DÖNEM
: 21 CİLT : 79 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 35 inci Birleşim 9 . 12 . 2001 Pazar İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 3/901; 1/922;
1/900, 3/900, 3/898, 3/899, 1/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) A) ÇEVRE
BAKANLIĞI 1. - Çevre Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Çevre Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B)
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI 1. - Dışişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Dışişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı C) TURİZM
BAKANLIĞI 1. - Turizm Bakanlığı 20002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Turizm Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı D) ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) PETROL
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi 2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2000
Malî Yılı Kesinhesabı b) DEVLET
SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi 2. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000
Malî Yılı Kesinhesabı I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.03'te açılarak
beş oturum yaptı. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900,
3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774)
görüşmelerine devam olunarak; İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile
2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi; 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında
Cenevre'de yapılan 89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO) Genel
Konferansında kabul edilen "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin
184 sayılı Sözleşme" ile aynı adla anılan 192 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili olarak Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük
Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu;
Uluslararası Çalışma Teşkilâtı Anayasası gereğince, tezkere eki üzerinde,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan tarafından Genel Kurula bilgi verildi; TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527) görüşmeleri, daha
önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.
Sayısı: 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı:
666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye İlişkin (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu
(1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685); Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi; Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret
Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye
Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının (1/892) (S. Sayısı : 758)
yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. Alınan karar gereğince, 9 Aralık 2001
Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 02.24'te son verildi. Mustafa Murat Sökmenoğlu Başkanvekili
BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.00 9 Aralık 2001 Pazar BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri,
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz. Bugün, iki tur görüşme yapacağız.
Onbirinci turda, Çevre
Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır. II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898,
3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları: 754,
755, 773, 774) (1) A) ÇEVRE BAKANLIĞI 1.- Çevre Bakanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Çevre Bakanlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- Dışişleri Bakanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Dışişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar. Değerli milletvekilleri,
bundan önceki görüşmelerde olduğu gibi, her turda, hükümetin ve grupların 30'ar
dakika, 2 milletvekilinin de şahısları
adına söz hakları vardır. Ayrıca, her turdaki
bütçeler üzerinde, soru ve cevap işlemleri için 20 dakikalık bir zaman
ayrılmıştır; bu 20 dakikanın 10 dakikası sorulara ayrılmakta, 10 dakikası da
cevaba ayrılmaktadır; ancak, uygulamada ufak
tefek sarkmalar olmaktadır. Tabiî ki, bizim amacımız, mümkün olduğu
kadar, milletvekillerimizin soru sorma isteklerini yerine getirmektir. Soru için bilgisayara
giren arkadaşlarımız var, bunları kabul etmiyoruz; bunların hepsini sileceğim;
bütçe müzakerelerine daha başlamadık. Bu turda, daha önce de
bahsettiğim üzere, Çevre Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının bütçelerini
görüşmeye başlayacağız. Bu turda söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: (1) 754, 755, 773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek
Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu Birleşim Tutanağına eklidir. Grupları adına: Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına İlyas Arslan, Necati Çetinkaya; Doğru Yol Partisi
Grubu adına Rıza Akçalı, Ayfer Yılmaz; ANAP Grubu adına Burhan İsen, Ahat
Andican; Saadet Partisi Grubu adına Ahmet Karavar, Ahmet Sünnetçioğlu, Ali
Gören; DSP Grubu adına Esvet Özdoğu, Nazif Topaloğlu, Ahmet Tan, Erdoğan
Toprak; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Hamdi Baktır, Basri Coşkun,
Servet Sazak. Şahısları adına; lehinde,
Mehmet Kaya ve Nazif Topaloğlu; aleyhinde, Hüseyin Kansu ve Mail Büyükerman söz
istemişlerdir. Soru sormak için söz
isteme işlemini şimdi başlatıyorum. Şimdi, ilk söz, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın İlyas Arslan'ın. Buyurun efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA
İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; Çevre
Bakanlığı 2002 yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle huzurlarınızda
bulunuyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşmama başlamadan önce,
sizleri, en derin saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
sözlerime, bir Kızılderili atasözüyle başlamak istiyorum: "Dünya ve
çevremiz, bize, atalarımızdan miras kalmadı; biz, onları, çocuklarımızdan ödünç
aldık." Son yüzyılda çevre
kavramı ve politikaları konusundaki gelişmeler, dünyayı, doğal olarak da
Türkiye'yi etkisi altına almıştır. Çevre koruması ve çevre bilinci, çağdaş
dünyada, son yüzyılın sonlarında ortaya çıkmışken, Osmanlı İmparatorluğunda,
çevreyle ilgili, daha yükselme döneminde yapılan ve aşağıda açıklanan önemli
düzenlemelere gidilmiştir. Osmanlı döneminde, halka
temiz su sağlama o kadar ehemmiyet kazanmış ki, bu amaçla su bakanlığı dahi
kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet, çevre korumasıyla ilgili olarak vakıflar
kurdurmuş, Haliç'i koruma altına alarak, yamaçlarından ağaç kesilmesini dahi
yasaklamıştır. Trabzon'un fethi öncesi ordugâhın yerleşmesi için kesilen orman
sahası, fetih sonrası, tekrar, daha gür bir orman oluşturulmak amacıyla
ağaçlandırılmıştır. Osmanlı, kanalizasyonu inşa ederek, kirli suları
kilometrelerce uzaklara götürerek akıtmış, sokak ve cadde temizliği yaptırmıştır.
Amerikalı ünlü şehir
plancısı Le Corbusier, 1911 yılında geldiği İstanbul'u bir meyve bahçesine
benzetmiş, bir yeryüzü cenneti olarak nitelendirmiştir. Sayın milletvekilleri,
1930'larda, ormanların, anıtların, eski eserlerin, tarım alanlarının, sağlık
şartlarının korunması şeklinde çevre anlayışı hâkimken, 1970'lı yıllardan
sonra, su, deniz, hava kirlenmesi konusu dikkat çekmeye başlamıştır.
Sanayileşmenin hızlı olduğu bölgelerde etkin denetim yapılmayışı, yanlış enerji
kullanımı, yanlış yerleşme, yanlış teknoloji, plansız ve aşırı nüfus
yoğunlaşması gibi çevre kirlenmeleri ortaya çıkmıştır. Dünya devletlerindeki
rekabet ve hızlı kalkınma tutkusu, çevre sorunlarına duyarsız kalınmasını
sağlamıştır; bu gelişmelerden Türkiye de nasibini almıştır. Türkiye'de çevre
kirliliğini dikkate almayan bir sanayileşme politikasının devamı, doğal
çevrenin yakın bir gelecekte ciddî sorunlar içine girmesine neden olacaktır.
Sanayileşme aşamasında ve gelişmekte olan Türkiye, çevre korumasına duyarsız
kalamaz, sanayileşmeyi sadece kısa vadeli üretim artışları olarak da göremez;
kaynakların orta ve uzun vadeli üretkenlik niteliklerinin korunması ve doğayı
tahrip etmeyen bir sanayileşme politikası izlemek zorundadır. Türkiye'de çevre
sorunlarının yasal düzeyde ele alınması, 1978 yılı sonlarında Başbakanlığa
bağlı Çevre Müsteşarlığı kurulmasıyla olmuştur. 1982 Anayasası, çevre koruma ve
geliştirme görevini daha çağdaş bir yaklaşımla devlete ve vatandaşa vererek,
çevre hakkını güvence altına almıştır. Çevre sorunları, her ülkede çevre
hukukunun doğmasına neden olmuştur. Türkiye'de Çevre Kanunu ve çevre mevzuatını
oluşturan çok sayıda kanun ve kararnameyi birleştirici özellik taşıyan bir
çalışma, ne yazık ki, yapılamamıştır. Çevre sorunlarının
çözümünde hukukun fonksiyonu, sadece kanun, tüzük ve yönetmelikleri çıkarmak
değildir. Toplumun ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap verecek yasal düzenlemeler
yapılırken, çevre konusundaki gelişmeleri, tahminleri, aksayan yönleri ve
yasal, kurumsal altyapıyı da en etkin bir şekilde oluşturma zorunluluğu vardır. Çevre hukuku, ceza,
vergi, idare ve medenî hukukla yakından ilgilidir. Çevre Yasası, yönetmelik ve
tüzüklerin, ortak mülkiyet olan doğanın korunmasını, iyileştirilmesini, hava,
su ve toprağın kirlenmesini önleyici hususları içermesi gerekir. Türkiye'de 35'e yakın
kuruluş, çevre mevzuatıyla ilgili bulunmaktadır. Bu durum da, tam bir yetki
karmaşası yaratmaktadır. Çevre Yasası var; ama, yetki ve sorumluluk ortadadır. Bugüne kadar çevre ve
çevre sağlığıyla ilgili olarak düzenlenen kanun sayısı 100'ün üzerinde
bulunmaktadır. Yetki ve sorumluluk verilen kurum ve kuruluşların görev ve
tanımları tam yapılamadığından, görevin gerçek sorumlusunu bulmak da imkânsız
hale gelmiştir. Çevre konusunda uygulama,
denetleme, araştırma yapan kuruluşlar arasında yetki, görev, sorumluluk
sınırları belirlenmemiş olduğundan eşgüdüm de yoktur, koordinasyon da yoktur.
Çevre, yalnızca merkezî yönetimlerin klasik bürokratik yapısıyla
çözümlenemeyecek kadar önemli ve ciddî,
yerel yönetimlerin üstesinden gelemeyeceği kadar da vahim boyutlardadır. Her
şeyden önce, toplumsal bir sorun, bir insanlık sorunudur. Tüm dünyada,
1990'larda gündemi işgal etmeye başlayan çevre sorunu, gelişmiş ülkelerin,
ihtiyar dünyamıza da, ne yazık ki, bir armağanıdır. Sivil inisiyatif olmasaydı,
kamuoyu bu kadar duyarlı olmayacaktı; çözümü için de, geleceğine sahip çıkan
insanlar, sivil toplum kuruluşları mücadelesiyle, ancak yarınları
kurtarabilecektir. Çevre sorunu, siyasîlerin siyasî rant alanı ve polemik
konusu olmaktan çıkarılmalı, ulusal bir dava, bir millî politika haline
getirilmelidir. Şunu iyi bilmeliyiz ki,
çevre sorunu, herkesten daha çok, kentlerin ve kentlilerin sorunu olarak şu
anda karşımızda durmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de, çevre
koruma, çok büyük yatırım ve harcamalar gerektirmektedir. Sanayileşmenin neden
olduğu kirliliğin bugünkü nedenleri, yapılması gereken yatırımların ancak bir
bölümünün yapılmış olmasıdır. Gelecek ilk elli yıllık bir süreçte,
sanayileşmenin yeniden yapılanması kaçınılmaz olacaktır. Avrupa Birliğine tam
üye olma uğraşı içinde olan Türkiye'nin, bugünden, gerekli yatırım ve
düzenlemeleri yapması gerekir. Gelişmiş ülkelerin çevre
korumasında oluşturduğu standartlar, beraberinde ağır malî yükler de
getirmektedir. Türkiye'de uygulanan standartların getirdiği zorunluluklar,
etkin denetim olmamasından dolayı fazla bir anlam da taşımamaktadır. Avrupa
Birliği standartlarıyla, ülke sanayii, bugünkü ekonomik sorunların yanında, bir
başka finansman sıkıntısına da girecektir. Türkiye'de oluşturulan Çevre Fonunda
toplanan paralar, rantabl kullanılmadığından, çevre koruma finansmanına bir
fayda sağlamamaktadır. Çevre ve çevre sağlığı konularında görev verilen kamu
kurum ve kuruluşlarına sağlanan malî imkânlar, bu bütçe kanunu tasarısında
olduğu gibi, görevin gerektirdiği miktarların çok gerisinde kalmakta ve çözüm
bekleyen sorunlar, birikerek ağırlaşmaktadır. Ülkemizde çevre
kirliliğinin önlenmemesinin ve çevre sağlığı şartlarının iyileştirilmemesinin
en önemli nedeni bence, gerektiği şekilde algılanamamasıdır. Bugünkü çevre
hizmetlerinin büyük bir kısmı, mahallî idarelere verilen görev ve
sorumlulukları kapsamaktadır. Katı atık depoları, evsel su, atıksu tesisleri, içmesuyu tesisleri, çevre temizliği
bunlardan sadece birkaçıdır. Bence, yapılması gereken,
temiz teknolojilerin, yani, doğaya zarar vermeyen teknolojilerin hizmete
sunulması ve bunlardan faydalanılma çalışmalarının yapılması daha doğru
olacaktır. Türkiye'de, çevre
yönetiminin başarısızlığının temel sebebi, çevre politikaları ile hukukî, idarî
ve malî düzenlemelerin birlikte getirilememiş olmasıdır. Bu amaçla, mevzuatın
ve koordinasyon dahil diğer işbirliği biçimlerinin, görev ve yetki
dağıtımlarının yeniden düzenlenmesi kaçınılmazdır. Sayın milletvekilleri,
sanayi öncesi toplumlarda ana sorun, tabiata karşı insanın korunmasıydı; çünkü,
salgın hastalıklarla birlikte yangın, sel, deprem ve kasırga gibi doğal
afetlere karşılık insanlık, kendisini koruyacak güçlü teknolojik birikime sahip
değildi. Sanayiin gelişmesiyle birlikte insanın, tabiatın üzerindeki egemenlik
gücü arttı. Sorun, artık, insanın tabiata karşı korunması değil, tabiatın
insana karşı korunması oldu. İnsan, elindeki
teknolojiyi bilinçsizce kullanarak, suyu, toprağı, havayı ve çevreyi akıl almaz
boyutlarda kirletti. Bu kirlenme, sanayi bölgelerinin olduğu yerlerle de
sınırlı kalmadı, akıl almaz bir şekilde genişleyerek, sanayiin hiç olmadığı
yerlere kadar ulaştı. Çevre kirliliği, ulusal olmaktan çıktı, sınır tanımaz
vaziyette uluslararası bir hal aldı. Çevre sorunlarının sınır tanımamasına,
Ukrayna'daki bir nükleer santral kazasını örnek olarak gösterebiliriz. Rize'deki çay üretiminden
Oslo'daki sebze üretimine kadar geniş bir bölgede, uzun yıllar ve daha
sonraları kendini hissettirecek kadar geniş alanlara yayıldı. Çevre
sorunlarını, birkaç nükleer santralla, batan tankerlerle hatırlamamamız
gerekir. Baca gazları, teneke kutular, pet şişeler, kimyasal atıklar, plastik
torbalar, egzoz gazları, ambalaj malzemelerinin bilimsel olarak verdikleri
zararlar bir araya getirildiğinde, durumun ne kadar vahim olduğu görülecektir. Değerli milletvekilleri,
ihtiyar dünyamızda, 21 inci Yüzyılda, Dünya Turizm Örgütü, yaptığı araştırmada
turizmin, deniz değil, çevre ve doğa merkezli olacağına dikkat çekmiştir. Bu
bakımdan çok şanslı olan ülkemiz, coğrafî konumu ve yüzölçümünün büyüklüğü
nedeniyle, birden çok değişik sektörel projelere de uygun vaziyettedir. Çevre sorunlarının
çözümünde engel teşkil eden şu hususlara dikkat çekmek istiyorum: Çevre,
kurumsal olarak iyi yönetilememektedir; ekonomik ve teknik araçlar yeterli
değildir; denetim ve planlama politikaları da yetersizdir. Değerli milletvekilleri,
Amerika'da 104, Fransa'da 58 nükleer santral var; Bulgaristan'da da,
Yunanistan'da da, sınırımıza çok yakın bir şekilde, Ermenistan'da da nükleer
santrallar var. Bir nükleer santralın soğutucu ve koruyucu kabuğunun sıfır hata
ve son teknolojiyle yapıldığında çevreye vereceği zarar, Yatağan Termik
Santralının çevreye verdiği zararın onbinde 1'i kadar bile olmayacaktır. Hemen belirtmek
isterim ki, ben, bir çevreci olarak, nükleer santral yanlısı değilim; ama,
yıkılırsa diye, sonuçları açısından, baraj da yapmamak gerekir inancındayım. Şuna da dikkat çekmek
istiyorum: Biz, çevre konusunda duyarlı davranırken, Tuna Nehri, gelişmiş
Avrupa'dan Karadenize resmen zehir taşımaktadır. Karadenizde kirlilik öyle bir
boyuta ulaştı ki, Karadenizin dibinde hayat durdu, ölü tabaka gittikçe
kalınlaşmaktadır. Değerli milletvekilleri,
2001 yılı bütçesi 48 katrilyon Türk Lirası olarak gerçekleşmişti; bunun 29 374
000 000 000 lirası, Çevre Bakanlığı payına düşmüştü; genel bütçeye oranı ise,
onbinde 6'ydı. 2002 yılı bütçesi ise, 97 katrilyon Türk Lirası olarak teklif
edildi; geçen yıla göre artış oranı yüzde 100'ün üzerinde. Ancak, Çevre Bakanlığı
bütçesi, sadece yüzde 11'lik bir artışla, 32 619 000 000 000 olarak teklif
edilmiştir; 2002 yılı genel bütçesi içindeki payı ise, onbinde 3'e düşmüştür. Değerli milletvekilleri,
çevre vahim boyutlarda; ilgi bekliyor, yatırım bekliyor, proje çalışmaları
bekliyor, denetim bekliyor. Hükümet ise, bu bütçeyi böyle çıkarmakla, değil
bunları yapmak, yapılmaması için, çevre hizmetlerinin aksaması için, âdeta,
çırpındığını gösteriyor. Genel bütçe içindeki Çevre Bakanlığının payının -hiç
olmazsa- geçen yılki oranını korumadığı gibi, bir de genel bütçe içindeki
payını yüzde 100 azaltıyor. Yani, ben, burada, şunu da belirtmek istiyorum ki,
yaptığım araştırmalar neticesinde, Çevre Bakanlığının, bakanlık olmadan,
Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığıyken daha etkin olduğu kanaatini
taşıyorum. Hükümetin çevreye bakışı böyle. Ya Sayın Çevre Bakanı?..
Sayın Çevre Bakanın da, aldığı bütçeyle, çevre adına hiçbir şey yapması mümkün
değil. Bu bütçeyle, ancak, traktör, çöp kamyonu dağıtıyor. Onu bile, maalesef,
adaletli yapamıyor. Bırakalım Türkiye'deki ihtiyaç sahiplerine adaletli
dağıtımı, kendi üç ortaklı iktidar partileri arasında bile adaletli
dağıtamıyor. "Hep bana, hep bana" diyor. Ya kendi seçim bölgesinde ya
da hükümetin büyük ortağı yandaş belediyelere veriyor. Çevre Bakanlığı, hükümet
tarafından "olsa da olur, olmasa da olur" muamelesinden
kurtarılmalıdır. İnsanlığın geleceğiyle yakından ilgili olan kurum, hak ettiği
yere oturtulmalıdır. 2002 yılı bütçesinin
hayırlı olması temennisiyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Arslan. Adalet ve Kalkınma
Partisi adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Manisa Milletvekili Sayın Necati
Çetinkaya; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA M.
NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
konuşmalarıma başlamadan önce, Adalet ve Kalkınma Partisi ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Balkanlar, Kafkaslar ve
Ortadoğu üçgeninin içinde kalan, jeostratejik ve jeopolitik ve jeoekonomik
önemiyle, gözardı edilemeyen bir ülke olan Türkiye'deki güç dengesinin temel
öğelerinden birisi durumuna gelmiştir ülkemiz. Türkiye'nin, bu durumu
itibariyle dışpolitikasının fevkalade önem arz ettiği izahtan varestedir. Gelin
görün ki, bu kadar önemli bir durumda olan bir ülkenin dışpolitikasını
yönetecek Dışişleri Bakanlığımızın bütçesi, son derece bu politikaları
yürütmekten uzak bir bütçedir. Değerli arkadaşlar, Henry
Kissinger'ın dediği gibi "dışpolitika, durmak nedir bilmeyen bir süreçtir
ve eski bir başlangıç noktasında ileriye doğru bir gidiş sağlanmazsa, önce
durağanlaşır ve sonra da gerilemeye başlar". Umudumuz, Türkiye'nin
dışpolitikada durağanlaşıp gerilemesi değil, bölgesinde aktif bir politika
izleyen bir ülke durumuna gelmesidir. Ancak, 2002 malî yılı bütçe tasarısında,
Dışişleri Bakanlığı, 435 trilyon 358 milyar Türk Liralık sınırlı bir bütçeyle,
163 dış temsilciliğimiz ve 1 583 kişiden oluşan memur kadrosuyla,
dışpolitikamızı yönlendirmeye çalışacak. Hem Dışişleri Bakanlığının hem de
ülkemizin, bu kısıtlı bütçeyle, Avrupa Birliği, Kıbrıs, Ortadoğu ve benzer
sorunlarla baş edebilmesi mümkün görülmemektedir. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; soğuk savaş sonrasında dağılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
Birliği, Bağımsız Devletler Topluluğuna, Rusya Federasyonuyla birlikte yeniden
şekillenen Bağımsız Devletler Topluluğuna doğru bir dönüşüm arz etmektedir.
Geçenlerde Saint Petersburg'da yapılan toplantıya ben de iştirak ettim. Daha
önceki, 1999'dan bugüne, yapılan hemen hemen bütün toplantılarına iştirak ettik
Bağımsız Devletler Topluluğuna. Gün geçtikçe bir ivme kazanmaktadır. Bunun
sebebi, Sovyet Rusya'nın, Putin'le birlikte gelişen politikasının, her geçen
gün, Ortaasya Türk devletleri, yani Bağımsız Devletler Topluluğu üzerinde,
dışpolitikada büyük bir başarı göstermesidir. Bunun göstergesi; daha
önce, o Duma Salonundaki sıralar boş; fakat, şu anda, yer bulmak için,
insanlar, o ülkelerin delegasyonu, âdeta, yığın yığın oralara koşmaktalar ve
bununla birlikte, çevremizde cereyan eden Balkanlar sorunu, Irak, Suriye,
Filistin, İsrail ve son olarak 11 Eylül'de New York'ta ikizlere yönelik olarak
yapılan terör eylemiyle birlikte gündeme gelen Afgan sorunu. Bunların hepsi,
Türkiye'nin karşısında, fevkalade önemli, ama, önemiyle birlikte son derece
girift meseleler haline gelmiş bir dışpolitika konusudur. Değerli arkadaşlar,
karşımızda, Avrupa Birliğiyle âdeta özdeşleşen bir Kıbrıs meselesi meydana
gelmiş. Halbuki, düne kadar, Yunanistan ve Türkiye'nin kendi aralarında bu
meseleyi çözmeleri gerekirken, daha önce, biliyorsunuz, İngiltere, Yunanistan
ve Türkiye bu meselenin asıl öğeleriyken, şu anda, Yunanistan, kendi açısından
son derece başarılı bir politikayla, konuyu Avrupa Birliğine ihale etmiş ve
kendisi tamamen geriye çekilmiş; ama, meseleyi o kadar akılcı bir politikayla
götürmüştür ki, işte, Helsinki Senedinde, biliyorsunuz, 11-12 Aralık 1999
Helsinki Nihaî Senedinde, 4 üncü maddede, bu, tamamen, Avrupa Birliğinin
çözülmesi gereken ana konusu haline gelmiştir. Hiçbir Avrupa Birliği aday
ülkesiyle ilgili, böyle, kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bir önşart
maalesef yoktur; ama, Türkiye için bu konuyu, tamamen, olmazsa olmaz kuralına
göre, şart olarak ileri sürmektedir. Fakat, o günü, 1999'u hatırlayın, Helsinki
Senedi ilan edildiğinde, sanki bir zafer kazanmışız gibi, bütün basınımız,
devlet yetkilileri, herkes âdeta alkış tuttu. Halbuki, o gün akşam, sabahı
beklemeden, Yunanistan'da zafer naraları atılıyordu "Kıbrıs meselesi artık
istediğimiz şekilde çözüme kavuşmuştur" diye, Yunanistan zafer kutluyordu.
Gelin görün ki, Türkiye'de de aynı şeyler söylenilmeye başlandı. İşin
bilincinde, işin farkında olmadan, erken sevinç naraları, gelin görün ki, şu
anda Kıbrıs'ı önümüzde Avrupa Birliğinin ana sorunu haline getirmiştir. Bütün
meseleler hemen bir tarafa bırakılmış, Maastricht Kriterleri, Kopenhag
Kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi bir tarafa atılmış, hepsi bir tarafa
bırakılmış ve onların içinden seçilmiş, seçilmiş, getirilmiş: "Kıbrıs ya
çözülecek ya çözülecek!" denilmiş. Niye; çünkü, 2002 yılında Kıbrıs Rum
Kesimi Avrupa Birliğine üye ülke olarak alınacak; buna karar verilmiş. Son olarak, geçen
günlerde -evvelki gün döndük- Bulgaristan-Sofya'da yapılan KEİPA toplantısında,
bu havayı Bulgarlarda da sezdik, Yunan delegasyonunda da sezdik. Tabiî, bu ayın 4'ünde
Sayın Denktaş'ın Klerides ile bir araya gelerek görüşmesi ve arkasında, bu
toplantıyla birlikte, bir gün sonra, yemekli toplantının Kıbrıs Türk Kesiminde,
Lefkoşe'de yapılması iyi bir gelişme olarak görülmekte; ama, endişemiz şudur ki
-biz, bu konuda bilgi fukarasıyız, Dışişlerinden bize yeteri derecede bilgi
verilmemiştir, Meclis bu konuda yeteri derecede aydınlatılmamıştır- neler
konuşuldu ve neler yapılmak isteniyor? Sayın Bakanım, bizim, burada, en fazla
endişemiz -bu, benim şahsî endişem olmakla beraber, Meclisimiz ve ülkemizin de
endişesi- acaba, karşımızdakiler, bizi bu şekilde uyutarak zaman mı kazanmak
istiyor? Eğer, bu şekilde zaman kazanarak, 2002 yılına bizi götürerek,
dolayısıyla, bir oldubittiye getirerek, Kıbrıs meselesini, tamamen, yıllardan
beri Yunanistan'ın arzuladığı bir şekilde; ama, onun dışında, tamamen yük
başkasının sırtına, Avrupa Birliğinin sırtına bindirilmiş olarak çözüm
isteniyorsa, bu, bizim açımızdan, son derece korkunç neticeler tevlit eder ki,
bu, ülke açısından ve orada verdiğimiz binlerce şehidin ruhunun muazzep olması
bakımından son derece endişe verici bir olay olur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliğinde, Helsinki'yle birlikte meydana gelen netice,
Türkiye için hakikaten, her gün dışpolitika açısından düşünülmesini gereken ve
ne yapılması gerekir diye devamlı üzerinde durulması gereken bir husustur;
çünkü, 4 üncü, 9 uncu ve 12 nci maddeler, bu konularda, tamamen diğer 13
ülkeden farklı olarak -evet, onlarlar da ilgili bazı ufak tefek şartlar ileri
sürülmüş, ama- Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi için devamlı olarak
önşartlar ileri sürülmüştür. Tabiî, burada, Türkiye'nin de yapması gereken son
derece önemli görevleri vardır. Mesela, Kopenhag Kriterleri konusunda,
Türkiye'nin, ekonomik durumunu düzeltmesi gerekirken, enflasyonu aşağıya
indirmesi gerekirken, şu anda, Avrupa Birliği üyelerinin ortalama 2,4
seviyesinde olan enflasyona karşılık, Türkiye'nin enflasyonu yüzde 81'dir. Bu,
ekonomik yönden, Kopenhag Kriterlerinin 1 inci maddesine tamamen aykırı bir
durum meydana getirmektedir. Bu, bizim için menfi bir durumdur. İkincisi, temel hak ve
hürriyetler. Temel hak ve hürriyetleri, biz, arzulanan, Batı ülkelerinin
seviyesine getirmediğimiz sürece, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle müzakerelere
oturması ve dolayısıyla, o kapıların bizim için azıcık bile aralanması mümkün
değildir. Bu konuda, Türkiye, ne yapacaksa yapmalı ve dolayısıyla, temel hak ve
hürriyetler, hukukun üstünlüğü konusunda, mutlaka, bir an önce gayret
göstermeli ve ileri sürülen şartları yerine getirmelidir. Zaten, bu, Avrupa
Birliğinin Kopenhag Kriterlerinde öne sürülen, derpiş edilen durumlardan dolayı
değildir. Yıllarca medenî topluluklara örnek olan, devletler yöneten bir
ülkenin insanlarının, temel hak ve hürriyetlerde, bugün, dünya devletlerinin ve
milletlerinin önünde olmaması, fevkalade ayıp ve utanç verici bir olaydır. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, bu
konuları öne sürdükten sonra, bu konularda iyileştirilmesi gereken hususların
bir an önce yerine getirilmesinde, fevkalade fayda mütalaa etmekteyim. Değerli arkadaşlar,
bakınız, bizim Ulusal Programla birlikte, geçtiğimiz ay, biliyorsunuz Avrupa
Birliği bir stratejik rapor yayımladı. Stratejik raporda, 36 maddenin 6
maddesinde kısmen, siz -işte anayasa değişikliği, DGM'de düzeltme ve benzer
konularda- bazı konuları yerine getirdiniz denildi; ama, 30 maddede, bu
konularda, tamamen -o kelimeyi ağzıma bile almak istemiyorum; ama, öyle
denilmekte- görevinizi yerine getirmediniz, vazifenizi yapmadınız diye, bizi
tenkit etmektedirler. Bu konuların yerine getirilmemesi karşısında, diğer
ülkelerin müzakereye oturmasıyla birlikte, Türkiye'nin ne zaman müzakerelere
oturacağı meçhuldür. 13 ülkenin içerisinde, yalnız Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle, hangi gün, hangi yıl müzakereye
oturacağı hâlâ belirli değildir ve belirsizdir; çünkü, müzakerelere
oturmadığınız sürece, Avrupa Birliğinin kapılarının size açılması, kesinlikle
mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım,
Karadeniz Ekonomik İşbirliğiyle, yani KEİ'yle ilgili söylüyorum -ki, Sayın
Bakanımız, geçtiğimiz dönem onun dönem başkanıydı- son derece büyük bir
ekonomik potansiyele sahip olan bu bölgede, bu konuda, Türkiye, yeteri
derecede, gereken payı alamamıştır. Bunu, bütün samimiyetimle söylüyorum; eğer,
KEİ ülkeleri arasında, Türkiye, olumlu politikasını takip eder, oradaki iş
çevreleriyle ve buradaki Türk müteşebbisleriyle birlikte, onların önündeki
engelleri açarak, KEİ ülkeleriyle olumlu münasebetlerini geliştirdiği takdirde,
Avrupa Birliği ülkeleriyle ilgili ekonomik potansiyelden daha büyük bir
potansiyele kavuşacağını burada belirtmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
tabiî, konular son derece uzun olduğu için, mümkün olduğu kadar özet olarak
temas ediyorum. 15 dakika içerisinde, dışpolitikanın burada tamamen izah
edilmesi, açıklanması... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çetinkaya,
size 3 dakika yeter mi efendim? M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki, buyurun. İlk grup olduğunuz için,
ona göre ayarlayayım dedim. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Sağ olun. Değerli arkadaşlar,
malumunuz olduğu üzere, Kıbrıs konusuyla ilgili olarak, geçtiğimiz günlerde
yapılan toplantılarla birlikte, esas, bizi ilgilendiren diğer bir önemli konu
var; bu da, yine, Helsinki Senedinin 27 nci maddesi; yani, AGSP. Daha önce,
AGSK idi, şimdi AGSP oldu; yani, Avrupa Güvenlik Savunma Politikası veyahut da
Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği... Bu konu nedir; bu konu,
NATO'nun içinde, 2003 yılına kadar, Avrupa kendi ordusunu kuracak; 60 000
kişiye varan bir ordu; ama, NATO imkânlarından istifade ederek bu orduyu
kuracak ve kriz gördüğü yerlerde, bir coğrafyada, gerektiğinde, o krizi
gidermek için, bu, NATO'dan tefrik etmiş olduğu Avrupa ordusuyla, NATO'nun
bünyesinden aldığı askerle; ama, Avrupa ordusu olarak, müstakil bir ordu...
NATO ülkesi olup da Avrupa Birliği içinde yer almayan, ona üye olmayan ülkeler,
bu konuda, karar mekanizmasında yer almayacak; özeti bu. Şimdi, Türkiye Avrupa
Birliği ülkesi değil. Biliyorsunuz, içinde bulunduğu NATO'da 1 veto hakkı,
NATO'da karar alınmasına engel teşkil ediyor; ama, gelin görün ki, siz, Avrupa
Güvenlik Savunma Politikasıyla ilgili bir kriz noktasında, herhangi bir şekilde
o orduyu kullanmaya çalıştığınız takdirde veyahut da bu gücü kurmaya
başladığınız an, Türkiye, Avrupa Birliği içinde olmadığı için, bu karar
mekanizması içinde yer almıyor. Geçtiğimiz günlerde,
Sayın Bakanımızın da iştirak ettiği bir toplantıda, Sayın Başbakanın açıklamalarını
basından dinledik ve bu konuda bir gelişme oldu. Gelişmenin, hazırlanmış olan
bu raporun ne olduğunu, kesin olarak, hâlâ, ne Meclis bilmekte ne de hükümet
bilmektedir. B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir)
- Açıklandı efendim. BAŞKAN - Müdahale etmeyin
efendim, Hükümet cevap verir. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Efendim, Meclise hükümet gelip de bu konuda bilgi vermiş değildir. BAŞKAN - Sayın Çetinkaya,
süreniz bitti efendim. Lütfen, son cümlenizi söyleyin. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Sayın Bakanım, bu konu da son derece önemli bir konudur. Bence,
Türkiye'nin geleceğiyle ilgili fevkalade önem arz eden bu konuda, bir an önce,
hiç olmazsa, Meclisin veyahut da grubu bulunan siyasî parti liderlerinin
mutlaka bilgilendirilmesi gerekir. AGSP ile ilgili Türkiye'nin pozisyonu nedir?
Hangi ödünler verilmiştir veyahut da verilmemiştir? Bu konu bizim için son
derece önem arz eden bir konudur. Bu sebepten dolayı, vakit geçirmeksizin,
bizzat sizin ağzınızdan veyahut da Sayın Başbakanın ağzından, bu Mecliste,
Meclisin her ferdinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin milleti temsil eden
değerli üyelerinin bizzat sizin ağzınızdan bunu dinlemesi ve bilmesi gerekir.
Türkiye'nin kaderini ilgilendiren bir konudur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çetinkaya. Size 4 dakika verdim. İlk
grup... Çok fazla uzattık. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Bu duygularla 2002 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şimdi, Doğru Yol Partisi
Grubu adına birinci konuşmayı yapmak üzere, Manisa Milletvekili Sayın Rıza
Akçalı; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Grubun süresi 30
dakikadır; siz, ona göre ayarlarsınız. DYP GRUBU ADINA RIZA
AKÇALI (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı
bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere
huzurlarınızda bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum. Çevre Bakanlığının 1998,
1999, 2000 ve 2001 bütçelerine baktığımız zaman, aşağı yukarı 43 milyon dolar
civarında bütçeye sahip; fakat, 2002 yılı bütçesine baktığımız zaman, bu rakam,
birden bire 22 milyon dolara inmiş; yani, yüzde 50 oranında bir azalma var
Çevre Bakanlığı bütçesinde. Tabiî, çok düşük rakamlar, çok mütevazı rakamlar.
Türkiye'nin kaybettiği paralara baktığımız zaman, kamu bankaları vurgunuyla
giden miktar aşağı yukarı 30 milyar dolar, Ziraat Bankasında kaybolan rakam
aşağı yukarı 15 milyar dolar. Yine, fona alınan bankalar dolayısıyla uğranılan
zarar 10,6 milyar dolar -Sayın Başbakanın ifadesiyle- ve yine, şubat krizinde,
19-20-21 Şubat günleri üç gün içerisinde Merkez Bankası kasasından boşalan
dolar 5,5 milyar dolar. Şimdi, tabiî, bütçede
esas bunların konuşulması lazım. Bu paralar nasıl gitti, bunları nasıl yerine
getireceğiz. Yakalandı, bir kısmı muhakeme ediliyor; ama, muhakeme etmek
yetmez. Bu giden paraların bulunup getirilmesi, bu tüyü bitmemiş yetimin,
öksüzün hakkı olan bu paraların bulunup getirilmesi, Türkiye'nin Hazinesine
konulması lazım; ama, çevreyi, tabiî, sadece para olarak görmediğimiz için,
çevreyi bir demokrasi ürünü olarak gördüğümüz için, çevreyi bir üst kültür
gördüğümüz için, çevreyi bir insan hakkı konusu gördüğümüz için, çevreyi
hukukun üstünlüğüyle bağlantılı gördüğümüz için, yine, çevreyi yoksullukla
mücadelenin önemli bir unsuru olarak gördüğümüz için, bu çerçeve içerisinde,
Çevre Bakanlığı bütçesine bu değerler noktasından biraz bakmak istiyorum. Demokrasi, çevreyi, hem
besleyen hem de çevre vasıtasıyla beslenen bir unsur; çünkü, demokratik
hakkının, hukukunun bilincinde olan insanların sağını solunu görmesi, çevrenin
farkına varması, çevreyi koruyabilmesi, hem kendisinin hem kendisinden sonra
gelecek kuşakların burada hakkı olduğunun farkına varabilmesi ve bu çerçeve
içerisinde daha yüksek seviyeli bir yaşam kalitesine sahip olabilmesi söz
konusu. Bunun için de, demokrasinin derinleşmesi, içselleşmesi söz konusu.
Avrupa Birliği'yle ilişkiler bu çerçevede önem kazanıyor; bir büyük ailenin
parçası olabilmek için, benzer değişiklikleri, zihnî değişiklikleri yapmayı
gerektiriyor. Anayasa değişiklikleri yaptık. Türkiye'de demokrasinin
standartlarını yükseltmeye gayret ettik; ama, bunlar, acaba, sadece şekilde mi
kaldı; yoksa, öz olarak, ruh olarak, zihin olarak birtakım gelişmelerimiz var mı
diye baktığımız zaman, bunun cevabını, Avrupa Birliği İlerleme Raporu veriyor;
diyor ki: "Daha kat edecek çok yolunuz var; eksikleriniz var; henüz,
bunları şekil olarak yapmaktan öte geçemediniz." Yine, yoksulluğa değinmek
istiyorum. Yoksullukta, Türkiye nüfusunun yüzde 20'sinin -geçen yıl bunu ifade
etmiştim; aşağı yukarı 2,5 milyon aile ki, bu, 5 kişiyle çarptığımız zaman 12,5
milyon nüfus yapar- aylık geliri 150 doların altındaydı. Krizden sonra, bu
rakam, 75 dolara düştü; yani, yıllık 750 dolarla geçinmeye çalışan 2,5 milyon
aile, 12,5 milyon nüfus, Türkiye nüfusunun yüzde 20'si... Bu tabloyla, Türkiye
meselelerini çözmeniz, demokrasiyi derinleştirmeniz, demokrasinin nimetlerinden
faydalanabilmeniz ve çevreyi koruyup kollayabilmeniz mümkün değil maalesef. Yine, benden önceki
konuşmacı arkadaşımın da ifade ettiği gibi, Çevre Bakanlığının Türkiye'nin
konsolide bütçesi içerisindeki payı, geçen yıl onbinde 6 idi, bu sene onbinde
3; yani, bütçeyi yapan irade de farkında ki "Çevre Bakanlığı bir şey
yapmıyor, bari bunun bütçesini yarı yarıya indirelim" demiş! Şimdi, tabiî, bu parayla
bir şey yapılmaz; ama, Çevre Bakanlığının yapması gereken iki önemli konuyu
ifade etmek istiyorum. Geçen sene de söylemiştim. Bunlarla ilgili bir gelişme
olmadığı için bir kere daha söylüyorum. Birincisi eğitimdir; çünkü, çevreyi,
bir toplumsal çevre şuuruna, bilincine kavuşturabilmek için insanların
eğitilmesi lazım. Yediden yetmişe, gencinden ihtiyarına, zengininden fakirine
herkesin, çevre konusunda duyarlı, hassas hale gelmesi, çevre şuuruna sahip
olması, çevresel değerleri koruyabilmesini sağlayacak bir eğitimle mücehhez
hale getirilmesi söz konusu ve Çevre Bakanlığının birinci gündem maddesini,
bunun, bu eğitimin alması lazım. İkincisi ise, gönüllü
kuruluşlar; çünkü, çevrenin değerinin farkında olan, bunu kendisine bir misyon
kabul etmiş ve bunu bütün gücüyle, bütün samimiyetiyle ve bütün inancıyla
yaymaya çalışan gönüllü kuruluşlar kadar, Çevre Bakanlığına çözüm ortağı olacak
bir başka sivil toplum örgütü yok; ama, maalesef, Çevre Bakanlığının, bu
kuruluşlarla diyaloğu sıfır, hemen hemen hiç yok. Haa, var, bir tane var; o da,
Sayın Bakan, majestelerinin gönüllü kuruluşunu kurmuş; kendisi tarafından
kurulmuş Türkiye Çevre Koruma Vakfı var. Bütçeden, daha doğrusu, fondan 70 milyar
lira kaynak ayırarak kurduğu böyle bir vakıf var. Vakfın kuruluş gerekçesi de
çok ilginç. Diyor ki: "Bakanlığın faaliyetlerini yürütmede yetersiz kalışı
dolayısıyla bu vakfı kurduk." Yine, vakfa kaynak temin etmek için, Çevre
Bakanlığının aslî işlerinden, bakanlıkta işi olan insanların, bu yaptırdığı
işlerdeki belgelerden teberru adı altında bu fona kaynak sağlıyor. Mesela, ÇED
formatı alıyorsunuz; almadan önce, fona, vakfa bir bağışta buluyorsunuz, ondan
sonra, bu ÇED formatını almak durumunda oluyorsunuz. Değerli milletvekilleri,
çevre, siyasetüstü bir konu. Dolayısıyla, çevrenin önemli birkaç tane kanunu
var, yıllardır devam eden kanunları var. Bunları, Mecliste partilerüstü bir
anlayışla, diyalogla çıkarmak lazım; ama, Sayın Bakanın böyle bir çabasını,
maalesef, görmemiz mümkün değil. Geçen sene de bunlar vardı, bu senede aynı
yerde duruyorlar. Çevre Kanununun yeniden düzenlenmesi lazım. Avrupa Birliğiyle
uyum sürecinde çok elzem. Yine, Çevre Bakanlığının
Teşkilat Kanunu ve yine, Hayvanları Koruma Kanunu. Bunlardan bir tanesi Meclis
gündeminde, diğerleri henüz komisyonlardan aşağıya inebilmiş değil. Mahallî İdareler Yasası,
yine, Çevre Bakanlığının görevlerini önemli ölçüde hafifletecek, rahatlatacak
ve çevrenin daha iyi, daha etkin denetimini sağlayacak bir yerinden yönetim
yasası. Buna da, Çevre Bakanlığının özel ilgisi ve katkısı gerekir. "Yerel Gündem
21" çalışmaları, mutlaka, Mahallî İdareler Yasasının içerisinde, bütün
belediyelerin öncülüğünde, bütün şehirlerimizde ve daha küçük birimlerimizde
uygulamaya sokulması gereken, hem demokrasiyi derinleştirmekte hem de çevreyi
korumakta, geleceğimizi insanlarımızın kendi iradelerine teslim etmekte önemli
bir fonksiyon görecek bir araç, bir argüman. Değerli milletvekilleri,
Çevre Bakanlığının basınla ilişkileri, maalesef, -geçen yılki konuşmamda da
ifade ettiğim gibi- geçen yıl son derece zayıftı; basında çevreye dair bir
haber bulmak hemen hemen mümkün değildi. Bu sene biraz durum değişmiş. Çevreyle
ilgili bol miktarda haber var; yalnız, bir farkla ki, bu haberler, Bakanın
yakın çevresiyle ilgili; pek çevre söz konusu değil. Damadıyla ilgili,
halasının kızıyla ilgili, halasının oğluyla ilgili haberler yer almaya başladı.
İşte, istisnaî kadrodan, özel kalem müdürü kadrosundan damadını işe alan ve daha
sonra başka yere tayin eden bir bakanla karşı karşıyayız. Yine, halasının... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Çevreyi korumadır bu... RIZA AKÇALI (Devamla) -
Yakın çevreyle ilişkili bunlar. Çevre korumayla ilgili belki... Yine, bir başka bürokrat
akrabasını, ÇED Genel Müdürü yapmasıyla ilgili haberler var. Tabiî, bu arkadaşlarımız
bu göreve elyak olabilirler, layık olabilirler; ona bir şey demiyorum; ama,
böyle bir akrabalık ilişkisi söz konusu olduğu zaman, böyle bir tayinin
yapılmasının etik tarafı yok. HASAN AKGÜN (Giresun) -
Siz, bakanlığa kimseyi almadınız mı?! RIZA AKÇALI (Devamla) -
Akrabalarımdan kimseyi bakanlığa almadım. HASAN AKGÜN (Giresun) -
Bunların hepsini tek tek ararım, araştırırım! RIZA AKÇALI (Devamla) -
Tabi, tabi hepsini arayın, çıkarın. Bana kızacağınıza, Sayın
Bakana, bunları yapmasın diye söyleyin. HASAN AKGÜN (Giresun) -
Sizden öğrenmiştir muhakkak! BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim, rica ediyorum... RIZA AKÇALI (Devamla) -
Yine, Sayın Bakan bu işe çok kızmış, daha sonra da, Yalçın Doğan'a telefonda
bir hayli önemli ifadelerde bulunmuş; bunu da, üzülerek gazete manşetlerinden
okuduk. Bunu, burada ifade etmeye terbiyem müsaade etmiyor. Daha sonra da,
bunları tekzip etmek üzere gazeteye göndermiş; bir başka garabet; ama, her nasılsa,
bunu gönderirken "gizli" damgasıyla göndermiş. Tabiî, gizli bir
belgenin yayımlanması da mümkün değil. Sayın Sulhi Dönmezer gazetedeki
köşesinde "İlahi Fevzi Bey Yayımlasak da mı" başlığıyla bir yazı
yazmış; yayımlayamama gerekçelerini anlatmış. Bir kara mizah örneğini de burada
böyle gördük. Değerli milletvekilleri,
çevre düzeni planlarıyla ilgili bir diğer çatışmayı yine basında gördük: Çevre
Bakanı ile Bayındırlık Bakanı mahkemelik oldular; bu da, hükümet uyumunu
gösteren önemli bir belge. Neticede mahkeme devam ediyor; ama, Başbakanlık bir
karar vermiş, diyor ki: "Mahkeme sonuçlanıncaya kadar, görev Bayındırlık
Bakanlığına aittir." Şimdi, Sayın Bakana buradan seslenmek istiyorum: Plan
yapmaya çok meraklıysa, her su kaynağı için havza koruma planları yapma imkânı
var, yetkisi var ve bu yetki, sadece, Çevre Bakanlığına ait. Bunları yapsa, bu
su kaynaklarının korunmasına katkı sağlasa, sanıyorum ki, çevre adına önemli
bir hizmeti yapmış olur. Yine, geçici santrallar
var; geçen sene gündemde olan, bu sene yine gündemde olacak olan. Bunlar,
bildiğiniz gibi, herhangi bir ÇED uygulamasına tabi olmadan doğrudan doğruya
kurulabiliyor ve iki yıl içerisinde izlenmek suretiyle eğer kirletici etkileri
varsa, ondan sonra buna tedbir alınmak suretiyle bir işleme tabi tutuluyor. Bu,
çevre mantığına yüzde 100 ters bir şey; çünkü, ÇED, öncelikle, yer tespitinden,
teknoloji tespitinden ve kirlilik üretmesine mâni olacak tedbirlerin
alınmasından sonra, bir tesisin üretime geçmesini şart koşuyor. Burada ise,
önce yapacağız, sonra denetleyeceğiz gibi bir garip durum var. Buna, Çevre
Bakanlığının sessiz kalışını üzüntüyle izliyoruz. Bir diğer önemli konu,
Bergama altın madeni. Uzunca bir süredir yargıda devam eden ve basından
öğrendiğimiz kadarıyla, altı aydır da faaliyette olan bir tesis bu Bergama
altın madeni. Çevre Bakanlığı, atık deşarj izni de vermiş bu konuda; fakat, bu
altı aylık süre içerisinde ilgili firmanın gazete ilanları var, işte "biz,
şöylesine başarılı bir hizmet yapıyoruz, böylesine başarılı üretim yapıyoruz;
çevreye saygımız var, katkımız var." Ancak, Çevre Bakanlığının bu konuda
bir sözü yok, gidip, yapılan işlem çevreye ne kadar uyumludur, yasalarla, atık
deşarj izinleriyle ne kadar uyumludur diye bir kontrolü söz konusu değil.
Buradan talebimiz, Çevre Bakanlığının, burada altı aydır faaliyette bulunan
Bergama altın madenini yerinde denetleyerek, kamuoyunu, açıklayıcı bir bilgiye
kavuşturmasıdır. Bu, insan sağlığına, çevre sağlığına zarar vermeden devam eden
bir üretim midir; yoksa, riskleri paralelinde taşıyan bir üretim midir; çünkü,
bunun arkasından, bekleyen yeni yatırımlar var, buradaki sonuçlara göre,
onların da akıbetlerini, yeniden, kendileri ve Türkiye açısından tespit etmek
durumundayız. Değerli milletvekilleri,
bütçe konuşmasında Sayın Bakanın bahsettiği projeler var: Tuz Gölü Projesi,
sulak alanlarla ilgili projeler, jeotermal projeleri ve benzeri projeler.
Bunlar, tabiî ki, henüz fizibilite aşamasında, pek bir yatırım yok; ama, parası
gelmiş olan Köyceğiz-Dalyan Projesi vardı, KFW'dan parası olan ve 1 trilyonluk
da yerli kaynağa ihtiyaç duyan. Geçen yıl, bunun gitmek üzere olduğunu, bu para
bulunamazsa, projenin gerçekleştirilemeyeceğini söylemiştim, bu seneki raporda,
bundan bahsedilmiyor; acaba, bu geriye mi gitti, bu proje iptal mi oldu, Sayın
Bakandan, bunun da bilgisini almak isterim. BAŞKAN - Sayın Akçalı,
sürenizi doldurdunuz, ona göre... 15 dakika oldu. RIZA AKÇALI (Devamla) -
Tamam efendim, toparlıyorum. Bir önemli konu, Avrupa
Birliğiyle ilgili gelişmelerdir. Katılım Ortaklığı Belgesinde, kısa vadeli
-2001'e kadar- orta vadeli -2003'e kadar- taahhütleri var Türkiye'nin. Türkiye
ulusal programında da, çevre, kapsamlı bir bölüm olarak yer aldı. Bu çerçevede,
Avrupa çevre müktesebatıyla, Türkiye çevre mevzuatının uyumu, yüzde 13,2 tam
uyum, yüzde 35,1 kısmî uyum, yüzde 46 karşılıksız -herhangi bir mevzuat yok
bizde- yüzde 5,2 de hazırlık döneminde olan uygulamalar. Fakat, maalesef, bu
ilerlemeye rağmen, Avrupa Birliğinin, Avrupa İlerleme Raporunda, çevreyle
ilgili kanaatini sizlerle paylaşmak istiyorum; deniliyor ki: "Türkiye'de
çevre korumanın düzeyi, arzu edilenin hayli uzağındadır." Aynı, başta
demokrasiyle ilgili söylediğim gibi, çevreyle ilgili tespiti bu. Çevreyle ilgili tespit ve
hedefler, Avrupa Birliğiyle uyum başlıkları doğru; ancak, detaylarda, takvimde
ve kaynakta belirsizlikler var. Yani, su kalitesini düzelteceğiz... Peki, hangi
kaynakla, hangi projelerle ve hangi süre içerisinde yapacaksınız; belediyelerin
arıtmalarını yapmasını sağlayacak kaynağı nereden bulacaksınız; hangi süre
içerisinde bunları yapacaksınız; bunlar, henüz, Avrupa'yla ilgili bu ilerleme
raporunda, Türkiye'nin ulusal programında ve Katılım Ortaklığı Belgesinde yok.
Bunları söylüyor Avrupa Birliği. Değerli
milletvekilleri... BAŞKAN - Sayın Akçalı, sürenizi
2 dakika da geçirdiniz; son cümlenizi söyler misiniz lütfen. RIZA AKÇALI (Devamla) -
Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkanım. Sosyoekonomik
politikaların ve demokratikleşmenin temel bileşenlerinden biri olarak çevreyi
algılamaya başladığımız zaman, bunun, gerçekten, Avrupa Birliğine girmek için
Türkiye'nin bir teşvik gücü olacağına inanıyorum ve çağdaş dünyaya da entegre
olmasının bir şartı olduğunu ifade etmek istiyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Akçalı. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz;
buyurun.(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA AYFER
YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçe kanunu
tasarısı çerçevesinde, Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi
Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan
evvel, İçel İlimizde bir haftadır yaşanan sel felaketi nedeniyle, bütün
vatandaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun diyorum. Bu bölgede yaşanan sel
felaketi ve tehdidi hâlâ sürmekte, yollar kapanmakta, köyler boşaltılmaktadır.
Sağlanacak sıcak yemek ve barınma önplana çıkarken, çiftçimizin ekili bütün arazisi
mahvolmuş, ilk etapta görülen; 2 500 işyeri şu anda kullanılmaz hale gelmiş ve
şehrin, bir uçtan diğer uca -bütün il kapsamında- altyapısı ortadan kalkmıştır.
Bu nedenle, bir an önce, çiftçi ve esnaf affıyla, belediyelerin İller Bankasına
olan borçlarının affı gündeme getirilerek, afet bölgesi ilanının da
hızlandırılması lazımdır. Bundan sonraki aşamada, bütçe kaynaklarımızın kısıtlı
olduğunu da bildiğimiz için, yapılacak bir altyapı master programıyla, Dünya
Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası kaynaklarının bir an önce bölgeye sevk
edilmesi gerekecektir. Doğru Yol Partisi olarak, bu projelerin yapılmasında ve
takibinde destekçi olacağımızı da ifade etmek isterim. Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, bir önceki yılın sonuçlarıyla, ait oldukları yıla ilişkin
olarak, hükümetlerin, ülkenin sorunlarını nasıl tespit ettikleri ve çözüm
yollarıyla, bu konulara ilişkin olarak, bir nevi Meclisimizin güvenoyuna
başvurdukları, önemli, rakamlar kadar politikaların konuşulduğu bir zemindir.
Ben de, bu anlayışla, dışilişkilerimize ve çevremizde yaşanan sıcak gelişmelere
ilişkin çekincelerimizi ve düşüncelerimizi ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
ülkelerin ekonomik gücü, bilgi ve teknoloji birikimi, gelenekler ve değerler
sistemi, buna bağlı askerî yapılanma ve güç, tüm bunların askerî ve sivil
unsurlar tarafından aktif tarzda kullanımı, etkili bir dışpolitikanın veya uluslararası ilişkilerin temelini teşkil
eder. 21 inci Yüzyıla girerken uluslararası düzen yeni yapılanmalara sahne
olmaktadır. 11 Eylül günü, New York'un siluetini değiştiren dramatik saldırı,
belki de, artık, yeni diyemeyeceğimiz eski dünyanın barış umutlarına da büyük
darbe vurmuştur. Amerika'nın yıllarca ortaya koyduğu prestij, imaj ve mevcut
değerlerin bir anda dönüşmesini sağlayan saldırı, tarihin akışını
değiştirebilecek veya buna yönelik gelişmelere yol açabilecek niteliktedir. Bu
eğilimi sadece bir kişi veya bir örgütle açıklamak mümkün değildir. Bu
gelişmeler, silah sistemlerinin yenilenmesi ve yaygınlaştırılması için proje geliştiren
ileri teknoloji gruplarının rekabeti ile, yeni petrol alanları ve boru hatları
güzergâhı üzerinde egemenlik ve güç rekabetine yol açabilecek niteliktedir. Değerli milletvekilleri,
iki kutuplu dönemde askerî güçle ifadesini bulan tehdit, küreselleşmeyle
birlikte yerini yeni tehdit algılamalarına bırakmıştır. Bugün, yaşanan küresel
tehdidin coğrafî bir tanımı olmamakla beraber, düşmanın da coğrafyası ve tarafı
yoktur. Giderek, bu süreçte küresel çapta operasyon yapma yetkisine sahip
Amerika, tek süper güç olarak, Rusya ve Çin ise, Şanghay işbirliği çerçevesinde
Avrasya'da bölgesel dengede etkili güçler olarak ortaya çıkmışlardır. Yine,
Ortadoğu'da, Amerika-İsrail-Türkiye stratejik eksenine karşın, Kafkaslarda
gelişen Rus-İran ilişkileri, Batı'da Alman-Rus-İtalyan ilişkileri, güneyde de
Mısır-Suriye ilişkileriyle kendini göstermiştir ve bu küresel güç dengesini
lehine çevirmek isteyen Amerika, Çin-Rusya-İran üçgeninin merkezine,
Afganistan'a harekât düzenlemektedir. Bu harekâtı, sadece teröre yönelik düzenlenmiş
olarak görmek yanlış olacaktır. Şanghay Grubunun değiştirmeye çalıştığı Avrasya
stratejisine karşı yeni düzenin ve bölgedeki kalıcılığın bir uzantısı olarak
görmek, resmi tamamlamak olacaktır ve işte, tam bu noktada sormamız gereken
soru: Türkiye, sadece jeopolitik konumuyla mı; yoksa, politika oluşturma
etkinliğiyle mi bu yeni merkezde yerini alacaktır? Değerli milletvekilleri,
Sayın Dışişleri Bakanımız, her ortamda iki hedeften; yani, Avrupa Birliğiyle
bütünleşmek ve Avrasya'da belirleyici bir ülke olmaktan bahsetmektedir;
doğrudur; tespitler doğrudur; Avrupa Birliğiyle üyelik tam hedefimizdir,
Avrasya'nın da yeni düzeninin merkezinde olmak hedefimizdir, zaten oradayız.
Ama, maalesef, Türkiye'nin merkezinde bir hükümet mevcut değildir veya mevcut
bir hükümet varsa, bir iktidar mevcut değildir. 11 Eylül saldırısından sonra
hükümetin bir refleks gösterdiğini söylemek de ne yazık ki mümkün değildir. Amerika'nın
politikalarına soğukluğuyla bilinen Fransa'nın desteği, bölgeye savaş gemileri
gönderen Japonya'nın, Rusya'nın mevcut konumu, bölgedeki yeni oluşumun dışında
kalmamak ve belirleyici olmak arzusundan kaynaklanmaktadır. En az bu ülkeler
kadar, tarihsel bağları nedeniyle, Türkiye de yeni oluşturulacak bu düzenin
merkezinde olmak zorundadır. Türkiye'nin, bu süreçte, sadece terör konusundaki
deneyiminden dolayı değil, Afgan Halkıyla olan yakın işbirliği, tarihsel
birlikteliği, İslam Konferansı Örgütünün üyesi olması, laik ve demokratik
niteliği ve denge özelliğiyle Afganistan konusunun içinde yer alması, terörün
dini, milleti ve coğrafyası olamayacağını göstermek bakımından da önemlidir. Bonn Konferansı sürecinde
Türkiye'nin konumu neydi? Bu toplantılar sonucu oluşturulan hükümetle
ilişkilerimiz neler olacaktır? Şimdiden, mevcut yönetimi oluşmuş olan muhalefet
artı Taliban güçlerinin Pakistan'ın sınırını geçmesiyle, burada tekrar
güçlenmesi sonucunda bölgedeki yeni sıcak dengeler nasıl işleyecektir? Değerli milletvekilleri,
bunlar açık sorulardır. Diğer bir önemli husus
ise Ortadoğu'da yaşanmaktadır. Filistin ve İsrail arasında çatışmalar devam
etmekte ve anlaşma zemini şimdilik görülmemektedir. Türkiye, bu bölgedeki
etkinliğiyle, bu bölgedeki gerginliği daha çok artırıcı açıklamalardan
kaçınarak, bölgenin hassasiyetine daha uygun diplomatik faaliyetlerini
göstermek zorundadır. Ve bölgedeki Irak'la
ilgili gelişmeler. Basınımızın ve hükümetimizin gündeminde büyük bir endişe
olarak yer alan Irak'la ilgili stratejimiz nedir? Bu ülkeyle oluşturulan ticarî
ilişkilerimizdeki yeniden canlanma ve Irak'a yapılacak olası bir harekâtın,
Türkiye'nin bu bölgedeki diğer ülkelerle arasında olan ilişkiler dikkate
alındığı zaman, Türkiye'nin barış yolundaki politikalarının temelinde hangi
taşları vardır? Çünkü, yeni durum, Ortadoğu'da jeostratejik sahneyi tümden farklılaştırabilecek,
bölgede değişiklik süresini ciddî biçimde hızlandıracak niteliktedir. Ayrıca, Kafkaslarda,
Gürcistan'daki istikrarsızlık, Rusya'nın Abhazya'ya müdahalesi ve Rusya'nın,
Türk cumhuriyetleriyle Kafkaslarda giderek öneminin artması Türkiye'yi ne kadar
yakından ilgilendirmekte ve hangi politikaları üretmektedir? Değerli milletvekilleri,
bu konuya sıcak gelişmeler çerçevesinde Avrupa Birliği ile ilişkilerimize de
göz atmak istiyorum. Katılım Ortaklığı Belgesi, Ulusal Program, Kıbrıs, Türkiye
raporları, ilerleme raporları, stratejik raporları çeşitli platformlarda
tartıştığımız konulardı, ancak, cevabını alamadığımız soru, Kopenhag
kriterlerinin yerine getirilmesi için Ulusal Programda kendi hedeflerini koyan
hükümetin, bu konulara ilişkin olarak yayımlanan raporlardaki gecikmeye ilişkin
herhangi bir cevap vermek yerine, üsluba ilişkin değerlendirmelerle cevap
vermeleriydi. Bu değerlendirmeler ne Meclisimizi ne de kamuoyumuzu tatmin
etmiştir. Avrupa Birliği, genişleme
ve derinleşme sürecine devam etmektedir. Bunun paraleli olarak, Avrupa Güvenlik
ve Savunma Politikası oluşturulmuştur. Bugün, Avrupa Birliği-Türkiye
ilişkilerinde en hassas noktayı Kıbrıs ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
teşkil etmektedir. Bunun Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesinden de önde
yer almasının, ki, siyasî diyalog konusu olması gereken bu konuların, aslında,
Türkiye ile görüşme sürecine bir an önce başlamaktan önce, Avrupa Birliğinin
genişleme ve savunma sisteminin önündeki engellerin kaldırılması olarak
değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Nice Zirvesinde,
Türkiye'nin güvenlik ve savunma mekanizmalarına katılımında Türkiye dışarıda
bırakılmıştır. Sayın Bakanın ve hükümetin bu konudaki çekinceleri dikkatli
olarak takip edilmiş ve bu konuda olası bir ordunun bölgemizdeki etkilerinin,
Türkiye çıkarları açısındaki durumu karşısında destek verilmiştir. Ancak, ne
olduysa, geçen pazar günü, Sayın Başbakan, bir güvenlik zirvesinden sonra,
İngiliz Başbakanı Tony Blair mektubu çerçevesinde bir anlaşmaya varıldığını
ifade etmiştir. Sayın Bakan, Türkiye'nin
geleceğini ilgilendiren bu çok önemli stratejik gelişmeden hükümet üyelerinin
bilgisi var mıdır? Herhangi bir Bakanlar Kurulu kararı gündemde midir? Çünkü,
bir Bakanlar Kurulu kararı olmadan, hükümet olarak bir taahhüt altına
girdiğimizi söylememiz mümkün değildir. Meclisi ne zaman bilgilendirmeyi
düşünüyorsunuz? Alınan mektupta
tarafımıza bir garanti verildiği ifade edilmiştir, bu garantinin kapsamı nedir?
Mektubu gönderen İngiltere Başbakanının statüsü nedir, yazdığı mektubun hukukî
geçerliliği nedir? KÂMRAN İNAN (Van) -
Doğru. AYFER YILMAZ (Devamla) -
Alındığı ifade edilen tavizlerin geçerliliği ve muhtemel sonuçları nelerdir?
14-15 Aralıkta yapılacak olan Leaken Zirvesi sonuçlarında bu hassasiyetlerimiz
karşılanmaz ve sonuç bildirgesinde yer almazsa, Amerika ve İngiltere'yle
mutabakata varılan metnin herhangi bir hukukî sonuç doğurması mümkün müdür? KÂMRAN İNAN (Van) - Çok
doğru. AYFER YILMAZ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu ise Kıbrıs'ta yaşanan gelişmelerdir.
Kıbrıs'ta iki eşit halk, demokratik yapıları ve liberal ekonomileriyle iki ayrı
egemen devlet bulunmaktadır. Kıbrıs'ta kalıcı çözüm, ancak bu gerçekler üzerine
inşa edildiğinde gerçekleşecektir. Ada'da kalıcı çözüm için, Sayın Denktaş'ın 4
Aralıkta yüz yüze yaptığı görüşme sonrasında, 15 Ocakta bu görüşmelerin devam
edeceğinin açıklanması tabiî ki olumlu bir gelişmedir; ama, konu çözümlenmiş
değildir; çünkü, Helsinki'den sonra yayımlanan bütün ilerleme raporlarında da
olduğu gibi, herhangi bir siyasî çözüm olmasa da, Kıbrıs'ın önünde bir engel
bulunmayacaktır; çünkü, Avrupa Birliği, kendi gelişmesinin önünde bir Yunan
vetosu görmek istemeyecektir. Ayrıca, bu konuda, henüz
müzakere masasına oturmadan, ilhaktan veya bedel ödemekten bahsetmek, herhalde
diplomatik olarak yapılmış büyük yanlışlardır. Ülkesine bedel ödettirmeye
vardıran bir politikayı öngören bir hükümet, ne bu Meclis ne de bu kamuoyu,
halk tarafından kabul edilebilir. Bir bedel ödeme durumu doğarsa, bu bedeli
ödeyen Türkiye değil bu hükümet olur. İktidar-muhalefet demeden ülkemizin
geleceği için ilgili kararları ulusal egemenliğimizin temsilcisi olan bu
Mecliste birlikte aldığımız gün, kazanan, gelecek nesillerimiz ve demokrasimiz
olacaktır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, inanç ile bilimin birbirinin alanını ihlal etmemeleri temelinde,
Anadolu Türk ve Müslüman kimliğini gözardı etmeden, ulusal ölçekte bilgi
altyapısını oluşturarak, daha çok tüketen değil, üreten, dış dengeleri de göz
önünde bulundurarak ulusal çıkarlarımız doğrultusunda dışpolitikayı oluşturarak
21 inci Yüzyılın demokrasi ve insan hakları değerler sistemiyle tanımlanmış
refah toplumu anlayışıyla Avrupa Birliğiyle bütünleştiği zaman birlikteliği
anlam kazanacaktır. Ancak, sorun, uygulanan ekonomik programlarla insanımızın
kazanımlarını bir çırpıda eriten, halkın yüzde 90'ını yoksulluk sınırının
altına iten, serbest piyasa ekonomisini, dünyayla rekabet edebilen bir
ekonomiyi bir tarafa bırakıp üretimi cezalandıran, tarihinin en büyük krizini,
daralmasını yaşatan, alternatifsizliklerini ilan ederek demokratik kurumları
çalıştırmayan, sivil toplumu susturarak Meclise olan inancı yıkan bir hükümet
etme ve yönetimi sorgulatmama anlayışıyla bu hedefe nasıl ulaşacağımızdır;
çünkü, bugünkü mevcut yapı ve demokratik standartlarımızla müzakere masasında
yer bulan ve sonuç alan bir dışpolitikayı yürütmek çok zor görülmektedir. Değerli milletvekilleri,
bugün, uluslararası ilişki ve işbirliği anlayışı çerçevesinde, ülke
menfaatlarını önplanda tutarak, zamanında yapılacak girişimlerle, her yerde ve
her düzeyde müzakere masalarında olarak, hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından
yararlı sonuçlara ulaşılması ve ekonomimizin de bu ilişkilerden kaynak alarak
daha ileriye gidip refah toplumu standardına ulaşabilmemiz için, IMF
reçetelerinden çok daha önde, kendimizce akılcı, Meclisimizin desteğini almış
politikaları hazırlamamız olmazsa olmaz koşulumuzdur. Unutulmamalıdır ki, bir
planı olmayanlar başka planların parçası olurlar. Bu çerçevede Dışişleri
Bakanlığımızın bütçesine baktığımızda, ekonomimizin gelişmesi ve büyüyen bir
ekonomiye yeniden geçişle ilgili olarak 2002 yılı bütçesinin geneline
baktığımız zaman, bu hedeflerden hiçbirine ulaşamayacağımızı söylemek herhalde
karamsarlık olmaz. Yine de 2002 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını
diliyor, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz. Biz de Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak, Mersin'de meydana gelen sel felaketi dolayısıyla Mersinli vatandaşlarımıza geçmiş olsun
diyoruz. Hükümetimizin bu yaraya en kısa zamanda el atacağına inanıyoruz. ANAP Grubu adına, Batman
Milletvekili Sayın Burhan İsen; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) Siz de süreyi eşit mi
paylaşıyorsunuz? BURHAN İSEN (Batman) -
Evet. BAŞKAN - Peki efendim. ANAP GRUBU ADINA BURHAN
İSEN (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı
bütçesiyle ilgili, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, çevre bilincinin farkına daha yeni varabilmiş ülkelerden birisidir.
Esasen, insanlık, çevre sorunlarıyla yeni tanışmaktadır. Gerçi, sorunların uç
vermesi yeni değildir, 18 inci Yüzyılda filizlenen ve giderek büyük bir ivme
kazanan teknolojik gelişmenin çevresel maliyeti yüksek olmuştur, hatta,
yerkürenin bazı bölgelerinde yaşamı tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Çevrenin korunmasıyla
ilgili sorunların ise, 19 uncu Yüzyılın başında farkına varılmıştır. Birleşmiş Milletler
raporlarına göre, bugün dünyanın akciğerleri konumundaki ormanlarımız, değişik
sebeplerden dolayı yok edilirken, insanoğlu, farkına varmadan, sanki kendi
gırtlağını sıkmış gibidir. Her gün 3 canlı türü yeryüzünden yok olurken, temiz
su kaynakları ve denizler, biyolojik, kimyasal kirlilikle baş edemez duruma
gelmiştir. Sanayileşme ve ısınma uğruna tüketilen fosil yakıtlar ise,
atmosferde ağır bir karbondioksit tabakası oluşturarak, mevsimlerin değişmesine
ve kutuplardaki buzulların erimesine yol açmaktadır. Doğal bitki örtüsü ve
mevsim değişikliği, bazı bölgelerde sellere bazı bölgelerde ise kuraklığa neden
olurken, kirletilen ekosistemler, daha önce insanoğlunun savaşıp yok ettiği
tüberküloz gibi hastalıkların yeniden hortlamasına ve birçoğu Afrika kökenli,
hiç tanınmayan, ebola gibi virüslerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Ülkemiz gerçeği de bunlardan farklı değildir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, hızlı kalkınma tutkusuyla, her çeşit olumsuz çevre gelişmelerini
gözardı ederek, uzun yıllar çevre sorunlarına duyarsız kalmıştır. Ülkemizde çevre
kirliliğini dikkate almayan bir sanayileşme politikası, doğal dengenin yakın
bir gelecekte ciddî sorunlarla yüzleşmesine neden olacaktır. Sanayileşme
aşamasında olan Türkiye, çevre koruma konusunda duyarsız kalamaz ve Türkiye,
sanayileşmeyi, sadece kısa vadeli üretim artışları olarak görmemelidir. Ülkemiz kaynaklarının
orta ve uzun vadeli üretkenlik niteliklerinin korunması ve doğayı tahrip
etmeyen bir sanayileşme politikası izlenmek zorundadır. Türkiye'de çevre
sorunlarının anayasal ve yasal düzeyde ele alınması 1978 yılı sonlarında
olmuştur. Bu süreç, 1982 Anayasasında, çevreyi koruma ve geliştirme görevini,
çağdaş bir yaklaşımla, devlete ve vatandaşlara vererek çevre hakkını güvence
altına almıştır. Nitekim, 1982 Anayasası
ışığında, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Çevre başlığı altında; sadece, var
olan kirliliğin ortadan kaldırılması ve muhtemel kirliliğin önlenmesi değil,
kaynakların gelecek nesillerin de yararlanabilmesi için en iyi bir biçimde
korunması ve geliştirilmesi ilkesini benimsemiştir. Anayasanın 56 ncı ve
sonraki maddelerinde yer alan düzenlemelerin olumlu yanlarının yanında bazı
temel olumsuzluklar da bulunmaktadır. Anayasamız, çevre hakkı tanımıştır; ama,
örgütlenmeye, vatandaş katılımına ve dayanışma haklarının
gerçekleştirilebilmesine yönelik engelleri kaldırmamıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu genel değerlendirmeden sonra, Çevre Bakanlığımızın
sorunlarına değinmek istiyorum. Öncelikle, çevre konusundaki mevzuat
dağınıktır. Bu dağınıklık, teknik bakanlıklar ve ilgili kuruluşlar arasında
yetki ve görev çelişkisine yol açmaktadır. Kurumlararası koordinasyon
olmadığından aynı projeye, farklı kurumlarca malî destek sağlanmakta ve
bunların kontrolü imkânsız hale gelmektedir. Bakanlığın merkez ve taşra
teşkilatı organizasyonu ile personel politikaları belirlenememiştir. Çevre
konusunda temel politikalar saptamak ve kuruluşlar arasında işbirliğini
sağlamak Çevre Bakanlığının görevidir. Bakanlığın, bu görevini ifadaki
yetersizliği giderilmelidir. Çevre Bakanlığının genel
bütçe içindeki payı, 1998-1999'da onbinde 6'ya, 2000 bütçesinde ise bu oran
onbinde 5'e düşmüştür. 2001 yılında ise yeniden onbinde 6'ya çıkmıştır; 2002
bütçesinde de bu oranın korunması bu ekonomik şartlarda zarurî bir sonuçtur.
Çevre Bakanlığımız, öncelikli 5 bakanlıktan biri olup, zaman akışı içerisinde
bütçesinin yeterli seviyeye ulaşmasıyla, Bakanlığın anlam ve öneminin daha da
artacağı inancındayım. Ayrıca, Çevre Bakanlığı
personelinin durumuna göz attığımızda; 2872 sayılı Kanun, 443 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve diğer düzenlemelerle Bakanlığın verilen teşkilat yapısı,
görev ve sorumluluklarına adapte edilememiştir. Personelin özlük hakları, malî
durumları, sosyal imkânları konusunda iyileştirici çalışmalar yapılamadığından
kaliteli personel istihdamı sağlanamamıştır. 443 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve 2872 sayılı Yasanın bir an önce günün şartlarına değiştirilmesi
gerekmektedir. Değerli milletvekilleri,
bugünkü genel bütçe imkânlarıyla, hem çevreyi ve doğayı korumak hem de yatırım
yapmak imkânsızdır, başka imkânlar aramak gerekir. Çağdaş ülkelerde artık
ekoteknolojiye rağbet artmaktadır. Dünyamızın da ülkemizin de geleceği
ekoteknolojidedir. Ekoteknoloji, çevre
sorunları yaratmayan teknoloji demektir, çevre sorunu yaratmadan ürün elde
edilmesidir. Çevre koruma ile ekonomik çıkarların birlikteliğine ekoteknoloji
imkân vermektedir. Bu gibi teknolojiyi kullanan işletmelerin her türlü
yatırımlarının KDV, gümrük, kredi ve faiz sübvansiyonları yoluyla çevresel
yatırımların teşvik edilmesine yol aranmalıdır. Sanayimizin geliştiği ve
kalkınma çabalarımızın artarak sürdüğü günümüzde, çevreyle uyumun
sağlanamaması, sanayileşme ve kentleşmenin sağlıksız ve plansız gelişme
eğilimleri göstermesi, günümüzde, çevre sorunlarının artmasına, su, hava ve
toprak zenginliğimizin kirlenmesine neden olmaktadır. Bu da, ciddî boyutta
tarımsal üretimin azalması, kalitenin düşmesi, toprak erozyonu nedeniyle tabiî
afetlerin kaçınılmaz hale gelmesi, ekolojik dengenin bozulması anlamına
gelmektedir. 2002 yılında 70 000 000
nüfusa sahip olması beklenen ülkemizde, bugün, karşı karşıya olduğumuz çevre
sorunları arasında su, kanalizasyon, uygun olmayan barınma koşulları, erozyon
ve doğal kaynakların akılcı olmayan kullanımı gibi konular bulunmaktadır. Ülkemizde, 2 900 yerleşim
yerinden yalnızca binde 15'inde, yani, 43 tanesinde atık su arıtma tesisi
bulunmaktadır. Diğer yerleşim alanlarının atık suları, herhangi bir arıtma
işlemine tabi tutulmadan, deniz, göl ve nehirlere akıtılmaktadır. Arıtma tesisi
bulunan yerleşim yerlerinin çoğunda ise, belediyeler, işletme, maliyet ve
enerji pahalılığı gerekçesiyle, bu tesisleri atıl bırakmaktadır. Ülkemizde, incelemesi
yapılan 9 325 endüstriyel işletmenin sadece yüzde 14'ünde arıtma tesisi vardır.
Ayrıca, faaliyette bulunan 41 adet organize sanayi bölgesinin 7 tanesinde
arıtma tesisi bulunmaktadır. Bu arada, gelişmekte olan turizm sektöründe,
mevcut 4 460 adet turistik tesisin yalnızca yüzde 20'sinde arıtma tesisi
bulunmaktadır. Tüm bunlardan başka,
doğrudan çevre kirliliği unsuru olmamakla birlikte, fosil yakıtlarının
kullanımıyla sera etkisi meydana gelmektedir. Ülkemizde, dünyanın büyük
devletlerine oranla, minimum seviyede olan karbondioksit emisyonlarındaki
artış, iklim değişikliklerine yol açmakta; bunun sonucunda ise, aşırı yağışlar
meydana gelmekte ve ülkemizde görüldüğü gibi felaketlere yol açmaktadır. Geldiğimiz noktada
yapılacak her yatırım için kapsamlı ve tarafsız çevresel etki değerlendirme
(ÇED) raporlarının usule uygun olması, çevre konusunda karşılaşacağımız
problemlerin en aza indirilmesi yönünde bir çaba olacaktır. Değerli milletvekilleri,
ekonomik sürdürülebilirlik kavramı üzerinde özellikle durmak istiyorum. Bu
kavram, yaşamın sürdürülebilirliğiyle doğrudan irtibatlıdır. Sürdürülebilirlik,
doğadan, bize verebileceğinden daha fazlasını talep etmemek anlamına
gelmektedir. Kalkınmanın, yaşadığımız çevrenin tahribatına yol açmaması
gerektiği bilinci işte bu bakımdan yaşamsaldır. Bu bağlamda, üzerimize düşen
görev, çevreyle barışık teknolojiler üretmeyi her alana yaymak olmalıdır. Bunu
başarabilir ve ortak bir işbirliği anlayışı oluşmasını sağlayabilirsek sadece
çevreyi korumakla kalmayacak, insanın yaşam kalitesinin yükseltilmesine de
katkıda bulunmuş olacağız. Bu husus, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için
büyük önem taşımaktadır. Tabiatıyla, çevrenin
korunması, çevre bilincinin yaygınlaştırılması, bu konuda gerekli hukukî
altyapının tamamlanması ve çağdaş bir yaptırım mekanizmasının kurulabilmesiyle mümkündür.
Devlet ve Parlamentomuza bu anlamda büyük görevler düşmektedir. Ancak, altını
çizerek belirtmek istiyorum ki, çağdaş devlet, sürdürülebilir kalkınma, refah
ve zenginleşme sürecinde düzenleyici bir rol oynama, kendi aslî görevlerini
teşkil eden, eğitim, sağlık, çevre gibi temel konularla yeni bir anlayışla
güçlenmek durumundadır. Devletin ekonomi ve
ticaretten tümüyle çekilerek küçülmesi denilen süreç de aslında budur. Esasen,
bu konuda Türkiye'de gereken uzlaşı da mevcuttur. Devletin yeniden yapılanma
süreci, diğer bir deyişle, devlet reformu, bu açıdan da süratle yerine
getirilmesi gereken bir husustur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 21 inci Yüzyıla insanlığın ve dünyanın bekası için yeni bir
sorumluluk anlayışıyla hazırlanmamız gerekmektedir. Amacımız, ekolojik açıdan
sağlıklı ve ekonomik sürdürülebilirliği olan yeni yaşam alanları yaratmak
olmalıdır. Aksi takdirde, bu dünyada yaşayacak olan gelecek nesillerin
yaşamlarını tehdit altına atmış oluruz. Öyle ki, insansız bir çevre veya çevresiz
bir insanla karşılaşmak durumunda kalabiliriz. BAŞKAN - Sayın İsen, 15
dakikalık süreniz doldu, ona göre; sizin takdiriniz. BURHAN İSEN (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan. Belki de, tabiata ihanet,
natureye sırt dönüş ve fıtrattan uzaklaşma sebebiyle, yıllar önce, Facoult
"insan öldü" demek mecburiyetinde kalmıştı; aslında, çevresiz kalmış
bir insanın karabahtından bahsediyordu. Gerçekten de, tamahkâr karakterinden
dolayı, insan kadar insana ihanet eden bir varlık yoktur. Unutmayalım ki, dünyamız,
güneş sisteminde, uzaydan bakılınca mavi, kendi düzleminden bakılınca yeşil
yegâne gezegendir ve aynı zamanda, üzerinde yaşam olan tek gezegendir. Bu dünyanın gelecek
nesillere devredeceğimiz bir emanet olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Daha temiz, daha yeşil
bir dünyada yaşamak, gelecek nesillerin en doğal hakkıdır. Onların haklarını
gözetmek de bizlerin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğumuzu mutlaka yerine
getirmek zorundayız. Bu duygu ve düşüncelerle,
Çevre Bakanlığımız bütçesinin hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılar
sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın İsen. ANAP Grubu adına ikinci
konuşmayı yapmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican; buyurun.
(ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA A. AHAT
ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Grubum
adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Benden önceki değerli
konuşmacı arkadaşımın da vurguladığı gibi, Mersin'de meydana gelen sel felaketi
nedeniyle mağdur olan vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum ve hükümetimizin bu
konuyla ilgili gerekli girişimleri en kısa zamanda yapması gerektiği uyarımı
hatırlatmak istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; doğu blokunun dağılmasından sonra, çok değil bundan on küsur yıl
önce başlayan süreç, Türkiye'yi, NATO'nun uç beyi olma noktasından aldı ve
etkin bir bölge gücü olma fırsatını, şansını da önüne katarak, getirdi
Avrasya'nın merkezine koydu. Doğu ve batının
kesiştiği, kuzey ve güneyin kesiştiği, Hıristiyan dünyası ile İslam dünyasının
kesiştiği ve örtüştüğü bir merkez olmanın ciddî avantajları var. Kuşkusuz, bu
avantajlarla birlikte, bu fırsatların oluştuğu ortamda sıkıntılar da var.
Nitekim, 1990'lardan itibaren dünya genelinde ortaya çıkan kriz merkezlerini
değerlendirirseniz, bu merkezleri yaklaşık 16 tane kadar saymanız mümkün;
bunların neredeyse 13'ü Türkiye'nin yakın çevresi; yani, eski Osmanlı
coğrafyası diye tanımlayabileceğimiz coğrafya içerisindedir. Bu durum, tabiî,
Türkiye'ye, çok aktif, çok dinamik, çok akılcı, hızlı refleks verebilen bir
dışpolitika izleme zorunluluğunu da gündeme getiriyor, Türkiye'nin önünü
koyuyor. 15 dakika içerisinde,
kuşkusuz, bütün Türk dışpolitikasının dinamiklerini değerlendirme şansımız yok;
ama, güncel olan ve üzerinde durulmasına gerek bulunduğunu düşündüğüm bazı
konulara, biraz atlayarak değineceğim. Son dönemin, 11 Eylülden
sonra dünyanın en güncel konusu haline gelen ve antiterör ya da terör karşıtı
mücadelenin odaklaştığı; ama -daha önce, burada, Afganistan'la ilgili bir
konuşma yaparken vurguladığım gibi- bu bölgedeki ekonomik, siyasî ve hatta
sosyokültürel dengelerin büyük ölçüde değişeceği bir süreç yaşandı. Yaklaşık
iki aylık bir uygulamadan sonra, bugün, Bonn Zirvesi sonrasında, Taliban'ın
sonlandığı ve çok etnili bir hükümetin ya da geçici hükümetin kurulduğu bir
sürece gelindi. Bunun ayrıntılarını girecek değilim, Birleşmiş Milletler
tarafından da onaylandı; ama, bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum: Bu
mücadele sırasında gösterdikleri çaba, Afganistan'daki etnik yapı içerisinde
bulundukları miktar ya da oran itibariyle baktığımızda, Afganistan tarihi
açısından da baktığımızda, buradaki Türklerin, bu geçici hükümetteki
yapılanmada yeterince temsil edilemediklerini; yani, bu meselenin, bir anlamda,
masada, maalesef, oradaki Türk kesim aleyhine çözümlendiğini hatırlatmak
isterim. Ama, tabiî, sonuçta bir uzlaşmaya varılmıştır, bu uzlaşmayı
desteklemek mecburiyeti vardır. Yalnız, İngiltere ve
Almanya arasında, Amerika Birleşik Devletleri ile beraber, bu bölgede ortaya
çıkan güç boşluğunu doldurma mücadelesi vardır. İşte bu noktada, maalesef,
Türkiye tarafından -asker gönderme olayını, burada, yine bu Mecliste tartıştık,
karara bağladık; epey ileri bir tarihte bunu gerçekleştirmiştik- asker
göndermeyle başlayan ve bu bölgede Türk dışpolitikasının kalıcılığını ve bu
bölgede oluşacak dengelerde Türkiye'nin etkinliğini sağlamayı amaçlayan bu
süreçte, son dönemde yeterince aktif bir politikanın sergilenemediği inancında
olduğumu vurgulamalıyım. Umuyorum, bundan sonraki yapılanma sürecinde, daha
aktif bir politika sergilenebilir. Taliban'ın yeniden
örgütlenme ihtimali üzerine, Afganistan'dan sonra, meselenin, Sudan, Yemen ya
da benzeri bir ülkeye taşınabileceği ihtimali vardır. Daha da kötüsü, Irak'ın,
kitle imha silahları konusunda denetçilerin gelmesine izin vermemesi noktasında
Afganistan benzeri bir operasyona hedef olma ihtimali, gelecek altı aylık, yedi
aylık, sekiz aylık süreç içerisinde önümüzde durmaktadır. Tabiî, Türkiye'yi,
Afganistan'dan çok daha fazla ilgilendiren bir süreç başlamış olacaktır. Ortadoğu'da başlayan
Filistin-İsrail çatışması da, neredeyse 1948'den beri devam eden bir
çatışmadır. Bu noktada da, Yaser Arafat'ın, bu bölgede çok önemli siyasî figür
olan Arafat'ın, maalesef, İslami Cihad, Hamas ve İsrail üçgeni içerisinde
sıkıştığını görüyoruz. Burada, bu şahsın ya da bu figürün, bir anlamda,
arenadan silinmesini amaçlayan bazı çabalar, İsrail tarafından, şu anda üstü
örtülü olarak; ama, gelecekte belki daha açık olarak gündeme getirilecektir. Bu
noktada, Türkiye olarak, bu meselenin çok ciddî bir biçimde arkasında durmamız
gerektiğini düşünüyorum ve bu noktada -bu bölgenin eski bir Osmanlı bölgesi
olduğunu da varsayarak baktığımızda, Türkiye'nin bu bölgede de geniş deneyimi
var- çok geniş bir deneyimi olan Türkiye'nin, bu bölgede, daha doğrusu, bu
anlaşmazlıkta aktif bir rol oynama zorunluluğu var. Sayın Bakana da, daha
önce hükümette beraber olduğumuz dönemde, Sayın Başbakan Yardımcısının odasında
yaptığımız bir toplantıda, kendisine özellikle önermiştim; "Afganistan'a
ve -o dönemde Makedonya gündemde idi- Makedonya'ya özel temsilci atamanızda çok
büyük fayda var" demiştim, Batılıların special envoy dedikleri cinsten.
Nitekim, Afganistan'a böyle bir atama yaptınız, zannediyorum şu anda arkanızda
oturuyor. Afganistan ile ilgili gelişmelerde, taraflar arasında daha dinamik
bir politika izlemek açısından; yani, kurumsal olan Dışişlerinin hızlı hareket
etme yeteneğini, bir anlamda tamamlaması açısından önemli olduğunu söylemiştim.
Şahsî görüşüm olarak, Filistin ve İsrail problem ki, daha uzun süre devam
edecektir, oraya da, bu olayın daha aktif bir politika zemini oluşturabilmesi
için, bir özel temsilci atamanızda yarar olduğunu düşünüyorum Sayın Bakanım. Türkiye - Avrupa
ilişkileri bağlamında ise, bu çok tartışılan, çok üzerinde konuşulun bir
konudur, Türkiye'nin hedeflediği bir noktadır ve burada ulusal programdan
başlayan, Helsinki'den başlayan bir süreç, geçen hafta içerisinde iki önemli
olayla sonlandı. Bu, Avrupa güvenlik savunma politikası noktası ve NATO ile
ilişkilendirme sürecidir. Konu bilindiği için ayrıntılarına girmeyeceğim; ama,
umuyorum ki, bu anlaşma ve Türkiye'nin bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri,
İngiltere ve Türkiye arasında varılan uzlaşmanın, yalnızca İngiltere
Başbakanının gönderdiği bir mektuba endekslenmiş olmadığını ümit etmek
istiyorum ve resmî olarak bilgim olmamakla beraber, gayri resmî olarak, belki
de Leaken'de onaylanmadığı için henüz tarafınızdan veya hükümet tarafından
kamuoyuna aktarılmayan bir yazılı anlaşmanın, hukukî bir temelin, gelecekte
tartışma konusu olmayacak kadar netlikte konulmuş olduğunu varsaymak istiyorum
ve umuyorum yanılmıyorumdur. Vakit çok kısıtlı olduğu
için Kıbrıs ve bu konunun ayrıntılarına girecek değilim; ama, burada, tabiî,
Türkiye'ye düşen, uyum yasalarını hızla çıkarmak gerekiyor, demokratikleşme ve
siyasal alanda gerekli şeyleri yapmamız gerekiyor. Meclis olarak, kuşkusuz
bunları yapacağız; ama, Leaken Zirvesi sonrasında kurulması beklenilen bir
konvansiyon var Avrupa Birliği sürecinde. Bu konvansiyonda Türkiye'nin temsil
edilir olması sembolik bir şeydir; ama, Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin
üyeliğine bakış açısını göstermesi açısından önemlidir; o nedenle, bu noktada
bu temsilin gerçekleştirilmesi dileğimi gündeme getirmek istiyorum. Yine, Türkiye'nin adaylık
statüsü yeniden değerlendirilerek, diğer aday ülkelerle, yani, 2004'te
genişleme sürecinde 10 aday ülkeyle sonuçlandırılacaktır; kalan, Romanya ve
Bulgaristan'ın ekonomik açıdan yeterli olmadığı, Avrupa Komisyonu raporunda
belirtilmektedir. Türkiye'nin, siyasî
açıdan da, ekonomik açıdan da henüz yeterli standartları sağlayamadığı
söylenmektedir. Dolayısıyla, Türkiye, Romanya, Bulgaristan üçlüsünün de ikinci
genişleme süreci içerisinde; ama, 2004'ten önce muhakkak adaylık görüşmelerinin
başlatıldığı bir zemin üzerine oturtulmaları gerekliliğini vurgulamak
istiyorum. 11 Eylül saldırısı,
Avrupa Birliği ve bütün dünya üzerinde -AGSP dahil- yaptığı değişikliklerin
dışında, NATO yapılanmasında da ciddî değişimlere yol açtı. Bunun altını çizmemiz
lazım, hatırlamamız lazım. En önemli değişiklikler, 5 inci maddenin ilk kez
kullanılmasıyla, artık, dışarıdan saldırı konusu yeni bir konsept üzerine
oturtulmuş oldu. Bir başka önemli şeyi
burada sizinle paylaşmak istiyorum: Artık, Batı dünyası açısından savunma ve
bir anlamda defans kimliği olarak tanımladıkları değerlendirmelerde bir sözcük
gündemde tutuluyor. O da, Greater Middle East dedikleri, yani "Büyük
Ortadoğu" tanımlaması var ve Büyük Ortadoğu, NATO'nun kurulduğu günden
itibaren 11 Eylül'e kadar, aslında arka bahçesi olarak bile görmediği
Ortaasya'yı da içeren bir Ortadoğu kavramını gündeme getirmektedir.
Dolayısıyla, güvenlik konusunda, artık, Türkiye de bu anlayışı, yani, NATO'nun
benimsediği veya gelecekte benimseyeceği bu anlayışı bu şekilde değerlendirmek,
belki, Kafkasya'yı, Ortaasya'yı ve Ortadoğu'yu tümüyle içeren bu Büyük Ortadoğu
kavramına göre şekillendirmeler yapmak zorunluluğundadır. Terör, bir anlamda tarif
edilme noktasındadır ve NATO'nun 11 Eylülden sonra geldiği, sadece NATO'nun
değil, gelişmiş Batı ülkelerinin güvenlik kimliği içerisinde geldikleri bir
nokta var; o da, kitle imha silahları konusunda ortak mücadele kavramıdır. Bu,
çok önemli bir kavramdır ve Türkiye'nin etrafındaki Suriye, Irak, İran gibi
ülkelerin, biyolojik ve kimyasal silahlar açısından, hatta, nükleer amaçları
açısından ciddî mesafeler aldığını göz önüne alırsak, NATO'nun, gelecekte,
Türkiye'nin de çıkarlarının örtüştüğü biçimde, bu amaçlarda, hedeflerini ve
çabalarını yoğunlaştırması gerektiğini hatırlatmak istiyorum ve Türkiye'nin de,
bu noktada, ciddî bir çaba göstermesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum Burada, Sayın Dışişleri
Bakanının yakında muhtemelen bildiği, NATO'yla ilgili bir gelişmenin daha
altını çizmek istiyorum. Biliyorsunuz, NATO ile Rusya arasında 1997'den
itibaren özel bir danışma sistematiği oluşturulmuştu; 19 artı 1 olarak
tanımlanıyordu ve 11 Eylülden sonra, özellikle Tony Blair'in gündeme getirdiği
yeni bir öneri var. Bu, artık, 19 artı 1 değil, 20 üyeli bir danışma grubu
oluşturma şeklinde bir tanımlamadır. Bu tanımlamada, terör karşıtı mücadele,
barışın korunması, kriz yönetimi ve istikrarın korunması alanlarında, artık, 19
NATO üyesiyle beraber Rusya'nın da 20 nci aktif üye olarak -NATO'nun üyesi
olarak değil, altını çiziyorum; ama, bu danışma sistematiğinde 20 nci aktif üye
olarak- rol oynaması konusunda bir çaba vardır. Türkiye, bunu çok iyi
değerlendirmek ve ortaklarıyla iyi bir değerlendirme sürecinden geçirdikten
sonra bu konuda tavır belirlemek zorundadır diye düşünüyorum; çünkü, Rusya,
bildiğiniz gibi, özellikle Kafkasya'da ve Türkiye'nin o yakın çevresindeki
birçok bölgede krizleri önlemek, istikrarı devam ettirmek olayını bırakın onu
bir tarafa, bilakis, bazı ülkelerde -işte Gürcistan'da, işte Karabağ'da, işte
komşu olduğumuz bu bölgelerde- krizi yönlendirici ve istikrarı bozucu bir ülke
olarak görev yapabilmektedir veya fonksiyon görebilmektedir. İşte, bu noktada,
NATO'nun bu gelişmesini iyi algılamak ve iyi değerlendirmek gerektiğini
düşünüyorum; AGSP gibi, gelecekte, yine, önümüze bir sorun olarak, muhtemelen,
konulacaktır. Paris'te, BAB
toplantısına katıldım geçen hafta; ilginç bir şey var: Salonun bir tarafında
bizler, Türk parlamenterler olarak oturuyorduk; karşıda Alman parlamenterler
içerisinde bir hanımefendi, Türk vatandaşı -şu anda, Alman vatandaşı kuşkusuz-
Alman parlamenteri olarak görevli... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Andican,
size de 3 dakika süre veriyorum. A. AHAT ANDİCAN (Devamla)
- Sağ olun Sayın Başkan. Diğer tarafta da Bulgar
Parlamentosu temsilcileri arasında Cevdet Çakar isimli bir arkadaşımız, Hak ve
Özgürlükler Hareketinin temsilcisi olarak orada görev yapıyor; gerçekten ilginç
bir durum ve dış dünyadaki, Avrupa'daki 3 milyon kadar Türk vatandaşımızın
büyük bir bölümünün de artık, yavaş yavaş o bulundukları ülkelerin
vatandaşlıklarına geçtiklerini düşünürsek, önümüzdeki dönemde zannediyorum, 21
inci Yüzyılın bu ilk çeyreğinde, Avrupa'daki bu yapılanmada, Türk
dışpolitikasının çok önemli unsurlarından birisinin de, orada yaşayan
"Avrupalı Türkler" diye tanımlayabileceğimiz bu Türkler olduğu
gerçeği ortadadır. Burada Sayın Dışişleri
Bakanına bir konuyu hatırlatmak istiyorum, doğrudan doğruya kendisiyle ilgili
olmamakla beraber: Değerli Bakanım, Almanya'da yaşayan yaklaşık 500 000 kadar
Avrupalı Türk, Alman vatandaşı olmuştur. Bugün, oradaki çeşitli yerel
parlamentolarda, genel parlamentolarda görev yapmaktadırlar ve Almanya'nın
içsiyasetinde etkili olma yolunda bir başlangıç yapmışlardır. Bu sayının
artması lazım; ama, bu sayının artması için, Türkiye'nin -çifte vatandaşlığı
Almanya kabul etmediği için- bu vatandaşlarının, Türk vatandaşlığından
çıktıktan sonra Türkiye'deki haklarının korunabileceği zeminini sağlaması lazım
ve "pembekart" uygulaması diye tanımlanan -halk, vatandaşlarımız bu
şekilde tanımlıyor- bu uygulamanın, maalesef, Türkiye'deki bürokrasi tarafından
bilinmediği için, vatandaşlarımız tarafından da çok kullanılamadığını ve
amaçlandığı şekilde sonuç vermediğini görme imkânı oldu Almanya'da. O nedenle, görevlisi
olduğunuz, temsil ettiğiniz hükümetin, bu konuda çok net, çok açık bir uygulama
yapması lazım. "Seçme ve seçilme hakkı dışında; yani Alman vatandaşlığına
geçmiş veya Fransız vatandaşlığına geçmiş vatandaşlarımızın tüm hakları
saklıdır" şeklinde bir uygulamayı, Türkiye'deki ve tabiî, dışarıdaki
bürokrasimize çok iyi anlatmak durumundayız. Bu şekilde, vatandaşlarımızın,
geniş oranda, diğer ülkelerin vatandaşlığına geçmelerini ve katılımlarını
sağlama imkânını bulmuş oluruz diye düşünüyorum. Konu, Dışişleri Bakanlığı
bütçesi, dolayısıyla birkaç kelimeyle de ondan söz etmemiz gerekiyor. Benden
önceki arkadaşlarımız da söylediler. Dışişleri Bakanlığı bütçesi gerçekten
yetersiz; yaptığım hesaba göre şu anda 300 milyon dolar civarında. Bunun,
Türkiye gibi, dünya devleti değilse de,
kıta gücü olma savaşı içerisinde olan bir ülke için yeterli olmadığı ortada. Çok daha ilginç bir anımı
da burada hemen paylaşarak konuşmamı tamamlıyorum: Geçenlerde, bir
resepsiyonda, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği Müsteşarıyla
görüşüyordum. Kendisine, Türkiye'de size bağlı olarak çalışan ne kadar
görevliniz var ve Türkiye dünyada kaçıncı sırada diye sordum. Misyon
görevlileri en çok İngiltere'deymiş, sayısını bilmiyorum. "Türkiye ilk on
içerisindedir. Türkiye'de görevli sayısı -tabiî, buna aşçısı da, meslek
memurları da dahil- 1 000 civarında" dedi. Bu, gerçekten ilginç bir rakam,
eğer abartma yok ise ve Sayın Dışişleri Bakanının konuşma metnine baktığımda da
888'i meslek memuru olmak üzere 1 500 Dışişleri mensubu olduğunu gördüm.
Türkiye, kuşkusuz Amerika değil; ama, Türkiye, onda 1 Amerika da değil; en
azından yüzde 50 Amerika, yüzde 40 Amerika olmak durumunda. Dolayısıyla, olayın
bu yönüne de Yüce Meclisin dikkatini çekiyorum. Bütün vatandaşlarımızın
Ramazan Bayramını ve yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın, Türkiye'ye, ulusumuza,
Türk ve İslam alemine hayırlar getirmesini diliyorum, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Andican. Efendim, Saadet Partisi
Grubu adına, ilk söz, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Ahmet Karavar'a ait. Sayın Karavar, süreyi
eşit mi paylaşıyorsunuz? AHMET KARAVAR (Şanlıurfa)
- Evet. BAŞKAN - Peki efendim,
buyurun, ben sizi 15 inci dakikada ikaz ederim. SP GRUBU ADINA AHMET
KARAVAR (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının
2002 yılı bütçesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Çevrenin kirliliği ve
çevrenin korunması diğer ülkelerin sorunu olduğu gibi, Türkiye'nin de öncelikli
sorunudur. Çevrenin korunması insanın korunmasıyla eşdeğer bir hale gelmiştir.
Buna paralel olarak, çevre hakkı ve çevrenin korunması, Anayasanın 56 ncı
maddesinde yer almıştır. Çevre geniş bir kavramdır, dışımızdaki her şey çevre
olarak tanımlanabilir. Ülkemizdeki hızlı nüfus
artışı, sanayileşme, yetersiz altyapı, köyden kente göç, tarım ve artan turizm
faaliyetleri doğal kaynaklar üzerinde baskısına neden olmuştur. Yanlış
uygulamalar neticesinde, ekolojik denge ve biyolojik çeşitliliğin devamı için,
hayatî olan orman, mera alanlarının yüzde 50'den, sulak alanların yüzde 40'tan
fazlası kaybedilmiştir. Ülkemizde çevreyle
doğrudan ilgili çevre yönetimi, 1978 yılında Çevre Müsteşarlığı, 1984 yılında
Çevre Genel Müdürlüğü adıyla hizmet vermiştir; 1989 yılında ise Çevre Bakanlığı
kurulmuştur. Statü olarak en yüksek idarî yapıdaki bu yapılanma, ekonomik,
sosyal, kültürel alanda hizmet veremediği gibi, doğal hayat ve çevrenin
korunmasında yetersiz kalmıştır. Çevre Bakanlığı bütçe
imkânlarının yetersizliği, bürokrasi ve yetki karmaşası, sorunun temelini
oluşturmaktadır. Sorunları çözmek adına yapılan işler, beraberinde başka
sorunları ve kirlilikleri getirmektedir. İzmit'te atık sorununa çözüm olarak
gösterilen, İzmit Tehlikeli ve Klinik Atık Yakma Tesisi çevreyi kirletmekte,
insan sağlığını tehdit etmektedir. Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planında, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı doğrultusunda, gelecek
kuşaklara daha sağlıklı bir fizikî ve sosyal çevre bırakacak yönde bir gelişme
kaydedilmediği ve sosyal politikalara entegrasyon sağlanmadığı
vurgulanmaktadır. Üstelik, bu durumun, kalkınma planları vasıtasıyla en üst
derecede ifade edilmesine rağmen, açık bir şekilde sorunların üzerine
gidilmediği ve gelişmelerin akim kaldığını görmekteyiz Ülkemizde yoğun
kirlenmeye maruz kalan bölgelerin başında Marmara Denizi ve havzası
gelmektedir. Kirliliğin kaynağı, evsel, endüstriyel ve gemi kökenlidir.
Endüstriyel kirliliğin kökeni ise daha çok devlet fabrikalarıdır. Bu da işin
ilginç yanı. Fırat ve Dicle başta
olmak üzere, bütün barajlarımız erozyon tehdidi altında; akarsularımız,
göllerimiz ve barajlarımız, arıtılmadan deşarj edilen evsel ve endüstriyel
atıklarla kirlenmektedir. Bilinçsiz yapılan
avlanma, karada ve denizde yaban hayatını tehdit etmektedir. Yapılan bilinçsiz tarım,
ilaçlama ve sulama neticesinde topraklarımız çoraklaşmakta, topraktaki doğal
denge bozulmaktadır. Çevre ve çevre sağlığının
korunmasında, öncelikli olarak, mevzuattaki dağınıklığı ve yetki karmaşasını
ortadan kaldırmanın yanında, su havzalarının ve doğal kaynakların tüketilmesine
yol açacak her türlü yapılaşma engellenmeli; küçük sanayi sitelerinin kuruluş
aşamasında, arıtma tesislerinin, proje içinde yer alması sağlanmalı; organize
sanayi bölgeleri dışındaki sanayi tesislerine izin vermeyi önleyecek gerekli
yasal düzenlemeler yapılmalı; sanayiden kaynaklanan kirlilikten yerleşim
birimlerinin etkilenmemesi için, başta organize sanayi bölgeleri olmak üzere,
sanayi tesisleri etrafında geniş koruma bantları oluşturulmalı; Karayolları,
DSİ, Köy Hizmetleri ve yerel yönetimlerin yol, baraj ve gölet gibi altyapı
yatırımlarının gerçekleştirilmesinde, orman ve toprak düzenini koruyucu
projelere ve yapım tekniklerine öncelik verilmelidir. Dileriz, Çevre Bakanlığı,
hak ettiği ve toplumca beklenen konuma gelir. Çevre Bakanlığının 2002
yılı malî bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Karavar. Saadet Partisi Grubu
adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, Adana Milletvekili Sayın Ali Gören;
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA ALİ GÖREN
(Adana) - Muhterem Başkan, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; 2002 yılı
bütçesi muvacehesinde, Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Saadet Partisi Grubunun
görüşlerini aktarmak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
biraz önce de izah ve ifade edildiği gibi, Çukurovamızı -başta Mersin olmak
üzere- Adanamızın da önemli bir kesimini etkileyen ve önemli sıkıntılara yol
açan sel felaketi dolayısıyla vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum,
hükümetimizi, Adana'da ve Mersin'de ortaya çıkan bu sıkıntıyı gidermek üzere,
acil tedbirler almaya davet ediyorum. Konunun dışında
söyleyeceğim ikinci şey ise, özellikle içinde bulunduğumuz mübarek ramazan
ayını tebrik ediyor, 4 milyonu aşan yurt dışındaki vatandaşlarımızın, özellikle
Dışişleri Bakanlığının, kendileriyle yeterince ilgilenmediği yakınmalarını da
vurgulayarak, onların da yaklaşan mübarek Ramazan Bayramlarını tebrik ediyor,
bu mübarek bayramın, tüm insanlığa, salah ve selametler getirmesini diliyorum. Değerli arkadaşlarım,
globalleşen, küçülen ve olağanüstü bir hızla değişen dünyamızda, jeostratejik
açıdan fevkalade önemli bir yerde bulunan, merkezi işgal etmiş bulunan Türkiye'nin,
uluslararası arenada ekonomik ve siyasal açıdan alması gereken pozisyonun,
yöneticilerimiz tarafından sağlanıp sağlanamadığını irdelemek, tabiî ki,
bütçesi konuşulurken, Bakanlığımızdan sorulacak sorular arasında yer alması
önemli bir konudur. Bizim görevimiz, etkili
ve millet adına doğruyu arayan bir muhalefet yapmakken, iktidarın görevi ise,
muhalefeti yok saymak, önemsememek değil, muhalefetin, önlerini açmak için
gösterdiği doğruları, eleştirdikleri yanlışlıkları dikkate alarak, bu millete
daha iyi hizmetin nasıl yapılabildiğini ve nasıl yapılabileceğini
değerlendirmeleri ve ortaya koymaları gerekmektedir. Anadolumuzun tabiriyle,
delik büyük, yama küçük olunca, tabiî ki, ortada kocaman bir devlet, dünya
devleti olma iddiasında olan bir devlet; ama, bu devletin, kısıtlı imkânlarla
ve zayıf bir hükümetle yönetilmeye, dışişlerinin yürütülmesine çalışılması ve
ne iktidarın, iktidar olarak ülkenin ve dışişlerimizin üstesinden gelmesi ne de
bu imkânlarla ve bu mantaliteyle, bu mantıkla Dışişlerinin, bu büyük devletin
dışişlerini yürütecek bir misyonu bünyesinde taşıması ve üstesinden gelmesi
mümkün görülmemektedir. Bunun derin üzüntüsünü hep birlikte duymamız lazım. 2002 yılı bütçesi
görüşülürken, hükümetin yaptığı bütçeyi yürütme ve tamamlama ümidi ciddî
şekilde tartışılmaktadır. İçeride zorlamayla sağlanmaya çalışılan iktidarın,
dışarıdan bakıldığında, zayıf bir görüntü verdiği ve tedirginlik yarattığı
unutulmamalıdır. Başbakan, ne bürokrasiye ne de hükümete hâkim görünmemekte ve
bu durumu, sanki, hükümet etme, Başbakan olma, ağlama duvarıymış gibi, çıkıp
milletin karşısına, bürokratlarına ve bürokrasiye hâkim olamadığını itiraf
etmektedir. Bazı itiraflar, anlaşılabilir, müsamahayla karşılanabilir; ancak,
yapacağı işleri yapamamanın itirafı, çok ciddî bir acziyettir ve bunun
tekrarına kesinlikle, hoşgörüyle bakamayacağımızı ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Dışişleri Bakanımızın da, sahip olması gereken birikim, aktivite ve
sorumluluğu zaman zaman tartışma konusu yapılacak tutumlarından vazgeçmesini
diliyorum. Özellikle, geçenlerde dinlediğim bir televizyon konuşmasında
"Ben, Avrupa Birliği üyeleriyle kavga edecek değilim ya! Gerekenleri
söylerim, onlar da ne yaparsa yapar" manasında bir söz kullanmasını, ciddî
şekilde yadırgadığımı; çünkü, Dışişlerinin bugün, hatta hükümetin, hatta
Türkiye'de yürütülen işlerin altında yatan, "yaptım oldu, ben göründüm ya,
dostlar pazarda görsün" der gibi, "ben yapıyorum, sonucu ne olursa
olsun; yapıyor görünüyorum ya, ben sonucuna karışmam" mantığı, çok ciddî
bir eksikliktir, çok ciddî bir yanlışlıktır. Mühim olan, sonuç alıncaya kadar
gerekli aktiviteyi göstermek, olayları değerlendirmek, yönlendirmek, takip
etmek ve sonuç almaktır. Bizim, iktidardan ve Sayın Dışişleri Bakanımızdan
beklediğimiz, ülkenin gerekli misyonunu dünya üzerinde temsil etmek ve olumlu
sonuçları elde etmek için uğraşmaktır. Dış basında, Sayın
Dışişleri Bakanımızın bu görüşleri ve özellikle, Dışişleri Bakanlığının bütçesi
Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken kullandığı, belki amacını da aşan
sözlerini daha sonra kendisi tavzih etmek zorunda kalmıştı "ben, Avrupa
Birliğini kastetmedim" diye. O sözleri, dış basında, Sayın Dışişleri
Bakanının bu efelenmeleri veya öfkelenmeleri, parti içindeki genel başkanlık
yarışına yönelik çalışmalar olarak değerlendirilmiştir. Sayın Dışişleri
Bakanım, buna yönelik çalışmalarınız varsa, lütfen, Dışişleri Bakanlığını buna
alet etmeyin?! İSMET VURSAVUŞ (Adana) -
Olur mu öyle şey! ALİ GÖREN (Devamla) - Dış
basını takip ederseniz, görürsünüz neler yazıldığını. Değerli arkadaşlarım,
özellikle... FARUK DEMİR (Ardahan) -
Dış basında... ALİ GÖREN (Devamla) -
Lütfen, dinlemeyi öğrenin! Dış basını takip edin... FARUK DEMİR (Ardahan) -
Taliban da var dış basında. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Ne alakası var?! FARUK DEMİR (Ardahan) -
Çok alakası var. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Ne alakası var?! BAŞKAN - Rica ediyorum
arkadaşlar, müdahale etmeyin. ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, lütfen, dış basını takip edin, göreceksiniz neler olduğunu. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Sizin takip ettiğiniz basın ile dış basın çok farklı. BAŞKAN - Efendim müdahale
etmeyelim. Rica ediyorum... ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Sayın Dışişleri Bakanımızın kullandığı diğer bir
yaklaşımsa, bedel ödetme konusu, çok ciddî şekilde yadırganmıştır. Kendisi, her
ne kadar tavzih ettiyse de, Türkiye'de, Türkiye'nin yakın tarihinde, bedel
ödemenin ve bedel ödetmenin nasıl anlaşıldığını kısaca krinolojik olarak vermek
istiyorum. BAŞKAN - Sayın Gören, bir
dakikanızı rica edeyim. Sayın milletvekilleri, bu
oturumdaki çalışma süremizin, Sayın Gören'in konuşmasını bitirinceye kadar
uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sözünüzü kesmemek için
efendim... Teşekkür ederim; buyurun. ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Dışişleri Bakanlığımıza ithaf ediyorum, değerlendirilmesi
ve bundan sonraki çalışmaların, hiç olmazsa, buna benzer hataların tekrarına
fırsat vermeyecek şekilde sürdürülmesi için: İkinci Dünya Savaşı
sonrasında 12 adanın durumunun görüşüldüğü Paris Toplantısına, zamanın
yönetiminin, davet edildiği halde gelmemesi, bugün, Kıbrıs, hatta 12 ada ve Ege
sorunlarını, karşımızda aşılması zor bir tablo halinde tutmuştur. Yunanistan'la birlikte
başvurduğumuz Avrupa Birliğine, 1959 Roma ve 1963 Ankara Antlaşmalarından doğan
haklarımızla Yunanistan'la birlikte girme hakkımız varken, sayın başbakan,
1978'de "onlar ortak, biz pazar mı olacağız?" sloganıyla bir ileri
görüşsüzlük yaparak, ülkemizin, Avrupa Birliğindeki yolunu kesmiş ve 1985'te
tamamlanmış olacak olan hazırlığın, ilk on yıl içinde, otomatik olarak,
ülkemizin, Avrupa Birliğine girmesi söz konusu iken, bu hakkı elden kaçırmışız
ve Yunanistan'ın, Avrupa Birliğine girmesinden sonra ortaya çıkan dengesizlik
ve bugün Yunanistan'ın aşamadığımız veto durumlarıyla karşı karşıya
bırakılmışızdır. 1980 yılında, NATO'ya
geri dönmek için müracaat eden Yunanistan'ın üzerinden NATO vetomuzu
kaldıranlar, bunun ne hesabını vermiş ne de bedelini ödemişlerdir ve bu hususta
çiğnedikleri uluslararası teamüller ve Dışişleri Bakanlığının geleneksel
teamülleri de berhava olmuştur. 1995 yılında, yeterli
altyapı yapılmadan ve gerekli hazırlıklar tamamlanmadan, kendi küçük
menfaatları için ülkenin büyük menfaatlarını gözardı ederek ve ciddî
pazarlıklar yapmadan, Avrupa Birliğinin gümrük birliği kısmına sokanlar ve
milleti bu hususta milyarlarca dolar zarara sokanlar, ne bunun farkındadır ne
de bunu idrak etmektedirler ve halen bunu bir övünç vesilesi olarak kullanabilmektedirler. 1997'den beri, her
bakımdan ülkeyi geri götüren, içeride ve dışarıda temsil kusurları işleyen,
kötü yöneten, memur ve bürokrat atamalarından bakan azillerine kadar; çıkacak
kanunlardan, tayin edilecek vergilere kadar, IMF'nin ve Dünya Bankasının
kontrolüne veren bu hükümet, maalesef, bunun millete karşı ne hesabını vermekte
ne de bedelini ödemektedir. Tabiî ki, bedelini ödeyeceği, hesabını vereceği
yer, en yakın gelecekte olacak seçimlerdir. 1999 yılında, Helsinki'de
yapılan müzakerelerde Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine müracaatının kapısını açanlar
ve milletin aklı erenlerinin başkaldırısı, itirazları sonucunda, Finlandiya
Başbakanının gönderdiği bir mektupla teslim bayrağını çeken Sayın Başbakan,
bunun, ne hesabını vermekte ne de nelere mal olduğunu idrak edebilmektedir. Değerli arkadaşlarım,
ancak, 1958 yılında, Londra ve Zürih Anlaşmalarında, Kıbrıs müzakerelerini
başarılı bir şekilde yürüten ve seksen yıl sonra Türk askerini Kıbrıs'a ayak
bastırma zaferini elde eden ve büyük takdir toplayan rahmetli Fatin Rüştü
Zorlu, bu ülkede, bedel ödemiştir. Türkiye'nin, sadece Amerika Birleşik
Devletlerine ekonomik ve dışpolitika açısından bağımlılığını yeterli görmeyen,
Türkiye'nin, başta Rusya olmak üzere, komşularıyla yakın işbirliği içerisinde
bulunmasının gerektiğini deklare eden rahmetli Sayın Başbakanımız, unutulmayan
Başbakan Adnan Menderes bedel ödemiştir; tüylerinizi ürpertmesi lazım.
1996-1997 yıllarındaki kısa dönem iktidarında, ülkenin ekonomisini ciddî ölçüde
düzelten, dışborç almadan içborcu azaltarak memur, işçi ve emekliye önemli
ekonomik katkılar sağlayan ve en önemlisi, D-8 projesiyle Türkiye'nin içine
sıkıştığı dışpolitika cenderesinden kurtararak, dünyada önemli bir yer alma
çalışmalarını sürdüren, lobi imkânı sağlayan dönemin Başbakanı Sayın Prof. Dr.
Necmettin Erbakan bedel ödemiştir ve halen ödemektedir. Özellikle iktidarınız
döneminde, milletin omzuna yüklediğiniz ödenmesi bile çok zor olacak bir borcu,
bugün, her bir vatandaşımız ve gelecekteki neslimiz, bir bedel olarak ödemek
zorunda ve sıkıntılarını çekmektedir. Sayın Başbakanımız ise, içerde şahin,
dışarıda güvencin üslubuyla, memleketin meselelerine müzahir ve müdahil olma
çalışmalarını yaparken, maalesef, daha fazla karışmasın artık dedirtmek zorunda
bırakmaktadır. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Başbakanımızın Cumhurbaşkanıyla kavgası, muhalefetle kavgası, bakanlarla
kavgası, kendi milletvekilleriyle, kimini dövdürerek, kimini kovdurarak,
kavgası, vatandaşlarla kavgasının ötesinde, dış ilişkilerimize, hiç olmazsa
karışmasın dedirtecek... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Doktor, bu kadar çarpıtma... ALİ GÖREN (Devamla) -
Finlandiya... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Oruçlusun, günaha giriyorsun. BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim arkadaşlar... Müdahale etmeyelim... ALİ GÖREN (Devamla) -
Finlandiya Başbakanından gelen mektupla... MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Çarpıtıyorsun... BAŞKAN - Efendim,
müdahale etmeyelim... Arkadaşlar, müdahale etmeyin, hükümet cevap verir. ALİ GÖREN (Devamla) -
Helsinki Anlaşmasını örten... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Hükümetle ne alakası var?!. BAŞKAN - Herkes kendi
düşüncesini söyler burada; arkadaşlar, burası özgür kürsü... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Herkes saygılı olsun canım! Libya'daki çadır unutuldu değil mi? BAŞKAN - Rica ediyorum. ALİ GÖREN (Devamla) -
İngiltere Dışişleri Bakanının mektubuyla Avrupa güvenlik ve savunma
politikasında teslimiyete giren ve iki gün önce yaptığı bir telefon
konuşmasında Türkiye'yi dünyada mat eden Sayın Başbakanımızın, ne yaşlılığını ne
rahatsızlığını bir doktor olarak söylemek istemiyorum; ama, artık, dışişlerine
bari karışmasın Sayın Dışişleri Bakanı. B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir)
- Ayıp, ayıp!.. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Yakışmıyor!.. BAŞKAN - Efendim, Genel
Kurula... Sayın Gören, Genel Kurula hitap edin efendim. B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir)
- Hoca, sen ayıp ediyorsun... ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, hiç ayıp etmiyorum. B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir)
- Hocasın, ayıp ediyorsun. ALİ GÖREN (Devamla) -
Afganistan konusunda, Sayın Başbakanımızın ve Dışişleri Bakanlığımızın Taliban
karşıtlığı ile Afgan halkı karşıtlığını birbirine karıştırması sonucunda... EROL AL (İstanbul) - Sen
karıştırıyorsun, sen... BAŞKAN - Efendim, rica
ediyorum arkadaşlar, müdahale etmeyelim arkadaşlar.. ALİ GÖREN (Devamla) -
Kimin karıştırdığı, dokümanlarla burada; öğrenmek isteyenler gelebilir. EROL AL (İstanbul) - Sen
karıştırıyorsun... BAŞKAN - Sayın Al,
karışmayalım, rica ediyorum. Efendim, böyle bir müzakere usulü yok. ALİ GÖREN (Devamla) -
Afganistan'ın imarı ve inşası için Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Kalkınma
Bankası ve Asya Kalkınma Bankasının organize ettiği ve İslamabad'da yürütülen
toplantıya Amerika katılmıştır, Rusya katılmıştır, Fransa katılmıştır, Almanya,
Pakistan katılmıştır; ancak, Türkiye, katılamamış veya çağrılmamıştır.
Afganistan'ın geleceğinin müzakere edileceği toplantının Türkiye'de yapılacağı
ümidi hepimizin göğsünü kabartmış, inşallah, Türkiye, bundan sonra önemli
misyonlar üstlenen bir bölge, ileri ülkesi olur ümidimiz, maalesef, içimizde
sönmüş ve bu toplantı Türkiye'de yapılamamıştır. Niçin yapılamadığını Sayın
Dışişleri Bakanımız veya Başbakanımız açıklamamış, ancak, basından öğrendiğimiz
kadarıyla, "bu toplantı için geçerli olan 500 000 dolar bulunamadığından,
bu toplantı Avrupa'ya kaydırıldı" sözleri bizim hicranımızı ve
ıstırabımızı daha da artırmıştır. Böyle bir toplantı 500 000 dolarlara feda
edilebilir miydi ve getirisi bunlarla ölçülebilir miydi? Sadece bu toplantı
için gelecek basın mensupları ve turistler bile bu paradan fazlasını
bırakabilirdi eğer ölçünüz sadece 500 000 dolar ise; ancak, Türkiye'nin bir
bölge gücü, bölge ülkesi, dünyada hatırı sayılır bir ülke olabilmesi için, buna
benzer olaylarda yer alması inisiyatif belirtmesi zarureti tartışmasızdır. Değerli arkadaşlarım,
ülkemizin tarihî ve jeopolitik konumu ve önemini vurguladık; ancak, bu ülkenin
yöneticileri ve temsilcileri ülkeyi temsil etmekte, gelişmelere müdahale
etmekte, yönlendirip, takip etmekte ve sonuçlandırmakta çok ciddî bir acziyet
içerisindedir ve uluslararası oluşumlarda ve işbirliğinde yetersizlik,
ilgisizlik ve yalnızlığa düşülme tablolarıyla karşı karşıya kalmaktayız ve bu,
bizi üzmektedir. Sahip olduğumuz binlerce
yıllık devlet geleneğine ve vârisi bulunduğumuz imparatorluk yönetimlerine
rağmen, ne uzak devletlerde, ne komşularımızda, ne de uluslararası paktlarda
söylediklerimizin dikkate alınmaması ve bize önemli konuların sorulmaması,
ciddî bir ıstırap kaynağıdır. Türkiye gibi büyük bir ülkenin, kendi içine
kapanmaktan kurtulmuş, kabuğunu kırmış, dünyaya verecek mesajı ve insanlığa
yapacak hizmeti olan büyük Türkiye'nin, iddialı, saygın bir ülke olabilmesi
için, önce içeride insanlarına, halkına saygılı, halklar arasında ayırım
yapmayan, demokratik hukuk devletini kurmuş, adalet, sağlık ve eğitim sistemini
geliştirmiş ve müreffeh bir topluma sahip olması lazım. Özellikle bölgesinde
güven veren, işbirliği yapmaya yatkın ve halklara riayeti temel prensip edinmiş
olması lazım. Halkların kaynaşması, yakınlaşması ve refahın paylaşılmasını amaç
edinmesi lazım güvenilir bir şekilde. Enerji ve ulaşım ekonomisinin kurulup
yaygınlaştırılmasında öncülük etmesi ve bu işlemlerde önce insan faktörünün göz
önünde bulundurulması lazım. Denizler ve sular
üzerinde ulaşım ve paylaşım konularını ve çevre sağlığını öncelemesi lazım. Silahlanmanın önlenmesi,
kalkınma önceliklerinin belirlenmesi için, uluslararası işbirliğini en ciddî
düzeyde sürdürmesi ve yürütmesi lazım. Kitle imha silahlarının bir yarış alanı
olmaktan çıkarılması için, ciddî çalışmalar yapması lazım. Tabiî, bu çalışmalar ve
bugünkü iktidar ve Dışişlerimizin içinde bulunduğu -bunu üzülerek söylüyorum-
Dışişleri taşra teşkilatımızın zaman zaman içine düşürüldüğü ekonomik açmazları
burada söylemeye, vurgulamaya gerek yok; bu bütçeyle ne yapılabileceği zaten,
defalarca soruldu. Böyle yüksek, ulvî
gayeleri ve misyonu olması gereken Büyük Türkiye Devletinin ve bu devletin
Dışişlerinin bu işlerle ne kadar ilgilendiği, hangi taşra teşkilatının,
ülkemizin o bölgedeki kültürel, ekonomik ve siyasî çıkarları için hangi önemli
aktiviteleri yaptığı, maalesef, tartışma konusu ve hem medyadan öğrendiğimize
hem de yerinde yaptığımız bazı tespitler ve müşahedelerle, bu husustaki
endişelerimizi dile getirmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Avrupa
Birliğiyle olan ilişkilerde, haklarımızın ne kadar korunduğu ve Avrupa Birliği
ülkeleri karşısında tutumumuzun nasıl olduğunu burada ifade etmekten, insan bir
tuhaf duygulara karışıyor. Avrupa Birliğine, bizim,
şunu net olarak belirtmemiz lazım: Biz, Avrupa Birliğine girecek miyiz,
girmeyecek miyiz. Eğer gireceksek, ki, halkımızın büyük çoğunluğu bu yönde ve
devletin alınmış kararları bu yönde, o zaman, lütfen, önce, kendimize saygılı
olmasını bilelim. Gidip, Avrupa Birliğiyle yapılan müzakerelerde, altına imza
attığımız anlaşmaların ülkemizde uygulanması konusunda, gelip ayak sürümek,
mızmızcılık yapmak; bizim kendimize uygun şartlarımız var, ne yapalım, bu kadar
yapabiliyoruz demek, önce, insanın kendisine olan saygısında kusuru var
demektir. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) başkalarından göreceğimiz
saygının, bizim kendimize ve başkalarına gösterdiğimiz saygıyla orantılı
olduğunu lütfen kabul etmemiz lazım. O nedenle, değerli arkadaşlarım, Avrupa
Birliği içerisinde bulunan -3 500 000 Avrupa'da bulunuyor- Türklerin
haklarının, serbest dolaşım haklarının takibinde neredeyiz? Ne oldu bizim
anlaşmalarla elde ettiğimiz serbest dolaşım hakları? Avrupa Birliğinin,
ülkemize ödemeyi taahhüt ettiği ekonomik kaynakların ödenmesi konusunda hangi
ciddî çalışmaları yapıyoruz? Engeller nelerdir ve bu engeller nasıl
aşılacaktır? Eğer, aşamıyorsak, aşma iktidarımız yoksa, hiç olmazsa, bu işleri,
yapması ve becermesi ümit edilen insanlar eline alsın. Avrupa Birliği
karşısında, Ortadoğu karşısında, Rusya karşısında, bölge ülkeleri ve diğer
oluşumlar karşısındaki durumumuza -maalesef- hocalığımız tutar da not verecek
olursak, nasıl bir not vermeyi düşünürsünüz?! Böyle bir hükümete, böyle bir
iktidara, böyle bir uygulamaya geçerli not vermek mümkün mü?! Bir kere, notu
isteyenin, geçerli not almaya yüzü olması lazım! Değerli arkadaşlarım, bu
hususlarda söylenilecek sözün ve yapılacak işin ne kadar çok olduğu hepinizce
malumdur; ancak, Amerika Birleşik Devletleriyle olan ilişkilerimizin fevkalade
önemli ve dengeli bir şekilde götürülmesi lazım. Amerika Birleşik Devletlerinin
dostluğu, dünya üzerinde fevkalade önemlidir ve biz bu önemin farkında olarak:
"Ancak Amerika Birleşik Devletleri söyler, Türkiye yapar" anlayışının
dışında, ilişkilerimizi karşılıklı anlayış, işbirliği ve dayanışma içerisinde
yürütmemiz lazım. Sayın Dışişleri
Bakanımıza bir hususu daha sormak istiyorum: Amerika Birleşik Devletlerinde
tutuklandığı söylenilen, resmî rivayetlere göre 47, medyaya göre 100 kişinin
akıbetinin ne olduğu konusunda Dışişleri Bakanlığımızın bir çalışmasını, ne
medyadan ne de kendi açıklamalarından duymadık. Kotalarda, özellikle
Avrupa Güvenlik ve Savunma İşbirliği politikası muvacehesinde, belki,
karşılıklı bir jest olarak, kotalarda sağlanacak kolaylık, tabiî ki, bir iyimserlik
vesilesidir. Biz, dış politikamızı
ekonomik gerekçeleri de içerisine alan
bir çalışma alanı olarak görmedikçe, taşra teşkilatımızdaki temsilcilerimizin
de o bölgelerdeki ve ülkelerdeki ekonomik işlerimizin takibinden yeterince başarılı
olacağını söylemek mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs konusunda, Barış Harekâtı ve bağımsızlık ilanıyla yetinmek ne kadar
doğruydu? Ondan sonra yapılması gereken görevlerin yapılmamasının, bu hususta Yunanistan'ın ve Rum lobisinin
dünya üzerindeki etkinliğini, bugün, karşımıza çıkan engellerle ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetini, dünyada en yakın işbirliği içerisinde bulunduğumuz Türkî
cumhuriyetler, İslam ülkeleri, hatta, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelere bile
tanıtma imkânı bulamadığımızın hicranını yaşıyoruz. Bu hususta teşebbüste,
girişimde bulunan Bangladeş ve Pakistan'ın da tanıma girişimlerinin, etkili Rum
lobisi tarafından önlendiğini, sindirildiğini ve geri alındığını acı acı
hatırlamak durumundayız. Değerli arkadaşlarım,
Avrasya ve Türkler konusunda da çok büyük ıstıraplar ve sıkıntılar
içerisindeyiz. Irak'ta Türkmenler, Çin'de Doğu Türkistanlılar ve
Azerbaycan'daki Türk kardeşlerimizin Ermenistan zulmü altındaki durumları,
maalesef, takip edilmemekte ve özellikle, Çin'in son günlerde daha da
yoğunlaşan zulmü altında inleyen Türk kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı
jenosit, soykırımdan Türkiye'nin haberi bile olduğu görülmemektedir. Bugün,
buna yönelik bir eylem, dışarıda, basın toplantısıyla yapılmaktadır. Çeçenistan... Ne oldu
Çeçenistan?! Değerli arkadaşlarım,
sevgili MHP'li kardeşlerim; halen, Şeyh Şamil oyunları oynayabiliyor muyuz?!
Karadeniz halen Türk'ün bayrağına bakıp da çırpınabiliyor mu; yoksa,
Türkiye'nin içine düşürüldüğü kara tabloya bakıp da kara kara düşünüyor da
kahroluyor mu?! NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Takiyye yapma! Takiyye yapıyorsun kardeşim! Siyasî takiyye yapma! BAŞKAN - Müdahale
etmeyelim arkadaşlar, dinleyelim... Rica ediyorum efendim. ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Afganistan konusunda tek taraflı olunmasının ve Afgan
halkıyla Taliban karıştırılmasından... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size 3
dakika süre veriyorum; buyurun. ALİ GÖREN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Afganistan'da, bizim asker göndermekten başka bir
misyonumuzun olmadığına mı inandık? Yıllarca, Afganistan'la harp eden ve oraya
bir büyük düşman olan Rusya kadar bile olamadık. Biliyor musunuz, yurtdışı
basını takip ediyor musunuz, Ajans France Press'in dünya genelinde dağıttığı
haberlerde, Afganistan'da, Rusya'nın, iki büyük sahra hastanesi kurduğu ve
yüzbinlerce Afganlıya yiyecek ve giyecek yardımı yaptığı ifade ediliyor.
Türkiye'de, hiç mi bir vefa yok? Biraz önceki konuşmacı
arkadaşların da ifade ettiği gibi, İstiklal Harbinde, kolundaki bilezikleri ve
kulağındaki küpeleri toplayıp göndererek yardımcı olan Afganistan halkına bir
sağlık ekibi gönderemez miydik, bir giyecek, yiyecek yardımı yapamaz mıydık?
Afganistan halkına karşı bu duyarsızlığımız, Afganistan'a göndereceğimiz
askerin sadece operasyonel mi, yoksa geri hizmet askeri mi olacağı
tartışmasının ötesine geçemeyen bir anlayışı, tabiî ki ciddî şekilde tenkit
ediyorum. Değerli arkadaşlarım,
Afganistan halkına, sadece kuzeyde, onların da Rusya'yla çok yakın işbirliği
içerisinde olduğu bilinen yüzde 10'una destek verme durumuna düşürülmemiz de
büyük bir yanlıştır. Aynı zamanda, Afganistan'ın büyük çoğunluğunu teşkil eden
Peştunların, çok yakın dostumuz olan Pakistan'ın akrabaları olduğunu hiç mi
düşünmedik? Gerçi, Pakistan'la dostluğumuzu, Hindistan ziyaretlerimizle ne
kadar zedelediğimizi bilseydik, Pakistan'ın güceneceğini de hesap edebilirdik. Değerli arkadaşlarım,
tenkit edilecek, konuşulacak ve Dışişleri Bakanlığının, özellikle cumhuriyet
döneminde sahip olduğu büyük aktiviteyi giderek yavaşlattığı, zayıflattığı ve
misyonundan önemli kayıplara duçar olduğu, artık, dedikodunun ötesine geçmiş
tespitlere dayanmaktadır. Yalnız, önemli bir
konuyu, burada, Yüce Mecliste, Adana Milletvekili Prof. Dr. Ali Gören olarak,
tutanaklara geçirmek üzere, altını çizerek ifade ediyorum: Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin karşısındaki durumumuz, diğer yerlerdeki
durumumuz, bizim, iç açıcı bir tabloyla milletler huzuruna çıkamadığımızın
işaretidir. Bizim, bu hususta, özgüvenimiz ve yapacağımız işlerin, özellikle
komşularımızla olan problemlerimizi çözerek, bir bölge gücü olmanın... Nasıl
Avrupa Birliğinin temelleri Fransız İhtilaliyle atılmış ve tarih içerisindeki
yerini almışsa, Türkiye'nin de, Avrupa Birliğinin çekincelerinden en önemlisi
olan "sınırlarınızdaki sorunları çözün de gelin" dedirtmemek için,
özellikle, Suriye, Irak, İran, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan, hatta
Rusya'yla, çok ciddî -biraz önce saydığım özverileri ve karşılıklı anlayışı da
içerisinde bulundurarak- bir bölgesel işbirliği yapma zaruretinin altını
çiziyor, bunun Yüce Meclis kanalıyla milletimize mal edilmesi,
dışpolitikamızın, milletimizin her bir ferdinin dışpolitika mensubu olacak
şekilde bilgilendirilmesi ve misyonla yüklenmesi zaruretini ifade ediyor, Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyor, Dışişleri Bakanlığımızın, yetersiz de olsa,
bunlarla hiç olmazsa bir miktar hayırlı hizmetler yapmaya yönelmesini
diliyorum. Saygılar sunuyorum. (SP,
DYP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gören. Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, saat 14.00'te... MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Sayın Başkan, bir husus arz etmek istiyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Sayın Başkanım, Sayın Konuşmacı Ali Bey, konuşması sırasında, Grubumuzdaki
milletvekillerine bir atf-ı sataşmada bulundu. Aynen cümlesi şu:
"Milletvekillerini dövdüren Başbakan..." Zabıtlarda gelir... BAŞKAN - Efendim, grup
başkanvekiliniz var... MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Sayın Başkan... BAŞKAN - Gerçi, kişisel
bir yararınız olabilir. MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Müsaade eder misiniz; bu, beni de ilgilendiren, düpedüz bir sataşmadır. BAŞKAN - Peki efendim;
buyurun. MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Sayın Başbakan, Türkiye'nin siyasî tarihine, nezaketi ve kibarlığıyla daima
anılacak ve böyle geçmiş bir insandır. Kendisine her türlü sataşma yapılabilir,
yapılıyor da. Kendisi de, vereceği cevaplarda, her zaman, kendi nezaketini,
üslubu, karakteri içerisinde ifade etmiştir, aynı naziklikle cevapta
bulunmuştur tam tersine, kendi kibarlığı içerisinde; değil ki, bir
milletvekilini dövdürmek... 12 Eylülde, bir tek, demokrasi için kendisini feda
edip de zindanlara giden insandır. (DSP sıralarından "bravo" sesleri,
alkışlar) Bugün, bu Meclis kurulduysa, onun mücadelesi sonucudur ve değerli
arkadaşlarım, hepimizin de burada bulunması onların şahsî girişimleriyledir. Bu
açıdan, tenzih ediyorum, kabullenemiyorum. Sayın hatibin sözlerini aynen iade
ediyorum kendilerine. Hiçbir zaman... BAŞKAN - Peki, teşekkür
ederim. Değerli milletvekilleri,
hepimiz Türkiye'de yaşıyoruz, Türkiye'deki olayları hepimiz görüyoruz.
Herhalde, Sayın Gören bir kongrenizdeki meseleden bahsediyor. Her kongrede
birtakım olaylar olabilir... Yalnız, milletvekillerinin bir şeye sabır
göstermesi lazım. İktidar daima tenkit edilir arkadaşlar; yani, eğer tenkit edilmekten korkuyorsanız, iktidardan
çekilin. Onun için, lütfen, rica ediyorum... (DSP sıralarından gürültüler) Alınan karar gereğince,
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 13.22 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri,
bütçe üzerindeki müzakerelere devam ediyoruz. Onbirinci tur
müzakereleri daha bitmemişti. Şimdi, yeniden müzakerelere başlayacağız. II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898,
3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları: 754,
755, 773, 774) (Devam) A) ÇEVRE BAKANLIĞI (Devam) 1.- Çevre
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Çevre
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1.- Dışişleri Bakanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Dışişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Hükümet yerini
aldı. Komisyonu bekliyoruz... ÇEVRE BAKANI FEVZİ
AYTEKİN (Tekirdağ) - Komisyonda açılış yapmak için geciktiler sanırım... BAŞKAN - Ama, olmaz ki
canım... Buranın her şeyden öncelikli olması lazım. Komisyon gelmiyorsa, ara
verelim. Komisyon yok mu? Evet, komisyon olmadığı
için... PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR (Ankara) - Buradayız. BAŞKAN - Buyurun efendim;
yani, orada komisyon olmaz ki... Komisyonun yeri burası. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR (Ankara) - Geliyoruz... BAŞKAN - Geliyorsanız
biraz süratli gelin. Sürat çağındayız. Kusura bakmayın... Orada oturup... Daha
yeni Genel Kurul salonuna giriyorsunuz, yani bir de bağırıyorsunuz. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR (Ankara) - Hayır efendim... Biz, buradayız
diyoruz. BAŞKAN - Buradaysanız...
Sesiniz yeni geldi. Meclisin çalışması için
her türlü gayreti gösteriyoruz; ama, siz de... PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR (Ankara) - Buradayız diye elimizi kaldırdık. BAŞKAN - Efendim, yeni
kaldırdınız. Biz, iki üç dakika oldu... Şimdi, Demokratik Sol
Parti Grubu adına ilk söz Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu'nun. Yalnız, süre meselesini
nasıl paylaşıyorsunuz onu söyleyin; eşit mi? Yedişer buçuk dakika... Buyurun. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA ESVET
ÖZDOĞU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının
2002 malî yılı bütçesiyle ilgili, Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama
başlamadan önce şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Henüz geride bıraktığımız
yüzyıl birçok teknolojik imkânı insanların hizmetine sunarken, bir yandan da,
insanlığın ortak malı olan çevreden, geri getirilmesi zor, hatta, mümkün
olmayan varlıkları da alıp götürmektedir. İnsan ve çevre arasındaki etkileşimin
önlenemez nitelikte oluşu, çevre kavramının günümüzde kazandığı boyutlar,
çevrenin, ulusal düzeyde olduğu kadar, uluslararası düzeyde de yeni
yaklaşımlarla ele alınması ihtiyacını doğurmuştur. İnsanlığın geleceğini
güvence altında görmesine yarayacak doğal kaynaklar gün geçtikçe tükenmektedir.
Böylece, gelecek kaygısı tüm toplumlarda ortak sorun haline gelmiştir. 20 nci Yüzyılın sonuna
doğru yaşanan şoklar, çevre kirliliğinin sınır tanımaması, iletişim araçlarının
çok hızlı gelişmesi sonucu, dünyanın bir ucundaki olayın diğer ucunda çok kısa
sürede duyulması bütün dünyada önemli bir çevre bilincinin oluşmasına neden
olmuştur. İnsanlar, bir yandan
kendi çevresinin kirlenmemesi ve bozulmaması için mücadele verirken, öte yandan
da dünya ölçeğinde sonuçlar doğuran çevreyi bozucu girişimlere karşı
çıkmaktadırlar; çünkü, artık ormanların tahribatından, çölleşmeden,
kirlenmeden, bitki ve hayvan türlerinin kaybından, asit yağmurlarından, ozon
tabakasının delinmesinden, yağış düzeninin değişmesinden bütün ülkelerin zarar
gördüğü bilinmektedir. Çevre bozulmasına etken olan önemli nedenlerden biri de,
hızlı nüfus artışı ve bunun sonucu olarak, özellikle gelişmemiş ve gelişmekte
olan ülkelerde patlama biçiminde ortaya çıkan sağlıksız kentleşmedir. Sanayileşmiş
ülkeler, kendi gelişmeleri için dünyanın çevre kaynaklarının çoğunu
tüketmişlerdir. Sayın milletvekilleri,
günümüzde, çevreyi ve insan sağlığını ciddî şekilde tehdit eden katı atıkların,
gerek miktar gerekse içerik açısından hızla artması, tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de gittikçe büyüyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye'de 1960'lı
yıllarda üretilen atık miktarı yılda 3-4 000 000 ton iken, günümüzde yılda
yaklaşık 20 000 000 ton katı atık üretilmektedir; bu miktar, nüfus ve tüketim
alışkanlıklarına bağlı olarak da artmaktadır. Dolayısıyla, çöp, sadece gözden
uzak bir yerde bertaraf edilmesi gereken bir atık türü olmasından çok, toplama,
taşıma, değerlendirme ve bertaraf gibi birçok farklı bileşeni içine alan bir
yönetim sistemini gerekli kılmaktadır. Sayın milletvekilleri,
ülkemizde altının çizilmesi gereken bir diğer önemli konu da endüstriyel
kirlilik sorunudur. Yaklaşık 3 500 belediyenin bulunduğu ülkemizde, sadece
200'e yakın yerde kanalizasyon sistemi vardır ve bunun da, sadece dörtte 1'inde
arıtma tesisi bulunmaktadır; yani, kanalizasyon sularının yüzde 99,85'i hiç
arıtılmadan ırmaklara, göllere ve denizlere bırakılmaktadır. Ege ve Akdeniz
sahillerimiz, evsel ve endüstriyel atık suların yanı sıra, turistik tesisler ve
yatlardan kaynaklanan çöp ve atık sularla da kirletilmektedir. Turizme umut
bağlamış bir ülkede, bu durumun, sektöre vereceği zarar kaçınılmazdır. Diğer taraftan, nehir ve
göllere bırakılan bu sularla yapılan tarımsal sulamalar, halen, Trakya, Ege ve
Çukurova gibi Türkiye'yi besleyen, hayatî önem taşıyan havzalarda ciddî
boyutlarda üretimin azalmasına yol açmıştır. Hava kirliliği ise,
kalorisi düşük, kükürt oranı yüksek kömürlerin kullanılması, motorlu taşıt
sayısının hızla artması, endüstrinin gelişmesi nedeniyle önlem alınması gereken
boyutlara ulaşmıştır. Bu anlamda, doğalgaz kullanımının hızla artması
sevindiricidir. Doğal kaynaklarımızın
önemli bir kısmını topraklarımız oluşturmaktadır. Nüfus artışı, teknolojik
gelişme ve ormansızlaşma, erozyon ve çölleşmeye sebep olmaktadır. Ülkemiz, her
yıl, 1 400 000 000 toprağını erozyonla kaybetmektedir. Yeşil örtü ve toprağın
elden gitmesi ile ekolojik dengelerle iklimin bozulmasının ve doğal varlıkların
kaybolmasının yarattığı ekonomik zararların vahim sonuçları ortadadır. Sayın milletvekilleri,
ülkemiz, yaklaşık yirmi yıldan bu yana çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin
önlenmesi konusunda, yerel, bölgesel ve küresel boyutta aktif çabalarını
sürdürmektedir. Her sektör, çevreye saygılı, uluslararası yeni sözleşme ve
anlayışlara uyum sağlamaya çalışmalıdır. Avrupa Birliğine uyum
sağlamada çevre konusu, yaşam kalitesi bakımından öncelikli bir hususu
oluşturmaktadır. Ulusal mevzuatımızın uluslararası mevzuata uygun hale
getirilmesi, bugüne kadar farklı ve dağınık olarak, Bakanlık ve kuruluşlarda
yürütülen çevre konusundaki uygulamaların birleştirilmesi çok önemlidir. Bu çerçevede, 2872 sayılı
Çevre Kanunu ve 443 sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin, günümüz koşullarında yeniden düzenlenmesi ve
güçlendirilmesine çalışılmaktadır. Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
ilgili komisyonlarında görüşülmekte olan yeni tasarıların bir an evvel
kanunlaşması, belirttiğim sorunların çözümüne büyük destek sağlayacaktır. Çevre Bakanlığının bütün
illerde teşkilatlanması ve yeterli finansman imkânına kavuşması, beklenen
hizmetlerin en etkin biçimde gerçekleşmesini sağlayacaktır. Ayrıca, yerel
yönetimlerin güçlendirilip, temel görevlerinden olan katı atık ve atık su
sorunlarını çözmelerini sağlayacak düzenlemelerin de aynı şekilde hayata
geçirilmesi, kentsel çevre sorunlarını önlemede çok büyük önem taşımaktadır. Akdeniz ve Karadenizin
bölgesel olarak kirliliğinin önlenmesi konusunda uluslararası işbirliği
sürdürülmektedir. Gerek kara kökenli kirleticilerle gerekse tehlikeli
maddelerin taşınması suretiyle denizlerimizin kirlenmesini önleyecek
çalışmaların geliştirilmesi gerekmektedir. Biyolojik çeşitliliğin
korunması için, canlı varlıkların yaşam ortamlarının da korunması gerekir.
Özellikle ekolojik önemi yüksek, zengin biyolojik çeşitliliğimizi oluşturan
sulak alanlarımızın, endemik bitki türlerimizin ve faunanın korunması ulusal
ölçekte hızla geliştirilmelidir. Çevre Bakanlığının bu alandaki olumlu çabaları
ve kabul edilen uluslararası sözleşmelerin gereğinin yerine getirilmesinin
önemine işaret etmek istiyorum. Diğer taraftan, Sekizci
Beş Yıllık Kalkınma Planıyla uyumlu geliştirilen Ulusal Çevre Eylem Planı,
bütün sektörel gelişme planlarına destek ve yönlendirici olmaktadır. Sayın milletvekilleri,
dünyamızın ortak geleceği için, ülkeler arasında karşılıklı dayanışma ve
işbirliğiyle, küresel düzeyde sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi
gerekir. Ekonomik ve sosyal
kalkınmanın temel girdisi olan doğal kaynakların, tüketilmeden ve kirletilmeden
nesiller boyu sürdürülmesini hedefleyen, yeni bir kalkınma anlayışı olan
sürdürülebilir kalkınma, temel bir şiar haline gelmiştir. Bu kalkınma
anlayışının ne şekilde hayata geçirileceği, Rio Konferansında kabul edilen
"Gündem 21" belgesinde kapsamlı bir biçimde ortaya konmuştur. Gündem 21 sürecinin
kendisi, ulaşılmak istenen amaç kadar önemlidir. Bu çerçevede, 50'yi aşkın
kentimizde Yerel Gündem 21 çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmaların pratik
sonucu, sivil toplum bilincinin artması ve katılım mekanizmalarının yerel
ölçekte yaşatılmasıdır. BAŞKAN - Sürenizin 8
dakikasını kullandınız efendim. ESVET ÖZDOĞU (Devamla) -
Ülkemizdeki Yerel Gündem 21 uygulamaları, Birleşmiş Milletler tarafından
dünyadaki en iyi uygulamalar arasında yer almış ve bu konuda bir de ödül
alınmıştır. Sayın milletvekilleri,
çevre, 21 inci Yüzyılın yükselen değeridir. Bu yüzyılda, ülkeler,
yatırımlarında önceliği çevreye vereceklerdir. Ülkemizin uluslararası
saygınlığında, çevreyi korumadaki etkinlikleri en önemli kriter olacaktır. Bütün canlılar için daha
temiz ve yaşanabilir bir Türkiye ve daha temiz bir dünya dileklerimle; DSP
Grubu adına, Çevre Bakanlığının 2002 malî yılı bütçesine onay verdiğimizi
belirtir, hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğu. Şimdi, DSP Grubu adına
ikinci konuşmayı yapmak üzere, Muğla Milletvekili Sayın Nazif Topaloğlu;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA NAZİF
TOPALOĞLU (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı
bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Günümüzde ülkelerin
amacı, ekonomik olarak büyüme ve büyümenin istikrarlı olarak yürütülmesidir.
Toplumun her kesiminin pay alabildiği, çevrenin korunabildiği büyüme kavramı
ise, sürdürülebilir kalkınmadır. Tanımların hızla değiştiği zamanımızda çevreyi
korumak, artık, bir fantezi olmaktan çıkmış, eğitim, adalet, savunma gibi
çağdaş devletin aslî görevi olmuştur. Artık, dünyada gerçekleştirilen tüm
projelerin ekonomik ölçüleri belirlenirken, çevre unsuru, projelerin ayrılmaz
bir parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda, ülkemizin
doğal varlıklarını bozulmadan korumak, hava, su ve toprak kirlenmesini, canlı türlerinin
yok olmasını, gürültü ve görüntü kirliliğini önlemek, çevre sorunları için
bilimsel çalışmalar yapmak ve gerekli önlemleri almak, küresel sorunların
oluşumunda ülkemizin payını en aza indirmek için, Çevre Bakanlığının, politika
üretiminden çevresel planlamaya, koordinasyondan uygulamaya kadar
etkinleştirilmesi zorunludur. Ayrıca, sorumlu sivil
toplum örgütlerinin çevre bilincinin gelişimindeki katkılarını desteklemek ve
değerlendirmek gerekir. Anayasanın 56 ncı maddesinde "herkes, sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek, devletin ve vatandaşların
görevidir" denilmektedir. Tüm yurttaşların ve kuruluşların, çevre
kirliliğine engel olmak için her türlü tedbiri alması ve sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkına engel olanların da bir bedel ödemesi gerekmektedir. 80'li yılların ikinci
yarısından itibaren Muğla İlimizde turizm özendirilirken, gerekli tedbirler
alınmadan, plansızca, her yerin betonlaştırılmasına göz yumulmuştur. Güzel
koylar ve antik alanlar kolayca betonlaştırılırken, birçok köyümüzde evlenecek
çocuğuna yuva yapmak isteyen köylülerimiz engellenmiş, ev yapması
zorlaştırılmış ve bunun adına da çevre koruma denilmiştir. Özel Çevre Koruma
Kurumu Başkanlığınca, korunması gereken yerler için, yerel yönetimlere koruma
ve bilgi desteği verilerek, halkın talepleri dikkate alınarak, ortak koruma
esas alınmalıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yatırımların maliyet hesaplamalarında çevre için yapılacak
çalışmalar başlangıçta büyük bir maliyet gibi görünse de, uzun vadede hem çevre
hem de ekonomi açısından çok büyük kazançlar sağlar. Örneğin: Muğla İlimizde 3
milyar dolara yakın mal edilen, birer çevre felaketi oluşturan termik
santrallar için, bu yıl tamamlanan baca gazı arıtma tesisleri başta
düşünülmemiş, tarım arazileri istimlak edilen köylüler 19 uncu Yüzyılda
unutulmuş, temiz havaya hasret bırakılmıştır. Bu köylülerin çevreleri
kirletilmiş; ama, ekonomilerini düzeltecek hiçbir çalışma yapılmamıştır.
Ayrıca, bu köylüler, bu tesislerde işe alınmamış, başka illerden işçi
alınmıştır. Üstelik, 1990'lı yıllarda bu işçilerin ücretlerine popülist zamlar
yapılmış, diğer kamu çalışanları ve köylüler arasında gelir uçurumu yaratılmış,
çalışma barışı bozulmuş ve hâlâ düzeltilememiştir. Termik santralların
yarattığı zararları telafi etmek için, bu bölgelerde yaşayan yurttaşlarımıza
evlerinde kullandığı elektrik yüzde 50 ucuza verilebilir. Denizli'de Kızıldere
jeotermal elektrik santralı bir başka hesapsızlık örneğidir. Buhardan elektrik
üretimi sağlandıktan sonra saniyede 300 litre 100 derecelik sıcak su, Büyük
Menderes Nehrine akıtılmakta ve ekolojik değişikliklere sebep olmaktadır.
Elektrik üretimi yanında, bu sıcak su ve termik santrallarda ısınan su, yöredeki
yerleşim birimlerindeki konutları ısıtmada kullanılsaydı, konutların
ısıtılmasında ortaya çıkan hava kirliliği önlenebilirdi. Seracılık teşvik
edilseydi, büyük ekonomi getiri ve geri kazanım sağlanabilirdi. Bu tür
hesapsızlıklara binlerce örnek verilebilir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sağlıklı bir çevre, ancak, çevrenin dengeli kullanımıyla
mümkündür; çevrenin dengeli kullanımı ise, dengeli kalkınmayla olur. Çevre,
insanların yalnızca ekonomilerini etkilemekle kalmaz, tüm yaşam kalitesini de belirler
ve ruh sağlığını da etkiler. Yıllardır yapılan plansız kalkınma ve çarpık
kentleşmeler, son zamanlarda oluşan çevre felaketleriyle birlikte, bizleri,
birikmiş çevre sorunlarıyla baş başa bırakmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamayan Atatürkçülere,
ülkemizde en iyi hesabını yapan kişinin, yine, Atatürk olduğunu söylemek
isterim. O zamanlar çevre problemi yoktu; ama, Mustafa Kemal Atatürk, geleceği
görebilme yeteneğiyle, kalkınmayı Anadolu'dan başlatmıştır. O yıllarda köy olan
yerleşim birimlerinde planladığı ve yaptığı yatırımlar sayesinde, o köyler,
kent olmuştur. Bir anlamda, bunlara, ilk köy-kentler de denilebilir. Büyük Önder Atatürk'ün bu
dengeli kalkınma felsefesi, 1950'li yıllardan itibaren bozulmuş, özellikle,
başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerde sanayileşme, hesapsızca teşvik
edilmiştir. Bu sırada, 19 uncu Yüzyıldan bıkıp, 20 nci Yüzyılda yaşamak isteyen
köylüler de, akın akın bu kentlerimize göç etmişler, hızlı ve çarpık yapılaşmayı
hızlandırmışlardır. 1980'li yıllardan sonra, altyapısız gelişmeler, daha hızla
devam etmiştir. Bu illerimiz, ne köy olmuş ne de kent olmuşlardır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; etrafı dağlarla çevrili bir çukurda yer alan Ankara'da sanayi
teşvik edilmeseydi ve onlarca üniversite açılmasına izin verilmeseydi, bu
yatırımlar, çevredeki küçük ilçe ve köylere dağıtılsaydı, bu ilçe ve köylerimiz
de kent olacaktı. İşte, Demokratik Sol
Partinin, hiçbir zaman tek başına iktidar olmadığı için hayata geçiremediği;
ancak, bazı yörelerimizde yeni yeni başlamış olan köy-kentler, artık, dünya
projesi haline gelmektedir. Bugüne kadar, kalkınmada hak ettiği payı alamamış
kırsal kesimin gelişimi için yapılan çalışmaları karalayanların, yıllardır
oluşturdukları sistemin tıkanmasının telaşı içinde olmaları, doğal
karşılanmalıdır. BAŞKAN - Efendim süreniz
geçiyor, ona göre... Hatırlatıyorum. NAZİF TOPALOĞLU (Devamla)
- Ülkemizde, köylerin yol, su, elektrik sorunları çözülememişken, birçok ile
-ve o ildeki köylünün, kentlinin de ihtiyacı olmadığı halde-kullanılmayan
havaalanı yapanların; köy-kenti, bazı temel hizmetlerin götürülmesi sananların,
19 uncu Yüzyıl felsefesi diyenlerin, Köy-Kent Projelerini anlamaları da
beklenmemelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, köy-kentlerde, o bölgede yaşayanların kalkınması, özgür
insanın çevreyi doğru ve dengeli kullanması, kalkınmanın tüm ülkeye dengeli
dağıtılması ve 19 uncu Yüzyılda unutulan köylülerimizin 20 nci Yüzyıla
geçmeleri amaçlanmaktadır. 21 inci Yüzyılın bilgi, iletişim ve teknoloji
nimetlerinden faydalanacak olan kalkınmış, sağlıklı çevreleriyle köy-kentler,
kentlere ciddî alternatif olacaklardır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemize, 4 000 köy-kent organizasyonu gereklidir. Bu, o yöre
köylüsünün desteği, kamu kaynaklarının akılcı kullanımı, rekabeti olumsuz
etkileyecek konuların teşvik edilmesi halinde sanayici ve yatırımcıların
ilgisiyle hızla gerçekleşecektir. Böylece, Anadolu dengeli kalkınacak, çevre
dengeli kullanılacak, köylü milletin efendisi olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çevre için bütçemizden ayrılacak her Türk Lirası, geleceğimize
yapılan en iyi yatırımdır. Yüce Meclisimizin gündeminde bekleyen çevreyle
ilgili yasa tasarılarının, bir an önce görüşülmesini dilerim. Mersin ve diğer
yörelerimizde, büyük ölçüde, çevre faktörünün gözardı edilmesi nedeniyle oluşan
sel felaketlerinde zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi sunar,
böyle felaketlerin bir daha yaşanmaması için gereken tedbirlerin alınması dileğiyle,
Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Topaloğlu. Şimdi, söz sırası, DSP
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Tan'da. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA AHMET TAN
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Demokratik Sol
Parti Grubu adına, Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmak için
huzurunuzdayım; Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. Dışpolitika, heyecanlı
bir alan. Bu heyecan, dışpolitikanın, devletin ve milletin bekasıyla doğrudan
doğruya ilgili olmasından kaynaklanıyor; ulusal çıkar kavramının öneminden
kaynaklanıyor; ama, öyle anlaşılıyor ki, dışpolitikayla ilgili heyecan,
bazılarımız bakımından, dışpolitikanın içpolitikaya kolayca alet
edilebilmesinden de kaynaklanıyor. Belki biraz da, serbest kürsünün
serbestliğinden yararlanarak, biraz evvel Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi,
atışın serbest olmasından da kaynaklanıyor. Kürsü serbestliğini, atış
serbestliği olarak almak mümkündür; ama, demokrasimizin gelişmişliğini belki bu
şekilde göstermek bakımından da, bunu uzlaşıyla kabul etmek de yine mümkündür. Hepimizin gözlemlediği
gibi, Türkiye, dışilişkilerinde olağanüstü bir dönemden geçiyor. Uluslararası
ve bölgesel gelişmeler, Türkiye'yi, giderek daha fazla önem kazanan bir konuma
getirmiştir. Türk dışpolitikası, artık, sadece ikili ilişkilerin yürütülmesiyle
değil, uluslararası ve bölgesel gelişmelere de damga vurabilecek imkânlara, olanaklara
kavuşmanın aşamasındadır, önündedir, eşiğindedir. Son birkaç yılın
dışpolitika gelişmelerine göz attığımızda, dünya dengelerinin yeniden
şekillenmekte olduğunu görüyoruz. Ulusal yansımaları olan pek çok bölgesel ya
da ikili sorun, bütün ciddiyetiyle karşımızdadır. Bunlara, son on yılın ürünü
olmakla birlikte, kökü tarihe uzanan pek çok sorun eklenmiştir. Buna karşılık,
küreselleşme, olumlu ve olumsuz yönleriyle, bütün dünya meselelerinde
belirleyici bir unsur olarak karşımızdadır. 11 Eylüldeki terör
saldırısı ve ardından ortaya çıkan gelişmeler, dünyamızın ne kadar küçüldüğünü,
herhangi bir bölgede meydana çıkan sorunun, aslında hepimizin yanı başında
olduğunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Türkiye açısından
baktığımızda ise, 11 Eylül öncesine göre, aslında çok da büyük bir farklılık
görülmemektedir. Türkiye, zaten, coğrafyası ve tarihi itibariyle, yakın ya da
uzak birçok bölgesel konuda, bugüne kadar sahip olduğu, zaman zaman da büyük
sorumluluklar yüklendiği bir alanda dışpolitika yapmaktadır. Örneğin
Afganistan, Türkiye için yeni bir ülke değildir. Türkiye'nin Afganistan
politikası, cumhuriyetimizin ilk yıllarında atılan temeller üzerinde
şekillenmiş, ancak, belli nedenlerle ilişkiler aynı boyutta sürdürülememiştir.
Afganistan'ın yakın gelecekte yeniden uluslararası toplumun egemen ve
istikrarlı bir üyesi olması halinde ilişkilerin eski özelliğine tekrar
kavuşmaması için hiçbir neden yoktur. Afganistan'a askerî
harekâta neden olan ve uluslararası camiayı işbirliğine sevk eden terörizm
olgusu bizim için yeni değildir. Türkiye, terörizme karşı uluslararası
işbirliğinin gereğini her fırsatta vurgulayan, üyesi bulunduğu bütün ilgili
uluslararası kuruluşlarda terörizmle mücadeleyi kurumsallaştırmaya çalışan bir
ülke olarak bugün yeni bir gelişmeyle karşılaşmamış, sadece haklı çıkmıştır. 11
Eylül saldırılarından sonra uluslararası toplumun terörle mücadelede gösterdiği
kararlılık ise, Türkiye için bir kazançtır. Sayın Dışişleri
Bakanımızın Avrupa Birliğiyle İslam Konferansı Örgütü üyeleri arasında siyasî
içerikli bir forum oluşturma girişimi bu nedenle son derece önemlidir ve
desteklenmesi gerekir. Sayın milletvekilleri,
90'ların başından itibaren uluslararası planda ortaya çıkan değişiklikler
Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyayı da değiştirmiş, Türk dışpolitikasına
yeni açılımlar, yeni sorumluluklar getirmiştir. Yeni ortaya çıkan bölgesel
sorunlar ise, hâlâ Türk dışpolitikasının en önemli uğraş alanı olarak varlığını
sürdürmektedir. Balkalar, Türkiye'yi
Avrupa'ya bağlayan yoldur. Stratejik önemini bir kenara bıraksak bile,
Bosna-Hersek'te, Yugoslavya'da, Kosova'da, Makedonya'da istikrarın tam olarak
sağlanması, Türkiye'nin bütün Balkan ülkeleriyle ilişkilerinin istenilen
seviyeye çıkarılması herkesten çok Türkiye'nin yararınadır. Kafkasya'da ise
durum biraz daha farklı; ama, biraz daha boyutludur. Mevcut sorunlar bölge
ülkelerinin ekonomik ve siyasî kalkınmaları önünde ciddî bir engel teşkil
edecek mahiyettedir. Türkiye, Ermenistan dışındaki bölge ülkeleriyle çok yakın
ve sıcak ilişkiler içindedir. Bu ilişkilerin karşılıklı yarar temelinde daha da
güçlenmesi sadece ikili değil, bölgesel planda da önem taşımaktadır. Sayın milletvekilleri,
burada çizdiğimiz tablo Türkiye'nin ne denli sorunlarla dolu bir bölgede
yaşadığını ve uluslararası gelişmelere paralel olarak Türk dışpolitikasına
yüklenen sorumlulukların ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir.
Sorumlulukların büyüklüğü Türkiye'nin dışpolitikasına ve dolayısıyla Türkiye'ye
atfedilen önemi göstermektedir. Türkiye bunun bilincinde hareket etmektedir.
Bizim için temel hedef, çevremizdeki istikrarsızlık kaynaklarından kurtularak,
son derece zengin bir işbirliği potansiyeline sahip olan bölgemizde huzur ve
refah içinde yaşamaktır. Bu noktada, Başbakan Sayın Ecevit'in çok uzun
yıllardır belirttiği bir gerçeğe işaret etmekte yarar var. Türkiye'nin,
1920'li, 1930'lu yıllarda, İkinci Dünya Savaşına kadar başarıyla uyguladığı bir
dışpolitikası vardı. Bu barışçı dışpolitikanın temel ilkesi, komşularımızla ve
yakın bölge ülkeleriyle iyi ilişkilere ve dayanışmaya öncelik vererek
çevremizde bir güvenlik kuşağı oluşturmak ve kendi bölgemizdeki sağlam
konumumuzdan güç alarak Batı'ya ve başka bölgelere açılmaktır; onun için, buna,
bölge merkezli dışpolitika denilebilir. Bu hedef doğrultusunda,
son yıllarda, bir istisna hariç, bütün komşularımızla yaratılan işbirliği
düzeyi, sadece ikili düzeyde değil, bölgesel planda da önem taşımaktadır ve bu
önem, giderek kendisini bütün dünyanın gözleri önüne sermektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa'yla bütünleşme Türk dışpolitikasının temel
hedeflerinden birisidir. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne adaylığını tescil eden
Helsinki Zirvesinde -yani, 1999'dan bu yana- üyeliğimize yönelik somut adımlar
atılmıştır. Son olarak, Yüce Meclisimizin onayıyla gerçekleşen anayasal ve
ekonomik reformlar, Kopenhag kriterlerine ulaşması yolunda ülkemiz için önemli
mesafeler alınmasını sağlamıştır. Avrupa Birliğine üyelik
Türkiye'nin dışpolitika öncelikleri arasında belki de ulusal düzeyde desteğe en
fazla ihtiyaç duyulan konudur; ancak, gördüğümüz kadarıyla -biraz önce
konuşmamın başında da belirttiğim gibi- içpolitika kaygılarıyla bunlar
görmezden gelinmekte, Yüce Meclisin, muhalefetiyle, iktidarıyla ortaya koyduğu
bu performans yok sayılmak istenmektedir. Komşularımızla, Rusya,
Ortaasya ülkeleriyle ilişkilerimizde son derece önemli gelişmeler kaydettik.
Burada, tabiî, özel girişimciliğimizi de hatırlatmakta yarar vardır. Türk özel
girişimciliği, Latin Amerika'ya, Afrika'ya, Uzakdoğu'ya açılma politikalarının
belirlenmesinde büyük bir şekilde görev üstlenmiştir ve üstlenmektedir. Türkiye'nin dünyayla
ilişkilerinde üzerinde çok büyük etkisi olan bir konu da, ülkemizin yurtdışı
tanıtımıdır. Bu tanıtım, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı ve bazı kuruluşlarca yürütülmektedir; ancak, bunların yeterli
olmadığı, bir bütünlük içerisinde, birbirlerini tamamlayıcı biçimde tek elden
yürütülmediği de bir gerçektir. Bu tanıtım eksikliğinin giderilebilmesi için,
birçok ülkede olduğu gibi, sivil toplum kuruluşlarının, kültürel kurumların ve
özel sektörün birikimi, fikrî dinamizmi ve maddî olanaklarıyla ortak bir hedef
tespit edilmeli ve eşgüdümü sağlayacak bir yapılanma ortaya konulmalıdır. Sayın Başkan, bütün
kurumların üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirebilmeleri, ancak
kendilerine gerekli maddî imkânların verilmesiyle mümkündür. Bu noktada,
Dışişleri Bakanlığımızın 2002 bütçesiyle ilgili bir iki notu da sizlerle
paylaşmak istiyorum. Son on yılın uluslararası
bölgesel gelişmeleri, Türk dış politikası üzerindeki, dış politikayı yürüten
bakanlık üzerindeki ağırlığı, yükü haddinden fazla artırmıştır. Şöyle ki:
Dışişleri Bakanlığımız, 1990'lı yılların başında, dünyada 136 yurtdışı misyonla
çalışırken, bu, geçen yıl itibariyle 162 misyona yükselmiştir. Son
gelişmelerden sonra, Kabil ve Mezarı Şerif'te açılan yeni temsilciliklerle
164'e yükselen bu misyonlarla, Bakanlığımız, bütçedeki payı sürekli küçülerek
hizmet görmektedir. Örneğin Dışişleri Bakanlığımız, 1992'de bütçeden binde 8
pay alırken, şu anda binde 4,5'un da altına düşmüş bulunmaktadır. Buna, yurt
dışındaki din görevlilerinin ve öğretmenlerin maaşlarının da Dışişleri
Bakanlığı bütçesinden sağlandığını eklersek, bu payın binde 3,5'a kadar
düştüğünü görürüz. Bu arada, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin de yabancısı olmadığı bir başka konuya da değinmekte yarar
var; bu da, üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlara katılım payları konusudur.
Tıpkı Türkiye Büyük Millet Meclisinin katılım payı ödediği gibi, Avrupa
Parlamenterler Meclisine, AGİT Parlamenterler Meclisine, aynı şekilde Dışişleri
Bakanlığımız da bazı katkı payları vermek mükellefiyetindedir. Bu katkı payları
da, burada kabul edeceğimiz bütçeden ödenmektedir. Şu anda, Türkiye Dışişleri
Bakanlığının, uluslararası bu platformlara katkı payı olarak 20 trilyon lira,
-evet, 20 trilyon lira- borcu bulunmaktadır. Ahdî yükümlülüklerimize uymayan bu
durum, söz konusu kuruluşlar nezdinde prestijimizi, herhalde, olumlu
etkilememektedir. Hepimizin bildiği gibi,
Dışişleri Bakanlığı, bir ana binada çalışmaktadır. Bu ana bina, yine, hepimizin
hatırlayabileceği gibi, 350 personeli olan bir banka için inşa edilmiş bir
binadır. Bu binada, halen, 1 100 Dışişleri personeli çalışmaktadır. Yer yer üç
dört kişilik bir paylaşımla görevlerini sürdürmektedirler. Burada Churchill'in
bir sözünü hatırlatmakta yarar var: "Çalıştığımız alanları, biz, kendimiz
yaratırız; o alanlar da, sonra, bizleri, yaptığımız işleri biçimlendirir,
yaratır." Şimdi, bu kadar dar bir alanda faaliyet gösteren Dışişleri
memurlarının, dünyanın her tarafında, özellikle de Kafkasya'da, Ortadoğu'da ve
Balkanlardaki Türk varlığının, Türk çıkarlarının savunmasını ne şekilde
gerçekleştirebileceğinin kaygısını da azıcık bizlerin hissetmesi gerekir, bu
bütçeyi kabul edecek Meclis olarak. Sözlerimi nihayetlendirirken,
bir küçük noktaya da temas etmek istiyorum. Kısmen, belki Türkiye Büyük Millet
Meclisinin... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) AHMET TAN (Devamla) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim,
devam edin. AHMET TAN (Devamla) -
Teşekkür ederim. Efendim, dünyadaki
gelişmeler, özellikle, son yıllardaki dünya platformlarında ortaya çıkan tablo,
diplomasinin sadece ve sadece dışişleri bakanlıkları eliyle yürütülemeyeceğini
ortaya koymuştur. Türkiye, dışpolitikasını, hükümetler nezdinde yürütmektedir;
ancak, dışpolitikanın bir de parlamentolar eliyle yürütülen veçhesi vardır;
bunu, dış komisyonlarda görev alan arkadaşlarımız çok iyi bilirler. Şimdi,
özellikle, bu son gelişmelerden sonra, parlamento diplomasisi çok önem
kazanmıştır. Biz, Türkiye olarak -vatandaşların yaptığı yaygın benzetmeyle-
yediğimiz golleri, parlamentoların attığı haksız gollerle yiyoruz. Şimdi, burada,
Parlamentomuza, sanıyorum... Bu konuda bir çalışma yaptık, Sayın Başkana da arz
edeceğiz; ama, yeri gelmişken ifade edeyim. Türkiye diplomasisinin, Meclisin
uygulayacağı Parlamento diplomasisine, desteğine ihtiyacı vardır; çünkü,
belirttiğim gibi, Türkiye'ye yönelik haksızlıklar -Ermeni konusunda olsun,
öteki konulurda olsun- özellikle, parlamentolardan kaynaklanmaktadır.
Parlamentolar ise, hükümetleri, hele de dışişleri bakanlıklarını muhatap almak
istememektedirler. O yüzden, Parlamentomuzun diplomatik bir teçhizata ihtiyacı
vardır. Bu teçhizatın yolunu, yordamını kendi aramızda belirleyebiliriz; ancak,
belirttiğim gibi, bu yeni dönemde Dışişleri Bakanlığımızın, hele de bu dar
imkânlarla çalıştığı bir dönemde her yere ulaşması mümkün değildir. Bu ulaşımı,
bu iletişimi parlamenterlerin sağlaması gerekir. Bunun için Parlamentoda
altyapı da vardır. Çok sayıda dış komisyonumuz görev yapmaktadır. Avrupa
Birliğiyle ilgili komisyonumuz vardır. AGİT Parlamenter Asamblesine heyet
göndermekteyiz. Aynı şekilde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesine heyet
göndermekteyiz. Burada yaptığımız temaslarla, Dışişleri Komisyonumuzun aktif
çalışmalarıyla son derece girişken bir parlamento diplomasisini sahneye
koymamız ve uygulamamız gerekmektedir. Bu, ancak Türkiye'nin yapabileceği, yeni
düzende ortaya koyabileceği en etkin diplomasinin önemli bir boyutu olacaktır. Bu küçük nottan sonra,
birazdan, bütçenin kabulü dolayısıyla, vereceğimiz kararla... Dışişleri
Bakanlığı imkânlarının son derece mutevazı olduğunu; ama, bu tevazu içinde,
Dışişleri görevlilerinin istisnaî bir gayret içinde görevlerini yerine
getirdiklerini de, burada, sözlerime nihayet verirken, ifade etmek isterim, DSP
Grubu adına. Tekrar saygı sunuyor,
teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Tan. Şimdi, söz sırası
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda. İlk söz, Kayseri Milletvekili
Sayın Hamdi Baktır'da. (MHP sıralarından alkışlar) Efendim, süreyi eşit mi
bölüyorsunuz; 10'ar dakika mı? İkaz edeyim değil mi? HAMDİ BAKTIR (Kayseri) -
Evet. BAŞKAN - Buyurun efendim.
MHP GRUBU ADINA HAMDİ
BAKTIR (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz
etmek üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle, partim ve şahsım adına,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
küreselleşen dünyamızda, içinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyılın yükselen
değerlerinden birisi olarak, çevre ve çevreyle ilgili faaliyetler karşımıza
çıkmaktadır. İnsan sağlığını önplanda tutan, ekolojik dengeyle kültürel, tarihî
ve estetik değerlerin korunup, ekonomik verimlilik ilkesini rehber alan çevre
çalışmaları, gelecek nesillere sağlıklı ve dengeli bir çevre bırakmak ve
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için yapılmaktadır. Hukukî desteğini ve
güvencesini de "herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir" denilen Anayasamızın 56 ncı
maddesinden almaktadır. Çevre sorunlarının hızla
artması üzerine, dünya devletleri işbirliği yapma ihtiyacı hissetmişler ve
sorunlar, ilk defa, 1972 yılında Stockholm'de düzenlenen Çevre Konferansında
ele alınmıştır. Bu tarihten itibaren ülkemizde, 1973 yılında hazırlanan Üçüncü
Beş Yıllık Kalkınma Planımızda çevre sorunlarımız ilk kez yer almış, sonraki
beş yıllık kalkınma planlarımızda da yerini bulmuştur. 1978 yılında Çevre
Müsteşarlığı kurulmuş, 1984'te genel müdürlüğe, 1989 yılında tekrar
müsteşarlığa dönüştürüldükten sonra, 1991 yılında da 443 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle bakanlık haline gelmiştir. Bu gelişmelerle birlikte,
1995 yılında Ulusal Çevre Eylem Planı oluşturma çalışmaları başlamış, 1998
yılında da "Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı" başlıklı metin
hazırlanmıştır. Çevreyle ilgili mevzuat ve bilgileri aktardıktan sonra,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem
Planının hazırlandığı; ancak, uygulamada istenilen verimin elde edilemediği,
planın revizyonu dahil, uygulamaya ilişkin somut bir gelişme gerçekleşmediği ve
çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla birleştirilmesinin
sağlanamadığı belirtilmektedir. Buradan çıkaracağımız
sonuç ise, mevzuat çalışmaları yapılırken hedeflerin tam belirlenemediği,
çalışmalar sırasında Türkiye gerçekleri ve altyapı oluşturulmasının yeterince
tetkik edilemediği... Bu da, bir an önce mevzuatın hazırlanma ihtiyacı
hissedilmesindendir. Oysa, hazırlıkların aceleye gelmeden, titizce yapılması,
uygulama esnasında hızlı davranılması gerekmektedir. Mevzuatın yetersiz
kalması, gerekse karar alma ve uygulama mekanizmalarındaki aksaklıklar, çevre
politikalarının hayata geçirilmesini zorlaştırmakta, kalkınma planlarında
belirlenen hedefler büyük ölçüde gerçekleştirilememektedir. İşte, bu durumdan
dolayıdır ki, 2872 sayılı Çevre Kanunu değişikliğiyle, 443 sayılı Çevre
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminde yer almaktadır. İnşallah, bu yeni düzenlemeler ihtiyaca cevap
verecek, yeni sıkıntılar ortaya çıkarmayacaktır. Sayın milletvekilleri,
çevre değerleri, sadece ülkelerin değil, tüm dünyanın ortak mirası olma
özelliğinden, uluslararası işbirliğini gerektirmektedir. Bundan dolayı da,
çevrenin, uluslararası ve ulusal bazda olmak üzere iki temel unsuru
bulunmaktadır. Ülkemizin çevre konusunda
taraf olduğu çeşitli uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar bulunmaktadır. AB
müktesebatında 174 madde olarak yer alan uyum çalışmaları kapsamında da
belirtmek isterim ki, yapılan tüm anlaşmalar, sözleşmeler ve düzenlemeler ülkemizin geleceği ve insanımızın
mutluluğu için yapıldığından, ikili ve çok taraflı anlaşmalar iyi irdelenmeli,
ülkemiz aleyhine sonuçlanmamalıdır. Anılan hibe ve krediler
ülkemizin kendi değerlerini korumak üzere değerlendirilmelidir. Bu çerçevede, AB mevzuatı
komisyonlarına gözlemci olarak katılmamız temin edilip, ülkemizin AB
programlarından tam olarak yararlanması sağlanmalıdır. Ozon tabakasındaki
değişikliğin bütün dünyayı ilgilendirmesinin yanında, özellikle, boğazların ve
denizlerimizin durumu da uluslararası bir işbirliğini gerektirmektedir. Yine, diğer ülkelerden
doğan ve bizim denizlerimize dökülen nehirler de aynı çerçevede ele
alınmalıdır. Daha önceki bütçe
görüşmelerinde de dile getirilen, Tuna Nehrinin, kirliliği dolayısıyla bizim
denizlerimizi önemli ölçüde kirlettiği konusu uluslararası bir proje olarak
uygulanmaktadır. Gelinen nokta, Türk balıkçılarının ifadeleriyle, bu yılki
balık bolluğunun önemli sebeplerinden birisi, Tuna Nehrinin temizlenmesi çalışmalarındandır.
Dolayısıyla, uluslararası projelerle ilgili anlaşmalar ve sözleşmeler ayrı bir
öneme sahip olmaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Çevre Bakanlığımızın genel bütçeden aldığı pay, onbinde 5 ve
onbinde 6 gibi çok düşük oranlarda olduğundan, görev ve sorumluluğu çok, maddî
kaynakları sınırlı bir bakanlık bütçesiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Elbette
ki, bütçedeki payın artması, bu Bakanlığın çalışma şartlarını
kolaylaştıracaktır; fakat, özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik ortamda bunun
mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, eldeki mevcut imkânların,
son derece akıllı, dengeli ve ölçülü kullanılması gerekmektedir. Bunun için de,
üyesi bulunduğumuz uluslararası kuruluşlar ve işbirliği yaptığımız ülkelerden
sağlanan maddî kaynaklar, zamanında, uygun işlerde kullanılmalıdır. Çevre projelerinin
altyapısını ve uygulamalarını zamanında yapmadığımız takdirde, bazen birçok
tarihî ve kültürel değerlerimizi yok etmekteyiz, bazen de çok az bir yatırımla
yapabileceğimiz işleri içinden çıkılmaz hale getirmekte ya da çok yüksek
maliyetler ödemekteyiz. Hemen yanımızda bulunan Mamak çöplüğü ve Gölbaşı'nın
durumu, konuyu en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Değerli milletvekilleri,
burada, Sayın Bakanımıza iki örneği de kendi ilim olan Kayseri'den vermek ve
konuyu bilgilerinize sunmak istiyorum. Tarihî ve kültürel özelliklerinin
yanında, çeşitli turizm değerleri de bulunan ilimizdeki Erciyes'in kış
turizminden aldığı payı artırmak için, ulaşım imkânlarının kalitesi
yükseltilmiş, karayoluyla Kapadokya bağlantısı kısaltılmış, yolun kalite
standardı artırılmış, havayoluyla da direkt tarifeli dış hat seferleri
başlamıştır. Erciyesimize yeni tesisler kazandırmak, özel teşebbüsü teşvik
etmek için de çalışmalar devam etmektedir. Halen 6 kamu kuruluşunun Erciyes
üzerinde 850 yatak kapasitesine ilave olarak, 2 askerî sosyal tesis bulunmakta,
2 kamu ve 1 özel sektör sosyal tesis inşaatı devam etmektedir; fakat, bu
tesislerin kanalizasyon bağlantıları bulunmamakta, şehrin ana kollektörüne ulaşamamaktadır.
Sınırlı olan su kapasitesi yetersiz hale gelmekte, ekolojik denge de
bozulmaktadır. Bugünden önlem alınmaz, projeler yapılıp en kısa sürede hayata
geçirilmezse, yeni çevre problemleri ortaya çıkacak, maliyetler çok pahalı
olacaktır. Yine, GEF-2 Korunan
Alanlar ve Sürdürülebilir Doğal Kaynaklar Yöntemi Projesi kapsamında olan,
birkaç kez yanan Sultan Sazlığı ve Kuş Cennetimizle ilgili projenin finansmanı
da, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi uyarınca, Dünya Bankası kaynaklarından
temin edilmiş olmasına rağmen, hâlâ, bir laboratuvar kurulup çalışmalara
başlanılmamasından dolayı, Manyas örneğinde olduğu gibi, yeni çevre
problemlerinin ortaya çıkacağından endişe duyulmaktadır. Değerli milletvekilleri,
çok küçük bir bütçeyle hizmet vermeye çalıştığını bildiğimiz Çevre
Bakanlığımız, özellikle, gönüllü kuruluşlarla olan işbirliğini artırmalı, çevre
sevgisini, değerini ve önemini Millî Eğitimden başlayarak tüm kamu kurum ve
kuruluşları ile sivil toplum örgütlerine anlatmalı, planlı bir eğitim
çalışmasını yoğunlaştırmalıdır. Çevre Bakanlığının
özellikle ÇED raporları hazırlanması konusunda, raporları hazırlayan firmalar
çok iyi denetlenmeli, şeffaf olunmalıdır. Sanayicimizi, bürokratik
işlemlerinden dolayı yatırım yapmaktan dahi vazgeçirecek boyutlara ulaşan
bürokrasi yapısı basitleştirilmeli, kısa sürede sonuç alınacak hale
getirilmelidir. Yapılan uygulamalar göstermiştir ki, ağır parasal yükümlülükler
yerine, karşılıklı işbirliğiyle altyapılar oluşturularak çevre bilincinin
yaygınlaştırılmasıyla daha güzel sonuçlar elde edilebilecektir. Çevre konusunun çözümüne
büyük katkı sağlayacağı düşünülerek getirilen Çevre Temizlik Vergisinin, çevre
hizmetlerinde kullanılıp kullanılmadığı Bakanlığımız tarafından denetlenmeli;
konu araştırılıp, kaynağın çevre hizmetlerine katkısı artırılmalıdır. Yine, maddî sıkıntı
içerisinde zor şartlarda hizmet vermeye çalışan belediyelerimizin Çevre
Bakanlığından talep ettikleri araçların dağıtımı konusunda şeffaf bir anlayış
olmalı, spekülasyonlara sebep olunmamalıdır. Yine, Sayın Bakanıma
buradan iletmek istiyorum ki, Kayseri'de toplam 23 Milliyetçi Hareket Partili
belediyenin çevre hizmetlerinde kullanılmak üzere çeşitli araç talepleri olmuş;
çöp toplayacak bir traktörü dahi olmayan belediyelerimize bile tek bir araç
tahsisatı yapılmamıştır. Yolsuzluk iddialarının
her gün yeni boyutlar kazandığı ülkemizde, özellikle, Özel Çevre Koruma Kurulu
ve ÇED raporları hususunda yoğunlaşan şikâyet ve teftişlerin bir an önce
bitirilip kamuoyunun ve Bakanlık personelinin rahatlatılması gerekmektedir. Bütün illerde, il bazında
da teşkilatlanmasını tamamlayan Çevre Bakanlığı personelinin özlük ve sosyal
hakları konusunda personelin huzurlu ve rahat bir ortamda çalışabilmesi
sağlanmalı; imkânsızlıklardan dolayı başka kurumlara geçmek isteyen yetişmiş
personelin kurumda kalması temin edilmelidir. Bunun için de, özelleştirilen
kamu kurum ve kuruluşlarının lojman, sosyal tesis gibi binalarının kullanılması
için Özelleştirme İdaresi Başkanlığıyla işbirliğine gidilmelidir. Bakanlığın Atık Borsası
Projesi, geri kazanılabilir atıkların sanayide hammadde olarak kullanılmasını
da temin ettiğinden, ekonomimize büyük katkısı olmaktadır. Bugün, sadece 3-4
ilimizde uygulanan proje, mutlaka, genişletilmelidir. Ulusal Çevre Veri Tabanı
Projesi hayata geçirildiğinde bilgiye ulaşım da kolaylaşacağından, daha hızlı
bir bilgi ağı kurulacaktır. Bu proje de, çalışmalara büyük yarar sağlayacaktır. BAŞKAN - Sürenizi 1
dakika geçtiniz; ikaz edeyim... HAMDİ BAKTIR (Devamla) -
Bitiriyorum Başkanım. BAŞKAN - Peki. HAMDİ BAKTIR (Devamla) -
Büyük emek ve maddî sıkıntılarla bu yıl da dördüncüsü gerçekleştirilen şûra
kararları iyi değerlendirilmelidir. Konuların çok fazla
olması sebebiyle hayata geçirilmesinde problemler meydana geliyorsa, her yıl
birkaç konu tespit edilip, ona göre proje yapılmasının daha somut sonuçlar
getireceğini düşünüyorum. Çevremiz, bize sadece
bugün değil, gelecek nesillere de lazım olacak önemli değerlerimizdendir. Bunun
koruması, sadece Çevre Bakanlığının değil, her kurumun ve ferdin katkısıyla
mümkün olacaktır. Birçok bakanlığın
ilgisinden dolayı bazen sahipsizmiş gibi görüntü veren çevre konusunda
Bakanlığımızın rehberlik görevi yapması, koordineyi sağlaması gerekmektedir. Bu vesileyle, 2002 yılı
bütçesinin, ülkemize ve Çevre Bakanlığına hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor,
önümüzdeki ramazan bayramının da tüm Türk-İslam âleminde hayırlara vesile
olmasını Cenabı Allah'tan temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Baktır. Efendim, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Malatya Milletvekili
Sayın Basri Coşkun; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA BASRİ
COŞKUN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı bütçesi
hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına, saygılarımla selamlıyorum. Bilindiği üzere, Aralık
1991'de Sovyetler Birliğinin dağılmasının ertesinde dünya siyaset sahnesine,
daha önce uluslararası politikanın pek ilgilenmediği yeni bağımsız devletler
ortaya çıkmıştır. Türk cumhuriyetleri olarak da adlandırılan Azerbaycan,
Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan'ın da içinde bulunduğu bu
coğrafyada, Türk tarih ve kültür mirasına ait, Türkiye dahil, yaklaşık 11
milyon kilometrekareden fazla bir alan üzerinde, toplam nüfusu 250 milyona
yakın olan kardeş ve akraba topluluğu doğmuştur. Ne var ki, Ulu Önder
Atatürk'ün 1933 yılında öngörüp, Türk Dünyasının istikbaldeki mevkii için
hazırlıklı olmamız gerektiğini belirtmesine ve partim Milliyetçi Hareket
Partisinin rahmetli Genel Başkanı Başbuğ Alparslan Türkeş Beyefendinin tüm
hayatını bu ülkü uğrunda geçirmesine rağmen, maalesef, Türkiye Cumhuriyeti, bu
yeni duruma hazırlıksız yakalanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin de öteden
beri savunageldiği fikirlerin haklılığı da tescil edilmiştir. Halbuki, geçmiş
bize göstermiştir ki, milletleri büyük yapan, istisnaî fırsatları kullanabilme
yeteneğidir. Türklerin önünde büyük
bir coğrafya ve nüfus yoğunluğu, kıskandıracak derecede yeraltı ve yerüstü
doğal zenginlik, yetişmiş insan kaynakları ve stratejik konum vardır. Bu
muhteşem zenginliklerin bir araya getirilerek, tüm Türk devlet ve
topluluklarının yararına kullanılması gerekmektedir. Türkiye ile Türk
cumhuriyetleri ve akraba toplulukları arasındaki işbirliğinin temelini, tarihî
ve kültürel yakınlık, ekonomik tamamlayıcılık, ulusal ve uluslararası ortak
çıkarlar teşkil etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye, söz konusu bölgede, diğer ülkelere
göre bir adım ileridedir. Türkiye, bu çerçevede, dil, tarih ve kültürel
ortaklığa sahip olduğu kardeş ve akraba devlet ve topluluklarla, tarafların
çıkarlarına dayalı, egemenliklerine saygılı, iç işlerine karışmama gibi
prensipler dahilinde dayanışma ve işbirliği içine girebilir. Bu, Türk
Milletinin hem tarihî hem kardeşlik hem de ulusal çıkarı gereğidir. Avrasya bölgesiyle
ilişkilerimizin yürütülmesi amacıyla 11 Mart 1996 tarihine kadar resmî olarak
bir kurum veya bakanlık görevlendirilmemiştir. 11 Mart 1996 tarihinden sonra
kurulan hükümetlerde ise, Türk cumhuriyetlerinden sorumlu olarak bir devlet
bakanı görevlendirilmiştir. 57 nci hükümette Türk cumhuriyetlerinden sorumlu
Devlet Bakanlığı görevini üstlenen Sayın Bakanımız Abdulhalûk Çay'ı, bölgeye
yönelik samimî ve başarılı çalışmalarından dolayı kutlamadan geçemeyeceğim. Rusya Federasyonu,
Putin'in Devlet Başkanı olmasıyla, Kafkasya'da ve Ortaasya'da daha etkin bir
politika izlemeye başlamıştır. Bu politika, Çeçenistan örneğinde olduğu gibi,
müdahaleci bir tutum şeklinde kendini göstermektedir. Kurulduğundan bu yana,
Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasında tam anlamıyla bir beraberlik
ruhu yaratılamamış olması, ekonomik ve askerî entegrasyonda başarısız
kalınması, yeni bir ortak payda tanımını gerektirmiş görünmektedir. Rusya, bu amaçla, enerji
ağırlıklı olmak üzere, ekonomik entegrasyon alanında ve ortak güvenlik sistemi
ekseninde ve savunma boyutunda cazibe alanı yaratmaya çaba sarf etmektedir. Bu
amaçla, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Özbekistan, Kazakistan,
Kırgızistan ve Tacikistan arasında, Şanghay İşbirliği Örgütü -Şanghay Altılısı
olarak da bilinmektedir- kurulmuştur; ancak, burada dikkat edilmesi gereken
nokta, bu örgütün, Rusya ve Çin tarafından, radikal İslam tehdidi görüntüsü
altında Türk devletleri arasındaki işbirliğini engellemek, bölgede, Türkiye
başta olmak üzere, Batı'nın etkisini azaltmak maksadıyla kullanılma ihtimali
söz konusudur. Ayrıca, Rusya Federasyonu, gerek kendi içerisindeki özerk
cumhuriyetlerin dağılmasını engellemek, gerekse eski nüfuz alanını kontrolünde
tutmak; Çin ise, bölgedeki yayılmacı politikasına ortam hazırlamak maksadıyla
bu örgüte büyük önem vermektedir. Amerika Birleşik
Devletlerine 11 Eylüldeki ikiz kuleleri hedef alan saldırılardan sonra, bölgede
yeni bir döneme girilmiş bulunulmaktadır. Amerika'nın Afganistan harekatıyla
bölgedeki dengeler değişmiş, taşlar yerinden oynamıştır. 11 Eylül öncesindeki
durum, bölgede hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Türkiye, Afganistan
olayında, baştan beri tutarlı ve vakarlı bir duruş göstererek, istikrarlı bir
politika izlemektedir. Türkiye'nin, Afganistan'ın geleceği ve gelecekte
Afganistan'ın statüsünün belirlenmesinde söz sahibi olmak, Afganistan'ın,
gelecekte bölge ülkelerine etkilerinin olumsuz olmaması için belirleyici
çabaları göstermesi gerekmektedir. Savaş bitmiş görünse de, mutlaka, Türk
askeri Afganistan'a gitmeli; yeniden yapılanacak Afganistan'da kardeşlerimize
ve uluslararası barışa katkısını sunmalıdır. Türkiye'nin Kafkasya ve
Ortaasya ülkeleriyle ilişkilerinde İran da önemli bir faktördür. Sovyetler
Birliği'nin dağıldığı ilk günlerde Türkiye modeli, Batı ve özellikle Amerika
Birleşik Devletleri açısından İran'ı Ortaasya ve Kafkasya'da pasifize etmek
düşüncesiyle destek bulmuştur; ancak, son dönemlerde İran'da reformcuların
kaydettikleri seçim başarılarının Batı ülkeleri tarafından ilişkilerin
yumuşatılmasına neden olacak gelişmeler olarak değerlendirilmesi, Rusya
Federasyonunun yanı sıra İran'ı da bölgede rakip olarak ortaya çıkarabilecektir.
Afganistan harekâtından
sonra, Amerika'nın, yeni terör hedefi olarak saldırılacak ilk ülke diye takdim
ettiği Irak, güvenliğimizi birinci derecede alakadar eden bir komşu coğrafya
olarak önem arz etmektedir. Amerika'nın Irak'la ilgili terör suçlamalarını
gündeme getirdiğinden bu yana, Türkiye, gereken ikazları muhataplarına iletmiş,
son olarak, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın
Türkiye'yi ziyaretinde de, bu konuda niçin hassas olduğumuz tekrar edilmiştir.
Türkiye, Irak'ta aleyhine gelişecek oldubittileri kabul etmeyecek, etmemelidir. İsrail ve Filistin
arasındaki son gerginlikler de, bölgedeki dengelerin sarsılmasına yol açacak
boyutlara ulaşmıştır. Türkiye, İsrail ve Filistin yönetimlerine, kan akmasının
durdurulmasını ve olaylar başlamadan önceki konumun korunmasını tavsiye etse
de, İsrail'in, Şaron'la beraber, bölgede yeni kazanımlar arzuladığı
gözlenmektedir. Bu olumsuz gelişmeleri
engellemek maksadıyla, Avrasya coğrafyası dikkate alındığında, bu ülkelerin
bağımsız devlet yapılarına saygılı ve eşit düzeyde ilişkileri sürdürmeyi
amaçlayan, güçlü ve gerçekten yardım edebilecek bir Türkiye imajının
oluşturulması gerekmektedir. Avrasya ülkeleri ile
ülkemiz arasındaki ilişkiler her ne kadar uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde
yürütülmekteyse de, bu ülkelerle geçmişten gelen bağlarımız, ülke
yöneticilerinin bazı konularda duygusal davranmalarına neden olabilmekte ve
bunun, olumlu veya olumsuz sonuçları, doğrudan, ülkede yaşayan vatandaşlarımıza
yansıtılmaktadır. Ayrıca, ülkemizdeki gelişmeler ve politikacılar tarafından
verilen demeçler, ilgili ülke yetkilileri tarafından yakından takip
edilmektedir. Dolayısıyla, bu ülkelerle ilgili verilen demeçlerde ve
açıklamalarda hassas davranılması önem arz etmektedir. Türk cumhuriyetleri ve
toplulukları ile kardeş topluluklarla ikili ilişkilerde, yerine getirilemeyecek
ve getirilemeyen vaatlerde bulunulması güvenin sarsılmasına sebep olmuş ve
aleyhte bir kamuoyu yaratmıştır. Maalesef, siyasî, ekonomik, ticarî, kültürel
ve teknik işbirliğine yönelik araştırmalar da yapılmamış, bunlar için bir bilgi
birikim merkezi kurulmamıştır. Büyükelçiliklerimizin
kadroları ihtiyaca cevap verecek şekilde yeniden ele alınmalı ve ülkeler
bazında kadro tespiti yapılmalı; bu ülkelere verdiğimiz önemi belirtecek,
ihtiyaçlarına cevap verecek bir yapılanma içinde olmalı; psikolojik harp
unsurlarıyla desteklenerek, kamuoyunu lehimize çevirecek çalışmalar
yapılmalıdır. Maalesef, şu anda,
bölgedeki büyükelçiliklerimizin sayı ve nitelik olarak yeterli olduğunu
söylememiz mümkün değildir. Büyükelçiliklerimizin yeterli donanıma sahip olması
için görev Dışişleri Bakanlığımıza düşüyor. Umarım, Dışişleri yetkilileri, Türk
cumhuriyetlerinin ülkemiz için taşıdığı hayatî önemin farkına varır ve gereğini
yerine getirir. Türkiye'nin elinde bulundurduğu devlet deneyimli insangücünün
ülkelerin ihtiyaçlarına ve taleplerine göre görevlendirilmesi düşünülmelidir. Dışticareti geliştirici
yatırımların özendirilmesi ve desteklenmesi amacıyla, ilave tedbir ve
teşviklerin alınması gerekmektedir. BAŞKAN - Sürenizi 1
dakika geçtiniz Sayın Coşkun. BASRİ COŞKUN (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak diyebiliriz ki,
Dışişlerinin Batı'ya dönük yüzünü bir nebze de olsa Ortaasya Türk
cumhuriyetlerine çevirmesi, Türkiye'nin âli menfaatları açısından elzemdir.
Türk cumhuriyetleriyle olan yakın ilişkimiz ve işbirliğimiz, Türkiye'yi Batı
dünyasının ve Avrupa Birliğinin karşısında daha güçlü kılacağı gibi, Türk
dünyası da bundan büyük kazançlar elde edecektir. Yeter ki, bölgeye, artık,
gerekli önemi verelim. Eğer, bu inançla
çalışırsak, içinde bulunduğumuz asrın bir Türk asrı olması kaçınılmazdır.
Rahmetli İsmail Gaspıralı'nın 19 uncu Yüzyılın sonlarında derin bir vukufla
tespit ettiği "dilde, fikirde, işte birlik" ideali, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin 21 inci yüzyılda Türk dünyasına matuf politikasının
veciz bir ifadesidir. Büyük Önder Atatürk'ün ferasetle haber verdiği Türk
cumhuriyetleriyle kader birliğine doğru gidiş de mukadderdir. Bu vesileyle, sözlerime
son verirken, Dışişleri Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler, bütün
vatandaşlarımızın mübarek Kadir Gecesini ve Ramazan Bayramını tebrik eder,
saygılar sunarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Coşkun. MHP Grubu adına son
konuşmayı yapmak üzere, Eskişehir Milletvekili Sayın Servet Sazak; buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN
SERVET SAZAK (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığı 2002 yılı bütçesi konusunda görüşlerimi ifade etmek üzere, Partim
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, gerek Partim adına gerek şahsım
adına, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Dışişleri denince, Türkiye'nin millî çıkarlarının dışarıya
karşı korunması görevi akla gelmektedir. Dışişleri Bakanlığımız, Osmanlıdan
beri gelen geleneksel yapısıyla, içpolitikadan mümkün olduğu kadar
etkilenmeden, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesine uygun olarak,
eleştirilere maruz kalmasına rağmen, görevini layıkıyla yapma sorumluluğu
içerisinde olmaya çalışmıştır. Ancak, gerek Türkiye'nin ekonomik şartlarının
yetersizliğinden kaynaklanan gerekse de hükümetlerin çok etkileyemedikleri
Dışişlerine bakışlarından kaynaklanan sebeplerle, maalesef, yeterli malî
imkânlardan mahrum bırakılmıştır. Bir örnek vermek gerekirse, jeopolitiğinin
güçlüklerine rağmen, Dışişleri Bakanlığının toplam bütçe içindeki payı binde 4
civarında olup, bu oran gelişmiş ülkelerde yüzde 3-4 seviyesindedir. Bu oran, devletimizin
dışpolitikaya bakışının çok manidar bir ifadesidir. Ayrıca, personel
açısından baktığımızda, toplam personel sayısı 2 700 civarında olup, meslek
memuru sayısı 900'ün altındadır. Meslek memurlarının yüzde 45'i Ankara'da, geri
kalanı 93 ülkeye yayılmış, 157 yurtdışı temsilciliğinde çalışmaktadır. Bu rakamlar gelişmiş
ülkelerdeki meslekî personel sayısı ile mukayese edildiğinde, stratejik
yaklaşımlardan bihaber, popülist yaklaşımlarla devlet kadrolarını şişiren
siyasetçi geçmişimizi bize hatırlatmaktadır. Gerek malî gerek personel
ve gerek de dışpolitikayı besleyen diğer kaynaklar açısından yetersiz bir
Dışişlerinin, Türkiye'nin millî menfaatlarını dışarıya karşı koruma ve
geliştirme görevini layıkıyla yapabilmesi mümkün değildir. Bir de personelin
nitelik ve kişisel yaşam kaygılarından kaynaklanan malî ve sosyal sorunlarını
da buna eklersek, Dışişleri teşkilatımızın önemli bir kısmının, mesailerinde
memleket menfaatlarını düşünme oranını tahmin etmek zor olmayacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
devletin görevi, milletin, güvenlik, sağlık, refah ve mutluluğunu en yaygın bir
biçimde sağlamaktır. Yani, temel hedef insanlar içindir ki, bu hedefe
varabilmek için devletin güçlü olması gerekmektedir. Ekonomik, siyasal, askerî
olarak güçlü olmayan bir devlet yapısından toplumsal bir fayda sağlama imkânı
yoktur. Her ne kadar, dünyada ekonomik gücü ve bu sayede yakaladığı siyasal
gücüyle refahı yakalamış devletler olsa bile, ülkemiz, kültürel, tarihsel,
stratejik ve iç yapısal boyutuyla incelendiğinde, böyle bir şansa sahip
değildir. Türkiye'nin dışpolitikası
çok sorunlar içerir; çok yönlü tehditlerle uğraşmayı gerektirir, çok farklı
bağlantılara girmeye zorlayıcıdır, çok değişik çıkarları ilgilendirir. Bununla
birlikte, inceleme yapabilmek için, bu karmaşıklık içinde belirli düzenlilikler
ve kalıplar aramak ve bulmak şarttır. Bu bağlamda, Türkiye, hedefini,
Osmanlının kuruluşundan beri Batı'ya çevirmiştir ve ağırlıkla Batılı ittifaklar
içinde olmuştur. 15 Temmuz 1959'da Avrupa Ekonomik Topluluğuna başvuruyla
başlayan ve 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşmasıyla hukukî zemin kazanan
Avrupa Birliğine giriş süreci, bütün kurumlarımızın da desteğiyle,
dışpolitikamızın ana hedeflerinden birini teşkil etmektedir. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişini sağlamak konusunda en
ufak bir tereddüdümüz yoktur; ancak, bazı gerçekleri de ifade etmek mecburiyeti
vardır. Türkiye'nin yıllardır müttefiki olan devletlerin, Türkiye'yi bölmeye
çalışan birtakım teröristlere özgürlük savaşçısı gözüyle bakma stratejilerini
de gözardı etmemeliyiz. Bu devletlerin, laik sistemi yıkmaya çalışanlara kol
kanat geren anlayışlarının, Türkiye'de devleti yıkmaya çalışan ve cinayet
işleyenlerin, yine, bu ülkelerde, ülkemizdeki idam cezası mülahazasıyla koruma
altında tutulmalarının iyi niyetli bir yaklaşım olduğunu iddia etmek, en hafif
tabiriyle saflıktır; ancak, gerçek tabiriyle ihanettir. Ancak, ne hazindir ki,
içerideki işbirlikçilerinin benliklerini sarmış teslimiyetçilik ve tarihsel körlük,
demokratikleşme adına ülkeyi ve milleti bölme özgürlüğüne destek çıkar bir hal
almıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; güç dengesi politikasıyla, kendi devletlerinin varlığını diğer
devletlerin zayıflığında ve bölünmüşlüğünde arayan, reel politik ve güç odağı
oluşturarak çevresini ve dünyayı kontrol altında tutmaya çalışan devletlerin
stratejik diplomasi geçmişi unutulmamalıdır. Umarız ki, geleneksel güç odağı
olma arzuları veya başka bir deyişle, bir diğerinin güçlenmesi karşısında alternatif
ittifaklar oluşturma diplomasileri, İkinci Dünya Savaşından beri bitmiş görünen
tarihsel iç kavgalarını tekrar ortaya çıkarmaz. Tabiî ki, olaylar bugünkü
düzeyinde devam ettiği takdirde, koskoca Avrupa Birliğinin, bir devletin
hegemonyası altında oluşan bir birlik olması da kaçınılmaz olacaktır. Bugün için Baltık'tan
Akdeniz'e kadar uzanan bir bölgede, ekonomik, siyasî ve kültürel gücüyle,
Avrupa Birliği içinde ayrı bir güç oluşturan ve bununla kalmayıp, ekonomik
Avrasya politikalarıyla, Ortaasya ve Ortadoğu'ya kadar örtülü ittifaklar kuran
bir devletin, bütün dünya açısından takip edilme mecburiyeti vardır. Türkiye'ye karşı Batı
Avrupa'nın uyguladığı politikaların temelinde toplumsal ayrıştırma planı
vardır. Türkiye'yi, sosyal, etnik ve mezhep noktasında ayrıştırmanın en etkin
yollarından birisi, ekonomik sıkıntıların çoğaltılmasıdır. Sayın milletvekilleri,
son ekonomik krizin hazırlanış ve gelişme sürecine bakarsak, iki önemli faktörü
görürüz. Birincisi, bazı yabancı bankaların, zaten, sıcakpara politikasıyla
yürüyen ekonomiden çok para çekişleri; ikincisi, bazı politikacı ve
bürokratların buna hizmet edişleridir. Özellikle de, kendi ülkesinin ve
insanının samimî bir dostu olmadan, başka dünyaların ve değerlerin sözcüsü
olmaya, menfaatlarını korumaya amade... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size de
3 dakika veriyorum; lütfen, tamamlayın. SÜLEYMAN SERVET SAZAK
(Devamla) - ...yönetici ve kalem sahiplerinin çoğaldığı ve bunun da rahatlıkla,
son zamanlarda olduğu gibi, evrensel doğru olarak takdim edilebildiği bir zaman
diliminde, millî ve duyarlı bakış açılarının önemi bir kez daha anlaşılmış
bulunmaktadır. Bu kapsamda, geçmişi analiz ederek geleceğimize yön vermek ana
gerçeğimizdir. Bunu özellikle vurgulamak
istedim; çünkü, Türkiye'nin ekonomik krize girmesinde en çok sözü edilen
hususlar, 1997 yılında çıkarılan
nereden buldun yasasıyla, buna paralel olarak yürürlüğe giren diğer vergi
yasaları ve son krizde 3,5 milyar dolar zararla devletleştirilen bankaların 12 milyar
doları aşan zarara yol açmaları hadisesidir. Namus, karapara ve hortumcularla
mücadele etmek gibi doğru hedeflere yanlış iz ve kılavuzlarla gitmek,
Türkiye'de çok uygulanan bir metot olmuştur. Son dönemlerde, Türk
ekonomisi yukarıda saymış olduğumuz doğru tespitlerle, ancak, yanlış ellerle
çökertilmiş ve bu işin başrollerindeki şahıslardan biri görevinden ayrılarak,
her zaman yaşadığı Avrupa'ya göç etmiştir. Onun için, kendi içinden sabote
edilmeye yönelik bir dışpolitik taarruzun varlığını da gözardı etmemeliyiz.
Yakın ve uzak tarihimiz bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Bugün,
demokratikleşme, insan hakları gibi doğru kavramları kullanarak Avrupa Birliği
ve Kıbrıs gibi konularda yönlendirme yapanların sicil ve bağımlılıklarına
bakmak, Türkiye'nin götürülmek istendiği yolun ne olduğu konusunda haklı olarak
şüpheci olmamıza sebep olmaktadır. Bugün, Türk Devleti ve
Milletiyle gerek kendileri gerekse işbirlikçileri eli ve ağzıyla bu oyunları
oynayan devletler iyi bilsinler ki, tarihsel miyopluk ve kendini
beğenmişlikleriyle kültürel çokkimlilik açılımını yapamadan yükseldikleri
yerden hızla çakılacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar) Bizim, Türk Devleti
olarak millî çıkarlarımızı, geleneksel statükocu "bana dokunmayan yılan
bin yaşasın" anlayışıyla korumamız ve dışpolitika yapmamız mümkün
değildir. Herkes bilmelidir ki, Türk Devleti büyük bir devlettir; dostluğu da
düşmanlığı da çok önemlidir. Bu anlamda Türkiye, öncelikle çevresinde güvenlik
bölgeleri oluşturmak zorundadır. Gerek ittifaklara dayanarak güç kullanmak,
gerekse karşılıklı menfaata dayalı politikalar üretmekle birlikte, küresel
anlamda, Türkiye etkin ve aktif olmak mecuriyetindedir. Bunun için derhal yeni
dünya düzenine uygun kısa, orta ve uzun vadeli millî güvenlik stratejileri
ortaya konulmalıdır. Tarihsel misyonumuzun gereği budur. İçten ve dıştan
gelecek her türlü ihanete karşı, Türk Milletinin evlatları, uyanık olmak ve
ihaneti önleyerek başarılı olmak zorundadır. Bunun başka bir yolu yoktur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime son verirken, bugünün dünyasının demokratik
toplumlarında olduğu gibi, kendi parlamentosunu ve kamuoyunu azamî ölçüde
kullanarak millî meseleleri ve dışpolitikayı yürüten menfaatımız, ister
iktisadî ister siyasî olsun, rabıtalarını kurgulamak ve gözetmekte devamlılığı
olan, kendi özdeğerlerine sahip hariciye kadrolarının işbaşında olduğu bir
Dışişleri Bakanlığı temennisiyle, 2002 yılı bütçesinin ve bu vesileyle,
önümüzde idrak edeceğimiz Ramazan Bayramının ülkemize hayırlı olmasını diler,
hepinize saygılar sunarım (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Sazak. Sayın milletvekilleri,
böylece, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir. Şahısları adına, bütçenin
lehinde, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Kaya, buyurun efendim (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika Sayın
Kaya. MEHMET KAYA
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Dışişleri
Bakanlığı bütçesi hakkında şahsım adına konuşma yapmak üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugünlerde ülkemizin dış ilişkilerinde, milletimizin yaşamsal
çıkarlarını yakından ilgilendiren çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir
dönemden geçmekteyiz. İşte, bugün, ülkemiz açısından önemli olan bu gelişmeler
hakkında şahsî görüş ve kanaatlerimi sizlerle paylaşmak üzere huzurlarınızda
bulunmaktayım. Değerli milletvekilleri,
bugünlerde dışpolitikamızın gündeminde, Avrupa Birliğinin genişlemesi
bağlamında endişe verici bir gelişme olan Güney Kıbrıs Rum yönetimini tek
taraflı olarak Avrupa Birliğine tam üye yapma girişimlerinin ulaştığı bir
merhaledir. İşte bu gelişme, Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle Avrupa Birliği
arasında müzakerelerin 2002'de tamamlanacağı ve Güney Kıbrıs Rum yönetiminin en
kısa zamanda Avrupa Birliğine gireceği yönündedir. Bu gelişmeyi yakından takip
eden Türkiye, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Avrupa Birliğine üyelik sürecinin
başlangıcından beri bu konudaki çekincelerini kayda geçirmiş, gerekli uyarıları
yapmıştır. Türkiye, her zaman, Kıbrıs'ta kalıcı bir çözüme ulaşılmadan
Kıbrıs'ın tümü veya bir bölümü hakkında tek taraflı atılacak yanlış adımların
Kıbrıs'ta ve bölgede son derece vahim sonuçlar doğuracağını tüm dünyaya
bildirmiştir; ancak, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin hukuk dışı başvurusunu, Avrupa
Birliği, Türkiye'nin uyarılarına rağmen işleme koymuştur. Bu durumda, Güney
Kıbrıs Rum yönetimi, Kıbrıs sorununu önceleri uluslararası platformlardan
Birleşmiş Milletlere, daha sonra da Avrupa Birliğine götürerek kendi istekleri
doğrultusunda çözmeye çalışmışlardır; ancak, Kıbrıs konusunda gelinen bu
noktada Güney Kıbrıs Rum yönetimi ve Avrupa Birliği bilmelidir ki, Türkiye'nin
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin onaylamadığı bir çözüm çözüm değildir ve
geçerli de değildir. Peki, ne yapılacak?.. Yapılacak tek şey, tarafların
karşılıklı onayladığı bir çözüm, esas çözüm olacaktır. Buna göre, Kıbrıs
konusunda, uluslararası hakemlerin görüşüne ihtiyaç da yoktur. Kıbrıs konusu,
Avrupa Birliği konusundan tamamen farklı, ayrı bir konudur; ikisi de ayrı ayrı
değerlendirilmelidir. Değerli milletvekilleri,
diğer bir konu olan Avrupa Birliğine tam üyelik hedefimiz, ülkemizin bir
tercihini yansıtmaktadır. Türkler, M.Ö. 3 üncü Asırda İskit, Saka ve Hun
Türklerinin Avrupa'da yerleşip Avrupa Hun İmparatorluğunu kurmalarından ve
Avrupa'nın etnik yapısında yer almalarından bu yana Avrupalıdırlar. Bugün, Avrupa Birliğini,
bizim de paylaştığımız demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü
gibi kavramları temsil eden bir değer olarak kabul ediyoruz. Bu değerleri ülkemizde
koruyup daha da geliştirmek, hem bölgesel barış, istikrar ve refaha daha iyi
etkin katkılarda bulunmak hem de farklı din ve kültürlerin karşılıklı saygı ve
hoşgörü temelinde barış içinde bir arada yaşamalarının mümkün olduğunu
göstermek amacıyla Avrupa Birliğine tam üye olmak istiyoruz. Bu arada, Avrupa Birliği
bütüncül ve entegre anlamı da kendini belirlemektedir. Bu ise, siyasî, ekonomik
ve stratejik bir hedeftir. Günümüzde, Avrupa Birliği ve Türkiye'yi, birbirinden
ayrılmayan ve birbirini tamamlayan iki unsur olarak görmenin ve
değerlendirmenin en hesaplı ve en gerçekçi yol olduğunu söylemek isterim. Yine, bu çerçevede,
Avrupa güvenlik ve savunma politikasının şekillenmesinde de, elli yıla yakın
NATO üyesi olan Türkiye'nin üstleneceği rolün, öncelikle Avrupa'nın güvenliği
için hayatî önem taşıdığına inanmaktayım. Değerli milletvekilleri,
ulusal çıkar ve güvenliğimizi yakından ilgilendiren Balkanlarda da, son
zamanlarda, kısmen de olsa bir istikrar kazanılmış gözüküyor. Balkanlarda
oluşan bu istikrarda Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova'da önemli görev yapan
NATO gücüne Türkiye de katılmış ve istikrarın oluşmasına büyük katkılarda
bulunmuştur. Ülkemizin, Bulgaristan ve
Romanya'yla gerçekleştirdiği işbirliğinin ise, gelecekte, Balkanlardaki
gelişmelere daha da fazla katkı sağlayacağına inanmaktayım; ancak, şurasını da
belirtmeliyiz ki, Türkiye, Balkanlarda, olması gereken yerde de değildir. Değerli milletvekilleri,
Kafkaslardaki istikrarsızlar, Karabağ sorunu, halen çözülemeyen sorunlardır. Bu
kronik sorunlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattını da olumsuz olarak
etkilemektedir. Bu arada, Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan, Rusya, Ermenistan
arasındaki diyaloğun ve karşılıklı güven duygularının geliştirilmesini ve
doğrudan ikili görüşmeler yapılmasını, gerekirse de bir Kafkas konferansının
yapılmasını, Kafkasya'da istikrarın bir başlangıcı olarak düşünebiliriz diye
düşünmekteyim. Değerli milletvekilleri,
diğer bir konu da, ulusal güvenliğimiz ve çıkarlarımız bakımından Kuzey Irak ve
Irak'ın durumudur. Biz, burada, Irak'ın toprak bütünlüğünü, Irak'ta demokratik
bir ortamın oluşmasını, oluşacak demokratik ortam içinde Irak Türkmenlerinin de
eşitlik prensipleri doğrultusunda tüm haklarının kabul edilmesini ve Irak
Türkmenlerinin çıkarlarının uluslar arasında da söylenip kabul edilmesini,
kendilerinin dinlenilmesini ve Türkiye'nin ekonomik çıkarlarının korunmasını
istemekteyiz. Değerli milletvekilleri,
Sovyetler Birliğinin çözülmesiyle, köklü tarihî, zengin kültürü, genç nüfusu,
doğal kaynakları ve enerji kaynaklarıyla bir Avrasya gerçeği ortaya çıkmıştır.
Bunun sonucu olarak da, Kafkasya ve Ortaasya'daki kardeş cumhuriyetler ile
Türkiye arasında yeni dostluk ve işbirliği köprüleri kurulmuştur. Türkiye, özel
ve kamu sektörüyle, bugün, Ortaasya'nın gelişmesinde ve kalkınmasında en büyük
katkıyı sağlayan bir ülke durumundadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye açısından önem taşıyan yerlerden birisi de
Ortadoğu'dur. Maalesef, bu bölgede de, arzulanan barış ve istikrar ortamı henüz
sağlanamamıştır. Burada, Arap-İsrail uyuşmazlıklarında, Türkiye, dengeli bir
dışpolitika takip ederek, her iki tarafı da nazik bir şekilde, gücendirmeden,
barışa hizmet etmeye çalışmaktadır. Ortadoğu'yla tarihî ve coğrafî bağları
bulunan Türkiye'nin, Arap-İsrail uyuşmazlıklarındaki çabalarının önemi
büyüktür. Bu bağlamda, Türkiye'nin mevcut çabalarını daha da
yoğunlaştırmasının, bölge ve dünya barışı için daha da iyi olacağına
inanmaktayım. Değerli milletvekilleri,
ülkemizi ilgilendiren diğer önemli güncel konu da, 11 Eylül 2001 tarihinde
Amerika Birleşik Devletlerinde olan terör saldırıları sonucunda gelişen
olaylardır. Terörizm konusunda gelinen nokta, ülkemizin işin ta başından beri
haklılığını göstermektedir. Terör konularında her şeyin apaçık, göz önünde
olmasına rağmen, Türkiye'nin terörizmdeki haklılık çağrılarını ve geçmişteki
terör olaylarını halen bazı ülkeler görmezlikten gelmektedirler. İşte, bu
durumlara rağmen, Türkiye'nin terör konusundaki istekleri arasında terörün
iyice tarif edilmesi, uluslararası terör konferanslarının yapılması,
uluslararası antiterör örgütünün kurulması yönünde Türkiye'nin aktif olarak
çalışmalarını sürdürmesinin yararlı olacağını da belirtmek isterim. 11 Eylül 2001 tarihinde
Amerika Birleşik Devletlerindeki terörist saldırılar sonucunda, Amerika
Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin Afganistan'daki operasyonlarında
Türkiye'nin de daha aktif rol almasının gerekliliğine inanmaktayım. Nedenine
gelince; Türkiye'nin Afganistan'la tarihî ve kültürel bağları vardır.
Afganistan, Türk dünyası için çok önemlidir. Türkiye, Afganistan'a gerektiği
kadar her çeşit maddî ve manevî
yardımları yapmalı ve gerekirse de, gerektiği kadar Türk askeri
göndermelidir. Türkiye, Afganistan'la ilgili toplantılarda aktif rol almalıdır.
Bu bağlamda, Afganistan'da Amerikan, İngiliz, Fransız ve Alman askerlerinin
yanında Türk askerinin bulunmasını en azından, ecdadına, o topraklara, Türk ve
İslam dünyasına saygıdır diye düşünüyorum. Sayın Başkan değerli
milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, iki gündür
İçel ve çevresinde olan sel felaketinden dolayı bölge halkına geçmiş olsun
diyorum ve bütün vatandaşlarımızın yaklaşmakta olan Ramazan Bayramını ve yeni
yılını kutluyorum. Dışişleri bütçesinin,
Dışişleri Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyor, aziz
Türk Milletini ve onun Yüce Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kaya. İkiniz de konuşacak
mısınız Sayın Bakan? DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Kayseri) - Evet. BAŞKAN - Peki efendim. Söz sırası, sayın
hükümette. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sorular sorulduktan sonra konuşsaydı. BAŞKAN - Efendim,
soruların ne zaman sorulacağını daha öğrenmediniz mi?! Sayın Bakan, 15 dakika
size verdim, 15 dakika da Sayın Çevre Bakanına; ama, isterseniz, 30 dakikayı
siz kullanabilirsiniz. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, konuşan bütün
sözcülere teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Elbette, Meclisimizden
kaynaklanmış düşünceler, eleştiri, öneri ve bütün bunlardan ortaya çıkacak,
hepimizin paylaştığı, paylaşacağı sonuçlar, politikalar; amaç bu ve bu amaca
yardımcı olan bir oturum, bir müzakere burada cereyan ediyor. Ben, bazı birkaç konuyu
alıp, onlar hakkında da etraflı bilgi sunmak istiyorum; öncelikle, bu Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikasıyla ilgili. Burada, son gelişmeler üzerine
yeterince açık olunamadığının bilincindeyim. Bunun da bir nedeni var -bazı
milletvekili arkadaşlarımız da değindi- çünkü, henüz resmen açıklanmamış bir
metin üzerinde konuşmaktayız. Dolayısıyla, ben de, burada, ana hatlarını,
özetini, özünü, hiçbir yanlış anlamaya mahal bırakmayacak şekilde sunacağım;
ancak, bir metin okumayacağım. Önce, bir iki düzeltme
yapayım izninizle. Hep, bir mektuptan söz ediliyor. Blair'in mektubu gelmiş,
bize teminat vermiş, biz de, bu güvenlik politikaları, Avrupa ordusu konusunda,
o teminata güvenerek tutum değiştirmişiz. Bir defa, böyle bir şey söz konusu
değil; herhangi bir devlet başkanından gelecek mektup nedeniyle ya da herhangi
bir devlet başkanının, hükümet başkanının Türkiye'ye bizzat teminat vermesiyle
bizim politikalarımız oluşmuş değil ve oluşacak değil. "Avrupa Güvenlik ve
Savunma Politikası" dediğimiz olay, malum, Avrupa Birliğinin yeni bir
askerî organizasyon kurması. Bir organizasyon kuruyor Avrupa Birliği, bir
bakıma yeni bir ordu oluşturuyor. Bu orduyu oluştururken, NATO'ya gelip diyor
ki: "Ben, NATO'nun imkânlarından da faydalanmak istiyorum; belli ölçüde NATO'yla
birlikte bu yeni askerî gücü şekillendirmek istiyorum." Bunun üzerine,
NATO ve Avrupa Birliği arasında, hangi imkânların kullanılacağı,
kullandırılacağı ve hangi koşullarda kullandırılacağı müzakeresi başlıyor.
Hadise hukukî açıdan bu. Şimdi, burada, bizim
tartıştığımız ve sonuç itibariyle de Amerika, İngiltere ve Türkiye'nin, üçünün
birlikte oluşturduğu bir metin var. Şu konuşulanlar hep o metinle ilgili; bir
vaat değil, bir söz değil, hatta yazılı bir teminat, yazılı bir söz değil. Bu,
doğrudan doğruya NATO'nun kararı ve biz, NATO'nun kararını yazdık. NATO'nun bu
konudaki kararının ne olacağı... Aynı zamanda, Avrupa Birliği üyesi olan
İngiltere'nin de katkılarıyla, üç büyük ülke bu metni hazırladı. Yoksa, biz,
kimseden teminat istemiş, böyle sözlü teminat almış falan değiliz. Peki, neden
bu iş bu noktalara geldi? Bir defa, bu konu,
1999'un mayıs ayında Washington'daki NATO zirvesinde ele alındı ve o NATO
zirvesinde bazı ilkeler saptandı. Biz Türkiye olarak bir hayli ikna gücümüzü
kullandık ve sonuç itibariyle, bizim isteklerimize hemen hemen aynen uydu
diyebileceğim, uyan bir metin çıktı ortaya. Ama, mesele bununla bitmiyor;
meselenin bir Avrupa Birliği boyutu var, Avrupa Birliğinin kendi bakış açıları
var. Sonuç itibariyle de, öyle bir metin oluşturmanın zorunluluğu ortaya çıktı
ki, bu metinde, hem NATO üyeleri hem Avrupa Birliği üyeleri hemfikir olsun. Türkiye olarak biz, şöyle
bir yaklaşım geliştirdik: Birincisi; elbette, Türkiyemiz açısından,
güvenliğimiz açısından, bu Avrupa ordusunun, Avrupa organizasyonunun dışında
kalmak değil, içinde olmak bizim menfaatımız; ama, bu kadar da basit değil.
İçinde olmak da, hangi koşullarda, hangi şekillerde içinde olmak; NATO'nun bazı
imkânlarını vereceksek, hani "buyurun kullanın" diyerek değil,
tanıdığımız imkânın karşılığını almak suretiyle içinde olmak. Ve açıkçası,
ikibuçuk yıl süren çok ciddî bir müzakere, münakaşa dönemi yaşandı. Bunun ilk
bölümünde, ilk birbuçuk yılında, hiçbir uzlaşmaya varılamadı, hiçbir şekilde
yakınlık sağlanamadı. En son, bundan tam bir yıl önce, Brüksel'de yapılan NATO
dışişleri bakanları toplantısında bir metin getirdiler, NATO'nun kararı diye
bunu alalım dediler; biz, kesinlikle karşı çıktık -hatta, adımız vetocuya
çıktı, engelciye çıktı; ki, doğru değildir- biz, bu konunun, çok ciddî
müzakereyle, bizim taleplerimizi karşılayan biçimde çözümlenmesini istedik. O
zaman, hatırlıyorum, Türkiyemiz içinden de "neden anlaşmıyorsunuz; neden
uzlaşmıyorsunuz; niye bu kadar sert politika yapıyorsunuz" diye,
kamuoyundan ciddî eleştiri aldık; ama, doğru yaptık. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sert olsan ne yazar!.. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Devamla) - Ondan sonra, o günden bugüne kadar geçen süreç içinde,
özellikle de son altı ayda 3 kez yapılan Amerika -İngiltere- Türkiye
görüşmelerinde, bundan bir yıl öncesine kıyasla çok daha ileri bir noktaya
gelebildik ve sonuçta da, İngiltere, Amerika ve Türkiye, bir metin üzerinde
uzlaştık. Şimdi, şunu belirtmek
istiyorum: "İşte, uzlaştık, taviz verdik;
efendim, uzlaştık, bir çok yanlış yaptık..." Şimdi, bunlar doğru
değil. Bu konu üç kategoriden oluşuyor, bu metin üç sınıflamadan oluşuyor.
Birincisi ve bizim açımızdan en önemlisi, Türkiyemizin güvenlik ihtiyacı,
Türkiyemizin güvenlik kaygısı, bunun tamamen karşılanması konusuydu; yani, bizim,
eğer NATO ile Avrupa Birliği bir işbirliğine gidecekse, hiçbir şekilde, en
küçük bir kaygımız olmaması lazım Türkiye'nin güvenliğinin zedelenebileceği
şeklinde. Bu konuda, son bir ay içinde, istediğimiz noktaya geldik diyebilirim.
İstediğimiz noktaya geldikten sonra da, biz, yine, bazı düzeltmeler istedik,
son bir iki günde o düzeltmeler de- gerçi çok hayatî düzeltme değildi, ama-
onlar da sağlandı. İkinci kategori
diyebileceğim, karar mekanizmaları, askerî teknik konular; askerler hangi
şekilde karar mekanizmasında yer alacak; o ikinci bölümde, karargâhlarda temsil
nasıl olacak, manevra yapıldığı vakit, kimin kuvvetinde, kim, ne ölçüde temsil
edilecek; her aşamadaki karar nasıl alınacak; bu, askerî teknik bölümü. Bu
bölümde de, özellikle, biz, bu müzakerelerde, Genelkurmayımızla birlikte olduk;
zaten, bütün çalışmayı da, askerî boyutu çok ağır basan bir konu olduğu için,
Genelkurmayımızla birlikte bu çalışmayı devam ettirdik ve bu ikinci kategori
dediğim askerî teknik bölümde Türkiye, İngiltere ve Amerika'nın üzerinde
uzlaştığı metin, Dışişleri Bakanlığının, Genelkurmayımızın birlikte uzlaştığı
metnin Türkiye'nin ihtiyaçlarını tam olarak karşıladığı görüşünde hemfikir
olduk. Bu metin üç bölümden
oluşuyor, üçüncü bölüm, NATO imkân ve kabiliyetlerinin kullanılmadığı, Avrupa
Birliği, kendi deyişleriyle otonom, bağımsız, özerk harekatıyla ilişkili; yani
NATO askeri kullanmıyor, uçağı kullanmıyor, havaalanını kullanmıyor,
teçhizatını kullanmıyor; ama bir harekât yapacak, bu harekâta Türkiye'nin
konumundaki ülkeler; yani NATO üyesi olup, Avrupa Birliği üyesi olmayanlar ne
ölçüde, hangi yetkiyle, ne şekilde katılacaklar. Bu alanda tam olarak
istediğimizi alamadık. Bu konuda biz bir hayli gayret gösterdik, her üç konuda
tabiî çok gayret gösterdik; yani bir hayli olumsuz bir yaklaşımı tersine
çevirdik ve bu konuda da mesafe almış olmakla birlikte, ben, bugün böyle bir
harekâta Türkiye ben katılacağım deyip katılır demek durumunda değilim, bunu
alamadık; fakat, söz konusu metnin tümüne baktığımızda bizim önceliklerimiz,
birincisi Avrupa Birliğinin ordusunda yer almak; çünkü yeni bir organizasyon
oluşuyor, Avrupa savunmasında yeni bir unsur meydana çıkıyor ve Türkiye'nin
bunun dışında kalmasını biz yanlış bulduk. İkincisi, askerimizin katılacağı,
askerlerin katıldığı harekât, harekâtın dışında manevra, ondan sonra
karargâhlardaki temsil, karar mekanizmaları biz bunda da istediğimizi aldık. Sonuç itibariyle bu
konuyu değerlendirdik, o değerlendirme neticesinde de, hükümet olarak biz bu
üçlü anlaşmayı onayladık. Şimdi, şunu da eklemek
istiyorum; işte yanlış yapıldı, Türkiye'den taviz mi verdik?.. Şimdi, orada da,
bana göre, biraz saygılı olmak lazım. Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, Türkiye
Cumhuriyetinin Genelkurmay Başkanı, Türkiye Cumhuriyetinin üç Başbakan Yardımcısı,
Türkiye Cumhuriyetinin Millî Savunma Bakanı, Türkiye Cumhuriyetinin Dışişleri
Bakanı, eğer, kılı kırk yarmak şeklinde bunu incelemişse ve bunda, Türkiye'nin
menfaatına karşı değil, Türkiye'nin menfaatı doğrultusunda sonuç olduğunu
görmüşse, bana göre, bu, saygı duyulması gereken, doğru bir karar olmuştur. Şimdi, bundan sonraki
aşama nedir; bundan sonraki aşama, onu da ekleyeyim, son NATO toplantısında,
hemen hemen bütün NATO üyesi ülkelerin, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin
neredeyse tümü, bu üç ülkeyi, yani, Amerika'yı, İngiltere'yi ve Türkiye'yi,
hazırlamış oldukları bu metinden dolayı kutladılar ve bunun fevkalade doğru bir
gelişme olduğunu söylediler. Şimdi, Avrupa Birliği
bakacak. Tabiî, biz takip ediyoruz meseleyi ama, bizim açımızdan, biz, yapmamız
gerekeni yaptık, biz artık olayı bitirdik. Umarım, bundan sonrası da doğru
gelişir. Kulağımıza gelmiyor değil, Yunanistan'dan itirazlar, Yunanistan'dan
kaygılar, ki, bence haklı kaygı değil. Biz, Türkiye, Amerika ve İngiltere
olarak, elbette, ne Yunanistan'ın ne de herhangi bir NATO-AB üyesinin ziyanına
bir iş yaptık. Tam aksine, NATO'yu da, AB'yi de, kendimizi de güvence altına
alan bir ortak çalışmayı gerçekleştirdik. Kıbrıs'tan söz etmek
istiyorum, son gelişmelerden. Cumhurbaşkanı Denktaş'ın Kıbrıs'taki son girişimi
fevkalade doğru, fevkalade zamanlı ve umuyorum, fevkalade başarılı olmuştur. Şunu belirteyim; bu, son
dakikada aklımıza gelen veyahut tesadüfen ortaya çıkan bir şey değildir; çünkü,
bazen deniliyor ki: "Bir tılsımlı olay gelişiyor, her şey yan yana
düşüyor, Türkiye adımlar atıyor..." Hayır, Kıbrıs'taki hadise, 1998'in
Ağustos ayında Sayın Denktaş'ın sunduğu, hatta basın toplantısında kendisiyle
birlikte sunduğumuz, konfederasyon modeli kararının sürecidir, uzantısıdır.
Çünkü, 1998'in Ağustos ayında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye, bir
teklif getirmişti dünya kamuoylarına ve bütün ülkelere... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan,
Sayın Çevre Bakanı konuşmayacakmış, onun süresini de size veriyorum efendim.
(DSP sıralarından alkışlar) Buyurun. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim. ... ve bir uzlaşma
teklifidir Sayın Denktaş'ın 1998'in Ağustos ayında dünyanın önüne getirdiği
teklif. Bizim 1998'in Ağustosundan sonra biz iki şeyi, iki mesajı bütün dünyaya
çok açık bir şekilde verdik. Birincisi, dedik ki: "Biz, Türkiye ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs'ta, Kıbrıs'ta mevcut iki milletin üzerinde
uzlaşacağı bir çözümden yanayız. Biz çözüm istiyoruz, ortak çözüm istiyoruz.
Kıbrıs'taki iki milletin üzerinde uzlaşacağı ortak çözümü istemekteyiz."
Bu mesajı hep tekrar ettik ve hep anlattık, bütün platformlarda anlattık;
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO, Amerika, vesaire. İkinci verdiğimiz ve çok
açık verdiğimiz mesaj ise: "Eğer bir uzlaşma olmaz ise, eğer ortak çözüm
bulunmaz ise -ki biz bulunması için çalışıyoruz, samimiyetle çalışıyoruz- eğer
Kıbrıs ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bütün Ada'nın tek temsilcisi, tek hâkimi,
bütün Ada'nın tek hükümeti gibi Avrupa Birliğine alınırsa ve yine, Kıbrıs'taki
Türkler, bir Yunan-Rum çoğunluğunun eli altındaki aciz bir azınlık muamelesine
tabi tutulacaksa, Türkiye olarak biz, buna "evet" demeyiz, biz, bunu
yaptırtmayız. Bu da bir tehdit falan değildir; bu, bir gerçeğin ifadesidir.
Olmaz bu; yani, Türkiye, bunu yaptırtmaz, buna katlanmaz. Hiç böyle rüya
görülmesin. Hiçbir zaman, kalkıp da Güney Kıbrıs Rum Hükümeti herkesi temsil
edecek, işte efendim, Kıbrıs'taki Türkler de -son zamanlarda kullanılan
tanımıyla- Avrupa Birliğinin azınlıklara tanıdığı o geniş haklardan faydalanan
müreffeh bir azınlık olacak. Türkiye, bunu kabul etmez ve bu mesajı çok net
verdik. Herkes gördü ki, Türkiye
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, ortak bir çözümün bulunması için nasıl
samimiyse, o çözümün bulunmaması halinde neler yapacağı konusunda da aynı
ölçüde kararlıdır ve samimidir. Sanırım, bu politikalar -ki, biz, bunu ısrarla,
tek tek anlattık- sonuçta, herkesin meseleyi daha doğru görmesine yardımcı oldu
ve yardımcı olduğu içindir ki, şu son bir-iki ayın içerisinde, artık, Kıbrıs'ta
o ilk akıllarda olan çözümün olamayacağını, mutlaka iki tarafın, iki milletin
üzerinde uzlaşacağı çözüm ihtiyacı olduğunu bütün dünya âlem görmeye başladı.
Eskiden, sadece Cumhurbaşkanı Denktaş'a dönüp "uzlaşmıyorsunuz, masadan
kalkıyorsunuz; gidin, uzlaşın" diyenler, bu defa, Kıbrıs Rum Yönetimine de
dönerek "bakın, tutumunuzu değiştirin, müzakere edin, konuşun, anlaşın;
eğer bir uzlaşma olmazsa, Kıbrıs'ın geleceğinde herkes açısından zor günler
gözüküyor" demeye başladı. Nitekim, bunun sonucunda, Denktaş'ın yaptığı
girişim fevkalade iyi bir şekilde -daha çözümlenmiş bir mesele yok ortada, ama-
şimdilik, ilk adımda fevkalade güzel bir sonuç aldı ve umuyoruz, Birleşmiş
Milletler zemini -ki, yirmibeş otuz yıldır bir türlü sonuç alınamıyor- ve bu
zeminin yanı sıra, o zemine de katkısı olabilecek yeni bir zemin yaratıldı
Kıbrıs konusunda. Bu, fevkalade önemlidir. Umuyorum, bu yeni zeminde,
Cumhurbaşkanı Denktaş ve Rum yönetimi Başkanı Klerides, her ikisinin de, her
iki milletin de üzerinde anlaşacağı çözümü bulsun. Bazı konuşmacılar
değindi, ona da açıklık getirmek istiyorum; bu bedel konusu. Bedel konusunu ben
kullandım, tabiî ki kullandım; çünkü, öyle düşünüyorum. Bir de, bir politik
karar alınmaktaysa, hatta alınmışsa bu karar -ki, bunu Meclisimiz almış, Kıbrıs
politikasını Meclisimiz belirlemiş zaten- tamamen benimsiyorum, çok doğru bir
şekilde benimsemiş Meclisimiz. Şimdi, bunu, milletimizle
paylaşırken, bu kararları milletimizle paylaşırken, gerçekleri konuşmak icap
eder ve gerçekten, milletimize, biz, bu konuyu anlatırken, ben, şunu söylemek
durumundayım. Eğer, hiçbir uzlaşma olmadı Kıbrıs'ta, hiçbir anlaşma olmadı,
Avrupa Birliği de, onu tek başına aldı, bütün Ada'nın hâkimi gibi üye yaptı.
Biz ne diyoruz -biz dediğim, Meclis demiş bunu; sadece hükümet politikası
değil- "biz, bunu kabul etmeyiz, biz, buna karşı çıkarız; Türkiye'nin
bütün imkanlarıyla bunu ortadan kaldırırız." Meclisimizin sözleri bunlar. Ee, peki, biz, bunu
yaptığımızda, herkes, aman, ne iyi yaptın mı diyecek Türkiye'ye; hayır. Bunu
bizim bilmemiz lazım, milletimizle paylaşmamız lazım. Bir de, benim bedelden
kastettiğim, hiç, öyle, Avrupa Birliği bizi alır, almaz, falan değildir.
Kesinlikle Avrupa Birliğini bu konunun dışında tutmamız gerekir. Hiç öyle bir
şey değildi. Benim aklımda olan, 1974 yılını hatırlarsınız. 1974 yılında,
Türkiye'ye, silah ambargosu konulmuştu ve buna benzer ambargoları düşünerek,
elbette, Türkiye, böyle bir durumda bedel ödeyebilir, bedelden kast ettiğim
budur ve bu bedeli de, biz, Kıbrıs için, Kıbrıs Türkleri için, seve seve
öderiz. Benim düşündüğüm buydu ve bunu söyledim. (DSP, MHP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri,
birkaç konuya daha izninizle değinmek istiyorum. Sayın Andican'ın gündeme
getirdiği Rusya - NATO konusu çok önemlidir; fakat, aynen sizin de ifade
ettiğiniz tarzda bir politika izlemekteyiz. İki gün önce, benim, NATO'daki
konuşmam da o olmuştur; elbette, tabiî, barışa hizmet edecek şeylere yardımcı
olalım; fakat, aceleyle getirmeyelim, kocaman bir alan yaratmayalım, ihtiyatla,
dikkatle -eski deyişiyle, teenni ile- hareket edelim. Yani, bizim politikamız
bu olmuştur. Amerika'daki 47
vatandaşımızın konumuyla ilgili şunu söyleyebilirim: Biz, bunu, en üst düzeyde
dahi ulaştırdık, hatta, ben, Amerikan Dışişleri Bakanı Powell'la da bunu
konuştum; ama, olayı da doğru görelim. Söz konusu 47 kişi, 47 vatandaşımız -ki,
meşgul oluyor bizim temsilciliğimiz, büyükelçiliğimiz- bir anarşi suçlaması,
terör suçlaması değil, doğrudan doğruya izinsiz olarak Amerika'da bulunmakla
suçlanıyorlar; yani, vizesiz gitmek veyahut oturma izninin olmaması gibi
konularda suçlanıyorlar ve biz de bununla meşgulüz. Efendim, yine bazı
haberleri çok büyütüyoruz zaman zaman, Afgan toplantısının, Türkiye'de
yapılacakken 500 000 dolar bulunamadığı için yapılmayışı tümüyle gerçekdışıdır,
söz konusu değildir. 500 000 dolardan çok daha fazlasını, Türkiye, gereğinde
bulur ve böyle bir işe ayırır. Doğrudan doğruya Afganların kendi kararıdır.
Zaten kendileri geleceklerini söylemişlerdi. O sırada bunu söyleyenler, daha
sınırlı bir Afgan grubuydu, sonra iş büyüyünce, başka türlü bir tercih
yaptılar; yoksa, bizim için değil. Doğrusu, zaman zaman bizi
yaralayan bir yaklaşım; özür dileyerek söylüyorum; işte, Rusya hastane yapmış
Afganistan'a, Rusya yardım yapmış. Tamam, yapsın; daha fazlasını yapsın; ama,
bizim yaptıklarımızı da bir görmek ve düşünmek lazım; hele Afganistan'da... Bakınız, Afganistan'ın şu
anda en donanımlı hastanesi, Kâbil'deki Atatürk Hastanesi. Buna, biz, teçhizat
yardımı yapıyoruz, bu hastaneye her türlü desteği veriyoruz ve şimdi bir
anlaşma yaptık; Sayın Doğramacı, kendisinin etkili olduğu uluslararası tıp
kaynaklarını bu hastaneye yönlendirmek suretiyle, hastaneyi genişletmeyi ve
yeniden teçhiz etmeyi, daha da modernleştirmeyi öngördü; bunun çalışmaları
başlamış durumda. Bizim, Afganistan'da,
Sibirgan'da, Türk-Afgan Dostluk Hastanemiz var. Bu hastane de bizim
katkılarımızla çalışıyor ve çalışmaya devam ediyor. Ayrıca, Kâbil'deki hastane
için şunu söylemek isterim: Talibanın egemen olduğu dönemde de bu hastane
çalıştı ve bizim, sadece tıp insanımız değil, bizim diplomatlarımız aynı
zamanda, bizim ilgililerimiz Kâbil'e gitti, hastanenin meseleleriyle meşgul
oldu. Hoca Bahaddin'de bir
sağlık merkezini geçen hafta açtık. Bu, hastane değil; ama, bir sağlık merkezi
açtık. Feyzabad Tıp Fakültesi, Türkiye'nin destekleriyle eğitimine devam
edebiliyor; zaten öyleydi, şimdi de o şekilde. İlaç İşverenleri Sendikası 100
milyar liralık ilaç bağışladı; 11 Eylül sonrası bu söylediğim. Sağlık
Bakanlığımız teçhizat bağışında bulundu. Mezarı Şerif düştükten sonra ilk
yardımı Türkiye yaptı; 250 tonluk yardım malzemesini Mezarı Şerif'e ulaştırdı.
Kızılay büyük çalışma gösterdi. 25 tonluk bir başka yardım malzemesi, ayrıca,
Afganistan'a gitti. Büyükelçiliğimiz şu anda
faaliyete geçmiş durumda. Bir ay içinde tam teşekküllü olacak; yani, bir ay
içinde büyükelçi de atanmış olacak, bütün kadro da atanmış olacak; fakat, şu
anda, İslamabat'tan oraya gönderdiğimiz arkadaşlarımızla büyükelçiliğimiz hem
mahallî makamlarla ilişkilerimizi götürüyor hem de oradaki diğer ülkelerin
temsilcileriyle ilişkilerimizi sürdürüyor. Sayın milletvekilleri,
sadece bazı konulara değinebildim; ama, zannediyorum, biraz açıklık
kazandırabildim. Şunu da belirtmek istiyorum: Bizim, bana göre, zaman zaman
ortaya çıkan bir yanlışımız kendimizi küçük görmek; yani, kendini büyük görmek
çok büyük yanlıştır da, kendini küçük görmek de buna benzer büyüklükte bir
yanlıştır. Sanki, doğru bir iş yapmayı, bir konuda başarılı olmayı, bir konuda
tuttuğunu koparmayı kendimize yakıştıramıyoruz, kendi insanımıza
yakıştıramıyoruz. Oysa, büyük olmak, oysa, güçlü olmak, her şeyden önce,
insanımızın, insanın kendi zihninde güçlü olmasıdır, kendine güvenmesidir;
kendi arkadaşına, kendi insanına güvenmesidir. Biz, Dışişleri Bakanlığı olarak,
Türkiyemize bu güveni vermek için çalışmaktayız. Biz, Dışişleri Bakanlığı
olarak, bu güveni, elbette, Türkiyemize, milletvekillerimizle, hükümetlerimizle
ve diğer makamlarımızla birlikte vermekteyiz ve biz Dışişleri Bakanlığı olarak
ve ben Bakan olarak şu teşekkürümü de Meclisimize sunarken, Bakanlığımızda
çalışan ve gerçekten çok çalışan, gece gündüz çalışan nitelikli arkadaşlarımıza
teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bütçemizin memleketimize
hayırlı olmasını diliyorum. Halkımızın yaklaşan Ramazan Bayramını kutluyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum; sağ olun efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan. Bütçe üzerinde son
konuşmayı yapmak üzere, aleyhte, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu; buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika
efendim. HÜSEYİN KANSU (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yaklaşmakta olan Ramazan Bayramımızı, milletimizin Ramazan Bayramını tebrik
ediyorum. Dışpolitika gündemimizin
ön sıralarına yükselen, ABD'nin Afganistan'a askerî müdahalesi, Ortadoğu'daki
gelişmeler ve Kıbrıs konularında kısaca görüşlerimi arz etmek istiyorum. Dünyada güvenlik
konseptini radikal bir biçimde değiştirdiği, 21 inci Yüzyılda terörle
mücadeleyi güvenlik politikalarının merkezine taşıdığı ve bu anlamda bir milat
olduğu iddia edilen 11 Eylül saldırıları ve yansımaları hakkında, gerek ülkemiz
kamuoyu ve gerekse dünya kamuoyunda çok şeyler söylenmiş, yazılmış,
çizilmiştir. Olayı medeniyetler çatışması zeminine oturtmaya çalışanlar olduğu
gibi, bir komplo olarak değerlendirenler ve bunların karşısında yer alan
görüşler de ortaya atılmıştır; ancak,
kesin olan şey varsa, o da 11 Eylül terör saldırılarıyla, ABD'nin her iki yanı
okyanuslarla çevrili devasa bir ada olarak tehditlere kapalılığı inancının
ciddî bir darbe almış olduğu, bunun sonucunda da, ancak büyük dünya savaşları
ertesinde görülebilecek bir seferberliğe itilerek yeni bir düşman profili
çerçevesinde yeni bir dışpolitika oluşturmaya başlamasıdır. ABD'nin bu tavrı
karşısında, başta Çin, Rusya, Avrupa Birliği ülkeleri, İran, Arap ülkeleri,
Pakistan ve İsrail gibi ülkeler olmak üzere, ABD'nin bu yeni politikalarını
kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak üzere harekete geçmişlerdir. Kısaca, 11
Eylül saldırılarından sonra Afganistan'a başlatılan askerî müdahale,
uluslararası terörizmle mücadele boyutlarını aşarak uluslararası düzenin yeniden
şekillendiği, jeopolitik dengelerin değiştiği bir hal almıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; neden Avrasya, neden Ortaasya, neden Afganistan sorularını
sorduğumuzda, akla gelebilecek birtakım mantıklı açıklamaları şöyle sıralamak
mümkün gözüküyor. İlk olarak, jeoekonomik
faktöre baktığımızda, toplam dünya nüfusunun ve enerji kaynaklarının dörtte
3'ünü barındıran, toplam üretimin de yüzde 60'ını gerçekleştiren Avrasya
anakıtasının tam merkezinde yer alan Ortaasya, doğal kaynaklar açısından, içinde
barındırdığı demografik unsurun değerlendirme potansiyelinin çok çok üzerinde
bir kapasiteye sahiptir. Böylesine zengin doğal kaynaklara sahip olan
Ortaasya'nın, bu kaynaklarının, uluslararası ekonomik, politik sisteme
sevkiyatı ve entegrasyonu meselesi, küresel ve bölgesel güçler arasında önemli
bir rekabet alanı oluşturmaktadır. Bu enerji kaynaklarının, Avrasya
coğrafyasının giriş kapısı olarak adlandırılan ve merkezî bir noktada bulunan
Afganistan üzerinden sevkiyatını gerçekleştirebilmek ve bölgeyi uluslararası
sisteme dahil ederek, bölgedeki Amerika Birleşik Devletleri varlığını herkese
hissettirme saklı amaçlı; ABD açısından da, terörün suçlusunun bulunmasından
çok, stratejik hesapların daha fazla gözönünde tutulduğunu, bize açıkça
göstermektedir. İkinci olarak,
jeokültürel faktöre baktığımızda, Afganistan'ın Batı dışındaki üç büyük kültür
ve medeniyet havzasının içinde olduğu görülür. Afganistan'ın üzerine kurulacak
bir denetim, aynı zamanda, Çin, Pakistan ve Hindistan üzerinde de bir denetim
anlamına gelmektedir. Bu sayede, Amerika Birleşik Devletleri, o bölgedeki
jeokültürel dinamikleri kontrol edebilme imkânına kavuşacaktır. Üçüncü olarak, jeopolitik
faktöre baktığımızda, ABD için Ortaasya'ya girmenin, uzun vadede, Çin'in
ihtiyaç duyabileceği Ortaasya enerji kaynakları konusunda söz sahibi olmak;
Avrasya'nın tam merkezinde kendine yer edinerek, Çin-Rus yaklaşmasının önünü
kesmek; uzun vadede, Çin'i batıdan da kuşatabilmek gibi bir dizi getirisinin
olabileceği söylenebilir. Son olarak, jeostratejik
açıdan baktığımızda ise, bu harekât neticesinde, Asya'dan güneye inen üç geçiş
yolu olan Balkanlar, Kafkasya, Ortaasya ve Afganistan'ın kontrol altında
tutulmuş olacağı görülecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Afganistan harekâtının, Türkiyemizin hedeflediği Avrasya
eksenli, Avrasya'nın merkezinde yer alan belirleyici bir ülke olma konumunu
genişletme ve geliştirmeye yönelik politikasını da çok yakından ilgilendirdiği
açıktır. 11 Eylül olaylarından sonra Ortaasya'nın jeopolitik açıdan yeniden
önplana çıkması, Türkiye'nin bu bölgede söz sahibi olabilmesinin önemini bir
kez daha vurgulamıştır. Türk dışpolitikasının, bu savaşın nihai amacının ne
olduğu konusunda sarih bir anlayışa kavuşması elzemdir. Yukarıda yapmaya
çalıştığım analizlerin, bu konuda bazı ipuçları içerdiğini düşünüyorum. Bu
konuda üzerinde en fazla hassasiyet göstermemiz gereken nokta, bünyesinde
bulundurduğu Hayber, Khojak ve Gomal geçiş yolları ve Wakhan koridoruyla,
Ortaasya'dan Hint alt kıtasına bir köprü olan Afganistan üzerinde bu harekât
tamamlandığında, ülkemiz ekonomik ve stratejik geleceği açısından hayatî önemi
haiz enerji nakil hatları projelerinin, kısa, orta ve uzun vadede nasıl
etkileneceği noktasıdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Afganistan'a yönelik harekâtın yansımaları, şu günlerde önemli
olayların cereyan ettiği Ortadoğu'da da gözlenmektedir; çünkü, 11 Eylül sonrası
dönemde, Ortadoğu sorununa kalıcı ve adil bir çözüm bulunması zorunluluğu çok
daha aşikâr hale gelmiştir. ABD, belki de ilk defa, İsrail'le ters düşme
pahasına askerî çözümün sonuca ulaşamayacağı ve kendisi için yeni sorunlar
üretebileceğini öne sürerek, politik çözümden söz etmeye başlamıştır. Bölgede
ateşkesin sağlanması, ABD yönetimi açısından da, Ortadoğu politikalarının
öncelikli bir maddesi haline gelmiştir. Belki de, bunun farkında olan taraflar,
bölgedeki olayların fitilini ateşleyerek, son kozlarını oynamaktadırlar. Evet, Filistin'deki
gelişmeler kaygı vericidir. Özellikle İsrailli yetkililerin açıklamalarından,
sanki, Oslo ve Madrid'den başlayan Ortadoğu barış sürecinde elde edilen tüm
kazanımlar bırakılarak, başlanan noktaya geri dönüleceği izlenimi alınmaktadır.
Bu sorunun çözümünde ABD'nin tutumu, şimdiye kadar uyguladığı çifte standartlı
politikadan vazgeçip geçmeyeceğinin, dünyadaki eşitsizlik, haksızlık ve
gerginliklere yönelik şimdiye kadarki tavrını gözden geçirip geçirmeyeceğinin
de bir göstergesi olacaktır. Şimdiye kadar açık bir şekilde İsrail'in yanında
yer alarak, 11 Eylül olayları sonrasında "Müslümanlar bizden niye nefret
ediyor" sorusunu kendi kamuoyunda soran ABD'nin, bu duyguyu ortadan
kaldıracak ciddî adımlar atması gerekmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Afganistan harekâtı sonrasında, ABD'nin Irak'a yönelmesinin
bölge jeopolitiğinde önemli değişimlere sebebiyet verebileceği, Türk kamuoyunda
ciddî bir endişe doğurmaktadır. ABD Dışişleri Bakanı Sayın Powell'ın Ankara
ziyareti esnasında yapmış olduğu açıklamalar da, kamuoyunun bu endişelerini,
maalesef, giderememiştir. Bu konuda, Türkiye'nin önüne, Kuzey Irak'ın
kontrolünün verilmesi gibi bazı çekici görünen tekliflerin dahi
sürülebileceğinden bahsedilebilmektedir. Irak'ta muhtemel bir
iktidar değişikliği sonucunda yaşanacak otorite boşluğunun, Kuzey Irak'ta zaten
fiilen varlığını hissettiren Kürt devletinin resmiyet kazanması yolunda önemli
bir merhale teşkil edeceğinde kuşku yoktur. Bu şartlar altında, Irak'ın toprak
bütünlüğüne saygı gösterme temeline dayalı kafasını kuma gömmüş bir Türk
dışpolitikasının, daha gerçekçi temellere oturtulması gerekir. Zira, artık,
Irak'ın toprak bütünlüğünün kalmadığını, Irak hükümetinin Kuzey Irak'ta egemen
olmadığını, Irak parasının orada geçerli olmadığını, oraya güvenlik güçlerini
sokamadığını bilmeyen yoktur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 11 Eylül saldırıları sonrasında yapılacak operasyonlarda
Türkiye'nin üstlenebileceği role ilişkin Yunan kamuoyunda çok çeşitli
senaryolar üretilmiş, Türkiye'nin elde edebileceği yeni pozisyonu, Kıbrıs
konusunda bir fırsat olarak değerlendirilebileceği endişesi dile getirilmiştir.
Kıbrıs konusunda son birkaç gündür yaşanan iyimser havanın, sorunların,
Yunanistan'a puan kaybettirdiği anda Türkiye'yle yakınlaşma çabasına girme
klasik taktiğinin bir parçası olmamasını diliyorum. Her şey bir tarafa,
Kıbrıs konusunda altı kalın harflerle çizilmesi gereken nokta, Avrupa, Asya ve
Afrika'ya hemen hemen eşit uzaklıkta, merkezî bir konuma sahip olan Kıbrıs'ın,
Türkiye açısından stratejik öneminin çok büyük olduğudur. Ege'den soyutlanmış
ve Kıbrıs Rum kesimiyle güneyden çevrilmiş bir Türkiye'nin, dünyaya açılma
kapıları önemli ölçüde sınırlanmış demektir. Avrupa Birliği de, Kıbrıs'ı bu
stratejik öneminden dolayı istemektedir; çünkü, Kıbrıs'ın AB'ye girişiyle
birlikte, İskenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz çıkışı üzerinde kontrolünü artıracak
olan Avrupa, aynı zamanda, Ortadoğu bölgesine de müdahil bir konum
kazanacaktır. Türkiye'nin Avrupa
Birliğine girişi yolunda Kıbrıs meselesini bir şart olarak önümüze koyan, buna
karşılık, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin birliğe girmesi konusunda böyle bir şart
koşmayarak, Rum tarafının elini güçlendirerek meseleyi çözümsüzlüğe sürükleyen
Avrupa Birliğinin, kendisini, tarafların üzerinde anlaşmaya varacakları bir
siyasî çözümün koşullarına uyarlaması gerekir. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı
Romano Prodi'nin geçen ay Kıbrıs Rum kesimine yaptığı gezi esnasında bu yönde
yaptığı açıklama memnuniyet vericidir. BAŞKAN - Sayın Kansu,
efendim, çalışma süremiz dolmak üzere, bir dakikanızı rica edeyim. Sayın milletvekilleri, 20
dakikalık soru zamanı var, uygun görürseniz ona geçelim. (DSP sıralarından
"uygun, uygun" sesleri) MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Olmaz, erteleyelim efendim. BAŞKAN - Efendim, şimdi, yemekten sonra
arkadaşlar, yeniden bir... Hükümetten bir talep var, bu kadar bürokrat
arkadaşlarımız var, bunların da işleri var... VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Soru soracak arkadaşlarımız iftara gitti. BAŞKAN - Efendim, bir
dakika... Grup Başkanvekillerinize soruyoruz; herkese burada soracak halimiz
yok ki. Yani, bu kadar bürokrat
arkadaşımız var, tekrar gidip gelecek. Mümkünse, süremizi 20 dakika uzatalım;
ondan sonra bu iş bitsin. VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Soru soracak arkadaşlarımız iftara gitti. Allah Allah... BAŞKAN - Sayın Grup
Başkanvekilleri?.. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Uygundur Sayın Başkan. VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Soru soracak insanların çoğu iftara gitti. BAŞKAN - Şimdi, efendim,
Divan üyesi arkadaşımız "ben de gideceğim... " Peki, madem siz çalışmak
istemiyorsanız benim için fark etmez. VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Çalışmak istemesek burada olmayız. Soru soracak adam iftarını yapmaya gitmişse
iftardan mı sorusunu soracak. BAŞKAN - Canım, iftar mı
önemli Meclisin çalışması mı önemli?! VAHİT KAYRICI (Çorum) -
Ya, gitti adam, ne yapalım?! BAŞKAN - Olur mu canım!..
Olur mu canım!.. Yani, Meclisi çalıştıralım da, ondan sonra gidin iftarınızı
yapın canım... Böyle bir şey olur mu?! NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ne
biçim konuşuyorsun Sayın Başkan! HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Başkan, yanlış yapıyorsun, yanlış; alınan karara uyacaksın! MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)
- Arkadaşlar, saatlerine bakarak buradan ayrıldılar Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, siz,
konuşmanızı tamamlayın Sayın Kansu. HÜSEYİN KANSU (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; unutmamak gerekir ki, üzerinde durduğum
Afganistan harekâtından Filistin sorununa, Irak'ın durumundan Kıbrıs meselesine
kadar bütün bu konuların henüz örtülü yönleri çoktur; onun için, olayların
muhtemel sonuçları üzerinde çokça kafa yorarak, ilkeli, vizyon sahibi,
hedefleri net, olayların gelişimine göre de esnek ve dinamik bir dışpolitika
izleyerek Türkiyemizin çıkarlarını korumamız gerekmektedir. Bu düşüncelerle, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyor; bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kansu. Sayın milletvekilleri,
alanın karar gereğince saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.02 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.00 BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri,
bütçe üzerindeki müzakerelere devam edeceğiz. Onbirinci Turdaki
bütçeler üzerindeki konuşmalar bitmişti, hükümet de konuşmasını tamamlamıştı. Komisyon ve hükümet
yerinde; ancak, Divan Üyesi eksik. Onun için, birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati:18.01 DÖRDÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati: 18.04 BAŞKAN :
Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP
ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
35 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, 2002 yılı bütçe
kanunu tasarısı üzerindeki müzakerelere devam ediyoruz. Onbirinci Turda, gruplar, hükümet ve
şahısları adına yapılan konuşmalar bitmişti. Biraz önce açtığım oturumda Divan
eksik olduğu için, 5 dakika ara vermiştim. Şimdi, yeniden çalışmalarımıza başlıyoruz. II. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.- 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) A) ÇEVRE BAKANLIĞI (Devam) 1.- Çevre Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Çevre Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1.- Dışişleri Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Dışişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Şimdi, soru cevap işlemine başlayacağız.
Soru sorma ve cevap verme işlemi, biliyorsunuz, daha önce alınan karar
gereğince, milletvekilleri için 10 dakikaydı ve hükümet için de cevap verme
süresi 10 dakika, toplam 20 dakikadır; ama, tabiî, bu, zaman zaman ihlal
ediliyor; eğer, soru soran arkadaşlarımız süratle sorar, çok az arkadaş grubu
kalırsa, küçük bir müsamaha gösteririm; ama, çok uzun sürerse şartlara göre
değerlendiririz. Şimdi, soru sorma sırası Sayın Seven'de. Buyurun efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla Dışişleri Bakanıma sormak istiyorum: Bugünlerde medyada yer
aldığı üzere, dünya ülkelerinde yaşayan Ermenileri, dağılmış Ermeni
diasporasının, dinî ve manevî efsaneler etrafında birleştirme ideallerine Ağrı
Dağı vatan gösterilmek suretiyle yeni bir boyut kazandırılmaya çalışılmaktadır. Ermeni diasporası Türkiye aleyhine büyük
bir karalama kampanyası başlatarak Hollywood'da Ağrı Dağının adını kullanarak
"Ararat" adlı filmi yaptırmışlar. Bu filmin tek amacı Türk Milletini
kötülemek, atalarımızı, bizi, çocuklarımızı ve hatta torunlarımızı soykırımcı
ilan ederek, bizi dünya kamuoyunda mahkûm etmek istemektedirler ve bununla da
topraklarımızı ele geçirmeyi düşünmektedirler. Bu cümleden olarak Sayın Bakanıma
soruyorum: Filmin 10 000 000 doları bulan bütçesinin Fransa tarafından
karşılandığı, Miramax Firmasının İngiltere, İspanya, İtalya, Yunanistan,
İsrail, Almanya ve daha birçok ülkede satış anlaşmaları imzaladığı ve bunun da
2002 Mayıs ayında Kan (Cannes) Film Festivalinde gösterileceği doğru mudur?
Eğer doğruysa, Sayın Bakanımızın devletimiz adına almış oldukları ve alacakları
tedbirler nelerdir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seven. Sayın Karagöz; buyurun efendim. NURAL KARAGÖZ (Kırklareli) - Sayın
Başkanım, izninizle, Çevre Bakanımız Sayın Fevzi Aytekin'e şu soruları
yöneltmek istiyorum: Çevre Bakanlığının bütçesi sizce yeterli
midir? Çevre sorunlarının çözülmesi konusunda
ilave ne gibi malî destek ihtiyacı bulunmaktadır. Çevre sorunlarının çözümünde,
ülkemizde, havza bazında ne şekilde
çalışmalar yapılmıştır? Özellikle Trakya'da, Ergene nehir havzasında temizleme
ve çevre yönetimi konusunda hangi çalışmalar yapılmaktadır? Çevre Bakanlığının idarî olarak kurumsal
yapısının güçlendirilmesi için yapılan çalışmalar nelerdir? Yeni kurulan çevre
il müdürlüklerine personel atamaları ne zaman tamamlanacaktır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Parlak, buyurun efendim. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Çevre Bakanından iki sorum olacak. Sayın Bakanım, göreve geldiğiniz tarihte
Türkiye'de mevcut illerin yarısında Bakanlık teşkilatının olmadığı bilinen bir
gerçektir. Geçtiğimiz iki yıl içinde bunu gerçekleştirdiniz, size teşekkür ederiz;
ancak, hizmet yerine getirilirken, zaman zaman, çok dağınık bir yetki sorunu
olduğunu ve bu nedenle, Mecliste bekletilen Bakanlığın kuruluş ve görevleri
hakkında yasanın bir an önce gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguluyorsunuz. Bu
gerçekleştirildiğinde, Bakanlığınızda yetki dağılımı bütünleşecek midir? İkinci sorum: Mevcut bütçe olanaklarıyla
çevre sorunlarının çözümlenemeyeceği, takdir edilen bir konudur; bu nedenle,
yurt dışından kaynak temini için çok uğraş verdiğinizi de bilmekteyiz. Bu
uğraşlar içinde, Van Gölü havzasına ilişkin projenin Avrupa Yatırım Bankasıyla
ilgili bir çalışması vardır, hangi safhadadır? Bu konuda bilgi verirseniz,
mutlu oluruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Parlak. Sayın Aslan, buyurun. OSMAN ASLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkanım,
delaletlerinizle, Dışişleri Bakanına ve Çevre Bakanına ikişer sorum olacak; ilk
sorularım Dışişleri Bakanımıza. 1 - Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini
hazmedemeyen Avrupalı devletlerin tavırları ile zulme, katliama, akan kana son
verebilmek amacıyla, Kıbrıs'a barış ve huzur getirmek için Türkiye'nin
garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs'a giren Türk askerinin getirdiği huzur
ortamını sindiremeyen Rum ve Yunan politikasına yeşil ışık yakıp, Güney Kıbrıs
Rum kesimini Avrupa Birliğine üye yapma politikalarının altında ne gibi
düşünceler yatmaktadır? 2.- Amerika ve Avrupa devletlerinin, kendi
içlerinde terör ve teröre lojistik destek sağlayan hiçbir faaliyet yokmuş gibi,
terörü, kendilerinin dışında başka ülkelerde, özellikle İslam ülkelerinde
aramaları ve bu ülkelere, daha önceden belirlendiği ve tertiplendiği ortada
olan, bu karanlık düşüncenin altında yatan macerayla, Avrupa Güvenlik Savunma
Politikası arasında ne gibi bir bağlantı kurmayı düşünüyorsunuz? Türkiye'yi bu
politikanın içerisine çekmeleri ve sık sık sözü edilen Irak'a saldırmaları söz
konusu olan bu ülkelerin Haçlı ruhunu tazelemeleriyle alakalı art niyetin olup
olmadığı konusunda bir açıklık getirilmesini arz ederim. BAŞKAN - Sorularınızı kısa sorarsanız
öteki arkadaşlarımıza da sıra gelir, rica ediyorum. Buyurun. OSMAN ASLAN (Diyarbakır) - Çevre
Bakanımıza soruyorum: 1 - Türkiye'de gayri sıhhî müessese olarak
birinci derecede önem arz eden fabrikalar ve benzeri işletmelerden ruhsat
almadan faaliyet gösteren kaç adet işletme var, Ergani Çimento Fabrikasına
ruhsat verildi mi? 2 - 70 000'in üzerinde nüfusa sahip Ergani
İlçesinin tüm sıvı ve katı atıkları Devegeçidi Barajına akmaktadır. Binlerce
insan, bu barajda balık avlayıp, Diyarbakır ve çevresindeki insanlara
satmaktadır. İnsan sağlığı, çevre kirliliği açısından büyük önem arz eden bu
ilçenin kanalizasyon ve arıtma tesisinin gerçekleşmesi için yıllardır ihalesi
bekleniyor. Bu konuda daha evvel de sorularım oldu, İller Bankası bu işin
üzerine yatmış görünüyor. Bakanlık olarak... BAŞKAN - Efendim, bunun, Çevre Bakanı ile
ilgisi yok, İller Bankası ile ilgili. OSMAN ASLAN (Diyarbakır) - Bitiyor
efendim. BAŞKAN - Tamam efendim... Yeter artık...
Öteki arkadaşlarımız da var. Rica ediyorum arkadaşlar, yani,
birbirimizin hakkına biraz riayet edelim canım!. Buyurun Sayın Şimşek. Kısa ve öz... ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) - Sayın Başkan,
teşekkür ederim. Aracılığınızla, Çevre ve Dışişleri
Bakanlığımızla ilgili sorularıma geçmeden önce, ülkemizde son günlerdeki yağışlar,
Trakya yöremizde de etkisini göstermiş, son üç gündür devam eden kar yağışları
nedeniyle ilimizde 102 köy yolu kapanmış; başta Enez İlçemiz olmak üzere 26
köyümüzde elektrikler yoktur. Köy yolları ve karayollarını açmak için, Köy
Hizmetleri ekipleri, tek başına, özveriyle çalışmakta olup, Köy Hizmetlerimize
ve kriz masasını oluşturan TEDAŞ Kurumuna bu vesileyle çalışmalarından dolayı
teşekkürlerimi sunarım. BAŞKAN - Sayın Şimşek, oldu mu yani
şimdi?!. Sorunuzu sorun, yoksa geçeceğim. Buyurun, sorunuzu kısa sorun. ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) - Hayır, Sayın
Başkanım; ama, yöremle ilgili durumu belirtmek isterim. BAŞKAN - Yani, burada Köy Hizmetlerine
methiye yağdırmanın zamanı değil; öteki arkadaşların hakkından alıyorsunuz. ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) - Çevre Bakanımıza
soruyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, haklı olarak, herkes seçim
bölgesine bir şeyler ister. Muhakkak ki, herkesi memnun edemezsiniz, bu da
doğaldır. Sizin, bu kısıtlı bütçe imkânlarıyla gerçekten yararlı ve verimli
işler yapmakta olduğunuza inanıyor, sizi ve Bakanlığınızı kutluyorum. Çok iyi bildiğiniz gibi, Trakya yöremizin
candamarı çiftçimizin tarımsal sulama suyu olan Ergene Nehrimizin temizlenmesi
ve eski günlerine dönmesi için, 260 000 000 dolarlık Atıksu ve Katıatık
Yönetimi Projesi için yurtdışından kaynak bulunma yoluna gidilmişti. Bu
konudaki çalışmalar ne aşamadadır? BAŞKAN - Sayın Şimşek, tamam, sorunuz
anlaşılmıştır. Biz, buraya, iktidar partisi
milletvekillerinin, bakanlarının kendi icraatlarını anlatmaları için gelmedik.
Burada biraz muhalefete de soru sorma imkânı verin. Sayın Saruhan, buyurun efendim. NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sayın
Başkanım, aracılığınızla her iki Bakanıma ikişer sual yöneltmek istiyorum. Sayın Çevre Bakanım, Bakanlığınız
tarafından hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş veya
sunulmak üzere olan veya hazırlanmakta bulunan yasa tasarıları var mıdır?
Yönetmelikler konusunda hangi çalışmaları yaptınız, yapıyorsunuz veya
yapacaksınız? İkinci sualim: Sayın Bakanım, Bakanlığınızın
gelirlerini artırıcı veya projelerinizin uygulanmasını sağlayıcı nitelikte,
ulusal, karşılıksızlık esasına dayanan veya uluslararası boyutta çalışmalarınız
nelerdir? Sayın Başkanım, Sayın Dışişleri Bakanımdan
da bir istirhamım olacak. BAŞKAN - Efendim, kısa olsun. NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sayın
Başkanım, kısa... Yalnız, bu önemli. BAŞKAN - Buyurun efendim. NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sayın Bakanım,
son zamanlarda, bazı kendini bilmez kişilerin ve yine bazı çıkar çevrelerinin
sözcülüğüne soyunanların, Kıbrıs ve Avrupa Birliği konularında Sayın Rauf
Denktaş'ın şahsını ve gayretlerini dahi hedef alan ve tüm Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri tarafından lanetle kınanan konuşmaları, dış ilişkilerimizde ve
ulusal dışpolitikamızda Bakanlığınızı, hükümetimizi ve ülkemizi sıkıntılara
sokmuş mudur veya sıkıntılara sokma riski var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ateş, buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan,
delaletinizle Dışişleri Bakanı Sayın Cem'e iki soru sormak istiyorum. Sayın Bakan, konuşmanızda, Türkiye, ABD ve
İngiltere arasında yapılan gizli görüşmelerde AGSP'yle ilgili olarak varılan
anlaşmayı kastederek "açıklanmayan bir anlaşma metni üzerinde konuşacağım;
yani, gizlilik arz ettiğinden her şeyi konuşma imkânım yok" dediniz. Oysa,
bu anlaşma metnini, İngiltere başta olmak üzere, AB ülkelerinin yetkilileri
noktası, virgülüne kadar bilmektedirler. Bu ifadelerin ışığı altında sorularımı
gizlilik gerekçe yapılarak inandırıcı cevap alamayacağımı bilerek sormak istiyorum. Birinci sorum: Türkiye'nin millî
menfaatları açısından hayatî önemi haiz olan AGSP'yle ilgili olarak, Türkiye,
ABD ve İngiltere arasında yapılan anlaşmayla Türkiye adına karar verirken,
neden haklılığınızı ortaya koymanız halinde tam destek vereceğinden emin
olduğunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine, siyasî parti liderlerine ve
hatta mensubu olduğunuz hükümete bilgi bile vermeye gerek duymadınız? İkinci ve son sorum: Türkiye,
Yunanistan'la problemli bölgelerimiz olan Kıbrıs ve Ege'ye AGSP'nin müdahale
etmemesini nasıl garanti altına alacaktır? Hatırlanacağı üzere, Rogers Planı
gereğince, Yunanistan'ın NATO'nun askerî sistemine dönüşüyle ilgili olarak
birçok sözler verilmesine rağmen, Yunanistan Türkiye için problem olmaya devam
etmektedir. Aynı zamanda, 1999 Helsinki Zirvesinden sonra verilen sözler ve
taahhütlere rağmen, Kıbrıs'la ilgili olarak yaşadığımız problemler ortadayken,
bu sözlerin tutulacağına dair garantiniz nedir? Ayrıca, AB, oluşturduğu bu
orduyla, NATO'nun tespit etmiş olduğu 16 kriz bölgesinden Bosna, Kosova,
Kafkaslar ve Ortadoğu başta olmak üzere, Türkiye için hayatî önemi haiz olan
bölgelere müdahale etmek istediğinde etmek istediğinde ne olacaktır? Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ateş. Herhalde hükümet yazılı cevap vereceğini
söylemişti. Onun için, arkadaşlara biraz daha sordurayım. Sayın Pepe, buyurun. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın
Pepe'nin yerine ben... Daha önce size söylemiştim. BAŞKAN - Hayır, kendisi bize öyle bir şey
söylemedi. Sayın Özdoğu, buyurun efendim. Geçti herhalde. Sayın Ensarioğlu, buyurun efendim. MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) -
Sayın Başkanım, ben Sayın Çevre Bakanımıza bir soru sormak istiyorum. EVSET ÖZDOĞU (Ankara) - Ben soru
soracağım. BAŞKAN - Geçti, ne yapalım?.. ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Niye geçti? BAŞKAN - Yazılı verirseniz, ben size
aracılık yaparım. Buyurun Sayın Bakanım. MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) -
Sorum Sayın Çevre Bakanına: 57 nci hükümete geldiğinizden beri, kaç araç gereç
dağıtımı yapıldı? Partilere göre dağılımı nedir? Belediyelere araç dağıtımı
yapılırken, ölçünüz nedir, nasıl dağıtım yapıyorsunuz? Partilere göre dağılımı
nasıl oldu? Bu ölçüyü öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Tamam mı efendim?.. Teşekkür
ederim. Sayın Bakan da cevap vereceğine göre... EVSET ÖZDOĞU (Ankara) - Mikrofonu açar
mısınız?.. BAŞKAN - Efendim, iktidar partisi
milletvekilisiniz, Sayın Bakanınıza gidip ayrıca da sorabilirsiniz. Bu safhada soru sorma işlemini kesiyorum. BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Ben soru sormak
istiyorum. BAŞKAN - Bu arada, bize yazılı olarak
başvuran ve bakanlara intikal ettirmemi isteyen, Eskişehir Milletvekili Sayın
Mehmet Sadri Yıldırım'ın sorusu var, Sayın Fethullah Erbaş'ın sorusu var. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Benim
sorum da var. BAŞKAN - Tamam, okuyacağım. Sayın İsmet Vursavuş'un sorusu var, Sayın
Yücel Erdener'in sorusu var, Sayın Kürşat Eser'in sorusu var, Sayın Şadan
Şimşek'in sorusu var; bunları veriyorum, hükümet cevap verir. BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Benim sorum
var... BAŞKAN - Efendim, ne yapalım?.. Ben sabaha
kadar çalışmayı istiyorum, buyurun... Gruplarınız süreyi uzatsın, sabaha kadar
çalışalım. BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Olur mu
canım?!.. BAŞKAN - Sayın Gündoğan, siz çok
arkalardasınız, sıranız çok arkalarda. Arkadaşlar, bakın, Doğru Yol Partisi
milletvekili Sayın Ensarioğlu dışında soru soran olmadı, muhalefette olmadı...
Sayın Yalçınkaya, sizin de vardı ama... BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Hükümet yazılı
cevap verecek... BAŞKAN - Ne yapayım arkadaşlar? 14
dakika... Şimdi, Sayın Bakan da diyor
ki "ben de cevap vereceğim." Buyurun Sayın Bakanım, kısa bir açıklama
yapın. BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli)- Kısa bir
soruydu; onu sormak isterdim. BAŞKAN- Efendim, benim elimde bir şey yok.
Ben isterim ki, bütün milletvekilleri soru sorsun; ama, gruplar böyle bir karar
almış. MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN (Eskişehir)- Bizim
sorumuz ne oldu Sayın Başkan; adımızı okumadınız. BAŞKAN- Efendim, Bakan cevap versin;
sonra, o arada, soru soranların hepsinin ismini okuyacağım efendim. Buyurun Sayın Bakanım. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Değerli milletvekilleri, bakanlığımla ilgili eleştirilerinizden dolayı hepinize
teşekkür ediyorum. Bunların hepsini not ettik; gereği yerine getirilecektir. Ben, kısaca, vaktinizi fazla almamak
koşuluyla, özellikle, Çevre Bakanlığı yapmış Doğru Yol Partisi Grubu sözcüsü,
hakkımda birtakım şeyler söyledi; onlara cevap vermek istiyorum müsaadenizle. Değerli milletvekilleri, Çevre Vakfından
bahsetti ve bunun para topladığından bahsetti. Vakıflar para toplayamaz. Bunu,
değerli bir bakanımızın, eski bakanın bilmesi lazım. Bu tür gelirler Maliye
Bakanlığının onayıyla kurulmuş döner sermayeler tarafından toplanır. Ben de,
bakanlığımda döner sermaye kurdum; onun kanalıyla bunları yürütüyorum. Ayrıca, Gölbaşı'nda, olağanüstü bir
laboratuvarımız var. Bu laboratuvarın çalışması, illerdeki laboratuvarların
çalışması bu döner sermayenin gelirlerine bağlı; aksi takdirde, bu
laboratuvarları çalıştıramayız, ülkenin hizmetinde bulunamayız. Bunun
bilinmesini özellikle istiyorum. Köyceğiz ve Dalyan projeleriyle ilgili,
Almanlardan 35 000 000 Mark hibe
krediyle, Köyceğiz ve Dalyan'ın -entegre bir projedir o- bütün kanalizasyonu ve
çöp deponi alanlarının işi bitirilmiştir. Sevgili eski bakanımı bu yılın
sonunda açılışa davet ediyorum, hatta bütün milletvekillerini açılışa davet
ediyorum. Paranın tümü bu belediyelerimiz için kullanılmıştır. MECİT PİRUZBEYOĞLU (Hakkâri)- Hangi
belediyeler? ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)- Köyceğiz
ve Dalyan bir entegre projedir; kendisi bilir bunu. Bergama'daki faaliyet için,
müsaadelerinizle, bir şey söylemek istiyorum: Buranın inşaat ruhsatını
Bayındırlık Bakanlığı verir ve Sağlık Bakanlığı verir. Biz, yalnızca, oranın... MÜKERREM LEVENT (Niğde)- ÇED ve Ovacık
meselesi sizin meseleniz!.. BAŞKAN- Efendim, lütfen, siz cevap verin
de, şimdi, herkes... Cevabınızı verin, bittiyse... ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYKETİN (Tekirdağ) -
Değerli arkadaşlarım, ÇED'den bahsettiniz. Biliyorsunuz ki, ÇED'nin verilebilmesi
için 16 dairenin karar vermesi lazım. Biz, bakanlık olarak, bunun yalnızca
sekreteryasını yapıyoruz. Alınan bu kararların da takibi bizim Bakanlığımız
tarafından yapılmaktadır. Bergama-Ovacık madeninin denetimi de bu şekilde
yapılmaktadır. Arz ederim. BAŞKAN- Bitti mi efendim? Peki, o zaman,
soru sormaya devam ediyoruz; daha 3 dakika var. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYKETİN (Tekirdağ) -
Bir dakika Sayın Başkanım; birçok soru sordular, müsaade ederseniz
cevaplandırayım. BAŞKAN - Tamam efendim, cevap verin.
Bitirdiniz gibi geldi bana. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYKETİN (Tekirdağ) -
Hayır efendim, hayır. Şunu da söylemek istiyorum: Avrupa
Birliğinin, son yayımlanan ilerleme raporunda da belirtildiği gibi, kısa vadede
iki önemli taahhüdümüzü, mart ayı sonuna kadar tamamlayacağız. Bunu da bu
şekilde belirtiyorum. Ayrıca, eğitim konusunda, Çevre Bakanı
olduğumdan bugüne kadar, Millî Eğitim Bakanlığıyla protokol yapmak suretiyle
-bütün okullarımızda olmasa bile- Türkiye'de 35 ilimizde -Ankara'da 40
okulumuzda- 40 000 öğrencimize çevre eğitim dersleri veriyoruz, başarılı olan
öğrencilere ödül veriyoruz. Bunları, Ankara Valiliği, İl Millî Eğitim Müdürlüğü
ve Millî eğitim Bakanlığıyla beraber yürütüyoruz. "Eğitim konusunda
yeterli hizmet verilmedi" denildi, halbuki biz, çok daha fazlasını
veriyoruz. Ayrıca, İstanbul'da Çevre Çocuk Şûrası
yapmak suretiyle, 81 ilimizden ikişer öğrencinin ve birer öğretmenin bu
toplantıya katılımını sağlayarak, onlara, çevreye olan duyarlılıklarını anlatma
olanağı verdik ve onları ödüllendirdik. Kendileri bunun o kadar etkisinde
kalmışlar ki, hâlâ Bakanlığımıza yazılar yazıp, bizden tekrar tekrar bilgiler
istiyorlar, biz de bu bilgileri gönderiyoruz. Müsaadenizle bir iki soruya daha cevap
vermek istiyorum. Değerli milletvekili arkadaşlarımızın
kafalarında tabiî ki çok sorular var;
Trakya'yla ilgili var, ülkenin her tarafıyla ilgili var; ama, benim,
özellikle, konuşma metninde de belirttiğim üzere, Türkiye'nin bütün sulak
alanlarını projelendirdik. Benim zamanıma kadar bir tek proje yapılmayan Çevre
Bakanlığında, Çevre Bakanlığı, 2 500 000 dolarlık proje yaptı arkadaşlar. Tuz Gölü ve Konya Belediyeleriyle ilgili
yaptığımız entegre proje gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundun bugüne
kadar bir entegre proje daha yapılmadı. Nasıl bir proje bu; Konya
belediyelerinin ve Tuz Gölünün etrafındaki belediyelerin 72 000 000 dolar
parası çıkmıştır, hazırdır, iki veya üç ay içerisinde ihalesi yapılacaktır.
Fizibiliteleri hazırlandı, projeleri yapıldı, 560 000 dolar hibe krediyle
projeleri bitti, ihale safhasına geldi. Bakanlar Kurulumuzun, 57 nci cumhuriyet
hükümetinin bana bu konuda tam yetki vermesi suretiyle bu ihaleyi kısa zamanda
yapacağız ve Tuz Gölünü iyileştireceğiz. Aksi takdirde, on yıl içerisinde...
Millî ekonomimize büyük katkısı olan Tuz Gölü maalesef artık kızıl olmaya
başladı ve yavaş yavaş bozulmaya başladı. Bu da, Çevre Bakanlığının, ülkemize,
ülkemiz insanına, ülkemiz ekonomisine büyük bir katkısı olacaktır. Bunun parası
çıkmıştır değerli arkadaşlarım. Kesinlikle, parası yoktur demeyin ve bundan
sonra yapacağımız projelerle ilgili çalışmalar, 2 500 000 dolarlık proje, bu
ilk diliminden sonra, diğerleri de takip edilmek suretiyle, Karadeniz
Bölgesini, Van Gölünü, Gediz ve Menderes havzalarını, Ergene havzalarını
öncelikli sıralara aldık. Yani, Tuz Gölünden sonra, bunların da kredilerini
çıkarmak suretiyle halkımızın hizmetine bu projelerimizi sunacağız. Nasıl bir proje bunlar; bu proje içinde
turizm var, bu proje içerisinde tarım var, bu proje içerisinde enerji var, bu
proje içerisinde gübre var, bu proje içerisinde çöp var, kanalizasyon var;
yani, entegre bir proje. Eğer bir yatırım yapacaksak, bir daha onun üzerine,
eksiktir diye, başka bir yatırım yapmamalıyız. İşte, bu şekilde hazırladığımız
bu projeler, inşallah, bittiği zaman, halkımızın bütün hizmetine sunulacak. 58 tane sulak alan, 810 000 000 dolar... BAŞKAN - Sayın Bakan, yeter; teşekkür
ederim, zamanınız da geçti, zaten soru sorma... ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Peki. TURHAN GÜVEN (İçel) - Arkadaşımız
Gölbaşı'nı sordu. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Türkiye
Büyük Millet Meclisi Ankara'da; Gölbaşı'nı bile daha tamamlamadılar. Sayın
Bakanın özellikle Gölbaşı'nı anlatması lazımdı, anlatmadı. BAŞKAN - Şimdi, efendim, zaten Sayın Bakan
çok fazla şey anlatmadı, bir iki tane şey anlattı. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Önemli olan
Gölbaşı'nı anlatmasıydı... BAŞKAN - Ötekilere de yazılı cevap
verecek; ama, Sayın Ensarioğlu'nun da... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Bakan
sorulmayan sorulara cevap veriyor, sorulmayana cevap veriyor. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Gölbaşı'na
cevap versin, Gölbaşı'na. Ankara'ya önce bir bakalım, Ankara'nın sorunlarına
bir bakalım. BAŞKAN - Efendim, Türkiye yalnız
Ankara'dan ibaret değil ki, Türkiye'nin her tarafında problemler var. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Doğru; ama,
şimdi Ankara'dayız, Ankara'ya da bakması lazım. BAŞKAN - Peki. Sayın Bakan, arkadaşlarımıza ya ayrıntılı
bir cevap verin yahut da bir gün gelin, burada bir gündemdışı konuşma yapın
hükümet olarak, gruplar çıksın, sizin icraatınız üzerinde konuşsunlar. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Gölbaşı ve Mogan Gölleriyle ilgili de çalışmamız var; hatta, Macaristan'dan da
bir ekip getirmek suretiyle, orada, çok iyileştirilmiş, hatta, dip çamuru
alınmış, temizlenmiş... İnsanları buraya getirdik. Bununla ilgili bir projemiz
var idi. Şimdi, onların fizibilite çalışmaları bitmek üzere. Hollanda burayı sahipleniyor. Biz, çok iyi
bir entegre proje yaptık burada. Şu an oradaki Belediye Başkanımız çok çalışkan
bir insan, bu parka sahip çıktı ve kendisini desteklemek suretiyle de, parkı,
Ankaralıların hizmetine sunacağız. Ama, biliyorsunuz ki, buranın projeleri
iki tane üniversitemiz tarafından... Bir ara anlaşmazlık oldu; biri kabul etti,
diğeri kabul etmedi. Burada bir ekip kurduk, bir heyet kurduk. Bu heyetle,
bunlarla, yani, üniversitelerle, sivil toplum örgütleriyle, belediyelerle,
valilikle ve Çevre Bakanlığıyla, ayrıca, Devlet Su İşleriyle -biliyorsunuz, DSİ
oraya karışıyor, belediye karışıyor- entegre bir oluşum sağlamak suretiyle,
projelerini bitirdik, fizibilitelerini bitirdik ve finansı için girişimlerde
bulunduk. Öyle zannediyorum ki, hibe bir krediyle, bunun projesi, fizibilite
raporları bitecek. Ondan sonra da, dip çamurunun temizlenmesi ve halkın hizmetine
sunulması, Ankaralıların hizmetine sunulması da sağlanacak. Hiçbir sulak alan
kalmadı Değerli Başkanım. BAŞKAN - Peki; teşekkür ederim Sayın
Bakan. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Ben teşekkür ederim. Gelir kalan sorulara yazılı olarak cevap
vereceğim Sayın Başkanım. MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) -
Sayın Bakan... BAŞKAN - Sayın Ensarioğlu, yazılı cevap
verecekmiş. MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) -
Sayın Bakan, 3 200 belediyeye araç gereç nasıl dağıtıldı, partilere göre
dağılımı nedir? ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) - Şu
anda benim önümde bilgisayar açık değil, yazılı olarak bildiririm. BAŞKAN - Efendim, bilgisayardan bilgileri
alıp, size bildirecek Sayın Bakan. Efendim, Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'ün de
Çevre Bakanlığından bir sorusu var, onu da veriyorum. Sayın milletvekilleri, böylece, soru ve
cevap işlemi bitmiştir; ancak, soru soran diğer arkadaşların da isimlerini
okuyorum: Sayın Hüseyin Kansu, Mustafa Yaman,
Mükerrem Levent, Kürşat Eser, Mahmut Erdir, Güler Aslan, Fikret Tecer, Mehmet
Ali Şahin, Nesrin Ünal, İsmet Vursavuş, Hüseyin Kalkan, Yücel Erdener, Yaşar
Öztürk, Reşat Doğru, Ali Uzunırmak, Mehmet Yalçınkaya, Bekir Gündoğan, Mail
Büyükerman, Mükremin Taşkın ve Mecit Piruzbeyoğlu. Görüyorsunuz, birçok arkadaşımızın... ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Sayın Başkan,
benim ismimi okumadınız. BAŞKAN - Efendim, sizin isminizi ifade
ettim; fakat, siz yerinizde yoktunuz herhalde veya alette bir atlama oldu. ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Çok ayıp ettiniz. BAŞKAN - Hanımefendi, isminizi söyledik
canım. ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Bir daha söyleyin,
zahmet mi olacak? BAŞKAN - Evet, bu arkadaşlarımız da soru
sormuşlardır; keşke, imkân olsa da, bütün arkadaşlarımız soru sorsa; ama,
başlangıçta giren iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız biraz tuzak soru
soruyorlar, iktidar partisi bakanlarının icraatlarını övmesi için soru
soruyorlar; bu da, bence, doğru bir davranış biçimi değildir. Efendim, Hakkâri Milletvekili Sayın Mecit
Piruzbeyoğlu'nun da sorusu var, onu da ilgili bakana intikal ettiriyorum. Sayın Milletvekilleri, böylece, onbirinci
turdaki bütçelerin görüşmeleri bitmiştir. Çevre Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) ÇEVRE BAKANLIĞI 1.- Çevre Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 8 806 700 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Çevre Hizmetlerinin Yürütülmesi 10 658 300 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 13 154 000 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. T O P L A M 32 619
000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Değerli milletvekilleri,
Çevre Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Çevre Bakanlığı 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Çevre Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Çevre
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 24
943 065 380 000 - Toplam Harcama : 23 602 769 520 000 - İptal Edilen Ödenek : 1
358 452 460 000 - Ödenek Dışı Harcama : 18
156 600 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çevre Bakanlığı 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- Dışişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 55 543 200 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Dış Politikanın Yürütülmesi 57 582 800 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Dış Temsil Görevlerinin Yürütülmesi 270 332 000 000 000 BAŞKAN- Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 51 900 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 435 358
000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
Dışişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Dışişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Dışişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 192
847 773 260 000 - Toplam Harcama : 167 577 543 300 000 - İptal Edilen Ödenek : 16
833 923 910 000 - 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel Kanunlar
Ger.Ertesi Yıla Devreden
Ödenek : 8 436 306 050 000 BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, böylece, Çevre
Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığının 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî
yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.
Bürokratlara ve arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz; inşallah, bu bütçeyle,
Türkiye'nin menfaatlarını en iyi şekilde koruyacak ve yüceltecek bir çalışma
bekliyoruz kendilerinden. Şimdi, onikinci tur bütçe görüşmelerine
başlıyoruz. Sayın milletvekilleri, bu turda, Turizm
Bakanlığı ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel
Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri yer alacaktır. C) TURİZM
BAKANLIĞI 1.- Turizm
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Turizm
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002
Malî Yılı Bütçesi 2.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi 2.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerlerini
aldı. Daha önceden, arkadaşlarımızın, bütçede
söz alma, soru sorma tekniği konusunda yeterli bilgileri olduğu için, tekrar
aynı konulara girmek istemiyorum. Zaten, daha, bütçelere de geçmedim, soru
sorma işlemine başlamadım. Şimdiden söz isteyenleri geçersiz sayıyorum
"söz isteyenler cihaza girsinler" dedikten sonra girenleri kabul
ediyorum. Bu turda söz isteyen sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir
Milletvekili Yıldırım Ulupınar, Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin; ANAP Grubu
adına, Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan, Kırıkkale Milletvekili Nihat
Gökbulut; Saadet Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri,
Hatay Milletvekili Mustafa Geçer, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç; DSP
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert, Aydın Milletvekili Halit
Dikmen, İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel, Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet
Turgut; MHP Grubu adına, Antalya Milletvekili Nesrin Ünal, Manisa Milletvekili
Ali Serdengeçti; AK Parti Grubu adına, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış,
Konya Milletvekili Remzi Çetin. Şahısları adına söz isteyen sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Lehte, Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu; aleyhte, Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Eskişehir Milletvekili
Mehmet Sadri Yıldırım. Sayın milletvekilleri, soru sormak isteyen
arkadaşlarımız, bundan sonra cihaza girebilirler. İlk söz, DYP Grubu adına, İzmir
Milletvekili Sayın Yıldırım Ulupınar'ın efendim. Sayın Ulupınar, zamanı 15'er dakika olarak
eşit mi paylaşacaksınız? YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) - 15 dakikayı
biraz geçebilir. BAŞKAN - Bilmiyorum... 30 dakika verdim;
siz, aranızda anlaşın. Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA YILDIRIM ULUPINAR (İzmir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı Turizm Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz almış
bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Turizm sektöründe, son dört yıla
bakıldığında, ülkemize gelen yabancı turist sayısında bir artış görülmekle
beraber, turizm gelirlerinde ancak 1998 yılı gelirlerine ulaşılabildiği
görülmektedir. Bu sonuç, Turizm Bakanlığının etkin tanıtım faaliyetleri
neticesinde olmayıp, turizm sektöründeki konjonktürel dalgalanmalar, rakip
ülkelerdeki gelişmeler ve ülkemizde yaşanan yüksek enflasyon sebebiyledir. Ayrıca, bu işletme sistemiyle, ülkemiz,
dargelirli yabancı turistlerin ziyaret ettiği bir tatil cennetine dönüşmüş ve
ülkemizin müşteri profili değişmiştir. Charter hizmeti veren yerli hava taşımacılığı şirketleri desteklenmemiş;
aksine, cezalandırılma yoluna gidilmiştir. Geçtiğimiz yıl, yurt dışında tur
operatörlüğü yapan firmaların desteklenmesi, objektif kriterlere göre değil,
iktidara yakın olan firmalara; yani, subjektif kriterlere göre yapılmıştır. Bu
nedenle, iktidara yakın olmayan; ancak, ciddî manada ülkemize turist getiren
yerli tur operatörleri gerçekten çok zor durumda kalmışlardır. Bu durumun
acilen düzeltilmesi, devlet desteğinin objektif kıstaslara göre yapılması
gerekmektedir. Geçtiğimiz yıl yapılan mevzuat
değişiklikleriyle, turistik tesislerin belgelendirilmesinde proje zorunluluğu
kaldırılmış ve bunun neticesinde, imara aykırı yapılaşmalar adeta teşvik
edilmiştir. Bu durumun da acilen düzeltilmesi gerekmektedir. Son iki yıllık süreçte, anormal derecede
turistik tesislerin belgelerinin iptali yaşanmıştır. Belgeli yatak sayısı
yaklaşık 800 000 yataktan 600 000 yatağa düşmüştür. Yukarıda belirtilen mevzuat
değişikliğiyle getirilen geçici madde kapsamında, belgelerin bir kısmı ihya
edilmiştir; ancak, yılın sonunda bu tür belgelerin akıbeti bilinmemektedir.
Yukarıda belirttiğim üzere, bakanların, mevzuatla ilgili topyekûn ciddî bir
çalışma yapması zorunludur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçenin geneline şöyle bir baktığımızda, 98 katrilyonluk bütçenin 28
katrilyonu cari harcamaya, 46 katrilyonu faize ve üzülerek söylüyorum, 5.5
katrilyonu yatırıma ayrılmıştır, 28 katrilyon da bütçenin açık verdiğini
görüyoruz. Bu
bütçe, muhalefetin görevini tamamen üzerinden alıyor. Bu bütçeyle artık,
muhalefetin, muhalefet yapmasına gerek yok. Bu bütçe, alenî olarak, 2002
yılının kayıp olduğunu, 2002 yılında Türk insanına hiçbir şey vermeyeceğini
ifade ediyor ve bu bütçe, aleni olarak kendisi halka muhalefet yaptığını
bağırıyor. "Ben, 2002 yılında, bu bütçeyle Türkiye'de hiçbir şey
yapamam" diye aleni bağırıyor ve üzülerek söylüyorum 2002 yılı bütçesi,
Türkiye için bir kayıptır ve Türkiye'ye bir şey vermeyecektir. Turizm Bakanlığı bütçesine baktığımızda,
165 trilyon liralık bir bütçe ayrıldığını görüyoruz. "Türkiye'nin
geleceğidir" dediğimiz kadar
iddialı olduğumuz turizme -ve doğrudur, Türkiye'nin geleceğidir turizm- 165
trilyon liralık bir bütçe ayrılıyor ve bunun 28 trilyon lirası da yatırıma. Ha,
Turizm Bakanlığı bir yatırım bakanlığı değildir, Turizm Bakanlığı otel yapmak
mecburiyetinde de değildir; ama, 28 trilyon lira, şöyle basit bir örnekleme
verecek olursak, iyi bir işletmenin yapılacağı yerde bir arsa parası bile
değildir. Turizm "Türkiye'nin geleceğidir"
dedirtecek kadar iddialı bir sektördür ve çok önem vermemiz gereken bir
sektördür ve bunda başarının tek yolu da tanıtımdır. Tanıtım olmadan turizmde
bir yere gitmenin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz, dünyada tanıtım olmadan
hiçbir mamulün satılamayacağını hepimiz biliyoruz. Hepimizin bildiği gibi,
Türkiye'nin elinde kalan fındık stoklarını bile güzel bir reklamla, ülkemizde
ve dünyada eritmeye çalıştık. Bir mobil telefon firmasının bugünlerde
"özgürlük" adıyla yapmış olduğu ve Türkiye'nin starlarından birisi
Tarkan'a vermiş olduğu para, neredeyse, turizmde tanıtıma harcanan parayla
eşdeğerdedir ve üzücüdür; Türkiye'nin, gerçekten, geleceğine yön verecek olan
turizme bu kadar küçük bir tanıtım parası ayrılması gerçekten çok üzücüdür. Turizme ayrılan paranın da harcanması,
ayrıyeten, Türkiye'de gerçekten bir sorun. Ben, öncelikle, turizm tanıtımına
ayrılan paranın bütçe disiplininden çıkarılması düşüncesindeyim. Bu paranın,
bir an önce Sayın Bakana teslim edilip, Sayın Bakanın, elinde çantasıyla
turizmin pazarlamasını yapması gerekmektedir. Bu paranın, hepinizce malum
olduğu üzere, öncelikle, şubat ayında, mart ayında bir kısmı, yüzde 25'i, yüzde
30'u teslim ediliyor; daha sonra, yüzde 20'lik bir kısmı serbest bırakılıyor
bütçe disiplinine göre ve daha sonra da, hiç işe yaramayacak bir zamanda tamamı
serbest bırakılarak Türkiye'nin tanıtımına harcanıyor. Bu paranın bir an önce
serbest bırakılıp, Türkiye'nin tanıtımı için harcanması gerekmektedir ve
yerinde harcanması gerekmektedir. Gerçi, daha önce, Sayın Mumcu zamanında, bu
para bir kez serbest bırakıldı; defaten, Sayın Mumcu'ya bu parayı ödediler. 1999 ve 2000 yıllarında, 2000 yılı
milenyum tanıtımında pek çok din adamını ve dinî turlar düzenleyen seyahat
acentesini, Sayın Mumcu, ülkeye getirdi; çok yeri gezdiler, yediler, içtiler ve
gittiler. St Paul'un gezdiği yerlerin bir tanesi de, Isparta'nın Yalvaç'ı idi
ve bu fondan, Isparta'nın Yalvaç'ına çok büyük paralar ayrıldı. Acaba, ben,
merak ediyorum, bu yapılan masraflar ve Isparta'nın Yalvaç'ına ayrılan bu
paralar döviz olarak Türkiye'ye geri geldi mi, bu masrafı çıkarabildiler mi?
Bunu, Sayın Mumcu'yu başarılı ya da başarısız bulduğumu ifade etmek için
söylemiyorum. Bunu, sadece, turizmin tanıtılmasına ayrılan paranın, gerektiği
yerde ve gerektiği zamanda harcanılmasını ifade etmek için söylüyorum. İnanç turizmi, gerçekten, Türkiye için çok
önemli bir turizmdir ve bunların arasında en önemli yeri işgal eden yerlerden
biri de, Selçuk Efes Meryem Anadır; gereken tanıtımın yapılmadığına da
inanıyorum. Tanıtımın yanında gerçekleştirmek zorunda
olduğumuz şeyler var. Bunlar içerisinde en önemli şey altyapıdır. Bir turizm bölgesine gelen turist, o
turizm bölgesindeki eksikliği gördüğünde, geri döndüğünde, onun yapacağı menfî
propaganda, turizme çok büyük zarar vermektedir. Onun için de, özellikle turizm
bölgelerinde altyapıya çok önem vermek gerekmektedir. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, altyapıyla
ilgili bir kanun teklifini, önümüzdeki günlerde Meclis Başkanlığına sunacağız
ve tüm milletvekillerinin, bu kanun teklifine destek vererek, turizme katkıda
bulunacaklarına inanıyorum, şimdiden teşekkür ediyorum. Bu kanun teklifini şöyle, hafifçe, basit
bir dille elimize alırsak; altyapı, tüm dünyada en önemli şeylerden bir
tanesidir; ama, maalesef, Türkiye'de çok eksikliği vardır. Özellikle büyük
şehirlerde ve turizm öncelikli yerlerde altyapıda çok büyük eksiklikler
vardır. Altyapıların çok büyük bir
kısmını belediye başkanları yapar; ama, ben de eski bir belediye başkanı olarak
şunu ifade etmek istiyorum ki, belediye başkanlarının bütçesi, bu altyapının
tamamını yapmaya yetmez. Zaten, eğer, bütçesinin tamamını altyapıya ayırırsa, o
belediye başkanını başarılı bulmazlar. Eğer, belediye başkanı makyaj yapmazsa,
belediye başkanı gösterişli işler yapmazsa, bizim halkımız tarafından çok fazla
takdir edilmez, yere gömülen şeyler, görünmeyen şeyler hizmet yapılmış anlamına
gelmez. Vereceğimiz kanun teklifinde, turizm
bölgelerindeki belediyeler ve büyükşehir sınırları içindeki ilçe ve belde
belediyelerin, altyapılarını bir an önce bitirilebilmesi için, belediye
bütçesindeki yatırımlar, öncelikli olarak altyapıya verilmelidir diyoruz.
Altyapısını bitirmeyen yerlerde makyaj yatırımı yapılmamalıdır. Ayrıca, Turizm Bakanlığı vasıtasıyla
Turizm Bakanlığı ve devletin diğer imkânları yoluyla bu belediyeler teşvik edilmelidir.
Ayrıca, Kültür Bakanlığı bünyesinde olan ören yerleri gelirleri de doğrudan ya
belediyelere teslim edilmeli ya da özel idare vasıtasıyla, sadece altyapıda
kullanılmak üzere belediyelere harcanmalıdır. Bu teklifin destekleneceğini umut
ediyor, tekrar teşekkür ediyorum. Turizmle ilgili ikinci bir kanun
teklifimiz daha var; TV yayınlarında, hepimizin malumu olduğu üzere belgesel
yayınlar yayınlanmaktadır. Bu belgesel yayınların içinde çok az da turizmle
ilgili yayınlar vardır. Biz, bütçesi tamamen Turizm Bakanlığına ait olmak
üzere, masraflar tamamen Turizm Bakanlığından yapılmak kaydü şartıyla,
Türkiye'nin en ücra köşelerindeki turizm bölgelerinin tanıtım filmleri
yapılarak, televizyonlarımızda belirli sürede ve belirli zamanlarda
yayınlanmasıyla ilgili bir kanun teklifimiz daha gelecek, değerli
milletvekillerimizden bunun için de şimdiden destek bekliyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk turizmi,
değerinin çok altında satılıyor. Gerçekten, Türk turizmi içler açısı. Bir
hamburger fiyatına oda satıyoruz. Turizmcilerimiz ayakta durmakta çok
zorlanıyor. Almanya'dan tatile gelen bir turist, en
gözde turizm merkezimiz olan Antalya'da, bir haftalık Türkiye tatili, uçak
ücreti, yarım pansiyon otel ücreti, transferler, seyahat harcamaları dahil,
acentenin servisleri de dahil, kış aylarında 399 marka, yaz aylarında da 599
marka kalabilmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde, böyle pırıl pırıl
oteller, bu kadar ucuz fiyata satılmamaktadır; hiçbir Akdeniz ülkesinde;
İtalya'da, İspanya'da beş yıldızlı bir otelin bir günlük yatağı 250 markın
altında satılmamaktadır. Tunus, Fas ve Mısır'da dahi, fiyatların, Türkiye'den
daha yüksek olduğunu üzülerek ifade
etmek istiyorum. İspanya, Türkiye'nin yaklaşık beş misli
turizm gelirine sahip. Fiyatlarımız İspanya'dan ucuz, tesislerimiz İspanya'dan
yeni, turizm çeşidimiz İspanya'dan çok daha fazla olmasına rağmen, Türkiye'nin
elde ettiği turizm geliri 10 milyar doların üzerine çıkamıyor. Peki ne yapmamız gerekiyor; önce,
sıkıntısı büyük olan işletme ve finansman sıkıntısı çeken turizm
işletmecilerini rahatlatmamız gerekiyor. Bu rahatlık, rekabeti de ortadan
kaldıracak, çok ucuza konaklama imkânını da belki ortadan kaldıracak,
Türkiye'nin ucuz bir turizm cenneti imajını da silecektir düşüncesindeyim. Yunanistan'da, hükümet, turizmcilere
karışıyor, "yüksek sezonda şu fiyattan, düşük sezonda bu fiyattan
satacaksınız" diyor; ama, arada bir zarar söz konusu ise de, bunu hükümet
sübvanse ediyor. Aynı şeyi Türk turizmcisine biz de yapabiliriz. En pahalı turizm golf turizmi; en çok
gelir getiren turizmlerden bir tanesi golf turizmi; parkurun saati kişi başına
100 dolar. Bunda yeni alanlar yaratmamız gerekiyor. Bunu bölgelere yaymak ve
dış yatırımcıyı ülkemize çekmek zorundayız. Kayak turizmindeki kayakçılar gibi, golfçülerin
de kendine has özellikleri var. Aynı parkurda bir golfçü defalarca oynamak
istemiyor, özellikle golf parkurunu tanıdıktan sonra yeni alanlar bulup yeni
heyecanlar yaşamak istediği için, golf turizmini tabana yaymak ve değişik
bölgelere yaymak zorundayız. Yunanistan'da, golf turizm tesisi yapana
hükümet tarafından bedava arsa veriliyor ve toplam yatırımının yüzde 50'si
karşılanıyor. Türkiye de böyle bir uygulamaya gitmek mecburiyetinde. Bizde ise
bürokrasi yüzünden yatırımcıyı kaçırıyoruz; adam, bir daha Türkiye'de yatırım
yapmaya tövbe ediyor. Ülkesine gittiğinde de menfi propaganda yaparak,
Türkiye'de yatırım yapmak isteyen diğer yatırımcıları da engelliyor. Üzülerek
söylüyorum, aslında, bunu söylemek istemezdim; ama, dış yatırımcılar Türkiye
için önemli. Türkiye, teknoloji üreten, teknoloji satan bir devlet değil ve
elimize baktığımızda, gelecekte en büyük gelirimizin turizmden olacağını, aklı
başında tüm insanlar görüyor ve biz de turizm için elimizden gelen her şeyi
yapmak zorundayız, özellikle dış yatırımcıları memnun ederek Türkiye'den
göndermek zorundayız. Üzülerek ifade ediyorum, geçen gün, Sayın
Reha Muhtar'ın sunduğu Ateş Hattı programında, turizmle ilgili istenen bir
belge için rüşvet pazarlığında bulunulması ve rüşvetin, rekabet edilebilir bir
duruma gelmesi, dış turizmcinin, niçin Türkiye'ye rağbet etmediğinin en güzel
örneklerinden bir tanesidir. BAŞKAN - Sayın Ulupınar, 1 dakikanız
geçti. YILDIRIM ULUPINAR (Devamla) - Başkanım,
hemen toparlıyorum. Kayak turizmi de Türkiye için önemlidir;
fakat, maalesef, bu bölgelerde, bazı belediye başkanları tarafından sıkıntılar
yaratılmaktadır. Uludağ'da -yanılıyorsam, Sayın Bakanım sonra bunu düzeltir-
ikinci girişim açıldı; ama, mahkeme kararıyla durduruldu. Kayseri Erciyes'te
kayak tesisleriyle ilgili küçük yatırımlar var; maalesef, belediye başkanı
ruhsat vermiyor. Artık, bu kafaları değiştirmek gerekiyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
turizm, gerçekten, Türkiye için çok önemli ve Türkiye'nin geleceğidir. Tekrar
bir turizm atağına geçmek mecburiyetindeyiz. Üzülerek söylüyorum ki, Türkiye'nin
lokomotif sektörü olan tekstil ve konfeksiyonu, yanlış uygulamalarla
bitirdiniz. Malî milat yasasıyla, paraları, yastık altına gömdünüz, ülke dışına
kaçırttınız ve en önemlisi, tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan
Türkiye'nin, köylüsünü, çiftçisini, esnafını perişan ettiniz. "Köylü,
Türkiye'nin efendisidir" diyen Atatürk'ün köylüsüne, tarlasını
sattırdınız; pulluğunu, sabanını sattırdınız; yetmedi, hapse attınız; şu anda,
köylü, hapse girmek için sırada bekliyor. Ülkeye döviz kazandıran ihracatçıyı
bitirdiniz, esnafı bitirdiniz; inşallah, turizmi de yanlış politikalarla
bitirmezsiniz. Aslında, şu anda yapmanız gereken tek şey
var: Siyasî Partiler Kanununu ve Seçim Kanununu, halkın istediği şekilde
çıkarmak ve bir an önce seçime gitmek. Türkiye'ye yapacağınız en büyük iyilik
budur. Her şeye rağmen, bütün bu olumsuzluklara
rağmen, Turizm Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar
getirmesini temenni eder, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ulupınar. Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci
konuşmayı yapmak üzere, Çanakkale Milletvekili Sayın Nevfel Şahin; buyurun
efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüş ve düşüncelerimi arz
etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2002 yılı bütçesine baktığımızda, Türkiye,
konsolide bütçe içerisinden altyapı yatırımlarına gerektiği kadar kaynak
aktaramamaktadır. Tabiî, yabancı sermaye de gelmediğinden dolayı, enerji
sektörüne, Türkiye'nin, her yıl, 4-5 milyar dolar yatırım yapması lazım.
Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin, ya çok yüksek faiz veya çok yüksek kârla
gelmesi, Türkiye’de enerji sektöründeki fiyatların, dünya fiyatlarının üzerinde
olmasına neden olmaktadır. 57 nci hükümet dört yıldır bu ülkede bütçe
yapmakta; 1999 bütçesini bu hükümet yapmıştır, 2000 bütçesini bu hükümet
yapmıştır, 2001 ve 2002 bütçelerini de bu hükümet yapmıştır. Geldiğimiz nokta,
gerçekten de, bütçeye baktığımızda, yatırımlarda para yok ve Türkiye,
cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Dört yıldır bütçe
yapanların, mazeret üreterek veya geçmiş dönemlere kabahatler arayarak
Türkiye'yi bir yere getiremeyeceği muhakkaktır. Enerji sektörüne geldiğimizde; 1991
yılında 17 000 megavat gücünde ve 60 milyar kilovat/saat elektrik üretmişiz.
1997 yılında 22 000 megavat gücünde 103 milyar kilovat/saat elektrik üretmişiz.
2001'e geldiğimizde, ürettiğimiz elektrik, 123 milyar kilovat/saat; yani,
1997'den bu yana, 20 milyar kilovat/saat ilave edebilmişiz. Enerji fiyatlarına baktığımızda; dünyada
petrol fiyatları ucuzlarken, Türkiye'de petrol fiyatları her gün artmaktadır.
18 Nisan 1999'da mazot 150 000 lira
iken, bugün mazot, 1 milyon liraya yaklaşmıştır. Yine, elektrik fiyatları, gerçekten
de, dünya ortalamasının çok üzerinde, yüzde 30'a yakın bir vergiyle tüketicimiz, sanayicimiz, hem elektrik
fiyatlarını hem hem doğalgazı hem de elektrik üretimindeki doğalgazı, en pahalı
bir şekilde kullanmaktadır. Türkiye'nin, bu enerji fiyatlarıyla, 10 senti geçen
elektrik fiyatlarıyla, pahalı doğalgazla, sanayi sektörünü büyütmesi,
sanayicinin, bu elektrik fiyatlarıyla, dünyayla rekabet etmesi mümkün değildir.
Esasında, Türkiye'nin, kişi başına
kullandığı brüt üretim, 1 800 kilovat saattir, kullandığı enerjiyse 1 500'ler
civarındadır, dünya ortalaması 2 200'ün üzerindedir, sanayileşmiş ülkelerde,
OECD'de bu rakam, 7 000'ler civarındadır. Türkiye'nin hâlâ buralarda olmasının
bazı sebepleri vardır. 57 nci hükümetin yanlış izlediği enerji politikaları
sayesinde Türkiye bu noktaya gelmiştir. Beş yıldır Enerji Bakanlığı, bu
koalisyon hükümetinde ve ortaklarındadır; ama, elektrik fiyatları, dünya
fiyatlarının üzerinde; ürettiğimiz elektrik 127 milyar kilovat civarında. Değerli arkadaşlar, niçin yatırım
yapamadık; işte, yatırım yapamamamızın sebebi, yabancı sermayenin yanlış
politikalar, ahbap-çavuş ilişkileri neticesinde Türkiye'ye gelmemesi,
gelenlerin de yüksek kârlarla gelmesi ve Türkiye'deki enerji fiyatlarının
artması... Esasında, Türkiye, kurulu gücünü tam
olarak kullanamamaktadır. Bugün, 28 000 megavatlık kurulu gücüyle, en az 160
milyar kilovat saat yılda elektrik üretebilir; ama, santrallarını
yenileyemediği için, elektrik dağıtım şebekelerinin kayıp kaçaklarını
düşüremediği için, Türkiye'de randımanlı bir şekilde elektrik üretilememektedir.
Bundan dört yıl önce, hepimizin bildiği
gibi, 20'ye yakın elektrik dağıtım şebekesi özelleşecekti, yine, 11'e yakın
termik santral özelleşecekti; ama, hukukî altyapısının oluşturulmamasından,
ahbap-çavuş ilişkilerinden ve ihalelerin serbest ve şeffaf yapılamamasından
bugüne kadar bu özelleştirmeler yapılamamıştır. Enerji Bakanlığına, Devlet planlama
teşkilatı güvenmemektedir; Enerji Bakanlığına, Hazine Müsteşarlığı
güvenmemektedir; Enerji Bakanlığına, Dünya Bankası güvenmemektedir ve Enerji Bakanlığının
yapmış olduğu projelere, göstermiş olduğu hedeflere, planlamalara Devlet
Planlama Teşkilatı karşı çıkmış, Hazine Müsteşarlığı karşı çıkmış, Dünya
Bankası tenkit etmiş ve özelleştirmeler zamanında yapılamamıştır. Şimdi geldiğimiz noktaya bakarsak, Enerji
Bakanlığı, Türkiye'de, beş yıldır gerekli yatırımı yapmadığı için kayıp, kaçak
oranları yüzde 25'lere varmıştır. Bir başka ifadeyle, sadece kayıp, kaçak için
1 milyar dolar civarında para
kaybolmaktadır ve bu kayıp, kaçakların miktarı olan 1 milyar dolar civarındaki
para da, elektriği kullanan, parasını zamanında ödeyen dürüst tüketicilere,
sanayicilere yüklenmektedir. Özelleştirme, sağlıklı bir şekilde
yapılamadığından dolayı, şu anda, bu firmalarla Enerji Bakanlığı davalık olmak
üzeredir. Enerji Bakanlığına, özelleştirmeden 4 milyar dolar civarında kaynak
gelecekti; zamanında yapılamadığından dolayı bu kaynak gelmedi ve Danıştayın
iptal etmesi, Hazinenin karşı çıkması... Hazinenin karşı çıkmasında öyle
maddeler var ki değerli milletvekilleri, sizlerle paylaşmak isterim; ilerde
çıkacak bir kanundan dolayı, bu işletme devir haklarını size veremeyeceğiz
diyor. Enerji Bakanlığına bu kadar güven kalmamış veyahut da Hazine
Müsteşarlığı, gelip, Enerji Bakanlığının Türkiye'nin enerji planlamasını iyi yapmadığı
için, bu olaya el koymuş. Yarın öbür gün, bu davalardan dolayı, Türkiye, Enerji
Bakanlığı, 4 milyar dolar civarında para ödemek durumunda kalacak ve yüksek
fiyatla, yirmibeş yıllık üretim santralları devreye sokulmaya çalışılmış;
fakat, bu projeler de hayata geçirilememiştir. Değerli arkadaşlar, doğalgaz planlamaları
da sağlıklı bir şekilde yapılamamıştır. Türkiye, kendi kaynaklarını bir kenara
bırakarak, hidrolik enerjisini değerlendirmeyerek, kömür enerjisini
değerlendirmeyerek, ithal kaynaklara yönelmiştir. Bugün, Türkiye'nin kullandığı
elektrik enerjisi, biraz önce söyledim, 127 milyar kilovat/saat. Hidrolik
mevcut kaynağı 125 milyar kilovat/saat, kömür ve taşkömürü kaynağı ise 120-125
milyar kilovat/saat; bunları topladığınızda, Türkiye'nin yerli kaynağı 250
milyar kilovat/saat; ama, Türkiye, hâlâ, bunun üçte 1'ini kullanmamaktadır.
Doğalgaz ithal ederek... Türkiye, şu anda, 17-18 milyar metreküp doğalgaz ithal
etmekte, bunun 11 milyar metreküpünü elektrik enerjisinde kullanmaktadır.
Bugün, doğalgaz ihracatçısı olan Rusya, elektrik enerjisinin yüzde 55'ini
kömürden elde etmektedir. Yine, Amerika, elektrik enerjisinin yüzde 50 civarını
kömürden elde etmektedir. Türkiye, pahalı doğalgaz kullanarak elektrik enerjisi
üretmeye kalkmakta ve sanayicimiz, Türkiye'deki sanayici de, pahalı elektrikten
dolayı, pahalı doğalgazdan dolayı, pahalı vergi yüklerinden dolayı Romanya'ya,
Bulgaristan'a ve Orta Avrupa'ya yatırım yapmaya başlamıştır. BOTAŞ'ın doğalgaz planlamalarına Devlet
Planlama Teşkilatı itibar etmemektedir ve bugün, Türkiye'ye, pahalı
doğalgaz satın almaktadır. İşte
-hepimizin bildiği gibi, Mavi Akım- 80 dolara alınması gereken doğalgaz 120
dolara alınmaktadır. Bazı arkadaşlarımız çıkıp, bunu, Ruslar yapmaktadır,
İtalyan firması yapmaktadır; bunlar, Samsun'a kadar 2,7 milyar dolar yatırım
yapmaktadır diyebilir; ama, Türkiye, yirmi yirmibeş yıl 80 dolara alması
gereken doğalgazı 120 dolara almasa, başka bir deyişle, sanayicinin,
tüketicinin cebinden her 1 000 metreküp doğalgaza 40 dolar fazla ödenmese, bir yılda 800 milyon dolar... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Şahin, süreniz bitti; 2
dakika eksüre veriyorum, fazla da vermeyeceğim; çünkü, 6 grup var, hepsine ayrı
ayrı eksüre verirsek... Rica ediyorum... Buyurun efendim. NEVFEL ŞAHİN (Devamla) - Türkiye, bu
pahalı doğalgazı, 80 dolara alması gereken doğalgazı 120 dolara, yirmibeş
yıllığına alım garantisi imzalamasa, kimse 2,7 milyar dolarlık yatırım yapmaz.
Yılda, 800 milyon dolar, Türkiye, cebinden fazla para ödemekte ve yirmi yılda
16 milyar dolar para ödeyecek; yatırılan para 2,7 milyar dolar, neredeyse üç
yılda, dört yılda bu yatırım kendisinin finansmanını sağlayacak ve kâra
geçecek. Değerli arkadaşlar, bütün dünyada,
Avrupa'da, 2010 yılında en fazla doğalgazdan
elektrik üretimi yüzde 30'lar seviyesindeyken, bizim planlamamız yüzde
60'lar, yüzde 65'ler seviyesinde. Türkiye'nin, yirmi yıllık, yirmibeş yıllık
enerji politikaları, pahalı elektrik enerjisi, pahalı doğalgaz, pahalı mazot,
Türkiye'nin yirmibeş yılı garanti altına alınmıştır! Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi
üzerinde de birkaç söz söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlar, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün ödenekleri yetersizdir. Tamamlanması gereken hidroelektrik
santralları vardır, tamamlanması gereken sulama projeleri vardır ve diğer
taşkın projeleri vardır. Bu ödeneklerle, Türkiye'nin, ekonomik olarak sulanması
gereken 8,5 milyon hektar alanının ancak 2,5 milyon hektarı tamamlanmaktadır ve
geriye kalan toprakları sulaması için, yüz yıl gereklidir. Onun için, bu
ödeneklerin artırılması lazım. Türkiye'nin, altyapı yatırımlarına para
bulması lazım. Altyapı yatırımlarını erteleyen ülkeler, geleceğini yok eden
ülkelerdir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Şahin, süreniz bitti
efendim; rica ediyorum. Yalnız, son cümlenizi söylemeniz için tekrar açıyorum;
ama, bir cümle... NEVFEL ŞAHİN (Devamla) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, zaman yetmiyor, kusura
bakmayın. NEVFEL ŞAHİN (Devamla) - Benden önce
konuşan çok değerli arkadaşım süreyi aştığı için, 1 dakika içinde
toparlayacağım. Türkiye'deki bütün altyapı yatırımları
durduğu gibi, Çanakkale'deki yatırımlar da durmuş, baraj ve gölet inşaatları
tamamen durmuş vaziyette. Devlet Su İşlerinin, beş yıldır, Gönen Barajının
suları altında kalan Yenice Haydaroba Köprüsünü yapması lazımdı. Beş yıldır
bunu yapmamakta ve 10 köyümüz, sadece, Devlet Su İşlerinin bu köprüyü
yapmamasından dolayı, Haydaroba, Yenice civarındaki köylerimizde oturanlar, 35
kilometre daha fazla yol giderek köylerine ulaşmaktadır. Bunu, bir an evvel...
Devlet Su İşlerinin kendi görevidir. Gönen Barajının su tutmasıyla, bu köprü
sular altında kalmış ve insanlarımız mağdur olmuştur. Ben, bu duygu ve düşüncelerle saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Çok teşekkür ederim Sayın Şahin.
(DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, ANAP Grubu adına ilk konuşmayı
yapmak üzere, Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan'a söz veriyorum. Sayın Aydoğan, süreyi eşit mi
paylaşıyorsunuz? CENGİZ AYDOĞAN (Antalya) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA CENGİZ AYDOĞAN (Antalya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli dinleyenler; Turizm
Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini
aktarmak üzere söz almış bulunuyorum; sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla
selamlıyorum. Turizm, döviz ve istihdam yaratan
özelliğiyle ekonomik, insanların dinlenme ihtiyacını karşılayan ve farklı
kültürleri bir araya getiren özelliğiyle sosyokültürel, yarattığı kaynak
kullanımı talepleriyle de çevreyi etkileyen çok yönlü bir faaliyettir. Turizm, Batı'da, petrokimya endüstrisinden
sonra en büyük ikinci sektör konumundadır; ülkemizin gelir kalemleri arasında
da, ihracattan sonra ikinci sırada yer almakta, ihracat gelirlerimizin hemen hemen
yüzde 30'unu teşkil etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında istikrarlı
ve hızlı büyüme gösteren bu dev endüstrinin beslediği alt ve yan sektörlerin
sayısı 30'un üzerindedir. 2000 yılında, dünyada turist sayısı 697
000 000, turizm geliri 477 milyar dolar olmuştur. Türkiye'ye ise, 2000 yılında
10 400 000 turist gelmiş, 7,6 milyar dolarlık gelir elde edilmiş, 568 000 yatak
kapasitesine ulaşılmıştır. Dünya Turizm Örgütüne göre, 2020 yılında
dünyada 1,6 milyar turist 2 trilyon dolar harcayacaktır. Bu dev pastadan,
Türkiye 27 000 000 turist getirerek 19,8 milyar dolar gelir elde edecek ve
Akdeniz Bölgesinde 4 üncü ülke olacaktır. Turizm Bakanlığımız ise, çıtayı daha
da yükselterek 2020 yılında 60 000 000 turist, 50 milyar dolar döviz geliri
hedef olarak tespit etmiştir. Bu hedefe ulaşabilmek için, tüm kesimlerin inanç
ve fikir birliğiyle hareket etmesi, planlama, altyapı, yatırım, teşvik,
tanıtım, işletme, mevzuat, toplam kalite konularındaki görevlerin en iyi
şekilde başarılması temel şarttır. Bu
çerçevede, bir turizm mastır planı olmalıdır. Öncelikler iyi belirlenmeli, her
türlü tatbikatın bu anaplana uygunluğu titizlikle sağlanmalıdır. Turistik yörelerin kaynak, ulaşım, temiz
su, atık su, katı atık, deniz deşarjı, kanalizasyon, enerji problemleri çözülmeli,
özel sektörün kamuyla birlikte çalışması, altyapı hizmet birlikleri bünyesinde
sağlanmalı, yurtdışı finans imkânlarından bu konularda yararlanmakta tereddüt
etmemelidir. Kemer, Belek, Manavgat, Alanya'da, bunun son derece iyi örnekleri
vardır. Yerel yönetimlerin, bu işleri organize edebilecek şekilde
güçlendirilmesi şarttır. ATAK ve benzeri projeler, hızla geliştirilmeli,
tamamlanmalıdır. Kıyıların korunması, planlanması,
işletilmesi, hizmetlerin Batı standartlarında verilmesi yönündeki Mavi Bayrak
kampanyaları sürdürülmelidir. Tabiî ve tarihî değerler korunmalı, kültür
ve kongre turizmi özellikle geliştirilmelidir. İstanbul ve Antalya bu yönde
öncü merkezler olabilir. Turistik yörelerdeki aşırı yoğunlaşma ve
yapılaşma önlenmeli, rant amaçlı imar planı değişikliklerine kesinlikle izin
verilmemelidir. Turizm faaliyetlerinde, nüfusları
defalarca katlanan belediyelerin, yerel yönetimlerin bu sıkıntılarına çare
bulunmalı, gerekirse, özel statüler verilmelidir. İyi eğitim, her şeyde olduğu gibi, turizm
konularında da temel esastır. Ara eleman eksikliğini de giderecek şekilde
planlanmalı, sektör-eğitici-öğrence irtibatı iyi kurulmalıdır. Turizm sektörünün ihracatçı sayılmasında,
Eximbank kredilerinden ve KOBİ'lere tanınan teşviklerden turizm sektörünün de
istifade ettirilmesinde sayısız yarar vardır. Rekabet gücümüzü sürdürebilmek için,
turizmde KDV yüzde 8'lere indirilmelidir. KDV, Fransa'da yüzde 5,5; Portekiz'de
5; Yunanistan'da yüzde 8; İtalya'da yüzde 10'dur. Ülkemizde gelir dağılımı düzeltilmeli,
halkımıza iç turizm imkânı sunulmalıdır. Ulaşım ve taşımacılık sektörü Batı
standartlarında düzenlenmelidir. Tur operatörlerinin performanslarına göre
teşvik sistemi getirilmelidir. Özel havacılık şirketleri desteklenmeli, bu
yönde konma ve konaklama ücretleri indirilmeli, yolcu servis ücretleri 15
dolardan, İspanya'daki gibi 5 dolara indirilmelidir. Uçak alımları için kredi
ve garanti imkânı, mümkünse sağlanmalıdır. Ülke imajının geliştirilmesine, sektörel
dış tanıtıma, yöre ve ürün tanıtımına, bilinçli, bilimsel ve profesyonelce
yaklaşılmalı, turizm gelirlerinin en az yüzde 2'si tanıtım için
kullanılmalıdır. Sadece Roma'nın tanıtımı için 100, Paris'in tanıtımı için 300
milyon doların harcandığı bir ortamda, bizim 15-20, bilemediniz 40 000 000
dolarlarda, kesinlikle kalmamamız gereklidir. İmaj ve tanıtım konusunda, kamu,
üniversiteler, yerel yönetimler, özel sektör seferber edilmelidir. Anadolu'nun
ilginç tarihi, geçmiş medeniyetlerin emsalsiz eserleri, dört mevsim turizmi
yaşayabileceğimiz iklim güzellikleri, insanımızın bulunmaz konukseverliği,
tesislerimizin yeniliği ve kalitesi, imaj ve tanıtım yönünde eksiksiz
vurgulanmalı, medyadan, fuarlardan, sportif etkinliklerden bu yönde azamî
faydalanılmalıdır. Turizm faaliyetleri hassastır. Krizlerle
boğuşulan bir ortamda sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu yüzden, bütün dünyada
turizm teşvik görmektedir. Türkiye'de, 1983-1992 arasında çok verimli bir
teşvik mekanizması işlemiştir. Uzun vadeli, düşük faizli krediler, hibeler,
arazi tahsisleri, yatırım indirimleri gündeme gelmiş ve bugünkü modern tesisler
ortaya çıkmıştır. Turizm sektörüne verilen 1 dolar, bu dönemde 25 dolar olarak
geriye dönmüştür. 1983-2000 yılları arasında, Turizm Bankası ve Kalkınma
Bankası aracılığıyla özel sektöre kullandırılan 1 832 000 000 dolar, bizi 35
milyar dolarlık tesis sahibi yapmış, 65 milyar dolar turizm gelirine ulaşmamızı
sağlamıştır. Bizim, 1992'de kaldırdığımız kaynak
kullanımı destek primi uygulamasına, Portekiz'de yüzde 70, İspanya'da yüzde 50,
Yunanistan'da yüzde 40 olarak halen devam edilmektedir. Faizlerin yüksekliği,
vadelerin kısalığı nedeniyle kullanılamaz hale gelen Kalkınma Bankası kaynaklı
yatırım kredisi benzeri uygulamalar, yine aynı ülkelerde, yukarıdaki oranlarda
sürdürülmektedir. Kısacası, Akdeniz çanağında, teşvik uygulaması yapamayan tek
turizm ülkesi Türkiye'dir; oysa, bu şartlarda rekabeti sürdürmek hemen hemen
imkânsızdır. Dolayısıyla, bu tür teşvikler, arazi tahsisleri dahil, makul
şartlarda, alenen ilan edilmiş kriterlerle, şeffaf uygulamalarla, yine devreye
konulmalıdır. Hedeflenen 250 000 yeni yatak imkânına, ancak böyle
ulaşılabilecektir. Güven vermeyen ortam, mevzuat kargaşası,
yolsuzluk söylentileri, çeşitli istikrarsızlıklar, teşvik imkânının olmayışı,
yabancı sermaye girişimini engellemektedir. Teşvikli dönemde gelen 1 250 000
000 dolarlık yabancı sermaye girişi, teşviksiz dönemde 850 000 000 dolara
gerilemiş, 2000'de 50 000 000 dolarlar seviyesine düşmüştür. Yabancıların Türkiye'de mülk edinmelerinin
kolaylaştırılması, bürokrasinin azaltılması, teşvikli döneme yeniden geçilmesi
yabancı sermaye girişini hızlandıracaktır. Eskiyen belgeli tesislerin yenilenmesi,
düşük kaliteli belediye belgeli tesislerin modernizasyonu gereklidir ve
sağlanmalıdır. Turizm faaliyetleri, tüm Anadolu'ya ve oniki aya yayılacak
şekilde çeşitlendirilmeli, bu maksatla kış, inanç ve kültür, sağlık ve termal,
kongre, dağ ve yayla, üçüncü yaş ve gençlik, yat ve kruvaziyer, eğlence, golf
ve spor turizmi konularında ısrarla çalışılmalıdır. Ülkemizin, bu yönde büyük
zenginlik ve imkânlarla dolu olduğu bilinmektedir; bu yönlerimiz, çok iyi
değerlendirilmelidir. Turizm müdürlükleri ve yurt dışındaki
turizm ataşelikleri, daha etkin hale getirilmelidir. Dünyadaki gelişmeler,
anında sektöre aktarılabilmelidir. Ören yerleri ve müze giriş ücretleri, Turizm
Bakanlığının da görüşü alınarak belirlenmeli, önceden ilan edilmeli ve gelirin,
elde edildiği bölgede kullanılmasına imkân verilmelidir; ki, bu konuda, Kültür
Bakanımızı tebrik etmek lazım, ona teşekkürlerimi sunuyorum burada. Apart otellerin Turizm Bakanlığı
denetimine girmesi için düzenleme yapılmalıdır. Eski demirperde ülkeleri ve Çin
gibi yeni büyük pazarlar için özel girişimler ve tedbirler geliştirilmelidir. Çatı ve sair gibi teferruat sayılabilecek
çeşitli eksikliklerin giderilemeyişi nedeniyle işletme belgeleri iptal edilen
turistik tesisler zordadır. Geçici belge sürelerinin uzatılması gereklidir. Her
şey dahil pazarlanan tesislerde kalitenin düşmemesi denetlenmeli ve
sağlanmalıdır. Avrupa limanlarında doyuma ulaşan yat
turizmi için kapasitemiz 25 000'e çıkarılmalıdır. Alanya-Antalya yolu, Gazipaşa havaalanı,
Alanya ve Gazipaşa yat limanları, Kaş havaalanı gibi önemli turizm yatırımları,
yanlış tercihler, mevzuat keşmekeşi, kurumlararası uyumsuzluklar ve ödenek
yetersizliği gibi nedenlerle, bir türlü zamanında gerçekleştirilemedi ve
gerçekleştirilemiyor; eziyet çekiyor, milyonlarca dolar kaybediyoruz. Bir
devlet yatırımının başlatılabilmesi için, onyedi-onsekiz bürokratik kademenin
birebir aşılması gerekiyor; bu da, üç beş yılımızı boşuna alıyor. Bir özel
girişimci, yatırımı için, Turizmden önizin, Bayındırlıktan plan kararı,
Kültürden koruma kurulu kararı, Çevreden ÇED raporu, belediyeden ruhsat almak
durumundadır. Daha yatırımın başlangıcında, vazgeçme noktasına geliyor. Çırağan Sarayının Bahçesine, Alanya
Kalesinin içine otel yapımına izin verebilen koruma kurulları, Antalya'nın
batısına hayat verecek Kaş havaalanına yıllardır izin vermiyor. Bunları anlamak
mümkün değil. Ecrimisil konularında da maliye ile
belediyelerin çekişmesi var, arada turizmciler eziliyor. Bu mevzuat dağınıklığından ve otorite
çokluğundan kurtulmak, mevzuatı sadeleştirmek, işleri kolaylaştırmak şarttır.
Devletin yeniden yapılandırılması kapsamında, Turizm, Çevre ve Kültür Bakanlıkları
bir çatı altında birleştirilmelidir. İhracatçılar Birliğine benzer şekilde,
otelciler birliği yasası ve Turizm Bakanlığı teşkilat yasası bir an önce
çıkarılmalıdır. Turizmde hedefe, alt ve üst yapısı tamamlanmış uygar
ortamlarda, en verimli ve en iyi hizmetlerin sunulmasıyla, yaşam kalitesinin
artırılmasıyla ulaşılabilir. Bu noktaya gelinmesinde, güçlü yerel yönetimlere
büyük ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, acilen, yerel yönetimler reformunun
gerçekleştirilmesi gereklidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kriz ortamına rağmen, hükümet, turizme büyük önem verdiğini gösteren adımlar
atmıştır. Sayın Bakan da göreve yeni başlamasına rağmen çok iyi çalışmıştır.
Başlar başlamaz, bütün turistik bölgeleri gezmiş; sorunları anında, yerinde
tespit etmiş; yurt dışında, bize turist getirebilecek bütün merkezleri ziyaret
edip, iyi bağlantılar kurmuştur. İngiltere'den önümüzdeki yıl yüzde 43 daha
fazla turist geleceğini bize müjdelemiştir. Ayrıca, 11 Eylül sonrası
Amerika'daki gelişmeleri de iyi değerlendirmek gibi bir fırsatımız var
elimizde. Sayın Bakan bu yönde de müjde vermiştir. Lufthansa ve KLM uçak
firmaları, daha önce, aktarma merkezi olarak Dubai'yi kullanırken, o
gelişmelerden sonra, bundan böyle Türkiye'nin kullanılacağını ifade
etmişlerdir. Sayın Bakan bu müjdeyi de vermiştir, kendisine teşekkür ediyoruz.
Ayrıca, Noel Baba yaş günü nedeniyle Antalya'daki, Demre'deki kutlamalar büyük
ses getirmiştir. Teşekkür ediyoruz, tebrik ediyoruz, başarılarının devamını
diliyoruz. Turizm Bakanlığının 2002 yılı bütçesinde
yüzde 130 dolayında bir artış sağlanmıştır. Turizmde hedeflerimizi
gerçekleştirebilmemiz, ikinci turizm hamlesini başarıya ulaştırabilmemiz için,
maddî imkânlarla birlikte, sektöre bakış açısının da değiştirilmesi ve
geliştirilmesi gerekmektedir. En az yatırımla en çok katmadeğer ve istihdamın
yaratılabildiği bu sektörü, ülkenin aslî ve temel sektörü haline getirmeli;
gerekiyorsa, diğer alanlardan tasarruf ederek turizm sektörüne daha fazla
kaynak sağlamalıyız. Enerjiden bahsetmiştim. Sayın Enerji
Bakanımıza da huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Turizm sezonu gelmeden
Antalya'nın Alanya bölgesinde ve Antalya merkezinde dev enerji yatırımları için
hemen talimat buyurmuşlardır; bu, sezonda, bizim için son derece iyi olacaktır;
onun için de huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, 2002 malî yılı
Turizm Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve sektöre hayırlı olmasını diliyor,
Ramazan Bayramınızı şimdiden tebrik ediyorum. İçel'deki sel felaketi nedeniyle, Grubum
adına, üzüntülerimizi ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, Anavatan Partisi
Grubu adına, sizlere içten teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyorum. (ANAP,
DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydoğan. ANAP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak
üzere, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına
görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
ve Yüce Türk Milletini saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere,
dünya, 21 inci Yüzyıla hızlı bir değişim süreci içinde girdi. Değişmeyen tek
şeyin değişim olduğunu biliyoruz. Bilgi ve enformatik çağı diye adlandırılan 21 inci Yüzyılda, teknoloji, iletişim ve
internet sayesinde uluslararası mesafeler kısaldı, sınırlar kalktı, kavramlar
değişti. On yıl önce on günde öğrendiğimiz bir bilgiyi, bugün, on saatte
öğreniyoruz; on sene sonra, belki de on dakikada öğreneceğiz. Aklı zorlayan bu
gelişim ve değişimin arkasında katalizör bir güç var; enerji, özellikle de,
elektrik enerjisi. Bu itibarla,
gelişmenin, teknolojik ilerlemenin, sürdürülebilir bir kalkınmanın temel unsuru
enerjidir. Hızla gelişen ve kalkınan Türkiye'nin enerji ihtiyacı,
sanayileşmeye, şehirleşmeye, refah seviyesinin artmasına ve ekonomik büyümeye
bağlı olarak hızla artmaktadır. Değerli milletvekilleri, yapılan planlama
çalışmalarına bağlı olarak, ülkemizin son on yılda birincil enerji talebi,
ortalama yüzde 8; elektrik enerjisi talebi ise, ortalama yüzde 8,7 artmıştır.
Artan bu talebi yerli kaynaklarla karşılamamız, maalesef, mümkün değildir.
İfade etmek gerekirse, ülkemiz, birincil enerji kaynakları, yani taşkömürü,
petrol, doğalgaz yönünden zengin değildir. Kayda değer enerji kaynağımız,
sadece linyittir; toplam rezervimiz -görünen, mümkün- 8 460 000 000 tondur.
2000 yılı linyit tüketimimiz ise, 60 864 000 ton olup, bu rezerve göre, 80
yıllık linyit rezervimiz mevcuttur. Yenilenebilir birincil enerji
kaynaklarımız olan hidrolik, güneş ve rüzgâr enerjileri ise ümit vericidir.
Teşvik edilmesinde büyük fayda ümit ediyoruz. Değerli milletvekilleri, bütün bu ifade
ettiklerime rağmen, yerli kaynaklarımızın artan talebi karşılama ihtiyacı
oranları, 1998 yılında yüzde 38, 2000 yılında yüzde 33 olmuştur. İleriye dönük
projeksiyonlarda ve planlamalarda bu oranın, 2010 yılında yüzde 29, 2020
yılında ise yüzde 25 olması beklenmektedir. Buradan çıkan netice şudur:
Ülkemiz, birincil enerji kaynakları açısından zengin olmayan bir ülke konumunda
olup, artan ihtiyacını ithal ederek karşılamak zorundadır. Rakamların ve istatistiklerin ideolojik
yorumu olmaz. Rakamların ve istatistiklerin bilimsel yorumu olur. Bu da bir
zihniyet meselesidir. O halde, ne
yapmalıyız ve şimdiye kadar ne yapılmıştır? 1980-1990 döneminde, elektrik talep
artışı, kamu finansman kaynaklarıyla karşılanmıştır. Anavatan Partisinin
iktidar olduğu, tek başına iktidar olduğu 1983-1991 dönemlerinde, enerji
alanında büyük yatırımlara imza atılmıştır. 1983 yılında 5 119 megavat olan
kurulu güç, 1991 yılında iktidar devredilirken, 17 200 megavata erişmiştir;
artış oranı yüzde 300'e yakındır. Bu dönemde 1 800 megavat gücünde olan
Karakaya, 700 megavat gücünde olan Altınkaya ve 2 400 megavat gücünde olan ve
cumhuriyet döneminin en büyük yatırımı olan Atatürk Barajları ve hidroelektrik
tesisleri devreye girmiştir. Bu vesileyle, o dönem siyasî iradeyi ve hükümeti
temsil eden rahmetli Turgut Özal'ı minnet ve rahmetle anıyorum. Anavatan
Partisi hükümetlerine, Enerji Bakanlığı çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bir dönemi övüp,
başka bir dönemi kötülemek keyfiyeti içerisinde olmayacağım. Şüphesiz, muhalefet
eleştirecek, tenkit edecek, hatta, burada şahit olduğumuz gibi, muhalefet
milletvekilleri eleştiriyi de ileriye götürüp, bağırıp çağıracaklar. İktidar
partileri de bu eleştiriyi dinleyecek; çünkü, iktidar olmak, olgunluğu
gerektirir; ancak, şunu da sormak gerekir: Tenkit etmek kolay; önemli olan, bu
eleştirilere ve sorunlara karşı, muhalefetin de, çözüm yollarını kamuoyuna
açıklamak ve deklare etmek keyfiyeti vardır. Aziz milletimiz, sorunlara
odaklaşmaktan ziyade, laftan ve vaat etmekten ziyade çözüm yolları arıyor. Değerli milletvekilleri, 2000 yılında 134
307 000 000 kilovat/saat olan elektrik enerjisi talebinin, 2020 yılında 547 060
000 000 kilovat/saat olacağı tahmin edilmektedir; bunun için de, kurulu gücün
139 000 megavat olması gerekmektedir. Yirmi yıldaki artış projeksiyonu yüzde
300'e yakındır. Cumhuriyetimizin yüzüncü kuruluş yıldönümünde bu kurulu güce
erişmek için gerekli yatırım toplamı 300 milyar dolardır. Ortalama, her yıl, 10
ilâ 12 milyar dolar yatırım yapmak gerekir; oysa, bütçelerimizde enerjiye 1
milyar dolar yatırım yapıyoruz. Muhalefet de, iktidar da; ilgililer de,
ilgisizler de, soracakları soru ve bu soruya verecekleri cevap şudur: Artan
enerji talebimizi karşılayabilmemiz için gerekli finansmanı nasıl sağlayacağız?
Evet, bu sorunun cevabını gerçekçi açıdan vermek zorundayız. İdeolojik
saplantıları, içi boş, kof sloganları ve üçüncü dünya kafalılığını bırakarak,
ülke ve dünya gerçeklerinde ve ilmin ışığında bu ana soruya cevap vermek ve
soruna çözüm yolu bulmak zorundayız. İşte, 57 nci hükümet bu soruya cevap
olarak, enerji ve elektrik enerjisi piyasasını, serbest piyasa şartlarında
yeniden yapılandırma doğrultusunda, Elektrik Piyasası Kanununu ve Doğalgaz
Piyasası Kanununu, bu Meclisten, sizin desteklerinizle çıkarmıştır. Yatırımlardaki
kamu payı daraltılırken, bu amaçla, özel sektör payının artırılması konusunda
tedbirler alınmıştır. Bunun yanında, kamunun denetim ve yönlendirme
faaliyetlerinin etkinliği için, hukukî ve idarî düzenlemelerin yapılması da bir
zarurettir. Bu amaçla, 57 nci hükümet döneminde,
Elektrik Piyasası Kanunu, Doğalgaz Piyasası Kanunu çıkarılmıştır; petrol
piyasası kanunu ise, Meclisimizin gündemindedir. Bu kanunlarla, Enerji
Bakanlığı yetkilerini ve imkânlarını, Enerji Piyasası Üst Kuruluna devrederek
özveride bulunmuştur. Bu kanunların hazırlanmasında ve yasalaşmasında büyük
emeği geçen Enerji eski Bakanımız Sayın Cumhur Ersümer'e de teşekkür etmek
istiyorum. Değerli milletvekilleri, enerji sektörü
açısından, her ülke, kendi altyapısına, ekonomik ve sosyal şartlarına uygun
düşen modeli uygulamakla birlikte, artık, çağımızda gelişmiş ülkeler, entegre
sistemlerden vazgeçmişlerdir; sektörel bölünme yoluyla enerji sektörünü yeniden
yapılandırma çabası içindedirler; bu itibarla, enerji sektörü, bir zaman sürecinde
özelleştirilmelidir. Yatırımlar özel sektör eliyle gerçekleştirilmelidir. 3096
ve 3996 sayılı yap-işlet ve yap-işlet-devret modellerine ilişkin yasalar bu
amaçla çıkarılmıştır; ancak, hukukî altyapıları tam sağlanamadığından arzu
edilen verimi elde ettiğimizi ifade edemeyiz. Değerli milletvekilleri, her türlü enerji
üretimi, mal üretimi olup, enerjinin üretimi, pazarlaması, dağıtımı kendi
piyasa şartları içerisinde ve rekabet ortamında en verimli biçimde
yapılmalıdır; bu nedenle, hukukî altyapısını kurarak, enerji sektöründe
özellikle özelleştirmeye önem vermek zorundayız. Kalkınan ve gelişen,
sanayileşen ülkemizin önündeki en büyük problem artan enerji açığının
kapatılmasıdır. Unutmayalım ki, en pahalı enerji bulunmayan enerjidir. Enerji
politikalarının tespitinde, enerji kaynaklarının üstünlükleri, sakıncaları,
rezerv durumları, insan sağlığı, çevre şartları, ülke turizmi, verimlilik, ülke
ekonomisinin girdisi ve ülke ekonomisine getirisi göz önüne alınır. Doğrudan
üretilmiş nihaî enerji malı ithali yerine, doğal enerjiyi ithal edip, ülke
içinde türevlerinin üretilmesi ülke ekonomisine şüphesiz büyük fayda
sağlayacaktır; bu itibarla, elektrik ithali yerine doğalgaz ithal edip,
doğalgaz çevrim santralları vasıtasıyla elektrik üretmek daha ekonomik bir çözümdür.
Adapazarı, Gebze ve İzmir'de inşa edilen, yap-işlet modeliyle kamu finansmanı
yükü olmaksızın inşa edilen 3 adet doğalgaz çevrim santralının yılda üreteceği
31 400 000 000 kilovat saat elektrik, şu anda tükettiğimiz elektriğin üçte
1'ine eşittir. Bu dev yatırımı planlayan, gerçekleştiren, Mesut Yılmaz
Başbakanlığındaki 55 inci hükümete ve o dönemin Enerji Bakanı Sayın Cumhur
Ersümer'e teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Değerli milletvekilleri, enerji ve enerji
kaynakları üzerinde uzun uzadıya ve rakamlarla konuşmak mümkün. Önemli olan,
ulusal enerji politikalarının doğru tespiti ve doğru uygulanmasıdır, tespit
edilen politikaların uygulama şansının olup olmadığıdır; ama, esas sorun,
finansman sorunudur ve bu sorunun çözülmesidir. Kamuoyunda çok tartışılan Mavi Akımla
ilgili birkaç noktaya da değinmek istiyorum. Türkiye, artan enerji talebi
açığını kapatmak için, dışarıdan enerji ithal etmek zorundadır; aynen, Almanya
ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde olduğu gibi. Doğalgaz, katı atık bırakmayan,
kalorisi yüksek, çevre dostu bir enerjidir; ancak, dezavantajı, nihaî
tüketiciye boru hatlarıyla ulaşması, depolanmasının çok zor ve pahalı
olmasıdır. "Karadeniz'de 2 100 metre derinlikte,
kimyasal ortamda doğalgaz boru hatlarının döşenmesi mümkün değildir"
diyenler, şimdi, Karadeniz'e gidip baksınlar, Japonya'dan getirilen özel
boruların, Saipem 7 000 teknik gemisi marifetiyle döşendiklerini görsünler.
Acaba, bu kadar doğalgazı ne yapacağız diyen zihniyet ile, Hirfanlı Barajının
açılışında, bu kadar elektriği toprağa mı vereceğiz diyen zihniyet arasında bir
fark var mıdır; soruyorum sizlere. Değerli milletvekilleri, enerji sektöründe
önemli bir sorun da kayıp ve kaçaklardır. Ülkemizde kayıp ve kaçak oranı yüzde
23,5'tir. Kabul edilebilecek teknik kayıp yüzde 7'dir. Kullanılan elektrik
tüketiminin yüzde 14,6'sı kaçak olup, bunun ülke ekonomisine ve TEDAŞ'a
maliyeti 750 000 000 dolardır ve TEDAŞ'ın zararının 1 milyar dolar olduğunu
düşünürsek, kaçağın, hangi boyutlarda önem kazandığını fark etmiş oluruz. Elektrik üretiminde kaçağı, bakanlığı
döneminde yüzde 12,76'ya düşüren, sulama enerjisi bedellerini taksitlendiren,
mahallî idarelerin TEDAŞ'a olan borcunu taksitle ödeme imkânını getiren Enerji
Bakanımız Sayın Zeki Çakan'a ve Enerji Bakanlığı bürokrat ve çalışanlarına da
teşekkür etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, ulusal enerji
politikamız gereği, enerjinin, sürekli, yeterli, temiz, ucuz temin edilerek, en
düşük maliyetle, en kısa zamanda nihaî tüketicinin hizmetine sunulması gerekir.
Bu amaçla, tüm alternatifler değerlendirilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Gökbulut, size de 2 dakika
eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın; uzatmayacağım süreyi. NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Teşekkür ederim
Başkanım. Yenilenebilir, hidrolik, güneş ve rüzgâr
enerjilerinin teşvik edilmesi, bu açıdan, ayrıca önem arz etmektedir. Değerli milletvekilleri, Enerji
Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin hayırlı olmasını dilerken, Enerji
Bakanlığında çalışan, tüm yatırımları planlayan, projelendiren, ihalesini yapan
ve denetleyen teknik elemanlara ve çalışanlara da başarılar dilerken, bu teknik
eleman ve mühendis arkadaşlarımızın da, maddî durumlarının, yasal bir çerçeve
içerisinde düzeltilmesini de ayrıca talep ediyor; aziz milletimizin, önümüzdeki
günlerde idrak edeceğimiz ramazan bayramlarını kutluyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gökbulut. Sayın milletvekilleri, söz sırası, Saadet
Partisi Grubunda. İlk konuşmayı, Hatay Milletvekili Sayın
Mustafa Geçer yapacaktır. Buyurun Sayın Geçer. (SP sıralarından
alkışlar) Süreyi eşit mi paylaşacaksınız? MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Evet. BAŞKAN - Buyurun. SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçe tasarısının
onikinci tur görüşmelerinde, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile Turizm
Bakanlığı bütçeleri üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu
anda görüşmekte olduğumuz 2002 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde konuşmadan
önce, bütçenin gelir ve gider dengesi üzerinde durmak istiyorum öncelikle. 2002
malî yılı bütçe tasarısında, gider bütçesi 98,1 katrilyon olarak tahmin
edilmektedir, gelir bütçesi de 71,2
katrilyon olarak düşünülmüştür. Şu anda, bütçe açığı 26,9 katrilyon olarak
öngörülmektedir. Şimdi, sayın hükümetin, bugüne kadar
yapmış olduğu bütçelerde kaydetmiş olduğu isabetin, ne kadar isabetsiz
olduğunu, burada söylemeye gerek yok; çünkü, yapılan tüm bütçeler, âdeta,
ciddiyetten uzak, rakamlar kalabalığı halinde, öngörülen hedeflere ulaşması
mümkün olmayan bütçeler olarak karşımıza çıktı. 2001 yılı bütçesinde öngörülen
giderler 48,4 katrilyon olarak düşünülmüşken, bu, altı ay içerisinde eritildi;
tekrar, haziran ayında, yeni bir ekbütçe yapılmak zorunda kalındı; çünkü,
Türkiye'nin mevcut potansiyeli, küçültülen ekonomiye rağmen, böyle, küçük
rakamlarla giderilebilecek, yürütülebilecek, çevrilebilecek bir durumda
değildir. Geçen yıl, sayın hükümet, yapmış olduğu bütçeye, altı ay sonra, 30,6
katrilyonluk ek bir bütçe yaparak, bütçe giderlerini 79 katrilyona çıkardı.
Dolayısıyla, o zaman da, biz, bütçe konuşmalarında, bu bütçeyi, bir yasak savma
babından, âdeta bir dernek bütçesi gibi, bir kooperatif bütçesi gibi, işte,
bütçe elemanlarının, bütçe bürokratlarının, Bütçe Maliye Kontrol Genel
Müdürlüğü elemanlarının, sabahlara kadar çalışarak oluşturduğu rakamlardan
ibaret, onlara verilen bir zahmetten ibaret bütçe olarak gördük; çünkü,
Türkiye'nin realitesi, ekonomik yapısı ve potansiyeliyle bağdaşmayan, bu kadar
isabetsiz bütçenin yapılması mümkün değil. Yani, bir bütçe yapacaksınız,
Türkiye gerçeklerini, Türkiye'deki rakamları toplayacaksınız, verileri
toplayacaksınız, projeksiyonlar yapacaksınız, yatırım planlarınızı
oluşturacaksınız, gelir tahminlerinizi yapacaksınız, yeni vergiler
koyacaksınız, milletin kanını biraz daha sıkacaksınız, limon sıkar gibi, biraz
daha sıkacaksınız, şu kadar bütçeyle, biz, şöyle bir enflasyon hedefliyoruz, şu
şekilde bir büyüme hedefliyoruz, şu şekilde bir gayri safî millî hâsıla
düşünüyoruz şeklinde, rakamlar ortaya koyup, ciddî ciddî, bunu, Yüce Meclisin
huzurunda görüşeceksiniz; ama, neticede bakacaksınız ki, altı ay sonra, bu
bütçede yüzde 100'e yakın bir sapmanın olduğunu göreceksiniz. Allahaşkına,
böyle bir bütçeyi yaparken, böyle bir şeyi planlarken, böyle bir maliye
politikası... Kamu finansman açıklarını kapatma adına bu kadar kısılmış; ama,
Türkiye gerçeklerinin bu kadar gözardı edildiği bir bütçe yapılabilir mi?! Şu anda, ben, 2002 malî yılı bütçesinin de
Türkiye gerçeklerinden uzak bir bütçe olduğunu söylemek zorundayım; çünkü, şu
anda öngörülen konsolide bütçe giderinin, 98,1 katrilyonluk bir rakamın, Türkiye'nin
şu andaki; yani, potansiyelini, ekonomisini, kamu finansmanını, kamu maliyesini
rahata çıkaracak veya Türkiye'nin ihtiyaçlarını giderecek bir bütçe olmadığına
inanıyorum. Zira, burada, 26,9 katrilyonluk açık öngörülmekte, gider
dağılımları, personel giderleri 21,9 katrilyon, diğer cariler 7,8 katrilyon,
yatırıma 5,7 katrilyon ayrılmakta, transfer harcamaları 62,7 katrilyon olarak
öngörülmektedir. Aslında, bu transfer harcamaları, gerçekten, bütçe üzerinde
çok büyük bir kamburdur; çünkü, üretken bir yatırım değildir. Faiz ödemeleri,
sosyal güvenlik kuruluşlarının, kurumlarının karadeliklerinin kapatılması,
onlara destek çıkılması adına ayrılan bir para. Diğer taraftan, vergi iadeleri
3,4 katrilyon olarak bu transfer harcamaları içinde yer almakta. Tarımı
desteklemeye 2,1 katrilyon, KİT'lere 1,7 katrilyon düşünülmüş. Tabiî, burada,
çok büyük, aslan payını faiz giderleri almaktadır. Transfer harcamaları içinde
faizin payı 42,8 katrilyon olarak düşünülmüştür. Gerçekten, önümüze konulan şu
bütçe dengesi içerisinde personel harcamalarının 21,9 katrilyon olduğu; yani,
Türkiye'de kamuda çalışan personele bir yıl içerisinde ödenecek paranın 21,9
katrilyon olduğu göz önünde tutulursa, faiz giderlerinin aşağı yukarı bunun 2
katı olduğunu görüyoruz. Yani, faiz çevrelerine, devlet, borçlanma kabiliyetini
artırabilmek için veya hükümet, borçlanma kabiliyetini artırabilmek için, faiz
ve rant çevrelerine burada da prim vermektedir. Zira, geçen, 193 sayılı Gelir
Vergisi Kanununda "gerçekkişilerin gelirleri üzerinden 50 milyar liraya
kadar olan faiz gelirlerinin vergidışı bırakılacağı" şeklinde bir
değişiklik yapıldı; ama, o zaman, biz, en azından, 120 000 000 lira asgarî
ücret alan insanlarımızın asgarî ücretleri de vergidışı bırakılsın diye
verdiğimiz önergeler burada reddedildi. Yani, burada, korunan menfaatların
neler olduğu apaçık ortada. Devletin borçlanarak veya yurt dışından
borç toplayarak ve bu borçların faizlerinin faturasını vatandaşa yükleyerek
tuttuğu bir yolun, kamu maliyesi politikası açısından doğru olmadığını söylemek
istiyorum. Zira, devlet, kendi kaynaklarıyla oluşturacağı başka kaynaklara
gitmek yerine, sürekli zam yapıyor, sürekli vergi koyuyor, vergileri artırıyor,
özellikle de Gelir Vergisini artırıyor; çünkü, Gelir Vergisini gerçek kişiler
ödemektedir, memurlar ödemektedir, işçiler ödemektedir, esnaf ödemektedir,
sanayici kuruluşlar, şahıs şirketleri ödemektedir. Bütçedeki vergi gelirleri
payına baktığımız zaman, Kurumlar Vergisi payının çok daha az olduğunu, Gelir
Vergisi payının çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Bu da şu demektir:
Gerçekten, Türkiye'de finansman açıklarının kapatılması hususunda yapılan
borçlanmalara ödenen faizlerin faturası, gerçek kişilere yüklenmektedir. Böyle
bir politikayla... Zaten, sayın hükümet, kurulduğundan bu yana yapmış olduğu üç
bütçe üzerinde aynı politikayı izlemiş ve kesinlikle, planladığı hedefleri
tutturamamıştır; ama, bu yanlışta sürekli ısrar edilmesini anlamak da mümkün
değildir. Aynı şekilde, 2002 malî yılı bütçesini de,
maalesef, Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir bütçe olarak görmüyoruz.
Tabiî, bu bütçe içerisinde, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesine
ayrılan ödenek 89 trilyonla çok küçük bir rakamdır. Gerçekten, Türkiye'nin
enerji ve tabiî kaynaklarının işletilmesi, aranması ve bunların ekonomiye
sunulması açısından, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesinin böyle komik
bir bütçe olmaması gerekirdi.Türkiye'nin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin
işletilmesi veya bunların , yeni yasal düzenlemelerle, ekonomiye katkı yapacak
şekilde düzenlenmesi bir yana bırakılmış. Aslında, bu bütçeler de, hükümeti
bağlayıcı birer tasarı olmaktan uzak, IMF'yle yapılan stand-by anlaşmalarında
yapılan taahhütlerin gerçekleştirilmesi adına düzenlenmiş bütçe olarak
karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin gerçeğini, Türkiye'nin ihtiyacını karşılayacak
bütçe olmaktan oldukça uzak bir bütçedir. Türkiye'de, eskiden beri tekrarlanan, 24
Ocak Kararlarından bu yana tekrarlanan, IMF'ye dayalı bir kamu maliye
politikasının güdülmesi, maalesef, Türkiye'yi bugün bu alanlara getirmiştir.
Çığ gibi büyüyen iç ve dış borcumuz ve bunların faizlerinin de çığ gibi
büyümesi karşısında kamu finansman açıkları büyümüş, vatandaştan artık alacak
vergi de kalmamıştır. Dün, ticaret borsaları, sanayi odaları ve
buna benzer kamu meslek kuruluşu mensuplarının aidat borçlarının iki yıla
yayılması ve tahsil edilmesi noktasında bir yasa geldi. Elbette ki, bu yasanın
çıkarılması veya ilgili yasanın bu ekmaddeyle düzenlenmesi talebi, o kamu
kuruluşlarından, meslek kuruluşları mensuplarından gelmişti. Çünkü, ticaret
erbabı, sanayi erbabı, artık, vergi ödeyebilmek değil, yatırım yapabilmek
değil, istihdam oluşturabilmek değil, kamu meslek kuruluşlarına olan aidat
borcunu dahi ödeyemez hale getirilmiştir. Maalesef, hükümet, bunlara kulak
tıkamakta, kamu meslek kuruluşlarından,sivil toplum kuruluşlarından, toplumun
değişik katmanlarından gelen feryatları duymamaktan gelmektedir. Buna ne kadar
daha kulak tıkanacağını burada tahmin etmek de mümkün değildir. Toplumun
taleplerine, arzularına kulak tıkandıkça, Türkiye'nin iyi bir noktaya gelmesi
de mümkün değildir. Hükümetin şu anda üzerinde ısrarla
durduğu, IMF ile yapılmış olan anlaşmalar ve IMF'den alınan alınacak çok yüksek
faizlerle, libor artı 2 ve daha yüksek faizlerle alınan borçların da, kamu
finansman açıklarımızı kapatması, borçlanma noktasında Türkiye'yi düzlüğe
çıkarması mümkün görülmemektedir. Çünkü, sayın hükümetin iktidara geldiğinden
bu yana borç stoklarındaki artışlara baktığımız zaman, hükümetin geldiği
zamanki borçla şu andaki iç ve dış borçlarımızda, özellikle iç borçlarımızda,
bugün kamu finansman açıklarına çok büyük etkisi olan ve Türkiye'nin sırtında
en büyük kambur olan iç borçlarımızda çok yüksek bir büyümenin olduğunu
görüyoruz. Bu borçların ödenmesi bir yana, hükümetin işbaşına geldiğinde 30
katrilyon civarında olan bu borcun, şu anda 119 katrilyon seviyesine çıktığını
ve buna da yüksek dozajda faiz ödendiğini hesaba katarsak, Türkiye'de toplanan
vergilerin ve oluşturulan kaynakların -değil borç asıllarını- faizlerini bile
ödeyemez hale geldiğini görüyoruz. Bu ısrarlı görüntülere rağmen, bu tehlikeli
ekonomik gidişe rağmen, maalesef, hükümet, yine aynı yanlışında ısrar etmekte
ve birtakım çevrelere âdeta bedel ödercesine, IMF ile yapılan anlaşmalar,
onlara verilen taahhütler -yirmiye yakın- ekonomi tarihinde belki de rekor
kıracak bir yirminci stand-by anlaşması içerisinde, IMF'ye, Dünya Bankasına
taahhüt edilen birtakım sebeplerin veya taahhütlerin, Türkiye'nin ekonomik
intihar reçetesi olduğunu bile bile, hâlâ bu stand-by anlaşmalarına devam
edilmekte, IMF'den üç beş kuruş yüksek faizli borç alabilme uğruna, Türkiye
ekonomisi, maalesef, bugün batırılmaktadır. Bununla birlikte, yine, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığının yakından ilgilendiği enerji alanlarındaki yatırımların
son derece düştüğü, Enerji Piyasası Kanunuyla birlikte yap-işlet-devret
modelinin rafa kaldırıldığı, ondan önce enerji dağıtım ihaleleri yapılarak
birtakım firmalara ve imtiyazların şu anda muallakta kaldığı, zira, Enerji
Piyasası Kanunuyla getirilen imtiyaz verilememe noktasındaki hükmün nasıl
uygulanacağı da şu anda gerçekten muallakta durmakta ve enerji piyasası nasıl
düzenlenecek bunlar da sorun olarak karşımızda bulunmaktadır. Türkiye'nin, bugün, enerji potansiyelinin
çok büyük bir kısmı kullanılamamaktadır. Gerçekten, Türkiye'deki akar suda
hidrolik enerjilerin yarıya yakın bir kısmı enerjiye çevrilememekte, bu
alanlarda yatırım yapılamamaktadır. Zaten şu bütçede gördüğümüz 5,7
katrilyonluk bir yatırım rakamıyla, Türkiye'de 98 katrilyonluk bütçe içerisinde,
5,7 katrilyonluk bir yatırım ödeneğiyle neyin yapılabileceğini burada
tartışmaya bile gerek yok diye düşünüyorum. Diğer taraftan, maden alanlarında, maden
aramaları, Maden Yasasında yapılacak değişikliklerle, maden sahalarının
ekonomiye kazandırılması, stratejik madenlerin, gerçekten, devlet eliyle
işletilmesi noktasında çabaların olmadığını görürken, özellikle üzerinde durmak
istediğim, dünya bor piyasasında bor stoklarının veya rezervlerinin yüzde
70'ini elinde bulunduran ülkemiz için çok önemli bir kaynak olan bor
madenlerinin de kaderi şu anda meçhule doğru gitmektedir. 2840 sayılı Yasanın 2 nci maddesinde
"bor tuzları, toryum ve uranyum gibi stratejik madenler devlet eliyle
aranır ve işletilir" denilmesine rağmen, bugün, bor tuzlarının
özelleştirilme kapsamına alınmasını ve bu noktada çalışmalar yapılmasını
anlamak mümkün değildir. Aslında, burada, Eti Holding eliyle işletilen bor
yataklarından elde edilen kârlar, Türkiye'de kârlılık sıralamasında altıncı
sıraya gelen bu işletmenin, özelleştirme kapsamına alınma çabalarını da burada
anlamak mümkün değil. Değişik basın organlarında ve değişik yerlerde aldığımız
duyumlara göre, Eti bor yataklarının özelleştirme kapsamına alınmasının altında
yatan gerçeğin ne olduğu sorgulandığı zaman, bugün, dünyada yüzde 70'lik bor
rezervine sahip olan ve bunun en kötü ihtimalle değerinin şu günkü değerle 300
milyar olduğu söylenen bor yataklarımızın, millî bir stratejik maden olarak
devlet tarafından işletilmesi, bugünlerde sürdürülen, belki, liberalleşme
çalışmaları içerisinde kesinlikle devlete ait bazı madenlerin bırakılmasının,
liberal ekonominin, aslında, ruhuna halel getireceği de ortadayken, bor
yataklarımızın, Eti Holdingin özelleştirilmesiyle bazı firmalara peşkeş çekilme
düşüncelerine de burada katılmıyoruz ve buna DSP Grubunun da katılmadığını,
hatta MHP Grubunun da katılmadığını biliyoruz. Şurada şunu ifade etmek istiyorum: Şu anda
dünya piyasasında gerçekten bor konusunda söz sahibi olan Türkiye'nin, bu söz
sahibi olmasını devam ettirmek adına, bor yataklarının kesinlikle
özelleştirilmemesi lazım diye düşünüyorum; çünkü, şu anda dünya bor piyasasına
hâkim olan US Borax Firmasının, 1978'den önce bor madenleri
devletleştirilmeden, kamulaştırılmadan önce 50-60 dolara aldığı borun, bor
madenleri 1978'de kamulaştıktan sonra -Eti Holdinge devredildikten sonra-
piyasaya Türkiye'nin de girmesiyle birlikte 300 dolara çıktığını bugün her
türlü kaynaklardan okuyor ve görüyoruz. Tekrar, şu anda, IMF'nin üçüncü stand-by
anlaşmasının niyet mektubuna, bor madenlerinin özelleştirilmesi noktasında
ısrarla stand-by anlaşmasına bunu koydurmasının altında yatan gerçek, herhalde,
US Borax Firmasının dünyadaki bor hâkimiyetini tekrar kazanabilmek için,
Türkiye'de bor madenleri üzerinde oynanan bir oyun diye düşünüyorum. BAŞKAN - Sayın Geçer, sürenizi
doldurdunuz, hatırlatıyorum efendim. MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Toparlıyorum
efendim. Şunu tekrar buradan vurgulamak istiyorum:
Türkiye'de gerçekten yer altı zenginlikleri oldukça büyük. Maden zenginliği
açısından dünyada 135 ülke içerisinde 28 inci sıralara gelen bir ülkeyiz. Bu
bor madenlerimizin kesinlikle stratejik bir maden olması ve ilgili 2840 sayılı
Yasa kapsamından çıkarılmaması ve devlet eliyle işletilmesi millî
menfaatlarımız açısından son derece önemlidir ve son derece Türkiye'nin
ekonomisine katkısı olacak bir madendir. Bu madenin millî olarak işletilmesinin
uygun bulunacağını burada teklif ediyorum. Bu temennilerle, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı bütçelerimizin, bakanlıklarımıza
hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Geçer. Saadet Partisi Grubu adına, ikinci
konuşmayı yapmak üzere, Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç; buyurun
efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı bütçesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle,
hepinize saygılarımı sunuyorum. Bu arada, hem ramazan ayınızı hem kandilinizi
hem de önümüzdeki hafta idrak edeceğimiz ramazan bayramınızı kutlamak
istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün 2002 yılı yatırım bütçesi için talepte bulunduğu kaynağın
miktarı 7 katrilyon 438 trilyon liradır. Buna karşılık, ancak 1 katrilyon 357
trilyon liralık bütçe ayrılabilmiştir. Enerji sektöründe, istenen, talepte
bulunulan, ihtiyaç duyulan kaynağın yüzde 24'ü, tarım sektöründe yüzde 12'si,
hizmet sektöründe yüzde 26'sı karşılanmış. Önce, bu ödeneklerin son derece
yetersiz olduğunu söylememiz lazım. Özellikle, tarım sektörünün âdeta gözden
çıkarıldığını, ihmal edildiğini söylemek gerekir. Diğer sektörlerin talepleri
yüzde 25, yüzde 30, yüzde 100 oranında karşılanmışken, tarım sektöründe talep
ancak yüzde 12 oranında karşılanabiliyor. Şüphesiz, her sektör kendi alanında
önemlidir; ama, tarım sektörü, bizim için, Türkiye için daha önemlidir diye
düşünüyorum; çünkü, nüfusumuzun yarısı köylerde yaşıyor, 35 000 köyümüz var, 41
000 mezramız var. Galiba, kentleşmekten önce, köyleşmek gibi bir problemimiz
var. Biz, bu problemi yaşıyoruz; çünkü, köy ve mezralarımızın yüzde 11'inde
ancak, sağlıklı içmesuyu var. Yine, köy ve mezralarımızın yüzde 14'ünde
içmesuyumuz yok. Köylerimizin, ancak, yüzde 7'sinde kanalizasyon var. Yani,
doğrusu, biz, daha köyleşmeyi bile doğru dürüst becerebilmiş değiliz. Kent
varoşlarının sahip olduğu imkânların köylerden farklı olmadığını, hatta, daha
da geri olduğunu kabul edersek, 78 yıllık cumhuriyet tarihinde, köylümüze,
efendimize verdiğimiz hizmeti görebiliriz. Toplam sulanabilir tarım arazisi 8 500 000
hektardır. 2001 yılı itibariyle, sulanabilen 4 077 000 hektar; sulamayı
bekleyen, yaklaşık 4 000 000 hektar tarım arazisi var. Bu ödeneklerle bu sorunu
çözemeyiz; bu adaletsiz gelir dağılımını da bu imkânlarla düzeltemeyiz. Nüfusun
yarısı köylerde yaşıyor; ancak, millî hâsıladan aldığı pay, sadece, yüzde
15'tir. Eğer, bu politikayı sürdürürseniz, yani, tütün ekimine sınırlamayı
getirirseniz, pancara kota koyarsanız, köylünün ürettiğine taban fiyatını
vermezseniz, yani, köylünün emeğinin karşılığını vermezseniz, bugün millî
hâsıladan aldığı yüzde 15'lik payı yarın alamayacaktır. Kaynak yok deniliyor; ancak, var olan
kaynaklar da çok kötü harcanıyor. Bir örnek olmak üzere, Elazığ'da devam eden Kuzova
Sulama Projesinden bahsetmek istiyorum. Bittiğinde 29 144 hektar alan
sulanacak. Proje dört kademeden oluşuyor. Birinci kademe; yani, Meşeli ve
Ziyarettepe pompaj grubu 1993 yılında ihale edildi. İşin bitim tarihi 1997
olarak tespit edilmiş, ihale bedeli de 134 420 000 000 Türk Lirasıdır; ancak,
iş, 2002 yılına sarkmış, birinci kademe projenin 2001 yılı maliyeti 15 trilyona
yükselmiştir. Yani, 15 trilyon para harcanmış, tüm projenin bedeli de 105
trilyona çıkmıştır. Bu, sadece bir örnektir. Türkiye'de aynı durumda ne kadar
proje var, bilmiyorum. Dokuz yıl önce başlayacaksınız, her yıl ancak
eskalasyonu karşılayabilecek ödenek koyacaksınız ve bu proje bitecek, 30 000
hektar arazi sulanacak. Bu anlayışla bu ne zaman bitecek? Bu anlayışla bu
proje, herhalde, bitmez. 15 trilyon harcandığı halde, dokuz yılda sadece ana
kanallar bitirilebilmiş, 225 kilometrelik kanallar duruyor, tüneller
tamamlanamamış, pompa istasyonu da bitmemiş. Kaldı ki, birinci kısım, ikinci
kısım, üçüncü kısım ne zaman başlayacak, ne zaman bitecek, Allah bilir. Değerli arkadaşlarım, bu anlayışla,
yoksulluk, fakirlik, işsizlik bitmez. Tarım alanları sulanacak olursa köylünün,
yani, 35 milyon insanın refahı artacak, ekonomiye katkı 3-4 misli artacak ve
bununla beraber, istihdam imkânları da kendiliğinden artmış olacaktır. Sanayii geliştirememişiz, yatırım
yapamamışız, şehirleşmemizi, sanayileşmemizi tamamlayamamışız, insanımızı köyde
tutmuşuz; ancak, onun ihtiyaç duyduğu hizmeti ayağına götürememişiz.
Dolayısıyla, köylümüz, emeğinin karşılığını alamıyor, yoksulluktan da bir
türlü kurtulamıyor. Hem tarımda hem enerjide ihtiyaçlar
gittikçe arttığı halde, yatırımların yıllar itibariyle düştüğünü görüyoruz.
2000 yılı bütçesine bakıyoruz, Devlet Su İşlerinin payı yüzde 2,32'dir; 2001
yılı bütçesinde 2,71, 2002 yılında ise 2,01'e inmiştir. Yine, yatırımlara
bakıyoruz, 2000 yılında yüzde 31,35, 2001 yılında yüzde 25,58, 2002 yılında
yüzde 23,6. Devlet Su İşlerinde yatırımların her gün düştüğünü görüyoruz. Sayın
Enerji Bakanımız da, komisyondaki konuşmasında, tüm sektörlerde ödeneklerin çok
yetersiz olduğunu, özellikle de büyük sıkıntının tarım sektöründe olduğunu
söylüyor. Başta GAP olmak üzere, bazı projelerin barajlar tamamlandığı halde
sulama şebekesi inşaatları yavaş yürümekte ve tamamlanması gecikmektedir.
Dolayısıyla, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün, 250 trilyonluk eködenek temin
edildiği halde, bazı projelerinin bitirilebileceğini Sayın Bakan ifade ediyor. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hem
enerji stratejik bir sektördür hem de tarım stratejik bir sektör. Böyle olduğu
halde, 2002 yılında genel bütçede artış oranı yüzde 103 iken, Enerji Bakanlığı
bütçesinin artış oranı sadece yüzde 52'dir. Dolayısıyla, bu bütçede enerjide ve
tarımda mesafe kat etmek, gelişme göstermek mümkün değil diye düşünüyorum. Hem
kaynak ayıramıyoruz hem de kaynaklarımızı iyi değerlendiremiyoruz. Burada, Sabah Gazetesinde, Necati
Doğru'nun bir tespitini ben sizlerle paylaşmak istiyorum. "Su aydınlıktır;
aydınlanalım" diyor. "Örneğin İzmit'te Büyükşehir Belediyesinin bir
konsorsiyuma yaptırdığı Yuvacık Barajının ünitesi olan Yuvacık Arıtma Tesisi
ile İSKİ'nin yaptırdığı Fatih Sultan Mehmet Arıtma Tesisi arasında büyük fark
nereden kaynaklanıyor? Şu kıyaslamaya bakın: "Yuvacık Arıtma Tesisi: Günlük kapasitesi: 390 000 metreküp. Maliyeti: 146 000 000 dolar. Fatih Arıtma Tesisi: Günlük kapasitesi: 420 000 metreküp. Maliyeti: 28 000 000 dolar. Tesis aynı tesis; fakat, İzmit Büyükşehir
Belediyesinin yaptırdığı, 118 000 000 dolar daha pahalı. Niçin bu fark?" Nereden?.. Yine, bir örnek daha veriyor Sayın Doğru,
diyor ki: "Yeşilçay Projesi: 2 regülatör. 1 pompa istasyonu. 1 isale hattı. 1 enerji nakil hattı. Yıllık kapasite: 145 milyon metreküp. Yapımcısı DSİ. Maliyeti: 270 000 000 dolar." "Yıldız
Dereleri Projesi: 3 baraj. 3 pompa istasyonu. 1 isale hattı. 1 enerji nakil hattı. Yıllık kapasitesi: 140 000 000 metreküp. Yapımcısı İSKİ. Maliyeti: 52 000 000 dolar. Mühendisler sorgulasınlar. Halka bilgi versinler. Bir kurumun 52 000 000 dolara mal
ettiğini, diğer kurum 270 000 000 dolara fatura ediyor. Niçin aradaki bu büyük
fark?" Nereden çıkıyor?.. Yani, kaynaklarımızı son derece akıllı
kullanmak durumunda olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu arada, Devlet Su İşlerinin bütün çalışmalarında
en büyük paya sahip olan mühendislerin özlük haklarıyla ilgili bir iki şey
söylemek istiyorum. Şimdi, Devlet Su İşlerinde çalışan personelin maaş durumunu
örneklemek istiyorum: Genel müdür 1 146 000 000, daire başkanı (teknik) 669 000
000, mühendis (1 inci derecede) 434 000 000 lira para alıyor. Aynı yerde,
Devlet Su İşlerinde işçi pozisyonunda olan personelden sondaj işçisi 886 000
000, bekçi 852 000 000, formen 817 000 000, şoför 817 000 000... Şimdi, bunu
söylerken, işçinin parası çok, kesilsin şeklinde bir anlayışla bunu ifade
etmiyorum, mukayese etmek istiyorum. Bunun yanında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığına bağlı diğer kurumlardaki mühendis ücretlerine bakıyoruz. Türkiye
Petrol Ofisinde bir mühendis, aynı mühendis 902 000 000, BOTAŞ'ta 902 000 000,
Elektromekanik Sanayii A.Ş. Genel Müdürlüğünde 900 000 000, Kömür
İşletmelerinde 617 000 000 lira alırken, DSİ Genel Müdürlüğünde 398 000 000
lira ücret alıyor. Diğer başka kamu kurumlarına bakıyoruz. Yine, mühendis,
Merkez Bankasında 1 820 000 000 lira, Rekabet Kurulunda 980 000 000 lira,
Hazine Müsteşarlığında 900 000 000 lira, TRT Genel Müdürlüğünde 900 000 000
lira. Bunlar arazi görür mü, görmez mi, bilmiyorum; ama, her zaman arazide olan
ve su kaynaklarını hem enerjide hem tarımda Türkiye'nin hizmetine sunmaya
çalışan mühendislerimizin bu özlük haklarındaki haksızlığı takdirlerinize arz
etmek istedim. Bu arada, hükümetin, iki defa veya üç defa, personelin bu malî
durumunu daha adil hale getirmek için aldığı yetkiyi şimdiye kadar kullanmadığını;
dolayısıyla, bununla, Devlet Su İşleri mühendislerinin özlük haklarının
düzeltilmesi gerektiğini de, ben, hemen ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
değerli arkadaşlarım; enerji sektörüyle ilgili -vaktim elverirse- birkaç şey
söylemek istiyorum. Enerji sektöründe yeniden yapılanma iddiasıyla Elektrik
Piyasası Kanununu Meclisten geçirdiniz. 31 Ekim 2001 tarihine kadar
yap-işlet-devret ve işletme hakkı devri sözleşmeleri yapılacak denildi; ancak,
Hazine olur vermediği için sözleşmeler tek taraflı olarak bekliyor. 2002 yılı
sonuna kadar yap-işlet-devret modeline göre inşa edilen santrallerin
yapılmasına ilişkin Hazine garantileri kaldırılacak denildi. Onlar da olduğu
gibi duruyor. Tahkim Yasası burada görüşülürken, enerji sorunu halledilecek
denildi. Tahkim çıktı; ancak, bugüne kadar, yabancı sermaye... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size de 2 dakika eksüre
veriyorum. AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. ...enerji sektörüne yatırım yapmadı. Kaldı
ki, Tahkim Yasası çıktıktan sonra hiçbir özelleştirme de yapılabilmiş falan
değildir. Hem üretimin, hem de dağıtımın bütün özelleştirmeleri bekliyor. Yine,
yap-işlet-devret modeliyle oluşturulan hiçbir proje gerçekleştirilememiş, hepsi
sürüncemede bekliyor. Yerli ve yabancı girişimci yatırım yapmıyor, yatırım
yapılamayınca enerji ihtiyacı karşılanmıyor. Eğer, kriz olmasaydı, sanayi durmasaydı,
kalkınma sürdürülebilseydi, bugün, karanlıkta kalıyor olacaktık. Sonuçta da, hükümetin
beceriksizliği, bilgisizliği ve ihmali yüzünden ülkemizin güvenliği tehlikeye
giriyor. Burada bir örnek vermek istiyorum: Bir
taraftan, dışarıdan 5 milyar kilovat saat enerji ithal ediyoruz, öbür taraftan,
Keban Deresi üzerindeki hidroelektrik santrali yap-işlet-devret modeliyle
verilmiş. Alan yüklenici firma diyor ki, ben devletten kredi istemiyorum,
bulacağım krediye Hazine garantisi falan da istemiyorum, su kesilmesi gibi
riskleri de üstüme alıyorum, hiçbir şey istemiyorum, sözleşmeler tamamlansın,
bana müsaade edilsin bunu yapayım; dolayısıyla, Türkiye'nin enerjisine bir
katkım olsun. Ancak, bütün çabalarına, uğraşılarına, müracaatlarına rağmen, bir
sonuç da alabilmiş değil. Bunu da, Sayın Bakanın takdirine arz ediyorum. Sayın Başkanım, müsamahanıza teşekkür
ediyor, bütçelerin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tunç. Sayın milletvekilleri, Bursa Milletvekili
Sayın Ali Arabacı, tarafıma gönderdiği bir pusulada "şu anda Genel Kurulda
bulunan Turizm Bakanı Mustafa Taşar'a olaylı Londra seyahatiyle ilgili bir soru
sormuştum; fakat, kendisi, sorunun cevabını Genel Kurulda göndermiş ve bana
hakaret etmiştir; dolayısıyla, İçtüzüğe göre söz istiyorum; çünkü, şu sırada
bana göndermiştir" diyor. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Ne alakası var?! BAŞKAN - Aslında, Sayın Bakan, soruya
verdiği cevapta "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına" demiş;
ama, herhalde, burada göndermiştir... TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Hayır efendim, Meclis Başkanlığına gitti. BAŞKAN - Efendim, bir dakika... Bir
tamamlayalım da Sayın Bakan... Şimdi, aslında, bu soru önergesine
cevabın, doğrudan doğruya Başkanlık kanalıyla gönderilmesi lazım. Başkanlık,
kendisine gelen soru önergesinin cevabında ağır ve yaralayıcı sözler varsa, bu
cevabı ilgili bakana iade eder ve normal üslupla yazılmasını sağlar.
Dolayısıyla, Sayın Arabacı, eğer, Sayın Bakan, bu soru önergesini şimdi size
göndermişse, siz, kendisine iade edin; size Meclis Başkanlığı kanalıyla gelmesi
lazım, göndermemiş kabul edin.
Dolayısıyla, benim de burada İçtüzüğe göre söz vermem mümkün değil. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, tüm
Genel Kurula dağıtıldı. BAŞKAN - Efendim?.. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Tüm Genel Kurula
dağıtıldı. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Sayın Başkan, bir söz
verir misiniz? BAŞKAN - Hayır, vermem de... Çünkü, size
söz verecek bir şey yok. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Biz de bilelim yani;
ne demiş? TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Müsaade ederseniz, ne olduğunu
anlatayım. BAŞKAN - Efendim, neyse, şimdi... Yani, bu
olayla ilgili değil. Arkadaşımızın bir talebini yerine getirmiyorum;
getirseydim, size de söz verirdim. Efendim, şimdi söz sırası DSP Grubunda.
İlk konuşmayı, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Mert yapacaktır. (DSP
sıralarından alkışlar) Sayın Mert, süreyi çok uzatmıyorum,
biliyorsunuz; her gruba 2 dakika... Onun için, siz ayarlayın lütfen. Grubunuzun
30 dakika süresi var. Buyurun. DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN MERT (İstanbul) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Turizm Bakanlığının 2002 yılı bütçesi
üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Dünya ekonomisindeki yeri, önemi ve
katkısı tartışılmaz bir sektör olan turizmin, doğayı, çevreyi ve kültürel
değerleri korumada düzenleyici, dünyada barış ortamını ve işbirliğini sağlamada
etkileyici bir işlevi bulunduğunu hepimiz bilmekteyiz. Türk ekonomisi için ana sektör haline
gelen turizm, ülke dövizinin üçte 1'inden fazlasını tek başına karşılar duruma
gelmiştir. Bu haliyle, en fazla döviz kazandırıcı sektörlerden biri olmuştur.
Üstelik, bu kazanç, 38 sektöre paylaştırılarak, geniş bir üretim ve hizmet
kitlesinin olumlu yönde etkilenmesine neden olmaktadır. Bu ekonomik etkinin boyutları hakkında
fikir edinilebilmesi için, sizlere, Türkiye Seyahat Acenteleri Birliğinin Dünya
Seyahat ve Turizm Konseyiyle birlikte hazırladıkları "seyahat ve turizmin
istihdam ve ekonomi üzerindeki etkisi" konulu raporundan alınmış bazı
verileri okuyacağım. Bu kapsamlı çalışmayı yapan her iki kuruluşu da
kutluyorum. "Türkiye seyahat ve turizm
endüstrisinin ekonomiye olan doğrudan etkisi, 618 100 kişiye iş olanağı, toplam
istihdamın yüzde 2,9'u; 8 milyar dolar gayri safî yurtiçi hâsıla, toplam
hâsılanın yüzde 5,2'si şeklinde olmaktadır. Yine, bu endüstrinin ekonomiye
doğrudan ve dolaylı etkisi, 1,5 milyon kişiye iş olanağı, toplam istihdamın
yüzde 6,8'i; 18 milyar dolar gayri safî yurtiçi hâsıla, Türkiye toplam hâsılasının
yüzde 11,8'i; 7,5 milyar dolar dışturizm geliri, dışturizm geliri dahil toplam
ihracatın yüzde 18,6'sı; 4,2 milyar dolar sermaye yatırımı, toplam yatırım
miktarının yüzde 10,8'i; 188 milyon dolar tutarında devlet harcaması, toplam
harcamanın binde 8'i; 3,5 milyar dolar tutarında vergi, toplam vergi
gelirlerinin yüzde 10,1'i şeklindedir." Bu araştırmanın en önemli özelliği, klasik
istatistik yöntemlerinden ve ekonometrik yaklaşımlardan farklı olarak,
Birleşmiş Milletler tarafından yeni benimsenmiş uydu hesaplaması kavramıyla
ölçülmüş olmasıdır. Bu tür araştırmalar, seyahat ve turizm ya da diğer
sektörlerde yaratılan değerlerin ekonomiye olan etkisini çeşitli açılardan
ölçmeye ve yalnızca sektör ya da sektörlerin değil, ekonominin tümüyle ilgili
alınacak olan kararlarda etkili, karşılaştırılabilir ve en önemlisi, doğru
bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktır. Terörün önünün kesilmesinden sonra önemli
ölçüde artış trendine giren Türk turizmi, deprem, 11 Eylül olayları ve Batı'dan
Türkiye'ye bakıldığında arka fonda gözüken Afganistan savaşı, İsrail'de yaşanan
gerginlikler ile sürekli gündemde tutulan Irak'a yönelik savaş tehditlerine
rağmen, yakaladığı bu trendi sürdürmeye devam edecektir. Bu yükseliş, ülkemizin
hiçbir tanıtım, tutundurma faaliyeti yapmaması durumunda bile, dünya turizm
pazarının büyümesiyle dahi mümkündür; ancak, eğer, orta vadeli amacımız pazar
payımızın yüzde 1,6 seviyelerinden, en az 2 katına, yüzde 3-3,5 seviyelerine
yükseltilmesi ise, bazı yapısal çalışmaların yapılması ve kısa vadeli önlemlerin
alınması gerekmektedir. Ülke tanıtımına, genel kabul görmüş
değerlerde, ulusal gelirin binde 2'si ya da ülke turizm gelirinin yüzde 3'lük
kısmının ayrılması; sektör personeline ve rehberlere verilen eğitimde
standardizasyona gidilmesi ve denetlenmesi; turizm bilincinin halkımıza ve
kamuya verilmesi, geliştirilmesi, turizm işletmelerinin ve acentelerinin
ihracat teşviklerinden, Eximbank kredilerinden yararlandırılması; uzun
yıllardır devam eden ATAK Projesinin yeni kaynak ve krediler bularak devamının
sağlanması ve proje dışındaki yerlerin altyapılarının da yerel yönetimlerle
birlikte yapılmasının sağlanması; yine, yerel yönetimlerle ve ilgili
bakanlıklarla birlikte çalışarak çarpık yapılaşmanın önüne geçilmesi, ekolojik
dengeyi ve kültürel değerleri koruyan bir gelişmenin sağlanması; son yıllarda
ve özellikle 11 Eylül olaylarından sonra, görülen hava ulaşımında koltuk
sayısının düşmesiyle birlikte zor günler yaşayan havayolu taşımacılığına
sağlanan desteğin artırılması; kendi insanımızın, kendi ülkesini ve insanlarını
tanımasına ve tatil yapmasına olanak sağlamak üzere, örneğin tatil kredisini
yaygınlaştırmak şeklinde içturizm dinamiğinin harekete geçirilmesi; turizmin
çeşitlendirilerek oniki aya yayılmasının ve her bölgenin yararlanmasının sağlanması;
tanıtım ve pazarlama faaliyetlerinde teknolojik gelişmeleri hızla benimseyerek,
etkisi ve önemi her geçen gün artan internet gibi bilgi teknolojilerinden daha
fazla yararlanılmasının sağlanması; daha önemlisi, bunları sürdürülebilir ve
toplam kalite anlayışı içerisinde yapılmasının sağlanması, bu önlemler için
verilebilecek örneklerden bazılarıdır. Uluslararası rekabetin en önemli
araçlarından biri, ürün ya da hizmet hakkında bilgi vermek, dikkat çekmek, imaj
yaratmak amacıyla bir marka oluşturmaktır. Türkiye olarak turizm markası
olabilmemiz için, dünyaca bilinen Efes, Nemrut, Peribacaları gibi destinasyon
bölgelerine ayırarak yapılacak tanıtım kampanyaları yaklaşımı doğrudur. Bununla
birlikte, Türkiye markasını destekleyecek en önemli destinasyon İstanbul'dur. 2
700 yıllık tarihiyle, bu tarihlere ait kültürleri, uygarlıkları her köşesinde
hissedebildiğimiz bir şehir İstanbul. Restorasyon yapılarak içerisinde ticarî
faaliyete izin verilen Kız Kulesinin Turizm Bakanlığınca sembol olarak kabul
edilmesi, turizm kamuoyunda çokça tartışıldı. Sembol olarak neyin kabul
edilmesi, bilim çevrelerinin ve tanıtım hizmeti veren kuruluşların katkısıyla
karar verilebilecek bir konu. Türkiye markası için İstanbul önplana
çıkarılacaksa, bu sembol Kız Kulesi de olabilir ya da örneğin, UNESCO'nun
yeniden belirlemeye çalıştığı, dünyanın 7 harikasına aday Ayasofya Camiide...
Ancak, sunulacak ürün, en az sembol kadar önemlidir. İstanbul'un tarihî
yarımadası, UNESCO'nun dünya mirası listesindedir. BAŞKAN - Sayın Mert, 8 dakikanız doldu
efendim. HÜSEYİN MERT (Devamla) - Bitiriyorum
efendim. Turizm Bakanlığı, Kültür Bakanlığı,
belediyeler, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerimiz dayanışma içerisinde
çalışarak, korunması gerekli tüm taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarımızı
modern kent yaşamının gölgesinden çıkarıp, planlamasını ve restorasyonunu
yaparak, dünya turizminin hizmetine sunmalıdır diyorum. Turizm Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin
Bakanlığa, milletimize ve sektöre hayırlı olmasını diler; şahsım ve Demokratik
Sol Parti Grubum adına saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Mert. İkinci olarak, DSP Grubu adına konuşma
yapmak üzere, Aydın Milletvekili Sayın Halit Dikmen. Buyurun Sayın Dikmen. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA HALİT DİKMEN (Aydın)-
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlarken, sizin, ulusumuzun ve
İslam âleminin yaklaşan ramazan bayramını kutlar, şahsım ve Demokratik Sol
Parti Grubu adına saygılarımı sunarım. İçel İlimizde meydana gelen sel felaketi
dolayısıyla, hükümetimizin, bu konuda gereken hassasiyeti göstereceğine
inancımı belirtir, felaketten zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun
dileklerimi iletirim. Turizm sektörü, dünyanın en hızlı gelişen
ve ülkelere büyük döviz sağlayan sektörüdür. Türkiye içinde 38 yan sektöre
doğrudan girdi sağlayarak, 2,5 milyon kişiye iş olanağı yaratmaktadır. Yaşadığımız kriz ortamı ve 11 Eylülde
Amerika Birleşik Devletlerinde cereyan eden terörist saldırılar, tüm dünyada
olduğu gibi, ülkemizde de turizm sektörünü belirsizlik ve krizle karşı karşıya
getirmiştir. Bu noktada, ülkemizin genel tanıtımıyla birlikte, özellikle
turistik tanıtımı için yeterli kaynak ayrılması hayatî önem taşımaktadır.
Dışişleri Bakanlığımız da, Türkiye'yle ilgili yapılan olumsuz yaklaşımlara,
şimdiye kadar olduğu gibi, anında tepki vererek Turizm Bakanlığına desteğini
sürdürmelidir. 2000 yılında dünya turizm pastasının
ekonomik değerinin 500 milyar dolar civarında gerçekleşmesi ve 2010 yılında
bunun 1 trilyon dolar, 2020 yılında ise 2 trilyon dolar olarak tahmin edilmesi,
turizmin, ekonomik açıdan lider sektör konumuna geçeceğini göstermektedir. Bu
göz önüne alınarak, biz de, lider ülkeler safında yer tutabilmek için vakit
kaybetmeden uzun vadeli planlar yapmalıyız. Bu yıl sonu itibariyle, 12 milyon
turist ve 10 milyar dolara yakın döviz
girdisi beklenmektedir. 2020 yılı hedefi ise, 60 milyon turist ve
50 milyar dolar döviz girdisidir. Hedeflerimiz, kesinlikle hayal değil,
gerçektir. Bugün turizmdeki rakiplerimiz, İspanya, İtalya, Fransa gibi
ülkelerin 2000 yılı turizm geliri 35-40 milyar dolardır. Doğa örtüsü olarak,
tarih, kültür, insan birikimi olarak bu ülkelerden azımız yok, fazlamız var.
Yapmamız gereken, sahip olduğumuz değerleri doğru bir şekilde kullanmaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hesaplanan bu rakamlara ulaşabilmemiz için olmazsa olmazları şu şekilde
sıralayabiliriz: Öncelikli olarak, tanıtım faaliyetlerini
daha etkili gerçekleştirmeliyiz. Bu amaçla, çeşitli kuruluşlarca yürütülen
tanıtım faaliyetleri arasında koordinasyon sağlanması; bu işi en iyi yapacak ve
beklentilerimize cevap verecek, tanıtımda ses getirecek firmalara yaptırılması;
genel tanıtım faaliyetlerinde, ülkemizin, aynı zamanda, çağdaş, modern ve
kültürel yönlerinin önplana çıkarılması; turizm tanıtımı için, en az, rakip
ülkelerin tanıtım bütçelerinin düzeyinde ödenek ve fon kaynaklarının
sağlanması; tanıtım faaliyetlerinin doğru ve pazar şartlarına uygun bir
zamanlamayla yürütülebilmesini teminen, ödeneklerin uygun zamanda serbest
bırakılması ve gerekiyor ise, bu yönde mevzuat değişikliklerinin yapılması
şarttır; çünkü, şu anda tanıtım yaptırılıyor, parası mart ayında ödeniyor. Yurt dışında düzenlenen fuarlarda,
Türkiye'yi, imajına, vizyonuna ve turizmdeki beklentisine cevap verecek
kalitede stantlarla temsil etmeliyiz. Devletin elinde bulunan boş araziler
değerlendirilmeli, eşitlik ilkesi esas alınarak yatırımcılara ihale
edilmelidir. Böylece, Antalya tarzında birçok turizm
bölgesi oluşturmalıyız. Hem turizmden bu kadar çok beklentimiz var
hem de turistin gelmesini engelleyecek her türlü zorluğu çıkarıyoruz; mesela,
KDV oranları. Fransa'da standart KDV oranı yüzde 20, turizme uygulanan yüzde
5,5; Yunanistan'da standart KDV oranı yüzde 16, turizme uygulanan KDV oranı yüzde
8; Portekiz'de standart KDV oranı yüzde 17, turizme uygulanan yüzde 5;
Türkiye'de ise standart KDV oranı yüzde 18, turizme uygulanan KDV oranı yüzde
18. Yüzde 18'lik KDV oranıyla bu ülkelerle nasıl rekabet edebiliriz?! Yabancı turistlerin ülkemizi ziyaretlerinde
alınan ayakbastı parasını düşürüp, yurtdışına çıkışlarda alınan harçları
kaldırmalıyız. Turizm aynı zamanda insanların ülkeler arasındaki değişim
aracıdır; gideceksiniz ki, gelecekler. Sektörde son derece önemli ve temel bir
işlev gören seyahat acentelerinin, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, KOBİ
kapsamına alınarak, ihracat teşviklerinden yararlandırılması sağlanmalıdır.
İrlanda bunun için güzel bir örnektir. Fert başına 20 000 dolar millî geliri
vardır. Bunu küçük işletmeleri KOBİ kapsamına alarak başarmıştır. Bu başarıda
eğitime verdikleri desteğin payı da büyüktür. Turizm sektörü açısından ülkemizde önemli
altyapı eksiklikleri mevcuttur. Belli plan ve programlar çerçevesinde bu
eksikliklerin giderilmesi, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi gereklidir. Ulaşım
konusuna önem vererek, karayolu ulaşımının yanında raylı sistem ve denizyolları
ulaşımına da ağırlık verilmelidir. Planlama, imar, uygulama ve denetim
sorunlarının öncelikle halledilebilmesi için gerekli mevzuat değişikliklerine
gidilmesi ve idarî tedbirlerin alınması acil olarak sağlanmalıdır. Turizm
yatırımcısının uyması gereken 20'den fazla yasa ve yüzlerce yönetmelik vardır.
Bütün yetkileri merkezde toplayan bu yaklaşım, yatırımcıyı canından
bezdirmektedir. Rakip
ülkeler, Türkiye'deki trafik sorununu devamlı gündeme getirerek dış
basında aleyhte propaganda yapılmasına neden olmaktadırlar. En önemli
sorunlardan biri olan trafik sorununu çözmek için etkili tedbirler almalıyız. Turizm tesislerinin sıkıntılarını azaltıp,
gelişmelerini kolaylaştıran bir yapılanmaya gidilmelidir. Tüm bunların yanında, turizmi, sadece
belli bölgelerle sınırlı bırakmamak, çeşitlendirmek ve tüm yurda yaymak,
öncelikli hedeftir. Ancak, Kuşadası, Didim gibi, Türkiye turizminde lokomotif
bölgelerin özellikleri ve ihtiyaçları mutlaka dikkate alınmalıdır. Yörelere ve turizm türlerine göre verilen
teşviklerde bu husus, göz önünde tutulmalıdır. Örneğin, büyük bir turist
potansiyeline sahip olan Kuşadası'nın, geçmişteki parlak günlerine dönebilmesi
için, yeniden yapılanma sürecine dahil edilmesine ihtiyaç vardır. Bu destek,
altyapı sorunlarının çözümünde acil kaynak yaratılması, sektör temsilcileriyle
yurtdışı tanıtımına özel önem verilmesi, İzmir Havalimanına charter uçuşlarının
teşvik edilmesi ve Çeşme'den Kuşadası'na kadar olan sahil bölgesine yeni
yatırımların özendirilmesi şeklinde olabilir. BAŞKAN - Sayın Dikmen, sürenizi 1 dakika
geçirdiniz; onu hatırlatayım. HALİT DİKMEN (Devamla) - Bitiriyorum
Başkanım. Yine, Didim, Efes, Meryemana gibi, özellikle
inanç ve kültür turizmine hizmet eden yerlerin, var olan doğal potansiyeli göz
önüne alınarak, Türkiye turizmi içerisinde bugün bulunduğu yerden çok daha
yukarılara çıkarılması gerekir. Bu bölgeleri, özellikle ikinci konutların
yağmasına ve yerel yönetimlerin insafına terk edemeyiz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
burada, özellikle şunu da vurgulamak istiyorum ki, Turizm Bakanlığımız, İkinci
atılım dönemini başlatmak amacıyla, tam bir seferberlik ortamına girdi;
sektörle ilgili sorun ve çözüm yollarını sektör temsilcileriyle masaya yatırdı.
Bu olay, bugüne kadar bu boyutuyla yapılmamış bir çalışmadır. Umuyorum ki,
bunun sonunda, turizm sektöründen ekmek yiyen yatırımcılarımız, çalışanlarımız
uzun yıllardır bekledikleri çözümlere kavuşacaklardır. Hükümetimiz, Parlamentomuz ve Turizm
Bakanımız Sayın Mustafa Taşar'a, büyük katkılarından ötürü, ben de turizm
yöresi olan Aydın'ın bir milletvekili olarak teşekkür ediyor, yöre halkı adına
şükranlarımı sunuyorum. Önümüzdeki yılların Türk turizmini hedeflenen
noktaya getireceğine, bu sektörün içerisinde olan birisi olarak yürekten
inanıyorum. Turizm Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin
halkımıza, sektöre ve Bakanlığa hayırlı olmasını diler, Yüce Kurulunuzu, şahsım
ve Demokratik Sol Parti Grubum adına saygılarımla selamlarım. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dikmen. Demokratik Sol Parti Grubu adına üçüncü
konuşmayı yapmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel; buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım. Saygıdeğer milletvekilleri, gelişmekte
olan ülkemizde enerji talebi her geçen gün artmaktadır. Sanayileşme sürecinde
en temel ihtiyaç olan enerjide yaşanan sorunlar, ülkemizin en temel
problemlerinden birisidir. Ülkemiz enerji kaynaklarının daha akılcı
kullanılması, yeni teknolojilerle enerji çeşitlemesinin sağlanması, alternatif
enerji kaynaklarından yararlanılması mutlak zorunluluktur. Demokratik Sol Parti olarak, katı yakıt
dediğimiz taşkömürü ve linyitle birlikte doğalgaz, hidroelektrik enerji,
jeotermal enerji, rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir ve çevre
dostu enerjilerden de yararlanılması gerektiğine inanıyoruz. Doğanın ve çevrenin korunabilmesi için,
ülkemizde, doğal kaynakların kullanılması açısından, enerji sektöründe,
hidroelektrik enerji, güneş enerjisi, jeotermal enerji ve rüzgâr enerjisinin
desteklenmesi ve daha çok üretim yapabilir hale gelmesi mutlaka sağlanmalıdır.
Böylece, hem enerji çeşitlemesi yapılabilecek hem de doğal kaynaklarımız
kullanılacaktır. Bu arada, giderek ağırlaşan çevre
sorunları ve küresel ısınmaya karşı 21 inci Yüzyılın enerjisi kabul edilen
hidrojen enerjisinin gözardı edilmemesi
ve bu hidrojen çağına ülkemizin hazırlıklı olması ve hidrojen enerjisinden de
faydalanılması gerektiğine inanıyoruz. Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 21
inci Dönem Meclisimiz, ülkemizin içinde bulunduğu enerji darboğazından
çıkmasını sağlamak amacıyla "yap-işlet-devret" ya da
"yap-işlet" diye tanımlanan yatırım modellerine işlerlik
kazandırılması için gerekli anayasa değişikliklerini yapmış, uluslararası
tahkim konusuyla ilgili yasal düzenlemeleri yaparak enerji yatırımlarının önünü
açmıştır. Bu konuda 57 nci cumhuriyet hükümetimize destek veren Meclisimize,
şükranlarımızı sunuyoruz. Ülkemizin yaşamakta olduğu geçiş döneminde bu
yasaların düzenlenmesinden sonra, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının
ülkemiz için önemi daha çok artmıştır. Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde,
hiçbir bakana nasip olmayan büyük bir çalışma ortamı yaratılmıştır. Bakanlığın kurumlarına baktığımızda,
BOTAŞ, TÜPRAŞ, DSİ, TKİ, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, TEAŞ ve TEDAŞ ülkemizin
tüm kesimlerini ilgilendiren dev boyuttaki kuruluşlardır. Bu kuruluşların 55
inci hükümetle başlayan, 56 ncı ve 57 nci hükümetlerle devam eden büyük dönüşüm
projeleri, ülkemiz için öncelikli projelerdir. Hazar geçişli
Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattı projesi, Trans-Balkan doğalgaz
boru hattı projesi, Rusya-Karadeniz-Türkiye doğalgaz boru hattı projesi ile
Bakü-Ceyhan hampetrol boru hattı projesi gibi mega projelerin, tarih ve kültür
birliğimiz olan Ortaasya ve Kafkasya'daki kardeş ülkelerle birlikte net
politikalar üretilerek, bir an önce gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Bu projeler,
dünya enerji talebinin en yoğun olduğu Avrupa ile dünya enerji rezervinin en
büyük olduğu Ortaasya'yı birbirine bağlayacaktır. Bu projelerle, ülkemiz, bir
enerji merkezi ve enerji köprüsü görevini üstlenecektir. Özellikle Bakü-Ceyhan
petrol boru hattının hayata geçirilmesiyle, İstanbul Boğazında, artık, her an
olabilen ve her defasında çok ucuz atlatılan tanker kazaları olmayacak,
İstanbul ve güzel Boğaziçi emniyet altına alındığı gibi, halkımıza yeni iş ve
aş olanakları da sağlanacaktır. Ancak, biz şunu bilmekteyiz ki, ülkemizde, her
konuda olduğu gibi, enerji konusundaki bozuk düzen yerine insanca ve hakça bir
düzenin kurulması, ancak, demokratik sol bir düzen anlayışıyla sağlanacaktır. Bu inançla, Bakanlık bütçesinin ülkemize
hayırlı olmasını diler ve hepinize en içten dileklerimle saygılarımı sunarken,
halkımızın yaklaşan Ramazan Bayramını şimdiden kutlarım. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güzel. DSP Grubu adına son konuşmayı yapmak
üzere, Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet Turgut; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ABDULSAMET TURGUT
(Diyarbakır)-Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığına bağlı kuruluşlardan olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün 2002
yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Şahsım ve Grubum adına, hepinize saygılar sunuyorum. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
ülkemizdeki su kaynaklarının değerlendirilmesinden sorumlu ana yatırımcı bir
kuruluşumuzdur ve kamu hizmetleri açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; su,
sürdürülebilir kalkınma çabalarının en önemli unsurlarından birisidir.
Türkiye'deki hızlı nüfus artışı, şehirleşme, sanayileşme ve hayat
standartlarının yükselmesi, ülkemizdeki su ihtiyacını giderek artırmaktadır. Ülkemizdeki su potansiyelinin gelişmiş
ülkeler düzeyinde yararlanılabilecek şekilde toplumun ve ekonominin hizmetine
sunulması, katedilen mesafelere rağmen sağlanamamış durumdadır. Bugün,
ülkemizin su kaynakları potansiyelinin ancak üçte 1'inden yararlanabilmekteyiz.
Ülkemiz potansiyelinin, gelecekteki ihtiyaçlar da göz önünde bulundurularak,
ihtiyacı karşılayacak düzeye gelebilmesi için projeler geliştirmek ve gerekli
yatırımları yapmak çok önemlidir. Su potansiyelimizi en verimli şekilde
kullanabilmemiz için, baraj yapımına daha çok önem vermemiz gerekmektedir. Büyük barajların yanı sıra, dere, çay ve
küçük ırmaklar üzerinde de küçük barajlar yapmak suretiyle projeler
geliştirmeliyiz. Bu barajlar hem küçük ödeneklerle yapılabilir hem de sel ve
taşkından yörelerimiz korunmuş olur. Bu sayede, boşa akıp giden sularımız
depolanarak, tarım alanlarımız sulanıp verimli hale gelecek, barajlar sayesinde
de, ekonomimizin gelişmesi için gerekli olan elektrik enerjisi üretilmiş
olacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
dünyanın en büyük su projelerinden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)
ülkemiz için çok önemli bir projedir. GAP, Dicle ve Fırat nehirlerinin aşağı
kısımları ile bunlar arasında kalan ovaları kapsamakta, Siirt, Mardin,
Diyarbakır, Batman, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep ve Şırnak İlleri, bu proje
içinde yer almaktadır. GAP bünyesinde 22 baraj, 19 hidroelektrik
santral yer almaktadır. Bunlardan, 9 baraj ve hidroelektrik santralın inşası
tamamlanmıştır. Tamamlanan hidroelektrik santrallardan, yılda 20 milyar
kilovat/saat enerji üretilmektedir. Devam eden projelerin tamamlanmasıyla da,
yılda 7 milyar kilovat/saat daha enerji üretimi sağlanmış olacaktır. GAP ile
ayrıca, 1,7 milyon hektar tarım alanı sulanarak, kuru tarımdan sulu tarıma
geçiş sağlanacak; bu da ülkemize, hektar başına 1 200 dolar olmak üzere toplam
2 milyar dolara yakın gelir sağlayacaktır. Ülkemiz ve Güneydoğu Anadolu Bölgemiz için
çok önemli projeler olan Dicle Nehri üzerinde yer alacak olan Ilısu barajı ve
hidroelektrik santralı inşaatı ve Cizre barajı inşaatının bir an evvel
başlaması, ülkemiz menfaatları açısından oldukça önemlidir. Bu projelerle,
yılda, yaklaşık 4,5 milyar kilovat/saat enerji üretilecek, ayrıca 20 000 kişi
iş imkânına kavuşmuş olacaktır. Güneydoğu Anadolu Projesi içinde kalan,
sulama açısından projenin yüzde 15'lik bölümünü oluşturan Diyarbakır-Silvan
projesi de, ülkemiz açısından büyük önem arz etmektedir. Silvan barajı ve
hidroelektrik santralı inşaatı içerisinde yer alacak 7 barajın planlama
çalışmaları bitmiştir. Bu projenin hayata geçirilmesi halinde, yılda 667 000
000 kilovat/saat enerji üretilecek, 257 000 hektar tarım alanı sulanacaktır. GAP kapsamı içerisindeki projelerin
bitirilmesi halinde, sık sık elektrik kesintisi yaşayan Güneydoğu Anadolu
Bölgemizin sosyal ve ekonomik yönden gelişimi sağlanacak, ihtiyacı olan
elektrik enerjisine kesintisiz olarak kavuşmuş olacaktır. Ayrıca, bu projelerin
bitmesi, tarım ve sanayi alanlarına geniş iş imkânı sağlayacaktır. GAP'ın toplam maliyeti 16 700 000 000 dolardır. Bugüne kadar, Devlet Su İşleri
tarafından 9 000 000 000 dolara yakın harcama yapılmış olup, proje kapsamındaki
diğer yatırımların tamamlanması için yaklaşık 8 000 000 000 dolara ihtiyaç
duyulmaktadır. Ülkemiz genelinde ve GAP'ın kapsamı
içerisinde devam eden projelerin bir an önce bitirilmesi, Ilısu, Cizre ve
Silvan baraj ve hidroelektrik santral inşaatlarının kısa zamanda başlaması,
ülkemiz ekonomisinin gelişmesi ve sanayileşme sürecinde önemli bir fırsat
olarak değerlendirilmelidir. Hükümetimizin bu konularda gerekli katkıyı yapacağına inanıyor, bu
düşüncelerle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına bağlı kuruluşlardan olan
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını
diliyor, tüm halkımızın Ramazan Bayramını kutluyor, Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Turgut. Şimdi, söz sırası, MHP Grubunda. MHP Grubu adına ilk konuşmayı yapmak üzere, Antalya Milletvekili
Sayın Nesrin Ünal; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Ünal, süreyi eşit olarak mı böleceksiniz
efendim? NESRİN ÜNAL (Antalya) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki, süreyi başlatıyorum
efendim; buyurun. MHP GRUBU ADINA NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Turizm Bakanlığı bütçesinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, Grubum ve
şahsım adına saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum. Türk Milletinin ve İslam âleminin ramazan
ayı mübarek olsun. Önümüzdeki hafta içinde idrak edeceğimiz Kadir Gecesini ve
Ramazan Bayramını da ayrıca kutluyorum. Komşu İlimiz İçel'e, yaşadıkları sel
felaketinden dolayı geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Türkiye'nin can simidi ve katmadeğeri çok
yüksek olan turizm sektörünü daha iyi konumlara taşımak için fedakârca çalışan
Turizm Bakanımız Sayın Mustafa Taşar'ın şahsında bütün bürokratlarına, özel
sektöre, aşçısından garsonuna, çiftçisinden şoförüne, havalimanı çalışanından
güvenlik görevlilerine, yani a'dan z'ye turizm ordusuna, huzurunuzda şükran,
teşekkür ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Çok ilmî ve teknik bir konuşma yapmak
istemiyorum. Yıllardır turizm bölgesinde doktorluk yaptım, yaşadım; ikibuçuk
yıldır da, Antalya'nın vekilliğini onurla taşıyorum. Antalya Milletvekili
olarak, Türkiye'nin aydınlık yüzü olan turizm sektörüyle de gurur duyuyorum. Bu
yaz, Alanya, Avsallar, Konaklı, Manavgat, Kemer ve Serik'te yüzlerce küçük
esnafla bire bir görüştük, hasbıhal ettik, gönülden gönüle dertlerimizi,
çözümlerimizi ilettik. Turizm, sadece güneş, deniz, kum ve
sahilde uzanmış hanım resimlerinden ibaret değildir; turizm, kültürü, doğayı,
tarihi, denizi, kumu, güneşi, Anadolu'nun güzel insanının hoşgörüsünü,
misafirperverliğini bir bütün olarak, bozmadan, değiştirmeden koruyarak,
güzelleştirerek kazanca dönüştürme sanatı ve becerisidir. Turizm, ülkenin
siyaseti, ekonomisi, huzur ve güven ortamı, kültürel ve doğal yapısıyla bir
bütündür. Özellikle dış pazar kaynaklı turizmde, sattığımız ürün, sadece
konaklama ve ulaşım değildir; aynı zamanda, o ürünün içinde bulunduğu tüm yakın
zaman ve mekandır. Ülkenin temel sorunlarından dışpolitika problemlerine,
sportif başarılarından siyasî skandallarına kadar hemen her olay, turizm
ürününün satılmasını kolaylaştırır ya da zorlaştırır. Basketbol Millî Takımımıza, Futbol Millî
Takımımıza ve Galatasaray Futbol Takımına, Türkiye adına, yurtdışında zor
şartlarda çalışan işçilerimize verdikleri güvenden ve tanıtımdaki emeklerinden
dolayı teşekkürlerimi belirtmeden geçemeyeceğim. Turizmden ekmek yiyen yöre insanının
turizm konusunda mutlaka bilinçlendirilmesi gerektiğini gördük. Sıcaklarda
bunalan bölge insanının nefes alacağı sahiller bitmek üzeredir. Serik'te yaşlı
bir amca diyor ki: "Biz, Belek'teki şimdi golf sahası olan fıstıkçam
ormanını yüzyıllardır gözümüzün içi gibi koruduk; sigarayı söndürmek için
avucumuza tükürdük ki orman yanmasın. Binlerce kilometre öteden gelen denize
giriyor, biz, 10 kilometre öteden gelip giremiyoruz." Turistik tesisler
ile yöre insanı arasında mutlaka denge kurulmalı, insanlar turizmle barışık
yaşamalı ve kendini, turizmin sürdürülebilirliğinde, her açıdan sorumlu
hissetmelidir. Nar bahçeleri, portakal ağaçları, tarihî
eserlere kulaç atarcasına yüzdüğümüz renk cümbüşü denize sahip sahilimiz ve
kenarında on yıllardır bitmeyen, her gün can kaybına yol açan Antalya-Alanya
yolu. Türkiye'nin imajı için, bu yol mutlaka bitirilmelidir. Kaz gelecek
yerden, yani yılda en az 2 milyar dolar getiren yöreden, yirmi yıl kullanım
için yola harcanacak tavuk, yani 100 milyon dolar esirgenmemelidir. Bayındırlık
ve İskân Bakanı Sayın Abdülkadir Akcan'dan aldığımız son habere göre, bu yolun
ve çevre yolunun bitirilmesi için ödenek probleminin hallolduğunu duyduk. Serbest piyasa ekonomisinden kaynaklanan
"her şey dahil" sistemi, küçük esnafı mağdur etmektedir. "Her
şey dahil" ile Türkiye'de tatil yapmış turiste ülkesinde soracaklar:
"Türkiye'den aklınızda ne kaldı?" "Otele gittik, yemek yedik;
denize girdik çıktık, yemek yedik; güneşlendik, yemek yedik; esir gibi. Türkiye'nin tarihini, kültürünü,
insanını tanımadan, gittik geldik." Halbuki, yolculuk, değişik kültürleri, inançları, insanları
tanımak, hayata renk katmak ve her turistin gönüllü turizm elçisi olmasını
sağlamaktır. Turizm çeşitlendirilmelidir. Her yıl
söylüyoruz; ama, bir türlü çeşitlendiremiyoruz. Kıyı ve kongre turizmi yanında,
kitle turizmi ihmal edilmemelidir. Zannederim kısa vadede Çin, Türkiye'ye resmî
turistik güzergâh statüsünü verecektir. Her il, Antalya, İstanbul gibi, tek başına
marka olmalıdır. Fiziksel altyapı hazırlanmalı, destinasyon noktası
seçilmelidir. Urartu medeniyetine başkentlik yapmış, derin maviliğiyle ünlü Van
Gölü'yle Van; Zeugma ile Gaziantep; dünyanın sekizinci harikası dünya kültür
mirası harabeleri ve güneşin batışı ve doğuşuyla Adıyaman; Babil'in Asma
Bahçeleriyle Mardin; Palandöken'le Erzurum; peygamberler diyarı Urfa; Kapadokya
ile Nevşehir; Eti Hitit Uygarlığının başkenti Çorum, Safranbolu ve dört
mevsimin yaşandığı, eşsiz doğa güzelliklerine sahip sarp dağları ve
Yedigölleriyle Bolu; dünyada sadece bu bölgede yetişen ters lalesiyle Hakkâri,
ipek yoluyla Güneydoğu ve Doğu Anadolu, turizm deyince akla gelmelidir. Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde
istihdam yaratılması, ekonomik ve sosyal kalkınma için en ideal sektör de
turizmdir. Yerli turistler kazıklanmamalı, müze
fiyatları belirlenirken yerli turist unutulmamalı ve en önemlisi, Türkiye'den,
insanlar, başka ülkelerden tanıdıklarını arayıp "alo, Ayşeciğim, bana tur
aracılığıyla Türkiye'den bir rezervasyon yaptırır mısın?" dememelidir. Echo turizmi, doğa ve kış turizmini
desteklemeliyiz. İnanç turizminde, dünyaya, Darülaceze'nin bahçesinde,
kardeşçe, yüzyıllardır hoşgörünün sembolü olarak duran bir cami, bir sinagog ve
bir kilise anlatılmalıdır. İlk Hıristiyan kilisesi Saint Pierre ve Habibi
Neccar Camiiyle, dinlerin, mezheplerin barış içinde yaşadığı Hatay
unutulmamalıdır. Yazarımızın söylediği gibi, tarım
turizminde amaç, kitle turizmiyle beton yığınlarından oluşan dev otellerle
çevreyi yok eden tüm ülkeleri, tüm toplulukları birbirinin kopyasına dönüştüren
turizm anlayışına alternatif sunmak ve tarımsal kesime hem destek olmak hem
ivme kazandırmaktır. Bağlarda, bahçelerde, naftalin kokan dantel örtüler
serilmiş sıcacık köy evlerinde tatil oldukça anlamlı olacaktır. Antalya'da yeni bir turizm şekli
yaşıyoruz; spor turizmi. Yabancı futbol takımlarının yüzlercesi, şu anda
Antalya'da kamp yapmaktadır. Sayın Bakanımızın, belediyeye altyapı desteği
yapacağına ve bu konuda objektif kriterlere uyacağına adım gibi eminim. Tur operatörleri, sadece turist sayısıyla
ilgilenir, turiste kaliteli ve ucuz tatil pazarlar. Bu yüzden, kendi tur
operatörlerimiz olmalıdır. Türkiye'nin bacasız sanayii har vurulup harman
savrulmamalı, ucuza pazarlanmamalıdır. Betonlaşan büyük oteller yerine,
sürdürülebilirliği daha kolay, daha az masraflı, daha sevimli, daha sıcak, daha
yerli küçük konaklama tesisleri kurulmalı, desteklenmeli ve çoğaltılmalıdır. Yaklaşık 1 000 000 kaçak işçi vardır.
Bunlar, maddî manevî kontrol dışıdır; Türkiye'deki istihdamı kullanıp, haksız
rekabet yaşatmaktadırlar. Özellikle turizm yörelerinde yaşayanlar, kendi
çocuklarının yerine çalışan kaçak işçilerden çok rahatsızdırlar. Öncelikle turizm politikamızı
oluşturmalıyız. Bakanlıklar ve sivil toplum örgütleriyle birlikte, mutlaka
ulusal tanıtım konseyi kurulmalıdır. Ulusal model oluşturulup, turizme bir
bütün olarak bakış açısı getirmeliyiz. Fransa, 70 000 000 turistle 40 milyar
dolar, İtalya 41 000 000 turistle 30 milyar dolar kazanırken, millî politika
eksikliğinden dolayı, biz, sadece 10 milyar dolarda kalmışız. Mevzuatlar Avrupa Birliğiyle uyumlu hale
getirilmeli, temel kanunlar hızla çıkarılmalıdır. Sektörde objektif ceza, sorumluluk, teşvik
ve yetki için hukukî altyapı oluşturulmalıdır. Vergiler konulurken, turizm sektörü, başka
ülkelerle haksız rekabete maruz bırakılmamalıdır; oyun, kuralına göre
oynanmalıdır. Avrupa seyahat endüstrisinin pazarlama ve
satış ayağındaki tekelleşme kırılmalı, KOBİ'lerin önü açılmalı, yerli
üreticiler teşvik edilmelidir. Asgarî fiyat komisyonu, birleşme ve
işbirlikleri komisyonları, rekabet yasaları komisyonu oluşturularak, talep,
canlı, sürekli ve yüksek düzeyde tutulmalı, teknoloji kullanılmalı, fiyat
direnci artırılmalı, teknik sonuçlar alınmalıdır. İnsana başka bir insanın bire bir hizmet
ettiği sektör olan turizmde, meslek eğitimi ve insan kaynaklarının
geliştirilmesi sağlanmalıdır. Yeni yatırımlar yanında, eski yapıların
rehabilitasyonu gereklidir; tesislerimiz artık eskimeye başlamıştır. Atıklar bilinçli olarak yok edilmelidir. Oteller 5 yıldız, dışarısı 1 yıldız
olmamalı, yerel yöneticilere özel yardımlar sağlanmalı ve turizm yöreleri,
gayri safî millî hâsılaya yaptıkları katkı kadar pay almalıdır. Oteller,
bulunduğu ilin vergi dairesine bağlanmalıdır. Özel sektör ve devlet, ar-ge kurmalıdır.
Doğal çevreye, tarihî mirasa ve kültürel dokuya duyarlı ve sahip çıkan,
sürdürülebilir niteliği yanında yerel kaynak kullanarak yaratılan ekonomik
katkının mümkün olduğu kadar ülke içerisinde kalmasının sağlandığı, ülkenin
refahına yardımda bulunan bir turizm yapılanması amaçlanmalıdır. Sayın milletvekilleri, turizm sezonu iyi
geçerse, döviz girdisi ve istihdam artacak, katmadeğer oluşacak, üretim
canlanacaktır. Unutmayalım ki, her otel, bacasız bir fabrikadır. Bu bağlamda, en büyük görev, basınımıza
düşmektedir. Turizm, hassas ve ürkek bir sektördür. Her olayın, dünya ve Türk
kamuoyuna yansıtılışı, sağduyulu ve özenli olmalıdır. Haberlerle Türkiye'nin
imajı zedelenmemeli, Türkiye'yi sevenler, Türkiye'ye zarar vermemelidir. Türkiye'de terörden 30 000 kişi öldü; ama,
turistler hiç etkilenmedi. Yüzde yüz güvenli ülke, acaba, koca gökdelenlerin,
İkiz Kulelerin uçurulduğu, binlerce insanın öldüğü Amerika mı; tren
istasyonlarına zehirli gaz konulan Japonya mı; yoksa, Türklerin yakıldığı
Almanya mı; mafyayla mücadele edilen İtalya mı; Bask'la uğraşan İspanya mı;
IRA'yla çatışan İngiltere mi?! Mısır'da 60 turist öldürüldü; ama, Mısır,
hemen "Mumya" filmini çektirerek, yeniden turist akımını başlattı.
Yunanistan, CNN'e dolaylı destek vererek, Kosova haritası yanındaki
"Greece" yazısını sildirdi. Sonny Firması yeni DVD aletiyle birlikte
promosyon olarak, sanki dağıtılacak film kalmamış gibi "Geceyarısı
Ekspresi" isimli eski filmi dağıttı. Bazen düşünüyorum, Ankara'ya Afganistan mı
daha yakın Antalya mı?! Biz ise, neredeyse Kuzey Irak'a girdik. Diyoruz ki:
Kusura bakmayın, şu anda evde yokuz; çünkü Kuzey Irak'tayız, sizi
ağırlayamayız, sakın Türkiye'ye gelmeyiniz! Başka bir haber "Amerika Birleşik
Devletleri, Türkiye'yi güvensiz ülkeler kapsamına aldı." Aynı anda,
Antalya Havalimanında rastladığım Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisine
soruyorum; o da, haberin tamamen asılsız olduğunu, eşiyle, Kalkan'dan, beş
günlük bir tatilden döndüğünü söylüyor. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
kamuoyu bilinçlendirilmelidir. Türkiye'de, hâlâ insanlarımızın bir kısmı,
turizmin, ülke ekonomisine, sosyal ve kültürel yaşamına, dolayısıyla kendi
yaşam kalitesinin yükselmesine olan katkısından habersizdir. Turizm
gelirlerindeki artan her lira, mutlaka, çiftçinin, Ziraat Bankası ve tarım
kredi kooperatiflerine olan borçlarının çözümüne, emek platformunun haklı
isteklerinin yerine getirilmesine, asgarî ücretin artmasına, KOBİ'lerimize ve
reel sektöre yapılacak desteğe fazlasıyla yansıyacaktır. Biz, bu bilinçle
hareket etmek zorundayız. Sektör temsilcileri, Türk Milleti, basın yayın
organları ve devlet, hep birlikte ortaklaşa strateji üretmeli, takım oyunu
anlayışıyla hareket etmeliyiz. Türk Milletinin hak ettiği refahı ve mutluluğu
için, Türk turizmini, 21 inci Yüzyılda, dünya turizminin lideri yapmak
zorundayız. Bu duygu ve düşüncelerle 2002 Malî Yılı
Bütçe Kanununun milletimize hayırlı olmasını temenni eder; Yüce Heyetinize
saygılarımı ve teşekkürlerimi iletirim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
ikinci konuşmayı yapmak üzere, Manisa Milletvekili Sayın Ali Serdengeçti;
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ALİ SERDENGEÇTİ (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının
2002 malî yılı bütçesi üzerine, Grubum Milliyetçi Hareket Partisi adına söz
almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bendeniz de, Türk
Milletinin mübarek ramazan ayını ve yaklaşan Kadir Gecesi ile Ramazan
Bayramlarını tebrik ediyorum. Ülkemizin kalkınması ve refah seviyesinin
artırılması konusunda enerjiye olan ihtiyacın önemini hepimiz bilmekteyiz. Bu
nedenle, enerjinin güvenilir, kaliteli ve sağlıklı temini için gerekli
yatırımların yapılması sağlanmalı ve teşvik edilmelidir. Her ne kadar, yabancı sermayenin ülkemize
daveti konusunda gerekli kanunlar Meclisimizce devreye sokulmuş olsa da,
elektrik enerjisi alanında ihtiyacımız büyüklüğünde yatırımlar henüz
yapılamamıştır. Yıllar içerisinde oluşan siyasî istikrarsızlık ve 2001 yılında
finans sektöründe yaşanan ağır kriz neticesinde, ülkemizin üretimde yaşadığı
daralmadan dolayı, bu yıl enerji kısıtlamasından kurtulunmuştur; ancak, üretim
yapan sektörümüzün tam kapasiteye yakın üretime geçmesi durumunda elektrik
enerjisi açığımız kaçınılmazdır. Dileğim, sektörde, geçmiş yıllarda yaşanan
sorun ve sıkıntıların tekrar etmemesi için, hızlı kalkınmanın ihtiyacı
olan kaliteli ve istenilen miktarda
enerjinin, uygun ve güvenilir olarak karşılanması amacıyla, kalıcı, ulusal bir
politika ve program oluşturulmasıdır. Ülkemizde elektrik enerjisi, ağırlıklı
olarak, hidroelektrik santralları, kömüre dayalı termik ve doğalgaz çevrimli
santrallardan üretilmektedir. Son dönemlerde, doğalgaza ilgi artmıştır; ancak,
ithal ürün olması, bizi, alternatif ve yerli kaynaklara yöneltmelidir. Ülkemizde,
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı da teşvik edilmelidir. Dünyada
yenilenebilir enerjilerin desteklenmesinde kullanılan metotlar, tüm yönleriyle,
ayrıntılı biçimde değerlendirilerek, piyasa şartlarımıza uydurulmalıdır. Hidrolik enerji, yerli ve yenilenebilir
bir kaynaktır. Türkiye'de, su kaynaklarının kullanılmasına öncelik verilmesi,
ulusal politika olarak benimsenmiş; ancak, arzulanan seviyeye gelinememiştir.
Bu alanda önemli gelişmeler sağlanmış olsa da, 128 milyar kilovat / yıl civarında
olan elektrik ihtiyacımızın üçte 1'lik kısmına, bu potansiyelimizin yüzde
29'unun değerlendirilmesiyle ulaşılmaktadır. İkinci büyük potansiyelimiz linyitte ise,
bilinen rezervleriyle 8,3 milyar ton linyitten sadece 65 milyon tonu
tüketilmektedir. Bu tempoda, üretim ve tüketim yapıldığında, en az 125 yıl
yetecek rezervimiz bulunmaktadır. Diğeri ise, 1,1 milyar tonla taşkömürüdür.
Bu veriler ışığında, yeni termik
santralların devreye girmesinde, yeni teşvik
metotlarını geliştirerek, elektrik ve ısı üretimini artırmalıyız. Bu
alanda da yeni teknolojiler takip edilerek, orta ve uzun vadede, kömürlü
santrallara önem verilmelidir. Linyite dayalı termik santrallarda akışkan yatak
teknolojisine öncelik verilmeli, temiz kömür teknolojilerinin uygulanamadığı
konvansiyonel kömür santrallarında, mutlaka, baca gazı arıtma üniteleri tesis
edilmelidir. Ayrıca, mevcut termik santrallarımızın atık ısılarının
değerlendirilmesi için çalışmalar da yapılmalıdır. Büyük yerleşim merkezlerinin
merkezî ısıtma sistemiyle ısıtılması teşvik edilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizde de, artık, mutlaka, nükleer enerji alanında yatırımlar yapılmalıdır.
Nükleer enerjinin kullanılması konusunda ise, ülke olarak bizim, nükleer
enerjiyi şimdiye kadar çoktan kullanmaya başlamış olmamız gerekirdi
düşüncesindeyim. Ülkemizde, çevreciler tarafından, nükleer enerji santralı
kurulması çalışmalarına gösterilen tepki, amacını aşan davranışlardır. Bugün,
çevreci kültürünün çok daha fazla geliştiği toplulukların ülkelerinde onlarca
nükleer santral bulunmakla birlikte, komşu ülkelerimizde, düşük teknolojilerle
yapılmış, sınırımıza çok yakın mesafelerde birçok santral bulunmaktadır.
Santrallarımızı amacına uygun olarak yaptığımız takdirde, halihazırdaki birçok
enerji üretim yönteminden çok daha çevreci bir sistem olacağı aşikârdır.
Elektrik enerjisi dışında, birçok alanda ileri teknolojiyi kullanmaya imkân
veren nükleer santralların yapımında geç kalmış olsak da, bu teknolojik imkânı
elde etmeyi daha fazla öteleyemeyiz. Ayrıca, alternatif enerji kaynaklarından
ve yenilenebilir olan rüzgâr enerjisinden de yeterince faydalanmalıyız.
Ülkemiz, rüzgâr enerjisi potansiyeli açısından ümit verici olup, verimlilik
açısından 83 000 megavatlık potansiyele ulaşacağı tahmin edilmektedir. Jeotermal enerji rezervi açısından
ülkemiz, dünyada 7 nci sıradadır. Bu enerjinin ısıl ve elektriksel kullanımı
geliştirilmelidir. Bu alanda gelişmeyi sağlayacak ve hızlandıracak yasal
düzenlemelerin bir an önce yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Ülkemiz, güneş enerjisinden istifade
edebilecek bir coğrafyada bulunmaktadır. Bu enerji kaynağından yeteri kadar
faydalandığımız söylenemez. Bazı bölgelerimizde halkımızın kendi imkânlarıyla
yapmaya çalıştığı güneş enerjisinden faydalanma sistemlerinin imalat ve kullanımında
standardizasyona gidilmeli, çevreyle görüntü uyumu da sağlanmalıdır. Ayrıca, elektrik enerjisinin verimli
kullanımı konusunda, örgün ve yaygın eğitimle birlikte, işyerlerindeki
çalışanları bilinçlendirme programları uygulanmalıdır. Elektrik kullanımında
kayıp kaçak durumuna göz attığımızda, geçen yıl tüketime sunulan 128 milyar
kilovat/saat enerjinin dağıtım sistemlerinde kaybolan miktarı 21,5 milyar
kilovat/saattir. Oysa, Atatürk, Karakaya ve Keban Hidroelektrik Santrallarının
bir yıllık net üretimlerinin toplamı 20,1 milyar kilovat/saattir. Ülkemiz sanayileşme sürecini yaşarken,
üreticilerimiz de serbest rekabet ortamında mücadele vermektedirler. Ülkemizde
sanayinin temel girdilerinden olan elektrik enerjisi fiyatının yüksek olması
nedeniyle, sanayicimiz, diğer ülke sanayicileriyle rekabette dezavantajlı
durumdadır. 25 OECD ülkesi kapsamında, sanayide en yüksek elektrik fiyatı
ülkemizdedir. Enerji sektöründeki özelleştirmelerin
gecikmesi ve özelleştirme beklentisi, enerji sektörünü zora sokmaktadır. Üretim
ve dağıtımdaki işletme hakkı devirleri zaman kaybedilmeden gerçekleşmelidir.
Yapılan özel hukuk sözleşmeleri dikkate alınarak ileride büyük miktarda teminat
ödeme tehlikesine düşülmemelidir. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da
belirtildiği üzere, stratejik olan alanlarda mülkiyet satışıyla özelleştirme
yöntemine dikkat edilmelidir. Devletimizi ipotek altına sokacak yöntemlerden
ziyade, yatırımcıları özendirecek değişik enstrümanlar geliştirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün, petrol ve doğalgaz açısından yeni enerji haritalarını incelediğimizde,
ülkeleri bir ağ gibi kaplayan, sınırlar aşan, mevcut ve planlanan boru
hatlarını görmekteyiz. Dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 67'sinin,
doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 40'ının Ortadoğu ve Ortaasya'daki enerji
havzalarında bulunduğunu görmekteyiz. Bu bölgelerdeki rezervlere Rusya'daki
kaynaklar da ilave edildiğinde, doğalgazda yüzde 73'ü aşmakta, petrolde ise
yüzde 72'ye yaklaşmaktadır. Ülkemiz ise, maalesef, petrol ve doğalgaz
gibi tabiî enerji kaynakları yönünden oldukça yoksundur. İhtiyacımız olan ham
petrolün ancak yüzde 10'unu üretebilirken, doğalgazda ise durumumuz daha da
olumsuzdur. Sınırlı doğalgaz rezervimizden yapılan geçen yılki üretim, tüketimimizin
ancak yüzde 5'ini karşılamaktadır. Bu kıt petrol ve doğalgaz rezervlerimize
karşın, ülkemizin sahip olduğu coğrafî konum, enerji yollarının kavşak
noktasıdır. Gerçekten de, günümüzde adlarından oldukça fazla bahsedilen Irak,
İran, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerdeki zengin petrol ve
doğalgaz rezervlerinin dünya pazarlarına aktarılmasını sağlayacak büyük boru
hattı projelerinde, Türkiye, her zaman "önemli geçiş ülkesi" olarak
tanımlanmaktadır. Bugün için 5 ilimizde, 6 organize sanayi
bölgesinde ve organize sanayi bölgeleri dışındaki 200 sanayi tesisinde de
doğalgaz kullanılmaktadır. Önümüzdeki üç yılda 50'nin üzerinde kent merkezinde
doğalgaz kullanımına geçilecektir. Hükümetimiz döneminde Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kabul edilen 4646 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle olumsuzluklar
ortadan kalkmış olup, Avrupa Birliği normlarına ulaşmanın yolu açılmıştır;
ancak, ilgili bakanlıkça doğalgaz arz güvenliğini sağlayacak yönetmeliklerin
bir an önce çıkarılarak kanuna işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
petrol piyasası kanunu tasarısının hazırlanması çalışmalarında da son aşamaya
gelindiğini biliyorum. Bu tasarının kanunlaşmasıyla, petrolle ilgili olarak,
araştırma, arama ve üretim faaliyetleri dışında kalan tüm faaliyetlerin serbest
piyasa koşullarında yapılması sağlanmış olacaktır. Ayrıca, petrolle ilgili ayrı
bir kurul ve kurumun kurulmasına gerek olmadığını ve Enerji Piyasası Düzenleme
Kurul ve Kurumu bünyesinde yer alması isabetli olacaktır. Türkiye, ihracat gelirinin tamamına
yakınını petrol alımı için harcamaktadır. Türkiye'nin kendine yetecek petrolü
çıkarması demek, kalkınması ve iktisaden büyümesi demektir. Ülkemiz için
petrolün diğer kıymetli madenlerimizden en önemli farkı da, çıkarıldığında,
sahip olduğumuz yerli rafinerilerimizde hemen işlenip kendi ihtiyacımızda
kullanabilmemizdir. İlgili kuruluşlarımızın bu konudaki çalışmalarına hız
verilmesi için, hükümetimizce gerekli destek sağlanmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizde madenlerimizin çıkarılması ve işletilmesi, ancak millî iradenin
vereceği kararla, millî bütçeden bu iş için yeterli ödenek ayırmakla mümkündür.
2000 yılında Türkiye'nin yaklaşık 200 milyar dolar olan gayri safî millî
hâsılasının ancak 1 milyar doları, yani ikiyüzde 1'i maden üretimindendir. 3
trilyon 430 milyar dolar olan tüm maden varlığımızın yılda ancak 1 milyar
dolarını değerlendiren Türkiye'nin, bu alanda kolay izah edilemeyecek bazı
sıkıntıları var demektir. Ülkemiz, dünya ülkeleri arasında maden
üretimi açısından 28 inci; 50'nin üzerinde maden çeşidinin üretimiyle de
çeşitlilik açısından 10 uncu sıradadır. Ülkemiz, son yirmi yılda yeterli çapta
arama çalışmaları yapılamamasına rağmen, bor, mermer, toryum, trona, zeolit,
pomza, felspad, barit, kil, kömür, altın ve gümüş rezervleri yönünden zengin
bir konumdadır. Geçmişte ve günümüzde maden
işletmeciliğinde birçok hukukî problem yaşanmıştır. Gelinen noktada da, piyasa
şartlarının değişmesi neticesinde, mevcut kanunların topyekûn elden geçirilmesi
gereği hâsıl olmuştur. Mevcut kanunlarda yeni düzenlemelere acil ihtiyaç
vardır. Bu düzenlemelerde; madencilik, güvenli ruhsata kavuşturulmalıdır;
madencilikle ilgili kurumlar yeniden yapılandırılmalı ve sektör tek bir
mevzuata kavuşturulmalıdır ve arama yatırımlarına vergi kolaylıklarının
getirilmesi de isabetli olacaktır. Maden üretimi, insan sağlığı ve çevre
değerlerini koruyarak yapılmalıdır; ancak, yersiz çevre kaygılarıyla bazı
madenlerimizin işletilmesi engellenmektedir. Amacını aşan, sinsi ve
yönlendirilmiş bazı çevreci girişimler, bizleri doğal kaynaklarımızdan
yararlanamaz hale getirip ithalata bağımlı kılmaktadır. Altın, tarih süreci
içinde insanlar için bir tutku olmuştur ve değerli bir madendir. Ülkemizin
altın varlığı için elverişli bir jeolojiye sahip olduğu uzmanlarca ifade
edilmektedir. Metal altın rezervimizin 215 ton olduğu tahmin edilmektedir ve
220 000 000 dolar yatırım yapılarak, işletmeye hazır duruma getirilen 8 altın
yatağı işletilmeyi beklemektedir; ancak, siyanürleme metoduyla üretilen altın
yataklarımızın işletilmesi engellenmektedir. Oysa, Etibank, Kütahya-Gümüşköy'de
1987'den bu yana siyanürleme yöntemiyle gümüş üretmektedir; bugüne kadar da
zarar verici etkisi görülmemiştir. Siyanür tehlikesini taşınabilir risk düzeyine
indiren çağdaş teknolojilerin kullanılması ve gerekli tedbirlerin alınmasıyla
hiçbir problemin çıkmayacağı, uzman kuruluşların görüşüdür. Dünya bor rezervlerinin de yüzde 63'üne
sahip olan ülkemizin, sahip olduğu bor varlığı 2,5 milyon ton olarak hesaplanmakta
ve işlenmemiş cevher değeri 400 dolar/tondan, toplam değeri 1 trilyon dolar
olmaktadır. Dünya piyasalarındaki payımız ise, Eti Holdingin üretimiyle yüzde
31 civarındadır. Oysa, dünya rezervlerinin sadece yüzde 12'sine sahip olan ABD
şirketi US Borax, dünya üretiminde yüzde 37'lik payla birinci sıradadır. Ülkemiz, bor piyasasında uluslararası
alanda tekel ve rakip yaratmayacak bir strateji izlemelidir. Bunun için,
hammadde ihracatı yerine katmadeğeri yüksek ürün ihracatı hedef alınmalıdır.
Bor ürünlerinin birbirini ikame özelliği dikkate alınarak, fiyatta kontrolün
tam sağlanabilmesi bakımından ürün arzında dikkatli davranılmalıdır. Hammaddesi
bor olan fiberoptik ve fiberglas gibi ürün imalatı için özel sektör teşvik
edilmelidir. Ayrıca, toplam yatırım miktarı 3 milyar
dolar olan 20 civarındaki maden yatağımız işletilmeyi beklemektedir. Bunlardan
bazıları Manisa-Turgutlu-Çaldağı nikel; Milas, Akseki, Seydişehir alüminyum ve
8 adet altın yatağı işletmeleridir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size de 2 dakika
veriyorum; lütfen, 2 dakika içerisinde toparlayın. ALİ SERDENGEÇTİ (Devamla) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, Devlet Su İşleri, ülkemizde su kaynaklarının
geliştirilmesinden sorumlu ana yatırımcı kuruluştur. DSİ Genel Müdürlüğü,
bugüne kadar 204 adet baraj, 366 adet gölet inşa ederek, işletmeye açmıştır.
Ülkemizde tarım alanlarının 8 500 000
hektarı ekonomik sulanabilir alandır. Sulanabilir alanların ancak 4 500 000
hektarı sulamaya açılabilmiştir. Sulamaya açılan alanların 2 700 000 hektarlık
kısmı DSİ tarafından gerçekleştirilmiştir. 1994 yılında DSİ tarafından kurdurulan
sulama birlikleri, asıl görevi tarımsal sulama olmayan belediyelerin ve köy
tüzelkişiliklerinin bir araya gelmeleriyle kurulmaktadır. Bu birliklerin
müstakil yasası olmamasından dolayı uygulamada sıkıntılar mevcuttur. Bu
düzenlemelerin tekrar gözden geçirilmesi ve tarımsal sulama faaliyetlerinin,
1163 sayılı Yasa çerçevesinde faaliyet gösteren sulama kooperatiflerine bırakılması
uygun olacaktır. Sulanabilen tarım alanlarının azlığı ve
elektrik enerjisine olan acil ihtiyacımız gözönüne alındığında, kıt da olsa var
olan sularımızın heba olduğunu görmekteyiz. DSİ'nin 2002 yılı yatırım bütçesi
incelendiğinde tarım, enerji ve hizmet sektörü alanlarında yapılması gereken
yatırım miktarının, ancak, beşte 1'inin karşılanacağı görülmektedir. Kıt imkânlarımızla yapılacak çalışmaların
ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 2002 malî yılı bütçesinin
milletimize, devletimize ve anılan bakanlığımıza hayırlı olmasını diler; Yüce
Meclisimizi saygıyla selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Serdengeçti. Şimdi, söz sırası, AK Parti adına,
Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet Elkatmış'ta. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Buyurun efendim. Sayın Elkatmış, siz de, süreyi eşit mi
bölüyorsunuz? MEHMET ELKATMIŞ (Nevşehir) - Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun. Süreniz 30 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ELKATMIŞ
(Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizm Bakanlığımızın 2002
yılı bütçesi üzerinde, AK Parti Grubumuz adına, söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisi ve bizleri ekranları başında izleyen değerli
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, insanlar, başka
coğrafyaları, kültürleri, orada yaşayan insanları tanımayı, görmeyi, gezip
eğlenmeyi ve dinlenmeyi her zaman arzu etmişlerdir. İşte, bu arzu, istek ve
ihtiyaç, turizmi doğurmuştur. Bu arzu ve istek, insanların ekonomik yönden
güçlenmelerine ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak da artmıştır.
Nitekim, dünya turizminde turist sayısı yıldan yıla artış göstermiştir. 2000
yılında dünyadaki toplam turist sayısı 697 milyon kişi, toplam gelir 477 milyar
dolar iken, bu sayı, Dünya Turizm Örgütünün 2020 yılı için yaptığı tahminlere
göre 1,6 milyar kişiye, turizm gelirleri ise 2 trilyon dolara ulaşacaktır. Ülkemiz turizm yönünden çok büyük bir
potansiyele sahiptir; çünkü, Türkiye, sahip olduğu doğal güzellikleriyle,
denizleriyle, gölleriyle, ırmaklarıyla, dünyada eşi emsali bulunmayan
Nevşehir'deki yeraltı şehirleri ve peribacalarıyla, mağaralarıyla,
kaplıcalarıyla, dört mevsimli iklimiyle, birçok kültürü bünyesinde barındıran
kültürel değerleriyle, stratejik konumuyla, hâsılı turizm için gerekli olan her
türlü özellikleriyle dünyanın en önemli turizm merkezidir. Ancak, bütün bu
avantajlarına ve güzelliklerine rağmen, ülkemizin dünya turizm pastasından hak
ettiği payı aldığını söylemek maalesef mümkün değildir. Ülkemize 2000 yılında gelen turist sayısı 9,6
milyon kişi, toplam turizm gelirleri ise 7,6 milyar dolar olmuştur. 2001
yılında turist sayısında bir artış olmuş ise de, turizm gelirlerinde, gelen
turist sayısındaki artışa paralel olarak bir artış olmadığı söylenilmektedir.
Dünya turizm pastasından Türkiyemizin aldığı pay, ancak, yüzde 1,6'dır.
Halbuki, turizm yönünden bizden çok daha fazla avantajlı sayılmayan bazı
ülkelerin turist sayısı ve gelirleri çok fazladır. Mesela: İspanya'ya 48
milyondan fazla turist geliyor, 28 milyar dolara yakın gelir elde ediyor.
İtalya 41,2 milyon turiste karşılık 27,4 milyar dolar; Fransa, 76 milyona yakın
turiste karşılık, 30 milyar dolara yakın gelir elde ediyor. Almanya 19 milyon
turiste karşılık, 18 milyar dolara yakın; İngiltere, 25 milyon turiste karşılık
20 milyar dolara yakın turizmden gelir elde etmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin, 2000 yılı itibariyle, toplam 568 963 yatak kapasitesi vardır; ancak,
bu yatak kapasitemizin doluluk oranı, çok düşüktür. Bölgeler itibariyle de, bir
oransızlık vardır. Hepimiz biliyoruz, basından da öğreniyoruz, güney
bölgelerimizde deniz olması, sahil olması nedeniyle, oraya daha fazla turist
gidiyor; ama, iç bölgeler, esas kültür turizmi olan bölgeler, mesela, Kapadokya
Bölgesi, istenen turist sayısını bulamıyor. Şu anda da, yeni geldim, bölgemizde
turizm doluluk oranı çok düşüktür, hatta, görüştüğüm arkadaşlar, yüzde 7'lere
kadar düştüğünü söylediler. Turizm Bakanlığımızın, 2020 yılındaki
hedefi, 60 milyon turist ve buna karşılık da 50 milyar dolar gelirdir. Bu
rakamlar, bize heyecan veriyor; ancak, bunun gerçekleşmesi için gerekenler
yapılıyor mu; gereken tedbirler alınıyor mu; işte, buna, olumlu cevap vermek,
maalesef, mümkün değildir. Bizim, turizme bakış açımız da yanlıştır;
çünkü, biz, turizme, sadece, gelir getiren bir sektör olarak bakıyoruz ve
değerlendiriyoruz. Halbuki, turizm, bunun da ötesinde, kültürel ve sosyal yönü
ağırlıklı olan bir olaydır. Olaya, sadece, ülkemize gelen turist
yönünden bakmak da hatalıdır. Ülkemizden başka ülkelere turist olarak giden
milyonlarca vatandaşımız vardır; bu vatandaşlarımızın da, birçok sıkıntıları,
problemleri vardır, maalesef, bunlar unutulmaktadır. Her yıl yüzbinlerce
vatandaşımız, Hac ve Umre ziyaretleri için kutsal mekânlara gitmektedirler.
Bunların da birçok sıkıntıları, problemleri vardır; bunlara da çözümler
getirilmelidir. Bütün bunların dışında, bizim, kendi
insanlarımızın, vatandaşlarımızın da gerek kendi ülkemizde gerekse yurtdışına
giderek gezmek, tatil yapmak, dinlenmek, eğlenmek hakkı vardır. Bu imkânları,
kendi insanımıza da sağlamak için gerekenleri yapmak, görevimizdir. Bunları da,
unutmamamız gerekir diye düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemize daha fazla turist gelmesi için neler gerekir; bunları, ülkemizin
imajının düzgün olması gerekir; iyi bir tanıtım yapmamız gerekir; altyapı
çalışmalarının tamamlanması gerekir; gerekli yatırımların yapılması ve
teşviklerin sağlanması gerekir diye, ayırmak gerekiyor. Şimdi, bu kriterlere teker teker
baktığımızda, bunları ele aldığımızda, maalesef, ülkemizin imajının iyi
olduğunu söylemek mümkün değildir. Tabiî ki, bu, bizim kusurumuzdan ileri gelen
bir durum da değildir; ama, ülkenin imajının kötü olarak tanınmasında, bütün
kusuru başkalarına yüklemek de doğru değildir. Çünkü, genel olarak, ülke
imajını etkileyen birçok faktör vardır; bunlar, ekonomik yapı, insan dokusu ve
yaşam biçimleri, dışilişkiler, sosyal ve kültürel yapı, teknoloji, firmalar ve
ürünleri, tarihî bağlar, yönetim biçimi, dinî yapılar ve turistik yapıdır..
Turistik ülke imajını etkileyen faktörler de daha başkadır; bunları, deniz ve
güneş, tarihî ve kültürel değerler, doğal değerler, konaklama tesislerinin
kalitesi, insan dokusu ve yaşam biçimleri, eğlence imkânları, güvenlik,
temizlik, ürün ve hizmetlerin ucuzluğu, ulaşım kolaylığı, iklim, yemekler, vize
kolaylığı, alışveriş imkânları diye saymak mümkündür. Peki, bütün bu kriterleri tekrar şöyle bir
gözden geçirdiğimizde, bizim durumumuzun nasıl olduğuna şöyle bir bakalım: Ekonomik yönden baktığımızda, ülkemizde,
maalesef, kronik bir enflasyon söz konusudur. İflas etmiş ve borca batmış bir
ekonomi vardır. İşsizlik had safhadadır. Yeni işsizler ordusu meydana
gelmektedir. Yetersiz altyapılar vardır. Adaletsiz gelir dağılımı. Tüketici
hakları yok. Plansızlık ve istikrarsızlık. Tabiî ki, bütün bunların kusurunu
başkalarında aramak doğru değil. Bu kusurları kendimizde aramamız gerekir. Dışilişkilerimize baktığımızda, komşuları
ve dünyayla kavgalı bir ülke görüntüsü maalesef veriyoruz. Sosyal yapıya
baktığımızda, trafik kazalarında can kaybı çok; yollar, âdeta, kan gölüne
dönüşmüştür. Yine, uyuşturucu üretimi ve ticaretinde, en önlerde gösteriliyor
maalesef ülkemiz. Tarihî bağlar yönünden baktığımızda, maalesef -bu da bizden
kaynaklanmıyor; ama- önyargılı olarak, başka ülkeler, ülkemizi, barbar ve
işgalci olarak tanıyorlar. Teknolojik yönden baktığımızda, yetersiz ve
ürünlerine güven duyulmayan birtakım firmalar... Çevre yönünden baktığımızda,
doğal ve kültürel çevre koruması yetersiz olup, çevre hızla bozulmakta ve çevre
katliamı yaşanmaktadır. Yönetim biçimi yönünden baktığımızda, adı demokrasi;
ama, yönetimi demokratik olmayan bir idare tarzı, âdeta polis ve asker devleti
görüntüsü veriyoruz. İnsan haklarına saygısız ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde de en fazla davası olan bir ülke konumunda görülüyoruz. Düşünce
özgürlüğü maalesef yoktur. İşkencenin her türlüsü maalesef vardır. Yolsuzluk ve
rüşvette en öndeyiz. Laiklik tehdit altındadır. Can güvenliği yok. Sağlık
tedbirleri yetersiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle, ülkemizin bu kötü imajını düzeltmemiz gerekiyor. Tabiî, bizden
kaynaklanmayan durumu düzeltmemiz mümkün değil; ancak, biz, kendimizden
kaynaklanmış olan kısımlarını düzeltirsek, onların da düzeltileceğini
düşünüyorum. Ülkemizi, yaşanabilir bir ülke haline
getirmemiz gerekiyor. Ekonomimizi ve demokrasimizi güçlendirmemiz gerekir.
Başkasına avuç açmaktan kurtulalım. İnsan haklarına saygı gösterelim. Düşünce
ve inanç özgürlüğünü sağlayalım. Saygıyı, sevgiyi ve kardeşliği esas alalım. Ülkemizi,
dışarıya iyi tanıtalım, bunun için daha çok kaynak aktaralım. Turizmde
rakiplerimiz, turizm gelirlerinin yüzde 1 ilâ 3'ünü tanıtıma ayırırlarken, biz,
turizm gelirlerimizin ancak binde 2 ilâ 5'ini tanıtıma ayırıyoruz. Bu
miktarları dahi, yerinde ve rantabl olarak kullanamıyoruz. Tanıtıma ciddî bir
kaynak ayırmadan ve bunu da, yerinde ve rantabl kullanmadan bir yere varamayız.
Süratle, altyapımızdaki eksiklikleri de gidermemiz gerekiyor. Havaalanlarımızı
ikmal etmeliyiz, havayolları seferlerini yaygınlaştırmalıyız ve düzenli hale
getirmeliyiz. Yerleşim birimlerinin su ihtiyaçlarını temin etmeliyiz. Atıksu ve
katı atıklar meselesini halletmeliyiz. Karayolları ağını yaygınlaştırıp,
iyileştirmeliyiz. Karayollarının kan gölü haline gelmesini önlemeliyiz. Enerji
sıkıntısını halletmeliyiz. Turizm tesislerinin bakım ve yenilenmesini
sağlamalıyız. Yeni yatırımlara hız vermeliyiz. Turizm yatırımlarını teşvik
etmeliyiz, desteklemeliyiz. Turizmde bizden önde olan ülkelerde yatırımlarda
destekleme oranları yüzde 70'e kadar çıktığı halde, ülkemizde, destekleme oranı
0'dır. Turizmin ve turizm yatırımlarının bunların
dışında birçok sıkıntıları ve problemleri de vardır. Esasen, bunların hepsini
Sayın Turizm Bakanımız ve bakanlık yetkilileriyle turizm yatırımcıları da
bilmektedir. Bu konular çeşitli platformlarda ilgililerce dile getirilmekte ve
çözümler aranmaktadır. Nitekim, Sayın Bakanımız Taşar'ın bize de göndermek
lütfunda bulunduğu dokümanlarda, gerçekten, turizmin bütün sıkıntıları ve çözüm
yolları belirtilmiştir. Mesela, Sayın Taşar'ın 24 Ekim 2001 tarihinde Bakanlar
Kurulunda verdiği brifingde, gerçekten, turizmin bütün sıkıntıları, problemleri
ve çözüm önerileri belirtilmiştir; ancak, problemler, maalesef, çözülememekte
ve artarak devam etmektedir. Önemli olan konuşmak değil, meseleyi halletmektir,
sıkıntıyı gidermektir ve problemleri çözecek olan da hükümettir, Turizm
Bakanlığıdır. Değerli milletvekilleri, turizmin
problemlerine genel olarak arkadaşlarımız da değindiği için, ben, başlıklar
halinde değinmek istiyorum, detaya girmeyeceğim. Tanıtım; turizm gelirlerinin ihracat
sayılması, turizm işletmelerinin KOBİ statüsüne alınması, turizm yatırımlarının
finansmanı konusunda Katma Değer Vergilerinin indirilmesi, otelciler birliği
yasasının öncelikle çıkarılması, seyahat acentelerinin teminatlarının
artırılmasıdır; çünkü, 35 milyar lira teminat yatıran bir acente kuruyor,
piyasayı dolandırıyor; bu da, tabiî, turizmimizi olumsuz yönde etkiliyor.
Yurtdışına çıkıştaki 50 dolar paranın kaldırılması, maliyetlerin düşürülmesi
olarak arz edebilirim. Bilindiği gibi, Nevşehir-Kapadokya
yöremiz, ülkemizin olduğu kadar dünyanın da en önemli turizm merkezlerinden
birisidir; ancak, maalesef, yöremize hükümetçe gerekli önemin verildiğini,
yatırımların yapıldığını, teşviklerin verildiğini söylemek zordur. Nevşehir'de
bir Kapadokya Havalimanı vardır. Bu havalimanımıza, Türk Hava Yolları, haftada
iki defa tarifeli sefer düzenlemekteydi, maalesef, bu seferleri kaldırmıştır.
Milyonlarca turist gelmektedir Nevşehir'e; yani, turizme hizmet veren bir
havaalanıdır. Ülkemizde birçok yerde havaalanı vardır, birkaç tane yolcuyla
çalışan havaalanlarının tabiî ki kapatılması gerekir; ama, bakınız, Nevşehir
havalimanına her yıl binlerce turist gelmektedir -ki, tabiî, çalışmadığı için
hepsi gelemiyor- yalnız, 2000 yılında toplam 12 600 turist, bir müddet kapalı
olmasına rağmen gelmiştir. 2001 yılının ilk on ayında, sadece charter
seferleriyle 19 000 kişi gelmiştir. Hizmetler eksiktir; yolcular bu nedenle
Kayseri'ye gelmekte, oradan karayoluyla Nevşehir'e gelmektedir; bu da, tabiî
ki, turizmimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Bunun için, belki şöyle bir
tedbir düşünülebilir; Türk Hava Yolları İstanbul-Antalya seferini Nevşehir
aktarmalı olarak yaparsa -bize turist genellikle İstanbul ve Antalya'dan
geldiği için- böylelikle bu havaalanı da çalışmış olur, bölgeye faydalı olur. Bölgemizde içmesuyu sıkıntısı vardır. Bu
sıkıntıyı aşmak için Kapadokya Belediyeler Birliği diye bir birlik kurulmuştur,
8 belediye bu birliğe ortak olmuştur. Bu belediyeler, Nevşehir Belediyesi,
Ürgüp Belediyesi, Acıgöl Belediyesi, Avanos Belediyesi, Göreme Belediyesi,
Uçhisar Belediyesi, Nar Belediyesi ve Kurugöl Belediyesidir. Bunların büyük
kısmı turistik bölgelerdir. Maalesef, Nevşehir'deki içmesuyu -bütün bu
belediyeler için söylüyorum bu ifadeyi- yüzlerce kuyudan ve çok derinlerden,
-200-300 metreden- karşılanmaktadır; tabiî ki, bunun maliyeti çok yüksek
olmaktadır. Enerji bedeli çok fazladır. Sadece Nevşehir Belediyesine, su
kuyularından dolayı aylık 70 milyar liralık elektrik faturası gelmektedir ve
her ay da bu artmaktadır malumunuz olduğu gibi. Geçenlerde, TEDAŞ Müdürlüğü,
Nevşehir'deki 31 belediyenin ve 15 muhtarlığın, su ihtiyacını karşılamak için
harcanan elektrik faturalarını ödeyemediğinden dolayı elektriğini kesmiştir.
Belediyelerin ne durumda olduğu hepimizce malumdur; bu paraları ödemesi, aylık
70 milyar enerji bedelini ödemesi mümkün değildir; çünkü, bir kilovat saat
elektrik enerjisi 100 000 liranın üzerindedir, yani, içmesuyundan dolayı bu
miktarlarda bir faturayı ödemesi mümkün değildir. BAŞKAN - Süreniz 1 dakika geçti. MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Bu bakımdan,
hiç değilse, içme suları için bir indirim getirilmesi, makul seviyelere
çekilmesi gerekir diye düşünüyorum ve bu konuda Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanımızdan da yardım talep ediyorum. Yine, bu belediyelerimiz, içmesuyu temini
için, iki yıl evvel Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüze müracaat ettiler ve
belediye başkanlarımızla yöre milletvekili arkadaşlarımızla daha evvelki Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanımıza defalarca gittik "sizden para istemiyoruz,
sadece bize su kaynağını gösterin, biz, oradan bu turistik bölgelerimize su
getireceğiz" dedik, ama, maalesef, bu su tahsisini yaptıramadık. Bunun da
acilen yapılması gerekiyor. Turistik bölgelerde su olmazsa, ülke imajının iyi
olması, turist gelmesi mümkün değildir, çok menfî yönde etkiliyor. Değerli milletvekilleri, tabiî, bu durum,
aynı zamanda tarım kesimi için de söz konusudur. Seçim bölgeme gittim -Niğde,
Nevşehir, Kırşehir'den geliyorum- orada üç dört gün bulundum, bugün geldim.
Vatandaşa elektrik faturaları geldi. Dün bir vatandaş "35 dönüm patates
ektim, 10 milyarlık patates çıkmadı; ama, 16 milyarlık fatura geldi. Bir de
geçmiş iki üç yılın borcu var, 6 milyar, geçmişteki borçla beraber 46 milyar
lira oldu" dedi. Çiftçimizin
bunları ödemesi mümkün değildir; bu faizlerin kaldırılması veya makul seviyeye
indirilmesi gerekir. Tarımda ve sulamada kullanılan elektrik enerjisinin fiyatı
daha da aşağıya çekilmesi gerekiyor, çok yüksek diye düşünüyorum. BAŞKAN - Efendim, 3 dakikayı geçtiniz. MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Yine, bölgemiz
turistik bir bölge olması dolayısıyla Nevşehir ve Derinkuyu arıtma tesislerinin
mutlaka yapılması gerekiyor. 1991 yılında temeli atılan ve halen yapılamayan Nevşehir
devlet hastanesinin acilen yapılması gerekiyor; çünkü, bölgemiz turistik bir
bölgedir, turist mevsiminde Göreme'de seyyar hastanelerle hizmet verilmeye
çalışılıyor; bu da tabiî, çok komik oluyor. SİT zulmüne de son verilmesi gerekiyor. Çevre yolu, otoban ve havaalanı
bağlantılarının da acilen yapılması gerekir diyorum ve hepinize saygılar
sunuyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Elkatmış. AK Parti Grubu adına, ikinci konuşmayı
yapmak üzere, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu. Buyurun efendim. (AK Parti sırlarından
alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA MAHMUT GÖKSU
(Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Enerji Bakanlığı bütçesi
üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Enerji Bakanlığına geçmeden önce, turizm
hakkında bazı tespitlerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, turizm, ülkemizin
kalkınması, refahı ve zenginleşmesi için önemli bir sektördür. Diğer turizm
faaliyetleri hakkında arkadaşlarımız söz etti; ben, burada, bir başka şeyden,
Hac seyahatinden bahsetmek istiyorum. Ülkemizde serbest rekabet koşulları
sağlanamadığından, en pahalı seyahat Hac seyahatidir. 18-20 saatlik Amerika
yolculuğu 500 dolar; ama, 3 saatlik Hac seyahati 650 dolardır. Bu manada,
Turizm Bakanlığı, bu işi dizayn etmeli ve Hacca gitmek isteyen
vatandaşlarımızın ucuz ve rahat bir şekilde bu seyahati yapabilmesi için imkân
sağlamalıdır. Ayrıca, yılda 2 000 000 Müslümanın ziyaret ettiği Suudi
Arabistan'da tanıtım faaliyetleri olmalı, 2 000 000 Müslümanın geçmek zorunda
olduğu Mekke ve Cidde arasına Türkiye'yi tanıtıcı reklam bilbordları
konulmalıdır diyorum. Adıyaman'daki turizme gelince; Adıyaman,
turizme kaynak teşkil eden zengin tarihî doğal ve kültürel değerlere sahip bir
ilimizdir. Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir
yerinde 2 000 yıl önce 2 150 metre yüksekliğinde bir dağın tepesine insan
eliyle inşa edilmiş ve halen gizemi çözülmemiş bir piramit veya tarihî dev eser
yoktur; ama, bir yerde vardır, o da Adıyaman'da. Nemrut Dağı konusunda,
Adıyaman ile Malatya İllerimiz arasında bir sorun yaşanmaktadır. Sayın Bakan,
Bakan oluşunun 15, 16 ncı gününde Nemrut'u ziyaret etti ve Nemrut'a,
Adıyaman'dan değil, Malatya'dan çıktı. Adıyaman'ı turizmden dışlama çabaları
ortadayken, Sayın Bakanın Adıyaman'dan değil de Malatya'dan çıkışı
Adıyamanlıları üzmüştür. Bununla kalmamış, millî park alanı içinde izinsiz inşa
edilen Malatya tarafındaki otelin SİT alanına giren yolunun açılışına
katılmıştır. Nemrut turizmini hakları olmadığı halde Adıyaman'dan almak
isteyenlere destek veriyorsa, teessüflerimizi bildiriyoruz. Değerli arkadaşlar, Uluslararası Nemrut
Vakfı vardır; 6 000 000 dolar fonla Nemrut'u restore etmek istiyor ve bütün
bağlantıları Adıyaman'la; ama, ne var ki, Sayın Bakanımızın Malatya bağlantısı
âdeta Adıyaman'ı gözardı etmesi gibi algılanmıştır; düzeltmesini bekliyoruz. Değerli milletvekilleri, enerji dendiği
zaman akla elektrik gelir. Sayın Bakan zaman zaman elektrik kesintilerinin
olacağını söylüyor. Bugün, Türkiye'de elektrik kesintileri daha çok yoksa, bu,
yapılan ve gösterilen çabaların sonucu değil, sanayideki durgunluktan
dolayıdır. Değerli arkadaşlar, Türkiye tarihinde ilk
defa bu yıl elektrik talebi artış hızı eksi olmuştur; oysa ki, normal
zamanlarda, faraza 1996, 1997 yıllarında elektrik artış hızı artı 10 veya 11
idi. Yine, dikkatlerinize sunmak istiyorum,
bugün yapımı devam eden ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bitecek olan tesislerin
tamamı 54 üncü hükümet döneminde ihale edilen ve inşaatına başlanan
tesislerdir. Örnek derseniz, yap-işlet modeliyle Adapazarı, Gebze, İzmir,
Ankara, İskenderun, Elbistan ve Çanakkale Çan Projeleri o dönemden kalmadır. Değerli Bakan -Bakanıma seslenmek istiyorum-
işletme hakları devri; yani, mevcut santralların işletme hakları devirleri
özelleştirme için bir adımdı; yine, şeffaf ve rekabetçi bir ortamda 54 üncü
hükümet tarafından ihale edildi; ancak, o günden bugüne kadar devirleri
yapılamadığı için, hem bu işe giren şirketlerde mağduriyet söz konusu oldu hem
de bu santrallar devredilecek diye bir rehabilitasyon yatırımı yapılmadı.
Korkarız ki, yakın bir zamanda santrallar devreden çıkacaktır. Bu hükümet durmadan "devleti
küçülteceğiz" diyor ve kamuda çalışan işçileri emekliye zorluyor; ama, bir
yandan da bürokrat kadrosunu şişirmektedir. En bariz örneği TEAŞ'tadır. TEAŞ'ta
1 genel müdür, 3 genel müdür muavini ve daire başkanları vardı. Şimdi, TEAŞ'ta
3 genel müdür oldu; iletim, üretim ve ticaret diye, 3 tane şirket kurdular, her
birinin genel müdürü var, 3'er genel müdür muavini var ve 6'şar tane yönetim
kurulu üyesi var. Bu, devleti büyütmek midir küçültmek midir, bunu
takdirlerinize sunuyorum değerli arkadaşlar. Değerli milletvekilleri, Adıyaman, ayrıca,
zengin petrol yataklarıyla da, Türkiye içerisinde hak ettiği yeri alamayan
illerimizden bir tanesidir. Biz, burada, Adıyamanımızın bu doğal imkânlarından
da faydalanmasını istiyoruz. 3213 sayılı Maden Kanununun 14 üncü maddesi ile
2464 sayılı Belediye Gelirleri Yasasında "belediye sınırları içinde
bulunan ve işletilen madenlerin gelirlerinden belediyelere yüzde 2 pay
ödenir" denilmektedir. Aynen bunun gibi, çıkacak olan yerel yönetimler
yasasında, hangi bölgeden petrol çıkıyorsa, bölgesinden petrol çıkan belediyeye
de pay ayrılması konusunda Sayın Enerji Bakanından destek beklemekteyiz. Zira,
bir dönem, Türkiye'de çıkan petrolün yüzde 61'i Adıyaman'da çıkmaktaydı; ama,
ne var ki Adıyaman bundan istifade edememektedir. Değerli arkadaşlar, Adıyaman'da ve güneydoğuda
özel sektör de petrol çıkarmakta. Ne var ki, TÜPRAŞ Genel Müdürlüğü, özel
sektörün çıkardığı bu hampetrolü almamaktadır; gerekçesi güvenliktir. Tabiî,
özel sektörde çalışan yüzlerce işçi vardır. Bu özel sektör hampetrolünü
satamayınca, işçileri çıkarmak durumundadır. Değerli arkadaşlar, o zaman şu soruyu
sormak lazım. Bugüne kadar güvenlik sorunu yoktu da, şimdi mi çıktı? Sonra,
hampetrolün tahliyesinde güvenlik tedbirini almak TÜPRAŞ'ın mı, yoksa üretici
firmaların mı sorunudur? Bunu da sormak istiyorum. Dolayısıyla, özel sektörün
bu çalışmalarına destek verip, bu işçilerimizin işlerinden olmaması noktasında,
Bakanlığın desteğini istemekteyiz. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin
coğrafî konumu, demografik yapılanması ve ekonomik istikrarında büyük öneme
sahip olan tarım sektörü içerisinde sulu tarım daha büyük değer taşımaktadır;
bunu da büyük oranda Devlet Su İşleri yapmaktadır. Tabiî, bundan amaç, tarımsal
üretimi artırmak ve sonuçta, tarımla uğraşan nüfusun refahını en yüksek düzeye
çekmektir. Bugün, ülkemizde, su kaynaklarının
korunması ve kullanılmasına 8 tane bakanlık hükmetmektedir. Biz, eğer, bu
bakanlıkları bir çatı altında toplamazsak, su kaynaklarının korunmasını ve
kullanılmasını belli ilkelere bağlayan bir su yasası çıkarmazsak, bu dağınıklık
devam edecektir. Değerli arkadaşlar, GAP çerçevesinde
yapılan Atatürk Barajı, bildiğiniz gibi, Adıyaman topraklarının yüzde 61'ini
almıştır; ama, DSİ'nin gerçekleştirmiş olduğu bu büyük barajdan, maalesef,
Adıyaman yeterince istifade edememektedir. İşte, elimde, Tarım Bakanlığının
çıkarmış olduğu Türkiye'de Sulama Raporu diye bir rapor vardır ve burada,
Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu sulama faaliyetleri de vardır. Baştan şöyle
baktığınız zaman, en az Adıyaman'a yapılmış; dolayısıyla, en çok toprağını
Atatürk Barajı altında bırakmış olan Adıyaman'a Devlet Su İşleri destek vermeli
ve halen yürürlükte olan projelerini hayata geçirmelidir. Bugün Adıyaman'da, 13
tane pompaj istasyon çalışması var. Sadece, Samsat'ta bir tanesi 97 yılında
ihale edildi, 99'da inşaatına başlandı; ama, ne zaman bitirilecek o da belli
değil, öbürleri ise, sadece proje aşamasında. Bu, yap-işlet-devret modeliyle mi
olur, konsorsiyumla mı olur, kredi usulüyle mi olur, mutlaka bitirilmeli
değerli arkadaşlarım; çünkü, zaman zaman, biz, hükümete "tütün ekimini
yasakladınız, insanlarımızı açlığın kucağına atıyorsunuz. Bunun için, tütüne
alternatif olarak neyiniz var" dediğimiz zaman "çalışmalar
yapılıyor" deniliyor. Biz de diyoruz ki, tütüne alternatif olarak
çiftçilerimize sunacağınız tek çıkar yol su, su, su; Yani, sulu tarıma
geçmektir. Eğer, devlet, bu insanlarımızın tarlasına su götürürse, bu
insanlarımız, kendi alternatif ürünlerini mutlaka bulacaktır. Değerli arkadaşlar, Devlet Su İşlerinin,
yine, Adıyaman'da yapmış olduğu Gölbaşı-Göksu Pompaj İstasyonu vardır. Bu,
normalde Adıyaman'ın Gölbaşı ve Besni topraklarını sulamak ve Antep'e içmesuyu
olarak yapılan bir projeydi; ama, şu anda Adıyaman bundan istifade edememekte,
Kahramanmaraş-Pazarcık'taki Kartalkaya Barajına aktarılarak, Antep'e içmesuyu
ve Maraş'a sulamasuyu olarak gitmektedir. Yani, kendi toprağından çıkıyor, ama,
Adıyaman bundan istifade edemiyor. GAP, Adıyaman toprağını sular altında
bırakıyor, Urfa istifade ediyor, Adıyaman istifade edemiyor. Adıyaman'ın Çelikhan İlçesinde Çat Barajı
kurulmuş, altı köyünü su altında bırakmış, Malatya Ovası istifade ediyor,
Adıyaman istifade edemiyor. Değerli arkadaşlar, yine, Birecik Barajı,
Besni toprağının birkısmını su altında bırakmış, yine, Antep'in Barak Ovası
sulanıyor, Adıyaman, Besni istifade edemiyor. Besnili çiftçimiz -özellikle,
sulu tarıma önem veren çalışkan insanlardır- kendi gayretleriyle kuyular
açmışlar, ama, elektrik borçlarından dolayı bu kuyuları da çalıştırılamaz hale
gelmiştir. Enerji Bakanımızdan, özellikle çiftçilerin TEDAŞ'a olan bu
borçlarının ertelenmesi, taksitlendirilmesi konusunda yardımlarını bekliyoruz. Değerli arkadaşlar, ayrıca, demin de beyan
ettim, Adıyaman topraklarında kurulan bu barajlar çevre illere imkânlar
verirken, bütün külfetler Adıyaman'a kalmıştır. Nemrut Adıyaman toprağında olduğu halde
Malatya almak istiyor. Adıyamanlılar buna, elbette rıza gösteremezler. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Göksu, size de 2 dakika
süre veriyorum, buyurun tamamlayın efendim. MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Nemrut Adıyaman
toprağındadır ve Nemrut turizminden önce Adıyamanlı istifade etmelidir.
Özellikle, Adıyaman tarafında kurulan tesislere Turizm Bakanlığımız
teşviklerini vermeli ve bunlar bitirilmelidir. Yine, Koçali Barajının Adıyaman Ovası için
çok büyük önemi vardır. Bu proje tamamlandığı zaman binlerce dönem arazi
sulanacaktır. Sayın Bakanımızın, bu barajın hayata geçirilmesi noktasında
gayretini bekliyoruz. Demin sözünü etmiş olduğum Gölbaşı -Göksu
Barajında sulama kanallarının yapılarak, Gölbaşı ve Besni arazisinin sulanması
noktasında kendisinden yardım bekliyoruz; çünkü, yöremizden insanlar göçüyor.
Her hafta ilçeleri geziyorum ben; 8 kişi, 10 kişi traktörünü, tarlasını,
bağını, bostanını satıyor, yurtdışına gidiyor. İnsanlar aç, perişan değerli
arkadaşlar. Eğer, biz, bu insanlara sulu tarım sunabilirsek, su götürebilirsek
arazisine; bu insanlar, doğdukları yerde doyacaklar ve bu güzel vatanı terk
etmeyeceklerdir. Değerli arkadaşlar, zaman zaman, burada
illerin durumu gündeme geldiği zaman, tabiî ki, her milletvekilinin kendi
bölgesine birtakım yatırımları isteme hakkı vardır. Bakınız, yine, Sanayi
Bakanlığının çıkarmış olduğu bir araştırmada, illerin sosyoekonomik gelişmişlik
sırasında Adıyaman 61 inci sırada. Sayın Meclis Başkanımız, zaman zaman,
Tunceli'yi dile getirir, Tunceli'nin geri kalmışlığını söyler haklı olarak;
ama, Tunceli bile 60 ıncı sırada, Adıyaman 61 inci sıradadır. Yine, kişi başına
gayri safî millî hâsıla sıralamasında, Adıyaman, 75 inci sıraya düşmüştür. Değerli arkadaşlar, elbette, çevremizdeki
iller Adıyaman'ın imkânlarından istifade etsin; ama, Adıyaman, kendi
imkânlarını da, sadece külfetiyle değil, nimetiyle paylaşabilsin. Bu anlamda,
Devlet Su İşlerinin Adıyaman'da hayata geçirmek istediği projelerde mutlaka
Sayın Bakanımızın desteğini bekliyoruz ki, bu insanlarımızın mağduriyeti
ortadan kalksın. Zira, özellikle, tütün tarımının yasaklanmasından sonra,
Adıyaman, büyük bir mağduriyet yaşamaktadır. Adıyaman'a giren sadece tütün
parası ve memur maaşlarıdır. Şimdi tütün paraları yoktur; millet, acı acı
düşünmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Göksu süreniz bitti.
Aslında, ben, Adıyamanlıları da çok seviyorum. İsterim çok fazla konuşasınız;
ama, son cümlenizi söylemeniz için mikrofonunuzu tekrar açıyorum. MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Bu projelerin
hayata geçirilmesi için konsorsiyum mu olur, yap-işlet-devret modeli mi olur,
kredi sistemi mi olur; Sayın Bakan bunları hayata geçirmelidir diyorum. Burada sözlerimi bitirirken, yaklaşan
Ramazan Bayramınızı kutluyor, aziz milletimin de Ramazan Bayramını kutluyor,
Mersin'de meydana gelen afetten dolayı üzüntülerimizi belirtiyor, Grubum ve
kendim adına, oradaki arkadaşlarıma geçmiş olsun diyor, bu bütçenin milletimiz
için hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Göksu. Sayın Göksu, gerçi, Tunceli'nin çok
geliştiğinden bahsetti; ama, aslında, Tunceli'de, bir devlet yatırımı yok, bir
baraj yatırımı var, onun dışında bir şey yok; herkes de biliyor zaten. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Raporda öyle
deniliyor Sayın Başkanım. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime
5 dakika ara veriyorum. Kapanma
Saati: 22.54 BEŞİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 22.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP
ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
35 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. Değerli milletvekilleri, 2002 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki müzakerelere devam ediyoruz. II . –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) C) TURİZM
BAKANLIĞI (Devam) 1.- Turizm
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Turizm
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI (Devam) 1.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002
Malî Yılı Bütçesi 2.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi 2.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Onikinci turda görüşülen bütçeler
üzerinde, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmişti. Bütçenin lehinde olmak üzere, Kocaeli
Milletvekili Sayın Osman Pepe; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, enerjinin insan hayatı
için ne kadar önemli olduğunu, teknolojinin sürdürülebilmesi için dünya
insanlığının sürdürülebilir enerji kaynaklarına ne kadar bağımlı olduğunu ve
Türkiye'nin, Allah'a şükür ki, güney, kuzey, doğu, batı enerji koridoru
üzerinde yer alan; fakat; bunun imkânını, bunun fırsatını, bunun kadrükıymetini
yeterince değerlendiremeyen bir ülke olduğunu söyleyerek sözlerime başlıyorum. Türkiye'nin, bütün akarsu imkânlarını,
kapasitelerini kullansa, kömür kaynaklarını kullansa, jeotermal enerji
kaynaklarını kullansa, rüzgâr kaynaklarını kullansa, kendi kendine yeterli
olması mümkün değildir; yani, bugün, Türkiye'de ciddî bir enerji açığı vardır.
Türkiye'nin, bu enerji açığını kapatabilmesi için, mutlaka ve mutlaka, nükleer
enerjiyi kullanması lazım. Nükleer enerji, her ne kadar çevre ve
çevreciler açısından birtakım eleştirilere muhatap olsa da, dünyanın gelmiş
olduğu bugünkü noktada, Türkiye için nükleer enerjiye geçmek kaçınılmazdır. Türkiye, 2025 yılındaki kalkınmış Türkiye
olarak, elbette ki, çok fazla miktarda dışa bağımlı bir enerji politikasıyla
karşı karşıyadır. Bu denli dışa bağımlı olan Türkiye'nin, planlamalarla, dışa
bağımlılığını tek bir ülkeye bağımlı olmaktan kurtarıp, alternatif kaynakları
da ortaya koyması şarttır. Tabiî, Türkiye'de şu anda bir enerji açığı
gözükmüyor. Bu enerji açığının gözükmemesinin sebebi gayet açıktır;
Türkiye'deki ekonomik kriz nedeniyle, fabrikalar ya kapanıyor veyahut da düşük
kapasiteyle çalışıyor. Dolayısıyla da, Türkiye'de şu anda bir enerji krizi söz
konusu değil; ama, Türkiye'de, ciddî manada, örtülü, gizli bir enerji krizi
vardır. Tabiî, bugün, Türkiye'nin gelmiş olduğu bu
noktada, Mavi Akımla alakalı olarak birkaç söz söylemekte de fayda görüyorum. Değerli arkadaşlar, Türkiye, doğalgazda,
Mavi Akım Projesiyle, Rusya'ya, olabildiğince aşırı şekilde bağımlı hale
gelmiştir. Halbuki, Rusya doğalgazı karşısında, Türkmen doğalgazının, İran
doğalgazının, Azerbaycan doğalgazının, Irak doğalgazının, Suriye doğalgazının,
hatta, Mısır doğalgazının Türkiye tarafından devreye konulması şarttır. Tabiî, yine, doğalgazdan söz açılmışken,
bir hususa parmak basmakta fayda görüyorum: Konutlarda kullanılan doğalgaza
BOTAŞ tarafından yapılan yüzde 17'lik zammın, geçim sıkıntısı içerisindeki
vatandaşın bütçesine ne kadar büyük, önemli bir külfet getirdiğini de burada ifade
etmekte fevkalade fayda görüyorum. Değerli arkadaşlar, 11 Eylülden sonra,
Amerika'nın Afganistan'a müdahalesinden sonra, Türkiye için son derece önemli
olan Bakü-Ceyhan Projesi, artık, rafa kalkmıştır. Orta Asya'daki enerji
kaynaklarının, gerek petrol ve gerekse doğalgaz olarak, Afganistan-Pakistan
üzerinden direkt okyanusa indirilmesi söz konusu olacaktır. Yine, söz buraya gelmişken, ben,
Türkiye'nin şu anda içerisinde bulunmuş olduğu yolsuzluk ve yoksulluk
kompozisyonunda, doğalgazla alakalı bir örnek vermek istiyorum: İzmit ve
Eskişehir Doğalgaz Projelerini mukayese edersek, Türkiye'nin soygun
haritasındaki önemli bir noktaya parmak basmış oluruz. İzmit ve Eskişehir
Doğalgaz Projeleri, aşağı yukarı eşzamanlı projelerdir. Bu projelerin
kapasiteleri aynıdır, ulaşmış oldukları konut sayıları aynıdır, boru çapları
aynıdır, terfi istasyonları aynıdır; ama, İzmit Doğalgaz Projesi 120 milyon
dolarken, Eskişehir Doğalgaz Projesi 11 milyon dolardır. Yine, Türkiye'deki soygun haritasını takip
ettiğimiz zaman, enteresan bir yere gittiğimizi, vardığımızı görürüz. Devlet Su
İşlerinin 1986 yılında 15 milyon dolara ihale etmiş olduğu Yuvacık Barajının
1995'e kadar yüzde 60'ı bitmişti. Devlet Su İşleri, yüzde 60'ı bitmiş olan
Yuvacık Barajını, yap-işlet-devret modeliyle, İzmit Büyükşehir, Thames Water,
Mitsubishi Corporation, Gama ve Güriş Firmalarına 890 milyon dolara verdi.
Hazine, burada, kefaletle, yaklaşık olarak... Bugün rakam tam olarak ortaya
çıkmış değil, kurulan komisyonlarda yapılan çalışmalarda henüz net rakamlar
ortaya çıkmış değil; ama, Hazinedeki uzmanlarla yaptığım görüşmelerde,
Türkiye'nin şu anda dışborç hanesine yazılı olmayan, 3 milyar dolardan daha
büyük bir rakamın söz konusu olduğu ifade edildi. 2000 yılının başında
Başbakanlığa vermiş olduğum bir soru önergesine verilen cevapta da, İzmit
Büyükşehir Belediyesinin satamadığı ve dereye, denize akıttığı suyun
karşılığında, her ay 25 milyon dolar ödendiği -yılda yaklaşık 300 milyon dolar
eder- ifade edildi. Bu, elimdeki soru önergesine, Başbakanlığın, Devlet
Planlama Teşkilatının ve Hazinenin vermiş olduğu cevaptır. Değerli milletvekilleri, bakın, Türkiye'de
yapılanların hesabı sorulmazsa, yapılan yolsuzlukların üstüne gidilmezse...
1995 yılı içerisinde buna Hazine nasıl olur verdi? Hazinedeki uzmanlarla yapmış
olduğumuz görüşmede "fizibilitesi olmayan yatırımlara, yap-işlet-devret
modeliyle, Türkiye'nin vermiş olduğu onayın, Türkiye'yi nerelere
götürebileceğini ve bunun ne büyük bir felaket olduğunu, İzmit İçmesuyu
Projesinin bu denli ağır faturasını gördükten sonra, yap-işlet-devret
modelleriyle alakalı frene basmak durumunda kalmıştır devlet; yani, Devlet,
enerji politikalarında, HES politikalarında, santral projelerinde
yap-işlet-devret projelerinde ciddî şekilde frene basmak durumuyla karşı karşıya
gelmiştir" dendi. Değerli arkadaşlar, elbette ki, bunları
konuşmak, bunların üzerine gitmek, bunları aydınlığa çıkarmak Türkiye Büyük
Millet Meclisinin denetleme görevinin de bir parçasıdır. Tabiî, söz buraya gelmişken, Türkiye'deki
enerji açığının, yap-işlet-devret modelleriyle ve ikili anlaşmalarla yapılan
uluslararası, devletlerarası anlaşmalardaki projelerdeki fiyatların, devleti
temsil eden bürokratlarca, yeterince süzgeçten geçirildiğini söylemek mümkün
değildir. Rakamlar bire üç, bire beştir.
Ben, bir mühendis olarak, konuya yakın birisi olarak bunları ifade
ediyorum; ama, ne yazık ki... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN- Sayın Pepe, size de 1 dakika süre
veriyorum. Lütfen, toparlar mısınız. OSMAN PEPE (Devamla)- Siyasî iradeyi
temsil eden hükümetlerin, yani, yürütmenin, yani, başbakanın, yani, bakanın ve
onların emrindeki bürokratların, ülkenin soydurulmasının önünü kesmek, en temel
görevidir; ama, ne yazık ki, bugüne kadar... Ben bir tane örneğini, buradaki
zaman elverdiği ölçüde sizlere takdim etmeye çalıştım. Bu ve bunun benzeri
projeleri ardı ardına koyduğumuz zaman, Türkiye'nin niçin bugünlere geldiğini
daha iyi anlamak mümkündür; ama, Türkiye'yi aydınlığa çıkarmak, Türkiye'nin
önünü açmak, Türkiye'nin sefaletini yok etmek, işsizine iş bulmak, aşsızına aş
bulmak için, önce yapılacak olan şey, bu yolsuzluklara ve bu vurgunlara dur
demektir. Bu duygu ve düşüncelerle, sizin ve
saygıdeğer milletimizin, yaklaşmakta olan Ramazan Bayramını kutlarken, hepinize
saygılar ve sevgiler sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Pepe. Sayın Turizm Bakanı, buyurun efendim. Süreniz 15 dakikadır. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, Mersin
ve bazı bölgelerdeki sel afetlerinden dolayı, bu afete maruz kalanlara geçmiş
olsun dileklerimi iletiyorum ve salı günü idrak edeceğimiz Kadir Gecesini ve
yaklaşmakta olan Ramazan Bayramınızı kutluyor, hepinize sevgi ve saygılar
sunuyorum. Bakanlığımın 2002 yılı bütçesi hakkında
yapmış olduğunuz yapıcı tenkit ve öneriler için teşekkürlerimi sunuyorum.
Özellikle, Sayın Yıldırım Ulupınar'a, Sayın Mehmet Elkatmış'a, Sayın Nesrin
Ünal'a ve Sayın Cengiz Aydoğan ile Sayın Halit Dikmen'e teşekkürlerimi
sunuyorum. Şimdi sizlere, dünyada ve Türkiye'de
turizm sektörünün içinde bulunduğu koşullar ve Bakanlığımın çalışmaları
konusunda bilgi arz etmek istiyorum. Türk turizmi bugün, çevre boyutunu da
dikkate alarak, uluslararası rekabet gücü yüksek ve verimli bir turizm ekonomisinin
geliştirilmesine, turistler ve yerel halk için en iyi sosyal ve toplumsal
ortamın yaratılmasına, kendi insanımızın refah ve mutluluğu için evrensel
değerlere uyum sağlanmasına, doğal ve kültürel değerlerimizin sağlıklı bir
koruma-kullanım dengesine ve kaynakların en rasyonel şekilde
değerlendirilmesine imkân veren bir turizm politikasının uygulanmasına öncelik
verecektir. Yapısı itibariyle dinamik bir sektör olan
turizm, ekonomiye sağladığı çok önemli katkılarının yanında, tek tek
sayılamayacak kadar çok ve değişik alanlarda da önemli işlevleri yerine
getirmektedir. Bugün, Türkiye ekonomisinin dış ekonomik
denge sorunlarının aşılmasında, turizm, etkin bir rol oynamaktadır. Yaşadığımız
son ekonomik kriz de göstermiştir ki, Türkiye'nin dünya pazarındaki en
rekabetçi ürünü, turizmdir. Tesislerimiz, dünya standartlarını yakalamıştır. En
büyük tur operatörlerinden TUI'nin geleneksel anketinde, dünyanın en iyi 100
oteli arasına 8 otelimizin girmesi, bunun, en çarpıcı örneklerinden birisidir. Yabancı ziyaretçi sayısı, Ocak-Kasım 2001
dönemi itibariyle yüzde11,65'lik bir büyümeyle 11,2 milyon kişiye ulaşmıştır.
Yıl sonuna kadar ülkemize gelen turist sayısı 12 milyonun üzerinde olacaktır. Turizm gelirleri de, yılın ilk dokuz
ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13'lük artış oranıyla, 6,6 milyar
dolar olarak gerçekleşmiştir. Dünya turizmi için beklenilen yüzde 4,1
büyüme oranıyla karşılaştırıldığında, ülkemiz turizminin 2001 yılındaki gelişme
hızı oldukça büyüktür. Dünya Turizm Örgütünün 2020 yılı için
yaptığı tahminlere göre dünya turizm hacmi 1,6 milyar kişiye, turizm gelirleri
ise, 2 trilyon dolara ulaşacaktır. Dünya turizm gelirlerinden Türkiye'nin
aldığı yüzde 1,6'lık payın, hiç artmadan, sabit kaldığı varsayılsa bile,
2020'de Türkiye'nin, turizm gelirlerinden 30 milyar dolar alacağı tahmin
edilmektedir. Aynı örgütün, Akdeniz Bölgesine gelen
turist sayılarına ilişkin tahminlerinde, 1995-2020, bölgede artış hızı yüzde
2,99, Türkiye'nin artış hızı ise yüzde 5,50 olarak hesaplanmıştır. 2020 yılında
Türkiye, 27 milyon turistle bölgesinde dördüncü ülke olacaktır. Bu durumda en
az 250 000 yeni yatağa ihtiyacımızın olduğu açıktır. Bu rakamlar, bakanlığımızca yetersiz
görülmekte olup, turizmde ihtiyaç duyulan, yılda 100 milyon dolar tanıtım, 100
milyon dolar altyapı, 250 milyon dolar da teşvik sağlandığı takdirde, 2020'de
turist sayısında 60 milyona, döviz gelirinde ise 50 milyar dolara ulaşmak
mümkün olacaktır. Yeniden çizilecek turizm politikalarında,
ekonomik kalkınmaya imkân veren uygulamalara özen gösterilecek ve sosyal
politikalara maksimum düzeyde entegrasyonun sağlanması hususunda gerçekçi
olunacaktır. Türkiye, turizm politikalarını ülkenin genel, sosyal, ekonomik ve
stratejik hedefleriyle, dünya turizmindeki gelişmeler paralelinde ve dünyayla
entegre olacak şekilde yürütmeye özen gösterecektir. Bu amaca ulaşmak için 2000'li yıllarda
ülke turizmi, yeni hedeflere, stratejilere, planlamalara ve politikalara
ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak ve turizm sektöründe bir gelecek
planlamasını başlatma düşüncesiyle, nisan ayında ikinci turizm şûrasını
toplayacağız. Dünyada gelişmekte olan yeni trendler
çerçevesinde, sektörel gelişme, kesinlikle koruma-kullanma dengesi gözetilerek,
çevreyi kollayıcı, koruyucu ve geliştirici olacaktır. Ürün kalitesinin
korunmasına ve iyileştirilmesine öncelik verilecektir. Dünya turizm
pazarlarında tanınmış olan destinasyonların yanı sıra yeni destinasyonlar,
kültürel ve kentsel turizme alternatif golf, sağlık ve termal, yayla, inanç,
mağara, rafting, trekking, botanik, av turizmi gibi turizm türleri
geliştirilecektir. Ülkemize uygun doğal ortama sahip turizm
hareketlerinin fazla olduğu yörelerde safari parklarının oluşturulması ve tema
parklarının kurulması planlanmıştır. Bu yolla ülkemize gelen turistlerin
ikincil harcamalarının artırılması ve daha fazla gelir hedeflenmektedir. İletişim teknolojisi ve elektronik medya
kullanımı yaygınlaştırılacaktır. Tanıtımda önceliğimiz, müşteri
beklentilerine odaklanmış kampanyalara, reklam ve satış geliştirici faaliyetlere
yönelik olacaktır. Türkiye'ye turist gönderen tur
operatörleri ve seyahat acentelerinin etkinleşen pazarlama faaliyetleri
desteklenecektir. Türkiye turizmini, turizmdışı
olumsuzluklardan en az etkilenecek güçlü bir turizm markasına kavuşturmak için
Türkiye'yi destinasyon bölgelerinden ayırarak ve ürün çeşitliliği sağlayarak
uluslararası pazar gücünü artıracak tanıtım kampanyalarına ağırlık
verilecektir. Ülkemiz insanını turizm konusunda
bilinçlendirerek toplumsal bir seferberlik ruhu yaratılmasına çaba
gösterilecektir. Bakanlık görevine başladığım ilk günlerde,
TS-EN-ISO-9001:2000 Kalite Yönetimi Sistemine geçmek için gerekli hazırlıkları
başlattık. Sistemin, etkin ve verimli bir bir çalışmayla, 2002 yılı içerisinde
kurulup faaliyete geçirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye'nin turizm tanıtımında en büyük
dezavantajı, tanıtıma ayırabildiği kaynaklarının rakiplerinin çok gerisinde
kalmasıdır. Turizmde rakip ülkelerden İspanya ve
Yunanistan, turizm tanıtım ve pazarlama faaliyetlerine, toplam turizm
gelirlerinin ortalama yüzde 1,5 ilâ yüzde 3'ü arasında bütçe ayırırken,
Türkiye, yaklaşık, yüzde 0,5'lik bir pay ayırmaktadır. Turizm sektörü, çok sayıda kurum ve
kuruluşun ilgi alanına girdiğinden, yetki bölünmüşlüğü ve bürokratik işlemler
zaman ve kaynak israfına yol açmaktadır. İlgili kuruluşlar arasında işbirliği,
koordinasyon ve yetki bütünlüğünü sağlamak için, Sayın Başbakanın
başkanlığında, turizm sektörüyle dolaylı ilişkisi olan tüm bakanların üye
olacağı turizm koordinasyon kurulu, Turizm Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında
ilgili bakanlıkların müsteşarlarından oluşacak turizm uygulama kurulu
oluşturulmaktadır. Türkiye'nin dünya pazarlarındaki en
rekabetçi olan turizmin, dünyada şu günlerde yaşanmakta olan savaş ve ülkemizin
kriz ortamından en az düzeyde etkilenmesine yönelik olarak, Bakanlığımızda,
yönetici ve uzman kişilerden oluşan ve 24 saat aralıksız görev yapan bir kriz
komitesi oluşturulmuştur. Üniversitelerimizdeki turizm fakülte ve
yüksekokullarındaki hocalarımızın birikimlerinden yararlanmak amacıyla Fahri
Danışmanlar Kurulu oluşturulmuştur. Turizm teşviklerinde, pazarlamaya, hava
ulaştırmasına ve toplam kalite iyileştirilmesine ağırlık verilecektir. 1983
yılında rahmetli Özal döneminde başlatılan birinci turizm hamlesi gibi, bu
dönemde de ikinci turizm hamlesini başlatmamız gerekliliğine inanıyoruz. Bu çerçevede, sektöre kısa vadede
sağlanacak teşviklere ilişkin önerilerimiz şunlardır: Turizmde KDV oranlarının aşağıya
çekilmesi, turizmdeki rekabet gücümüzü artıracaktır. Akdeniz çanağındaki
ülkelerde yüzde 5 ilâ 8 aralığında olan KDV oranları, Türkiye'de, maalesef,
yüzde 18'dir. Bunun, mutlaka, yüzde 8'ler civarına çekilmesi gerekmektedir.
Bunu hükümetimize iletmiş bulunuyoruz. Turizmcilerin, ihracatçı sayılması ve
ihracatçılara verilen teşviklerden yararlandırılmaları gerekmektedir. Ayrıca, müze ve ören yerleri giriş
ücretlerinin, yılda bir kez ve sezondan önce veya başlamadan tespit edilmesi ve
kombine bilet yoluyla turizmcilere sunulması konusunda Bakanlığımla Kültür
Bakanlığının yürüttüğü çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Talep yapısındaki yeni eğilimlere bağlı
olarak sektörde küçük ölçekli işletmelerin gelişmesine öncelik verilmeli ve
bunların da KOBİ kredilerinden yararlandırılmaları Bakanlığımızca talep
edilmektedir. Türkiye'nin uluslararası incentive ve
kongre pazarlarındaki payının artırılması, özellikle İstanbul'un uluslararası
bir kongre ve kültür kenti haline getirilebilmesi için çalışmalar devam
etmektedir. Bu bağlamda, Beyoğlu'nda pilot ve alt bölgeler yaratılmak suretiyle
kültürel merkezler, eğlence merkezleri, butik oteller, prestij alışveriş
birimlerini kapsayacak Beyoğlu Rehabilitasyon ve Turizmi Geliştirme Projesi
çalışmaları başlatılmıştır. Ayrıca, Ankara'nın tarihî atmosferini
tekrar canlandırmak ve Ankara'yı bir kültür başkenti haline getirmek amacıyla
Bakanlık olarak bir dizi çalışma başlatıyoruz. Ankara Projesi adını verdiğimiz
ve Atatürk'ün doğumunun 120 nci yıldönümünü idrak ettiğimiz 2001 yılında,
Atatürk Dünya Barış Köyü kapsamında, dünya devletlerinin özgün kültürlerini
yansıtan eserlerin sergileneceği, her ülkenin ayrı ayrı mimarisini temsil
edecek evlerin yapılması hedeflenmektedir. Türk Köyü Projesi kapsamında da, ülkemizin
bütün illerine, o ile ait örnek bir mimari ile yer verilmesi, böylelikle, her
ilimizin, mimarî, kültürel zenginlikleri ve özgün yapılarıyla temsil edilmesi
planlanmaktadır. Projeler hayata geçtiğinde, Başkentimiz,
dünya çapında bir kültür başkenti ve dünya başkentleri içerisinde önde gelen
bir turizm destinasyonu haline gelmiş olacaktır. Sektörle diyalog ve iletişime önem verdik.
Sektör temsilcileriyle sağlıklı bir iletişim ve diyalog ortamı tesis ettik. Bu
çerçevede, bölgesel kalkınma ve tanıtıma yönelik olarak, başta İstanbul olmak
üzere, Antalya, Bursa, Nevşehir, Aydın, Muğla, İzmir, Malatya Gaziantep,
Kırşehir, Aksaray ve Ankara İllerinde toplantılar yaptık. Bu toplantılarda,
problemlerin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar başlattık ve bu
çalışmaların neticesini de bir hafta içerisinde -olumlu veya olumsuz-
ilgililerine mutlaka bildirdik. Dolayısıyla, hızlı, dinamik ve çözüm üreten bir
bakanlığın yaratılmasını da sağlamış olduk. Turizm sektörünün genç kuşaklara ve
kadınlara iş yaratmada önemi açıkça görülmektedir. Bu nedenle, turizm
eğitiminde kalite, standardizasyon, verimlilik ve iş kalitesinin gelişmesine
öncelik verilerek, iş kalitesinin gelişmesi sağlanacaktır ve gerekli beceri
düzeylerinin belirlenmesini sağlayacak belgelendirme sistemine mutlaka
geçilecektir. Sonuç olarak, 2002 yılına girerken, Türk
turizminin sorunlarının yapısal olduğu görülmektedir. Bunun için, başta kamu,
özel sektör ve medyanın yanı sıra, kamuoyunun tamamı turizmin önemini
algılamalı, turizme yönelik sosyal bilincin geliştirilmesi yönünde çalışmalar
yapılmalı, bu konuda, toplumda, gerekli konsensüs sağlanmalıdır. Bu nedenle, Turizm Bakanı olarak,
2002-2020 yıllarını kapsayan gelecek vizyonunda bazı global hedeflerimiz
şunlardır: Türkiye olarak, rekabetin yüksek olduğu
dünya pazarlarında, imaj sorunlarını bertaraf etmiş bir şekilde yerimizi almak
ve payımızı artırmak istiyoruz. Bunun için, Almanya başta olmak üzere,
İngiltere, Rusya, Japonya gezilerini yaptık ve buralarda, bütün tur
operatörleriyle birebir görüşerek bu ülkelerden ülkemize gelecek 2002 yılındaki
turist sayısının yüzde 35 ilâ 45 arasında, firmalar bazında ayarladık. Gelecek
yıl, yakın çevremizde herhangi bir olay olmadığı takdirde -inşallah olmaz-
turizmde yüzde 35, yüzde 45 daha bir artış beklediğimizi ifade etmek istiyorum
ve turizm konusuna özellikle, çok özel önem veren başta, Sayın Başbakanımız
olmak üzere, Değerli Başbakan Yardımcılarımıza, hükümetin tüm üyelerine, 21
inci Dönem Değerli Parlamentomuza teşekkür etmek istiyorum ve bundan sonraki
çalışmalarımızda büyük ölçüde sizlerin, halkımızın, sektörün, medyanın, sivil toplum
kuruluşlarının ve diğer ilgili kuruluşların desteğine ihtiyacımız olduğunu
belirtmek istiyorum. Özellikle, bu bütçenin hazırlanmasında
emeği geçen başta, Turizm Bakanlığı personeli olmak üzere, üstün gayretleriyle
bize yön gösteren Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine ve
değerli milletvekillerine tekrar teşekkür ediyorum. Bu arada, bir-iki önemli karar aldık, onu
da bu vesileyle belirtmek istiyorum. 2000'e yakın otelin, bu sene sonunda,
belgelendirilemediği için kapatılması söz konusudur. Bunun kapatılmaması için
Nitelikler Yönetmeliğinde bir değişiklik yapılarak, 31 Mart 2002 yılına kadar,
bu otel sahiplerine süre verilmiştir, kendilerini, yeni Nitelikler
Yönetmeliğine göre düzenleyeceklerdir; artık, 31 Marta kadar düzenleyemeyenler
de, herhangi bir hak sahibi olamayacaklardır. Arkadaşlarıma bunu belirtmek
istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size ek süre veriyorum,
konuşmanızı toparlayın lütfen. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Devamla)- Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. İkincisi, geçen gün televizyonlarda, Show
Kanalda gördüğümüz bir rüşvet hadisesi. Bunun, Turizm Bakanlığıyla uzaktan
yakından ilgisi yoktur, o kişiler Turizm Bakanlığıyla ilgili değildir. Herhalde, benim kanaatimce, o televizyoncuyu
çabuk tavlanabilecek bir saf işadamı gibi görmüşler. Bir yandan orman tahsisi
alıyor, bir yandan SİT alanı tahsislerini kaldırıyor, bir yandan teşvik alıyor.
Teşvikler de nereden alınır; Hazineden
alınır; Turizm Bakanlığı teşvik vermez. Oradan teşvik alsanız bile, şu anda,
1992'den beri, Kaynak Kullanma Destekleme Fonu kaldırıldığı için, o teşviklerin
parasal değeri de yoktur, sıfır bir teşviktir. Bu teşviklerin de yeniden
konulmasını hükümetimizden talep ettik, bunu da belirttik. Dolayısıyla, bu konuda, yine de, 1999'dan
başlamak üzere, İşletmeler Genel Müdürlüğümüzde ve Yatırımlar Genel
Müdürlüğümüzde bir tahkikat başlattık. Gerekirse geri yıllara doğru da gidecek.
Şu anda 2 müfettişimiz, İstanbul'da, emniyetle ve ilgililerle temas halindedir.
Oradaki bilgileri derleyip, toplayıp, eğer Bakanlığımızla ilgili herhangi bir
memurla veya yetkili birisiyle irtibatları varsa, bunların da gerekli cezaları
verilerek, durum sizlere arz edilecektir; bunu da buradan belirtmek istiyorum. Bir arkadaşımızın söylediği, Uludağ'da
ikinci bölgedeki mahkeme meselesi bitmiştir, Bakanlığımız lehine dava
kazanılmıştır. Uludağ ikinci bölgede bir sorun yoktur... ALİ ARABACI (Bursa) - O dava bitmedi Sayın
Bakan. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Devamla) - Bitti efendim, bitti. ALİ ARABACI (Bursa) - Hayır efendim. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Devamla) - Bitti efendim, bitti; başlayabilirsiniz. Bu dava bitti. Birinci bölge de, turizm merkezi ilan
edilememiştir 1981'den beri, şu veya bu sebepten, kimseyi suçlamak için
söylemiyorum; ama, şu anda, Orman Bakanlığımızdan bir yazı beklemekteyiz, bu
yazı geldiği takdirde, birinci bölgeyi de turizm merkezi ilan ederek, Uludağ'ı,
layık olduğu yere çıkaracağız, bunu belirtmek istiyorum. Altyapı hizmetleriyle ilgili tamamlanması
gereken bütün işlemler, Belek'te yapıldığı gibi ve Güney Antalya Projesinde
olduğu gibi yapılacaktır. Bundan sonra yapacağımız tahsislerde de, aynı
şekilde, Belek ve Güney Antalya Projesinde olduğu gibi, bütün altyapı projeleri
tamamlanmış; ama, bunlar verilirken, mutlaka, her ilimizde bir dört yıldızlı
otel olmasını sağlayacak şekilde bir planlamaya gidilerek bu tahsisler
yapılacaktır, bunların çalışmaları yapılmaktadır. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ağrı Dağını da unutma
Sayın Bakan. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Devamla) - Kız Kulesinin obje olarak İstanbul'da seçilmesinin nedeni, Kız
Kulesinin arkasında, tamamen İstanbul'un silueti bulunmaktadır. Aynı zamanda
da, Kız Kulesini, bir obje olarak, hatıra eşya ve hediyelik eşya merkezi
yapabilmek imkân dahilindedir. Bunun olmasını istemeyenler var. Biz, kasım
ayında reklamları başlattık, tanıtım faaliyetlerini, 11 Eylülden dolayı bunu
öne aldık. Dolayısıyla, her sene şubat ayında yapılan tanıtımları, bu sene
kasım ayında başlattık. Süratle İstanbul objesini öne çıkararak, İstanbul
ağırlıklı bir tanıtıma başladık. Onun için daha başka önerileri olanlar
varsa, onları da bize iletirler, onları da değerlendiririz ve bu, Turizm
Bakanlığının tek başına yaptığı bir değerlendirme de değildir; bütün yetkililerin
bir araya gelip, sektörle belirlediği bir husustur. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan, size
3,5 dakika verdim, biraz da sorulara cevap verirken konuşursunuz. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ağrı Dağını
unutmuyorsunuz değil mi Sayın Bakan?! TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Devamla) - Ağrı Dağını unutur muyuz; Türkiye'nin hiçbir yerini unutmamız
mümkün değil. Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sayın Zeki Çakan; buyurun efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar) Sizin de konuşma süreniz 15 dakika, eksüre
de verebilirim. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002 yılı bütçesi üzerinde
konuşan bütün siyasî parti gruplarının sözcülerine ve değerli milletvekillerine
teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Gerçekten, her biri, Bakanlığımla
ilgili çok önemli konulara değindiler ve Türkiye'nin, bütün dünyada olduğu
gibi, en önemli meselesinin enerji olduğunu, üzerine basa basa vurguladılar. Söylenilenlerin tümüne, Enerji Bakanı
olarak katılıyorum ve Enerji Bakanlığının, benden önce görev yapmış bütün
bakanlarına ve bütün bürokratlarına huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Zira,
Enerji Bakanlığında bakanlık yapmış olan arkadaşlarımızın ve bürokratlarımızın
ortaya koyduğu bütün projelerin doğru olduğunu, bazı bakanlıkların, kamu kurum
ve kuruluşlarının, bakanlık projelerinin belki iyi anlatılamaması veya
anlamadıkları gerekçesiyle, ortaya koydukları konuların bugün içinde
bulunduğumuz durumu yarattığını da üzerine basa basa söylemek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
özellikle 70'li yıllarla 2001 yılı arasına baktığımızda, her yıl, enerji
tüketiminde yüzde 8-9 büyümenin olduğunu; 1982-1992 arasında, üretime dayalı
yatırımın yüzde 12'ler seviyesinde olduğunu; 1992-1996 yılları arasında, bu
rakamın yüzde 3,5-4'e düştüğünü; 1996 yılından sonra da, yaklaşık yüzde 6-7
seviyesine çıktığını görüyoruz. Bugün, ülkemizin içinde bulunduğu duruma enerji
yönünden baktığımızdaysa, hiç iç açıcı bir durumun olmadığını, maalesef,
görüyoruz ve bütün grup sözcüleri ve değerli milletvekillerimiz de bunu açıkça
belirttiler. Türkiye'de kurulu gücümüz yaklaşık 28 250
megavat, yılda 128 milyar kilovat/saat
tüketimimiz var. Şayet, bu yıl, 2001 yılı ekonomik krizi yaşanıncaya kadar
tüketimdeki artış her yıl yüzde 8-9 olsaydı, en az iki veya üç saat enerji
kısıtlamasına gidecektik. Bunu, ben, zaman zaman kamuoyuyla paylaştım, zaman
zaman değerli milletvekillerimle paylaştım. Eğer, bugünden bazı tedbirleri
almazsak, 2006 yılında, bugün yaşadığımız darboğazı yaşayacağımızı da açıklıkla
ifade ediyorum; çünkü, özellikle enerji üretiminde yapılan yatırımlar, kısa
zamanda hemen üretime dönüşmemekte ve yatırım, belirli bir zaman dilimi
içerisinde gerçekleşmektedir. Eğer, şu anda, enerji üretimiyle ilgili olarak
zamanında temeli atılan, özellikle doğalgaz santralları, 2002, 2003, 2006'ya
kadar devreye girecek olan santrallar yapılmamış olsaydı, bugün, gerçekten,
içinde bulunduğumuz ortamda büyük enerji sıkıntısı çekeceğimizi biraz önce de
ifade ettim. 2002 yılında, 5 987 megavat devreye girecek; 2003'te, 1 055
megavat devreye girecek; 2004'te, 3 803 megavat devreye girecek; 2005'te, 2 001
megavat devreye girecek; dikkatinizi çekiyorum, 2006'da 817 megavat devreye
girecek. Barajlarımızdaki su seviyesine
baktığımızda, hepinizin bildiği gibi, uzun zamandan beri kuraklık yaşıyoruz.
Geçen yıl, barajlarımızdan üretilen enerji miktarı 31 milyar kilovat/saattir.
Bu yılsonu itibariyle, 21 milyar kilovat/saat üreteceğimizi tahmin ediyoruz;
yani, sadece barajlardan 10 milyar kilovat/saatlik bir eksimiz var.
Barajlarımızın su seviyesine baktığımızda hiç de iç açıcı durumun olmadığını
görüyoruz. Hepinizin bildiği gibi, Keban, Karakaya, Atatürk Barajları peş
peşedir; dolayısıyla, şu anda, minimum Keban'ın kotu 820 metre, maksimum kot
845'tir. Size, 28 Kasım ile 7 Aralık arasındaki rakamları vermek istiyorum.
Keban'daki durumumuz; 28 Kasımda 98 santimetre suyumuz var; şu anda, 7
Aralıkta, 63 santimetre suyumuz var. Karakaya'ya baktığımızda, 675 minimum kot,
maksimum kot 693; Karakaya Barajında da kullanabileceğimiz su 28 Kasımda 9
santimetre, şu anda 14 santimetre. Atatürk Barajına baktığımızda,
kullanabileceğimiz su 28 Kasımda 13 santimetre, şu anda, 18 santimetre.
Dolayısıyla, şu anda, özellikle termik santrallarımıza ağırlık vermek
suretiyle, Türkiye'de 18 termik santralımızın dünya standartlarının üzerine,
son üç beş ayda yaptığımız çalışma neticesinde, ortalamasını yükselterek, şu
anda, kapasite kullanma faktörünü yüzde 73 ve onun üzerine çıkararak, enerji
darboğazını aşabilme mücadelesinde bulunuyoruz. Eğer, -tekrar ediyorum- bugünden yatırım yapılmadığı takdirde de,
önümüzdeki dönemde büyük enerji sıkıntısının çekilebileceğini ifade etmek
istiyorum. Gebze doğalgaz santralı, İzmir doğalgaz
santralı, Adapazarı doğalgaz santralı ve Ankara doğalgaz santrallarıyla ilgili
yapılan çalışmalarda katkıda bulunanlara, temelini atanlara ve bu gaz
santralları ülkemize kazandıranlara huzurunuzda, tekrar, teşekkür ediyorum. Yıllık yakıt tüketimi, İzmir'in 2,2 milyar
metreküp, Gebze'nin 2,2 milyar metreküp doğalgaz tüketimi, Adapazarı Doğalgaz
Santralının 1,1 milyar metreküp, Ankara Doğalgaz Santralının da 1,1 milyar metreküp. Özellikle Bakanlığımda, gaz politikaları
gündeme geldiği zaman, Mavi Akıma, Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesine, İran Projesine
çok şeyler söylenildi. Bu anlaşmalar olmamış olsaydı, şu anda, 1 megavat...
Ülkemizde, bu işle uğraşan her kim olursa olsun, seslenmek istiyorum; eğer,
çıkışını biliyorlarsa, lütfen, bize iletsinler. Şu anda, 1 megavat yedek
gücümüz yok. Bu doğalgaz santrallarının normal devreye
girişleri mart, nisan, mayıs; ama, bir an önce, enerji kısıtlamasına gitmemek
için, erken devreye almaya çalışıyoruz. Enerji konusunda, bugünden bazı
yatırımları yapmak mecburiyetindeyiz. Şayet, bu santralların temeli atılmamış
olsaydı, biraz önce de tekrarladım, bugün, ülkemizde, enerji kısıtlamasına
gitmek durumunda kalacaktık. Dolayısıyla, doğalgaz konusuna -zaman çok
sınırlı olduğu için- gelmek istiyorum. Mavi Akımla ilgili olarak, 16 milyar
metreküp doğalgaz 2002 yılının ilk yarısında gelecek. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti olarak, maksimum ödeyeceğimiz para 318-320 milyon dolar civarındadır.
2,7 milyar doları, Rusya Federasyonu -biraz önce de milletvekillerim belirtti-
yatırım yapma durumundadır. Eğer, o zaman o anlaşma olmamış olsaydı,
bugün, 6 milyar metreküp doğalgaz çevrim santralında, gazı bularak enerji
üretmemiz söz konusu değildi, ülkemizde de enerji kısıtlamasına gitmek mecburiyeti
vardı. Zaman zaman Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi ile
Mavi Akım Projesi karıştırıldı, birinin doğalgaz, birinin petrolle ilgili
olduğunu... Arkadaşlarımız, belki de, o dönemde, bilerek dile getirdiler; ama,
Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi, son dönemde en iyi ortaya konulan projedir. Hazar
bölgesinin 8 tane şirketi bir araya gelmiş, 2,4 milyar dolar bütçe oluşturmuş,
Türkiye'ye, BOTAŞ'a da "1,4 milyar dolara gel bu projeyi yap"
demişlerdir; BOTAŞ da bu projeyi gayet güzel götürmektedir. Bakanlığımda
çalışan, BOTAŞ'ın Bakü-Tiflis-Ceyhan Proje ekibine teşekkür ediyorum. Temel
mühendislik çalışmaları zamanında bitmiştir, detay mühendislik çalışmaları 19
Haziran 2001 tarihinde başlamıştır, 19 Haziran 2002 tarihinde bitirilecektir.
Ondan sonra, inşaat çalışmaları başlayacaktır ve 2005 yılında, Allah nasip
ederse, bu proje de bitecektir. Ne olacaktır; 50 000 000 ton hampetrol
gelecektir. Türkiye'nin bugün tükettiği petrol ve ürünleri miktarı, 2000 yılı
itibariyle, 31 000 000 tondur. Yılda 50 000 000 ton Ceyhan'a akacak, 1 ve 16
yıl arasında, her yıl için 200 000 dolar geçiş ücreti alınacak; 16-40 yıl
arasında da, her yıl için 300 000 dolar alınacaktır. İran Projesine emeği geçen herkesi yine
kutluyorum. Son derece önemli bir projedir. Yine, o proje olmamış olsaydı...
Büyük ihtimalle şu anda BOTAŞ'ın ekibi oradadır, pazartesi günü gaz almaya
başlayacağız. Doğu Beyazıt-Ankara hattı üç dört ay önce tamamen bitmiştir.
Hatta ve hatta, biz, gerek Mavi Akımla ilgili Ankara-Samsun hattını gerekse
Ankara-Doğu Beyazıt hattını gaz doldurarak yedek depo gibi de kullandık; şu ana
kadar da ""al ya da öde"ye girmedik. Yaklaşık 60 000 000
dolarlık -ekonomideki, özellikle belirli durgunluk neticesinde- yine enerji
tüketiminde olduğu gibi, gaz tüketiminde azalma olduğu halde, "al ya da öde"ye
girmedik, arz ve talep dengesini iyi kurduk. İran'da Bazargan'daki ölçüm
istasyonunda standartlara uygun olduğunu, her iki tarafın teknik elemanları
mutabakat zaptı imzalayarak ortaya koymadığı süre içerisinde, bu gazın
alınamayacağını İran tarafına açıkça belli ettik. Büyük ihtimalle, pazartesi
günü veya en geç önümüzdeki hafta içerisinde buradan da gaz almaya
başlayacağız. Değerli arkadaşlarım, zaman çok kısıtlı
olduğu için şunu söylemek istiyorum: Tabiî ki, Devlet Su İşleriyle ilgili,
arkadaşlarımız çok önemli konulara değindiler. Su ve toprak kaynaklarının
geliştirilmesi amacıyla yapılan yatırımların büyük bir bölümü, hepinizin
bildiği gibi, Devlet Su İşleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü, yatırım programı enerji sektörü kapsamında yer alan
projelerden, 2001 yılında Beyköy HES'in 3 üncü ünitesi, Yenice HES'in 2 nci ve 3 üncü üniteleriyle Dicle Barajının
2 nci ünitesini devreye almıştır. Bilecik-Kızıldamar, Erzurum-Palandöken ve
Denizli-Gökpınar Barajlarında su tutulmaya başlanmıştır. Programa yeni alınacak
projeler hariç, kuruluşun 2002 yılı yatırım programında yer alan 293 adet büyük
su işleri projelerinden 11 adet projenin 2002 yılında tamamlanması
planlanmıştır. Halen inşaatları sürdürülen 24 adet baraj ve HES'lerden, Batman
Barajı ile Mercan HES'in tüm ünitelerinin 2002 yılı içerisinde enerji üretimine
alınması planlanmıştır. 26 adet baraj, yeterli finansman temin edildiği
takdirde 2002 yılında tamamlanabilecektir. Tabiî ki, masanın her iki tarafında oturduğumuz
için doğruları söylemek lazım. Enerji Bakanlığına verilen ödeneklerin hiçbiri
yeterli değildir, son derece yetersizdir; ancak, içinde bulunduğumuz ekonomik
kriz nedeniyle, bize tahsis edilen ödeneklerin en iyi şekilde kullanımına, ben
ve bürokrat arkadaşlarım azamî özeni göstermek durumundayız; çünkü, bugün
çekilen ekonomik sıkıntının, yılların bugüne getirdiği birikimin neticesi
olduğuna içtenlikle inanmaktayım. Kuruluşun programında yer alan büyük su
işleri, küçük su işleri, yeraltı sulamaları ve yerüstü sulamaları projeleri
hızla sürdürülmektedir. Hükümetlerarası ikili işbirliği çerçevesinde, kredili
olarak yapımı ele alınan 29 adet baraj ve hidroelektrik santralın toplam kurulu
gücü 7 719 megavat, ortalama yıllık üretim ise yaklaşık 26 milyar kilovat/saattir.
Bu model çerçevesinde Avusturya, ABD, Kanada, Rusya, Fransa, Norveç ile ikili
işbirliği projeleriyle ilgili çalışmalar çeşitli aşamalarda sürdürülmektedir.
Bu model kapsamına GAP projelerinin de alınması kararlaştırılmıştır. Tarım, enerji, içmesuyu, kullanma ve
endüstri suyu teminiyle, çevre sektörlerinde bu kadar önemli ve hayatî görevler
sürdürmekte olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün bu faaliyetlerinin yürütülmesi bakımından, 2002 yılında öngörülen
ödeneğin -biraz önce söylediğim gibi- yetersiz olduğunu; ancak, bu ödeneklerin
zamanında ve mümkün olduğu kadar isabetli projelerde kullanılmasında, gerek
Genel Müdürlüğümüz gerekse Bakanlığımız aşırı hassasiyeti göstermektedir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün, 2002
yılı yatırım bütçesi gerçek ihtiyacı, tarım sektöründe 3 katrilyon 818 trilyon
lira, enerji sektöründe 2 katrilyon 918 trilyon lira, hizmetler sektöründe 706
trilyon lira ve çevre sektöründe de 508 milyar lira olmak üzere, gerçekten
-biraz önce milletvekillerim de ifade ettiler- 7 katrilyon lira civarındadır;
ancak, bu ödeneğin, tabiî ki, yüzde 45 civarında olan bölümü verilmiştir.
Dolayısıyla, bu ödenekle, elimizden geldiğince hizmetlerimizi arzu edilen
seviyede sürdürmeye çalışacağız. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, artık
bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, nükleer santral projesini gündeme
getirmek mecburiyetindeyiz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; size de
küçük bir süre veriyorum, lütfen süratle toparlayın. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ
ÇAKAN (Devamla) - Neden mecburiyetindeyiz? Bugün, 10 milyar kilovat/saat, geçen
seneye nazaran hidroelektrik santrallarımızdan az enerji alacağımızı söyledik.
Seneye yağmur yağmadı, bu enerjiyi de alamadık. Ee, yağmur yağmadı, ne yapalım,
ülkemizi enerjisiz bırakma durumunda olabilir miyiz; olamayız. Dünyaya baktığımızda, nükleer santral
projelerini biraz irdelediğimizde, çok az, öz bilgi vermek istiyorum. Dünyada, şu an, 438 ünite işletmede; 31
ünite inşaat halinde. Dünyada kullanılan nükleer enerjinin içerisinde, gelişmiş
ülkelerin enerji üretimindeki payı yüzde 83, elektrik üretiminde nükleer pay,
gelişmiş ülkelerde, Fransa'da yüzde 76, Japonya'da yüzde 34, Almanya'da yüzde
31, ABD'de yüzde 20. Kendi kaynaklarımızı -gerek katı yakıtımız
olsun gerek su kaynaklarımız olsun- bir an önce enerjiye dönüştürebilmek için
yatırım yapmada, hükümetimizin, devletimizin, dolayısıyla kaynakların yetersiz
olduğu hepimizce malum. Biz, yabancı yatırımcıyı ülkemize çekme
mücadelesini vermek mecburiyetindeyiz. Enerji yatırımlarını, zamanında, Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının ortaya koyduğu şekliyle, eğer, diğer kurumlar
ve bakanlıklar -açık söylüyorum, hiç kimseyi de burada incitmek istemiyorum-
kabul etmiş olsalardı, bugün içerisinde bulunduğumuz durumda olmazdık. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, benden önceki Bakanım Sayın Cumhur Ersümer'in,
ondan önceki bakanlarımızın -her kim olursa olsun- ortaya koydukları projeler
isabetli projelerdir; ama, maalesef, siyasî rant alabilmek için belki, bu
projelerin yanlış olduğu söylenmiştir. Bu doğru değildir. Projelerin
uygulanmasında yapılan bir hata varsa, hep beraber onun karşısında olmak
mecburiyetindeyiz; ama, proje doğruysa, ülkemizin menfaatı için de, bu projeyi
desteklemek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla, 2002 yılı başlangıcında,
nükleer santral projesiyle ilgili olarak, kamuoyu nezdinde bunu tartışmak,
doğruları ortaya koymak, dünyada gelişmiş ülkelerin bu proje üzerindeki
düşüncelerini net bir şekilde kamuoyumuza yansıtmak ve nükleer enerjiyle ilgili
projeyi ve yapımı yavaş yavaş başlatmak lazım diyorum, Sayın Başkanın da
hoşgörüsüne sığınıyorum, hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Bütçenin aleyhinde olmak üzere, Niğde
Milletvekili Sayın Mükerrem Levent; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçe kanun tasarısı Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı bütçesi aleyhinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sözlerimin başında, madencilik sektöründe,
bu kürsüde defalarca uğraş veren Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'e acil
şifalar diliyorum ve dualarım onunla olsun diyorum. Ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışına
paralel olarak, çeşitli sektörlerde giderek artan su ihtiyacının
karşılanmasında ortaya çıkan sorunlar ve darboğazlar, kamuoyunun uluslararası,
millî ve yerel ölçeklerdeki ilgisini sonlu bir kaynak olan suya ilişkin teknik,
ekonomik, hukukî ve ticarî konular üzerinde, yoğun bir şekilde çekmeye
başlamıştır. Bir ülkenin kalkınmasında düşünülmesi
gerekli unsurların başında, o ülkenin kendi, öz kaynaklarının öncelikle
kullanılması, dışa bağımlılığın
azaltılması gerekmektedir. Hidrolik enerji de bu kaynakların en önemlisidir.
Ülkemizdeki termik ve hidrolik kaynaklardan ekonomik koşullarda üretilebilecek
yıllık enerji miktarı 250 milyar kilovat/saattir. Bunun yarısı hidroelektrik
potansiyeldir. 2000 yılı sonu itibariyle hidroelektrik kapasitenin yüzde 43'ü
kullanılmış olacaktır. Türkiye'de yıllık hidroelektrik potansiyel kullanma
oranı yüzde 34'tür. Görülüyor ki, Türkiye, akarsularının ancak
yüzde 34'ünü kullanabilmekte, geriye kalan yüzde 66'sı, enerji alınmadan
denizlere boşalmaktadır. Gaz projelerini hayata geçirmek için entrikalara hiç
gerek yoktur. Pahalı enerji kullanmayı reddediyoruz. Gaza bağımlılığın
Türkiye'yi nereye götüreceği bellidir. Bizim ileriye dönük kalkınmamızda
hidroelektrik santral vazgeçilmezdir. Bugün, Türkiye'de, sulama alanlarının
büyük bir bölümü yeraltı sularıyla yapılmaktadır. Buna karşılık, 1954 yılından
itibaren bütün su yapılarına harcanan paranın döviz bazındaki toplam değeri 30
milyar dolar düzeyindedir. Sanırım, bu rakamlar bile, konunun ne ölçüde ihmal
edildiğini ve uğradığımız ekonomik kayıpların boyutlarını ortaya koymaya
yeterlidir. Bugüne kadar gerçekleştirilen kapasiteyle
hızla devam edilirse, Devlet Su İşleri ve Enerji Bakanlığının sorumluluğundaki
işlerin altmışdört yılda, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün sorumluluğundaki
işlerin ise kırkiki yılda tamamlanacağı tahmin edilmektedir. Bu hızla
yürütülecek sulama ve enerji projeleri, tarımda istihdam edilen nüfusun daha
uzun yıllar yoksulluk içerisinde yaşamasına sebep olacak ve refahın tabana
yayılmasını engelleyecektir, sosyal ve ekonomik yapıda onarılmaz tahribatlar
açacaktır. 1990'dan sonra, hidroelektrik santral
projelerinin yap-işlet-devret modeliyle yapılmasına öncelik verilmişse de,
mevcut kanun ve uygulamalar çerçevesinde, birkaç küçük proje dışında uygulamaya
geçirilmemiş ve bugün gelinen noktada ise tamamen tıkanmıştır. Sayın milletvekilleri, ülkemizin
geleceğini engelleyecek politik hataların yapıldığı günümüzde, enerjiyle ilgili
çarpıcı gelişmeler yaşanmıştır. Sayın Enerji Bakanımız ve Sayın Kemal Derviş'in
24.10.2001 tarihinde birlikte imzaladıkları protokolle, yap-işlet-devret ve
işletme hakkı devri projelerin üzeri çizilmiş ve Türkiye'nin yerli ve yabancı
yatırımcıya karşı saygınlığı yok edilmiştir; Türkiye, yılda, en az 1,5 milyar
dolar zarara uğratılmıştır. 21-24 Ekim 2001 tarihinde Arjantin'de yapılan
enerji kongresine katılıp, dünyanın her bir yanından gelen yetkililer ve
düzenleme kurulu üyelerinin uygulamada yaşadıkları sıkıntıları
dinleyebilselerdi, duyabilselerdi, belki, küreselleşmenin ne olduğunu
anlayabilmiş olurlardı ve şu andaki hatalar yapılmazdı. Madencilik sektöründe yatırım yapılmamış
olması, termik santrallardaki üretim kaybına sebep olmuştur. 2005 ve 2025
yılları arasında, ekonomik olduğu saptanan 122 milyar kilovat/saat hidroelektrik
potansiyelinin hemen hemen tamamının kullanıldığı ve yenilenebilir enerji
payının dönem içinde yüzde 36'dan yüzde 26'ya düştüğü bilinen ve elektrik
üretiminde kullanılan 110 milyar kilovat/saat linyit rezervlerinin kullanıldığı
ve yerli üretime dayalı üretimin yüzde 20'den yüzde 13'e düşeceği, ithal kömüre
dayalı üretimin de yüzde 2'den yüzde 10'a çıkacağı bilinmektedir. Doğalgaza dayalı enerji üretiminin payının
da yüzde 34'ten yüzde 40'a çıkacağı düşünülüyor. Bu da gösteriyor ki, dolara ve
doğalgaza bağımlı hiçbir yere gidilmez. Yerli kaynaklarımıza, madenlerimize
sahip çıkmalıyız. Ülkemizde, bilinen kömür rezervi 8,3
milyar ton, yıllık üretimimiz ise 66 milyon ton civarındadır. Üretimin yaklaşık
53 milyon tonu termik santrallarda, 13 milyon tonu da ısınma ve sanayi amaçlı
olarak kullanılmaktadır. Ne hikmettir ki, yerli kömürü bırakmışız, 1999 yılında
14 milyon ton kömür ithal etmişiz. Madencilik sektöründe, yapılanma ve
mevzuattan doğan birçok sorun vardır. Madencilik faaliyetleriyle ilgili
ruhsatlar Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı tarafından verilmekte, ancak,
işletme faaliyetlerine geçebilmek için 10 ayrı bakanlığın 22 ayrı biriminden
izin almak gerekmektedir. Maden ruhsatları alındıktan sonra diğer
bakanlıklardan alınacak izinlerin çokluğu yatırımcıların sektöre girmesini
olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, bilimsel temele dayanmayan doğal SİT alanı
uygulamaları, kaynakların ekonomiye kazandırılmasını da önlemektedir.
Madencilik sektörünün riskinin yüksek olması ve desteklenmesi gerekmesine
rağmen, vergi yükü diğer sektörlerden yüzde 15 oranında daha fazladır. Çevre
Bakanlığı tarafından uygulanan
yönetmeliğe göre, arama ruhsatı safhasında dahi ön ÇED raporu talep edilmesi,
madenciliği durma noktasına getirmiştir. Henüz hangi madenin bulunacağı belli
olmayan bir saha için ön ÇED raporu talep edilmesi, gereksiz süre kaybı,
gereksiz bir maliyet artışı getirmektedir. Mevcut fonlar arasında Kurumlar Vergisine
ve Gelir Vergisine tabi tek fon Madencilik Fonudur. Ödenen vergiler nedeniyle
fon bütçesi daha da zayıflamaktadır. Türkiye'de madencilik faaliyetleri yüzde
80 oranında kamu kurum ve kurumlarınca yapılmaktadır. Ruhsatlarda alan
sınırlaması olmadığı için, büyük kayıp alanları kamu kesimince kapatılmış olup,
faaliyet yapılamamaktadır. Taşocakları Nizamnamesine tabi olan taş,
kum, kil, halen il özel idareleri tarafından ruhsatlandırılmakta olduğundan,
ruhsat çalışmaları denetimi ve güvenliği büyük sorunlar yaratmaktadır.
Madencilik sektöründe bugüne kadar yapılan özelleştirmeler genelde başarılı
sonuçlar vermemiştir. Özelleştirilmesi mümkün görülmeyen KİT'ler rehabilite
edilmelidir ve her kurum kendi içerisinde özelleştirmeye hazırlanmalıdır.
Kömür, demir ve şimdi de krom sektörü ciddî bir haksız rekabetle karşı
karşıyadır. 8,3 milyar ton kömür rezervimize karşı, üretim 66 milyon ton
civarındadır. Hava kirliliği bahane edilerek ithal kömürün izni verilmiş ve
kesinlikle yerli kömür üretimine uygulanan vergiler neticesinde yerli kömürün
ithal kömürle rekabet etmesi imkânsız hale getirilmiştir. Termik santrallarda
ise, sadece kamu tarafından üretilen kömür kullanılmaktadır. Bütün bu faktörler, üretimin azalmasına
neden olmuştur. Enerjinin yüzde 40'ını sağlayacak kadar kömür bulunan
ülkemizde, kömür yanında, birçok madenimizin de dünyada söz sahibi olmasına
rağmen, bu kadar madenlere sahip olan bir ülkede bu sıkıntıların hepsi birlikte
oluşmuştur. Sayın milletvekilleri, elektrik,
madencilik ve suyuyla birbirine bağlantılı olan bu projelerin hidroelektrik
santrallarıyla, bir an önce, özkaynaklarımıza dönerek hayata geçirmemiz
gerekmektedir. Gaza bağımlılığın Türkiye'yi nereye
götüreceği bellidir. Bizim ileriye dönük kalkınmamızda hidroelektrik santrallar
vazgeçilmezdir. İkincisi, rüzgâr enerjisi santrallarıdır. Türkiye'de rüzgâr
haritaları çıkarılarak yatırımlar yapılmalıdır. Üçüncüsü, Türkiye'de çok
kaliteli linyit kömürleri bulunmaktadır. Termik santrallarda kullanılan
kalitesiz kömürden elde edilen enerji de pahalıya gelmekte ve çevre kirliliği
de yaratmaktadır. Dördüncüsü de, Türkiye, nükleer santrallardan
vazgeçmemelidir. Nükleer enerji, ucuza elektrik üretimi demektir. Kesinlikle madencilik için ayrı bir
bakanlık olmalıdır. Türkiye'de maden arama çalışmalarını geliştirmemiz gerekir.
Türkiye ihracatını 2 katına çıkarmamız
için, ithalatı ikiye katlamamamız gerekmektedir. Üretimin en büyük girdisi olan
elektriği, siz, 7-8 sentlerde kullanırsanız, dünya pazarlarında emsal ürünlerle
mücadele edemezsiniz. Bu fiyatları, 2,5-3 sente çekmelisiniz. Sayın milletvekilleri, şu anda, Türkiye
üzerinde, ödeneksizlik nedeniyle bekleyen birçok barajımız vardır ve bunlar
ihmal edilmiştir. Türkiye'de, elektrik üretiminde, Rusya'dan ithal edilen gazın
büyük payı olduğunu söyleyip, elektriğimizi yok diye bahane etmek ihmal olur.
Türkiye, millî ekonomisini motive ederken kendi özkaynaklarını kullanmak
zorundadır. Türkiye'de, artık, ihtisaslaşmış
işkollarıyla ayakta kalan, ekonomisini tesis eden ve iş camiasında
ihtisaslaşmış bir topluluk oluşacağı görülmektedir. Kriz erirken, büyüme ve
gelişme kendini göstermeye başlamıştır. 57 nci hükümet, yukarıda saydığım
konularda suiistimal ettirilmezse, geleceğin iyi olacağını düşünüyorum. Bu nedenle, yaklaşan kadir gecesini ve
ramazan bayramını kutluyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve
ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Levent. Sayın milletvekilleri, böylece, onikinci
turdaki bütçeler üzerinde konuşmalar bitmiştir. Şimdi, soru bölümüne, en zor tarafına
geldik. Zor olmasının nedeni, talep fazla; biz de zamana sığdırmak zorundayız.
Tabiî, aslında, cihaza giren arkadaşlarımız saniye farkıyla girmişlerdir;
burada, sondaki arkadaşlara biraz haksızlık oluyor. Efendim, yalnız, sorulara geçmeden önce,
Erzincan Milletvekilimiz Sayın Sebahattin Karakelle'nin, Turizm Bakanından;
Ağrı Milletvekilimiz Sayın Nidai Seven'in, Turizm ve Enerji Bakanlarından;
Antalya Milletvekilimiz Sayın Mehmet Baysarı'nın, Turizm Bakanından; Diyarbakır
Milletvekilimiz Sayın Selim Ensarioğlu'nun, Turizm Bakanı ve Enerji Bakanından;
Bolu Milletvekilimiz Sayın İsmail Alptekin'in, Turizm Bakanından ve Enerji
Bakanından, yazılı olarak Başkanlığımıza intikal etmiş soruları vardır.
Bunları, Sayın Bakanlara veriyorum ve en kısa zamanda cevaplandırmalarını
diliyorum. Şimdi, soru sorma işlemine başlıyoruz. Biliyorsunuz, soru ve cevap işlemi için
süre 20 dakika. Sayın Aktaş sırasını Sayın Seyda'ya
vermişti. Buyurun Sayın Seyda. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Kısa ve öz... Rica ediyorum...
Öteki arkadaşlara da sıra gelsin. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın
Başkanım, delaletinizle, Enerji Bakanımızdan aşağıdaki sorularımın cevabını
talep ediyorum. Birinci sorum: Dicle Nehri üzerinde yer
alan Cizre Barajı ve hidroelektrik santralı 2002 yılı yatırım programına alınmış
mıdır? Projelendirme çalışmaları ve ihale işlemi hangi aşamadadır? İkinci sorum: Silopi Ovasını sulayacak
olan Çağlayan Barajı ne zaman işletmeye açılacaktır? Silopi termik santralı
projesi hangi aşamadadır? Üçüncü sorum: Şırnak TEDAŞ İl Müdürlüğünde,
personel yetersizliği nedeniyle, hizmetler aksamaktadır. Yeni personel ataması
yapmayı düşünüyor musunuz? Dördüncü ve çok önemli olan bir sorum:
Ülkemizde serbest piyasa ekonomisi uygulanmakta iken, Habur sınır kapısında
TPİC'in haksız kazanç ve tekelci uygulamalarını ne zaman kaldırmayı
düşünüyorsunuz? BAŞKAN - Teşekkür ederim. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Efendim,
Turizm Bakanına bir sorum var. BAŞKAN - Biraz acele edin... ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın
Bakanım, bölgemizin çok eksi bir tarihe sahip olması, değişik inanç, kültür ve
medeniyetlerin beşiği olması, bütün dinlerin kabul ettiği Nuh Peygamberin
türbesinin Cizre İlçemizde bulunması nedeniyle, ilçemizin inanç turizmi
kapsamına alınması konusunda bir çalışmanız var mı; yoksa, bu konuda bir
çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Ünal, buyurun efendim. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Turizm Bakanı
Sayın Taşar'a soruyorum: 1- SİT alanı, Kültür Bakanlığının konusu;
ama, turizmle iç içe bir konu. Antalya-Belkıs'ta Aspendos var, turistler
geliyor; ama, orada yaşayanlar SİT alanı nedeniyle bu imkândan faydalanamıyor.
Acaba, SİT alanı konusunda Kültür Bakanlığıyla diyalog başlattınız mı? 2 - Kemik erimesine faydalı, fosfor
deposu, doğal ve lezzetli alabalığı, dünyanın en zengin bitki örtüsü, balı ve
güzel insanlarıyla Tunceli'nin Munzur Çayı ve çevresindeki turistik tesisler
için Bakanlığınızın çalışması var mı? 3 - Ermeni diasporası, Ağrı Dağına çok
önem verip, Hollywood'da film çevirirken, bizim için maddî ve manevî önemi çok
fazla olan Ağrı Dağının turizme açılması konusunda çalışmanız var mı? Enerji Bakanımız Sayın Çakan'a sormak
istiyorum: 45 derece sıcaklık, yüzde 90, yüzde
100'lerde nem oranıyla, elektrik kesintileri ya da enerji yetersizliği
nedeniyle klimaların ve asansörlerin çalışmadığı, turizmde marka olan Antalya
için özel bir çalışmanız var mı? Türkiye'nin yeraltı kaynaklarının daha
efektif ve daha rasyonel kullanılması için programınız nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Yavuz, buyurun efendim. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, ilimle ilgili, Sayın Enerji Bakanına bir sorum olacaktır. Konya Ovasının sulanması GAP projeleri
kadar önemlidir. Bu amaçla, 1994 yılında programa alınan Konya-Hadim-Göksu Mavi
Tünel Projesi dört defa ihale edildi; ancak, bir türlü ihalesi gerçekleşemedi.
Son ihalesinin sonucunun açıklanması birbuçuk yıl sürdü ve projenin ihalesi
iptal edildi. 17 kilometre uzunluğunda, 4,5 metre
çapında, Türkiye'nin Urfa tünellerinden sonra ikinci büyük sulama tüneli
projesi olan bu proje, 100 000 hektar sulanmayan alan sulayacaktır. Konya
ovalarının can damarı olan bu proje ne zaman ihale edilecektir? Geçmişte
kredili olarak ihaleye çıkan bu proje, yine, kredili olarak ihale edilecek midir? Arz ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Yaman, buyurun efendim. MUSTAFA YAMAN (Giresun) - Sayın Başkanım,
Sayın Turizm Bakanımdan, ilimle ilgili aşağıdaki sorumu cevaplandırmasını
istiyorum. Sayın Bakanım, Giresun, yayla turizmine
elverişli bir ilimizdir. Son yıllarda yayla turizmine verilen önemi biliyoruz,
sizin de bu konuda duyarlı olduğunuzu biliyoruz. Giresun yayla turizmiyle
ilgili çalışmalarınız var mıdır; varsa, ne zaman hayata geçirmek istiyorsunuz? İkinci sorum, Sayın Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanıma. Karadeniz, hem yaz aylarında ve hem de kış
aylarında rüzgârı eksik olmayan bir bölgemizdir. Sayın Bakanım, bugün mevcut
olan enerji darboğazından geçilebilmesi için, mevcut olan kaynakların yanına,
destekleyici bir mahiyette, Karadenize rüzgâr reaktörü yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Taşkın, buyurun efendim. MÜKREMİN TAŞKIN (Nevşehir) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım. Sayın Turizm Bakanımıza sorularımı arz
ediyorum: Soru 1- Bakanlığınız tarafından, dünyanın
sekizinci harikası Peri Bacalarının bulunduğu Nevşehir İlinin tanıtımı için bir
çalışma yapılmış mıdır? Ne kadar turizm yatırımı yapılmıştır? Şu ana kadar
Nevşehir'e gelen yerli ve yabancı turist sayısı nedir? 2- Nevşehir'de turizm bölgesi dışında olan
belediyelere Turizm Bakanlığı kaynaklarından para aktarılmış mıdır; aktarılmış
ise, hangi belediyelere ne kadar para aktarılmıştır? 3- Turizmde haksız rekabetin önüne geçmek
için ne gibi tedbirler düşünülmektedir. Enerji Bakanımıza sorularım: 1- Nevşehir ve Niğde, patates üretiminde
iki ana merkez. Akarsu yok, yeraltı suları 200 metreden elektrik enerjisiyle
çekilerek sulama yapılmaktadır; bu da, tarımsal üretimin maliyetini
artırmaktadır. Üreticilerimizin 1998'den beri biriken elektrik paraları var; bu
paralara uygulanan faizler çok yüksek... BAŞKAN - Sorun... Rica ediyorum, soru...
Soru soracak çok arkadaşımız var; soru, rica ediyorum... Yorum yapmayın. MÜKREMİN TAŞKIN (Nevşehir) - Lütfen,
efendim... Sorumu soracağım, lütfen Başkanım... BAŞKAN - Buyurun devam edin, yorum yok. MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Daha dün öyle
soruyordun Kamer Bey, yani, şimdi böyle mi oluyor?! Burada otururken öyle
değil; ama, oraya çıkınca değişik oluyor. Olur mu?! BAŞKAN - Buyurun efendim, rica ediyorum... MÜKREMİN TAŞKIN (Nevşehir) -
Çiftçilerimizin bu yüksek faizle daha da yükselen paraları bir anda ödemeleri
mümkün değildir. Nasıl bir ödeme kolaylığı sağlamayı düşünüyorsunuz? 2- TEDAŞ'ın Nevşehir'de planlanmış
yatırımı var mıdır; varsa, proje değeri nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Şimşek, buyurun efendim. ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) - Sayın Başkanım,
teşekkür ederim; aracılığınızla, Bakanlarımıza aşağıdaki sorularımı sormak
istiyorum. Enerji Bakanımıza: Sayın Bakanım, ilimizde sulu tarım
açısından önem arz eden, çiftçimizi yakından ilgilendiren, 1965 yılından beri
devam eden Meriç Taşkın, 1986 yılından beri devam eden İpsala ikinci merhale
hattı, 1995 yılında programa alınan Koyuntepe ve Hamzadere Barajları ile projesi
bitmiş Çakmak Barajının yapımının, bu bütçe imkânlarıyla bitirilemeyeceği
aşikârdır. Dış finansman bularak bitirmeyi düşünüyor musunuz? Turizm Bakanımıza: 1- Sayın Bakanım, Selçuklu ve Osmanlı
eserlerinden oluşan tarihî mirasa sahip illerimizden Edirne, Niğde, Amasya için
önümüzdeki yıl inanç turizmi kapsamında neler planlıyorsunuz? 2- Edirne, Amasya ve Niğde İllerimizin
tanıtımı ve turizminin geliştirilmesi için Bakanlığınızın hangi çalışmaları
vardır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Seven, sorularınızı yazılı sorduk... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Hakkımı başka bir
arkadaşa devrediyorum. BAŞKAN - Kime?.. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yani, kim olursa
olsun... BAŞKAN - Peki, o zaman müteakip arkadaş... Sayın Tunç, buyurun efendim. AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. Sayın Turizm Bakanına: Hazar Gölü, temiz
kalabilen, mavi bayrak alan bir gölümüz; ancak, son yıllardaki hızlı yapılanma
dolayısıyla kirleniyor. Acaba, bu kirliliğin önüne geçebilmek için,
Bakanlığımızın bir çalışması olacak mı? Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
sorularım olacak. İran doğalgaz petrol hatlarından, Elazığ
ve Malatya'ya, eşzamanlı olarak doğalgaz verilecek mi; ne zaman vermeyi
düşünüyorsunuz? Bir başka sorum: 1998 yılından beri yatırım
programına alındığı halde, az miktarda ödenek konduğu için ihalesi yapılamayan,
Kanatlı sulama projesini hayata geçirmeyi düşünüyor musunuz? Aynı zamanda,
Baltaşı sulama barajı ve Hatunköy sulama barajlarını yapmayı düşünüyor musunuz? Son sorum: Sekiz yıldan beri devam eden
Kuzova projesinin bir an önce bitirilebilmesi için ödenek artırmayı düşünüyor
musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Göksu, buyurun. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Müsaadenizle,
Sayın Enerji Bakanına sormak istiyorum. Mavi Akım Projesi ana sözleşmesinde, 2000
yılında sevkıyat başlanacaktı; ama, yaptığınız sunuş konuşmasında, 2002 yılında
devreye alınacağını söylüyorsunuz; bu gecikmenin sebebi nedir? Rusya'nın
yapacağı, Karadeniz altındaki hat, hangi safhadadır? Bu gecikmeden dolayı,
Rusya, herhangi bir bedel ödeyecek mi? Yine, bu anlaşma, biliyorsunuz al veya öde
şartıyla yapılmıştır; yani, gazı almasak da veya alıp kullanmasak da parayı
ödemek durumundayız. Aldığımız gazın dağıtımını ve satışını sağlayabilmemiz
için, bu gazı vereceğimiz illerin altyapısının yapılması lazım. Hangi illere
altyapısı yapıldı; hangi safhada, bunları öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Göksu. Sayın Şen, buyurun. ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkanım, ilk
sorum, Sayın Turizm Bakanımıza. Bursa'nın tarihi ve turistik ilçesi olan
İznik İlçemizi ve tarihi köyü olan Cumalıkızık Köyünü, turizm bölgesi ilan
etmeyi düşünüyor musunuz? Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımıza: Bursa-Yenişehir-Boğazköy, Bursa-Nilüfer ve
Bursa-Çınarcık Barajlarının 2002 yılı yatırım ödeneği ne kadardır? Bu barajlar,
bu ödeneklerle, kaç yılda bitirilebilecektir? Bursa'da yapımları devam eden 15
civarındaki göletin 2002 yılı ödenekleri ne kadardır? 2002 yılında bu
göletlerin hangilerinin bitirilmesi planlanmaktadır? Son sorum: Enerji dağıtımında meydana
gelen ve dünya ortalamasının çok üzerinde olan kayıpları önlemek için ne gibi
tedbirler alıyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ensarioğlu, soru hakkını Sayın
Yıldırım'a devretmiştir. Sayın Yıldırım, buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın
Başkan, delaletinizle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızdan sormak istiyorum: 1-Belediyelerin TEAŞ'a olan elektrik
borçlarından faizleri kaldırarak ana borcu taksitlendirmeyi düşünüyor musunuz? 2-Tarım sulaması nedeniyle TEAŞ'a borcu
olan sulama birlikleri ile çiftçilerin gecikmiş faizlerini kaldırarak
taksitlendirmeyi düşünüyor musunuz? Bir sorum da, Sayın Turizm Bakanımızdan:
Eskişehir, Frigya Vadisi, Yazılıkayası ve Pessinus Şehri ve kaplıcalarıyla, tam
bir turizm bölgesidir. Bu özelliklerine göre, Eskişehir'i turizm bölgesine alma
çalışmalarınız var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Yıldırım?.. Yok. Sayın Pamukçu?.. Yok. Sayın Parlak, buyurun. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkanım,
ilkin, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından iki sorum olacak. Sayın Bakanım, 1999'da, ABD'yle ikili
anlaşmalar çerçevesinde, Hakkâri Barajı karara bağlanmış ve 2001 Ağustos ayında
da kredi sözleşmesi imzalanmıştır, kesin proje başlatılmıştır. Bu kesin proje
ne zaman bitecek ve gerçekten, bölge halkı çok merak ediyor, inşaat ne zaman
başlatılacak, kazma ne zaman vurulacak? İkinci sorum: Yıllardan beri ihale edilmiş
bulunan Yüksekova-Dilimli Barajı için, 2002 yılında ne kadar ödenek
ayrılmıştır; ki, ayrılan ödeneğin yetersizliği bir gerçek. Yabancı kredi
teminiyle bu tür projelerin bitirilmesi konusunda bir çalışmamız var mıdır? Turizm Bakanına da bir sorum olacak:
Terörden sonra -ki, geçmişte çok büyük bir potansiyel taşıyan- Van Gölü
havzasındaki turizmi canlandırma yönünden, hem tanıtım hem de destekleme
açısından bir projemiz veya çalışmamız var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Büyükerman?.. Yok. Sayın Seyda?.. Sordular. Sayın Aslan?.. Yok. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın
Başkan, süre doldu... BAŞKAN - Efendim, biraz müsamaha
gösterelim... Ne olacak yani?.. Arkadaşlarımız sorularını sorsunlar. Anladım
da... Yani, dün ve evvelki gün, yarım saat fazla soru sordurdunuz. Rica
ederim... SALİH DAYIOĞLU (İzmir)- Siz
yapıyorsunuz... BAŞKAN - Sayın Azmi Ateş?.. Yok. Sayın Sezal?.. Yok. Sayın Çelik, buyurun efendim. Süratli sorarsanız... Öteki
arkadaşlarımıza da sıra gelsin. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım,
benim sorum Turizm Bakanımız Sayın Taşar'a. Sayın Bakanım, İstanbul Ticaret Odası, Van
Akdamar Adasında bulunan Akdamar Kilisesinin onarılması için 1 milyon dolar
para ayırdı; ama, aradan geçen iki ikibuçuk yıla rağmen, bir türlü bürokratik
işlemler aşılamadı ve bu tamirat yapılamadı. Van, çok önemli bir turistik
bölgemizdir. Bu tamirat işini siz yapmayı düşünüyor musunuz? Bu konudaki
tavrınız nedir efendim? BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Alptekin?.. Yazılı olarak
vermişler... ASLAN POLAT (Erzurum) - Biz de yazılı
olarak verebilir miyiz? BAŞKAN - Sayın Demir?.. Yok. Sayın Kaya, buyurun efendim. SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Başkan,
delaletinizle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızdan istirhamım, bölgemizin
Kura Nehri Projesiyle ilgili; kendisine daha evvel arz etmiştim, ciddî bir
projedir. Bölgenin tarım sektörüyle uğraşısı nedeniyle, 4 barajımız var; sulama
ve enerji barajımız. Bunun, 2002 yılı projesinde kapsama alınması noktasında,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızın himmetine bölgemizin çok ciddî bir
şekilde ihtiyacı vardır. Bunu, özellikle arz ediyorum. Tabiî, daha önemlisi, yeraltı
zenginliklerimizle ilgili. Türkiye'nin 2 trilyon dolarlık bir yeraltı
zenginliği var; ancak, bunun binde 1'ini kullanabilme şansını haiziz; fakat,
ithalat noktasında da, maalesef, bunun 2 katını, Türkiye, girdi olarak
kullanıyor. Yeraltı zenginliklerimizle ilgili çok ciddî bir çalışmanın
serdedilmesi gerektiğine Sayın Bakan işaret buyuracaklardır diye umuyorum. Ayrıca, doğalgaz çevrim santralıyla
ilgili... BAŞKAN - Soru lütfen... Soru... SAFFET KAYA (Ardahan) - ...Ardahan
İlimizde bir rafineri kurulması noktasında bir çalışmanız var mı? Ankara Milletvekilimiz Saffet Arıkan
Bedük'ün söz istemi noktasında talebi olduğu için, onun sorusunu, bana iletmiş
olduğu nottan arz ediyorum: Şereflikoçhisar'da devam eden, etüt ve proje
çalışması bitmiş olan Peçenek Sulama Projemize ödenek konulması noktasında
Bakanlığın bir takdiri var mı? Saygı sunuyorum. İnşallah, Ardahan'la
ilgili bir müjde verecektir Sayın Bakanım. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Son olarak, Eyüp Doğanlar'a söz veriyorum. Buyurun efendim. EYÜP DOĞANLAR (Niğde) - Sayın Başkanım... BAŞKAN - Pardon, kayboldu herhalde... HASAN AKGÜN (Giresun) - Biz de söz
istedik!.. ASLAN POLAT (Erzurum) - Herkese söz verin,
ne olacak yani... BAŞKAN - Arkadaşlar eğer tepki
göstermiyorlarsa, şurada çok az arkadaşımız kaldı. Arkadaşlar, 5 dakika süreyi
uzatalım ne olacak... 5 dakika daha müsaade ederlerse arkadaşlarımız... ASLAN POLAT (Erzurum) - Tabiî... Tabiî... BAŞKAN - Sayın Vursavuş; buyurun. Eyüp Doğanlar'a da söz vereceğim. İSMET VURSAVUŞ (Adana) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım. Enerji Bakanımıza sorumu yöneltiyorum. Adana'nın Tufanbeyli
İlçesi sınırlarında tesisi düşünülen ve tamamen yerli kaynaktan Tufanbeyli
linyit yataklarından beslenecek Tufanbeyli termik santralı inşaatı, DPT'nin
engellemesi nedeniyle iki yıldan beri bekletilmektedir. Dış kaynaklı projeden
ve yap-işlet-devret modeliyle yapılması programlanan termik santral inşaatı ne
zaman başlayacaktır? İkinci sorum: Seyhan ve Ceyhan
Nehirlerimiz debileri yüksek iki nehirdir. Bunların üzerine 20'ye yakın baraj
yapımı planlanmıştır, yarıya yakını tamamlanmıştır veya tamamlanmak üzeredir.
Bunun tamamının devreye girmesi kaç yılına kadar programlanmıştır? Teşekkür ederim; saygılar sunarım. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Bilici, buyurun efendim. MEHMET ALİ BİLİCİ (Adana) - Sayın
Başkanım, beni sorum da Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımıza. DSİ Genel Müdürlüğünün projeleri içerisinde
yer alan Adana Aşağı Seyhan ve Yumartalık Ovaları sulamaları uzun yıllardan
beri ödenek azlığından dolayı bitirilememiştir. Yılda en az iki kez mahsul
alınma durumunda olan bu projelere 2002 yılında yeterli ödenek konulacak mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Tekin, buyurun. ALİ TEKİN (Adana) - Sayın Başkan, çok
teşekkür ederim; aracılığınızla, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanına bir
sorum olacak. Diğer Adana milletvekilleri bazı projelere değindiler, ben
değinmedikleri bir projeye değinmek istiyorum. Yukarı Ceyhan ve İmamoğlu Ovalarının
sulanmasına yarayacak olan Yedigöze Barajının yapılması tamamıyla bir yılan
hikâyesine dönmüş durumda. 1960'lardan beri bu proje sürekli gündemde; ama,
henüz, pek bir adım atılamamış durumda. Bu projeyle ilgili son durum nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Doğanlar, buyurun efendim. EYÜP DOĞANLAR (Niğde) - Sayın Başkanım,
teşekkür ederim; aracılığınızla, Sayın Turizm Bakanımıza aşağıdaki soruyu
sormak istiyorum. Niğde İlimiz Kapadokya bölgesinin turizm
ve tanıtımı açısından en bakir kalmış yöresidir. Niğde, milattan önce 7000
yıllarına uzanan maden ocakları, Andaval Kilisesi, dünyada örneği olmayan Gülen
Meryem Ana freskli Gümüşler Manastırı, Orta Anadolu'nun Efes'i sayılabilecek
Tiyana Kenti kalıntıları, pek çok Selçuklu ve Osmanlı eserlerinden oluşan
tarihî mirasa sahiptir. Kültür Bakanlığımızın bu konuda büyük destekleri olmuş
ve turizm altyapısı hazırlanmıştır. Önümüzdeki yıl inanç turizmi kapsamında
Niğde için neler planlıyorsunuz? Niğde İlinin tanıtımı ve turizminin
geliştirilmesi için Bakanlığımızın hangi çalışmaları vardır? Saygılarımla arz ederim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Ertaş, buyurun efendim. ÖMER ERTAŞ (Mardin) - Sayın Başkanım,
delaletinizle Enerji ve Tabiî Bakanına sormak istiyorum: Mardin İli GAP Projesi içerisinde yer
almaktadır. Şanlıurfa'dan, yani, GAP'tan Mardin'e suyun ulaşabilmesi için
kanalın uzunluğu üç kısımdan oluşmaktadır. 55 inci hükümet döneminde birinci
kısım ihalesi dış kredili olarak yapıldı. İkinci ve üçüncü kısımların ihalesini
bu sene yapmayı düşünüyor musunuz? Arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Acar, buyurun efendim. MEHMET NACAR (Kilis) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım. Delaletinizle öncelikle Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanımızdan sormak istiyorum ve bu arada da Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığına ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü çalışanlarına
teşekkürlerimi belirtmek istiyorum; çünkü, Seve Barajına göstermiş oldukları
yakın ilgiden çok memnunuz, tamamlanma aşamasına geliyor; bu noktadan sonra da
desteklerinin devamını diliyoruz. Tabiî, Kilis de GAP bölgesinin içerisinde
yer alması sebebiyle Afrin ve Kemlin Barajlarının yatırıma dönüştürülmesi
hususundaki çalışmalarıyla ilgili bilgi almak istemiştim. Yine, Sayın Turizm Bakanımız Mustafa
Taşar'dan sormak istiyorum: Gerek Adıyaman gerekse Belkıs Harabeleriyle ilgili
göstermiş olduğu itinadan dolayı da kendilerini kutluyorum. Kilis, malumunuz
olduğu üzere, hac turizminin karayoluyla açılmasına sebep olmuş önemli
kapılardan birisi. Bu bölge içerisinde yer alan Gaziantep, Urfa, Adıyaman ve
Kilis, İslamî tarihî eserler bakımından büyük bir değer taşımaktadır. O
sebeple, hac turizminin de, karayoluyla bu bölgeden geçeceği gözönüne alınarak,
bu bölgedeki tarihî eserlerin restore edilmek suretiyle inanç turizmine
açılması hususunda çalışmaları olup olmadığını sormak istemiştim. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Son olarak Sayın Bedük'e söz veriyorum
efendim. HASAN AKGÜN (Giresun) - Sayın Başkan, ben
de söz istemiştim. BAŞKAN - Ama, yeni giriyorsunuz. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Başkanım, biraz evvel
Şereflikoçhisar'la ilgili bir sorum sorulmuştu; sulama ve aynı zamanda içme
suyuyla ilgili Peçenek Barajının temelinin atılmasıyla ilgili olarak, bu sene,
Devlet Su İşlerine bir ödenek sağlanması mümkün müdür? İkinci sorum: Doğalgaz Aksaray'a kadar
geldi. 70 kilometre mesafede bulunan Şerflikoçhisar'a doğalgazın bağlanması
hususunda bir gayretiniz olacak mı; çünkü, bize gelen bilgiye göre, oraya
bağlanmayacağı ifade edilmektedir. Koçhisar'ın hakkının teslimi hususunda Sayın
Bakanımızın gayretlerini bekliyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Buyurun Sayın Eser. KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum, aracılığınızla Turizm Bakanımıza sormak istiyorum. Sayın Bakanım, İç Anadolu'nun önemli bir
kış turizm merkezî olacak olan Hasan Dağı turizm merkezine Bakanlık olarak
önemli katkılarınız oldu. Bu turizm merkezini 2002 yılı içerisinde
bitirebilecek misiniz? Sayın Bakanım, Ihlara Vadisi, turizm
açısından son derece önemli bir vadidir. İyileşme konusunda planlanan katkıları
yapacak mısınız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Akgün, size de söz verelim;
zaten iki arkadaşımız daha kaldı. ASLAN POLAT (Erzurum) - Hepimize
verirseniz ne olur efendim? BAŞKAN - Son soru sorma işlemini Sayın
Polat'a vereceğim; ondan sonra sisteme girenlere söz vermeyeceğim. Buyurun Sayın Akgün. HASAN AKGÜN (Giresun) - Sayın Başkanım,
Turizm Bakanımızdan sormak istiyorum. Sayın Bakanım, Türkiye'de kumarhane olarak
adlandırılan gazinolar acaba yeniden kurulacak mı? Örneğin: Yunanistan'da bir
yerden bir yere giderken feribotlarda dahi gördüğümüz kumarhaneler, acaba
Türkiye'nin geri kalmış bölgelerinde kurulabilir mi? Bir de, yurt dışındaki turizm ataşeleri ne
iş yapar onu öğrenmek istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Polat, buyurun efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım,
delaletinizle Sayın Bakana sorularımı iletmek istiyorum. Kendileri Erzurum'a geldikleri zaman
Erzurum'a bir müjde verdiler ve Atatürk Üniversitesinin ihtiyacı olan bir
binayı Devlet Su İşlerinden üniversiteye tahsis ettiler; kendilerine teşekkür
ediyorum. Yalnız, iki tane önemli isteği var Erzurum'un. Bir tanesi: "Çat
Barajında su tutuldu" diyorsunuz; fakat, arıtma ve isale hattının henüz
ihale dahi edildiği yok. Devlet Su İşleri mi yapacak, belediye mi yapacak, bir
çözüme kavuşmuş değil. Bu konuyu nasıl halledeceksiniz? İkincisi de yine, Erzurum Büyükşehir Belediye
Başkanının basına yansıyan bir haberi var. Siz, belediye başkanımıza telefon
açıp, nisan ayında Erzurum'da doğalgazın şebekesi için çalışma başlatacağınızı
söylemişsiniz, bir müjde vermişsiniz; bunu buradan duymak istiyoruz. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Polat. Soru sorma işlemi bitmiştir. Sayın Bakanlar herhalde yazılı cevap
verecekler. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Kısaca cevaplamak istiyoruz. BAŞKAN - Neyse, hayhay, 5'er dakika cevap
verin; buyurun. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; özellikle, genel olarak
altyapı hizmetlerinin yerine getirilmesi ve turizm merkezlerinin altyapı
hizmetlerinin tamamlanmasının vazgeçilmez bir gerçek olduğundan hareketle, bu çerçevede
turizm yörelerinde eksik altyapı hizmetlerinin Turizm Bakanlığı veya belediye
bütçesinin yanı sıra o bölgede faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların hem
finansman desteği hem de yönetime katılmasını sağlayan Turizm Hizmet Birlikleri
Kanun Tasarısı Bakanlar Kurulunda imza aşamasındadır. Turizm Hizmet Birlikleri
Kanun Tasarısı, esas itibariyle turizm yörelerinin altyapı sorunlarını çözmeyi
amaçlamakta, bu doğrultuda fon imkânlarını da kendi içerisinde üretmektedir.
Bunun yanı sıra, turizm hizmet birlikleri ile bölgesel tanıtımlarda fon temin
edilebilecektir. Bu hususu belirtmek istiyorum. İkinci husus olarak, Kapadokya bölgesine
özel bir önem verdiğimizi belirtmek isterim. Bunun içerisine Niğde de elbette
dahildir. Burada, özellikle Çin Hükümetinin, Türkiye'yi gidilebilir ülke olarak
göstermesinin akabinde, 12 Aralık ile 18 Aralık arasında; yani, ramazan
bayramını da içine alacak şekilde, Çin Hükümetinden, Çin Halk Cumhuriyeti Çin
Ulusal Turizm İdaresi Başkanı, yanında bir heyetle gelecektir. O heyetle bir
anlaşma yapacağız ve Çin'de turizm bürosu açacağız. Aynı şekilde, Japonya'daki
kısıtlamayı kaldırdık. Dolayısıyla, tarih ve kültür turizmi yapan bu insanlar,
İstanbul ve Kapadokya bölgesinde turizmi daha fazla canlandıracaklar diye
düşünüyoruz. Edirne'yle ilgili özel bir projemiz var,
onu bu vesileyle iletmek istiyorum. "Osmanlı Başkentleri Projesi"
diye bir projeyi başlatmak istiyoruz. Edirne, İstanbul ve Bursa'yı kapsayan ve
buradaki belediye başkanı arkadaşlarımızla müşterek çalışma yaparak değerlendireceğimiz
Osmanlı Başkentleri Projesini gerçekleştirmek istediğimizi belirtmek istiyorum. Elazığ-Hazar Gölünde kanalizasyon ve
arıtma tesisi inşaatı Bayındırlık Bakanlığınca yapılmaktadır ve 2002 yılında
bitirilecektir. Herhalde bir yanlış anlamayla Turizm Bakanına soruldu bu soru. Ağrı'da, tabiî, Ağrı-Diyadin'deki Köprü,
Yılanlı ve Davut Çermikleri, termal bölgesi, turizm merkezidir. Bu kapsamda,
hem tanıtım hem de altyapı çalışmaları açısından bölge Bakanlıkça
desteklenmektedir. Turizm Bakanlığı, Van'da yer alan
restorasyon çalışmalarına para yardımı yapamamaktadır; çünkü, burası özellikle
Kültür Bakanlığının kontrolü altındadır. Dolayısıyla, biz, turizm bölgelerinin
altyapı çalışmalarına destek verebilmekteyiz. Eskişehir bölgesinde yer alan önemli termal
merkezlerinden Sarıcakaya, termal turizm merkezi olarak ilan edilmiş olup,
bölge termal turizmi kapsamında Bakanlıkça desteklenmektedir. Giresun'daki turizm merkezleri,
Bulancak-Bektaş Yaylası, Kümbet Yaylası, Yavuzkemal Yaylası turizm merkezleri vardır.
Yayla turizmi açısından Giresun yaylaları özellikle desteklenmektedir. Aspendos bölgesi SİT alanı ilan
edildiğinden, Turizm Bakanlığının bölge içerisinde herhangi bir faaliyeti söz
konusu olamamaktadır. Bu bölgelerin, koruma-kullanma dengesinde, turizm
açısından yoğun kullanılabilir hale getirilmesinin elzem olduğunu ifade etmek
istiyorum. Bunun dışında... BAŞKAN- Yazılı olarak da cevap
verebilirsiniz. TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR
(Gaziantep)- Bitti efendim; son. Aksaray'da, Hasandağı Kış Turizm
Merkezinde tahsisler yapılmıştır. Yatırımcıların bir kısmı yatırımlara başlamış
olup, devam etmektedir. Ben de, bizzat giderek, bu Hasandağı Kış Turizm
Merkezini ziyaret ettim ve oradaki çalışmaları yerinde gördüm. Kış turizm
merkezinin altyapı ve yol çalışmaları için önemli ölçüde destek verilmiştir. Ihlara ve civarı SİT alanı olmasından
dolayı, herhangi bir plan çalışması yapmamız şu aşamada mümkün değildir. Son olarak, Kilis- Öncüpınar kapısı,
özellikle, hac kapısı, karayoluyla gidilecek hac kapısı olarak açılmıştır.
Kilis'teki, başta Bilali Habeşi Hazretlerinin Türbesi olmak üzere, üç ayrı
türbenin daha çevre düzenlemeleri Turizm Bakanlığınca yaptırılmaktadır. Ayrıca, Öncüpınar kapısında, hacıların
gidiş gelişlerinde ihtiyaç gidermelerinde gerekecek her türlü tedbir ve bir
alışveriş merkezi de, Turizm Bakanlığınca desteklenerek, Valiliğimizce
yaptırılmaktadır. Bunu da buradan belirtmek istiyorum. Diğer sorulara müsaade ederseniz, yazılı
olarak cevap vermek istiyorum ve son söz olarak da, bu bütçe çalışmalarında
emeği geçen herkese ve özellikle, Meclis çalışanlarına da teşekkür etmek
istiyorum; hayırlı akşamlar diliyorum. BAŞKAN- Teşekkür ediyorum. Sayın Bakan, buyurun. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ
ÇAKAN (Bartın)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; arkadaşlar, milletvekili
arkadaşlarımız, haklı olarak, kendi seçim bölgelerindeki hizmetlerle ilgili
bilgiler istediler. Yerden göğe kadar haklılar; ama, gerek kendilerinin
konuşmalarında gerekse biraz önce benim yaptığım konuşmada, ödenekler
nispetinde yardımcı olabileceğimizi, onun akabinde, imkânlarımızı, mümkün
olduğu kadar, bitecek projelere kullanmak için çaba sarf edeceğimizi
kendilerine arz etmiştim. Fakat, müşterek bazı sorulara müşterek cevap
verdikten sonra, diğer arkadaşlarımın sorularına da mümkün olduğu kadar cevap
vermeye çalışacağım. Bu arada, Sayın Osman Pepe, İzmit Yuvacık
Barajındaki proje maliyetinin yüksekliğinden bahsettiler; zabıtlara da geçti. O
nedenle, kendisine cevap vermeyi uygun gördüm. İzmit Yuvacık Barajıyla ilgili
ödemeler, İzmit Büyükşehir Belediyesince yapılmış veya yaptırılmıştır.
Ödemelerle ilgili DSİ'nin hiçbir ilgisi yoktur. Proje, tamamen büyükşehir
belediyesinin projesidir. Yine "İzmit doğalgaz şehir dağıtımı
120 000 000 dolara, Eskişehir ise 11 000 000 dolara mal olmuştur" dediler.
İzmit doğalgaz dağıtım şebekesi İzmit Belediyesi tarafından yaptırılmıştır;
BOTAŞ'la hiçbir ilgisi yoktur. Yine "tüm teknik özellikleri aynı
olan İzmit ve Eskişehir doğalgaz dağıtım şebekeleri incelendiğinde, İzmit 120 000
000 dolara, Eskişehir 11 000 000 dolara mal olmuştur" dediler. Yine,
burada da -suçlayıcı değil ama, belki yanlış bilgilenmekten diyorum ben-
bizimle ilgili olduğunu ifade edercesine bir konuşma yaptılar; yanlış
anlaşılmasın diye açıklık getiriyorum. İzmit doğalgaz dağıtım şebekesi, İzmit
Belediyesi tarafından yaptırılmıştır; Eskişehir doğalgaz dağıtım şebekesi ise,
BOTAŞ tarafından 11 645 323,5 dolara ihale edilmiş, iş, toplam 11 135 698 dolar
bedelle tamamlatılmıştır. Değerli milletvekilleri, özellikle şunu
arz etmek istiyorum:
Milletvekillerimizin müştereken yöneltmiş oldukları sorulara da -belki
tam anlaşılamadığı için- cevap arz etmek istiyorum. Tarımsal sulama abonelerinin 2001 yılında
tüketmiş oldukları enerji bedeli ile daha önceki yıllarda tükettikleri enerjiye
ait borçları için, 31.12.2001 tarihine kadar müracaat ederek, protokol
yapmaları halinde borç tutarının dörtte 1'i peşin alınarak, bakiye borca
protokol tarihinden itibaren ödeme devresi gecikme zammı alınmadan bildiğiniz
gibi, 11 ay taksitle taksitlendirilmiştir. Tarımsal sulama statüsündeki
abonelerin 1.1.2002-31.10.2002 tarihleri arasında tüketecekleri enerji
bedellerine, kasım ayına kadar, yani, onuncu ay sonuna kadar tahakkuk
çıkarılmayacak ve onbirinci ayda çıkarılacak tahakkuk, ödeme süresi içerisinde
defaten ödenecektir. Dolayısıyla, 2001 yılı borçları
taksitlendirildi. 2002 yılında da onuncu aya kadar tahakkuk çıkarılmamak
suretiyle bütün çiftçilerimiz ürünlerini tarladan toplayacaklar, onuncu aya
kadar ürünlerini satacaklar, bir defa onuncu ayda tahakkuk çıkacak, faize
girmeden de çiftçilerimiz elektrik paralarını ödeyecek. Bu, çok büyük bir
kolaylıktır. TEDAŞ Genel Müdürlüğü bu kolaylığı alma konusunda gereken kararı
almıştır. Ayrıca, belediye, köy içmesuyu birlikleri,
köy muhtarlıkları içmesuyu abonelerinin 30.11.2001 tarihine kadar tüketmiş
oldukları enerji bedeliyle, daha önceki yıllarda tükettikleri enerjiye ait
birikmiş borçları için 28.12.2001 tarihine kadar müracaat etmeleri durumunda,
bu borçları, taksitlendirme protokolünü yaptıklarında, otuzaltı aya kadar
bunlar taksitlendirilmiş ve taksitlendirilme konusunu protokole bağladıklarında
da, kesin olarak, bunların faizleri işlemeyecek durumda TEDAŞ Genel Müdürlüğü
gereken kararı almıştır. Değerli arkadaşlar, bütün milletvekili
arkadaşlarımızın sorularıyla ilgili cevapları, müsaade ederseniz, yazılı olarak
kendilerine vermeyi uygun görüyorum. Zira, şu anda vereceğimiz cevaplar, tam
arkadaşlarımızı da tatmin etmeyecek ve bütçe imkânları çerçevesi içerisinde,
özellikle, ağırlıklı olarak ödenek isteyen, hizmetle ilgili ödenek isteyen
arkadaşlarımızın ödeneklerini mümkün olduğu kadar karşılamaya çalışacağız. Bütün arkadaşlarıma katkılarından dolayı
teşekkürlerimi sunuyorum. Önümüzdeki bayramlarının mutluluk içerisinde geçmesini
diliyorum. Bütçelerimize katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkürlerimi,
saygılarımı arz ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın
Başkan, müsaade buyurursanız, Sayın Bakanıma bir şeyi ilave etmek istiyorum. Yani, gerek belediyeler olsun gerekse
sulama birlikleri olsun, mukavele akdedecekleri tarihe kadar işlemiş faizleri
kaldırmazlarsa, ödeyemezler. BAŞKAN - Tamam efendim, anlaşıldı. Bu arada, Sayın Nesrin Ünal'a da teşekkür
ediyorum; Tunceli'deki güzellikleri kendi sorusuyla dile getirdi. Aslında,
tabiî, benim soru sorma hakkım yok; ama, hakikaten, Tunceli'de çok güzellikler
var Munzur Vadisinde ve birçok dağlarında. Ayrıca, gerçekten, Nesrin Hanım,
size çok teşekkür ediyorum; ama, fazla hissiyatımı söylemeyeyim, zamanını almak
da istemiyorum Meclisin. Böylece, onikinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Turizm Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) TURİZM BAKANLIĞI 1.- Turizm
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 745 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Ülke Turizminin Geliştirilmesi ve
Tanıtılması Hizmetleri 152 533 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 500 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 165
778 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Turizm Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Turizm Bakanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Turizm
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum: Turizm Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 67 217 675 500 000 - Toplam Harcama : 62 304 121 860 000 - İptal Edilen Ödenek : 4
922 222 920 000 - Ödenek Dışı Harcama : 8 669 280 000 BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Turizm Bakanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 4 708 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Maden ve Enerji Kaynaklarının İşletilmesi 22 349 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 40 353 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 21 600 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
T O P L A M 89
010 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum: Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 121
565 215 500 000 - Toplam Harcama : 119 697 874 580 000 - İptal Edilen Ödenek : 1
874 790 710 000 - Ödenek Dışı Harcama : 7 449 790 000 BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2002 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) PETROL
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 1 204 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Petrol Faaliyetleri ve Akaryakıt Politikası 1 068 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 126 010 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 2
398 010 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum: B - C E T V E L İ Gelir Türü A ç ı k l a m a L
i r a 2 Vergi Dışı Normal
Gelirler 148 400 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 2 249 610 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 2
398 010 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2002 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum: Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 1 158 108 615
000 - Toplam Harcama : 1 060 554 570 000 - İptal edilen Ödenek : 97
631 715 000 - Ödenek Dışı Harcama : 77 670 000 BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel
toplamını okutuyorum: B - C
E T V E L İ L i
r a - Bütçe tahmini : 1 113 765 000 000 - Yılı tahsilatı : 1 114 043 800 000 BAŞKAN-
(B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: b) DEVLET
SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a
L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 620 102 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 103 Makine İkmal Hizmetleri 61 287 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 İşletme ve Onarım Hizmetleri 13 728 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Büyük Su İşleri 1 227 980 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 Küçük Su işleri 97 875 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 114 Yardımcı Tesis Yapımı Hizmetleri 5 870 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 8 605 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 46 224 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. T O P L A M 2
081 671 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum: B
- C E T V E L İ Gelir Türü A ç ı k l a m a
L i r a
2 Vergi Dışı Normal Gelirler 42
125 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 Özel Gelirler, Hazine
Yardımı ve Devlet Katkısı 2 039 546
000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. T O P L A M 2
081 671 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2002 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum: Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 1 116 235 580
670 000 - Toplam Harcama : 1 073 783 367 520 000 - İptal edilen Ödenek : 39
888 810 720 000 - Ödenek Dışı Harcama : 178 567 550 000 - 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel Kanunlar
Gel.Ertesi Yıla Devreden
Ödenek : 2
741 969 980 000 - 1050 S.K.83 üncü Mad.ve Dış Proje Kredilerinden Ertesi Yıla
Devreden : 1 315 009 650 000 BAŞKAN - (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B - C E T V E L İ L i
r a - Bütçe tahmini : 893 458 250 000 000 - Yılı tahsilatı : 1 052 611 982 660 000 BAŞKAN-
(B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Bu turda, böylece, Turizm Bakanlığı, Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları
kabul edilmiştir. Hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum; ülkemize faydalı
yatırımların yapılmasını ve suiistimallerin bitmesini diliyorum. Hayırlı olsun
arkadaşlar. Bürokratlara da, Meclis çalışanlarına
da çok teşekkür ediyoruz. Sayın milletvekilleri, programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını
sırasıyla görüşmek için, 10 Aralık 2001 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati : 23.48 tutanağın
sonu |
|