarıldı. Sosyal güvenlik sisteminin finansman dengesini yeniden sağlayacak sosyal güvenlik reformu yapıldı. İşsizlik sigortası sistemi kuruldu. Emeklilik sisteminde köklü değişiklikler yapıldı. Elektrik ve Doğalgaz Piyasası Kanunları çıkarıldı. Yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının önünü açacak olan, Endüstri Bölgeleri Yasası çıkarıldı. Gümrük mevzuatında köklü değişiklikler yapılarak, Avrupa Birliği mevzuatına uyum sağlandı. Avrupa Birliği standartlarıyla uyumlu, şeffaflığı ve etkinliği artıracak kamu ihale yasası da Meclise sunuldu.

Bunlar, ekonomideki yapısal dönüşümleri gerçekleştirecek önemli gelişmelerdir. Bunlar bugünü değil, ülkenin geleceğini kurtarmayı sağlayacak yasalardır. Meclisimiz, hükümetle uyumlu ve verimli çalışarak bu önemli yasaları çıkarmış, bu önemli reformlara imza atmıştır.

Bütün bu düzenlemelerle, Türk ekonomisi, bir yapısal değişiklik döneminden geçiyor. Amaç, ekonomide sadece istikrar sağlamak değil, aynı zamanda dinamizmdir; daha çok yatırım ve üretimdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, Türkiye ekonomisinin temel üç sorunu var. Bunlar, yüksek enflasyon, içborç sorunu; başta kamu bankaları olmak üzere, malî sistemdeki yapısal sorunlar ve bu sorunlara bağlı olarak kamunun finansman açığı ve büyüme yapısındaki bozulmadır. Ekonomimizin bu temel sorunlarını çözmek için, 57 nci hükümet, "Güçlü Ekonomiye Geçiş" adı verilen bir program uygulamaya koymuştur. İnşallah, program başarılı olacak ve ülkemiz en kısa zamanda krizi atlatacaktır; bir daha da böyle krizler yaşanmayacaktır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Siz de milletin başından gideceksiniz inşallah.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; mayıs ayında uygulamaya konulan ekonomik program kapsamında, istikrar ve reform yolunda önemli ilerleme sağlandığını görüyoruz. 11 Eylül saldırısının ardından bir süre kötüye doğru bir gidiş yaşandıysa da, alınan önlemlerle ekonomi yeniden rayına oturdu. Dolar düşmeye başladı, faizler geriledi; KDV indirimiyle piyasa canlandı, ekonomi eski dinamizmine kavuştu; ekim ayı ihracat rakamları çok iyi çıktı; kamu bankaları kâr etmeye başladı, bankacılık sistemi düzelme yoluna girdi. Bundan sonraki hedef, enflasyonu indirmek ve yatırımları artırarak istihdam yaratmaktır.

Ülkemizin, ağır koşullu borçlanmalara muhtaç olmayacak kadar geniş olanakları bulunuyor. Doğal zenginliklerimizi, sanayi birikimimizi, turizm potansiyelimizi harekete geçirerek iyi değerlendirmemiz durumunda, Türkiye, çok güçlü bir ekonomiye kavuşacaktır. Bunun için gerekli önlemler de hükümetimiz tarafından alınmaktadır. Türkiye, bunu başaracak güçtedir. Demokratik Sol Partinin başında bulunduğu koalisyon hükümeti, önümüzdeki aylarda, ekonomik sorunları aşma yönünde büyük atılımlar yapacaktır. Ülkemiz, işbaşında bulunan koalisyon hükümetiyle, refaha kavuşma yolunda önemli işler başaracaktır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Kendinizi aldatıyorsunuz.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nüfusumuzun, hâlâ, yarıya yakını köylerde yaşıyor. Köylerde yeterli geçim olanağı bulamayan, eğitim olanağı, sağlık olanağı bulamayan köylülerimiz kentlere göç ediyor. Kent varoşlarında ise köyünden daha kötü koşullarda yaşıyor. Marjinal işlerle geçinme yolunu arıyor; kentlerimizin sorunları da böylece ağırlaşıyor. Bu nedenle, biz, Demokratik Sol Parti olarak, öncelikle, köylerimizin ve köylümüzün kalkınmasına önem veriyoruz. Köylerimizin kalkınması, köylülerimizin gelirlerinin artması, köylerimizin kentlerimizdeki yaşam standartlarına kavuşması demek, ülkemizin kalkınması demektir. Kim ne derse desin, biz, kalkınma köyden başlayacaktır diyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Köy-Kent Projesine, bu nedenle büyük önem veriyoruz. Köy-kentlerle köylülerimiz birçok hizmete kavuşuyor. Kentleşme, bu şekilde köylülerimizin ayağına gidiyor.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Onun için, köylü...

BAŞKAN - Sayın Yıldırım...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Mesudiye örneği çok başarılı oldu.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 40 000 köyü ne zaman yapacaksınız; 9 tane köyü yapmakla bitiyor mu iş?..

BAŞKAN - Sayın Gönül, lütfen efendim... Karşılıklı konuşmayalım.

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Anlamazlar!..

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen... Karşılıklı konuşmayalım.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bir zamanlar, köy-kenti, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal gibi görenler, âdeta alay edenler, şimdi özür dilemek zorunda kaldılar.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Yine alay ediyorlar!.. Yine alay ediyorlar!..

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bu projenin bütün ülkemizde yaygınlaşması en büyük dileğimizdir. Köy-kentler, tarımı, hayvancılığı ve sanayii geliştirecek, işsizliği azaltacak, üretim artışı sağlayacak; kısaca, ülke kalkınmasına bir ivme kazandıracaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, dünyanın en karmaşık ve gerilimli bölgesinde yer alıyor. Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar, Ortaasya, Kafkasya gibi bütün dünyanın gözünün devamlı üzerinde olduğu bir bölgenin merkezinde, laik demokrasisiyle, dinamik ekonomisiyle bir istikrar adası gibi duruyor. Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde artan önemi, coğrafî, siyasî ve toplumsal özelliklerinden kaynaklanıyor. Ülkemizin, Asya ve Avrupa'yı bağlayan konumu, Müslüman ama laik yapısı ve demokrasisiyle bir örneği daha yok. Kafkaslar ve Ortaasya'yla çok özel bağlantıları da, Türkiye'nin değerini her geçen gün artırıyor.

Sahip olduğumuz bu önemli jeostratejik konum bir yana, Türkiye, demokrasisini kesintiye uğratmadan onbeş yıl terörle mücadele ederek başarılı oldu.

Ülkemizin bu iki özelliği, 11 Eylülden sonra, bir daha, bütün dünya tarafından daha iyi anlaşıldı. Öyle ki, Avrupa, daha önce sürdürdüğü uzlaşmaz konumundan uzaklaştı. Avrupa Birliğiyle ilişkiler çok olumlu bir sürece girdi. 11 Eylülden sonra, hükümetimizin uyguladığı doğru ve başarılı dışpolitikayla, Kıbrıs ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere, dışpolitikada ülkemizin manevra alanı genişledi; Türkiye'nin eli güçlendi. Son günlerde, gerek Kıbrıs konusunda gerekse Avrupa Birliği'yle ilişkilerde, bunu açıkça görüyoruz.

Türkiye'nin dış ilişkileri alanında yaşanan bu iyimser hava, hemen ekonomiye de yansıdı.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi, bildiğiniz gibi, Avrupa güvenlik ve savunma politikası ya da kısaca, Avrupa Ordusudur. Özellikle, 1999 yılından beri, Avrupa Ordusu konusu, ülkemizle Avrupa Birliği arasında ciddî bir gerginlik konusuydu. İki yıldan beri sürdürülen görüşmelerde, Türkiye, haklı olarak, Avrupa Ordusu oluşumunun ve karar mekanizmalarının dışında bırakılmaya tepki gösterdi. Türkiye'nin bu haklı tepkisi ve ısrarcı tutumu, nihayet etkisini gösterdi. Bugün, geldiğimiz noktada elde edilenler, dışpolitikamız açısından önemli bir başarıdır.

Bu neyin başarısıdır. Bu, Türkiye'nin bir dışpolitika konusunda veto hakkını ısrarla ve akıllıca kullanabilmiş olmasının başarısıdır. Bu, hem akıllıca ısrarlı olunarak hem de yapıcı bir tutum sergileyerek, dışpolitikada başarı kazanılabileceğinin göstergesidir. Bu, ulusal çıkarlarımızdan ödün vermeden, ama, aynı zamanda uzlaşarak çözüme varılabileceğinin göstergesidir.

Nedir gelinen nokta? Avrupa Ordusu, Ege ve Kıbrıs'ta askerî açıdan taraf olmayacaktır. NATO olanakları kullanılarak yapılacak bir operasyonda, Türkiye, NATO üyesi olarak, karar mekanizmaları içinde yer alacaktır. Avrupa Ordusunun NATO olanaklarını kullanmadan yapacağı operasyonlarda da Türkiye'ye danışılacaktır.

Türkiye, İngiltere ve ABD arasında varılan bu uzlaşmanın, Avrupa Birliği ve NATO'nun mekanizmalarında da onaylayacağını umuyoruz. Şayet, Yunanistan, bu son derece akılcı ve makul çözümü kabul etmezse, sorumluluk onların olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son günlerde dışpolitika gündemimizin ilk sıralarında yine Kıbrıs sorunu var. Bu nedenle, izin verirseniz, biraz da Kıbrıs konusuna değinmek istiyorum. Avrupa Birliği, bir yandan Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle üyelik görüşmelerini başlatarak, 1960 Garanti Anlaşmasını ve 1960 Anayasasını yok sayan, öte yandan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımayan bir tutum sergiliyor. Avrupa Birliğinin, 1960 tarihli Garanti Anlaşmasının ilgili hükümlerini bile bile, adanın bütününü temsilen Kıbrıs Rum yönetimiyle üyelik görüşmelerine başlamasının sebebi nedir? Bunun birkaç nedeni var. Her şeyden önce, Yunanistan, Avrupa Birliği üyesidir ve bu görüşmelerin başlaması yönünde içeriden yoğun bir baskı uygulamaktadır.

Öte yandan, Avrupa Birliği, adanın bugünkü yapısıyla üye olmasının kendisine getireceği maliyetleri bilmektedir. Bununla birlikte, bu tutumuyla, sorunun çözümünü hızlandıracağını düşünmektedir. Özellikle, Avrupa Birliği üyeliğini isteyen Türkiye'nin taviz vereceğini düşünmektedir. Sayın Denktaş'ı da ikna ederek, sorunun çözümünü sağlayacağını hesaplamaktadır. Avrupa Birliği, bu konuya taraf olarak, Kıbrıs sorununu iyice içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Bugün, Kıbrıs'ta iki ayrı devlet olduğu gerçeği kabul edilmedikçe, Kıbrıs'ta iki tarafı da tatmin edecek bir çözüm bulunamaz.

Kıbrıs sorunu, ancak, iki tarafın karşılıklı müzakereleriyle çözüme ulaşabilir. Kıbrıs sorununa çözüm bulunmak isteniyorsa, Kıbrıs'la ilgisi olmayanlar Kıbrıs'tan ellerini çekmelidir.

Kıbrıs, Türkiye'nin hiçbir şekilde feda edebileceği bir toprak parçası değildir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu gerçek herkes tarafından anlaşılmalıdır. Son günlerde iki tarafın tekrar görüşmelere başlamış olması ve bir yumuşama ortamının doğması da son derece olumludur.

Bu arada, son zamanlarda, bazı çevrelerde, Kıbrıs'ı, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği önünde bir engel gibi görme eğilimleri yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Sayın Çiller de, Sayın Ecevit'in, Kıbrıs'ı Rumlara terk ettiğini öne sürdü. Kıbrıs meselesinin, Avrupa Birliği meselesi haline Helsinki'de getirildiğini iddia etti. Bütün bunlar gerçek dışıdır.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Daha belli değil... Daha belli değil...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Kıbrıs, Avrupa Birliği sorunu haline Helsinki'de gelmemiştir. Helsinki'de Doruk Toplantısı karar metninde Kıbrıs'la ilgili olarak yer alan ve Kıbrıs'la ilgili görüşmelerden bir sonuç alınmasa bile, Kıbrıs'ın üyelik hakkının tanınabileceği izlenimini veren ibarelere, Türkiye kesin olarak karşı çıkmıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Helsinki'deki imza Sayın Çiller'in değil, Sayın Ecevit'indir.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit, o zaman, kesin bir dille Kıbrıs'ta iki ayrı devlet bulunduğu gerçeğinin gözardı edilemeyeceğini, Avrupa Birliği ile Kıbrıs Rum yönetimi ne kadar bütünleşirse, Türkiye'nin de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle o kadar bütünleşeceğini, bunda kararlı olduğunu bildirmiştir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 2004 yılıyla ilgili imzayı biz atmadık, siz attınız.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bunun üzerine, o zamanki Avrupa Birliği dönem Başkanı, Finlandiya Başbakanı, Sayın Lipponen özel olarak bir mektup göndermiş ve Kıbrıs'la ilgili karar alınırken ilgili tüm faktörlerin göz önünde tutulacağını vurgulamıştır.

Kıbrıs, Helsinki'den çok önce Avrupa Birliği meselesi haline geldiği için, Helsinki'de bize adaylık statüsü tanınırken, Kıbrıs meselesi karşımıza çıkarılmıştır. Sayın Çiller'in, unuttuğu bu gerçekleri bir kez daha hatırlamasını istedik.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılında, Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda önemli bir adım atıldı. Ulusal Program sunuldu. Bu programda, üllkemizde demokrasinin pekiştirilmesi ve güçlendirmesi için öngördüğümüz yasal düzenlemelerin pek çoğu da gerçekleştirildi.

Bize göre, Türkiye'nin Avrupa Birliğine ihtiyacı olduğu gibi, Avrupa Birliğinin de Türkiye'ye ihtiyacı var. Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefi doğrultusunda Avrupa'yla son günlerde yaşanan yumuşama ve iyi ilişkiler, pek çok konuda Türkiye'nin önünü açacaktır; buna inanıyoruz. Ancak, Avrupa Birliğinin dışında olmak, demokratik, çoğulcu, hoşgörüye ve insan haklarına dayalı bir toplum olma hedefimizi değiştirmeyecektir. Esas hedef de zaten budur. Bu yolda ülke olarak, Meclis olarak, önemli mesafeler kat ettik.

Meclisimiz, bütün siyasî partilerimizin uzlaşmasıyla, Anayasamızın 34 maddesinde değişiklik yaparak tarihî bir görevi yerine getirdi. Bu anayasa değişiklikleriyle ülkemizin dünyadaki saygınlığı da arttı. Bu açıdan, 21 inci Dönem Meclisimizin birer üyesi olarak hepimiz, büyük bir onur ve gurur taşıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizi, 21 inci Yüzyılın güçlü ülkesi olarak yeniden yaratmanın yolculuğuna çıktık. Avrupa'nın bütünlüğünde eşit bir ülke olarak yer almanın yolculuğuna çıktık. Bu yolculukta arzu ettiğimiz yere varabilmek, her şeyden önce, ülke içinde siyasî istikrarın sağlanmasından geçer.

Ülkemiz, genç ve dinamik bir nüfusa sahip; girişimci bir özel sektöre sahip; önemi ve değeri giderek artan bir bölgesel konuma sahip. Bütün bunlar, bize, gelecek açısından büyük bir umut vaat ediyor. Bu avantajlarımızı iyi kullanmamız gerektiğini biliyoruz.

Son günlerde, gerek ekonomimiz gerekse dış ilişkilerimiz açısından çok olumlu bir döneme girdik; ancak, bu olumlu gidişi sürdürmenin en başta gelen koşulu, ülkemizde iç siyasî istikrarın devamıdır. Siyasî istikrar olmadan ekonomik istikrarın ve dış ilişkilerimizde güven veren bir ortamın yaratılması olanaklı değildir. 57 nci hükümet, kurulduğu günden beri uyumlu çalışarak, uzlaşarak, ülkemizde bu istikrarı sağlamıştır; bu sayede cesaretli adımları atabilmiştir.

Demokratik sistemin temeli siyasî iktidarlardır. Siyasî iktidarlar da halkın oylarıyla gelip giderler. Yani, iktidarlar geçicidir; esas olan, ülkedeki istikrarın kalıcı bir biçimde tesisidir. Demokratik Sol Parti, uzlaşarak sorunları çözme kültürünü bu ülkeye yerleştirerek, siyasî istikrarın tesisine ve kalıcılığına çok büyük katkılarda bulunmuştur. Bu nedenle kıvançlıyız. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu düşüncelerle, 2002 yılı bütçemizin ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, 2002 yılının ulusumuza ve bütün dünyaya barış, huzur ve mutluluk getirmesini temenni ederek, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Konya Milletvekili Sayın Emrehan Halıcı'da.

Buyurun Sayın Halıcı. (DSP sıralarından alkışlar)

Bir ilke imza attınız Sayın Halıcı.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) - Önceden vardı.

BAŞKAN - Yok... Öyle mi?.. Hayır, bu yeni makine efendim, yeni aldı; siz bilmiyorsunuz. Bu görüntülü Sayın Özkan.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Teknoloji aynı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayırlı olsun efendim makineniz.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Teşekkürler Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bilgi çağını temsil ediyor.

Buyurun.

DSP GRUBU ADINA MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Çok partili demokratik sistemin parlamentolarında yaptığımız bütçe görüşmelerinin, toplum ve devlet yaşamı açısından çok büyük bir önemi vardır. Güncel konular ile ulusal ve küresel hedefler ışığında vizyona dönük mesajlar, parlamento ile halk arasındaki iletişimi güçlendirir ve zenginleştirir. Somut hizmet tartışmaları, halkın hükümete, muhalefete, siyasete ve rejime karşı duyarlılığını artırıcı, önemli bir rol oynar; vatandaş ile devlet, seçmen ile parti ilişkilerinde, analitik bir yöntemle gözden geçirilmenin fırsatları doğar.

Özetle, demokratik rejimlerde bütçeler, ilgili tüm kurumlar için çok önemli bir sınavdır. Bu sınavın en seçkin özelliği ise, şartlar ne olursa olsun, asla ertelenemez bir sınav oluşudur. Partilerimizin değerli sözcüleri, bu sınav atmosferi içerisinde görüşlerini ve önerilerini ilettiler. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, değerli katkılarından dolayı, hepsine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı bütçesi, 57 nci hükümet tarafından ortaya konulan bir kararlılığın ifadesidir. Kamu maliyesi başta olmak üzere, ilgili tüm kurumlarda ekonomik etkinliği sağlayacak yapısal reformları gerçekleştirmek; enflasyonu, bütçe açıklarını ve reel faizleri düşürmek; yatırımı, üretimi, ihracatı, istihdamı ve özellikle yabancı sermaye girişimini artırmak; kişiler ve bölgelerarası gelir dağılımındaki olumsuzlukları gidermek ve böylelikle, ekonomiyi, sağlıklı ve sürekli bir büyüme ortamına kavuşturmak. Bu hedefler, vazgeçemeyeceğimiz, geri adım atamayacağımız ve hep birlikte başaracağımız temel hedeflerdir.

Bu yılı, bildiğiniz gibi, birtakım sıkıntılara göğüs gererek ve milletçe fedakârlık yaparak geçirdik.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ülkeyi yüzde 8 küçülttünüz, halkı fakirleştirdiniz. Aldığınız yerden nerelere getirdiniz ülkeyi!

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Ekonomik hayatımızdaki sıkıntıların kaynağı...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ne hale getirdiniz ülkeyi!..

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

İstirham ederim Sayın Gönül...

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - ...aslında, hepimizin de bildiği gibi, uzun yıllara dayanıyor.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ben söylemiyorum, bakanlarınız söylüyor, istatistikler söylüyor.

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Sayın Başkan, sizin, çok iyi bilmeniz gereken, uzun yıllara dayanıyor bu ekonomik sıkıntılarımız.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 5 seneden beri bu ülkenin yönetimindesiniz...

BAŞKAN - Sayın Gönül, lütfen efendim; konuşmacıya müdahale etmeyin.

Siz de Genel Kurula hitap edin efendim.

Teşekkür ederim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Sürdürülemez bir içborç dinamiğinin oluşması ve kamu bankaları birinci sırada olmak üzere malî sistemdeki sağlıksız yapı, özellikle son on yılda, ülkemizi ekonomik krizlerle karşı karşıya bırakmıştır. Yüksek faiz oranları, kamu kesiminin borçlanma gereksinimini sürekli artırmış ve ekonomimizi, içinden çıkılması her geçen gün biraz daha zorlaşan bir borç-faiz kısır döngüsü içerisine sokmuştur. Aynı hataları tekrarlamamak için, kamu açıklarının artmasına neden olan sorunların altını çizmekte yarar var.

Çeşitli harcamaların, kamu bankaları üzerinden, şeffaf olmayan bir biçimde gerçekleştirilmesi -ki, bankaların görev zararları- gereğinden fazla istihdam, rasyonel olmayan maaş ve ücret artışları, yanlış ve popülist tarımsal destekleme politikaları, sosyal güvenlik kurumlarının aktuaryel dengelerinin bozulması ve bu yüzden, finans açıklarının büyümesi, bütçe dışı fonların ve döner sermayelerin harcamalarındaki artışlar; bunların merkezî idarenin denetimi dışında olmaları nedeniyle, kamu maliyesindeki disiplinin, şeffaflığın ve bütünlüğün bozulması; kamu yatırım projelerindeki aşırı artış, siyasî etkilere ve yönlendirmelere açık, yüksek maliyetli ve düşük verimli bir KİT sistemi. Başbakan Sayın Bülent Ecevit Başkanlığındaki 57 nci hükümet, gece gündüz demeden çalışan Yüce Parlamentomuzun da katkılarıyla bu sorunların çözümü için birçok yapısal reform ve yasal düzenlemeyi gerçekleştirmiş durumdadır. Malî sektörün yeniden yapılandırılmasını, kamu finansmanının güçlendirilmesini, devlette şeffaflığın artırılmasını, ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılmasını ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesini amaçlayan düzenlemelere 2002 yılında da kararlılıkla devam edilecektir.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı bütçesinde yüzde 4 büyüme oranı, yüzde 46,4 TÜFE yıllık ortalama fiyat artışı, 280,6 katrilyon lira gayri safî millî hâsıla hedef olarak alınmıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hani geçen sene yüzde 10 olacaktı enflasyon, ne oldu?! Hadi ondan bahsedelim biraz...

BAŞKAN - Sabredin efendim.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Millet sabretmiyor Sayın Başkan, biz sabrediyoruz da...

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Gelirlerin 71,2 katrilyon lira, giderlerin ise 98,1 katrilyon lira olması beklenmektedir. Bu giderlerin 42,8 katrilyon lirasının -yani, neredeyse yarısının- faiz ödemelerine gitmesi, çok önemli bir olgudur. Eğer bu faiz ödemeleri olmasaydı -ki, bunda hepimizin suçu var- bütçemiz 15,9 katrilyon lira artı bakiye verecekti.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dolarlar uçtu gitti yine...

EROL AL (İstanbul) - Bunları bırakın; grup başkanvekilisiniz!..

BAŞKAN - Sayın Al, lütfen, karşılıklı konuşmayın efendim. Burasını amfiye çevirdiniz. Lütfen...

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Faiz ödemelerinin gayri safi millî hâsılaya oranı, 2001 yılı için yüzde 22 iken, 2002 yılı bütçesinde bu oran yüzde 15,3 olarak hesaplanmıştır. Bu oranın hızla küçülmesi, hepimizin ortak dileğidir.

Bütçelerimizi zorlayan bu açıkların büyümesi, biraz önce sıraladığım ve değerli muhalefet partilerinin çok yakından bildiği sorunlardan kaynaklanmaktadır. Sorunların temelindeyse, devlet-toplum ve siyaset-ekonomi ilişkileri yatmaktadır. Ülkemizde uzun yıllar, hem ekonomide hem de toplumsal yaşamda rant çekişmesi hüküm sürmüştür. Siyaset, sağlıklı bir ekonomi için yasal düzenlemeleri yapmak yerine ve denetim görevini gerçekleştirmek yerine, ekonomik kurum ve kararlara doğrudan müdahale etmeyi tercih etmiş, bu yolla gücünü ve etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Özel sektörde ise, siyasî destek yoluyla rant oluşturma çabaları yoğunluk kazanmıştır. Siyasî destek sağlamak için siyasetçilerin ve partilerin desteklenmesi, hatta yönlendirilmesi, ekonomi-siyaset arasındaki çarpık ilişkinin diğer bir boyutudur. Ekonomi yoluyla siyasî rant, siyaset yoluyla ekonomik rant. Halkımızın hak etmediği sıkıntıları bizlere yaşatan, siyasete ve Parlamentoya duyulması gereken güven ve saygıyı azaltan bu düzen mutlaka değişecektir ve değişmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Parti Grubu olarak, siyaset etiğiyle ilgili bir yasa teklifini Yüce Meclisimize takdim etmek üzereyiz.

Değerli milletvekilleri, demokratik parlamenter sistemlerin beyni ve kalbî sayılan hür Parlamentonun çatısı altında hep birlikte çalışıyoruz, mücadele ediyoruz. Bu, tek tek her birimiz için çok büyük bir onurdur; ancak, her onur, onu taşıyanın omuzlarına aynı ağırlıkta bir sorumluluğu da beraberinde yükler. Demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ve piyasa ekonomisinin geçerli olduğu, yoksulluktan ve yolsuzluktan arınmış bir Türkiye; hepimizin, ama hepimizin ortak sorumluluğu, bu Türkiye dönüşümünü gerçekleştirmektir. (DSP sıralarından alkışlar)

11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen saldırılar, ülke, bölge, dil, din ve ideoloji farkı gözetmeksizin tüm uygar dünyayı terör tehdidi karşısında bir araya getirmiş ve ülkeler arasındaki ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. Türkiye'nin bölgesel önemini bir kez daha önplana çıkaran bu durum, ülkemiz için, bazıları olumlu bazıları da endişe veren gelişmelerin doğmasına neden olmuştur. Uygar dünyayla bütünleşmiş, çağdaş değerleri benimseyen, laik ve demokratik Türkiye, yaşanan olumsuz gelişmelerin bir dinler ya da uygarlıklar çatışması olmadığının kavranılmasında tarihî bir sorumluluk üstlenmiş durumdadır. Terörizme karşı oluşturulacak inisiyatifte, İslam dünyası ile Batı arasında bir köprü görevi gören Türkiye, yıllardır mücadele ettiği bu belanın ne dini ne de coğrafyası olmadığını bütün dünyaya anlatmaya gayret göstermektedir.

Ulu Önderimiz Atatürk'ün emaneti olan "yurtta barış dünyada barış" ilkesinden ilham alarak, Türkiye, dış ilişkilerinde şimdiye kadar izlediği barış, uzlaşma ve işbirliği politikasını, uluslararası hukuk, hak ve adalete bağlı kalarak sürdürmeye de devam edecektir.

Ulusal davamız olan ve 50 yıldır dışpolitikamızın en önemli gündem maddelerinden birini oluşturan Kıbrıs, adada iki devletin konfederal bir yapıda işbirliği yapmasıyla kalıcı bir barışa sahip olabilir. 4 Aralık 2001 günü Sayın Denktaş'ın yapıcı girişimleriyle gerçekleşen görüşme, Kıbrıs'ta eşit statüye dayanan yeni bir ortaklığın biçimlenmesinde olumlu ve umut veren adımdır. Bu vesileyle, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, Sayın Denktaş'a ve onun şahsında, Kıbrıs Türklerine, ortaya koydukları mücadele iradeleri nedeniyle, teşekkürlerimizi sunuyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)

Türkiye, garantör ülke sıfatıyla, uluslararası anlaşmalardan doğan hak ve çıkarlarını korumaya ve Kıbrıs Türk halkının özgürlüğü, refahı, huzuru ve adadaki sürekli barışın temini için, her türlü tedbiri almaya aynı kararlılıkla devam edecektir. Şimdiye kadar iki millet arasında uzlaşmaya varılamamanın en önemli nedenlerinden biri de, Kıbrıs'la ilgili olmayan kesimlerin, devletlerin ve kuruluşların, Kıbrıslı Rumlara verdikleri yanlış mesajlardır.

Avrupa Birliğinin, Kıbrıs'ta eşitliği temel alan yeni bir ortaklığın tesisi yolunda Kıbrıslı Rumlara doğru mesajlar vermesi, uzlaşmanın sağlanması açısından çok önemlidir.

Değerli milletvekilleri, ekonomik, siyasal, toplumsal ve stratejik çıkarlarımız için, Avrupa Birliğiyle bütünleşmeyi vazgeçilmez bir yol olarak görmeye devam etmeliyiz. 57 nci hükümet tarafından yürürlüğe konan Ulusal Program, halkımız tarafından da büyük destek gören, çağdaş norm ve standartlara ulaşma amacına dayalı, köklü bir dönüşüm programıdır. Bu dönüşüme, Yüce Meclisimiz, gerekli yasaları çıkararak ve Anayasayı bile değiştirerek önemli bir katkı vermektedir. Performansıyla halkımızın ve bütün dünyanın takdirini kazanan Meclisimiz, bundan sonra da yapılacak reformların teminatı durumundadır. Avrupa Birliğinin diğer aday ülkelerle sürdürmekte olduğu Avrupa Birliği müktesebatına uyumla ilgili tarama sürecini ülkemiz için de resmen başlatması çalışmalarımıza ivme ve moral katacaktır; bunu bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerinde, devlet- toplum ve birey- vatandaş arasındaki ilişkilerden yola çıkarak, sorunları ve çözümleri, beklentileri ve olanakları, tehditleri ve fırsatları değerlendiriyor; para ve insan başta olmak üzere, kaynaklarımızla ilgili planlamalar yapıyoruz. Bu planlamaların ait olduğu organizasyonun adı devlettir. Devlet, ülkelerin en büyük organizasyonudur ve temel işlevi vatandaşa hizmettir. Devletine hizmet eden vatandaş yerine, vatandaşına hizmet eden devlet kavramını önplana çıkaran ülkeler, güvenlik, adalet, eğitim, sağlık ve benzeri hizmet alanlarında sürekli yenilik ve iyileştirme çabaları göstermiş ve vatandaşlarının refah ve mutluluğunun temininde daha başarılı olmuşlardır. Gelişmiş ülkelerin devletleri vatandaşlarına daha iyi hizmet götürmenin arayışı içindedirler. Bireylerin daha iyi yaşamak, şirketlerin daha iyi rekabet etmek için teknolojiye yönelmeleri gibi, devletler de daha iyi hizmet etmek için teknolojiye yönelmektedir. Elektronik devlet ya da kısaca "e-devlet" olarak adlandırılan bu kavram, devletlerin kendi iş süreçlerini internete, bilgi ve iletişim sistemlerine, yani, bilişim teknolojilerine aktarması anlamına geliyor. İş dünyasının e-iş ve e-ticaret uygulamalarıyla keşfettikleri verimlilik ve bu verimlilikteki artış, devletlere de örnek teşkil ediyor.

İş dünyasının öncüleri, kendileri için en önemli üç kesim olan müşterilerini, çalışanlarını ve diğer şirketlerle olan ilişkilerini internete taşıdılar. Bu sayede hızlı, güvenli ve çok yönlü bir iletişimin avantajını yakaladılar. Bu verimlilik artışı ve sağlanan avantajlar, devletlere de ilham kaynağı oluşturmuştur. "Müşteri odaklı şirketler" ve "müşteri memnuniyeti" kavramları "vatandaş odaklı devletler" ve "vatandaş memnuniyeti" kavramlarını ortaya çıkarmıştır.

Elektronik devlet, vatandaşlara eşit, adil, hızlı, güvenilir ve şeffaf hizmet üretmenin bir yoludur. Ayrıca, e-devlet uygulamaları için ciddî bir sistem analizi ve planlama yapılması gerektiği için, idarî yapılanmalardaki bozukluklar, eksiklikler ve hantallıklar ortaya çıkmakta, bunların giderilmesiyle de maliyetler azalmaktadır. Daha kaliteliyi daha ucuza sunmak ya da almak, bireylerin de şirketlerin de devletlerin de hedefi budur. Bu hedef, tabiî ki bizim de hedefimiz ve bilgi toplumuna dönüşme hedefimizle de örtüşmektedir.

Hedefimize, sadece bilişim teknolojilerine yatırım yaparak ulaşamayacağımızı hepimizin bilmesi gerekiyor. Bireylerin ve kurumların hem birbirleriyle hem de devletle olan ilişkilerinde yeni bir yaklaşımı özümsemeleri gerekir. Bilgiye ve teknolojiye dayalı olan bu yaklaşım bilişim kültürünü oluşturur. Bu kültüre ve disipline, bireylerin, şirketlerin ve de devletin sahip olması gerekir. Bilişim kültürüne sahip olan bireyler, bilgiye, bilime ve teknolojiye bağlılık ve saygı duyarlar. Zihinsel üretimi yüksek olan bu insanlar, araştırıcıdır, girişimcidir ve yaratıcıdır. Bilişim kültürüne sahip olan şirketler, iş süreçlerini elektronik ortama aktarabilmiş, iş yapma yaklaşımlarını değiştirmeyi başarmış, gelir, kâr, maliyet hedefleri arasında verimliliği önplana çıkarabilmiş kurumlardır. Bilgi ve iletişim ağırlıklı bu dönüşüm, yeni ekonomi ya da bilgi ekonomisi dediğimiz ekonomik düzenin aslında gereğidir. Bilişim kültürüne sahip devlet ise, vatandaşa hizmette teknolojiyi kullanan, yeniliğe açık ve toplumsal verimliliği hedefleyen devlettir. Bu 3 kesimin birden, dönüşüm süreçlerine katılmasıyla, bilgi toplumu olmayı başarabilen ülkeler, dünya üzerindeki güçlerini ve etkilerini artırmaya devam edeceklerdir.

Amerika Birleşik Devletleri bunun en iyi örneğidir. 90'lı yılların başında gerçekleştirdiği mucizeyle tanınan Japonya, sanayi ve üretimde yakaladığı başarıyı, bilişim teknolojilerine uyum konusunda gösteremediği için, bugün eski gücünden oldukça uzak bir durumdadır. Avrupa Komisyonunun 1999 Aralığında kabul ettiği e-Avrupa girişimi, Avrupa'yı dünyanın en dinamik ve rekabet gücü yüksek pazarı haline getirmeyi amaçlamaktadır. Projenin gerçekleşmesi için internet temel alınmakta, yeni ekonomik düzen ve bu düzen için gerekli altyapının kurulması planlanmaktadır. E-Avrupa girişiminin 3 ana hedefi bulunmaktadır: Daha ucuz, daha hızlı ve daha güvenli internet, insan kaynağına yatırım ve internet kullanımını özendirmek.

Değerli milletvekilleri, ne Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek var ne de Amerika ve Avrupa'nın keşfettiklerini yeniden keşfetmeye. E-Avrupa'nın hedefleri bizim için de bire bir geçerlidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın efendim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - E-devlet, e-ticaret gibi başlıkları da içine alan, e-Avrupa benzeri bir e-Türkiye girişimi, hem Avrupa Birliğine uyum çalışmalarımızda hem de bilgi toplumuna dönüşme hedefimizde bize hız ve mesafe katacaktır.

Bu düşünceden hareketle, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde belirleyici özelliği bulunan Ulusal Programın 17 nci bölümünde, hükümetimizin e-Avrupa girişimini desteklediği ve Türkiye'de bilgi toplumu oluşturmak amacıyla, e-Türkiye girişiminin başlatılmasının hedeflendiği belirtilmektedir.

Bilgi toplumu ve e-Türkiye hedefleri, altyapı, eğitim, insan kaynakları ve teknoloji gereksinmeleri nedeniyle, zaman ve paraya dayanmaktadır. Hedeflerimizi gerçekleştirme ısrarımız ve maalesef, kısıtlı olan kaynaklarımız, çok planlı ve verimli adımlar atmamızı gerektiriyor. Öncelikli, adımları, stratejileri ve eylem planlarını belirlemek üzere, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit tarafından duyurulan Bilişim Şûrası önümüzdeki mayıs ayında toplanacaktır. Bilgi toplumuna dönüşme, yeni ekonomiye geçme ve e-Türkiye'yi gerçekleştirme misyonları için bir bilişim reformuna zemin oluşturmasını umduğumuz bu şûra için, kendilerine şükranlarımızı arz ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler, taahhütler, tahminler ve temenniler içerir. Bütçe görüşmeleri sırasında gördük ki, değerli muhalefet sözcüleri bu taahhütlerin ve tahminlerin hiçbirine katılmıyorlar; hiç olmazsa, temennilerimize katılmalarını bekliyoruz. Farklı partilerden de olsak, farklı düşüncelerden de olsak ve sade vatandaştan cumhurbaşkanına kadar farklı konumlarda da olsak, kuşkusuz hepimiz, ülkemizin ve milletin iyiliğini istiyoruz. Keşke, birbirimize anlayışla yaklaşabilsek. Keşke, kusurlarımız kadar meziyetlerimizi de görebilsek. Keşke, hoş düşünsek, hoş söylesek ve keşke, hoş görsek.

Bu hafta, sevgi, dostluk ve hoşgörü duygularını gönüllerimize bir dantel gibi işleyen büyük düşünür ve şair Hazreti Mevlanamızı Anma Haftası. Onu rahmetle anarken, ülkemizde ve dünyamızda sevginin, barışın ve huzurun egemen olmasını diliyorum.

2002 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, tüm vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın ve Yüce Meclisin ramazan bayramını ve yeni yılını kutluyorum; saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Halıcı, teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ben bir konuda kamuoyunun ve Genel Kurulumuzun yanlış bilgilendirilmesini...

BAŞKAN - Siz, ne konuda söz istediniz benden?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Emekli yaşı konusunda efendim. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim, bir dakika...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Tümen, 1994-1995 yıllarında Sayın Çiller'in Başbakan olduğu dönemde emeklilik yaşının düşürüldüğünü ifade ettiler. Bu tamamen gerçek dışıdır. (DSP sıralarından gürültüler)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hayır efendim, DYP-SHP hükümetidir, konuşma metnimde var.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Zabıtlarda öyledir.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Çarpıtıyorlar konuyu...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Halbuki, 1994-1995 yıllarında Sayın Çiller, sosyal güvenlik kurumlarının kurtuluşu için, emekli yaşının 50 ve 55 olması yolunda kanun tasarısını bu Meclise sevk eden Başbakandır.

BAŞKAN - Sayın Gönül, bu, bir sataşma değil.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O gün buna...

BAŞKAN - Sayın Çiller biraz sonra gelecek, cevap verecek.

EROL AL (İstanbul) - Sizin parti, başka bir parti mi?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Efendim, niçin?.. Doğruyu söylüyoruz...

BAŞKAN - Kendi söyleyecek.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O gün buna "mezarda emeklilik" diye karşı çıkanlar, bugün, DSP sırasında oturan milletvekilleridir, Bakanlar Kurulunda oturan sayın bakanlardır.

BAŞKAN - Tamam efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yani, bunun düzeltilmesi...

BAŞKAN - Bunu, Sayın Çiller gelince anlatacak...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Tabiî ki... Onun için Sayın Çiller "not tutun" diyor size, “karıştırıyorsunuz; o bakımdan, arada bir not tutun da yanlış bir şey söylemeyin" diyor.

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşıldı; teşekkür ederim.

EROL AL (İstanbul) - Sizin partinizin adı Doğru Yol Partisi değil mi?  Orada "Doğru Yol Partisi" yazıyor.

BAŞKAN - Efendim, biraz sonra Sayın Çiller gelecek, cevap verecek size. Yani, bu müzakerelerin usulü böyle. Bunda bir sataşma yok.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Söz hakkı yok mu?!

BAŞKAN - Söz hakkı yok efendim, sataşma olursa veririm Sayın Bedük. Sayın Bedük, zatıâliniz de Grup Başkanvekilliği yaptınız.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sataşma var, yerinden cevap verecek.

BAŞKAN - Sayın Bedük, eğer, sataşmadan söz isteseydi Sayın Gönül...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Hakikatleri tahrif etme var Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Gönül'ü ikaz ettim "niye istiyorsunuz" diye. Müsaade edin de, ben nasıl idare edeceğimi bileyim. Sataşma başka bir şey,  meseleyi izah etmek başka bir şey.

1991'de kimin Başbakan olduğunu Türkiye biliyor; istirham ederim efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - "1991'deki Başbakan" diyorsunuz değil mi Sayın Başkan?

BAŞKAN - Öyle dedi efendim kendileri.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hayır "Sayın Çiller dönemi" dedi "1994-1995" dedi, zabıtları getirir bakarız.

EROL AL (İstanbul) - Hayır, öyle demedi.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Doğru Yol Partisi ile SHP dönemi dedim; dinlememişler beni.

BAŞKAN - Efendim, çok teşekkür ediyorum, mesele anlaşılmıştır.

Tarihin üstü örtülmez efendim.

Şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde efendim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına, Konya Milletvekili Sayın Hasan Kaya.

Sayın Hasan Kaya, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HASAN KAYA (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesinin tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi ve bizleri televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarımızı şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, Yüce Türk Milletinin ve Türk İslam âleminin gelecek ramazan bayramını kutluyorum.

Bütçe görüşmeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, devletin, malî, ekonomik yapısının ele alındığı, hedeflerinin ortaya konulduğu en önemli yasama faaliyetleridir. Bu itibarla, değerli muhalefet sözcülerinin eleştirilerinden hükümetin istifade etmesi kuşkusuz ülkemizin yararınadır. Görüşmeler boyunca, genel olarak, muhalefet partilerinin değerli sözcüleri, özellikle çiftçi sorunları konusunda, yapıcı eleştirilerinden çok, çiftçinin malum sıkıntılarını siyasî ranta dönüştürmenin çabası içinde olmuşlardır.

Hepimiz biliyoruz ki, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklara belli dönemlerden geçilerek gelinmiştir. Ülkemizin yaşadığı genel ekonomik sorunlardan tarım sektörü de doğal olarak etkilemiştir. Muhalefet partilerinin değerli hatipleri çiftçilerin durumlarının çok kötü olduğunu, tarım ve hayvancılık sektörünün dibe vurduğunu dile getirmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki, Türkiye'de tarım, hem ekonomik hem de sosyal açılardan önem taşıyan bir sektördür. Ülke nüfusumuzun yarıya yakın kesimi geçimini tarımdan sağlamaktadır. Tarım sektörü, ülke nüfusunun beslenmesi, istihdama katkı sağlaması, sanayi sektörünün hammadde ihtiyacını karşılaması, ihracata katkı yapması, sanayi ve hizmet sektörlerinin alıcısı olması dolayısıyla en önemli sektör olma özelliğini sürdürdüğü için, Milliyetçi Hareket Partisi, kalkınmanın ve gelişmenin temel direği olarak Türk çiftçisini görmektedir.

57 nci hükümet, bütçenin sınırlı kaynaklarına rağmen, çiftçilerimize çok önemli desteklemelerde bulunmuştur. Bunlar nedir:

İlkönce, hayvancılığa çok önemli destekler vermiştir; 2000 yılında başlamıştır, 2001 yılında devam ediyor, bundan sonra da devam edecektir.

Pedigrili damızlık düve alan köylümüze, inek başı, karşılıksız 240 000 000 lira; yine, sertifikalı düve alan köylümüze, düve başı 120 000 000 lira karşılıksız olarak verilmektedir. Bu rakamlar 2002 yılında da artarak devam edecektir.

Hayvancılıkta sunî tohumlama çok önemlidir ve ilk defa bu hükümet döneminde sunî tohumlamaya destekleme verilmektedir.

Yine, Türkiye'de, yem bitkilerine destek ilk defa bu hükümet döneminde verilmiştir. Hayvancılıkta yem bitkileri çok önemlidir. Türkiye'nin 13,5 milyon ton kaba yeme ihtiyacı vardır. Bunu giderebilmek için, köylümüze yem bitkileri hususunda teşvik verilmiştir. Nedir bunlar? Yonca, fiy, slajlık mısır gibi yem bitkileri eken çiftçilerimize, dekar başı 16 000 000 lira ile 30 000 000 lira arasında destek sağlanmıştır. Bu destekler de devam etmektedir.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) -Çiftçi padişah olmuş da, haberimiz yok!

HASAN KAYA (Devamla) - Bunlar aynen devam ediyor; yani, bunları afakî konuşmuyoruz sayın milletvekilim.

Besiciliğimize, besicilere destek devam ediyor. 50 danaya kadar, dana başı 20 000 000 lira para vermekteyiz. Bugün, şu anda, kışın, ahırında 5 tane danası olan çiftçimiz, 20 000 000 liradan, 100 000 000 lira para alıyor. Bu, gerçekten, köylümüz için çok büyük destek.

Senelerden beri, sütte teşvik 5 000 liraydı, şimdi, ilk defa, sütteki destek 20 000 liraya çıkmıştır. 57 nci hükümet döneminde yapılan bu destekler, hayvancılığın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Süt ne kadar, süt?..

HASAN KAYA (Devamla) - Süt 280 000 lira şu anda.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yem fiyatları 160 000 lira olmuş, siz süte 20 000 lira destek yapmışsınız; ayıp, ayıp!

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim.

HASAN KAYA (Devamla) - Hiç ayıp değil, doğruları söylüyoruz burada.

MEHMET PAK (İstanbul) - Dinleyin! Dinleyin! (DYP sıralarından gürültüler)

HASAN KAYA (Devamla ) - Türkiye'de ilk defa, 57 nci hükümet döneminde...

BAŞKAN - Sayın Kaya, bir dakika...

Efendim, bu nasıl müzakere sistemi, anlamadık.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hatırlatıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hayır, hiç lüzumu yok; ne söylediğini Türk Milleti seyrediyor efendim; doğruysa alkışlayacak, yanlışsa kızacak. Siz karışmayın efendim, avukat mısınız?

Buyurun Sayın Kaya.

HASAN KAYA (Devamla) - Türkiye'de, ilk defa, 57 nci hükümet döneminde, doğrudan gelir desteği sistemine geçilmiştir. Bu nedir; bu, 2000 yılında 4 tane pilot bölge seçilerek başlamıştır, 2001 yılında, Türkiye'nin her tarafında bu destek verilmeye başlamıştır; 1 dekar ile 200 dekar arasında arazisi olan çiftçimize dekar başı 10 milyon lira verilmeye devam ediliyor. Bu ödemeler, şu anda, ilk defa Mersin'de ve Konya'da başlamıştır; ülkenin diğer vilayetlerinde de devam edecektir.

Yine, 57 nci hükümet, narenciyeye (portakal, limon, mandalina, greyfurt) ve çekirdeksiz kuru üzüme ihracat teşvik primi vererek, hem çiftçimizi desteklemiş hem de ihracatımızın artmasını sağlamıştır.

Yine, ayrıca, pamuk, ayçiçeği, zeytinyağı, soya ve kanolaya destek primleri verilmiştir ve verilmeye devam ediyor.

Yine, tarımsal amaçlı kooperatifler vasıtasıyla düşük faizli projeler uygulanmaya devam ediyor.

Yine, ilk defa olarak 57 nci hükümet döneminde, alternatif ürün projesine geçilmiştir. Bu alternatif ürün projesiyle, bundan böyle, Türkiye'de,  yakmak için tütün, dökmek için fındık alınmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümetin göreve başladığı günlerde, doğu ve güneydoğudaki sınır kapılarımızdan, PKK vasıtasıyla, kaçak olarak çok miktarda büyük ve küçükbaş hayvan gelmekteydi. Ayrıca, kaçak olarak, ülkemize lop et girişi yapılmaktaydı. Bu nedenle, besicilerimizin, ellerindeki mallar para etmediği için, durumları çok kötüydü.

Yine, bu kapılardan, karpuz başta olmak üzere, 52 çeşit meyve ve sebze yurdumuza girdiği için, çiftçilerimizin ürünü para etmedi. İşte, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp, hiç taviz vermeden, bu kapıları kapattı ve çiftçimizin mahsulü para etti. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Allah Allah!.. Halk dinliyor...

HASAN KAYA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, çiftçimiz, borç ve icra batağına, geçmişteki yanlış politikalar neticesinde gelmiştir. Mesela, 1996 yılında, devrin başbakanı "çiftçilerin tarım kredi kooperatiflerine ve Ziraat Bankasına olan borçlarını affedeceğim" diye beyanat verdi. Haklı olarak, başbakanın sözüne güvenen halkımız borcunu ödemedi. 1996 yılında 150 000 000 lira kredi alan çiftçimizin borcu, 2000'li yıllarda 6-7- 8 milyar lira oldu. Tabiî ki, bu borçları ödeyemediler. Bana göre, buradaki kabahatli, borcunu ödemeyen çiftçiler değil, yapamayacaklarını taahhüt eden politikacılardır. (MHP sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Şu anda sen yap Hasancığım.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan, hükümet yerinde yok.

HASAN KAYA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şekerpancarındaki kota uygulaması da, kamuoyuna yanlış aksettirilen bir başka konudur. Şekerpancarına uygulanan kota ve çıkarılan Şeker Kanunuyla...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Sayın Kaya, bir dakika efendim...

İtiraz var; Sayın Bakanım, burayı teşrif eder misiniz, emaneten gelir misiniz buraya. Zaten sizin adınıza konuşuyor.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Zaten seni methediyorlar!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Zaten Tarım Bakanlığından bahsediyorlar.

BAŞKAN - Geldi efendim, itiraz etmeyin. İkazınıza teşekkür ederim; benim görmem lazımdı, görememişim. O kadarcık kusur, kadı kızında bile var!..

Sayın Kaya, buyurun efendim.

HASAN KAYA (Devamla) - Şekerpancarına uygulanan kota ve çıkarılan Şeker Kanunuyla, çiftçimizin pancar ekemeyecek duruma geldiği iddia edilmektedir. Bu, tamamen yanlış bir bilgidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şekerpancarı ziraatının çiftçimiz için ne kadar önemli olduğunu biliyoruz; çünkü, şekerpancarı, toprağı besler, hayvancılığa girdi temin eder, istihdama ve nakliye sektörüne katkı sağlar. Verimi diğer ürünlere nispeten çok yüksek olduğu için, çiftçimiz, haklı olarak, şekerpancarı ekimini tercih etmektedir.

Burada en önemli sorun kota olayıdır. Değerli milletvekilleri, bu kota olayını, her gelen muhalefet partisi sözcüleri devamlı burada konuşur. Kotanın esas geliş nedenini sizlere arz edeyim: 1994, 1995, 1996 yıllarında Türkiye'de bol miktarda şeker ithalatı yapılmış ve 1997 yılında pancar üretimi 17 milyon ton, 1998 yılında pancar üretimi 22 milyon ton olmuş. Bu arada, tatlandırıcılardan da glikoz üretimine başlanılmış ve tabiî, şeker fabrikaları depolarında şekeri koyacak yer kalmamış. Bunun için, 1998 yılında şekerpancarına kota konulmuştur. Yeni bir Şeker Kanunuyla Pankobirlik'e ait fabrikalar kurtulmuştur. Bu Şeker Kanununu da, devamlı, buradaki muhalefet sözcüleri eleştiriyor; ben diyorum ki, bu Şeker Kanunu, keşke, bu ülkede dört sene, beş sene önce çıksaydı, bugün pancarda kota olmazdı; nedeni: Bu kanun çıkmadan önce, Türkiye'de, nişastadan tatlandırıcı üreten fabrikalar, bol miktarda tatlandırıcı üretmeye başlamış ve bu, şekerin yerine geçtiği için, şeker tüketimini azaltmış. Biz, bu kanunla, şekerpancarına kota koymadık, tatlandırıcılara kota koyduk; yüzde 10'unu geçemez dedik. Yüzde 10 olması da şart değil. Bunu, Şeker Kurulu tespit edecek. Yüzde 1 de tespit edebilir, yüzde 2 de tespit edebilir, yüzde 3 de tespit edebilir. Yüzde 10'unu geçemez. Bu Şeker Kanunu çıkmadan önce, tatlandırıcılara kota yoktu, bunların Türkiye'deki üretim miktarı 500 000 ton ile 700 000 ton arasındaydı. İşte, Şeker Kanununun, köylüye, pancar çiftçisine getirdiği en önemli fayda budur.

Yine, bu arada, Türkiye özelleştirmeye gidiyor. Pankobirlik'in elinde fabrikalar var. Eski kanunla, bu fabrikalar batma noktasına gelmişti; bu kanunla, bu fabrikalar kurtulmuştur.

Yine, 2001 yılında kotanın 11,5 milyon ton olduğunu söylüyorsunuz. 2001 yılında kota 11,5 milyon ton değil; 11,5 milyon ton yalnız Türk Şeker'in kotasıdır. Pankobirlik'in elindeki fabrikaların kotasıyla birlikte, 2001 yılının kotası 16 500 000 tondur.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Avrupa'da tatlandırıcı kotası yüzde 3'tür, siz yüzde 10 kota koydunuz. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, oturun yerinize... İstirham ederim... Yapmayın efendim... İstirham ederim... Hatibi serbest bırakın, boğmayın.

HASAN KAYA (Devamla) - Yine, 2004 yılında pancar ekilemeyeceği söyleniyor. 2004 yılında da pancar ekilecek, 2005 yılında da pancar ekilecek. Burada, kanunun getirdiği Şeker Kurulu "2004 yılında tekrar belirlenecek" diyor; ekilmeyecek diye bir şey yok.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Kaya, Avrupa'da yüzde 3; Türkiye'de yüzde 10 kota verdiniz tatlandırıcıya.

HASAN KAYA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, tarım ve sanayi sektörleri için büyük önem taşıyan Tariş, Çukobirlik, Antbirlik gibi 16 adet tarım satış kooperatifleri birlikleri, yıllarca, siyasî arpalık olarak kullanılmıştır. Bunun bedelini, ülke olarak hepimiz ödedik. Birlikleri, her gelen iktidar, kendi yandaşlarına istihdam kapısı olarak kullanmıştır.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Siz ne yaptınız, siz?..

HASAN KAYA (Devamla) - Bir kişinin yapacağı işi 100 kişi yapmış; politik amaçla ürün alımları yaptırılarak, devlet bütçesine çok büyük külfetler yüklenmiştir. "Önce ülkem, sonra Partim" diyen Milliyetçi Hareket Partisinin Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Kenan Tanrıkulu, elindeki bu büyük imkânı ve yetkiyi, yeni Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Yasasıyla, kooperatif ortakları arasından seçilen yönetim kurulu üyelerine bıraktı. Yeni yasayla özerk bir yapıya kavuşan bu birliklerin, personel alımları, ürün alımları, ihaleleri ve bütün harcamaları, tamamen, seçimle gelen yönetim kurullarının yetkisine bırakılmıştır. Bundan böyle, iktidara gelen siyasî partiler, tüyü bitmemiş yetimin hakkını siyasî gelecekleri için kullanamayacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Şu anda Pankobirlik'in başında kim var? (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, siz cevap vermeyin, Genel Kurula hitap edin; soruları bakana sorsunlar.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - MHP'li eski bir belediye başkanı var. (MHP sıralarından gürültüler)

HASAN KAYA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet, bugüne kadarki uygulamalarıyla, tarım sektörü için önemli ilklere imza atmayı başarmıştır. Çiftçi kesiminin sorunlarına kalıcı ve uzun vadeli çözümler getiren hükümetin, Türk tarımının sistemle ilgili köklü meselelerini de halledeceğine inanıyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı uğurlu olması dileğiyle, hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Buyurun efendim... Bir dakika efendim...

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?.. Her konuşmacının arkasından kalkıp cevap verilirse; böyle olmaz efendim.

BAŞKAN - Efendim, kürsüyü terk edip gidelim, eğer benim idareme karışırsanız efendim... Hatibin belki bir ifadesi var... İstirham ederim... Soracağım yani...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, ben fazla bir şey söyleyecek değilim. Sayın Kaya, 1996 yılının iktidarından söz etti, Kil ü kale gerek yok. Kendisine güveniyorsa, beraber çıkalım, bir köye gidelim, çiftçilerle konuşalım. (MHP sıralarından "Böyle bir usul yok" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır. Teşekkür ediyorum efendim.

Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse.

Buyurun Sayın Köse. (MHP sıralarından alkışlar)

İsmail Bey, 30 dakikanız var.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, 2002 malî yılı bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Anlaşılıyor ki, tarım politikalarında, hükümetimizin ve Tarım Bakanımızın başarılı icraatları vardır, refleksler de ondan kaynaklanıyor. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sen de vardın Sayın Köse, bizimle beraber.

İSMAİL KÖSE (Devamla)- Değerli milletvekilleri, yıllardan beri, bütçe görüşmelerini izleyen vatandaşlarımız, gönüllerini ferahlatacak, kendisine ümit ve vizyon vaat eden bir bütçeyle karşılaşma imkânı bulamamışlardır.

Türkiye'de, yıllardır, denk bir bütçeden neden bahsedilemiyor? Neden hükümetler, yıllardır, Yüce Meclisin huzurunda, gideri gelirinden fazla, sürekli açık veren, gelirlerinin büyük bölümü faiz ödemelerine aktarılan bir bütçeyle karşı karşıya bırakılıyor? Neden yıllardan beri hükümetler, sağlığa, eğitime, adalete yeterli kaynakları ayıramıyorlar? Neden milletimizin temiz alınterini, dışborç olarak sürekli bir şekilde yabancı bankalara aktarmak zorunda kalıyoruz? Türk ekonomisinin, sistemle ilgili derin meselelerine neden bugüne kadar çare bulunamamıştır? Neden, özelleştirmede hedef tutturulamamış, devletin ekonomide küçültülerek yönetimde güçlenmesi sağlanamamış, 57 nci Cumhuriyet Hükümeti gelinceye kadar yapısal reformlara cesaret edilememiştir; üretim ve istihdamda çağdaş seviye yakalanamamış, ekonomi, üretim özürlü, tüketim eksenli hale getirilmiştir?..

Bu sorular, her siyasetçinin kendisine sorması gereken ve iktidarıyla muhalefetiyle siyaset kurumunun cevap araması icap eden meselelerdir. Bu temel sorunlara cesur çözümler getirmek yerine, milletin ıstırabı üzerinden siyaset yapmaya kalkışmak, ne millete ne de o tür siyasetle prim yaptığını sanan siyasetçilere fayda temin eder.

Değerli milletvekilleri, 2002 bütçesi, birçok bakımdan ümit veren bir bütçedir. Daha sağlam gelir kalemlerine dayanmaktadır. Bu bütçeyle, giderlerin öngörülen rakamı aşmayacağı, bütçe dışı harcamalara meydan verilmeyeceği, borç ödemelerinde bir sıkıntı yaşanmayacağı, kamu kesiminde azamî tasarrufun sağlanacağı görülmektedir. Ancak, birçok olumlunun yönüne rağmen, 2002 yılı bütçesinin önemli ölçüde iç ve dış ödeme bütçesi olduğu da bir gerçektir. Zaten, yılların birikimi olan bir ağır ekonomik tablodan, daha farklı bir bütçe çıkarmak da mümkün değildir. Çünkü, Türkiye'nin yaşadığı temel sorun, teknik bir bütçe sorunu değil, ekonomik sorundur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, yıllardır ekonomimizin üzerindeki en büyük kamburu oluşturan iç ve dışborç yükünü taşımak mecburiyetiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Türk ekonomisi, hükümetin yapısal reformları gerçekleştirmesine kadar faiz-borç-enflasyon üçgeninde sıkışıp kalmıştır. Çeyrek asırlık bir maziye sahip olan enflasyon belasının, hesapsız ve plansız borçlanma süreciyle birlikte oluşturduğu sosyoekonomik açmaz, her sahada olduğu gibi, daha ideal bir bütçe oluşturma konusunda da hükümetin elini kolunu bağlamıştır.

Bu zorluklara rağmen, hükümetin denk ve saydam bir bütçeye doğru attığı adımları önemli buluyoruz. Türkiye'nin gelişmesinin önündeki en büyük engel olan borç-faiz-enflasyon tablosu, bugünün değil, uzun yıllardır ertelenen veya yapılamayan reformların sonucudur. Kamu kaynaklarının har vurulup, harman savrulmasının bir eseridir; bankaların içinin boşaltılmasının neticesidir. Bu gerçeği ve bugünkü ekonomik tabloyu önümüze koyan süreci iyi tahlil etmeden isabetli bir sonuca varmanın, imkânsızlığı da ortadadır.

1987 yılından itibaren, alarm zilleri çalmaya başlayan Türk ekonomisi, ilk önce 1991, daha sonra da 1995 seçimleri sonrasında gerekli tedbirlerin alınamaması nedeniyle, zincirleme krizlere maruz kalmıştır. Bu durum, Türkiye'ye çok pahalıya mal olmuştur. Hükümet, işbaşına gelişine kadar gerekli yapısal reformlara cesaret edilememiş, bunun yerine, borçlanma gibi kolay çözümlere başvurulmuştur.

Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisi, bu olumsuzlukların yanı sıra, yıllar boyunca, terörle mücadele için ağır bir fatura ödemek zorunda bırakılmıştır. Silahlı Kuvvetlerimiz ve emniyet birimlerimizin, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne kasteden PKK terör örgütüyle mücadelesinin maliyeti, Türkiye'ye 100 milyar dolardır. Yüce Milletimiz binlerce şehidinin dayanılmaz acısıyla birlikte, bu büyük ekonomik bedeli de ödemek zorunda kalmıştır.

İstikrar Programının belli bir aşama kaydettiği günlerde, asrın felaketi olarak nitelenen Marmara ve Düzce depremlerinin de ekonomimize ağır bir faturası olmuştur. Cumhuriyet hükümetimiz bu büyük  felaketten yüzü ak olarak çıkmış, başarılı bir sınav vermiş, yaraları süratle sarmak suretiyle, devletin kısıtlı imkânlarına rağmen hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır.

Ülkemizi ekonomik krizlere mahkûm eden bir önemli sebep de hemen her alanda kendini gösteren yolsuzluklardır. Yıllardır organize bir şekilde millî kaynaklarımızı kemiren yolsuzluk çetelerinin nefesi ilk kez 57 nci cumhuriyet hükümeti zamanında kesilmiştir (MHP sıralarından alkışlar)

Cumhuriyet hükümeti, son iki yıl içerisinde, ekonomik boyutu katrilyonlarla ifade edilen birçok yolsuzlukla mücadele operasyonunu başarıyla gerçekleştirmiştir.

Çeşitli bakanlıklar ve bazı kuruluşlar bünyesinde yapılan operasyonlarla temiz siyasetin yolu açılmış, bu sayede, hem ekonomi, yolsuzlukların tasallutundan kurtarılmış hem de çalanın yanında kâr kalır anlayışına son verilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, ekonominin, hatırlattığım nedenlerden kaynaklanan sorunlar dışında, dış ülkelerdeki ekonomik gelişmelerden de etkilendiği malumunuzdur. Ekonomimiz İstikrar Programının uygulanmasıyla soluk almaya çalışırken, 1999 ve 2000 yılında gelişmekte olan ülkelerde makroekonomik dengeler sarsılmış, bir küresel ekonomik gerileme, dünya piyasalarına hâkim olmuştur. Ekonomik alanda süper güç olan Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi, 1999 ve 2000 yılında önemli ölçüde yavaşlamıştır.

Japonya ekonomisi durma noktasına gelmiş, Rus ekonomisi krizlerle yüzyüze kalmış, Avrupa ekonomilerinde de belli bir gerileme gözlenmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde 11 Eylülde yaşanan terörist saldırı ve sonraki gelişmeler de küresel ekonomideki olumsuzlukları artırmıştır. Bu gelişmelerden sonra, yapılan ilk tahminlere göre, 2000 yılında yüzde 4,7 büyüyen dünya ekonomisinin 2001 yılında ancak yüzde 2,6 büyümesi, buna paralel olarak dünya ticaret hacmindeki artışın da yavaşlayarak yüzde 2,7'ye düşmesi beklenmektedir. Görüldüğü gibi, dış konjonktür de Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir ve bu olumsuz etki halen devam etmektedir. İç ve dış şartlardan kaynaklanan bu ciddî sebepleri bir yana bırakıp, ekonomideki köklü rahatsızlıklardan 57 nci cumhuriyet hükümetini sorumlu tutmak haksızlıktır.

Değerli milletvekilleri, son iki yılda, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte, daha önce hayal edilmesi bile zor sayılabilecek çeşitli reformlar yapılmıştır. Bu reformlar, kamu bütçesini kara deliklerden kurtarmak, faiz, borç, enflasyon kıskacını kırmak bakımından büyük bir değer taşımaktadır. Bu tarihî onur 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Çünkü, bu dönemde çıkarılan birçok yapısal dönüşüm yasası, cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik reformlarının gerçekleştirilmesini sağlamıştır, sağlamaya devam edecektir. Ekonomik ve sosyal yapıyı önemli ölçüde değiştirecek olan bu reformları özetle şöyle sıralamak istiyorum: Kamu bankalarına ilişkin birçok tedbir alınmış, bu bankaların yeniden yapılandırılma süreçleri başarıyla tamamlanmıştır. Ekonomik etkinliğin artırılması için de birçok yapısal reform yapılmış, bunlara örnek olarak Telekom Yasası, Şeker Yasası ve uluslararası tahkime imkân veren Anayasa değişikliği, Doğalgaz Piyasası Yasası, Elektrik Piyasası Yasası gibi yasalarla Gümrük Yasası ve Sosyal Sigortalar Kurumu ile Sivil Havacılık yasalarını söyleyebiliriz.

Maliye politikasının güçlendirilmesi ve şeffaflığın sağlanması için, 2001 yılı içerisinde, 36 bütçe içi ve 6 tane de bütçe dışı olmak üzere 42 adet fon 2002 yılı itibariyle tasfiye edilmiştir. Yeni vergi önlemlerinin alınması, vergi numarası sisteminin uygulamaya konularak vergi denetiminin güçlendirilmesi, kamu borçlanma kanunu tasarısının Meclise sunulması gibi düzenlemeler de hedeflenmiştir.

Kamuda kaynak tahsisi sürecinde şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması, rasyonel olmayan müdahalelerin bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde önlenmesi, yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi ve bütün bunları, etkin, esnek ve şeffaf bir şekilde hayata geçirecek yapısal unsurların yasal altyapısının oluşturulması da diğer bir amaç olmuştur.

2001 yılı sonu için programın koyduğu faizdışı bütçe fazlası hedefi, uluslararası ölçütler açısından son derece iddialı bir hedeftir. Yeni düzenlemelerle bütçede malî disiplin sağlanmıştır. Aynı hedefin, 2002 yılı bütçesinde de tutturulacağından eminiz.

Dalgalı döviz kuru rejimine geçilen 22 Şubat 2001 tarihinden itibaren döviz kuru piyasa şartlarına göre şekillenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Anayasa değişikliklerinin gerekli kıldığı uyum yasaları ve diğer öncelikli yasalar konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, önümüzdeki dönemde de aynı verimli çalışma temposuyla devam edecektir. Yıllardır yasama çalışmalarını bekleyen ve önemli idarî reformu sağlayacak olan Mahallî İdareler Kanununa ilişkin tasarı şu anda komisyonlarda görüşülmektedir. İnşallah, yeni yılda, Mahallî İdareler Kanunumuz da hayata geçirilecektir.

Şeffaflaşma ve yolsuzlukların önlenmesi için büyük önem taşıyan İhale Yasa tasarısı da şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye başlanmıştır. O da önümüzdeki yıl içerisinde kanunlaşacaktır.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Bayındırlık Komisyonunda...

BAŞKAN - Efendim Sayın Gül.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bayındırlık Komisyonunda olduğu doğrudur Sayın Gül, oradan da Plan ve Bütçe Komisyonuna gidecektir.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı bütçesi sayesinde, enflasyonun makul bir seviyeye makul bir sürede indirileceğine inanıyoruz.

Hükümete, Yapısal Reformlar ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının uygulanması konusunda güveniyoruz; ancak, 57 nci cumhuriyet hükümetini, ekonomik politikaların başarıya ulaşması için uyum, uzlaşma ve istikrar adına destekleyen Milliyetçi Hareket Partisinin, hükümetten önemli beklentileri vardır. Reel sektörün, çalışanların, işçi ve esnafın bir an önce rahatlamasını, üretimi artırıcı projelere yönelilmesini, yatırımların canlanmasını, ekonominin daralma sürecinin sona ererek büyümeye başlamasını umuyoruz. Malî yönetimde şeffaflığın sağlanacağına, istihdam ve adil gelir dağılımı konusunda olumlu gelişmeler elde edileceğine inanıyoruz. Birkaç yıldan bu yana ekonomik programların uygulandığı ülkemizde, halkımız, bir fedakârlık abidesi gibi, yokluklara, enflasyona, işsizliğe sabırla karşı koymaya çalışmıştır. Bu fedakârlık süresinin asgariye indirilmesini bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu gerçeği, iktidar ve muhalefetiyle, siyasî mekanizma, işadamı, sanayicisi ve tüccarıyla sermaye kesimi, yeterince kavramalı ve bu mücadelede hiçbir kesim kaçak güreşen taraf olmamalıdır. Devlet, Anayasada belirtildiği üzere, sosyal devlet olmanın gereğini daha titizlikle yapmalı, sosyal politikaları çağdaş normlara ve yeterli hukukî altyapıya kavuşturmalıdır.

Allah'a şükürler olsun, devletimiz büyük devlettir. Bu devlet, şu anda, 6 milyona yakın emeklisine maaş vermektedir. Bu devlet, şu anda mevcut, 1,5 milyon memuruna maaş vermektedir. Bu devlet, 1 milyonun üzerindeki işçisine hâlâ maaşını vermektedir. 10 milyon vatandaşının yeşil kartla ilgili sağlık meselelerine çözüm bulan bu devlete başka gözlükten bakmak fevkalade yanlıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük bir devlettir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Bugün, Bağ-Kur'dan ve diğer kesimlerden vatandaşlarımızın, içerisinde bulunmuş olduğu sıkıntılara rağmen, önümüzdeki yılda çok daha iyi imkânlara kavuşacağı da muhakkaktır. İşte, bunun için diyoruz ki, bu bütçe, inşallah, milletimizin fedakârlık yapmış olduğu en son bütçe olsun; bundan sonraki bütçeler de her gelen yıl, ülkemize, inşallah, çok daha büyük imkânlar yaratacak; milletimizin de refah seviyesini yükseltecek, onu mutlu edecek bütçeler olsun diye temenni ediyoruz.

İstihdam imkânlarını artıracak tedbirler daha fazla gecikmeden alınmalı, işsizliğin, sosyal bünyeyi daha fazla tahribi mutlaka önlenmelidir.

Reel sektörün, en kısa zamanda, ekonominin lokomotifi olma özelliğine geri dönmesi sağlanmalıdır. Türkiye ekonomisindeki istikrarsızlığın temel nedeni olan kamu finansman dengesi, kalıcı, sağlıklı bir yapıya kavuşturulmalı, kamu açıklarının piyasalardaki baskısı azaltılmalı, reel faizler süratle makul bir düzeye indirilmelidir.

Enflasyon, tek haneli rakamlara hızla düşürülmeli ve yapısal reformlar da tavizsiz gerçekleştirilerek, ekonomi, sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturulmalıdır.

Yurtdışında çalışan işçilerimiz ve müteşebbislerimizin, Türkiye'de yatırım yapmalarının sağlanması için hükümetin gerekli kolaylıkları tanıması, yabancı sermaye için tanıdığı imkân ve teşviklerden, yurtdışındaki işçilerimizin ve müteşebbislerimizin de istifade edeceği tedbirleri hükümetimizin alması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, cumhuriyet hükümetinin, dış politika alanında da önemli başarılara imza attığını görmekteyiz. Türk basınında da büyük yankı bulan bu başarıları, Milliyetçi Hareket Partisi olarak da memnuniyetle karşılamaktayız. Geçtiğimiz yıl içerisinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton'un, Türkiye'yi ziyaret ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinde tarihî bir konuşma yapması ve arkasından Bakü-Ceyhan petrol boru hattı anlaşmasının imzalanması, Türkiye için tarihî bir olaydır.

Yine, geçtiğimiz günlerde, aynı devletin Dışişleri Bakanının gelerek, Kuzey Irak'taki ve İsrail-Filistin arasındaki meseleleri ve Afganistan'daki meseleleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanına, Başbakanına ve hükümetine gerekli bilgileri vererek, gerekli görüş alışverişinde bulunmak suretiyle politikaları tespit etmesi de cumhuriyet hükümetimizin; yani, 57 nci hükümetin, dış politikadaki çok önemli bir başarısıdır.

Devam etmekte olan Afganistan'daki savaşın bir an önce bitirilmesi ve Afgan halkının uzun yıllardır hasret olduğu barış ortamına kavuşması en büyük arzumuzdur. Afganistan'da oluşturulan yeni hükümet, bir an önce, ülkeyi huzura kavuşturmalı; oradaki Türk unsurlar, yönetim, sosyal, siyasî alanda hak ettikleri ölçüde temsil edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin 11 Eylül faciasından sonra terörizme karşı alınan uluslararası tavırdaki kararlı ve etkili tutumu, millî çıkarlar doğrultusunda cereyan etmiştir. Türkiye, olayları dışardan seyreden değil, karar süreçlerinde rol oynayan, gelişmelere yön veren bir konumda olmuştur. Türk askeri, sıcak savaşa müdahil olmamış, barış sürecinde etkili rol oynama seçeneğine sıcak bakmıştır. İhtiyatsız bir acelelikle Türk askerinin çatışmalarda taraf olarak Afgan halkına zarar vereceğini bu kürsülerden ilan edenler, mahcup olmuşlardır. Temennimiz, Türk Devletinin şefkat elinin bir an önce Afgan Halkına uzanması, oluşturulacak bir barış gücünde Türk askerinin komuta düzeyinde temsil edilmesinin sağlanmasıdır.

Bugünlerde, Ortadoğu'da, Filistin ve İsrail arasında meydana gelen gelişmelerin de bir barış süreciyle noktalanmasını umuyoruz; günahsız Filistin halkının can güvenliğinin sağlanmasını gerekli görüyoruz. Türkiye'nin, İsrail-Filistin anlaşmazlığının giderilmesi konusunda daha fazla inisiyatif almasını doğru buluyoruz. Bu sıcak ve hassas bölgedeki her gelişme, Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da, Türkiye'nin içinde olmadığı, görüş ve isteklerinin dikkate alınmadığı, hassasiyetlerinin gözetilmediği oluşum ve gelişmelerin, istikrar ve barışı sağlaması mümkün değildir. Türkiye, bölgedeki güç ve ağırlığının bilincinde olarak, stratejik ortak olmanın kendisine yüklediği misyonla daha aktif ve atak bir dışpolitika izlemeye memur ve mecburdur.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi, Kıbrıs görüşmelerinin yeniden başlamasını olumlu karşılamıştır. Sayın Denktaş'ın almış olduğu bu yapıcı tavrı destekliyoruz ve ocak ayı ortalarında başlaması beklenen doğrudan görüşmelerin, oluşan bu olumlu atmosferin tesiriyle, somut çözümlere fırsat vermesini temenni ediyoruz. Millî onur meselemiz olan ve Türkiye için çok önemli stratejik değer taşıyan Kıbrıs'la ilgili sorunların, ne pahasına olursa olsun yaklaşımıyla değil, millî çıkarlarımız doğrultusunda çözülmesinden yanayız. Kıbrıs sorununa Rum gözlüğünden bakanların ve bunu da, 70 milyon Türk vatandaşının parlak geleceği için vatansever tavır olarak takdim etmeye çalışanların, aslında, ne Kıbrıs sorununun çözümüne ne de Türkiye'nin, onurlu bir üye olarak, Avrupa Birliğine katılma sürecine yapabilecekleri hiçbir olumlu katkı bulunmamaktadır ve bu düşünceyi de reddediyoruz. Ocak ayında başlayacak olan Denktaş Klerides görüşmeleri dikkatlice izlenecek ve Sayın Denktaş'a her türlü destek milletimiz ve devletimiz tarafından verilmeye devam edecektir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Afganistan harekâtında Amerika Birleşik Devletleriyle sıkı işbirliğine girerek, savaş konjonktüründen kârlı çıkmayı başarmaya çalışan Rusya'nın politikaları da dikkatle izlenmelidir. Almanya Bonn toplantısının neticesi iyi değerlendirilmelidir. Türkiye'nin, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Gürcistan'la, geniş bir işbirliği kurmak suretiyle oluşturacağı birliktelik, bölgenin ihtiyacı olan barışın ve istikrarın sağlanması için zarurîdir. Türkiye'nin geçici sıkıntıları, Türk dünyası ve bölgeyle ilişkilerindeki iddia ve hedeflere sekte vurmamalıdır. Türkiye, bölgede ve Türk dünyasında lider olma ülküsünden asla ve hiçbir şartta vazgeçemez.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ağır ekonomik şartlardan kurtuluşun çaresi radikal tedbirlerdir; ağır sonuçları olsa bile, köklü reformlardır. Bu tür tedbirleri uygulayan siyasî kadrolar, muhtemel siyasî risklerden çekinmemelidirler. Böyle zamanlarda, bedeli ne olursa olsun, millî görev ve sorumluluklarımızın idraki içerisinde olmak, milliyetçi hareketin engin vatan ve millet sevgisinin doğal bir sonucudur. Bu sebeple, dar siyasî ikbal hesaplarına iltifat etmeden, ülke için gerekli fedakârlıkları yapmak ve daha fazla çalışmak amacındayız.

Aziz Türk Milleti, Milliyetçi Hareket Partisi, muhtemel siyasî bedeli olsa da, milletin çıkarları hilafına hiçbir icraat ve eylem içinde olmamıştır ve olması da mümkün değildir, bundan sonra da olmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

57 nci cumhuriyet hükümetimizce hazırlanan Ulusal Belgede millî çıkarlarımızın korunması için, hükümetçe, önemli bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu hususta da, Milliyetçi Hareket Partisinin önemli katkılarını kamuoyu bilmektedir.

Bu konuda, kısa bir hatırlatmada da fayda vardır. Ulusal Belgeye, Kıbrıs ve Ege meselesini sokmaya çalışanlara fırsat verilmemiştir. Bunların yerinin, mekânının farklı olduğu ve 1959 yılından bu yana, o meseleler üzerinde yapılmış olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin anlaşmalarının geçerli olduğu vurgulanmış ve bu konuda başarıya ulaşılmıştır.

İdam cezasının kaldırılması konusunda, içimize karışmak suretiyle,  30 000 insanımızı katleden, 5 000 şehidimizin kanını akıtan yılanın başı Apo'nun kurtarılması için her türlü entrikaya başvuranlara fırsat verilmemiş, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, terörle mücadelede, devlete karşı işlenen suçlardan dolayı idam cezası alan herhangi bir kişinin affedilmeyeceği, idam cezasının kaldırılmayacağı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, bu Meclis tarafından, ilk defa konulmuştur. (MHP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Zaten vardı canım!..

İSMAİL KÖSE (Devamla) - AB çevrelerinin, bölücü başının geleceğini bir an önce garanti altına almak istemeleri çabalarının Ulusal Belgede yer almasına da engel olunmuştur.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Niye asmadınız?!

BAŞKAN - Efendim, laf atmayın...

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Anadilde eğitim meselesinde, çeşitli polemiklere meydan vermek suretiyle insanlarımızın kafasını kurcalamaya, binlerce yıldan bu yana et ve kemik olan ve hiçbir şekilde ayrılmamız mümkün olmayan her seviyede ve her noktada insanımızı bizden ayırmak için, önce silahla mücadele edenlerin, daha sonra siyasî boyuta yönlendirmeye çalışanların, yine, elleri böğürlerinde kalmıştır. Türk Diliyle eğitim yapılacaktır, Türk Dili, devletimizin resmî ve konuşma dili olarak Anayasamıza ve Ulusal Belgeye geçmiştir, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde belleklere yerleşmiştir. Bu da, Milliyetçi Hareketin ve bu Meclisin, hükümetin başarısıdır. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, bu hükümet dönemindeki başarıları, kuşkusuz, bunlarla sınırlı değildir. Partimiz, hükümet protokolü çerçevesinde, hükümetin başarılı olması için gerekli desteği vermiş, ekonomi, siyaset ve diplomasi konularında, milletimizin eğilimlerini, hükümet kararlarına etkili şekilde yansıtmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, iktidar ve Meclis zemininde, Yüce Milletimizin çıkarları için, teminat olmaya devam edecektir. Türk siyasetine uzlaşma kültürünü hâkim kılmayı amaçlayan Milliyetçi Hareket Partisi, halkın gözbebeği olan yüce kurumları hoşgörü odağı haline getirme çabasındadır.

Dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı, Türkiye'nin yeni roller alma imkânıyla karşı karşıya olduğu, buna karşılık, ekonomik sıkıntıların aşılması yolunda çetin bir ekonomik kurtuluş mücadelesinin verildiği bir süreci yaşamaktayız. Böyle kritik dönemlerde muhalefete düşen görev, belki de iktidardan daha zor ve daha anlamlıdır. Bu açıdan, muhalefeti ve iktidarıyla, Türk siyaseti, tarih önünde en büyük sınavını vermektedir. Bu sınavdan siyasetin kazançlı çıkması, ülke ve milletimizin kazançlı çıkmasıyla eşdeğerdir. Bunu anlamayanlar, inşallah, zamanı geldiğinde, seçimlerde, Türk Milletinden cevabını alacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu tartışmaya açılmış ve bunun üzerinden seçimlerin yapılması konusunda birçok şeyler söylenmiştir; ancak, tabiî, bunlar da muhalefetin hakkıdır, her zaman bir şeyler bulup söylemeye mecburdur. O itibarla, bugünlerde de bu Siyasî Partiler ve Seçim Kanunu gündemdedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, tüm siyasî partilerimizin iştirak ettiği, eşit şartlarda iştirak ettiği bir Uzlaşma Komisyonu vardır. Bu Komisyon, işte, sizin katkılarınızla gerçekleştirdiğimiz 34 maddenin değişikliğiyle çalışmış ve bu Meclisin, bu Anayasadaki değişikliğini sağlayan bir Komisyon olmuştur ve gerçekten de itibarı olan bir Komisyondur. Uzlaştığımız böyle bir Uzlaşma Komisyonunun, şu anda, yine parti sayın genel başkanlarının mutabakatı sonucunda, siyasî partilerimizin göndereceği ve ister Siyasî Partiler Kanununda, ister Seçim Kanununda yapacakları değişikliklerle ilgili öneriler, önüne gelecektir, bu Komisyonda gerekli tartışmalar ve irdelemeler yaptıktan sonra, yine tüm siyasî partilerimizin iştirak etmiş olduğu bu Uzlaşma Komisyonumuzdaki değerli arkadaşlarımızın katkılarıyla, inşallah Yüce Meclisimizin önüne gelecektir. Hiç acele etmeyiniz; Allah nasip ederse, yüce milletimizin vermiş olduğu 18 Nisandaki yetkiyi, vekâleti, yine 5 yıl sonra, 18 Nisanda, milletimizin huzuruna götürmek suretiyle, o tarihte seçim yapılacaktır. Onun için, tarihi de burada size açıklamış oluyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayali, hayali!..

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Korkunun, seçimden kaçmaya faydası yok!

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'yi esenliğe çıkaracak olan kurum siyaset kurumudur. Türk siyaseti, Yüce Meclisin çatısı altında, bir yandan, seviyeli eleştirilerle doğruları aramalı, çareler üretmeli; diğer yandan, Yüce Milletimizin önüne büyük hedefler koymalıdır. Her fırsatta ve her türlü bahaneyle, çeşitli kesimlerin haksız hücumlarına maruz kalsa da Yüce Parlamento, milletten almış olduğu güçle, milletin içerisinde bulunduğu güçlükleri yenmedeki kararlılığını sürdürecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kendisinin sorumlu olmadığı ekonomik krizden ülkemizi 57 nci cumhuriyet hükümetinin kurtaracağına inanıyoruz, güveniyoruz. Bu kararlılık ve gayreti hükümette görüyoruz. 2002 yılı bütçesinin bu amaca uygun olduğu kanaatini taşıyoruz. Bu yolda, gerekli her türlü fedakârlığı ve siyasî desteği hükümete vermeye devam etmeyi, kendi siyasî geleceğimize rağmen, daha ziyade, millî çıkarlara uygun buluyoruz.

Bu bakımdan, ekonomik krizden kurtuluş emarelerini görmeye başladığımız, piyasaların kısmen canlandığı, döviz yükselişinin frenlendiği, borsanın yükseliş trendine girdiği, önemli dışpolitika başarılarının elde edildiği bugünlerde, görüşülmekte olan 2002 yılı malî bütçesinin ülkemize hayırlar getireceğine inanıyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum ve milletimizin, çok yakında idrak edeceğimiz Ramazan Bayramını kutluyor; yeni yılda, vatandaşlarımıza ve siz değerli milletvekillerine sağlıklar, mutluluklar diliyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köse.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 104 üncü maddesini, bir kere daha hatırlanması amacıyla okuyorum: "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Bu amaçlarla Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:

a) Yasama ile ilgili olanlar

b) Yürütme alanına ilişkin olanlar,

c) Yargı ile ilgili olanlar."

Berayı malumat arz etmek istedim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bravo Sayın Başkan, mesaj yerine ulaşmıştır.

BAŞKAN - Anlayan anlar efendim, arif olan anlar niye söylediğimi.

Birleşime saat 14.00'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 12.58
 İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 38 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S.Sayısı : 754)(Devam)

2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/900, 3/900, 3/898, 3/899) ( S. Sayısı: 773) (Devam)

3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam)

4.–  2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı: 774) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinin.

Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, eğer süremizi düzgün kullanırsak, iftardan evvel üç Grubu konuşturma imkânı sağlayacağım efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerinin son günündeyiz. Bu görüşmelerin de, alacağımız kararların da hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, inancımıza göre bin aydan daha hayırlı olan bir gecenin sabahındayız. Bütün arkadaşlarımın Kadir Gecelerini tebrik ediyorum. Hepimiz için hayırlı ve bereketli olsun, ülkemize ve insanımıza mutluluk ve aydınlık günler getirsin.

Değerli arkadaşlarım, bugün, 2002 bütçesinin son konuşmaları yapılıyor. Baştan beri, bu görüşmeleri izleyenlerin ortak bir kanaati var; herhalde, bu Meclis, tarihinin en sönük, en heyecansız bütçe görüşmelerine sahne oluyor. Birinci günden başlayarak, bugüne kadar, maalesef, hepimizin de ortak kanaati budur. Oysa, bütçeler, iktidarlar için de çok önemli, muhalefet için de çok önemli. Benim, Parlamentoda deneyimim sizler kadar çok değil; ama, takip ettiğimiz kadarıyla, son yıllarda bile olsa, mutlaka, liderler konuşurlar, polemikler yapılır, rakamlar ortaya dökülür, eleştiriler, eleştirilere cevaplar olur ve liderler için âdeta, bütçe, bir sınav şeklinde cereyan eder. Geçmişteki bütçe görüşmelerini hatırlayanlar, mesela Sayın Demirel'in, mesela Sayın Erbakan'ın, yerine göre, rahmetli Özal'ın ve diğer liderlerin bu bütçe görüşmelerini, âdeta, sabırsızlıkla beklerler, ilgiyle takip ederler ve bunun üzerinde uzun yazılar ve görüşmeler yaparlardı. Birkaç yıldan beri sönük geçiyor; bunun da sebepleri var şüphesiz. Herhalde, yaptığımızı kendimiz de beğenmiyoruz. Gelen bütçenin sanal olduğunu biliyoruz, derde çare olmayacağını düşünüyoruz. Sümmettedarik rakamlar yan yana geliyor, adına bütçe deniliyor ve biz, onları burada mecburen görüşmek zorunda kalıyoruz. Gücümüz yok, yatırımlara ayıracak paramız yok, borçlar gırtlağımızı aşmış ve hükümetler sadece sayısal çoğunluklarına güvenerek işbaşında kalmaya devam ediyorlar.

Bu bütçe görüşmelerinde de, gördüğünüz gibi, muhalefet, genel başkanlar seviyesinde konuştu. Sayın Çiller'i, Sayın Kutan'ı dinledik. Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları konuştu, kanunî bir mecburiyet sebebiyle; ama, iktidar kanadında üç parti var. Üç partinin bir genel başkanı bile lütfedip bu kürsüye çıkmadı, konuşmadı. Hadi, ekonomide konuşulacak bir şey yok diyelim, bu bütçenin anlatılacak neresi var, savunulacak neresi görüldü diyelim; ama, geleceğe yönelik bir şeyler söyleyemezler miydi? İçpolitikaya, dışpolitikaya önümüzdeki ufkumuzu çizemezler miydi? Bizleri ferahlatamazlar mıydı? Bize bir şeyler söylemesi mümkün değil miydi? Hayır; maalesef, konuşmadılar ve söylemediler. Hatta, teamül gereği odur ki, eleştirileri Sayın Başbakan cevaplandırmalıydı. Sayın Başbakan bile kürsüye gelmedi. Yine, olan, Sayın Maliye Bakanına oldu.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, hükümetin bu konudaki tavrı yadırgayıcıdır; doğrusu, olağan değildir. Belki, arkadaşlarımız bunu olağan görebilirler; ama, Parlamentoda tecrübe kazandıklarında bugünlere biraz üzülerek bakacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, son bir yıldan bu yana, hükümet ortakları, bütçedeki tavırlarını, zaten, mesela, gensorularda da gösteriyorlar. 20'den fazla gensoru verilmiş. Başbakan veya bakanlar hakkında ithamlar var, başarısız oldukları söyleniyor. Muhalefet partileri konuşuyorlar; ama, iktidarın üç partisi, gensoru gibi önemli bir denetim mekanizmasında bile lütfedip ağzını açmıyor, kendini savunmayı bile düşünmüyor.

Değerli arkadaşlarım, bütçe, yerine göre bir denetimdir; bu denetimden iktidar kaçamaz; ortaya bir vizyon koyar, bu vizyonuyla Türkiye'nin geleceğine ümitle bakar. Ama, mesela, denetim mekanizmalarında, bir arkadaşımızın sorusuna verilen cevaptan anlıyorum ki, şu ana kadar, bakanlara, 1 257 sözlü, 4 903 yazılı soru önergesi verilmiş. Şu ana kadar 2 500 civarında sözlü ve yazılı soru önergesi cevaplandırılmamış. Sekiz aydan beri sorusuna cevap alamayan milletvekili arkadaşlarımız var. Bu denetimlerden kaçmak, Parlamentoya da siyaset kurumuna da yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir. Dolayısıyla, hükümetin de dikkatini çekiyorum. Bu Parlamentonun saygınlığını hep beraber korumaya ve kurmaya mecburuz.

Değerli arkadaşlarım, burada konuşmaları özetlediğimizde rakamlar var; üç aşağı beş yukarı, hep aynı. Polemikler yapılmış, eleştiriler yapılmış, yerden yere vurmalar olmuş, yerinden laf atmalar olmuş; toplayın hepsini, konuşulanlar doğru; rakamlar da, üç aşağı beş yukarı, doğru; tespitler de doğru; sıkıntı, zannediyorum, yalan söyleyen veya doğru söyleyenlerde değil, doğruları yapmayanlarda. Evet, iki kere iki dört eder, üç veya beş etmez; ama, bu tespitleri yerine getirecek olan iktidarlardır, icraatlarıyla bunu yapacaklardır. İktidarların şikâyet etmeye, çözüm bulamadım demeye hakları yoktur. Biraz evvel MHP'nin sayın sözcüsü,  hepimizin dikkatlerini çeken bir konuşma yaptı; o kadar rahattı ki, ancak, Sayın Köse bu kadar inandırıcı konuşabilir. Hükümetin çok başarılı olduğunu söyledi "hükümetin içinde de en başarılısı MHP'dir" dedi; elhak, doğrudur; böyle diyorlarsa, rakamlara, gerçeklere, konuşulanlara baktığımız zaman, Anadolu'ya çıktığımız zaman, neresi ne kadar doğru, bunları hepimiz görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, hükümetin başarısız olduğu, Türkiye'nin içinde bulunduğu tablonun gerçekten vahamet arz ettiği bir gerçektir; bunu, hiçbir şey değiştiremez. Bakınız, bugünkü hükümetin, şu Parlamentoya, Meclis binalarına girdiğimiz zaman, arabanızı park etmek üzere geçerken karşınızda bir levha var; o levha da, zannediyorum ki, askerî birliğin bulunduğu yerdir. Şöyle yazıyor: "Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz." Başarmaya mecburuz. İktidarlar başarmaya mecburdurlar. Bunun için, hiçbir mazeret geçerli olamaz, hiçbir mazeret doğru olamaz. Bunları saklamanın da kimseye bir faydası yok; çünkü, bunu saklarsanız, sonunda mahcup olursunuz. Adamın biri gümrük kapısından elinde çantayla geçiyormuş; o zamana kadar çok geçmiş; ama, kimse kendisine bir şey sormamış; gümrük kapısında mülayim insanlar varmış; hoş geldin, buyur, geç diyorlarmış; ama, o gün soracağı tutmuş; ne var bu çantalarda? Adam boş bulunmuş ; kuş yemi var demiş. Ver bakalım şu çantaları... Almış, biraz ağır gelmiş çantalar. Bu, kuş yemi olamaz; aç bakalım çantayı demiş. Çantayı açmış adam; ikisinde de tıka basa kol saati dolu. Kaçak saat getiriyor o taraftan bu tarafa. Utanmıyor musun; sen bize kuş yemi dedin; oysa, bu çantalardan kol saati çıktı demişler. Adam, soranlardan daha pişkin: Vallahi, ben, bunları kuş yemi niyetine aldım; yarın kuşların önüne koyacağım; yerlerse ne ala! (AK Parti sıralarından alkışlar) Evet, çok şeyler söylenebilir başarı adına. Yerlerse ne ala! Ama, ortada bir gerçek var; bu gerçek bizim konumumuzu değiştirmiyor.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet ikibuçuk yıldan beri işbaşında; ama, bu hükümetin omurgasında Anavatan Partisi ve DSP var. Omurga, dörtbuçuk yıldan beri işbaşında. 1997 Temmuzundan bu yana, iki sevgili ortak, hükümet olmaya devam ediyorlar, ANAP ve DSP. Aralarına masum bir ortak girdi ikibuçuk sene önce. O da yaşlandı sayılır. Dörtbuçuk yıldan bu yana hükümeti sürdürenler, şimdi "biz, başarısız olduk" diyemiyorlar; üç ahbap çavuş, birbirlerine dayanıyorlar, yıkılmamak üzere zor ayaktalar; ama, olan, millete oluyor.

Peki, bu konuşmalardan çıkan sonuçlar nedir; bu, bir iflas bütçesidir; IMF politikalarının iflas ettiğinin bütçesidir; bir sanal bütçedir; her şey faize gidiyor, ödemeler dengesi bozuk, gelir dağılımı bozuk, vergi adaleti yok, vesaire...

İsterseniz, müsaade ederseniz, madde madde bunları bir sıralayayım: İşsizlik çığ gibi; mevcutlara, işini kaybetmiş yeni işsizler katılıyor.

Esnaf ve sanatkâr perişan. Kimse, bunların aksini de söyleyemez. Bunları görmek için varoşlara gitmeye de gerek yok; orta halli mahallelerde, küçük sanayi sitelerinde, esnafın bulunduğu her yerde bunları görebiliyorsunuz. Dükkânlar kapatılıyor, Bağ-Kur, SSK primleri ödenemiyor, siftah yapılamıyor.

Tarım sektörü can çekişiyor. Tütünü bitirdik, şekerpancarını bitirdik. Çiftçi borcunu ödeyemediği için cezaevlerine giriyor. Mazot pahalı, traktöre mazot koyamıyorlar, topraklar ekilemiyor, gübre atılamıyor.

Memur geçinemiyor, halinden şikâyetçi.

İş dünyası en büyüğünden en küçüğüne kadar kaybediyor. Sanayi ve yatırımcı zorda.

Türkiye, reel olarak, ekonomik bazda küçülüyor. 2001'de yüzde 9'lar seviyesinde küçüldü, eksi gösterdi. Genç nüfusumuz büyük bir kaynak. Biz, bununla övünüyoruz; çünkü, Avrupa nüfusu yaşlı. Bizim 65 milyon nüfusumuzun yarısından fazlası 30 yaşın altında; kabiliyetli, dinamik gençliğimiz var; ama, bu gençlerimize imkânlar sunamıyoruz. Üniversiteyi bitirenlerin elinde işi yok, üniversiteye giremeyenler bir başka dert. Bu sene, biliyor musunuz, vakıf üniversiteleri yüzde 30 nispetinde boş kaldı. Taban puan düşmesine rağmen, taban puanlar bir kenara, harç ve masrafı anne  babalar bulamadığı için çocuklarını üniversiteye veremediler.

Değerli arkadaşlarım, içborç 119 katrilyon, dışborç 117 milyar dolar. Her doğan çocuk 5 milyar borçla doğuyor. Vergi gelirleri faize gidiyor, hatta yetmiyor. Fert başına düşen millî gelir, bir aralar 3 000 doların üstüne çıktı, son bir yıl içerisinde yine 2 000 küsur dolarlara düştü. Üretim ekonomisi yok, rant ekonomisi var. Toplayın 500 tane büyük firmayı, kârınız nerden  diye sorun, ya repodan ya faizden diyorlar. 25 000 çalışan fabrikanın 10 000'i kapanmış, 1 000 000'dan fazla insan işini kaybetmiş. Bunların 40 000'i de bankacılık sektöründen, sahasında deneyimli insanlar.

Enflasyon yüzde 20'lere, yüzde 15'lere inecek; hesap böyle yapılmış, stand-by anlaşmaları bunun için yapılmış; ama, yüzde 60'lar, yüzde 70'ler seviyesinde. 2001 yılı bütçesinin hiçbir hedefi tutmuyor, ne giderlerde ne faiz ödemelerinde ne enflasyon hesabında. Ekonomi stop etmiş, vergi bile alınamaz durumda. Ekim ayı sonu itibariyle 4 kişilik aile için açlık sınırı 307 000 000, yoksulluk sınırı 912 000 000. Bu ülkede 27 000 000 yoksul var, 12 000 000 açlık çeken insan var.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz. Maastrich kriterleri, ekonomik kriterlerdir; bunun fersah fersah uzağındayız. Evet, övüneceğimiz bir tek şey var, 20 000 000'luk banknotu olan hemen hemen bir iki ülkeden birisiyiz dünya yüzünde. 20 000 000'u bir kâğıdın üzerine koyduk. Dolar, 100'den fazlası basılmadı, markın 1 000'den fazlası yok; ama, bizim 20 000 000'umuz var. Bununla da övünebilir bazıları. Evet, meşhur sözdür: "Bir Türk dünyaya bedeldir." Bu, bir söz; ama, bir gerçek daha var; bir dolar, birbuçuk milyon Türk Lirasına karşı geliyor. Yani, birbuçuk milyon Türk Lirasını yan yana getirdiğiniz zaman, ancak, bir dolar alabiliyorsunuz. Bu, ekonomideki gerçek; o da, bizim hamasetimiz.

AHMET EROL ERSOY (Yozgat) - Espri yapıyor...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, gramla et ve kıyma alınmaya başladı. Halk beslenemiyor. Sağlık giderleri karşılanamıyor. Sosyal patlamalardan bahsediyoruz. Sosyal patlama daha nasıl olacak; elinde silahla sokağa mı çıkacak insanlar; katliam mı başlatacaklar? Bu hırsızlıklar, yolsuzluklar neyin nesi? Bu fuhuş patlaması nerden geliyor? Bu boşanmalar niçin arttı? Bu içki ve uyuşturucu iptilası neden 12-14 yaşına kadar inmeye başladı?

AHMET EROL ERSOY (Yozgat) - Hemen mi oldu?!

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar, Türkiye'nin gerçekleridir. Bazı arkadaşlarımız hazmetmekte zorlanıyorlar.

Bütün bunları hep beraber yaşıyoruz. Bütün bunları görmeliyiz. Bir felaket tellalı olarak konuşmuyorum.

AHMET EROL ERSOY (Yozgat) - Aynen...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu gerçekleri kabul ederseniz, ondan sonra, gereğini yapmak zorunda kalırsınız. Yoksa, bütün bunlara laf atmalarla geleceğiniz nokta, bundan daha ötesi değildir; mahcubiyettir, perişanlıktır ve maalesef, iflastır.

98 katrilyonla geliyor 2002 yılı bütçesi; ama, burada, 71 katrilyon gelir var; daha gelirken üçte 1'i açık, 27 katrilyon. Neyle kapatacağız bu açıkları; bildiğimiz yöntemlerle, ya para basılacak ya yeni vergiler, zamlar gelecek vesaire. Bütün bunlar orta sınıfa daha büyük zulümdür, daha çok geçimsizliktir, daha çok geçinme zorluğu çekilmesidir.

Değerli arkadaşlarım, şu ramazan ayı içinde belediyelerin ve bazı kuruluşların iftarları ve erzak dağıtmaları olmasaydı, insanımız, belki bu ayı çok büyük zorluklar içerisinde, belki suyuna ekmeğini katık yaparak iftarını, sahurunu yapabilecekti. Halkımızın hamiyet duyguları var ki, bazı kuruluşlarımız ellerinden gelen gayreti gösteriyor.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar sonucunda Türkiye iyi yönetilmiyor ve Türkiye'de işler iyiye gitmiyor. Bütün bunlar, IMF politikalarının iflas ettiğini ve maalesef, Türkiye'nin durumunun giderek zorlaştığını gösteriyor. Bakınız, sadece bir iki metin okumakla bu bahse son vereceğim, Parlamentoda bir Diyalog Grubu var; hemen hemen bütün siyasî partilerin bu grupta temsilcileri var; feryat etmişler neredeyse bundan bir yıl önce, içborç şu kadar dışborç bu kadar demişler.

Sayın Başkanım, herhalde, arkadaşları ikaz edeceksiniz.

BAŞKAN - Lütfen efendim...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Kalem vurduğunuzdan öyle zannediyorum.

BAŞKAN - Hayır, kalem değil efendim, tokmak vurdum da...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Evet, tokmak bile az geliyor demek ki.

BAŞKAN - Benim sesim tokmaktan da gür.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Özellikle, Diyalog Grubundan bahsederken Sayın Başkanının da dikkatlerini çekmek istiyorum. Yaylacılar grubunun sohbeti başka oluyor; ama, ben onların bildirisini okuyorum burada.

"İnsanlarımız kendi vatanlarında mutlu değil, ümitlerini yitirmekte, geleceklerini başka topraklarda aramakta, ekonomik ve sosyal bunalım yeni boyutlar kazanmak eğiliminde, tarihimizi rahatsız, geleceğimizi tehdit eden bu tablolar karşısında başkalarının bizim için düşünmelerini beklemeye, çözümleri dışarıda aramaya hakkımız yok. Çözümleri bulmak, Türkiye'yi büyütmek, insanlarımızı mutlu ve müreffeh yapmak için çalışmalıyız. Milletin güvenini yeniden kazanmamız gerekiyor. Meseleleri ertelemek, görmezden gelmek çözüm olmuyor; aksine, çözümü daha da zorlaştırıyor. Hepimizi Türkiye'ye, insanlarına, yarınlarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Fedakârlık, feragat, millî menfaatlar etrafında bütünleşme zamanıdır. Güven ortamının sağlanması için, hükümeti, en kısa zamanda gereğini yapmaya davet ediyoruz. Geniş halk kitlelerinin desteğine sahip olmayan programların başarılı olması beklenmez" diye devam ediyor. Değerli arkadaşlarım, 2001 yılının ocak ayında yayımlanan bu bildiriyi, şimdi, acıyarak ve üzülerek hatırlamak gerekir.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, Türkiye'ye dışarıdan baktığımızda, şu acı tabloyu da görmek mümkün: Güven noktasında, Türkiye, Filipinler'den sonra 2 nci sıradadır, rüşvet sıralamasında 52 ülke arasında Türkiye ilk 3'ün içindedir, sosyal güvenlikte OECD ülkeleri arasında sonuncu olup, ekonomisi karanlık ülke ilan edilmiştir, para birimi dünyada en düşük olan ülkedir, rekabet gücü 75 ülke arasında 33 üncü sırada yer alıp, geleceğe yönelik umut sıralamasında 54 üncü sıraya gerilemiştir, işgücü verimliliğinde en arkalarda, Avrupa Birliğine üye 15 ve aday 13 ülke arasında kriterler noktasında en sonda yer alıyor, teknoloji harcamalarında Avrupa Birliği ülkeleri arasında sonuncudur, dünya enflasyon liginde Sudan'dan sonra ilk sıralardadır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlara şunları da ekleyebiliriz: Geldiğimiz noktada, halkın güveni tamamen sarsılmıştır, ekonomi bıçak sırtından bıçağın altına yatırılmıştır, halkın tasarrufları yastık altına gitmekte, alınmamakta, satılmamaktadır, gurbetçilerin tasarrufları ülkeye çekilememektedir, yabancı sermaye girişi yoktur, aksine, yerli sermaye, dışarıya kaçmaktadır, sadece Romanya ve Bulgaristan'a değil, Amerika'ya bile, yerli sermaye, yatırım yapmak üzere gitmektedir, planlanan özelleştirmeler gerçekleşememiştir, yatırım, üretim durma noktasındadır, imalat sanayiinde küçülme var ve diğerleri.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlarla geldiğimiz noktada, evet, doğru şeyler söylüyoruz, doğru şeyleri yapmak mecburiyetindeyiz, yoksa, bu tabloların altında hep beraber kalacağız ve bütün bu sıkıntılar bizi çok daha zor günlere götürecek. Arjantin'in iflas bayrağını çektiği bir dünyada, Türkiye'nin aynı duruma düşmesi, Allah saklasın, hepimiz için bir felaket olacaktır. Tedbirlerini, mutlaka, en kısa zamanda almak mecburiyetindeyiz.

Bütün bu rakamları sayıp döktüğümde, bir karartıcı tablo çıkıyor ortaya. Felaket tellalı olmamalıyız, hele, böyle güzel günlerde, ülkemizin geleceğine hep beraber, umutla bakabilmeliyiz; ancak, bunları konuşmak, hatta, dramatik şekilde konuşmak mümkün. Buradan, bir siyasî rant da sağlayabiliriz. AK Parti, Meclisin en genç partisidir, yapılan anketlerde birinci sırada çıkmaktadır, önümüzdeki seçimlerde muhtemelen başarılı olabilecektir -yumuşatarak söylüyorum, bazılarını rahatsız etmesin diye- ve bugünkü bütçeyi tenkit etmekle, bugün içerisinde bulunduğumuz ekonomik tabloyu tenkit etmekle, seçimler için bir rant elde etmek de mümkün.

Ama, değerli arkadaşlarım, tarihte, Pirus Zaferi diye bahsedilen bir zafer var. Öylesine savaşmışlar ki, iki taraf da bitap düşmüş. Galibiyet galibe yaramamış, mağlubiyet de mağlup olanın sırtında kalmış. Türkiye'nin hali, bir Pirus Zaferine ulaşabilecek noktada görünüyor. Kim iktidara gelirse gelsin, elini altına soktuğunda, bütün gövdesiyle girebileceği bir ağırlık olacak. İktidar da, yine hükümet etmeye devam etse bile, bu tabloda bir iyileştirme temin edilemeyecek; ama, biz, bunu yapmayacağız. Bakın, bugünkü konuşmama bu tabloyla başladım, buna mecburum; ama, yapmamız gerekenler var ve bu sorumluluk hepimizin. Türkiye bu noktaya gelmişse, geçtiğimiz hükümetlerden bugüne, yapılan yanlışlıkların, alınan yanlış kararların, siyasî tercihlerin sebebiyledir. Bu hükümet, böyle bir tabloyu karşımıza çıkarmasaydı, yüzde 10'luk enflasyon olsaydı, dolar 680 000'lerde, 690 000'lerde kalsaydı, işsizlik olmasaydı, bütün sektörlerde bir canlılık olsaydı, bunun başarısı, elbette, hükümete ait olacaktı; ama, bunun tam tersini bugün gördüğümüzde, lütfen, hükümet, topu taca atmasın, namuslu davransın, dürüst davransın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Başarıyı kendisine getiren, ama, başarısızlığı da başkalarının sırtına yıkmaya çalışan bir anlayış, doğru bir anlayış değildir. Eğer, bugün, Parlamentoda siyaset yapan bizler, ülkenin geleceğine talip isek, bu tablodan, memleketimizi, insanımızı çıkarma gayretinde isek, o zaman, sorumluluğu hep beraber duymaya mecburuz; çünkü, başka ülkemiz yok, başka devletimiz yok, başka Türkiye yok. Biz, aynı gemide seyahat eden yolcular gibiyiz. Geminin kaderi, hepimizin kaderidir. Gemi, sahili selamete ulaşırsa batmadan, hepimiz kurtulacağız; ama, batarsa, sadece alttakiler, kamaradakiler veya ambardakiler değil, üsttekiler de batacak. Böyle bir tabloyu düşündüğümüzde, hepimiz, sorumluluk altına girmeye ve çözümler için de el ele vermeye mecbur olacağız.

Yani, sözün kısası şu: Masum değiliz hiçbirimiz. Belki, yaşımız itibariyle, AK Parti, bunu, kendisi için söylemeyebilirdi, ben yeniyim, bu sorumlulukta hiçbir yer taşımıyorum, ben elimden gelen gayreti, önerilerimle, çözüm paketlerimle ortaya koyuyorum, sayım şu kadardır diyebilirdi; ama, ben, onu da sorumluluk altına koyuyorum ki, bundan sonraki yapacağımız işlerde, hep beraber, el ve gönül birliğiyle hareket edelim.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Parlamentodaki bugünkü tablo, bir bakıma çok iyi; ama, bir bakıma çok kötü sonuçlar doğurdu. 3 partili bir koalisyon var; 351 güvenoyu almıştı, 5-10 eksildi; ama, yine 340'lar civarında milletvekili sayısı var. 3 tane muhalefet partisi var; ama, toplasanız 190 etmiyor, arada 150'ye yakın milletvekili var. Bu, bir sayısal çoğunluktur. Bunu, bir güç olarak, hükümet görebilirdi; istediği kanunu çıkarabiliyor, istediği kararı alabiliyordu, hiç kimse mâni olmadı, sadece burada konuşmalar yapıldı, önergeler verildi. Zaman zaman bunlardan bile şikâyet eden başbakanlar gördük; ama, biz, muhalefet partisi olarak, doğru bildiğimize, yanlış bildiğimize bir şeyler söylemek, çözümler getirmek mecburiyetindeydik. 340-350 arkadaşımız, her şeye el kaldırmak, indirmek suretiyle, Bankalar Kanununu 6 defa değiştirdiniz, şeker çıktı, tütün çıktı, Elektrik Piyasası Kanunu çıktı, Tahkim Kanunu çıktı, muhalefetin desteğiyle pek çok anayasa değişikliği çıktı. Bu sayısal gücü, bir siyasî irade haline getirmek ve bunu, başarıya, bir enerjiye dönüştürmek mümkündü; ama, böylesine sayısal güç, yanlışları yapma noktasında, iktidarı daha şımarık yaptı, maalesef daha mağrur yaptı; bugün, onun sıkıntısını çekiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geldiğimiz bu noktada, bazı şeyleri tekrar düşünmekte ve yeni şeyler söylemekte yarar var; çünkü, rakamlar, âdeta, üst üste alt alta; yüzde 10,5 mu, yüzde 9,5 mu; ama, bir netice var ortada. Gidiniz Ulus pazarına, gidiniz Yüzüncü Yıl pazarına, İstanbul'a, Manisa'ya, İzmir'e, Ardahan'a, Kars'a, gördüğünüz bir şey var; açız diyenler var, işsiziz diyenler var, yoksuluz diyenler var, ciğerparesi yavrusunu doktora götüremediği için gözü yaşlı anneler var ve artık, açlıktan ölen çocukların fotoğrafları gazetelerde. Bunlar hepimize hüzün veren, hepimizi duygulandıran şeyler. Türkiye, buna müstahak değil, ülkemiz, böylesine bir fakirliği ve yoksulluğu yaşamaya müstahak değil. Biz, bundan üzülüyoruz ve utanç duyuyoruz değerli arkadaşlarım.

Bakınız, iki şeyi söylemek istiyorum, zaten, Mevlânâ da öyle diyor "dün dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek zamanı cancağzım." Yeni şeyler de bilinmeyen şeyler değil; ama, rakamlar anarşisinde boğulduğumuz için böl, çarp, topla. Zaten, Türkiye, uzun bir süredir monetarist politikalarla yönetiliyor; yani, sadece para hareketleri. Parayı buradan aldın buraya koydun, enflasyon düşecek mi, döviz, borsa, faiz -affedersiniz çıpalı mıydı- çapalı kur, arkasından dalgalı kur, her şey dalgalanmaya bırakılmış, biz, bunlarla meşgulüz; ama, yaptığımız şeylerin faydasını göremiyoruz. O yüzden, rakamları bir kenara koyarak, bu durumlara niçin geldiğimizi bir başka perspektiften ve zaviyeden görmek mümkün mü? Biz, bu hallere niçin düştük?

Değerli kardeşlerim, bu ülke, eğer, Afrika'da bir ülke olsaydı; yani, bir yılda yağan yağmur şu bardağın içini dolduramayacak bir ülke olsaydı -bunları izliyoruz, bu Etiyopya olabilir, Kongo, Katanga olabilir, yağmur yok, her şey güneşin altında, toprakta bir ot bile bitmiyor- fakirliğin bir sebebi olurdu. Grönland'da buzların altında yaşasaydık, fakirliğin bir sebebi olurdu. Avustralya'nın ortasındaki çölde olsaydık, bu çöl insana hayat vermiyor diye şikâyetimiz olurdu veya bizim insanımız, Allah korusun zombilerden birisi olsaydı, Amazon deltasında yaşayan yerlilerden birisi olsaydı da, hâlâ çiğ etle besleniyor durumunda kalsaydı, o zaman, bu insanlar medeniyet görmemiş falan derdik; ama, burası Türkiye. Bu millete Cenabı Hak bin yıl Hakk'ın bayrağını taşıdığı için en büyük nimetleri verdi. Bu nimetlerle, biz, bugün yaşıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şu halimize bakın, aynı anda dört iklimi yaşayan başka bir ülke gösterebilir misiniz? Şu anda, Antalya'da, belki denize giriliyor, belki Manisa, İzmir'de ceketle dolaşılıyor, Ankara'da kar var Hakkâri'de daha çok vardır. Karadeniz'de yağmur var. Bir yerde yağmur, öbür tarafta kar, öbür tarafta güneş, bu tarafta deniz. Allah, böylesine nimetleri bu ülkeye vermiş. Akarsularımız var, yaylalarımız var, ovalarımız var. 18 milyon hektar arazi var ki, eğer sulu tarıma geçebilsek, 1'inden 3 mahsul almak bile mümkün. İnsanların aç kalması mümkün değil. Üç tarafımız denizlerle çevrili, 700 000 kilometrekare toprağın üç tarafında deniz var. Denize hiçbir kıyısı, sahili olmayan ülkeler fakirlikten bahsedebilir; ama, bizim denizimiz var, güneşimiz var, toprağın altında maden yataklarımız var; bor var, uranyum var, fosfat var. Toprağın bir metre altını kazdığınız zaman, size gülümseyen madenleri göreceksiniz. Bunların hepsi Türkiye'nin büyük zenginlikleri.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bu doğal kaynakları, genç ve dinamik bir nüfusu var, taşı sıksa suyunu çıkaracak. Kırk sene evvel Almanya'ya gitti, dev preslerin karşısında önce şaşkındı; ama, iki sene sonra maestro oldu, o presin daha güzelini yapmaya başladı; Allah, böyle zekâ vermiş. Çok zengin tarih ve kültür mirasımız var. Milletimizin köklü ve zengin bir devlet geleneği var. yüksek girişimci potansiyeli var. Türkiye, bölgesinde etkili olabilecek bir jeostratejik konuma sahip. Emsalsiz tabiat güzelliklerimiz var ve hele hele, halkımızın inancından gelen, örf ve âdetinden gelen güzel duyguları var; cömert, başkalarına yardım ediyor; kanaat sahibi, uysal, devletine karşı gelmiyor. Milletimiz, tarih boyunca bu imkânsızlıklar içerisinde çok şeyleri başardı.

Değerli arkadaşlarım, biz, takriben seksen senedir harp etmeyen bir ülkeyiz. Bir memleketin tarihinde, barış dönemi çok önemlidir. Uzun sayılabilecek bir barış döneminden geliyoruz. 1923'te cumhuriyet, 1920'de Meclis; arkasında hiçbir savaş hali yok. Şüphesiz, güneydoğuda yaşanmış olayları arkadaşlarımız biliyorlar. Bu, bizim kendi iç meselemizdi, dış tahrikleri vardı; ama, ben, bir ülkeyle karşı karşıya harp etmekten bahsediyorum.

Peki, biz, bugün bu haldeyiz. Böylesine büyük zenginliklere sahibiz. Böylesine uzun bir barış sürecinden geliyoruz. Dünyada, önemli tecrübe var; birisi Almanya, diğeri Japonya... 1939-1945, İkinci Cihan Harbi, Almanya yıkıldı, taş üstünde taş kalmadı; Hitler delisi, dünyayı ateşe verdi ve sonunda Almanya teslim bayrağını çekti. 1945'te erkek nüfus azalmıştı, fabrikalar yıkılmıştı, sanayi kalmamıştı... Bu ülkenin petrolü bile yok, bizim sahip olduğumuz zenginliklerin çok azına sahip; ama, bugün Almanya, yirmi senede kalkınmasını tamamladı, şimdi 6 000 000-7 000 000 yabancı işçi çalıştıran bir ülke haline geldi, fert başına düşen millî geliri arttı.

Japonya, 8 000-10 000 adadan müteşekkil, toprağında maydanoz bile bitmiyor; insanlar, 40 metrekarelik evler bulurlarsa zengin sayılıyorlar. Böyle bir ülke, 1945'te iki atom bombası yedi başına; ama, Japonlar, millî haysiyetlerini üstte tuttular, kendi politikalarını koydular, çok çalıştılar, mesuliyet anlayışına sahip oldular ve kalkındılar.

Harpten yeni çıkmış iki ülkenin başarısını ve refah seviyesini gördükten sonra, benim ülkeme ne oldu ki, seksen senelik barıştan geliyorum, başıma atom bombası da yemedim, bir harbe de girmedim, birçok  imkâna da sahip bir ülkeyim niçin bu hallere düştüm demeye mecburuz.

Biraz evvel saydığım zenginlikler ne kadar güzel şeyler; ama, varlık içerisinde yokluk çekmek ne kadar kötü...

Hocanın canı helva istemiş, bakkala gitmiş "bana helva ver" demiş. Bakkal "Hocam, kalmadı" öbürü "kalmadı" öbürü "kalmadı..." demiş. Hoca, helva yiyecek; ama, bakkallarda helva bulamıyor. Hoca, dördüncü bakkala gitmiş "yahu, sende de helva yok mu hakikaten?" demiş, bakkal "yok" demiş. "Peki, be adam, sende yağ var mı?" "Var" "Şeker?.." "Şeker de var Hocam" "Un?.." "İstediğin kadar var" Ulan, utanmaz, neden bunları bir araya getirip de helva yapıp satmıyorsun?"

Nasrettin Hoca, bütün bunları, herhalde bizim için söylemiş, başkaları için değil... Bu kadar varlık içerisinde yokluk çekmek, başka hangi ülkede vardır?.. Önümüzdeki ülkelere bakın, hangisi böylesine imkânlara sahip?

Şair güzel söylüyor: "Yarab, nedendir bu susuzluğumuz, gürül gürül akan çeşme başında!" Çeşmenin başındayız, susuzluktan dudaklarımız çatlamış ve bir de, hâlâ, gülerek, hâlâ, sırıtarak, hâlâ, içerisinden alay etmeyi geçirerek "ben niye bu hallere düştüm" diye, kafasını ellerinin arasına alıp, utanacağı yerde, maalesef, bütün bunlara isyan etmeyi düşünenler var. Tabiî, burada değil; herhalde, bir başka yerde, bizi dinleyenlerin içerisinde, bunu, kafasından geçirenler olabilir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ikinci bir konuya geliyorum: Türkiye, uzun süreden beri bir monetarist politikayla yönetiliyor. Sayın Maliye Bakanımız bunları çok iyi bilir; sahasında en iyi yetişmiş insanlardan birisi. Başta da söyledim, bir para politikası sadece; Sayın Derviş de bunu çok iyi biliyordur, bir başkası da biliyordur. Ne yapıyorsunuz bununla; Sayın Ali Coşkun, "üçkâğıt ekonomisi" demişti "menkul kıymetler, borsa, döviz, faiz" diye de saymıştı. Hakikaten, Türkiye, birkaç yıldan bu yana -rahmetli Özal döneminde de belki bu kadar vardı- sadece dövizi konuşuyor, sadece faizi konuşuyor, sadece repoyu konuşuyor, sadece enflasyonu önlemek için, "bunun parasını kıs, bu tarafa ver; bunu, buradan al, bu tarafa koy..." Bütün bunlarla vaktini geçiriyor.

Değerli arkadaşlarım; ama, bunların sonucu, bugün geldiğimiz tablodur. Burada bir yanlışlık olamaz mı? Bu monetarist politikalarda faiz var, döviz var, para var da, peki, insan unsuru nerede? Bunlar hep insan için değil mi? Para da, insanların huzur ve mutluluğu için, elbette düşünülebilecek bir araç değil mi?

Hepimiz biliyoruz ve bilmeliyiz ki, insanlar dünyaya geldiğinden bu yana üç şey için düşündüler; insanın fıtratı bunu istedi. Birincisi, huzur ve barış içerisinde bir yaşam; kimse kavgayı ve savaşı düşünmüyor. İkincisi, refah seviyesi yüksek olsun; kimseye muhtaç olmamayım, cebimde param olsun, paramın kıymeti olsun. Üçüncüsü de, ben insanım, yaratılmışların en şereflisiyim; insanca yaşamak istiyorum, kimse benim insanlık onurumu çiğnemesin ve insanlığımla alay etmesin.

Hükümetlerin görevi, bunu temin etmektir; muhalefetlerin görevi, bunu temin etmek için çalışmaktır, yöneticilerin görevi budur. Biz, hepimiz, bu ülkede, başı dik, alnı açık, karnı tok insanlar olarak yaşamak istiyoruz; inancımızla veya inançsızlığımızla... Kime isabet ederse etsin, bunu yaşamak ve bu inancımızın gereğini yapmak istiyoruz. Huzur ve mutluluğun unsurlarını bulmak hepimizin görevi olmalı; ama, herhalde, daha çok, ülkeyi yönetme iddiasında olan, iktidar noktasına gelen insanların olmalı.

Değerli arkadaşlarım, herhalde, söyleyeceklerimi laikliğe aykırı bulmayacaksınızdır; çünkü bazı gayretkeşler var, bazı şeyler söylendiğinde çok hassasiyet gösteriyorlar. Hayır, bütün bunların laiklikle bir alakası yok; çünkü, laiklik, din ve vicdan özgürlüğüdür. Laikliğin de ne olduğunu, biz, zaman zaman, zaten, yeri geldiğinde tarif ediyoruz; ama, bu monetarist politikalar içerisinde milletimizin inancı yoksa, gelenekleri yoksa ve ekonominin ahlakî boyutu dikkate alınmamışsa burada bir eksiklik herhalde görülecektir.

Değerli arkadaşlarım, halkımızın bu sahip olduğu duygular içerisinde hakikaten bizi ayakta tutan birkaç tane önemli bilgiye, hassasiyete temas etmek istiyorum. Bizim yetişme tarzımızın içerisinde, bizim büyüklerimizden aldığımız terbiye içerisinde, bizi var eden medeniyetimizin içerisinde çok önemli birkaç kaynağımız var. Biz, halkımız olarak, bereket diye bir şeye inanıyoruz, helal, haram diye bir şey biliyoruz. Kul hakkı ve ona ilişmemek lazım. Allah bile kul hakkıyla kendisine gelinmemesini istiyor diye düşünüyoruz. Kanaati, bir tükenmez hazine gibi görüyoruz. İktisat, yani, tutumluluğu örnek alıyoruz; cömertliği biliyoruz; hamiyeti biliyoruz ve bütün bunlarla, koskoca bir medeniyetin beşiği olmuş, üç kıtada, yedi iklimde insanları huzur ve saadet içerisinde yaşatmış bir büyük medeniyetin izlerini bu duygularda görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, insanımız bu duygularla en yüksek medeniyetleri kurdu; bir denizin içerisinde, bir akarsuyun içerisinde abdest alsa bile israf etmeyeceğinin bilinci içindeydi; ekmeğini israf etmiyordu "ekmek azizdir" diyordu. Ben, küçüklüğümde öyle büyüklerimden aldım, mutlaka -Anadolu çocuğuyuz hepimiz- hepiniz bunları gördünüz. Sofradaki ekmek ufaklarını, bize, parmağımızı ıslatıp da, o ufakları, kırıntıları toplamayı, ağzımıza atmayı öğrettiler. Benim annem çoraplarımı yamıyordu. Ben, dört kardeşin en küçüğüyüm, benim nasibim, hep ağabeylerimin ceketini giymek, onların pantolonunu giymek oldu. Bizim, lastik ayakkabı alacak bile paramız yoktu. Lisede okuyan ağabeylerime, annem, bezden jimnastik ayakkabısı diker -o zaman jimnastik ayakkabısı derlerdi- onunla beden eğitimi dersine gönderirdi; ama, bunlar bize hiç utanç vermedi o zamanlar, biz bunları severek yaptık; bugün de ben çocuklarıma bunları yaptırmak istiyorum, bunlar güzel şeyler; çünkü, israf eden kendi cebinden israf etmiyor; başkalarının hakkını yiyor, haksız kazanç sağladığı için kolayca israf yapıyor. Bu ekmekte, bu suda, bu tabiatta, bu vatanda, bu ülkede hepimizin hakkı var; hem doğmuş ve yaşayan hem doğacak ve gelecek milyonlarca insanın hakkı var. Biz, bu kanaati ve bu bereketi tekrar yaşanır hale getirmeliyiz.

Laik düşüncede bunlara yer yok denilirse, buna her zaman ve her yerde en önemli yeri ayırmak mecburiyetindeyiz. Bunlar sıfır maliyetli şeyler arkadaşlar, bunlar için bütçeye ödenek koymaya gerek yok, Sayın Oral'ın kapısında, kart yazıp da, para istemenin gereği yok, ödenek aktarmasına gerek yok; bunlar talim terbiye işi, eğitim işi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim inancımız, bizim örf ve âdetlerimiz ve geleneklerimiz hep bunları bize gösterdi.

Biz, bugün, bunu içimizde yaşattığımız için, elinde ekmeği olan adam, bu ekmeğini, gitti deprem bölgesindeki fukarayla paylaştı. Manisa'dan, İzmir'den, hepinizin memleketinden, Erzincan'dan, Erzurum'dan, Hakkâri'den, elindeki ekmeğini, Düzce'deki, Gölcük'teki depremzede kardeşine götüren, yemek için yollara düşen, çocuğunun üstündeki giysiyi alıp onları giydirmeye çalışan Anadolu insanını, işte bu hasletleri sebebiyle gördük.

Belki, bir Batılı düşünce tarzı buna yatkın olmayabilir; sadece kendi menfaatını düşünen bir çıkarcı anlayış buna uzaktan bakabilir; "zebunküş Avrupa bir hak tanır ki, o da kuvvettir" diyenler belki bunun için işaret ettiler; ama, bizim milletimizin gönlünde, kalbinde böyle zengin duygular var, bizi biz yapan zengin duygular var. Biz bunlarla yetiştik, alınterini kutsal saydık, haksız kazanca karşı çıktık, kendi servetimizde fakir fukaranın hakkı var diye düşündük.

Değerli arkadaşlar, eğer, israfa karşı çıkabilmiş olsaydık, bugünkü yolsuzluklarla mücadele etmek, bu yolsuzluklarda hortumlanan, en azından bankaların alıp götürdüğü 12-15 milyar doların nelere mal olduğunu, kaç tane hastaneye, kaç tane okula, kaç tane otobana, yola karşı geldiğini hep beraber görürdük.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, sadece beşerî düzenler değil, semavî dinler de insanları mutlu etmek için yollar bulmuşlar. Bir İslam alimi örnek veriyor, diyor ki "iki söz vardır ki, insanları kavgaya yöneltir, toplumda fesat çıkarır. İnsanlar birbirlerinin başını, gözünü yarmaya başlarlar. Nedir o söz; bir tanesi 'sen çalış, ben yiyeyim' sözüdür. Öbürü 'ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne' sözüdür."

Bu iki söz, kavgalara, isyanlara, ihtilallere yol açıyorsa; onun da iki tane panzehirini getirmiş İslam. Birine, zekatı farz etmiş, zenginden fakire mal, servet akışını koymuş. İkincisi de, faizi, haksız kazancı yasaklamış.

Biz hükümetiz; biz, laik, demokrat bir ülkenin, cumhuriyetin insanlarıyız. Yapacağımız şey sadece şudur: Haksız kazancın yollarını kesmek, vergi adaletini sağlamak, ama, gelir adaletini de sağlamak, rant ekonomisini bırakıp, üretim ekonomisine dönmek, servetin belli ellerde toplanmasına bütün gücümüzle mani olmaktır.

Değerli arkadaşlarım, şunu söylemek istiyorum ki, ekonomide refaha erişme yolunda eğitim ve terbiyeyi ihmal etmemeliyiz. Her şey borsadan, bonodan, tahvilden, faizden, dövizden ibaret değil. Bu ekonomik sistem kimler için uygulanacak; halkımız için. O zaman, halkımızın düşüncesini ve inanç sistemini de dikkate almak mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz biliyoruz ki, toplumdaki güven duygusunun sarsılmış olması bir gerçektir. Kimse kimseye güvenmiyor. Devlet, vatandaşına güvenmiyor. Vatandaş da, devletine güvenmiyor. Hükümet, halkına güvenmiyor. Muhalefet de, hükümete güvenmiyor. Ee, bırakın bunları, hükümet ortakları bile birbirine güvenmiyor; yani, bir güvensizlik, bir samimiyetsizlik, maalesef, ülkemizi sarmış gidiyor. Siz, üçüncü defa anlaşma yapsanız, on defa IMF'yle masaya otursanız da, gelecek para esnafa gitmiyor, gelecek para KOBİ'lere gitmiyor, gelecek para çiftçiye, köylüye gitmiyor; halen, zararlara gidiyor. Saniyede 1,5 milyar lira paranın ödendiği bir ülkedeyiz. 80-90 trilyonu faiz ödemesi olarak kullanan bir ülkenin çocuklarıyız.

Peki, bu vatandaştan biz fedakârlık beklerken, biraz daha sabır beklerken, vatandaşımızla aramızdaki güven bağını kurmaya mecburuz. Bu güven bağını kurarsak, göreceksiniz ki, program yerine oturur. Bu güven ve itimat bağını kurarsak, göreceksiniz ki, işin içerisine bereket karışır. Bu güveni kurabilirsek, bu sevgiyi, bu müsamahayı ve anlayışı gerçekleştirebilirsek, emin olun ki, işler daha iyiye gider; enerji meydana gelmez, sinerji meydana gelir; iki kere iki dört etmez, beş eder, altı eder, yedi eder. Devletiyle halkının kucaklaştığı bir toplumda, birbirine güven duyulan bir toplumda bu sinerjiyi sağlamak hepimizin görevi olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, siyaset kurumunun, son yıllarda ne kadar yıprandığını, ne kadar itibar kaybettiğini hepimiz görüyoruz; anketler de bunu söylüyor. Milletvekillerini ayırt etmeden eleştiriyor halkımız; partileri eleştiriyor "bu Parlamentodan artık, hayır gelmez; onlar kendi çıkarları için çalışıyorlar" diyor; doğru veya yanlış, fazla veya eksik, ama, böyle bir kanaat var. Bizim yapacağımız ikinci bir iş de, siyaseti kurum olarak, mutlaka güçlendirmemiz lazım. Siyasetin kirini bile siyasetle yıkayacağız. Temiz, dürüst, güvenilir, inanılır bir siyaseti ülkemizde hâkim kılmak mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, en çok konuşulan sözlerden biri şudur: Hemen hemen her toplantıda, her merasimde mikrofonu eline geçiren herkes, söze şöyle başlar "millî birlik ve beraberliğe her zamandan daha çok muhtacız." Oh, her şey bitti, bunun arkasından her şey düzeldi, her şey güllük gülistanlık oldu. Bu, ne kadar güzel bir söz, ama, bunun gereğini yapmak lazım. Herkesle küskün olan bir zihniyetin, herkesle kavgalı olan bir devletin, herkese kuşkuyla bakan bir yönetimin, kendisine güven duyulmasını, el ele verilmesini beklemeye hakkı yoktur.

Dolayısıyla, bir arkadaşımızın güzel bir benzetmesi vardı; millî birlik ve beraberliğe muhtaç isek, gelin, hükümetten başlayarak, muhalefetiyle, partileriyle hepimiz bir demokratik tövbe yapalım; tövbe kapısı akşam kapanmadı, her zaman devam ediyor. Bundan sonra siyasetçilere düşen, bir tövbe, demokratik tövbe yapmaktır. Nereden nereye geldik, buradaki sorumluluğumuz nedir, bu sorumluluktan nasıl çıkacağız, nasıl kurtulacağız; bütün bunları, geliniz, hep beraber tekrar düşünelim, tekrar el ele verelim ve tekrar bir araya gelelim.

Değerli arkadaşlarım, toplumsal barış projesini hayata geçirmemiz lazım. Rakamların ötesinde, toplumsal barışa ihtiyacımız var. Bunun için kampanyalar açılıyor. Milyarlık ilanlar veriliyor. Doğrusu, çoğumuzun da hoşuna gidiyor. Bir televizyon ekranının bir köşesinde "bu ülke için seve seve" diye dalgalanan bir bayrak gördüğümüz zaman, âdeta sihirli bir el gelecek, bu işi düzeltecek diye düşünüyoruz. İçi dolu olmayan, güvenilmeyen ve inanılmayan şeylerle, reel olmayan işlerle bir noktaya varamayız.

Burada, bütün milletvekillerine geçen sene imzalatılan bir beyanname vardı "enflasyonu yeniyoruz..." İmzalar atıldı. Enflasyon çok edepsiz, bu imzalara bile bakıp utanmadı, 60'lara, 70'lere tırmandı. Dolara karşı kampanyalar başlatıldı; dolar, aldı başını gitti. Gerçi şimdi sevinenler var "1,5 milyon seviyesinde, daha ne istiyorsunuz" diyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Arkadaşlar, affedersiniz, deveye sormuşlar, ayakların çok uzun, senin için yokuş mu iyidir yoksa iniş mi? Deve bile o aklıyla cevap vermiş, düz yola ne oldu demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Dolar yerinde durmuyor, 690 000 idi, 700 000 idi, neredeyse 2 milyona yaklaşınca ödümüz patladı, 1 700 000'den 1 500 000'e indiği zaman da düğün bayram ediyoruz. Bıraktığımız yer neresiydi, geldiğimiz yer neresidir arkadaşlar?!

Şimdi "bu ülke için seve seve" kampanyaları var. Faydalı olabilir. Bunları destekliyoruz da üstelik; ama, netice almamız çok fazla mümkün değil. Netice almamız için bunun gereğini yapmamız lazım.

Geçenlerde, tüketimi kamçılamak, stokları bitirmek, piyasaya bir canlılık getirmek için alışveriş teşvik edildi; ama, nerelerde başladı bu iş biliyor musunuz, Capitollerde başladı, Akmerkezde başladı. Kampanyalardan çok sevinen bir vatandaş, televizyon ekranında "almayı düşündüğüm bir palto vardı ne kadar iyi oldu. Şimdi, indirimli fiyatıyla 2,5 milyara aldım" diye seviniyor. Köftehor! 2,5 milyara palto alacak adam bu Türkiye'de nerede yaşıyor, hangi memlekette yaşıyor?.. Utanmadan bir de bunu söylüyor!.. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) 2,5 milyar liraya palto almış da "indirim ne kadar faydalı oldu" diyor. Değerli arkadaşlar, yaşadığımız olaylar bunlardır.

Bakınız, ben, hükümetten şunu bekliyorum ve hükümete, siyasî rant temin etmenin falan ötesinde, bu ülkede aynı gemide seyahat etmenin mesuliyeti içerisinde, AK Parti olarak şu teklifte bulunuyorum: Ey hükümet, ne olur, muhalefetle bir araya gelin, Parlamento dışındaki partileri de bir araya getirin. "Arkadaşlar, tablo bu, sıkıntı içerisindeyiz, önümüz karanlık görünüyor. Biz, bu karanlık içinde şunları yapmak istiyoruz. Sen kabahatlısın, ben kabahatlıyım, bu tartışmaya girmeyelim. Bundan sonra ne yapabiliriz; gelin, hep birlikte bunun kararını verelim, bununla hep beraber mücadele edelim" deyin; inanınız, kendiliğinden bir barış ortamı doğacaktır.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Bravo...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bütün bunları Sayın Cumhurbaşkanı da yapabilir, Sayın Başbakanımız fazlasıyla yapabilir. 1957'den beri bu Parlamentonun duayeni olmuş, görmüş geçirmiş bir insanın, bugün, içinde bulunduğumuz tabloyu, böyle uyduruk birtakım kampanyalarla kurtarmaya çalışacağını düşünmek mümkün değil. Bu Parlamento, bu işi yapacak, Parlamento karar verecek "biz bu krizden çıkacağız, biz önümüzü göreceğiz, biz el ele vereceğiz, biz ülkemiz için, insanımız için ne gerekiyorsa yapacağız" diyecek; biz, buna, AK Parti olarak her zaman en büyük katkıyı vermeye hazırız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, onun için, toplumda, sevgiyi hoşgörüyü, feragatı, hamiyet duygularını elbette yeşertmemiz lazım, güçlendirmemiz lazım. Yoksa, insanımız, gözyaşı içerisinde, küskündür, kin ve nefret duyuyor; bunları gidermeliyiz. Kinin olduğu, nefretin olduğu, öfkenin olduğu, gözyaşının olduğu yerlerde, hiçbir ekonomik programı başarıyla uygulayamazsınız.

Karın altında, sabahtan akşama kadar üniversitesinin kapısının önünde nöbet tutan, kıyafetinden dolayı içeri alınmayan 19, 20, 21 yaşındaki gencecik kızlarımızın yüzündeki gözyaşı, bu ekonomik programları başarısızlığa götürür. Bu programların başarılı olmasının tek yolu, kucaklaşmaktır, birbirimizi anlamaktır, sevmektir, birbirimize değer vermektir.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika sonra teşekkür etseniz...

BAŞKAN - Peki; olsun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Çok teşekkür ederim.

Biraz sonra, yine rakamlar ortaya çıkabilir. Ben, aslında, birkaç noktayı daha söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, hükümetimiz toplumsal bir barış projesini çizsin, katkıda bulunalım az veya çok ve bundan sonra halkımızla kucaklaşalım. Yani, şöyle geliyor aklıma, en azından, bu bayram yetişir mi yetişmez mi, bilmiyorum: Bir bayram namazını, Sayın Ecevit, yanında Bahçeli'yle, yanında Sayın Mesut Yılmaz'la, belki Sayın Çiller'i yanlarına almayabilirler; ama, Recai Kutan Beyle veya diğerleriyle Kocatepe Camiinde kılsalar, ondan sonra da, kapının önünde halkın bayramını tebrik etseler; o halk, gerçek bayramı o gün yapar işte. Arkasından, yine, bunlar, bir araya gelseler, gerekiyorsa -ki, ben gerektiğine inanıyorum- bir cemevine gitseler, oradakilerin bayramını tebrik etseler. Ondan sonra, o kişiler kalksa -ben yolunu bilmem, siz götürürseniz giderim- Gazi Mahallesinde başına kırmızı bağlamış bir insanın, gencecik, gençliğine, hayatına doyamamış insanların, ölümü bekleyen insanların evine gitsek, nedir derdiniz, biz kardeş değil miyiz bu ülkede, niçin bunu yapıyorsunuz, niçin bunlarla yola çıkıyorsunuz, gelin, birbirimizi tanıyalım desek. (MHP sıralarından gürültüler) Yine, bir bayram gününün sabahında bir şehit ailesinin evine gitsek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Şu sözümü de bitireyim Sayın Başkan... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Evet, MHP'li arkadaşlarım, lütfen, bunları da güzelce dinleyelim, buna ihtiyacımız var hepimizin, hepimizin ihtiyacı var. "Apo'yu sallandıracağız" demekle işler düzelmiyor; başka şeylere ihtiyacımız var... Başka şeylere ihtiyacımız var... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şehit evine gitsek, bir polisin, öğretmenin, askerin. Bu ülke için can verdiler, onları kucaklıyoruz, onlar bizim çocuklarımız. Sen bizim annemizsin, babamızsın, bu ülkede bundan sonra kardeş kavgası olmayacak, bu ülkede terör olmayacak, huzur olacak desek ve sonra, başkalarının düşündüğünden farklı olarak, yine, aynı ekip veya bir başka ekip, Silvan'ın bir mezraına gitsek, belki, Batman'ın Gercüş İlçesinin bir köyüne gitsek, orada da, dağda çocuğunun ölümüyle karşılaşmış bir annenin, babanın bayramını tebrik etsek. Onlara desek ki, bu ülkede bir kavga oldu, 30 000 insanımız can verdi; bu insanlar, bu toprağın insanlarıydı; kimisi aldandı, aldatıldı, kimisi de bu ülke için görevini yaptı; ama, bundan sonra terör olmayacak, bak, ben, 168, 169'u affettim, bak, şunu yaptım, bunu yaptım, artık, terör bitti, işin siyasal ve sosyal boyutu var, biz, ülkemizi kucaklayacağız desek. O kadının ismi, ister Keje olsun ister Ayşe olsun, ister Dilan olsun ister Baran olsun, ister Ayşe olsun ister Fatma olsun, göreceksiniz, gözünün içi gülecektir. Belki, o, Şivan'ın bir kasetini dinliyordur, siz de, ona kardeş türküleri dinletirsiniz. Kucaklaşırsınız, ülkenin insanının kucaklaşması böyle olur. Yoksa, siz, toplumsal barışı kurmadıktan sonra, bu ekonomik reçetelerin hiçbiri fayda etmez, edemez.

Sıfır maliyetli işleri yapalım, ödenek aktarmasına gerek olmasın, kardeşliğin yapamayacağı, gözyaşının yapamayacağı, merhametin yapamayacağı, hoşgörünün yapamayacağı şeyler yoktur.

Hükümetimizden de, muhalefetimizde de, Meclis Başkanımızdan da, bütün milletvekillerimizden de, bir de bu konuyu düşünmelerini rica ediyorum...

Müsamahanıza teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bu, bayram müsamahası efendim, bayrama gireceğiz ondan.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

İstanbul Milletvekili Sayın Tansu Çiller; buyurun. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bugün televizyonları karşısında bizleri izleyen aziz vatandaşlarım; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Geçen bütçe konuşmasında ülkenin birtakım sıkıntılarını tespit ettik. Bugün, bu sıkıntıları aşmak için gerekli çareler ve önlemler üzerinde duracağız. Ancak, ona geçmeden önce, üç tespitimizi, hem tekrar edeceğiz hem de bunlara ilişkin, yine, önlemleri ve bunlara ilişkin birtakım çözümleri gündeme getireceğiz; ama, üzülerek ifade etmek gerekir ki, biz bütün bunları yaparken, bütçenin sahibi yok; yani, milletin sahibi yok... (DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, bütçe konuşmalarını, bir zamanlar, iktidarların, iktidar; hükümetlerin, hükümet olduğu dönemlerde, başbakanlar yapar, başbakan yardımcıları yapar ve herkes, buna nasıl cevap vereceğini hazırlar, millet de bundan yararlanırdı. Bugün böyle bir şey yok! Mademki, Başbakan ve Başbakan Yardımcıları, kendi icraatlarını sahiplenmekten uzaklar, bundan korkuyorlar, hiç olmazsa, gelsinler de, önerileri dinlesinler, bari, hiç olmazsa, ondan faydalanırlar. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, birinci tespitimiz, aslında, hepimizin bildiği bir şey; birinci tespit, Türkiye'deki krizin, aslında, iktisadî olmadığı, siyasî olduğu ve kötü yönetimden kaynaklandığıdır. Ancak, ilginçtir, bu konuda, bütün Mecliste çok ciddî bir konsensüs var; yani, iktidar partileri, en az muhalefet kadar, her gün çıkarak, kendi iktidarlarının ülkeyi ne kadar kötü yönettiğini ifade etmekteler, hatta hatta, bizim beş yıl önce ifade ettiğimiz bazı çözüm önerilerini gündeme getirmekteler. Hep söylediğimiz gibi, telif hakkı istemiyoruz; ama, şu iktidar, şu iktidar koltuğu şikâyet makamı değildir; bizzat icraat makamıdır ve bunun gereğini yapın. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, görüyoruz ki, başbakanlar, icraat yapmak yerine, hatta, bakanlar icraat yapmak yerine, yurtdışına gidip, kendi hükümetlerini şikâyet etmekteler, "bu hükümet var ya, bizim hükümet, bunda hiç koordinasyon falan yok" diyebilmekteler ve bizzat başbakanlar, kendi hükümetleri içinde, kendi yönettikleri dönemde, devletin içinde, devletten daha yetkin kurumların olduğunu ifade etmekteler.

Eğer, bu kurumlar, sizler tarafından, siyaset bulaştırılmasın diye kurulduysa, siyaset karıştırılmasın diye kurulduysa, o zaman, niye şikâyet ediyorsunuz?! Yok, eğer, bu kurullar, birilerinin baskısıyla, hatta hatta, uğruna birtakım bakanların başını verme pahasına, dışarıdan dikte edildiyse, o zaman, bu, bir aczin değil, birkaç milyar dolara bu ülkenin onurunun ve bağımsızlığının satıldığının itirafıdır; o zaman da, orada durmaya hakkınız elbette olmayacaktır. (DYP sıralarından alkışlar)

Evet, böylesine kötü bir idare, ciddî bir güvensizliği gündeme getirmiştir. O kadar büyük bir güvensizlik ki, söylenen her şey, beş yıldır iktidarda olanlar tarafından hep yalanlanmış, hep yanlış çıkmış ve bunun karşısında, muhalefetin, bizim ifade ettiklerimiz, rakamlarıyla doğru çıkmıştır. İlk önce, geldiler ve dediler ki: "Türkiye'yi kurtaracağız." "Tablita programları" dediler, ondan önce "birtakım reformlar..." dediler, "bu reformlar vergide olacak" dediler. Dedik ki: "Yapmayın, bunların hiçbir tanesi olmaz." Tablita programında cari işlemler 2,8 milyar dolar. "Bu böyle değil, 10 milyar dolar olacak" dedik, nitekim, 10 milyar dolar oldu ve netice itibariyle, geçen sene söylenilen yüzde 10 enflasyon için "yüzde 10 değil, yüzde 85 olur" dedik; keza, aynen oldu. Güçlendirme programları, kurtarma programları, hepsi iflas etti ve millet sahipsiz, kötü yönetimin faturası her gün millete çıkıyor.

Bakın, şu anda dahi, Mersin'de, ciddî bir sel felaketi var. Bir afet bölgesi olması gerek; ama, Mersinliler umutsuz. Eğer, bir hükümet, yüzyılın en ağır depreminde dahi, o bölgeyi hukuken afet bölgesi ilan etmemiş ve milletten topladıklarının, tümünü değil, önemli bir bölümünü dahi oraya götürmemişse, bugün, elbette, vatandaş, bu konuda, ciddî bir umutsuzluk içerisinde, güvensizlik içerisinde olacaktır; ama, şu kürsüden bir çağrıda bulunuyoruz; gelin, muhalefeti, iktidarı hep birlikte gidelim oraya, yarın gidelim, öbürkü gün gidelim ve devletle milleti kucaklaştıralım ve bizzat, orasını afet bölgesi ilan ettikten sonra, gelip, devletin imkânlarını buradan seferber edelim. (DYP sıralarından alkışlar)

İkinci önemli tespitimiz, geçen sefer de ifade ettiğimiz gibi, şudur: Bütün bu güvensizlik, aslında, yönetim bozukluğundan kaynaklanmış; ama, hükümet, al gülüm, ver gülüm lobileri çerçevesinde, bütün hatayı geçmişe yıkmaya çalışmıştır. Bunun, tabiî, aslında, bunca itiraftan sonra, bizzat iktidar partilerinin "biz bu ülkeyi iyi yönetemiyoruz, bu hükümet iyi yönetemiyor" itirafından sonra geçerliliği büyük ölçüde kalmamıştır; ama, gelinen noktada, yine, şunu bilmek lazım ki, biz, bu ülkeyi, bu iktidara beş yıldır hükümet olanlara, bir yıldız ülke olarak bıraktık. O kadar ki, OECD'nin üç yıl üst üste yüzde 8 büyüyen... Evet yüzde 8 büyüyen...

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Anahtar!.. Anahtar!.. (DSP ve DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, istirham ediyorum, karşılıklı konuşmayın.

Ne bu anahtarlar efendim?.. Olur mu öyle şey efendim!

TANSU ÇİLLER (Devam) - Evet, biz o anahtarları verdik de, siz, maşallah milleti bugün kuyruklarda devam ettiriyorsunuz ve netice itibariyle, bakınız, Türkiye'deki içborç, millî gelirin yüzde 14'ü. Evet, beyler yüzde 14'ü... (DSP ve DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, mübarek Ramazanda...

FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Başınızda hasta Başbakan yok.

BAŞKAN - İstirham ederim efendim... Sayın milletvekilim, lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Sizin yaptığınız bu mu beyler. -Sizin yaptığınız bu mu? Siz, hapishaneleri bunun için mi boşalttınız? Bunun için mi boşaltınız? (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) Biriler istedi diye o hapishaneleri boşalttınız; sonra onları, bu çiftçilerle mi dolduruyorsunuz? Sizin yaptığınız bu mu? Bu mu sizin yaptığınız? (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Tezahürat niye efendim?.. Bir dakika...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu mu?.. Bu mu sizin yaptığınız?.. Sadece bu değil, gidin bugün kuyrukları görün, sefarethanelerin önünde gencicik insanlarımız yurt dışına çıkmak için uğraşıyor, kaçmak için uğraşıyor. Sizin yaptığınız bu mu? Soruyorum; bu mu?.. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, bıraktığımız Türkiye'de içborçlar yüzde 14, millî gelirin yüzde 14'ü. Dört yıl içinde gelinen yer neresi olabilir; neresi olabilir?!. Bütün cumhuriyet tarihinde yüzde 14. Gelinen noktada yüzde 64,5 resmî rakam; yani, 1 katı değil, 2 katı değil, 3 katı değil, 4 katı artırılmış. Keza, dışborçlar; millî gelirin yüzde 42'sini bırakmışız ve netice itibariyle, yüzde 80'lerinde; 1 kat artırılmış durumda ve böyle bir ortamda, Türkiye, yüzde 56'lık bir daralmayı dünya gündemine taşıyor ve cumhuriyet tarihinin -bütün bu dönem içinde söylüyorum- en fazla fakirleştirilen, İnönü döneminin o savaş yıllarını andıran bir görüntüyle ellialtı yılın en kötü dönemini yaşıyor.

Şimdi, buradan, birileri gelmiş demiş ki sabahleyin: "Biz, bu dönemde vergi koyduk, siz de koymadınız mı?.." Ha, sakın ola kendinizi bizimle karşılaştırmaya kalkmayın, bu işin içinden çıkamazsınız; açıkça söyleyeyim. (DSP sıralarından gülüşmeler) Çünkü, biz de koyduk; ama, bir yıl sonra, Türkiye, yüzde 8 büyümeyle dünya birincisi, OECD birincisi. (DYP sıralarından alkışlar) Her yıl koymadık. Üstelik de, gelip buradan "tabiî yaparsınız; devalüasyon olursa, elbette olur" dediniz. Ha, şimdi gelin şunun bir hesabını verin. Onca devalüasyondan sonra yüzde 9 küçülme!  Şunun, bir gelip buradan hesabını verin. Başbakanınız kaçıyor, Başbakan Yardımcılarınız da yok da, hiç olmazsa, gelin, siz, burada, milletin kürsüsünden bunun cevabını verin. (DSP sıralarından gürültüler)

HASAN EKİNCİ (Artvin)- Millete verecekler.

BAŞKAN- Karşılıklı konuşmayın efendim, hatibi rahat bırakın.

TANSU ÇİLLER (Devamla)- Gerçekten, gelinen noktada, eğer bu hükümet olmasaydı... Gelinen noktayı bakın ifade edeyim. Eğer gelmeseler idi ve enflasyonu düşürmeyeceğiz diye yola çıkıp da, Türkiye'nin, hem enflasyonun bugün daha altında olduğu hem büyümesinin fevkinin üstünde yüksek olduğu bir ortamda, bakın, bıraktığımız Türkiye'de millî gelirin yüzde 26,5'u yatırım. Yatırım, bugün, yüzde 17'ye düşmüş -düşünebiliyor musunuz aradaki farkı- ve bu şekilde devam etseydi, ihracat artışı ve yatırım, bıraktığımız Türkiye'deki gibi, eğer, devam edebilseydi, bugün, dışborçlar 111 milyar dolar değil, 65 milyar dolar olacaktı ve büyüme, eksi 8,5 değil, artı 6,5 olacaktı ve artılarda devam edecekti ve içborçları, millî gelirin yüzde 14'ü olarak bıraktık; dışborçlar da, millî gelirin yüzde 2'si, yüzde 3'ü civarına inmiş olacaktı.

Şimdi, sizler, bunlardan hiçbir şey anlamazsınız; ama, bakın, bir önerimiz var. (DSP sıralarından gürültüler) Siz, yine, dışarıdan birilerini getirin. O, son getirdiğiniz, ilk getirdiğinize -anlamadığınız için getirdiğiniz var ya- anlatsın; o anlayan da anlamayanlara anlatır; olur mu?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

Şimdi, denebilir ki: "Bütün bunlar nasıl oldu da yıldız ülke bıraktınız, Türkiye'yi biz bu hale getirdik." Bakın, anlatalım; nasıl bu hale getirdiğiniz anlatalım. Birinci yanlışınız: Seçimlerden önce vergi reformu diye ayağa kalktınız ya; herkese anlattınız, biz, cumhuriyet tarihinin vergi reformunu yapıyoruz dediniz, malî miladı getirdiniz. Biz de dedik ki: "Yapmayın, Türkiye'yi göçertirsiniz." Bütün seçimlerde, bütün sokaklarda "bu vergi reformu, bu malî milat yanlıştır" dedik.

Şimdi, o dönemde bunu çıkaranlar, kalkmışlar, malî milat yanlış diyorlar. Beyler, kaldırın o malî miladı, kaldırın nereden bulduysanız!.. Çünkü, buraya getiren sizsiniz; ama, getirmeden önce, çıkın milletin önüne, özür dileyin, özür!.. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Deyin ki, biz yaptık bunu, Türkiye'deki bu yatırımların durmasına biz sebebiz.

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sizden devraldık.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi diyorlar ki: "Efendim, 2002'nin sonunda kalkacak malî milat; ondan önce bir af çıkaracağız." Ee, siz, zaten, bu malî milat çıkacak diye bir af çıkarmamış mıydınız! Hani, bütün, kimin nesi varsa, makineler, mallar, bunları "ak çarşamba" diye "milletle devlet barışıyor, helalleşiyor" falan dememiş miydiniz! Şimdi, yine mi çıkaracaksınız?! O zaman, aftan sonra hani milyarlarca dolar gelecekti! Ne oldu; değil milyarlarca doların gelmesi, onun birkaç katı dışarı çıktı. Siz, yine yaparsanız, size olan güvensizlikle hiçbir şey gelmez; ama, bizim asıl soracağımız şu: Siz, bu affı yapacaksınız; peki, çiftçi affı ne olacak; esnaf affı ne olacak?! Onlara ne yapacaksınız? Biz, gelip, onlarda affı çıkaracağız... Biz, gelip, onlarda affı çıkaracağız... (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, üçüncü tespit... Bugün, Türkiye'nin içinde bulunduğu, üçüncü tespit, yolsuzluk ve yoksulluk tespitidir. Eskiden birtakım partiler birbirlerine rakip olarak suçlarlardı. Bugün, gelinen noktada suçlama böyle değil, suçlama uluslararası bir numaralı denetim şirketlerinin ifadeleri; Water House Coopers, dünyanın bir numaralı denetim şirketi...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...ve diyor ki: "Bu hükümet döneminde, 1999 ve 2000 yıllarında toplanılan vergilerin yüzde 36'sı yolsuzluğa gitti." Dünyanın bir numaralı denetim şirketi ve bu yetmiyor; "devalüasyon olmayacak" diye söz verenler, bu kürsüye gelip, değil devalüasyonun olmasından 24 saat önce Başbakanıyla, Başbakan Yardımcısıyla çıkıp "devalüasyon yok" diyenler, ertesi gün devalüasyonu yaptı ve ondan sonra da, kimin ne olduğu belli değil; hangi al gülüm, hangi ver gülüm belli değil, milyarlarca dolar gitti. Tablita programlarından sonra da "bankalar boşaltıldı" dediler, murakıp raporları ortada, o murakıp raporlarının hiçbirine itibar eden yok, ama, o boşaltılanbankalara milyarlarca dolar dışborç aldınız. Bakın, o dış borçların hepsini ödeyecek olan, o fakirleştirilen millet. 17 milyar dolar birkaç tane bankaya gitti, bu kadar denetim olması gerekli noktada "Türkiye'de içi boşaltılmış bankalar var" diye, hâlâ fona yeni bankalar alıyorsunuz.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Onlar sizin yakınlarınız, sizin yakınlarınız...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Peki siz necisiniz, niye bunun denetimini yapmıyorsunuz? Bunun bedelini hep millet mi ödeyecek; hep millet mi ödeyecek? Bunu anlamak mümkün değil.

Böyle bir demokrasi olmaz, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz, hatta, bırakın, diktatörler bile bu kadar kötü bir idareden sonra, yerlerinde kalamıyorlar ve çekilip gidiyorlar. Şu mübarek günde, şu milleti sevindirin, duaları yerine gelsin ve şu hükümetten kurtulsunlar.

Yoksulluk en önemli mesele Türkiye'de. Yoksulluk, öylesine büyük ki, Türkiye görmediğini görüyor. Daha geçen hafta dedim ki, ülkemizdeki çalışanların yüzde 74'ü 280 000 000'un altında maaş alıyor; ama, bu da yüzde 74'lük bir açlık sınırı, yani çalışanların yüzde 74'ü açlık sınırının altında: 280 milyon! Bir hafta içinde rakam değişti, 322 000 000'a çıktı. Yani, 322 000 000 kazanmanız lazım sadece gıda için. Eğer, temel ihtiyaçlarınızı istiyorsanız, eski 853 000 000 çıktı 952 000 000'a ve yüzde 96'sı değil, 98'i çalışanların, kendi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz bir durumda. Böyle bir ortamda insanlarımız açlık içinde; ilk defa, açlıktan ölenlerimiz var, minicik bebeklerimiz var; 10-13 yaşındaki kız çocukları, hatta, ülkemizin nispeten varlıklı bölgelerinde, Ege Bölgesinde, başlık parası için evlendirilir hale geldi ve bütün bunlarla, emek, tümüyle sokaklarda; 102 yaşında açlık telaşı içindeki nineleri, biz, patates kuyruklarında görmekteyiz. Bu ülkede bunların sorumlusu yok mu; kim bunun sorumlusu? Bu ülkeyi sorumsuzluklar iktidarı haline getirdiler; ama, geleceğiz ve bu sorumsuzluğun hesabını bizzat soracağız. Biz sormazsak, zaten sandıkta millet soracak. (DYP sıralarından alkışlar)

Bütün bunların karşısında alınacak önlemler hükümetçe ilan edildi. Tam bir zam ve tasfiye paketi. İyi de, güzel de, ölü at kamçıyla canlanmaz! Ülke bu halde, ekonomi bu halde; köylüsü, esnafı, emeklisi bu halde. Şimdi, hükümet, ne yapacaksınız diyoruz; açıklıyor: Zam ve tasfiye paketi! Bakın, neler yapacaklarmış: Petrol fiyatlarına daha fazla zam yapacaklarmış. Buna göre, tabiî, dolmuş ve tüpgaz fiyatları artacak. Bunun ötesinde, KİT'lere zam yapacaklarmış; bütün tekel ürünlerine, şekere ve Telekom ücretlerine- zam yetmiyormuş- daha fazla zam yapacaklarmış! Emekliler sigortalarını ödeyemiyorlar, bunlar daha ciddî biçimde takip edilip, daha hızlı hapse sokulacaklarmış! Daha başka ne yapacaklarmış? Memur maaşı artışlarında ikinci dönem yüzde 5 vereceklermiş 10 yerine. Başka ne yapacaklarmış: Motorlu taşıt vergilerini yüzde 75 artıracaklarmış. Bu arada, Ziraat ve Halk Bankası köylüye, esnafa artık kredi vermeyecekmiş. Ucuz kredi falan kalkıyor. Ayrıca, durumu bozuk bankalar devamlı fona alınacakmış. Niye denetlenmez bu bankalar, o da belli değil. Yetmiyor bütün bunlar, elektriğe, telefona zam gelecekmiş ve nihayet, özel işlem vergilerinin hepsi artacakmış; -yapacaklarını söylüyorum- vergi beyannamesi, SSK'ya verilen beyanname, taşıt kayıt ve devirlerine ilişkin, avcılık ruhsatları, ne varsa, hepsine, ayrı vergiler gelecek! Bunlar sizin önlemleriniz; bunlar, sizin, çıkmak için önlemleriniz. Bu yetmezse eğer, mahallî idareler reformu yaparlarsa eğer, oradan da vergiler alacaklarmış; telefondan, doğalgazdan, SSK'dan, motorlu araçlardan ayrıca vergiler alacaklarmış ve cep vergisi yüzde 65!.. Siz, aslında, belki, beni susturmaya veya onun için birtakım şeyler yapmayı düşünüyorsunuz da, asıl yapmanız gereken, şu söyleyeceklerimizi dinleyip iyice öğrenmek... Öğrenmek... (DSP sıralarından gürültüler) Eğer, buna muktedir değilseniz, yine dışarıdan birisini getirirsiniz; tamam... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Siz nereden geldiniz?! Sizin malınız mülkünüz Amerika'da değil mi?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, bütün bunların içinde, daha yetmiyor, zorunlu emeklilik getiriyorlar, 50 yaşında olanlar zoraki emekli olacakmış, öyle mi?!. (DSP sıralarından gürültüler)

Hani erken emeklilik yanlıştı?! Hani yanlıştı?!. Ne yapıyorsunuz şimdi?! Madem etmeyeceksiniz, niye o genelgeyi çıkarıyorsunuz?! (DSP sıralarından gürültüler)

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Bu yolu siz açtınız.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Madem yanlış değil, o yaşları yükseltmek lazım; o zaman, daha önce, erken emekliliğe, biz, evet, dediğimiz zaman, niye, mezarda emeklilik kampanyalarını taa gidip mezarlarda yapıyorsunuz? Sizin ne yaptığınızı bilen yok; ama, acaba, siz biliyor musunuz; ondan hiç kimse emin değil. (DSP sıralarından gürültüler; DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, 50 yaşın üzerindekileri ayıracaklar... 30 000 mi, 50 000 mi, 100 000 mi?.. IMF devamlı talimat veriyor. Bu arada, son dört yıl içinde 289 000 kadro alınıyor, iyi mi! Bak, 289 000 kadro alıyorsunuz!.. Madem bunları zorunlu emekli yapacaksınız; bu, aslında, tamamen, bir siyasî kadrolaşma hareketi. 289 000'e karşılık, ondan evvelki dört yıl ne alınabilir diye düşünürsünüz; 36 000; 36 000, ondan önceki dört yıl alınıyor, bu dört yılda da 289 000! Madem, zorunlu emeklilik yapacaksınız, niye, bunu, daha önce kadro alarak ortaya koyuyorsunuz?!

Şimdi, bütün bunlar yetmiyor, bir de doğalgaza yüzde 17 vergi daha!.. Bunu da ATV kapsamına alacaklar ve bunların önlemleri, bu türlü devam ediyor.

Şimdi "üretime ilişkin bir önlem alacağız" dediler ve bir baktık, Başbakanlık koltuğuna TOBB Başkanını oturtmuşlar; iyi mi?!.. (DYP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Onu Başbakan yapmışlar!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Tabiî, sorumsuzlar, mesuliyet falan yok... Şimdi, TOBB Başkanı, hükümetin yapacaklarını habire anlatıyor ve diyor ki: İşte, şöyle yapacağız, böyle yapacağız... Ama, içinde, dişe dokunur, üretimle ilgili bir tek önlem yok. Nihayet, monetizasyondan ve dolarizasyondan kaçacaklarmış, yurtdışı çıkışlarında, harcı, dolar yerine TL olarak vereceklermiş, SSK prim oranlarını da yüzde 1 düşüreceklermiş; bu da, aslında, 1 trilyona yakın bir kaynak aktarımıymış! Böyle bir hesap da yok ortada, böyle bir şey de doğru değil. Çıka çıka, işte, yok Ankara yaklaşımı, yok İstanbul yaklaşımı, yok Londra yaklaşımı derken, dağ fare doğurdu ve netice itibariyle, bütün işverenlerimiz kaçıyor.

Şimdi, ben, soruyorum: Getirdiğiniz noktanın Arjantin'den ne farkı var sizin?! Arjantin'in en önemli meselesi, büyük ölçüde rekabet gücünün olmayışı. Arjantin'in enflasyonu yüzde 5. Bizde enflasyon yüzde 90, yüzde 5'e indireceğiz daha; onunki yüzde 5 ve böyle bir ortamda, en önemli meseleleri rekabet gücünün olmayışı. Şimdi, bizim farkımızın ne olduğunu söyleyeyim; bizim farkımız, sadece coğrafyamız ve 11 Eylülde, Türkiye'nin önüne terörle mücadele gibi bir olgunun çıkması; riski ile fırsatıyla, netice itibariyle bu.

Şimdi, gelinen noktada ne yapmamız gereğine girelim; ne yapacağız? Değerli arkadaşlarım, bakın, üretim, her şeyin sihirli değneği, üretim!.. Üretim olmadan bir şey yapmak mümkün değil. TİSK nezdinde yapılan bir anket, eylül sonu 2001'de açıklanıyor; diyor ki: "İşyerlerinin yüzde 49,3'ü ya üretimini tamamen kapamış durumda veyahut da kısmen kapamış durumda." Bakın, yüzde 49,3!..

Yine, 2001 yılında işyerlerinin yüzde 71'inde üretim azalıyor ve 2001 yılında işyerlerinin yüzde 60'ında istihdam azalmasına gidiliyor. İşte, şimdi, asıl sihirli değnek üretimde.

Doğru Yol Partisi olarak iktidara geldiğimizde, ilk önce, bir üretim iklimini yaratacağız; üretim iklimi!.. Bu, nasıl olacak; ilk önce, bir malî afla başlayacağız; malî af!.. Bu malî af, vergi borçlarına ait bütün gecikme zamlarını kaldıracak ve anaparayı taksitlendireceğiz; çiftçi ve esnaf haciz kıskacından kurtulacak. (DYP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) İlk etapta, devletle milleti barıştırıyoruz, devletle milleti barıştırıyoruz; en önemlisi o.

İkinci olarak, ihracat; en önemli mesele ihracat. Bizim, bunlar gibi, öyle, dışarı çıkıp para dilenmemize falan gerek yok. Munzam karşılıklarını, özellikle döviz tevdiat hesaplarından 2 milyar dolarını aktaracağız, hiçbir dışborca falan gerek de yok, 2 milyar dolar Eximbanktan ihracata ciddî destek, ihracata destek; bunu yapacağız döviz için.

Hemen arkasından, 10 milyar dolar dışarıdan arayacağımıza, sadece, tekstil sanayii ve konfeksiyon yılda 15 milyar, artı, 3 milyar daha, 18 milyar  dolar ihracat yapıyor; şu anda yüzde 30-40 atıl kapasiteleri var, kendileri söz veriyorlar "bu yüzde 30-40 kapasiteyi kullansak 7-8 milyar doları getiririz" diyorlar.

Sizin yapacağınız şey, 1995'de, bizim, Amerikayla yaptığımız anlaşmanın, 1998 yılındaki bölümünü tatbik etmekti. Neydi o; kotaların kaldırılmasını sağlayabilmekti Türkiye için. Bunu sağlayabilsek, bugün dahi sağlayabilsek, 2005 yılında zaten kotalar kaldırılıyor, sadece konfeksiyondan 7-8 milyar dolar Türkiye'ye tıkır tıkır gelecek. Yüzde 40 bu alanda ayrıca atıl kapasite var. Bir örnek veriyorum, sadece bir örnek veriyorum: Bugün Amerikayla; işte, gidelim, bir gümrük birliğine, stratejik anlaşmaya; hay hay, gidelim, bu, gitmeden yapılabilecek bir şeydi; yani, o gitmeden, 1998 yılından itibaren yapılabilecek bir şeydi ve bugün de yapılması gerekli olan şey, 2005 yılında bütün gümrükler Amerika'da inecek, ondan önce, hiç olmazsa, Türkiye'yi sokarak, ihracat açısından, ciddî olarak, özellikle rekabet gücü konusunda önceliği Türkiye'ye verdirebilmek.

Bir diğeri, Türkiye'deki haklı rekabeti sağlayabilmektir. Değerli arkadaşlarım, gelir gelmez, Doğru Yol Partisinin yapacağı bir önemli iş daha, SSK prim kesintilerini, bizde yüzde 32,1, OECD'de yüzde 15; demek ki, aradaki fark, en az 10, 15 puanın üzerinde. Bunu, OECD oranlarına indireceğiz, asgarî ücretten bir dönem vergi almayacağız ve yeni kayda girdikçe, SSK primlerinin ödemeleri artacağı için, ayrıca güvenlik kurumlarına da çok ciddî bir aktarma gündeme gelecek. (DYP sıralarından alkışlar)

Bununla birlikte, özellikle haklı rekabet çerçevesinde, bu konulardaki enerji meselesine dikkat çekmek lazım. Bugün, doğalgaza yapılan aşağı yukarı yüzde 17'lik bir artışla, Türkiye, enerjide rekabet gücünü kaybediyor ve üretim, Türkiye'nin dışına doğru kaçıyor. Yani, haklı rekabet. Onlar enerjiyi nereden kullanıyorlarsa, Türk üreticisi de aynı şekilde kullanırsa, bunun, ancak bir anlamı olabilir. Bu enerji meselesini halletmek için iktidara destek verdik, anayasa değişikliği de oldu. Yap-işlet-devret modeli gündeme gelecekti, hatırlayacaksınız; tahkim yasası çıkacaktı, hatırlayacaksınız ve tahkimden sonra, Türkiye'nin önüne, hemen bu üretim artışları gelecekti. Aşağı yukarı ikibuçuk yıl içinde, 1 000 megavatlık bir projeyi, bir santralı bitirmek mümkün; ama, ikibuçuk yıldan çok daha fazlası geçti, 29 adet yap-işlet-devret modeli kapsamında bir tek adım atılmadı ve bugün Türkiye, 2002 yılı başından itibaren 4 saatlik enerji kesintilerinden bahsediyor. Hani, tahkim, sorunu kesecekti; hani, sorunu çözecektiniz tahkimle?.. Bunların hiçbirinin cevabı yok.

Değerli arkadaşlarım, haklı rekabetin bir başka konumu, geldiğimizde sorgulayacağımız şey, hayat standardı vergisi olacaktır. Eğer, bir tüccar veya herhangi birisi büyükşehirde çalışıyorsa, ille 6 625 000 000 lira kazandın diyor. Kardeşim kazanmadım, kapatıyorum, kepengi kapatıyorum, gidiyorum; hayır, sen bunu kazandın ve bunun vergisini ödeyeceksin!.. Bu, eğer, bir bilgisizlik değilse, bu bir çinişkencesi, başka hiçbir şey değil. Kapatılan bütün kepenklere rağmen, esnafın ödediği bu vergiyi, biz geldiğimizde, ilk iş olarak ele alacağız.

Değerli arkadaşlar, Doğru Yol Partisi iktidarı, geldiğimiz günden itibaren lobilerin değil, öyle al gülüm ver gülüm lobilerinin değil, bizzat KOBİ'lerin iktidarı olacaktır. (DYP sıralarından alkışlar)

Burada kurulması gerekli olan Nasdag modelinde bir borsa vardır, buradan sermaye alacak.

Halk Bankasını ve Ziraat Bankasını tasfiye edecekmişsiniz, birleştirecekmişsiniz ve satacakmışsınız! Birtakım duyumlar geliyor, stratejik ortağı, yabancı sermayeyle satacakmışsınız, bunların hiçbiri doğru değil. Bakın, biz deldiğimiz zaman, Almanya'da olduğu gibi -Wolksbank ve yine Raiffeisenbank'ta olduğu gibi- hem Halk Bankasını hem Ziraat Bankasını yeniden kuracağız, o model çerçevesinde kuracağız, o model çerçevesinde kuracağız. (DYP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - İstanbul Bankası gibi olmasın!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Çünkü, nitekim, esnaf kooperatiflerinin ve tarım kooperatiflerinin kurduğu bütün bu bankalar, Avrupa'da var; dünyada ne varsa, Türkiye'de de o olacak. Onun için, milletimize ve özellikle esnafa ve özellikle çiftçilerimize buradan müjdeliyorum: Sakın ola üzülmeyin; bütün bu yanlışların sonucunda, gelip, Avrupa Birliği normlarında ne yapılıyorsa, Avrupa Birliği normlarında aynısını yapacağız. (DYP sıralarından alkışlar)

Bir kere, şunu bilmek lazım: Tüketim bir noktanın altına inerse eğer, o zaman üretim olmaz. Onun için, asgarî ücretli memura, özellikle bakın emeklilere, bugün, hiçbir şey vermiyorsunuz. Bayram geliyor; o emekli, torunu gelecek, ne verecek; şeker mi versin yoksa bir harçlık mı versin?! Bunun hiçbirinin imkânı yok. O emekliyi, o memuru, esnafı, çiftçiyi yok ediyorsunuz, tüketim olmuyor; tüketim olmadığı zaman, belli bir düzeyde üretim olmuyor; belli bir düzeye üretim çıkmayınca, maliyetler yüksek oluyor ve Türkiye, rekabet gücünü kaybediyor. Bu hassas dengeyi iyi bulmak lazım; tüketimin üzerinde iyi bulmak lazım. Nitekim, zorunlu tasarruf ödemelerine bir iptal geldi Anayasa Mahkemesinden. Ödeyin onları, ödeyin; nemasıyla birlikte ödeyin bir an önce, ödeyin!.. Çünkü, artık, Anayasa Mahkemesinin de, açık bir biçimde, zorunlu tasarrufları, sizin gönderdiğiniz yasayı iptali gündemde ve ödeme gereği tekrar gündeme geldi.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Işığı gördünüz, ışığı!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, üretim olmayınca, elbette istihdam olmuyor ve istihdam olmayınca da, Türkiye'de, dünyada ve zamanımızda, son dönemde en büyük işsizlik yaşanıyor. Bakın, en çok da gençlere üzülüyoruz. Gelirken, biraz önce ifade ettim, o gençler sıralarda... Hangi sıralarda; konsoloslukların, sefaretlerin önünde... Gitmek istiyorlar. Niye gitmek istiyorlar: Bakın, bugün, lise ve üniversite mezunu gençlerin, eksik istihdamla birlikte, yüzde 37,1'i işsiz, yüzde 37,1. Neredeyse, eğer,  3 kişiden 1'i değilse 2 kişiden 1'i; yani, böyle bir olay, Türkiye'nin iktisadî tarihinde görülmüş değil. Mutlaka, bu gençlerimizin eğitilmesi, Lizbon Zirvesinden çıkan öneriler doğrultusunda, devamlı eğitim, iş bulma imkânları ve özellikle meslek edindirme kursları,  "1 000 Altın Çocuk" gibi, bizim başlattığımız, yurt dışına göndererek, en yeni teknolojilerin gençlerimize verilmesi ve keza kadınlarımız için, Birleşmiş Milletler Projesi kapsamında, çalışan kadınlara, diğer çalışan kadınların kreş kurarak imkân tanımaları ve bununla birlikte, girişimcilik kredilerini, bütün bunları başlatmıştık. Sizse, Halk Bankasını tasfiye ediyorsunuz. Biz, buradan, hem gençlerimize hem de kadınlarımıza müjdeliyoruz. Neyi başlattıysak aynen devam edeceğiz, aynen devam edeceğiz. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, deniyor ki: Efendim, bütün bunlara nereden kaynak bulacaksın, bütün bunlara nereden kaynak bulacaksın? Sadece, Türkiye'nin maden rezervlerinin, Türkiye'ye imkân tanıyacağı kaynağın değeri 2 trilyon dolar, 2 trilyon dolar.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Onu da mı satacaksınız?!.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Sadece, bakın, kısa vadede, 250 milyon dolarlık bir yatırım yapılabilse, 250 milyon dolarlık bir yatırım yapılabilse, 650  milyon dolarlık ihracatı hemen yapmak mümkün; daha fazla yatırımla daha fazlasını yapmak mümkün. Keza, aynı şekilde, altında, 450 milyon dolarlık bir yatırımla 2,2 milyar dolarlık bir ihracat imkânı var.

Türkiye, teknolojiden kopuyor, yeni dünyadan kopuyor. Biz, 1994 ve 1996 yıllarında fırlatılan uyduların hazırlayıcısı olduk. Bu uydularının frekanslarının tahsisiyle milyarlarca dolar kazanmak mümkün. Bunların teknolojik ömürleri yedi, sekiz yıldır. Türkiye'nin, en az 2-3 tane daha uyduyu, şu sırada, hazırlamış olması lazımdı; olanların dahi tahsisleri yapılmadı.

Türkiye'nin kaynağı büyük. Diğer bir kaynağı turizm. Bugün, dünyanın yarım milyar dolarlık bir turizm pastası var; 2015 yılına kadar, Dünya Bankası raporları, bunun, 5 kat artacağını gösteriyor. Payımız aynı kalsa bile, 35 milyar dolar gelir var buradan, payımız aynı kalsa; yükselse, 70 milyar dolara kadar, bir büyük atılım içine girmek mümkün. İkinci kuşak olarak, yeni turizm alanlarını hazırlamak lazım.

Şimdi, en önemli meselelerden bir tanesi de, Türkiye'de, bu ülkenin idare edenlerinin çiftçiye ödettikleri bedeldir. Çiftçi, bu iktidarın eliyle, tarih önünde söylüyorum, şu iktidarın eliyle, tasfiye edilmek istenmektedir.

 Benjamin Disraeli eski bir başbakan; İngiliz; dönemin iktidarı için diyor ki: "Şunların hiçbir fikri yoktur, kendilerine has hiçbir fikirleri yoktur. Bir fikirleri var, o da, başkasının, o da, yanlış bir fikirdir." Vazgeçin şu tarımı tasfiye etmekten, sizin elinizle tasfiye ettiriyorlar. Vazgeçin; çünkü, Türkiye'nin üretimi ve Türkiye'nin yüzde 45 istihdamı bu alanda.

Bakın, bu kadar büyük bir beceriksizliği piyasa ekonomisi olarak görüyorlar. Piyasa ekonomisinin anlamı hiç bu değildir, haklı rekabettir piyasa ekonomisi.

Ekmek yüzde 122, yüzde 150 oranında artıyor, millet ekmek kuyruklarında; nerede; büyük şehirlerde. Peki, dolar üzerinden baktığınız zaman, buğdayın fiyatı azalıyor; yani, çiftçinin, üreticinin eline geçen fiyat, döviz üzerinden, azalıyor; ama, millet, içeride, Türk Lirası üzerinden, yüzde 150'ye yakın bir fiyat artışı ödüyor. Bunu, yapsanız yapsanız, ancak siz becerirdiniz, başka kimse bunu beceremez! (DYP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Siz yaparsınız!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Üreticinin fiyatı düşecek veya kısıtlı kalacak; ama, bunu tüketen, dünyanın parasıyla bunu alacak ve tabiî ki çiftçi perişan... Bıraktığımız Türkiye'de, aşağı yukarı 2 kilogram buğdayla 1 litre mazot alanlar, 5 kilogramla alıyorlar. Hiçbir ilaçlandırma yok; süne, kımıl denilen en ufak bir ilaçlandırma kampanyasının içinde değil devlet, gübre vermiyor. Ama, bakın, bunlar neyle karşı karşıya: Kullanacakları bütün enerji; yüzde 109 benzin artıyor, mazot yüzde 109, tüpgaz yüzde 148, otogaz yüzde 152; doğalgaz yüzde 135 artmışken, yeterli değil, bir yüzde 17 daha artıracağız... Bunlar, çiftçinin girdileri...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Çiftçinin doğalgazla ne alakası var?

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Netice itibariyle, yumurta şehirlerdeki bakkalda yüzde 82 artıyor, sıvı yağ yüzde 160 ve enflasyon felaket düzeyde; ama, üreticisinin eline geçen hiçbir şey yok. Bunun adı da, bu ekibe göre, serbest piyasa ekonomisiymiş!.. Hayır, bu, serbest piyasa ekonomisi değil, bu, olsa olsa, Taliban terörüyle kıyaslanabilecek bir zulmün resmidir, başka hiçbir şey değildir. (DYP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Siz oraya götürüyordunuz ama olmadı... Siz oraya götürmek istediniz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Böyle bir ortamda, Mustafa Ünigör isimli bir çiftçi vatandaşımız, Sayın Tarım Bakanına diyor ki: "Siz, Dünya Bankasından doğrudan gelir desteği diye aldığınız parayı dahi bize vermiyorsunuz; bunun hesabını gelin verin bu kürsüde." Dünya Bankasının verdiğini dahi vermiyorlar ve Tarım Bakanlığına bağlı tarım kredi kooperatifleri, bağlı kooperatifler -Ziraat Bankası yüzde 92... Hani, yoksullukla mücadele edecektiniz! O yoksul çiftçiyi tasfiye ederken- Tarım Bakanlığına, MHP'ye bağlı kooperatifler...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - MHP'nin Amerika'da mal varlığı yok!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ... Ziraat Bankasının verdiği yüzde 92'yi katlıyor, yüzde 150 ile veriyor. Düşünün!.. Durum, bu durumda. Şekerpancarı tasfiye ediliyor; 600 000 kişi, doğrudan bununla meşgul. 13 000 000 ton kapasiteli fabrikaların hepsi tasfiyeye giriyor.

Keza, tütün, dünyanın en kaliteli tütünü, en zor şartlarda üretilir. Bunların hepsi, âdeta, sigara tekellerinin insafına bırakılmış konumda; bir ırgat haline getirmişler; ama, bu da uygulanacak. Bari, hiç olmazsa, şu tütünden vazgeçin. Siz yapmazsanız, biz gelip değiştireceğiniz onu, açıkça ifade ediyoruz. Biz gelip değiştireceğiz onu. (DYP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Gelmeniz zor! Zor gelirsiniz!

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Karahan.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Pamukta 10 sent, 12 sent, 9 sent prim verirken, bunlar verilmez durumda. Keza, fındık öyle.

Ayçiçeği ve zeytin; bunlar yağ çıkarılan birtakım ürünler. Bunlara destek yokmuş, kanolaya varmış!.. Yani, şimdi, şu ayçiceğinin ve zeytinin ne kabahati var?! Bunlar da dünyanın gözbebeği; ama, bunlara yokmuş, kanolaya varmış! Bunu, size kim söyledi allahaşkına?! Bunu size kim öğretti?! (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) Netice itibariyle, tarım ürünleri tasfiye içerisinde.

Evet, çok uzun bir zaman söyledik "şu afla boşalttınız bu hapishaneleri, kimi koyacaksınız" dedik.

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Sizin yetiştirdiğiniz çeteleri! Sizin yetiştirdiğiniz hortumcuları!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Çiftçileri mi koyacaksınız, esnafı mı koyacaksınız?! Biraz önce gösterdim, onlar sırada, hapse girmek için sıradalar.

Öylesine fakirleştirilen millet, sayenizde, sadece bugünü değil yarını da kaybetmek üzere; ama, tabiî, iktidara Kır At gelecek, ona müsaade etmeyecek; o başka da... (DYP sıralarından alkışlar)

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Onu siz söylüyorsunuz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bakın, yarın, şu millete ödeteceğiniz faturaya bakın. (DSP sıralarından gülüşmeler)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Mevsim değişikliğini dahi bilmiyorsunuz.

BAŞKAN - Sabırsızlanmayın; gösterecek.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi gülün bakayım! Şimdi gülün bakayım! Haydi, gülün şimdi! (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Anlamaz onlar!.. Millete gösterin, efendim.

TANSU ÇİLLER  (Devamla) - Şu da, bu fakirleşen milletin, ödeme durumunda olduğu, sadece kamu borçları.

Bıraktığımız Türkiye'de -görüyorsunuz- 5 Nisan kararlarından sonra bu düşüyor; 1995'te yüzde 40'larda, kamu iç ve dışborcu, millî gelire olan oranla; şimdi yüzde 108!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Görüyorsunuz değil mi?!

İHSAN ÇABUK (Ordu) - O borçları sizden devraldık.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Hadi, gülün bakayım şimdi, hadi, biraz gülün bakayım!.. Hadi!.. (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler)

Ve netice itibariyle, tarım kesimine buradan sesleniyorum. Üzüntüye kapılmayın; dünya ne yapıyorsa aynısını yapacağız, dünyada 350 milyar dolar çiftçiye sübvansiyon veriliyor; kişi başına onların verdiğinin yarısını verelim, bizim çiftçimiz silip süpürür hepsini rekabette. (DYP sıralarından alkışlar)

Ve Türkiye'de, tarımsal ve üretici birlikleri, FEOGA türünde, Avrupa Birliği için, tarımsal destekleme ve yönlendirme kurullarını kuracağız future borsalarını kuracağız, ürün borsalarını genişleteceğiz ve prim ve destekleme, mutlaka üreteceği fiyat olarak verilecek ve ayrıca da, arazi kullanımı ve toprak konusunda ciddî bir reforma ihtiyaç var, pulluk tabanı, crash tabanı belirlemekte, verimliliği artıracak bütün önlemleri, özellikle, yeni bir teknolojiyi... Biliyorsunuz, artık, bilim çağı dünyada kapanıyor, bilim çağı ve iletişim çağı dünyada kapanıyor, biyoteknoloji çağı başlıyor. Bu biyoteknoloji çağının en önemli sektörü gıda sanayi, gıda sanayiini bu yeni teknolojiyle kurarak, buna çiftçimizi ortak edeceğiz. Bir itirazınız var mı buna, var mı?.. (DYP sıralarından alkışlar)

Evet, devletin mutlaka küçültülmesi lazım; ancak, hep söyledik, bu devlet, sosyalist bir devlettir dedik; genlerinde sosyalizm var, devletçilik var. Sizin genlerinizde öylesine bir devletçilik var ki. Bakın, rakama bakın, rakama!.. Dünya Bankası ekip lideri geliyor birkaç gün önce ve en ciddî üniversitelerden biri olan ODTÜ'de ilan ediyor. İlan ettiği rakam: Bu iktidara bıraktığımız Türkiye'de, bütün konsolide bütçe; içine koyun bütün fonları, koyun bütün bütçe dışındaki kurumları, güvenlik kurumlarını, özerk kurumları, hepsi beraber, bıraktığımız Türkiye'de millî gelirden yüzde 30,2 alıyor. Bakın, şimdi, şu sosyalistleri görüyor musunuz, şunların hepsini...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Allah, allah!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu sosyalist ve devletçilerin bu rakamı çıkardığı nokta... Kim ilan ediyor; Dünya Bankasının ekip lideri. Nerede ilan ediyor; hem raporlarında, hem de ODTÜ'de verdiği konferansta. Diyor ki, bizim yüzde 30,2 olarak bıraktığımızı, şu sosyalistler var ya şu sosyalistler, şu devletçiler, onlar yüzde 55'e çıkarıyorlar, 55'e... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Dinleyelim efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Yüzde 55, düşünün... Ne kadar zamanda; dört yılda çıkarıyorlar.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Biz sosyalist falan değiliz Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Size demedi ki efendim, rapor okudu.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Devleti küçülteceksiniz. Devleti küçültmek için... (DSP sıralarından gürültüler)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sosyalizmin ne olduğunu bilmiyorsun.

BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakika...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Üzülmeyin canım, söyleyin Başbakanınıza, gelsin şurada bir anlatıversin şunları, söyleyin şunu... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Başbakan yardımcılarınıza da siz söylersiniz. O da gelir, bunların cevabını, verebiliyorsa verir. (DSP sıralarından gürültüler)

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Sen, sosyalizmin ne olduğunu tanımla oradan bir bakalım.

BAŞKAN - Lütfen efendim, istirham ederim, lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Sizin, bunlardan öğrenecek çok şeyiniz var; biraz dinleyin bari.

Netice itibariyle, devleti küçültmek lazım, doğru; ama, en önemli mesele, bakanlardan başlamak lazım. Bakanlık sayısını azaltacağız falan diyorlar; hele bir görsek şunu. Aynı zamanda, yeni kadro almamak son derece önemli.

Devleti küçültmede üç kıstas: Etkinleşme, bir; yerelleşme, iki; şeffaflaşma, üç.

Şimdi,  özellikle yerelleşmeye ilişkin bir rakam vereceğim; bütün dünyada, yerel yönetimler, gerek harcamaların gerek personelin yüzde 50'sini yapmakta yerel yönetimler. Türkiye'de bu oran yüzde 10 veya 15'lerde. Bunu, mutlaka, ciddî biçimde yükseltmemiz lazım ve o belediyelere de imkân verirken, şu, deprem, afet belediyelerini ayırıyorsunuz ya, orada, hep partizanca dağılımlar yapıyorsunuz ya, kimi belediyeler, sizinse eğer orası, afet bölgesi; ama, eğer değilse, oradaki vatandaşın hakkı yok. Gelip bunun hesabını sizden tek tek soracağız, bakın; bunun hesabını tek tek soracağız. (DYP sıralarından alkışlar)

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Belediyelere biz sahip çıktık... Partizanlık sizin döneminizde vardı; bizde yok.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Netice itibariyle, en önemli meselelerden bir tanesi de şeffaflaşma. Yolsuzluğun en önemli göstergesi Kamu İhale Kanununu bir an önce değiştirmek...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Niye yapmadınız şimdiye kadar?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Biz verdik, verdik de, beş yıldan beri sizi bekliyoruz hâlâ.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Niye yapmadınız; o kadar iktidara geldiniz?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu kanunu bir yılda değiştirecektiniz, hâlâ  bekliyor. Şimdi çıkaracaklarmış; ama, uygulamasını 2003 yılında yapacaklarmış. Eğer yanlışsa, niye çıkarıyorsunuz; doğruysa, niye erteliyorsunuz?! (DYP sıralarından alkışlar) Niye ertelediğinizin cevabını vereyim bak...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Yardım edeyim mi?

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Siz ilk önce hele bir kendinize yardım edin de, sonra bana edersiniz.

Şu... Görüyor musunuz; şimdi, bu nedir? Bu, taahhüt bazında alınan krediler. Denetimsiz... Denetimsiz... Hani, fonlarla falan veriliyor ya... (DSP sıralarından "yanlış şeyi gösteriyorsun" sesleri, gülüşmeler)

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bizim yanlışımız bu da; sizin yanlışınız, milleti mahvetmek; onun hesabını verin. (DYP sıralarından alkışlar)

Evet... Şu... Görüyor musunuz bunları? Görüyor musunuz bunu? (DSP sıralarından "ters, ters" sesleri, gülüşmeler)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Allah kimseyi şaşırtmasın.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu, sizin şeffaf olmadığınızın göstergesi.

Şimdi, millet ne diyor biliyor musunuz; şuraya şunların cevabını vermek için, şu işten bir tane anlayanınız olsa da -olsaydı zaten dışarıdan getirmezdiniz- gelse, şurada şunlara cevap verebilse; ama nerede?!. Nerede?!. (DYP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Siz nereden geldiniz?!

BAŞKAN - Sakin olun efendim, dinleyin, tahammül edin.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Netice itibariyle, bugün gelinen noktada, Türkiye'nin yeniden bir büyük sıçrayışla, bir büyük Türkiye gibi davranması gerekiyor.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Yeniden üretim, yeniden rekabet, yeniden ihracat; Türkiye bunları arıyor; ama, bunları arayan Türkiye, dışpolitikada, maalesef, her gün, biraz daha bir büyük devlet olma görüntüsünden kaybediyor. Evet, AGSP'deki son gelişmeler bütün hepimizin ilgisini çekmekte. Keşke, bir uzlaşma olabilse; ama, ne oldu da, o güne kadar, Avrupa Ordusunun bütün alacağı kararlara katılmadan, NATO'daki veto gücümüzden vazgeçmeyiz diyen Türkiye birden bire bundan vazgeçti? Bunu, aslında, BAB'ta biz yaptık, 1995 yılında. Türkiye BAB'ta üye oldu, tam hakka sahip olarak, Avrupa Birliğinin tam üyesi olmamasına rağmen; ama, görüyoruz ki, Avrupa güvenliği savunma kimliğinde ve politikasında, birden bire, Blair'den gelen bir mektupla, Brüksel'de AGSP sevinci içinde Cem kutlanıyor ve ciddî bir aşamanın olduğu ifade ediliyor.

Şimdi, endişelerimize işaret edelim. Bakın, bu dışpolitika son derece hassas bir şeydir. Soracağımız sual...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Fazladan 10 dakika süre...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham ederim... Bir dakika... Siz mi idare ediyorsunuz, ben mi idare ediyorum?! Ben gereğini yaptım efendim, siz de biliyorsunuz onu. Her şeye itiraz etmeyin.

Sayın Çiller, lütfen toparlar mısınız... Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Dışpolitikada bir meselenin nereye yazıldığı ve ne yazıldığı son derece önemlidir; yani, ne var içeriğinde bilmiyoruz. Mesela, deniliyor ki, müttefikler... Bu, nasıl Kıbrıs'ı koruyacak; çünkü, NATO'da müttefikler var. Avrupa Ordusu NATO müttefiklerine saldıramayacak. Diyelim ki, bu yazıldı; ne yazıldığını bilmiyoruz; ama, bunun içinde o zaman Kıbrıs olmaz; çünkü, bir NATO müttefiki değil; dolayısıyla, ne yazıldığı çok önemli, nereye yazılacağı da son derece önemli. Diyelim ki, NATO zirvesinde kabul edildi. Peki, ondan sonra Avrupa Birliği zirvesine nasıl geçecek? Avrupa zirvesinde diyelim ki, kabul edildi; bir sonraki zirvede bu değişecek mi, değişmeyecek mi? Son derece önemli sualler; bunların hiçbiri açık değil ve nitekim, Dışişleri Bakanı, açıkça "evet, bu konuda açık değiliz" demiştir. Biz, millet adına, Anamuhalefet Partisi olarak, bunların Mecliste görüşülmesini, gerekiyorsa, kapalı oturumda görüşülmesini istiyoruz; ama, kapalı oturumda ele alınan Kıbrıs meselesi açıkça gündeme getirmiştir ki, kapalı oturumda da, Meclise, bilinenin dışında bir şey söylenmiyor.

Kıbrıs konusu, keza, kısaca ifade edilirse eğer, Kıbrıs Rum Yönetiminin önümüzdeki yıl üye olarak Avrupa Birliğine alınacağı gözlemlenmekte; bunun yaklaştığı açıktı; yaklaşırken Türk tarafı, yani, biz, şunu söyledik; Siz, eğer, Kıbrıs Rum yönetimini alırsanız, biz de kuzeyi alırız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini alırız.

Bizim, tabiî, endişemiz şu oldu: Bunu alacak mısınız; alırsanız, karşınızda, bu defa Yunanistan değil, Avrupa Birliği olacak; ne olacak? "Bedel öderiz" diyorsunuz; Avrupa Birliğinden mi vazgeçeceksiniz? Hayır; Türkiye, ne Kıbrıs'tan ne de Avrupa Birliğinden vazgeçer bir büyük Türkiye olarak ve bedel ödeten Türkiye, nasıl olur da, bedel ödeyen konuma gelir? O zaman, bu bedel ödettirenler Türkiye'ye, mutlaka bedel ödemelidirler ve onun gereğini yapmalıdırlar. Ama, gördük ki, bunların hiçbirinin cevabı kapalı oturumda da yok ve bugünkü açılımı, son derece olumlu bir açılım olarak görmek istiyoruz. Özellikle, Denktaş ve Klerides arasındaki buluşmaları bu bağlamda değerlendiriyoruz; ama, unutmayın ki, önümüzdeki yıl, Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliğine giriyor ve ondan önce, tıpkı ameliyattan önce, bir hasta ameliyata alınmadan nasıl iğne yapılır ve tekmeleyerek ameliyata girme refleksi ciddî olarak indirilirse...

BAŞKAN - Toparlar mısınız...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...acaba, böyle bir iğne yapılarak, 2002 yılından önce, Kıbrıs meselesinde Türk tezi bir zaafa uğrar mı endişesi içindeyiz...

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, bugün gelinen noktada, Türkiye, terör mücadelesinde geç kalmıştır. Bütün dünyanın, terör mücadelesinde kendi tavrını ortaya koyduğu bir durumda, Türkiye, maalesef, Amerika'ya, Hazine Bakanını göstererek el açmıştır. Türkiye, bu onursuzluğu, hiçbir biçimde hak etmiş bir ülke değildir. (DYP sıralarından alkışlar)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Türkiye onursuz olmaz!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ve meselelerin önünden giden değil, arkasından sürüklenen bir konumda, laik cumhuriyet örneğini de ortaya koyamamış ve acaba, bir mektubu yazalım mı, gönderelim mi derken, talebini...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, lütfen, ben, mikrofonu açıyorum; teşekkür ediyorum size.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, 2 dakika içinde topluyorum efendim.

BAŞKAN - Tabiî efendim; ben teşekkür edeceğim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ve netice itibariyle, gelinen noktada, Türkiye, bir büyük Türkiye'nin tavrını aramaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bütün buraya gitmenin yolu açıktır. Bu yol, seçim sandığından gidecektir. Seçim sandığına giderken, memnuniyetle görüyoruz ki, yüzde 10 barajının kalkmayacağı doğrultusundaki beyanlar, Türkiye'nin idare edilemez hale getirilmesini önleyecek çaptadır. Bundan memnuniyet duyuyoruz; ancak, bunun içinde bir nokta var ki, son derece vahim. Denilmekte ki, doğu ve güneydoğudaki milletvekili sayısını azaltalım. Ben, şimdi, bu iktidara soruyorum: Siz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu için ne yaptınız ki, oranın iktisadî atılımı için ne yaptınız ki...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Duygu sömürüsü yapma!.. Hayret bir şey!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...şimdi, 4-5 milletvekili olan yerlerin sayısını indireceksiniz; 60 milletvekili olanlara, 1 veya 2 daha koyacaksınız...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen sömürdün doğuyu!.. Sen mahvettin doğuyu!.. Çiftçiyi borç altına sokmadınız mı?..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...oradaki terör mücadelesinden sonra, bugün, o yaraları sarma zamanıdır; o yaraları sarma zamanında, milletvekili sayısını indirmek değil, bilakis çıkarmak gereklidir.

Herkes bilsin ki, yeniden büyük Türkiye geliyor. (DYP sıralarından alkışlar) Yeniden üretim geliyor. Yeniden rekabet gücü geliyor. Yeniden Türkiye şaha kalkıyor ve bundan önce ve bu sevinçle, bütün milletimizin gelmekte olan bayramını kutluyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Saat 18.00'e kadar birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.00


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 38 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754)                ((Devam)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı  ve  Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu ( 1/900, 3/900, 3/898, 3/899) ( S. Sayısı : 773) (Devam)                

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı : 755) (Devam)

4.-  2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Söz sırası, Anavatan Partisi Grubuna gelmişti.

İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Ülke olarak çok zor bir süreçten geçiyoruz. Bir yıl içerisinde art arda yaşanan iki kriz ve bunun ardın da hükümetin yürürlüğe koyduğu ekonomik tedbirler sonucunda, bugün, ekonomik dengelerin yavaş yavaş yerine oturmaya ve reel ekonominin de yavaş yavaş canlanmaya başladığını görüyoruz.

Türk toplumunun her kesiminde olduğu gibi iç ve dış finans çevrelerinde de, Türkiye'nin art arda yaşanan bu ekonomik krizlerden çıkacağı, ekonomik büyümenin yeniden başlayacağı ve sürdürülebilir bir kalkınma dinamiğinin yakalanacağı yönünde bir inanç ortaya çıkmaya başlamıştır ve bu çok önemlidir; çünkü, hükümetçe uygulanan bu güçlü ekonomiye geçiş programının başarılı olabilmesi için önşart, söz konusu kesimlerin desteklerinin sağlanmasıdır. Bu noktada, çok önemli iki soruyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunlardan birincisi "uygulanan ekonomik program, geçirdiğimiz krizlerin bütün tahribatını gidererek, Türk ekonomisini arzulanan boyuta taşıyabilecek midir" ikinci soru ise "Türkiye, yeniden ekonomik krizlerle karşı karşıya kalabilir mi" şeklindedir ve bu sorular -sizler de muhakkak toplumda gözlüyorsunuz- toplumun her kesimi tarafından sıkça gündeme getirilen sorulardır. Bu soruların cevaplarını, yalnızca Türkiye'nin geçirdiği deneyimlerle değil, dünyada krizle karşı karşıya kalmış diğer ekonomilerin de geçirdiği tecrübeler ve edindiği deneyimlerin değerlendirilmesiyle bulabileceğimizi zannediyorum. Bu değerlendirmeler, sadece krizden çıkış yolunu göstermekle kalmayacak, aynı zamanda, siyaset kurumumuzun ve Türk siyasetçisinin bu noktada nasıl bir açılım göstermesi gerektiğini de ortaya koyacaktır diye düşünüyorum.

Öncelikle, günümüz dünyasının üç temel gerçeğini paylaşmamız lazım. Bu gerçeklerden birisi, küresel ekonominin niteliğiyle ilgilidir; ikincisi, krizle karşı karşıya kalan ülkelerin yönetim yapılarına ilişkindir; üçüncüsü de, küresel talepler ile yerel, yani, millî taleplerin çatışmasıyla ilgilidir.

Üzerinde durmak istediğim birinci konu, soğuk savaş döneminde dünya siyasetine yön veren domino teorisinin -burada olan milletvekillerin çoğu hatırlayacaktır- bugün, artık küresel ekonomide geçerlilik kazandığına inanıyor olmam. Geçmişte, süper güçler, dünyanın neresinde olursa olsun, iki blok arasında bir üçüncü dünya ülkesi taraf değiştirirse, onunla birlikte, onun etrafındaki ülkelerin de taraf değişebileceği riski ve anlayışı üzerine siyasetlerini şekillendirmekteydiler. Küresel ekonominin ortaya çıkmasıyla beraber, artık, domino teorisi, siyasal alandan, tarihe gömüldüğü alandan, ekonomik alana taşınmıştır diye düşünüyorum.

Eğer, bir ülke -bu, Türkiye için de geçerli kuşkusuz- piyasalarını küresel ekonomiye açmışsa, ekonominin büyümesi için dışkaynak ve teknoloji kullanıyorsa, ulusal kaynakları, hatta, borçlarıyla ilgili kâğıtlar uluslararası piyasalarda tahvil ve bono olarak alınıp satılıyorsa, küresel ekonomiyi ilgilendiren her olay, kaçınılmaz bir biçimde, millî ekonomiyi de etkileyecektir. Hatta, bazen, ülkenizin iç dinamiklerinde hiçbir sorun yokken ve her şey güllük gülistanlıkken, sizinle hiç ilgisi olmayan başka bir ülkede ortaya çıkan etken veya kriz ortamı, sizi etkileyebilmekte ve kriz ortamına sürüklenmenizi sağlayabilmektedir. Nitekim, Türkiye için de, geçmişte yaşanan Uzakdoğu krizi, Rusya krizi, Arjantin krizi gibi olayların, doğrudan, binlerce kilometre uzaktaki bir ülke olan Türkiye'yi etkilemesinde temel neden budur ve yine, hatırlayacağınız gibi, Uzakdoğu krizi esnasında, dünyanın en büyük ölçekli ekonomilerinden biri olan Japon ekonomisi de, özellikle bankacılık sektörü bağlamında, ciddî bir zorluğa girmiş ve hükümet, 500 milyar dolar -evet, bilerek kullanıyorum; 500 milyar dolar- civarında bir kaynağı bu sektöre aktararak, krizden çıkmasını sağlamıştı.

Sonuç olarak, küresel sistemle entegre olmuş bir ülke tekrar krizle karşılaşabilir mi sorusunun cevabına, hiçbir siyasetçi, hiçbir devlet adamı, gönül rahatlığıyla, hayır karşılaşmaz diyemez. Öyleyse, Türk siyasetçisi olarak, bizim, soruyu, tekrar bir krizle karşılaşabilir miyiz diye sormak yerine, şöyle dönüştürmemiz lazım, bu soruyu şöyle sormamız lazım: Bir ülkeyi ekonomik krize dirençli hale getirmenin yolu ne olmalıdır ya da bir ülke, krizden, hangi koşullarda etkilenmeyecek hale getirilebilir? Bu sorunun cevabıysa, ekonomik krizle karşı karşıya kalan ülkelerin sosyopolitik yapıları ve ekonomik krizin derinliği arasındaki ilişkide yatmaktadır.

Bugün, dünyada, yabancılar tarafından, yükselen pazar yani "emerging markets" diye tanımlanan 28 ülke vardır. Bunların, 10 tanesi Avrupa ve Ortadoğu'da, 10 tanesi Asya'da, 8 tanesi de Latin Amerika'da bulunmaktadır ki, Türkiye, bunlardan bir tanesidir. Bir iki istisna hariç, son on yıl içerisinde çıkan ekonomik krizlerin neredeyse tümü, bu 28 yükselen ülkede yaşanmıştır.

İlginç olan nokta şudur, sizinle paylaşmak istediğim nokta şudur: Demokrasinin işlerliği -altını çiziyorum; demokrasinin işlerliği- hukuk sisteminin etkinliği, siyasî, ekonomik ve bürokratik uygulamaların şeffaflığı -bir kez daha vurguluyorum; siyasî, bürokratik ve hukukî uygulamaların şeffaflığı- ile ekonomik krizlerin derinliği ve süresi arasında çok yakından bir ilişki vardır, ters bir ilişki vardır. Bu ülkelerin deneyimi, bunu göstermektedir. Bir diğer deyişle söylemek gerekirse, bir ülke daha demokratik, daha şeffaf, daha hukuk devleti normlarına yatkın ise, krizden daha az etkilenmekte ve daha az bir süre içerisinde krizden çıkabilmektedir.

Bu gerçek, bizi, başka bir gerçeğe daha götürüyor: Siyasette, hukukta, bürokraside, toplumsal yapıda ve yönetim anlayışında, eğer, eşzamanlı yapısal reformlarla ekonomik reformları bir araya getirmezseniz, bir diğer deyişle, ekonomik programları bunlarla desteklemezseniz, krizlere karşı ülkenin dirençli hale gelme şansı yok. Daha da açık bir tanımlamayla söylemek gerekirse, meseleyi sadece bir finans ve ekonomi sorunu olarak görüp, meselenin çözümünü ekonomistlere havale etmek ve çözümü ekonomistlerde aramak, maalesef, yeterli olmamaktadır.

Ekonomik programlar, demokrasi, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, etkin sosyal güvenlik gibi, toplumsal kalite ölçütleriyle desteklenmek zorundadır. Zaten, ülkemizde de, geçmişte, çok sayıda gündeme getirilen ekonomik programların, tek başına uygulandığı için başarısız olduğunu da hatırlamanızı istiyorum. O programlarda istenilen sonucun elde edilememesinin temel nedeni, biraz önce söylediğim nitelikte gerekli yapısal reformlarla paralel gündeme getirilmemiş olmalarıdır.

Tartışılması gereken üçüncü bir nokta, bu çok önemsediğim bir nokta, paylaşmak istediğim bir nokta: Küresel güçler ile, yerel güçler arasındaki çatışma ortamıdır. Küresel piyasa kuvvetleri, hepinizin bildiği gibi, etik, yani, ahlakî normlarla hareket etmemektedirler. Bu, küresel güçlerin temel bir gerçeğidir. Yerel sosyal yapıyı, millî kültürü, tarihsel birikimi ve toplumsal yaşam biçimlerini, bir diğer deyişle, küreselleşen o toplumdaki tüm değerler sistemini, eğer küresel akımın kendi hızını ve kararlılığını artırıyorsa, desteklemektedir; ama, eğer, küresel akımın hızını engelliyorsa, köstekliyorsa, onu engellediği noktadan itibaren, o yerel değerleri bozmaya ve yok etmeye çalışmaktadır. Ülke olarak, küresel piyasa kuvvetlerinin, yani, biraz önce altını çizerek vurguladığım etik ve ahlakî normlara tabi olmayan küresel piyasa kuvvetlerinin, eğer çözücü, ayrıştırıcı, negatif, eksi, olumsuz yönde etkilemesini engellemek istiyorsanız, ülkenizde buna uygun filtre sistemlerini oluşturmak mecburiyetindesiniz ve ülkemiz gibi, küresel ekonomiye katılan tüm ülkelerde, bir numaralı tartışılan sorun budur. Öyleyse, bu noktada, bizim gibi ülkeler için temel hedef, bir taraftan globalleşmenin, yani, küreselleşmenin gereklerini yerine getirerek ekonomiyi büyütmek ve kitlelerin yaşam standardını yükseltmek, diğer taraftan da küreselleşme ile küreselleşmenin etkisi altındaki toplumun toplumsal yapısını, tarihsel kimlik ve millî aidiyet duyguları gibi değerleri arasında dengeyi kurmak mecburiyeti vardır. Bunu kim yapacaktır, temel soru bu. Yukarıda vurguladığım filtre sistematiğini kim ortaya koyacaktır? Toplumu, küresel güçlerin ve piyasaların zararları etkilerinden korurken, bir taraftan da bu küresel ekonominin avantajlarından yararlanmasını kim sağlayacak, bu dengeyi kim kuracaktır? İşte, bu noktadaki soru hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir. Bu sorunun cevabı, bu işi yapacak olan kesim, bu filtre sistematiğini oluşturacak olan kesim, toplumu koruyacak olan kesim, siyaset kurumu ve politikacılardır.

Günümüz dünyasında, gelişmekte olan ülkelerde -ki, Türkiye, bunlardan birisidir- politikanın ağırlık merkezi- altını çiziyorum, politikanın ağırlık merkezi- küresel güçlerin talepleriyle yerel toplumların ihtiyaçlarının ve taleplerinin kesiştiği yerdeki fay hattına taşınmıştır. İşte, o fay hattının üzerinde gelişmekte olan ülke siyasetçisi siyaset yapmak zorundadır ve bu fay hattı, maalesef, çok değişkendir, maalesef, kuralları konulmamıştır. Bu ülkelerde siyaset -ki, Türkiye'de böyle- değişmek istemeyen hantal devlet ile giderek talepleri artan birey ve toplum, buna ek olarak da küresel güçler arasındaki üçgen içerisine sıkışmış durumdadır. Türkiye özelinde, buna ek olarak, bir de siyasette, ekonomide, hukukta belirli normları önümüze koyan bir dördüncü ayak, yani, Avrupa Birliği süreci vardır.

Bütün bu değerlendirmelerden sonra, Türkiye 21 inci Yüzyılın güçlü, rekabetçi -rahmetli Özal'ın deyimiyle söylemek gerekirse- lider ülkelerinden birisi haline getirecek olan siyasî projenin ayakları ortadadır. Bunları, çerçeveyi ortaya koyabiliriz zannediyorum. Birincisi, bireysel hak ve özgürlüklerin olabildiğince genişletildiği, sivil toplumun hızla gelişmesini sağlayacak bir demokrasi anlayışının kurumlaştırılması gerekmektedir. Bu, kaçınılmaz bir önşarttır.

İkincisi, başta siyasetin kendisi olmak üzere, devletin fonksiyonel olmayan tüm kurum ve hizmetlerinin, kaliteli, şeffaf ve etkin devlet anlayışına göre yeniden yapılandırılması ve buna paralel olarak rekabetçi bir ekonomik altyapının kurulmasıdır.

Üçüncüsü -Türkiye açısından özeldir bu- Avrupa Birliği normlarına uyum için gerekli reformların hızla gerçekleştirilmesi ve üyelik sürecinin mümkün olduğunca kısaltılmasıdır.

Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, toplumsal yapımızın temeli olan millî ve manevî değerlerimizle, tarihsel kimliğimizle çatışma yaratmayacak bir şekilde küresel ekonomiye entegrasyonun sağlanmasıdır ve toplumsal refahın artırılmasıdır.

Türkiye'yi, sadece yükselen bir piyasa değil, aynı zamanda, yükselen bir millet, yükselen bir devlet haline getirecek olan siyasal projenin dört ana ayağı, çerçevesi budur.

Şimdi, izin verirseniz, yukarıda tanımladığım bu ayaklarla ilgili biraz daha ayrıntılı konuşmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz dönemde, Meclisimiz, gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleriyle, ülkemizin, otoriter demokrasiden hukukun özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne dayalı özgürlükçü bir demokrasiye geçişi yolunda büyük bir adım attı; fakat, bunun yeterli olduğunu söylemek mümkün değil ve Anayasamız, artık, toplumun 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin gelişimine, gelecekten olan beklentilerine dar geliyor, cevap veremiyor ve Anayasamızda birçok noktanın daha değiştirilmesi, yenilenmesi gerekmektedir. Bunu yapmak ve toplumun önüne koymak zorundayız ve Yüce Meclisin, iktidarıyla, muhalefetiyle birlikte geçen dönemde çıkardığı anayasa değişiklikleri, uyum yasaları çıkmadığı takdirde topal kalacaklardır. Bunları, en kısa zamanda, sanıyorum bu yılın başında hayatiyete geçirmek ve uyum yasaları ile bu anayasal değişiklikleri toplumun gündemine getirmek durumundayız.

İnsanımızın hak ve özgürlüklerini serbestçe kullanabilmesi amacıyla, adlî ve idarî alanda hukuksal düzenlemeleri Yüce Meclis gerçekleştirmek zorundadır. Meclisimizin önünde önemli görevlerden birisi de, hükümet protokolümüzde de bulunan yerel yönetimler yasasının bir an önce çıkarılmasıdır. Zira, yerel yönetimler -hepinizin katılacağını biliyorum- artık, sorun çözmek değil, sorun üretmek noktasında etkin bir hale gelmişlerdir, sorun üreten mekanizmalar haline dönüşmüşlerdir. Basit bir köy yolunun dahi Ankara'dan planlanıp gerçekleştirildiği bir merkezî yönetim anlayışıyla, Türkiye'nin, 21 inci Yüzyılın etkin, rekabetçi ülkelerinden biri haline dönüşmesinin mümkün olmadığını, muhtemelen, hepimiz kabul ederiz.

Hangi yöntemle yönetilirlerse yönetilsinler, gelişmiş Batı ülkelerinin birçok benzeşik noktası vardır; ama, hepsinde tek bir şey vardır, o da, yerel yönetimlerinin demokratik açıdan katılımcı ve toplumsal yapı içerisinde etkin kuruluşlar oluşudur. Dolayısıyla, yerel yönetimler yasasını çıkaramayan, sorunlara yerinden ve katılımcı yönetim, çözüm ilkesini hayata geçiremeyen, köyde ve kentte katılımcılığı sağlayamayan bir Türkiye'nin güçlü bir lider ülke olma şansı yoktur. Türkiye, devlet idaresinden özel sektörüne kadar topyekûn bir zihniyet, anlayış ve bir konsept değişimini yapmak zorundadır.

Özellikle son on yıl boyunca hepimizin yaşadığı ve hepimizin şikâyet ettiği, on yıl boyunca siyaset alanında görülen aşırı parçalanma, bu parçalanma üzerinde kurulan koalisyon hükümetleri ve ardı ardına gelen ekonomik krizler, toplumumuzda, siyasete, bürokrata, hükümete, devlete, Parlamentoya olan güveni azaltmıştır. Güvensizlik sorununun çözümü için, Parlamentodan başlayarak yönetimin tüm kademelerindeki karar alma ve uygulama mekanizmalarında şeffaflığı ve etkinliği sağlamak zorundayız. Yasama, yürütme ve yargının etkin çalışmasını sağlayacak yasal düzenlemeler hızla gerçekleştirilmek zorundadır.

Siyasal Partiler Yasasında ve Seçim Yasasında, toplumsal katılım ve denetim mekanizmalarını güçlendirecek yönde değişiklikler yapmak ve böylece, siyasete yönelik olan bu negatif, olumsuz bakış açısını düzeltmek zorundayız. Türkiye, gelecek seçimlere, biraz önce sözünü ettiğim değişiklikleri yaparak gitmek zorundadır, bunları sonuçlandırmış olmak zorundadır. Burada da, tabiî, büyük yük ve vizyon Meclise düşmektedir. Zira, toplumla mutabakat sağlayamayan ve toplumdan destek alamayan bir siyasetin çözüm üretme şansı yoktur. 1980'li yıllarda rahmetli Özal ve Anavatan Partisinin yaptığı gibi, köklü ve süratli bir değişim sürecini başlatmak zorundayız ve sadece başlatmakla kalmayıp, kararlı bir biçimde takipçisi olmak zorundayız.

Sayın Başkan değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesinin rakamsal boyutlarına girmek istemiyorum; bu kürsüden, defalarca, her boyutuyla girildi; ama, şunu vurgulamak lazım: Ekim ayından itibaren Türk ekonomisinin göstergelerinde düzelme işaretleri görülmeye başlamıştır ve ekonominin makro dengeleri yerine oturmaya başlamıştır. Önümüzdeki yıl itibarıyla konuşmak gerekirse, Hazinenin, iç ve dış borç servisi bakımından sıkıntı çekmeyeceği anlaşılıyor. Cari döviz açığında görülen azalma, reel faizlerin düşmeye başlaması, dövizin nispeten stabilize olması ve kamu borçlanma gereğinin azalması geleceğe yönelik olumlu işaretler olarak algılanmak durumundadır.

Bağımsız uluslararası değerlendirme kuruluşları, bir şeye dikkat çekiyorlar. Uygulanan ekonomik programın temel ilkelerinden sapmamak, popülizme sapmamak koşuluyla, Türkiye, 2002 yılında dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi haline dönüşebilecektir. Son yıllarda -burada yine kürsüde de söylendiği gibi- Arjantin ile Türkiye küresel ekonominin iki kriz ülkesi olarak tanımlanmakta ve birlikte değerlendirilmekteydi. Bu birliktelik, bu yılın ikinci yarısından itibaren değişmiş ve Türkiye, krizi atlatarak, yeniden büyüme trendine giren bir ekonomi olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu değerlendirmelerin ne önemi var diyebilirsiniz; ama, bu tanımlamalar ve değerlendirmeler, uluslararası sermayenin ülkemize yönelimi açısından büyük önem taşımaktadır.

İyi işleyen bir piyasa oluşturmak ve güven ortamını tam olarak sağlayabilmek için, hükümetimizin önümüzdeki yılsonu itibariyle, yalnızca bütçe hedeflerini yakalaması, zannediyorum çok önemlidir; ama, yeterli değildir. Bununla birlikte, bütçe dışında bazı konuların da piyasaların stabilizasyonu ve geleceğe yönelik uzun vadeli güvenin sağlanması açısından, hedeflerin ortaya konması gerekiyor inancındayım. Birincisi, piyasalar en az üç yıllık bütçe hedeflerini ve bu hedefe ulaşılmasını sağlayacak araçları tüm açıklığıyla görmek istemektedirler.

İkincisi, enflasyona geçiş, enflasyon hedeflemesine geçiş uygulamasıdır. Zannediyorum, 2002 bütçe yılında buna geçmek imkânı yok; ama, 2003 yılından itibaren bunun da gerçekleştirileceğinin ilan edilmesi lazımdır.

Üçüncüsü ise, para politikalarının reaksiyon fonksiyonunun ne olacağı sorusudur ki, bu konuda belirsizlik olduğu sürece, piyasanın aktörleri, para piyasalarını kontrol eden mekanizmaların gösterdiği yönde değil, kendilerinin gösterdiği veya kendilerine çıkar sağlayacak yönde veya kendilerini emniyete alacak yönde hareket etmektedirler. Bu da, güçlü ekonomiye geçiş noktasında ciddî sorunlara yol açabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yaşadığımız ekonomik krizlerin toplumsal yapımızda ciddî ekonomik sıkıntılara ve sosyal sıkıntılara yol açtığı ortadadır; fakat, bu krizler, bir taraftan da ülkemizle ilgili bazı gerçekleri inkâr edilemez bir şekilde, artık, önümüze koymuştur. Bilinçli kullanmamız halinde, bu toplumumuzu yeniden yapılandırabileceğimiz bir fırsat ortamıyla karşı karşıyayız. Ekonomiyle ilgili bu gerçekleri şu şekilde sıralamamız mümkündür:

Günü kurtarmaya yönelik popülist politikaların, bugünü kurtarsa bile, önünde sonunda ülkeyi bir açmaza götüreceği apaçık ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, artık, siyasetin hiçbir kesiminde, hiçbir kimse, oy kaygısıyla bu tip yaklaşımlara heves etmemelidir.

Eşzamanlı yapısal reformlarla desteklenmeyen hiçbir ekonomik programın tek başına başarılı olma şansı yoktur.

Bir başka ortaya çıkan gerçek: Devlet, ekonomiden mümkün olduğu kadar çabuk çekilmelidir ve kural koyucu, sosyal dengeleri gözetici ve denetleyici bir konuma gelmek zorundadır. 

Kamu kaynaklarıyla siyaset ve bürokrasi arasındaki organik ilişki kesilmelidir.

Devlet kaynaklarından beslenen bir özel sektörle, sağlıklı ve krizlere karşı dirençli bir ekonominin oluşturulamayacağı açık olarak bu krizlerde de ortaya çıkmıştır ve ekonomik mantığa aykırı hiçbir alana, hangi gerekçeyle olursa olsun, kaynak aktarımı yapılmamalıdır.

Meclisimizin, hükümetimizin ve siyasetimizin bu noktaları içerecek şekilde politikalar ortaya koymaları halinde, kendilerine yönelik güvensizliğin büyük ölçüde değişeceğine inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin geleceğini belirleyecek önemli konulardan birisi de, Avrupa Birliğine üyelik meselesidir. Neredeyse kırk yıldan bu yana devam edegelen Avrupa Birliği olayında, son dönemece gelmiş bulunuyoruz. Rahmetli Özal'ın, tam üyelik için 1987'de müracaat ederken söylediği sözlerle tanımlamak gerekirse, uzun, ince ve zahmetli olan bu yol ve hepimizin yakından izlediği bu süreç, artık son noktaya gelmiştir. Bunun ayrıntılarına girecek değilim; ama, Helsinki Zirvesi sonrasında ilan edilen Ulusal Program ve daha sonra kabul ettiğimiz Katılım Ortaklığı Belgesiyle, Türkiye, bu yolun son aşamasına, dönüşü olmayan sürecine gelmiş oldu.

Söz konusu belgeyle, Türkiye, kısa vadeli taahhütlerini 2002 yılı içerisinde gerçekleştirme sözünü vermiştir. Hepinizin bildiği gibi, kısa ve uzun vadeli taahhütlerin amacı, Kopenhag kriterleri diye tanımlanan, siyasî ve ekonomik kriterlerin gerçekleştirilmesi; bir başka deyimle söylemek gerekirse, Avrupa Birliği normlarının yakalanmasıdır.

2001 yılı için yayımlanan Avrupa Komisyonu raporuna baktığımızda, enteresan bir değerlendirme göze çarpıyor: Türkiye hariç, aday ülkelerin tümü, siyasal kriterleri gerçekleştirme yönünde yeterli gelişmeyi göstermişlerdir. Ekonomik kriterler açısından ise, Türkiye, Romanya ve Bulgaristan henüz yeterli performansı sağlayamamışlardır. Bir diğer deyişle, siyasî kriterler noktasında yetersiz gelişme gösteren tek aday ülke Türkiye'dir.

Burada, tabiî, şunu hatırlamamız gerekiyor: 1990'lara kadar totaliter ve merkeziyetçi bir komünist blok içerisinde yer alan bu ülkelerin, neredeyse on yıl gibi kısa bir zaman dilimi -ülkelerin hayatı açısından kısa sayılabilecek bir zaman dilimi- içerisinde, Avrupa Birliği normlarına uygun siyasî değişiklikleri yapabilmiş olmaları ve evrensel hukuk normlarını, halklarının, milletlerinin hizmetine sunabilmiş olmaları, gerçekten büyük bir başarıdır. Türkiye olarak, bu ülkelerin geçirdiği değişim sürecinden almamız gereken derslerin olduğunu düşünüyorum.

Koalisyon hükümeti, bu yılın mart ayında, AB katılım süreciyle ilgili olarak, Türkiye'nin ulusal programını açıkladı. Türk Devletinin ve milletinin hassasiyetleri ve millî çıkarları doğrultusunda hazırlanan bu programın önemli bir değişim projesi olduğunu söylememiz gerekiyor ve hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Bu önemli belgenin hazırlanması konusunda gösterdiği başarı için, hükümete ve Avrupa Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcısına teşekkürlerimizi sunmak istiyorum. Son sekiz ay içerisinde bu programın uygulanmasına yönelik olarak önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir. Şimdi, bu atılımları pekiştirmemiz ve daha yaygın, aktif hale getirmemiz lazımdır.

Avrupa Birliği, aday ülkeler açısından iki genişleme süreci belirlemiştir. Bunlardan birisi, 2002'de başlayıp 2004'de tamamlanacaktır ve 10 ülkeyi içermektedir. İkinci genişleme süreci ise, daha sonraki yıllarda olacaktır ve muhtemelen 2010'a kadar devam edecektir.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Kimliği içerisinde kurulacak olan Avrupa Ordusunun, NATO imkânlarından yararlanmasını amaçlayan ve Türkiye'nin de karar mekanizmaları içerisinde yer almak istemesi nedeniyle, Avrupa Birliği-NATO ve Türkiye üçgeninde ortaya çıkan sorun, geçen hafta içerisinde çözümlenmiştir. Varılan uzlaşma, Türkiye'nin haklarını koruyacak niteliktedir ve bu noktada, Türk dışpolitikasının başarılı bir sınav verdiğini söylemek istiyorum.

Avrupa Birliğiyle Türkiye arasındaki bir diğer sorun olan Kıbrıs konusunda ise, Sayın Rauf Denktaş'ın inisiyatifiyle başlatılan görüşmeler olumlu bir havanın doğmasına yol açmıştır. Bu olumlu havanın ardından, Avrupa Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın Avrupa Birliğinin genişlemesinden sorumlu üye Günter Verhaugen'le yapılan görüşmelerinde, bu ve bu görüşmeler sonrasında, Türkiye'nin adaylık statüsünün yükseltileceğine yönelik bazı işaretler ortaya çıkmıştır ki, bu, olumludur. Sayın Yılmaz'ın, Romanya ve Bulgaristan'la birlikte Türkiye'nin de, Avrupa Birliğinin ikinci genişleme sürecine dahil edileceği yeni bir yol haritası çizilmesi gerektiği şeklindeki önerisi olumlu karşılanmıştır.

Bütün bu gelişmelerin ışığında, 2002 yılının, Avrupa Birliğine katılım sürecinde çok önemli ve kritik bir yıl olacağını söylememiz gerekmektedir. Bu yıl içerisinde, Türkiye'nin, Ulusal Programında tanımladığı kısa vadeli hedefleri gerçekleştirmesi halinde, yani, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi halinde, tam üyelik müzakerelerine başlama fırsatı doğacaktır; aksi takdirde, Türkiye'nin, Tanzimat'tan bu yana sürdürdüğü ve Büyük Atatürk döneminde doruk noktasına ulaşan çağdaş uygarlığı yakalamak noktasındaki en önemli proje başarısızlığa uğramış olacak ve Türkiye, Avrupa trenini kaçırmış olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, halkımızın büyük bir çoğunluğu, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini olumlu karşılamakta ve bu sürece destek vermektedir. Kuşkusuz, bu desteğin özünde, birliğe üye olan tüm ülkelerin ekonomik ve sosyal yaşam standartlarının çok artmakta oluşu, demokrasinin daha iyi işler hale gelişi gibi gelişmeler yatmaktadır.

Birliğe girdikten sonra, parçalanan, bölünen, ekonomik sıkıntıya düşen veya refahı azalan hiçbir ülke yoktur. Geçmişte bizimle aynı şartlarda olan birçok ülke, üye olduktan sonra, daha güçlü ve müreffeh ülkeler haline dönüşmüştür. Tarih boyunca, büyük devlet tanımlaması içerisinde yer alan birçok ülke, ekonomik ve sosyal açıdan gelişmiş ülkeler olmalarına rağmen, tek başlarına kalmak yerine, Avrupa Birliği üyesi olmayı tercih etmişlerdir. Bu tercihin altında yatan neden, gelişmiş bir ekonomik ve siyasî blokun üyesi olmayan ülkelerin, geleceğin dünyasında söz sahibi olma şansı olmadığı ve ciddî zorluklarla karşılaşacakları gerçeğini anlamış olmalarında yatmaktadır. Bu gerçeği gören ülkeler, tek başlarına kalmak yerine, büyük ölçekli bir birliktelik yaratarak, çekim merkezi haline dönüşmek ve bu birlikteliğin nimetlerinden yararlanmak istemektedirler. Türkiye olarak bu gerçeği görmeli, kendimizi her türlü komplo teorilerinden, korku ve vehimlerden arındırarak, elbirliğiyle, milletimizin ihtiyacı olan bu büyük değişim sürecini gerçekleştirmeliyiz.

Bugünkü siyaset kurumunun, bu konuyla ilgili değişiklikleri yapması gerekmektedir. Bunu gerçekleştirdiği takdirde de, demokrasiye inanan tüm güçlerin, bu alanda işbirliği yapmaları durumunda, siyaset kurumunun arzuladığı, özlediği güveni yakalayacağını düşünüyorum.

Avrupa Birliği konusu kapanmadan önce, Türkiye'nin gerek krizden çıkma politikaları ve gerekse Avrupa'ya entegrasyon politikaları açısından büyük önem taşıyan bir diğer boyuta, Avrupa'daki vatandaşlarımız boyutuna değinmek istiyorum. Geçen gün, Dışişleri bütçesiyle ilgili yaptığım konuşmada da vurgulamıştım; bildiğiniz gibi, bugün, 2,5 milyonu Almanya'da olmak üzere, 3 000 000'u aşkın vatandaşımız Avrupa'da yaşamaktadır. Almanya, çifte vatandaşlık sistemini kabul etmiyor; bu nedenle, ancak, 470-500 000 civarında vatandaşımız o ülkenin vatandaşlığına geçmiştir. Bu ülke vatandaşlığına geçen insanlar, o ülkelerde yerel parlamentolarda, genel parlamentolarda, hatta Avrupa Parlamentosunda temsil edilebilmektedirler. Geçen hafta Paris'te BAB toplantısına katıldım, bir tarafta Türk Parlamenterleri olarak bizler vardık, bir tarafta Alman grubu içerisinde Türk kökenli bir hanım parlamenter, bir tarafta da Bulgaristan'dan gelen Halk ve Özgürlükler Hareketinden bir parlamenter vardı. Bu tablo, önümüzdeki on yıllarda daha da artacaktır. Yalnız, bunun için, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, bu ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın o ülkelerin vatandaşlığına geçmesi noktasında olumlu politikalar üretmeli, üretmek zorundadırlar. Bu noktada, ortaya konulan pembe kart uygulaması, maalesef, Türkiye'deki ve dışarıdaki bürokratlarımızın bu konuda yeterli bilgi sahibi olmamaları nedeniyle başarılı olamamıştır. Bu noktada, Sayın Dışişleri Bakanına da aktardığım gibi, hükümet, bu vatandaşlarımızın, Türk vatandaşlığından çıktıktan sonra, Türk vatandaşının seçme ve seçilme hakkı dışındaki tüm haklarından yararlanabileceği bir sistem oluşturmalı. Böylece, Almanya'daki 2,5 milyon insanımız da Alman vatandaşı olabilir ve Almanya'da, siyasette, ekonomide, sosyal yapıda etkin bir kitle ortaya çıkmış olur.

Avrupalı Türkler diye tanımladığımız bu insanlarla ilgili bir diğer konu da -bu insanlarla ilgili çok önemli bir konudur, Türkiye'yi de yakından ilgilendirmektedir- bu insanların uzun yıllar boyunca, yaklaşık 350 000 kadarının, Türkiye'de değerlendirdikleri tasarruflarıyla ilgili sorundur. Almanya hükümeti, maliyesi, bu insanların bu tasarruflarıyla ilgili olarak, Türkiye ile Almanya arasındaki vergi sisteminin farklılığı nedeniyle geriye dönük bir cezalandırma gündeme getirmiştir ve vergileri ödemelerini istemektedirler. Bir diğer deyişle, Türkiye'de Merkez Bankasına yatırım yaptıkları için cezalandırılmaktadırlar. İşte, bu noktada, Sayın Maliye Bakanlığının, ciddî bir çalışmayla, Alman hükümetiyle uzlaşarak, geçmişte ortaya çıkan bu sorunu çözmesi, geleceğe yönelik bir açılım sağlaması ve bu vatandaşlarımızın problemlerini ortadan kaldırması gerekmektedir. Bunları gerçekleştirdiğimiz takdirde, zannediyorum, vergi kaçakçısı konumuna düşen bu insanları da rahatlatmış olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dışpolitikamızla ilgili bazı konulara değinerek konuşmamı sonlandıracağım. 11 Eylül olaylarından sonra başlatılan uluslararası terör mücadelesinin ilk aşaması Afganistan'da yaşanmıştır ve bugünlerde sonuçlanmak üzeredir. Bonn toplantısıyla çok etkili bir hükümet çatısı kurulmuştur. Ne yazık ki, Afganistan Türkleri, gerek Taliban'a karşı mücadelede gösterdikleri başarı ve gerekse bu ülkede temsil ettikleri varlık kadarıyla, yeterince temsil edilememişlerdir parlamentoda ve hükümette.

Afganistan'daki siyasî yapı, sadece bu ülkede yaşayan Türkler açısından değil, bu ülkeye komşu olan diğer Türk cumhuriyetleri açısından da önemlidir; bu nedenle, Türkiye için de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, bu ülkeye yönelik girişimlerini yoğunlaştırılmalı ve devletin yeniden yapılandırılmasında aktif rol oynamalıdır.

Türkiye'yi yakından ilgilendiren bir diğer konu da, Ortadoğu'da yaşanmaktadır. İsrail ile Filistin arasındaki gerginlik ciddî boyutlara ulaşmıştır. Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, İslamî Cihat, Hamas ve İsrail arasında sıkışmıştır, bu üçgen içerisinde kalmıştır. Bu önemli siyasî figürün tasfiyesine yönelik çabalar vardır. İsrail'in bu çabaları açık olarak ortadadır. Böylesi bir gelişmeyi, bölgesel dengeleri çok ciddî olarak etkileyeceği için, engellemek gereklidir. Bu noktada, Sayın Başbakana, Sayın Bülent Ecevit'e teşekkür etmek istiyorum; çünkü, bu olay ortaya çıkar çıkmaz, yaptığı telefon diplomasisiyle, Şaron'un bu niyetini ortaya koymuş; böylece de, bir anlamda, Yaser Arafat açısından bir güvenceyi sağlama imkânını bulmuştur.

Değinmek istediğim son konu, 11 Eylül olaylarından sonra ortaya çıkan yeni güvenlik ve savunma konseptidir ve bu konseptle alakalı NATO politikaları üzerinde yaptığı değişikliklerle ilgilidir. Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu değişiklikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

NATO Sözleşmesinin 5 inci maddesinin işletilmesiyle birlikte, artık, dışarıdan saldırı ve ortak savunma anlayışı yeni bir boyut kazanmıştır. Geçmişte, NATO'yla ilgili görülmeyen Ortaasya gibi alanlar, yeni anlayışa göre, ön cephe haline dönüştürülmüştür ve yeni savunma ve güvenlik anlayışı içerisinde, büyük Ortadoğu kavramına yerleştirilmiştir; böylece, Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya bu konsepte dahil edilmektedir.

Terör yeniden tarif edilmiştir ve "başkasının teröristi benim kahramanımdır" anlayışı, artık, büyük ölçüde sona ermiştir.

Terörle mücadele yalnızca uluslararası terör örgütleriyle sınırlı kalmayıp, kitle imha silahları üreten ülkelere karşı da ortak mücadele anlayışını kapsamaktadır. Türkiye'nin etrafında biyolojik, kimyasal ve hatta nükleer kitle imha silahları üretme arayışındaki ülkeler göz önüne alınırsa, bu gelişmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Türkiye, bu gelişmeleri iyi değerlendirilmeli, güvenlik ve savunma konseptinde gerekli değişiklikleri bu anlayış üzerinde yeniden yapılandırmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi olarak, yukarıda anahatlarını belirlediğimiz politikalar çerçevesinde, hükümet uygulamalarına, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da destek vereceğimizi vurgulamak istiyorum.

Görüşmekte olduğumuz 2002 yılı bütçesinin yüce milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Anavatan Partisi ve şahsım adına, idrak edecek olduğumuz mübarek Ramazan Bayramını kutluyorum. 2002 yılının milletimize refah ve mutluluk getirmesi dilekleriyle, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Andican.

Şimdi, söz sırası, Saadet Partisinde.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 2002 yılı bütçesinin müzakerelerinde son oturumu yapıyoruz. Bütçenin, milletimiz için, bütün kamu kurumları için ve devletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Muhterem arkadaşlar, bu vesileyle, milletimizin yaklaşan Ramazan Bayramını tebrik ediyor, milletimiz, İslam âlemi ve insanlık için hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlar, 2002 yılı bütçesi hakkında söze başlarken... Tabiî, bu bütçenin büyüklükleri, burada, muhtelif vesilelerle dile getirildi, ben, aynı rakamları tekrar etmeyeceğim; ancak, 2002 yılı bütçesinin, önceki bütçelerde olduğu gibi, bir faiz bütçesi olduğunu görüyoruz. Bütçenin içinde 43 katrilyon lira, faiz giderlerine ayrılmıştır. Yatırımlara ayrılan, 5 katrilyon lira mertebesinde. Giderle mukayese ettiğiniz zaman, milletin vergilerinin çok büyük bir kısmının faize gittiğini görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet, Anasol-M hükümeti, dördüncü bütçesini getirmiş bulunuyor; önümüzdeki bütçe, dördüncü yılın bütçesidir. 1999 bütçesi, seçim sonrası yapılan bir yarım bütçeydi; 2000, 2001 ve 2002 yılı bütçelerini, bu şekilde, Meclisten geçirmiş bulunuyoruz. Tabiî, 2002 yılı bütçesi, hükümetin de milletin de içine sindiremediği bir bütçedir.

İstikrar programının ikinci yılında ortaya çıkan bu tablo, tabiî ki, millet için memnuniyet verici değildir. İki yıllık istikrar programı, başarısız olmuştur. Hükümet, iki yılın sonunda hedefine ulaşamadığı için, şimdi, tekrar, ortaya, üç yıllık bir istikrar programı getirmektedir. Yani, ilk istikrar programı, 2000, 2001 yıllarını kapsıyordu ve 2002 yılı sonunda bitecekti; şimdi, hükümet, tekrar, IMF'yle, 2004 yılının sonuna uzanan bir istikrar programını müzakere etmektedir.

IMF'yle yapılacak olan bu anlaşma ne getirecek, buna güven duyabilir miyiz diye düşünürken, tabiî, geriye dönüp, bu hükümetin iki yılda neler yaptığına bakmamız gerekmektedir.

Muhterem arkadaşlar, 1999 mayıs ayından bugün hangi noktaya geldik, izninizle, bunları, kısaca gözünüzün önüne sermek istiyorum: İstikrar programının hedefi, enflasyonun yüzde 10'un altına düşmesi, faizlerin düşmesi, borç maliyetlerinin düşmesiydi.

Şimdi, rakamlara bakalım lütfen, hükümet, ikibuçuk yılda ne yaptı değerli arkadaşlar: Mayıs 1999, toptan eşya fiyatları, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 50 mertebesinde artmış, TÜFE -tüketici fiyatları- yüzde 63 artmış, dolar 402 000 lira. Hükümetin hedefi nedir; hükümetin hedefi, 2000 yılı için, toptan eşya fiyatlarında yüzde 20, tüketici fiyatlarında yüzde 25, dolarda da 573 000 lira; İstikrar programı çerçevesinde, 2001 yılı fiyatı ise, TEFE yüzde 10, TÜFE yüzde 12, dolar da 714 000 lira olacak.

Peki, şimdi, Kasım 2001 sonunda -aralığın da ortasındayız- geldiğimiz rakamlara bakalım lütfen; ne olmuş bu geçen dönemde? Bu geçen dönemde olanlar şunlar: Bakın, kasım ayı sonu itibariyle, TEFE yüzde 84,5. Hani, 2001 yılı sonunda yüzde 10'a düşecekti?! Yüzde 84,5'e gelmiş. Başlangıçtaki, yani, hükümetin kurulduğu mayıs ayından bugüne kadar da, bu enflasyon rakamı yüzde 69 artmış, yüzde 50'den yüzde 84,5'e çıkmış. Dolara bakıyorsunuz, dolar 1 450 000 lira, dolarda da artış yüzde 260. Peki, ben, şimdi soruyorum size: Hükümet ikibuçuk yılda ne yaptı, ne iş yaptı? Hükümetin milletin önüne getirdiği nedir ikibuçuk yılda? Sadece insanları ezdi, bunu söylemek lazım; memuru, emekliyi, işçiyi, esnafı ezdi ve memleket ekonomisini de çökertti. Hükümetin önümüzdeki karnesi budur değerli arkadaşlarım. Bu hükümet, bu ikibuçuk yılda sadece rantiyeye çalıştı.

Bakın, ikibuçuk yılda, hükümetin kurulduğundan bu zamana fiyatlar nereye gelmiş: Benzinin litresi 281 000 liraymış, Aralık 2001'de 1 195 000 lira; ne kadar artmış; yüzde 400. Mazot 194 000 liradan 940 000 liraya gelmiş; ne kadar artmış; yüzde 480. Ekmeğin kilosu 150 000 liraymış,         1 000 000 lira olmuş; ne kadar artış olmuş; yüzde 670. Gübre 30 000 liraymış, 250 000 lira olmuş; yani, yüzde 800 artmış. Tüp 2 345 000 liraymış, 15 600 000 lira olmuş; yüzde 660 artmış. Elektrik 22 000 liraymış, 107 000 lira olmuş; yüzde 470 artmış. Fiyatlar bunlar. Peki, vatandaşın gelirleri aynı mertebede arttı mı; artmadı ve vatandaş sadece ezildi.

Ne yaptı bu hükümet ikibuçuk yılda; sadece rantiyeye çalıştı. Zaten, bu hükümeti kuran rantiyedir. Rantiyenin desteğiyle kurulmuştur, rantiyenin desteğiyle iktidar olmuştur; tabiî, rantiyenin faturalarını ödemektedir.

Bakın, şimdi, bu hükümet, ikibuçuk yılda, rantiyeye, 78 milyar dolar faiz ödemiş. "Efendim, daha önceki hükümetler de ödüyordu" diyebilirsiniz; ama, bakın, Refahyol Hükümetinde, biz, faiz ödemelerini düşürmüşüz; miktar olarak düşürmüşüz, faizleri düşürmüşüz, vadeleri uzatmışız, borçları yönetilir hale getirmişiz. Kaynak paketleri getirmişiz, havuz sistemine geçmişiz ve devleti, daha az borçlanan, rantiyeye daha az faiz ödeyen hale getirmişiz. Bizim dönemimizde, onbir oniki aylık hükümetimizde, ayda ödenen ortalama faiz 1 milyar 300 milyon dolardır, şimdi ödenen 2 milyar 600 milyon dolardır. 1 milyar 300 milyon dolardan 2 milyar 600 milyon dolara... Yani, yüzde 100, gaza basmışsınız ve zam yapmışsınız.

Yine, bizim dönemimizde, bizim hükümetimiz döneminde... Bakın, bu hükümet nereden aldı nereye getirdi: Aslında, bu hükümet, dörtbuçuk yıllık bir hükümettir. 55 inci, 56 ncı ve 57 nci hükümetlerin ana ortakları aynıdır; Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Partidir. Sonradan, seçimden sonra MHP ilave olmuştur. İkibuçuk yıllık hükümetin içinde MHP vardır; ama, hükümet, çatısı itibariyle, ana unsurları itibariyle baktığınız zaman, dörtbuçuk yıllık bir hükümettir. Bizden önceki bütçede, 1996 bütçesinde, 100 liralık vergi gelirinin 68 lirası faize ödenirken, biraz önce arz ettiğim veçhile, biz, havuz sistemine geçerek, kaynak paketleri ihdas ederek, vergi almadan, vergi koymadan Hazineye gelir temin ederek, 100 liralık vergi gelirinin 48 lirasını faize gider hale getirmişiz. Yani, vatandaştan 100 lira topluyorsunuz, 68 lira faiz ödüyorsunuz; biz, 100 lira toplamışız, 48 liraya düşürmüşüz. Hükümette kalsaydık, bunu, nihayet, yüzde 10'un altına -yüzde 3'e, yüzde 5'e- düşürmek de hedefimizdi. Ama, bizden sonra gelen hükümet ne yapmış; 55 inci hükümet tekrar gaza basmış, rantiyeye fatura ödemek için, 100 lira vergi toplamış, 68 lira faiz ödemiş. 1999 bütçesi de, yine, DSP'nin ve bu hükümetin bütçesidir; 1999, esas itibariyle, DSP'nin beş aylık hükümeti süresini, Anasol-M hükümetinin de yedi aylık hükümeti süresini kapsar. 1999'da vatandaştan 100 lira vergi toplamışsınız, 75 lira faiz ödemişsiniz. 2000 yılı bütçesinde, 100 lira vergi toplamışsınız, 80 küsur lira faiz ödemişsiniz. 2001 yılı bütçesine baktığımız zaman; şimdi, ekim ayı sonu itibariyle- maliyenin rakamları ortada- 100 lira vergi toplamışsınız, 116 lira faiz ödemişsiniz; yani, devletin bütün gelirleri rantiyeye gidiyor, faize gidiyor, onu söylemek istiyorum muhterem arkadaşlar.

Tabiî, böyle bir ülkenin, böyle bir devletin de ayakta durması mümkün değil. İşte Türkiye'yi iflas noktasına getiren, bu rantiye soygunudur. Bu rantiye soygununun da, tabiî, sorumlusu, bugünkü hükümettir. Biz, Refahyol hükümeti olarak iyileştirmişiz, bizden sonra gelen hükümetler ha bire gaza basmışlar. Şimdi, işte 2002 yılı bütçesinde, toplayacaksınız vergileri, faize ödeyeceksiniz.

2001 yılı bütçesi burada konuşulurken, Sayın Maliye Bakanını tebrik etmiştim, teşekkür etmiştim, yine bu kürsüden konuşmamda; demiştim ki: 2000 yılı bütçesinde vergilerin yüzde 80'inin üzerinde faiz ödemesi var; şimdi, siz bu bütçede "yüzde 52'ye düşüreceğiz" diyorsunuz; biz buna inanmak istiyoruz, inşallah gerçekleşir, biz de sizi sonunda tebrik ederiz. Sayın Maliye Bakanı da cevap verirken ifade etmişlerdi ki: "Evet, Sayın Ayhan haklıdır; ben Maliye Bakanı olarak bütçe yapıyorum, birisi omuzuma dokunuyor, ver bakayım faiz paralarını diyor ve 100 liralık gelirin 88 lirasını faizci alıp götürüyor. İnşallah, 2001 yılında, bunu 52 liraya düşüreceğiz" demişlerdi; ama, ne olduysa oldu, rantiye yine oyunu bozdu ve 100 liralık verginin 116 lirası faize gitti.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye'deki bu soygun düzeni, bu rantiye düzeni değişmeden Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil. Bu kadar zayıf iktisadî bünyesi olan bir hükümette, bir ülkede, bir millette, tabiî ki, birisi öksürdüğü zaman faizler oradan oraya gidiyor, birisi aksırdığı zaman döviz kurları oradan oraya gidiyor.

Tabiî, yine, bu hükümetin karnesine bakmaya devam edelim. Bakın, bu hükümet... 1999 yılının mayıs ayını referans alıyorum. Mayıs ayında 142 000 000 000 dolar iç ve dışborç, şimdi geldiğimiz nokta itibariyle 183 000 000 000 dolar olmuş. Ekim ayı sonu itibariyle ifade ediyorum. Faiz ödemeleri böyle. 55, 56 ve 57 nci hükümetlerde, dörtbuçuk yıllık dönemde 121 000 000 000 dolar faiz ödemişsiniz dedim. Bakın, Türkiye'de 13 000 000 aile var. Şimdi 121 000 000 000 doları -kâğıdı kalemi alalım- 13 000 000 aileye bölelim. Aile başına, Türkiye'de, sizin hükümetleriniz zamanında 9 500 dolar, aşağı yukarı 14 000 000 000 lira faiz ödemiş. Sorsak vatandaşa, sen niye bu kadar faiz ödedin, vallahi billahi ben ödemedim arkadaş der. Nasıl ödedin sen; tabiî, tüp parasıyla ödedin, benzin parasıyla ödedin, vergiyle ödedin, elektrik parasıyla ödedin, zamlarla ödedin; ama, düzen böyle çalışıyor; yani, milletin bugünkü fukaralığının sebebi budur değerli arkadaşlar. Bu düzenin değişmesi lazım.

Yine, bakın, gayri safî millî hâsılayı 200 000 000 000 dolardan 153 000 000 000 dolara düşürmüşsünüz; yani, 2001 yılı sonu itibariyle gayri safî millî hâsılanın geleceği rakam bu mertebededir.

Borçların gayri safî millî hâsılaya oranına baktığınız zaman, yüzde 120; yani, millî gelirin tamamı, borçları karşılamıyor. Bir yıllık millî gelir borçları karşılamaz hale geliyor. İlk defa sizin hükümetiniz, Türkiye'de, millî geliri 2 200 dolara düşürdü fert başına. 1993'te fert başına millî gelir 3 056 dolardı; şimdi, bugün gelinen nokta itibariyle 2 200 dolar mertebesine düşmüş bulunmaktadır. İşte bu hükümetin karnesi budur.

Bu hükümetin, tabiî, ikibuçuk yıllık bu beceriksiz icraatı neticesinde, fabrikalar kapanıyor, yatırımlar yurt dışına kaçıyor, memur, işçi, esnaf, emekli sefaleti oynuyor.

Gelişen ülkeler arasında en kötü ekonomik durumu olan Türkiye'dir. İşte, bakın, The Economist Dergisinin en son sayısını göstereyim ben size; burada, son sayfasını açın bakın. Ekonomi diyor... Emerging-marketlerle ilgili, gelişen ekonomilerle ilgili baktığınız zaman tabloya, en kötü rakamları olan Türkiye'dir. Bu şartlarda, kim Türkiye'ye gelir yatırım yapar, ben, size soruyorum?!

Siz, niye hükümet oldunuz Allahaşkına; bu milleti ezmek için mi hükümet oldunuz? (SP sıralarından alkışlar) Yani, ikibuçuk yıldan beri, sizin hükümet olmanızın kime faydası oldu değerli arkadaşlar; sadece milleti ezdiniz, sadece milleti canından bezdirdiniz.

Bugün, Türkiye, ümidi olmayan insanların ülkesi haline geldi. Sabahları geçin bakın; Paris Caddesinden geçin, konsoloslukların, elçiliklerin önünden geçin; o soğukta, o ayazda, orada, binlerce insanın kuyrukta beklediğini görüyorsunuz; yurtdışına gitmek için o kuyruklarda bekliyorlar.

İşte, İngiltere'de geçenlerde gördünüz; İrlanda'da bir TIR'ın içerisinde 8 kişi öldü, 6 kişi de koma halinde bulundu, hastaneye kaldırıldı. Bunlar da Türk vatandaşlarıdır. Yani, ne yapsam da, bu açlıktan, bu sefaletten kurtulsam diye, insanlar, can havliyle kendilerini dışarı atıyorlar. Türkiye'yi bu hale getiren, bu hükümettir değerli arkadaşlar; işine hâkim olmayan, işini bilemeyen bir hükümettir.

İstikrar programına girdik 2000 yılında. Ee, yürüyordu program. Ne oldu sonra; kasım ayında bir tökezledi, Şubat 2001'de bir daha tökezledi ve bugünkü hale geldik. Bunun sorumlusu kimdir; bunun sorumlusu hükümettir. Siz, IMF'yle istikrar programına girerken, sabit kura giderken, daha doğrusu, çıpaya bağlanmış olan programlı kura girerken, enflasyonun da ona uygun olarak seyretmesini temin etmeniz gerekirdi. Enflasyon kur makası aşıldığı zaman, elbette, Türkiye'nin ödemeler dengesi açık verecek, dışticaret dengesi açık verecek ve neticede de, Türkiye'ye güven azalacak, Türkiye'ye gelen sermaye çıkıp gidecek ve bu güvensiz ortamda da, piyasalar altüst olacak ve çökecek. Nitekim, bu olmuştur.

IMF'yle böyle bir programa girerken, doğabilecek olan bir kriz için de rezerv birtakım imkânları bir kenara koymanız lazımdı; ama, maalesef, bunu akıl edecek bir hükümet yok ortada. Şimdi, burada "hata yaptık" diyorsunuz; ne yapalım hata yaptıysanız, bunun siyasî sorumlusu olarak, bırakın gidin değerli arkadaşlar.

İsmet Paşa, bütçe yaparken nasıl davrandığını anlatır 1930'lu yıllarda; 100 milyon liralık bütçe  yaparken -devletin o zaman  bütçe mertebesi bu, hakikaten 100 milyon, 90 milyon mertebesinde geliri var- "100 milyon lira gelirim varsa, ben 95 milyonluk gider bütçesi yapardım; 5 milyon da kenara koyardım" diyor; ama, maalesef, tabiî, bizim hükümetlerimiz, olmadan harcamak, yoksa, borçlanmak ve Türkiye'yi de bütün gelirlerini faize mahkûm olmuş hale getirme beceriksizliğini gösterdiği için, Türkiye bu sıkıntıları yaşamaktadır.

Tabiî, bu şartlarda bu bütçeden ne yatırım yapacaksınız! Bakanlıklara baktığınız zaman, bakanlıkların bütçesi, bakanların bizzat ifadeleri, hiçbirisi bütçesinden memnun değil. Sağlık Bakanlığı memnun değil, Millî Eğitim Bakanlığı memnun değil, diğer bakanlıklar memnun değil; hiçbirisi carî giderlerini karşılayamaz durumda.

Üniversitelerde bugün, üniversite hocaları, iş bulan başka yerlere kayıyor. Devlet üniversiteleri, öğretim üyelerini kaybediyor. Niye; maaşları düşük; 5-600 dolar mertebesinde maaş veriyorsunuz. Öğretmenler, diğer memurlar maaşlarıyla geçinemiyorlar.

İşte, Türkiye'yi getirdiğiniz tablo budur muhterem arkadaşlar. Onun için, bu hükümetin bir an önce gitmesi, Türkiye'nin de bu hükümetten kurtulması gerekir. Buraya çıkan arkadaşlar, zaman zaman diyorlar ki, "efendim, biz böyle bir miras aldık." Ee, siz dörtbuçuk yıldır hükümetsiniz; bu mirası düzelteydiniz. (SP sıralarından alkışlar) Yani, dörtbuçuk yıldan beri ne yapıyorsunuz siz; sormak lazım. Sayın Ecevit, geçmişte hep "ben enkaz aldım" derdi, ben hatırlıyorum, 1978-1979 hükümetini kurduğu zaman "enkaz aldık, tünelin ucunda ışığı arıyoruz, ışığı göreceğiz, kurtulacağız" derken, Türkiye, tepetaklak gitti, Ecevit'ten kurtuldu. 5 milletvekili seçimi kaybedince, 1979'un ekim ayında bir centilmenlik gösterdi, istifa etti gitti. Ee, şimdi Türkiye, yangın yerine dönmüş; Allahaşkına, istifa edin, millete yapacağınız en büyük iyilik budur değerli arkadaşlar. (SP sıralarından alkışlar) Onun için, iktidar milletvekillerini ikaz ediyorum; vatandaş bize soruyor, bizim yakamıza yapışıyor, diyor ki, "sayın milletvekili, bizi bu hükümetten kurtarın!" Ee, nasıl kurtaralım kardeşim; götürmüşsünüz, bir Apo paket programına uymuşsunuz, bunlara oy vermişsiniz. Tabiî, bu neticeyi şimdi sıkıntıyla beraber yaşıyoruz. Onun için, bir daha sandığa gittiğiniz zaman, yeni bir Apo programı geldiği zaman, bunu dikkatle değerlendireceksiniz ve oylarınızı doğru vereceksiniz.

Türkiye'yi Apo programıyla seçime götüren birtakım güç odakları, dışarıda, böyle bir iktidar istediler ve bu iktidara da her şeyi yaptırıyorlar. Şimdi bu iktidara, tarımı tasfiye ettiriyorlar, bu iktidara sanayii tasfiye ettiriyorlar, bu iktidara sosyal çöküntüye götürtüyorlar. Niye; Türkiye çok daha çaresiz, çok daha mahkûm vaziyette, kendilerinin iradesine râm olsun, kendi iradeleri içinde ne isterlerse onu yapsın.

Bugün yaptıklarınızı siz beğeniyor musunuz değerli milletvekilleri?! Bakın, pancarcıyı ne hale getirdiniz, tütünü ne hale getirdiniz, hayvancılığı ne hale getirdiniz?!

Biraz önce rakamları arz ettim ben size. Buraya çıkan arkadaşlar "şimdiye kadar popülist politikalarla battık..." Peki, popülist politikalarla battık da, şimdi neyle batıyoruz? Geçmiş hükümetler çiftçiye destek olmuş, siz de bütün kaynakları rantiyeye aktarıyorsunuz (SP sıralarından alkışlar)

Yarın size diyecekler ki "vay vay vay, nasıl hükümetmiş bunlar!" Türkiye'yi Düyunu Umumiyeden daha ağır şartlara getirdiniz değerli arkadaşlar.

Bakın, Muharrem Kararnamesiyle, 1881'de, 6 tane vergiye elkoydu Düyunu Umumiye idaresi. Ne vergisi; tuz vergisi, maden vergisi, gümrük vergisi vesaire... Ama, siz şimdi bütün vergilere elkoydunuz. Onlar 6 vergiydi, siz bütün vergileri götürüp rantiyenin önüne koyuyorsunuz, doymuyor: "Tütün piyasasını da bana teslim et, şeker piyasasını da bana teslim et; şirketleri, fabrikaları batır, ben gelip kelepir fiyatına bunları alayım..."

Başbakanlık bir çalışma yapıyormuş, daire kurmuş. Ne yapıyor bu çalışmayla; valilere sormuş: Efendim, ilinizde batan fabrikaların listesini yollayın bize. Ne yapacak Başbakanlık; yurtdışına diyecek ki: "Gelin, kelepir fiyatına fabrikalar var, bu fabrikaları alın!" Siz Türkiye'yi nereye götüreceksiniz değerli arkadaşlar; soruyorum. Çöken bir ekonominin altında hepimiz kalırız sonunda. Bu işin çıkış yolu yok.

Cumhuriyet kurulduğu zaman, cumhuriyeti kuranlar, Tanzimattan beri gelen bu çöküntüyü gördükleri için, millî sanayii geliştirmeye çalıştılar. Evet, o zaman özel sektör yoktu, KİT'leri desteklediler; ama, eğer sanayi çökerse, biz, hepimiz uşak haline, köle haline geliriz ve iktisadî gücünü kaybeden bir ülkenin de siyaseten ayakta durması mümkün değildir. Siz, Batının bir yüzüne bakıp da bu sermayenin bir yüzüne bakıp da bunlar gelip Türkiye'yi kurtaracak diyorsanız hiçbir şeyi kurtaramazlar; sadece, onlar, batmış olan Türkiye'nin rantını ele geçirmek için her türlü teşebbüste bulunurlar. Onun için, biz kendimize inanmazsak, biz kendimizi yönetmezsek Türkiye'nin bir noktaya gitmesi mümkün değildir. Eğer yönetemiyorsanız bırakıp gideceksiniz değerli arkadaşlar.

Şimdi üç yıllık yeni bir programa giriyorsunuz. Bu programda ne olacak?.. Yeni bir niyet mektubu IMF'ye veriyorsunuz; bununla ne olacak?.. Pancarcının hali ne olacak, çiftçinin hali ne olacak? Kanunları getirip birtakım kurulları kurmak kolay; ama, ne olacak?!.

Bakın, 2001 yılı bütçesinde çiftçiye ayırdığınız 1 katrilyon 60 trilyon para, destek. Maliye Bakanlığının bütçesindeki rakam bu. Geçenlerde bütçe müzakerelerinde bir sayın devlet bakanı arkadaşımız "efendim, bunu 1 katrilyon 245 trilyona yükselttik" deki. Peki, ne ödediniz çiftçiye? Açın bakın yine Maliye Bakanlığının tarım desteklerine!.. Ekim ayı itibariyle söylüyorum: 300 küsurdu; ilaveler vermişler, 650 trilyon lira para. Yani, ayırdığınız parayı dahi çiftçiye vermiyorsunuz, yarısını kesiyorsunuz. Onu ne yapacaksınız?.. Faizdışı fazlayı artırıp rantiyeye ödeme yapacaksınız. Bu yol çıkış yolu değil değerli arkadaşlar.

Siz, pancar sahalarını daraltıyorsunuz. Bakın, şimdi Türkiye şeker ithalatı mecburiyetinde kalacak. Siz, sanayiyi çökertiyorsunuz; ithalatınız artacak, ihracatınız artmayacak. Bu yıl ihracattaki görülen artış... Yüzde 100'e yakın devalüasyon yapmanız neticesinde doları 680 000 liradan 1 500 000 liraya çıkardınız, elbette ihracat bir miktar arttı; ama, nihayet bu artış yüzde 14 mertebesindedir rakamlara bakarsanız. Yani, bu artıştan medet ummayın. Eğer ihracatı artıracaksanız onunla ilgili çok ciddi programlara girmeniz lazım. Aksi takdirde Türkiye yine gelir tökezler değerli arkadaşlar. Türkiye -Düyuni Umumiye nasıl gelmişse- 2001 yılında da IMF'nin kucağına aynı şekilde düşmüştür. Dışticareti devamlı açık veren, ödemeler dengesi açık veren, cari giderleri için dahi dışarıdan borçlanan bir Türkiye'nin selamete çıkması mümkün değildir.

Bakın, Avrupa Birliğiyle Gümrük Birliği Anlaşmasını imzaladık; açın, bakın rakamlara, dışticaret açıklarını takip edin; daha önce, Türkiye'nin dışticaret açıkları 5-6 milyar dolar mertebesindeyken, 7-8 milyar dolar mertebesindeyken, bugün 15 ilâ 30 milyar dolar mertebesine gelmiştir. 2000 yılında, Türkiye'nin dışticaret açığı 27 milyar dolar olmuştur. Şimdi, bu yıl, muhtemelen, 20 milyar dolar mertebesinde bir açık olabilir. Yani, normal şartlara döndüğünüz zaman, gerek Avrupa Birliğinden olan ithalat gerekse üçüncü dünya ülkelerinden olan ithalat, ortak gümrük tarifesiyle Türkiye'nin dayanabileceği seviyede değildir. Şimdi, bir adımı atarken, o adımı destekleyecek politikaları da dinamik olarak uygulamak lazım. Eğer, Avrupa Birliğine giriyorsanız, sanayinizi, üretiminizi rekabet edebilecek şartlara getirmeniz lazım; ama, maalesef, biz, bunların hiçbirini yapmadan Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz! İşte, dışticaretimiz açık veriyor, yürüyemiyoruz, ileriye gidemiyoruz. Onun için, hükümetin, durup, düşünüp, Türkiye'yi bu noktadan nasıl çıkaracak, nasıl ileriye götürecek, bunun üzerinde fikir yürütmesi, bunun üzerinde proje hazırlaması gerekir.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Kim imzalamış?!.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Kim imzaladıysa imzaladı; ben genelini söylüyorum değerli arkadaşlar.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Hepsini doğru söylemiyorsunuz.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Evet; hepsini doğru söylüyorum; hepsini... Sizin anlama kabiliyetiniz yoksa ona ben karışmam.

BAŞKAN - Efendim, lütfen karşılıklı konuşmayın.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Hatırlatmak için söylüyorum.

BAŞKAN - Lüzumu yok efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Gümrük Birliği Anlaşmasını da cumhuriyet hükümetleri imzaladı. Ben, bunu, sadece bugünkü hükümet için de söylemiyorum değerli arkadaşlar.

Şimdi, ben şunu söylüyorum: Türkiye, siyaseti, sorumluluğu taşıyamazsa, siyaset de çöker, ülke de çöker. Onun için, önümüzdeki döneme bu gözle bakmak gerekir, bu gözle bakmazsak Türkiye'yi yönetemeyiz. Kendi kendine ayakta duramayan bir ülkenin de sonu felaket olur. Kendini yönetemeyen bir ülkenin bir yere gitmesi mümkün değil.

Şimdi, şahsen, ben utanıyorum; uluslararası kurumlar, kalkıyor "şu başbakanlığı küçültün" diyor; doğrudur. "Bakan sayınızı azaltın" diyor; doğrudur. Şimdi, açın bakın, Başbakanlıkta 38 tane kuruluş var; yok şu daire, yok bu daire... Aklınıza ne geldiyse, bir genel müdürlük kurup, Başbakanlığa monte etmişiz. Aklımıza ne geldiyse, bir daire kurup Başbakanlığa monte etmişiz. Yani, bunların hepsi, ilgili bakanlıklara taksim edilebilecek olan kuruluşlar. 12 daire de ilgili kuruluşla birlikte 50 tane kuruluş var; yani, Başbakanlık, hükümetten başka bir hükümet haline gelmiş.

Şimdi, ne diyor size uluslararası kurumlar; IMF'nin şartı, bugünkü haberlerde dinlediniz "size 10 milyar dolar veririz; ama, bakan sayınızı şuraya düşürün", "10 milyar dolar veririz; ama, Başbakanlığı icra bakanlığı olmaktan çıkarın, koordinasyon bakanlığı haline getirin" diye bunları size dayatıyorlar. Onun için, biz, baş başa verip, aklımızı kullanıp, Türkiye'de kamu yönetimini bugünün ihtiyaçlarına uygun hale getirirsek, Türkiye yol alır; yapmazsak, bir IMF programı, bir batış, bir daha IMF programı, bir batış; neticede, hüsrana uğrarız.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet kurulurken, Sayın Ecevit demişti ki: "1 yılda demokrasiyi, 2 yılda da ekonomiyi düzelteceğim." Kendi sözleridir bu. Şimdi, kaç yıl geçti; 2,5 yıl geçti. Ekonomi düzeldi mi? Biraz önce rakamları verdim; daha da fena battı; başlangıçtan çok daha kötü noktaya geldi; bütün sektörler çöktü. Peki, demokraside yol aldık mı; nerede... Demokraside de hiçbir yol alamadık maalesef. Demokrasi bakımından, baktığınız zaman, bütün uluslararası toplumda, sicili en bozuk ülke Türkiye'dir.

Efendim, Anayasanın 34 maddesini değiştirdik... Ne olacak değiştirdiyseniz? Kafa değişti mi?! Bakış tarzı değişti mi?! (SP sıralarından alkışlar) Bugün, insan hakları var mı Türkiye'de; özgürlükler var mı?! Anayasanın ilgili maddesinde "hiç kimse eğitim ve öğretim hakkından mahrum kılınamaz" deniliyor. YÖK Kanununun 17 nci maddesinde "yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak şartıyla, yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir" deniliyor; ama, sizin ceberut hükümet anlayışınızla ve bazı güç odaklarının ipoteği altına girmiş olan iradenizle, siz, bugün, üniversite kapılarında, binlerce evladımızı eğitim hakkından mahrum bırakıyorsunuz ve bu çocuklarımız yurtdışına gidiyor; Fransa'ya gidiyor, Almanya'ya gidiyor, Avusturya'ya gidiyor, Romanya'ya gidiyor, Bulgaristan'a gidiyor; okuma hakkı elde etmek için dolaşıyor. Sizin bu halinizin insan haklarıyla bir uyumu var mı; ben, size soruyorum. Bugün, kamu kurumlarında, Başbakanlığa kurduğunuz İrtica Takip Kuruluyla ilgili fevkalade tedhiş uyandırıyorsunuz. Bazı bakanlıklarda müfettiş gidiyor "evinde senin hanımın hangi kıyafetledir" diye soruyor. Hangi kıyafette olduğu sana ne?!. Sen hanımların müfettişi misin?!. (SP sıralarından alkışlar) Ama, bunun sebebi sizin hükümetinizdir. Bunun belgeleri var elimizde; bunun belgeleri var... "Efendim, falan hâkim, falan savcı evinde teypten ilahî dinlermiş."  Dinlerse dinler, sana ne arkadaş!.. Nasıl anlayıştır bu?!. Nasıl despot bir anlayıştır?!. Sizde demokrasi anlayışı var mı?!.

Başbakanlık bunları takip edeceğine; bankaların soyulmasını takip etsin, hortumlanmasını takip etsin, (SP sıralarından alkışlar) memleket kaynaklarının yağma edilmesini takip etsin; ama, nerede o kafa, nerede o  anlayış, nerede o dirayet?!.

Millî Eğitim Bakanlığının YÖK'e atfen, YÖK'ten almış olduğu yazısı var. Neymiş efendim; programlarında ilahiyat fakültesi bulunan hiçbir üniversitenin diplomaları geçerli değildir. Malezya'da İslam Konferansının kurduğu bir üniversite var. Türkiye Büyükelçisi de oranın yönetimindedir; bayrağımız asılıdır orada; ama, oranın uluslararası ilişkiler bölümünden veya elektronik mühendisliği bölümünden mezun bir çocuk gelir buraya, onun denkliğini YÖK kabul etmez.

Değerli arkadaşlarım, ben size soruyorum; böyle bir despot anlayış olur mu?!. Hani, bir yılda demokrasiyi getirecektiniz?!. Bakın, dört yılda bizim iki defa partimiz kapandı; biz, yine ayaktayız, biz gene çalışıyoruz. (SP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Göreceksiniz, biz, bu Meclisin  yine en güçlü partisi olarak geleceğiz, sizin bu yaptıklarınızın hesabını da soracağız, bu yanlışlarınızı da düzelteceğiz; ama, sizin bu tavrınız, siyasete olan güveni sarsıyor, siyasetçiye olan güveni bitiriyor.

Eğer, biz toparlanmazsak -bizim için söylemiyorum, bütün Heyetiniz için söylüyorum- siyaset kurumu toparlanmazsa, o zaman, vatandaş bizden umudu keser, başka rejimler aramaya yönelir. Bunun için, siyaset kurumunun, Türkiye'de demokrasi ile hukuku yerleştirecek olan bir kararlılıkla meselelere sahip olması lazım.

Millet iradesinin tecelli ettiği yer, bu Meclistir. Bu Meclisten güvenoyu alan hükümetler Türkiye'de her şeye hâkimdir, her şeye vaziyet eder. Birtakım kurumların, hükümet üzerinde, Meclis üzerinde davranan birtakım iradeler varsa, bunlara sınır getirmek, yine bu Meclisin yetkisi dahilindedir; yani, hiç kimse söyleyemez ki, efendim gücümüz yetmiyor; gücün yetmiyorsa hükümet olma. Geçmişte, bir kamu kurumu yöneticisi "efendim, altımı tutamıyorum" demişti; bir değerli gazeteci de "altını tutamıyorsan o makamda oturma" demişti, bu işin esası budur. Ya hükümet edersiniz ya olmazsınız değerli arkadaşlar. Şimdi, önümüzdeki mesele budur. Onun için, Türkiye'nin önünü açacak olan bir tavırla ortaya çıkmak lazım.

Önümüzdeki dönemde, eğer Türkiye toparlanmazsa, eğer Türkiye'nin önünü açacak olan bir yapılanmaya girilmezse, Türkiye'nin hayat hakkı yoktur. Bu ülkede, zayıf bir memleket, zayıf bir millet ayakta duramaz, bin yıl da burada yaşamış olsak, yarın tozumuzu atarlar. Bakın, Pontus devletini kurmak için misyonerleri öncü olarak kullanıp, doğu Karadeniz'de yuvalanmaya çalışıyorlar. Oralardan, gençleri alıp, götürüp burs veriyorlar. Türkiye'nin altını, yanını, sağını, solunu oymak için her türlü entrika dolaşıyor. Siz, batılı diplomatların tebessümüne, iyi niyetlerine, güler yüzlerine bakmayın- ona ben de inanırım, ama- onların arkasında olan birtakım kurumlar, birtakım üsluplar, birtakım davranışlar, birtakım niyetler tarih boyunca değişmemiştir, yarın da değişmeyecektir. Biz, Batılı ülkelerle dövüşelim demiyoruz, dost olalım, müttefik olalım; ama, kendi ülkemize sahip olalım, güçlü ekonomimiz olsun, saygınlığımız olsun. Böyle, batan ve dilenen bir ülkenin saygınlığı olmaz değerli arkadaşlar. Onun için, gelin, Türkiye'de- hükümete söylüyorum- bakın, neler yapmamız lazım, onları da söyleyeceğim. Şimdi, tabiî, IMF'den gelecek olan 10 milyar dolarla hiçbir yere gitmek mümkün değil. Türkiye'nin borçlarına baktığınız zaman, Türkiye'nin bugünkü sıkıntılarına baktığınız zaman, bunun, sadra şifa olması mümkün değil. Önce şunu söylemeniz lazım: Bakın, Sayın Derviş, bizzat, sizin hükümetinizin bir üyesi, dışarıda itiraf etti "Türkiye'de dağınıklık var, Türkiye'de koordinasyon yok" dedi, biz size bunu iki senedir söylüyoruz. Ekonomiyi üçe dağıtmışsınız, üç bakanlığa, tabiî, Sayın Başbakan da, sağ olsunlar, bu işlerin fevkalade üzerinde ve dışında, ekonomide bir sıkıntı oldu mu, gelecek başbakan yardımcısına anlatacak, o, Sayın Başbakana tercüme edecek, o da, gelin bakalım ortaklar, bu iş varmış deyinceye kadar, atı alan Üsküdar'ı geçiyor. Biz bunu söylüyoruz.

Şimdi, bakın, yine, bugünkü haberlerde var. IMF'nin stand-by anlaşmasının şartlarından biri "ekonomiyle ilgili kurumları tek bakanlıkta toplayacaksınız" diye; biz, size bunu baştan beri söylüyoruz. DPT'yi de, Eximbank'ı da, Hazineyi de, Dış Ticareti de tek bakanlığa vereceksiniz, tek sorumluya vereceksiniz; çünkü, sizin Başbakanınız bu işlerden uzak, bu işleri koordine edemiyor, bu işlere sahip değil; hiç olmazsa tek sorumlu bir bakanı getirin, hanginiz uygunsa bu taksimatı yapın, gelin, ortaya çıkın. Şunu söylüyorum, bugünkü şartlarda, bu borçları, Türkiye'nin taşıması mümkün değil, bu borçları yeniden yapılandırmanız lazım. Tabiî, borçları yapılandırırken de, Hazinede, Türk Lirasından dövize geçen bir temayül görüyorum; bu, fevkalade tehlikelidir, yarın dövizin ne olacağı belli olmaz, Türkiye'nin altından kalkamayacağı içborç yükü altına girersiniz.

Dışborç yükünü artıracak olan taleplerin geriye çevrilmesi lazım. Türkiye, bu batağın içine, birtakım kamu kurumlarında, belediyelerde -hepsi bunun içindedir- hesapsız, kitapsız borçlanmasından, Hazine garantileri altında borçlanmasından düşmüştür. Rakamlara bakarsanız, ödemeler dengesi açığı, son on yılda mühim bir rakam değil. Nereden bu borç yükü birikti dediğiniz zaman, işte birtakım lüzumsuz yatırımlar için alınan borçlardır bunlar.

Tabiî, iş hayatında, tasarrufları üretime, yatırıma yönlendirmek için, Hazinenin, bu borç piyasasından çekilmesi lazım, giderek buradan çekilmesi lazım; enflasyon muhasebesini getirmeniz lazım; hükümete, Odalar Birliğinin yaptığı baskı neticesinde bunun kabul edilmiş olmasından memnun oldum. On yıldır ben bu kürsüde konuşurum ve her sene de bunu söylemişimdir; ama, bir adımı daha atın, lütfen, küçük esnafın sırtından Hayat Standardı Vergisini kaldırın.

Biz değerli milletvekili arkadaşlarımızla on yıl bu mücadeleyi yaptık, kaldırdınız, tebrik ettik, şimdi tekrar getirdiniz. Adamın hiçbir geliri yok, bu vergiyi ödemeye mahkûm; adam sadakaya muhtaç, geçinecek hali yok, elektrik parasını ödeyemiyor, bu vergiyi ödemeye mahkûm, bunu da kaldırın lütfen, bu doğru bir hareket değildir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bütün bu çöküntüden, bu kaostan çıkmanın yolu üretimi artırmaktır, sanayileşmektir; bunun başka çıkış yolu yok. Kendi ihtiyaçlarını üretemeyen, dışarıdan alan, dışticareti devamlı açık veren bir ülkenin ayakta durması mümkün değil; Düyuni Umumiyeden böyle geldik, IMF'nin kucağına da böyle oturduk. Onun için, hükümetin, tabiî, ekonomiden sorumlu bir bakanın koordinasyonunda, Hazinenin de, Dış Ticaretin de, Eximbankın da fevkalade dinamik bir şekilde yönetilmesi gerekir; başka çıkış yolu yoktur muhterem arkadaşlar. Bunu yapamadığınız takdirde, Türkiye, yarın, yine 70 sente muhtaç hale gelir. Onun için, bu tablonun değiştirilmesi, hükümetin azim ve kararlılığına bağlıdır, bu işleri iyi yönetmesine bağlıdır; ama, maalesef, bizde, tabiî, kamu yönetimine gelen hükümetler, idareye gelen hükümetler "bu müdür bıyıksız at bunu", "bu müdür bıyıklı at bunu..." Tabiî, devlet kurumlarında böyle partizan kadrolaşmalar, ideolojik kadrolaşmalar Türkiye'de tecrübe birikimini oluşturmuyor, devletin hafızası kayboluyor, tecrübeler kayboluyor; neticede, bu çöküntü üzerimize geliyor.

Tabiî, bunlarla beraber, Türkiye'nin, gerek Avrupa Birliğiyle olan anlaşmasında, gümrük birliğinde, gerekse GATT Anlaşmalarında lehine olan hükümleri iyi kullanması, aleyhine gelişme şartlarında da o anlaşmaların çıkış noktalarını kullanarak kendini koruyacak tedbirleri iyi alması gerekir; aksi takdirde, bir çıkış yolu yoktur.

Tekrar ifade ediyorum, bir millî sanayileşme hamlesini başlatmak lazım. Efendim, liberal ekonomiye geçtik, serbest piyasaya geçtik; isteyen alır, isteyen satar, isteyen yapar, isteyen yıkar... Hayır; bunu diyemezsiniz değerli arkadaşlar. Bunu derseniz, o zaman, Türkiye, gümrükleri sıfırlanmış çok iyi bir pazardır; isteyen istediği gibi malını getirir satar; sermaye gücü var, finansman gücü var. Bakın, bugün, tütün piyasasının yüzde 60'ı yabancı sermayenin eline geçti. Ne diyeceksiniz buna?! 1970'lerde, ihracatçı 60-70 firma varken, bugün 13'e düşmüş sayısı. Niye; bu uluslararası büyük sermayenin gücüne dayanamıyor, finans gücüne dayanamıyor. Yani, bu şartlarda, bu sahada oynayabileceğimiz şekilde kondisyonumuzu buna göre geliştirecek, müteşebbisimizi, üretimimizi, ihracat kabiliyetimizi buna göre geliştirecek fevkalade dinamik bir program uygulamaya mecburuz; başka türlü bir çıkış yolu yoktur.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu bir aşk meselesidir, bu bir meşk meselesidir; yani, aşkı olmayanın meşki de olmaz. Bakın, 1970'li yıllarda, o zaman, MC Hükümeti diye zaman zaman ifade edilen hükümetler zamanında, 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, o zaman Türkiye'de bir sanayileşme hamlesi başlatılmıştı. O zaman, hükümet ortakları ciddî bir programı başlatmışlardı; maalesef, 1974'ten 1978'e kadar devam eden, o dönemde başlatılmış olan bu sanayi hamlesi, yine, Sayın Ecevit'in, o zaman, hükümet ortaklarını, milletvekillerini, bir Güneş Moteli Operasyonuyla, transferiyle o hamle son buldu. Eğer, o hamle gerçekleşmiş olsaydı, o sanayi hamlesi gerçekleşmiş olsaydı, bugün, Türkiye, İtalya seviyesinde millî gelire sahip olurdu. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planına bakarsanız, 1995'te İtalya seviyesine ulaşma stratejik hedefi vardı; ama, maalesef, o sanayi hamlesi engellendi. Türkiye'nin ondan sonra başına gelen hadiseler ve bu hadiseler neticesinde çöken ekonomiyle -Türkiye, bugün, işte gördüğünüz gibi- İtalya'da fert başına millî gelir 20 000 dolar seviyesinde, Türkiye'de 2 000 dolar seviyesindedir; yani, aramızdaki fark 10 misli açılmıştır. Şimdi, şu veya bu hükümeti tefrik etmeden söylüyorum; 1950'li yıllara bakın, 1970'li yıllara bakın, o zaman, Türkiye'nin fert başına millî geliri -rakamlara sizi boğmak istemiyorum- 150 ile 200 dolar arasında, 170 dolar mertebesinde, İspanya bizim civarımızda, Yunanistan bizim civarımızda, Kore bizden çok daha aşağı, Japonya bizim seviyemizde; ama, bugün, bu ülkelerin hepsi, 3 misli, 4 misli, 10 misli, 12 misli bizi geçmiş vaziyettedir.

Efendim, Türkiye'nin nüfusu büyük, her şeyi halleder... Efendim, Türkiye genç nüfusu çok olan ülke... Ne olacak; genç nüfusun çok olur; ama, amele olursun, başka yerde işçi olursun, neticede bir yere gidemezsin; yani, sanayileşemiyorsan, ihracat yapamıyorsan, Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil. Bugün, Kore, 150 ile 200 milyar dolar mertebesinde ihracat yapan bir ülkedir. Bugün, Malezya bizi geçmiş vaziyettedir -diğer ülkeleri söylemiyorum- yani, iyi yönetilen milletler, kaynaklarını iyi yöneten ülkeler kalkınıyor ve gelişiyor. Geçmişte sömürge olan ülkelerin dahi, bugün, çok daha iyi şartlarda olduğunu görüyoruz. Türkiye, bugün bulunduğu noktaya mahkûm olan bir ülke değildir. Bu yoldan çıkış yolları vardır, bu durumdan çıkış yolları vardır; ama, yeter ki, hükümetlerin, yeter ki siyasî kadroların ve onların emrinde çalışacak olan bürokrasinin, bu hedefe kilitlenip, Türkiye'nin bu meselelerini çözecek olan bir iradeyi ortaya koyması gerekir ve aksi takdirde, biz, yakın bir zamanda, tarım ürünlerini daha çok ithal eder hale geleceğiz. Bakın, Türkiye, tarım ürünlerinde, ihracatı  ithalatından çok olan bir ülkeydi, 7 misli, 8 misli ihracatımız vardı; ama, bugün, ithalatımız ihracatımızdan fazladır.

BAŞKAN - Son 3 dakikanız efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Muhterem Başkan.

Şimdi, tabiî tarımla ilgili şunu söylemek istiyorum: Tarımla ilgili çok ithamlar var; doğrudur, yanlıştır, bir şey demiyorum. Bunları başka zeminde tartışırız; ama, önümüze baktığımız zaman, tarımla ilgili yapılması gereken şudur: Türkiye nüfusunun takriben yarısına yakını -yüzde 40 civarında- tarımla yaşamaktadır. Siz, bu nüfusu bir yere atamazsınız, bu nüfus geçinecektir, bu nüfus yaşayacaktır. İsterseniz, bu nüfusa, Dünya Bankasından borç alın, seyyanen para dağıtın, isterseniz, bu nüfusu çalışır, üretir hale getirin. Onun için de, tarımda, ciddî bir projeyi ortaya koymak lazım.

Hükümetinizin böyle bir projesini görmüyorum. Efendim, kanona bitkisini destekleyeceğiz... İyi de nereye gideceksin sen arkadaş, onu bana söylesene. Tarımda hedefin nedir senin?

Tarımda hedefinizin şu olması lazım: Onu da ifade edeyim değerli arkadaşlar. Tarımda, bizim, uluslararası piyasalarda rekabet edecek olan işletme büyüklüklerini destekleyen, teşvik eden bir teşvik politikası, destek politikası geliştirmemiz lazım. Hayvancılıkta da, bitkisel üretimde de, meyvecilikte de, uluslararası pazarlarda rekabet edecek kalite ve maliyette mal çıkarmaya mecburuz.

Gidin bakın, Niğde'de, İtalyanlar gelmişler, fevkalade modern bir elma çiftliği kurmuşlar, 5 000 dönüm, 6 000 dönüm. Şimdi, onu, daha geniş bir sahaya yaymak için, oradaki idareciler gayret ediyor, Allah kolaylık versin.

Şimdi, ikinci bir husus tarımda; ne ithal ediyorsak, onu yerli üretecek olan destekleri vereceksiniz. Bar bar bağırdık, ayçiçeğine destek verin... Vermediniz, şimdi, ayçiçeği yağının fiyatı yüzde 500 arttı, dışarıdan ithal ediyoruz. Bu, çıkış yolu değil.

Üçüncü bir husus da, tarımda ifade ediyorum; ihraç kabiliyeti olan üretimi destekleyeceğiz.

Dördüncü bir şeyi de söylüyorum tarımda; tarım plan ve programı çerçevesinde, tarım ürünlerini işleyip iç ve dış pazarlara götürecek olan kalite ve maliyette üretim yapacak olan tarım endüstrisini desteklemektir.

Beşinci bir kategoride de; tarımda olup da, küçük işletme, geçim sıkıntısı içinde olanlara da, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan inek verirsiniz, koyun verirsiniz, başka üretim imkânları verirsiniz; ama, tarımda rekabet edebilecek şartlarda bir desteği getirmeye mecburuz. Bu desteği biz IMF'nin isteğiyle tespit edemeyiz; bu desteği biz, Türkiye'nin tarım politikasının gereklerine göre tespit etmeye mecburuz. Bugün, Avrupa Topluluğunun tarımına baktığınız zaman, 100 milyar dolar mertebesinde üretici desteği ve tüketici desteği vermektedir. Bu rakamlar yıldan yıla değişse de, takriben 100 ile 120-130 milyar dolar mertebesindedir. Yani, "efendim, GATT Anlaşması böyledir, falan anlaşma böyledir; veremiyorum..." Veremezsen çiftçin ölecek, dışarıdan buğday getirip karnını doyuracaksın doyurabilirsen. Bu şartlara Türkiye'yi mahkûm etmiş olursunuz.

Muhterem arkadaşlar, tabiî daha fazla yüklenmeye vicdanım da elvermiyor! Zaten hükümet çökmüş, Türkiye'yi de çökertmiş, püf desen gidecek bir hükümet... (SP sıralarından alkışlar) ama birileri bu hükümeti tutuyor; niye tutuyor derseniz, birileri, yapmak istediklerini yaptırabilecekleri başka hükümet bulamayacakları için, bu hükümete her türlü desteği veriyorlar.

Ben, bu şartlarda da olsa, hükümetin başarılı olmasını diliyorum. Türkiye hepimizindir, başka Türkiyemiz yok.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum, bayramınızı tekrar tebrik ediyorum, milletimizin bayramını da tebrik ediyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Sayın Rıdvan Budak, sataşma nedeniyle söz istemişsiniz, "sosyalistler" lafına itiraz ediyorsunuz; ama, Sayın Çiller'in sataşması geçen oturumda olduğu için böyle bir imkân tanıyamayacağım.

Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, biraz sonra 4 tane açık oylama var, kardan dolayı dışarıda kalan milletvekillerimizin gelmesini rica ediyorum.

Sayın Başbakan söz istemişlerdir; buyurun efendim. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunarım.

Yaklaşan Ramazan Bayramı dolayısıyla, bütün yurttaşlarımıza ve  bütün İslam Âlemine esenlikler, mutluluklar dilerim.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; ben, bugün, hükümet adına yapacağım konuşmada, sayın muhalefet sözcüleri tarafından yapılmış konuşmalara yanıt verecek değilim; onun yerine, bu hükümet döneminde neler yapıldı,  neler yapılmadı; neler neden yapıldı, neler neden yapılmadı; bunlar üzerinde, ayrıntılara yaklaşan -fazla geniş olmasa bile- bazı hatırlatmalarda bulunacağım. Aslında, anlatacaklarımın hepsine sizler tanıksınız. Yıllarca, bu Meclisin çatısı altında birlikte bulunduk; onun için, ben, sizlerin de bildiğiniz gerçekleri hatırlatmakla yetineceğim. Muhalefetin  bu konuşmalarına gerçek yanıt, bu hükümetin başarıları ve yapmış olduklarıdır. (DSP sıralarından alkışlar, SP sıralarından alkışlar [!])

 Burada, bu hükümete, tabiî, ağır isnatlarda bulunuldu. Bu hükümetin rantiyeci olduğu söylendi. Bu hükümetin bankaları hortumlattığı söylendi. Bu hükümetin enflasyonu kamçıladığı söylendi. Peki, bu enflasyonu yüzde 70'lere, 80'lere, 90'lara yükseltmiş olan bu hükümet miydi?! (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sayın Yılmaz, arkada...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Dinle!.. Dinle!..

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Aksine, bu hükümet, o yüzde 90'lara yükselmiş olan enflasyonu hızla aşağıya çekebilmek için gereken çabaları gösterdi. Bu hükümet, kimseye hiçbir bankayı soydurtmadı. (DSP  ve MHP sıralarından alkışlar) Bankalar, daha önce soyuluyordu; bu soyguna karşı gerekli önlemleri yerine getirmek için, hazırlamak için, sağlamak için, bu hükümet gayret gösterdi. Bu hükümet, rantiyeliği başlatmadı. Bu hükümetten önce rantiyelik kuruldu; o, bir hastalık haline geldi. Biz, rantiyeliğin kaynaklarını kurutmak için çalışıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, 57 nci hükümet, önemli bir hükümet, ilginç bir hükümet, üç partili bir koalisyon hükümeti; yaklaşık ikibuçuk yıldır kendi içerisinde tam bir uyumla çalışıyor ve Büyük Millet Meclisiyle toplumla da uzlaşı içerisinde çalışmak üzere gereken gayreti gösteriyor.

Bu hükümet, uyumlu bir hükümet, uzlaşıcı bir hükümet, saydamlığı ön safta tutan bir hükümet. Bu hükümet, yıllardır hasır altı edilen, gözardı edilen sorunları gün yüzüne çıkardı.

Bu hükümet, kolaycı bir hükümet olmadı, zor sorunları ele aldı, eşi görülmedik ölçüde hızlı ve verimli çalıştı, bu hükümet laf üretmedi, çözüm üretti. (DSP sıralarından alkışlar)

57 nci hükümet döneminde, yolsuzlukların üzerine kararlılıkla yüründü, mafyalar çözüldü, çeteler çökertildi; aksini söylemek isteyenler, kim olursa olsunlar insafsızlık etmiş olurlar. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu hükümet kurulmadan önce, bazı büyük kentlerin sokaklarında, geceleri, mumlarla soyguncular aranıyordu. Artık mumlar yok; çünkü, gerçek anlamda aydınlığı, bu hükümet Türkiye'ye getirdi. (DSP sıralarından alkışlar)

Faili meçhul cinayetler sorunu, bu hükümet döneminde aydınlatıldı. Gizlilik içerisinde çalışan terör örgütü Hizbullah'ın kaynaklarına, bu hükümet döneminde inildi. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu hükümet döneminde, laiklik karşıtı akımların soluğu kesildi ve bu hükümet, İslam ülkelerine örnek oldu.

Bölücü terörün içeride ve dışarıda kökü kurutuldu, elebaşısı adalete teslim edildi. (DSP sıralarından alkışlar)

Denilebilir ki, bunları polis yaptı, jandarma yaptı; doğrudur, polisimizle de, jandarmamızla da, askerimizle de kıvanç duyuyoruz; ama, onların arkasında, bu yolda tedbirler almak için gerekli cesareti veren, teşviki veren hükümet olmasaydı, bu başarıyı kolay kolay göstermezlerdi. (DSP sıralarından alkışlar) Yoksa, polisimiz aynı, jandarmamız aynı, askerimiz aynı; ama, çok daha rahat bir ortamda, gerçek anlamda görevlerini yapabilme olanağına kavuşmuş oldular.

57 nci hükümet döneminde, demokrasimiz güçlendirildi, insan hakları geliştirildi, Türkiye'nin dünyada saygınlığı arttı. Genellikle, bir devlet zengin olursa dışarıda da saygın olur. Biz, şu sırada zengin değiliz maalesef, ekonomimizin birtakım sıkıntıları var; ama, yine de, dünyada saygınlığımız giderek artıyor.

Değerli arkadaşlarım, bundan birkaç yıl önceye gelinceye kadar, daha doğrusu 1999 sonlarına gelinceye kadar, Avrupa Birliğiyle aramızda sıcak ilişkiler yoktu; hatta, zaman zaman onur kırıcı davranışlarla karşılaşıyorduk. Belki bazılarınız anımsarsınız, ben o zaman, vatandaşlarımıza şunu söylüyordum: "Üzülmeyin, çok geçmeden, Avrupa Birliğinin ileri gelenleri buraya gelecekler, kapımızı çalacaklar ve bizi davet edecekler." Nitekim, bu oldu; 1999 Aralık ayında, Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği toplantısına bizi çağırdılar. Biz, bazı koşullarımız olduğunu söyledik, o koşullar giderilmeden gelemeyeceğimizi söyledik. Onun üzerine, aynı gece, bir özel uçakla, geceyarısı Ankara'ya geldiler Avrupa Birliğinin önde gelenleri, kapımızı çaldılar ve bizi buyur ettiler. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet döneminde, yurt içinde ve yurt dışında finans âlemine güven verildi. Onun için de, Uluslararası Para Fonunun kapısı açıldı. Değerli arkadaşlarım, bugün, Avrupa Para Fonunun elindeki kaynakların yüzde 30'u Türkiye'ye taahhüt edilmiştir. Eğer, Türkiye, güven verici bir ülke olmasaydı, bugünkü sıkıntılarına, geçmişten gelen sıkıntılarına karşın ekonomisine sahip çıkmasaydı, herhalde Uluslararası Para Fonu Türkiye'ye bu cömertliği göstermezdi.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, bölgemizdeki etkinliğimiz, bölgemizdeki etkimiz giderek artıyor. Bakû - Tiflis - Ceyhan Boru Hattının kararlaştırılmasıyla, Türkiye'nin, hem Akdenizde ve Kafkasya'da hem de Doğu Akdenizde önemi, ağırlığı büyük ölçüde artıyor.

 Bugün, İran doğalgazı Ankara'da devreye girdi. Enerji gereksinmelerimizi tek kaynağa değil, sınırlı kaynaklara değil, çok sayıda kaynağa dayandırmak için elimizden gelen çabayı gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden beklentimiz sağlandı.

Yaklaşık ikibuçuk yılda, değerli milletvekillerimizin, muhalefetin de katkılarıyla, 330 kadar yasa çıkarıldı. Hükümetimizce hazırlanan bu yasaların birçoğu, yapısal reform niteliğindedir. Bu yasaların toplum ve ülke yaşamına yararları, zaman içinde daha da çok ortaya çıkacaktır.

Türkiye'de ekonominin başta gelen sorunlarından biri, o arada, rantiyeliğin başta gelen sorunlarından biri, soygunculuğun başlıca nedenlerinden biri, bankacılık düzenimizdeki aksaklıklardı; ama, bu hükümet kurulmadan önce, hiçbir hükümet, bankalar sorununa değinme gereğini bile duymadı. (DSP sıralarından alkışlar) İlk defa 57 nci hükümet döneminde, bankalar sorunu, ciddî bir devlet sorunu olarak, ciddî bir ekonomik ve sosyal sorun olarak, bu hükümet döneminde ele alındı.

Gümrükler, çok önemli, çok ağır bir sorundu. Sık sık, gümrüklerle ilgili iddialar duyulurdu. Gümrükler sorunu da bu hükümet döneminde ele alındı ve artık, şimdi, hemen kimsenin şikâyet etmediği, düzgün bir çalışma sürecine girdi.

Bu arada, sosyal güvenlik reformu yapıldı. Bireysel emeklilik gerçekleştirildi. İşsizlik sigortası getirildi.

Sermaye Piyasası Yasasında önemli değişiklikler yapıldı.

Türk Akreditasyon Kurumu Yasası çıkarılarak uluslararası standartlara uyum sağlandı ve uluslararası tahkimle ilgili anayasa ve yasa değişiklikleriyle, ekonomide dışarıya açılmamız kolaylaştı.

Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulması kararlaştırıldı. Önümüzdeki ay, Ekonomik ve Sosyal Konseyin, yasaya dayanan ilk resmî toplantısını yapacağımızı umuyorum.

Kamulaştırma Yasası çıkarıldı.

Mülkiyet hakkını geliştiren düzenlemeler yapıldı.

Telekom Yasası çıkarıldı.

Hazine taşınmazlarının satışı kolaylaştırıldı.

Organize sanayi bölgelerini geliştiren yasa çıkarıldı.

Teknoloji Geliştirme Bölgesi Yasa Tasarısı komisyondan çıkarıldı, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısı da komisyonda; bu, son derecede önemli bir yasa. Öyle umarım ki, bütçe görüşmelerinden hemen sonra, ilk fırsatta, Büyük Millet Meclisi, bu yasa tasarısını, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısını gündemine alacaktır, almalıdır. Bu yasayla, yerli ve yabancı yatırımlar özendirilecektir.

Değerli arkadaşlarım, hep söylediğim gibi, Türkiye'ye yeterince dış sermaye gelmemesinin, yeterince yabancı sermaye gelmemesinin başta gelen nedeni, yatırımcılara çıkarılan bürokratik engellerdir. Bundan, görüştüğüm pek çok yabancı sermayedar şikâyet etmiştir; demişlerdir ki: "Biz, Türkiye'de yatırım yaptık; daha da çok yatırım yapmak istiyoruz; ama, bürokratik engeller gözümüzü korkutuyor; eğer, bu engelleri kaldırırsanız, Türkiye'ye çok büyük ölçüde dışarıdan sermaye gelecektir; çünkü, Türkiye'nin jeopolitik konumu ve oradan kaynaklanan ekonomik önemi pek çok yabancı sermayeyi çekecek durumdadır." Onun üzerine, biz, bu konuda bir çalışma yaptık ve bu çalışmayı, Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısı metni içine de yerleştirdik. Buna göre, artık, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen yerli veya yabancı girişimciler kapı kapı dolaşmayacaklar; kırk kapıyı çalmayacaklar, tek bir kapıyı çalacaklar ve aylar sonra değil; bir yıl, iki yıl, üç yıl sonra değil, başvurularından itibaren en geç üç ay sonra kesin yanıtı verecekler. Bu şekilde, ben, inanıyorum ki, Türkiye'ye, bu düzenleme gerçekleştikten sonra büyük ölçüde dış sermaye akımı olacaktır.

Bu arada, değerli arkadaşlarım, kapanan veya üretimini kısmak zorunda kalan fabrikaları canlandırmak üzere bir girişimde bulunmak istedik. Sayın Cevat Ayhan bunu eleştirdi. Ne yapmışız biz; yabancı sermayeye de çağrıda bulunmuşuz; Türkiye'de kapalı fabrikalar var; eğer, ilgilenirseniz, gelin, bunları işletin eğer sahipleri de istiyorsa, kabul ediyorsa. Şimdi, bunu yapmasak, ne olacak; o fabrikaların makineleri çürüyecek. Biz, bu düzenlemeler...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Niye atıl kaldı Sayın Başbakan?!

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen Sayın Hatipoğlu...

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) -  Endüstri bölgeleri yasa tasarısı yürürlüğe girince, kanun olarak yürürlüğe girince, bu konuda, yurtiçinde ve yurtdışında, medya yoluyla bir kampanya açacağız ve bu şekilde Türkiye'de çürümeye terk olan fabrikalara sahip bulmaya çalışacağız; bunun ayıp bir tarafı olduğu kanısında değilim.

Değerli arkadaşlarım, tarım, Türkiye'nin, hem çok önemli, en önemli hem de en çok ihmal edilmiş sektörüdür. Tarım için mutlaka bazı yeni atılımlar yapmamız gereklidir; bu konuda hızlı çalışmaktadır hükümetimiz. Bundan birkaç gün önce, tarım için bakanlıklararası bir kurul oluşturduk; en kısa sürede bundan sonuçları alacağımıza inanıyoruz.

Bu arada, Tütün Yasası da, bildiğiniz gibi, çıkarıldı.

Bu arada, bildiğiniz gibi, gazetelerden izlediğiniz gibi, köy-kentler kurulmaya başladı; bunun ilk somut örneğini Mesudiye'de verdik. Köy-kent nedir; bildiğiniz gibi -artık herkes de öğrendi- köy-kent, köylerin birleştirilmesi değildir; birbirine yakın köylerdeki insanların, köylülerin gücünün birleştirilmesidir ve o güce devletin katılmasıdır. Türkiye'de, yaklaşık 35 000 köy, yaklaşık 40 000 mezra var. Bunların her birine yeterince öğretmen gönderilemiyor, her birine yeterince doktor, hemşire, ebe gönderilemiyor; ama, eğer, birbirine yakın sekiz dokuz köy işbirliği yapacak olurlarsa devletin katkısıyla, onların bir büyük okulu olacak, bir büyük sağlık merkezi olacak, yol bağlantıları sağlanmış olacak o köyler arasında ve böylelikle, en yüksek  düzeyde bütün hizmetler vatandaşlarımıza varabilecek.

Ben, Mesudiye'ye, ilkönce bir yıl evvel gittim; son olarak, bir yıl sonra yeniden gördüğümde inanılamayacak değişiklikler olmuştu; işsizlik sona ermiş, geriye dönüş, işsizlerin geriye dönüşü başlamıştı; bir orman ürünleri fabrikası kurulmuştu ve kendine piyasa bulmuştu, ürünlerine piyasa bulmuştu. Öyle bir okul kurulmuştu ki, Ankara'da, İstanbul'da bile eşine az rastlanabilir. Her türlü iletişim teknolojisini en ileri ölçüde kullanan küçücük çocukları, orada, gözlerimle gördüm ve kıvanç duydum. Bütün ihtiyaçları sağlanan, cankurtaran olarak kullanılan bir aracı bulunuyor. Her ihtiyacı şimdiden karşılanmaya başlamış. Çocukların zevk içinde oyun oynadıkları stadyumları kurulmuş; futbol alanları, diğer spor etkinlikleri için alanlar kurulmuş. Âdeta, yepyeni bir dünya orada doğmuş.

Bunun üzerine, Dünya Bankası, biz istekte bulunmadan, biz başvurmadan, kendiliğinden bize geldi ve bunun, bir dünya projesi olduğunu, bütün dünyaya tanıtılması gerektiğini söyledi. (DSP sıralarından alkışlar) Ve ilk aşamada, köy-kentler için, bize, 300 000 000 dolar vermeye talip olduklarını; fakat, her köy-kent bittikten sonra da, onun masraflarına büyük ölçüde katılacaklarını ifade ettiler...

İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Karşılıksız mı Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Dediğim gibi, bu, bizden gelen bir istek, davet üzerine değil; fakat, bu projenin umut vericiliği karşısında, Dünya Bankasından gelen bir teklif.

SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Muş'ta da bir örneği var Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu projeyle, köy-kentlerle kentleşme köylünün ayağına gidecektir...

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Kentler de köyleşiyor Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ben, muhalefete cevap vermeyeceğim dedim; ama, kendimi bir noktada tutamıyorum. Sayın Çiller, konuşmasında dedi ki: "Niye sadece soya ile kanolaya prim veriliyor?" Oysa, bu ayın 20'sinde, ben bir demeç verdim; o demecim televizyonlarda, gazetelerde de yayımlandı ve dedim ki, 2001 yılı ürünü için, kütlü pamuk, yağlık ayçiçeği, soya fasulyesi, kanola ve zeytinyağı üreticilerine destekleme primi ödenmesi kararlaştırılmıştır. (DSP sıralarından alkışlar) Bundan haberi yok Sayın Çiller'in, belli ki, arkadaşları da kendisini uyarmamışlar. Ben, böyle bir hatırlatmada bulunma gereğini duydum; kendisinin de bunu anlayışla karşılayacağını umarım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin çok zengin kaynakları var. Bu zengin kaynaklar arasında da madenler geliyor; fakat, madenlerimiz, maalesef, gereği gibi değerlendirilmedi; dışarıdan engellendi, içeriden engellendi. Bu engelleri aşmak için gerekli adımları atıyoruz. Türkiye, hemen her türlü yeraltı servetlerine sahiptir. Bunları gereğince değerlendirdiğimiz zaman, ki, kısa sürede bu başarılabilir, Türkiye'nin ekonomik sorunları, salt bu nedenle de olsa, büyük ölçüde aşılabilecektir.

Değerli arkadaşlarım, eğer hesapta olmayan bir engel çıkmazsa, 2002 yılı, ekonomisinin düzeleceği, halkın geçim darlığından kurtulamaya başlayacağı yıl olacaktır. İhtiyatlı konuşuyorum, eğer bir engel çıkmazsa diye; çünkü, son yıllarda, bu hükümet döneminde başımıza az şey gelmedi. Evvela, Asya kriziyle karşılaştık; bundan ekonomimiz olumsuz yönde etkilendi. Ardından, yanı başımızda Rusya krizi ortaya çıktı; bundan ayrıca etkilendik; çünkü, Rusya'yla ticarî ilişkilerimiz, ekonomik ilişkilerimiz çok gelişmişti. Rusya'daki kriz yüzünden o ilişkiler büyük ölçüde zayıfladı bizim aleyhimizde. Daha sonra, dünya petrol fiyatları büyük ölçüde artınca, o yüzden ekonomimiz darbe yedi. Ardından, büyük deprem felaketleri geldi. Onları izleyen başka doğal afetler geldi. Bu arada, şimdi, Mersin'de de, maalesef, çok üzücü bazı olaylar, seller, su baskınları var. Mersin'in de yardımına değerli ilgili arkadaşlarımız süratle koşacak ve gereken tedbirleri alacaklardır. Ayrıca, bütün bunların üstüne 11 Eylül krizi geldi. Umarım, yeni krizler çıkmayacaktır. Onun için "inşallah" tabirini kullanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu sıkıntılara katlandık; ama, giderek aydınlığa çıkıyoruz. Son haftalarda, dünya ekonomisi 11 Eylülün etkisiyle gerilerken, daralırken, bizde genişleme sürecine girdi ekonomi. O arada, bildiğiniz gibi, son haftalarda borsa yükselmeye başladı, döviz ve faiz inmeye başladı, enflasyon aşağılara çekilmeye başladı. Bu arada, ilginç bir şey oldu; bizim KDV indirimlerini artırmamızın ardından, iş çevreleri, tüccarlar, aşırı kârdan kazanma yerine sürümden kazanma yoluna girdiler. Bu, çok önemli bir süreçtir. Şimdiye kadar bizim ticaret hayatımızda sürümden kazanmaya pek itibar edilmemişti. Şimdi, bu süreç, inşallah, başlamış bulunuyor. Halk ne kadar heyecan içinde; birçoğu yastık altındaki paralarını bozdurarak, dövizlerdeki paralarını bozdurarak ihtiyaçlarını sağlamaya koşuyor. Bu sürecin, tüccarlarımız tarafından, sanayicilerimiz tarafından kesintisiz sürdürüleceğini umuyorum; çünkü, hem onlar sürümden kazanıyor hem de vatandaşlarımız ucuzluktan kazanıyor.

Değerli arkadaşlarım, 57 nci hükümet döneminde demokratikleşme ve insan hakları bakımından da önemli adımlar atıldı. DGM'lerin sivilleştirilmesi için, anayasa ve yasa değişikliği yapıldı.

Çıkar amaçlı suç örgütü mensuplarına ağır cezalar getirildi. Bu suçlara karşı yeni önlemler sağlandı.

İşkencecilere ağır cezalar getirildi.

Pişmanlık Yasası yenilendi.

Terörle mücadelede yaralanan veya sakatlananlara ve şehit ailelerine bazı kolaylıklar sağlayan yasal düzenlemeler gerçekleştirildi.

Basın yayın araçlarıyla işlenen suçlara verilen cezalar ertelendi, çok sayıda gazetecinin cezadan kurtulması sağlandı.

Memurların ve öteki kamu görevlilerinin disiplin cezaları affedildi. Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası çıkarıldı; yıllarca engellenmişti bu, hükümetimiz döneminde çıkarıldı.

Yükseköğrenim affı çıkarıldı.

Memurların yargılanması kolaylaştırıldı ve hızlandırıldı.

Şartlı Salıverme Yasası çıkarıldı.

Başbakanlık bünyesinde İnsan Hakları Başkanlığı kuruldu. İnsan hakları ihlali iddialarını incelemek ve araştırmak üzere heyetler oluşturulması sağlandı.

İnfaz hâkimlikleri kurulmasına ilişkin yasa çıkarıldı, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Yasası çıkarıldı ve cezaevleri sorunu çözüm yoluna sokuldu. Bildiğiniz gibi, yıllardan beri cezaevlerinin büyük çoğunluğu bazı terörist gruplarının fiilî işgalleri halindeydi ve onların karargâhları durumundaydı. Bu sorun temelinden çözüldü. Terör örgütlerinin karargâhından, cezaevlerimiz, bu şekilde uzun yıllar sonunda çıkarılmış, kurtarılmış oldu; bu da, 57 nci hükümetin hiç azımsanamayacak bir başarısıdır.

Bu arada, tabiî, o ölüm oruçlarını destekleyen hunhar insanlar, ölüm oruçlarına gerekçe olarak, cezaevi sistemi koğuşlardan çıkarılınca, arkadaşlarının, bütün insan haklarından yoksun kalacaklarını ileri sürdüler. Oysa terör suçlarından hükümlü olanlara, spor ve eğitim etkinlikleri ile sosyal ve kültürel etkinliklere katılma ve açık görüşmeden yararlanma olanağı da, bütün başka hükümlülere olduğu gibi, sağlanmış, tanınmış bulunuyor.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, son günlerde Medenî Kanun günümüz koşullarına göre yenilendi, yenilenmesine ilişkin bir yasa çıkarıldı. Bu arada, kadın hakları alanında çok büyük yeni adımlar atıldı.

Anayasanın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bazı maddeleri başta olmak üzere, muhalefetin de değerli katkılarıyla 34 maddesi değiştirildi; bu da, Türkiye'de uzlaşı kültürünün ne kadar gelişmekte olduğunu gösteriyor. Bu kültürün gelişmesine de, herhalde, 57 nci hükümetin büyük katkıları olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, yine bu hükümet döneminde atılan başka bazı adımlara örnekler vereyim: Köy hizmetlerinde 47 000 geçici işçi kadroya geçirildi. Oysa, eskiden, köy hizmetlerindeki işçiler yılda ancak birkaç ay çalışırlardı; o birkaç ay dışında hem kendileri işsiz kalırlardı, ücretsiz kalırlardı hem de makineler çürümeye terk edilmiş olurdu. Oysa, şimdi, köy hizmetlerinde 47 000 geçici işçi kadroya alınınca makineler de gece gündüz ve on iki ay çalışma olanağına kavuşturulmuş oldu. Köy yolları yapımı ve sulama hizmetleri ivme kazandı.

Kamu kesimi işçilerinin toplu iş sözleşmeleri barış içinde, olumlu bir şekilde bağıtlandı.

Eğitim reformu, bu dönemde de hızla sürdürüldü. Yatılı ilköğretim bölge okulları bütün Türkiye'de yaygınlaşıyor ve özellikle de Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da çocuklarımızın eğitim gereksinmelerini karşılamak için, o bölgelerde bunların yapımına ağırlık veriliyor.

Bu arada, bence çok önemli bir yasa daha çıkardık. Meslekî ve teknik ortaöğretim kurumlarından mezun olan öğrencilerin, belli koşullarla meslek yüksekokullarına sınavsız geçiş yapabilmelerine olanak sağlayan yasayı çıkardık. Böylece, hem meslek ve teknik eğitimine rağbet artacaktır hem de bu kurumlardan çıkanlar, sınavlara katılmak mecburiyetinde kalmaksızın, yüksekokula devam etme olanağını bulacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, hükümetimiz döneminde, laiklik karşıtı örgütlerin etkisi büyük ölçüde sınırlandı. Bu örgütlerce yönlendirilen yurtlar devlet yönetimine alındı. Kur'an kursları, laiklik karşıtı akımların elinden kurtarıldı. Okullarda türban sorunu büyük ölçüde çözüldü, bir başağrısı olmaktan çıkarıldı. (DSP sıralarından alkışlar; SP sıralarından alkışlar[!])

Sosyal alanda atılımlar yapıldı. Sağlık Bakanlığına ve SSK'ya verilen çok sayıda kadroyla sağlık hizmetleri desteklendi.

Özelleştirme nedeniyle işsiz kalan işçilere, büyük ölçüde istihdam veya gelir olanağı sağlandı, öyle ki, şimdi, özelleştirme nedeniyle işsiz kalan işçi sayısı 1 250'ye inmiş durumda; bu 1 250 işçimizin de sorununu, en kısa zamanda çözmeye çalışacağız. (DSP sıralarından alkışlar)

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan yapılan gıda, giyim, yakacak, sağlık, eğitim yardımları ile özürlülere yönelik yardımlar büyük ölçüde artırıldı.

Yargının daha hızlı ve sağlıklı işlemesine yönelik önlemler alındı. Noterlik ve Avukatlık Yasalarında önemli değişiklikler yapıldı.

Sözleşmeli subay ve astsubay istihdamına olanak sağlayan yasa çıkarıldı.

Polis Yükseköğrenim Yasası çıkarıldı. Bu, bence, çok önemli bir yasa. Polisimizin eğitim düzeyi çok yükselmiş oluyor bu şekilde.

Fikir ve Sanat Eserleri Yasası yeniden düzenlendi. Eser sahiplerini korumaya yönelik etkili önlemler alındı.

Memurların ve kamu işçilerinin alımında, merkezî sınav ve merkezî yerleştirme uygulaması getirildi, böylece, kayırmacılık önlendi, görevde yükselmeler, belli ve sağlıklı kurallara bağlanmış oldu.

Spor alanında olumlu gelişmeler sağlandı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda üstün başarı gösteren sporculara ve kulüplere ödül verilmesine ilişkin yasa çıkarıldı.

Konut Müsteşarlığı kuruldu.

Bu arada, depremzede yurttaşlarımızla ilgili olarak, çok önemli adımlar atıldı. Depremzedelerin barınması için, önce, 44 000 prefabrike konut kısa sürede yaptırıldı, yapıldı. Daha sonra, 40 000 kadar kalıcı konutun yapımı tamamlandı. Konutlarını kendileri yapanlara hazır konut alanları, orta hasarlı konutlarını onaranlara geniş yardım sağlandı.

Yeni okullar ve ekdersliklerle, 5 300 derslik yapıldı. Böylece, deprem bölgesinde, 200 000 öğrencilik yeni kapasite yaratıldı. 16 prefabrike sağlık tesisi, 2 kalıcı hastane yapıldı. 18 hastanenin yapımı tamamlandı ve depremden zarar gören bölgelerde, altyapı yatırımları da hızla sürdürülüyor ve tamamlanıyor.

Depremzedelerin vergi borçları ile SSK ve Bağ-Kur prim borçları ertelendi.

Plan ve Bütçe Komisyonundan şimdi geçen bir tasarıyla da, deprem bölgesindeki yükümlülerin deprem öncesi vergi dönemiyle ilgili vergi borçları, hemen hemen tümüyle silinecektir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Ziraat ve Halk Bankalarınca, kredi borçları ertelendi; 200 trilyon liradan fazla yeni kredi açıldı.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan depremzedelere yapılan sosyal yardımlar, 275 trilyon liraya ulaştı.

Olası depremlere karşı daha etkili bir kamu örgütlenmesi için önlemler alındı. Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kuruldu. Sivil Savunma Teşkilatı çok ihmal edilmişti; fakat, depremler sırasında, hükümetimiz döneminde büyük önem verildi sivil savunma örgütlerine ve şimdi, Türkiye'nin her yerinde, bir ihtiyaç olduğu zaman en önce aranan bir birim haline geldi sivil savunma örgütleri. Ayrıca, sivil toplum örgütlerinin de, felaketzedelerin imdadına yetişmeleri için gerekli olanaklar, kolaylıklar sağlandı.

Bu arada, Zorunlu Deprem Sigortası kuruldu. Yapı denetimi düzenlemesi getirildi. Ulusal Deprem Konseyi kuruldu. İstanbul Deprem Acil Müdahale ve Erken Uyarı Projesi oluşturuldu. Afet Hazırlık Eğitimi Projesi uygulamaya konuldu.

Değerli arkadaşlarım, ekonomik alanda, krizlerden çıkış sürecine, artık girildi kanısındayım. 11 Eylülde Amerika'da meydana gelen terör eylemlerinden sonra, bildiğiniz gibi, bütün dünyada ekonomi sarsılmıştı, o arada Türkiye de sarsılmıştı; fakat, çok şükür, Türkiye, 11 Eylül sürecinden kendini en çabuk kurtaran ülkelerden biri durumuna geldi.

Bu arada, bütün dünyada dışticaret gerilerken, dışsatımımız hızla gelişmeye başladı. Bu arada, bavul ticareti bile gelişmeye başladı.

Türkiye, bir yandan da, yakın bölgesindeki ülkelere büyük ölçüde açılmaya başladı, hem siyasal anlamda hem de ticarî ve ekonomik anlamda bölgesine açılmaya başladı ve bölgesinden aldığı güçle, daha geniş bir çevreye yayılmaya başladı.

Turizm alanında, hükümetimiz döneminde, büyük bir gelişme oldu. Üretim son haftalarda artmaya başladı. Ticaret yine son haftalarda canlanmaya başladı ve dediğim gibi, yüksek fiyattan kazanç yerine sürümden kazancın yeri, yararı ve erdemi anlaşılmaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, iş çevreleriyle de yakın ilişki içerisinde, onların sorunlarına çare arıyoruz. Nitekim, son haftalarda, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin değerli yöneticileriyle, ekonomiyle ilgili bakan arkadaşlarımız bir araya geldiler ve birlikte, bazı çözümler üzerinde uzlaşmaya, anlaşmaya vardılar.

Bu arada, tarımda gelişmeye büyük önem vermek kararındayız. Bu arada, özellikle, alternatif ürünlerin yetiştirilmesine büyük değer veriyoruz.

Bu arada, değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, güven verici ve kararlı tutumumuz, Uluslararası Para Fonuna da Dünya Bankasına da cesaret verdi.

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılı, çiftçinin, memurun, emeklinin yüzünün gülmeye başladığı tarımın, sanayiin, ekonominin tümüyle canlanmaya başladığı yıl olacaktır. Bunun işaretleri şimdiden gelmeye başladı.

Yine, 57 nci hükümet dönemi, dış ilişkilerimizde atılım yılı oldu. Avrupa Birliğinde üye adaylığımız bu dönemde kesinleşti. Asya'dan Latin Amerika'ya, Afrika'ya, Pasifik ülkelerine kadar bütün dünyayla siyasal ve ekonomik ilişkilerimiz gelişti. Laik, demokratik rejimimiz ve Atatürk'ün önderliği bütün İslam âlemine esin kaynağı olmaya başladı ve tüm İslam ülkeleriyle ilişkilerimiz, gerek siyasal gerek ticarî ilişkilerimiz son aylarda artmaya başladı.

Birçok ülke güvenlik güçlerimizin sağladığı eğitim olanaklarından yararlanıyor.

Afganistan'ın yeniden yapılanmasına da Türkiye'nin büyük katkısı olacaktır. Türkiye, daha Kurtuluş Savaşı yıllarında, 1921'de Atatürk'ün direktifiyle -bildiğiniz gibi- Afganistan'a yardım etmeye başlamıştı, uzmanlar göndermeye, kurmay subaylar göndermeye başlamıştı ve öylelikle, bir yandan, Türkiye'de, daha yeni bir devlet kuruluşu çalışmaları başlarken, Türkiye, Afganistan'da da böyle bir sürecin başlamasına katkıda bulunmak için elinden gelen çabayı göstermeye başladı. Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1930'lu yıllarda, her alanda Afganistan'ın kalkınmasına katkılarda bulunuldu. Okulların yapımına, uzman ihtiyacının karşılanmasına, sağlık tesislerinin kurulmasına büyük gayretler gösterildi. O arada, yine, Türkiye'nin teşvikiyle Afganistan'da bir konservatuvar bile kuruldu o yıllarda; fakat, araya İkinci Dünya Savaşı girdi, Sovyetler Birliğinin işgal dönemi girdi, o yüzden ilişkilerimiz tavsadı; fakat, son yıllarda yeniden bu ilişkileri canlandırdık ve daha Taliban rejimi işbaşındayken bile Afganistan Halkının gereksinmelerini karşılamak için en ön planda gayret gösteren ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti oldu. (DSP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Afganistan'a, inşallah barış geliyor, inşallah kalıcı barış geliyor; inşallah diyorum, ihtiyatla konuşuyorum; çünkü, maalesef, Afganistan'daki rakip kuruluşlar -ki bunların bazıları silahlı- birbirleriyle bir türlü anlaşamıyorlar; eğer birbirleriyle anlaşabilselerdi, o son derece zayıf bir örgüt olan Taliban örgütü, Afganistan'ın hâkimi durumuna gelemezdi. Şimdi, çok şükür, Taliban, artık, tam, kesin bir yenilgiye uğradı; fakat, maalesef, şimdiden, o rakip kuruluşlar birbirleriyle tartışmaya, hatta, yer yer kavgaya başladılar. Buna karşı da, biz elimizden gelen çabayı, telkinleri göstermeye gayret edeceğiz. Herhalde, Afganistan'da çağdaş bir devlet oluşmasına en ön safta katkıda bulunacak ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs sorunu, Türkiye için bir sorun değildir; fakat, nedense, bazı devletler bunu kendileri için bir sorun gibi görüyorlar. Tabiî, Yunanistan'ın, Kıbrıs Rumlarının davranışları anlayışla karşılanabilir; ama, onun dışındaki devletler, Kıbrıs'la neden bu kadar ilgililer onu anlamakta zorluk çekiyorum; çünkü, Kıbrıs'ta, aslında, insanlık açısından, dünya açısından bir sorun yoktur, tam tersine, sorun çözülmüştür; çünkü, 1974 Temmuzundan önce Kıbrıs'ta sürekli çatışma vardı. Bir yandan, Rumların, Türklere soykırım niteliğinde, bir yandan da, kendi gerillaları arasında çatışmalar, çekişmeler, kavgalar olurdu; fakat, artık, Kıbrıs Türk Barış Harekâtından beri, Kıbrıs Adası tümüyle, kuzeyiyle, batısıyla kesintisiz barışa kavuşmuş durumdadır.

Yine, Türk Barış Harekâtından önce Kıbrıs Adası yoksul bir ada idi; Türküyle, Rumuyla yoksuldu; ama, 1974'ten beri cömertçe yapılan yabancı yardımlardan yararlanarak Kıbrıs Rumları, kendi ekonomilerini büyük ölçüde geliştirdiler. Kıbrıs Türkleri de, üzerlerindeki ağır ekonomik ambargolara karşın, küçümsenemeyecek ölçüde ekonomilerini geliştirme olanağını buldular. Değerli arkadaşlarım, böylece, aslında, Kıbrıs, barışa, huzura ve refaha, 1974'teki Türk Barış Harekâtıyla kavuşmuştur.

Şimdi, Kıbrıs'ta, uzun yıllardan beri iki ayrı devlet vardır; bir Kıbrıs Rum Devleti, bir de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti. Bu iki devletin varlığı, iki ayrı milletin varlığı gerçeği kabul edilmedikçe, Kıbrıs sorununa, herkesi tatmin edici, kalıcı bir çözüm bulunamaz. Bunun gözönünde tutulacağını umarım.

Tabiî, Sayın Denktaş'ın, Sayın Klerides ile binlerce mil ötede değil, Kıbrıs toprakları üzerinde görüşmeye, konuşmaya başlamış olmaları umut verici, sevindirici bir gelişme. Klerides'in, bu belirttiğim gerçeğin bilincinde olduğundan kuşku duymuyorum; çünkü, deneyimli bir devlet adamı; ama, bunu içine sindiremiyor olabilir; fakat, her halde, bu gerçek gözardı edilerek, dediğim gibi, Kıbrıs'a kalıcı bir sorun bulunamaz.

Kıbrıs, birçok ülke için, aslında sorun değildir; ama, Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili bir davası vardır; çünkü, yalnız Türkiye, Kıbrıs Türkleri için bir güvence olmakla kalmıyor, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs da, Türkiye için bir güvencedir; bunun da gözardı edilmemesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bölgemizde bizi kaygılandıran bir sorun da, İsrail-Filistin sorunudur. Maalesef, bu iki ulus, bu iki toplum bir araya gelip yaşama olanağını şimdiye kadar bulamadılar. Bunun türlü dış etkenleri, türlü iç nedenleri var. Bu arada şunu bilerek söyleyebilecek durumdayım: Gerek Filistinlilerin gerek İsraillilerin en başta güvendikleri millet Türk Milleti. Onun için, bizim, Filistin ve İsrail'deki soruna, çözüm arayışlarına ön safta katkıda bulunmamız gerekiyor, bu konuda da elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği'yle, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda iki yıldan uzun süren tartışmalarımız olumlu bir sonuca ulaştı. Bizim gibi NATO üyesi olan; ama, Avrupa Birliği üyesi olmayan devletler, bizi, sessizce uzaktan izlediler. Biz, tartışmayı tek başımıza yürüttük; hiçbir ödün vermedik ve olumlu sonuca ulaştık.

Sayın Çiller, biraz önce konuşmasında, NATO'daki veto yetkimizden vazgeçtiğimizi söylüyordu; bunun, gerçekle bir ilgisi yoktur; Türkiye, uzun zamandan beri NATO'nun önde gelen bir devletidir. Bu NATO'daki veto hakkını kaldırması, bu veto hakkından vazgeçmesi için de hiçbir neden yoktur ve bundan vazgeçmemiz söz konusu değildir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği ordusunun, NATO olanaklarından yararlanmaksızın, kendi başına yapacağı çalışmalarda da Türkiye'ye danışılacaktır. Avrupa Birliği'nin kendi başına gerçekleştireceği harekâtlarda, Türkiye'nin haklarına ve güvenliğine asla gölge düşürülmeyecektir. Kaldı ki, değerli arkadaşlarım, Balkanların, Kafkasya'nın, Ortadoğu'nun ve Ortaasya'nın kapsayacağı operasyonlarda Türkiye'nin dışlanması olanaksızdır; (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) çünkü, bu saydığım bölgelerde, Türkiye, aslında, Avrupa Birliğinden daha etkili bir konumdadır. Bizim etki alanımızın Orta Avrupa'dan, Ortaasya'ya kadar uzandığı artık bellidir.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası için, yaklaşık ikibuçuk yıldır süren görüşmelerimizi, Avrupa Birliği adına İngiltere yürütmüştür; Amerika Birleşik Devletleri de yardımcı olmuştur; varılan sonuçların, Avrupa Birliği kurumlarında da onaylanacağını umuyoruz. Eğer onaylanmazsa, bundan Türkiye değil, Avrupa zararlı çıkacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Bu konuda vardığımız sonuç Türkiye açısından tarihsel önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılının Türkiye'si, 2001 yılının Türkiye'sinden hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok daha güçlü olacaktır. Avrupa Birliği üyeliği yolunda hızımız, bütün dünyada da saygınlığımız artacaktır; bunlara inanıyorum. Atatürk'ün, Türk toplumunda, en ağır koşullar altında uyandırdığı özgüven duygusu, inanıyorum ki, yeniden canlanacaktır.

Bu düşüncelerle, 2002 yılı bütçesinin Büyük Millet Meclisimizin tüm üyelerine ve bütün ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Sayın milletvekilleri, şahısları adına lehinde ve aleylinde söz isteyen milletvekillerini okuyorum efendim: Edirne Milletvekili Şadan Şimşek, Ankara Milletvekili Zeki Çelik, Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Ağrı Milletvekili Nidai Seven, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak, Afyon Milletvekili Gaffar Yakın; aleyhinde, Adana Milletvekili Yakup Budak, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım, Konya Milletvekili Lütfi Yalman, İçel Milletvekili Yalçın Kaya.

Şimdi, söz sırası, lehinde, Edirne Milletvekili Sayın Şadan Şimşek'te.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesinin tümü üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; öncelikle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

10 gündür, 2002 malî yılı bütçesi üzerinde yapılan konuşmalarda, bazı arkadaşlarımız geçmiş alışkanlıklarını bırakmamakta, haklı haksız tenkitler ve popülist yaklaşımlarla "seçmene selam, yola devam" mantığı güdülmektedir. Bu görüşmeler esnasında, bazı konuşmacı arkadaşlarımız, geçmişi unutup, bugünkü içborç dışborç stokları, dolardaki kur artışları, kamu bankalarının görev zararları, temel tüketim maddeleri fiyat artışları ve bütçe sapmalarıyla ilgili rakamlar verdiler; ancak, bilindiği gibi, bugünlere ne 1 günde, ne 3 yılda, ne 5 yılda gelinmedi. (Gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - 100 yılda gelindi!..

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Şimşek...

Lütfen, sükûneti sağlayalım efendim, hatibin konuşmasını ben bile duymuyorum.

Buyurun.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Biraz eskilere dönerek, hafızalarımızı yenilemek için, Meclis tutanaklarından, 1991 yılından 1997 yılına kadarki bütçeler üzerinde yapılan konuşmaları incelediğimizde, ülkenin ekonomik durumunun bugünden farklı olmadığını, hatta daha kötü durumda olduğunu görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, amacım polemik yaratmak değildir; ama, geçmişi bilmeyenler, ders almayanlar geleceğini göremezler. Yapmış olduğum araştırma ve incelemelerimde, 1991 ilâ 1997 yılları arasında, az sonra göstereceğim grafikte görüleceği üzere, vereceğim rakamlarla, bugünlere nereden ve nasıl gelindiğini birkaç örnekle sizlere hatırlatmak istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler)

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Öğrenmeye başlamışsın!..

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Bugüne gel...

BAŞKAN - Sayın Söylemez, bir dakika...

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - 1991 yılında içborç stokları 97 trilyon iken, 1997 yılına gelindiğinde, 6 katrilyon 283 trilyona ulaşmış; artış 67 kat. Sevinmeyin; yüzde 6 700 olmuştur. (DSP sıralarından alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Niye 2001 yılına gelmiyorsun? 2001'e gel.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Onu Genel Başkanınız verdi Sayın Söylemez. (DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Yanlış öğrenmişsin.

BAŞKAN - Efendim, bu tarafa çevirin; muhalefet görmek istiyor.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - 1991 yılında, dolar alış kuru 5 000 liradan, 1997 yılında 205 000 liraya çıkmış. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, 41 kat... Yani, artış yüzde 4 100 olmuştur. (DSP sıralarından alkışlar).

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)- Son 5 yılı saymıyor musun?!.. Sildin mi son 5 yılı?!..

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)- Çiftçi ve esnafımıza düşük faizli kredi verdik diye övünülen; ancak, görev zararı yazdırdıkları Ziraat Bankası, Halk Bankası toplam borç yükünün 1997 yılında 15 milyar 384 milyon dolar olduğunu da unuttular. (DSP sıralarından alkışlar) Bu da, yaklaşık 24 katrilyon liradır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) İşte, burada...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)- Tabiî ki, bilmiyorsun; dersini iyi öğrenememişsin sen!.. 2001 yılına gel!..

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)- Kamu bankalarının o zamanki genel müdürleri oturmaktadır karşımızda!..

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)- Sayın Çiller'i dinlememişsin sen...

BAŞKAN- Telaş etmeyin efendim; topu topu 3 tane afiş gösterdi yani.. Telaş etmeyin!.. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)- Temel tüketim maddelerinde ise durum hiç farklı değildir. 1991 ile 1994 yılları arasında, ister üç yıl deyin, ister dört yıllık fiyat artışlarına baktığınızda, örnek vermek gerekirse:

Çiftçimizi yakından ilgilendiren DAP gübresinin 1 torbası 35 000 liradan 650 000 liraya çıkmış; artış yüzde 1 750 olmuştur. (DSP, MHP sıralarından alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)- 1991 bütçesini mi görüşüyoruz, 2002 bütçesini mi?!..

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)- Mazot, 2 710 liradan 13 030 liraya çıkmış; artış yüzde 380 (DSP, MHP sıralarından alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir)- Nerede kalmış bunlar; çağdışı, çağdışı!..

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla)- Tüpgaz, 27 500 liradan 156 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 467

300 gram ekmek, 900 liradan 5 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 455

Kıyma, 20 000 liradan 180 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 800

Şeker, 3 040 liradan 24 500 liraya çıkmış; artış, yüzde 705

Kömürün tonu 390 000 liradan 4 500 000 liraya çıkmış; artış, yüzde 1 050 olmuştur. (DSP sıralarından "muhalefet sıralarına dön, o tarafa dön" sesleri, alkışlar)

1991-1997 yılları arasındaki dönemde bütçelerde sapmalar, yüzde 48 ilâ yüzde 251 arasında gerçekleşmiştir. (DSP, MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bütçe sapmalarından ziyade, yüzde 12 ilâ yüzde 28 arasında değişen ek bütçelerle ödenek alma yoluna gidilmiştir.

5 Nisan kararlarının genel bir değerlendirmesine baktığımızda, her 100 liralık vergi gelirinden, 1991 yılında 60 liranın, 1993 yılında da 104 liranın, borç olarak alınan anapara ve faiz ödemelerine gittiği görülmektedir.

Hayvancılıkla ilgili durum da iç açıcı değildir. Daha önceden ilan edilmiş ödenekler bütçede ayrılmadığından, üreticilerimiz tarafından otun, ete ve süte dönüştürülmesi mümkün olmamış, yani, hayvancılık batmış ve bugünlere gelmiştir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından "Bravo!" sesleri, alkışlar!)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bravo!.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - 1995 yılında Gümrük Birliğine girilmiş, ancak, bu uygulamanın, sadece 1996 yılında ülkemize maliyeti yaklaşık 1 milyar 200 milyon dolar olmuş, buna karşılık, Avrupa Birliğinden sağlanacak kredi ve diğer malî kaynaklara, ne hikmetse bir türlü ulaşılamamıştır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - O zaman niye çıkmıyorsunuz Gümrük Birliğinden?

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Ülkemizdeki ekonomik olumsuzlukların giderilmesi ve enflasyonun düşürülmesi için 500 günler istenmiş, fakat, 1991 ilâ 1995 yılları arasında geçen 1 440 günlük sürede, ülkemizin durumu iyiye gideceği yerde, daha kötüye gitmiştir arkadaşlar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Bu tezahürat niye?!

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Verilen rakamlardan anlaşılacağı üzere, sorunların, kartopu gibi başlayıp, çığ halinde bugünlere geldiği aşikârdır; yani, hastalık kronik hale gelmiştir. İşte, 57 nci hükümet, kararlı, tutarlı bir politikayla bu kronik hastalığı tedavi etmekle uğraşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, biraz önce verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi, şu anda ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklar birdenbire ortaya çıkmamıştır. Geçmişte yapılan hataları bertaraf etmeye çalışarak, IMF ile stand-by anlaşmasını iptal edip, Türkiye kredi notunu eksiye düşürerek, enflasyonu yüzde 150'lere çıkaran "dışborç almadık" diye övünüp, içborç stokunu artıran, ülkemizin bugünkü durumlara gelmesine neden olan, 1995-1996 yıllarında Toprak Mahsulleri Ofisini açmayıp, çiftçimizin ürünlerinin harmanda kalmasına sebep olan "dünyada ilk defa Avrupa Birliğine girmeden Gümrük Birliğine giren tek ülke biziz" diyen, o da yetmeyip, 1996 yılında, yandaşlarını zengin etme zihniyetiyle sınır ticaretini açıp, dışarıdan tarımsal ürünler getirerek, başta çiftçimiz olmak üzere, ülkemizin bu hale gelmesinin müsebbibi olanlar 5 Nisan kararlarıyla bankalardaki mevduatları devlet güvencesine aldıklarını ne çabuk unuttular. (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

El konulan bankaların, bugün, karşımıza "hortumlandı, yolsuzluk yapıldı" diye ortaya çıkarılmasını anlamak mümkün değildir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Zaman tünelinden çık artık!

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Şu unutulmamalıdır ki, halkımız, bu bankaların sahiplerinin kimler olduğunu ve bu bankacılık iznini kimlerden aldıklarını çok iyi bilmektedirler. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bir sor bakalım kimmiş onlar.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Çarpık ekonomiyi yaratan, finans çevrelerine peşkeş çeken, rant ekonomisini yaratıp, insanları üretime değil faize yöneltenler kimler acaba?! (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bugün uygulanan vergilerin bazıları 1994 yılında konulmadı mı? Çiftçi adına, esnaf adına, KOBİ adına ahkâm kesenler, geçmişte ne yaptıklarını, salma vergi getirdiklerini, kamu bankalarına görev zararı yazdırdıklarını ne çabuk unuttular. (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Yurt dışından buğday, ayçiçeği, şeker gibi tarımsal ürünleri getirip ithalatı artıran, çiftçimizin bugünlere gelmesine yol açan nedenlere iyi bakılması gerekir.

Değerli milletvekilleri, kuşkusuz, geçmişte yapılanları burada söylemek, ülkemizin ekonomik kriz ortamından çıkmasını sağlamaz.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Söyle, söyle!.. Yarım bırakma!

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Bunları söylememin nedeni, geçmişi tamamen unutanlar içindir. (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hadi, hadi!..

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Geçen yüzyıla git, geçen yüzyıla!

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Bu tür konuşmalar yapılarak, çiftçimizin, esnafımızın, emeklimizin, memurumuzun gelir dağılımı dengesizliğinin giderilemeyeceği, işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa çözüm getiremeyeceği aşikârdır.

Siyasî düşüncemiz ne olursa olsun, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için önlem alıp, gereken yasal düzenlemeleri yapmak hepimizin görevidir.

Tüm bu olumsuzluklara ve bütçe imkânlarının kısıtlı olmasına rağmen, geçmişte, politik nedenlerle seçim zamanı atılan temeller yirmi yıldan beri tamamlanmaya çalışılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 1970'li yıllarda, Köy-Kent Projeleri başlatılmış, o zaman, hükümet olarak zaman yetmediği için hayata geçirilememiştir.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Türkiye köy oldu zaten...

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - Eğer, o dönemde vakit olsaydı, köy-kentler hayata geçirilebilseydi, bugün, köylümüz, köyünde oturup, yerinde temel ihtiyaçlarını karşılayacak bütün olanakları bulacaktı, karnı doyacaktı, köyü bırakıp şehre göç etmeyecekti.

Vakit geç değil... Köylü, şehirde oturmaktan mutlu değil. Köyünde, ekonomik, sosyal olanakları sağlandığında, yıllardır hayal edilen Köy-Kent Projesi uygulandığında, köye dönüş yaşanacaktır. Bunun da en canlı örneği, Ordu İli Mesudiye'deki köy-kent uygulamasıdır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar!)

Köy-Kent Projesinin uygulanması için, ülkemizin tüm illerinde olduğu gibi, Edirne İlimiz köylerinden de Köy-Kent Projesine talep çok fazladır. 57 nci hükümetimiz tarafından, birçok ilimizde, 2002 yılında, Dünya Bankasının da destekliği köy-kentlerle ilgili çalışmalar yapılacağı inancındayım. Köy-kentlere hayal diyenler, inanmayanlar, gerçeğin ta kendisini Ordu'da görmüştür, Ordu- Mesudiye'de görmüştür. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar!..)

Değerli milletvekilleri, geçmişe baktığımızda, seçim zamanlarında, oy kaygısıyla adam alınarak, hantal bir yapıya sokulan Köy Hizmetlerimizin gerçek gücüne kavuşturulmasıyla, bir türlü bitirilemeyen işler, son üç yıldan beri, il özel idarelerimizin de katkılarıyla, program harici pür emanet yöntemiyle, asfalt yollarımız, sulama göletleri ve arazi toplulaştırmaları yapılmış, köylere içmesuyunun getirilmesi sağlanmıştır. Bazı yuvarlak masa enteli geçinenlerin, tüm personeliyle, son yıllarda böylesine başarılı çalışmalar yapan Köy Hizmetlerinin kapatılması veya devredilmesi yönündeki anlamsız ve popülist yaklaşımları anlamak mümkün değildir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar!)

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz 2002 yılı bütçesinin öngördüğü şu hedeflerin gerçekleştirilmesi planlanmaktadır:

Bütçe açığı, gayri safî millî hâsılaya göre düşürülerek, yıllardır ortaya çıkan artış eğiliminin, düşüş eğilimine girmesinin sağlanılması,

İçborçlanma ihtiyacı en alt seviyede tutularak, faiz oranlarının düşürülmesi,

Ülkemizdeki enflasyonu, Avrupa Birliği kriterlerine, yani, tek haneye indirme hedefinin gerçekleştirilmesi,

Kamu harcama ve reformu gerçekleştirilerek, yıllardır yaşanan israf ve savurganlığın önüne geçilmesi,

Kamu çalışanlarının, enflasyon karşısında reel gelirlerinin korunması, Devlet ihalelerinde şeffaflığı, rekabet ve kamuoyu denetimi sağlanılması hedeflenmektedir.

Ayrıca, seçim yörem Edirne'de kronik hale gelen, çiftçimizin ekonomik sorunlarının temel nedeni, yıllardır sürdürülebilir ve etkin bir tarımsal destekleme politikasının geliştirilmemesidir. Bu, yalnız Edirne'nin değil, ülkemizin sorunudur. Bu sorun, bütçede açıkça hedeflenen sürdürülebilir ve etkili bir yeni tarımsal destekleme politikası oluşturulmasıyla çözümlenecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hedefler başta olmak üzere, diğer hedeflerle birlikte, yarınlarımıza, çocuklarımıza, borçsuz, refah, huzur içinde yaşayacakları bir Türkiye bırakmak dileğiyle, 2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve yurttaşlarımıza hayırlı olması dileğiyle, ulusumuzun Şeker Bayramını ve yeni yılını kutluyor...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Şeker Bayramı değil, Ramazan Bayramı.

ŞADAN ŞİMŞEK (Devamla) - ...Yüce Meclisi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (DSP; MHP ve ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Bilmeden konuşuyorsun, gel de doğrusunu öğreteyim sana. 1991 yılını değil, 2001 yılını konuş.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. (DYP sıralarından "süre çok geçti" sesleri)

Efendim, "hep bana hep bana" diyorsunuz; size tolerans tanırken iyiydi de...

Sayın Başbakan 3 dakika eksik konuştu, ne olmuş yani.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, 2002 bütçesindeyiz; ama, 1991'de kalmış arkadaş, 2001'e gelsin. (DSP sıralarından gürültüler)

Öğreniyorsunuz yavaş yavaş; ama, yanlış. Öğreneceksiniz, siz de öğreneceksiniz.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı tezahüratı bırakalım.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sayın Başkan, arkadaşımın sözünün bir yerini anlayamadım ben, onu anlamak istiyorum. "ayvan" mı "hayvan" mı, onu anlayamadım ben; onu bir açıklarsa Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Efendim, zabıtlarda var; şiveye göre değişir bu.

Bütçenin aleyhinde, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

On gündür, burada, 2002 yılı bütçemizi tartışıyoruz; çok değerli bakanlarımızı dinledik, çok değerli üyelerimizi dinledik, en sonunda da Başbakanımızı dinledik, gerçekten, nasıl bir Türkiye'de yaşadığımız noktasında, biz de hayretler içerisinde kaldık. (SP sıralarından alkışlar)

Bu yetkilileri dinlerken, özellikle Sayın Başbakanı dinlerken, acaba, Sayın Başbakanımız, Türkiye'de mi yaşıyor, başka bir yerde mi yaşıyor hissiyatına kapıldım. (SP, DYP ve AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Türkiye'nin değil, sanal ülkenin başbakanı!

YAKUP BUDAK (Devamla) - Ve öylesine bir tablo çizdiler ki, bu hükümet bu kadar başarılıydı da, acaba, Başbakanlığın sokağı demir parmaklıklarla niye çevriliyor?! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Başbakanı çalmasınlar diye!

YAKUP BUDAK (Devamla) - Bu hükümet bu kadar başarılıydı da, demir parmaklıklar yetmiyor, elektronik cihazlarla donatılıyor; o da yetmiyor, âdeta, içkale dışkale gibi polis çemberleriyle çevriliyor. Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan?!

Ama, ben, şöyle düşünüyorum: Galiba, 70 000 000 insan, bu başarılar karşısında, Başbakanı tebrike geliyorlar, izdiham meydana geliyor, bu izdihamı önlemek için, Sayın Başbakan bu engelleri koyuyor zannediyorum! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Yoksa, Sayın Başbakan, kusura bakmayın; ama, acaba, gelenler, kafama bir yazarkasa fırlatır da kafama değer diye mi yaptırıyor bunları?! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Onun için, arkadaşlar, pembe tablolara gerek yok.

Değerli arkadaşıma teşekkür ediyorum, sanki sokaktaki pankartları görmüyorlarmış gibi, burada farklı pankartlar gösteriyor. Onlara tavsiye ediyorum, işçinin, memurun, sendikacının, sanayicinin pankartlarını okuyun Allahaşkına! Milletten bu kadar kopuk bir iktidarı, herhalde, Türkiye Cumhuriyeti hiç yaşamamıştır.

Öyle başarılı bir Türkiye ki,  78 yılda 36 katrilyon içborç yapılmış, bu, 10 ayda 113 katrilyona çıkarılmış. (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Bu başarı, Allahaşkına kimin başarısıdır? 78 yılda, 36 katrilyon içborç, 10 ayın içinde...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Nefes alarak konuş, anlaşılmıyor.

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Anlaşılmıyor, biraz nefes al.

YAKUP BUDAK (Devamla) - 78 yılda 36 katrilyona çıkarılmış, 10 ayda 113 katrilyona çıkarılmış; sizleri tebrik ediyorum.

Şimdi, sanal bir bütçe, sanal bir Bakanlar Kurulu, sanal bir hükümet var. Bu hükümet hiç olmasaydı, bu kadar hortumlama olmazdı zaten. Bu bankalar hortumlanırken, bu bankaların içi boşaltılırken, Allahaşkına, siz, hükümet görevi mi yapıyordunuz, bostan korkuluğu muydunuz?! (SP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Bostan korkuluğu muydunuz diye sizlere soruyorum.

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Siz iktidardayken bir tane yakaladınız mı?

YAKUP BUDAK (Devamla) - Onun için, bu başarılarınızı burada değil, Sayın Başbakanı dinlerken, sanki, önümüzdeki yapılacak seçimin seçim vaatleri gibi dinledim. Sayın Başbakan, burada anlatıyorsunuz, çıkın meydanlara, o demir parmaklıkları kaldırın, polis kordonlarını kaldırın, halkla kucaklaşın. Siz, halkı da çok seversiniz, halkçı bir kökenden geliyorsunuz, halktan niye kaçıyorsunuz, niye ürküyorsunuz, niye korkuyorsunuz?! (SP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Onun için, köy-kentlerden bahsediyorsunuz. Türkiye'deki bütün kentleri zaten köy haline getirdiniz. Bakın bakalım, köylerde içecek su mu kaldı? Şehirlere bir bakın bakalım, vatandaş, ekmek kuyruğunda. 55 inci, 56 ncı, 57 nci hükümetin en fazla mağdur ettiği kesim çiftçimizdir, köylümüzdür, emeklimizdir, işçimizdir, işsizimizdir, memurumuzdur. Bakın bakalım, memur ne hale gelmiş, emekli ne hale gelmiş...

Emekli olmuş adam, ekmek dağıtılan kamyonların içerisine, çamur deryasına dalıyor; bu mudur başarı Allahaşkına, bu mudur başarı?! Memuru çok seviyorsanız, memurun maaş ücretleri buraya geldiği zaman niye artırmıyorsunuz, niye onun derdine çare olmuyorsunuz?! Sanal bir bütçe ve o bütçenin etrafında da, kendi sırça köşklerinde yaşıyorlar, güya, çözüm ürettiklerini zannediyorlar.

Neden bu böyle oluyor biliyor musunuz; bu hükümetin iradesi yoktur, bu hükümetin planı yoktur, programı yoktur. Programı olmadığı için, birileri, dışarıdan getiriyorlar, bir adam veriyorlar, o adamın dediğini kulaklarına fısıldıyorlar, yaptırıyorlar. Bu hükümetin programı yoktur, IMF programı vardır, Dünya Bankası programı vardır. Bu hükümet, Türkiye'nin bağımsızlığına, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin üzerine büyük bir gölge düşürmüştür. Neden?

Bir üst kurula görevlendirme yapılıyor bir Şekerin. Oradan, IMF'den diyorlar ki, olmaz, bu adamları çıkarın; çıkarılıyor; 100 000 işçiyi emekli edin, edelim efendim; şu fabrikaları kapatın, kapatalım efendim... allahaşkına, siz kimsiniz yahu?! Siz kimsiniz, bu milletin hükümeti misiniz, IMF'nin ve Dünya Bankasının memuru musunuz Allahaşkına?! (SP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar; DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Böyle pembe tablolar çizemezsiniz, çizdiğiniz zaman, millet size cevabını verir.

Şimdi, Başbakan "ben, köylüye çok hizmet ettim" diyor. Doğrudur. Şimdi, elimde, Ceyhan Ticaret Odasının bir yazısı var; Başbakana okuyacağım: "Başbakanın dünyası ayrı, halkın dünyası ayrı, çiftçinin dünyası ayrı, emeklinin dünyası ayrı, 70 milyonun dünyası ayrı, iktidardakilerin dünyası çok daha farklı!" İşte, o çok hizmet ettiğiniz Ticaret Odası Başkanı yazı yazıyor. Şüphesiz, sayın bakanlarımıza da dağıtılmak üzere yazmıştır.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sen yazmadın, değil mi?!

YAKUP BUDAK (Devamla) - Ne diyor, biliyor musunuz; bakın, ne diyor: "Çalışana, üretene destek vermeyen, reel sektörü baltalamaya çalışan bir ekonomi programının uygulanması, ekonomiyi daraltması ve özellikle o bölgede mısırda görülen hastalıklar sonucu, fabrikalar çalışmıyor. Üretici ve çiftçi hapse giriyor."

Sayın Başbakana soruyorum: yetmişsekiz yıllık cumhuriyet tarihinde kaç tane çiftçi hapse girmiştir, sizin şu 57 nci hükümet zamanında kaç tane çiftçi hapse girmiştir? Bunun bir tablosunu ortaya koyabilir misiniz? (SP sıralarından alkışlar)

Öyle, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl geriye gitmeye gerek yok; bu yılı düşünüyoruz, 2001 yılını söylüyoruz. Geçen sene buraya geldiniz; dediniz ki: "Enflasyon yüzde 10 olacak." Öyle bir başarı gösterdiniz ki, öyle büyük bir başarı gösterdiniz ki, yüzde 10 hedefini koydunuz! İşçiye, memura yüzde 10 verdiniz, arkasından da, enflasyon, yüzde 95'lere tırmandı!

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Enflasyon farkı verildi.

YAKUP BUDAK (Devamla) - Sapma nedir; yüzde 900. Allahaşkına, yeryüzünde, koymuş olduğu hedef yüzde 900 sapan başka bir hükümet var mıdır?! (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Siz, buna da başarı mı diyorsunuz?! Eğer, bu kadar başarılıysanız, halk "Seçim... Seçim... Seçim..." diyor, "Gidin... Gidin... Gidin..." diyor; halka gidin! Madem, bu kadar başarılısınız, niye korkuyorsunuz?!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sakin ol!..

YAKUP BUDAK (Devamla) - Onun için, bu gidişat yanlıştır. Kendinize de zarar veriyorsunuz, millete de zarar veriyorsunuz; emekliye de zarar veriyorsunuz. Eskiden, emekli maaşları tespit edilirken katsayı sistemi vardı, onu değiştirdiniz, enflasyon oranında dediniz, sanal enflasyon rakamlarıyla, emekliyi ezim ezim ediyorsunuz. Gidin bakalım, emeklinin tenceresinde ne kaynıyor? Kar yağıyor; gidin bakalım, kömürü var mı?

Emekli, geçen sene, aldığı maaşla 1 ton kömür alabilirken, bugün yarım ton kömür alabiliyor. Beğenmediğiniz Refahyol Hükümeti, buğdaya 47 sent vermişti. Bu sene siz kaç sent verdiniz; 10 sent verdiniz, 10 sent!.. Buna mı başarı diyorsunuz?! Çiftçiyi öldürdünüz, pamuk ve buğday üreticisini öldürdünüz. Bir arkadaşım diyor ki "İthalat kapıları açıldı" Sayenizde açıldı. Bugün, Türkiye, bütün tarım ürünlerinde en büyük ithalatçı ülke haline gelmiştir. İzmir Bölgemizde, Antalya Bölgemizde, Çukurova Bölgemizde çiftçimize para vermiyorsunuz. Türkiye, bugün, dünyanın en önemli pamuk ihracatçısı ülkesiyken, ithalatçısı ülke konumuna gelmiştir. Bu başarınızdan dolayı kutluyorum. Zannediyorum, millet -eğer içine karışırsanız- sizi de kutlayacaktır diye düşünüyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlar, başarılarınız varsa, halktan korkmazsınız, söylenilenlerden korkmazsınız. Onun için, hangi ülkede yaşadığınızı bir düşünün, bir değerlendirin, ekonomik verileri bir ortaya koyun diyorum. Efendim, dolar şurdan şuraya gelmiş diyorlar. Geçen yıl bütçeyi konuşurken dolar kaç paraydı Türkiye'de?.. Kaç paraydı; 678 000 lira idi. Şimdi, yeni bir bütçe konuşuyoruz. Dolar kaç para; 1 500 000 lira olmuş. Allahaşkına, dünyanın hangi ülkesinde döviz kurunda yüzde 150 artışı gerçekleştirme başarısını sizin gibi gösterebilmiş başarılı bir hükümet vardır. Var mı başka?.. (SP sıralarından alkışlar) Ve ondan sonra da otuz yıllık, kırk yıllık hesaplara dönüyorsunuz; yirmi yıl ötesine, otuz yıl ötesine gidiyorsunuz. O köy-kentleri falan boşverin siz; milletin yakacağı yok, odunu yok, kış gününde çocuğuna verecek ekmeği yok. Gidin bakalım okullara. Geçen gün bir ilkokula gittim. Öğretmen bana diyor ki "Sabahleyin çocuklar daha ilk saatte uyumaya başlıyorlar. Öğretmenim niye uyuyorlar! diye sordum; o da "Çünkü, gelen çocukların yüzde 60'ı sabah kahvaltısı yapmadan geliyorlar" dedi. Niye yapmıyorlar; galiba, annelerinin ve sizin tavsiyenize uymuyorlar dedim. "Keşke öyle olsa; araştırdım, bunların ailelerinin yüzde 50'sinin, sabah kahvaltısını çocuklarına verecek imkânı yok" dedi. Nerede bunu söylüyor; Ağrı'da söylemiyor, Hakkâri'de söylemiyor, Ankara'nın göbeğinde söylüyor. İşte, böylesine güzel bir Ankara'yı inşa ettiniz. Gidin, o sekiz yıllık uygulamanın ilkokullarda verdiği meyveleri güzelce bir izleyin. Gönlünüz eğer elveriyorsa, uzağa gerek yok...

BAHRİ SİPAHİ (İstanbul) - Hangi okul?..

YAKUP BUDAK (Devamla) - Laf atmaya gerek yok.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Hangi okul olduğunu söyle.

YAKUP BUDAK (Devamla)- Mamak'a gidin, Keçiören'e gidin; gidin de gidin... Hangisine giderseniz gidin. İkili öğretimi bitirecektiniz...

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Doğruyu söylemiyorsun işte. Doğruyu söyle.

YAKUP BUDAK (Devamla)- Gidin, milletvekili lojmanlarında ikili öğretim yapılıyor mu yapılmıyor mu, ona bir bakın. Hani hükümet programınızda vardı?!.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Hangi okul o gittiğin okul?.. Hangi okul olduğunu söyle.

BASRİ SİPAHİ (İstanbul)- Hangi okul?.. Allah için, bu mübarek günde hangi okul olduğunu söyle.

YAKUP BUDAK (Devamla)- Başkent İlköğretim Okuluna git. Git, git!.. Milletvekili lojmanlarındaki ilköğretim okuluna git. İkili öğretim mi yapılıyor, tekli öğretim mi yapılıyor, o zaman görürsün.

Muhterem arkadaşlar, her şey sanal, her şey. Böyle bir hayal âleminde yaşıyor bu hükümet; ama, uyandıkları zaman çok geç olacak, Türkiye'ye de yazık olacak.

Türkiye, dışpolitikada en başarılı günlerini yaşıyormuş!..

BASRİ SİPAHİ (İstanbul)- Allah için, hangi okul olduğunu söyle.

BAŞKAN- Efendim, son 2 dakikanız...

YAKUP BUDAK (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Allahaşkına, bu başarı, dışpolitikanın neresinde yahu! Dünya Bankasının, IMF'nin üçüncü sınıf bir memuru geliyor, burada sayın bakanlarımız, o memurlarla basın toplantısı yapabilmek için kuyruğa giriyorlar. Bu mudur dışpolitikadaki başarı?! (SP sıralarından alkışlar) Ben utanıyorum şahsen. Sayın bakanlarımız üçüncü sınıf bir memurla basın toplantısı yapabilmek için kuyruğa giriyorlar. Bunu sizin yüreğiniz kaldırıyor mu, buna başarı mı diyorsunuz?!. Bilmem şu kadar para alabilmek için mektup yazsak mı, yazmasak mı; adamlar bize telefon etmediler, edecekler mi?!. Ne yapacaklar; kaşlarını oynattılar, gözlerini fırlattılar!.. Nedir allahaşkına!.. Böyle dışpolitika mı olur yahu! Siz hükümet değil misiniz?! Onurlu, şanlı tarihimizde böyle hükümet mi olunmuştur yani?! O beğenmediğiniz Osmanlı sultanları bile, ayağa kalktıklarında Avrupa krallarının bacakları titriyordu. Sizin bacağınız da, Dünya Bankasının memurları geldiği zaman titriyor. (SP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN- Efendim, son 1 dakika...

YAKUP BUDAK (Devamla)- Muhterem arkadaşlar, maalesef, ithal adamlarla Türkiye kurtulmuyor, ithal reçetelerle de Türkiye'nin mutluluğa ve barışa götürülmesi mümkün değildir. Siz, bu yaptığınız şeylerle en büyük kötülüğü... Belki, ekonomik sorunlar çok kısa sürede çözülebilir; ama, Türk toplumunun bünyesinde onulmaz sosyal yaralar açıyorsunuz; çünkü, enflasyonun yüzde 90 olduğu yerde, devalüasyonun yüzde 100 olduğu yerde, işsizliğin çok büyük rakamlara yükseldiği bir yerde, bir senede 1 500 000 insanın işsizler kervanına katıldığı bir ülkede hırsızlığı önleyemezsiniz, ahlakı koruyamazsınız, eğitim seviyesini yükseltemezsiniz, dışarıda onurumuz ve şerefimiz de artıyor diyemezsiniz. Bunları aşağıya indirebilmek için de, yatırıma para ayırmanız gerekir; yatırıma bütçede ayırdığınız pay da, bütçenin yüzde 5'idir.

Böyle mi bu ülkeyi kurtaracaksınız diyorum ve hepinize saygılar sunarken, gelin, gitmiş olduğunuz bu yanlış yoldan çekilin diyorum, halkın önünden çekilin diyorum, Türkiye'nin önünden çekilin diyorum.

Saygılar sunuyorum. (SP, DYP ve AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, görüşmeler bitti.

Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının, Katma Bütçeli İdareler 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının ve de 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamalarını yapacağız.

Her dört kanun tasarısının açık oylamasının, sırasıyla ve elektronik oylama cihazıyla yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, sisteme giremeyen arkadaşların pusula göndermelerini, vekâleti olan sayın bakanların, vekâlet ettikleri bakanın adını soyadını yazarak pusula göndermelerini rica ediyorum efendim. Hükümetin çoğunluğu burada; ama, birkaç bakanımız yok.

Oylama için 2 dakika süre veriyorum efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:

Katılan üye     :                           394

Kabu               :                           292

Ret                  :                             99

Mükerrer        :                               3

2.-  2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Milletvekilleri, şimdi, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasını başlatıyorum.

Süre, bir önceki oylamadaki gibi, 2 dakikadır.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:

Katılan üye     :                          385

Kabul              :                          286

Ret                  :                            95

Mükerrer        :                               4

Böylece, 2000 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarısı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun efendim.

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için 2 dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:

Katılan üye     :                          379

Kabul              :                          280

Ret                  :                            97

Mükerrer        :                               2

Böylece, 2002 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, sabahleyin, Danışma Kurulunda bir karar alındı; Türkiye Büyük Millet Meclisi, 19 Aralık Çarşamba günü saat 15.00'te açılıyor; haberiniz olsun.

Araştırma önergesi görüşeceğiz.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - "Haftaya" deyin Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sonra, çarşamba da geçti yani!..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Çarşamba günü milletvekillerinin bölgelerinde olacağını bilinerek böyle karar alınır mı?!

BAŞKAN - Efendim, zatıâlilerinizle konuştum; "Ahmet Derin Beyin raporunu alalım" dedik... İstirham ederim...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -  Salı olsaydı...

BAŞKAN - Salı günü bayram efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bir dahaki salı olsaydı...

BAŞKAN - Efendim, özel bir karar aldık ya, Çarşamba günü "Sayın Ahmet Derin'i de memnun edelim" dedik. İstirham ederim...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ne zaman alındı?..

BAŞKAN - Sabahleyin böyle bir karar aldık efendim Danışma Kurulunda...

Siz de sordunuz "nedir" dediniz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ben yoktum...

BAŞKAN - Efendim, iktidar geliyor, siz de geleceksiniz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Çarşamba günü kimseyi bulamazsınız Sayın Başkan. Yapmayın...

BAŞKAN - Efendim, benim şahsî fikrim de değil...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, Grup Başkanvekilleriyle de görüşürüz şimdi...

BAŞKAN - Grup Başkanvekilleri, hep beraber karar aldınız.

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Karar aldık görüşelim diye.... Yarın tatil...

BAŞKAN -  6 tane siyasî parti var...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yapmayın!..

 BAŞKAN - Kararı okudum, oyladık, aleyhte söz istemediniz... Ben ne yapayım?!

4.-  2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774)(Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap  Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

Oylama için 2 dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2000 malî yılı katma bütçeli idareler kesinhesap kanunu tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:

Katılan üye     :                          387

Kabul              :                           291

Ret                  :                             93

Çekimser        :                               1

Mükerrer        :                               2

Böylece, 2000 malî yılı katma bütçeli idareler kesinhesap kanunu tasarısı kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek kanunlaşmış bulunan bütçe ve kesinhesap kanunlarımızın, milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür konuşmasını yapmak üzere Sayın Başbakan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Başbakan. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - 2002 yılı bütçesinin kabulü dolayısıyla, hükümetimiz adına, sizlere şükranlarımızı sunuyorum.

Bu bütçenin, milletimize hayırlı olmasını, halkımıza refah getirmesini diliyorum.

Bütün milletvekillerimiz, iktidarıyla, muhalefetiyle, bu sonucun alınmasına değerli katkılarda bulundular, hepsini kutluyorum ve hepsine başarılar diliyorum.

Saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP, ANAP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Sayın milletvekilleri, idrak edeceğimiz mübarek ramazan bayramının, Türk Milletine hayırlar getirmesini niyaz ediyor, sizlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı olarak bayramını kutluyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan Meclis araştırması komisyonu raporunu, sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2001 Çarşamba günü Saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Bu arada, adınıza, Türkiye Büyük Millet Meclisinin personeline de teşekkürlerimi sunuyorum; hayırlı bayramlar diliyorum.

 

Kapanma Saati : 20.57

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.