DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 79 34 üncü
Birleşim 8 . 12 . 2001 Cumartesi İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901,
3/901) (S.Sayıları: 754, 755, 773, 774) A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) SAĞLIK BAKANLIĞI 1.- Sağlık Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Sağlık Bakanlığı 2000 Malî
Yılı Kesinhesabı a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı 2.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili
Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep
Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili
Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak
Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri
ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527) 3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 4.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç
Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları
(1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) 5.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) 6.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı
: 676) 7.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753,
1/690) (S. Sayısı: 685) 8.- "Ticaret ve Sanayi Odaları", "Ticaret Odaları",
"Sanayi Odaları", "Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret
Borsaları" ve "Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve
Ticaret Borsaları Birliği" Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı :758)
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 89 uncu
Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen
"Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 184 sayılı Sözleşme"
ile aynı adla anılan 192 sayılı Tavsiye
Kararıyla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe
müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/936) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak dört oturum yaptı. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, KOBİ'lerin
desteklenmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/226) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı. Genel Kurulun 7 Aralık 2001 Cuma ve 8 Aralık 2001 Cumartesi günleri
bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine; gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 275 inci sırasında yer alan 739 sıra sayılı kanun tasarısının, bu
kısmın 7 nci sırasına alınmasına; 7 Aralık 2001 Cuma günü gündemin 8 inci
sırasına, 8 Aralık 2001 Cumartesi günü de, yine, gündemin 8 inci sırasına kadar
olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi. Millî Savunma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunca aday gösterilen Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya seçildi. (9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonuna, siyasî parti
gruplarının güçleri oranında verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak
gösterdikleri adaylar arasından adçekme suretiyle üye seçimi yapıldı;
Başkanlıkça, komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini
yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında bulunan: 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901)
(S.Sayıları: 754, 755, 773, 774) görüşmelerine devam olunarak; Millî Savunma Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, Ulaştırma Bakanlığı, Telsiz Genel Müdürlüğü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarıları kabul edildi; TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve
Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.Sayısı : 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
(1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı : 666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı : 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/756, 1/691) (S.Sayısı
: 676), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S.Sayısı : 685); Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi; Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir
Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısının (1/466) (S. Sayısı : 739)
yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. Alınan karar gereğince, 8 Aralık 2001 Cumartesi günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 23.48'de son verildi.
BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
11.03 8 Aralık 2001
Cumartesi BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü
Birleşimini açıyorum. Efendim, elektronik sistemdeki arıza nedeniyle,
birleşimi biraz geç açtık, özür diliyorum; herhalde, Çalışma Bakanından
dolayı... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Neden Sayın Başkan? BAŞKAN - "Yüzbin işçi çıkaracağız" lafı,
teknik sisteme de yansımış olacak ki, zor açıldı. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Ben çıkarmıyorum; ben kalmaları için çaba sarf ediyorum. BAŞKAN - Hayır, öyle dediler efendim. Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz. Program uyarınca, bugün, iki tur görüşme yapacağız. Dokuzuncu tur görüşmelere başlıyoruz. Dokuzuncu turda, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır. II. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1.-
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901)
(S.Sayıları: 754, 755, 773, 774) (1) A) İÇİŞLERİ
BAKANLIĞI 1.- İçişleri
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- İçişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA
GENEL KOMUTANLIĞI 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı (1) 754, 755,
773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu
Birleşim Tutanağına eklidir. c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?.. Yerini aldı. Hükümet?.. Yerini aldı. Sayın milletvekilleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü
Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması
ve her tur için soru cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması
kararlaştırılmıştır. Buna göre,
turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen
milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmesi için,
şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki "söz
isteme" butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofondaki kırmızı ışıkları
yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş
olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki
sıraya göre sorularını yerinden soracaklar, soru sorma işlemi 10 dakika içinde
tamamlanacaktır; cevap işlemi de 10 dakikadır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce
biterse, geri kalan süreyi de soru kısmına ayırabileceğim. Tabiî, bunlar hep
olmayacak işler; herkes, süresini sonuna kadar kullanıyor. Efendim, dokuzuncu turda söz alan ilk grup, Demokratik
Sol Parti Gurubu. Muş Milletvekili Sayın Zeki Eker; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ZEKİ EKER (Muş) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik
Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Grubum ve şahsım
adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, ben, Emniyet Genel Müdürlüğü
bütçesi üzerinde konuşmak istiyorum; diğer konularda, arkadaşlarım, ayrıntılı
olarak, sizlere bilgi arz edeceklerdir. Emniyet Genel Müdürlüğü dediğimiz zaman, hep geçmişe
doğru çağrışımlar yapar. İşte, gece yarısı emniyet genel müdürlerini
değiştirmek, kapıları kırıp içeri girmek, insanların korkudan sokağa
çıkamaması, çıkanların da peşinde üç beş tane korumayla gezmesi gibi, geriye
dönük, insanlarda hatırlatmalar oluyor; ama, 57 nci hükümet döneminde, buna
Türkiye'de yaşayan herkes şahit olmuştur. En önemlilerinden biri Hizbullah
olayı idi, hele hele Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde insanların yaşama
şansı gibi bir şansı kalmamıştı. Emniyet Genel Müdürlüğümüz, güvenlik
kuvvetlerimiz bu konuda çok başarılı, gerçekten çok kısa zamanda netice alarak
bitirme aşamasına getirmişlerdir, ben, emniyet ve güvenlik güçlerimizi buradan
kutluyorum, başarılarının devamını diliyorum. Yolsuzlukla büyük mücadeleler yapılmıştır, bir sürü
yolsuzluk olayı meydana çıkarılmıştır; ama, bu güzel mücadele yapılırken, zaman
zaman hatalar da yapılmıştır. Bir medya ordusu eşliğinde, insanlar
cezalandırılmış gibi, ceza verilmiş gibi kamuoyuna sergilenmiş, bunlar bana
göre çok büyük hatalar olmuştur ve bu başarılı operasyonları zaman zaman
gölgelemiştir. Son zamanlarda, değerli İçişleri Bakanımızın göreve gelmesiyle -
saygı duyduğum bir Bakanımızdır- bu olaylar ortadan kalkmıştır. Bundan sonra da
böyle devam etmesinden, her türlü olayların üzerine gidilmesinden, asla taviz
verilmemesinden; ama, insanların onuru, kişiliği rencide edilmemek şartıyla
bunların devam etmesinden yanayız. Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri, özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, hepimizin bildiği gibi, terörle mücadele olayı
yapılmıştır; köyler boşaltılmıştır, insanlar göçe zorlanmıştır, evlerini
barklarını terk etmiştir. 57 nci hükümet döneminde, yine bir ilk olarak, köye
dönüşe izin verilmiştir. Köye dönüşlerle ilgili, valilere ve kaymakamlara yetki
verilmiştir; ama, maalesef, vali ve kaymakamlarımız, bu alanda sınıfta
kalmışlardır; çünkü, köye dönüşlerle ilgili hiçbir mesafe alınamamıştır. Bir konu götürdüğünüz zaman, en az altı ay ile bir yıl arası, inceleme süresi almaktadır. Bir
vatandaşın gönüllü olarak köye dönmesinin inceleme süresi altı aydır. Bir
ailenin köye dönüşünü altı ayda sağlamaya çalışırsanız, bunu başarmanız mümkün
değildir. Bu konuyu, mutlaka, hükümet tekrar kendi arasında
değerlendirmeli, bir komisyon kurmalıdır. Meclisten çıkacak bu komisyonun,
illerde gerekli incelemeyi yapıp, hükümetimize, tekrar bu konuda bilgi vermesi
gerektiğini düşünüyorum. Bu acil ve ivedi olarak sağlanmalı, hükümetimizin
göstermiş olduğu bu başarı, mutlaka devam etmelidir. Değerli arkadaşlarım, doğu ve güneydoğu, gerçekten, şu
anda, terörden tamamen arındırılmış, terör olayı tamamen bitmiştir. Bitme
aşamasına geldi diyoruz; ama, bana göre, tamamen bitmiştir; çünkü, ben, sürekli
geziyorum, köylerde, mezralarda, dağlardayım. Bu da, 57 nci hükümetin
üyelerinin ve Sayın Başbakanın başarısıdır. Geriye kalan asker, bu konuda görevini fazlasıyla
yapmıştır. Asker görevini yaptığı zaman, dolayısıyla, kışlasına çekilmelidir,
ki, şu anda çekilmiştir. Bundan sonra yapılacak şeyler bize aittir; yani,
Parlamentoya aittir, hükümete aittir. Hükümet, çok ivedi olarak, bu sorunların
üzerine gitmelidir. Zaman zaman istatistikler yapılıyor, genel gelir
dağılımı... Söylemek istemiyorum; yani, "sondan birinciyiz"
lafını söylemekten, gerçekten utanç
duyuyorum. Geçen sene, Ağrı, bu sıralamada bizden sonra idi, maalesef, bu sene,
Ağrı, herhalde Nidai Beyin büyük gayretleriyle, Muş'un önüne geçti, biz yine
sonuncu sıraya düştük. Şimdi, bunu aşmalıyız; yani, bir ilde oturuyorsunuz 800
dolar, öbür ilde, depreme, savaşa, harbe rağmen 6 200-7 000 dolar. Bunun
mutlaka üstesinden gelmeliyiz, bu adaletsiz gelir dağılımını düzeltmeliyiz.
Şimdi, haklı olarak belki muhalefet bana diyecek ki "bunu kime
söylüyorsunuz, hükümetsiniz, yapın" Ben, bunu, hükümetin bütün üyelerine
söylüyorum: Bütün güzellikler bu hükümet döneminde yapılmıştır, bu adaletsiz
gelir dağılımının da bu hükümet döneminde adil bir ortamda çözüleceğine
inanıyorum ve bu konuda hepinizden yardım bekliyorum. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım, insanlarımız gerçekten çok güzel
insanlardır. Yani, zaman zaman doğu ve güneydoğu denildiği zaman, insanların
aklına hep terör gelir, PKK gelir, Hizbullah gelir, şu gelir, bu gelir; ama,
öyle değildir. Ben, yıllarca o insanların içinde yaşadığım için, o insanları
çok iyi biliyorum; ruhları tertemizdir, kalpleri tertemizdir; ama, maalesef,
cehaletin insana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur. Hele cehaletin üzerine bir
de fakirliği eklerseniz, insanlar sizi her zaman kullanır, her zaman
kullanılmaya müsait olursunuz. Ben, ülkem adına, hükümetten, bir an önce, bu
adaletsizliklerin giderilmesini istiyorum. Güneydoğu kısmen kabuğunu
yırtmıştır; ama, doğu gerçekten çok zor durumdadır; doğuya mutlaka el atılmalı
ve desteklenmelidir. Üçüncü bir sorun, maalesef, eskiden olduğu gibi, doğu
ve güneydoğu, hep sürgün yatağıydı, hep sürgünler gönderilirdi; annesine
yaranmayan, babasına kızan, amirine karşı çıkan insanlar hep doğuya
gönderilirdi. Şimdi, defalardır söylüyoruz, ben Grubumda da söylüyorum, diyorum
ki: Doğu ve güneydoğuyu kurtarmak çok basittir; 20-30 kişiden oluşan bir olaydır. Bir vali, bir jandarma alay
komutanı, bir de emniyet müdürü... Fazla bir şey yapmanıza gerek yok, halkla
bütünleşen üç insanı gönderdiğiniz zaman bu olay bitmiştir; ama, maalesef
görüyorum ki, doğu ve güneydoğu, acemi birliği haline gelmiş. Ne kadar valilik
yapmayan insan varsa doğuya gönderiliyor, ne kadar yeni mezun kaymakam varsa
doğu ve güneydoğuya gönderiliyor, ne kadar yeni atanan emniyet müdürü varsa,
doğu ve güneydoğuya gönderiliyor. Ben, bunu yadırgıyorum. Bu, doğru değildir.
Bu, halka yapılan en büyük kötülüktür. Değerli arkadaşlarım, bir vali, emniyet müdürü, alay
komutanı halktan birileri olduğu zaman; yani, halkla iç içe oldukları zaman, o
halkın düşüncesi, tavrı ne olursa olsun, o insanları çok kısa zamanda kazanmak
mümkündür. Yeni mezun kaymakamları gönderiyorsunuz, kaymakam ne görevini
biliyor ne yetkisini biliyor; yetkisi ile görevini bilmeyen bir kaymakamın
halka yararlı olabilmesi mümkün değil. Başta Sayın Bakanım olmak üzere, değerli
hükümet üyelerimizden rica ediyorum, bu konuya mutlaka özen gösterilmelidir. BAŞKAN - Sayın
Eker, teşekkür ediyorum. ZEKİ EKER (Devamla) - Sayın Başkan, Başkanlık Divanı
üyelerinin burada konuşma hakkı yoktur diye düşünüyorum. Benden sonraki
konuşmacı da yanınızda oturan arkadaşımızdır. BAŞKAN - Ben kendim için bir şey istiyorsam namerdim!
Grup Başkanvekili söyledi diye söyledim. ZEKİ EKER (Devamla) - 1 dakika daha süre verirseniz,
toparlayayım Sayın Başkan. BAŞKAN - Hay hay efendim. Benim için fark etmez. Buyurun. ZEKİ EKER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dediğim
gibi, bu konuya, değerli hükümetimizin eğilmesi gerekiyor. Sorunlar çok
büyüktür, 3-5 dakikayla anlatmamız mümkün değildir. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bu arada, Tarsus ve İçel'deki sel felaketinden
dolayı, Sayın Bakanımız başta olmak üzere, İçelli arkadaşlarımıza geçmiş olsun
diyorum. DSP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye
Serbest; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA SULHİYE SERBEST (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İçişleri
Bakanlığı 2002 yılı bütçesi üzerine görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve bizi
izleyen tüm yurttaşlarımızı en içten duygularla selamlıyorum. İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmaya
başlamadan önce, ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü korumak için şehit olan,
polis, asker, korucu yurttaşlarımızın ve kamu görevlilerimizin tümünü rahmetle
anıyor; şükranlarımızı sunuyoruz. Gazilerimize de, aynı duygu ve düşünceler
içerisinde, yaşamlarında sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri
Bakanlığı, ana birimleri, bağlı kuruluşlar ve taşra teşkilatlarıyla ülkemizin
iç güvenliğini sağlarken, Edirne'den Kars'a, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında
yaşayan tüm yurttaşlarımızın can ve mal güvenliğini temin etmektedir. Bu çok
önemli görevi, il ve ilçelerde vali ve kaymakamlarımızın gözetiminde polis ile
kırsal kesimlerde ve polis teşkilatının bulunmadığı kasaba, belde ve köylerde
ise jandarma vasıtasıyla sağlamaktadır. Ayrıca, sahil güvenlik birimleriyle,
karasularımız sınırına kadar tüm sahil kesimlerimizin, güvenlik ve her türlü
denetimini sürdürmektedir. Burada bir parantez açıp, son yıllarda, Ortadoğu,
Uzakdoğu ve Kafkas ülkelerinden, bölgesel savaşlar, siyasî ya da ekonomik
nedenlerle Avrupa ve Amerika'ya göç etmek isteyen binlerce insanın, ülkemizin
üzerinden, özellikle gemilerle denizyolunu kullanmayı tercih etmeleri, Sahil
Güvenlik Komutanlığımızın önemini daha da artırmıştır. Hem bu husustaki titiz
çalışmaları hem de İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında, özellikle büyük yük
gemileri ve tankerlerin geçişleri esnasındaki hassasiyetleri, görevlerini
başarıyla sürdürmelerinden dolayı Sahil Güvenlik Komutanlığımızı tebrik
ediyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet
hükümeti olarak, ülkemizde demokratik, laik düzeni, insan hak ve hürriyetlerini
tahrip etmek, ortadan kaldırmak isteyen her türlü hareketin üzerine cesaret ve
kararlılıkla gidilmiş, irticai ve bölücü terör örgütleri ile organize suç
teşkilatlarına çok önemli darbeler indirilmiştir. Bugün de, bu mücadeleyi aynı
kararlılıkla sürdürmekte olduğumuz için, hükümetimizi ve İçişleri Bakanımız
Sayın Rüştü Kâzım Yücelen'i, Jandarma Genel Komutanlığımızı ve Emniyet Genel
Müdürlüğümüzü içten kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum. Sayın milletvekilleri, yıkıcı ve bölücü terörle
mücadelede elde ettiğimiz başarıyı, maalesef, trafik terörü karşısında henüz
elde edebilmiş değiliz. Her yıl binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz gibi,
trilyonları aşan ulusal servetimizi yollara heder etmeye devam ediyoruz.
İçişleri Bakanlığımızın yoğun çalışmaları, alınan tüm tedbirlere rağmen
gittikçe artan araç sayısı nedeniyle altyapı yetersiz kalmakta, insan unsuru ve
sürücü hataları, tüm uyarılara karşın, en başta yer almaktadır. Yaklaşan
Ramazan Bayramı öncesi, yola çıkacak olan tüm sürücülerimizi yeniden uyarırken,
trafik eğitiminin okullarda başlayarak, medya ve yazılı basının tüm desteğiyle,
toplumun her kesimini kapsayacak bir seferberliğin başlatılmasıyla, bu can ve
mal kaybının asgariye indirileceğini umut etmekteyiz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; jandarma ve polis
teşkilatımızın, canları pahasına özverili çalışmalarına karşılık, zaman zaman
meydana gelen münferit hadiseler sebebiyle eleştirilere neden olunmaktadır.
Başbakan Sayın Bülent Ecevit başkanlığındaki 57 nci hükümet döneminde, emniyet
güçlerimizi, silah, araç gereç ve teknoloji bakımından modernize edip
güçlendirirken, eğitime daha da büyük önem verilmiştir. Polis Yükseköğretim
Kanunuyla, Polis Akademisi, üniversite statüsüne kavuşturulmuştur; polis
okulları, iki yıllık polis meslek yüksekokullarına dönüştürülerek, Polis
Akademisine bağlanmıştır. Ayrıca, profesör, doçent, yardımcı doçent kadroları
gibi öğretim üyesi kadroları, yeni ihdaslarla güçlendirilmiş, eğitim seviyesi
yükseltilmiştir. Günümüz modern, çağdaş dünyasının çok önem verdiği insan
hakları konusu, tüm polis okullarımızda ders olarak işlendiği gibi, jandarma ve
tüm güvenlik güçlerimiz, periyodik olarak açılan kurslar ve seminerlerle
bilgilendirilmekte, uygulamalarda titizlik gösterilmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, üç tarafı
denizlerle çevrili, güneşi bol, kumu güzel, her yanı tarihî eserlerle dopdolu,
birçok medeniyetin yaşadığı, kültürlerin birleştiği, dünyanın en cazip turizm
bölgelerinden biridir. Turistik yörelerimizde görev yapan emniyet güçlerimizin,
özellikle de Sahil Güvenlik elemanlarımız ile kasaba ve beldelerde görev yapan
jandarmamızın, İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi, yaygın olarak kullanılan
dünya dilleriyle donatılması, ülkemize hem ekonomik hem de uluslararası
ilişkilerde çok olumlu katkılar sağlayacaktır. Sayın Bakanımızın, bu hususlarda
olanakları zorlayarak, kısa süreli yabancı dil kursları açarak, yabancı dil
bilen mevcut polis ve jandarmamızı, mümkün mertebe turistik bölgelerimizde
değerlendirerek, ayrıca, turizm bilinciyle donatıp, ülkemize çok yararlı bir
süreci başlatacağına inanmaktayız. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; laik demokratik
cumhuriyetin korunmasında, ülkemizde huzur ve istikrarın sağlanmasında çok
önemli bir konumu bulunan İçişleri Bakanlığının bütçesini, Demokratik Sol Parti
Grubu olarak onaylıyor, ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz. Siz milletvekili
arkadaşlarımın da kabul oylarıyla destek vereceğine içtenlikle inanıyor,
selamlarımı sunuyorum efendim. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Serbest. Efendim, şimdi, söz sırası, Edirne Milletvekili Sayın
Şadan Şimşek'te. Sayın Şimşek, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne)- Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesi üzerinde,
Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum. Öncelikle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri
izlemekte olan yurttaşlarımızı şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Bugün, bütçesi üzerinde görüşmelerine başladığımız
İçişleri Bakanlığı, Bakanlık olarak, bünyesindeki değişik birimleriyle, bireyin
ve toplumun huzur ve güvenliğini sağlamak konusunda önemli bir görevi
üstlenmiştir. İçişleri Bakanlığımızın, mevcut huzur ve güven ortamının devamı
ve daha iyiye götürülmesi bağlamında, evrensel normlara uygun, dünyadaki teknik
ve teknolojik gelişmeleri izleyebilen, sağlıklı ve çağdaş bir yönetim modeli
geliştirmesi, kendisine tahsis edilen bütçe olanaklarıyla çok yakın ilgilidir. Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki
adaletsizlik, toplumsal erozyon, bireylerdeki çıkar tutkusunun önplana çıkması,
istikrarsız yönetim gibi art arda sıralayabileceğimiz birçok neden bu
sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Suç ve suç unsurlarının sistemle yakın bir ilgisi
olduğu gerçektir; ancak, sorun, sadece sistem sorunu gibi gözükse de, aynı
zamanda, bunun bir etik boyutu da söz konusudur. Uygulamadaki yönetimsel, yasal
ve siyasî düzenlemelerin bu boyutlarının çok iyi algılanması ve ona göre önlem
alınması, suç ve yolsuzluğu tamamen ortadan kaldırmasa bile, en aza indirmeye
yarayacaktır. Yurttaşlarımız, temiz toplum özlemine, hükümetimizin
izlediği popülizmden uzak, kararlı ve tutarlı politikalar sonucunda
kavuşmuşlardır. İzlenen politikalara bağlı olarak, her ne hikmetse, bir türlü
yakalanamayan çeteler, bölücü başları, hortumcular, yolsuzluk yapanlar birer
birer yakalanarak bağımsız yargıya teslim edilmişlerdir. Değerli arkadaşlarım, sivil toplum alanı içerisinde
yasadışı ekonomik-politik güç odağı oluşturarak, demokrasiler açısından sorun
ve tehdit oluşturmaya çalışan, ulusal ve uluslararası çapta teşkilatlanmış
birtakım suç unsurları bulunmaktadır. Yerel yönetimler açısından, hizmetlerin,
yerel olanak, gereksinim ve tercihlere uygun ekonomik, verimli ve etkin
yürütülebilmesi için görev, yetki ve kaynak paylaşımının, çağdaş ülkelerdeki
uygulamalara paralel bir şekilde düzenlenmesinin çok yararlı olacağı kanaatini
taşımaktayım; çünkü, yürürlüğe girdiği dönemlerde modern ve yeterli olan
yasalar, ekonomik, teknolojik ve sosyal açıdan yaşanan değişim ve gelişmeler
karşısında yetersiz kalmaya başlamıştır. Yaz aylarında, seçim yörem olan Edirne'nin ilçe ve
köylerinde yaptığım ziyaretler sırasında tarafıma aktarılan ve İçişleri
Bakanlığını ilgilendirdiği için bazı konuları sizlerle paylaşmak istiyorum. Çiftçilerimiz ve köylülerimiz, özellikle yaz aylarında
üretim faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemlerde tarla ve köy yollarında yapılan
trafik kontrollerinde kendilerine esneklik tanınmasını arzulamaktadırlar. Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüyle ilişkili
bir konu üzerinde durmak istiyorum. Başta Edirne olmak üzere, Kırklareli,
Tekirdağ, İstanbul, Bursa, Çanakkale ve Eskişehir illerimize, ülkemize, komşu ülkelerden göç yoluyla gelen
soydaşlarımızın vatandaşlığa alınma işlemlerinin sekiz on yıla uzadığı,
ana-babanın kabul edilip, çocukların kabul edilmediği ya da tersi durumların
varlığı tarafımıza iletilmektedir. Küçük sanayi sitelerinde bulunan sosyal amaçlı,
lokanta, kahvehane ve büfe gibi tesislerin ruhsatlandırılmasında kolaylık ve
esneklik sağlanması istenmektedir. Ülkemize, komşu ülkelerden yasadışı yollarla giren,
birçok ilin sınırından yakalanmadan geçen kaçakların ve kaçakçıların, Edirne
sınırlarından ülkemizi terk etmek isterken yakalanmaları, güvenlik güçlerimizin
üstün gayretleriyle gerçekleşmektedir. Bu başarıların devam etmesi için,
personel ve teçhizat konusunda gerekli desteğin verilmesi gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimi
tamamlarken, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in başında bulunduğu 57 nci
hükümetin geçmişte yaşanan karanlık günlere geri dönülmesine izin vermeyeceğine
olan inancımla, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunması, huzur ve güvenlik
ortamının sağlanması uğruna mücadele veren şehitlerimize Allah'tan rahmet
diler, gazilerimize şükranlarımızı sunar, bürokratlarımızın ve güvenlik
güçlerimizin başarılı çalışmalarının devamını dilerim. Güvenlik güçlerimizin gelir dağılımındaki
adaletsizliğin en yakın zamanda giderilmesi temennisiyle, bütçemizin, İçişleri
teşkilatına hayırlı olmasını diliyor, bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek. İnşallah, dediğiniz olur. Balıkesir Milletvekili Sayın Numan Gültekin; buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA NUMAN GÜLTEKİN (Balıkesir) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002
yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere
söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, saygıyla Yüce Heyetinizi
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, çalışma yaşamımızın vazgeçilmezi
olan sosyal güvenliğin sağlanması çalışmalarını organize eden, yöneten ve
yürüten önemli bir Bakanlığımızın 2002 yılı bütçesini bugün görüşürken bütün
çabamız, ülkemizi, Anayasamızın Başlangıç kısmında ifadesini bulan demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devleti olmak kimliğine yakışır, çalışanlarının her
kesiminin emeğinin karşılığını veren, vatandaşlarını çağdaş ülke normlarına
uygun güvencelere kavuşturmuş bir düzeye taşımaktır. Gelişmiş ülkelerde sosyal güvenlik sisteminin sağlıklı
bir şekilde yürütülmesi, devletin öncelikli görevleri arasındadır. Avrupa
Birliği ülkelerinde sosyal güvenlik standardı, Uluslararası Çalışma Örgütünün
102 Sayılı Sözleşmesinde belirtilen 11 ayrı güvencenin sağlanmasıyla oluşur. Bunlar,
meslek hastalıkları, iş kazaları, hastalıklı annelik, yaşlılık, malullük, ölüm,
işsizlik, aile sigortası, eşlerinden ayrılmış kadınlar ve yaşlıların bakımı
gibi sosyal risklere sağlanan güvencelerdir. Dünya devleti olma yolunda kararlılık içerisinde olan
Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütünün, yani ILO'nun dünya çalışma normlarını
tanzim eden sözleşmelerinin büyük bir kısmını kabul etmiştir. Bu çalışmalara
paralel olarak da, 57 nci hükümetimiz tarafından, ülkemiz için çalışma
hayatımızda devrim niteliği taşıyan ve yapısal değişiklikleri kapsayan yasalar
da Yüce Meclisimizden çıkarılıp uygulamaya konulmaktadır. Bu anlamda,
Demokratik Sol Partinin programında ve seçim bildirgelerinde yer alan,
halkımıza söz verdiğimiz, sosyal kesimlerin yıllardır beklediği yasaların bir
kısmı çıkarılmış, bir kısmı da Genel Kurulumuza indirilmiştir. Sayın milletvekilleri, 1999 yılında çıkardığımız 4447
sayılı Kanun bunlardan birisidir. Bu yasayla, yıllardır popülist yaklaşımlarla
bozulan aktif-pasif dengesi büyük oranda düzeltilmeye çalışılırken, kadın ve
erkek emeklilik yaşı dünya gerçeklerine uygun olarak yeniden belirlenmiş,
emeğiyle geçinen kesimin büyük sorunu olan işsizlik sigortası konusu da çözüme
kavuşturulmuştur. Bilindiği üzere, bu konuda ilk uygulama 2002 Mart ayında
başlayacaktır. Yine, sosyal kesimler arasında ekonomik ve sosyal
anlamda diyalog, güven ve işbirliğinin kurulmasına imkân sağlayacak olan
Ekonomik ve Sosyal Konseyin Kuruluşu, Çalışma Esas ve Yöntemleri Hakkında Yasa
Tasarısı da 57 nci hükümetimizce Yüce Meclisimize getirilmiş ve 21 inci dönem
Meclisimizce kabul edilerek, 21.4.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bunların yanında, çalışma hayatımızın önemli bir
kesimini oluşturan kamuda çalışan memurlarımız, gerekli hukukî düzenlemesi
olmadığından, 1990 yılından itibaren sendika kuruluşu ve faaliyetlerini
başkanlık genelgeleriyle yürütmüşlerdir. Nihayet, uzun yılların özlemi olan
ilgili kanun tasarısı, yine, 57 nci hükümetimizin kanun tasarısı olarak Yüce
Meclisimize gelmiş, Meclisimizde kanunlaşarak, 12.7.2001 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu yasayla da, kamu çalışanlarının örgütlenme hakkı, toplusözleşme
hakkıyla birlikte güvenceyle kavuşturulmuş; böylece, bu konuda uluslararası
platformlarda sürekli aldığımız eleştiriler de ortadan kalkmıştır. Yine, işsizliğin önemli bir sorun olduğu, yaklaşık 1
milyonun üzerinde yabancı işçinin kaçak olarak çalıştığı tahmin edilen
ülkemizde, ucuz bir ücret karşılığı çalışan kaçak yabancı işçiler, kendi
işçilerimize karşı haksız bir rekabet ortamı yarattıkları gibi, kayıtdışı ve
sigortasız çalışmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak yabancıların çalışma
izinlerini düzenleyen kanun tasarısının Başbakanlığa sunulmuş olmasını, ayrıca,
işçinin işinin güvence altına alınmasını sağlayacak olan İş Güvencesi Yasa Tasarısının
da, sosyal tarafların ortak iradeleriyle oluşturulan bilim kurulu tarafından
hazırlanarak Başbakanlığa sevk edilmesini, Demokratik Sol Parti Grubu olarak
önemli görmekte ve takip etmekteyiz. Yine, çalışma yaşamımızın öncelikli risk grubu olan 18
yaşını doldurmamış çocuklarımızı ve gençlerimizi çalıştırma usul ve esaslarıyla
ilgili olarak 57 nci hükümetimizin ortaya koyduğu somut proje ve yasa tasarısı
çalışmalarını da, Grubumuz, dikkatle takip etmekte ve desteklemektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın yeniden
yapılanmasının yukarıda saydığım ve devam eden yasal altyapısı yanında,
kurumsal olarak da 57 nci hükümetimiz döneminde daha etkin bir yapıya
kavuşturulması, Sayın Bakanımızın ve değerli bürokratlarının üstün
gayretleriyle ortaya konulan toplam kalite yönetimi ve otomasyona geçiş
çalışmalarını da memnuniyetle takip etmekteyiz. Bakanlığa bağlı Türkiye genelinde 10 hastanemizin ISO
9002 kalite belgesi alması da, SSK hastanelerine güveni artırmıştır. Bu arada,
seçim bölgem olan Balıkesir İlimizdeki SSK hastanemizin, 2002 yılı başlarında,
vatandaşlarımıza hizmette kaliteyi artıracak bu belgeyi alma hedefine ulaşma
çabaları da, şahsımı son derece mutlu etmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1965, 1969, 1976
ve 1992 yıllarında çıkarılan emeklilik yaşı, hizmet belgesi, neredeyse hiç prim
ödemeden emekli aylığı bağlanması, çeşitli af ve ertelemelerle ilgili olarak
çıkarılan yasa ve yapılan düzenlemeler, hem Sosyal Sigortalar Kurumunu hem de
Bağ-Kuru büyük ekonomik sıkıntıya sokmuştur. Özellikle 1992 yılında emeklilik
yaşının, sorumsuzca, dünya gerçekleriyle uyuşmayan popülist yaklaşımlarla,
kadınlarda 38, erkeklerde 42'ye çekilmesi, aktuaryel dengeleri bozmuş,
ülkemize, devletimize maliyeti, günümüze kadar faizleriyle beraber, 65 milyar
dolar olmuştur. NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Bir daha tekrarlar mısın?.. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) NUMAN GÜLTEKİN (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika
rica ediyorum... BAŞKAN - Tabiî efendim... NUMAN GÜLTEKİN (Devamla) - Özellikle 1992 yılında
emeklilik yaşının, sorumsuzca, dünya gerçekleriyle uyuşmayan popülist
yaklaşımlarla, kadınlarda 38, erkeklerde 42'ye çekilmesi, aktuaryel dengeleri
bozmuş, ülkemize, devletimize maliyeti, günümüze kadar faizleriyle beraber, 65
milyar dolar olmuştur. Bu durumun, 2002 yılı bütçesine yansıması yaklaşık 7,9
katrilyondur. Bu açık, tabiî ki, devlet bütçesinden Hazinece karşılanacaktır.
Bu açığın büyüklüğünü, 2002 yılı bütçesinden yatırımlara ayrılan payın 5,7
katrilyon olduğunu düşünerek kıyaslarsak olayın ciddiyetini sanırım daha iyi
kavrayabiliriz. Bu olumsuzluklara rağmen, Grubumuz olarak inanıyoruz
ki, ileriye dönük yapılan yapısal ve kurumsal değişiklikler, toplam kalite
çalışmaları, otomasyon projeleri, yolsuzluklarla ciddî ve kararlı mücadele
anlayışı, yaklaşık 36 000 000 vatandaşımıza sosyal güvenlik, sağlık hizmeti
sunan, sosyal kesimler arasında uzlaşma ve barışa katkı sağlayan bu
bakanlığımızı kaynak ve hizmet bakımından daha etkin hale getirecektir. DSP Grubu olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımızın bütün sosyal kesimlerin haklı isteklerinin karşılanması
doğrultusundaki çalışmalarına katkı sağlamaya devam edeceğiz; bu vesileyle,
2002 yılı bütçesinin ülkemize, ilgili bakanlığımıza hayırlı olmasını, ülkemizde
sosyal barışa katkı sağlamasını diler; Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (DSP
ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gültekin. Böylece, DSP Grubu adına konuşmalar tamamlandı. Şimdi, söz sırası, MHP Grubunu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Mehmet Pak'ın. Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreyi eşit mi paylaşacaksınız efendim? İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Evet Sayın Başkan. MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olan Jandarma
Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün
2002 yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak
üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri
Bakanlığı, 3152 sayılı Kanuna göre bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını
idare etmek; ülkenin iç güvenlik ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı
temin etmek; Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak; sınır, kıyı ve
karasularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak; karayollarında trafik düzenini
sağlamak ve denetlemek, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve
yakalamak, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, yurdun içişlerine ilişkin
politikalarını üretmekle yükümlü bir bakanlıktır. Görüldüğü gibi, İçişleri
Bakanlığının görev ve sorumluluğu altında yürütülen hizmetler, devletin asıl
fonksiyonları gereği yerine getirmek durumunda olduğu hizmetler arasında çok
önemli yer tutmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın
ilerleyen bölümlerinde sizlere arz edeceğim gibi, İçişleri Bakanlığının
yürüttüğü hizmetler, giderek daha büyük finansman gerektirmektedir. Günümüzün
globalleşen dünyası, bilim ve teknolojinin baş döndürücü hızla gelişimi
karşısında her geçen gün yeni bilgi ve araçlarla donanmakta ve kullanılmakta
olan teknolojiler, çok kısa süre içerisinde eskimektedir. Temelde, ülkenin
güvenliği gibi çok önemli bir misyon üstlenmiş olan İçişleri Bakanlığı da, bu
gelişmeleri çok yakından takip etmek ve en son teknolojileri transfer etmek
zorundadır. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı ekonomik durum
nedeniyle, İçişleri Bakanlığının konsolide devlet bütçesi içindeki payı
azaltılmış bulunmaktadır. Bu payın azaltılmış olması, bakanlığımızın
görevlerini, çağımız şartlarına uygun olarak yerine getirmemesi anlamanı
gelmemektedir, tam tersine, bakanlığımız, elindeki kıt imkânlarla görevlerini
daha iyi biçimde yerine getirme gayretinde olacak. Bu nedenle, bakanlığı, bu
fedakârca davranışından dolayı kutluyorum. İçişleri Bakanlığımız, ülkemizin
içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan selametle çıkması için, fedakârca davranarak,
kutsal bir görev daha üstlenmiş olmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri
Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar hakkındaki konuşmamı, Mahalli İdareler
Tasarısının komisyonumuzda bulunması nedeniyle, mahalli idarelerden bahsederek
başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi, hem kalkınma planlarında hem de 57 nci
cumhuriyet hükümeti programında, mahalli idarelerin güçlendirilmesi,
hizmetlerin, halka yakın birimler tarafından yerine getirilmesi yönünde ilke ve
hedefler yer almaktadır. Bu ilke ve hedefler doğrultusunda hazırlanmış bulunan
Mahallî İdareler Reform Tasarısı, İçişleri Komisyonumuzda, Plan ve Bütçe
Komisyonundan da üyelerin katılmakta olduğu bir altkomisyonda görüşülmektedir.
Altkomisyonda, haftanın üç günü toplantı yapılarak, tasarı olgunlaştırılmaya
çalışılmaktadır. Tasarının olgunlaştırılmasında, mümkün olan en geniş katılımı
sağlamak amacıyla, ilgili kurum, kuruluş ve kişiler toplantılara davet edilerek
dinlenilmekte ve önerileri değerlendirilmektedir. Bu kapsamda, toplantılara, büyükşehir belediye
başkanları, il belediye başkanları, ilçe belediye başkanları, belde belediye
başkanları, belediye birlikleri, muhtar dernekleri, mahallî idare çalışanlarına
ait örgütler, sivil toplum örgütleri, belirli bir çalışma programı çerçevesinde
çağırılmakta ve bu kurum, kuruluş ve kişilerin görüşlerinden
yararlanılmaktadır. Zannediyorum, çok kısa bir süre içerisinde, çalışmalar
tamamlanarak komisyonumuza sunulacak ve komisyonumuzda da süratle tasarı
sonuçlandırılacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla,
merkezî idarenin küçültülmesine imkân verecek düzenlemeler getirilmekte; bu
amaçla, merkezî idare ile mahallî idareler arasında görev bölüşümü yapılarak,
temel hizmetler ve bu hizmetlere ilişkin standartları belirleme, merkezî
idarenin yetkisine bırakılmakta ve merkezî idare ile mahallî idareler
arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve koordinasyonu amacıyla, bir kurul
oluşturulmaktadır. Mahallî idarelerin gelirleri önemli ölçüde artırılmaktadır. Bu kapsamda, genel bütçe vergi gelirlerinden
belediyelere nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 6'lık pay, yüzde 8'e
çıkarılmakta; büyükşehirlere, benzer şekilde, illerde toplanılan genel bütçe
vergi hâsılatının yüzde 5'inin, o ildeki belediyelere, nüfuslarına göre
dağıtılması imkânı getirilmekte; kalkınmada öncelikli yöre belediyelerine,
genel bütçeden binde 5 oranında pay verilmektedir. 1992 yılından bu yana
artırılmayan ve bu nedenle de sembolik hale gelen çeşitli belediye harçlarının
tarifeleri, 100 kat artırılmakta ve enflasyona karşı korunması için, her yıl,
yeniden değerlendirme katsayısına bağlanmaktadır. Genel bütçe vergi
gelirlerinden il özel idarelerine nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 1,12'lik
pay, yüzde 3,32'ye çıkarılmakta, kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan il özel
idarelerine genel bütçe vergi gelirlerinden binde 3'lük pay ayrılmaktadır. Mahallî idareler alanında, açıklık ve demokratik
katılımı güçlendirecek hükümler getirilmekte ve vatandaşların bilgi alma
imkânları artırılmakta, Meclis toplantılarında sorunların dile getirilme imkânı
kolaylaştırılmaktadır. Mahallî idarelerin personel rejiminde belirli
standartlar getirilerek, gereksiz vesayet uygulamaları kaldırılmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının
getirdiği en önemli yeniliklerden biri de belediye kurulmasına ilişkindir.
Ülkemizde, 1980 yılında 1 720 olan belediye sayısı, 20 yıl içerisinde neredeyse
2 katına çıkmış, 3 228'e ulaşmıştır. Popülist politikalar nedeniyle, 1980'de
kurulan belediye sayısı 109, 1991'de kurulan belediye sayısı 325, 1992'de
kurulan belediye sayısı 175, 1993'te 157, 1998'de kurulan yeni belediye sayısı
318'dir. 57 nci cumhuriyet hükümeti döneminde, 2000 yılında ise sadece 1
belediye kurulmuştur. Kurulan bu belediyelerin önemli bir bölümü, kanunda
zorunlu olan 2 000 nüfusu bile doldurmamakta ve taşıma nüfusla belediye
kurulmaktadır. Bugün, 3 228 belediyeden 396'sının nüfusu 2 000'nin altındadır. Değerli arkadaşlar, yine, son sayıma göre, 1 768
belediyemizin nüfusu da 3 000 ile 5 000 arasında değişmektedir ve bunun büyük
bir kesimi de 2 000 rakamına dayanmaktadır. Türkiye belediyeciliğimizin yüzde
78'inin nüfusu 5 000'in altında bulunmaktadır ve kaynakların ne kadar amaçsız
aktarıldığına da iyi bir örnek olduğunu zannediyorum. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, tasarı, yeni belediye
kurulmasını -daha önce 2 000 olan sayım- 10 000 nüfus şartına bağlamaktadır.
Altkomisyonda sadece nüfus şartının yeterli olmayacağı düşünülerek, nüfusun
yanında belli sayıda konut ve işyeri olması zorunluluğu da getirilmektedir.
Böylece, rasgele belediye kurulmasının önüne geçilmekte, ülke kaynaklarının
verimli kullanılacak yerlere akması, hizmet maliyetini karşılayacak ölçekte
belediyelere gitmesi sağlanmış olmaktadır. Sayın Başkan, değerli üyeler; İçişleri Bakanlığımızın
yürütmekte olduğu projelerden en önemlilerinden biri de 1974 yılından beri
sürdürülen MERNİS Projesidir. Nüfus hizmetlerini çağdaş ve modern bir yapıya
kavuşturmak amacıyla uygulamaya konulmuş bulunan, kısaca "MERNİS"
olarak ifade edilen Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi Projesi, nüfus kütüklerindeki
kayıtların bilgisayar ortamına aktarılmasına, toplanan bilgilerin kamuoyu
hizmetleri ve vatandaşlar için çok yönlü olarak değerlendirilmesine ve tam
otomasyona geçilmesine yönelik bir projedir. Bu projenin altyapısını
oluşturacak olan 1587 sayılı Nüfus Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine
İlişkin Kanun Tasarısı İçişleri Komisyonumuzda görüşülerek kabul edilmiş ve
Yüce Heyetinizin gündemine intikal ettirilmiştir. Vergi toplanılmasından
sahteciliğin önlenmesine, kimlik taşıma kolaylığından terörün önlenmesine kadar
birçok önemli amaca hizmet edecek olan bu projenin hayata geçirilmesi söz
konusu tasarıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu tasarının önümüzdeki günlerde
Yüce Heyetinizce karara bağlanacağını ümit ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri
Bakanlığının en önemli faaliyet alanlarından biri iç güvenliğe ilişkindir.
Sizlere bakanlığımızın iç güvenlikle ilgili faaliyetleri hakkında çeşitli
istatistikler, bilgiler vermek istiyorum. Ülkemizde, 2000 ve 2001 yıllarının ilk dokuz aylık
dönemlerinde meydana gelen olaylar karşılaştırmalı olarak şöyledir: 2000
yılının ilk dokuz ayında polis bölgesinde 505 467 olay, jandarma bölgesinde 40
617 olay, sahil güvenlik bölgesinde 32 olay olmak üzere, toplam 546 116 olay
meydana gelmiştir. 2001 yılının dokuz aylık döneminde, polis bölgesinde 496 076
olay, jandarma bölgesinde 59 019 olay, sahil güvenlik bölgesinde ise 54 olay
meydana gelmiş. Bu rakamlar, polis bölgesinde meydana gelen olaylarda 9 391
olay azalışını, jandarma bölgesi ile sahil güvenlik bölgelerinde meydana gelen
olaylarda, sırasıyla, 18 402 ve 22 olay artışını ifade etmektedir. Türkiye
geneline bakıldığında ise, toplam olay sayısının 555 149'a yükseldiği, olay
artış yüzdesinin 1,65 olduğu görülmektedir. Ülke çapında, olayların ayrıntılarına bakıldığında
gelişmeler şu şekildedir: 2000 yılının ilk dokuz aylık dönemine oranla, 2001
yılının ilk dokuz aylık döneminde ideolojik olaylarda yüzde 40 civarında azalma
olmuş. 2000 yılındaki 11 815 ideolojik olaya karşılık, 2001 yılının aynı
döneminde 7 903 ideolojik olay meydana gelmiştir. 2000 yılındaki 21 730 asayişe müessir olaylara
karşılık, 2001 yılında 30 273 olay meydana gelmiştir. 2000 yılının dokuz aylık döneminde, ülke genelinde
toplam 15 364 kaçakçılık olayına karşılık, 2001 yılında 15 130 olay meydana
gelmiş, bu olaylarda ise 234 azalma olmuştur. 2000 yılının dokuz aylık döneminde, yurt genelinde 360
590 trafik kazası meydana gelmişken, 2001 yılının dokuz aylık döneminde 321 462
olay meydana gelmiştir. Bu olaylarda, 39 128 kaza azalışı olmuş ve azalış oranı
yüzde 12 civarındadır. Bu kazalardaki ölü ve yaralı sayılarında da bir
azalmayla karşılaşmaktayız. 2000 yılında 4 116 ölü, 101 927 yaralı söz
konusuyken, 2001 yılında yaklaşık olarak 3 317 ölü, 88 980 yaralı söz
konusudur. BAŞKAN - Sayın Pak, son 1 dakikanız. MEHMET PAK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler;
terörizm, dünyanın ortak ve öncelikli çözülmesi gereken sorunu, evrensel bir
bela. Terör belası, maalesef, sonunda, dünyanın en gelişmiş ülkesine de
bulaşmış ve binlerce kişinin ölümüne, önemli miktarda maddî hasara yol açmış;
ancak, kayıplar sadece can ve malla sınırlı kalmamış, dünyanın dengesini
bozmuş, yeni bir dünya düzeni kurulması için bütün devletler ve uluslararası
örgütleri harekete geçirmiş, terörün nasıl, nerede ve ne zaman meydana
geleceğinin bilinmeyeceğini bir kez daha ispatlayan ABD'deki saldırı, bütün
dünyaya, oldukça yoğun biçimde nükleer kimyasal ve biyolojik terör endişesini
getirmiştir. Böyle bir olayı nefretle kınamamıza rağmen, yıllardır ifade etmeye
çalıştığımız bu belayı çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Ülkemizde bugünü kadar olduğu gibi, bugün de,
demokratik düzeni, insan hak ve hürriyetlerini zedelemeye, tahrip etmeye,
ortadan kaldırmaya yönelik her türlü hareketin üzerine cesaretle gidilmekte,
bölücü ve yıkıcı terör örgütleriyle, organize suç faaliyetleriyle mücadele de
büyük bir kararlılıkla sürdürülmektedir. Bölücü terör örgütünün silahlı eylemlerine başladığı
1984'ten günümüze kadar 6 782 saldırı, 3 651 patlama, 414 gasp, 1 081 adam
kaçırma, 1 500 kanunsuz toplantı, 870 bildiri dağıtımı ve güvenlik
kuvvetlerimizin inisiyatifinde gerçekleştirilen 8 697 çatışma olmak üzere
toplam 22 994 olay meydana gelmiştir. Bütçemizin Bakanlığımıza hayırlı olmasını diliyor, Yüce
Heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Pak, teşekkür ediyorum efendim. Söz sırası, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Şen'de. Buyurun Sayın Şen. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı
bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; konuşmama
başlamadan önce, çalışma hayatımızı çok yakından ilgilendiren iki konuyla
ilgili gerekli yasal düzenlemelerin 2001 yılı içerisinde yapılarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinden geçirilmesi sebebiyle, Yüce Meclisimize ve 57 nci
cumhuriyet hükümetimize teşekkür etmek istiyorum. Çalışma hayatımızı çok yakından ilgilendiren bu iki
yasadan birisi toplumsal barış ve diyalog için çok önem arz eden Ekonomik ve
Sosyal Konseyin kuruluşuna ilişkin yasal düzenleme; diğeri ise, ülkemizde
yıllardan beri tartışılan; ancak, Anayasa değişikliğinin üzerinden altı yıl
geçmesine rağmen uyum yasası bir türlü çıkarılamadığı için, ciddî tartışmalara
sebep olan kamu görevlileri sendikaları kanunudur. Toplumsal diyalog ve
örgütlenme haklarıyla ilgili iki temel kavramın ülkemizde de yasal
düzenlemelerle hayata geçirilmesi, çalışma hayatımız için memnuniyet verici
hadiselerdir. Her ne kadar, çıkarılan Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu,
gönlümüzden geçtiği gibi, grev ve toplusözleşme haklarına sahip değilse de, bu
kanunun, memur sendikacılığında önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyoruz.
Önümüzdeki süreç içerisinde kamu görevlilerimizin de işçi arkadaşlarımız gibi
grev ve toplusözleşme haklarına sahip olacaklarına inanıyoruz. Değerli milletvekilleri, günümüzde, idare sistemi ve
ideolojisi ne olursa olsun, bütün ülkelerin yeterli ya da yetersiz de olsa
kurumsal bir sosyal güvenlik sistemleri vardır. Sosyal güvenlik, modern bir
devletin olmazsa olmaz şartlarında birisidir. Milletlerarası insan hakları
belgelerinde sosyal güvenliğin bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu
itibarla, çağdaş, modern bir devletin esas görevlerinden birisi de sosyal
güvenliği sağlamaktır. Her devlet kendi sosyal güvenlik sistemini kururken iki
faktörü gözardı edemez. Bu faktörler dış ve iç faktörlerdir. Dış faktörleri,
sosyal güvenlikle ilgili milletlerarası sözleşmelerle öngörülen seviye ulaşmak olarak
özetleyebiliriz. İç faktörler ise, ülkenin kendi şartlarının dikkate
alınmasıdır; çünkü sosyal güvenlik, sosyal, siyasî ve ekonomik hayatın pek çok
yönüyle etkileşim halinde olan bir sistemdir. Sosyal güvenlik sisteminin sağladığı haklar ve kapsam
tespit edilirken, pek tabiidir ki, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişlik
seviyesi ile kaynakları da dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde, kalkınmış bir
ülke standardında oluşturulan bir sosyal güvenlik sistemi uzun dönemde ülke
ekonomisinde olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilir. Kısacası, sürdürülebilir;
yani, istikrarlı sosyal güvenlik politikalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Sosyal güvenlik sistemi bütün dünyada başlıca iki
şekilde uygulanır. Bunlar, karşılıksız sosyal yardım ve hizmetler; yani, yani,
primsiz sistem, diğeri ise prim esasına dayalı sosyal sigorta uygulamalarıdır. Primli sosyal güvenlik sistemlerinde, insanların,
özellikle çalışamamak ve kazanç elde edememek endişelerinin en yoğun olduğu
yaşlılık dönemlerinde bu riski karşılamak üzere hazırlanan yaşlılık
sigortaları, sistemin en önemli özelliğidir. Primli sosyal güvenlik
sistemindeki amaç, insanlarımızın yaşlılık dönemlerini güven duygusu içerisinde
geçirmeleridir. Sigorta tekniğinde bunu sağlamanın temel şartı riskin meydana
gelmesini beklemektir. Halbuki, ülkemizde, bugüne kadar genç ve sağlıklı
çalışanların emekliliğe ayrılmalarını özendirici politikalar izlenmiş,
toplumumuzun sosyal güvenlik sistemi için avantaj oluşturabilecek genç nüfus
yapısı özelliğinden yararlanılamamıştır. Öte yandan, genç emeklilerin büyük
ölçüde çalışma hayatına yeniden dönmeleri, bu politikaların yürütülmesinde
gerekçe olarak ileri sürülen işsizliğe çare oluşturma kapılarını da
kapatmıştır. Dünyada birçok ülkenin sosyal sigorta sistemleri,
ülkemizde yaşanan olumsuzlukları taşımamalarına rağmen, ortak sorun olarak
finansman sorunuyla karşı karşıyadır. Bu yüzden, birçok ülkede sosyal sigorta
uygulamalarında yeniden yapılanma süreci başlatılmış olup, ülkemizde de yeniden
yapılanmanın başlatılması gerektiği kanaatindeyiz. Bugün, primli sosyal sigorta
sistemimiz büyük finansman krizi yaşamaktadır. Uzun yıllardır yaşanan kronik
enflasyon ve sigorta tekniğiyle bağdaşmayan diğer popülist uygulamalar, sosyal
sigorta fonlarının erimesine yol açmıştır. Dolayısıyla, sosyal güvenlik
harcamalarının karşılanabilmesi için, devlet bütçesinden sosyal güvenlik
kurumlarına transfer yapılması zorunluluğu ortaya çıkmış, bu da kamu malî
politikalarında kısır döngüye yol açmıştır; başka bir ifadeyle, sosyal güvenlik
harcamaları, tüm vatandaşların ödeyecekleri vergilerden ya da devletin
borçlanma yoluyla elde ettiği finansmanlardan karşılanır hale gelmiştir. Yakın
bir gelecekte devletin tüm bütçe dengelerini altüst edecek boyutlara ulaşması
tehlikesi bulunan bu sağlıksız yapının bir noktada durdurulması, sistemin kendi
kendine yeterli hale getirilmesi ve sosyal güvenlikle ilgili yeniden
yapılanmanın sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bugün, primli Türk sosyal
güvenlik sistemi, hizmet akdiyle çalışanları; yani, işçileri kapsayan SSK, kamu
görevlilerini kapsayan Emekli Sandığı ve bağımsız çalışanları kapsayan Bağ-Kur
şeklinde organize olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir sacayağı
teşkil eden bu 3 sosyal güvenlik kuruluşumuzu ayrı ayrı düşünmek yerine, bir
bütün olarak düşünmenin ve çözümü de bu yönde aramanın faydalı olacağına
inanıyoruz. Şartlar ve gerekçeler onu göstermektir ki, 21 inci Yüzyılın
ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir sosyal güvenlik sisteminin kurulmasına
acil ihtiyacımız vardır. Ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemi çokbaşlıdır. Sosyal
Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Emekli
Sandığı ise Maliye Bakanlığına bağlıdır. Merkezî idaredeki bu çokbaşlılık,
devletin sağlıklı ve istikrarlı sosyal güvenlik politikaları üretme ve icra
etmesine imkân vermemektedir. Bu sebeple, sosyal güvenlikten sorumlu bakanlık
teke indirilmeli ve sosyal güvenlikle ilgili bütün kurumlar bu bakanlığa
bağlanmalıdır. Halen mevcut olan Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve
Bağ-Kur Emekli Sandığı adı altında birleştirilmelidir. Yeni oluşturulacak
emekli sandığı vatandaşlarımızın yaşlılık, malullük ve ölüm risklerine karşı
sosyal güvenliğini sağlamalı, sandıkta tek gösterge ve tek oranlı prim sistemi
geçerli olmalı ve istisnasız tüm vatandaşlarımız bu sandığa dahil edilerek,
kayıtdışılığa asla müsaade edilmemelidir. Sayın milletvekilleri, izninizle, bu arada, sosyal
güvenlik sistemimizin dağınıklığından kaynaklanan ve emeklilerimiz arasında
eşitsizlik ve adaletsizliğe sebep olduğunu düşündüğüm birkaç hususu, örnekleriyle
arz etmek istiyorum. Bugün, Bağ-Kur emeklisi bir vatandaşımız işyeri açmaya
kalktığında, zaten yetersiz olan maaşından yüzde 10 kesinti yapılmakta; ancak,
diğer emeklilerin maaşlarından böyle bir kesinti yapılmamaktadır. 1999 yılı
eylül ayında çıkarılan kanunla maaş katsayıları iptal edilmiştir. Daha sonra,
emeklilerin maaşları enflasyon oranında artış sistemine bağlanmıştır. Bugün,
Bağ-Kur emeklisinin tabanmaaşı 51 milyon lira, tarım emeklisinin tabanmaaşı 24
milyon lira, memur emeklisinin tabanmaaşı 127 milyon lira ve işçi emeklisinin
tabanmaaşı 104 milyon liradır. Taban emekli maaşları her emekli kuruluşunca
ayrı ayrı uygulanmakta, dolayısıyla enflasyon oranında artışın bu tabanaylık
üzerine uygulanması sebebiyle ortaya çıkan büyük kayıplar, emeklilerimiz
arasında büyük farklılıklara, adaletsizliğe ve kıskançlığa sebep olmaktadır.
Üreten, çalışan, vergisini ve sosyal güvenlik primlerini ödeyen ve zaten,
yeterli maaş alamayan emeklilerimiz arasındaki bu maaş dengesizliğinin
giderilmesi gerekmektedir. Bir diğer husus da, sağlık hizmetlerinden yararlanma
hadisesidir. Mesela, bugün, Bağ-Kur emeklileri sağlık yönünden mağdurdur.
Örneğin, Bağ-Kur emeklileri üniversite hastanelerinden yararlanamamaktadır.
Memur emeklisine iki yılda bir gözlük alma imkânı verilirken, Bağ-Kur
emeklisine bu imkân dört yılda bir sunulmaktadır. Memur emeklisine ölüm parası
olarak iki maaş karşılığı bir bedel ödenirken, işçi emeklilerine 107 000 000
lira, Bağ-Kur emeklilerine de 60 000 000 lira ödenmektedir. Aynı masrafın
yapıldığı, aynı mezarlığa gömülen emeklilerimize bu konuda da farklı uygulama
yapılmaktadır. Eczacılarla Bağ-Kur arasında yaşanılan sorunlardan dolayı,
Bağ-Kur emeklilerimiz bir kısım eczanelerden ilaçlarını alamamaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi emeklilerimizin de
önemli bir sorunu sağlık hizmetleriyle ilgilidir. Sosyal Sigortalar Kurumunun
sağlık tesislerinde ciddî bir artış yoktur. Son yirmi yılda işçi ve emekli
sayısı yüzde 100 artarken, SSK'ya bağlı hastanelerde yatak sayısı aynı oranda
artırılamamıştır. SSK hastanelerinde randevulu sisteme geçilmiştir; ancak,
vatandaşlarımız randevu almak için oldukça zorlanmaktadır. Bu arada, yeri gelmişken ifade edeyim ki, bir işçi
emeklisi kenti olan Bursamızda, Bursalı hemşerilerimiz, halen inşaat halinde
olan ikinci SSK hastanesinin norm kadroları doldurulmak suretiyle, bir an önce
açılmasını sabırsızlıkla beklemektedir. Değerli milletvekilleri, 57 nci cumhuriyet
hükümetimizin programında, özellikle, sosyal güvenlik ve istihdam alanında
radikal tedbirlerin uygulamaya konulacağı kamuoyuna açıklanmış, işsizlik
sigortasının sosyal güvenlik sistemine dahil edileceği halkımıza taahhüt
edilmişti. Bu taahhüt doğrultusunda, sosyal güvenlik sisteminin yeniden
yapılandırılması ve genel bütçe üzerindeki aşırı finansman yükünün azaltılması
amacıyla, 1999 yılının Eylül ayında 4447 sayılı Kanun yürürlüğe konulmuştur. Bu
kanunla, ülkemizde uzun yıllardır tartışması yapılan; ancak, bir türlü
gerçekleştirilemeyen işsizlik sigortası hayata geçirilmiş, kayıtdışı istihdamı
ve kaçak işçi çalıştırmayı engelleyici tedbirler alınmıştır. Ülkemizdeki
yabancıların çalışmasına ilişkin, değişik kanunlarda yer alan görev ve
yetkileri tek elde toplamak, bürokratik süreci olabildiğince kısaltmak ve
verilen bilgileri sağlıklı olarak değerlendirebilmek amacıyla yabancıların
çalışma izinleri hakkında kanun tasarısının en kısa zamanda Meclisten
geçirilerek yasalaşacağını ümit ediyoruz. Öte yandan, Bakanlık tarafından, yurtdışında yaşayan
vatandaşlarımızın sorunlarının asgarîye indirilmesi, sosyal güvenlikten doğan
hak ve menfaatlarının korunması amacıyla çok sayıda ülkeyle görüşmeler
yapıldığını, ortak çalışma faaliyetlerinin sürdürüldüğünü ve sosyal güvenlik
sözleşmeleri imzalanmasına yönelik faaliyetlerin devam ettiğini memnuniyetle
müşahede ediyoruz. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın olduğu kadar, çeşitli
sebeplerle ülkemize gelerek yerleşip vatandaşlık statüsünü kazanan
soydaşlarımızın da, göç ettikleri ülkelerde kalan sosyal güvenlik kapsamındaki
hizmetlerinin ve bu hizmetlerden doğan haklarının korunması için, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın daha fazla girişimler yapması gerektiğine
inanıyoruz. Anayasal hakları olan sendikalara üye olma hakkını
kullandıklarından dolayı bazı işçi arkadaşlarımızın işlerine, maalesef,
işverenlerce son verildiği hepimizin malumlarıdır. Bu tür işten çıkarmalara son
verebilmek ve imzalamış olduğumuz 158 sayılı ILO Sözleşmesinin de gereğini
yerine getirebilmek için, iş güvencesi yasasının çıkarılmasına, ancak
çıkarılacak bu yasayla ilgili işveren camiasının da görüşlerini dikkate alarak
bir işçi-işveren mutabakatı sağlamak suretiyle bu yasanın Meclisten
geçirilmesinin ülkemizdeki çalışma barışı için çok faydalı olacağına
inanıyoruz. Ayrıca, söz konusu tasarı, hiçbir sosyal güvencesi olmayan tarım ve
orman işçilerimizi de kanun kapsamına aldığı için, bir başka önem
kazanmaktadır. Bu arada, SSK Genel Müdürlüğünde çalışan ve 1998
yılında yönetim kurulu kararıyla unvan tenziline uğratılın 300 civarındaki
personelin de mağduriyetlerinin önlenmesini beklediklerini Sayın Bakanıma arz
etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal güvenlik
kuruluşlarımızın içinde bulundukları olumsuz şartların kaynağını yalnızca
aktuaryel açıkla izah etmek yanlış olur. Bu noktada gerek yasaların
boşluklarından yararlanılarak, haksız olarak elde edilen gelirler gerekse
yolsuzluk, israf, suiistimal ve istismar sebepleriyle yapılan fazla ödemeler
önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu yollarla yapılan fazla ve haksız
ödemelerin gözardı edilemeyecek boyutlara ulaştığı inkâr edilemez bir
gerçektir. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak, sistemin kendi kendini
kontrol edebilmesi ve yapılan fazla ödemelerin kontrol altına alınarak
önlenmesini sağlamak amacıyla yeni tedbirler alınmalı ve radikal çözümler
getirilmelidir. Bu duygu ve düşünceler içerisinde, necip Türk
Milletinin ve İslam âleminin mübarek ramazanı şerifini ve inşallah, bir hafta
sonra hep birlikte idrak edeceğimiz ramazan bayramını şimdiden tebrik ediyor,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin çalışanlarımıza,
emeklilerimize, devletimize ve milletimize hayırlı olması dileğiyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Şen, teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, bugünkü müzakereleri izleyen
geleceğin teminatı olan genç kaymakamları, yüksek müsaadelerinizle, Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına selamlıyor, başarılar diliyorum efendim. (Alkışlar) Size de teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde. Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, takriben dörtyüz yıllık
geleneği olan Türk kamu yönetimi içinde köklü bir yeri bulunan İçişleri
Bakanlığı, devlet ve toplum hayatımızda önemli vazifeler üstlenmiş, huzur,
güven, emniyet, asayişi sağlamak ve kamu düzenimizi korumakla görevli en önemli
bakanlıklarımızdan biridir. Konuşmamın başında, huzur ve güvenin tesisi için
hayatlarını kaybeden güvenlik mensuplarına Allah'tan rahmet diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan,
Bakanlık hizmetlerini yürütürken, temel ilke ve gayelerinin ülke ve millet
sevgisi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne bağlılık, toplumun yaşam
kalitesinin yükseltilmesi olarak ortaya koymaktadır. Sayın Bakanın bu ifadeleri
son derece önemlidir. Kamu düzeninin huzur ve güvenliğinin devam ettirilmesinde
mülkî idare amirlerinin, güvenlik kuvvetlerimizin göstermiş oldukları
gayretleri takdir etmekle birlikte, ülke idaresini tek başına yerine
getirebilecek çapta büyük bir güce sahip olan İçişleri Bakanlığımızın, güven ve
huzurun tesisinde bu gücü nasıl kullandığı çok daha önemlidir. Çünkü, güç demek
otorite demektir. Otorite, iki tarafı keskin kılıç gibidir. Keskinlik,
hassasiyet gerektirir. İşte, bu noktada, Sayın Bakanın hedef ve ilkeleriyle,
pratikte yaşananlar arasında ciddî tezatlar mevcuttur. Devlet yönetiminde
hassasiyet, insan haklarına saygı, dolayısıyla, insanımızın inanç, örf, adet,
düşünce ve düşüncesini ifade etmesine saygı demektir. Yönetimde haksızlık ve
adaletsizlik söz konusu ise, haksızlıklara karşı direnme hakkına saygı
duymaktır. Değerli milletvekilleri, 2002'ye girerken Avrupa
Birliğini hedefleyen Türkiye, bu kadar konuşulmasına, yazılıp çizilmesine
rağmen, Sayın İçişleri Bakanımızın 180 000 personelimizin insan hakları
eğitimine tabi tutulduğunu ifade etmesine rağmen, insan hakları konusunda ciddî
bir iyileşme, maalesef, olmamıştır. Hâlâ, insanımız, temel hak ve
özgürlüklerini kullanmada ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Batı'da, sosyal
devlet ve demokratikleşmenin bir göstergesi olan sivil toplum örgütlerinin,
basın açıklaması yapmaları, ülkemizde, engellenmekte, ilgililer gözaltına
alınabilmektedir. Dün, bildiğiniz gibi, çok önemli bir sendika başkanımız,
Sağlık-İş Sendika Genel Başkanı gözaltına alındı. Yine, sosyal devlet ve demokratikleşmenin
bir göstergesi olan vakıf ve derneklerin kurulması, ülkemizde zorlaştırılmakta,
kurulu olanların faaliyetlerine, yasal dayanağı olmayan engeller çıkarılmakta,
vakıflara ve derneklere üye olanlara, âdeta, potansiyel suçlu olarak
bakılmaktadır. İnsanlarımız, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını
kullanamamakta, yasakçı ve baskıcı keyfî uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Ön
soruşturmalarda suçlunun teşhis ve tespitinde delilden sanığa değil, sanıktan
delile ilkel anlayışı halen geçerli olduğu için, gözaltılarda işkence iddiaları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar uzanmaktadır. Değerli arkadaşlar, maalesef, ülkemizde işkence var ve
bunu hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanın, arkadaşlarımızın işkenceyle ilgili
sorduğu sorulara "basındaki haberler doğru değildir" demesi gerçeği
değiştirmiyor. Netice itibariyle, işkence, insana yapılmaktadır. İşkenceyle
ilgili olarak gördüklerimize, dinlediklerimize mi inanalım Sayın Bakanım,
yoksa, resmî açıklamalara mı?! Gelin, Türkiye'yi bu ayıptan, bu ikilemden kurtaralım.
Bizler, toplumun huzur ve güvenini tesis ve insanımızın
onurunu korumak için buradayız. Siz, zanla insanları toplayacaksınız, suçlu
olup olmadıklarına bakmaksızın, bilgi sızdırarak medyada teşhir edeceksiniz, üç
beş gün sonra da, mahkeme, suçsuz diye bu zanlıları salıverecek, sonra da,
kusura bakmayın diyeceksiniz... Toplumun huzur ve güvenini böyle mi
sağlayacaksınız?! Böyle bir devlet hukuk devleti olabilir mi?! Hâlâ, adı üzerinde, emniyet içerisinde bulunması
gereken yerlerde gözaltı ölümleri yaşanabilmektedir. Ülkemizin bir bölümünde 30
yaşındaki insanlar olağan halin ne olduğunu bilememektedir; olağanüstü halde
doğan çocuklarımızın olağanüstü halde ölmemesi için, artık, gerekenler
yapılmalıdır. Faili meçhul cinayetler aydınlatılamamaktadır. Halen,
derin devlet, derin bağlantılardan bahsedilebilmektedir. Teknolojik imkânların
bu kadar geliştiği çağımızda, güvenlik güçlerinin olaylara müdahaleleri
ölümlerle neticelenmemelidir artık. Bakanlığın teftiş mekanizmasının, siyasî emeller
doğrultusunda, âdeta, süper müfettişlik ihdas edilerek, siyasî linç amaçlı
kullanılıyor olması üzüntü vericidir. Bakanlıklar, siyasî çıkar ve keyfî
uygulama makamları değildir. Bu kadar olumsuzlukların yaşandığı ülkemizde,
sorumlular olarak, Avrupa Birliğiyle ilgili nutuk atacaksınız; ama, adım
atmayacaksınız; bu, samimiyetsizliktir. Evrensel kriterleri milletimizden esirgediğinizde,
Avrupa Birliğinin kapısında beklersiniz, milletin onuruyla oynarsınız. Dün
müracaat eden ülkelerin de Avrupa Birliğine girişini izlersiniz; ama, Avrupa
Birliği kapısından içeri giremezsiniz, içeri almazlar; sonra da, dayatmalardan
şikâyet eder durursunuz. Değerli milletvekilleri, özgürlük, sadece farklı
düşünebilenlerin ihtiyacıdır. İnsan hak ve özgürlüklerini yadırgamak, bunlarda
kısıtlamalara gitmek, çağdaşlığın değil, çağdışılığın göstergesidir.
Özgürlüklerden korkmamalıyız. Sosyal hayatta barış, ekonomide rekabet ve
kalkınma, siyasette kalite, ancak ve ancak özgürlüklerle mümkündür. Vurgun ve
soygunların önüne de kapalı toplum anlayışıyla geçilemez. İllegal yapılanmalar
ve terör örgütlerinin cirit attığı yerler, özgürlüklerin daraltıldığı
yerlerdir. 11 Eylül terörü, dünyayı yönetmeye soyunanların, kendi
ülke insanına layık gördükleri özgürlükleri dünya insanlığından esirgemelerinin
bir neticesidir. Temenni ederiz ki, dünyadaki gelir dağılımındaki
adaletsizliğin, baskıların, dayatmaların neticesi olan 11 Eylül terörü, sadece
güvenliğin değil, özgürlüklerin de her ülkeye teşmil edilmesi şeklinde
yorumlansın. Terörle mücadeleden yana isek, 11 Eylülü iyi okumalıyız. İlacı,
özgürlüklerin yaygınlaştırılmasıdır. Aksi yorum, teröre hizmettir. 11 Eylül teröründen güvenlik anlayışı öne çıkacaksa,
özgürlüklerin daralacağına, dolayısıyla, terörün artacağına işarettir. 11 Eylül
terörüyle özgürlük anlayışı öne çıkarılacaksa, terörün hareket alanı iyice
daralacaktır. Umarız, kritik bir bölgede bulunan ülkemiz, tercihini
özgürlüklerin yaygınlaştırılmasından yana kullanır da, çok çektiğimiz terörle
bir daha yüz yüze gelmeyiz değerli arkadaşlar. Değerli milletvekilleri, 11 Eylül sonrası öne çıkarılan
konulardan biri de terör-sermaye ilişkisi. Terör ve terörizme destek veren
sermayeyle, elbette, ciddî mücadele edilmelidir; yalnız, zanna dayalı bir
mücadele değil, hukuk devleti ilkeleri içerisinde ciddî bir mücadele yapılmalıdır. Özellikle 28 şubat sürecinde
yerli ve yabancı sermayeyi ürküttük, sermayenin ülkemizden kaçmasına sebep
olduk; yapılan yanlışlara bir daha düşülmemelidir. Değerli milletvekilleri, bir önemli konuyu daha
huzurlarınıza getirmek istiyorum. Ülkemiz jeopolitik ve jeostratejik öneme
sahip bir ülke. Herkesin gözü bu topraklarda, iç ve dış düşmanlarımız sınırsız
maddî imkânlarıyla ülkemizi bölüp, parçalamak istemektedirler. İnsanımız millî
ve manevî değerlerimizden, irtica paranoyalarıyla uzaklaştırılırken,
misyonerler teşkilatlarını kurmuş, ülkemizde cirit atmaktadırlar. Türkiye laik
bir ülkedir. Bizim değişik dinlere mensup vatandaşlarımızla bir problemimiz
yoktur, herkes inancını dilediği gibi yaşamalı; fakat, ekonomik krizi de fırsat
bilerek, nesillerimizin millî ve manevî değerlerimizden uzaklaştırılması
konusundaki misyoner faaliyetlerine karşı İçişleri Bakanlığı ne gibi tedbirler
aldı acaba? Bugüne kadar kaç misyoner yakalandı? Haklarında ne gibi işlemler
yapıldı ve bunların dış bağlantıları, acaba, tespit edilebildi mi? Değerli milletvekilleri, kısaca, birkaç konuyu daha
dile getirmek istiyorum. Ülkemize dost ve komşu ülkelerden mülteciler
gelmektedir. Birleşmiş Milletler Teşkilatının ilgili komisyonu ve Kızılay
kanalıyla bu insanlara yardım eli uzatılmalıdır. Bir diğer konu da, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel
Müdürlüğünün geliştirmiş olduğu MERNİS projesidir. Ne yazık ki, bu proje de
hayata geçirilememiştir. Ayrıca, ülkemize göç etmiş olan soydaşlarımız,
vatandaşlık haklarını elde etmede ciddî zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu
konudaki bürokratik engeller ortadan kaldırılmalı ve geçiş
kolaylaştırılmalıdır. Acil müdahale birliği veya mobil kuvvet diyebileceğimiz
sivil savunma birliklerinin 11 ildeki kadro ve benzeri eksiklikleri bir an önce
giderilmeli, tam teşekküllü olarak faaliyete geçirilmelidir ve bu birlikler
sivil savunma il müdürlüklerine bağlanmalı, bu hiyerarşik düzen
kurulamayacaksa, kadro ve imkânlarıyla yerel yönetimlere devredilmelidir. Emniyet mensuplarının taleplerine de kısaca değinmek
istiyorum: Personel yasası mutlaka çıkarılmalı, ücretleri günün şartlarına göre
yeterli hale getirilmeli, taban maaşları yükseltilmeli ve emekli olmak
isteyenlerin önü bu vesileyle açılmalıdır. Terfilerde gerçekçi ve kalıcı bir
yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Torpili olan değil, hak eden terfi etmelidir.
İçişleri Bakanları, bugüne kadar, genellikle, emniyet
mensuplarının malî durumlarıyla ilgili müjdeci bakan rolünü üstlenmişlerdir.
Artık, emniyet mensupları, müjde değil, icraat beklemektedirler. Emniyet
mensubunun kafasını maddî sıkıntılar meşgul etmemeli; aksi takdirde, güven
unsuru olan polis, ailesi ve toplum için güvensizlik unsuru olmaktadır. Kısaca,
hangi emniyet mensubuyla görüştük ise, karşılaştığımız cevap şu oldu:
"Polisin ve emniyet mensubunun derdi anlatmakla bitmez" diye feryat
ediyorlar. Belki de, insan haklarının ihlalinde, emniyet mensuplarımızın bu
psikolojik hali de etkili olmaktadır. Değerli milletvekilleri, ülkemizin yönetim yapısı,
maalesef, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonucu, dünyadaki eğilimlere paralel
olarak aşırı merkeziyetçi bir yapı içindedir. İnisiyatifin merkezde ve
bürokraside olması, ülkemiz açısından pek çok tehlikeli sonuçlar ortaya
koymaktadır. Aşırı merkeziyetçi anlayış, havaleciliği, bedavacılığı, son olarak
da, karşımıza çeteciliği getirmiştir. Ayrıca, inisiyatifin merkezde olması
sonucu, âdeta, bir kurtarıcı kültürü oluşmuş; dolayısıyla, merkez, kurtarıcı
rolünü üstlenmiş, aşırı yük altında, siyaset, siyasetçi, bürokrat, bürokrasi,
âdeta, sürmenaj olmuştur. Devlet, üretimden, ekonomiden, işletmecilikten elini
çekmelidir. Devletin aslî fonksiyonuna dönmemesi, hizmetlerin mahalline
bırakılmaması, kaynak israfına sebep olmaktadır. Dolayısıyla, problemlerin
çözülmemesi, fertleri de, müesseseleri de, yorgunluğa, yılgınlığa, ümitsizliğe
sevk etmektedir. Bu da, İçişleri Bakanlığının yükünü artırmaktadır. Değerli milletvekilleri, sistem iflas etmiştir, yönetim
anlayışı iflas etmiştir. Birbirimize anlatmayalım. Milletimiz de, milletin
vekilleri olarak bizler de, sıkıntıların sebebini de, çözümünü de biliyoruz.
Elbette geçmişi değiştiremeyiz; ancak, gelecek elimizde. Özellikle, iktidarın
ana kanadına seslenmek istiyorum: Beyler, konuşma dönemi bitmiştir.
Milletimizin ifadesiyle, konuşmalara, artık, milletimizin karnı tok. Yerel yönetimler yasa tasarısını içişleri alt
komisyonunda görüşmekteyiz. Problemlerin çözümünde samimîyseniz, yeniden
yapılanmadan yana iseniz, bırakınız televizyonlarda nutuk atmayı, sistemi
rahatlatmak istiyorsanız, böyle, güvensizlik temeline oturan yamalı bohça
misali bir yerel yönetimler yasa tasarısı değil, bir reform tasarısı getirin
ki, samimî olduğunuza inanalım. Bunu yapmazsanız, yaptıklarınız şovdan
ibarettir. Hangi siyasî parti, yetkilerin yerele devredilmesine
karşıdır. Var mı içimizde karşı olan bir siyasî parti; varsa, buraya çıkıp
niçin karşı olduğunu açıklasın; yoksa, 1988'de Mahallî İdareler Avrupa Özerklik
Şartına çekince koyan güç hangi güçtür. Bu tasarının bir yama tasarısı olarak
Yüce Meclisin önüne gelmesine vesile olan güç hangi güçtür. Meclisin gerçek
iradesinin tecellisi için ille de gizli oylama gerekmemelidir. Değerli milletvekilleri, 81 il özel idare teşkilatı, 3
216 belediye, 35 118 köye, artık, Ankara'dan sağlıklı hizmet götürmek mümkün
değildir. Ankara, o kadar bıktırdı ki, yerel yöneticiler, yasa çıksın da nasıl
çıkarsa çıksın noktasına gelmişlerdir. Endişemiz odur ki, belediye
başkanlarının, yerel yöneticilerin bu sıkıntılı durumu hükümet tarafından
istismar edilerek, bir reform değil bir yama tasarısı Meclisin önüne
getirilecektir. Ülkemizin çağdaş bir yönetim anlayışına kavuşması,
yerel yönetimlerde gerçek anlamda bir reformun gerçekleşmesi temennisiyle,
İçişleri Bakanlığı Bütçemizin milletimize hayırlı olmasını diliyor,
milletimizin bayramını kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi söz sırası, Bingöl Milletvekili Sayın Mahfuz
Güler'de. Buyurun Sayın Güler. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002
yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Partim ve
şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Anayasamızda "Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir
hukuk devletidir" denilmekte; ama, ne yazık ki, yetmişsekiz yıllık
cumhuriyet tarihimizde vatandaşlarımızın, hâlâ, önemli bir kısmı sosyal bir
güvenceden mahrum olarak yaşamak zorunda bırakılmaktadır. İyi-kötü sosyal bir
güvencesi olanların büyük bir kesimi ise hallerinden zaten hoşnut değildirler. Değerli arkadaşlar, çalışma hayatımızı ilgilendiren
önemli yasal düzenlemeler yeterli düzeyde gerçekleştirilememiştir. Üç yıla
yakın bir zamandan beri görev yapan bu hükümet döneminde getirilen tasarıların
büyük bir bölümü, bugüne kadar, Genel Kurul gündemine alındığı halde
görüşülmeye başlanamamıştır. 4588 sayılı Yetki Yasasının Anayasa Mahkemesince iptal
edilmesi sonucunda bu yetki yasasına dayanılarak çıkarılan 4 kanun hükmünde
kararname 10.11.2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, iptal edilmiştir.
Bunlardan 616 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle SSK yeniden yapılandırılmış,
SSK'ya başkanlık sistemi getirilerek, önemli değişiklikler yapılmıştır. Anayasa
Mahkemesinin bir yıl süre tanıdığı bu tasarı, bugüne kadar görüşülememiş ve bu
süre 10.11.2001'de sona ermiştir. Yine, 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle İş ve İşçi
Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü kaldırılmış, bunun yerine Türkiye İş Kurumu Genel
Müdürlüğü kurulmuştur; ancak, Anayasa Mahkemesinin tanıdığı süre dokuz ay
olmasına rağmen ve bu süre üzerinden dört ay geçtiği halde bu tasarı da
görüşülememiştir. 618 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede ise Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığının teşkilat yapısı değiştirilmiş, Sosyal Güvenlik
Kurumu Genel Müdürlüğü lağvedilerek, onun yerine Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığı oluşturulmuştur. Bu tasarıyla, Bakanlık teşkilatında önemli ve hatta
gerekli değişiklikler yapılmıştır. Anayasa Mahkemesinin bu tasarı için tanıdığı
süre altı ay olmasına rağmen, üzerinden de altı ay geçtiği halde, bu tasarı da
görüşülememektedir. 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ise, Bağ-Kurun
yeniden yapılandırılmasıyla ilgilidir. Anayasa Mahkemesinin tanıdığı dokuz
aylık sürenin üzerinden dört ay geçtiği halde, bu tasarı da, bugüne kadar
görüşülemedi. Değerli arkadaşlar, deminden beri sözünü ettiğim bu 4
adet kanun hükmünde kararname için de, Anayasa Mahkemesinin tanıdığı süreler
dolmasına rağmen, hatta üzerinden dört ay, altı ay geçmesine rağmen, bugüne
kadar Genel Kurulda görüşülmediği ve kanunlaşmadığı için bu kurumlar, yasal
dayanaktan mahrum olarak görevlerini sürdürmektedirler. Sayın Bakanımızın kişisel gayretleriyle
gerçekleştirilen bu değişikliklerin büyük bir bölümüne katılıyoruz ve bu
vesileyle, Sayın Bakanı kutluyoruz ve takdir ediyoruz. Biz, AK Parti Grubu olarak, millet menfaatına uygun
olan her olumlu işe, hayırlı gördüğümüz her değişikliğe, ülke için,
çalışanlarımız için, destek olmaya hazırız. Pozitif muhalefet yapacağımızı her
zeminde söyledik, söylemeye ve yapmaya da devam edeceğiz. Ancak, deminden beri
saydığım bu tasarılarla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütün
birimleri, bağlı ve ilgili bütün kuruluşları, genel müdürlükleri, daire
başkanlıkları değiştirilmiş, hatta bazılarının yaptığı görevler yürürlükten
kaldırılmış; ama, bunlar hâlâ yasal bir dayanağa kavuşturulamamışlardır. Sayın milletvekilleri, sosyal güvenliğimizin ciddî
sorunları vardır. Çalışanlarımızın sıkıntıları had safhadadır. Çalışma
hayatımızı ilgilendiren bu ve buna benzer temel yasaların zaman geçirilmeden
çıkarılması esastır, hatta şarttır. Bugüne kadar çok sözü edilen; ama, bir türlü Meclis
Genel Kuruluna getirilemeyen İş Güvenliği Yasa Tasarısı hâlâ
gerçekleştirilememiştir. 1 milyon civarında kayıtdışı sigortasız çalışan
yerli-yabancı işçinin çalıştırıldığı varsayılmakta; ama, bunlarla ilgili bir
düzenleme, bir tedbir alınamamıştır. SSK'da aylık gelir-gider dengesi
sağlanamadığı için, bu makas giderek büyümektedir. Bakınız, bir aylık ödemeyi örnek vermek istiyorum:
Sadece Ekim 2001'de SSK'da ödenen emekli maaşı tutarı, yalnız başına, 608
trilyon lirayı bulmakta; kurumun toplam bir aylık gideri ise, 806 trilyon
liraya yükselmektedir. Oysa, SSK'nın 2001 Ekim ayı geliri 660 trilyon lira
civarında olduğundan, aradaki fark Hazine tarafından kapatılmaya
çalışılmaktadır. Buna benzer örnekler, hemen hemen her ay SSK'da yaşanmaktadır. Bağ-Kur'daki açıklar ise, günden güne daha da
artmaktadır; 2000 yılında 1 katrilyon 150 trilyon lira olan açık, 2001 yılında
2 katrilyonu bulmaktadır. Bakınız, SSK'da, sadece 2001 yılı sağlık harcamalarının
2 katrilyonu bulacağı hesaplanmıştır. Sağlık harcamaları içinde en büyük gider
kalemini ilaç giderleri oluşturmaya devam etmektedir. 2001 yılında ilaç
giderlerinin 1 katrilyonu bulması beklenmektedir. Başka bir deyimle, SSK'nın, 2
katrilyon liralık sağlık harcamasının yarısı, yani 1 katrilyonu ilaca
gitmektedir. Hep söyledik, yine söylemek zorundayız. SSK'nın ilaç israfına
mutlaka bir çözüm bulunmalıdır; SSK kendi ilacını kendisi üretebilmelidir. Kurumun, 3 katrilyonu aşan prim alacağı zaman
geçirilmeden tahsil edilmelidir. Kurumun, kamu kurum ve kuruluşlarında biriken
trilyonlarca lira sosyal yardım zammı alacağı bulunmaktadır. Çoğu
belediyelerden olan, bu alacaklar için makul ödeme planları yapılabilmelidir;
gerekiyorsa bu konuda yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Değerli milletvekilleri, yapılan düzenlemelerin büyük
bir bölümüne katıldığımızı söyledik; özellikle, SSK'nın eski yapısıyla
yürümesinin mümkün olmadığını her fırsatta dile getirdik. 35 milyon insana
sağlık hizmeti veren, 560 sağlık kuruluşu bulunan, Türkiye bütçesinin sekizde
1'ine sahip ve Sağlık Bakanlığından daha fazla insana sağlık hizmeti veren,
bütçesi 12 bakanlığa eşdeğer, devasa bir kuruluş olan SSK'nın sağlık işleri, 1
genel müdür yardımcısıyla 1 daire başkanı ve 4 şube müdürüyle yürütülmesinin
mümkün olmadığını her fırsatta söyledik. Bu nedenle, bu düzenlemeler, Refahyol
hükümeti döneminde de yapılmak istenmiş; fakat, ne yazık ki, hükümetin ömrü,
bunların yapılmasına yetmemişti. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de mevcut kamu kurum ve
kuruluşları arasında en çok gayrimenkulü bulunan kuruluş SSK'dır. Ankara'da,
İstanbul'da, en merkezî yerlerde, değerlerine paha biçilemeyen bu iş hanları,
iş merkezleri, SSK'nın hiçbir işine yaramadığı gibi, çoğundan da çok cüzî
miktarda kiralar alınmaktadır. Bu gayrimenkullerin satışı için, bizim görevde
olduğumuz dönemde kanun çıkarıldı, hatta yönetmelik bile hazırlandı; ama,
hükümet düşürülünce hiçbir işlem yapılamadı. Vakit geçirilmeden, SSK'nın
kullanmadığı, işine yaramayan bu gayrimenkuller, gerçek değerleri üzerinden
satılarak değerlendirilmelidir. Sayın milletvekilleri, sosyal güvenlik reformu diye
takdim edilen değişiklikler, maalesef, daha ilk günden ölü olarak doğmuştur.
Tüm sosyal güvenlik kuruluşlarını bir çatı altında toplamayı, bunlar arasında
norm ve standart birliği sağlamayı amaçlayan bu düzenleme, daha başından
başarısızlığa uğramıştır; çünkü, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kurla birlikte aynı
bakanlık çatısı altına alınamamıştır; üstelik, aynı hükümette, hatta aynı
partiye bağlı bakanlıklar, kendi aralarında anlaşamamışlardır. Bu nedenle,
sosyal güvenliğin üçlü sacayağı dediğimiz ayaklardan biri eksik olarak
düzenlenmiştir. Büyük gürültülerle çıkarılan, mezarda emeklilik
yasasına rağmen, 2002 yılında da sosyal güvenlik harcamaları, bütçede en büyük
karadelik olmaya devam edecektir. Böylece, hükümet, 2001 yılında olduğu gibi,
2002 yılında da yatırımlar için ayırdığı kaynakların çok daha fazlasını, Emekli
Sandığı, SSK ve Bağ-Kura maaş ödemesi için transfer etmek zorunda kalacaktır. Bu yıl, üç sosyal güvenlik kuruluşu için bütçeden
aktarılması beklenen kaynak tutarı 5,5 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır.
Oysa, yıl sonunda bütçeden yatırıma ayrılan ödenekler tutarı 3 katrilyon 750
trilyon lirada kalacaktır. Aynı şekilde, gelecek yıl 5 katrilyon 736 trilyon
lirayı yatırımlara aktarmayı planlayan bu hükümet, sosyal güvenlik
kuruluşlarına 7,5 katrilyon lira ödemek zorundadır. Bu verdiğim rakamlar, bu
hükümetin sosyal güvenlik politikasının da diğer politikaları gibi iflas
ettiğini ortaya koymaktadır. Görünen o ki, Sayın Bakanın tüm iyiniyeti ve gayretli
çalışması, bu hükümetin iflasını engelleyememiştir. Eğer, bu hükümet, 50 yaşın
üzerindeki işçilerimizi cebren emekli edecekse, buna, önce kendilerinden
başlamaları gerekir. Sayın Bakanlarımızın hemen hemen tümü 50 yaşın üzerinde
olduğundan, önce, bu işe, kendilerinden başlanmalı, sonra, 50 yaşın üzerindeki
işçilerimiz emekli edilmeye çalışılmalıdır. (AK Parti sıralarından
"Başbakandan başlayın" sesleri) Cumhuriyet tarihimizde, ilk defa,
çalışanlar, bu hükümet döneminde, cebren emekli edilmeye çalışılmaktadır. BAŞKAN - Sayın Bakan 50'nin altında... MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başbakanın yayımladığı
genelgeler, tüm çalışanlarımızı, işçimizi, memurumuzu huzursuz etmiştir. Bu
uygulamalardan sonra, iş barışı diye bir şey kalmayacaktır. Çalışanımız, beni
ne zaman işten atacaklar endişesine girmiş; yarınlarından emin olmayan,
belirsiz, bezgin ve bıkkın bir hal içerisine girmişlerdir. Bu ülkenin bu hale
gelmesi, yangın yerine dönmesinin sebebi sanki çalışan kesimmiş gibi, sanki bu
krizleri işçimiz, memurumuz, emeklimiz çıkarmış gibi, fatura, bu insanlarımıza
çıkarılmaya çalışılmaktadır. Söz verildiği halde, yıllardır perişan edilen işçi
emeklilerimizin intibak yasası hâlâ çıkarılamamıştır. Krizin patlak verdiği
günden bugüne kadar 2 milyona yakın insanımız işini kaybetmiştir. Bir ülkede 15
milyon insan işsizse, 10 milyon insan sokaklarda aç geziyorsa, o ülkede sosyal
güvenlikten, insanca yaşamaktan nasıl söz edilebilir?! Asgarî ücretin 122
milyon lira, 1 kilo etin 5 milyon lira olduğu bir ülkede, sosyal adaletten söz
etmek, en hafif deyimiyle, densizliktir. 300 milyon lira maaş alan bir memura
fazla mesaisini vermemek, kazanılmış hakkı olan ikramiyesini kesmek, hangi
adalete, hangi devlet anlayışına sığar?! Emeklilerimizi torunlarının
harçlıklarına göz dikmeye mecbur eden bir hükümet, onları semt pazarlarında
çürük sebze toplamaya mecbur eden bir anlayış, nasıl olur da, refahtan, sosyal
barıştan söz edebilir?! Çalışanlarımız, işçilerimiz, memurlarımız, her Allah'ın
günü çoluk çocuğuyla meydanlarda, alanlarda yeni sosyal haklar almak için
değil, ellerindeki mevcut hakları kaybetmemek için direnmekte ve gösteriler
yapmaktadırlar. Dünyanın hangi demokratik ülkesinde, çalışanlar, kazanılmış
haklarını kaybetmemek için sokağa dökülmüşlerdir?! Esnafı ve sanatkârı soruyorsanız, onların hali daha
berbat; kimisi aldığı krediyi geriye ödeyemediği için kimisi de verdiği çek ve
senedi ödeyemediği için adliye koridorlarında, icra dairelerinde günlerini
tüketmektedirler. Bağlı bulunduğu birliğe üyelik aidatını dahi ödeyemeyen
esnaftan, tüccardan daha ne bekliyorsunuz?! Hâlâ vergileri artırıyor, hâlâ zam
üstüne zam yapıyorsunuz. Bütün bir ülkeyi yangın yerine dönüştüren bu iktidarın
milletvekillerine sesleniyorum: Yüreğiniz yetiyorsa halkın arasına katılın,
vatandaşın kahvesine girin; bakın bakalım halinize, başınıza neler geliyor,
gidin de görün! (DSP sıralarından "Ayıp, ayıp"sesleri, gürültüler) BAŞKAN - Ne oluyor?.. Ne oluyor?.. Yo, fazla beklenmiş
bu. Bu denk değil bu. MAHFUZ GÜLER (Devamla)- 2 milyon insanı işinden,
aşından eden bu hükümetin sayın bakanlarına sesleniyorum: Cesaretiniz varsa
kamufle edilmiş sivil plakalarla değil... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Efendim, bir dakika, bir dakika; çok önemli bir
şey söylüyorsunuz, bizi de rahatsız etti; ben söz vereyim de... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Senin kendine saygın yok, bize... MAHFUZ GÜLER (Devamla) -Dinle, önce bir dinle; önce bir
dinlemesini öğren. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın. MAHFUZ GÜLER (Devamla)- 2 milyon insanı işinden eden,
aşından eden bu hükümetin sayın bakanlarına sesleniyorum: Cesaretiniz varsa,
kamufle edilmiş sivil plakalarla değil, o çok sevdiğiniz kırmızı plakalarla... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokasyon yapıyor
Sayın Başkan! MAHFUZ GÜLER (Devamla) -...halkın arasına karışın,
karışın da görün bakalım halinizi. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Ne olacak yani... Ne olacak
yani... MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayenizde, bu ülkede açlıktan
ölen insanlara şahit olduk. BAŞKAN - Sayın Güler, lütfen efendim. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) -
Kapının önüne çık bak. Kimseden bir rahatsızlığımız yok; kırmızı plakalı araba
orada duruyor. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Her gün artan intihar
haberleri de mi sizi hiç ırgalamıyor. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bu memleketi batıran
sizsiniz. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Kapanan işyerleri, kapısına
kilit vurulan fabrikalar, yarın benim halim ne olacak diyen insanlar size
hiçbir şey anlatmıyor mu? MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Ülkeyi bu hale siz
getirdiniz. BAŞKAN - Sayın Güler, lütfen. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Döneminiz, sefaletin ve
yokluğun adresi olmuştur. BAŞKAN - Sayın Güler... Sayın Güler, Bakanlar Kuruluna
ve cumhuriyet hükümetine yönelik deminki ifadeniz biraz ağır oldu. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokasyon
yapıyor, bu adam provokatör, oturtun yerine Sayın Başkan. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Hem haddini aştı hem de
süresini aştı Sayın Başkan. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Önce kendine saygın olsun. Bunlar
nasıl konuşma?! BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bırakın da ben cevap
vereyim. Yüreği olmayan,
o kırmızı plakaya binmez; ama, herhalde bir maksadı vardır... MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Düzeltelim efendim; ama,
hiçbir sayın bakanımız kırmızı plakayla gezmiyor Sayın Başkan. BAŞKAN - Ama bir sebebi vardır efendim. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Ne sebebi var?.. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Halkın önüne kırmızı plakayla
çıkamıyorlar da ondan. BAŞKAN - Onu, İçişleri Bakanına, sonra, gizli
sorarsınız; belki onlar öyle bir tedbir aldırmışlardır efendim. MAHFUZ GÜLER (Devamla)- Açıktan soruyorum efendim; niye
gizli sorayım? MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Halktan korkudan efendim. BAŞKAN - Halktan korkudan değil efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın
Başkan, ben İçişleri Bakanı olarak hep kırmızı plakalı arabayla geziyorum. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkanım, gizlenmeye ne
gerek görüyorlar. Benim ülkemin insanları bunların hiçbirini hak etmedi. Bu
mağdur ve mazlum milletin yakasından düşün artık ve gelin, bu millete son bir
iyilik yapın; beceremediğiniz bu işi bırakın, bu milletten özür dileyin... YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Bizde şıhlık yok, ağalık yok;
biz halk adamıyız. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bu ülkeyi IMF'ye teslim
ettiğiniz için... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine, yeter
artık... BAŞKAN - Lütfen efendim... MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bu milleti, Dünya Bankasına
mahkûm ettiğiniz için özür dileyin ve bırakın... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Geç yerine!.. Geç
yerine!.. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bir an önce seçime gidin ki,
bu mazlum millet o zaman belki sizi affedebilir. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Oturt yerine Sayın
Başkan, süresi çoktan bitti. BAŞKAN - Evet, eksüreniz de bitti efendim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Oturt yerine
efendim, provokasyon yapıyor. Böyle şey olmaz! (Gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika efendim, eksüresi de bitti, tamam. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Efendim, ülkeye şikâyet
ederim diye nasıl konuşturuyorsunuz?! BAŞKAN - Sayın Levent, sakin olun efendim, karşılıklı
konuşmayın. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Ne demek bütün
bunlar?! BAŞKAN - Efendim, bir dakika... MELDA BAYER (Ankara) - Hükümetin başarılı olduğunu
görünce seçim taleplerini gündeme getiriyorlar. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Adam tahrik ediyor,
Meclisi kışkırtıyor efendim. BAŞKAN - Efendim, vazgeçti... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Tahrik ediyor,
provokatör bu adam Sayın Başkan, oturtun yerine. BAŞKAN - Bir dakika efendim... (Gürültüler) MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Utanmıyor musun?! Eskişehir'de
söz verdin, sözünü yerine getir. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine!.. Otur
yerine saygısız adam! BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Burası Meclisin kürsüsü, gel
buradan konuş; "söz vermedim" de... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Bu adam tahrikkâr. BAŞKAN - Efendim, istirham ederim, tahrik etmeyin
efendim. Teşekkür edin, bitirin efendim... MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bağlıyorum efendim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokatör bu adam. BAŞKAN - Sayın Güler, mikrofonunuzu açtım, teşekkür
edin bitirin efendim. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Geç yerine...Geç...
Geç... BAŞKAN - Sayın Güler, teşekkür edin, bitirin efendim. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa, gel, burada
konuş!.. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine
saygısız adam!.. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa, emekli
cemiyetlerin toplantısına gel. (Gürültüler) BAŞKAN - Sayın Güler, teşekkür edin bitirin efendim,
karşılıklı konuşmayın, keseceğim sözünüzü... MAHFUZ GÜLER (Devamla) -Niye kaçtın? Bıraktın, kaçtın. BAŞKAN - Sayın Güler, karşılıklı konuşmayın, keseceğim
sözünüzü. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum. BAŞKAN - Lütfen efendim, teşekkür edin, bitirin. MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Artık, tek kurtuluş yolu
seçimdir. Bunu, halkımızın yüzde 80'i istiyor. Gelin, siz de kabul edin, bu
millete son bir iyilik yapın. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) Bu duygu ve düşüncelerle, halkımızın, tüm
çalışanlarımızın, işçilerimizin, memurlarımızın, emeklilerimizin, mübarek
ramazan bayramını kutluyor; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin,
ülkemize ve çalışanlara hayırlar getirmesini diliyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Böyle canlanma olmaz. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yüreğin yetiyorsa, gel konuş! İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, ne
yapıyor bu adam?! MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Niye kaçıyordun?! BAŞKAN - Efendim, istirham ederim... Buyurun...
Buyurun... Bugün, İdare Amirimiz Hakan Tartan nöbetçi; nerede o?
İdare Amirimiz gelsin, bugün o nöbetçi. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Utan be!.. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan,
müdahale eder misiniz, müdahale edin ona! MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Meclisi, Başkan
yönetiyor; siz konuşmayın! MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yüreğin yetiyorsa, çıkıp orada
konuş! İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Seninle konuşuruz,
sen fazla oldun yani!.. BAŞKAN - Efendim, istirham ediyorum... Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde. Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun. Süreyi eşit mi kullanacaksınız Sayın Bedük? SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim, buyurun. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 yılı İçişleri Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış
bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, halkın söylediğini kürsüde
ifade etmek, herhalde bizim de boynumuzun borcu. Dolayısıyla, milletvekilleri
olarak, eğer, biz, kahvelerde, sokakta, çarşıda, pazarda, esnafta birkısım
sıkıntıları tespit etmişsek ve bunu da, bu kürsüde ifade ediyorsak, bunu,
iktidar partilerinin, özellikle, anlayışla karşılamaları lazım. Bunu, özellikle
sözlerimin başında belirtmek istiyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Üslup önemli ama. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleneksel
yapısı içerisinde fevkalade köklü ve o nispette de önemli bir bakanlığı ihtiva
etmektedir. Öyle bir bakanlık ki, insanoğlunun doğumundan ölümüne kadarki her
safhada İçişleri Bakanlığı vardır. İçişleri Bakanlığının yaptığı hizmetler,
vatandaşımızın huzuru, güveni, sağlığı, refahı ve çağdaş dünya içerisinde
yerini alabilmesi için de fevkalade önemlidir. Bir yandan iç güvenlik
kuruluşlarını idare etmek suretiyle yurtta huzur ve güvenliği ve emniyeti temin
etmek, kamu düzenini ve genel ahlakı sağlamak, Anayasada yazılı olan hak ve
hürriyetleri korumak İçişleri Bakanlığının önemli hedefleri arasındadır; diğer
yandan, il ve ilçe genel idare kurulları ve sivil savunma ve nüfus ve
vatandaşlık hizmetlerinde de, yine, İçişleri Bakanlığı vardır doğumundan
ölümüne kadar. Ayrıca, sivil savunma teşkilleri itibariyle de, vatandaşımızın
başından geçecek olan, temenni etmediğimiz birkısım afetlerde de üzerine düşen
görevi yapacak olan, yine, İçişleri Bakanlığı bünyesi içerisindedir. Değerli
arkadaşlar, yine, demokrasimizin en önemli unsuru olarak gördüğümüz, âdeta,
mektebi olarak telakki ettiğimiz mahallî idarelerin yönlendirilmesi ve onlarla
ilgili birkısım düzenlemelerin yapılması da, keza, aynı şekilde, İçişleri
Bakanlığı görevleri arasındadır. İçişleri Bakanlığının, tarih boyunca, ülkemizin devlet
yönetiminde fevkalade önemli yeri olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu
itibarla, özellikle ve öncelikle, bu Bakanlıkta görev yapmakta olan vali ve
kaymakamlar başta olmak üzere, güvenlikten sorumlu olan Jandarma, Emniyet ve
Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarına ve bu uğurda, özellikle de yapmış
olduğu hizmetler sırasında, gayretlerinden dolayı, hem tebriklerimi hem
teşekkürlerimi sunuyorum ve başarı dileklerimi, özellikle ifade ediyorum.
Ayrıca, bu ülkenin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü konusundaki
gösterdikleri hassasiyet sırasında, emniyet ve asayişin temini sırasında,
görevlerini yaparken, Anayasada ifadesini bulan, özellikle, birkısım
vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirirken şehit olanları da rahmetle
ve minnetle anıyorum. Gazilerimizi, yine, şükranla yâd ediyorum ve şehit
ailelerimizi de saygıyla selamlıyor ve özellikle de, devletimizin himayesi
altındaki şehit ailelerimiz için getirilecek olan her düzenlemede yanınızda
olduğumuzu belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı fevkalade
önemli görevler yapmaktadır dedim. 15 büyükşehir statüsüne tabi olan il var, 66
il var ve 56 büyükşehir statüsüne bağlı ilçeler, 21 alt kademe, 793 ilçe ve 2
264 de belde var. Bütün bunların hepsini dikkate aldığımızda, gerçekten
İçişleri Bakanlığının, yapılan hizmetler itibariyle, âdeta bütün bakanlıkların
görev ve sorumluluklarının koordinasyon ve işbirliğinin yürütüldüğü taşradaki
sorumlusu, yine bu bakanlığın mensubu olarak karşımıza çıkmaktadır; ama itiraf
etmek mecburiyetindeyim ki, idarî taksimatlar artık yetersiz hale gelmekte,
şehirleşmedeki alabildiğine artan birkısım sorunlar, bugünkü mevzuatla illeri
yönetmekte özellikle sıkıntılar çekildiğini belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, İstanbul gibi büyük bir
megapol ilin, özellikle de İl İdaresi Kanunuyla yönetilmesini, doğrusunu
isterseniz, hiçbir surette gerçekle bağdaştırmak mümkün değil. Yine Ankara'yı
düşünün, Ankara'da bir taraftan merkezde büyük bir metropol şehir, bir taraftan
da bağlı ilçelerini dikkate aldığımızda -Sayın Bakana hatırlatmak istiyorum-
mevcut olan kanunla bu illeri yönetmekte fevkalade büyük sıkıntı çektiğimizi
belirtiyor ve o sebeple de yeni özel yönetimlerin ve özel kanunların birkısım
illerimiz için bir zaruret haline geldiğini belirtiyor ve ümit ediyorum ki, bu
konu, bir an evvel, yine İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet
Meclisine getirilecektir diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığıyla ilgili
konuya geçmeden önce, bir hususu dile getirmek istiyorum. Avrupa Birliği
ekonomik maksatlarla kurulmuş olan bir kuruluş; ama, Avrupa güvenlik ve savunma
politikası çerçevesinde yeni bir ordu kuruyor. Peki, bu ordu ne için kuruluyor,
kim için kuruluyor, hangi maksatlarla kuruluyor, içerisindeki amaç ne; bunu
bilmek lazım. Çünkü, bu konu, dış güvenliği ilgilendirdiği kadar iç güvenliği
de ilgilendiriyor; yani, İçişleri Bakanlığımızı da ilgilendiriyor. Bu bağlamda,
Avrupa güvenlik ve savunma politikası konusunda Dışişleri Bakanlığımızın uzun
bir zamandan beri dayattığı, ısrar ettiği ve karar merciinde, karar organında
yer alması hususundaki tavrından son anda vazgeçmesini anlayamadık. Sayın Başbakan dün bir açıklama yaptı; ama,
sayın bakanlar farklı farklı açıklamalar yapmakta ve bir kısmı da ne olduğunu
bilmiyoruz demekteler. O halde, şunu belirtmek istiyorum: Avrupa güvenlik ve
savunma politikasından neden vazgeçildi, neden karar sürecinden vazgeçildi ve
Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere'nin, kendi taahhütleri çerçevesinde
eğer ben bundan vazgeçtim diyorsanız, ne Amerika Birleşik Devletleri Avrupa
Birliğinin içerisindedir ne de İngiltere tek başına Avrupa Birliğini temsil
etmektedir. Konu, doğrudan doğruya Avrupa Birliğiyle ilgilidir. Dolayısıyla,
Avrupa Birliği adına, kimsenin taahhüt vermeye hakkı yoktur; zaten veremez.
Helsinki'de, hatırlarsanız, Finlandiya dönem başkanı bir mektup verdi.
Yazılıydı o mektup; ama, o yazılı mektup sonra unutuldu. Ümit ediyorum ki, bu,
yine, başımıza herhangi bir bela açmayacak. İkinci bir husus da, terör, hep bir iç mesele olarak
alınmıştır Türkiye'de. Biz müteaddit defalar, "bu bir iç mesele değil, bir
dış meseledir; çünkü, birkısım ülkelerin dışpolitikaları gereği, bir diğer ülke
üzerinde hesapları vardır ve onun için terörü desteklemektedir" dedik ve
demeye devam ettik; ama, ne yazık ki, bu dediklerimizi, Avrupalı dostlarımıza,
Avrupa Birliğine dahil olan ülkelere anlatamadık. Nihayet, 11 Eylül olayı oldu. 11 Eylül olayı vahim bir
olaydı; ama, Amerika Birleşik Devletlerinin başından geçtiği için, âdeta, öne
geçti; ama, Türkiye, uzun yıllardan beri terörden çekti ve konuyu uluslararası
platforma taşıdı; ama, anlatamadı. İşte, 11 Eylül olayıyla birlikte, Türkiye, terör
konusunu, terörden çektiği sıkıntıyı, özellikle, her vesileyle ifade etmesi ve
bütün dünyanın teröre karşı mücadelede işbirliği yapması gerektiği hususundaki
tavrını açık ve net olarak ortaya koyması gerekirken, o konuda, maalesef, geri
kaldı. Terör, gerçekleştirilmesi ucuz; ancak, engellenmesi
zordur, pahalıdır. Teknolojiden yararlanan terör, aynı zamanda, ülkenin hem
demokrasisini hem rejimini tehdit eder duruma gelmiştir ve yine, terör, başka
ülkelerin destekleriyle ancak ayakta kalabilmektedir. Bugün, teröristlerin -PKK terör örgütünü söylüyorum-
ASALA örgütünün kongresini Paris'te takip etmiştik. Diyor ki ASALA'nın
militanı; ağırlıklı olarak söylüyor; "Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanı,
özellikle 1914-1918'lerde bizim atalarımızı, dedelerimizi öldürdü; siz, nasıl
oluyor da PKK ile işbirliği yapıyorsunuz?" ASALA'nın lideri kalkıp cevap
veriyor -bunlar kasetlerde var- diyor ki: "Biz de biliyoruz doğu ve
güneydoğu insanı bizim atalarımızı, bizim dedelerimizi öldürdü; ama, biz orada
mutlak surette kendi ülkemizi kuracağız ve onun için de orada birkısım
insanları kullanacağız." Tekrar altını çiziyorum, diyorum ki: PKK terör
örgütüyle, hiçbir zaman, doğu ve güneydoğu arasında bağlantı kurulamaz. Ne
zaman GAP kurulmaya başlanmış, ne zaman doğu ve güneydoğunun özellikle makus
talihi yenilmek istenmiş, maalesef, karşılarına yine terör örgütleri
çıkarılmış. İşte, biz diyoruz ki: Bu terör, devletlerin dış politikası olmaktan
çıkarılmalı ve Avrupa'nın Fransa ve Almanya'da, birkısım yerlerde hem eğitim
kamplarının hem destek kıtalarının hem de beyinlerinin olduğu yerde, o
Avrupalıların, o özellikle Fransa'nın, Almanya'nın, İtalya'nın, hani insan
hakları bağlamında yaygaralar koparanlar, önce kendi ülkelerindeki teröristlere
izin vermesinler, destek yapmasınlar ve Türkiye'nin, 150 milyar dolar maliyete
neden olmuş olan bu sıkıntıdan kurtarılması için birlikte mücadele etmeye evet
desinler ve gelsinler, birlikte mücadele edelim. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin siyasî, sosyal ve
ekonomik bakımdan görüntüsü hiç de iyi değildir. Kriz, yoksulluk, yolsuzluk...
Acaba, hangi krizle uyanacağız?! Acaba, hangi yokluk sebebiyle bir kişi intihar
edecek?! Acaba, hangi kişiler, özellikle bir süre sonra birbirleriyle çatışmaya
girecek diyerek, huzursuz uyanan bir Türkiye var. İşte, bu huzursuz uyanan
Türkiye'de ekonomik politikalardan dolayı da en fazla sıkıntıyı çeken İçişleri
Bakanlığı ve mensuplarıdır. İçişleri Bakanlığı mensupları, hemen hemen her
safhada, özellikle de, bilhassa, vatandaşın ekonomik sıkıntılarının olduğu
yerlerde ve tepkilerin olduğu yerlerde görev yapmaktadır. Görevi, pek tabiî ki,
kalite ve standart itibariyle yüksek olması lazım, vatandaşı sevmesi lazım,
insana değer vermesi lazım. Değer vermektedir, ona göre de hareket etmektedir;
ama, şunu da belirtmek istiyorum ki, artık ekonomik politikalarda, İçişleri
Bakanlığı, bilhassa, üzerine düşen görevi yapacak şekilde kendisini
yenilemelidir, bir kısım teknolojileri kendi iç hizmetlerinde kullanabilmelidir
ve İçişleri Bakanlığı içerisinde çalışan personelin hakkının ve hukukunun
korunmasına dikkat edilmesi gerekir. Değerli milletvekilleri, temsil ödeneği verildi. Temsil
ödeneği ne için verilir; bir makamı temsil etmek için verilir. Şunu düşünün: İl
İdaresi Kanununda açık hüküm var; diyor ki: devleti ve hükümeti temsil eden
valiler, hükümeti temsil eden kaymakamlardır". Hükümeti temsil eden
kaymakamlara temsil ödeneği verilmez. Bu bir ayıptır, bu bir eksikliktir;
yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Onu vermezsen, o zaman, taşrada
çalışan diğer emsalleriyle sıkıntı çekmek durumunda kalır. İşte, bunun,
özellikle Sayın İçişleri Bakanımız tarafından takip edilmesini bilhassa rica
ediyorum. Değerli milletvekilleri, Emniyet Teşkilatı, huzur ve
güvenin temininde gece gündüz demeden çalışan bir kuruluştur. Bu teşkilat
mensuplarımızın hakkının ve hukukun korunması, bu teşkilat mensuplarımızın
huzur ve refah içerisinde bulunması, bu teşkilat mensuplarımızın ekonomik
darboğazlarının giderilmesi hizmetteki kalite ve standardı da mutlak surette
geliştirecektir. O sebeple, Emniyet Teşkilatımız mensuplarının aldıkları son
derece az maaşların artırılması lazım. Düşünün, evindeki çoluk ve çocuğunun
maişetini eğer karşılayamıyorsa, o personelin, gece gündüz demeden sokakta, her
yerde gördüğümüz polisimizin hizmet kalitesini artırmak mümkün mü; mümkün
değil. O halde, mutlak surette, polisimize ekonomik bakımdan gerekli
desteklerin yapılması şarttır. Elbiselerin maliyeti 2,5 milyon; yani, şu anda, bir
elbise için devletten aldıkları para 2,5 milyondur. Düşünebiliyor musunuz, 2,5
milyon lira... 2,5 milyon lirayla bir paket sigara alamazsınız. Yine, eğer
lojmana giremiyorsa, ona 200 000 ile 500 000 lira arasında konut yardımı
yapılıyor. Bu kadar tuhaf, bu kadar, gerçekten, hakikatlerle bağdaşmayan böyle
bir sosyal aktivite veya sosyal destek olabilir mi?! İşte, biz diyoruz ki:
Emniyet Teşkilatı mensuplarımızın mutlak surette ihtiyaçlarını gidermek lazım,
maaşlarının ve ücretlerinin artırılması lazım. Gerekli desteği yaptığınız
takdirde, daha fazla hizmet alacağınız inancını taşıyoruz. Karakollar, vatandaşın korktuğu yer değil, vatandaşın
sığındığı, vatandaşın ümit beklediği, vatandaşın her zaman gidip başvurduğu yer
olmalıdır; ama, sivil toplum örgütlerinde, gelecekte Türkiye'nin bir gerçeği
olduğunu, gelişen ve değişen dünya şartları içerisinde, çağdaş demokrasilerde,
sivil toplum örgütlerine büyük önem verildiğini dikkate aldığımızda, sivil
toplum örgütlerinin demokratik tepkilerine, özellikle tepkili, yasalara aykırı,
aşırı şiddetle tepki koyma veya müdahale etmeyi doğru bulmadığımı belirtmek
istiyorum. BAŞKAN - Efendim, 1 dakikanız kaldı. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Dün, Sağlık-İş
Sendikası Genel Başkanına karşı yapılan o davranışı doğru bulmadığımı da
bilhassa belirtmek istiyorum. Jandarma Genel Komutanlığının, son zamanlarda,
özellikle, bir taraftan hizmetleri yaparken, bir taraftan da kılık ve
kıyafetinden tutun, sunuşlarına kadar, halka karşı olan saygısı, sevgisi ve
özenini daha da fazla artıracağına inanıyorum; çünkü, hakikaten, onlardaki
gelişmeyi görmenin memnuniyeti içerisindeyim. Sahil Güvenlik Komutanlığımızın, sahil şeridi
içerisindeki güvenliği sağlamalarından dolayı duyduğumuz memnuniyeti
belirtiyorum. MERNİS Projesi üzerinde, özellikle, daha fazla
hassasiyet gösterilip, bir an evvel nüfus kayıtlarının daha sağlıklı ortama
ulaştırılmasını diliyorum ve yerel yönetimlerle ilgili getirilmiş olan yasa
tasarısının gerçeklerle bağdaşmadığını, eğer gerçekten Türkiye'de bir reform
yapmak istiyorsak, öncelikle, hem merkezî hem yerel yönetimlerin bir bütün
halinde getirilip, bir reform anlayışı içerisinde ve yasanın tamamını
değiştirecek bir düzenlemenin şart olduğunu ifade ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; uzatayım mı? SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Lütfen... BAŞKAN - Ama, istirham edeceğim, bu sefer benim
hakkımdan yiyeceksiniz; çünkü, çalışma süremiz doldu. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, yerel yönetimlerle ilgili getirilmiş olan yasa tasarısında...
Bizim de bir yasa teklifimiz vardı. İçişleri Komisyonu Sayın Başkanına müracaat
ettim, bizim yasa teklifimizle tasarıyı birleştirin dedim; ama, birleştirmediler.
Bizim getirdiğimiz yasa teklifi, gerçekten üzerinde hassasiyetle durulmuş, uzun
çalışmaların mahsulüydü; ama, ne yazık ki, halen daha birleştirmediler. Biz diyoruz ki, bu yasayı bir bütün olarak ele alalım
ve yerel yönetimleri ekonomik bakımdan destekleyelim. Sivil toplum örgütlerini,
kamu meslek kuruluşlarını, il genel meclislerinde, belediye meclislerinde
mutlaka temsil ettirelim; mahalle muhtarlarını, köy muhtarlarını, konularına
göre, kendileriyle ilgili konuların görüşülmesi halinde, mutlaka, orada temsil
ettirelim; ilçe genel meclislerini ayrıca kurmaya çalışalım. Eğer bu kuruluşlar... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bedük, çalışma süresi bitti. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sizin süreniz değil, normal çalışma süresi
bitti. Uzatma kararı istesem bir türlü... Saat 13.00 olunca... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Ümit ediyorum ki, yerel
yönetimlerle ilgili getirilecek olan bir değişiklikle, Türkiye, büyük bir
atılımı gerçekleştirecek, yerinden hizmetin yerine getirilmesi sağlanmış
olacak, maliyet düşecek, verimlilik artacak, etkinlik daha fazla yükselecek,
kalite ve standart yakalanmış olacak, mükemmeliyete doğru gidilmiş olacak.
Bizim hedefimiz, kalite ve standarttır, mükemmeliyeti yakalayabilmektir,
dünyadaki yerimizi alabilmektir; bunun için de, İçişleri Bakanlığını
desteklemektir. İçişleri Bakanlığımızın tüm çalışmalarını desteklemek
boynumuzun borcu olacaktır; ama, liyakate, ehliyete önem verilmeli ve özellikle
siyasî baskılara kesinlikle izin verilmemelidir, yolsuzluğun, hırsızlığın üstüne kesinlikle gitmek gerekmektedir ve
hiçbir surette, bu konuda taviz vermemek gerekir, üzerine gitmiş personeli de
cezalandırmamak gerekir. Bu anlayış içerisinde, İçişleri Bakanlığı ve bağlı
kuruluşların bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, saat 14.00'e kadar, birleşime
ara veriyorum. Kapanma Saati
: 13.01 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati:
14.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin
İkinci Oturumunu açıyorum. Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. II. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.-
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901)
(S.Sayıları: 754, 755, 773, 774)
(Devam) A) İÇİŞLERİ
BAKANLIĞI (Devam) 1.- İçişleri
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- İçişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA
GENEL KOMUTANLIĞI 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam) 1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam) 1.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Efendim, söz sırası Doğru Yol Partisinde kalmıştı. Doğru Yol Partisi Grubu adına son konuşmacı Gaziantep
Milletvekili İbrahim Konukoğlu. Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002
yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 3146 sayılı Kanunla kurulmuş olan Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, çalışma hayatı, SSK, Bağ-Kur, İş ve İşçi Bulma Kurumu gibi
kuruluşlarla etki alanı gerçekten çok geniş bir bakanlığımızdır. Ülkemizde
yaşayan insanların yüzde 51,6'sının SSK, yüzde 20,8'inin Bağ-Kur kapsamında
olduğu düşünülürse, Bakanlığın gücü ve önemi daha iyi anlaşılır. Bakanlığın
ilgili kuruluşu olan Sosyal Sigortalar Kurumu, 8,5 katrilyonluk bütçesiyle pek
çok bakanlıktan çok daha büyük bir bütçeye sahiptir. Bu Bakanlık bütçesi
tartışılırken, elbette, Sosyal Sigortalar Kurumu en önemli yeri alacaktır. Değerli milletvekilleri, 1999 yılında ülkemiz deprem
acısını yaşarken, binlerce insanımız enkaz altındayken, Mecliste, sosyal
güvenlik reformu olarak adlandırılan 4447 sayılı Yasa çıkarılarak, 506 sayılı
Yasanın 78 inci maddesi değiştirildi. Daha önce "mezarda emekliliğe
hayır" diye 50-55 yaş için kampanya başlatanlar, emekli olma yaşını
kadınlar için 58, erkekler için 60 yaşına çıkardılar; Türkiye'de Avrupa'daki
yaşam kalitesi ve standardı olmadığı halde, emeklilik yaşını Avrupa düzeyine
çıkardılar; bununla, finansman yönünden sıkıntıya giren Sosyal Sigortalar
Kurumu, Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kuruluşlarının sıkıntılarının çözüleceğini
iddia ettiler. Bugün, aynı hükümet, kamuda çalışan işçileri 50 yaşında emekli
etmeye çalışıyor. Bu yaşta emekli olan işçiler ne yapacaklardır? Bu ekonomik
krizde nasıl iş bulacaklardır? Bunların hepsi zamanla bunalıma düşecektir. 1945 yılında 4792 sayılı Kanunla kurulan Sosyal
Sigortalar Kurumu, özel hukuk hükümlerine tabi, malî ve idarî bakımdan özerk
bir devlet kuruluşudur. Geçmiş yıllarda fonları hükümetlerce ucuz kredi kaynağı
olarak görülen ve kullanılan bu kuruluş, 1992'den itibaren yıllık 200 milyon
dolarla başlayan hazine yardımı almaya başlamış, bu yardım giderek artmış ve
1999 yılında 2 milyar 600 milyon dolara kadar yükselmiştir. Sosyal devlette, elbette, sosyal güvenlik kuruluşlarına
kaynak aktarılacaktır. Nitekim, sosyal güvenlik harcamalarına aktarılan kaynak,
Avrupa Birliğinde yüzde 24, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 29,5
civarındadır; Almanya ve İngiltere'de ise daha yüksektir. 1 Nisan 2000 tarihinden itibaren birbuçuk yıl
içerisinde, Sosyal Sigortalar Kurumu primine esas kazanç tabanı yüzde 84,
tavanı ise yüzde 476,6 artırıldı. Bu artışlarla, 1 Haziran 2000 tarihinden
itibaren ödenmeye başlanan işsizlik sigortası primleri de eklendiğinde, işçi ve
işveren tarafından ödenen toplam primlerdeki artış, tabanda yüzde 107'ye,
tavanda yüzde 547'ye ulaştı. Aynı dönemde tüketici eşya fiyatlarındaki artış
ise yüzde 91,5 oldu. Değerli milletvekilleri, primlerdeki bu artışın üzerine
ekonomik kriz de eklenince, maalesef kayıtdışı işçilik ve işsizlik arttı.
Hükümetin açıklamasına göre 14 875 işyeri kapanmış; ancak, İstanbul Ticaret
Odası, sadece İstanbul'da 25 000 işyerinin, Antalya Ticaret Odası ise,
Antalya'da 15 000 işyerinin kapandığını söylüyor. Bize göre, ülkede 100 000'den
fazla işyeri kapandı. Bütün bunların sonunda, kayıtdışı işçilik yüzde 3 daha
artmış; Sosyal Sigortalar Kurumu açıkları da yeniden artmaya başlamıştır. 2001
yılı için bu açık, 1 milyar doları bulacaktır. Ülkemizde kaçak çalışan işçi sayısının 1,5 milyona
ulaştığı tahmin edilmektedir. Kaçak ve ucuz çalıştırılan bu işçiler yüzünden,
hem ülkemizdeki işsiz vatandaşımız iş bulamamakta hem de bu işçilerin kaçak
çalıştırılması nedeniyle, Sosyal Sigortalar Kurumu prim, devlet de vergi
kaybına uğramaktadır. Bu işçiler kazandıkları parayı dövize çevirerek
ülkelerine götürmektedir. Her yabancı işçinin, ortalama, her ay 100 dolar
parayı yurtdışına gönderdiğini düşünürsek, bu, ayda 150 milyon dolar, yılda 2
milyar dolar edecektir. Bir an önce, bu yabancı işçiler için kanunî
düzenlemeler yapılmalı ve bu sorun çözülmelidir. Nasıl, bir Türk işçisi, bir
yabancı ülkeye elini kolunu sallaya sallaya giderek çalışamıyorsa, Türkiye'de
de canı isteyen gelip çalışamamalıdır. Sayın milletvekilleri, Bakanlığın çalışmaları sonucu
çıkarılan Kamu Sendikaları Yasası ve İşsizlik Sigortası Yasası yararlı
olmuştur. 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren alınmaya başlanan işsizlik
sigortası primi, Ekim 2001 tarihi itibariyle 1 katrilyon 828 trilyona ulaşmış
olup, ilk ödemeye 2002 yılı mart ayında başlanacaktır. İşsizlik primlerinin çok
büyük bir bölümü hazine tahviline yatırılmıştır. Endişemiz, yakın geçmişte
olduğu gibi, devletin, bunu, ucuz kredi olarak görmesidir. Bu konuda dikkatli
olunmalıdır. Sosyal Sigortalar Kurumundan sonra en çok kesime hizmet
veren Bağ-Kur da, maalesef, aynı şekilde güç durumdadır. Bağ-Kurda düzenli prim
ödeyen sigortalı sayısı, yüzde 10 civarındadır. Bunların yüzde 67'si düzensiz
prim öderken, yüzde 22'sinin hiç prim ödemediği bildirilmektedir. Bağ-Kur
üyeleri, ekonomik kriz nedeniyle prim ödeyemez hale gelmiştir. Bağ-Kur,
eczanelere ve diğer kuruluşlara borcunu ödeyememektedir. Bu nedenle, Bağ-Kur
üyesi ilaç alamamaktadır. Bir Bağ-Kurlu, sağlık karnesi çıkarmak için
çektiklerini bakın nasıl anlatıyor: Sekiz yıl önce emekli olmuş, karnesi
bitmiş, dilekçe vermiş. Sekiz yıl önce emekli olan bu kişinin yeniden kayıtları
çıkarılmış "borcu yoktur ve şu kadar prim ödenmiştir" yazısı
verilmiş. Daha sonra, İstanbul Çarşıkapı'daki Esnaf Odasından, Tünel'deki Sicil
Ticaretten, Beyazıt'taki vergi dairesinden yazı istenmiş. Her birine 5 000
000 para yatırmış ve üç gün uğraşarak
Yenibosna'daki Bağ-Kurdan karnesini alabilmiş. Değerli milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumu,
sağlık işleri ve sigorta işleri olarak ikiye ayrıldı. Doğru yapılmıştır; sağlık
hizmetini sunanla satın alan ayrılmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık
kuruluşları, neredeyse, ülkenin yarısına, yani, 36 000 000 kişiye, yaklaşık 45
000 personelle sağlık hizmeti vermektedir. Türkiye'nin yüzde 50'sine hizmet veren bu kuruluşta,
Türkiye'deki doktorların ve sağlık personelinin yüzde 10-15'i çalışıyor. Bu
kadar kısıtlı kadro ve kısıtlı imkânlarla çalışan bu kuruluşumuzda, tabiî ki
kaliteli sağlık hizmeti verilemez, tabiî ki yığılmalar, kuyruklar olur. Buna
rağmen, büyük bir özveriyle çalışan Sosyal Sigortalar Kurumu personelini
kutlamak gerekir. Sosyal Sigortalar Kurumu hastaneleri, maalesef, şifa
dağıtan yerler olmaktan çıkmış, çile çekilen, eziyet çekilen yerler haline
gelmiştir. Sayın Bakan göreve geldiğinden beri, ikibuçuk yıldan beri, Sosyal
Sigortalar Kurumu hastanelerine ISO 9000 kalite belgesi aldıracağını ve SSK
hastanelerinin özel hastanelerin çoğundan iyi hale geleceğini ifade etmiş,
iddialı ve süresi belli hedefler koymuştur; dediğini yapamayınca da, hep bu
konuşmaları revize ederek, tarihleri ileri atmıştır. SSK'daki sorunun para
sorunu olmayıp, yönetim sorunu olduğunu söyleyen Bakan, yönetime geldiğinden
beri 7 genel müdür değiştirmiştir. Sayın milletvekilleri, SSK hastanelerinin durumunu
hepiniz biliyorsunuz. Sayın Bakanın göreve gelişi ikibuçuk yılı geçti. Ne
düzeldi?.. Sayın Bakanı dinlerseniz, her şey güllük gülistanlık; ama, SSK'lıya
sorarsanız, her şey eskisi gibi; hâlâ, SSK'da çile sürüyor, insanlar yine
kuyruklarda bekliyor, yine horlanıyor, yine perişan... Bakın, bir örnek vermek istiyorum. 18 Haziranda bir
tasarruf genelgesi yayımlandı. Bu genelgeyle, ithal ilaçların, pahalı ilaçların
verilmemesi ve ilaç çeşitlerinin azaltılması istendi. Olmayan ve pahalı
ilaçların benzerleri verilmeye başlandı. Biyoyararlılık diye bir olay var.
İlacın etkili maddesi benzer olur; ama, etkisi farklı olabilir. Hastanın daha
önce çok fayda gördüğü ilaç verilmiyor. Doktor çok gerekli görse, etkili diye
istese bile pahalı ilacı yazamıyor. Doktor en fazla dört kalem ilaç yazabiliyor. Gerekli
olsa bile beşinci ilacı yazamıyor. Hastanın iki ayrı hastalığı varsa, muayene
olsa bile, aynı gün iki reçete yazılamıyor. Bir gün bir hastalığına reçete
yazılmışsa, diğer hastalığı için ertesi gün yeniden hastaneye gelmek, yeniden
kuyruklara girmek zorunda. Bir hastaya, uzun süreli ve devamlı ilaç kullanabilmesi
için heyet raporu olmadan ilaç yazılamıyor. Mesela, bir çocuğa, bir
üniversitede, juvenil diyabet, yani, şeker hastalığı teşhisi konmuşsa ve heyet
raporu verilmişse, bu raporla ilaç yazılamıyor; ancak, Ankara'ya gönderilerek
yeniden rapor alındıktan sonra ilaç yazılabiliyor. Yine, ilçelerde oturan ve
sağlık kurulu raporuyla ilaç kullanan hastaya, doktor reçete yazınca, hasta
ilacı ilçede alamıyor, her reçete için ildeki hastaneye gidiyor. Düşünebiliyor
musunuz, rapor sonucu reçeteye yazılan ilacını almak için, 80-100-120 kilometre
ilerdeki hastaneye gitmek zorunda kalıyor!.. Kurum hastanelerinin istenilen kalitede hizmet vermesi
için, hastanelerin fizikî imkânları artırılmalı ve iş yükü azaltılmalıdır.
Hastalar, hastane yerine öncelikle dispanser ve semt polikliniklerine
yönlendirilmelidir. Buralarda laboratuvar ve röntgen imkânları sağlanarak,
yatması gerekmeyen hastaların sorunu buralarda çözülmelidir. Sosyal Sigortalar Kurumunun deprem nedeniyle hasar
gören hastaneleri, elbette, acilen tamir edilmeli veya gerekiyorsa yeniden
yapılmalıdır. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda hastanelerin tamiri ve
yeni hastane yapımı için 285 milyon dolar dışkredi bulunduğunu ve bununla,
yaklaşık 5 000 yatak artışı sağlanacağını belirtmektedir. Sosyal Sigortalar
Kurumunun 31 500 yatağı olduğu düşünülürse, yatak kapasitesi yaklaşık yüzde 15
artacaktır; halbuki, SSK hastanelerinin doluluk oranı yüzde 60-70 arasında
olup, hastaların yatış süresi de uzundur. Özel hastanelerde yapılan
ameliyatlarda bir iki günde taburcu olan hastalar, Sosyal Sigortalar Kurumu
hastanelerinde neredeyse on gün yatmaktadır. SSK hastanelerinde bazı işlemlerin
hızlandırılması ve iyi bir yönetimle hastanelerin kapasitesi yüzde 15'ten daha
fazla artırılır. Unutulmamalıdır ki, alınacak dışkredi de borç olup
önünde sonunda ödenecektir. Yine, işyeri hekimliğine işlerlik kazandırılarak,
işyerlerinden hastanelere hasta sevki azaltılmalıdır. Bunların yanında,
hastanelerin altyapı, laboratuvar ve görüntüleme merkezleri geliştirilerek
hastaların beklemeleri ve dolayısıyla hastanedeki yatış süreleri kısaltılarak,
hastanelerin yükü azaltılabilir. SSK'daki hastanelerin, hazırlanan tasarıyla hastane
işletmesine dönüştürülmesi, hizmet kalitesi yönünden faydalı olacaktır; ancak,
bu yapılırken, bu hastanelerin işçi ve işveren primiyle yapıldığı ve onların
malı olduğu unutulmamalı ve bunlar, yönetimde daha çok söz sahibi olmalıdır.
İşçi, işveren ve hastane çalışanlarından oluşacak yönetim, bu hastanelerin daha
verimli çalışmasını, hasta memnuniyetini sağlayacak ve gelir-gider hesabını
yaparak hastaneyi daha iyi yönetecektir. Sayın milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumunun 2000
yılında 1,3 katrilyon olan sağlık harcamalarının, 2001 yılında 2 katrilyon
olması beklenmektedir. Bunun en önemli kısmını, ilaç giderleri oluşturmaktadır;
2000 yılında 572 trilyon olan ilaç giderlerinin, 2001 yılında 950 trilyon
olması beklenmektedir. Birkaç gün önce ecza depolarını arayarak, normal kutu
ve hastane ambalajı olan ilaçların fiyatlarını aldım. İlaçlar eğer küçük
kutular yerine hastane ambalajı şeklinde alınırsa, fiyatları en az yarı yarıya
daha ucuz olacaktır. Tasarruf amacıyla devlet personeline eczanelerde ilaç
verilmesinin mahzurları vardır; ama, SSK, kendi eczanelerinde hastane ambalajı
şeklinde aldığı ilaçları poşet içinde verebilir; böylece, 950 trilyonluk ilaç
giderlerinden, en az yüzde 25-30 oranında tasarruf sağlayabilir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayınız efendim. İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - SSK hastanelerinde
olmayan tomografi, sintigrafi, manyetik rezonans gibi tetkikler nedeniyle de,
özel kuruluşlara büyük paralar ödenmektedir. Özel kuruluşların bu sevkleri
artırmak için uyguladıkları teşvik edici unsurlar nedeniyle, çok fazla sevk
yapılmaktadır. SSK bünyesinde bu tetkikler yapılacak olursa, hem sevk sayısı
düşecek hem de birim maliyet düşecektir. Sağlık giderleri içerisinde, hastaya uygulanan ortez,
protez ve sarf malzemeler de önemli yer tutmaktadır. Bu malzemeleri daha az
kullanan özel sektör, aynı malzemeleri, SSK'dan çok daha büyük indirimlerle
almaktadır. Bu, bazı malzemelerde yüzde 50'ye ulaşmaktadır. SSK'ya alınan tıbbî cihazlar da çok değişik ve fahiş
fiyatlarla alınmaktadır. Bakınız, SSK tarafından yayımlanan 2000 yılı çalışma
raporunda, 72 nci sayfada değişik hastanelere alınan cihazlar ve fiyatları
yayımlanmış; burada aynı cihazlar, değişik hastanelere, çok değişik fiyatlarla
alınmış. Bu kuruluşun alım satımla ilgili bir bölümü var, aynı cihazlar, bu
bölüm tarafından tek elden, çok sayıda alınacağı için, çok daha düşük
fiyatlarla alınabilirdi. Sayın Bakan, SSK ve Bağ-Kurda otomasyona geçilmesi
gerektiğini, otomasyona ve akıllı kart uygulanmasına geçilmesiyle kuyrukların
ve yolsuzlukların önleneceğini belirtiyor. SSK ve Bağ-Kurun, bu çağda, elbette,
otomasyona geçmesi gerekli. İşlemlerin elektronik ortamda yapılmasıyla,
elbette, çok şey düzelecektir; ancak, otomasyona geçilirken, bu ülkenin kıt
kaynakları çarçur edilmemelidir. Bu projenin, hangi kaynaklarla, hangi
yöntemle, hangi kuruluş ve firmalarla yapılacağı çok önemlidir. Bu duygu ve düşüncelerle, 2001 yılı Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı bütçesinin, ülkemiz için hayırlı uğurlu olması dileğiyle,
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası, Anavatan Partisi
Grubunda. Mardin Milletvekili Sayın Süleyman Çelebi; buyurun
efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Çelebi, ikiye bölüyorum değil mi? SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) - Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun. ANAP GRUBU ADINA SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olan
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; sözlerime başlarken, Yüce
Meclise saygılar sunarım. Devlet sistemimizin içerisinde, İçişleri Bakanlığının
tarihî bir önemi ve ağırlığı bulunmaktadır. Gerçekten de, bu Bakanlığımızın
yürüttüğü hizmetler, devletin aslî fonksiyonları arasında vazgeçilemez
nitelikte olan önemli hizmetlerdir. Halen, bu Bakanlığımız, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve
asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri
korumak; sınır, kıyı ve kara sularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak, suç
işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü kaçakçılığı
men ve takip etmek, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, il
ve ilçelerin genel ve özel durumlarıyla ilgili değerlendirmeler ve çalışmalar
yapmak, ülkenin idarî bölümlere ayrılmasıyla, il ve ilçelerin genel ve mahallî
idareleri üzerinde vesayet denetimi gibi önemli hizmetleri yürütmek, yurt
düzeyinde sivil savunma hizmetlerini yürüterek bu alanda koordinasyonu
sağlamak, nüfus ve vatandaşlık hizmetlerini yürütmek gibi hayatî derecede önemli
görevleri ifa etmektedir. Yukarıda belirtilen çerçevede, toplumun
beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek etkin bir yönetim için, yeterli
miktarda kaynak ayrılmasının ne denli önemli olduğu açıktır. İçişleri Bakanlığının bağlı kuruluşları olan Jandarma
Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü, kendi
sorumluluk bölgelerinde, toplumun huzur ve güvenini sağlamak, demokratik
düzeni, insan hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırmaya yönelik her türlü
hareketi önlemek, ülkemizi ve milletimizi bölüp parçalamaya yönelik terör
örgütlerini ortadan kaldırmak amacıyla, büyük bir özveri içerisinde
çalışmalarını başarıyla sürdürmektedirler. Son yıllarda gerçekleştirilen bu
özverili ve başarılı çalışmalar sonucu, terör örgütlerine büyük darbeler
vurulduğunu memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Bu uğurda verdiğimiz
şehitlerimizi saygıyla anıyor ve Allah'tan rahmet diliyorum. Ayrıca,
gazilerimize, şükran duygularımızla, mutlu bir hayat geçirmelerini temenni
ederken, şehit ailelerine metanet, sabır ve başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Ülkemizde huzur ve güven ortamının sağlanması ve devam
ettirilmesi için, bu çalışmaların, hiç aksatılmadan, aynı ciddiyetle
sürdürülmesi gerekmektedir. Eski günlerin tekrar yaşanmaması için, yetkililerin
rehavete kapılmaması ve devamlı müteyakkız durumda olmaları gerekmektedir diye
düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemiz için büyük bir
tehdit oluşturan terörizm, tüm dünya ülkelerinin ortak sorunu ve evrensel bir
beladır. Bu sorunu ortadan kaldırmak ve etkisiz hale getirmek için,
uluslararası platformda ortak tedbirler alarak, birlikte hareket etme
zorunluluğu bulunmaktadır. Özellikle, dünya kamuoyu, yıllardır, nükleer,
kimyasal veya biyolojik terörizmden endişe ederken, 11 Eylül 2001 tarihinde
ABD'de meydana gelen olaylar, terörün nerede, ne zaman ve nasıl meydana
geleceğinin bilinemeyeceğini bir daha göstermiştir. Bundan çıkarılması gereken
ders odur ki, bütün insanlığı tehdit eden terörizm, artık, sınır tanımamakta,
ülke ve millet ayırımı yapmamaktadır. O halde, bu belaya karşı ortak tavır
almak ve mücadele etmek tüm insanlığın borcudur, görevidir. Sayın milletvekilleri, son yıllarda gittikçe artan ve
önem kazanan bir sorun da, insan ticareti olarak da adlandırılan yasadışı göç
olaylarıdır. Son zamanlarda meydana gelen etnik veya din esasına dayalı
çatışmalar ya da bölgesel savaşlar, yasadışı göç olaylarını artırmıştır. Bu
bölgelerde yaşayan insanlar, huzur bulmak, iyi standartlarda yaşamak için
zengin ülkelere gitme hayali ve hedefiyle yola çıkmakta ve birçok dramın
meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bu insanlara ümit dağıtan birçok güçlü
şebekenin ülkemiz üzerinden özellikle Batı ülkelerine bunları transfer etmeye
çalıştığı, bu arada zorla çalıştırılarak bu insanları sömürdükleri, bazı
organlarını sattıkları, fuhuşa zorlayarak gayriinsanî muameleye maruz
bırakıldıkları bilinmektedir. Güvenlik güçlerimizin bu yasadışı olaylarla etkin bir
mücadele içinde olduklarını memnuniyetle görüyoruz. Bu konuda, ülkemizde, 2000
yılında 2 124 olay meydana gelmiş, bu olaylarda 29 875 sanık sağ, 12 sanık
yaralı, 33 sanık ölü ele geçirilmiş, 5 sanığın da firar ettiği anlaşılmıştır.
Aynı şekilde, 1 Ocak-30 Eylül 2001 tarihleri arasında 1 690 olay meydana
gelmiş, bu olaylarda da 22 240 sanık sağ, 8 sanık yaralı, 9 sanık ölü ele
geçirilmiş olup, 7 sanık firar etmiştir. Bu rakamlar, yasadışı göç olaylarının
boyutlarını ve bu alanda verilmesi gereken mücadelenin önemini açıkça ortaya
koymaktadır; ancak, halen, ülkemizde "insan ticareti" olarak
adlandırılan bu suçun yasal düzenleme olarak karşılığı bulunmamakta, Türk Ceza
Kanunu ve Pasaport Kanunu gibi kanunlarımızda bulunan hükümlere dayanılarak
caydırıcı olmayan kısa süreli cezalar verilebilmektedir. Bu itibarla, gerek
göçmen kaçakçılığını gerekse insan ticaretini kendisine meslek edinen, insan
unsurunu ve insan hayatını hiçe sayan bu kişilerin caydırıcı nitelikte cezalara
çarptırılabilmeleri için gerekli olan yasal düzenlemeye acilen ihtiyaç
bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin önemli
sorunlarından biri olan trafik kazalarına da kısaca değinmek istiyorum. 2001 yılının ilk dokuz aylık döneminde 321 462 trafik
olayı meydana gelmiş olup, bu olaylarda 3 317 kişi ölmüş, 88 980 kişi de
yaralanmıştır. Bir önceki yılın yine ilk dokuz aylık döneminde ise 360 590 olay
meydana gelmiş olup, bu olaylarda 4 116 kişi ölmüş, 101 922 kişi yaralanmıştır.
Bu rakamlardan anlaşılıyor ki, 2001 yılının ilk dokuz aylık döneminde, bir
önceki yılın aynı dönemine göre 39 128 olay azalmış olup, azalış oranı yüzde
12,1'dir. Her ne kadar, olayların sayısında azalma olsa bile, hâlâ, trafik
terörü ülkemizin önemli sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Bu sorunun
çözümü için, kazaların en büyük sebebinin sürücü hatalarından kaynaklandığı da
göz önünde tutularak, alınması gereken yeni ilave tedbirler süratle alınmalı;
özellikle seyir halinde kontrol çalışmalarına hız verilmeli; bu arada, altyapı
noksanlıklarının giderilmesi için de azamî gayret gösterilmelidir. Sayın milletvekilleri, üzerinde özenle durulması
gereken bir konu da, insan temel hak ve hürriyetleriyle ilgili olarak yürütülen
çalışmalar ve uygulamalardır. Kalkınmanın yolu demokrasinin gerçekleşmesine
bağlı olduğu, demokrasinin egemen olduğu ülkelerin kalkınmış olduğu
görülmektedir. Bu vesileyle, ülke kalkınmasının ve kamu düzeninin sağlanmasında
hayatî derecede önemli rol oynayan başta mülkî idare amirleri ve güvenlik
güçleri olmak üzere, İçişleri Bakanlığının her kademedeki görevlilerinin, insan
haklarına saygıyı esas alan bir yönetim ve çalışma sergilemeleri vazgeçilmez
hedef olmalıdır. Bilindiği gibi, ülkemiz, insan hakları konusundaki tüm
Avrupa sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler çerçevesinde yapılan önemli
sözleşmelerin büyük bir bölümüne taraf olmuştur. Bu konuda üzerimize düşen
yükümlülüklerin süratle yerine getirilmesi gerekmektedir. İçişleri
Bakanlığımızda, bu alanda önemli eğitim çalışmaları olduğunu biliyor ve bunu
takdirle karşılıyoruz; ancak, bu alanda daha katedilmesi gereken bir hayli yol
olduğunu ifade etmeliyiz ve bunların üzerine süratle gidilmesi gerektiğini de
ifade etmek istiyorum. Bakanlığın değerli mensuplarının büyük bir bölümünün,
insan haklarına riayet konusunda gösterdikleri büyük titizliğin ve çabanın
yanında bazı münferit olumsuzlukların da cereyan ettiğini; ancak, bu arada az
sayıdaki münferit olayları bahane ederek güvenlik güçlerini yıldırmayı ve
pasifize etmeyi amaçlayan kötü niyetli bazı kişi ve kuruluşların bulunduğunu da
biliyoruz. Bu kötü niyetli çevreler ne yaparsa yapsınlar, emellerine asla
ulaşamayacaklardır; yeter ki, devlet olarak görevimizi yaparken ve
yetkilerimizi kullanırken insan haklarına saygıyı esas alan bir yaklaşım ve
uygulamadan vazgeçmeyelim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu
bölümünde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yaşarlarken çeşitli
nedenlerle köylerini terk etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın sorunlarından
bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi, başta terör eylemleri olmak üzere, çeşitli
nedenlerle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizden binlerce vatandaşımız
köylerini terk etmek zorunda kalmış ve göç ettikleri büyük şehirlerde ve diğer
yerleşim birimlerinde barınma imkânları bulamadıkları için perişan olmuşlardır.
Elimizdeki bilgilere göre, anılan iki bölgemizde bulunan 25 ilden 1 195 köy, 2
260 mezra ve 61 300 haneden toplam 347 144 kişinin köylerini terk etmek zorunda
kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu vatandaşlarımızın tekrar kendi köylerine ve
bölgelerine dönerek, sürdürülebilir bir hayat yaşamaları için, devletimizin
1997 yılından itibaren başlattığı çalışmalar olumlu bir gelişmedir. Halen
Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak İllerimiz, GAP İdaresi
Başkanlığının yatırım programında; Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van
İllerimiz ise, İçişleri Bakanlığı yatırım programındadır. Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesi adı altında uygulanan bu projeyle, hem köylerini terk
eden vatandaşlarımızı tekrar eskiden yaşadığı yerlere iskân etmek hem de bu
vatandaşlarımıza hayatlarını idame ettirebilecek şekilde gelir ve geçim
kaynakları sağlamak amaçlanmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucunda, Ekim 2001 tarihi
itibariyle, geri dönüş yapan hane sayısı 7 627, nüfus sayısı ise 45 000
küsurdur; ancak, köylerini terk etmek zorunda kalanların büyük bir bölümü halen
bu projeden yararlanmayı beklemektedir. İçişleri Bakanlığı bütçesinde bu
projede kullanılmak üzere 5 trilyon 615 milyar Türk Lirası ayrılmış olması
olumlu bir gelişmedir; ancak, kanaatimizce bu yeterli değildir; daha çok
ödeneğin ayrılmasında büyük yarar vardır ve zaruridir; ancak, 11 ilde
başlatılan bu çalışmaların yaygınlaştırılmasını, bu amaçla kullanılmak üzere
daha çok kaynak ayrılmasını, ülkemiz için önemli bir sosyal yara haline gelen
bu sorunun bir an önce çözülmesi açısından zorunlu görmekteyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz
açısından büyük önem taşıyan bir husus da, mahallî idarelerin görev, yetki ve
kaynakları konusunda içinde bulunduğumuz olumsuz durumdur. Mahallî idarelerin,
hem yerel nitelikteki hizmetlerin ifasında hem de demokrasinin gelişmesindeki
olumlu rolü, artık tüm çevrelerce kabul edilmektedir. Devlet sistemimizin bugün en belirgin özelliklerinden
birisi ise aşırı merkeziyetçiliktir. Ülkemizin en ücra köşesindeki köy ve
kasabalara götürülecek yatırım ve hizmetlerin hâlâ merkezî idare tarafından
belirleniyor olması, derhal son verilmesi gereken önemli bir yanlışlıktır. Bu
sorunun çözülmesi ve merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev, yetki
ve kaynak paylaşımının yeniden düzenlenmesi hususundaki çalışmalar son yıllarda
artarak devam etmektedir. Bilindiği gibi, gerek kalkınma planlarında gerekse 57
nci hükümet programında hizmetlerin halka yakın birimler tarafından yerine
getirilmesi yönünde ilke ve hedeflere yer verilmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. Bu ilke ve hedefler ile dünyadaki gelişmeler
doğrultusunda, merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev, yetki ve
kaynak paylaşımını yeniden düzenleyen, Merkezî İdare ile Mahallî İdareler
Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet İlişkilerinin Esasları ile Mahallî İdarelerle
İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı halen
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri alt komisyonunda olup, bu tasarı süratle
komisyonlarda olgunlaştırılıp, Genel Kuruldan da geçirilerek kanunlaştırılmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nüfus
hizmetlerini çağdaş ve modern bir yapıya kavuşturmak amacıyla uygulamaya
konulmuş bulunan ve kısaca MERNİS olarak ifade edilen Merkezî Nüfus İdaresi
Sistemi Projesi, yıllardır üzerinde çalışılan bir proje olup, bunun
geciktirilmeden tam olarak uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi, projeyle, nüfus kütüklerindeki
kayıtların bilgisayar ortamına aktarılması ve toplanan bilgilerin, kamu
hizmetleri ve vatandaşlar için çok yönlü olarak değerlendirilmesi ve tam
otomasyona geçirilmesi amaçlanmaktadır. Büyük bir bölümü tamamlandığı öngörülen
bu projenin bir an önce bitirilmesi, ayrıca yasal altyapısını oluşturacak olan
hukukî düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde yarar görülmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada ve
ülkemizde yaşanan acı tecrübelerden sonra anlaşılmıştır ki, doğal afetler
toplumun her kesimini içine alacak şekilde, etkin ve çok çabuk karar alıp,
uygulayabilen kamusal organizasyonları gerektirmektedir. Çağdaş devlet ve
toplumlara yakışan, afetler insanları vurmadan önce gerekli tedbirleri almak ve
her an, her türlü afetler karşısında hazırlıklı olmaktır. Ülkemizde, sivil savunma alanındaki teşkilatlanma
noksanlığını gidermek amacıyla, 11 ayrı ilimizde -ki, bunlar, Adana, Afyon,
Ankara, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Sakarya, Samsun ve Van-
120'şer kadrolu personelden oluşan, sivil savunma, arama ve kurtarma birlikleri
kurulması önemli bir hizmettir. Sivil Savunma Teşkilatı elemanlarının tatbikat
eksiklikleri bulunmaktadır; bu elemanların en kısa zamanda, her hususta
eğitilmelerinde zaruret vardır. Bu arada, afet yönetimi konusunda ülkemizdeki
çokbaşlılığa işaret etmek istiyorum. Bu alanda en az 3, bazen daha fazla
bakanlık görev ve yetkiye sahip olup, aşırı bir merkeziyetçilik söz konusudur.
Bir afet vukuunda, bir taraftan İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel
Müdürlüğü, bir taraftan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel
Müdürlüğü görev yapmakta, diğer taraftan da koordinatör birim olarak düşünülen,
Başbakanlığa bağlı Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü bulunmaktadır. Oysa,
gelişmiş ülkelerde afet öncesi, afet anı ve afet sonrası çalışmaların
birbirleriyle kesintisiz bir süreç olduğu, afetle ilgili yönetimlerin
yapılandırılmasında en küçük yerel birimlerin esas alındığı, merkezî
yönetimlerle yerel yönetimler arasında dengeli bir işbirliğinin oluşturulduğu
görülmektedir. Ülkemizde, 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999
tarihlerinde yaşanan büyük felaketlerden de ders alıp, çokbaşlı ve aşırı
merkeziyetçi sisteme son verilerek, yukarıda belirtilen çerçevede bir
yapılanmaya gidilmesinde fayda bulunmaktadır. Son günlerde Mersin'de yaşanan tabiî afetten ötürü,
bütün Mersinlilere geçmiş olsun dileklerimi burada ifade etmeden sözlerime son
vermek istemiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta vali ve
kaymakamlarımız olmak üzere, tüm güvenlik güçlerimiz, ülkemizde, kanun
içerisinde gayret göstermektedir. Mesai saati mefhumu gözetmeden, gece gündüz
görev ifa eden polisimizin ve karşılaştıkları zorluklara rağmen, aldıkları
devlet terbiyesi gereği hiç ses çıkarmadan, görevlerini büyük bir sorumluluk
anlayışı içerisinde sürdüren mülkî idare amirlerimizin özlük ve sosyal
haklarında iyileştirme yapılmasının zaruretine inanmaktayız. Bu hususun zaman
kaybetmeden ve acilen gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bilhassa, polislerin
maaşlarına öncelik verilmelidir diye düşünüyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken,
bütçelerin ilgili bakanlık ve kuruluşlara hayırlı olmasını temenni eder, Yüce
Meclise saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu;
buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul)- Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002
malî yılı bütçesine ilişkin Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek
üzere huzurunuza geldim; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, çalışma hayatı, Anayasamızda
da, yasalarda da sürekli yakından işlenen, tarafların uzlaşma içinde sosyal
barışa ulaşabilmeleri için gerekli tedbirlerin alınmasına sürekli dikkat edilen
çok önemli bir alan. Çalışma hayatı eğer iyi idare edilmezse, toplumun,
siyasetin en dikenli alanlarından biri haline gelir; ama, iyi idare edilirse,
dikenler görülmez, güller ortaya çıkar. Şimdi de, genel amaç, şüphesiz, çalışma hayatında, iş
hukukunda, işçi haklarındaki kısıtlamaların giderilerek sosyal hakların
verilmesi ve bu şekilde işçi ve işverenlerin kendi örgütleri, kendi sendikaları
vasıtasıyla, kendi haklarını elde etmelerinin gerektirdiği zemini, iklimi
hazırlamaktır. Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliği üyeliğine aday
olduğumuz bir süreçte, toplumsal barışın gerçekleştirilmesi, sorunların
toplumsal diyalog sonucu sağlanacak uzlaşmayla çözümlenmesi, taraf olduğumuz
uluslararası sözleşmeler doğrultusunda çalışanlarımızın, özellikle kamu
görevlilerinin örgütlenmelerine imkân tanınmasını gerektirir. Bu önemin bir
sonucu olarak, geçtiğimiz dönemde kamu görevlilerinin sendikalaşmasına fırsat
veren yasanın çıkarılmış olmasını önemli bir başarı saydığımızı belirtmek
istiyorum. Bu yasanın çıkmasında emeği geçen herkesi, tabiî ki, en başta Sayın
Çalışma Bakanımızı, hükümetimizi ve bütün Meclisimizi canı yürekten kutluyorum.
Şimdi, kamu görevlilerimiz sendikal güvenceye, yasal güvenceye kavuşmuşlardır.
Dönem artık, onların, bu haklarını en uygun şekilde kullanıp, temsil ettikleri
memurları daha iyi haklara eriştirmeleri dönemidir. Çalışma Bakanlığında şu anda beklemekte olan önemli bir
konu da, yabancıların çalışmalarının bir düzenlemeye bağlanmasıdır. Bunun çok
ciddî bir sorun olduğu ortadadır. Sayısı belli olmayan; ama, 1 500 000 -2 000
000 milyon arasında telaffuz edilen yabancı kaçak işçi çalıştırılması söz
konusudur. Bunun zararlarından bahsetmeme gerek yok; ama, çok zararlı bir husus
olduğu bellidir. Bunun önlenmesi için Çalışma Bakanlığında ciddî bir yasa
tasarısı çalışması yapıldığını öğreniyoruz. Bu tasarının da bir an önce
yasalaşması için her türlü katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu huzurunuzda arz
ediyoruz. Değerli milletvekilleri, önümüzde bekleyen bir başka
ciddî konu, iş güvencesi konusudur. Çalışma mevzuatımızda eksik olan bir konu
da budur. İşçilerin, haklı durumlar haricinde, haksız ve keyfî olarak
işlerinden olmamaları için gerekli güvence sağlanmamıştır mevzuatımızda. Bunun,
çok acı sorunlarını hep birlikte yaşıyoruz. Değerli arkadaşlarım, özellikle son kriz döneminde
yaşanan işsizlik acısı, biraz da çalışma mevzuatımızda böyle bir teminatın
bulunmaması nedeniyle artmıştır. Yani, bankalar için söylenen bir laf vardır,
değerli işverenlerimizin, kendi ihtiyaçları nedeniyle bankalar için
söyledikleri bir laf vardır. Derler ki: "Banka, yağmurlu günde şemsiye
olmalıdır. Banka, kredi verdiği kişiyi koruması için vardır. Banka yağmurlu
günde lazımdır." Aynı şekilde, değerli işverenlerimizin, kendileri için
söyledikleri bu lafı, işçilere çevirerek, şunu da söyleyeceklerini bekliyorum:
İş güvencesi de yağmurlu günde gereklidir. Güzel günde, işsizliğin olmadığı bir
günde, hayatın güzel, hayatın pembe olduğu bir dönemde iş güvencisi olmasa da
olur. İş güvencesi, özellikle, hayatın zor olduğu, işsizliğin yükseldiği bir
dönemde gereklidir; çünkü, yağmur o zaman vardır ve iş güvencesi böyle bir
yağmurlu günde çalışanları korumak için var olmalıdır. Şimdi, zannediyorum,
Çalışma Bakanlığımız bu konuda ciddî bir uzlaşmaya varmıştır. İşçi ve işveren taraflarını ve hükümeti temsil eden 9
kişilik bir uzmanlar komisyonu, iş güvencesi konusunda tam bir mutabakata
vardığını açıklamıştır. İşçilerin de, işverenlerin de, hükümetin de eşit
şekilde temsil edildiği bu uzmanlar komisyonunun vardığı mutabakat, ümit
ediyorum, kamuoyunu da, Meclisimizi de tatmin edecek bir seviyeye gelmiştir.
Eğer böyleyse, yine ümidimi tekrarlamak istiyorum, hükümetimiz, Çalışma
Bakanlığımızın bu çalışmasını, inşallah, Meclisimize bir an önce sevk eder ve
çalışma mevzuatımızdaki bu ciddî eksikliği telafi etme imkânını da bu vesileyle
buluruz. Bu, kaldı ki, üyesi bulunduğumuz Uluslararası Çalışma Teşkilatının,
yani, Birleşmiş Milletlere bağlı ILO'nun, bizim de imzaladığımız 158 sayılı
sözleşmesi itibariyle bir zorunluluk haline gelmiştir. Ayrıca, Avrupa Birliği yolunda ısrarla ilerlediğimiz,
kendi millî menfaatlarımızı koruyarak ilerlediğimiz şu dönemde, yine, kendi
millî menfaatlarımız çerçevesinde hazırladığımız ve kabul ettiğimiz Ulusal
Program da, iş güvencesini gerekli kılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, burada bahsedilen iş güvencesi,
daha önceleri bahsedilen mutlak iş güvencesi değildir. Mutlak iş güvencesi,
zaten, teorik olarak da, pratik olarak da mümkün olan bir şey değildir. Burada
bahsedilen iş güvencesi, işçiyi, sadece haksız ve keyfî çıkarmalara karşı
koruyan ve sendikalaşma özgürlüğünü güçlendiren bir iş güvencesidir, yani,
düşünülebilecek olan iş güvencesi konseptinin asgarîsidir. Eğer, Türkiye, buna
dahi hazır değilim derse, Türkiye'nin, demokrasiye hazır olup olmadığı
konusundaki kuşkulara maalesef hız verilmiş olacaktır. Değerli arkadaşlarım, bütün dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de iş kazaları ve meslek hastalıkları önemli bir sorundur. Bu sorunun
ekonomik boyutları kadar, sosyal boyutları da önemlidir. İş kazaları ve meslek hastalıkları sebebiyle dünyada
her yıl 1 200 000 insan hayatını kaybediyor, 160 000 000 sakat kalıyor veya
hastalanıyor. Bu, yüksek bir rakamdır. Türkiyemizde SSK istatistiklerine göre
2000 yılında 75 000 civarında iş kazası, 1 173 ölüm vakası olmuştur; yani, 1
173 çalışanımızı iş kazaları sebebiyle kaybetmişiz. Meslek hastalıklarının tam
etkileri ölçülememekle beraber, bunun da yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Değerli arkadaşlarım, iş kazaları ve meslek
hastalıkları, önlenilebilir bir felakettir; kolayca önlenilebilir, pahalı
olmayan yöntemlerle önlenebilir. İş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek,
daha sonra ödemekten veya telafi etmekten çok daha ucuz ve daha insanidir. Bu
konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın, kendi üzerine düşen görevi
daha iyi yapabilmek amacıyla, işçi sağlığı konusunda iyi bir iç örgütlenmeye
gittiğini ve bir genel müdürlüğü bu işe tahsis ettiğini, İş Sağlığı ve
Güvenliği Genel Müdürlüğü olarak yeniden yapılandırdığını memnuniyetle
görüyoruz; umuyoruz ki, bu konudaki çalışmalar da, olumlu meyvelerini yakında
vermeye başlayacaktır. Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümetin ve 21 inci
Dönem Meclisin yaptığı en büyük hizmetlerden bir tanesi, yıllanmış kronik
sosyal güvenlik hastalığımıza çare bulacak bir büyük reformu yapabilmiş
olmasıdır. Bir süre önce, bu Mecliste, uzun tartışmalardan sonra, batmış olan
bir sosyal güvenlik sistemini acaba nasıl canlandırırız diye bir kanun
çıkardık. Sonunda, bu kanunun birtakım müspet sonuçlarının görüldüğünü,
huzurunuzda, memnuniyetle belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, mesela,
1999 Eylül ayında yürürlüğe giren bu reform yasasından sonraki sonuca bakalım.
1999 yılında Hazineden 2,6 milyar dolar alan SSK, 2000 yılında sadece 600
milyon dolar almıştır. Demek ki, 1992 yılından itibaren, o tarihteki popülist
politikalardan sonra başlayan kara delik, yavaş yavaş kapanmaya başlamıştır ve
SSK, eskisi kadar bir büyük kaynak israfına sebep olmamaktadır. Burada, hatırlatmak bakımından hemen bir hususa
değinmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bir dönemdir, kamu kaynaklarının
gelişigüzel harcanması, yerinde kullanılmaması yüzünden büyük bir ekonomik kriz
yaşıyoruz. Hemen şu akla geliyor: Bu Meclis, bu kanunu çıkarmasaydı, SSK
reformunu yapmasaydı, SSK'nın kara deliğini kapatmasaydı, Hazineden bu kara
deliğe giden milyarlarca doların kaybolmasına engel olmasaydı, bu paraları
Hazineye kazandırmasaydı, acaba, şimdi, kriz çok daha büyük boyutlarda
olmayacak mıydı? Bu sebeple, zamanında bu tedbiri alan ve şimdi yaşanan krizin
daha da acı sonuçlar vermesine engel olan Sayın Bakanımızı, değerli
hükümetimizi ve Yüce Meclisimizi bu vesileyle bir kere daha kutluyorum. Bu arada, Sayın Bakanımız lütfedip, bir açıklama
yaparlarsa müteşekkir kalırım; son zamanlarda birtakım rakamlar uçuşuyor.
Zamanında tedbirler alınmayışı nedeniyle, popülist uygulamalar nedeniyle,
SSK'nın, 30 milyar dolar kaybettiği, 50 milyar dolar kaybettiği, 60 milyar
dolar kaybettiği, faiziyle şu kadar, faiziyle bu kadar diye muhtelif rakamlar
var. Açıkçası, bu uçuşan rakamlar benim aklımı karıştırdı. Sayın Bakanımızdan,
1992'den sonraki popülist politikalar, karşılıksız, bol kepçe verme politikaları
sonucunda SSK ne kadar zarar etmiştir; devlete ve millete, milletin sofrasına,
milletin ekmeğine verdiği zarar ne kadardır; bu konuyu lütfedip açıklamalarını
istirham ediyorum. Değerli arkadaşlarım, yapılan reformun faydaları sadece
malî alanda değil, uygulamada da görülmektedir. SSK hastanelerinde ciddî bir
düzelme olduğunu gazetelerde okuyoruz. Mesela, İstanbul'da Samatya
Hastanesinde, Kartal Hastanesinde vatandaşların teşekkürlerini gazetelerde
okumak bizi memnun ediyor. Bazı SSK hastanelerinin ISO standartları alabilecek
seviyeye ulaşmakta olduğunu görüyoruz. Bu gelişmelerin mevziî; lokal
kalmamasını, bütün hastanelere teşmil edilmesini Sayın Bakanımızdan ve
Bakanlığımızdan bekliyoruz. Son olarak değerli arkadaşlarım, çalışma hayatı
konusunda çok önemli bir konu olan sosyal güvenliğin mutlak otomasyona
kavuşturulması gerektiği açıktır; bunun da, birtakım, ciddî ölçülerde kaynak
israfına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda Bakanlığımızın hazırladığı
otomasyon projesinin de, bir an önce, devletin bütün kurumlarınca onaylanarak,
yürürlüğe girmesi için hükümetimizin aynı derecede hassasiyet göstermesini
bekliyorum. Bu duygularla, hepinize, şahsım ve Grubum adına
saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ederim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim, ben teşekkür ediyorum süreniz
içerisinde konuştuğunuz için. Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde; Samsun
Milletvekili Sayın Ahmet Demircan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 yılı bütçesi
hakkında Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, çalışma hayatı fevkalade
önemli. Burada, insanın emeğinin karşılığını alması ve emeğinin ürünüyle
hayatını idame ettirebilmesi esastır. Bu noktada, esas olan, insanın emeğinin
karşılığını tam olarak ve zamanında alabilmesi ve emeğin karşılığı olarak
takdir edilen ücretin adil bir şekilde oluşmasıdır. Bunlar, sonunda, o ülkede bir sosyal devlet anlayışını
oluşturur ki, böyle bir devlette, ücret dağılımında adaletsizlik olmaz, gelir
dağılımında adaletsizlik olmaz, emeğin karşılığı zamanında alınır ve insanlar
mutlu olarak yaşama imkânı bulurlar. Tabiî, bunun şartlarından bir tanesi toplusözleşmedir;
emeğin pazarlıkla hakkını alabilmesidir, toplugörüşme ve toplusözleşmeyle
hakkını alabilmesidir. Ülkemizde, bu konudaki düzenlemeler işçiler için daha
önceden yapılmıştı. Memurlar için yapılan düzenlemeler gecikmeyle yapıldı; ama,
yeterli yapılmadı. Memura sendika hakkı verilirken, Anayasa engeli gerekçe
olarak gösterildi. Halbuki, öyle olmadığı ortaya çıktı; Anayasa
değişikliklerinde, toplusözleşmeli ve grevli sendikal haktan hiç bahsedilmedi. Ben, bu bütçenin özellikle çalışma hayatıyla ilgili
kısmını böyle kısa geçmek istiyorum, sosyal güvenlikle ilgili kısmına daha
ağırlıklı olarak değinmek istiyorum; çünkü, ülkemiz, bugün, gerçekten
düşürülmüş olduğu ekonomik kriz nedeniyle, çok mühim bir şekilde sosyal
güvenliğe ihtiyaç duyar hale getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, insan yaratılmışların en
şereflisi, yeryüzünün en değerli varlığıdır. İnsan tek başına yaşayamaz, sosyal
bir varlıktır. Elbette, insanın tek başına karşılayamayacağı çok çeşitli
ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, aileden devlete kadar çeşitli siyasal ve sosyal
oluşumların üyesi olmak zorundadır. İnsanın doğuştan ve sonradan edindiği
hakları vardır. Yaşama hakkı en temel doğal haktır. Sosyal güvenlik, yaşama
hakkıyla doğrudan ilintili, bağlı bir temel haktır. Sosyal güvenlik, insanın
insanlığa borcudur. Herkesin insanca sürdürülebilir bir yaşam için geçim,
barınma, sağlık ve eğitim giderlerini karşılayabilecek sosyal güvenliğe sahip
olması temel bir haktır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 25 inci
maddesinde "herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme,
giyim, konut ve tıbbî bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, hastalık, sakatlık,
dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin dışındaki koşullardan doğan geçim
sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir" denilmektedir. Yine, Anayasamızın 2 nci maddesinde, cumhuriyetin
nitelikleri arasında devletimiz, sosyal bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. 5 inci maddede ise "kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır" diye devletin görevi tanımlanmıştır. Ayrıca, 60 ıncı madde
ise "herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği
sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" şeklinde
düzenlenmiştir. Değerli milletvekilleri, insanlık tarihî boyunca, bu
hak konusunda temel olarak iki duruş sergilenmiştir. Birinci duruş bu hakkı
inkâr etmiş; ikinci duruş ise, bu hakkı teslim etmiş ve insanlığa, insanlık
adına yardımcı olmuştur. Bizim ülkemizde, maalesef, her alanda yanlış bir tutum
ve kompleks mevcuttur. Bu cümleden olarak, sosyal güvenlikle ilgili tarihçede,
ilgili metinlerde okunduğunda, kendi tarihimiz hiç yaşanmamış gibi kabul
edilir, Avrupa'daki ilk uygulamalardan başlanır. Oysa, bizim tarihimiz, sosyal
güvenliğin sivil ve siyasal alanda eşsiz örnekleriyle doludur. Bireysel alanda yapılan yardımlaşma, çok saygıdeğer bir
insanî erdemdir. Bireyin hakları arasında olup, sosyal güvenliğin önemli
unsurlarındandır, engellenmemelidir. Ayrıca, bireysel ve kamusal alan dışında,
sosyal güvenliği ilgilendiren çok geniş bir sivil alan bulunmaktadır ki,
insanlar, gerek dernek kurarak ve gerekse tarihimize damgasını vuran vakıf
müessesesi aracılığıyla sosyal güvenlik hizmetine katılabilmelidir,
katılmışlardır da. Bu alanda da engel çıkarılmamalıdır; çünkü, bütün organize
faaliyetlerin amacı, bireyin ve toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesine
hizmet etmektir. Bu organizasyonların en üst düzeyde olanı, şüphesiz ki,
devlettir. Devletin temel meşruiyet dayanağı, insan haklarının ve
özgürlüklerinin korunması ve elde edilir olmasını sağlamak olduğundan, sosyal
güvenliğin tesis ve temini de devletin aslî görevleri arasındadır. Bugün mevcut duruma baktığımızda, maalesef, bunun böyle
olmadığını veya en azından bunun kâmil manada yeterince böyle olmadığını
görüyoruz. Bir karmaşa var, zihniyette, âdeta, bir sorun var. İnsan onur ve
haysiyeti ihmal ediliyor, insan yere düşürülüyor. Meseleye, insanı yücelten bir
noktadan yaklaşılmadığı için sosyal güvenliğe gerekli ihtimam gösterilmiyor,
devamlı erteleniyor. Değerli milletvekilleri, anlayış açısından çok büyük
bir çarpıklık ve kısırlık var. Bireysel yardımlaşmadan sivil toplum
örgütlenmesine, sivil toplum örgütlenmesinden sigorta sistemlerine, kamu
bütçesinden yapılacak yardımlara kadar hepsi bir bütün olarak sosyal güvenliğin
unsurları olarak değerlendirilmesi gerekirken, böyle bir yaklaşım görülmüyor. Sisteme baktığımızda bütünlük yok. Sosyal güvenlikle
ilgili kamusal kurum ve kuruluşlar tek bir çatı altında toplanmamış; tam bir
dağınıklık mevcut. Bu konuda birbirinden ayrı görevli birden fazla bakanlık
var. İsminin ikinci bölümü Sosyal Güvenlik Bakanlığı olan Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, SSK ve Bağ-Kur'a bakıyor, yeşil kart başka bir bakanlıkta;
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu başka bir bakanlıkta; Emekli Sandığı
Maliye Bakanlığında; yani, bir birlik yok, standart birliği yok; dolayısıyla,
hizmette de korkunç bir dağınıklık, farklılık, ayırımcılık var. Öbür taraftan, uygulamada, bakıyorsunuz, sosyal
güvenliğin unsurlarından biri olan sivil alandaki vakıflarla ilgili yaklaşım,
Sosyal Güvenlik Bakanımızda bile farklılık arz ediyor. Sosyal Güvenlik
Bakanımız, kalkıyor, vakıf hastanelerine el koyuyor. Bu, anlayıştaki
çarpıklığın en belirgin örneğidir. BAŞKAN - Sayın Bakanı meşgul etmeyin efendim; Sayın
Bakana hitap var. Bir daha tekrarlayabilirsiniz efendim, Sayın Bakan
duymadı. AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Sosyal güvenliğin sivil
alandaki temel unsurlarından birisi olan vakıf müessesesi ihmal ediliyor;
hatta, Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından vakıf hastanelerine el konuluyor. Sayın Bakanım, bu anlayış, sosyal güvenlik anlayışı
değildir. Öbür taraftan, bireysel ve sivil alan görmezden
geliniyor, işlemez hale getiriliyor. Sosyal güvenliğin görünmez bir alanı daha var ki, o da,
milletimizin kültüründen ve inancından beslenen aile yapımızdır. Yıllardır
eğitim sistemimizde özendirilen çekirdek aile modeline direnen millî aile
yapımızda, yaşlısına, engellisine, yoksuluna sahip çıkılmakta ve aile fertleri
arasında diğer toplumları kıskandıracak düzeyde dayanışma olmaktadır;
komşulukta da aynı şekildedir; ama, bu da dağıtılmak isteniliyor. Şimdi, ne yapmak lazım; bakın, önce, anlayışın
değişmesi lazım. Bu ülkede açlıktan ölen çocuklar varsa, çöplerde ekmek arayan
insanlar varsa, ucuz ekmek kuyrukları kilometrelerce uzuyorsa, insanlar
"açız" diye Başbakanlık binasının, Meclis binasının kapısına
dayanıyorsa, ekonomik kriz intiharları getirmişse, bu hükümet, bu Meclis bunun
sancısını çekmeli, beyinler zonklamalıdır. Sosyal güvenliğin en acil sorun
olduğu bir sürece sokulmuştur ülke. BAŞKAN - Sayın Demircan, süreniz bitti gibi. AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Bir müddet.. Bir iki dakika
alabilir miyim... BAŞKAN - Tabiî, tabiî; ben hatırlatayım dedim. AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Ülke SOS veriyor bu konuda;
Sayın Derviş bunları görmüyor olabilir, IMF görmüyor olabilir; ama, Sosyal
Güvenlik Bakanlığı olarak sizlerin görmesi lazım. Siz, Sosyal Güvenlik
Bakanısınız, SSK ve Bağ-Kur'un bakanı değil, 70 milyonun sosyal güvenliğinden
sorumlusunuz. Bakın, ekonomik kriz bir yılını doldurdu; âdeta, 9 şiddetinde iki
defa deprem yaşandı. Bir sosyal güvenlik kriz çalışması başlatmalıydınız Sayın
Bakanım. Bugünden itibaren, derhal, bütün ilgili kamu birimlerini harekete
geçirin, belediyelerimizi, muhtarlarımızı, imamlarımızı, öğretmenlerimizi,
karakollarımızı harekete geçirin, açlık sınırı altına düşmüş olan insanları,
derhal, tespit ettirin ve onlara yardım elinizi uzatın. Kısa vadede bunu
yapmanız lazım. Öbür taraftan orta ve uzun vadede yapılacak çalışmalar
gerekiyor. Sizler bugüne kadar hep "reform" diye geldiniz. Bakın, bir
emeklilik yaşını reform dediniz, şimdi 50 yaşında insanları zorla emekliliğe
sevk etmeye çalışıyorsunuz; o mu haklıydı bu mu yanlış?! Ne olur, artık reform
olarak bir tasarı getirmeyin; ülkemizde reform kelimesi bu Mecliste yalama
oldu, deforme oldu; bir düzenleme getirin artık!..(SP sıralarından alkışlar)
Ama, öyle bir düzenleme olsun ki, milletin yapısına uygun olsun. Burada da
uzlaşma olsun, meseleyi kökünden çözebilecek bir düzenleme olsun. Sürem bitti; ben hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. Allah, yoksuluna, yetimine bakmayan toplumların önünü
açmaz, bu hatırlatmayı yapıyor, saygılar sunuyorum. (SP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demircan. İkinci söz, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü
Esengün'de. (SP sıralarında alkışlar) Buyurun efendim. SP GRUBU ADINA LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleri üzerinde
Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli arkadaşlar, bütçeler, hükümetlerin bir yıllık
icraatlarının hesabını verdikleri ve müteakip yıl yapacakları hizmetleri hangi
imkânlarla, nasıl ve ne şekilde yerine getireceklerini ifade ettikleri
tasarılardır, metinlerdir. Bakınız, geçen sene, bu kürsüde, Sayın Maliye Bakanı,
2001 yılı bütçesini takdim ederken neler söylemiş: "2001 yılı bütçesi
dolayısıyla Yüce Meclisimizin huzuruna başımız eğik çıkmadık. 2002 yılı bütçesi
dolayısıyla da yine başımız dik çıkmak için var gücümüzle çalışacağız. 2001 yılı, bütçe uygulamasının en önemli moral
lokomotifi, halkımızın hükümete duyduğu güvendir, zorlukları çözmede en değerli
anahtar budur." Değerli arkadaşlar, bugün, hükümetin elinde bu anahtar
yoktur. Çünkü, halkın, milletin bu hükümete hiçbir şekilde güveni kalmamıştır.
Kaldı ki, bu hükümet, geçen sene ifade ettiğinin aksine, bu sene Meclisin
huzuruna başı dik gelememiştir, başı önde gelmiştir, başı eğik gelmiştir. Hükümet, bütçe tasarısı hazırlayacağı yerde, istifa
edip, milletten özür dileseydi, bu basireti gösterseydi, çok daha isabetli ve
halkın desteğini kazanan bir hareket yapmış olurdu. Dolayısıyla, kimsenin
güvenmediği, artık hiçbir beklentisi ve ümidi kalmayan bu hükümetin bütçesi
üzerinde de önemle durmaya, uzun uzun eleştirmeye gerek yok, ihtiyaç yok,
nitekim bütçe görüşmeleri başladığından beri sergilenen tavır da o, Meclisteki,
bu hükümetten bir şey beklenmediği için görüşmeler de, usul yerini, âdet yerini
bulsun diye yapılıyor. Neticede bu bütçe, hükümetin ülkeyi ne hale
getirdiğinin, ekonomiyi nasıl iflas ettirdiğinin bir belgesi. Görüştüğümüz dört kurumun bütçesi, 2002 yılına göre
daha da azalmış durumda. Bu kurum ve kuruluşlar, diğer kamu kurumları gibi, hak
ettikleri, ihtiyaçları olan payı bütçeden alamamaktalar. Çünkü, bütçede 27 katrilyon açık var, bütçe sadece borç
ödeme bütçesi, faiz ödeme bütçesi. Bütçe gelirleri faize aktarıldığı için,
polisin alınterinin karşılığı verilememekte, hizmetler gereği gibi yerine
getirilememekte, güvenlik güçlerimiz ekonomik sıkıntılar sebebiyle huzur içinde
görevlerini yapamamaktadırlar. Ekonomik krizin bir başka doğal sonucu da, asayişi
olumsuz yönde etkilemesidir. Özellikle mala karşı işlenen suçlarda önemli
artışlar meydana gelmiştir. Bunun en acı örneği de büyük şehirlerde yaşanan
"kapkaççılık" adı verilen ve bir türlü önüne geçilemeyen olaylardır,
suçlardır. 2001 yılı içerisinde ideolojik suçlarda azalma olduğu
ifade ediliyor.Bu doğrudur, güzeldir; ama, 2001 yılı içerisinde hırsızlık
suçları, yaralama suçları yüzde 28 nispetinde, asayişe müessir fiiller, suçlar
yüzde 39 nispetinde artmıştır. Bu durum, hükümetin, ülkeyi sürüklediği ekonomik
ve ahlakî çıkmazın bir göstergesidir. Suçlar arttıkça emniyetin de jandarmanın
da işi artmakta, artan yüke karşılık, maalesef, bütçeden yeterli ödenek,
emniyete ve jandarmaya aktarılamamaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç konuya
temas etmek suretiyle, bu kısa zaman içerisinde, bazı düşüncelerimi dile
getirmeye çalışacağım. Bunlardan en önemlisi işkencedir. İşkence, 12 Eylülden
sonra sistemli bir şekilde uygulanan, yüzkarası bir metot olarak, maalesef,
bugüne kadar devam edegelmiştir. Gözaltına alınan sanıkların, özellikle terörle
mücadele ve çete suçlarına ilişkin soruşturmalarda işkenceye maruz kaldıkları,
artık gizlenmeyen ve televizyon ekranlarında çekinilmeden gösterilen bir
uygulama haline gelmiştir. Belediye başkanlarına, bürokratlarına, terörle
ilgili itham altında olan herkese, sonuçta, gözaltında, maalesef işkence
yapılmaktadır. Bakanların gönderdiği genelgelerin, işkencenin önüne geçilmesi
için alınan yasal ve idarî önlemlerin, maalesef, sonuca etkisi olmamakta,
işkence, bütün vahşetiyle Türkiye'nin yüzkarası olmaya devam etmektedir.
Yetkililer, her ne kadar inkâr ederlerse etsinler bu durum dünyanın da gözünden
kaçmamaktadır. Uluslararası Af Örgütünün son raporunda, Türkiye'de işkencenin
devam ettiği, sistematik ve genelleştirilmiş bir karaktere sahip olduğu, meydan
dayağı, cinsel taciz, ölüm ve tecavüz tahdidi, elektrik verme, filistin askısı,
uykusuz, susuz ve yiyeceksiz bırakma gibi işkence türlerinin yaygın olarak
uygulandığı öne sürülmektedir. Anayasada yapılan, gözaltı süresinin
azaltılmasıyla ilgili değişikliğin, umut ederiz ki, işkenceyi ortadan
kaldırmakta önemli bir tesiri olsun ve Türkiye, artık, işkenceden bahsedilmeyen
bir ülke haline gelsin. Değerli arkadaşlar, bir önemli sorun trafik sorunudur.
Trafik kazalarında, 2001 yılı içerisinde azalma olduğu ifade edilse dahi, yine,
2001 yılının ilk dokuz ayında 322 000 kaza meydana gelmiş, 89 000 kişi
yaralanmış, 3 317 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu, fevkalade vahim bir durumdur.
Ölü sayısında azalma var diye kendimizi teselli edemeyiz. Her halükârda,
Türkiye'de kaza sayısını, buna bağlı olarak da ölü ve yaralı sayısını en aza
indirmek mecburiyetindeyiz. Tabiî ki, bunun en önemli sebebi, eğitimsizliktir,
cehalettir, yeterli altyapı ve fizikî imkân olmayışıdır. Bu da ülkenin az
gelişmişliğinin tabiî bir sonucudur. Türkiye'de kaynaklar faize gittiği için,
maalesef, trafikteki bu vahşetin önüne geçilmesi için de tedbirler alınamıyor. Değerli arkadaşlar, bir başka konu; önümüzde kurban
bayramı var, kurban bayramı yaklaşmakta. Her bayram öncesinde bu kürsüden ifade
ettiğimiz gibi, yeniden ifade etmek zorundayız; bütçe vesilesiyle bir defa daha
ifade ediyorum ki, devlet, artık, halkın kurban derilerinden elini çeksin;
bırakın, kim, nereye istiyorsa kurban derisini oraya versin. Bu müdahale, hem
Anayasadaki mülkiyet hakkına müdahaledir, hem de din ve vicdan özgürlüğüne
aykırıdır; bu, haklara müdahaledir. Milletin kurban derisini elinden zorla
almak, demokratik ülkelere yakışan bir uygulama olmaz; olsa olsa, komünist
Rusya'nın uygulaması olur. Bu da Türkiye'de hiç kimseye yakışmaz. (SP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Bakınız, laikliği gerçekten savunuyorsanız samimi olun,
kurban derisinden elinizi çekin. Türk Hava Kurumundaki, Kızılaydaki
yolsuzluklar arşa dayandı; siz, hâlâ, milletin kurban derisine tecavüz etmekle
meşgulsünüz. YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Hizbullah'a mı
vereceksiniz?!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sizin siciliniz bozuk, sizin
siciliniz bozuk... (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen... Lütfen, karşılıklı
konuşmayalım... İstirham ederim... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, lütfen, siz, Genel Kurula hitap
edin... Yönünüzü, yönünüzü... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, Genel Kurula
hitap ederiz, yalnız, müdahale edenler lütfen saygılı davransınlar. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Siz saygılı olursanız,
arkadaşlar da saygılı davranırlar. YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Hizbullah'a mı
vereceksiniz?!.. BAŞKAN - Efendim, lütfen hatibe laf atmayın. Hatibin
sözünü kesmeyin. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Beyefendi, sizin
saygısızlığınızı, ben, mahkeme kararıyla tescil ettirdim, tazminata mahkûm
oldunuz. Lütfen, saygılı olun, terbiyeli olun!.. YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Aldın mı parayı?.. Hizbullah'a
mı gidecek onlar?!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dün... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Lütfen üslubunuza dikkat edin
Sayın Konuşmacı... Lütfen... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Siz, önce, arkadaşlarınıza
sahip olun, önce, milletvekillerinize sahip olun. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Her zaman sahibiz!.. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim... Rica
ederim... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Fazla da konuşmayın, susun,
ben konuşacağım; söz benim, senin değil. Değerli arkadaşlar, dün, İstanbul'da... YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Yine ver mahkemeye!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanununun muhakkak değişmesi lazım. Anayasaya uygun tadilatın, uyum yasasının
süratle gelmesi lazım. Türkiye, 12 Eylül baskı rejimini geride bırakmalıdır;
ancak, bu hükümetin, bu yolda, hiçbir iyileştirme yapması mümkün değildir;
çünkü, bu hükümet, imam hatip lisesi mezunlarının polis okullarına girmesini
engelleyen hükümettir... (SP sıralarından "Bravo" sesi, DSP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...
Bir dakika... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - ...hakkını arayan başörtülü
öğrencileri, YÖK'ü protesto eden öğrencileri coplatan hükümettir. YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - 70 yıldır cumhuriyetle
uğraşıyorsunuz, 70 yıldır!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bunun en çirkin örneğini dün
gördük; eski bir milletvekili, Cumhurbaşkanlığının eski Başdanışmanı ve
Türkiye'nin en büyük sendikalarından birinin genel başkanı Sayın Mustafa
Başoğlu, dün, Marmara Üniversitesinde hakkını arayan öğrencilere destek verdiği
sırada, polisin çirkin tecavüzüne maruz kaldı ve sonunda da o tecavüz
yetmiyormuş gibi gözaltına alındı. Değerli arkadaşlar, bu tartaklama, bu olaylar, bu
gözaltılar, keyfî muameledir, polis devletinin muamelesidir; yapılan da
baskıdır. Dolayısıyla, Sayın Başoğlu'na yapılan muameleyi kınıyorum, şiddetle
protesto ediyorum, bir sendikacıya bu tür muamele yapılırsa, acaba, zavallı,
sahipsiz insanlar hakkında ne tür muameleler yapılır?! Daha söylenecek çok şey var; ancak, vaktinize tecavüz
etmemek için... BAŞKAN - Lütfen efendim... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bütçelerin, İçişleri
Bakanlığımıza, Emniyet Genel Müdürlüğümüzün fedakâr mensuplarına, Jandarmamızın
fedakâr mensuplarına, Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarına hayırlı olmasını
diliyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum efendim. Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata,
buyurun. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl)- Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Saadet Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Saadet Partisi Grubu
adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Yine, yaklaşmakta olan Kadir Gecesinin ve Ramazan
Bayramının bütün vatandaşlarımıza kutlu olmasını Yüce Allah'tan dilerim. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Mehmet Akif Ersoy
"Kenarı Dicle'de bir kurt bir koyunu kapsa, gelir Ömer'e sorar bunu adl-i
İlahî" diyor. Bu idrak içinde eğer, ülkenin her tarafındaki olayın
mesuliyeti, ülkedeki her sorumlunun kendisine düşen sorumluluğu idrak edilirse,
sanıyorum, ülkede terör de olmaz, ülkede anarşi de olmaz; ülkede kalkınmada
olur, büyümede olur. Değerli arkadaşlar, ülkenin halihazır durumu hepinizin
malumudur; bütün arkadaşlar bunu günlerdir dile getiriyor. Evet, ciddî
sıkıntılar var, bunu inkâr etmenin bir faydası yok; ama, bu sıkıntıları bir iki
kriz daha da berbat hale getirdi. Yani, bizde "buğday, buğday değil; dolu
vurunca hepten gitti" derler; gerçekten, bu iki kriz, ülkede çok daha
büyük sıkıntılar yarattı ülkede ve bu sıkıntıların, artık, ta tepelerde
söylenmeye başladığını görüyoruz. Sosyal patlamalardan bahsediliyor ve
gerçekten ürkütücü bazı manzaralar da zaman zaman gözleniyor. İntiharlardan
tutun, doktor raporlarına kadar bunu arkadaşlar tek tek söylediler, onlara da
girmek istemiyorum. Değerli arkadaşlar, tabiî ki, bu sıkıntılara biz çanak
tutmayalım diyoruz; sıkıntılar var, bunların azalması için, sinirlerin daha
fazla gerilmemesi için bu ülkenin ne yapması gerekiyorsa onu yapsın diyoruz.
İçişleri de bana göre bu demektir. İçişleri, ülkenin her metrekaresinden
mesuldür ve her metrekaresinde görevi vardır. O zaman, tabiî ki, sakin ve izan
içinde sorunların ele alınıp halledilmesi lazım diyoruz; ama, görüyoruz ki,
gerçekten polisimiz eğitimsizlikten veya belki malî sıkıntılar içinde oluşundan
-arkadaşlarımız bahsettiler, polisimiz gerçekten malî sıkıntı içinde, rakam
olarak da verdiler- bazı hareketlerinde, maalesef, yanlışlıklar yapıyor. Değerli arkadaşlar, 2000 ve 2001 yılları içinde,
olaylar 150 000'den 200 000'e tırmanmış; yani, artış var. Onun yanında, bir
bakıyoruz ki, gösteri ve toplu yürüyüşlerde de azalma var. Niye acaba; bir
bakıyoruz ki, hakikaten burada bir baskı var. Baskının olmaması için,
fikirlerin kafalara hapsedilmemesi için alınması gereken tedbirler varsa,
bunlar bir an önce alınmalıdır. Evet, ben çok şeyi saymak istemiyorum; ama, şu bir
gerçektir ki, bu ülkede -dün de politikalar böyleydi bana göre, bugün de böyle-
sanki üç-beş holding ayakta kalsın diye birçok yere baskı yapılıyor, birçok şey
iflas ettiriliyor; özel tedbirler alınıyor; bazılarının malları özel alınıyor,
bazıları özel alınmıyor. Bütün bunlar, bu ülkede ciddî sıkıntıların meydana
gelmesine sebep oluyor. Evet, tabiî, sinirler gerilince, laçkalaşınca, mutlaka
olaylar da çoğalıyor; insanların suç işleme eğilimi daha da fazla artıyor. Bu
durumda, bir bakıyorsunuz ki, bu ülkede, şu anda 12 000 000 açılmış dava var;
tahkikatlar bunun dışındadır. Her bir davada, en az iki taraf vardır; ki,
bunların içinde 20,30,40 kişilik davalar da vardır; 12 000 000 davada taraf
sayısı 3'er kişi olsa, bugün, 36 000 000 davalı insan var demektir. Bu ne
demektir; eğer, çocukları ve ihtiyarları düşersek, bu ülkede, herkes birbirinin
yakasına sarılmış değerli arkadaşlar. Eğer, bir ülkede, herkes birbirinin
yakasına sarılmışsa, bizim sıkıntımız var değerli arkadaşlar; bu ülkede
İçişlerinin de, Dışişlerinin de, İmarının da, bütün bakanlıkların sıkıntısı var
demektir. Onun için, arkadaşlar, biz, bu konuyu ciddî olarak ele almak
mecburiyetindeyiz. Bir bakıyoruz ki, tabiî ülkemizde, insanları koruma
görevi içinde olanlar veya huzuru, güveni sağlamaya yönelik görevi olanlar, en
çok kendileri korunuyorlar. Şu anda, 1 196 insan, özel olarak korunuyor değerli
arkadaşlar. Bu ne demektir; bu, binlerce polis demektir. Hangi polis; en
eğitimli, en vurucu, en terbiyeli, en akıllı polisleri, maalesef, bunlar
kullanıyor. Kim kullanıyor bunları; bunları -en çok- 350 tanesini, maalesef,
askerî personel kullanıyor, 99 tanesini eski bakanlar kullanıyor, 98 tanesini
devlet güvenlik mahkemeleri kullanıyor, 89 tanesini işadamlarımız kullanıyor ve
bunlar, resmî olanlar; bunun gibi yüzlerce, binlerce var. Bunlar, hiçbir bedel
ödemeden de kullanıyorlar tabiî ki bunları. Nedir; yani, eğer, siz bu kadar kendinizi sıkı sıkı
koruma hissi içinde görüyorsanız, millet de size güvenmez halk da size
güvenmez. Hep söylüyorum, hakikaten de üzülüyorum; samimî olarak, bugün, bütün
güvenlik birimlerimizin etrafı burç, burç, kale burcu gibi; yani, bana göre,
bir endişe, kendi kendine, ben, sizden endişe ediyorum diyor. Bunların, diğer
ülkeler seviyesinde olması gerekiyor. Belki koruması gereken bazı yerler var;
ama, bazı yerlerde bu kadar olmamalı gibi düşünüyorum değerli arkadaşlar. Yine, tabiî ki, bu hareketler, ülkede bir güvensizlik
yaratıyor. Ülkenin en büyük problemlerinden birisi de güvensizliktir; yani,
eğer, sen, hareketlerinle, tavırlarınla, icraatınla, adaletinle halka güven
vermiyorsan, o halkın da sana güvenmesini beklemen mümkün değildir.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, önce güven sorununu aşmamız lazım. Bu alanda, bir şey daha söylemek istiyorum, değerli
arkadaşlar, bugün, ülkedeki bu bunalım, bu sıkıntının en büyük ayağı batıdadır.
Evet, doğuda, daha önce belki böyle algılanıyordu; ama, bugün, batı, doğudan
daha çok rahatsızdır. Gittiğimiz illerde, bir bakıyoruz ki, adam, Bursa'da
işinden çıkmış, ekmeği o anda kesilmiş, İstanbul'da işten çıkmış, ekmeği o anda
kesilmiş. Bizim o bölge, o, daha farklı. Onun için şöyle bir şey anlatayım.
Bizim orada bir insan, çok fakir, perişan, işte, sağda solda yatar, evi de yok;
sonra, adam, tam ölürken, demiş ki:
"Ben, bir vasiyette bulunmak istiyorum." Nedir?.. Demiş ki: "Ne
olur, benim mezar taşıma bir şey yazın." Ne yazalım?.. Demiş ki: "O
yatmamıştı yatakta, büyümemişti kucakta, şimdi yattığı yerde eskiden de
yatardı." Şimdi, bizim bölge halkı zaten sıkıntının içinde, onun için
alışkındır; ama, batıda, insanlar bu sıkıntıya alışmamış, sosyal patlamalar
olursa burada olur; bunun için, dikkatinizi çekmek istiyorum. Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; bu sebepten dolayı,
ben 1999 yılında, ilk bu Meclise geldiğimizde, hakikaten doğu ve güneydoğuda
nispeten huzur ve güven sağlanmış, bugün de sağlanmıştır eskisine oranla; o
bölge halkı çok çekti. Bütün arkadaşlara, bütün partilere teşekkür ediyorum,
bütün partileri dolaştım, gelin, bölge için bir araştırma önergesi verelim,
eğer bu huzur ve güvenin devamlı olmasını istiyorsak bir araştırma önergesi
verelim dedik, sağ olsunlar, arkadaşlar da imzaladılar 21.10.1999'da. Bu bölgede yapılması gerekenler, kalıcı olan şeyler,
geçici alınması gereken tedbirler, uzun vadeli, kısa vadeli neyse bütün
detaylarını incelemek suretiyle, sebebini, terörün bir daha başını kaldırmaması
için, bölgede bu sıkıntıların bir daha doğmaması için yapılması gerekenleri biz
tespit edelim, bu Meclis tespit etsin dedik; ama maalesef bu önerge hâlâ
bekliyor ve bir türlü ele alınamadı. Değerli arkadaşlar, Sayın Başkandan özür diliyorum, ben
hemen bitirmeye çalışacağım. Bu memleketteki İçişlerinin sorunu, dedik ki,
ülkenin sorununun tamamıdır. Göç şu anda İçişlerinin sorunu haline gelmiş ve
büyük sıkıntılar var. Maalesef, büyük illerden şimdi bizi arıyorlar, benim gibi
doğulu milletvekillerini de arayanlar vardır, ne olur bize birkaç kuruş para
gönderin veya belediyeden bize para temin edin, evimizi yükleyip gidelim. Ama,
gittikleri yerde de, maalesef, çimento, demir gibi bazı aksamlar verilmekle
beraber bu yetersizdir, bunun mutlaka yeterli hale getirilmesi lazım, buraya
para ayrılması lazım. Trafik başlı başına bir sorun. Arkadaşlar değindiler,
bu konu çok detay isteyen bir konu; fakat, özellikle Sayın Bakanıma bir şey
söylemek istiyorum, maalesef trafik başkanlığı kuruldu kurulalı, dört yıl oldu,
4 tane başkan değişti; böyle şey olmaz. Elbetteki her gelen yeniden bir
politika uyguluyor ve elemanların yeri değişiyor, müdürlerin yeri değişiyor ve
sıkıntılar oluyor; eğer bu sıkıntılar olmasa daha da az olacaktı. Eğitimden de kısaca bahsetmek istiyorum. Bu araştırma
önergesinde dedim ki YÖK Başkanına, lütfen öğretmen yetiştirin. Efendim, nasıl
ben yetiştireyim, kanun mu var? Eğer, siz, YÖK Başkanı olarak bundan haberdar
değilseniz buna çok üzülürüm; çünkü, 125 inci madde, bütün orta ve liselerde
eğitim mecburiyeti getiriyor. Mademki eğitim mecburiyeti var, o zaman bunu da
yapmanız lazımdı dedim. Özür diliyorum Sayın Başkanım... Daha doğrusu, bu ülkenin, yeniden yapılanması şarttır.
Bu yeni yapılanma için, korkmadan, yılmadan, hepimizin el ele vermesi lazım ve
gerçekten, dünyadaki diğer medenî ülkelerden çok daha iyi bir ülke bizim
hakkımızdır ve onu yapılandırmak da bizim görevimizdir. Saygılar sunuyorum, hürmet ediyorum, sağ olun, var
olun. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Hem el ele, hem seve
seve... Gruplar adına konuşmalar bitti. Şahısları adına, lehte, Antalya Milletvekili Sayın
Mehmet Zeki Okudan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ülkemiz, şu son günlerde, yağıştan dolayı sel felaketleriyle yüz
yüze. Antalya'nın Kumluca, Demre, Beykonak yöresinde şu an sel afeti ihtimali
var ve maddî hasar var. Tarım kredi borçlarının ve Ziraat Bankası borçlarının
ertelenmesi, faizlerin durdurulmasıyla ilgili bir talebi duyurmak istiyorum. Bu arada, Sosyal Güvenlik Bakanım, sosyal güvenlik
mefhumunun, tabiî ki, aleyhine konuşmak mümkün değil. Bu, ülkemiz için,
insanlık için çok gerekli; ancak, Bağ-Kur ve SSK'da otomasyon işinin, kanun ve
kurallar çiğnenerek, bu kurumlardaki daire başkanları zorla izne çıkarılarak,
emekliliğe zorlanarak, hatta, görevinden alınarak, ihalesiz olarak yandaş bir
firmaya verildiği söylentileri şeklinde, az önce bir bilgi aldım; yani, böyle
bir söylenti var. Sadece danışmanlık için, Bağ-Kur ve SSK'dan, ayrı ayrı 690
000 dolar ödenecek. Bu firmaya, bu işin kontrol görevinin de verildiği, bu iş
için SSK'da 600 000 000 dolarlık ihale bedelinin yüzde 6,7'sinin, Bağ-Kurda da,
150 000 000 dolarlık ihale maliyetinin yüzde 6,9'unun verileceği söyleniyor.
"Bu şekilde, ihalesiz olarak, ANAP'a yakınlığı bilinen bir şahsın
şirketine, 62 000 000 dolar, danışma ve kontrollük ücreti verilecek"
deniliyor. Yine, bu işte kullanılacak akıllı kartla, her sigortalıya 26 dolar
yük geleceği, bu yükün 5 kişilik bir aileye 200 000 000 liraya mal olacağı
şeklinde bir ifade var. Yine, SSK'nın Hukuk Bürosunun da, bu Danışmanlık
Sözleşmesinin usulsüz olduğuna dair bir raporu söz konusu. Değerli arkadaşlar, yine aynı konuyla ilgili, Sayın
Bakanımızın ifadelerine cevaben, Devlet Planlama Teşkilatının, "bir
süreden beri, SSK ve Bağ-Kurun otomasyona geçiş konusundaki, basın ve yayın
organlarında, Devlet Planlama Teşkilatını hedef alan, kamuoyunu yanıltıcı bazı
haberlerin yer aldığı görülmektedir" diye devam eden 3.9.2001 tarihinde
yayımladığı bir basın bülteni var. Bu konuları Sayın Bakanımızın dikkatine arz
etmek istedim. Değerli arkadaşlar, ülkemizde sosyal güvenlik
kurumlarının çalışma şekilleri arasındaki farklılıkları arkadaşlar ifade
ettiler. Yani, Bağ-Kur ayrı emeklilik yapıyor, SSK ayrı sağlık primi topluyor,
gözlük parasını filanca ödüyor, ödemiyor gibi... Bu kuruluşlar, Fakir Fukara
Fonu, Yeşil Kart, 2022 sayılı Kanun, Sosyal Yardımlaşma Kurumu, özel sağlık
sigortaları vesaire... Kızılayı da bunun içine katarsak epey bir dağınıklık
var. Şimdi Sayın Bakanıma soruyorum: Siz, bu kuruluşların
hangi devlet bakanlarına bağlı olduğunu hatırlayabiliyor musunuz bir çırpıda?
Bana kalırsa mümkün değil. O halde, prime oranlı emekli ve sağlık hizmetlerinin
belli bir standarda oturtulması gerekmektedir. Sosyal devlet, sosyal güvenlik
hizmetindeki aksamalara, sosyal güvenlik kuruluşlarındaki zararı bahane
gösteremez. Sosyal güvenlik hizmeti, anayasal bir görev olarak ertelenemez. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, Sayın Bakanı meşgul
ediyorlar, sayın hatibi dinleyemiyorlar. BAŞKAN - Olsun, ben biliyorum ne yaptığını... MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - ... savsaklanamaz, hele
hele yok sayılamaz. Son günlerde, binlerce insanın açlıkla imtihan olduğu
günümüzde, hiçbir mazeret, açlıktan ölümü mazur gösteremez. Değerli arkadaşlar, sosyal ve ekonomik krize rağmen,
Bağ-Kur mükellefi, borçlarını ödemeye başlamış, senede bağlamış; ancak, sağlık
hizmeti alamıyor. Dahası, hapis kararı almış arkadaşlar var, kişiler var. Bu
insanlar, hapis kuyruklarında; çünkü, hakkında hapis kararı almış o kadar çok
insan var ki, bunlar, hapis sırası bekliyorlar; ama, senetlerini imzalamış.
Bunun düzenlenmesi gerekiyor. Arkadaşlar, bir yıl önce, emeklilik yaşını 58-60'a
çekecek yasayı -yok, işte, mezarda emeklilik yasası- bütün mücadelelere rağmen
çıkardık. Şimdi, son günlerde, emeklilik yaşının 50'ye indirilmesi, 100 000
kişinin işten çıkarılmasına dair çalışmalar var. Sayın Derviş, yanlış
hatırlamıyorsam, demişti ki: "Bu kredilerin sosyal bedeli olacak."
Hükümet, acaba bu sosyal bedeli işçilere mi ödetmek istiyor?! Değerli arkadaşlar,
SSK hastaneleri, Türkiye nüfusunun neredeyse yarısına yakınına hizmet
ediyor. Tabiî, buralarda muayene olmak çok büyük sıkıntı. Sağlık personeli
olarak orada çalışmak da büyük sıkıntı. Çok büyük kalabalıklar, kitleler ve
bunalmış sağlık personeli, fedakâr çalışan sağlık personeli... Değerli arkadaşlar, Sosyal Güvenlik Bakanlığı niye
hastanecilikle uğraşıyor? Hastanecilik işi, hastane işletmeciliği ayrı bir iş.
SSK, Sağlık Bakanlığı, PTT, Devlet Demir Yolları, bankalar vesaire, bütün
bunların hepsi sağlıkçılığa soyundular ve sağlık hizmeti veriyorlar; ancak,
size bir hatırlatma yapmak istiyorum. İstanbul İlinin nüfusu, son on yılda 2
milyon artmış. Sağlık Bakanlığının yatak sayısı 2 500, artan hastane sayısı 3.
Buna mukabil, özel kuruluşlar 4 500
yatak sayısıyla 77 özel hastane açmış. Bu hastanelerin yapımında hiçbir
bakanlığın bir tek çimentosu yok; fakat, bu hizmet kendiliğinden oluşmuş. Yeni
kurulan bir beldede, bir mahallede bakkal kendiliğinden oluşur, sağlık teşkilatı
kendiliğinden oluşur, cami hizmeti kendiliğinden oluşur; ama, siz "bunu,
merkezden ben yapacağım" derseniz birtakım eksiklikleri de beraberinde
getirir, sıkıntılara da devlet olarak katlanmak zorunda kalırız. O yüzden, bize düşen, sosyal güvenliği tanzim etmek,
düzenlemek, bu dağınıklıktan kurtarmak, sağlık hizmetlerini de, Sağlık
Bakanlığının denetiminde, kendi akışına bırakmaktır. Ha, Sağlık Bakanlığının
yetmediği yerde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, tabiî ki görevini
yapacaktır. Sayın Bakanım, randevu sistemi pek iyi çalışmıyor.
İngiltere'de, bir doktora 666 kişi düşüyor; ama, ne kadar kolay sağlık hizmeti
alıyor. Türkiye'de, bir doktora ortalama olarak 825 kişi düşüyor, arada çok
büyük bir fark yok; ama, sağlık hizmetinden faydalanma açısından arada çok
ciddî fark var. Sevk zincirini de bir kere daha gözden geçirmek lazım.
Bağ-Kur'lu hastaların, SSK'lı hastaların, fakülte hastanelerine ve diğer özel
hastanelere sevklerinde bazı aksamalar oluyor, hastalar çok sıkıntı çekiyor. Değerli arkadaşlar, geçenlerde, özürlülerle ilgili bir
kanun teklifi görüşüyorduk. Orada, özürlü ananın, özürlü babanın işten bir
saatlik izin alması veya iki saatlik izin alması tartışıldı. Tabiî ki, özürlü
ananın, özürlü babanın zaten çektiği kendine yetiyor, bir de izin verilsin
denildi. Makul bir düşünceydi ve belki de, sosyal devlet ilkesi gereğiydi; ama,
iş, yine işverene fatura edildi. Sosyal devlet nerede? O yüzden, sosyal devlet, sosyal güvenlik kurumunun yeni
baştan değerlendirilmesi, yeni baştan elden geçirilmesi ve yeni ufukların
açılması gerekiyor. Hepinizi bu duygularla selamlıyorum. Sağolun efendim.
(Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, şimdi, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanına söz vereceğim; ancak, Sayın Bakana söz vermeden önce,
Başbakanlığın bir tezkeresi var, okutacağım. Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası
Çalışma Teşkilatı (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin (5/b) ve (6/b) bendleri
gereğince, hükümetlerin, uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen
sözleşme ve tavsiye kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına dairdir.
Şimdi, Başbakanlık tezkeresini okutuyorum: III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında
Cenevre'de yapılan 89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel
Konferansında kabul edilen "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin
184 sayılı Sözleşme" ile aynı adla anılan 192 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili olarak Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük
Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/936) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
26.10.2001 tarihli ve B.13.APK. 0.11. 00. 00/4012-2729/28319 sayılı yazısı. 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan
89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen
"Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 184 Sayılı Sözleşme"
ve "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 192 Sayılı Tavsiye
Kararı" ile ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından
bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması
hakkındaki ilgi yazı ile ekinin suretleri ilişikte gönderilmiştir. Gereğini arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar
Okuyan'ı kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Bakan. Sayın Bakanım, konuşma süreniz 15 dakikadır. ÇALIŞMA SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin de üyesi bulunduğu
Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun Anayasasının 19 uncu maddesi hükümleri
gereğince, uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve
tavsiye kararları hakkında, Bakanlığımızın, Yüce Meclise bilgi sunması
zorunluluktur. ILO'nun, bu yıl, 5 - 21 Haziran 2001 tarihleri arasında
Cenevre'de yapılan 89 uncu genel
konferansında, bir sözleşme ile bir tavsiye kararı kabul edilmiştir. Konferans
tarafından kabul edilen 184 sayılı Tarımda İş Sağlığı ve İş Güvenliği
Sözleşmesi ve aynı adla anılan 192 sayılı tavsiye kararı, tarım işlerinde
istihdam edilenlerin sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamına
kavuşturulmalarına, tarımda çalışanlar için de asgarî yaş haddi konulmasına ve
çalışanların, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı sigortalanmalarına
yönelik hükümler içermektedir. Sözleşme, geçim amaçlı tarımı, tarım ürünlerini,
hammadde olarak kullanılan sanayi işlerini ve ormanların sınaî amaçlı
işletmesini kapsam dışı tutmaktadır. Sözleşmeyle, hükümetlere, tarımda iş sağlığı ve iş
güvenliğiyle ilgili ulusal politika tespit edilmesi, işçi ve işverenlerin hak
ve yükümlülüklerinin belirlenmesi, uygun bir denetim sistemi oluşturularak,
alınacak önlemlerin tespiti ve bunların uygulanmasını sağlayıcı idarî ve cezaî
tedbirler alınması, asgarî çalışma yaşının 16 olarak belirlenmesi, tarımla
ilgili iş sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının oluşturulması yükümlülükleri
getirilmiştir. Sözleşmede, işverenlere, risk değerlendirmesi yaparak
gerekli tedbirleri alma, imalatçı, ithalatçı ve tedarikçilere ise standartlara
uygun araç gereç, alet üretme, ithal etme ve pazarlama sorumluluğu
verilmektedir. Tarımda kullanılan kimyasal maddelerin ithalatı,
sınıflandırılması, etiketlendirilmesi, yasaklanması veya kullanımlarının
sınırlandırılması; kimyasal atıkların, kapların ve benzerlerinin çevreye zarar
vermeden uzaklaştırılması, yok edilmesiyle ilgili tedbirler alınması; tarım
işletmelerindeki inşaat, bakım, onarım faaliyetlerinde gerekli tedbirlerin
alınması; mevsimlik ve geçici işçilerin diğer işçilerle aynı haklardan
yararlanabilmeleri; işçilere yatma, barınma yerleri ve diğer kolaylıkların
sağlanması; kadın işçilerin analık, hamilelik, emzirme gibi şartlarda
korunmaları, sözleşmede yer alan ve tavsiye kararıyla daha geniş olarak
açıklanan diğer hükümlerdir. Bilgilerinize arz ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, biraz önceki
konu, yasa gereği, ILO'nun faaliyetleriyle ilgili her sene Genel Kurula bilgi
verme zorunluluğunu içeren konuydu; onu arz ettim Yüce Heyetinize. II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) l.-
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901)
(S.Sayıları: 754, 755, 773, 774)
(Devam) A) İÇİŞLERİ
BAKANLIĞI (Devam) 1.- İçişleri
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- İçişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a)
EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA
GENEL KOMUTANLIĞI (Devam) 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam) 1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam) 1.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN
(Devamla) - Şimdi, birkaç cümleyle, burada çok değerli eleştiri ve önerileriyle
katkı sağlayan arkadaşlarıma öncelikle teşekkür etmek istiyorum ve bazı
hususları sizlerle paylaşmak istiyorum. Sosyal güvenlikle ilgili olarak, özellikle SSK ve
Bağ-Kur'un içinde bulunduğu durum hepimizce malumdur. Yıllardan beri, geçmişte
popülist politikalarla çıkarılmış yasalar aktuaryel dengeyi bozmuş ve sonuçta
da sosyal güvenlik kuruluşlarının gelir ve giderleri arasındaki olumsuz fark
giderek büyümüş ve 2002 yılı bütçesinde, sosyal güvenlik kuruluşlarının
öngörülen açığı 7,9 katrilyon olarak belirlenmiştir. Bütün Türkiye'de
yatırımlara ayrılan payın 5,7 katrilyon olduğu bir 2002 bütçesinde 7,9
katrilyonun sadece sosyal güvenlik kuruluşlarının açığı olarak öngörülmesi, bu
sistemin ne ölçüde bozulduğunun da açık ve inkâr edilemez bir gerçeğidir. Değerli milletvekilleri, 1999 yılı bütçesinde ve 1999
yılında yaptığımız açıklamalarda kendimize bir hedef koymuştuk ve o hedefin
paralelinde de 4447 sayılı Sosyal Güvenlik Reform Yasasını çıkarmış ve o
yasanın yansımalarını da dikkate almak suretiyle, özellikle SSK'da bir yıl
içerisinde 500 milyon dolar civarında daha az finans desteği Hazineden alır
hale gelebileceğimizi burada ifade etmiştik ve nitekim, bir yıl sonra
itibariyle geldiğimizde, 1999 yılında SSK'nın Hazineden sağladığı finans
desteği 2 milyar 665 milyon dolarken, 2000 yılı sonu itibariyle bu finans
desteği, sadece 650 milyon dolarla sınırlı kalmıştı. Bir yıl içerisinde, SSK,
Hazineden 2 milyar dolar daha az finans desteği alır hale gelmiştir. Bu yılın
sonu itibariyle de, bu yıl meydana gelen ekonomik krizin tahsilatları olumsuz
etkilemesine rağmen, yine 1999 yılıyla mukayese ettiğimizde önemli ölçüde bir
iyileşmenin olduğundan söz edebiliriz. Geçen sene huzurunuza geldiğimde, ortaya kendimizi
bağlayacak hedefler koymuştum ve demiştik ki, önümüzdeki yılın sonunda; yani,
içinde bulunduğumuz yılın aralık sonuna kadar olan süreç içerisinde bütün SSK
hastanelerinde bir toplam kalite çalışması başlatacağımızı ve önümüzdeki yılın
sonu geldiğinde 10 SSK hastanemize ISO 9002 Kalite Belgesi almayı taahhüt
ettiğimizi huzurunuzda arz etmiştik. Bugün, Cenabı Allah'a binlerce şükür olsun
ki, huzurunuza, bu taahhüdün yüzde 50'sini aşmış olarak geliyoruz. Sizlere
dağıttığımız kitaplarda 13 olarak belirlenmiş, şu ana kadar, ISO 9002
Kalite Belgesini almış
olan hastane sayımıza, dün 2 hastanemiz daha, -Nazilli
Hastanemiz ve Ankara Göğüs Hastanemiz- buna dahil edilmek suretiyle, 15
hastaneye yükselmiştir. Önümüzde kalan onbeş günlük süre içerisinde, öyle ümit
ediyorum ki, 3-4 hastanemizle -ki, İstanbul'daki en büyük hastanelerimizden
Samatya Eğitim Hastanemiz dahil olmak üzere-
sanıyorum ki, bu rakam daha ileri bir noktaya gelecektir. Bugün, sadece SSK hastanelerinde değil, sigorta
müdürlüklerimizde, Bağ-Kurda, Türkiye İş Kurumunda, Bakanlığımız merkez
teşkilatlarında ve bağlı ilgili bütün kurumlarında toplam kalite yönetim
çalışmasını başlatmış durumdayız. Şimdi, huzurunuzda, önümüzdeki yıl sonu itibariyle, bu
konuyla ilgili bir arzım olacak. Önümüzdeki yıl sonu itibariyle, en az 40
ildeki sigorta müdürlüklerimiz, SSK'nın, Bağ-Kurun ve Türkiye İş Kurumunun ve
aynı zamanda genel müdürlükteki birçok bölümün aynı toplam kalitede belli bir
çizgiye ulaşacağını ve ISO Kalite Belgesi alacağını huzurunuzda arz etmek
istiyorum. Ayrıca, hastanelerimiz açısından da, önümüzdeki yıl
sonu itibariyle tekrar huzurunuza geldiğimizde, ISO kalite belgesi almış olan
hastane sayımızın en asgarîde 40'ı aşmış olacağını, huzurunuzda, yine taahhüt
etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuzda,
önümüzdeki yıl itibariyle, SSK hastaneleriyle ilgili olarak, kendimizi çok daha
bağlayıcı bir hedefi paylaşmak istiyorum. Türkiye'nin hiçbir SSK hastanesinde,
hiçbir SSK dispanserinde, önümüzdeki yılın sonu geldiğinde, bir tek
vatandaşımız kuyrukta bekler halde kalmayacaktır. Telefonla randevu sistemini
yaygınlaştırmak suretiyle, bütün Türkiye'deki SSK hastane ve dispanserlerinin
önündeki kuyrukları, Allah'ın izniyle kaldırmış olacağız ve önümüzdeki yıl,
huzurunuza -kendi adımı bağlayarak- mahcup olmamak üzere gelmeyi temenni
ediyorum. Bu kadar önemli ve yüksek bir hedef koyduğumuzun da
farkındayım. Değerli mesai arkadaşlarımın, SSK hastanelerinde çalışan çok
değerli mesai arkadaşlarımızın, oradaki doktorlarımızın, hemşirelerimizin,
sağlık mensuplarımızın, personelimizin ve bütün bürokratlarımızın bu işe
yüreğini koymalarındaki cesaret, bizim, hedefimizi, çok daha ileri bir noktada,
huzurunuzda ortaya koymamıza sebep olmuştur. Kendilerine minnet borcum var. Değerli arkadaşlarım, mesele, sadece SSK hastanelerinde
kuyrukların ortadan kaldırılması değildir. Gerçekten, sağlık şartlarına uygun,
daha iyi şartlarda bir sağlık hizmetinin sunulması da ayrıca hedefimizdir. Bu,
kolay olmuyor. Bunun, hemen, önümüzdeki yıl sonunda yüzde yüz neticelenmesi
diye bir şeyi söz konusu edemeyiz. Bunu söylersek, şimdiden yanlış bir ifadede
bulunmuş oluruz; ancak, başlattığımız toplam kalite çalışmalarıyla ve
uygulamaya koyduğumuz projelerle -size, çok açık ve net ifade edebilirim ki-
her geçen yıl, bir öncekiyle mukayese ettiğinizde, SSK hastanelerinde sağlık
hizmeti sunumundaki kalite daha da artmaktadır. Önümüzdeki sene, bu yılla
mukayese ettiğimizde, daha ileri bir noktaya geldiğine, inşallah, şahit
olacağız. Değerli arkadaşlarım, bugün konuşan çok değerli
arkadaşlarımızın değindiği birkaç konu var. Onları cevaplama değil de, en
azından, sizleri aydınlatma bakımından birkaç konuya değinmek istiyorum. Bir
arkadaşımızın ifade ettiği emeklilik yaşına önce değinmek istiyorum. İşte
"Sosyal Güvenlik Yasası çıkardınız, emekli yaşını 58-60'a çıkardınız,
şimdi de insanları 50 yaşında emekli ediyorsunuz; bu çelişki değil mi"
denildi. Değerli arkadaşlarım, çıkardığımız 4447 sayılı Sosyal
Güvenlik Reform Yasasında 58-60 yaş, evet, belirlenmiştir; ama, o yasayı
dikkatlice okuyan değerli arkadaşım fark edecektir ki, 58 ve 60 yaş, 1 Ocak
2000 tarihinden itibaren ilk defa işe girenlerle ilgilidir. Mevcut
çalışanlardan hiç kimseyle ilgili 58-60 yaş getirilmemiştir. Kademeli bir geçiş
öngördük. Gerçi, o kademeli geçiş, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Zannediyorum, ocak ayı içerisinde de huzurunuza yenisini getireceğiz; ama, şu
anda eski yasa aynen devam etmektedir. O kademeli geçişte, yine, değerli arkadaşım eğer
inceleme imkânı bulabilirse görecektir ki, 50 yaşında, 48 yaşında, hatta daha
aşağıdaki yaşlarda, o kademeli geçiş süresindeki tasnife göre, bugün, 50
yaşında eğer bir emekli olma durumu varsa, bu yeni yasanın, çıkardığımız 4447
sayılı yasanın çelişkisi değil, o yasanın içerisinde zaten var olan kademeli
geçiş süresinin bir gereğidir. Bununla şunu kastetmiyorum; yani, 50 yaşına
gelmiş herkesi emekli edelim tarzında bir talebimiz, en azından, benim
Bakanlığım olarak yok; ama, bir yanlış bilgiyi düzeltmek açısından bunu
sizlerle paylaşmak istedim. Bir diğer değerli arkadaşım, ucuz ilaç, 4 kalem ilaç
meselesine değindiler. Evet, değerli arkadaşlarım, hepimiz biliyoruz ki, bugün
Türkiye'de, maalesef, her konuda olduğu gibi, ilaçta da inanılmaz ölçüde
istismar vardır, israf vardır. SSK'nın, bu yıl itibariyle ilaca ödeyeceği -yıl
sonu dahil- yaklaşık 1 katrilyondur. Geçen sene SSK'nın ilaca ödediği para 578
trilyon olmuştur. Bağ-Kurun geçen sene ilaca ödediği para 486 trilyon liradır.
Bu sene Bağ-Kurun ilaca ödeyeceği paranın 820-850 trilyon olması bekleniyor.
Emekli Sandığını ve kamu kuruluşlarını
da dahil ettiğinizde, bu yıl ilaca ödenecek para 3 katrilyondur ve size çok
samimiyetle söylüyorum, huzurunuzda paylaşmak istiyorum; ilaca bu sene içinde
ödenecek bu 3 katrilyon paranın 1 katrilyonu israf ve istismardır. İşte,
bunları dikkate almak zorundayız. Söylediğimiz rakamlar, öyle basit, sıradan rakamlar
değil. İşte, bütçeyi müzakere ediyoruz. İcabında, çok önemsediğimiz bir konuda,
1 trilyon kaynağı aktarma imkânına sahip olamıyoruz; ama, biz, sadece ilaçtaki
israf ve istismarla, yılda 1 katrilyon kaybedebiliyoruz. Bununla ilgili
aldığımız ve önümüzdeki süre içinde alacağımız tedbirler, mutlaka, bu konuyu
istismardan ve israftan uzaklaştıracaktır. Değerli arkadaşlarım, bir arkadaşımızın, bizim
otomasyon projesiyle ilgili, oradaki ihalelerle ilgili -yine, yanlış
bilgilendirme sonucu olduğuna inandığım- burada huzurunuza gelip yaptığı
konuşmasını da, kısaca, cevaplamak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, SSK ve Bağ-Kur yılda yaklaşık
minimum 1 katrilyon fazla ödemeye sahiptir ve süratli bir şekilde, SSK'nın,
Bağ-Kurun ve sosyal güvenlik kuruluşlarının, mutlaka, hemen, otomasyona
geçirilmesi lazımdı. Bu rakam, size arz ettiğim minimum rakam, samimiyetle
ifade ediyorum, aslında 3 mislinden az değildir; ama, ben, ispatlanacak tarzda
bir rakamı huzurunuzda belirtmek için minimum 1 katrilyon diyorum. Bu rakamlar, büyük rakamlardır. Yıllardan beri, SSK,
Bağ-Kur ve Emekli Sandığı ısrarlı bir biçimde otomasyon projesine
geçirilmemiştir. SSK'nın 36 000 000 insana, günün 24 saatinde hizmet vermesi,
bir yıl içerisinde 40 000 000 civarında fatura ve reçetenin söz konusu olması;
ama, bunun karşında da otomasyon sistemine geçirilmemesi... İşte, israfın,
istismarın, yolsuzluğun... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, 1 dakika eksüre veriyorum. Buyurun. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN
(Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Şimdi, işte bu noktada otomasyon projesini hayata
geçireceğiz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Geçsin; usulüne göre geçsin...
Fazla para verme millete... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN
(Devamla) - Birileri şu veya bu lafla, bu projeyi engelleme çabasında. İşte,
birtakım dedikodular çıkarıyorlar; ama, Allah'ın huzurunda, sizlerin huzurunda,
milletin huzurunda, çok net, açık ifade ediyorum: Sadece otomasyon projesiyle
ilgili değil, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında, bizi bu konularda iddia
ortaya koymak ve bunun karşısında ispatlamak durumunda olduğunuzda, her şeyden
önce ben kendi ipimi kendim keserim. (MHP sıralarından alkışlar) Bunu, çok
açık, net ifade ediyorum. Bu iddiaların bir tek maksadı vardır; değerli
arkadaşlarımı tenzih ederim; ama, onlara o bilgileri ulaştıran arkadaşlar
itibariyle söylüyorum; çıkarlarının bozulmasıdır. Elbette ki, trilyonlarca
çıkarın ortadan kalkması, birilerini rahatsız edecektir. İsmet Paşanın çok
önemsediğim bir lafı vardır: "Bir ülkede namuslular, en az namussuzlar
kadar cesaret sahibi olmazsa, o ülke felakete gider." BAŞKAN - Bravo!.. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN
(Devamla) - Cesaret sahibi olmak zorundayız; dürüstsek, namusluysak ve
Türkiye'nin geleceğine güveniyorsak. Hepinize teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bravo Sayın Bakanım! Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım, konuşmanızın önemi bu.
Sayın milletvekilleri, İçişleri Bakanımıza vakit
kalmayacak herhalde. Ben, birleşime ara vermeden önce, müsaade ederseniz bir
şeyi ifade edeceğim: Sual sormak isteyen milletvekillerinin isimlerini zapta
geçirmek istiyorum; sıra buna göredir, sistem kapansa da bu geçerli olacaktır:
Sayın Kemaloğlu, Sayın Doğru, Sayın Güler, Sayın Seyda, Sayın Yıldız, Sayın
Erek, Sayın Seven, Sayın Ünal, Sayın Aydınlı, Sayın Şen, Sayın Levent, Sayın
Sezgin, Sayın Yıldırım, Sayın Bedük, Sayın Gül, Sayın Ensarioğlu, Sayın Eser,
Sayın Aykut, Sayın Parlak, Sayın Konukoğlu, Sayın Öztürk, Sayın Arvas, Sayın
Yaman, Sayın Akgün, Sayın Yalçınkaya, Sayın Genç, Sayın Gündoğan, Sayın
Erdener, Sayın Göksu, Sayın Fırat, Sayın Yalman. Efendim, bu sistem, 30 arkadaşımızın ismini alabiliyor;
ben, 30 arkadaşımızın ismini 1 inci sıradan itibaren okudum. Hayırlı iftarlar. Birleşime, saat 18.00'e kadar ara veriyorum. Kapanma Saati
: 15.58 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati:
18.05 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin
Üçüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. II. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1.- İçişleri
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- İçişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA
GENEL KOMUTANLIĞI (Devam) 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam) 1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam) 1.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Sayın Bakan, buyurun efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı ve bağlı
kuruluşları olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığının faaliyetleri ve 2002 yılı bütçe tasarıları hakkında
bilgi sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi şahsım ve
Bakanlığım mensupları adına saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin başında, Türkiye'de, afetlerden zarar gören
tüm vatandaşlarımızın acılarını paylaşıyorum. Bilhassa, Mersin'de, sel
dolayısıyla zarar gören vatandaşlarımızın acılarını buradan paylaşıp, İçel
milletvekili arkadaşlarım adına da, Yüce Meclisten, bize geçmiş olsun dileğinde
bulunan milletvekili arkadaşlarımın hepsine minnetlerimi bildiriyorum. Ayrıca,
İçel'in, İçel Milletvekillerinin gayretiyle afet bölgesi kapsamına alınacağını
da buradan duyurmak istiyorum. Bütçem üzerinde yapmış olduğunuz katkılar için hepinize
teşekkür ediyorum. Eleştiri ve tavsiyeleriniz titizlikle değerlendirilecek,
bundan sonraki çalışmalarımızın ana referans kaynağı olacaktır. Buradaki
sözlerim, hiçbir zaman, burada eleştiride bulunan arkadaşlarıma bir cevap değildir;
sadece, zabıtlara geçmesi açısından, bizim elimizdeki bilgilerin sizlere
arzıdır. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı,
yürütmekte olduğu -konuşmacıların da belirttiği gibi- sorumlu olduğu, yurdun iç
güvenliğinin, asayişinin, kamu düzeninin, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün ve temel hak ve hürriyetlerin korunması, sivil savunma,
vatandaşlık, nüfusla ilgili hizmetler ve il yönetimi ve mahallî idarelerle olan
ilgi ve ilişkilerde düzenleyici ve yönlendirici niteliğiyle, genel idarenin,
merkez ve taşra teşkilatı içinde temel bir konuma sahiptir. Tarihî gelişiminden
kaynaklanan köklü gelenekleri ve mensuplarının engin devlet deneyimi ve
birikimiyle devletin en temel, en yaygın ve en etkin yürütmesi gereken aslî
kamu hizmetlerini çağdaş teknolojiyi takip ederek, personel politikalarını
geliştirerek ve başta, insan hakları olmak üzere, evrensel değerleri
kurumsallaştırarak en kaliteli biçimde sunabilmenin çaba ve kararlılığı
içindedir. Bu bağlamda, bir kere daha vurgulamak istiyorum ki, çağın hızlı,
hareketli ve değişken ritmine uygun olarak olaylar ve sorunları bilimsel bir
bakış açısıyla ele alan dinamik, çağdaş, etkin ve verimli yönetim anlayışını
sürekli kılmak başlıca hedefimizdir. Bu yönetim anlayışının sosyal ve insanî
boyutu ise, hukukun üstünlüğünü esas alan demokrat, insan haklarına saygılı ve
halka hizmeti kutsal bir görev bilen yaklaşımdır. Bazı arkadaşlarımız, haliyle,
bazı medyanın da etkisinde kalarak, işkence konularında neler yapıldığı
hakkında konuşmalarında sorular sordular. Evvela şunu belirtmek istiyorum ki,
insan haklarından sorumlu Bakan olarak da kamuoyuna açıkladığım gibi "2001
yılı sonunda, Türkiye'de insan hakkı ihlalleri dünya ortalamasının altına
düşecektir" taahhüdümüz, bugün, hepinizin gayretleriyle; ama, özellikle
güvenlik güçlerimizin de üzerine düşen görevleri yapmasıyla bu hedefimize
yaklaşmıştır. Bu demek değildir ki, hiçbir işkence ve kötü muamele olayı yok. Onun
için, ben, burada, onu da sizin takdirlerinize arz edeceğim. Alınan tüm
tedbirlere rağmen, işkence ve kötü muamele, maalesef, söz konusu olmaktadır;
ama, bilesiniz ki, bu, tamamen ferdî kusurlardan kaynaklanan bir olaydır ve
bunun üzerine de ciddî olarak gidilmekte ve şahıslar hakkında adlî ve idarî
tahkikat yapılmaktadır. Türk Ceza Kanunun 243 üncü maddesine göre, 1.1.2001 ile
31.10.2001 tarihleri arasında -bu, işkencedir- hakkında adlî işlem yapılan 535
personelimizden 18'i hüküm giymiştir. Demek ki, bunu takip eden bir devlet var.
Yine, Türk Ceza Kanunun 245 inci maddesine göre -bu, kötü muameledir- hakkında
işlem yapılan 4 362 personelden 168 personel hüküm giymiştir. Yine, hem Ceza
Kanununun 243 üncü maddesine göre idarî işlem yapılan personel sayısı 323'tür
hem de 245 inci maddeye göre hakkında idarî yönden disiplin işlemi yapılan
personel sayısı 3 585'tir. Medyaya bilgi sızdırılması konusunda, sızdığı zaman
müfettiş görevlendirilip gerekli işlem yapılmaktadır; ama, bunun önlenmesi,
hepimizin, mâni olamayacağımız... Medyamızın da kendine göre usulleriyle, kendi
çalışkanlıklarıyla elde ettiği bilgiler olarak değerlendirilmelidir diye
düşünüyorum. Gözaltında ölüm olaylarının meydana gelmesini önlemek
için, ülke genelinde bulunan 2 871 adet nezarethaneden 2 296 adedinde
iyileştirme çalışmaları tamamlanmış, 575'inde ise çalışmalar devam etmektedir.
Bunları, arkadaşlarımızın buradaki konuşmalarına cevap olsun diye değil,
sadece, Yüce Meclise bilgi olarak arz ettim. Yine, terör-sermaye ilişkisinin zanna dayalı olmayıp
hukuka uygun olmalıdır sözü üzerine de -zabıtlara geçmesi açısından- birkaç
cümle söylemek istiyorum. Olay, hukukî bir olaydır, idarî bir olay değildir.
Emniyet Genel Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığımızın bütçesinin görüşülmesi
sırasında terör-sermaye ilişkisinin gündeme getirilmiş olması da, polisin adlî
görevi kapsamında düşünülmelidir. Polisin adlî görevi de idarenin denetiminde
değildir; ancak, 11 Eylül ABD olayları sonrasında terör-sermaye ilişkisi ilk
kez gündeme gelmiştir. Bakanlık olarak başka ülkelerin iddiası üzerine hiçbir
kurumun sermayesine adlî makamlarca el konulmamıştır. Esasında, dış ülkelerde
böyle bir karar verilmesi halinde dahi, yine, bu kararın Türkiye'ye yansıması
adlî işlem şeklinde ve diplomatik yollarla olmaktadır. Burada da görüldüğü
gibi, dıştaki adlî karar diplomatik yollarla Türk Adalet Bakanlığına intikal
etmektedir. Türk adlî makamlarına ve bu yolla polise intikal etmiş
terör-sermaye ilişkisini gösteren hiçbir işlem yoktur. Bakanlığımızca hiçbir
sermaye kuruluşu veya varlığı, zanla veya iddiayla terörle
ilişkilendirilmemiştir veya iddiaya dayalı olarak kamuoyuna deşifre edilen
sermaye sahibi şirket yoktur; yani, sonuç olarak: 1- Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. 2-Türkiye'de hukukun üstünlüğü esastır. 3- Türkiye'de yargı bağımsızdır. 4- Adlî görevde de tüm zabıta makam ve memurları
cumhuriyet savcısının emrindedir. Bu bağlamda, çağın hızlı hareketli ve değişken ritmine
uygun olarak olayların bilimsel bir bakış açısıyla ele alındığını buradan
memnuniyetle söyledim. 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın çeşitli
ülkelerinde terörle daha etkin mücadele edilebilmesi için kişi hak ve
özgürlüklerinde belirli kısıtlamalara yönelik çalışmaların yapıldığı hepinizin
malumudur; ama, Yüce Meclis olarak iftihar etmelisiniz ki, uluslararası alanda
bu gelişmeler olurken, Türkiye, demokrasisini geliştirme ve kişi hak ve
hürriyetlerini daha da kökleştirme yolunda önemli bir adım atarak, değerli
katkılarınızla Anayasasında geniş kapsamlı değişiklikleri hep beraber yaptık.
Bu husus, Parlamentomuzun, hükümetimizin ve kamuoyumuzun demokrasi, insan
hakları ve hukukun üstünlüğüne verdiği önemin büyük bir göstergesidir. Diğer taraftan, içgüvenlik teşkilatlarımızın gerek
teknolojik gerekse insan kaynakları açısından çağdaş dünya normlarıyla aynı
standartlarda olması için her türlü gayret gösterilmektedir. Özellikle insan
hakları ve halkla ilişkiler konularında eğitim çalışmaları, gerek polis ve
jandarma okullarında müfredata konulan dersler ve bu konuda hazırlanan eğitim
materyalleri vasıtasıyla gerekse merkez ve taşrada düzenlenen seminerler
yoluyla yoğun olarak sürdürülmektedir. Halkımızın her türlü hassasiyetini
bilmeyi, iyi ve kötü gününde onlarla birlikte olmayı, sevgiyi, saygıyı,
hoşgörüyü, adaleti, dürüstlüğü, tarafsızlığı, çalışkanlığı, sorumluluğu ve
insan haklarını korumayı meslek ahlakının vazgeçilmez ilkeleri olarak
görmekteyiz ve görmeye de devam edeceğiz. Bu ilkeler, fedakâr kolluk
kuvvetlerimizin halkla ilişkilerdeki çağdaş yaklaşımlarıyla birleştikçe her
geçen gün daha da anlam kazanacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; trafik kazaları
en önemli sorunlarımızdan biri olarak gündemdeki yerine korumaya devam
etmektedir. 2000 ile 2001 yıllarının ilk on aylık dönemleri istatistik olarak
karşılaştırıldığında, araç ve sürücü sayısında artış olmasına rağmen, trafik
kazalarında yüzde 13,2'lik bir azalma olmuştur. Oranlardaki azalışa rağmen,
trafik kazalarına ilişkin rakamlar hâlâ çok yüksektir. Bu konuda gerekli her
türlü önlemi büyük bir kararlılık içerisinde almaya devam ediyoruz. Hedefimiz,
toplumun bütün kesimlerinin aktif katılım ve destekleriyle trafik kazalarını
azaltmak, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerini korumak ve kollamak,
trafik mevzuatının trafik zabıtasına tevdi ettiği hizmetleri daha müessir bir
şekilde yerine getirmek, devlet otoritesini ve kanun hakimiyetini karayolları
üzerinde tam anlamıyla tesis etmektir. Yine, arkadaşlarımızın, burada konuşmalarında haklı
olarak "ramazan ve yılbaşı tatiliyle ilgili gerekli trafik tedbirleri
alınıyor mu" endişeleri var. Hiç şüpheleri olmasın, bu konuda gerekli
tedbirler alınıyor ve turistik yörelerde çalışan personele yabancı dil kursları
verilerek, ayrıca dil bilen personel görevlendirilerek; yine, polis koleji ve
akademisi öğrencilerine trafik kazalarıyla ilgili gerekli dersler verilerek ve
de yayımlamış olduğumuz genelgelerle trafikte azamî ölçüde arkadaşlarımızın
bilinçlendirilerek trafik kazalarını önleme yoluna gidilmektedir. Vaktinizi
almak için söylemiyorum, basında da çıktığı gibi, bu konuda çeşitli
genelgelerimizle, trafik cezaları, tuzak kurarak değil, ikaz ederek, eğiterek,
öğreterek devam etmektedir. Yine, arkadaşlarımızın, burada, konuşmalarında dile
getirdiği, köylerde, çiftçilerin çok olduğu yerlerde, kırsal kesimde trafik
kontrollerinin biraz daha esnek yapılması yolundaki talepleri, zaten
Bakanlığımızın hem jandarma hem polis tarafıyla düşünülerek, ona göre tedbirler
alınmıştır. Jandarma tarafından yapılan trafik kontrollerinde eğitime ağırlık
verilmekte, trafiği tehlikeye sokacak durumlarda ve zorunlu hallerde cezaî
işleme başvurulmaktadır. Bu konuda, jandarma trafik timleri uyarılmış ve halen
de uyarılmaktadır. Örneğin, gece trafiği tehlikeye sokacak şekilde, ışıksız
veya reflektörleri, cihazları olmaksızın trafiğe çıkan araç sahipleri birkaç
defa ikaz edildikten sonra ceza yazılmaktadır. Yine, eğitim faaliyetleri
kapsamında, 2000 yılında 150 348, 2001 yılında da 234 443 traktör sürücüsüne
eğitim verilmiştir. Bunun sonucu olarak, traktörlerin karıştığı kazalarda, 2001
yılının ilk on aylık döneminde, bir önceki döneme göre yüzde 12 oranında azalma
meydana gelmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgemizde bölücü terörün bıraktığı yaraların hızla
sarılması, terörün psikolojik etkilerinin giderilmesi, bozulan sosyoekonomik
yapıların çağdaş standartlarda yeniden tesisi, terör nedeniyle geciken
hizmetlerin ve bölge kalkınmasının hızla tamamlanması, hükümetimizin ve
Bakanlığımızın temel politikalarını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, köylerinden
ayrılan ailelerden gönüllü olarak geri dönmek isteyenlere, gerekli olan sosyal
ve ekonomik altyapının tesisini amaçlayan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon
Projelerinin uygulanmasına devam edilmektedir. Bölgede, programlı geri dönüş
kapsamında halen 11 yerleşim yerinde 849 konut bitirilmiş, 435 konutun yapımı
sürdürülmektedir. İçişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesinde söz konusu proje için
5 trilyon 615 milyar lira ayrılması öngörülmüştür. Kendi isteğiyle yapılan dönüşlerde ise, son dönemde
büyük bir yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı
devletçe, konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup, idare gerekli
malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmalarla ilgili olarak da,
valiliklerce parasal değeri yaklaşık olarak 3 trilyon 558 milyar lira olan
inşaat malzemesi ve yaşam desteği sağlanmıştır. Olağanüstü hal ve mücavir illerde, Haziran 2000'den
Ekim 2001'e kadar 6 082 hanede 35 227 nüfus, 393 köy ve 163 mezraya geri dönüş
yapılmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; il ve
ilçelerimizde devletimizin ve hükümetimizin temsilcileri olan mülkî idare
amirleri, gerek mesleğe alınma ilkeleri gerek kaymakam adaylığı ve hizmet içi
eğitim dönemlerinde aldıkları eğitimler ve gerekse mesleklerinde edindikleri
bilgi ve tecrübeleriyle, ülkemizde, en iyi yetişmiş meslek gruplarından
biridir. Burada da, bir dönem kaymakam adayımız, sabahtan beri bütçe
görüşmelerini takip etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği
ülkelerinde yabancı dil eğitimi almış, hatta bir kısmı, master ve doktora
yapmış, çağdaş dünyayı izleme kabiliyetine sahip, devleti ve kurumlarını iyi
bilen, memleketimizin sorunlarına vâkıf, halkımızı çok iyi tanıyan ve çok köklü
meslek gelenekleri olan mülkî idare amirlerimize, ülkenin kalkınmasında daha
büyük görev ve sorumluluklar vermek gerektiğine inanıyorum. Bu inanç, aynı
zamanda, merkezî idareler tarafından yürütülmesi nedeniyle gerekli etkinlik,
tasarruf ve verimlilik sağlanamayan hizmetlerin, çağdaş ülkelerde olduğu gibi,
yerinden yönetim birimlerine devredilmesi gereğinin de bir parçasıdır; ama,
burada, yine belirtmek istiyorum ki, bu, sadece, İçişleri Bakanlığının veya
hükümetin politikalarıyla olmaz. Yüce Meclisin de aynı duygular içerisinde
olduğunu biliyorum; ancak, bütçe konuşmalarında, arkadaşlarımızın, haliyle
tabiî, seçmene selam babından da olsa bazı dileklerini burada dile getirmeleri
gayet normaldir. Ancak, şunu hemen burada belirtmek istiyorum ki, İçişleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 14 üncü maddesi, Teftiş
Kurulunun görevlerini belirlemiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Efendim, otomatik olarak mikrofon kapatıldı. Eksüre veriyorum; buyurun. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla)- Hemen
toparlıyorum. Bizim Teftiş Kurulumuzun görevleri arasında süper
müfettişlik yoktur. Müfettişlerimiz, tamamen devlet terbiyesi ve gelenekleri
içerisinde, kanunların kendilerine verdiği yetkileri kullanmaktadır. Tabiî,
sorular kısmında, yine, cevaplarımız
olacak; ancak, burada, hemen şunu söylemek istiyorum: Gerek kaymakamlarımıza
gerekse emniyet mensuplarımıza maaş ve diğer özlük hakları bakımından hak
ettikleri imkânları sağladığımızı söylemek mümkün değildir. Bakanlık olarak bu
konuda yürüttüğümüz yasal düzenleme çalışmaları devam etmektedir. Yüce
Heyetinizin de gereken desteği esirgemeyeceğine yürekten inanıyorum.
Arkadaşlarımızın bu konuda sorular soracağını biliyorum; o sorular gündeme
geldiği zaman bunları cevaplayacağım; ama, arkadaşlarımızın burada dile
getirdiği ve önem verdiği MERNİS Projesinin yüzde 90'ının tamamlandığı, geriye
kalan yüzde 10'luk kısmının, bu ay içerisinde yapılacak ihale sonucunda, 2002
yılında tamamlanacağını belirtmek istiyorum. Yine, arkadaşlarımızın, vatandaşlık işlemleriyle ilgili
olarak şikayetleri var. Tabiî, burada da bir dizi prosedür izlenmekte ve
vatandaşlığa alınma işlemleri birçok ilgili kurumun birlikte çalışması sonucu
yapılmaktadır; ama, örnek olsun diye, sadece, 2001 yılı içinde 29 152 kişinin
vatandaşlığa alındığını söylemek istiyorum. Gene, 1989-2001 yılları arasında
vatandaşlığımıza alınan Bulgaristan'dan gelen göçmen sayısı da 258 098'dir. Gene, arkadaşlarımızın konuşmalarında, misyonerlik
faaliyetleriyle ilgili işlem yapılıp yapılmadığı hakkında cümleler geçti.
Sadece 1999-2001 tarihleri arasında -17'si yabancı uyruklu olmak üzere- toplam
78 kişi; 1997-2001 tarihleri arasında da
-17'si yabancı uyruklu olmak üzere- toplam 122 kişi gözaltına alınarak,
cumhuriyet savcılıklarına sevk edilmiştir. Arkadaşlarımızın, sivil savunmayla ilgili olarak çok
güzel konuşmaları oldu, çok teşekkür ediyorum; çünkü, yaşadığımız doğal
afetler, sivil savunma sistemimizde önemli eksikliklerimiz olduğunu ortaya
koymuştur. Bakanlığımız, bu eksikliklerin giderilmesi ve çağdaş normlara
ulaşılması için gerekli olan çalışmaları hassasiyetle yürütmektedir. Bu konuda,
Arkadaşlarımızın burada tenkit ettiği hususlardan da hayata geçirilenler
vardır. 586 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, 11 ilde 120'şer kadrolu
personelden oluşan sivil savunma kurtarma birlikleri, il ve ilçelerimizde de,
10 ile 30 kişi arasında değişen arama-kurtarma birlikleri oluşturulmuştur. Ben, katkılarınız için hepinize, tekrar, çok teşekkür
ediyorum. Bu düşüncelerle, vatan ve görev uğrunda hayatlarını feda etmekten
çekinmeyen aziz şehitlerimizi huzurlarınızda bir kez daha rahmet ve minnetle
anıyor, yakınlarına sabır dilerken, malullerimize de şükranlarımı sunuyorum. İçişleri Bakanlığının, ülkemizin, Büyük Atatürk'ün
gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine geçme hedefini gerçekleştirme
çabalarında üstlendiği misyonun gereklerini üstün bir gayret ve kararlılıkla
sürdüreceğini ifade ediyor, hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
(ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Efendim, şimdi, söz sırası, Şanlıurfa Milletvekili
Sayın Niyazi Yanmaz'da. Buyurun efendim. Süreniz 10 dakika efendim. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, bütün devletlerin ana gayesi
insanını müreffeh, mutlu kılabilmektir ve insanlık onuruna yaraşır bir yaşam
tarzı sunabilmektir; fakat, günümüzde, özellikle 21 inci Yüzyılda, bakıyoruz
ki, özellikle Batı ülkeleri, kalkınmasını tamamlamış, ileri teknolojiyi
yakalamış ülkeler bu noktada daha ileri bir trend yakalamışlar. Bu durum,
tabiî, sosyal güvenlik sistemi, sosyal devlet olma olgusu, demokratikleşmeyle,
kalkınmayla doğru orantılı bir olay. Değerli arkadaşlar, ülkemizde, Anayasamızın 2 nci
maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu zikredilmektedir. Ayrıca, yine, Anayasamızın 60 ıncı, 61 ve 62 nci
maddesi de sosyal güvenlik sistemimizi, sosyal devlet olgusunu, çalışma
hayatımızı içeren konularla doludur, bu konuları zikretmektedir. Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik sistemimizin
tarihî aşağı yukarı yüz yıla dayanmaktadır. Sosyal güvenlik şemsiyemiz altında
Bağ-Kur, Emekli Sandığı, SSK vardır. Buradan bütün arkadaşlarımız bu konuyu
zikrettiler, geçmişte, sosyal güvenlik sistemimizin, özellikle siyasîlerimiz
tarafından, birtakım popülist, ucuz politikalarla âdeta içi boşaltılmış,
aktuaryel dengesi bozulmuş, gelir-gider dengesi bozulmuştur; dolayısıyla, her
yıl hazineden transferlerle, bütçeden yardımlarla hayatiyetini idame
ettirebilmektedir. Değerli arkadaşlar, bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi yeni olduğu için, bu
aktuaryel dengede önemli olan, 1950'li, 1960'lı yıllarda, mesela, 6-7 çalışana
1 emekli düşerken, bugün, günümüzde 1 çalışana 1 emekli düşecek duruma
gelinmiştir; dolayısıyla, burada, sosyal güvenlik sistemimiz önemli bir
çalkantı yaşamaktadır. Değerli arkadaşlar, Eylül 1999'da, 57 nci hükümet
döneminde, 4447 sayılı, sosyal güvenlik reformu adı altında bir yasa çıkarıldı.
Bu yasaya göre, Türkiye'nin de gerçeklerine uymayan bir şekilde, emeklilik yaşı
58-60'a çekildi. Günümüzde gördüğümüz kadarıyla, o zaman, Sayın Bakanımız şahin
kesilmişti. Bunun, Türkiye gerçeklerine uymadığını ifade etmiştik; fakat,
göründüğü kadarıyla, IMF'nin de etkisi altında kalınarak, 100 000 işçi
bugünlerde zorunlu emekliliğe mecbur edilmektedir. Bu, tabiî, ayrı bir komedi
konusu olmaktadır. Her nedense, Sayın Bakanımız, bu konuda, Sayın
Derviş'le bir diyaloğa girmek istemiyor. Herhalde, daha önce, diğer
milletvekilleri de, diğer bakanlar da bu tür konuşmalar yapmışlardı; Sayın
Derviş'le sürtüşen birtakım diyaloglara girmişlerdi ve koltuklarını
kaybetmişlerdi. Zannediyorum, Sayın Bakan, bu konuya, onun için, pek fazla
değinmiyor. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Bakan koltuğunu kaybetmez,
merak etme sen. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Lütfen... Lütfen...
Eğer konuşmak istiyorsanız, gelip, buradan konuşursunuz. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Konuşmuyorum ki!.. BAŞKAN - Hatibe müdahale etmeyin efendim. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
sosyal güvenlik reformu adı altında çıkarılan bu yasa, bir nebze olsun, SSK'yı,
sosyal güvenlik sistemimizi rehabilite edebilecek güçteydi; ancak, IMF
direktifleriyle, özellikle IMF'den alınan 10 milyar dolar, ben zannediyorum ki,
kıdem tazminatlarına... Zaten, geçmişte emekli olan işçilerimizin de kıdem
tazminatları ödenmedi; herhalde, bu vesileyle, bu gelen paralar da kıdem
tazminatlarına- gidecek; dolayısıyla, sıfıra sıfır, elde var sıfır, hiçbir şey
yok! Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimizin önemli
kurumlarından biri SSK, yani, Sosyal Sigortalar Kurumudur. SSK, hem sigorta
hizmeti hem de sağlık hizmeti vermektedir. Bir nebze olsun, birtakım iyi
adımlar atılmıştır; ancak, yeterli değildir; halen, kuyruklar vardır, doktor
yokluğu yaşanmaktadır, fizikî yetersizlikler vardır... Bir de, Sayın Bakanımızın hizmete soktuğu, telefonla
randevu uygulaması başlamıştır. Bu, iyi niyetli bir adımdır; fakat, Türkiye
şartlarına uymamaktadır. Nasıl uymamaktadır? Zaten, bir ANAP'lı Sayın Bakan,
geçmişte ekmeği poşete koymuştu, şimdi, millet ekmek bulamıyor. Sayın Bakanım,
bir defa, SSK'lı vatandaş, ilk başta, muayene için bir randevu almak istiyor,
onun için bir telefon ediyor; muayene oluyor, kendisinden birtakım tahlil ve
tetkikler isteniyor, bu defa onun için bir daha telefon ediyor; tetkik ve
tahlilleri yapıldıktan sonra, bu defa da, ilaç kuyruğuna girmemek için telefon
ediyor; dolayısıyla, üç badireli bir yaşam tarzı. Bu, tabiî, bugünkü
sistemimize hiç uymuyor. Ama, neticede, bu tür arazlar, aksaklıklar
giderilirse, ben inanıyorum ki, çok daha iyi randıman alınır. Bir de, değerli arkadaşlar, özellikle, SSK için değil;
ama, Türkiye'de, birçok devlet kurumları arasında diyalog yetersizliği,
koordinenin olmaması, ayrı bir kaos ortamı meydana getiriyor. Mesela, geçen
gün, Şanlıurfa'da, SSK hastanesinde yatan bir hastanın sahibi bana telefon
etti. Dedi ki: "Sayın milletvekilim, şimdi hastamız burada, Şanlıurfa SSK
Hastanesi bu hastayı tedavi edemeyeceğini söylüyor, bizi Ankara'ya sevk etmek
istiyorlar. Halbuki, 500 metre ileride Harran Üniversitesinin tıp fakültesi
var, orada, doktorlar, bu hastalığı tedavi edebileceklerini söylüyorlar; ancak,
SSK hastanesi, prosedür gereği, oraya, bizi sevk etmiyor." Ben telefon açtım, başhekim yardımcısıyla
konuştum, diyor ki: "Efendim, prosedür gereği, biz, bunu Ankara'ya
göndermek durumundayız." Şimdi, düşünebiliyor musunuz arkadaşlar, yani,
hastanın başka büyük bir şehre gelmesi, burada tedirgin olması... Hem büyük bir
ekonomik kayıp, hem işgücü kaybı ve büyük bir tedirginlik. Ben inanıyorum ki,
kısa zamanda, Sayın Bakanımız da bu işlerin üstesinden gelir. Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimiz
içerisinde bir diğer kurumumuz Bağ-Kur. Bağ-Kur, aşağı yukarı, 15 milyon insana
hitap etmekte, hizmet vermekte, yeni bir kuruluşumuz; âdeta, sosyal güvenlik
sistemimiz içerisinde üvey evlat muamelesi görüyor. Değerli arkadaşlar,
Bağ-Kurun diğerlerinden farklı bir yanı, kamuda çalışan, özellikle Emekli
Sandığı ve SSK'lıdan farklı yanı, Bağ-Kurlu insanlar kendi primlerini kendileri
götürüp yatırıyorlar. Şimdi, para, kamuda çalışan SSK'lıların ve memurların
maaşlarından kesildiği için, direkt ellerine geçip de götürüp prim
yatırmıyorlar; ama, bizim zikzaklı ekonomimizde, istikrarlı bir geliri olmayan
esnafımız, müteşebbisimiz, köylümüz, çiftçimiz, bu parayı, bu primi vermekte,
yatırmakta zaman zaman ihmalkâr davranıyor. O yüzden de, Bağ-Kurun aldığı bir
karar gereği, primini yatıran ile primini yatırmayan arasında, doğal olarak,
bir ayrıcalık gözetiliyor; yani, primini yatıran, sağlık hizmeti alabiliyor;
ama primini yatırmayan, sağlık hizmeti alamıyor. Bunu anlıyoruz; fakat, değerli
arkadaşlar, sosyal devlet olmanın en önemli ilkesi, insanına yardım
edebilmektir. Yani, bu adam, çok ağır maliyetli, külfetli bir hastalığa, acil
bir hastalığa yakalanırsa, eğer, bunu da kaldıracak maddî gücü yoksa, bunu
ölüme mi terk edeceğiz?! Bunu anlamak mümkün değildir. Bir de, özellikle Bağ-Kurlular ilaç almakta çok sıkıntı
çekiyorlar, âdeta, eczane eczane, kapı kapı gezerek ilaç teminine gidiyorlar.
Bu da, çok büyük bir sıkıntı. Burada eczacılar da sıkıntıya düşüyor.
Eczacıların sıkıntısı nedir? Şimdi, eczaneler ile devlet kurum ve kuruluşları
arasında yapılan protokole göre, paranın, eczanenin kestiği fatura tarihinden itibaren
18 iş gününde ödenmesi gerekiyor; ama, Bağ-Kur, bu parayı, 70 gün, 80 gün,
bazen 90 günde ancak ödeyebiliyor; yani, paranın akıbeti belli değil. O yüzden,
eczacılar da, Bağ-Kurlular da bu paraların düzenli ödenmemesinden dolayı büyük
sıkıntıya düşmektedirler. Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimiz
içerisindeki bir diğer konu da Emekli Sandığıdır. Emekli Sandığı, gerçekten
köklü bir kuruluşumuzdur. SSK'ya ve Bağ-Kura rağmen, daha fazla otomasyona
geçmiştir. Burada usulsüzlükler ve yolsuzluklar daha azdır. Ancak, Emekli
Sandığının önemli ana esprilerinden biri de gayrimenkulleri çok fazla olmasıdır
ve çok değerli gayrimenkulleri vardır. Bunlar, atıldır; bunlar, daha rantabl ve
daha rasyonel şekilde kullanılmalıdır. Değerli arkadaşlar, ben, özellikle bölgemle alakalı bir
konuyu da huzurlarınızda söylemek istiyorum: Şimdi, GAP bölgesinin merkezi
Şanlıurfa. Şanlıurfa, eski nüfus sayımına göre, 1 600 000 bin nüfuslu bir
şehrimiz. Şanlıurfa'nın, ilçeleri de dahil, sadece SSK hastanesi var. BAŞKAN - Efendim, son 50 saniyeniz. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - SSK hastanesi,
maalesef, yeterli değildir. GAP bölgesi SSK hastanesi, bir an evvel
kurulmalıdır. Yine, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlı
Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliğimiz var. Orada, 3 000 SSK'lı var; fakat,
dispanserde sadece 1 pratisyen doktor hizmet vermekte. O nedenle, bütün vakalar
için, insanlar, 130-140 kilometre olan Ceylanpınar-Şanlıurfa arasında mekik
dokumakta; bu da, hem büyük bir ekonomik kayba hem de işgücü kaybına sebebiyet
vermektedir. Değerli
arkadaşlar, ben, özellikle onu da ifade etmek istiyorum. İşsizlik Sigortası
Fonunda, yıl sonu itibariyle, 2,1 katrilyon lira birikmiştir. Bu para nereye
gitmiştir, nasıl değerlendiriliyor? Geçmişte, SSK'nın primleri, çok ucuz
şekilde, devlete kredi verilerek atıl bırakılmış ve sosyal güvenlik
sistemimizde bir çöküş meydana gelmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade
ederseniz, bitirmek üzereyim. BAŞKAN - Bir teşekkür edeceksiniz herhalde. Buyurun. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - 2,1 katrilyon liranın
nerede saklandığını, nasıl muhafaza edildiğini öğrenmek istiyorum. Bu duygu ve düşünceler içerisinde, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığımızın bütçesinin, milletimize, ülkemize hayırlı olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın milletvekilleri, dokuzuncu turdaki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi, soru-cevap kısmına geçiyorum. İlk soru, Sayın Erkan Kemaloğlu'nun. Sayın Kemaloğlu, buyurun. ERKAN KEMALOĞLU (Muş) - Sayın Başkanım, delaletinizle,
Sayın İçişleri Bakanına soruyorum: Polisimizin maaşlarıyla ilgili bir düzenleme
çalışması var mı? Gerçi, Sayın Bakanım konuşmasında bu bilgiyi bize verdiler;
ama, mümkünse, biraz detay istiyorum. Yine, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıma
soruyorum: Bursa, İzmir-Buca SSK hastaneleri bitti; ama, halen hizmete
açılmadı; ne zaman hizmete açılacak? Bu hastanelerin personel durumu ne zaman
halledilecek? Yine, Bakanıma ikinci sorum: Bakanlığınızda ve bağlı
kuruluşlarınızda bugüne kadar açılan soruşturma ve incelemelerin sayısı ve
neticeleri ne oldu? Bunları öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim. Sayın Doğru, buyurun. REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıma sormak istiyorum. Tokat İli Turhal ve Erbaa
İlçelerinde SSK hastaneleriyle ilgili çalışmalar vardır; ancak, Turhal SSK ek
inşaatının temeli hâlâ atılamamıştır. Ne zaman atılacağı hakkında bilgi almak
istiyorum. Ayrıca, Erbaa Belediyesi tarafından, SSK sağlık merkezi
yapılması için bir bina verilmiştir. Bu binanın tefrişi bitirilmiştir, personel
kadrosu atamasıyla beraber hizmete girmesi mümkündür. Bu hizmet ne zaman
yapılacaktır? Ayrıca, SSK'lı hastaların, doğumla ilgili ve sezaryenle
ilgili olarak, acil olmaması münasebetiyle, çok büyük sıkıntıları vardır.
SSK'lı hastalar devlet hastanelerinde bu hizmeti aldıkları zaman, kendi
ceplerinden para ödemek mecburiyetinde kalmaktadırlar, bu da vatandaşlar
arasında çok büyük sıkıntılara yol açmaktadır. Bununla ilgili bir çalışma var
mıdır? Sayın İçişleri Bakanımdan öğrenmek istiyorum. Şu anda,
silah ruhsatlarıyla ilgili, vatandaşlar arasında bir sıkıntı bulunmaktadır.
Silah ruhsatlarının belirli bir şekilde ortaya konulmasıyla; yani, açık bir
şekilde ortaya konulmasıyla beraber, kimin alıp alamayacağı noktasında bir
yönetmelik veya bir kararname çıkarılabilir mi? Bu çıkarıldığı zaman,
vatandaşlar tarafından da çok iyi bir şekilde karşılanacağı kanaatindeyim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Mahfuz Güler, buyurun... ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, bir iktidardan,
bir muhalefetten söz verin; hep, iktidar milletvekilleri söz alıyor. BAŞKAN - Efendim, bir şey istirham edeceğim: Konuşma
yapan arkadaşların biraz daha kısa sorması gerekiyor ki, diğer arkadaşlara sıra
gelsin. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Hayhay Sayın Başkanım, çok kısa
olacak. Delaletinizle, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanımıza aşağıdaki sorularımı sormak istiyorum. Birinci sorum: Sayın Bakanım, Bakanlığa başladığınız
günden beri "SSK hastanelerindeki kuyrukları bitireceğim" diyorsunuz.
Bugüne kadar, bu kuyruklar bitmedi. Bu ne zaman gerçekleşecek, nasıl olacak? İkinci sorum: Sosyal güvenlik sisteminin açıklarının
esas sebebi nedir? Konuşmalarınızda, 1992'den bu yana 65 milyar dolar yük
getirdiğini söylüyorsunuz. Bu doğru mudur? Bunu hangi hesaba göre yaptınız,
açıklar mısınız? Teşekkür ederim efendim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Yıldırım, buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan,
delaletinizle, önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızdan sormak istiyorum. 1- Ekonomik sıkıntı çeken işçi emeklileri toplumun en
mağdur insanlarıdır. İnsanca yaşamaları için durumlarında bir iyileştirme
yapmak için intibak yasasını çıkarmayı düşünüyor musunuz? 2 - Sigorta ve Bağ-Kur primlerinin -ekonomik sıkıntı
nedeniyle- çok yüksek olması nedeniyle, ödemelerde güçlük çekilmektedir. Bu
sebeple, primlerde indirme yapmayı düşünüyor musunuz? İki sorum da İçişleri Bakanımıza var: Birincisi, polis teşkilatı, ücret bakımından çok mağdur
durumda; maaşlarının artırılması için bir çalışmanız ve düşünceniz var mıdır? İkincisi, mahallî idareler yasasının mağdur durumda
olan belediyeler için acilen çıkarılması gerekir. Bu hususta düşünceleriniz
nelerdir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim. Sayın Nidai Seven, buyurun efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın İçişleri Bakanıma soruyorum:
Soru 1 : Emekli olacak polislerin özlük hakları
hakkında herhangi bir yasal düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz? Soru 2 : Ağrı'nın kış şartlarında 1988 model
kullanılamaz arabalarla hem hizmet verilmekte hem de devriye görevi
yapmaktadırlar. Ayrıca, Ağrı ve ilçelerinde rütbeli personel son derece
yetersiz. Şube müdürlüklerinde komiserler görev yapmaktadırlar. Atanan
rütbeliler ise, maalesef, atandıkları halde göreve gelmemektedirler. Bu konuda
bir tedbir almayı düşünüyor musunuz? Soru 3 : Yıllardır güzel hizmetler yapan, özel
harekâtta görev yapan personel için ne gibi iyileştirmeler yapmayı
düşünüyorsunuz? Son sorumu, Sayın Çalışma Bakanıma soruyorum: Ağrı Sosyal Sigortalar Hastanesinde -sizin yapmış
olduğunuz 'yeniden yapılandırma' kitabında- 8 pratisyen, 10 adet uzman
görünmektedir; ama, ben bugün başhekimle görüştüm, şu anda, 10 uzman yerine 3
uzman görünüyor, pratisyen sayısı ise, 8 değil, 4'tür. Acaba kitapta bir hata
mı yapılmıştır? Bu personel durumunu ve doktor ihtiyacını ne zaman gidermeyi
düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Nesrin Ünal, buyurun efendim. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanım, emekli olan
polislerin maaşları yüzde 60 azalmaktadır. Bu konuda çalışmanız var mı? Bugün aktif görev yapan emniyet mensuplarının maaşları
benzer görevi yapan başka kamu kesimleriyle kıyaslandığında nasıldır? Özel harekâtçıları dağıttığınızda ciddî şekilde uyum
problemleri yaşadıklarını yakından biliyorum. Bu konuda ilmî bir çalışmanız var
mı? Sayın Yaşar Okuyan'a sormak istiyorum: Alanya Mahmutlar, nüfusu kışın 20 000 olan, yazın 50
000'e çıkan ve 50'nin üzerinde oteliyle, SSK'ya bağlı çalışanı çok bir
beldedir. Buraya yapılması planlanan ve arsası da temin edilen SSK'nın yataklı
dispanseri, çok az SSK'lının bulunduğu ve nüfusu 5 000 olan başka bir beldeye
kaydırılmıştır. Bu, siyasî bir kriter midir, yoksa teknik midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Aydınlı... İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- Sayın Başkan,
aracılığınızla, Sayın İçişleri Bakanımıza aşağıdaki soruların sorulmasını
istiyorum: Hakkında, devleti sessiz ve derinden ele geçirme
iddiası bulunan, laik cumhuriyet karşıtı olmakla suçlanan Işık Nurcu tarikat
lideri Fethullah Gülen nedeniyle, Emniyet Teşkilatımızın Fethullahçı bir
kuşatma altında olduğu iddiaları var. a) Bu iddialar doğru mudur? Teşkilatın üst düzeyindeki
yönetici kadroların büyük çoğunluğunun Fethullahçı olduğu iddiasına ne
diyorsunuz? MAHFUZ GÜLER (Bingöl)- Bu ne biçim soru öyle! İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- b) Poliste, gerek geçmişte
ve gerekse şimdi, Fethullahçı olduğu için izlenen, soruşturulan ve takip edilen
kimse var mıdır? c) Poliste bu tür irticaî sızıntıları önlemek için ne
gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz? d) Polis koleji ve akademisinde, bazı yazarların
anlatımlarına göre, çiçeğe besmele çeken ve çektiren birisi olarak anılan
İsmail adındaki bir görevlinin, Ankara Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Daire
Başkanlığı veya şube müdürlüğüne atandığı doğru mudur? CEMAL ENGİNYURT (Ordu)- Sayın Başkan, bu, soru değil;
istihbaratî bilgi veriyor arkadaş. Öyle soru olmaz. İstihbarat bilgisi veriyor,
öyle soru mu olur?! İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- e) Fethullah Gülen'in
yanında Amerika'da koruma olarak emniyetin bir görevlisi olduğu iddia
edilmektedir. Bunun yasal dayanağı nedir? MAHFUZ GÜLER (Bingöl)- Kaç soru soruyor Sayın Başkan?! İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- f) Bugün kadın eli sıkmayan
ve tutmayan bazı polis amirlerinin Ankara Emniyetinde şube müdürü yapıldığı
doğru mudur? Teşekkür ediyorum. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Sayın Başbakanın bu insan
hakkında ne kadar güzel sözler sarf ettiğini bir düşünün bakalım. Sayın
Başbakana sor. BAŞKAN- Sayın Seyda, buyurun. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın Başkanım,
delaletinizle, İçişleri Bakanımızdan aşağıdaki sorumun cevabını talep ediyorum. Birinci sorum: Ülke ve bölge ekonomisi açısından
hayvancılığın gelişmesi için bölgemizin çayır ve meralarının tamamen kullanıma
açılmasını ve yasakların kaldırılmasını ne zaman düşünüyorsunuz? İkinci sorum: Köye Dönüş Projesi çerçevesinde şu ana
kadar kaç vatandaşımız Şırnak İlimizde köylerine geri dönmüştür? Dönüş yapan vatandaşlarımızın yol, su ve elektrik gibi
sorunları vardır. Köye dönüş projesini cazip kılmak için ne tür çalışmanız
vardır? Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza da iki
sorum var. Birincisi, Şırnak İlinde halen bir SSK hastanesi
yoktur. Şırnak'ta bir SSK hastanesi yapmayı düşünüyor musunuz? İkincisi, Şırnak'ta bulunan SSK dispanserinde bir tane
bile uzman hekim bulunmamaktadır. Uzman hekim vermeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Erek?.. Yok. Sayın Şen, buyurun. ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkanım, aşağıdaki
sorularımın Sayın İçişleri Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını arz
ediyorum. 1- Emniyet sınıfında yer alan polislerimizle aynı
karakol ya da kulübede nöbet tutan bekçilerimizin ekonomik ve özlük haklarını
düzenlemeyi ve iyileştirme yapmayı düşünüyor musunuz? 2- Muhtelif ülkelerden ülkemize göç eden Ahıska
Türklerinden 1 Nisan 2000 tarihinden sonra ülkemize gelenlere ikamet belgesi
vermeyi düşünüyor musunuz? 3- Gerek Balkan devletlerinden gerek diğer ülkelerden,
özellikle Bulgaristan'dan ülkemize göç eden soydaşlarımızdan vatandaşlığa
geçmek için sekiz on yıldır bekleyenler bulunmaktadır. Vatandaşlık işlemlerini
çabuklaştırıcı tedbirler alınmakta mıdır? Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza sorum: Göç ederek ülkemize yerleşen göçmen vatandaşlarımızın
geldikleri ülkelerde bıraktıkları sosyal haklarını ve emekli maaşlarını
ülkemize getirme yönünde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın çalışması
var mıdır, varsa ne aşamadadır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Sezgin, buyurun efendim. RAHMİ SEZGİN (İzmir) - Sayın Başkanım, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından sormak istiyorum. İşyeri hekimliği müessesesi, en az 50 kişiyi çalıştıran
işyerlerini kapsamı içerisine almaktadır. Daha az işçi çalıştıran işyerlerini
birleştirerek grup işyeri hekimliği mükellefiyeti getirmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Levent, buyurun efendim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan, aracılığınızla,
İçişleri Bakanıma aşağıdaki sorumu yöneltiyorum. Sayın Bakanım, İçişleri personeli, vali, kaymakam,
emniyet ve diğer personelin sosyal yönden iyileştirilmesiyle ilgili, ayrıca,
büyük fedakârlığa sahip, canımızı, malımızı emanet ettiğimiz polislerimizin
2002 yılı sosyal iyileştirmesi ve çoğunluğu tek maaşla geçinen polislerimize
müjdenizde geciktiniz; bir mesajını var mı? Şehit polis ailelerinin
mahdumlarıyla ilgili bir tasarrufunuz var mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Yalçınkaya?.. Yok. Sayın Yaman?.. Yok. Sayın Arvas; kısa ve öz, buyurun. MALİKİ EJDER ARVAS (Van) - Sayın Başkanım,
delaletinizle, Sayın Sosyal Güvenlik Bakanıma bir iki sorum olacak. Birinci sorum: Van devlet hastanesi ve buna bağlı
birimlerin hekim açığı ne kadardır ve 2002 yılında gidermeyi düşünüyor musunuz? İkinci sorum: Sayın Bakanım, Van-Erciş İlçesi 200 000
nüfuslu bir ilçedir. Senelerdir hep hastane yapıldı, yapılacak... Yapıldı,
yapılacak... O yöre insanı hep bir ümitle beklemiş bugüne kadar. Bakanlığınız
döneminde böyle bir projeniz var mıdır? Varsa, bu konuda bilgi verirseniz
memnun olurum. Üçüncü sorum Sayın İçişleri Bakanımıza: 2001 yılında
trafik kazalarında can ve mal kaybı ne kadardır? Alkollü kaza sayısı ne
kadardır? Bununla ilgili bilgi verirlerse memnun olurum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sayın Evliya Parlak; kısa ve öz, buyurun. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkanım, ben, İçişleri
Bakanından bir şey öğrenmek istiyorum; iki sorum olacak. Birincisi: Sayın Bakanım, 1978'den beri ilim Hakkâri'de
sıkıyönetim ve arkasından olağanüstü halin devamı sürdürülmektedir. Geçtiğimiz
hafta 4 ay daha olağanüstü halin uzatılmasına karar verdik. Zatıâlinizden şunu
öğrenmek istiyorum: Bu dört ayın veya ondan sonraki dört ayın sonrasında, bunu
kaldırma yönünde herhangi bir çalışmamız veya düşüncemiz var mıdır? İkinci bir sorum var; köye dönüş konusunda, özellikle,
bu sınır illerinde, valilerimizin tek yetkili kılınması konusunda bir kararınız
veya çalışmanız olacak mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sayın Fırat?.. Yok. Sayın Konukoğlu, buyurun. Yalnız kısa olsun efendim,
siz konuştunuz da çünkü. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Hayhay efendim. Sayın Başkan, yardımınızla, Sayın Yaşar Okuyan'a soru
yöneltmek istiyorum: Gaziantep SSK Hastanesi, bölge hastanesi olup çevre illere
hizmet vermektedir. Bu hastanedeki cihazlar çok eski ve yetersizdir.
Ameliyathanelerde çok eski anestezi cihazları vardır. Bu cihazların otuz kırk
yıllık olduğu söylenmektedir. Bu konuda ne yapılacaktır? İkinci olarak, Gaziantep SSK Hastanesinde yıllardır
görev yapan hastane müdürü geçtiğimiz aylarda bıçaklandı. Olayın bir ihale
nedeniyle olduğu söyleniyor. Bu olay Bakanlığınızca araştırılmış mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben Teşekkür ederim efendim. Sayın Tuğmaner, buyurun; kısa ve öz efendim... MUSTAFA KEMAL TUĞMANER (Mardin) - Sayın İçişleri
Bakanımıza sorumu yöneltmek istiyorum: Bilindiği gibi, 1980 veya 1982 yılarında
bir karton Marlboro sigarası yakalandığı zaman, bu kişiler hakkında adliyede,
savcılıkta dosyalar açılmıştı ve sabıkalı duruma gelmişlerdi. Bütün adlî
makamlarda, savcılıkta bu kayıtları kalktığı halde, hâlâ emniyet müdürlüğünde
adlî sicilleri devam etmektedir. Bunu kaldırmayı, bir genelge yayımlamayı
düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Yıldız, buyurun efendim. SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkanım, Sayın Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından sorularımın cevaplandırılmasını istiyorum. 1 - Yıllardır SSK hastane binasında hizmet vermeye
çalışan Muş SSK Müdürlüğü ne zaman bir binaya kavuşacaktır? 2 - "Yeniden Yapılandırma" kitabınızda 35
fiilî yataklı olarak görülmekte olan Muş SSK Hastanesinin hiçbir yatağının
hastalara hizmet vermediğinden, depolarda çürümekte olduğundan haberdar
mısınız? Üçüncü sorum: 25 000-30 000 civarında SSK'lı ve
yakınına hizmet veren, sözde, SSK Muş Hastanesinde, dört yıldır fiilen görev
yapan, hiçbir uzman doktorun bulunmadığından bilginiz var mıdır? Dördüncü sorum: Nüfusu ve sigortalı sayısı Muş'tan daha
az olan Yalova SSK Hastanesinde 43 doktor görev yaparken, maalesef, Muş SSK
Hastanesinde, sadece, zaman zaman dönüşümlü olarak, 2 pratisyen hekimin görev
yapmasını ve bu dengesizliği adaletli buluyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Buyurun Sayın Gündoğan. Sayın Gündoğan; Kısa ve öz... BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan. İzninizle her iki bakana da birer soru sormak
istiyorum: 1999'da yayımlanan bir yönetmelikle -bu yönetmeliğin
amacı- içkili yerlerin öğretim kurumlarına olan uzaklığının, varsa bahçe
duvarları dahil, en dış noktası dikkate alınarak, sınırın her bir noktası için
en az 200 metre -bahçe de dahil- olması gerekir. Şimdi, Tunceli ve Tunceli gibi bazı illerde ve birçok
ilçelerimizde bu durumda, 200 metre uzaklıkta olan pek binamız kalmadığına
göre, yeni ruhsat almak şurada kalsın, eski ruhsatlar bile yenilenirken iptal
ediliyor. Bu durumda hem müessese sahibi hem de çalışan insanlar mağdur oluyor.
Sayın Bakanım bu konuda yeni bir genelge yayımlayacaklar mı? Bu konuda
düşüncelerini almak istedim. İkinci sorum Sayın Çalışma Bakanımıza: Tunceli SSK
Hastanesinin ameliyathanesinin inşaatı bitti; ameliyathane açılacak mı? Eğer
açılacaksa kendisinden istirhamımız; özellikle, iki branşta doktora ihtiyacımız
var, biri çocuk doktoru, biri de kadın doğum doktorudur... Biliyorsunuz, şimdi
Malatya'ya bağlandık bölge olarak; Tunceli'den Elazığ'a, Elazığ'dan Malatya'ya
sevk yapmak gerekiyor, oraya giden bir doğum hastası da yolda acı sonuçlara
katlanıyor. Bu konuda görüşlerini almak istiyorum, bize bir müjde verirler mi? Kendilerine teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Sayın Mustafa Gül?.. Yok. Sayın Göksu, buyurun. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, müsaadenizle
Sayın İçişleri Bakanıma sormak istiyorum: BAŞKAN - Çok kısa, lütfen efendim. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Evet efendim. Sayın Bakanım, İstanbul'daki bir operasyonda, işkence
iddiaları basına yansıyınca bir soru önergesi verdim ve bir polis müdürünün
ceza alıp almadığını sordum -ki, basında ismi geçiyordu- cevabınızda, görevi
kötüye kullanmaktan ceza aldığını ve ertelendiğini söylüyorsunuz. Bu polis
müdürü, hakkımda 5 milyarlık tazminat davası açtı ve konuşmalarıma ihtiyatî
tedbir getirilmesini istedi. Bir polis müdürünün, bir milletvekilini
susturmasını nasıl karşılıyorsunuz? Diğer bir sorum: Gözaltına alınanlara işkence
yapıldığına dair basında çıkan haberlere "doğru değil" diyorsunuz;
oysaki, alınan raporlar vardır. Bu konuda ne diyorsunuz? Diğer bir sorum: İşkence yapıldığına dair raporu veren
doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu söylüyorsunuz. Bu duyuru yasal
mı? Yani, bugüne kadar hukukun siyasallaştığını duyuyorduk, bu da tıbbın
siyasallaşması mı oluyor? Son sorum: Polis, zanlıyı götürdükten sonra, eş ve
çocuklarını, evde bir odaya toplayıp, tam 15 saat gözaltında tutuyor. Bu da bir
işkence değil midir? Bu niçin yapılıyor? Özellikle karakollarda işkence gece 11'de başlıyor
sabah 4'e kadar devam ediyor. Bu saatlerde karakolları hiç ziyaret ettiniz mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Sayın Ensarioğlu, buyurun. MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkanım,
İçişleri Bakanıma iki sorum vardır. Birinci sorum: 57 nci hükümet göreve başladığından
beri, 3 216 belediyeden kaçının belediye başkanını görevden almıştır? Bu
belediyelerin partilere göre dağılımı nasıldır? Bunu öğrenebilir miyim. İkinci sorum: ANAP kongresinden önce, mahallî
idarelerden, ANAP belediyelerine ne kadar bir para aktarılmıştır? Bu para
aktarılması olduğunda bunların projeleri var mıydı yok muydu? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sayın Kamer Genç, buyurun efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın İçişleri Bakanına, Tunceli'deki polis
lojmanlarını ne zaman tamamlayacağını soruyorum. İkincisi, bu Köye Dönüş Projesinde, vatandaşa siz mi
para vereceksiniz, yoksa Köy Hizmetleri mi? Bu polis lojmanlarıyla ilgili.. Sayın Bakan, daha önce
-polislerin maaşlarının çok düşük olduğunu zaten herkes biliyor- zam yapacağını
birkaç defa söylemişti. Bugüne kadar bu konuda bir çalışma Meclisin huzuruna
gelmedi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına soruyorum: Bağ-Kur
binasını 4 trilyon liraya ihale ettiniz; daha kaça çıkacak? Bu memlekette bu
kadar ekonomik sıkıntı varken, sırf bazı müteahhitler para kazansın diye bu
kadar lüks inşaata gerek var mıydı? Sigorta il müdürlüklerinin otomasyonuna ilişkin ihale,
neden, 22 000 000 dolar olarak hazırlandı; 7 000 000 dolara verildi? 22 000 000
dolar mı hatalıydı, 7 000 000 dolar mı? Ayrıca, bunun kontrolünü yapan
kimlerdir? Biraz önce Sayın Bakan burada konuşurken, efendim otomasyona
geçsin.. Biz, otomasyona geçmesine karşı değiliz de, gerçek fiyatlarla geçsin. Yine, SSK'nın
sağlık işleri için, Yalova'da, yakınlarınızdan bayrak alındığı söyleniyor;
doğru mudur? Son sorum: Gazetede çıktı; İzmir'de tanı ve tedavi
hizmeti veren özel DUSAŞ Hastanesiyle ilgili olarak İzmir Valisi sizden
müfettiş istedi mi? İzmir Valisi müfettiş istedikten sonra, siz veya SSK'da
yetkili birisi DUSAŞ Hastanesinin yetkililerine telefon açtı mı? Ayrıca, bu
DUSAŞ Hastanesinin sahibinin evinde yapılan aramada, İzmir ANAP il yöneticileri
ile ANAP'a 10 milyar liralık bağış belgeleri çıktı mı? Bu çıkan belgeler
arasında 75 milyar bağış alan insan kimdir? Yine, DUSAŞ firmasının SSK'yı 10
trilyon liradan fazla zarara uğrattığı yolunda SSK müfettişi Celal Çalış'ın
raporu var mıdır? Raporu varsa, niye bugüne kadar işlem yapmadınız? Aslında, çok sorulacak şey var da, başka arkadaşların hakkını almak
istemiyorum. Teşekkür ederim, sağ olun. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Kürşat Eser?.. Yok. Son soru, Sayın Öztürk'ün. Buyurun. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Ben, Sayın İçişleri
Bakanıma sormak istiyorum. Birinci sorum: Silah taşıma ruhsatı yönetmeliği
üzerinde çalışmalar olduğunu Sayın Bakanımızdan öğrenmiştik. Hem
milletvekillerini hem de valilerimizi sıkıntıdan kurtarmak için, bu silah
taşıma ruhsatı yönetmeliği ne zaman çıkarılacaktır? İkinci sorum: Ülkemizde silahla oluşan kavgalarda veya
olaylarda, taşıma ruhsatlı silahlarla bunların oranı ne kadardır? Yani, taşım
ruhsatlı silahlarla olay olmuş mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum. HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay)- Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, bitti artık, mümkün değil; bu kadarı,
müsamahanın da ötesinde... Sayın Yalman, Kâtip Üyeye vereceğim. Sayın Yalman, vazgeçtiniz mi? Peki, vazgeçti efendim
Kâtip Üyemiz. Şimdi, Sayın Bakanım, o ruhsatla ilgili olana bir
ilave. Ben, demin yazılı verdim size; mermi tahsisi bakımından. Böyle bir
yönetmelik çıkarıyorsunuz "eğer, 2001'den evvel çıkarırsanız Makine Kimya
da rahatlayacak" diye arkadaşlarımız soruyorlar. Himmet ederseniz
minnettar kalırız. HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay)- Sayın Başkan, sorumuzu... BAŞKAN - Yok, ne süre kaldı ne müsamaha kaldı; insaf
edin. Efendim, şimdi, geriye kalanlar: Sayın Akgün, Sayın
Erdener, Sayın İsen, Sayın Zamantılı, Sayın Aykut, Sayın Coşkuner, Sayın Ünal,
Sayın Arvas.. Sayın Arvas, sormuştunuz siz. MALİKİ EJDER ARVAS (Van)- Sormuştum da, nedense
mikrofon cihazı kapanmadı. BAŞKAN - Ha, yok, tamam; oraya kadar. Efendim, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük
de vardı. Sayın Bedük "emekliliklerini dolduran polislerimizin emekli
olmaları halinde aldıkları maaş yarıya inmekte; geleceğin telaşı içinde
polisimizin bu durumu düzeltilecek midir?" diyor "lise mezunu
polisler 3 üncü derecenin son kademesine yükselebilmektedir; diğer sivil
kuruluşlarla ikinci dereceye kadar yükseldiği bir düzenleme düşünüyor
musunuz?" diyor. Sayın Bakanım, bunları, yazılıları, zatıâlilerinize
vereceğim. Diğer iki bakanımızın da var. Mustafa Kemal Tuğmaner'in var,
İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in yazılı sorusu var. Hatay Milletvekilimiz
Sayın Hakkı Oğuz Aykut'un var. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir)- Sayın Başkan, böyle
bir usulümüz var mı? BAŞKAN - Efendim, bu, İçişleri Bakanlığı bütçesi... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir)- Olsun... BAŞKAN - Efendim, olur mu? Bazı bütçeler var ki, bu
milletvekillerimizi tatmin etmemiz lazım. Milletvekillerini susturursanız
nerede konuşacaklar? (AK Parti sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Efendim, Sayın Burhan İsen'in var yazılı soruları.
Bunları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı takip edecek, sayın bakanlar
da bize cevap verecekler. Çok teşekkür ediyorum müsamahalarınıza. Buyurun efendim; bir kısmına yazılı cevap vereceksiniz
herhalde. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN
(Yalova)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; burada, tabiî, çok
fazla sayıda soru var. Bunların önemli bir kısmını, müsaade ederseniz, yazılı
olarak cevaplandıracağım; ancak, birkaç konuyu burada zikretmek istiyorum. Telefonla randevu sistemiyle ilgili olarak, telefonla
randevu sisteminin işlemediğine dair ifadeler ortaya konuldu. Telefonla randevu
sisteminin esasını iyi anlatamadığımızı zannediyorum, en azından kendi adıma.
Normal şartlarda SSK hastanelerinde, gece yarılarından itibaren gelip, kapıda
bekleyenlerin kuyruğu vardı. Orada, sabaha kadar 7-8 saat beklenip, bir fiş
alınıyordu. O fişi alamayan vatandaşımız ise, ertesi gün tekrar geliyor, hatta
üç-beş gün o kuyruklarda -özellikle, İstanbul'daki Samatya Hastanesi, benim
bizzat şahit olduğum hastanedir- bekleyip, dört-beş günün sonunda tekrar
kuyruğa gelip fiş alamadan dönen hastalarımız oluyordu. Şimdi, bizim getirdiğimiz telefonla randevu sistemi, o
gün dahiliye polikliniğinde eğer 100 hasta tedavi olacaksa -nasıl daha önceki
uygulamada 100 hasta için fiş veriliyorsa- bunun telefonla randevusunun
belirlenmesinden ibarettir; yoksa, 100 hasta dışında bakılabilmesi, ilave
polikliniğin, ilave uzman hekimin olmasıdır; o keyfiyet ayrıdır. Telefonla
randevu sisteminin buradaki işleyiş tarzını iyi değerlendirmemiz lazım. Vakıflara, SSK'nın elkoyduğu tarzında bir iddia geldi.
Bu, kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Vaktimiz sınırlı olduğu için,
konuyu dile getiren değerli arkadaşıma, bunu yazılı olarak daha tafsilatlı arz
edeceğim; ama, zannediyorum, şuna atıfta bulunuyor Sayın Demircan: Vakıf Gureba Hastanesini on yıllığına SSK
olarak kiraladık ve tabiî, oradaki hukukî süreç devam ediyor; ama, şunu arz
edeyim: 530 yatak kapasitesi, yüzde 32'lik doluluk oranıyla devam eden bu
hastanemizi 1 000 yatak kapasitesine çıkardık ve doluluk oranı da yüzde 80'in
üzerine çıkmıştır. Fakire, fukaraya ve garibana dönük hizmetler, vakıf
senedinde yazılan hususlar doğrultusunda, hiçbir gerileme olmaksızın, aynı
şekilde devam etmektedir. Zaten, o husus, yapılan protokol da yer almıştır.
Burada, herhangi bir, ne vakıf senedine aykırılık ne de hukuka aykırılık, söz
konusu değildir. Sayın Nidai Seven arkadaşımızın, Ağrı'yla ilgili
sorusuna teşekkür ediyorum. Bu basılı olan kitapta, dikkat ederseniz, Adıyaman
ve Ağrı'nın rakamları aynı çıkmıştır; Adıyaman'daki, maalesef, tashih hatası
dolayısıyla, Ağrı Hastanemizin dokümü olarak çıkmıştır; özür diliyoruz. Onu
belirtmek istedim. Sayın Nesrin Ünal'ın, Alanya'daki SSK hastanesinin
yeriyle ilgili bir sorusu vardı. Böyle bir kaydırmadan önce, orada en önemli
sorun, şu anda DPT'den bir ödenek alınması sorunu; onu aşamadık. Onu aştığımız
da, mutlaka temelini atıp, kısa sürede gerçekleştireceğiz. Sayın Kamer Genç'in, değindiği sorulardan iki tanesini
hemen cevaplamak arzusundayım. Evvelsi gün, SSK'daki bilgisayarla ilgili
ihalede 22 milyon dolara muhammen ihale bedeli ifade edildi; 7 milyon dolara
alındı dedi Sayın Genç. Orada bir düzeltme yapayım; orada belirlenmiş muhammen
bedel 22 değil, 16 milyon dolardır ve doğrudur, ihale sonucu 7,9 milyon dolara,
yani, yaklaşık yüzde 50 bir kırımla gerçekleşmiştir. İlk defa, bir aydan bu
yana, SSK dahil olmak üzere, Çalışma Bakanlığımız ve bağlı kuruluşlarının hepsi
dahil olmak üzere, bütün ihalelerimizi, web sitelerimizde onbeş gün önce
yayınlamaya başladık. İhalenin sadece tarihi, yeri ve konusu değil, teknik ve
idarî şartnameleri de yayınlamaya başladık. Dolayısıyla da, ihale sistemimizi,
çok şeffaf, denetlenebilir, ulaşılabilir bir hale getiriyoruz. Ayrıca, 1
trilyon ve üzerindeki bütün ihalelere mecburiyet getirdik; medyanın
huzurunda... Onun dışındaki 1 liralık ihale de medyaya açık olacak. Bu ihale,
ilk defa medyanın huzurunda yapılan bir ihaledir. Biz, o ihalenin 7,9 milyon
dolara gerçekleşmesi noktasında, haklı endişelerimizin, daha önceki
uygulamalardaki haklı endişelerimizin ortaya çıkması bakımından da büyük bir mutluluk
duyduk. Bundan sonra, bütün ihaleler, açık, net ve medyanın huzurunda
olacaktır. DUSAŞ'la ilgili hemen ifade edeyim... KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, şişirilmiş
maliyetle... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Efendim, sorularınıza cevap veriyorum Sayın Genç. DUSAŞ'la ilgili, hemen arz edeyim. Biz, bütün, SSK'yla
ilgili olsun, Bakanlığımızın diğer bağlı, ilgili kuruluşlarıyla ilgili olsun
-bu arada, bir başka sorunun da cevabı olarak arz etmek istiyorum- otuz aylık
bir süre içerisinde, 2 875 tane soruşturma ve inceleme başlattık. Bunlardan 900
tanesi itibariyle disiplin kurullarına nakledilmiştir; disiplin kurullarında
muameleleri görülmüştür. 762 dosya da yargıya intikal ettirilmiştir. DUSAŞ'la
ilgili soruşturmayı da, incelemeyi de başlatan biziz; onun üzerine de
gidiyoruz. Doğrudur, 10 trilyon 256 milyar lira SSK'nın kurum zararına sebep
olacak, orada, faaliyetler ortaya çıkarılmıştır. Şu anda 14 tane... KAMER GENÇ (Tunceli) - Bağış yapmış Sayın Bakan. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Efendim, bırakın şimdi bağışı, orada... KAMER GENÇ (Tunceli) - Bağış yapmış... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Sayın Genç... BAŞKAN - Bir dakika efendim... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Sayın Genç, şu anda, böyle bir şeyle değil, sizin sorularınıza cevap
vereceğim. Beğenmiyorsanız, siz değerlendirirsiniz; o takdir size aittir. Şimdi, o soruşturmayı açtıran biziz; o soruşturmaları,
incelemeleri başlatan biziz, üzerine giden biziz. Hiçbir şekilde, bu tip
hadiselerin, gelen ihbarların üzerinde... KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, millet doğruları
söylememizi istiyor; doğruları söyleyelim. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Efendim, Sayın Başkan... KAMER GENÇ (Tunceli) - İzmir Valisine... BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakan cevap veriyor, siz
sordunuz. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Sizin bütün, zabıtta... KAMER GENÇ (Tunceli) - İzmir Valisine bir bayan telefon
ediyor... BAŞKAN - Bir dakika efendim... KAMER GENÇ (Tunceli) - Rica ediyorum, doğruyu
konuşalım... ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Efendim, siz mi doğruyu konuşuyorsunuz Sayın Genç?! Siz mi doğruyu
konuşuyorsunuz? Bir saniye müsaade edin. Sizin sorduğunuz soruları
cevaplandırmaya çalışıyorum, sabır gösterin. DUSAŞ'la ilgili veya bir başka konuyla ilgili, elinde
bilgisi, belgesi olan getirsin; ama, burada, böyle, tutup da, birtakım iddaları
ortaya koyup, bir meçhulde bir iddiayı, herhalde ortaya getirip, içinde ciddîye
alınabilecek hiçbir bilgi ve belge olmadan suçlama yapmak yanlış olur diye
düşünüyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakanım, siz verir
misiniz?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)
- Efendim, şu anda, sizin bahsettiğiniz, o gazetede yayımlanmış olan ve iddianameye de konu olmuş olan konu dahil,
hepsi, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesine intikal etmiştir. O telefon kim
tarafından yapılmışsa, o telefonun kayıtları da mevcuttur. DGM savcılığı,
zaten, bununla ilgili soruşturmayı devam ettiriyor. Birinci bölümünün
iddianamesini tamamladı, mahkeme açıldı; ikinci bölümdeki soruşturma da devam ediyor.
Biraz sabırlı olursanız, onun sonuçlarını hep birlikte görürüz. Sayın Güler'in bir sorusuna da değinmek istiyorum.
Sosyal güvenlik sistemimizde 65 milyar dolar 1992'den bu yana devlete bir
maliyetinin, açıklarının olduğu ifadesiyle ilgili değindiler. Evet, doğrudur.
Aslında, 1965 yılından itibaren yapılmış yanlış uygulamalar ve çıkarılmış
popülist yasaların sonuçlarını ta 1965 'ten alırsak, 1965, 1969, 1972, 1977 ve
-aradaki diğer tarihleri saymıyorum- sonuçta prim, prim karşılığı olmayan
hizmetlerin verilmesi dahil, emeklilik yaşının düşürülmesinin getirdiği
aktüaryel denge üzerindeki olumsuzluklar dahil, 1965'ten 2001 yılının sonuna
kadar işin gerçek rakamı 179,1 milyar dolardır, Hazinenin birleşik faiz
hesaplamasıyla. Bununla ilgili dosyalar da buradadır. Arzu eden arkadaşlarımıza
bu dosyaları takdim ederiz. Hiçbir faiz uygulaması yapmadan, sadece dolar
bazında aldığımızda da 59 milyar dolardır, 1965'ten bu yana sosyal güvenlik
kuruluşlarının bu manadaki popülist yasalar ve uygulamalar sonucunda uğradığı
zarar olarak. Her açıdan, hem dolar bakımından hem bileşik faiz hesabıyla hem
basit faiz hesabıyla bütün bunların aktüaryel hesaplara yıl ay itibariyle,
kadın, erkek ayırımı yapmak suretiyle dökümleri bendedir; arzu eden milletvekili
arkadaşlarımıza da büyük bir memnuniyetle takdim edebilirim. Diğer konuları, izin verirseniz, yazılı olarak vermek
istiyorum. Sayın İçişleri Bakanımızın zamanından çalmamak için. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Bakanım, buyurun. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızın sorularının büyük çoğunluğu
polislerimizin, Emniyet mensuplarımızın özlük haklarıyla ilgili olduğu için,
önce oradan başlamak istiyorum. Evvela şunu söyleyeyim: Şimdiye kadar polislerimize
yapılan zamlar kanunla yapılmadığı için, sadece Bakanlar Kurulunun veya
bakanlığın yetkisine dayalı olarak, lojman tazminatıydı, tazminattı, yan
ödemeydi gibi artışlar verildiği için, emeklilik konusunda büyük bir uçurum
olmuştur. Bugün 480 milyon lira alan bir polisimiz emekli olduğu zaman 170
milyon lira almaktadır; yani, maaşıyla orantılı olarak bir maaş alımı yoktur. Bakanlığa geldiğimiz günden beri, bu konudaki
çarpıklığı müteaddit defalar dile getirdim; ancak, bugün bir kere daha söylemek
istiyorum ki, ne Bakanlar Kurulu ne Bakanlığımın, doğrudan doğruya maaşa
katkısı olacak bir artış yapma yetkisi kalmamıştır, sınırlar sonuna kadar
kullanılmıştır. Bunun için, bakanlığa geldiğimiz gün, evvela,
polislerimizin emekliliklerinde maaşlarının düşük olduğunu düşünerek,
kooperatifler yoluyla, polislerimizi nasıl ev sahibi yaparız sorusuna cevap
aradık. Türk Konutla anlaşarak, Türk Konutun da bize gösterdiği yolda, Maliye
Bakanlığımıza, Bayındırlık Bakanlığımıza, konuyla ilgili Devlet Bakanlığımıza
yazı yazıp müracaat ettik. Maliye Bakanlığımızdan cevap bekliyoruz. Eğer burada
bir tahsis yapılırsa, aşağı yukarı ayda 100 milyon lira katkıyla, her
polisimize, Ankara'da, İstanbul'da, Bursa'da, İzmir'de 150 000 konut yapmayı
planladık. Bu, kooperatif olarak yapılacak. Bu sadece bir sosyal olaydır diye
anlatıyorum. Şimdi, maaşlarla ilgili, bugüne kadar yapmış olduklarımız,
657 sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına ve Bu Kanuna Ek ve
Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun ile 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı
Kanununa ek madde eklenmesine dair kanun taslağı, 8.10.2001 tarih ve 23 261
sayılı yazıyla Başbakanlığa gönderilmiştir. Bu kanun tasarısında; 1 - Ekgösterge; Halen, emniyet
hizmetleri personeline uygulanmakta olan ekgösterge 4 üncü dereceden itibaren
başlamaktadır. Ekgöstergenin diğer memurlarda olduğu gibi 8 inci dereceden
başlatılması amaçlanmış olup, tasarının kabulü halinde, aylık 18 milyon ile 84
milyon arasında bir iyileştirme sağlanacaktır. 2 - Emniyet hizmetleri tazminatı. Hizmet zorluğu daha
fazla olan branşlarda görev yapana daha fazla ektazminat verilmesi
amaçlanmıştır. 3 - Yan ödeme, iş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük
zammı. Halen ödenmekte olan yan ödeme miktarları diğer sınıflara oranla çok
düşük olduğundan, eşit işe eşit ücret ilkesi doğrultusunda, yeniden oranların
tespiti amaçlanmış olup, tasarının kabulü halinde, aylık 23 000 000 ile 214 000
000 lira arasında bir iyileştirme sağlanacaktır. 4 - Makam tazminatı: Emniyet hizmetleri sınıfındaki
emniyet müdürü rütbesinde bulunan personele ödenmekte olan makam
tazminatlarındaki farklılığı kaldırmak için düzenlemeye gidilmiştir. Yine, fazla çalışma ücretleriyle ilgili; 3201 sayılı
Emniyet Teşkilatı Kanununun ek 21 inci maddesine göre, halen ödenmekte olan
tazminat oranlarının günün koşullarına göre yeniden düzenlenmesi yapılmış olup,
aylık 16 000 000 ile 42 000 000 lira arasında iyileştirme sağlayacaktır.
Teklif, Bakanlar Kurulu tarafından değerlendirilmek üzere gönderilmiştir. Yine, mahrumiyet yeri tazminatı: Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerindeki 25 ilde verilen ek tazminatın, mahrumiyet yeri
tazminatının artırılmasına dair taleple ilgili olarak, Bakanlığımız ile Millî
Savunma Bakanlığının artırılması yönündeki teklifleri, 9.10.2001 tarih ve
243483 sayılı yazıyla Maliye Bakanlığına intikal ettirilmiş olup, teklifin
kabulü halinde, 5 000 000 ile 50 000 000 lira arasında artış sağlanacaktır. Bu
teklifimiz, halen Maliye Bakanlığında beklemektedir. Yine, lojman tazminatı olarak; lojman tazminat
miktarlarının artırılmasına dair 12.10.2001 tarih ve 246011 sayılı talep
yazımızla Maliye Bakanlığına gönderilmiş olup, halen 200 000 lira ile 600 000
lira arasında ödenmekte olan tazminat miktarının, 5 000 gösterge rakamının
mevcut memur maaş katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak miktardan ödenmesi
amaçlanmıştır. Bakanlar Kurulunca talebin kabul edilmesi halinde, bugünkü
katsayıya göre ödenecek miktar 124 600 000 liradır. Şimdi, bunları şunun için söyledim: Biliyorsunuz, Yüce
Meclisiniz Bakanlar Kurulumuza da bir yetki verdi. Bu Yetki Kanunu
çerçevesinde, 31 Aralıktan itibaren memurlarımızda bir iyileştirme çalışması
var. Bu kanun tekliflerini Başbakanlığa gönderdik; Başbakanlık ilgili
bakanlıklara yazdı. Bizim de ayrıca hazırladığımız iyileştirmeyle ilgili bir
kanun tasarısı için yine ilgili bakanlıklara yazı yazdık; bazı
bakanlıklarımızdan müspet, bazı bakanlıklarımızdan da menfi cevaplar gelmektedir. Şimdi, burada, benim, hükümete de Yüce Meclisin
huzurunda söylediğim bir şey var. Sayın Genç'in söylediği gibi, geldiğimiz
günden beri zam yapacağız filan değil, zammı beraber yapacağız. İlk başta da
söyledik... KAMER GENÇ (Tunceli) - Bir an evvel getirin, bu
insanlara yazık! İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Müsaade
edin de biraz biz konuşalım. Burada, bizim sınırlarımız, limitlerimiz sonuna kadar
dolmuş, Yüce Meclis bunu yapacak; ama, Yüce Meclisin verdiği bir yetki var. Bu
yetki 31.12.2001'de sona erecek; 31.12.2001'e kadar bu iyileştirme yapılacak.
Biz de bu kanun tasarılarımızı, o yetki kanunuyla, polislerimizin durumları
düzelmezse diye hazırladık, görüşlere sunduk, Başbakanlığa gönderdik. Evvela,
onu beklememiz lazım. Bugün, ülkenin içerisinde bulunduğu şartlarda, hükümet
devletin elindeki imkânları dağıtacak -zaten polislerimiz de bunun farkındalar-
eğer, polislerimize bir iyileştirme yapılırsa, bu kanun tasarılarımızı
bekletiriz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, lüks binalar
yapmanın ne faydası var?! İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın
Genç, bırakın da karşılıklı konuşmayalım efendim. Süremiz az. Bilahara
konuşuruz dışarıda. Sizi zaten yeteri kadar duydular. BAŞKAN - Siz Genel Kurula hitap edin efendim. Sayın Bakan, buyurun efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Eğer,
böyle bir iyileştirme yapılmazsa, ocak ayında -ben, daha önce, müteaddit
defalar konuşmalarımda belirttim, burada da belirttim- milletvekili sıfatımla
bu tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vereceğim. O zaman, bütün
grupların katkısını burada bekleyeceğiz. Hükümet adına da gelip burada
oturacağım. Bunu da açık seçik söylüyorum. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Desteğimiz yanınızda Sayın Bakan.
NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Destekleriz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Destekleriz efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Maaş
konusunda benim tüm Emniyet Teşkilatımıza söylemek istediğim budur. Burada, yine, sadece birkaç soruya cevap vereceğim,
diğerlerine yazılı cevap vereceğim; ama, bir konu çok önemli olduğu için burada
cevap vermek istiyorum. Bakınız, 180 000 polisimiz var. Bizim, polis
teşkilatımızın üzerine titrememiz lazım. Polis, gece gündüz, hiç mesai
gözetmeden, 12-12 çalışarak, hiç fazla mesaiye bakmadan görev yapıyor. Şu veya
bu şekilde çıkan bazı gazete haberlerine göre, polisimizi itham altında
bırakıcı konuşmaları eğer yapmazsak, bundan kaçınırsak, bana yazacağınız, bana
göndereceğiniz her soruya muhakkak cevap verilecektir. Ben, buradan, şunu söylemekle
yetiniyorum: Bakanlığım da, Emniyet Genel Müdürlüğü de, bize intikal eden her
türlü şikâyette, Atatürk ilke ve inkılaplarına uymayan kimse onun üzerine
gider, soruşturmayı açar. Bugün, polis teşkilatının hepsi, bizde görev yapan
arkadaşlarımın hepsi, Büyük Atatürk'ün bize gösterdiği yolda, Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlı, devletine bağlı, vatanını, milletini seven polisler olarak
görevlerini yapmaya devam ediyorlar... NECMİ HOŞVER (Bolu) - İnsan haklarına bağlı... MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) - Evet, insan
hakları... İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - ...ve yapmaya devam edecekler. Onların hataları
olduğu zaman üzerlerine giderim; ama, hataları olmadığı sürece de, bu görevde
kaldığım sürece, onlara kol kanat gererim. Bunun da herkesçe bilinmesini
istiyorum. Bu şeyden hareketle, yine Sayın Göksu'nun, özellikle
birkaç sefer, benim de sonradan duyduğum, burada konuşmaları oldu. Şimdi, bana
bir yazılı soru sordu, cevabını verdim. Bir polis ile bir milletvekili
arasında, bir polis müdürü ile bir milletvekili arasında bir yazışma olabilir
mi; bir polis müdürü, milletvekilini mahkemeye verebilir mi? MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Konuşmalarda ihtiyatî tedbir
istiyor; milletvekili susturulursa, vatandaş ne yapar? İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Bakın,
başta da söyledim; burası bir hukuk devleti. Hukuk karşısında, milletvekilimiz
de, vatandaşımız da, bakanımız da, hepsi eşittir. Ha, burada, eğer
şikâyetleriniz olduğu zaman, bunun idarî soruşturmasını biz yaparız; adlî soruşturmasını,
zaten, siz de şikâyet ettiğiniz zaman savcılarımız yapar. Onbeş saat gözaltına
alınan kimse hakkında, benim yaptığım araştırmalarda bir bilgi gelmedi, çocuk
konusunda. Efendim, daha önce yazılı cevap verdim. Şimdi,
doktorların aldığı rapora tekrar itiraz ettiler, bunları şikâyet ettiler
deniliyor. Doktorlar bir rapor veriyor. Bu doktorun raporuna itiraz eden polis
müdürü değil; doktorun raporuna itiraz eden cumhuriyet savcısıdır. Burada,
konuşmamda söyledim. Adli olaylarda, emniyetin her kademesi cumhuriyet
savcısının emrindedir. Cumhuriyet savcısı, o doktorun raporundan on dakika
sonra, aynı kişi hakkında adliyenin gösterdiği hastaneden, kuruldan rapor
aldırarak... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bir gecede 4 hastane geziyor
Sayın Bakan. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın, Bakan Bey
cevap veriyor. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - ...o
doktorun raporunun yanlış olduğunu iddia ederek, doktoru, savcı vermiştir
adliyeye; polis değil. Doktoru şikâyet eden cumhuriyet savcısıdır. Bu konuda
yazılı cevap verdim, yine burada konuşmalarınız ışığında tekrar yazılı cevap
vereceğim; ancak, şu anda görev yapan arkadaşlarım olduğu için, bunu, burada
dile getirmek istedim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın
Başkanım, çok önemli olduğu için... Yine, Sayın Yıldırım, mahallî idarelerle
ilgili konuyu sordu; bir silah ruhsatları, bir de Ahıska Türkleriyle,
kapatacağım. Eğer müsaade ederseniz, üç konu; yoksa, kısa keseyim. BAŞKAN - Mermiyi de söyleyecekseniz buyurun. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Hay hay
efendim. Ülkemizde, mahallî idarelerin merkezî idareden sürekli
kaynak bekleyen, gerekli özerklik, katılımcılık ve demokratiklik ilkeleri
yönünden yetersiz teşkilatlar olduğu, herkes tarafından genel kabul görmüş bir
gerçektir. İdarenin yeniden yapılandırılması çalışmalarının en temel
bölümlerinden biri olarak da, Merkezî İdare ile Mahallî İdareler Arasında Görev
Bölüşümü ve Hizmet İlişkileri Esasları ile Mahallî İdarelerle İlgili Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet
Meclisine intikal ettirilmiş olup, halen. İçişleri Komisyonunun kurmuş olduğu
alt komisyonda görüşülmektedir. Ben, Yüce Meclisin huzurunda, İçişleri
Komisyonumuza da, alt komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza da teşekkür
ediyorum. Alt komisyonda, grubu bulunan bütün siyasî partilerin üyeleri var. Bu
tasarının, bu alt komisyonda görüşülmesiyle en iyi şekli alacağına inanıyorum;
daha sonra da, Yüce Meclisin yapacağı katkılarla daha da olgunlaştırılıp bir an
önce yasalaşacağını ve yerel yönetimlerin yetki ve kaynak yönünden
güçlendirilmesi yönünde de önemli bir adım atılacağını ümit ediyorum. Bunu hep
beraber yapacağız. Çok üzerinde
durulan bir konu da, silah ruhsatları konusudur. Silah ruhsatları için bir
yönetmelik var. Bu yönetmelik, devam edip gelen, hepimizin şu anda tabi olduğu
yönetmeliktir; ama, bu yönetmelikten çok şikâyetler oldu, milletvekili
arkadaşlarımızın talepleri oldu. Ben de, Emniyet Genel Müdürlüğü kanalıyla, bu
yönetmelikte değişiklik yapılması için, ilgili bakanlıkların görüşlerini
almalarını istedim. Bu görüş yazıları yazıldı, zaman zaman da basında tartışıldı.
Amacımız, hiçbir zaman millet silahlandırmak, milleti şiddete teşvik etmek
değil; sadece, yürüyen yönetmelikteki aksaklıkları gidermektir. Sayın
Başbakanın da üzerinde ısrarla durduğu, ruhsatlı silahlara yıllık verilen mermi
miktarıyla ilgili bir talimatları var. Tabiî, bunun da yönetmelik meselesi
olduğunu; ama, yine, pratikte yaptığımız araştırmalarda, şu anda, ruhsatlı
silahlara az mermi verilmesinden ötürü, Türkiye'de de, dışarıdan içeriye doğru
bir mermi kaçakçılığına tevessül olduğu yapılan tespitlerdendir. BAŞKAN - Üstelik de, Makine Kimya iflas etmek üzere,
satamadığı için. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Bütün
bunları kapsayacak şekilde bir yönetmelik taslağı hazırlanmaktadır; ancak,
arkadaşlarımızın, burada, bir an önce bu konuyu gündeme getirmeleri de, hem yıl
sonuna kadar harçlardan istifade etmek, harçları eski yıl oranlarıyla yatırmak,
hem de bu yıl da, bu haktan istifade ederek Makine Kimyanın çalışmasını
istemektir. Bu konuda, çalışma çabuklaştırılacaktır. Sayın Şen'in, göçmenler ve Ahıska Türkleriyle ilgili
sorusuna da, isterseniz şimdi cevap vereyim, isterseniz yazılı cevap vereyim;
nasıl emrederseniz... Diğer konuların hepsine de yazılı cevap vereceğiz. Sayın Şen, bu konuda girişimlerimiz var. Konuşmamda da
belirttim; ama, yine, yazılı cevap vereceğiz. Bu konuları araştırmak için
çalışmalar da var. Ben, soru soran arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.
Sadece buraya gelen cevaplarla ilgili değil, bizzat gelerek, şifahen veya
yazılı bir pusulayla göndereceğiniz her konuya, Emniyet Genel Müdürlüğü,
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı cevap vermeye hazırdır.
Unutmayınız ki, önce, sizlerin sorularına şeffaf bir şekilde cevap vereceğiz,
daha sonra da vatandaşımızın huzur ve güvenini sağlamaya devam edeceğiz. Hepinize, katkılarınız için teşekkür edip, saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum efendim. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Bakan, yönetmelik
değişikliğinden vazgeçmeyin. On tane şikâyet varsa, binlerce kişi de bu
yönetmelik değişikliğini bekliyor. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyoruz. Şimdi, sırasıyla, 9 uncu turda... KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, şu kitaptan kaç
tane basılmıştır; maliyeti ne kadardır? Sayın Bakan seçim döneminde... BAŞKAN - Efendim, şimdi ben onu özel soracağım, size
anlatacağım. Sayın Genç, zatıâliniz Meclis Başkanvekilisiniz; bu kitapların
nasıl basıldığını siz biliyorsunuz. Yani, temcit pilavı gibi... Niye bunu
yapıyorsunuz? Her dönemde, her bakan bunu basar. Başbakanlık Matbaasında
bastırmış, başka yerde bastırmamış. Şimdi, sırasıyla, 9 uncu turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım efendim: Sayın milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı 2002 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- İçişleri
Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 2.- İçişleri
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) EMNİYET
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 2.- Emniyet
Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: b ) JANDARMA
GENEL KOMUTANLIĞI 1.- Jandarma
Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Jandarma
Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: c ) SAHİL
GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1.- Sahil
Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Sahil
Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B ) ÇALIŞMA VE
SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir 2.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı A - C E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, böylece, İçişleri Bakanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî
yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum efendim. Sayın milletvekilleri, böylece, dokuzuncu tur
görüşmeler tamamlanmıştır. Nasıl olsa siz tebrikat yapacaksınız; bürokratların
salonu boşaltması için buna ihtiyaç var; birleşime 10 dakika ara veriyorum
efendim. Kapanma Saati
: 19.37 DÖRDÜNCÜ
OTURUM Açılma Saati: 19.50 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan
ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin Dördüncü Oturumunu
açıyorum. Onuncu tur görüşmelerine başlıyoruz. Onuncu turda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel
Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü bütçeleri
yer almaktadır. II. –KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922;
1/900; 3/900; 3/898; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) C) TARIM
VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1.-
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2.-
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) TARIM
REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.-
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
2002 Malî Yılı Bütçesi 2.-
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) SAĞLIK
BAKANLIĞI 1.-
Sağlık Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.-
Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı a) HUDUT
VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. – Hdut ve Sahillet Sağlık Genel
Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldı. Sayın milletvekilleri, bu tur için de soru cevap işlemi 20 dakikayla
sınırlandırılmıştır; şimdi bütçeye geçtikten sonra, sayın milletvekillerinin
isimlerini yazdırmalarını rica edeceğim efendim. Onuncu turda ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Ali
Uzunırmak; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın bütçesi üzerinde Grubum
adına söz almış bulunuyorum; sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen
vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, rakamlarla konuşmayacağım; çünkü, Tarım Bakanlığı,
geçen sene genel bütçeden binde 66 gibi bir pay almışken, bu sene pay binde
54'e düşmüş ve bu Bakanlığın imkân ve kabiliyetlerinin ne olabileceğini bu
rakamlar ifade etmektedir. Sayın Bakanın ve bakanlık çalışanlarının bu düşüşe
rağmen başarılı çalışmalarını tebrik etmek istiyorum. Başarı, çok imkânla çok
iş değil, kıt kaynaklara rağmen çok iş yapmaktır. Konuşmamı dört konuda toparlayacağım: Bir, tarıma bakışımız; iki,
destekleme politikaları; üç, yapısal değişiklikler ve koordinasyon; dört,
güncel problemler ve isteklerimiz olacaktır. Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ne yazık ki, tarım,
Türkiyemizde yanlış bakış açıları ve yanlış tercihler sonunda gereken önemde
değerlendirilememiştir. Halbuki, bugün gelişmiş ülkelerin kalkınmaları ve
insanlığın gelişmesi, ya tarımsal üretim araçları üreten, tarımsal üretime
girdi temin eden sanayiin ya da tarımsal ürünleri, yani tarımın çıktılarını
işleyen, mamul hale getiren sanayiyle olmuştur. Günlük faaliyetlerimizin her anında, hayatımızı idame ettirmek için her
merhalede tarımsal ürün veya mamule ihtiyaç duymaktayız. Bunlar bazen lüks
bazen vasat nitelikte olmakta; ama, yaşamımızı sürdürebilmek için onlar mutlak
ihtiyaçlarımız olmaktadır. Jeopolitiği ve jeostratejiye ulaşımı önemli kılan
unsurlardan birisi tarımsal üretim ve hammaddeler olmamış mıdır?! Dünden bugüne
tarihî İpekyolu bunu bize ismiyle ve fonksiyonuyla anlatmıyor mu? Nüfusun yüzde 35'i tarımdan geçiniyor deniliyor. Ben, bunun eksik
olduğunu ifade ediyorum; çünkü, tarıma girdi temin eden gübre fabrikası
çalışanları, traktör fabrikası çalışanları; mekanizasyon, tarımsal alet edevat
üreten zirai alet fabrikaları çalışanları ve tamircileri, çıktıları, ürünleri
işleyen tekstil, gıda sanayii, ambalaj sanayii, tarımsal ürün nakliyecileri;
halciler ve yeteri kadar maaş veremediğimiz, kırsal alandan, akrabalarından
gıda ihtiyacının birkısmını temin eden memurumuza kadar birçok kesim bu
sektörden hayat bulmuyor mu?! Demek ki, nüfus, yüzde 35'in çok üstünde ve bu
sektör de üretemez duruma gelirse, meydana gelecek ekonomik ve sosyal
problemlerin boyutunu takdirlerinize bırakıyorum. Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; modern tarımda, artık,
destekler, büyük oranda, girdilere değil, çıktılara, yani ürüne, yani çok
üretime, kaliteli üretime, randımana ve rekolteye yapılmaktadır. Bugüne kadar
Türkiye'de yapılan destekleme yöntemleri pahalı, kontrolsüz, kolaycı, yanlış ve
ilkeldir. Bundan dolayı, çiftçimiz, eline ulaşmayan paralarla, adına kesilen
faturalarla, haksız itham altındadır. Burada, inanarak ve önemle, ithamın
sahipleriyle, IMF yetkilileriyle, devlet yönetimimizle, halkımızla ve sizlerle
şu bilgileri paylaşmak, çiftçimizin üzerinden de bu haksız ithamı kaldırmak
istiyorum: "Ucuz gübre desteği" adı altında, gübre üreticilerine
vergi iadeleri ve teşvikler verilmiştir, kesilen faturalarla, kontrolsüz
nitelikte. Türkiye'deki tedbirler alınmazdan önceki gübre üretimine
baktığımızda, Edirne'den Hakkâri'ye Türk toprakları 5 parmak yüksekliğinde
gübreyle kaplansa, çiftçinin hanesine, bu kadar lüzumsuz ve haksız sübvanse
yazılırdı. 1994 yılında, 1993 yılı pamuk ürününe 4,6 trilyon liralık prim ödemesi
yapılmıştır ve Ziraat Bankasına Hazine tarafından zamanında ödenmediği için,
2000'li yıllara baktığımızda, çiftçinin hanesinde 12 katrilyon lira
görülmektedir. İşte, burada, çiftçinin sübvanse edildiği iddia edilmektedir. Bu
ülkede sermaye düşmanlığı yapmıyorum, yatırım indirimleri ve teşviklerle otel,
fabrika sahibi olup, artı, para biriktirenler olmuştur ve o zenginleri, o
holdingleri biliyoruz, tanıyoruz; ama, tarıma yapıldığı iddia edilen, sözde
yapılan, ama, eline ulaşmayan bu kadar büyük rakamlı desteklerden zengin olmuş
bir çiftçi ferdini göstermek mümkün değildir. Öyleyse, bu paralar iç
edilmiştir. Girdi desteklerinin sağlıklı olması için, çıktıya prim desteği sistemi
geliştirilmelidir ve ürün bazında yaygınlaştırılmalıdır. Sistem kalıcı
kılınırsa; 1- Girdi desteği de buradan yapılabilir; çünkü, 1 kilogram üretimde,
oradan yapmak istediğimiz gübre, mazot, ilaç gibi desteklerin miktarlarını
belirlemek mümkündür maliyet olarak. 2- Çiftçiye direkt ulaşacaktır; aracılar kalkacaktır, istismarcılar
kalkacaktır. 3- Ekonomi kayıt altına alınacaktır. Türk sanayiinin yüzde 80'i tarıma dayalıdır. Tarladan kalkan gıda ve
sanayi ürününü prim sistemiyle faturalandırdığımızda, kullanıcıya kadar olan
bütün zinciri malî kontrol altına almak mümkündür. Hatta, giriş ve çıkış
faturalarından, enerji ve işgücü gibi kaçakları bile tespit etmek kolaylaşır.
Örneğin, bir çırçır fabrikasında, kaç işçiyle, kaç makineyle, kaç
kilovatsaatte, kaç kilo pamuk işlenebileceği ve işlendiği gerçeği ortaya
çıkarılabilir. Hayvan başına verilecek et, süt primleriyle, deri sanayiinden,
mahalledeki mandıracıya kadar, kayıt altına alabilirsiniz. Bu sistem, devletin,
ne Hazinesine ne de Maliyesine yük getirir; aksine, işini kolaylaştırır,
gelirlerini artırır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; desteklemede finansman
politikamız sürdürülemez olmuştur; çünkü, yeni çıkan Bankalar Kanunu sonucu,
Ziraat Bankasının görevlendirilmesi mümkün değildir ve bugün, bankanın
faizlerinden dolayı, çiftçimizin kredi kullanabilmesi namümkün hale gelmiştir.
Dolayısıyla, Yeniden Yapılandırma Kurulu olarak adlandırdığımız ve içerisinde,
devletimizin çok değerli bürokratlarının da bulunduğu -Devlet Planlama
Teşkilatından, Hazine Müsteşarlığına, Maliye Bakanlığına, Dış Ticaret
Müsteşarlığına, Sanayi Bakanlığına, Ziraat Bankasına, Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğüne varıncaya kadar, bürokratlarımızın bulunduğu- bu kurul, Avrupa Birliğinde
olduğu gibi, Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Fonu işlevine çekilmelidir ve
bütün desteklemeler, yönlendirmeler, tarımda buradan yapılmalıdır ve etkin
kılınmalıdır. Bunun için, tarımda çerçeve kanunu olarak adlandırılan kanun, bir
an önce yürürlüğe konulmalı ve bu gerçekleştirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrudan gelir desteği de
sürdürülmelidir. Sayın Derviş, finans sektörünün problemlerinin halledildiğini,
sıranın reel sektörde olduğunu söylüyor. Eğer, reel sektörün en kolay tarifi
aranıyorsa, üretimin olduğu yer, tarım sektörüdür. Çiftçi, tarlada, Allah'ıyla
baş başadır, tabiatın şartlarını beklemektedir. Dolayısıyla, en çok desteğe
ihtiyaç duyan, en helal üreten ve alnının teriyle üreten, çiftçi kesimimizdir.
Her türlü tarımsal üretim, açık alanda yapılmakta ve dolayısıyla, tabiî
afetlere en açık sektör olma özelliğini taşımaktadır. 2090 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen, bütçeye ödenek
konulmamıştır. Bütçeye ödenek konulmalı, hatta ve hatta, bu dar ödeneklerle
bile, tarım ürünleri sigortası yasası bir an önce çıkarılmalı, bütçeye konulan
bu ödenekle, tarım primleri -bir kısmı teşvik olarak devletimiz tarafından
verilerek- kolaylaştırılmalıdır. Üretim bazında, çiftçi örgütlenmemiz yeterli
değildir. Ürün bazında tek olmak kaydıyla, üretici birlikleri örgütlenmeli ve
bu bağlamda, üretici birlikleri yasası bir an önce çıkarılmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımımızın en önemli problemi,
gerçek manada anlaşılamamış olması ve devletimizde koordinasyonun kurulamamasıdır;
ama, son zamanlarda, biliyoruz ve duyuyoruz ki, tarımın koordinasyonuyla
görevli olarak, başta, işin sahibi olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü
Yusuf Gökalp olmak üzere, Sayın Hüsamettin Özkan, Sayın Tunca Toskay, Sayın
Şükrü Sina Gürel, Sayın Kemal Derviş ve Sayın Sümer Oral Bakanlarımız, konuyu,
kısa, orta ve uzun vadede, tarım politikalarımızla ilgili irdelemektedirler.
Güncel problemlerimizde, Ziraat Bankası ve aynı zamanda, tarım kredi borçları,
en büyük çiftçi problemidir. Bunun, bir an önce hallolmasını, bu değerli kurul
üyesi bakanlarımızdan rica ve istirham ediyoruz. Bunun yanında, son prim uygulamalarında, kararnamedeki bir
anlaşmazlıktan dolayı bu kurulda görev alan sayın bakanlarımıza ve aynı zamanda
57 nci cumhuriyet hükümetine de teşekkür etmek istiyorum. Uygulama genelgesinde
yalnız bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Geçen sene, hazine arazilerimizde
üretim yapan üreticilerimiz primlerini alamadılar; çünkü, kira sözleşmesi
yerine ecrimisil makbuzları geçmedi. Uygulama kararnamesinde, bu sene -bilhassa
üretime prim veriyorsak, ürüne prim veriyorsak- bu insanlar, hazine
arazilerinde üretim yaptı diye cezalandırılmamalı ve onların ecrimisil
makbuzları kira sözleşmesi yerine geçmeli, bunlar da gereken primi
alabilmelidir. Çiftçimiz, hasretle bu haberleri beklemektedir. Tekrar, öneminden dolayı, tarım kredi ve Ziraat Bankasıyla ilgili
borçlara dönmek istiyorum ve en kısa zamanda hallolması dilek ve
temennilerimle, sizleri ve Sayın bakanları saygılarımla selamlıyor, Allah'a emanet
ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru, buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce
Heyeti saygıyla selamlıyorum. Genel bütçe içerisinde Sağlık Bakanlığına ayrılan payın yüzde 2,40
civarında olduğu, bu miktarın yüzde 78'inin personel giderlerine, ancak yüzde
9'unun yatırım giderlerine ayrıldığı bir bütçeyi hep beraber konuşuyoruz. Türk Devleti, bugüne kadar, sağlık konusunda küçümsenmeyecek derecede
mesafe almış ve bölgesinde önder duruma gelmiştir. Ülkemizin bu anlamda
başarıları, bütün eksikliklerine ve kendi dışında nedenlere bağlı olarak
yapamadıklarına rağmen, devletin doğrudan katkıları neticesi elde edilmiştir.
Devletimizin kaynakları, şu ve bu biçimde tartışılabilir tercihleri bir kenara
koyarsak, uygun miktarlarda sağlığa ayrılmış ve bugün, bulunulan bu noktaya
gelinmiştir. Yine de, bunun iyi değerlendirildiği kanaatindeyim., Bakanlık, son
yıllarda 50'nin üzerinde hastane inşaatı bitirmiş ve 112 acil hizmet birimi
ülke genelinde hizmete girmiştir. Ayrıca, ülkemizin birçok devlet hastanesinde
vardiya sistemine geçilmiş, ameliyathaneler başta olmak üzere birçok alet
rantabl şekilde kullanılır duruma gelmiştir. Kaynak ve personel tasarrufu
sağlanmış, vatandaşlar tarafından bu hizmet memnuniyetle karşılanmıştır. Dünyada bilginin giderek artan gücüyle sağlık alanında baş döndürücü
teknolojik ilerlemeler olmaktadır. Yaratılan yenilikler hizmet ve araca
dönüşürken, karşımıza birkaç önemli sorun da çıkmaya başlamıştır. Bunlardan
birincisi, teknolojinin son derece yüksek maliyetler içermesidir. İkincisi,
sağlık yönetiminde kişi ve organizasyon olarak bilginin uygulanması sonucu yeni
yaklaşımların ortaya konulmasıdır. Üçüncüsü, bunların da bir sonucu olarak
sağlık standartlarının hızla yükselmesi olmuştur. Öte yandan, bunların yanında,
hızla artan sayıda yeni ilaçların bulunması ve kullanılması, bir yandan yeni
tedavi imkânları sunarken, öte yandan yeni pazar alanları oluşturarak, sağlık
harcamalarının yükselmesine neden olmaktadır. Ülkemiz, bu gelişmelere yetişmede zorlanmış bilgi, ilaç ve araç
ithalatına daha yüksek paralar ödemek durumunda kalmıştır. Bütün bu gelişmeler
karşısında, öncelikli olarak sağlık alanında siyasî ve ideolojik tercihleri bir
kenara koyarak, çağdaş yönetim sistemlerini, ülkemizin kültürüne özelleştirerek
bir an önce uygulamaya koymalıyız. İkinci olarak, sağlık teşkilatlarında çalışan tüm personelin bilgi ve
becerilerini en üst düzeye çıkarmalıyız. Yönetici ve çalışanların kalitesini
artırmadığımız sürece, bulacağımız en güzel çözümlerin başarısız sonuçlanacağı
unutulmamalıdır. Üçüncü önemli görev, ülkemiz sağlık çalışanlarına dair verilerin,
istatistiklerin daha güvenli hale getirilmesidir. Sağlam verilere dayanmadan,
ne geleceği görmek ne de bir karar almak mümkündür. Örneğin, yurtdışına ne
kadar sağlık ödemesi yaptığımızı bilmemiz gerekir. Kamu kesiminin sağlık
harcamaları konusunda Maliye Bakanlığının bilgi vermesi mümkündür; ancak, bunun
içinde özel yoldan yapılmış harcamalar yoktur. Maliye Bakanlığımızın bildiği
kamu harcamalarında ise, yapılan masrafların ne kadarının ilaç gideri, ne
kadarının hizmet gideri ve ne kadarının tedavi gideri olduğunu ne yazık ki
bilmiyoruz. Bilgisayar kullanarak otomasyona geçen Maliye Bakanlığı, yurtdışı
sağlık harcamalarını tek kalemde kodlayarak bilgisayara girdiğinden bunun alt
sınırında yer alan harcamaları bilemiyor ve ayırımını yapamıyoruz. Modern sağlık hizmetlerinde büyük mesafeler alan ülkemizi, artık, sağlık
turizmine de süratli bir şekilde açmalıyız. Ülkemizde bulunan çeşitli kurumlara bağlı hastanelerde yatak işgal
oranlarının ne olduğunu, doğruluk derecesi tartışmalı da olsa, az çok
bildiğimiz halde, düşük olan yatak işgal oranlarının neden düşük olduğunun
ayırımına girmeliyiz. Sağlıklı bir veri toplama mekanizmamızın olması çok önemlidir. Yapılacak
çalışmalar, bu verilerin doğru bir şekilde değerlendirilmesinden sonra hayata
girebilecek özelliklere sahiptir. Harcamaların dağılımını hangi oranda
toplumsal hangi oranda bireysel tutacağız, ancak bundan sonra karar
verebiliriz. Sayın milletvekilleri, önemli görevlerimizden birisi de sağlıkla ilgili
bakanlığımızı nasıl konumlayacağımızdır. Şu anda, sağlıkla ilgili, Sağlık
Bakanlığı dışında, birçok kuruluş söz sahibidir; ancak, sorunları çözmek
istiyorsak, önce, etkin ve güçlü bir bakanlık oluşturmalıyız. Bakanlık
küçülecek mi, büyüyecek mi tercihi, güçlü ve etkin bir bakanlıktan sonra
verilecek bir karar olmalıdır. Öncelik ve sıralama esaslarını gözden kaçırarak
doğru adımlar atma şansımız yoktur. Sağlıkla ilgili çok çeşitli kuruluşların
olması bir anarşik ortam yaratmış, kaynaklar yerli yerinde kullanılmamıştır. Sağlık Bakanlığını, ülkemizin tüm sağlık politikalarını üreten, bu
politikaları yöneten, uygulayan bir yapı ve organizasyona getirmek
mecburiyetindeyiz. Ülkemizin, beş on sene sonraki senaryosu değil, elli yüz yıl
sonraki durumu gözönüne alınmalıdır. Sağlık politikasında, toplumsal yararı, bireysel yararın bir parça önüne
koyan, bireyi hiçbir biçimde dışlamayan, toplumcu bir yaklaşımı benimsemeliyiz.
Yapabileceklerimizi, ülkemizin iktisadî koşullarını ve gelecek nesilleri
gözeterek uygulamalıyız. Bakışımızı kamu sektörüne dönük olmaktan çıkararak,
ülkemizin her tarafını tüm sağlık hizmetleriyle konsantre hale getirmeliyiz. Özel sağlık hizmetlerini, üvey evlat görerek öncelik tanımamanın bir
faydası yoktur. Özel sağlık hizmetlerini yakından takip etmek
mecburiyetindeyiz. Özel sağlık kuruluşlarına KDV ve diğer vergilerde indirim
yapılarak destek olunmalıdır. Azaltılan bölümlerden yapılan tasarrufun bir
bölümünün personel eğitimine ve araştırmalara ayrılmasını sağlayabiliriz. Son yıllarda devlet hastanelerimizde çok büyük gelişmeler olmuştur. Özel
hastanelerden hatta tıp fakültesi hastanelerinden bile çok daha güzel
hastanelerimiz vardır. Bunlardan örnek verilmesi gerekirse, Tokat Devlet
Hastanesi, Tokat Doğumevi Hastanesi, ilçe hastaneleri olarak Erbaa ve Niksar
Hastaneleri gibi hastanelerimiz, şu anda görünüm itibariyle, vermekte oldukları
hizmetler itibariyle özel hastaneleri aratmayacak şekildedir. Ülkemizin bütününde sağlık standartları belirlenirken bu standartlara
uyum sağlanmalı, korunmasını ve geliştirilmesini öncelikler arasına almalıyız.
Her binaya hastane, her araca ambulans, her sağlık girişimine tedavi hizmeti
olarak bakmaktan vazgeçmek zorundayız. Ülkemizin bir teknoloji çöplüğüne dönüşmesinin
önüne geçilmelidir. Bu, sağlık hizmetlerinde maliyetleri düşürürken, ayrıca
hizmet sunum kalitesini de artıracaktır. Ülkemizde tıbbî teknolojinin gelişmesiyle beraber, röntgen, MR,
tomografi, laboratuvar hizmetleri gibi doktorlar tarafından istenilen tetkikler
çok büyük maliyetlere ulaşmıştır. İstenilen tetkiklerin de ayırımını
yapmalıyız. Son yıllarda, gelişmiş ülkelerde, tıbbî görüntüleme yöntemleri
hangi durumlarda kullanılmalıdır, bununla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Şu
anda ülkemizde çok sayıda MR, tomografi, ultrason, eko cihazı bulunmakta ve her
gün binlerce tetkik istenmektedir. Zengin bir ülke olmadığımıza göre, pahalı
olan tetkiklerin istenmesinde dünyanın uyguladığı usulü göz önüne almak
mecburiyetindeyiz. Halkımızı bilgilendirmekle önüne geçebileceğimiz hastalık ve buna bağlı
tedavi ve ilaç giderlerinin düşürülmesi mümkünken, standart dışı yaklaşımlar
nedeniyle, gereksiz insan emeği ve ilaç giderlerinin doğurduğu maliyetlerin
üstesinden gelemiyoruz. Biz değil, en zengin ülkeler de bu tür savurganlıkların
üstesinden gelemez. Sağlık Bakanlığı ikinci basamak sağlık hizmetlerinden bir süreç
içerisinde çekilmeli ve doğrudan sınırlı hizmetlerden en önemlisi olan koruyucu
sağlık hizmetleri ve birinci basamak tedavi hizmetlerine yönelmelidir; ikinci
basamak sağlık hizmetlerinin yerel yönetimler, kâr amacı gütmeyen vakıflar ve
özel işletmeler aracılığıyla verilmesi sağlanmalıdır. Ancak, bu kurumların
verdiği hizmetlerin gözlem, denetim ve gelişmesi için gerekenler elbette Sağlık
Bakanlığı tarafından yapılmalıdır. Yine, sağlık hizmetinin herhangi bir
zincirinde tekelleşme görüldüğünde doğrudan veya dolaylı müdahalede bulunmak
görevi Bakanlığın olmalıdır. Çevremize ve doğal zenginliklere sahip çıkarken, birinci basamak sağlık
hizmetlerinin önemini ülke gündemine taşımak, sağlık konusunun, tüm ülkenin
ortak konusu olduğu fikrini herkese benimsetmeliyiz. Bunun sonucunda
hastalıkların, hastaların sayısı azalacak, herkesin sağlık seviyesi
yükselecektir. Ancak, ülkemizin ve bütün dünyanın bir sorunu olan fakirlerin, sosyal
güvencesi olmayan insanların durumu ne olacaktır. Bütün söylenenlerin en hassas
noktası burasıdır. Burada "asgarî sağlık hizmeti" kavramı
benimsenmelidir. Ülkemizin gücü nispetinde şartlara göre ilan edilerek, sürekli
güncelleştireceğimiz en az herkesin alacağı bir asgarî sağlık hizmetini
tanımlamalıyız. Bu hizmetin adı, kişisel sağlık sigortası olsun, kim sunarsa
sunsun, finansmanı, gereken her durumda, devlet tarafından karşılanmalıdır. Bu
işlemi Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturmak ve uygulamak zorundayız.
Nüfusumuzun yüzde 15'i civarındaki bu insanların durumu acilen gözönüne
alınmalı, yeşil kartla, Sosyal Dayanışma Fonuyla çözümlere bırakmamalıyız.
Sosyal devlet olma ilkesi süratle gerçekleştirilmelidir. Bu konuda Sağlık
Bakanlığımızın hazırlamış olduğu kişisel sağlık sigortasıyla ilgili
çalışmaların da bir an önce sonuçlandırılmasını ve kanunlaştırılmasını
bekliyoruz. Bütün bu hizmetleri yürütürken, sağlık personelini de unutmamak gerekir.
Sağlık personelinin moralini ve motivasyonunu artırmak gerekmektedir. 1965
yılında çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, hizmetin özelliğini göz
önüne almamış, sağlık personelini de diğer memurlar statüsüne koymuştur. Bu
durum, sağlık personeli içerisinde beklentiye sebep olmuştur. Döner sermayeden
pay verilmesi ve bunun daha sonra tüm personele yaygınlaştırılması çok olumlu
bir çalışmadır. Çalışana çalıştığı kadar ücret verilmesi insan hakkı gereğidir.
Sağlık personeli zor şartlarda yetişmekte ve hemşiresiyle, doktoruyla yirmidört
saatten fazla, zaman zaman çalışmaktadır. Bu insanların bu durumunu gözönüne almalıyız.
Ayrıca, sağlık, tüm insanların en önemli bir varlığıdır. Sağlık
personeli, işinden dolayı birçok riski de taşımaktadır. Hastayı muayene eden,
ameliyatı yapan doktor, kan tetkikiyle uğraşan laborant, kan alan hemşire, kan
taşıyan hizmetli de bulaşıcı hastalıklardan dolayı risk taşımaktadır. Çalışan
ve çalışmayan risk altında bulunan personelin durumu gözönüne alınmalıdır.
Hemşire ve sağlık teknisyeni intibak konusunu beklemektedirler. Şu anda, birçok
sağlık personelinin -sağlık teknisyeni ve hemşire olarak- intibak konusunu çok
süratli bir şekilde halledilmesini beklemekte olduğunu da belirtmek istiyorum.
Bununla ilgili de kanunun çok kısa bir zamanda çıkarılması talep edilmektedir.
Ayrıca, bunların dışında yeni bir sağlık personel kanununun da çıkarılma
zamanın gelmiş olduğunu söylemek istiyoruz. Ülkemizde yetişen ebe, hemşire, sağlık memuru, tıbbî sekreter okulu
mezunları şu anda boş durmaktadır. Tüm sağlık kuruluşlarının hepsinde büyük
açık olmasına rağmen, bu meslek gruplarında atamalar yapılmamaktadır. Öğretmen,
Millî Eğitim Bakanlığı için ne kadar önemli ise, sağlıklı insan yetiştirmek ve
sağlığını korumak için de bu personellere çok önemli oranlarda ihtiyaç vardır.
Maliye Bakanlığı sağlık personelinin atanması için kadroları serbest
bırakmalıdır. Hemşiresi, ebesi, tıbbî sekreteri olmayan çok sayıda sağlıkocağı
ve evi vardır. Şu anda, birçok devlet hastanesinde hemşire ve ebe açığı olduğu
gözlenmektedir. Sayın milletvekilleri, sağlıkta eğitim de çok önemlidir. Personelin
göreve başlamasından, emekli oluncaya kadar hizmetiçi eğitimi çok önemlidir.
Doktorundan hasta bakıcısına kadar, yeni tıp tekniklerinden hasta bakımına
kadar, gelişmiş ülkeler seviyesinde olunmalıdır. Tıp fakültelerindeki eğitimin
kalitesi yükseltilmelidir. Artık, her üniversiteye bir tıp fakültesi kurmaktan
vazgeçmeliyiz. Diş hekimleriyle ilgili sorunlar da artık çözümlenmelidir. Diş hekimleri
de, tıp doktorları gibi, ihtisas yapmak istiyorlar. Onlar da, adil bir seçim
olanağı olan TUS gibi bir imtihan sonrası ihtisasla, asistan olmak istiyorlar;
bu düzenleme yapılmalıdır. Sağlık hizmetlerinde hizmetin her yönden başarılı olması ve toplumun
katkı ve katılımının gerektiği ölçüde sağlanması için, sürekli toplum eğitimi
yapılmalıdır. Hem okullardaki sağlık dersleri yoluyla hem de yaygıneğitim
metotlarıyla çok önemli bilgiler verilebilir. Çok küçük bilgilerin hayat
kurtaracağı unutulmamalıdır. Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaya
hakkı olduğu gibi, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek, devlet
kadar vatandaşın da görevidir. Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının katma bütçeli bir kuruluşu
olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Uluslararası Sağlık Tüzüğünü
ülkemizde uygulayarak, yabancı ülkelerden ülkemize girmesi muhtemel bulaşıcı
hastalıklara karşı önlem alarak, faaliyette bulunmaktadır. Bu kuruluş,
statüsüne yaklaşık 77 yıl önce kavuşmuştur. Bu kuruluş, AIDS gibi ve diğer
bulaşıcı virütik hastalıkların denetimini yapmaktadır, bulaşıcı hastalıklarda
karantina hizmeti vermektedir. Tüm giderlerini ve yatırımlarını kendi
gelirleriyle karşılayan bu kurumda da personel eksiklikleri vardır, yeterli
personel tahsisi yapılmalıdır. Bu kurumda da yeni yapılanma kanun tasarısı
çalışmaları vardır; bu kanunun da bir an önce çıkarılması beklenmektedir. Sayın milletvekilleri, inanmak, toplumu inandırmak, ilkeli olmak,
topluma karşı dürüst ve açık olmak, başarmanın ilk adımıdır. Ülkemizin
gerçeklerini, ekonomik şartlarını bilmek, topluma bildirmek zorundayız.
Ülkemizdeki tüm sağlık problemleri çözülmez değildir. Ben, biraz sağduyu ve
biraz da fedakârlıkla sorunların çoğunun çözüleceği kanaatindeyim. Durmaya, dinlenmeye hakkımızın olmadığı küreselleşen ve yeni dünya
düzeninin kurulmaya çalışıldığı 21 inci Yüzyılda, en önemli kavram zaman
olacaktır. Bu kavramı çok iyi şekilde değerlendirerek, dünyaya örnek olacak
lider ülke Türkiye'nin kurulmasının sağlıklı insanlar omzunda olacağı
düşüncesiyle, Sayın Bakan ve bürokratlarına, tüm sağlık çalışanlarına başarılar
diliyor, 2002 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize, insanlığa hayırlı olmasını
temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN- Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Van
Milletvekili Maliki Ejder Arvas'da. Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA MALİKİ EJDER ARVAS (Van)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde AK
Parti ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi,
bizi radyo ve televizyonları başında izleyen içi buruk Türk köylüsü ve
çiftçisini, salıyı çarşambaya bağlayan Kadir Gecesini ve pazar günü kutlanacak
olan mübarek Ramazan Bayramını şimdiden tebrik ediyor; bu bütçenin, tüm ülkemiz
için, Türk çiftçisi için hayırlara vesile olmasını temenni ederek,
konuşmalarıma başlıyorum. Ülkemiz nüfusunun yüzde 45'i tarımla iştigal etmektedir; yani, tarım,
25-26 milyon insanımızı ilgilendiren önemli bir meseledir. Buna rağmen, 2002
yılı bütçesinde Tarım Bakanlığına ayrılan pay, binde 5,5'tir. Tarım Bakanlığı
için hazırlanan bütçeyi incelediğimizde, 530 trilyon 282 milyar TL olan
bütçenin yüzde 85'i, büyük bir kısmı carî harcamalara ve personel harcamalarına
gitmektedir, yüzde 15'i yatırıma ayrılmaktadır. Tarım Bakanlığı bütçesi, bu
haliyle yatırımdan uzak, köylüyü kalkındırma ve sorunlarını çözme amacından
uzak bir yapıdadır. Zaten, ülkenin ekonomisini küçülten bir hükümetten de,
tarım ekonomisinin sorunlarını çözmesini beklemek fazla hayalcilik olur.
Türkiye, bu hükümetle, 1999'da yüzde 6,2, 2001'de yüzde 8,5 küçülmüştür. Buna
paralel olarak, tarım kesiminin de gayri safî millî hâsıladaki payı, 13,9 iken,
şimdi 13,5'e düşmüştür. 2002 yılında ise, 13,4'e düşeceği Devlet Planlama
Teşkilatı tarafından varsayılmıştır. Yani, IMF'ye verilen söz doğrultusunda
tarım sektörü tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Değerli arkadaşlar, kamuoyunda şöyle bir intiba yaratılmaya
çalışılmaktadır: Sözüm ona, sanayicinin, esnafın payı çiftçiye verilmiş,
tamamen yanlış ve kasıtlı... Konuyu biraz iyi niyetle araştırdığımızda bambaşka
bir tabloyla karşılaşıyoruz. 1985 yılından bu yana köylüye ve çiftçiye 33
milyar dolar para yardımı yapılmış. Ülkede, bir iki yılda 40-45 milyar dolar
hortumlayanlar çiftçi miydiler? Kesinlikle değildiler. 1999 yılında tarım
sektörüne ödenen 4 milyar dolardır. Bunun devlete maliyeti toplam 13 milyar
dolara ulaşmıştır. Bugün de bu paranın alacaklısı olan bankalar, devletin
gelirlerine ve malî inisiyatifine el koymuş durumdadır. IMF ve Dünya Bankası
yetkilileri vasıtasıyla ileri sürülen, tarım kesimine yıllardır fazla kaynak
aktarıldığı iddiası doğru değildir. Arkadaşlar, suçlu, çiftçi değildir; emeğe,
alınterine saygı göstermeyenlerdir. Sayın milletvekilleri, hükümet, tarımda, doğrudan gelir destek programı
diye bir şey uygulamaya çalışıyor. Arkadaşlar, bu proje, ülkemizin
gerçekleriyle örtüşmemektedir. Şöyle ki: Doğrudan gelir destek programı,
Avrupa'da ve Amerika'da, tarım sektöründe istihdam edilen bireylerin sanayi
sektörüne aktarımı için kullanılmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki yüzde 2-3'ler
düzeyindeki tarım nüfusuna karşılık yüzde 45'e varan bir tarım nüfusuna sahip
olmamıza rağmen, hububat verimliliği Danimarka'da 612, Japonya'da 597,
Arjantin'de 345, Özbekistan'da 259, ülkemizde ise 229 kilogram/dekar olarak
gerçekleşmektedir. Kişi başına düşen doğrudan tarımsal destek Avrupa Birliği
ülkelerinde 2 550, Amerika Birleşik Devletlerinde 4 500, ülkemizde ise sadece
40 dolardır. Yıllar yılı uygulanan yanlış politikalar, yirmibeş yıl önce tarımda
kendi kendine yeten 7 ülkeden birisi olan ülkemizi, bugün, bitkisel ve
hayvansal ürünler ithal eden bir ülke durumuna sokmuştur. Sayın milletvekilleri, ülkemizde, tarımsal destekleme politikalarında,
hayvancılık hep ihmal edilmiştir; bitkisel üretim sektörü, öncelikle
desteklenen sektör olmuştur. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, tarım sektörleri
gelirleri içinde hayvancılık sektörü geliri yüzde 70'ler civarında yer alırken,
Türkiye'de bu oranın yüzde 27 civarında olduğunu görüyoruz. Hayvancılık sektöründe yaşanan, yüksek maliyetlerden kaynaklanan
fiyatların etkisiyle, hem üretici hem de tüketiciler açısından, gerçekten,
olumsuz bir tablo vardır. Devlet Planlama Teşkilatına göre, 1998 yılında et açığı yokken, şu anda,
Türkiye'de, 21 000 ton civarında et açığı vardır. Hayvancılık sektöründe üretim maliyetlerinin düşürülmesine yönelik
teşvik unsurlarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu teşviklerin,
hayvancılık sektörünün en etkin girdisi olan kaba yem ve karma yem kullanımını
kapsama alması gerekmektedir. Sayın milletvekilleri, 2001 bütçesinde, tüm tarım teşvikleri içerisinde
hayvancılığa yüzde 4,5 ayrılmıştır. Bu sene de hayvancılığa ayrılan para, tüm
tarım teşvikleri içerisinde, yüzde 3,5'e düşürülmüştür. Yani, bu demek oluyor
ki, geçen yıldan yüzde 30 daha azına düşürüldü hayvancılığa verilen destek. Devlet İstatistik rakamlarına göre: 12 ayda, çiftçinin, hayvan
üreticilerinin eline geçen artış oranı yüzde 25 olarak gerçekleşmiştir. Buna
karşın, Türkiye'deki enflasyon artışları, ekim sonu itibariyle, yüzde 66'dır.
Yani, Türkiye'de enflasyon yüzde 66 olurken, hayvan üreticilerinin aldığı fiyat
artışı yüzde 25'tir. Hayvan üreticileri, mal varlıklarının yaklaşık yüzde
40'ını 57 nci hükümet zamanında yitirmiştir. Değerli arkadaşlar, bir basın organında çıkan habere göre, çiftçiye de
para ödenirken, Bağ-Kura borcu olup olmadığı araştırılacak veya tespit
edilecekmiş. Eğer borcu varsa, o borcu ödemesi istenecekmiş. Bu yöntemle 225
trilyon lira avantaj sağlayacakmış. Güzel; ama, çiftçiye para verirken neden
kılı kırk yarıyorlar da, rantiyecilere, hortumculara katrilyonlar verilirken
aynı hassasiyeti göstermiyorlar?!. On onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker
ihraç eden Türkiye gibi tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan
bu malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü
bulmak gerekir. Bunun sebebi, bize göre, uygulanan hatalı politikalardır,
yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir. 2002 yılı bütçesinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çalışanlarına hayırlı
olmasını diliyorum; çünkü, bu bütçede çiftçiyi, köylüyü ilgilendiren bir unsur
yoktur. Değerli milletvekilleri, hakikaten, Türkiye'de tarım ve hayvancılığın
durumuna baktığımızda, içleri acıtıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Ben, bundan
bir ay önce Urfa, Antep, Kilis'e gittim; malumunuz, güneydoğunun beyni orada
atıyor. Ortadoğu ülkelerine yapılan küçükbaş hayvan ihracatı dediğiniz zaman,
Adana'yı da bu illere katarsak, bu dört il önplana çıkıyordu. Bu yörede,
eskiden, besi yerleri karınca gibi kaynardı; o besi yerlerine baktık, hep
harabeye dönmüş, bütün ahırları yıkılmaya terk edilmiş; baykuşlardan başka
kimseyi göremezsiniz. Onun için, bu ülke, buna layık değil. Değerli arkadaşlar, 57 nci hükümet tarafından bu meseleye ayrılan paya
bakıyoruz, hakikaten, daha da içler acıtıcı bir olaydır. Aynı durum,
Türkiye'de, büyükbaş hayvan ürünlerinde de yaşanmaktadır. Bugün, Adapazarı'nda
ahırlara gidin bakın, hepsi yıkılmış. İzmir'de, hatta, Kayseri'de, Eskişehir'de
-eskiden mesleğim olduğu için bilirim bunları- şu anda bitme safhasındadır.
Onun için, Türkiye'nin kurtuluşu... Bakın, cumhuriyetin kuruluşundan sonra
gayri safî millî hâsılaya katkısı yüzde 50'dir. O gün de tarım ve hayvancılıkla
uğraş verenlerin oranı yüzde 45'tir, bugün de yine yüzde 45'tir; nüfus
artmasına rağmen; buna rağmen, bugün, gayri safî millî hâsılaya katkısı yüzde
13'lere düşmüş. Hakikaten, dünyanın ender ülkelerinden birinde yaşıyoruz, dört
mevsimi bir arada yaşıyoruz; suyu olsun, havası olsun, yani, her yönüyle... Bakın, benim kendi ilim Van, üretim bölgesidir, şu anda, yaylalar hep
boş, meralar hep boş. İnsanımızın yüzde 80'inin gelir kaynağı tarım ve
hayvancılıktır; bunu bitirdiniz. Bir tek ümit kaynağı kalmıştı, sınır ticareti;
onu da kestiniz. Bakın, sınır ticareti, hakikaten, hayvancılık için çok önem arz eden bir
unsurdur, benim kendi bölgem için, o bölgedeki üretici için çok önem arz eden
bir unsurdur; ama, bunu da yok ettiniz. Hiç olmazsa, çiftçi, buradan biraz ucuz
mazot alıyordu, onu da elinden aldınız. Ne olacak şimdi?! Devlet katkısı yok.
Hükümetler, yanlış politikalarla bu insanları bitiriyor. Yazık günahtır, günah! Hakikaten, nereye gidecekler?.. İstihdam açısından da -bakın, bugün
nüfusumuzun yüzde 45'i bu işle iştigal ediyor; yani, işsizlik de had
safhadadır- buna önem vermemiz lazım. Yani, bunu, yanlış politikalarla daha
nereye kadar götüreceğiz? IMF, Dünya Bankası... Bakın, Somali bunların pençesine girdi, ne oldu?!
Bizim, tarım sektörünü, IMF'nin, Dünya Bankasının pençesinden kurtarmamız
lazım. Dünya Bankası ile IMF'nin pençesinden kurtulmadığı müddetçe, mümkün
değil iyileşmez. Niyet mektubuna kalemleri koyarlar; bunu yapamazsın, bunu
ekemezsin, bunu edemezsin... Ee, ne yapacak o zaman?! Değerli arkadaşlar, bu yanlışlardan vazgeçmemiz lazım. Bu yanlış
politikalarla Türkiye'yi daha da çıkmaza sokarız. Türkiye'nin tek ümidi, bugün
Türkiye'yi kurtaracak olan da, tarım ve hayvancılıktır. Tarım ve hayvancılıkta elimizde bu kadar imkân varken, eğer bunu da
gözardı ediyorsak, bunu da ihmal ediyorsak, o zaman, hatayı başka yerde
aramanın hiçbir anlamı yoktur. Değerli arkadaşlar, benim sürem dolmak üzeredir. Ben, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının bütçesinin, tüm Türk çiftçisine, köylüsüne, ülkemize hayırlara
vesile olmasını temenni ediyor, 2002 yılının bolluk ve bereket yılı olmasını
Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum. Tekrar, şimdiden, kandilinizi ve bayramınızı
tebrik ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz; buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubunun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
hepinize saygılarımı sunarım. Değerli milletvekilleri, çağdaş ülkeler ile Türkiye arasındaki en önemli
farklılıklardan biri de, sağlık ve eğitim sistemindeki yetersizliklerdir. Sayın
bakanlarımız, istedikleri kadar, devlet hastanelerine ve SSK hastanelerine kalite
belgesi alıyorum desinler, ekonomik kriz pençesinde boğulmak üzere olan
vatandaşlarımız, yolları hastaneye düştüğünde, bürokratik işlemler, bitmek
bilmeyen kuyruklar ve yüksek fiyatla satılan ilaçlar nedeniyle canından bezmiş
durumdalar. 2002 yılı bütçesinin 2001 yılı bütçesine göre yüzde 103,4 arttığı bir
dönemde, Sağlık Bakanlığının bütçesinin yüzde 83,8 artması sosyal devlet
anlayışıyla pek bağdaşmamaktadır. Genel bütçeden sağlık sektörüne ayrılan pay
2001 yılında yüzde 2,7 iken, bu oran 2002 yılı için yüzde 2,4 olarak
öngörülmüştür. Bütçeden ödenen faiz ödemeleri dikkate alındığında, 2002 yılında
sağlık sektörüne ayrılan pay azalmıştır. Her sektörde olduğu gibi, faiz
ödemeleri, sağlık sektörüne ayrılan payları da azaltmıştır. Sağlık Bakanlığı,
kendisi için tahsis edilen bütçenin yüzde 78'ini personel ödemeleri için
harcarken, yüzde 8,7'sini ise yatırıma ayırmaktadır. Bu bütçe yapısıyla, sağlık
sektörünün sorunlarını çözmek mümkün değildir. Sağlık sektöründe Türkiye'nin dünyadaki yerine baktığımızda, durum hiç
de iç açıcı değildir. Türkiye, kendi gelir grubundaki ülkeler arasında, Sağlık
Bakanlığına en düşük kaynak ayıran ülkelerden birisidir. Genel bütçelerinde
sağlık için ayırdıkları pay yüzde 3 veya daha düşük olan ülkelerin hemen
tamamında kişi başına yıllık gelir Türkiye'nin çok altındadır. Ulusal gelirleri
Türkiye'den çok daha düşük olduğu halde, sağlık için daha fazla kaynağı
ayırabilen çok sayıda ülke bulunmaktadır. Örneğin, Angola'da gelir 410 dolar
iken, sağlık için yüzde 6; Arnavutluk'ta gelir 670 dolar iken, sağlık için
yüzde 6 pay ayrılmaktadır. OECD ülkelerinde toplam sağlık harcamalarının gayri
safî millî hâsıla içindeki oranı ortalama yüzde 7,2'dir. Aynı oran Türkiye'de
yüzde 3,7'dir. Görüldüğü gibi, Avrupa'da sağlık harcamalarının oranının en düşük olduğu
ülke Türkiye'dir. Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde, toplam sağlık
harcamaları, Türkiye'nin toplam gayri safî millî hâsılasından daha fazladır.
OECD ülkeleri içinde kişi başına yapılan sağlık harcaması bakımından en kötü
durumda olan Türkiye'de yılda kişi başına yapılan sağlık harcaması toplam 108
dolarken, OECD ülkelerinde ortalama 1 828 dolardır. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, yüzde 3'lük bütçe payı, 108
dolarlık kişi başı yıllık sağlık harcaması ve Sağlık Bakanlığı kaynaklarını
kullanarak vakıf kurmakla, sağlık sektöründe yaşanan sorunları çözmek mümkün
değildir. Bu nedenle, bütçe payının artırılması ve bütçe kaynaklarının çok iyi
değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişi başına millî geliri 3 000 doların da
altına düşen halkımız, en temel hakkı olan sağlık sisteminden yararlanma
hakkını da kaybetmektedir. Ekonomik krizi çözmeyen hükümet, sürekli kan
kaybeden sağlık sisteminin felç oluşuna da seyirci kalmaktadır. Sağlık hizmeti ihmal edilebilir veya belli bir süre geciktirilebilir bir
hizmet değildir. Sağlık hizmeti, herkesin her zaman ihtiyaç duyabileceği bir
hizmettir. Sağlık sistemimizin sunduğu hizmetten, hem hizmeti sunanlar hem de
hizmetten yararlananlar memnun değildir. Sağlık hizmetlerindeki yetersizliği,
sağlık hizmetine ilişkin göstergelerden görmek mümkündür. Türkiye'de bebek ölüm hızı binde 34 gibi çok yüksek düzeydedir. Ortalama
insan ömrü 70 yılın altındadır. 797 kişiye 1 hekim, 4 514 kişiye 1 diş hekimi,
861 kişiye 1 hemşire, 11 461 kişiye 1 sağlık ocağı ve 379 kişiye 1 hasta yatağı
düşmektedir. Hasta yataklarının yüzde 38'i nüfusun yüzde 25'inin yaşadığı 3
büyük kentte toplanmaktadır. Ülke genelinde yatak kullanım oranı yüzde 60 iken,
ilçe hastanelerinde yatak kullanım oranı ise, yüzde 25'tir. Türkiye'de sağlık harcamalarında maliyet etkinliği en yüksek hizmet olan
koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan pay düşük ve binde 9 oranındadır. Bir
başka deyişle, Türkiye'de sağlığın korunmasına verilen önem en fazla yüzde
1'dir, kalan yüzde 99'luk kısım, tedavi edici sağlık hizmetlerine
yönelmektedir. Türkiye'de bulaşıcı ve aşıyla korunabilir hastalıkların sıklığı, nüfus
artış hızının yüksekliği dikkate alınırsa, bu oran oldukça kötüdür. Koruyucu
sağlık hizmetlerinin, toplam sağlık harcamaları içindeki payı 1992'de yüzde 2,2
iken, 1996 sonunda binde 99 gerilemiş, dolar değerinde ele alındığında durum
son derece olumsuzdur. Koruyucu sağlık harcamalarıyla ilgili diğer dramatik nokta, koruyucu
sağlık hizmeti veren tek kuruluşun Sağlık Bakanlığı olmasıdır. Özel sağlık
sektörünün, sağlığın korunmasına yönelik hemen hiçbir uygulamasının bulunmadığı
söylenebilir. Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle halkın gelir seviyesinin düşmesi,
işsizlik oranlarının artması, sağlık sektöründeki Sağlık Bakanlığını da önemli
hale getirmiştir; çünkü, insanlarımızın, özel sağlık kuruluşlarına gidecek ve
tedavi olacak güçleri kalmamıştır. 2001 yılında yeşil kartlı hastalar için
ayrılan 105 trilyonluk kaynağa rağmen, yıl sonu itibariyle 250 trilyonluk
harcama yapılacağının anlaşılması, bunun en önemli göstergesidir. Son bir yıl içinde 1 000 000'dan fazla kişinin işsiz kaldığı, insanların
geleceğinden endişe ettiği, işi olanların dahi yarın işsiz kalabilirim korkusu
yaşadığı ve nüfusun üçte 1'inin açlık sınırında yaşadığı ülkemizde,
insanlarımızın ruhsal sağlıkları bozulmuştur. İntihar olaylarının, kapkaç
terörünün ve boşanma oranlarının artması, bunun en açık göstergeleridir. Yaşanan krizden, krizin sorumlusu olan partilerin vurdumduymaz
davranışlarından ve alay edercesine yapılan zamlardan, buna karşılık artmayan
ücretlerden bunalan insanlarımızın içine düştüğü stres, üzüntü ve gıdasızlık
gibi nedenler, verem ve grip gibi bulaşıcı hastalıkların ortaya hızla
yayılmasına neden olacaktır. Türkiye'de sağlık sektöründe planlama sorunu vardır. Dünyanın hiçbir
ülkesinde sağlık sektörü bizdeki gibi çokbaşlı değildir. 2000 yılı verilerine
göre, toplam 1 220 hastanenin sadece 742'si Sağlık Bakanlığına aittir. Bunun
116'sı SSK Genel Müdürlüğüne, 10'u çeşitli KİT'lere, 43'ü tıp fakültelerine ve
230'u özel sektöre aittir. Bu, çokbaşlılıktan kurtarılmalıdır. Sağlık personeli, araç ve gereç sayısındaki yetersizlik, büyük illere
hasta akını olmasına neden olmaktadır. Türkiye'de halk sağlığı göstergeleri, yani, halkın sağlık düzeyi,
gelirinden beklenmedik derecede kötüdür ve sağlık göstergeleri arasında ciddî
eşitsizlikler vardır. Sağlık personelinin geçim sıkıntısı gittikçe artmaktadır.
Diğer kamu personeli gibi maaşları enflasyon karşısında ezilen sağlık personeli
de geçim sıkıntısı içerisindedir. Hastanelerde görev yapan hemşireler belirli branşa sahip olmadıklarından
dolayı sık sık servisleri değiştirilmektedir. Bu durum, çalışma verimini
düşürmektedir. Gelişmiş ülkelerde tüm sağlık hizmetleri için harcanan paranın yüzde
15'i ilaç tüketimini oluştururken, ülkemizde bu pay, sosyal güvenlik
kuruluşlarının harcamaları içerisinde yüzde 50'yi aşmış durumdadır. Her üç
reçetenin birinde antibiyotikler yer almakta. Reçete başına üç beş kalem ilaç
yazılmaktadır. Bugünlerde gazetelerde çıkan haberlere göre, ilaç firmaları, kendi
ilaçlarının yazılması karşılığında doktorlara gayri ahlakî promosyonlar dahi
sunabilmektedirler. Bunun karşılığında lüzumsuz ilaçlar yazılmakta, reçeteler
kabartılmakta ve ilaç israfı had safhaya varmaktadır. İlaç firmalarının talebi üzerine, doktorlar hastalarını kobay gibi
kullanabilmektedirler. Bu tür uygulamalara, mutlaka, dur demek lazımdır. MEHMET TELEK (Afyon) - Hiçbir hekim hastasını kobay olarak kullanmaz. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Son günlerde gazetelerde çıkan haberlere göre,
bazı doktorların Antalya'da bir yerlere götürüldüğünü hatırlatırım size. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım. VAHİT KAYRICI (Çorum) - Onu gazetelere veren adamlara sor. BAŞKAN - Lütfen efendim, karşılıklı konuşmayalım. Genel Kurula hitap edin efendim; cevap vermeyin... ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sağlık sektöründe kamuya ait kaynaklar ve
işgücü, bazı kişilerin özel hizmetleri ve kazançları için kullanılmaktadır. Ülkemizde, beş yıldan beri verilen mezunlara rağmen, Sağlık Bakanlığının
112 Hızır Acil Servis ambulanslarında özel eğitimi olmayan doktor, hemşire ve
sağlık memurları çalışmaktadır. Özel sektörün sağlık yatırımları teşvik edilmelidir. Özel hastaneler
teşvik edilirken, aynı zamanda bakanlık tarafından sıkı bir denetime tabi
tutulmalıdır. Dünyanın hiçbir yerinde özel sağlık kuruluşlarının bu kadar yüksek KDV
ödediği görülmemiştir. Eğer, sağlık hizmetlerine devlet olarak gerekli ödeneği
ayıramıyorsak, özel sağlık sistemlerini özendirici hale getirmek zorundayız. Bu
nedenle, sağlık hizmetlerinden alınan KDV'nin mutlaka aşağıya çekilmesi
gerekmektedir. Hastanelerin idarî ve malî sorunlarının çözümü için hastane işletmeleri
özerk bir yapıya kavuşturulmalı ve çağdaş işletmecilik ilkelerine göre
yönetilmelidir. Özveriyle çalışan sağlık personelinin kaliteli ve yeterli sağlık hizmeti
verebilmesi için sorunlarının giderilmesi gerekmektedir. Sağlık personelinin
ekgöstergeleri ve tazminat oranları artırılmak suretiyle, maaş yetersizliği
sorunu acilen giderilmelidir. Personelin çalışma koşulları iyileştirilmelidir.
Bu amaçla, hekimlerin ve diğer sağlık personelinin ücretli izinleri
artırılmalı, yurtiçi ve yurtdışı bilimsel toplantılara katılmaları sağlanmalı,
yataklı tüm tedavi kurumlarında nöbet ücreti ödenmesi gibi önlemler
alınmalıdır. Bugün, ülkemizde 21 ve 22 000 000 arasında, hiçbir sosyal güvenlik
kurumuna bağlı olmayan insanımız bulunmaktadır. Bunlar, sağlık alanında gerek
sağlık sigortası veya bir başka biçimde sağlık sigortası çatısı altında
toplanmalı, sağlık primi veremeyecek durumda olan vatandaşlarımızın primleri
devlet tarafından karşılanarak sosyal bir güvenceye kavuşturulmalıdır. Sağlık alanında hizmet verecek personelin, meslek liselerinin ötesinde
üniversitelerden ve yüksekokullardan mezun olan daha iyi eğitim almış
insanlardan oluşması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı, özellikle, sağlık
alanında verilecek eğitimin ve standartların oluşması yönünde etkin görev yapan
kurum haline getirilmelidir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, hızlı kentleşmeyle birlikte artan kentli
nüfusun birinci basamak sağlık hizmeti talebini karşılayacak etkin bir model
olan aile hekimliğine ve koruyucu hekimliğine daha çok önem verilmelidir. Sağlık personelimizin yetersiz olduğu illerdeki sağlık hizmet
birimlerinde personel istihdamı için özendirici tedbirler alınmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verilmeli ve bu hizmetin temel
sağlık hizmetleriyle birlikte yaygın, sürekli ve etkili sunulması
gerekmektedir. BAŞKAN - Sayın Öksüz, son 30 saniyeniz. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım. Genel bütçe olanaklarının elvermemesi, sağlık konusunda yapılması
gereken atılımları engellemektedir. Türkiye'nin bu modeli değiştirmesi ve bu
modeli yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Kişiyi sağlık sigortası kapsamında tutup, hizmeti kişiye vererek sağlık
işletmelerini birbiriyle rekabet eder hale getirmek gerekmektedir. Sağlık mesleği, mesaisi olmayan bir meslektir. Bu nedenle, yirmidört
saat sağlık hizmeti verilen bu mesleğin çalışanları bir çerçevede
değerlendirilmeli ve sağlık çalışanlarının ücretlerinde iyileştirmeler
yapılmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlarsanız... ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan. Meslek kutsaldır. Hiçbir meslek, başka bir mesleğin yardımcısı değildir.
Meslekler birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisidir. Ancak, Sağlık
Bakanlığında hekimdışı sağlık personeline "yardımcı sağlık personeli"
denilmesi, sağlık memuru, ebe, hemşire gibi sağlık personelini rencide
etmektedir. Bu nedenle, Sağlık Bakanı bu uygulamayı bir an önce kaldırmalıdır. Yüksekokulu bitirmiş olan hekimdışı sağlık personelinin ekgöstergeleri
lise seviyesindedir. Bu durum düzeltilmelidir. Sağlık personelinin gezi,
görevlendirme ve nöbet gibi fazla çalışma ücretleri zamanında ödenmemektedir.
Bu tür ücretler zamanında ödenmelidir. Çalışma kalitesinin artırılması için hemşireler mutlaka branş
eğitiminden geçirilmelidir. Sağlık bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler,
hepinize saygılar sunarım. (AK Parti, SP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederim efendim. Efendim, söz sırası Doğru Yol Partisinde. Doğru Yol Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay;
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Bakanlığının 2002 yılı bütçesi dolayısıyla Doğru Yol
Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, tarım, özellikle son üç yıldır, herhalde,
ülkemizin en çok konuşulan konularının başında gelmektedir. Zira, bu dönemde,
57 nci hükümetin uyguladığı politikaların, aldığı kararların, yürürlüğe koyduğu
programların başlıca mağduru tarım kesimi olmuştur. Maalesef, bu dönemde,
ekonomiyi düzeltme, vaziyeti kurtarma adına bu hayatî sektör feda edilmiştir.
Üstelik, 2001 yılı içerisinde meydana gelen ekonomik krizlerin en ağır faturası
da bu kesime çıkarılmıştır. Niçin böyle olmuştur da bu sektör bu kadar büyük bir çaresizliğe mahkûm
edilmiştir; çünkü, bu hükümetin, IMF'nin ve Sayın Derviş'in anlayışına göre,
Türkiye'deki ekonomik çöküşün sorumlusu tarım sektörüdür. Tarım sektörüne,
yıllardan beri, politik gayelerle ve münhasıran oy kaygısıyla, haksız, gereksiz
ve fazla kaynak aktarılmıştır. Yaşadığımız ekonomik krizin de temel sebebi
tarım sektörüdür. Bunun için, derhal, tarımdaki her türlü destekleme ve devlet
korumacılığı kaldırılmalı, kaynak aktarımı kesilmelidir... Evet, bu yanlış, haksız, tutarsız mantık ve anlayış hükümetin programına
da bütçesine de IMF'ye verdiği niyet mektuplarına da aynen yansıtılmış ve 2003
yılı başına kadar bütün desteklemelerin kaldırılacağı taahhüt edilmiştir ve
bunlar açıkça yer almıştır. Bugün, 57 nci hükümetin bu programı, maalesef, aynen ve tavizsiz olarak
uygulanmaktadır. Türk tarımının, geriye dönüşü olmayan bu yola sokulması, 25
000 000 çalışanıyla bir sektörün tasfiye edilmesi, elbette ki cumhuriyet
tarihinde görülmemiş bir zulümdür ve geleceğimizi ipotek altına alacak yanlış
bir uygulamadır. Değerli milletvekilleri, bu program gereğince tarımdaki bütün
desteklemeler kaldırılmıştır. Çıkarılan yasalarla, haklı rekabet şartlarında,
dünyadaki diğer ülkelerle rekabet edebilecek nitelikteki milyonlarca uzmanlaşmış
üretici kitlesi tarımsal üretimin dışına itilmiştir. Tütün Kanunuyla, tütündeki devlet tekeli, daha doğrusu, devlet şemsiyesi
kaldırılmış ve bu küçük çiftçi, Philip Morris'lerin, uluslararası sigara
tekellerinin insafına terk edilmiştir; aynı şekilde, Şeker Kanunuyla, Türk
şeker piyasası, dünya şekerine ve tatlandırıcısına açık pazar haline
getirilmiştir. Bir de denilmektedir ki: "Bu ürünleri tasfiye ediyoruz;
ama, bunun yerine alternatif ürünler geliştireceğiz." Bu arayış, mantıkla,
izanla ve rasyonel bir düşünce tarzıyla asla bağdaşabilen bir anlayış değildir;
çünkü, bu sektörleri, sadece bu üretimden ibaret görmemek lazım. Şeker sektörü
dediğiniz zaman, 10 000 000 kişiyi ilgilendiren, diğer tarım sektörlerini,
başta hayvancılık olmak üzere birinci derecede, ilgilendiren, alkol sanayiinden
maya sanayiine kadar çok çeşitli yönleriyle büyük bir üretim kaynağı bu yolla
kurutulmuş olmaktadır. Bu kadar uzmanlaşmış çiftçiyi bünyesinde bulunduran ve dünyayla
gerçekten eşit şartlarda rekabet şansına sahip olan bir sektörün tasfiyesi ve
yeni ürün, alternatif ürün arayışlarına girişilmiş olması, gerçekten,
cumhuriyet hükümetinin, 57 nci hükümetin, Türk Milletine, Türk tarımına yaptığı
en büyük kötülük olmuştur. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, ürün planlamasının, sağlıklı bir ürün deseninin
çıkarılmasını elbette ki destekliyoruz. Bu konuda, Sayın Tarım Bakanının,
elimde, daha önce, tarımsal reform ve tarımda yeniden yapılanma programı diye
bir programı var. Aralık 1999 tarihinde bütün parti gruplarını dolaşarak
bizlere bu programı anlattı ve böyle bir kanunu çıkaracağını, desteğimizi
istedi ve biz, bu desteği severek vereceğimizi ifade ettik; çünkü, Türk
tarımında ileri bir adım olacaktır. Bu programı, bırakın yürürlüğe koymayı, adı
bile artık anılamaz hale gelmiştir. Bu da, Türkiye'deki tarımı ve tarımın
meselelerini, tarımı bilenlerin ve Tarım Bakanlığının değil, hazineden sorumlu
bakanların, dışarıdan atanmış insanların sevk ve idare ettiğinin çok önemli bir
göstergesidir. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, müsaade ederseniz, bugün, size,
bir örnek de ekmekten, buğdaydan vereyim: Hepinizin çok iyi bildiği
gibi, Türk Halkının yediği sade, katkısız ekmeğin maliyetinin yüzde 70-75'i un,
su, tuz, mayadan ibarettir. Bunun içerisinde, sadece unun, dolayısıyla buğdayın
katkısı yüzde 40-50'dir; yani, maliyetinin neredeyse yarıya yakını buğdaydan ve
undan gelmektedir; geriye kalan yüzde 20-25'i ise işçilik, kira, enerji,
vesaire diğer giderlerdir. Şimdi, 2001 yılında 57 nci hükümetin açıkladığı
buğday fiyatı bir önceki yıla göre yüzde 25 artış öngörmektedir ve bunda,
hepiniz de çok iyi biliyorsunuz ki, hedeflenen enflasyon esas alınmıştır; asla,
girdiler, diğer maliyet unsurları dikkate alınmamıştır ve Türkiye'de, şu anda,
gerçekleşen enflasyon da hedeflenen enflasyonun çok çok üzerindedir. Burada,
üretici kesiminin birinci derecede mağdur olduğu, hakkının gasb edildiği gayet
açıktır. Şimdi, beklenen odur ki; hadi üretici kesim mağdur oldu, hiç değilse,
hammadde olarak bu mağdur olan kesimin ucuza kapatılmış olan ürününü kullanan
diğer sektörlerde -yani, ekmekçilik ve unculukta; özellikle ekmek üretiminde-
halk, biraz fazlaca rahat bir nefes alsın. Hayır, böyle olmamıştır; tamamen
tersi olmuştur; buğdaya yüzde 25 fiyat artışının öngörüldüğü bu ülkede, son iki
ay içerisinde, un fiyatları yüzde 100 olarak artmıştır; torbası 13 000 000 lira
olan 50 kilogramlık un, 27 000 000 liraya çıkmıştır. Bu, sadece un sanayiindeki
bir spekülatif hareket değildir -bunu dikkatlerinize sunuyorum- ve ekmekteki
bir yıl içindeki fiyat artışı da yüzde 150'nin üzerindedir. Bu, bir taraftan
üreticinin hakkı gasb edilirken, diğer taraftan, gece yarılarında ekmek
kuyruğuna giren ve "ikinci el ekmek fiyatı" diye bir kavramın
geliştiği, bayat ekmek kuyruğuna insanların girdiği bir ülkede halka yapılan
zulümden başka bir şey değildir. Bunun bir tek açıklaması; 57 nci hükümetin bu
konuları bilmemesidir, sahip çıkamamasıdır ve bu konuda gerçek bir otoritenin
olamayışıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu, sadece, piyasada kalitesiz buğdayın fazlaca bulunmasından
veya kaliteli buğdayın yeterlice bulunmamasından kaynaklanan bir olay değildir.
Bu, Toprak Mahsulleri Ofisinin piyasayı düzenleme regülasyon yapma görevini iyi
yapamamasıdır. Ayrıca, maalesef, Tarım Bakanlığının en rutin hizmetlerinden
biri, hastalıklarla mücadeledir. 2001 yılı, süne, kımıl zararı bakımından
tarihe geçecek kadar büyük zararların meydana geldiği bir yıl olmuştur ve
devletin, hükümetin süneyle, kımılla mücadelesi kanunî bir zorunluluk olmasına
rağmen, maalesef, bu mücadele yapılamamıştır ve ürettiğimiz buğday, sadece
yemlik değeri olan, ekmeklik vasfını tamamen kaybetmiş bir buğday olmuş ve
çiftçi perişan edilmiştir. Değerli milletvekilleri, bir başka gerçeği dikkatlerinize sunmak
istiyorum. Türkiye üzerinde oynanan bir diğer oyun şudur. Bakın, gelişmiş,
sanayileşmiş ülkelerin, İkinci Dünya Savaşı sonrası temel politikaları, Türkiye
gibi az veya orta gelişmiş ülkeleri, sadece hammadde üreten, tarım ürünleri
üreten ülkeler olarak görmektir ve Türkiye ve Türkiye gibi ülkelere verilen
görev budur; yani, siz, sadece, tarımsal hammadde üretin, tarımsal ürünleri
üretin. Ama, artık, bugün, bu ülkelerin bu kararları ve bu politikaları da
değişmiştir. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kardeş kuruluşların,
örgütlerin patronu konumundaki dünya ekonomisinin gidişatını, güçleri
büyüklüğünde belirleyen, kurallar koyan ve diğer ülkeleri istedikleri gibi
idare etmeye çalışan devletlerin politikaları değişmiştir. Artık, bunlar
"bizim üretim fazlamız var, birikmiş stoklarımız var, kendi üreticimizi
korumak ve kollamak zorundayız, yeni pazarlara ihtiyacımız var, daha önce size
verdiğimiz görevden vazgeçiyoruz; bununla da yetinmiyoruz, tarımınızı tasfiye
edin ve bizim fazla ürünlerimize pazar olun"diyorlar. Bu ülkeler, diğer ülkelere, bir taraftan tarımınızı serbestleştirin, her
türlü devlet müdahalesinden arındırın dayatmasında bulunurken, kendi
tarımlarında en ufak bir tavize, kendi çıkarıyla bağdaşmayan en ufak bir tavize
yanaşmamaktadırlar. 1998 yılında, tarımsal destekleme oranlarıyla ilgili çok
çeşitli rakamları bu yüce kürsüde dikkatlerinize arz etmiştim; bir çarpıcı
örnek, sadece 1998 yılında, Japonya'nın üretici başına verdiği destek 15 000
dolar, Avrupa Birliğinin 22 ürün grubu için verdiği destek kişi başına 8 000
dolardır. Ayrıca, Avrupa Birliği ülkeleri etten süte, buğdaydan muza, ipek
böceğine kadar 23 ürün grubunun hedef fiyatın altında satılmasını; yani, kendi
üreticisinin mağduriyetine sebep olmamak için, gümrük ve ithalat vergileri
yoluyla, kendi fazla ürünlerini satın alma yoluyla korumaya devam
etmektedirler. Bize geldiği zaman ise, bunun tam tersi uygulanmaktadır ve bu hükümet
politikası, Türk çiftçisini tasfiye noktasında, AB ve Amerikan çiftçisini
destekleme konusunda maalesef, başarılı olmuştur; çünkü, bundan sonra Türkiye,
ithalata bağımlı hale gelecektir. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, yeni dünya düzeninin güçlü ülkeleri, kendi
tarımlarını, artan oranlarda doğrudan ve dolaylı desteklerle korumaya devam
ederken, Türkiye'de, IMF ve onun her dediğini kabul eden 57 nci hükümet, bu
noktada tarımı tasfiyeyi devam ettirmektedir. Çok daha üzücü olanı,
dikkatlerinize bilerek arz ediyorum ve bir meslek adamı olarak da beni çok üzen
bir hadise- birtakım tuzu kuru kesimlerin, mutlu azınlık çevrelerinin
desteğiyle, bugün, artık, tarım aleyhtarlığı, bir köylü düşmanlığına dönüşmek
üzeredir. Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin, kendi tarımını ihmal etme, desteksiz
bırakma lüksü asla olamaz. Bugün, kötü uygulamaların, tarımdaki tasfiye
anlayışının elbette savunulabilecek tarafı yoktur; bunu hepiniz çok iyi
biliyorsunuz; ama, bir hususu da gene dikkatlerinize arz etmek istiyorum:
Bugün, eğer Türk tarımının durumunu konuşuyorsak, dünden bugüne kadar uygulanan
birtakım yanlış politikaları konuşabiliriz; yani, tarımın problemlerini
konuşmak ayrı, şu anda halen bu sektörde çalışan insanların problemlerini
konuşmak ayrı. Eğer, Türk tarımının yapısal problemlerini konuşuyorsak, üretim
yetersizliklerini konuşuyorsak, tarımdaki yapısal sorunların fazlalığını
konuşuyorsak -mesela, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı gibi, çok sayıda
işletme varlığı gibi, çok başlılık, dağınıklık gibi birçok yapısal sorun
sayılabilir- bunu, dünden bugüne kadar uygulanan politikaların yanlışlığı veya
dünün birtakım hatalarının bugüne yansıması olarak değerlendirmek mümkündür;
ama, bugün, eğer, üreticinin durumunu konuşuyorsak, bu, bugünün sorunudur ve
bunun sorumlusu da, 57 nci hükümettir; çünkü, bugün, bu kürsüden konuştuğumuz
mesele, Türk tarımının sorunları değil, çiftçinin, alınteriyle helal olarak
ürettiği ürününü satamaması sorunudur, pazar bulamaması sorunudur, dünya
standartlarında ürettiği ürününe gerekli fiyatı bulamaması sorunudur. Hayvancılık bitmiştir; besici, süt üreticisi, üç yıldan beri, kendi
ürettiği ürününü, sabit fiyatlarla satmak zorunda kalmıştır ve bugün, bu
ülkede, üreticinin korunması, kollanması adına tek bir adım atılmamaktadır. Değerli milletvekilleri, çok şey söylemeyi planlamıştım; ama, vakit
ilerliyor. Bir hususu da, özellikle... BAŞKAN - Son 1 dakikanız efendim. ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Doğrudan destekle ilgili olarak bir hususu da
dikkatlerinize arz etmek istiyorum. Bu mesele, tam bir karmaşadır. Hükümet, IMF
ve Dünya Bankasının baskısıyla, dayatmasıyla bu doğrudan desteği gündeme
getirdiği zaman görüşlerimizi de söyledik. Hiçbir ülkede, hiçbir gelişmiş
ülkede bütün tarımsal destekler kaldırılıp, yerine tek başına doğrudan destek
ikame edilemez. Bu oran, OECD ülkelerinde yüzde 17, Amerika Birleşik
Devletlerinde sadece yüzde 10'dur. Hele, bu uygulamanın, Türkiye gibi, tarımda
nüfusu çok fazla, tarım sayımının yapılmamış olduğu, kadastronun geçmemiş
olduğu bir ülkede uygulanması çok zordur. Bugün, bu uygulamanın, çok büyük
haksızlıklara, çok büyük adaletsizliklere neden olacağını düşünüyorum ve
özellikle, seçim bölgemden bir hususu daha dikkatlerinize arz etmek istiyorum:
Bu doğrudan destek çıktığı zaman, son tarih olarak belirlenen, yani, son
müracaat tarihe kadar müracaat etmeleri istenen üreticiler, şundan dert yanarak,
muhtarlar, imzayla göndermişlerdir. Diyorlar ki: "Son güne kadar, bizde,
ancak 2 köyde tespit yapılabildi ve müracaat edebildik. 43 köyde, bir ilçenin
43 köyünde bu destekler yapılamadı." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ertugay, süreniz bitti. ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika istirham ediyorum. BAŞKAN - Lütfen toparlayın, daha
evvel ikaz ettim. ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Diğer konuşmacılara gösterdiğiniz toleransı
göstereceğinizi umuyorum. Şimdi, buradan, Sayın Tarım Bakanının da, bu konuştuklarımızı, zaman
zaman, bizim gibi konuştuğu durumları görüyoruz ve aynen bizim gibi bir
üslupla, içinde bulunduğu hükümeti eleştiriyor. Özellikle, üreticilerimizi çok
ciddî manada mustarip eden Tarım Kredi borçlarının, Ziraat Bankası borçlarının
ertelenmesi, takside bağlanması konusunda, aynen bir muhalefet sözcüsü gibi
konuşuyor. Ben, Sayın Bakana bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Herhalde, içinde
bulunduğu hükümeti tenkit etme hakkı yoktur, yetkisi yoktur. Ya yapacak,
yaptıracak veya en azından, bu politikaları savunarak susacak ve faturasına
katlanacaktır. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çünkü bir
başka hükümet değil, Sayın Bakanın kendi içinde bulunduğu hükümet Türkiye'yi
idare etmektedir ve bugünkü sorunların yegâne sorumlusu da 57 nci hükümettir. Bütçenin hayırlı olmasını diliyor, sabrınız için teşekkür ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Biraz da yapılanlardan bahset... Niye
köylülerden bahsediyorsun hep?.. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Sayın milletvekilleri, dinler misiniz
efendim, ben konuşuyorum. Sayın milletvekilleri, Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz, demin,
konuşurken, doktorlarla ilgili bir sürçülisan oldu. Sayın Öksüz'ün bir
açıklaması var; okuyorum, zabıtlara geçirilmesini istiyorum efendim:"İlaç
firmalarının talebi üzerine, doktorlar, hastalarını kobay gibi
kullanabilmektedir' cümlesi maksadını aşmıştır, onun için, 'doktorlar'
kelimesinin önüne 'bazı' kelimesi eklenerek tutanaklara geçirilmesini arz
ederim" diyor Sayın Özkan Öksüz. Ben de Genel Kurula arz ediyorum, mesele bitti. MEHMET TELEK (Afyon) - Sayın Başkan, "bazı doktorlar" da
olmaz. BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır. Teşekkür ediyorum efendim. MEHMET TELEK (Afyon) - Ben, söz istiyorum. BAŞKAN - Doğru Yol Partisinin ikinci sözcüsü Mardin Milletvekili Sayın
Metin Musaoğlu. (DYP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bir meslek grubu üzerinde büyük bir
terbiyesizlik yapılıyor. "bazı doktorlar" olmaz efendim. BAŞKAN - Efendim, açıklama gönderdi, ben okumakla mükellefim Sayın
Karahan. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Olur mu öyle şey canım! BAŞKAN - Konuşmanın sahibi açıklama göndermiş, ben de bunu okumakla
mükellefim. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok
burada. BAŞKAN - Allah, Allah... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Allah, Allah! Hakkı yok canım!.. BAŞKAN - Efendim, hakkı var demedim ki. MEHMET TELEK (Afyon) - Sayın Başkan, kullanılan ilaçların hepsi,
promosyonlara dahil olan ilaçların hepsi Amerikan Food Drug Admistration'dan ya
da Türkiye Sağlık Bakanlığından onay almış ilaçlardır. Promosyonlara bağlı
olarak belki ilacın adını değiştirebilir, o promosyonların tesiri altında
kullandığı jenerik isimler farklı olabilir; ama, hiçbir hekim "bazı
hekimler" değil, hiçbir hekim, hastasını kobay olarak kullanmaz
Türkiye'de. Türk hekimi olarak ben buna itiraz ediyorum ve lütfen sayın vekilim,
bunu "bazı hekimler" olarak değil, bunların tutanaktan çıkarılması
için... Biraz önce kendisi bana uzaktan da olsa "haklısınız" dedi,
biz gözle anlaştık; ama, bu şekilde tutanaklarda kalması yanlıştır. Sayın vekilimden rica ediyorum, lütfen, bu tutanakları bu şekilde
değiştirelim. Hiçbir Türk hekimi, promosyonlara inanarak hastasını kobay olarak
kullanmaz. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Sayın Öksüz, buyurun efendim. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Geri alsın efendim. BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham ederim... Sayın Öksüz, buyurun efendim, açtım mikrofonunuzu. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bu tartışmayı açan Tabipler
Odası Başkanı istifa etti, özür diledi; o nedenle, arkadaşlarımızın
tartışmasına gerek yok. Bu konuda bir cümle söylemek istiyorum. BAŞKAN - Peki efendim, bir dakika. Buyurun Sayın Öksüz. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım, her mesleği istismar eden bazı
insanlar vardır. Bu konuda, geçen gün, bir ilimizden, bir otobüs dolusu doktor,
Antalya'ya gönderilerek, bir ilaç firması tarafından... Hatta, valinin izin
vermemesine rağmen, birkısım doktorlar oraya gönderilmek istenmiş. Ben, bunu
kastetmek istedim, tüm doktorları kastetmek istemedim ve dediğim gibi, her
mesleği istismar eden insanlar vardır. Bunu kastetmek istedim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Sağlık Bakanı da bir açıklama yaptı... MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Arkadaşlar, doktorlar... BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bu tartışmayı başlatan Tabipler Odası Başkanının özür dilediğini, istifa
ettiğini söyledi Sayın Bakan. Mesele anlaşılmıştır efendim. Sayın Musaoğlu, sizi çağırıp da, böyle bir tartışmaya vesile olduğum
için özür dilerim. Bir milletvekili kürsüde bekletilmez. Buyurun efendim... MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, mesele... ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan "kobay" kelimesinin
çıkarılmasını arz ediyorum. BAŞKAN - "Kobay" kelimesini, Sayın Öksüz çıkardı efendim.
Teşekkür ediyorum. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim, çıktı işte... MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan, bir şey söylemek istiyorum... BAŞKAN - Efendim, sayın milletvekilini bekletemem. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Lütfen... Düzeltilmesi için söylüyorum.
Bahsedilen il Niğde'dir ve soruşturma, gitmeden önce başlamıştır ve bu
soruşturmaya da muhatap olmuştur. BAŞKAN - Tamam efendim, mesele anlaşılmıştır, teşekkür ederim. Sayın Musaoğlu, tekrar özür diliyorum efendim. Kürsüde bir
milletvekilini bekletmek yanlış. Lütfen, birbirimize saygılı olacağız. Buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA METİN MUSAOĞLU (Mardin) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, ramazan ayının ve akabinde gelecek
olan mübarek bayramın, aziz halkımıza mutluluklar getirmesi dileğiyle hepinize
saygılarımı sunuyorum. Görüşülmekte olan 2002 yılı bütçesinin, idealimizdeki büyük Türkiye'ye
yakışan bir sağlık bütçesiyle beraber bir büyük bütçe olmasını arzu ederdik;
fakat, önümüze getirilen bütçenin, IMF dayatmalarının mahsulü, yatırımlardan
yoksun, faiz bütçesi olması nedeniyle, 2002 yılının da, iktidarınız döneminde,
geçen diğer yıllarda olduğu gibi, kayıp bir yıl olacağı, malumun ilanından
başka bir şey değildir. Anayasanın 56 ncı maddesinde, Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir"
denilmektedir. 57 nci hükümet programında ise, "sağlık hizmetlerinden
yurttaşlarımızın yeterli düzeyde yararlanabilmesi sağlanacaktır"
denilmektedir. Anayasanın ve hükümet programınızın gereklerini, iktidarınızda
geçen ikibuçuk yılda yapamadığınız, artık, aşikâr hale gelmiştir. Sağlık Bakanlığının bütçesini incelediğimizde, genel bütçe içindeki
payının, sadece yüzde 2,4 olduğu ve maalesef, 2,3 katrilyon lira olduğu
görülmektedir. Hükümetiniz döneminde yapmış olduğunuz genel bütçelerden Sağlık
Bakanlığı bütçeleri, 2000'de yüzde 2,26, 2001'de yüzde 2,6 ve 2002'de ise
azalarak, yüzde 2,4'e düşmüştür. Peki, ya sizin döneminizde nasıldı diye merak ediyorsanız; DYP iktidar
dönemi olan 1992'de yüzde 4,71, 1993'te yüzde 4,56, 1995'te ise yüzde 3,70'tir.
Yani, döneminizde, neredeyse, yüzde 30-40'lar düzeyinde küçülen bir sağlık
bütçesiyle karşı karşıyayız. Başka bir deyişle, harpten yeni çıkmış
cumhuriyetimizin ilk yılları olan 1923 ve 1930 yılları bütçe seviyelerine, 2002
yılı bütçesini getirebilme marifetini gösterdiğiniz anlaşılmaktadır. Avrupa Birliği hedefindeki Türkiye'nin sağlık bütçesi yüzde 2
civarındayken, Yunanistan'da yüzde 7, Avusturya'da yüzde 14, Almanya'da yüzde
17, İspanya'da yüzde 6, Portekiz'deyse yüzde 9'dur. 2,3 katrilyonluk bu bütçenin, yüzde 78'inin personel giderlerine, yüzde
9'unun yatırımlara ayrıldığını görmekteyiz. Toplam 203 trilyonluk yatırım
Türkiye nüfusuna bölündüğünde kişi başına sadece 3 milyon lira düşmektedir. Bu,
trajikomik rakam, ülkemizi ve vatandaşlarımızı düşündürmektedir. Bu rakamlarla
yatırım programındaki işlerin tamamlanmasının ham hayal olduğunu aziz
haklımızın takdirlerine arz ediyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre Sağlık Bakanlığına bağlı
kuruluşlarda görev yapan hekim sayısı 21 500'dür. Yüzde 85'lik enflasyona
getirdiğiniz ülkemizde, 65 milyona hizmet götürecek hekimlerimize
verdiğiniz cüzi maaşlarla nasıl başarı
sağlanabileceği, âdeta, merak konusudur. Büyük Atatürk'ün "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözü,
size bir direktif olması gerekirken, sosyal güvenlikten yoksun halkımıza,
onları tedavi edecek hekimleri de ilave ederek, tümünü sosyal adaletten mahrum
bıraktınız. Hekim sayısı itibariyle bölgelerarası dengesizlikler de
görülmektedir. 2000 yılına göre, hekimlerimizin yüzde 40'ı nüfusumuzun yüzde
25,6'sının yaşadığı üç büyük ilde toplanmıştır. Hekimlerimizin yüzde 60'ı ise,
nüfusumuzun yüzde 70'ine hizmet vermek durumundadır. Örnek vermek gerekirse, 14 üncü bölge olarak tanımlanan, Diyarbakır,
Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Batman ve Şırnak İllerini içerisine alan bu bölgede,
2 000 civarında hekim mevcuttur ve bu, 4 milyon nüfusa bölündüğünde, hekim
başına 2 230 kişi düşmektedir. Sosyal güvenceden yoksun ve yoksul halkımızın,
mecburiyetten, muayene ve tedavi için büyük şehirlere akın etmesi ve bunların
televizyonlarda görünmesi, bu trajedilerin yaşanması, vatandaşlarımızın âdeta
nefretini mucip olmaktadır. Sayın milletvekilleri, bir ülkenin gelişmişlik ölçütlerinden biri de,
ortalama insan ömrüdür. Türkiye'de ortalama 69, Yunanistan'da 78,
Bulgaristan'da 71, Polonya'da 73'tür. Bebek ölümleri ise, Türkiye'de binde 37, Yunanistan'da binde 6,
İsrail'de binde 6'dır. Bir başka ölçüt de, hasta/yatak oranlarıdır. Devlet Planlama Teşkilatına
göre, 2000 yılında, Türkiye'de, toplam yatak sayısı sadece 173 000'dir; yani,
birkaç yüz kişiye ancak bir yatak düşebilmektedir. Yine, Devlet Planlama Teşkilatına göre, 2000 yılında, 5 700 sağlık
ocağından sadece 665'inde hekim mevcuttur. Ayrıca, 6 235 sağlıkevinin hemen
hemen tamamında ebe yoktur. Ülkemizin diğer bir sağlık problemi ise, yeşil kart konusudur. 2000 sonu
itibariyle 11 milyon vatandaşımız yeşil kart sahibidir. 11 milyon insanımız
için, 2002 yılı bütçenizden sadece 160 trilyon lira ayrılmıştır; kişi başına,
ancak 14,5 milyon lira düşmektedir. Artan maliyetler nedeniyle aşırı pahalanan
ilaç fiyatları karşısında, yeşil kart sahibi vatandaşlarımız, bir yıl
içerisinde sadece 15 kutu Aspirin alabilecekler veyahut da 2 kutu Alfasilin-500
alabilecekler. İktidarınızda, ülkenin içerisine düşürüldüğü bu sağlık vahametinin,
ülkede kardeşlik bağlarını kopardığını ve bunu, artık, fark etmeniz gerektiğini
ne zaman anlayacaksınız? İlaç sektöründeki sorunlar devam edegelmektedir. Dövizdeki, yüzde
120'lere varan artışlar, dışa bağımlı bu sektörde, halkın alım gücünü aşmış
durumdadır. Eczaneler, bu fiyat artışları ve devletten tahsilatlarını
yapamamaları nedeniyle kapanmaktadırlar. Böylece, devri iktidarınızda, kapanan
fabrikalara, kapanan imalathanelere ve ticarethanelere, işletmelere bir örnek
olsun diye söylüyorum, sadece Ankara'da 200 eczane kepenk indirerek bu vahim
tabloya katılmıştır. KDV'de indirim söz konusu olduğunda, Sayın Bakanın "ilaçta da
indirim yapılmalı" dediği halde bunu tahakkuk ettirememesi, bir acizlik
örneği değil de nedir?! Hemen her konuda, koalisyon adabı nedeniyle "yapamıyoruz"
bahanesini öne sürüp, halk sağlığını hiçe sayanların, ülkemizi, telafisi mümkün
olmayan neticelere götürdüklerini hâlâ anlayamamış olmaları şayanı hayrettir! Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin İkinci
Demokrasi Programının sağlık reformu bölümünün incelenmesi ve hedeflerin
bilinmesi gerekmektedir. Doğru yerde ve doğru zamanda hizmet esas alınmalıdır.
Sosyal adaletin gözetileceği; yani, tüm yurttaşlarımızın sağlık güvencesi
olması gereken bir düzenin oluşturulması gerekmektedir. Mevcut sistemimizde, sağlık sektöründe hizmet veren ve hizmetten
faydalanan da, bir nevi devlettir; yani, hastaneler, verimli olsalar da,
olmasalar da, devletin sırtına yük binmektedir. O halde çözüm, kamu
hastanelerinin özelleştirilip, sağlık işletmelerine dönüştürülmesidir. Bu
sayede, hastaneler arasında rekabet artacak ve her hastane, vatandaşlarımızın
kendisinde tedavi olabilmesini sağlamak gayesiyle, sunduğu hizmette kalite ve
verimliliği artırmak için çaba sarf edecektir. Devri iktidarınızda yüzde 8,5
küçülen ülkemizde, ekonomik çıkmaza sürüklenen vatandaşlarımızın sağlık
sorunları, artık, medyanın gündeminden düşmemektedir. Bu feryatlara bir örnek
olsun diye, size, bir gazetedeki haberi okuyacağım. Gazete şu: 6 Aralık 2001
tarihli Sabah Gazetesi; Arena sütunu; yazan, Uğur Dündar. "Bir günün
hikâyesi... Fenerbahçe Burnundaki kulüp binasına yaklaşık 50 metre kala,
aracımızın önüne atladı. İki eliyle cama yapışıp, avazı çıktığı kadar bağırmaya
başladı: 'Bu ülkede vicdan sahibi kimse kalmadı mı?! Oğlum ölüyor, yavrum
gidiyor...' Günlerdir jilet görmediği besbelli sakallı yüzünden, sicim gibi
yağmurla birlikte, acı ve ıstırap akıyordu. Omuz kemikleri, incecik bedenine
yapışan ıslak paltosundan fırlayacakmış gibi duruyordu. Arabadan atlayıp, kriz
geçiren adamı sakinleştirmeye çalıştık; ama, o, sesimizin farkında bile
değildi. Durmaksızın bağırıyor, eliyle yandaki saçak altını gösteriyordu.
İşaret ettiği yerde, ameliyat maskeli bir çocuk bekliyordu. Görür görmez içim cız
etti. Yaklaşık 10-12 yaşındaki çocuk, lösemi hastasıydı; masum gözleri, yaralı
bir ceylan gibi bakıyordu. İlgilendiğimizi görünce biraz sakinleşen adam,
anlatmaya başladı: 'Tam on aydır işsizim. Yeşil kartım var; ama, hasta yavrumu
hiçbir hastane kabul etmiyor. Bir haftadır kucağımda taşıyorum. Gitmedik
hastane, çalmadık kapı bırakmadık; ama, ne çare; devletin kendisi yeşil kartlık
hale gelmiş. Artık, son durağımız burası; Allah ikimizin canını da burada
alsın' diyor..." Bu içler acısı örnek, yüzbinlerce örnekten sadece birisidir. İfade
edildiği gibi, ne yazık ki, bu yüce devleti yeşil kartlık hale getirdiniz.
Tedavisini de IMF'ye tevdi ettiniz. IMF'nin ağır hastalara yazdığı reçetelerle
ülkelerin iflas ettiğini hâlâ anlamadınız mı?! Onun için, doğruları yapmak, bu
tedaviyi yapmak size nasip olmayacaktır. Bu doğru tedavi, ancak ve ancak,
kalkınmayı, üretimi, ihracatı destekleyen ve liberal ekonomiyi uygulayan Doğru
Yol Partisi iktidarında olacaktır. (DYP sıralarından alkışlar) Nasıl
yapacaksınız derseniz size bir atasözü hatırlatacağım; o şekilde yapacağız:
"At, binenin; kılıç, kuşanabilenindir." Hepinize saygılar sunarım. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, söz sırası Anavatan Partisi Grubunda. Anavatan Partisi Grubu adına, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut...
(ANAP sıralarından alkışlar) Evren Bulut, biliyorsunuz, eski başkanımız; çiftçinin derdini en iyi
anlatan. Bakalım ne diyecek şimdi? İktidar tarafında, iktidar grubunda ne
söyleyecek bakalım. Buyurun. ANAP GRUBU ADINA EVREN BULUT (Edirne) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tarım Bakanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşmacılarımız, Tarım Kredi ve Ziraat Bankası borçlarıyla başladı,
gerek Aydın milletvekili gerekse Erzurum Milletvekili. Bugün, üç senedir, bu
borçlar, tarımsal sulamalar ve Tarım Kredi borçları veya çiftçi borçları bu
Mecliste çok dile getirildi. Şimdi, şunu ifade etmek istiyorum: Hükümetimizin kurmuş
olduğu bu bakanlardan müteşekkil yeniden tarımın yapılandırılmasına hem ışık
tutmak için... 2 000 000 tarım kredi üyemiz var. Biz, Tarım Komisyonumuzda, tüm
üyelerimizle, hükümetimize bir rapor hazırladık. Bu rapor, maalesef, birbuçuk
senedir gündeme gelmedi. Çiftçimiz de haklı olarak, hem borçlarını ödeyemedi
hem de biraz sonra anlatacağım durumlardan, ödeyemez duruma düştü. 2 000 000
tarım kredi çiftçisinin 200 000'i icra muamelesi görmüştür; yani, 1 150 000
traktörün 400 000'i bu iki üç senede haciz muamelesi görmüştür. Şunu anlatmak istiyorum: Yani, 3 kişi, 5 kişi, 500 kişi değil, demek ki,
tarımda bir sıkıntı var. Bu sıkıntı nereden geldi; bu sıkıntı, üç senedir, dört
senedir baskılı kur rejimi uygulayan hükümetimizin; yani, kurumuzun sabit kur
olduğu dönemlerde, Türkiye'ye, aklınıza gelen bütün tarım ürünleri girdi.
Bunlar ihraç kayıtlı olarak girdi, buğday girdi, şeker girdi, işte, marul
girdi, üzüm girdi ve bunlar, ihraç kayıtlı girenler. Bunlar, ihraç edilmeden
burada işlendi, hem Türk sanayiini zor durumda bıraktı hem de haksız vergi
iadesi aldılar. Onun için, çiftçi -buna kuraklığı da eklersek-
tabanfiyatlarının, tabiî, yeniden yapılanan durumda taban fiyatlarının da çok
ürünü-müzde destekleme dışı kaldığından dolayı, prim sistemimizi
geliştiremediğimiz bir tarım ülkesinde, işte, çiftçimiz çok zor durumdadır. Bugün bir ulusal gazeteyi okudum. Bu gazetede Balıkesir'in Havran
İlçesinde, bir beldemizde 2 100 çiftçimiz icradan dolayı mal beyanı
bildirememiş; çiftçilerimizin bu kültürü yok. 2 100 kişi -biliyorsunuz, küçük
ilçelerde hapishaneler 50 kişiliktir, 100 kişiliktir- sıraya giriyor on gün
yatayım diye! Çiftçi ofiste para alırken, mal teslim ederken sırada; para
alırken sırada, gübre belgesinden sırada; şimdi de, hapishane sırasına girmesi
Meclisimiz için çok önemli bir şeydir. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Bravo! Buyurun. EVREN BULUT (Devamla) - Ben, milletvekili arkadaşlarıma, hükümetimizin,
bizimle diyalogunun kopuk olduğunu söylüyorum. Hükümetimizin, diyaloğunun bölge
milletvekillerinden kopuk olduğunu söylüyorum. Biz, bu insanların içinden
gidiyoruz, bize diyorlar ki: "Ee, biz, sizi yolladık ki oraya!.." Ee,
yolladın da, kardeşim, işte, seninle, benimle, Hasan'la, şunla bitmiyor.
Türkiye'de, yeni sistemde, çiftçimizin yeniden yapılanması lazım. Biz, bu
hükümetin programında prim sistemini uyguluyoruz. Nedir prim sistemi; işte,
bugün, pamukta 1993'lerde başlamış, ondan sonra zeytini almışız, sonra
ayçiçeğini almışız; şimdi de kanola, soya fasulyesi var; yalnız, kanola, bize
seneler evvel rapisa olarak girdi. Sonra kolza oldu, şimdi kanola oldu ve
direkt de prim sistemine girdi. Kanola, Türkiye'nin her şartlarında olmaz.
Kanola, soğuk iklimlerde, mesela Trakya'nın Kırklareli bölgesinde olmaz. Adana
gibi, Antalya gibi sıcak iklimlerde olur. Bu kanola, ayçiçeğini devreden
çıkarmak için mi getirildi? Eğer ayçiçeğini devreden çıkarmak için
getirilmişse... Türkiye'de, bizim özsermayemizden, devletten bir kuruş para
almamış sanayicimiz; 2 500 000 ton işleyecek fabrika kurmuş. Bu sanayiimiz ve
biz, Avrupa'da yağ sanayiinde çok söz sahibiyiz; ama, 1 500 000 ton ayçiçeği
üretecek ülkemiz, 1988'lerde ancak 1
250 000 tona ulaşmış, bu sene 500 000 tona düşmüştür. İşte, biz, ayçiçeğinde
primi desteklemeyiz. 3 000 000 ton mısır ihtiyacımız var; bunu desteğe almamız
lazımdır. Çeltiği prime almamız lazımdır. Arpayı, Orta Anadolu'da prime alıp
-sanayi ürünüdür- desteklememiz lazımdır. Şimdi, sistem değişiyor. Bizim, ne
demokratik yönden... Ziraat Odaları Kanunu, Köy Kanunu -muhtarlarımızın,
biliyorsunuz, bu şekilde bütçeleri olmuyor- Çiftçi Malları Koruma Kanunu,
Çeltik Ekimi Kanunu, bunlar para pul istemiyor. Bunlar, bir haftada, bizim,
komisyondan çıkaracağımız kanunlar; ama, maalesef, bunlara zaman ayıramıyoruz. Şimdi, tabanfiyatlarında neleri destekliyoruz biz; buğdayı
destekliyoruz. Geçen sene, Trakya buğdayı -hem adı da Kırkpınar- kendi
mühendislerimizin yetiştirdiği, 80 randımanı un olan buğdayımız 90 000 liraya
satıldı; Ofisimiz 90 000 liraya aldı, 140 000 liraya sattı. Bu sene de bu
buğdaya 135 000-147 000 lira fiyat verildi; fakat, yirmi gün ödemeli olduğu
için, çiftçinin ilk mahsulü olduğu için, 135 000 liradan satıldı; bugün 220 000
liradır. Bugün 220 000 lira olması önemli değil, bir ay sonra 220 000 lira
oldu; yani, şubatta gübre yüzde 100 zam attı, petrole yüzde 100, ilaca yüzde
100... Desteklemeleri çekmişiz... Yüzde 50 gübre desteği alıyorduk. Sayın
Bakanlığımız, tohumlarda çeltik tohumuna, ayçiçek tohumlarına prim ödüyordu;
bunlar da kalktı. Bir de kuraklık devreye girdi. İşte, onun için, borçlanan bu
çiftçinin, devletine ödememezlikten değil, zarurî bir duruma düştüğü için,
yılbaşına kadar bu borçların mutlaka... Ziraat Bankasından Tarım Krediler 250 trilyon almış, 150 de kendi
koymuş; 2 000 000 milyon ufak çiftçiye bunları dağıtmış. 2 000 000 çiftçinin
-bunlar büyük bir kredi değildir- 1 milyarı olmuş 4 milyar, 50 000 000 olmuş 1
milyar-50 milyar; yani, Sayın Bakanımızdan, Bakanlar Kurulundaki bu borçlarda
hassaten şunu rica ediyorum: Yüzde 100 faizle çiftçilik yapılmıyor. Bunu senede
bir kere ekiyor; bütün afetlere, bütün her şeye karşı... İşte tarım sigortasını
çıkaramadık daha -hükümet programında var- çıkaramadık, on senedir çıkaramadık. Şimdi, buradaki arkadaşlarımız konuşuyor. Bizim, tarımı siyaset dışı
düşünmemiz lazımdır. Bu insanlar, hakikaten, korunmaya muhtaçtır ve Türk
çiftçisinin, cumhuriyet tarihinden bu tarafa kadar, bu sanayide de, Türkiye'nin
gelişmesinde de emeği vardır. Tamam, tarım azalsın; azaltalım; ama, Türkiye'nin
yüzde 50 sulanabilir arazilerini daha biz sulayamamışız. Bugün, su projesi deniliyor. Benim Edirne İlimde olan Meriç projesi,
Hatay'ın Amik Ovası projesi, Adana'nın da dördüncü sulama merhalesi,
Türkiye'nin en öncelikli su projeleridir. Biliyorsunuz, bunlar, dört senedir,
hükümetlerden, krizlerden dolayı yatırım almıyor. Bunları, biz, devreye
getirdiğimiz zaman, çeltikte,
ayçiçeğinde, mısırda; yani, biz, bunları, beş senede geriye döndürecek hale
geliriz. Türkiye'de herkes köyü konuşuyor. Bir "köylü" var, bir de
"köycü" var. Köylü ve çiftçi, esas üretendir. Köycü de, ikinci sınıf
haberleri alan arkadaşlarımızdır. Maalesef, köycüler, bugün, bizden daha fazla
bu işi biliyor. Bugün, 60 ilimizin tarıma dayalı ekonomisi vardır. Pazarcısı,
kamyoncusu, ufak esnafı, bunlardan geçinir. Bana göre, TÜSİAD'ın, odalar
birliğinin, bankaların... Tabiî, bunlar devreye girsin; ama, 21 000 000 insan,
7 000 000 kayıtlı çiftçi, 3 kişi kabul edersen, 21 000 000 insan devletinden
hiçbir şey istemeyen, yat istemeyen, kat istemeyen, şunu istemeyen, kendi kendine
üretim yapan bir toplumu, biz, maalesef, gözardı ediyoruz. BAŞKAN - 30 000 000... 30 000 000, 30... EVREN BULUT (Devamla) - O, 35 de olur, şu da olur; ama, 21 000 000
insan... Bunlar, kendi işlerinde çalışıp, illere, ilçelere göçmeden, kendi
hakkına razı olan insanlardır. Bugün, tarım sigortası mutlaka bu hükümetin gündemindedir; çıkması
lazımdır. Hükümet programları, bakkal Ahmet Ağabeyin hesap defteri değildir.
Biz, bütün milletvekilleri, bu hükümete güvenoyu verirken, bu taahhüdü
istiyoruz. Bakın, Mersin'de, Antalya'da sel felaketleri oluyor. Devletin böyle
bir bütçesi yok. Bu para, bizden kesilsin. Bu para, bizlerden kesilsin.
Kıbrıs'ta altı senedir uygulanıyor. Biliyorsunuz, her sene, en az on ilimizde,
onbeş ilimizde bu hasarlar oluyor. Şimdi, Türk çiftçisi, işte, az evvel örnek verdim, 2 000 000 insan...
Sonra, bu tarım kredi borçlularının dışında bir sosyal hadise var. Burada,
arkadaşlarım var tarım kredilerde yöneticilik yaptık; Hasan Kaya var, Mehmet
var... Bunlar müteselsil kefildir; yani, yirmi kişi bir yere imza atar, bir
bölgede bir kooperatif vardır, ayrı köylerden. Bir kişi ödemediği zaman, yirmi
kişiye icra gider; yirmi kişi mal alamaz. Gelirsin, o borçsuz insanın evinden
televizyonunu alırsın, husumet doğar. Bugün, Türk çiftçisi bu haldedir. Onun
için, Sayın Bakanımızdan bilhassa rica ediyoruz, bu kurulmuş olan... Mutlaka
yılbaşına kadar... Çünkü, mart ayından sonra bu işler devreye girecek. Prim
sisteminin anlamı, pamuk ve ayçiçek primlerinin mutlaka mart ayında ödenmesi
lazımdır; çünkü, çiftçiye vereceğin para ekim dönemine rastlamalıdır. Bugün, pancar fiyatları açıklanmamıştır. Çiftçi vermiş pancarını, şeker
olmuş satılmış; senin borcun var, daha parayı alacaksın! İşte, tarım ürünlerini
bütün gün verirsin, bir ay beklersin, onlara faiz yok; ama, o arada elektriğe,
suya, aldığın gübreye, bankaya anında faiz işler. Bu medenî dünyada böyle bir
alışverişin imkânı yoktur; böyle bir alışveriş, gayriresmidir, gayriciddîdir,
gayriahlakîdir. Bugün, bir sene sonra para alacaksın, bütün borçlarına faiz
yüklenecek... Bunları, mutlaka, bu yeniden yapılanma... Nasıl, sanayimizi
geliştirelim, ihracatımı artıralım diyoruz; turizmde... Bu çiftçi toplumuna
mutlaka bu haklardan istifade ettirmemiz lazımdır. Türkiye hayvancılığı maalesef çökmüştür. Niye çökmüştür; 1995 senesinde
hayvan yetiştirici birlikleri; yani, kendi hayvanımızı yetiştirir hale yeni
başlamıştık. Bunların ardından kooperatiflere 100 çarpı 2 getiriyordu; bugüne
kadar beş senede -işte, Sayın Bakanımız da bilir- 450 kooperatife verememişiz.
1995-1997 yılları arasında süt fiyatları 20 000 lira iken, destek 5 000 lira;
yani, süte dörtte 1 destek olması lazımdır hem kayıt içine alır... Süt olmuş
150 000-200 000 lira, destek yine 5 000 lira! Sayın Bakanımız bunu iki sene
evvel 25 000 liraya çıkarmak istedi; ama, bazı bilen bürokratlar var "ota
verelim, yeme verelim" dedi; halbuki, süte vereceksin. Hayvanına ekmekle
baksın, mısırıyla baksın, artığıyla baksın, eline... Hem o kâğıtlar bugün vergi
sistemine giriyor. Bugün, mandıracılar dahi diyor ki: "Bu sistemi
kaldırmayın." Ben, Sayın Bakanımdan süt fiyatlarının 50 000 lira
desteklenmesini istiyorum; yani, sizlerin adına, çiftçinin adına, hayvan
birliklerinin ve hayvan yetiştiricilerinin adına. Bu dönemi geçirirken, Türk
çiftçisini, hepimizin gayretiyle, mutlaka, bir yere getirmemiz lazım. Bugün çeltik fiyatları... Ofis, artık, çeltik desteklemede değildir. Ofisin bu sene yaptığı yanlıştır, bir hatadır. Türk mühendislerinin
yetiştirdiği "Osmancık" diye bir çeltik tohumu yetişti Edirne'de ve
bugün, 1 ton alıyor, ton! Yani, İtalya'nın baldo çeltiği 5 çuval verir. Biz,
bunlara uzun tane diye fiyat açıklatıyorduk ofise; bu sene, başkaları devreye
girdi, fiyatlandırdılar; bugün, o çeltik, 100 000 lira aşağıya satılıyor. Biz,
hem Türk ürünlerini yetiştirmişiz -ve tonunda 1 ton çeltik, bu, çok mucize bir
rakamdır- hem de bunları, bu sene Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğümüz bu
şekil bir hadiseyle... Sonra, bakın, buğday fiyatının 2 katıdır ayçiçek. Siz, istediğiniz kadar
10 lira verin, 20 lira... Bu, münavebe ürünüdür. Bakın, bu sene, buğday 220 000
lira, ayçiçeği 440 000 lira; çeltiğin 600 000 lira olması lazım. Yani, bu,
kendi içinde mark dolar gibidir, birbirine paraleldir; ama, bizim, devreye
girenler, işte, bugün, bu işi yapıyorlar. Sayın Kemal Derviş, o, buğday fiyatlarında haksızdır; çünkü, ne dedi;
"işte IMF programını deler" dedi, şunu dedi bunu dedi. Biz, 12 000
000 ton buğday yiyoruz, 2 000 000 ton tohumluk, 1 000 000 ton yeme... BAŞKAN - Oysa, çiftçinin cebi delindi. EVREN BULUT (Devamla) - Ama, Sayın Derviş pasta yediği için, Türkiye'nin
ekmek yediğinin farkında değil! (MHP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Pasta yiyor onlar! EVREN BULUT (Devamla) - Çin, Güney Kore 5 000 000 ton pirinç yiyor,
orada da pirinç meselesi var. Yani, bizim aramızda diyalog yok. Bugün, tarım
satış kooperatifleri, işte, fındığı satmasını beceremediler. Bugün, tarım satış
kooperatifleri ortadadır. Trakya Birlik, kendi nam ve hesabına mal aldı,
üyesine, bir ay sonra 100 000 lira prim verir. Demek ki, destekleme yok,
kooperatif kendi kendine şey yapıyor. İşte, bizim, müdahaleciden kurtulmamız
lazımdır. BAŞKAN - Sayın Bulut, süreniz bitti. EVREN BULUT (Devamla) - 1 dakika rica edeyim Başkanım. Mutlaka, Sayın Bakanımızın, Ticaret Bakanlığında olan ihtisas
borsalarını, Ticaret Bakanlığından alması, Tarım Bakanlığında çalışılması
lazımdır; çünkü, biz, onları Tarım Bakanlığında başlattık. İşte, Karadenize
fındık borsası, Antalya'ya pamuk borsası, İzmir'e pamuk borsası, Adana'ya pamuk
borsası, Manisa ve İzmir'e tütün borsaları, Trakya'ya ayçiçeği borsaları. Sayın
Bakanımız, o, bir müsteşar... BAŞKAN - Sayın Bulut, Rize'ye de çay borsası olmalı; unutmayın onu da... EVREN BULUT (Devamla) - Tabiî... Amik Ovasını söyledik senin; anlamadın
mı?! BAŞKAN - Ben değil de, Sayın Kabil anlamadı. EVREN BULUT (Devamla) - Sevgili hemşerilerim, değerli milletvekilleri;
Türk çiftçisi, inanın ki, çok zor durumdadır. Nasıl "Biri Bizi
Gözetliyor" diye bir program var hani bir kanalda, Türk çiftçisi de bizi gözetliyor.
Onun için, Türk çiftçisinin, bu seçimlerde çok önemli oy kullanacağını size
söylüyorum. BAŞKAN - Gözetleyecek mecali de kalmadı! EVREN BULUT (Devamla) - Onun için, bu bütçemizin, Bakanlığımıza,
ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Hepimiz de, siyaseti bir tarafa bırakarak,
bize yardım eden bakanlara, hükümetlere, biz de destek olalım. Saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. ANAP Grubu adına, ikinci söz, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim
Özsoy'da. Sayın Özsoy, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle,
hepinizi, şahsım ve Grubum adına, saygıyla selamlıyorum. Bütçe konuşmasına geçmeden evvel, hem sizlerin hem de televizyonları
başında bizi seyreden tüm vatandaşlarımızın, yaklaşmakta olan Ramazan
Bayramını, Grubum adına kutluyorum. Değerli milletvekilleri, 2002 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesi, yetersiz
olmakla beraber, son beş yılın, rakamsal olarak, en büyük bütçesidir; altını
çiziyorum, rakamsal olarak, en büyük bütçesidir. Bütçenin miktarı, 2 345 447
691 000 000 liradır ve diğer, geçen seneki bütçeye nazaran, yüzde 83,8 bir
artışı vardır. Bütçesi artan bakanlıklar sıralamasında yedinci sıradadır. Peki,
bu 2 katrilyonluk bütçe nasıl dağılmaktadır; yüzde 78'i personel giderleri
olarak dağılmaktadır, yüzde 9'u yatırımlara, yüzde 8'i transfer giderlerine,
yüzde 6'sı da cari giderler olarak değerlendirilecektir. Bütçenin genel bütçe içerisindeki, yani, Sağlık Bakanlığının bütçesinin
genel bütçe içerisindeki oranı yüzde 2,4'tür. Bazı arkadaşlar bu orana taktılar
ve bütçeyi eleştirmek, Bakanlığı eleştirmek için, üzerinde bazı söylemleri
oldu. Hatta, birisi "Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında da yüzde
2'lerdeydi" dedi; doğrudur. O zamanki adıyla Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâletidir, 11 bakanlıktan biridir ve 1923 Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin
bütçesi 137 333 471 liradır. Sağlık Bakanlığına, o zamanki adıyla Sıhhat ve
İçtimaî Muavenet Vekâletine ayrılan miktar ise 3 038 226 liradır ve bütçe
içerisindeki oranı yüzde 2,21'dir. Arkadaşlarımızın, bilerek veya bilmeyerek, üzerinde durmadıkları veya
gözden kaçırdıkları bir nokta vardır. Bu bütçe, Sağlık Bakanlığı bütçesi,
cumhuriyet bütçesiyle ayrıdır. O zaman, şimdiki bir devlet bakanlığının bütçesi
de, Sosyal Hizmetlere bakan Devlet Bakanlığının bütçesi de Sağlık Bakanlığının
içerisindeydi; yeni tabirle Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığıydı. Bütün yardım
kuruluşlarına yapılan yardımlar, Sağlık Bakanlığından yapılırdı ve Sosyal Hizmetlere
bağlı bütün kuruluşların bütçeleri, Sağlık Bakanlığı bütçesi içerisindeydi.
Peki 2,4 yeterli midir; değildir. Zaman zaman, 4'e kadar çıkmıştır; fakat,
unutulan bir nokta da şudur: Türkiye'deki sağlık harcamaları, sadece Sağlık Bakanlığıyla
sınırlı değildir. SSK, üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, belediyeler,
vakıflar, dernekler, özelleri de alırsanız, bu rakamları, onlara ayrılan bütçe
miktarlarını da alırsanız, Türkiye'de sağlığa ayrılan bütçe miktarı, rakamsal
olarak yüzde 8'ler, 9'lar civarındadır. Peki, bu bütçeyi nasıl tatbik
edecekler? Türkiye'de, bugüne kadar yapılmış faal olarak çalışan 5 751 sağlık
ocağı, buna bağlı olarak 11 754 sağlık evi ve 751 küçüklü büyüklü hastaneyi çalıştırarak
hem koruyucu hekimlik hem tedavi edici hekimlik hem de sağlık eğitimini halkın
ayağına götürmek suretiyle gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla, bütçeleri
eleştirirken altyapısını, ayrılan miktarın harcama kalemlerini ve günün
konjonktürünü de iyi hesap etmek, göz önünde tutmak gerekir. Bu bütçenin
rakamsal taraflarını şimdi bir tarafa bırakıp, Türkiye'nin sağlık sorunlarını
incelememiz, irdelememiz, eleştirmemiz, çözüm yolları aramamız gerekir bütçe
konuşmalarında. Ben, buna geçmeden evvel, müsaade ederseniz değerli
milletvekilleri, Sayın Sağlık Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonundaki
konuşmasında yaptığım iki tespiti sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçen sene, 2000 yılında, bazı gazetelerde bir demeç ve demece bağlı
olarak bir haber çıktı. Bu haber, hepatit-B'nin Türkiye'de yaygın olmadığı ve
55 inci hükümet zamanında ulusal aşı programına alınmasının nedeninin bir medya
grubunun abartılı yayınlarından kaynaklandığı şeklinde bir haberdi. Bu haberin
doğru tarafları vardı, yanlış tarafları var, eksik tarafları var. 1997 yılında
göreve geldiğimizde, tüm televizyon programlarında, günlük basın organlarında
hepatit-B işleniyordu ve biz görevdeyken, göreve başladıktan sonra,
hepatit-B'nin Türkiye'deki insidansını hesaplamaya çalıştık. Ne kadar var,
yazılanlar, çizilenler, söylenilenler doğru mu diye bir araştırma yaptık.
Üniversitelerden hocalar davet ettik ve Yüksek Sağlık Şurasına konuyu götürdük,
orada irdeledik. Özellikle 1998'in başlangıcında, bir gazetede çalışan muhabir
genç bir kızın Hepatit-B'ye bağlı karaciğer yetmezliğinden dolayı organ nakli
yapılacağı sırada vefat etmesi bu yayınları artırdı. Biz, bu yayınların tesiri
altında kalmadık, bilakis, faydalandık. Organ bağışı kampanyası açtık ve o
arada yapılan organ nakilleri, belki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir daha
ulaşılamayacak rekor düzeye geldi ve bu konuda daha fazla ileri giderek,
Türkiye'de ilk defa organ naklî hastanesini dizayn etmeye çalıştık Kartal
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde. Sonradan, 2,5 milyon liraya satılan hepatit-B
aşısı -ki, ihtiyarî olarak alınıp yapılıyordu- baktık piyasada 15-20 milyona
çıktı. Özellikle memurlar, resmî reçetelere yazdırmaya başladılar. Biz de,
Yüksek Sağlık Şurasından aldığımız görüş muvacehesinde, hepatit-B aşısını
Ulusal Aşı Programına aldık ve sıfır yaş grubu ile risk gruplarını ücretsiz
olarak aşılamak üzere, doğumevlerine ve sağlıkocaklarına dağıttık.
Hepatit-B'nin hikâyesi bu. Şimdi, memnuniyetle görüyorum ki, Sayın Bakanın Plan ve Bütçe
Komisyonunda yaptığı konuşmanın kitapçığında 6 ncı sayfada şöyle denilmektedir:
"1998 yılında Ulusal Aşı Programına alınan Hepatit-B, 2000 yılından
itibaren 0 yaş grubundan da ileri yaşlar kapsama alınmak suretiyle ücretsiz
yapılmaya devam edilmektedir." Biz, Hepatit-B'yi Ulusal Aşı Programına
aldığımız zaman, Dünya Sağlık Örgütü
Avrupa Komite Başkanı Dr. Aswall, bize, takdirlerini bildiren mektup göndermiş,
Dünya Sağlık Teşkilatının diğer üyelerine de, bizi, özel model olarak, misal
olarak göstermişti. Ben, bu sözcüklerin, özellikle bu kitapçıkta yer almasını,
devletin sürekliliğine, aldığımız kararın isabetinin bir göstergesi olarak
değerlendiriyorum, huzurlarınızda ilgililere teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye'deki sağlık sorunları sistemden
kaynaklanmaktadır. Sistem ise, her platformda devamlı olarak eleştirilmekte ve
sorgulanmaktadır. Osmanlıdan gelen bir sistemin, cumhuriyet tarihinde
değiştirilmesi, ancak, 1961'lere kadar sürmüştür. 1961'de kanunu kabul edilen,
1962 yılın Muş'un Varto İlçesinde tatbikata başlanılan ve "224 sayılı
Sağlık Hizmetlerini Sosyalleştirme" adı altında çıkarılan kanunla ilk
reform yapılmıştı. Burada, sağlık ocaklarının kadrolarıyla, hem koruyucu
hekimlik hem de ayakta tedavi yapılacaktı. Ayrıca, tedavi edemediği hasta
çıktığı takdirde, 019'larla hastanelere sevk edilecekti, bir sevk zinciri
vardı. Bu sevk zincirine uymayanlar paralı olarak tedavi olmak
mecburiyetindeydi. Dolayısıyla, hastanelerdeki yığılma ve izdiham olmayacak
veya bugün alınan bazı tedbirler, o sistem iyi işleseydi, ihmal edilmeseydi
-ki, işleyeceğinden hâlâ umutluyuz- belki alınmamış olacaktı, hastanelerin
sıkışıklığı başka şekilde telafi edilmiş olacaktı. Değerli milletvekilleri, her 5 000 nüfusa bir sağlık ocağıyla, Ocak
kadrosunda, doktoru, hemşiresi, ebesi, sağlık memuru, laborantı, çevre sağlığı
teknisyeni, tıbbî sekreteriyle beraber, gerçekten, bizim idarî, coğrafî
yapımıza uygun, ekonomimize uygun, örf ve âdetlerimize uygun, sağlık hizmetini
halkın ayağına götürme yönünden bir devrimdir; fakat, 1978'de altyapısı
tamamlanmadan tüm Türkiye bu kapsama alınınca ve biraz da siyasî ve
politikacıların tesiriyle iş çığırından çıkmış, yanlış politikalar yüzünden
tedavi edici hekimlik önplana çıkarılmış ve temel sağlık hizmetleri dediğimiz birinci
basamak sağlık hizmetleri ikinci plana atılmış, ihmal edilmiş ve dolayısıyla,
bugün, sağlık ocakları da atıl hale gelmiştir. Bugün, o sistemin başarıya
ulaşması, Türkiye'de sağlık sisteminin, Sağlık Bakanlığının çalışmalarının
başarıya ulaşması demektir. Değerli milletvekilleri, artık, 70'lerde kalan bu uygulamayla beraber,
80'li yıllardan itibaren de yeniden bir arayış, yeniden bir tartışma
başlamıştır ve tüm vatandaşları sağlık güvencesi şemsiyesi altına alan bir
sistem getirilmek istenmiştir. Adına, ister sağ-kur deyin -80'li yıllarda
denildiği gibi- ister sağlık reformu deyin, ne derseniz deyin; bu, prim
sistemine dayanan, devletin kurumlar vasıtasıyla vatandaşına yardım ettiği bir
sistemdi. Biz, 55 inci hükümet zamanında böyle bir sağlık reformu çalışmasına
başladık; ancak, başka bir dünya görüşüyle başladık. "Devlet-vatandaş
bazında, birey bazında, kişi bazında sağlık güvencesi vermeli" dedik. Niye
dedik; çünkü, Türk Halkının yüzde 80'inin sağlık güvencesi vardı. Bunun yüzde
44'ü SSK, yüzde 17'si Bağ-Kur ve yüzde 19'u Emekli Sandığı güvencesi
altındaydı; geriye yüzde 20 kalıyor. Bu yüzde 20'nin de -Sayın Bakanın
Komisyonda ifade ettiği rakamları veriyorum- (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, bir dakika. Buyurun. HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) -Daha dolmaması lazım! BAŞKAN - Doldu efendim; ama, buyurun. HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) - 11 044 236 yeşil kartlı vardır. Geriye 9
000 000 kişi kalıyor; 9 000 000 kişi için bir sağlık sosyal güvencesini ihtiva
eden sistem gerekmiyor. Öyleyse, bütün sistemleri bir elde toplayıp ve kişisel
sağlık sigortası kartı vermek suretiyle, bütün hastanelerin kapılarını
vatandaşa açarak, Türk halkının, Türk vatandaşının fert bazında, birey bazında
sağlık güvencesine kavuşturulması gerekir diye düşünüyoruz. Kitapçığın 30 uncu sayfasında memnuniyetle görüyoruz ki, adı dahi
değiştirilmeden "kişisel sağlık sigortası kanunu hazırlanmış,
bakanlıkların görüşüne sunulmak üzere gönderilmiştir" denilmektedir. Ben,
ilgililere huzurlarınızda tekrar teşekkür ediyorum. Türkiye'nin sağlık sorunlarına geçecektik, Türkiye'deki sağlık
bilincine, hastalık bilincine ve ilaç kullanma kültürüne geçecektik ve günümüzü
işgal eden, tartışmalara sebep olan konulardaki düşüncelerimizi, fikirlerimizi
açıklayacaktık; fakat, Sayın Başkan, herhalde, bize bu kadar zaman
tanımayacaktır. Yetersiz bir bütçedir; zamanında ve yerinde kullanıldığı
takdirde iyi bir bütçe tatbikatı olacaktır, başarılı bir bütçe tatbikatı
olacaktır. Ben, bu bütçenin, Sağlık Bakanlığında çalışan, gecesini gündüzüne katan,
özveriyle çalışan ve yetmişsekiz senedir özlük haklarını, meslekî sorunlarını,
ekonomik sıkıntılarını gideremediğimiz sağlık çalışanlarına ve milletimize
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özsoy. Efendim, şimdi, söz sırası Saadet Partisi Grubunda. Saadet Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Latif Öztek;
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesi üzerinde, Saadet Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına
sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, 57 nci hükümet döneminde bütçe
görüşmeleri âdeta zamanla yarışır halde yapılmakta, gruplar ve milletvekilleri
tenkitlerini, görüş ve önerilerini açıklamak için yeterli zamanı bulamamakta,
yurttaşlarımızın sıkıntılarını bile tam olarak dile getirememektedirler. Bana
tanınan süre içerisinde, tarımla ilgili bazı konuları bilgilerinize sunmak
istiyorum. Gıda üretiminin temeli tarımsal üretime dayanır. Bu yüzden, tarım sadece
bu sektörde çalışanları değil, yeryüzündeki her insanı ilgilendiren bir
sektördür. Gıda maddeleri, stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden, bütün
ülkeler tarım sektörüne önem verirler ve gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar.
Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa ülkelerinde, yani,
Atlantik'in iki yakasında büyük gıda stokları vardır. Bu gıda stoklarını
eritmek için birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içinde bulunan bu gelişmiş
ülkeler, kendi ülkelerindeki ve gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal üretimi
düzenlemek için -bunun altını çizerek söylüyorum- azaltmak dahil, her türlü
tedbiri almaktadırlar. Türkiye, tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkedir; çünkü, hepimiz
biliyoruz, tarımsal üretim için üç temel öğeye ihtiyaç vardır: Bunlar, toprak,
su ve güneştir. Diğer öğelerin hepsi taşınabilir, dışarıdan getirilebilir.
Ülkemizde toprak da, su da, güneş de vardır. Bunlara ilaveten, yetişmiş
insangücümüz de vardır. O halde, biz, tarımsal üretimi artırmak için her türlü
imkâna sahibiz; ancak, üretimi artırmak için IMF'nin bize tavsiye ettiğini
değil, gelişmiş ülkelerin yaptığını ya da uyguladığını, aynen ülke şartlarına
adapte ederek, uygulamamız gerekir. Eğer, bu uygulama yoluna gidecek olursak,
Türkiye'nin tarımsal üretimi kendisine yetecek ve hatta tarım ürünleri
ihracatıyla Türkiye dışödemeler dengesindeki açığını bile kapatabilecektir. Türkiye'de tarımsal üretimin ve çiftçinin sorunları gerçekten çoktur. Bu
sorunların tamamının 57 nci hükümet tarafından çözülmesini biz de
beklemiyorduk, Türk köylüsü de beklemiyordu; ama, Türk çiftçisinin gelir
düzeyini artırmak da dahil, tarımın çözülebilecek sorunları ya da çözülmesi
mümkün olan sorunları vardır. Bunlar da, bu süre içerisinde çözülebilirdi ya da
en azından çözüm yoluna konulabilirdi; çiftçimiz de mağdur olmazdı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmesi sırasında, değerli arkadaşım Sayın Bakanımız, Bakanlığının ikibuçuk
yıllık icraatını anlatıp, hazırladıkları projeler hakkında bilgiler verdiler ve
bu açıklamalarını yaptıkları 80 sayfalık metni de dağıttılar; aynı metin,
biliyorsunuz, Genel Kurulda da dağıtıldı. Bu metni dikkatlice inceledim ve
sanıyorum, konuya ilgi duyan pek çok arkadaşım da bu metni incelemiştir. Oldukça
kapsamlı bir şekilde hazırlanan metinden bazı bölümleri okumak ve kritiğini
sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakanımız 5 inci sayfada aynen şöyle diyorlar: "Tarımsal
üretim faktörlerinin (toprak, sermaye, emek) tarımdışı sektörler arasında
dağılımı kolaylıkla değişebilir ve tarımdışı sektörlere geçiş benzer kolaylıkla
sağlanabilir; ancak, tarım dışından tarıma kayış için benzer kolaylık yoktur.
Tarımsal üretim bir kez dibe vurduğunda yeniden canlandırmanın maliyeti diğer
sektörlerden fazla olur. Elma ağacı kesilince, tütün üreticileri kente göç
edince, hayvancılık darboğaza girince üretimi eski seviyesine getirmek bile
epey zaman ve kaynak gerektirir." Evet, bu ifade doğrudur; bizler de aynen katılıyoruz; ama, bunu
milletvekillerine söylemenin Türk tarımına fazla bir getirisi yoktur. İktidar,
şikâyet makamı değildir, icraat makamıdır. Daha önceki konuşmalarımda
belirttiğim gibi, Sayın Bakan, elma ağacı kesilmeden, tütün üreticileri kente
göç etmeden, süt üreticisi, zarar ettiği için hayvanlarını kesime göndermeden
tedbirini almanız gerekir. Bunun için de, konunun önemini, öncelikle, Sayın
Kemal Derviş'e ve Sayın Başbakana, anlayacakları şekilde anlatıp, onları
bilgilendirip, ikna etmeniz gerekir ki, Sayın Kemal Derviş ve Sayın Başbakan
tarımsal konulara eğilsin ve çiftçinin, köylünün çilesi bitsin. Ben, hem Sayın
Kemal Derviş'i hem de Sayın Başbakanı ikna etmenizin kolay olmadığını biliyorum
ve o yüzden Allah, sizin de, çiftçimizin de, tüm milletimizin de yardımcısı
olsun diyorum. Yine, Sayın Bakan, konuşma metninin devamında, göreve geldiklerinde
tarım sektörünün durumunu uzun uzun açıkladıktan sonra, kısa, orta ve uzun
vadeli hedeflerini sıralıyorlar. Sayın milletvekilleri, hedef olarak yazılan hususlara katılmamak
mümkün değildir. Bugüne kadar bizlerin
söylediği hususlar, güzel bir temenni olarak sıralanmış; ama, yazılanların,
özellikle finansman gerektiren hususların gerçekleşme durumu ne olur diye
sorulursa, ben eminim ki, herkes gibi, Aziz Dostum Sayın Tarım Bakanının da
vereceği cevap şu olacaktır: "Bu konu paraya bağlı. Türk ekonomisi krizden
kurtulursa, Sayın Kemal Derviş de para verirse yaparız." Yani şart üzerine
şart. (SP sıralarından alkışlar) Milletimiz de diyor ki: "57 nci hükümet görevde olduğu sürece
Türkiye'nin ekonomik sorunları ve sıkıntıları bitmeyeceğine göre, o hedeflerin
de gerçekleşme şansı olmayacaktır." Kaynak sorununu, aynı metnin 20 nci sayfasında, "tarımsal üretimde
kullanılan girdilerin dünya fiyatlarıyla uyumu projesi" başlığı altında
Sayın Bakanımız aynen şöyle ifade ediyorlar: "Projeyle, ülkemizde tarımsal
üretimde yoğun olarak kullanılan ve üretim maliyeti üzerinde önemli etkileri
olan tarımsal girdilerden en başta mazot olmak üzere, kimyevî gübre,
sertifikalı tohum ve fidan, ziraî mücadele ve veteriner sağlık ilaçları, sulama
suyu, yem, damızlık hayvan ve tarımsal kredilerin üreticilere daha ucuz ve
dünya fiyatlarından sağlanması amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda 1999-2000
üretim sezonunda tarımsal faaliyette kullanılan mazot için üreticilere
verilecek destek hakkında karar Bakanlığımızca hazırlanarak Başbakanlığa
iletilmiştir; ancak -önemli olan kısmı bu- yeterli kaynak bulunamadığı
gerekçesiyle bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamamıştır." Evet, Sayın
Bakanımız da kaynak bulunamadığı için projelerinin uygulamaya konulamadığını
ifade ediyorlar. Sayın milletvekilleri, bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün. Sayın Bakan
önceki yıllarda vaat ettiklerini yapamadıklarını açık yüreklilikle ifade
ediyorlar. Biz de geçen yıl vaat edilenlerin zamanında gerçekleştirilemeyeceğini
söylemiştik. Sayın Bakan bu sene aynı şeyi ifade ediyorlar. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının 2002 yılı bütçesi çok yetersizdir. 2002
yılı konsolide bütçemizin miktarı 98 katrilyon 131 trilyondur. Tarım
Bakanlığının bütçesi ise, 2000 yılına göre yüzde 67 artırılmış ve 530 trilyon
282 milyar olarak bağlanmıştır; yani, bütçenin yaklaşık binde 5'idir. Geçen
sene, unutulmasın, bu değer binde 6 idi. Bunun yatırıma ayrılan kısmı da 79
trilyon 990 milyardır. Bu miktar da çok azdır. Yatırıma ayrılan paranın azlığı,
çiftçiye götürülen hizmetin az olması demektir. Zaten, Sayın Bakan da, konuşma
metninin 80 inci sayfasında, Tarım Bakanlığı bütçesi için teklif ettikleri 108
trilyon 873 milyarlık yatırım ödeneğine karşılık 79,9 trilyon alabildiklerini
ifade ediyorlar ve ekliyorlar: "Bakanlığımız taşra kuruluşlarının
kullanmış oldukları ödeneklerin kaynakları değerlendirildiğinde, Bakanlığımıza
tahsis edilen yatırım ödeneklerinin ne kadar az miktarda kaldığı daha rahat bir
şekilde görülmektedir. Bu kuruluşlarımız, harcamalarının yüzde 25'ini merkezî
idareden almakta, geri kalan harcamaların ise yüzde 35'ini dönersermaye
bütçelerinden, yüzde 40'ını ise özel idare ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfı kaynaklarından karşılamaktadırlar." Bu parayla bu işler yapılamaz
diyorum. Tarım Bakanlığının başlattığı veya başlatmayı planladığı projelerin
başarılı olmasını diliyorum; ama, finansman konusunun kolayca çözülebileceği
kanaatinde olmadığımı da açıkça belirtmek istiyorum. Bu yüzden, 2001 yılı
bütçesi görüşülürken söylediğimi yineliyorum ve bu projelerin birçoğu
gerçekleşmeyecek, sadece kâğıt üzerinde kalacak ya da temenniden öteye
gitmeyecektir diyorum. Evet, onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker
ihraç eden Türkiye gibi tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan
malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü bulmak
gerekir. Bunun sebebi, bize göre, uygulanan hatalı politikalardır; yoksa,
Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir. Şunu unutmamamız gerekir, ekonomik faaliyetlerin amacı, verilen emeğe
karşılık en yüksek kârı sağlamaktır. Tarımda bunun temini için iki yol vardır:
Birincisi, üretime iştirak eden girdi fiyatlarını düşük tutmaktır; ikincisi,
üretilen ürünlere yüksek tabanfiyatı vermektir. Her iki husus da üreticinin
kontrolü dışında gerçekleşmektedir. Bunları, devletler, millî politikaları
gereği kontrol ederler. Amerika Birleşik Devletleri de, Avrupa Topluluğu
ülkeleri de üreticilerini, yani, tarım sektörünü sübvanse etmektedirler. Amerika Birleşik Devletlerinde, bir yılda, tarıma yapılan sübvansiyon
15,5 milyar dolardır; buna, 29 milyar dolarlık doğal afet desteği eklendiğinde,
44,5 milyar dolar eder. Tarıma yapılan destek, Japonya'da 25 milyar dolar ve
Avrupa Birliği ülkelerinde 47 milyar euro iken, Türkiye'de 2,7 milyar dolardır.
Amerika Birleşik Devletlerinde, bu destek, 6,6 milyon insan için
yapılıyor; yani, doğal afet desteği eklendiğinde, kişi başına yaklaşık 7 000
dolar destek yapılıyor. Avrupa Birliğinde 47 milyar euro'luk destek, yaklaşık
18,5 milyon insan için yapılıyor; bu da, kişi başına yaklaşık 2 500 euro eder. Peki, Türkiye'de durum nedir: Türkiye'de, 2,7 milyar dolarlık
sübvansiyon 23 milyon insana yapılıyor, yani, kişi başına yaklaşık 115-120
dolar destek veriliyor. Varın, siz, Türk çiftçisi ile Amerika Birleşik
Devletleri çiftçisinin veya Avrupa Birliği ülkelerindeki çiftçinin durumunu
mukayese edin. Tarımsal üretimde kullanılan girdilerin fiyatları çok artmıştır. 3 Ocak
2001'de 448 800 Türk Lirası olan motorin fiyatı, 30.11.2001'de 918 000 Türk
Lirası olmuştur, yani, 11 ayda mazota yüzde 105 zam yapılmıştır. Son bir yılda, yani, 2000 sonbaharından 2001 sonbaharına kadar, gübreye,
çeşide göre değişmek üzere, yüzde 82 ile yüzde 125, tohumluk ve ziraî mücadele
ilaçlarına yüzde 100 ile yüzde 150 arasında zam gelmiştir; ama, buğdaya yüzde
60,8 artış yapılmıştır. 1999 ve 2000 yılında da aynı uygulamalar yapılmıştı.
Yani, 57 nci hükümet, göreve geldiğinden beri, üç yıldır, buğday üreticisini
mağdur etmiştir. Sadece buğday üreticisi değil, şekerpancarı, ayçiçeği, fındık,
çay ve diğer tarım ürünlerini üreten çiftçiler de 57 nci hükümetin
uygulamalarından mağdur olmuşlardır. Değerli arkadaşlar, tabanfiyatlar, üretimde kullanılan girdi fiyatlarına
göre belirlenmiyorsa, çiftçi mağdur olur. Bu mağduriyeti azaltmanın yolu,
tabanfiyatlarını, hiç değilse, gerçekleşen enflasyon oranında artırmaktır. Bu hükümetin, 1999, 2000 ve 2001 yıllarında öngördüğü enflasyon oranını
tutturamayacağını tüm muhalefet milletvekilleri söylemişti; ama, Sayın Başbakan
ve bakanlar, bunu hiç dikkate almadılar. Değerleme emsalinde olduğu gibi,
TÜFE'ye göre ortalama enflasyonu esas alarak tabanfiyatlarda artış yapılması,
üreticiyi memnun edecek uygulamadır; bunu yapmıyorsanız, tasarlanan TÜFE'ye
göre yapıyorsanız, üreticiyi mağdur edeceğinizi bilin. Evet, Sayın Tarım Bakanı, bütün gayretlerine rağmen, Sayın Kemal
Derviş'i ikna edememiş ve 2001 yılında ekmeklik buğday fiyatı 164 000 Türk
Lirası olarak açıklanmıştı. Bu fiyatın düşük olduğunu her vesileyle ifade
ettik; ama, 57 nci hükümet bizim uyarılarımızı dikkate almadı ve yanlış
kararında ısrar etti. Sonuçta, çiftçi, fiyatı düşük buldu, ürününü de, 130
000-140 000 Türk Lirasına tüccara sattı. Toprak Mahsulleri Ofisinin de ortalama
fiyatı bu civardadır. 1999 ve 2000 yıllarında uygulanan düşük tabanfiyatı
sonucunda fakirleşen çiftçi, mazotunu, gübresini ve üstün vasıflı tohumluğunu
alamadı. Bu durum, 2001 yılının olumsuz hava şartlarıyla birleşince, buğday
üretimi düştü, ithalat söz konusu oldu, fiyatlar yükseldi. Şimdi, buğday 240
000 Türk Lirasıdır. Çiftçiden yedinci ve sekizinci aylarda 130 000-140 000 Türk
Lirasına alınan buğdayı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve tüccar, onuncu, onbirinci
aylarda, yani, üç ay sonra 230 000-240 000 Türk Lirasına satıyorsa, bu işte
aracılar kârlı çıkmış, çiftçi ise mağdur olmuş demektir. Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, konuşma metninde un ve ekmek
fiyatlarıyla ilgili geniş açıklamalara yer vermiştir. Bu açıklamaları için
kendilerine teşekkür ediyorum; ama, ben, Sayın Bakanımızı, Sayın Kemal Derviş'i
ikna ederek, buğday fiyatlarını üreticiyi memnun edecek bir düzeye
yükseltmesinin daha uygun olacağı konusunda uyarıyorum. Zira, bu şartlar devam
ederse, üretici desteklenmez ise, buğday ekemez, sonuçta, millî üretim düşer.
İşte, Türkiye, o zaman, asıl felaketi yaşar. Milletimiz savaş yıllarında olduğu
gibi aç kalır, ekmek bulamaz; buğday üreticisi yabancı ülkelere de gün doğar.
Türk çiftçisine vermediğiniz parayı, yabancı ülkelerin çiftçisine -evet, altını
çizerek diyorum, bu sizin gerekçeniz olarak "milleti aç koymamak adına
buğday aldık" dersiniz- ödersiniz, bitkisel yağ ve ayçiçeğinde olduğu
gibi. Ayçiçeği konusu Tarım Bakanlığından çok Sanayi Bakanlığını
ilgilendiriyor; bu yüzden, detayına girmek istemiyorum; ama, şunu ifade etmek
istiyorum: Ayçiçeğine ve diğer yağ bitkilerine uygun tabanfiyat verilseydi,
Türk çiftçisi ayçiçeği de ekerdi, soya fasulyesi de ekerdi, kanola da ekerdi;
bitkisel yağımız kendimize yeterdi, bitkisel yağı veya ayçiçeği ithalatı için
500 milyon dolar ödenmezdi. Bu para Türk çiftçisine verilirdi, Ukrayna
çiftçisine veya bir başka yabancı ülke çiftçisine verilmezdi. Şimdiden 57 nci hükümeti uyarıyorum: Bitkisel yağda olduğu gibi,
önümüzdeki yıllarda, Türkiye, şeker ithal etme mecburiyetinde kalacaktır.
Lütfen, tedbirinizi alınız ve ihracat imkânı varken, Türkiye'yi ithalatçı ülke
haline getirmeyiniz. Şeker Kanunu, Türk çiftçisinin değil, yabancı ülke çiftçisinin
menfaatlarını korumaktadır. Sayın bakanlar, lütfen, Şeker Kanununu bir kez daha
gözden geçiriniz ve kampanyanın biteceği şu günlerde olsun pancar fiyatını da
açıklayınız. 57 nci hükümet, 2001 yılında doğrudan gelir desteği sistemine geçtiğini
ve mevcut sistemi tümüyle terk ettiğini deklare etti. 2000 yılında dört
ilimizde pilot uygulamayı denediği doğrudan gelir desteğini, bu sene yurt
sathında uygulamaya koydu. Ortalama işletme büyüklüğünün 53,5 dönüm olduğu
ülkemizde, arazinin dönümü başına verilen 10 000 000 Türk Lirası, çiftçimizin
hangi derdine devam olacaktır?! Zira, dönüm başına verilen 10 000 000 Türk
Lirası, çiftçi ailesi başına yılda ortalama 535 000 000 Türk Lirası eder; aya
bölerseniz 50 000 000 düşmüyor. Şunu hemen belirtelim ki, bu paralar da, bugüne
kadar hâlâ ödenmemiştir. Sayın milletvekilleri, bu kürsüden yaptığım bir konuşmada bu konuyla
ilgili görüşlerimi ifade etmiştim, zamanım az olduğu için onları tekrar
etmeyeceğim; ama, bir hususu ifade etmek istiyorum: Gelişmiş ülkelerde
uygulamaya konulan doğrudan gelir desteği sisteminin esası, ülkedeki üretimi
düzenleyerek ürün fiyatlarını aynı düzeyde tutmaktır; üretimi artırmak
değildir. Bu da, daha çok, üretimi azaltmak şeklinde uygulanmaktadır. Sayın Bakanımız, konuşma metninde bu konuya da yer vermişler.
Açıklamalarında, 2001 yılı bütçesine bu amaçla 500 trilyon lira konulduğunu,
ilaveten de, Dünya Bankasından 200 000 000 dolar kredi desteği sağlandığını
belirtiyorlar. 21 Eylül 2001 tarihine kadar müracaat eden çiftçi sayısının 2,3
milyon civarında olduğunu da kaydediyorlar. Eğer, çiftçi ailesi başına ortalama
500 000 000 Türk Lirası ödeme yapılırsa, gerekli para 1 katrilyon 150 trilyon
Türk Lirası olacaktır; yani, daha ilk uygulama yılında ayrılan para ihtiyacı
karşılamaktan uzaktır. Bu konuyu, Sayın Bakanımız, konuşma metninin 17 nci sayfasında aynen
şöyle açıklıyorlar: "Diğer desteklerin kaldırılacağı düşünüldüğünde,
ülkemizde tarımsal faaliyetlerin devam etmesini sağlamak, bu sektörde
çalışanları sektörde tutmak için, doğrudan gelir desteği ödemelerinin diğer
destekleri kapsayacak şekilde olması gerekmektedir. 2002 yılı doğrudan gelir
desteği ödemeleri için yaklaşık 2,4 katrilyon Türk Lirası olan bu kaynağın ve
2001 yılı doğrudan gelir desteği ödemelerinin ikinci dilimi için ihtiyaç
duyulan 600 trilyon Türk Lirasının 2002 yılı transfer bütçesine konulması
gerekmektedir. Ancak, Hazine Müsteşarlığı, transfer bütçesine bu amaç için sadece 1,4
katrilyon Türk Lirası kaynak ayırabilmiştir. Planlanan reform çalışmalarının
başarıya ulaşması, ortaya konulan hedeflerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bu
hedeflerden biri ve en önemlisi ise, ortadan kaldırılan diğer desteklerin
yerine, doğrudan gelir desteği sisteminin yerleştirilmesidir. Bu nedenle, 2002
yılı doğrudan gelir desteği ödemeleri için belirlenen kaynağın, muhakkak,
bütçeye konulması şarttır." Hay elinize sağlık, ne kadar doğru yazmışsınız! Nihayet bizim
söylediklerimizi ifade ediyor, kaynağınızın olmadığını belirtiyorsunuz. Peki, şimdi soruyorum: Paranız yoksa, bu sisteme niçin geçiyorsunuz?!
Yani, Karadenizli vatandaşımızın dediği gibi, paran yoksa bu kayığa niye
biniyorsun?! Doğrudan gelir desteği konusunda, Türk çiftçisi adına bir hususu daha
sormak ve öğrenmek istiyorum: 2001 yılında, arazinin dönümü başına 10 000 000 Türk Lirası ödüyorsunuz;
2002 yılında, arazinin dönümü başına kaç lira ödeme yapmayı düşünüyorsunuz? Son bir yılda gübre fiyatları aşırı derecede artmıştır; ama, 55 inci
hükümetin başlattığı 11 500 Türk Liralık devlet desteği artırılmamıştır. İlk
uygulandığında gübre fiyatının yüzde 50'sine tekabül eden bu değer, bugün,
yüzde 6-7'ye düşmüştür; yani, sembolik hale gelmiştir. Gübredeki sübvansiyonun
artırılmasını ve gübre fiyatının belirli bir yüzdesi olarak belirlenmesini arzu
ediyoruz. Kredi faizleri çok yüksektir, düşürülmelidir... BAŞKAN - Sayın Öztek, son 2 dakikanız. LATİF ÖZTEK (Devamla) - 57 nci Ecevit Hükümeti, 55 inci Mesut Yılmaz
Hükümetinin yüzde 70'lere çıkardığı faizleri yüzde 39-40'a düşürdük diye
övünüyordu. 19 Şubat 2001'de yaşadığımız ikinci ekonomik krizden sonra, tarım
kesiminde, küçük ve orta boy işletmelerde tarımsal kredi faizleri yüzde 120'ye,
büyük işletmelerde ise yüzde 130'a yükseltildi; çiftçiler borçlarını ödeyemez
duruma düştüler; borçlarını ödeyemeyen çiftçilere hacizler geldi; hatta, bazı
köylerimizde yaşayan çiftçilerimiz hapse girmek için sıraya girdiler. Çiftçi borçlarının ödenmesinde kolaylık sağlanması konusunda Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası bir adım attı, 27.9.2001'de bir genelge yayımladı;
ama, sağlanan bu kolaylık yeterli değildir; çiftçilerimiz, temerrüt faizi
yerine uygulanacağı ifade edilen cari faiz oranını da ödeyecek durumda
değiller. Hayvancılıkla iştigal eden insanlarımız da sıkıntıdadırlar. Gerek
besiciler olsun gerekse süt üreticileri olsun, emeklerinin gerçek karşılığını
alamıyorlar. Elazığlı besicilerin durumunu yakından biliyorum, büyük sıkıntı
içindeler. Besledikleri hayvanları değer fiyatına satamıyorlar, zarar ediyorlar
ve besicilik yapmaktan vazgeçiyorlar. Yurdumuzun pek çok yöresindeki besiciler
de aynı durumdalar. Beyaz et üretiminde olduğu gibi, kırmızı et üretiminde de entegre
tesislerin kurulması teşvik edilmelidir. Aynı şekilde, süt üretiminde de
entegre projeler devreye konulmalıdır. Devlet de bu projeleri teşvik etmelidir.
Bugün 1 litre süt 210 000 Türk Lirasıdır; 1 litre boyalı sudan, gazozdan
ucuzdur. Devlet, süt fiyatı 15 000 Türk Lirası iken 3 000 Türk Lirası prim
veriyordu; yani, prim, süt fiyatının yüzde 20'si, yüzde 30'u gibiydi. Şimdi süt
fiyatı 210 000 Türk Lirası olmuş, prim, Sayın Bakanımızın son açıklamalarına
göre, 10 000 Türk Lirasıdır; yani, yüzde 5 düzeyindedir. Bu prim, süt fiyatının
yüzdesi olarak belirlenmeli ve yüzde 20-25 gibi yüksek bir oran olmalıdır. Aksi
halde, tatil, bayram demeden, senenin her günü çalışan süt üreticileri zarar
ederler ve bu sektörden çekilirlerse, değil kendimize, kundaktaki bebeğimize,
çocuğumuza, yataktaki hastamıza ve yaşlımıza bile bir bardak süt bulamayız, onu
da Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa ülkelerinden ithal etmek
mecburiyetinde kalırız. Daha önce plan hedeflerinin üzerinde bir gelişme gösteren ve devletten
hiçbir şey istemeyen piliç eti üreticileri de 57 nci hükümetin yanlış ekonomi
politikalarından nasibini almış ve sıkıntıya düşmüşlerdir. Bu arada, bazı büyük
tavukçuluk tesisleri üretimlerine son vermişlerdir. Bir kısmı da, ekonomik
yönden darboğaza girmek üzereyken, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu konuyla
ilgilenmiş ve Tarım Bakanlığı bürokratları ve sektör temsilcilerinden bir
grupla yaptığı toplantıdan sonra görüşlerini hükümete iletmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) LATİF ÖZTEK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan. Sayın Başbakanın konuya ilgi göstermesini ve yardımcı olmasını
memnuniyetle karşılıyoruz. Aynı ilginin tavukçuluk sektörünün tamamına,
Elazığ'daki, Konya'daki ve Trakya'daki süt üreticilerine, büyükbaş ve küçükbaş
hayvan besicilerine de gösterilmesini diliyoruz. Türk ekonomisini, içerisinde bulunduğu sıkıntılardan kurtarmak adına,
IMF'nin istekleri doğrultusunda uygulamaya konulan tarım politikalarını
kabullenmemiz mümkün değildir. Bu uygulama, Türk tarımını ileride telafisi
mümkün olmayan sıkıntılara sokar diyorum. Bu duygularla Tarım Bakanlığımızın 2002 yılı bütçesinin çiftçimize,
milletimize ve bakanlık personeline hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztek. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Bakan, bunlara cevap vereceksiniz
herhalde? BAŞKAN - Söz sırası, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Zeki Okudan'da. Buyurun Sayın Okudan. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya)- Sayın Başkanım, kıymetli
arkadaşlar; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla tekrar selamlıyorum. Konuşmama başlamadan önce Sağlık Bakanlığında, Sağlık Bakanlığı hizmeti
gören gelmiş geçmiş tüm bakanlarımı hayırla yâd ediyorum, şükranlarımı
iletiyorum. Değerli arkadaşlar, sağlık kutsaldır. Önce sağlık. Hiçbir Sağlık
Bakanının, işlerin yanlış gitmesini, bozuk gitmesini isteyeceğini, tasvip
edeceğini düşünemiyorum. Bu cümleyi biraz genişletmek istiyorum. Hiçbir
hekimin, hastasına zararlı olmayı düşüneceğini, ilaç adına veya başka şey
adına, bir yanlış yapacağını düşünmek, konuşmak bile istemiyorum. Değerli arkadaşlar, hekimlere soruyorlar: "Yeniden hekim olmak
ister misiniz?" Cevabın yüzde 49'u "evet", yüzde 51'i
"hayır." Yani, hekimlerin yarısı hayatından memnun değil. Değerli arkadaşlar, hekim sayısına bakıyorsunuz -1999 sayısına göre- 77
344; hemşire sayısına bakıyoruz, 69 246; ebe sayısı, 41 059. Yani, hemşire
sayısı hekim sayısından daha az. Siz, bir sağlıkocağına hekim gönderiyorsunuz.
Gönderdiğiniz hekimi yalnız başına gönderiyorsunuz; git kapıyı aç, süpür ve
doktorluk yap... Bunun mantığı bu. O yüzden, mutlaka, Türkiye'de insangücü
planlamasının düzenli bir şekilde yapılması, nüfusa göre insangücünün
planlanması, hizmete göre insangücünün planlanması ve iş yüküne göre hizmet
gücünün planlanması gerekmektedir. Değerli arkadaşlar, hekimler, devletten maaş istemeyen, yaptığı iş kadar
para kazanan, vergisini ödeyen, hastası geldiği zaman da, angarya olarak
algılamayan bir grup olsun istiyoruz. Hastalar için de, doktora müracaat eden
hasta; yine, hemşire, doktor ve hastane fobisine kapılmayan bir hasta. Eczacı
açısından ise, hastaya ilaç verirken gönül rahatlığıyla ilacını veren ve hasta
da gönül rahatlığıyla ilacını içen bir hasta. Bunlar uzak değil arkadaşlar. Tıp fakültelerinin sayıları arttı. Altyapısı güçlendirilecek olursa,
tahmin ediyoruz, bu fakülteler çok verimli hizmetlerde bulunacak; çünkü,
taşradaki fakülteleri gördüm; çok kıymetli çalışmalar var, çok iyi neticeler
var. Ben, bütün tıp fakülteleri için ümitliyim. Değerli arkadaşlar, Döner Sermaye Yasası çıktı; ancak, uygulamalarda
bazı aksaklıklar var. İdarî kademenin bazı hekimleri kayırdığıyla ilgili,
doğuda, batıda çeşitli şikâyetler alıyoruz. O yüzden, onun da gözden geçirilip
düzeltilmesi gerekir. Vardiya usulü, aslında iyi bir usul, hele hele randevu usulüyle beraber
olursa; ancak, hekimlerin gönül olarak rahat olmaları gerekir, yaptıkları işin
karşılığını almış olmaları gerekir, en azından bu duyguyu taşımaları gerekir;
değilse, bir haksızlık, bir angarya çektirme duygusuyla hizmet vereceklerdir
ki, bu da, hekimleri, hak arayan kuruluşların eline malzeme yapacaktır. Değerli arkadaşlar, az önce, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
bütçesinde de bahsetmiştim. İstanbul'un nüfusu son on yılda tam 2 milyon
artmış. Bu on yıl içerisinde 3 tane devlet hastanesi açılmış ve devlet
hastanelerine 2 400 yatak ilave olmuş. Buna karşılık 77 tane özel hastane
açılmış. Özel hastanelerdeki yatak sayısı da 4 500'dür. Değerli arkadaşlar, devlet, bu insanlara maaş vermemiş; hizmet almış,
dahası, karşılığında vergi almış; ama, bir torba çimentosu nasip değil. Arkadaşlar, Hıfzıssıhha Kanununa dokunmadan veya laboratuvarına
dokunmadan geçmek yanlış olurdu. 1930'lu yıllarda Hıfzıssıhha kurulduğu zaman
Fransa'nın Pasteur Laboratuvarıyla aşağı yukarı denk hizmetler verirken, bugün,
maalesef, Fransa'nın Pasteur Laboratuvarından, tabiî ki, çok daha gerilerde. Değerli arkadaşlar, acil servislerde hasta yakınlarımız açıktalar; çoğu
hastanelerde onu görüyorum. Onların hıfz olacakları bir şeyin yapılmış olması
lazım. Turizm hekimliği ve sağlık turizmi konusunda da çalışma yapmak
gerekiyor. Değerli arkadaşlar, Gümrük Birliği Anlaşmasının ülkemizin hayrına
olmadığını zaman içerisinde anladık. Rakamlar, bunu, maalesef, bizim aleyhimize
olarak gösteriyor. Bunun en büyük göstergesini de ilaç sektöründe görüyoruz.
Daha önce yüzde 40'lara varan ithal ilaç yokken, şimdi, yüzde 40'ları zorlayan,
hatta, üzerine çıkan bir ithal ilaç piyasası oluştu. Bu bakımdan da
değerlendirilmesi gerekir. Arkadaşlar, meslek sigortası... Çağın vebası hepatit, AIDS gibi
hastalıklar ve bütün bu hastalıkların ilk muhatabı sağlık personeli hekimler.
Bu hekimlere karşı ne bir sigorta ne bir koruyucu kanunî düzenleme var. Bunun
mutlaka çıkarılması gerekir. Ayrıca, hekimlerimizin hastanede çalıştıkları süre içerisinde
beklenmedik birtakım kazalar, kaza olarak algılanabilecek yanlış uygulamalar
nedeniyle maddî-manevî zarara uğruyorlar. Onun için de, meslek sigortalarının,
hekimlere yönelik meslek sigortasının mutlaka geliştirilmesi gerekiyor. Koruyucu halk hekimliği sahasında Çevre Bakanlığıyla aradaki çizginin
netleştirilmesi gerekir. Bir de alternatif tıp yani akupunktur ve diğer bitkisel drug'larla,
ilaçlarla ilgili... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Bitkilerle tedavi veren bazı kurumlar
var. Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında yetki paylaşımı söz konusu.
Bunların da düzenlenmesi gerekir. Allah kimseye hastalık vermesin. İnsan
hastalandığı, hele hele çaresiz bir hastalığa düştüğü zaman her yerden medet
umar. Dolayısıyla, bitkilerden de medet uman vatandaşlarımız olacak. Bu,
tamamen normal. Eğer, siz bitkilerle ilgili bir düzenleme yapmazsanız, ne
bitkisel ilaca müracaat edeni ne de o bitkisel ilaçla ilgili uygulama yapanı
suçlamaya hakkımız olur. Bu bir ihtiyaçtır, bunun mutlaka çağdaş ülke
düzeyindeki mevzuata kavuşturulması gerekir. Nihayet, her zaman söylediğimiz gibi arkadaşlar, hekimlik, evet, ahlak
gerektirir; ama, hekimliğin yanında diğer kurumların da ahlaklı olması gerekir.
Değerli arkadaşlar, bir şeyi daha vurgulamak ve hatırlatmak istiyorum:
Acil olarak, acil servise uğrayan memurlardan "git paranı yatır" gibi
hastanelerden talepler gelmekte. Memur kimliğini gösterenlere, lütfen, sevk
kâğıdı çıkarsınlar Sayın Bakanım. Sayın Bakanım, bir de, basında bugünlerde çokça konu edilen hologramla ilgili
bazı iddialar var. Bu iddialara eğer kalıcı cevap verir de bu şaibenin
durmasını sağlarsanız, hem sağlık camiası olarak bizler, sizler, hepimiz
rahatlayacağız. Hepinizi saygıyla selamlarım. (SP, DSP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim doktor. Sayın Okudan'a teşekkür ediyorum. Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Partide. Burdur Milletvekili Sayın Hasan Macit; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA HASAN MACİT (Burdur) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik
Sol Parti Grubu adına, görüşlerimizi
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum. Konuşmama, Tarım ve Köyişleri Bakanın sözünü ettiği bazı projelerin isimlerini vererek başlamak
istiyorum. Köy kentlerin, Tarım Kentlerinin Oluşturulması, Bu Oluşumların
Çiftçi, Üretici Organizasyonları ve Kooperatifçilikle Desteklenerek Bölgede
Üretimin Yanında Ürün İşleme ve Pazarlama Fonksiyonlarının da Geliştirilmesi
Projesi; Ürün Planlaması Projesi, Çiftçi Kayıt Sistemi Projesi, Alternatif Ürün
Projesi, Tarımsal Üretimde Kullanılan Girdilerin Dünya Fiyatlarıyla Uyum
Projesi, Doğan Buzağıların Desteklenmesi Projesi, Anadolu Alaca Sığır Irkı
Geliştirme Projesi, Doğrudan Gelir Desteği Projesi ve Yem Bitkileri Destekleme
Projesi. Öte Yandan, Sayın Bakanımız "tarımsal üretim içinde hayvansal
üretim payının bugünkü düştüğü yüzde 20'ler seviyesinden yüzde 70'lere
çıkarılması temel projelerimiz ve uygulama alanımızdır" açıklamasını
yaptı. Bu açıklamayı çok önemsemeliyiz; çünkü, bu açıklama, hayvancılığımızın
yıllardır ihmal edilmişliğinin, uygulanan yanlış politikaların açıklamasıdır.
Hayvancılığın geliştirilmesi için doğru projelerin ortaya konması, uygulanması
hedeftir. Gelinen noktadan en küçük bir yavaşlamaya dahi izin verilmemelidir.
Yoksa, geçmişte 296 000 hayvan ithal edip bugün bunlardan bir tanesini bile
gösteremiyorsak, köylü bunun için borçlandırılıp bu borçları hâlâ ödemeye devam
ediyorsa, burada bir yanlışlık var demektir. Bu yanlışlığa, geçmişte uygulanan
iki destekleme yanlışıyla açıklık getirmek istiyorum. 1980'li yıllardan sonra ithal edilen süt ve süt ürünleri sonucu, köydeki
süt üreten, süt hayvancılığı yapan, bakkallarda dahi bu ürünler satılır
durumdayken, bu tabloda acaba Türk köylüsü mü desteklendi, yoksa, süt ithal
edilen Hollanda üreticisi mi desteklendi? Bunun, 1995 yılında mayıs ayında,
zamanın hükümeti, 1 Ocaktan geçerli olmak üzere, süt destekleme primlerini
"gereği yoktur" diye kaldırarak -geriye yönelik- ne hikmetse, 1995
yılının son aylarında, siyasetin dalgalanması ve erken seçim kararı alınır
alınmaz, 1 Aralıktan itibaren tekrar süt üreticisinin hatırlanması ve bu 1
Aralıktan geçerli süt destekleme primlerinin getirilmesi... İşte, böyle
desteklemeler hayvancılığı bu hale getirmiştir. Maalesef, 1990'lı yıllardan sonra, ne olduğu belli olmayan lop etlerin
ithal edildiği ve bu ithalatın 1997'ye kadar devam ettiği süre içerisinde,
acaba diyorum, Türk besi hayvancılığı ve bunu yapan üretici mi desteklendi,
yoksa, ithal edilen ülkelerin besi üreticisi mi desteklendi diye sormak
gerekir. Bu projeler ve uygulamalar, tarımda verimsizliğin ortadan kaldırılması,
köylünün hayat standardının yükseltilmesi içindir. Yani, köykentlerin
oluşmasına katkı sağlayacak türdendir. Köykentler, köylünün çağdaş dünya ile
buluşma projesidir; köylüye, insanca yaşayacağı ortamların yaratılmasıdır;
kentlerin köylüleşmesinin önüne geçilmesidir. Sayın milletvekilleri, hayvancılık, tarımsal üretim içinde katmadeğeri
en yüksek olan bir sektördür. Onun için, hayvancılığımızı, Avrupa Birliği
sürecinde yaşatmak, geliştirmek, rekabet edebilir seviyeye çıkarmak
zorunluluğumuz vardır. Ülkemizin mevcut yapısında, hayvancılık, ağırlıklı
olarak, çok küçük köy popülasyon hayvancılığı şeklindedir. Hayvancılığımızın
gerçekten geliştirilmesi, ekonomik verimliliği olan optimal işletme
büyüklüklerine dönüştürülmesine yönelik projelerin geliştirilmesiyle
sağlanabilir. 100x2 kredili hayvan destekleri yerine, 10x20, 20x20 projeleri
denenebilir. Desteklemeler ve hizmetler, üretici örgütleri vasıtasıyla
verilirse, yetiştiricilerin örgütlenmesine de teşvik edilmiş olur. Bu örgütler,
üretime ve verimliliğe dönük uzmanlık hizmeti de veriyorsa, daha da
özendirilmesi gerekir. Kooperatifçiliğin kitlesel tabanı küçük üreticidir. Küçük üreticinin,
kooperatiflerine sahip çıkmasında, Bakanlığın denetleme, bilgilendirme,
yönlendirme görevi vardır. Kooperatifler, üyesi olan işletmelere girdi
sağlanmasından ürünün pazarlanmasına kadar birçok işlevi yerine getirirler. Bu
hizmetler için de, kooperatifler, gerekli kayıtları da tutabilirler.
Kooperatifler, salgın hayvan hastalıklarıyla mücadele ve hayvan hareketlerinin
kontrolü dışında, hayvan hastalık ve zararlılarıyla mücadele edebilirler. Yetiştirici birliklerinin soy kütüğü ve suni tohumlama çalışmalarının
ülke geneline yaygınlaştırılmasının yanı sıra, Türkiye'de büyükbaş
hayvancılığın geliştirilmesi, optimum düzeyde verim alınması için organize
hayvancılık bölgelerinin kurulması ve bu bölgeler içinde de köy-kent projeleri
bağlamında küçük ve orta boy hayvancılık işletmelerinin yapılandırılmasında
büyük yararlar vardır. Örneğin, süt işletmeleri, besi işletmeleri, damızlık
işletmeleri gibi. Büyükbaş hayvancılığımıza verimlidir diyemeyiz; çünkü, ortalama 11
milyon büyükbaş hayvan varlığımıza karşılık, yıllık 10 milyon ton süt
üretimimizden söz edilmektedir. Hayvan başına yıllık süt verimi ortalama 1 660
kilogram civarındadır. Hollanda'da ise, bir süt işletmesi, süt verimi
yıllık 8 500 kilogramın altına inen
hayvanları kesilmeye sevk etmektedir. Tavukçuluğun, kültür balıkçılığının, arıcılığın, ipekböcekçiliğinin,
mevcut ekosistemler içinde değerlendirilerek, kooperatifler aracılığıyla daha
ileri seviyede desteklenmesi uygundur. Kooperatiflerin kendi bankalarını
kurmaları teşvik edilmelidir. Tarım ve hayvancılık sigortaları, kooperatifler
ve bankası tarafından yapılabilir. Tarım ekonomisinde, kayıtdışılığın önüne
kooperatifler vasıtasıyla geçilir. Kooperatifçiliği gelişmiş illerin Gelir
Vergilerindeki belirgin artış, bunların birer göstergesidir. Bunları sağlarken,
Bakanlığın da yeniden yapılandırılması gerekir. Bakanlık, tarım ve
hayvancılıkta araştırma, geliştirme ve sorumluluk almalı; bilgilendirme,
yönlendirme, kontrol görevlerini ağırlıklı olarak yerine getirme durumuna
gelmelidir. Bakanlıkta, liyakat temeline dayalı bir norm kadro yapılanmasına
geçilmeli, hizmetler branşlaşmalı, farklı branşlardan uzmanlara farklı
hizmetler yaptırılmamalıdır. Yönetici atamalarında da belli esaslar ve kurallar
getirilmeli ve uygulanırsa, atamalar bu çerçeve doğrultusunda yapılırsa, herkes
tarafından kabul görür. BAŞKAN - Sayın Macit, süreniz bitti. HASAN MACİT (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım. Bakanlık bünyesinde hayvancılık müsteşarlığı kurulup, taşrada
örgütlendirilmeli, bu örgütlenme sağlanıncaya kadar, hayvancılık ağırlıklı olan
yörelerin müdür kadrolarının veteriner hekim, yardımcılarının ziraat mühendisi;
ziraat ağırlıklı bölgelerin ise, il müdür kadrolarının ziraat mühendisi,
yardımcısının veteriner hekim olması meslekler arasındaki dayanışmayı
artıracağı gibi, verimliliği de artırır. Bir diğer önemli konu da, tarım reformudur. Ülkemizde, tarım reformu
çalışmalarının hızlanarak devam etmesi dileğimizdir. Tarımda yapısal değişimin,
dönüşümün sağlanmasıyla, tarımsal üretimde verimlilik ve kalite, gelişmiş
ülkeler seviyesine çıkacak, rekabet edilebilirlilik noktasına ulaşacaktır.
Ülkemizin kalkınmışlığından ancak o zaman söz edebiliriz. Bu duygu ve düşüncelerle, 2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve
ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Macit. İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener'de. Buyurun Sayın Erdener, yasal süreniz 7,5 dakika.(DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA YÜCEL ERDENER (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
Tarım ve Köyişleri Bakanlığıyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun
görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Grubum ve şahsım adına hepinize
saygılarımı sunuyorum. Söz konusu bakanlığın bütçe tasarısındaki genel amacı, üretimin
artırılması. Bu bağlamda, yeni bir yapılanma gereksinimlerinin gündeme gelmesi
düşünülebilir. Tarım, insanlık tarihi boyunca önemli bir üretim sektörüdür.
Tarımın diğer sektörlere sağladığı hammadde girdisi bakımından da önemi,
günümüzde ve geleceğimizde yadsınamaz bir gerçektir ve tarım, politikalarüstü
değere sahiptir. Ülkemizde hızla artan nüfusun ortaya çıkardığı beslenme sorununun çözümü
ve tarıma dayalı sanayimizin geliştirilmesi, birçok girdi yanında, özellikle,
toprak ve su gibi doğal kaynaklarımızın akılcı bir şekilde kullanılarak birim
alandan en üst düzeyde verim alınması çalışmalarında başarılı olması talebi,
bizleri üretimin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulma görüntüsünü seyretmekten
de kurtaracaktır. Hiç kuşku yok ki, ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine
bağlıdır. Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce yeterli bir
altyapıya, iyi bir fiyat politikasına, üreticilerle sağlanacak olan
kolaylıklara ve iyi bir örgütlenmeye verilecek önemdir. Tarım sektörü, ülkemizde, giderek sanayi sektörüne kayışı nedeniyle
önceliğini yitirmiştir. Oysa, tarım, temel ihtiyaç maddelerinin üretildiği bir
sektördür ve tarım sektörü, doğal koşullara bağlıdır, üretim periyodu uzundur,
üretim-tüketim zinciri içerisinde desteklenmektedir. Yatırımların azlığı
nedeniyle bu sektörün desteklenme zorunluluğunu da ortaya koymaktadır. Ne var
ki, bu desteklemelerin kitleye yeterince yansımaması, amaçların gerçekleştirilememesi,
kalkınmaya yönelik hedefleri engelleyen unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Ülkemiz, coğrafî yapı ve ekolojik şartlar bakımından büyük bir potansiyele
sahiptir. Bu bakımdan, kaynaklar, akılcı ve planlı kullanılması durumunda,
uluslararası rekabette varlığını ortaya koyma gücüne de sahip bulunmaktadır. Hedefimiz, tarım sektöründeki sorunları ortadan kaldırmak, gelişmiş
ülkeler düzeyine çıkmaktır. Bu çerçevede, her şeyden önce, Avrupa Birliğiyle
oluşturduğumuz gümrük birliğinin tarım politikasıyla ilgili gereklerini
sağlamak; daha da öte, kendimizi, Avrupa Birliğinin ortak tarım politikasına
hazırlamak zorundayız. Ülkemizde, toplum topraktan henüz kopmuş değildir. Çalışanların yaklaşık
yüzde 35'i geçimini doğrudan doğruya tarımdan sağlamaktadır. 2001'in başında,
21 000 000 dolayında olan işgücünün yaklaşık 9 000 000'u tarımda çalışmaktadır.
Bu 9 000 000'un yaklaşık 4 000 000'u ise, ücretsiz aile işçisidir. Aile
işçileri, ekonomik, toplumsal, kültürel ve töresel yönden hep birbirine
bağlıdır, hep birbirine bağımlıdır. Bunların ise yüzde 90'ı kadındır. Bu bağ,
kasaba ve kentler geliştikçe zayıflamakta, ailedeki bu yapı, geleneksel olarak,
siyasete de etki yapmaktadır. Tarım sektörünün ulusal ekonomiye katkısı yüzde 15'lere kadar düşmüştür.
Oysa, tarım sektörü, toplumun gıda ihtiyacının karşılanmasına önemli ölçüde
katkıda bulunmaktadır. Bugün, çağın gündemine oturan, 1980'de başlayan, 1989'de soğuk savaşın
bitmesiyle sermayenin dolaşımının hızlanması, teknolojik gelişme
değişikliklerin sonunda süreklilik kazanması, sermaye etki alanının artmasıyla,
yeni bir politik ortamla birlikte kürselleşmeyi, yani globalleşmeyi ortaya
çıkarmıştır. Bu durum, az gelişmiş ülkelerde, merkez bankalarını
iktidarsızlaştırmış, hükümet politikalarını etkisizleştirmiş ve sıcak paradan
oluşan istikrarsızlığı sermaye piyasası ortamına taşımıştır. Küreselleşmenin yarattığı sonuçlardan biri, Dünya Ticaret Örgütüdür. Bu
örgüt, küreselleşmenin yaygınlaşmasını sağlayan uluslararası bir kuruluştur.
Dünya Bankası, kendine üye ülkelerden, hükümet harcamalarını, hükümet
kararlarını ve hükümet prosedürlerini kendi şemsiyesi altında toplamayı
istemektedir. Serbest ticaret normlarını bütün dünyada egemen kılmayı amaçlayan
ve 1995'te yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütüyse, kuruluş anlaşması ve eki
anlaşmalarla, küreselleşmenin kurumsallaşması yolunda atılan önemli adımları
ihtiva etmektedir. Bu örgütün 1999'daki gündeminde, dünya ticaretini daha da
serbestleştirmek, başta tarım ürünleri olmak üzere hizmet alt sektörlerine
yaygınlaştırmak vardır. Türkiye'nin 1999 yılında Avrupa Birliğine aday ülke gösterilmesi, tarım
politikasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Dünya Ticaret Örgütü, Tarım
Anlaşması ve Avrupa Birliğiyle yakınlaşması söz konusu olunca, yeni tarım
politikalarını saptama zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Küreselleşme,
çağın bir gerçeğidir; ondan uzak durmak neredeyse olanak dışıdır. Ayrıca, sübvanse edilen girdi kredileri ve temel ürünlerdeki fiyat
desteklemelerine dayanan mevcut sistemin, zaman içinde, doğrudan gelir
desteğini yürürlüğe koyarak, söz edilen tarımsal reform programı, devletin,
tarımsal üretim ile tarımsal sanayi üretiminde doğrudan bir rol alması
anlamındadır. Bu durum, uygulanan tarımsal destekleme politikaları, küçük
çiftçilere destek sağlamanın en düşük maliyetli yöntemi değildir ve uygulanan
piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak, kaynak dağılımını kötü etkilemektedir.
Ayrıca, küçük çiftçilerden çok büyük çiftçilere yarar sağlamaktadır ve netice
olarak, tarım alanında çok başlılık ve karar vermede tutarlığı da
etkilemektedir. Bu çerçevede, tarımda bugüne dek uygulanan tarımsal destekleme
politikaları yerine, doğrudan gelir desteği politikası uygulanması
istenmektedir. 2005 yılına kadar, tarımsal desteğin tamamen kaldırılması
planlanmaktadır. Maliye Bakanlığının son açıklamasıyla, 2002 yılında, tarımsal
desteğin süreceği açıkça belirtilmiştir. Doğrudan gelir desteği sisteminin ilke
olarak benimsenmesi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığında yürütülen çiftçi kayıt
projesinin yapılanması planlanmıştır. Önemli mesafe -bitiyor efendim- alınan bu projenin Bakanlıkça
hızlandırılmasını, aksaklıkların ortadan kaldırılmasını gönülden diliyorum. Özellikle, konuşmamı, DYP'li arkadaşım, sözcü Ertugay'a hatırlatmakla
bitirmek istiyorum. Buğday fiyatının destekleme alım fiyatları, geçen yıla
oranla, yüzde 25 değil, yüzde 60,8 oranında artırılmıştır ve 164 000
TL/kilogram olarak belirlenmiştir ve Türkiye, bitkisel ürünlerde, net ithalatçı
durumuna, ilk defa, büyük oranda 1990 ve 1992 yılından itibaren geçmiştir ve
yoğun bir şekilde, ithalat, 1997 yılına kadar devam etmiştir. Sonuç olarak, 2002 yılı bütçesi içinde yer alan Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı bütçesi ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü katma bütçesi kabulünde
dikkat edilecek gerçeğin başında, Bakanlıkça uygulanması istenilen tarım
sigortası yasasının çıkarılmasındaki çabanın devamı ile tarım politikalarının
bilimsel verilere dayanarak gerçekleşmesi ve kalkınmanın köyden başlayacağı
ilkesine uyulması gelmektedir. Bu yapılanmayı gönülden destekler, tarım
sektöründe aramızdan ayrılan, tarıma ömürlerini veren, eli öpülesi
tarımcılarımızın ve hâlâ tarım sektörüne gönül verip, katkıda bulunan bütün
çiftçi ve meslektaşlarımın çalışmaları ve başarıları önünde saygıyla eğilir,
2002 malî yılında, bütçemizin uygulanmasında, hükümetimize ve Bakanlığımıza
başarılar dilerim. Saygılarımla. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, üçüncü söz, Bilecik Milletvekili Sayın Sebahat
Vardar'da. Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA SEBAHAT VARDAR (Bilecik) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol
Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri, şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımla selamlıyorum. Ulusumuzun ve
tüm Müslüman dünyasının kutsal ramazan ayını ve yaklaşan bayramını kutluyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Son yüzyılda bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak, sağlık
alanında büyük gelişmeler kaydetmiş olduğumuzu görüyoruz. Ancak, uzun yıllar
yapılan çalışmaların istenileni vermediği ve ülkemizdeki sağlık hizmetlerinde
beklenen iyileşmenin sağlanmadığı saptanmıştır. Hâlâ büyük sorunlar ile karşı
karşıyayız. Sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi ele alındığında, ülkemizin sağlık
göstergeleri tatmin edici değildir. Nüfusun büyük bölümünün kırsal alanlarda
yaşadığı dönemlerde kırsal sağlık hizmetlerine önem verilmişti. Ancak,
ülkemizin nüfusunun giderek artan oranlarda kentleşmesi sebebiyle, sağlık
sorunları iyice büyümüştür. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, sağlık
alanında zaman zaman gazetelere yansıyan ahlakî yozlaşmanın önlenebilmesi için,
Tam Gün Yasasını tekrar uygulamaya koymalıyız. Geçmişte hekim sayısının
yetersizliği nedeniyle uygulanmasındaki güçlükler bugün için yoktur. Ayrıca,
geçmişteki uygulamalardan alınan derslerle, günümüze uyumlu, yeni ve
geliştirilmiş bir tam gün yasasını tartışmalıyız. Doktorlarımız da, hastalar da ülkemizdeki sağlık sisteminden
rahatsızdır. Bu olumsuzlukların yanında koruyucu hekimlik alanında önemli
gelişmeler kaydettik. Temel sağlık hizmetlerinin Türkiye'nin en ücra köşelerine
kadar götürülmesini sağlayan sağlık servisi modeliyle en önemli hizmetler
sunulmuştur. 1990'lı ve öncesi yıllarda devlet hastanelerinin durumunu hepimiz
biliyoruz. Parası olan vatandaş sağlığı satın alıyordu. Sağlık hizmetlerinin
devlet tarafından yapılması gereğine inanıyorum. Eğer elini kaldıracak takati
olmayan yoksul vatandaşa parası yok diye bakılmıyorsa ve kaderine terk
ediliyorsa, iyileştirilmiyorsa, devlet, sosyal devlet olma özelliğini yitirmiş
demektir. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğuna inandığımız
Türkiye Cumhuriyetinin hedefi, her vatandaşının sağlık hizmetlerinden
faydalanmasını sağlamasıdır. Çağdaş toplumlarda, devlet, birey için vardır. Bu
nedenle, devlet anlayışının, vatandaşına hizmet götürmek ve onun ihtiyaçlarına
cevap vermek felsefesine dayandırılması gerekir. Ülkemizde uygulanan sağlık politikaları, özellikle son on yıl içerisinde
çok çeşitli aşamalardan ve tartışmalardan geçmiştir. Ülkenin her yerinde,
sağlık ocakları, sağlık evleri açılmış, devlet hastaneleri inşa edilmiş
olmasına rağmen, bunlara doktor ve sağlık personeli göndermekte sıkıntılar
yaşanmaktadır. Bu olumsuzluğun giderilmesinde, Sağlık Bakanımıza ve hükümetimize büyük
görevler düşmektedir. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki yıl, bu tablo değişecektir. 2002 yılı genel bütçesinden Sağlık Bakanlığına ayrılan pay 2,40'tır. Bu
payın, toplumumuzun sağlık hizmetlerini karşılamak ve hizmeti yükseltmek için
yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz. Kalkınmış ülkelerde olduğu gibi, gayri
safî millî hâsılanın en az yüzde 5 ve 6'sının sağlık hizmetlerine ayrılması
gerekmektedir. Ülkemizin sağlık sorunlarını, ancak, payın artırılması ve öncelikle,
sağlık yönetimi ve sağlık planlaması konularını bilimsel bir temelde,
ciddiyetle ele almamız ve hayata geçirmemizle aşabiliriz. Sağlıktaki sorunların giderilmesi, değişen dünya ve ülkemiz koşullarına
ve Avrupa Birliği sağlık politikasına uyum sağlamaya, halkın sağlık düzeyini
yükseltmeyi amaçlamaya yönelik olarak Sağlık Bakanlığının gerekli çalışmalara
başlaması ve uygulamaya geçmesi mümkündür. Bunun yanında, tüm sağlık personelinin ücretlerinin ve çalışma
koşullarının iyileştirilmesi, özendirici hale getirilmesi gerekmektedir. Ancak
bu şekilde, yurt çapında verilecek sağlık hizmetinin kalitesi artırılabilir,
vatandaşımız sağlık yönünden mutlu edilebilir. Diğer önemli sağlık
politikalarının başarısı da buna bağlıdır. Sağlık alanındaki ortak çabaların
başarılı olabilmesi için, uzun vadeli planlara ihtiyaç vardır. Bu bağlamda,
gelecek yılları kapsayacak isabetli tahminlere dayanan araştırmaların teşvik
edilmesi ve bu yönde etkin işbirliği yapılması gerekmektedir. Kaliteyi önplanda
tutacak politikalar üretilerek, verimli, şeffaf çalışmalar sürdürülmelidir.
Keyfî uygulamalara son verilmelidir. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Bütçeye konulan paraların
kullanımında daha dikkatli ve programlı olmamız gerekmektedir. Harcanan her
kuruşun hesabı halka verilmelidir. Ayrıca, bütçe dışından elde edilen fon
gelirleri, döner sermayelerden ve özel sağlık kurumlarından elde edilen
gelirlerin toplamının ne kadar olduğunun ve ne şekilde kullanıldığının da
kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Okul çağı çocuklarında diş çürüğü, boğaz hastalıkları, bağırsak
parazitleri en sık görülen sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Bulaşıcı hastalıklar, önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam
etmektedir. Aşıyla korunabilen hastalıklarda önemli azalmalar olmasına rağmen,
tüberküloz ve sıtma, sorun olmaya hâlâ devam etmektedir. Çevre sağlığı sorunlarının büyümesi, kişisel hijyen alışkanlıklarının
yeterli ölçüde gelişmemiş olması, bu tabloyu ağırlaştırmaktadır. Vakit
kaybedilmeden Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı ile sivil toplum
örgütlerinin bir araya gelerek halkın bu konularda eğitilmesi ve
bilinçlendirilmesi için projeler üretmeleri ve uygulamaları gerekmektedir. Bu,
ülkemiz için çok önemli bir konudur ve üzerinde durulmalıdır. Sağlık Bakanlığında temel sağlık hizmetlerini veren tüm doktor, ebe ve
hemşirelerimizin ve diğer sağlık personelimizin, çocuk felciyle savaşımda
gösterdikleri büyük başarı övgüye değer niteliktedir. Bu özveri sonucu, son üç
yıldır ülkemizde hiçbir çocuk felci vakası görülmemiştir. Çeşitli kurumların elinde bulunan ve sağlık hizmeti sunan sağlık
kurumları, bir yönetim altında toplanarak, hizmet kaliteleri yükseltilmelidir.
Hastanelerin farklı bakanlıklara ve kurumlara bağlı olması nedeniyle, sağlık
hizmetinin eşit, sağlıklı ve istenen düzeyde verilmesi mümkün olmamaktadır.
Aynı kent içinde, bakıyorsunuz, farklı kurumlara bağlı 3 hastane yapılmış. Hem
başvuran hasta sayısı hem verilen hizmetin kalitesi açısından çok farklı bu 3
hastanenin olanakları birleştirildiği takdirde, hizmet, bina, yatak,
personel ve ilaç israfının yarıya indirilmesinin mümkün olabileceği kolayca
görülebilir. BAŞKAN - Sayın Vardar, 7,5 dakikanız bitti. SEBAHAT VARDAR (Devamla) - Müsaadenizle... Az kaldı. BAŞKAN - Estağfurullah efendim. Müsaade sizin. Borç yiyen, kesesinden
yer!.. SEBAHAT VARDAR (Devamla) - Üniversitelerle işbirliği yapılarak, tam
teşekküllü bölge hastaneleri ve bu hastanelere bağlı yerel hastaneleri
yaygınlaştırmamız gerekmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu görüş ve düşüncelerle Sağlık
Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, büyük bir
özveriyle çalışarak halkımıza şifa dağıtan tüm sağlık personelimize buradan
şükranlarımı sunarak, sözlerime son vermek istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Vardar, teşekkür ediyorum. Şimdi söz sırası, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Karslıoğlu'nda. (DSP
sıralarından alkışlar) Sayın Karslıoğlu, süreniz 7,5 dakika; yani yine sürenizi vereceğim. DSP GRUBU ADINA MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002
mali yılı bütçesiyle ilgili görüşleri açıklamak üzere Demokratik Sol Parti
Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi, Grubum ve
şahsım adına en içten saygılarımla selamlarım. Sağlık Bakanlığına bağlı katma bütçeyle idare edilen genel müdürlük olan
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, başka ülkelerden gelebilecek
karantina hastalıklarına karşı ülkemizin korunması amacıyla 1838 yılında II.
Mahmut tarafından kurulmuştur. 1923 yılında Lozan Antlaşmasından sonra
"İstanbul Limanı ve Boğazları Sıhhiye Müdüriyeti" kurulmuş, 1924
yılındaysa adı "Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü" olarak
değiştirilmiştir. 20 Temmuz 1936 tarihinde de Montrö'de imzalanan Boğazlar
Rejimi Hakkındaki Mukavelenameyle, Genel Müdürlüğün görevlerinden olan
Boğazlardan geçecek gemilerin tabi olacakları koşullar aydınlığa
kavuşturulmuştur. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Lozan Antlaşması, Montrö
Boğazlar Sözleşmesi, Uluslararası Sağlık Tüzüğü, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmi Kanununun verdiği yetki çerçevesinde,
aşağıdaki görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Bilindiği gibi, ülkemizin, dünya coğrafyasında önemli bir yeri vardır ve
8 400 kilometre sahili vardır, 2 800 kilometre kara sınırı vardır, 8 ülkeyle de
komşudur. Onun için, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü önemli bir kamu
kurumudur ve önemli görevleri vardır, çok önemli sorunları vardır; kısaca
onlardan bahsedeceğim. Başlıca görevleri, Uluslararası Sağlık Tüzüğünde yer alan karantina
hastalıklarının, Dünya Sağlık Örgütünün belirlemiş olduğu enfekte bölgeler
listesi göz önünde bulundurularak, deniz, hava ve karayoluyla ülkemize giriş ve
çıkışına engel olmak; limanlarımıza yanaşacak olan veya Boğazlarımızdan transit
geçecek gemilerden, Uluslararası Sağlık Tüzüğüne göre alınan deniz sağlık
bildirimi neticesinde, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 2548 sayılı Gemi Sağlık
Resmi Kanunu ile genel yönetmelik ilgili maddelerine dayanarak, bu gemilerden,
ülkemizin sağlık işlerinde kullanılmak üzere serbest veya transit gemi sağlık
rüsumu tahsil etmek; gemilerde yolcu ve mürettebatın sağlık denetimini yapmak;
gemi, yat, yolcu motorlarının sağlık yönünden uluslararası standartlara
uygunluğunu tespit etmek ve uygun olanlara medikal sertifika düzenlemek;
yurdumuza yurtdışından gelen gemilere gerekli sağlık sorgusunu yaparak pratika
düzenlemek; liman, havalimanı, kara hudut kapıları, gümrüklü alanlara
yurtdışından giriş yapan araçların dezenfeksiyon, dezensektizasyon ve
deratizasyon işlemlerini yapmak ya da yapıldığını denetlemektir. Ülkemizde bu hizmeti vermeye yetkili tek kuruluş olmasına karşın, bu
hizmetlerin verilmesi için ihtiyaç duyulan personelin istihdam edilememesi
nedeniyle, kurum, sadece denetleme görevi yapabilmektedir. Limanlar, havalimanları, kara hudut kapıları ve gümrüklü alanların her
türlü çevre sağlığı denetimini yapar, gemilerden atıkların uzaklaştırılmasının
sağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlar; yurtdışına çıkacak olan araçların
ihtiyacı olan su ve kumanyaların denetimini yapar; gemi adamlarının sağlık
durumlarının faal olarak denizde çalışmaya elverişli olup olmadığını tespit
eder; limanlar, havalimanları, kara hudut kapıları ve gümrüklü alanlarda acil
yardım ve diğer sağlık hizmetleri verir; ülkemizden iş veya turistik amaçlı
yurt dışına gidecek olan kişilerin istekleri doğrultusunda gidecekleri
ülkelerde karşılaşabilecekleri bulaşıcı hastalıklar ve korunma yolları hakkında
bilgi verir ve uluslararası geçerliliği olan aşı sertifikası düzenler; Türk
limanları arasında çalışan, kabotaj hakkına sahip 250 tona kadar olan Türk
gemilerinde bir yıl geçerli olan yıllık gemi sağlık cüzdanını düzenler. Yurda
giriş ve çıkışı yapılacak olan cenazelere, Uluslararası Cenazeler Nakil
Anlaşmasına göre gerekli kontrolü yapar ve ayrıca da, bütçesinde onaylanmış
olan projeleri gerçekleştirir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmî Kanunu
gereğince, verdiği bu hizmetlerin karşılığında belli bir ücret almakta; elde
ettiği bu gelirleriyle, hazineden yardım almadan tüm giderlerini karşılayan
ender kuruluşlardan biridir. Elde ettiği bu gelirler, Lozan Antlaşması
gereğince, sadece ülkemizin sağlığı için harcanmakta ve hazineye
devredilmemektedir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçesine
baktığımız zaman, 4 trilyon 645 milyar liralık bir bütçesi vardır ve bu
bütçenin 3,5 trilyon lirası personel ve diğer cari harcamalarında, 1 trilyonu
ise yatırım transferlerinde kullanılacaktır. 2002 malî yılı bütçesinde olumlu
bulduğumuz başlıca gelişmeler: Sağlık
denetleme ve acil sağlık hizmetlerinde kullanılmak üzere 5 adet helikopter
ambulans, 10 adet sağlık denetleme hizmet motorbotu, 10 adet deniz acil yardım
sağlık motorbotu, 4 adet deniz ambulansı alımına ilişkin projeler ile kuruma
ait hizmet binalarının yapımı, onarımı ve modernize edilmesi, makine, teçhizat
ve çeşitli hizmet alımlarına ilişkin projelerin 2002 malî yılında
gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğünün bellibaşlı sorunlarından ve bu sorunların çözüm yollarından da
kısaca bahsetmek istiyorum. Artan iş hacmi ve hizmetin yoğunluğu, teşkilat yapısının
geliştirilmesini, Genel Müdürlüğün tüzelkişilik olarak varlık kazanmasını
mecbur hale getirmiştir. Bu sebeple, beş yılı aşkın süredir kuruluş kanunu
çıkarma hazırlıkları sürdüğü halde, çeşitli engeller yüzünden yasa haline
getirilmesi mümkün olmamıştır ve bu yasanın bir an önce çıkarılması, artık
zorunlu hale gelmiştir. 1930'lu yılların şartlarına uygun olarak düzenlenen mevzuat, 2000'li
yılların şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Günün koşullarına
cevap verecek yasal düzenlemeler hızla yapılmalıdır. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, yılların ihmalinin getirdiği
personel, araç ve ekipman sorunlarıyla karşı karşıyadır. 1984 yılında 52 hizmet
birimi 24 saat açık olarak hizmet veren ve 455 personelle faaliyet gösteren
kurumun, bugün hizmet birimlerinin sayısı 82'ye ulaşmış olmasına karşın,
personel sayısında bir değişiklik olmamıştır. BAŞKAN - Sayın Karslıoğlu, 8 dakika oldu; takdir sizin... Toparlayın
efendim. MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) - Çok kısa, bir iki dakika... BAŞKAN - Tabiî efendim... Ben hatırlatmak için söyledim; buyurun. MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) - Mevcut motorbotlar, deniz ambulansı, acil
yardım botu ve helikopter ambulansları bakım, onarım ve çalıştırılmalarında
gerekli personelin 657 sayılı Kanuna göre istihdamı mümkün olmamaktadır. Yani,
burada, kaliteli elemanlar bu fiyata çalışmamaktadır. Bu tür personelin
sözleşmeli olarak çalıştırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Kuruma ait hizmet birimleri binalarının yetersiz ve hizmet vermede gerek
duyulan niteliklere sahip olmamasının yanı sıra, aynı sahada hizmet veren diğer
kurumların yanında çağdışı bir görünüm sergilemektedir. Bu da ülkemize gelen
yabancıların zihinlerinde güvensizlik ve ülkemiz hakkında yanlış düşüncelerin
oluşmasına neden olmaktadır. Artık, ülkemiz, turizmde öne çıkan bir ülkedir; bu
olumsuzluklar kısa zamanda düzeltilmelidir. Hizmetin kalitesi ile veriminin artırılması ve gelir kaybının önlenmesi
için modern telsiz ve on-line bilgisayar sistemlerinin acilen kurulması ve bu
projeyi yürütecek nitelikli elemanların istihdam edilmesi gerekmektedir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, idarî, malî, personel
istihdamı konusunda özel bir kuruluş olmalıdır. Kısa vadede bu sorun
çözümlenemiyorsa, kurum tüm tasarruf tedbirlerinden muaf tutulmalıdır. Döviz
bazında elde ettiği gelirlerin değer kaybının önlenmesi için, bir devlet
bankasında ya da özel bankada nemalandırılmalıdır. Nitelikli personel ihtiyacı için, en azından benzer kuruluşlar kadar
maaş iyileştirilmesi veya 24 saat hizmet veren personelin fazla çalışma
ücretlerinin ödenmesi, sözleşmeli personel çalıştırılması için gerekli yasal
düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Sözlerime son vermeden önce, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün
2002 malî yılı bütçesinin ulusumuza, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlı olmasını
diler, Yüce Meclisi en içten saygılarımla selamlarım. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Karslıoğlu teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, Silifke ile Tarsus arasında muazzam bir sel
felaketi var. İçel Vilayetindeki insanlarımıza geçmiş olsun diyorum efendim.
İki de kayıp var şimdilik. Sayın milletvekilleri, gruplar adına görüşmeler tamamlandı. Birleşime saat 23.25'e kadar ara veriyorum. Kapanma Saati: 23.15 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 23.30 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan
ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin Beşinci Oturumunu
açıyorum. Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz; ancak, istirham
edeceğim efendim, herkes sürelerini çok dikkatli kullansın, sayın bakanlar için
de bu geçerli; çünkü, bazı bakanlarımız, bölge milletvekilleriyle beraber
İçel'e hareket edecekler sabaha karşı; onların da istirahata ihtiyacı var. Ayrıca, bütçeden sonra bir kanunumuz var biliyorsunuz. Onun için,
istirham edeceğim efendim, müsamaha istemeyin. II.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 2002 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922;
1/900; 3/900; 3/898; 3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774)
(Devam) C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002
Malî Yılı Bütçesi 2.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000
Malî Yılı Kesinhesabı a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000
Malî Yılı Kesinhesabı C) SAĞLIK BAKANLIĞI (Devam) 1.– Sağlık Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2.– Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldı. Şimdi, şahıslar adına, lehte, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim
Konukoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Nasıl lehte olacak bilemiyorum; üzerinde konuşacaksınız gibi geliyor,
çok da lehte olmaz yani... Süreniz 10 dakikadır. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde sağlık personeli ve sağlık tesisleri dağılımında büyük
dengesizlik vardır. Hekim başına düşen kişi sayısı da, kişi başına düşen yatak
sayısı da bölgelere göre çok farklıdır. Bütün bu olumsuzlukların yanında,
Sağlık Bakanlığı hastaneleri de verimsiz olarak kullanılmaktadır. Personel ve
cihaz dağılımı da çok dengesizdir. Kurulan pek çok hastanede doktor yok, cihaz
yoktur. Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaşayan insanlarımızın yüzde 51,6'sı
SSK, yüzde 20,8'i Bağ-Kur, yüzde 18'i Emekli Sandığı, yüzde 2'si de diğer
kuruluşlar olmak üzere, yüzde 93'ü sosyal güvenlik şemsiyesi altındadır; buna,
nüfusun yüzde 17'sini bulan 11 milyon yeşil kartlıyı da eklersek, sosyal
güvenlik kuruluşuna bağlı ve yeşil kartlı sayısı ülke nüfusundan fazla
olmaktadır. Hatta, pek çok kişinin, birden fazla sosyal güvenlik kuruluşundan
faydalandığı görülmektedir. Bu nedenle, bir an önce, genel sağlık sigortasına
geçilmelidir. Böylece, sosyal güvenlik kapsamı dışında imkânı olandan prim
alınmalı; imkânı olmayan fakir vatandaşlarımızın primleri devlet tarafından
ödenmelidir. Devlet hastaneleri özerk hale getirilmeli; rekabet ortamı sağlanmalıdır.
Böylece, bu hastaneler, kâr zarar hesabını yapar, ihtiyacına göre kendi
personelini alır, verimli bir sağlık işletmesi haline gelir. Bunların
yönetimleri, yerel yönetimlere ve çalışanlara bırakılır. Devlet de, hastaneleri
finanse edeceğine, fakir vatandaşlarının sigorta primini öder. Sağlık Bakanlığı
da, sağlık hizmeti sunan, hastane işleten bir bakanlık yerine, ülkenin sağlık
politikasını belirleyen, yönlendiren ve kontrol eden bir bakanlık haline gelir.
Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığında koruyucu sağlık
hizmetlerine ayrılan pay giderek düşmektedir. Bu yıl daha da düşmüştür. Türkiye
gibi bulaşıcı hastalıkların fazla olduğu, aşıyla korunabilen hastalıkların sık
olduğu ve nüfus artışının fazla olduğu ülkelerde koruyucu sağlık hizmetleri çok
önemlidir. Bütün imkânsızlığa rağmen, aşılamayla önemli sonuçlar alınmıştır.
Türkiye'de üç yıldır çocuk felci görülmemesi, yıllarca yapılan aşılamanın
sonucudur. Ülkemizde kronik böbrek yetmezliği tanısı konulan 20 500 hastanın
diyalize girdiği bilinmektedir. Kronik böbrek hastalığının, diyaliz ve böbrek
naklinden başka çaresi yoktur. Diyaliz, devamlı yapılmak zorunda olup, zor ve
zahmetlidir. Esas amaç, böbrek nakliyle bu hastaların tamamen düzelmesinin
sağlanmasıdır. 2001 yılında yapılan 128 böbrek nakli, 20 500 hasta sayısına
göre çok azdır. Bu nedenle, organ nakil merkezleri kurulmalı ve
desteklenmelidir. Sağlık personeli, doktoru, hemşiresi, ebesi, sağlık teknisyeni ve diğer
personeller olarak, zor şartlarda, ülkenin her köşesinde hizmet vermektedir.
Gördüğü eğitimin, yaptığı zor ve sorumlu görevin gereği hak ettiği ücreti
alamamaktadır. 57 nci hükümet, devlet personelinin ücretlerini düzenlemek için
iki kere yetki almasına rağmen, bunu yapmamıştır. Bir an önce sağlık
personelinin hakkı olan ücreti alması sağlanmalıdır. Sağlık Bakanlığı, tıbbî yanlış uygulamalarla ilgili bir kanun tasarısı
hazırlamıştır. Bu yasayla, hekimin meslekî hatalarından dolayı yol açtığı
zararlar için, hasta ve yakınlarına dava açma ve tazminat yolu açılacaktır.
Buna karşı çıkmak elbette mümkün değildir; ancak, günde 100-150 hasta bakmak
zorunda olan, 24 saat nöbet tuttuktan sonra bile çalışmak zorunda kalan bir
hekimin hata yapmaması mümkün mü? Ayda 500-600 milyon maaş alan bir hekim,
milyarlarca lira tazminata mahkûm olursa bunu nasıl ödeyecek? Hekim, kendini
tazminata karşı sigorta ederse, sigorta primini nasıl ödeyecek? Sayın Bakan, 39 ilde, 72 devlet hastanesinde vardiyalı çalışma sistemi
uygulamasının başarıyla sürdüğünü belirtiyor; ama, gerçek bu değildir.
Vardiyalı sistem, aslında, bölgelerarası dengesizliğin ispatıdır. Bu sistem,
doktor ve sağlık personeline eziyetten başka bir şey değildir. Maalesef,
başarısız olan bu sistem, inat nedeniyle sürdürülmektedir. Sayın Bakan, bir
vardiya saatinde kaç doktor ve sağlık personeli çalıştığını, kaç hasta
bakıldığını açıklamalıdır. Faydasız olan bu sistemden derhal vazgeçilmelidir. Sağlık Bakanlığı, doğu ve güneydoğu illerindeki bazı merkezlerde hekim
eksikliği nedeniyle, yakın illerdeki hekimleri geçici görevle bu illere
göndermektedir. 1-3 ay gibi sürelerle gönderilen bu insanlar, çoluğundan
çocuğundan ayrılmanın ötesinde, geçimini sağladığı muayenehanesini de kapatmak
zorunda kalmaktadır. Görev bekleyen pek çok hekim varken, bu kadroların boş
durması bir eksiklik olup, düzeltilmelidir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde doktor sayısının 90 000 olduğu tahmin
ediliyor. Ülkemizde, 2000 yılı itibariyle, 47 olan tıp fakültelerinden yılda
yaklaşık 5 000 doktor mezun olmaktadır. Önümüzdeki yıllarda ihtiyaçtan çok fazla
doktor olacaktır. Bir doktorun devlete maliyeti çok yüksek olup, işsiz ve boş
kalan doktor devletin zararına olacaktır. Sağlık Bakanlığı, bir an önce, YÖK'le
temasa geçerek yeteri kadar doktor yetiştirilmesini sağlamalıdır. Mezun olan doktorlar
arasında da yetişmeden dolayı büyük farklar vardır. Yeterli bilgi ve beceri
sağlayamayan fakülteler için de tedbir alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bir
doktorun hatası bir insan hayatına mal olabilir. Gelişmiş tıbbî cihazlar çok pahalı olup, birkaç yılda demode olup,
değerini kaybeden cihazlardır. Maalesef, hiçbir plana, programa tabiî olmadan,
ülkemize çok çeşitli ve fazla sayıda cihaz girmiştir. İstanbul İlindeki
manyetik rezonans, tomografi gibi cihazların sayısı, gelişmiş ülkelerin
çoğundan fazladır. Bir an önce bunların sayısı ve yaşı belirlenerek, artık,
fazla olanların ithaline izin verilmemelidir. Değerli milletvekilleri, ben, şahsım adına, bu konuşmayı lehte olarak
almıştım; ancak, bazı yanlışları da burada söylemek gerekir. Sayın Bakan, daha önce, Bakanlıkta, Müsteşar ve Tedavi Hizmetleri Genel
Müdürünün idare ettiği bir vakıf olmasına rağmen, kendi ve yakınları adına yeni
bir vakıf kurdurmuştur. Türksev adındaki bu vakfın kurucularının tamamı, Sayın
Bakanın kendisi ve yakın arkadaşlarıdır. Bu vakfa, Sağlık Bakanlığının 3418
sayılı Kanunla sağlanan gelirlerinden, usulsüz olarak, 2000 ve 2001 yılında 45
milyar para aktarılmıştır. Bu vakfın amaçlarından biri de, kurucularına destek
olmaktır. Atatürk'ün halkın sağlığına hizmet için tahsis ettiği Yalova termal
kaplıca ve tesisleri, esas amacı dışında bu vakfa tahsis edilmiştir. Yine, Sağlık Bakanlığına yapılan başvuru ve ruhsat gibi değişik
işlemlerde de, bu vakfa zorla bağış yaptırılmaktadır. Memba suyu işletmecilerinin damacana kapaklarını tespit ettikleri ve
başka su dolumunu önleyen hologramlı bandrollerin bu vakıftan alınması için
yönetmelik çıkarılmıştır. Bu sayede, su işletmecilerinin daha önce 9-10 000
liraya aldıkları bu bandroller, Türksev Vakfı tarafından 30 000'e satılacak ve
vakfa, yılda, 10-15 trilyon lira gelir temin edilecektir. Türksev Vakfının satacağı hologramlı bandrol ile su işletmecilerinin
kullandığı arasında esasen fark yoktur; farkı, fiyatıdır. İki hologramlı
bandrol de, su işletmecisi kontrolünde kullanılmaktadır. Amaç, vakfa
trilyonların akıtılmasıdır. Sayın Bakan göreve geldiğinden beri, müsteşardan başlayarak genel
müdürler ve daire başkanları olmak üzere, her makamdaki bürokratı en az 2-3 kere değiştirmiştir; kendi
getirdiklerini bile 2-3 kere değiştirmiştir. Göreve iade edilmeler nedeniyle
her unvanlı görevde 2 kişi olup, her unvanlı görev için 2 kişi maaş almakta ve
devlet zarara uğramaktadır. BAŞKAN - Sayın Konukoğlu, son 80 saniyeniz. İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde tasarruf
nedeniyle, bir köye bir minibüsle gitti; basın da arkasından, makam arabası ve
40-50 araçlı konvoy gittiğini gördük. Tasarrufun böylesi herhalde ilk defa
oluyor. Sayın Bakan, gerçekten çok becerikli! Sağlık Bakanlığındaki resmî
görevli personele, bakanın onayıyla dernek ve şirket kurduruyor. Şirket adresi
olarak, Sağlık Bakanlığı (D) Blok gösteriliyor. Tüm valiliklere, tüm
hastanelerin bilgisayar alımlarını bu şirketten yapması için genelge
gönderiyor; bu şirkete, hastane döner sermayesinden 500'er dolar ödetiyor. Sayın Bakan, gerçekten, basındaki tiplemeleri, bakanlıktaki padişahları
andırır yönetimiyle Sağlık Bakanlığında unutulmayacak çok şey yapmıştır.
Türkiye'deki sağlık sistemi için yaptığı hiçbir şey bulamıyorum; çünkü, olumlu
hiçbir şey yapmamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; lütfen, toparlarsanız memnun olurum. İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Bu hükümetin yapamadığı genel sağlık sigortası ve sağlık reformu
muhakkak çıkacaktır. Türk insanı, hak ettiği kaliteli sağlık hizmetine bu
hükümetten sonra muhakkak kavuşacaktır. Bu umutla, 2002 yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor; saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Şimdi, söz sırası, Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nda idi... ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika efendim... İki kişiye lehte veremeyeceğimize göre... Böyle bir imkanımız yok. Buyurun Sayın Ertugay. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Efendim, Demokratik Sol Parti sözcüsü
konuşmasında ismimi kullanarak bir sataşmada bulundu. BAŞKAN - Geçen oturumdaydı... ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Hayır, bu oturumda... BAŞKAN - Hayır efendim, geçen oturumdu. İstirham ederim efendim. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Yani, aynı konu, aynı görüşme devam ediyor
Sayın Başkan. BAŞKAN - Dördüncü oturumdaydı Sayın Ertugay. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Güven, İçtüzük çok açık; aynı oturum içinde söz istenirse
oluyor. İstirham ederim efendim; yani, siz, biliyorsunuz. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, bu tutum size yakışmıyor. BAŞKAN - Sataşma da yoktu. Ben dinledim, zatıâlilerinizin söylediği
düşük taban fiyatına "hayır, bu sene düşük değil, daha yüksek verdi"
dediler. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - İsmimi kullanarak söyledi; onun için cevap
hakkı doğdu. BAŞKAN - Efendim, tabiî isminizi kullanacak. Zaten söz veremiyorum efendim, ama, ben açıklığa kavuşturdum. TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, yarın konuşur. BAŞKAN - Nasıl yarın konuşur efendim? TURHAN GÜVEN (İçel) - İçtüzükte var ya, bir birleşim sonra... BAŞKAN - İçtüzükte ne var efendim; "benim lafım yanlış
anlaşıldı" der. Sataşmadan söz verilmez ama, biliyorsunuz. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Daha önceki toplantılarda, bu tip
uygulamalarda, böyle yaptınız. Olmadı Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Zatıâlilerinizin süresi 15 dakika; 15 dakikada keseceğim. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; Bakanlığımızın 2002 malî yılı bütçesini sunmak üzere
huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini
saygıyla selamlıyorum. Bilindiği üzere, sağlık, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam
bir iyilik halidir. Anayasamızın 56 ncı maddesi de, kişinin sağlıklı bir yaşam
sürebilmesi amacıyla koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini
düzenleme yetkisini, devlete vermiştir. Bu doğrultuda, Bakanlığımızın temel
politikası, sağlık hizmetlerinin, kişiye, etkili, ulaşılabilir ve kaliteli bir
şekilde sunulmasıdır. 57 nci hükümetin Sağlık Bakanı olarak, sağlık hizmetleri alanında
dünyada kabul gören ortak ilkeler ışığında ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı ve programı çerçevesinde, 2001 yılında yapabildiklerimizi, ülkemizin
sağlık alanındaki öncelikli sorunlarını ve bunlarla ilgili planlarımız sunmak
istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 2001 yılında
yaptıklarımızı sunmak istiyorum. Bakanlığımıza sağlanan bütçe payıyla, bir
yandan sağlık hizmeti sunarken, diğer yandan da bu hizmetin geniş kitlelere
ulaştırılabilmesi amacıyla, çeşitli sağlık yatırımları gerçekleştirilmiştir.
2001 yılı yatırım programında, 1 494 adet muhtelif sağlık tesisi projesi yer
almakta olup, 700 adedinin inşaatına başlanılmamıştır. Devam eden
yatırımlarımızın inşaatlarında kullanılmak üzere, bu yıl içerisinde, genel
bütçeden 66 trilyon Türk Lirası ile 3418 sayılı Kanunla sağlanan ek kaynaktan
77 trilyon Türk Lirası olmak üzere, toplam 143 trilyon Türk Lirası ödenek
tahsis edilmiş ve ilgili kuruluşların bütçelerine aktarılmıştır.
Bakanlığımızca, 2001 yılı içerisinde, 31 hastane, 63 sağlık ocağı, 55
sağlıkevi, 4 sağlık meslek lisesi, 4 anaçocuk sağlığı merkezi, 1 verem savaş
dispanseri ile 2 sağlık müdürlüğü hizmet binası inşaatları tamamlanmıştır. Bakanlığımız, koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendirmeyi, birinci
öncelik olarak görmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye genelinde, 6 298 sağlık
ocağı planlanmış olup, 5 750 adet sağlık ocağı faal durumdadır. Biraz evvel,
konuşmacı arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, burada, rakamlar farklı
bildirilmiştir. 14 817 pratisyen hekim bu ocaklarda çalışmaktadır ve sadece,
393 ocakta hekim yoktur. Bu kuruluşlarda, tüm koruyucu hizmetler ve birinci
basamak tedavi hizmetleri, en iyi şekilde verilmeye çalışılmaktadır. Bağışıklama programı, koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında, öncelikli
hizmetler arasında yer almaktadır. Ülke genelinde, her yıl doğan 1 360 000
bebek, boğmaca, difteri, tetanos, kızamık, çocuk felci, verem ve hepatit-B
hastalıklarına karşı, ücretsiz olarak aşılanmaktadır. Sıfır yaş grubu
çocukların en az yüzde 90'ını, rapelleriyle birlikte tam aşılı hale getirme,
tanımlanmış risk gruplarını hepatit-B'ye ve tespit edilen tüm gebeleri tetanosa
karşı aşılama faaliyetleri, çok ciddî bir şekilde yürütülmüştür. Rutin aşılama
programında kullanılan aşılar ile halka ücretsiz olarak verilen kuduz aşısı,
kuduz serumu ve yılan serumu da, yurt dışından satın alınmış ve yürütülen
programlar doğrultusunda, ücretsiz olarak halkımıza sunulmuştur. Bakanlık olarak, polio eradikasyonuna verdiğimiz önem doğrultusunda
yürüttüğümüz yoğun çabalar sonucu, ülkemizde, son üç yıldır çocuk felci vakası
görülmemiştir. Bu doğrultuda, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesine, poliodan
arındırılmış ülke sertifikası almak için başvurulmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; acil sağlık hizmetleri, bugün
itibariyle 81 ilimizde, 415 istasyonda, 562 ambulansla, yaklaşık 10 000 kişilik
personelle yürütülmektedir. İlk on ayda, toplam 117 973 hasta ve yaralıya
hiçbir ücret alınmadan hizmet götürülmüştür. Bu vakaların yüzde 13,7'sine
yerinde müdahale edilmiş, yüzde 56,4'ünün ise hastanelere nakilleri
sağlanmıştır. Bu hizmetlerin desteklenmesi amacıyla, 243 adet, uluslararası
standartlara uygun, içerisinde reanimasyonun ve cerrahî müdahalelerin
gerçekleştirilebileceği kara ambulansları alınmıştır. Yürütülen çalışmalar
sonrası, Ambulanslar ile Özel Ambulans Servisleri ve Ambulans Hizmetleri
Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle, hizmetlerin standartları
belirlenmiş ve özel ambulans işletmeleri disipline edilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önem verdiğimiz hizmetlerden bir
diğeri ise, çevre sağlığı hizmetleridir. Çevre sağlığı denetimlerinde
etkinliğin sağlanması amacıyla, değişen ve gelişen teknolojiyi de dikkate
alarak, araç gereç ve malzeme açısından tüm teşkilatımız desteklenerek, etkin
ve verimli çevre sağlığı hizmeti verilmesi sağlanmıştır. Ülkemizin en önemli ekonomik sektörlerinden biri olan turizm sektöründe
personel eğitimine önem verilmiş ve Mavi Bayrak projesi yürütülmüştür. Halkın beslenmede bilinçlendirilmesini amaçlayan Toplum Beslenmesi
Eğitim Programı geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Ülkemizde ölüm nedenlerinin başında gelen kalp hastalıklarından, halkın
sağlıklı beslenme yoluyla korunabilmesini amaçlayan "sağlıklı beslenelim,
kalbimizi koruyalım" projesi kapsamında çalışmalara devam edilmektedir. Çevre ve gıda sağlığı hizmetlerinin etkinliği için önemli bir unsur olan
halk sağlığı laboratuvarlarının yaygınlaşmasını amaçlıyoruz. 2001 yılı
itibariyle 81 halk sağlığı laboratuvarı faaliyet göstermektedir. Bu
laboratuvarlarda 35 000 gıda maddesinin kimyasal analizi, 19 000 gıda
maddesinin bakteriyolojik analizi, 200 000 su numunesinin bakteriyolojik
analizleri yapılmıştır. Bu çerçevede, bazı su üreticilerinin ve meyve suyu üreticilerinin
kuyularında koli basilleri tespit edilmiş ve o kuyular kapatılmıştır. Biraz
evvel, sayın milletvekilimizin ifade ettiği, sularda hologram uygulaması halk
sağlığının korunması amacına yönelik bir uygulamadır. Kendileri hastane
işletiyorlar, bu kadar trilyonlarca lirayı hastaneden kazanabiliyorlar mı ki,
30 000 liralık bir hologram uygulamasında 15 trilyon para kazanılacağını ifade
ederek, halk sağlığını tehdit eden bir sorunu, bu konuda suiistimalleri basında
yaygın olarak görülen firmaların arkasına sığınarak savunabiliyorlar. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - İkisini de aynı şeyi satıyor, bu kadar
fark olmaz ki... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ruh sağlığı hizmetlerinin
iyileştirilmesine, koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesine ve
birinci basamakta yaygınlaştırılmasına önem ve öncelik verilmiştir. Bu amaçla
hazırlanan proje uygulamaya konulmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada her yıl 6 milyon insan
kanser nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilk
sıralara yükselmiş olan bu hastalığa bağlı ölümler kalp ve damar hastalıklarından
sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bu amaçla Kanser Kayıt ve İnsidans Projesi
uygulanmaya başlanmıştır. Bu proje çerçevesinde 11 ilimize ilave olarak 7 il ve
4 referans ilde Aktif Kanser Kayıt Merkezleri kurulmuştur. Ulusal Mezotelyoma Kurulu oluşturularak, ülkemizde, asbest ve zeolitin
neden olduğu kanserlerin önlenmesine yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Ulusal Genetik Geçişli Kanserler Kurulu oluşturularak, ülkemizde genetik
olarak geçiş gösteren kanser türlerinin tespitinin yapılması ve bunlara yönelik
koruyucu tedbirlerin alınması sağlanmıştır. Ankara Numune Hastanesinde 18 ay önce açtığımız Kemikiliği Nakli Merkezi
uluslararası alanda da kabul görmüş ve yaptığı 110 kemik iliği nakliyle,
yeşil... BAŞKAN - Sayın Bakanım, son 50 saniye... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Kaç?.. BAŞKAN - Son 50 saniye... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Olur mu Sayın Başkanım!.. BAŞKAN - Efendim, doğru; yani, makine elektronik. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Peki; biraz izin verin. Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımıza tanıdığınız toleransı lütfen tanıyın. BAŞKAN - Vallahi tanımadım efendim; 15 dakika... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ankara Numune Hastanesinde 18 ay
önce açtığımız Kemikiliği Nakli Merkezi uluslararası alanda da kabul görmüş ve
yaptığı 108 kemik iliği nakliyle, yeşil kartlılara da hizmet vermesiyle
ülkemizde önemli bir merkez haline gelmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verem, diğer dünya ülkelerinde
olduğu gibi ülkemizde de önemini korumaya devam etmektedir. Tedavilerinin eksik
yapılması nedeniyle ortaya çıkan ilaçlara direnç kazanmış hastalar ciddî bir
problem oluşturmaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımız, direkt gözlem altında tedavi
programını... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Bir dakika efendim... Yeniden ayarlayayım... Siz de toparlayın
lütfen. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ülkemizde mevcut sağlık sorunları
içerisinde diğer bir hastalık sıtma hastalığıdır. Sıtmalı oldukları tespit
edilen 6 264 kişinin tedavilerinin ücretsiz yapılması sağlanmış ve hastalığın
insandan insana geçmesinde rol oynayan vektör sivrisineklere yönelik mücadele
kapsamında 9 653 hanede kalıcı insektisit uygulaması yapılmış, 23 000 hektar
alanda ilaçlama mücadelesi sürdürülmüştür. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, yaklaşık 65 milyona
ulaşan ülkemiz nüfusunun yüzde 60 gibi bir bölümünü, 0-14 yaş grubu çocuklar ve
15-49 yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır. Ülkemizde, son dönemlerdeki ana ve
çocuk sağlığı göstergelerine baktığımızda büyük iyileşmeler olduğunu
görmekteyiz. 2001 yılında bebek ölüm hızı binde 34, anne ölüm hızıysa binde 49
düzeyindedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilaç fiyat düzenlemelerinde,
yerli ilaçta enflasyon oranları gözönünde tutulurken, ithal ilaçta ise
ithalatçı kârlılık oranları, depocu ve eczacı kâr oranları yüzde 25 oranında
düşürülerek ilacın halka daha ucuz ulaşması sağlanmıştır. Tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri, sağlık hizmetlerinin temel
unsurlarından birisidir. Bu hizmet sunumunda, yataklı tedavi kurumları önemli
bir yere sahiptir. 1999 Ekim ayında 13 hastanemizde başlatılan, metinden bugün
39 ilde 72 devlet hastanesi ile 2 ağız diş sağlığı merkezi, 1 diş hastanesi
olmak üzere 75 hastanemizde vardiyalı çalışma sistemi yüzde 33 verimle
çalışmaktadır, gündüz bakılanın yüzde 33'ü kadar bir hastaya bakılmaktadır. Tabiî ki, bu sektörde iyi hizmet vermeyen özel hastaneler etkilenmiştir.
Bugün, devlet hastanelerinde uzun süreli tomogrofi randevuları veriliyor ya da
özel sektöre sevk ediliyordu. Bu bakımdan da, devlet hastaneleri cihazlar
bakımından desteklenmiştir. Biz, özel sektör, devlet mukayesesi yapmak
istemiyoruz; ama, burada, özel sektörün kalitede yarışmasını istiyoruz. Devlet
hastanelerinde kalitesiz hizmet verilerek özel hastanelerin korunması mümkün
değildir. Bakanlığımıza bağlı hastanelerin sayısı 754'e, yatak sayısı 87 000'e
yükselmiştir. Her hafta bir hastane açtığımız için bu rakamlar değişkendir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaklaşık 20 500 kronik böbrek
yetmezliği tanısı almış diyaliz hastası diyaliz hizmetlerinden yararlanmaktadır
ve Bakanlığımıza bağlı 172 diyaliz merkezi vardır. Organ naklinde kurulan Ulusal Koordinasyon Merkezi sayesinde organ
naklinde çok ciddî artışlar olabilmiş, organ nakli 2000 yılında 11 vaka iken,
2001'de 27'ye, karaciğer 38 iken 61'e, böbrek 92 iken 150'ye ulaşmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin hekim dışı insangücü,
Bakanlığımıza bağlı okullarda yetiştirilmektedir. Avrupa Birliği kriterlerine
uygun çağdaş bilgi ve becerilerle donatılmış vasıflı eleman temini ana
hedefimizdir. Bakanlığımıza bağlı sağlık meslek liselerinde halen ebelik,
hemşirelik, sağlık memurluğu, anestezi, radyoloji, laboratuvar ve çevre
sağlığı, ortopedi, diş protez, acil tıp teknisyenliği ve tıbbî sekreterlik
bölümlerinde 39 692 öğrenci okumaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle Doğu Anadolu'da ve
Güneydoğu Anadolu'da -bizim dönemimizde- uzman hekim açığı kapatılmış ve yüzde
30'luk artış sağlanabilmiştir. Pratisyen hekimde bu oran yüzde 13'lere
ulaşmıştır. Bu da, tayinlerin, dönem tayinleri tarzında yapılmasının
başarısıdır. Bu dönemde ilan edilmiş toplam 12 000 kadroya 9 600 kişi atanabilmiş;
ancak, bu ilan edilen kadrolardan 2 460 kişi halen Devlet Personel Dairesince
yapılacak atama ilanını beklemektedir. Yine, döner sermaye teşkilatından bize
tahsis edilen 9 100 kadrodan yaklaşık 3 100 tanesi ilan edilecek, alınacaktı... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, 5 dakika süre verdim; o, 5 dakika da bitti. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, hemen
bitiriyorum. BAŞKAN - Buyurun. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - ...bunların da atama ilanını
bekliyoruz. Bu arada, komşu ülkelerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde tedavisi
mümkün olmayan hastaların tedavisiyle ilgili çalışmalarımız devam ediyor ve
kontenjanları artırılarak sürdürülüyor. Özellikle temel sağlık sigortasını önemsediğimizi ifade etmek istiyorum.
Bu konudaki bireysel sağlık sigortası sistemiyle ilgili yasa tasarımız Bakanlar
Kuruluna iletilmek üzeredir; bu, desteklendiği takdirde, bu konuda, sağlık hizmetlerinde
aksama görülen, ödeme gücü olup da sigorta kapsamında olmayan hastalara
hizmetler de istediğimiz düzeyde oluşabilecektir ve Türkiye'de kaliteli bir
hizmet sunumu daha rahat temin edilebilecektir. Daha sonra sorular bölümünde, Sayın Konukoğlu'nun ve diğer
arkadaşlarımızın ifade ettikleri sorulara cevap vermek istiyorum. Özellikle
basınımızın son zamanlarda karalama yöntemiyle milletvekillerini, Parlamentoyu
ve bakanları aşağılayıcı ifadelerini esas alarak, Parlamentoda bu tür
açıklamaların yapılmış olmasını da bahtsızlık olarak ifade ediyorum ve Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bakanlığımız 2002 malî yılı bütçe görüşmeleriyle ilgili son üç yılda
yaptıklarımızı, özellikle son bir yılda yaptıklarımızı özetlemeden önce,
özellikle İçel'de -şimdi biraz da Adana'da başladı- aşırı derecede dengesiz
yağışlardan dolayı felakete uğrayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor,
kaybettiklerimize Allahüteala'dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.
İnşallah, dünyada bu iklim değişiklikleri belirli bir dengeye oturur da
ülkemizde ve dünyada böylesi afetlerle karşı karşıya kalmayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, müsaade ederseniz, başlıklar
halinde, özellikle son üç yılda neler yapıldı, bunların başlıklarını söylemek
istiyorum. Bir kere, göreve geldiğimizde gördüğümüz en büyük sıkıntı, halen daha
tarımda karşılaştığımız en büyük mesele tarımdaki dağınıklıktır,
çokbaşlılıktır. Bunun için, 1999 yılı aralık ayında Tarımda Yeniden
Yapılandırma ve Destekleme Kurulu oluşturuldu. Tarımla ilgili tüm meseleler bu
kurulda görüşüldükten sonra Bakanlar Kuruluna arzı ve ilgili makamlara
sunulması kararlaştırıldı. Bu, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme
Kurulu pek etkin şekilde çalıştırılıyor denemez, belirli bir alışkanlık devresi
de gerektiriyor; ancak, biz, bu konuyu tekrar bazı bakanlarla yaptığımız
toplantıya taşıdık, buradan da Bakanlar Kurulumuza taşıyoruz. Bundan sonra,
tarımla ilgili yapılacak her türlü düzenleme, muhakkak surette Tarımda Yeniden
Yapılandırma ve Destekleme Kurulunda görüşüldükten sonra, tebliğler şeklinde
yayımlanacak ve mevzuatlar buna göre çıkarılacak. İşte, son günlerde prim
konusunda yaşanan kargaşa da, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme
Kurulunun etkin çalışmamasından dolayıdır. Alternatif Ürün Projesi, çok şükür, nihayet uygulamaya aktarılıyor.
Tabiî, bu yeni bir projeydi, uygulamaya aktarılması belirli bir zaman aldı;
ancak, tebliğler yayımlandı, gerekli finans da -gecikmeli de olsa- temin
edilebildi. Alternatif Ürün Projesini öncelikle fındık ve tütün alanlarında
başlatacağız. Tütünün yerine... Biz, daha ziyade taban arazilerde, sulu
arazilerde dikilen tütünü çıkarmayı planlıyoruz. Burada, özellikle bir yanlış anlama oluyor; sanki, Adıyaman'daki, Güneydoğu
Anadoludaki tüm tütün alanlarında tütün ekilmeyecekmiş gibi. Hayır; orada,
taban arazilerinde ekilen tütünler devreden çıkarılacak; onun yerine, o taban
arazilerde üretilebilecek baklagil, yem bitkisi ve benzeri ürünler sokulacak.
Tabiî, tütün de çekildiği zaman, bizim Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın şartı
şudur; muhakkak surette çiftçiye telafi edici paranın ödenmesidir. Fındık için, daha ziyade taban arazilerde, Sakarya'nın, Düzce'nin taban
arazilerinde, fındıktan daha da fazla verim verecek, gelir getirecek -vaktin
sınırlı olması nedeniyle, şu anda ürünlerin detayına girmek istemiyorum-
ürünler ekilecek. Hangi ürünler; yağlı tohumlu bitkiler... İşte, bugün 500 000
000 dolar karşılığında yağlı tohum ithal ediyoruz. Soya fasulyesi, kanola, buna
benzer ürünler ekilecek ve yine burada da bir telafi edici para ödenmesi
gerekli. Bir de, çiftçi razı olduğu müddetçe yapılacaktır; çiftçi razı olmadığı
müddetçe, zorla hiç kimsenin tarlasından fındıklar sökülmeyecektir. Doğrudan Gelir Desteği Projesi -detayına girmiyorum; lütfen, bağışlayın-
uygulamaya konuluyor. Evet, Doğrudan Gelir Desteği Projesini uygulamaya
koyduğumuz zaman, çiftçiye yapacağımız tüm destek ve teşvikler, Doğru Yol
Partisi Grubu adına konuşan sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, yalnız ve
yalnız yüzde 100 doğrudan gelir desteği şeklinde olmamalıdır. Evet, Avrupa'da,
bugün, yapılan tüm desteklerin yüzde 17-18'i doğrudan gelir desteği olarak
yapılıyor; büyük bir kısmı, diğer yollarla yapılıyor. Ancak, değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik
sıkıntılar hepimizin malumudur. İktidarıyla muhalefetiyle, toplumun tüm
kesimleriyle Türk Milleti bu ekonomik sıkıntıları aşmalıdır, aşacaktır ve bu
ekonomik sıkıntılarla bir daha karşılaşmamak, bir daha krizlere girmemek üzere,
hepimiz de elimizi vicdanımıza koyduğumuz zaman göreceğiz ki, 57 nci Cumhuriyet
Hükümeti, ülkem felsefesinden hareket ederek, belki de, tarihimizde pek nadir
görebildiğimiz çok önemli reform tasarılarını uygulamaya koyuyor. Ancak,
ekonomik sıkıntılar içerisinde verebildiğimizin en iyisini veriyoruz; ama,
mantalitemiz, felsefemiz şudur ki, şimdiye kadar destek ve teşvik diye ayrılan,
ama, köylünün eline ulaşamayanlar, bundan sonra, direkt köylünün eline
ulaştırılacaktır. İşte, gübre desteklerinde karşılaştığımız... Zamanında 4,6
trilyon lira prim verilmiş pamuğa; verilmesi gerekliydi, doğru yapılmış. Ama,
bu para bankaya konulamadığı için, temerrüt faizine düşmüş ve bu sene, 2001'e
geldiğimiz zaman 12 katrilyon olarak karşımıza çıktı. Bu 12 katrilyon Türk
çiftçisine gitmemiş. Nereye gitmiş; faize gitmiş, yanlış kullanımlara gitmiş. Ben, burada, faizleri söylerken, mesela, Toprak Mahsulleri Ofisi için
hemen bir rakam söyleyeyim: Lütfen, şu iyileştirmeleri, milletimiz adına, ister
muhalefet milletvekili olalım, ister iktidar milletvekili olalım, bunları
iftiharla kabul edelim, şu güzellikleri görelim. 1997 yılında Toprak Mahsulleri
Ofisi 1,2 milyar dolar ana para, 358 000 000 dolar bu anaparaya faiz ödemiş ve
kullandığı para 1,6 milyar dolar. 1998'de 1,5 milyar dolar anapara, 344 000 000
dolar faiz, toplam 1,9 milyar dolar. Ben, 2000 yılındakini ve 2001 yılındakini
söyleyeyim: 2001 yılında kullandığımız toplam anapara 255 000 000 dolar, 255
000 000 dolara ödediğimiz faiz 25 000 000 dolar, toplam 280 000 000 dolarla tüm
hububat piyasasını -buğdayını, arpasını, mısırını, yulafını, pirincini,
çeltiğini- regüle ettik, Toprak Mahsulleri Ofisi devreye girdi, satın aldı,
tüccar devreye girdi satın aldı. Burada, işte "164 000 liraya alındı, 220
000 liraya satıldı" falan denildi, ona, müsaade ederseniz, yazılı
cevap vereyim, vaktim kalırsa ayrıntılı
olarak da cevap vereyim. Bakınız, 2001 yılında toplam 25 000 000 dolar faiz ödedik, 255 000 000
dolar anapara, 280 000 000 dolarla bu çarkı çevirdik ve Toprak Mahsulleri
Ofisine gelen her ürünü aldık, hatta özel sektör, bizden daha yüksek fiyatla
çiftçiden ürün aldı. Aldığımız ürünün parasının yarısını üçüncü günde, yarısını
da yirminci günde ödedik. Toplam harcamamız, kullandığımız toplam para 280 000
000 dolar. Hiç kimseye 5 kuruş borcumuz yoktur. Bu paranın hepsini yurtdışından
çok düşük bir faizle aldık, bütçeden 5 kuruş çıkmadı; ama, 1997'de bu para 1,6
milyar dolardı. Yani, 1997'de kullanılan toplam 358 000 000 dolar faize
karşılık, bu sene bizim kullandığımız faiz 25 000 000 dolar. İşte, Tarım
Bakanlığının uyguladığı politikalar. Herkes elini vicdanına koysun ve
konuşmalarını buna göre yönlendirsin. (MHP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) - Buğday fiyatları 9 ayda niye yüzde 100 arttı,
buna cevap ver. BAŞKAN - Efendim, sözünü kesmeyin. TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Çalınan her
saniyemi isterim Sayın Başkanım. ASLAN POLAT (Erzurum) - Benim dediğime cevap ver Sayın Bakan. TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Özellikle
çalmak istiyor Aslan Polat; çünkü, Aslan Polat'ın konuşacak hiçbir şeyi
kalmadı. BAŞKAN - Efendim, sayın milletvekilleri, zamandan çalmaz, siz
konuşmanıza devam edin, cevap vermeyin. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bakınız, sesim
duyulmuyor, onun için söylüyorum. BAŞKAN - Biz duyuyoruz efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Benim dediğime cevap ver Sayın Bakanım; un
fiyatları 9 ayda yüzde 100 niye arttı? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sesim
duyulmuyor, müsaade edilsin, sesim duyulsun. BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bakınız, şu rakamlara dikkat edelim; hayvancılık için, yem
bitkileri için, meyve sebze için gelin şu rakamlara dikkat edelim; 1995 yılında
gümrük birliği anlaşması imzalandı, doğru veya yanlış, bunun tartışmasına
girmiyorum. MEHMET ARSLAN (Ankara) - Yanlış... Yanlış... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bakınız, 1995
yılında imzalanan gümrük birliği anlaşmasında buğday için alınan ve atılan
imzaları söylüyorum: 1995 yılında Türkiye'nin ihraç edeceği buğday 2 124 000
tondur, 1997 yılı için 1 762 000 tondur, 2000 yılı için 1 218 000 tondur, 2002
yılı için yalnız ve yalnız 856 000 tondur, 2003 yılı için 675 000 tondur, 2004
yılı için ise 493 000 tondur. Yani, 1995 yılında 2 124 000 ton buğday ihraç
etme hakkı olan bir ülkeyi 2004 yılı içinde 493 000 tona indiriyoruz. Bunun
manası şudur: Yani, artık, buğday üretilmesin; çünkü, Türkiye'nin, çok şükür,
üretim fazlası vardır. Peki, buğday ihraç edemezseniz ne yapacaksınız? ASLAN POLAT (Erzurum) - Zaten ithal ediyorsunuz... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - İşte, atılan
imza budur değerli arkadaşlarım. Lütfen... Şu rakamları alalım önümüze, gelin
bunlara bilimsel olarak bakalım. İşte, Türkiye'de, bugün, niçin buğdayda
sıkıntı var, buğday üretiminde İşte, 1995 yılında atılan imza... O zaman
Başbakan kimdi; Tarım Bakanı kimdi? Rakamı tekrar size söylüyorum; 493 812
tondan daha fazla buğday satamazsınız. Bu buğdayın karşılığında un
satamazsınız, makarna satamazsınız, Türk tarımına vurulan darbe 80'den itibaren
başlamıştır, 1995'te de yapılan gümrük anlaşmasının karşılığı bu!.. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sizin hiç suçunuz yok mu? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Onun için,
değerli arkadaşlarım, bakınız... BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Türkiye'de,
Sayın Evren Bulut... MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Bakan, ihraç edin de 800 ton edin yani; 5
000 000 ton ithalat yapıyorsunuz. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Allah'tan korkun yahu! BAŞKAN - Sayın Yıldırım... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın Evren Bulut,
Türkiye'de, prim, yağlı tohumlu ürünlere 1993 yılında verilmiştir, 1993
yılından sonra kesilmiştir. 1993 yılından sonra prim verilmedi, 1998'de tekrar
başladı. Siz 1993'ten bu tarafa prim verildiğini söylediniz; hayır, 1994'te
verilmedi. 1994, 1995, 1996, 1997'de prim verilmedi. EVREN BULUT (Edirne) - Pamukta verildi. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Pamuk da, hepsi
de aynı... 1998'de prim verildi. Biz, 57 nci hükümetin Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına geldikten sonra, müdafaa ettiğim, primin verilmesidir. 2000 yılında
prim verdik, 2001 yılında prim verdik ve prim vermeye devam edeceğiz. IMF'yle
de görüştüm, IMF'yi ikna ettim. Biz, IMF'ye, dünyanın rakamlarını, Türkiye'nin
rakamlarını götürdüğümüz zaman, gerçekleri anlattığımız zaman, IMF, bize bir
dayatmada bulunamaz; yeter ki, IMF'ye tezlerimizi anlatabilelim. Ben, IMF'ye söylediğim bir cümleyi burada tekrar ediyorum, bunun gizli
bir tarafı yoktur. IMF'yle ikibuçuk saat görüştüm. IMF'ye şunu söyledim en son
görüşmelerimizde: Türk çiftçisi, 1 inekten 2 kilo fazla et almak için, hiçbir
zaman, et kemik ununu hayvanına yedirmemiştir; hayvanlarını doğal yemlerle
beslemiştir ve bundan sonra, doğal yemlerle beslemeye devam edecektir; çünkü,
bizim için, insan sağlığı önemlidir; ama, bazı dostlarımız, bazı ülkeler, ölmüş
hayvanların leşini yedirdiler; onun için, işte, delidana hastalığı insanlığın
başına bela oldu. (MHP sıralarından alkışlar) İkinci söylediğim cümle şu: Dünyada 800 000 000 insan açlık sınırında
yaşıyor. 800 000 000 insanın sayısı son onbeş senede 799 000 000 düşmediyse...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, yüce Türk Milleti olarak, üretmeye devam
edeceğiz, ürettiğimizi tüketeceğiz, ürettiğimizi dünya insanlığına sunacağız.
Eğer, bugün, Afrika'da, insanlar açlıkla pençeleşiyorsa, Türk Milleti olarak,
üretmeye, işlemeye ve dünya insanlığına sunmaya devam edeceğiz dediğim zaman,
IMF, bunun karşısında bana şunu söyledi, biliyor musunuz: "Size çok
teşekkür ediyorum ve sizi tebrik ediyorum." Biz, tezlerimizi bu şekilde
anlatmaya devam ediyoruz. Bölgesel hayvancılığı geliştirme projesini çıkardık. Size şu rakamı
söylüyorum: Bugün, Türkiye'de, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu 30 000 belgeli,
damızlıklı, pedigrili, şecereli hayvanı Türk üreticisinden alarak dağıtıyoruz,
buna prim veriyoruz, Türk üreticisini destekliyoruz, damızlık yetiştireni
destekliyoruz. Artık, Avrupa'dan ne idüğü belirsiz olan hastalıklı hayvanları
ithal ederek, Türk köylüsüne dağıtıp, ondan sonra da, Türk köylüsünün elinden
bu hayvanlar ölüp gittiği zaman onları bu borca... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, kaç dakika daha vereyim? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - İki dakikada
bitireceğim Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, geçenlerde, Plan ve Bütçe Komisyonunda dediler
ki: "Sizin hayvancılığa verdiğiniz bu sene 75 trilyon lira." Biz,
hayvancılığa bu sene 75 trilyon lira vermiyoruz. Bizim, genel projelerimiz
haricinde -Tarım ve Köyişleri Bakanlığına geldikten sonra- Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde ilk defa yerli yetiştiricimizi desteklemek, ilk defa yem bitkileri
üretimine destek vermek için proje çıkardık, kaba yem bittisine. Geçen sene 47
trilyon lira dağıttık. Bir ilimizi misal... ASLAN POLAT (Erzurum) - Ne kadarını dağıttınız Sayın Bakan? VAHİT KAYRICI (Çorum) - Hepsini. ASLAN POLAT (Erzurum) - Hayır efendim. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Aslan, aç
defterini bak. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Sayın Polat, konuşanın lafını kesmeyin. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Müsaade edersen
konuşayım. Ben, burada, il olarak söylüyorum. Sayın Milletvekilim burada, Afyon
Milletvekilimiz burada. Afyon'a, geçen sene, besi desteği, hayvan desteği, yem
bitkisi desteği -kooperatifler hariç, onun da rakamını söyleyeceğim- olarak
verdiğimiz para 889 milyardır. Bu sene 1 trilyon liranın üzerine geçiyoruz.
Bunlar faizsiz paradır, bunlar karşılıksız paradır ve bunlardan da beş kuruş
faiz alınmıyor; Aslan Polat, bunları öğren. (MHP sıralarından alkışlar) Bu sene
de 75 trilyon dağıtıyoruz. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Adıyaman'a ne kadar verdiniz Sayın Bakan? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, mera ıslah projesini -bizden önce, biz o zaman Mecliste yoktuk,
iktidarıyla muhalefetiyle herkese teşekkür ediyorum bu Yüce Meclis çıkardı,
kanunu biz Mecliste yoktuk; ama- bugün, uyguluyoruz o mera projesini; çünkü,
mera projesi yeni çıktı. 2001 yılında, meraların tespiti, tahdidi, ıslahı için
29 trilyon harcadık. 2002 yılındaki bütçemiz 40 trilyondur. 40 trilyon lira,
meraların belirlenmesi, tahdidi ve ıslahı için ayırıyoruz. Tohumculukta devrim yapıyoruz. Şimdiye kadar tohum ithal ediliyordu; bir
çanta, bir telefonla tohum ithal ediliyordu. Türkiye tüm tohumu dışarıdan ithal
ediyordu. Değiştirdiğimiz yönetmelikle şunu yaptık: Her tohum ithalatçısı,
muhakkak surette, Türkiye'de tohum üretme istasyonu kuracaktır. Bugün, 10 tane
işletme, tohum üretimine başladı. Sayın Başkan, Bakanlığımız girişimleriyle, Türkiye'ye giren 52 tane
tarım ürününü sınır ticareti kapsamından çıkardık. Sınır ticareti, sınır
illerinde yaşayan vatandaşlarımıza gitmiyordu. Sınır illerimizde yaşayan
vatandaşlarımız istismar ediliyordu, dört tane vurguncu bundan vurgun
vuruyordu. Onun için, bunu durdurduk. Bugün, işte, Türk üreticisinin ürettiği
meyve, sebze değerlendiriliyor. Mevzuatlar içerisinde kalarak, Dünya Ticaret Örgütüne atılan imzalara
sadık kalarak, Avrupalı nasıl koruyorsa biz de kendi üreticimizi koruyoruz ve
kendi ürünlerimizin üretimi ve pazarlanması mevsimlerinde ülkeye başka
ürünlerin girmesine zorluk çıkarıyoruz. Şunu söylüyorum: Bakınız, devleti küçültmüyoruz. Türk Devleti küçülmez;
ama, Türk Devleti, üzerindeki hantallığı atar, kamuyu daha etkin hale getirir,
kamuyu çeşitli yerlerden çeker... Hemen misal veriyorum: 1978'de Amerika'dan döndüğüm zaman özel gıda
laboratuvarları kurmak hayalimdi; ama, bugün geldi nasip oldu, yönetmeliği çıkardık,
özel gıda laboratuvarları açılıyor. 12 tane müracaat var, 2 tanesini pazartesi
günü imzalayacağım. Artık, vatandaşımız, ithalatçımız, ihracatçımız kendi
laboratuvarını kuracak. BAŞKAN - Sayın Bakan, 4 dakika fazla konuştunuz efendim, toparlayın
lütfen. ASLAN POLAT (Erzurum) - Anlatsın iyi oluyor, anlatsın!.. BAŞKAN - Olur mu efendim!.. İstirham ederim!.. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Tabiî iyi
oluyor... Öğreniyorsun Aslan; öğreneceksin bunları... BAŞKAN - Burası amfi mi?.. ASLAN POLAT (Erzurum) - Çiftçi de dinliyor, gülüyor... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Özel gıda
laboratuvarlarımız kuruluyor... BAŞKAN - Bir dakika Sayın Bakan. Sayın Polat, burası amfi değil... Üniversite de değil... ASLAN POLAT (Erzurum) - Dinliyoruz işte... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Hayvan Sağlığı
ve Zabıtası Kanunu değiştirildi. Bölgeler bazında, tarım entegrasyon
çalışmalarımız gidiyor. Son cümlem şudur: Çiftçinin bugün içerisinde bulunduğu sıkıntı hepimizin
malumudur. Ancak, bu sıkıntılar, uzun senelerin sonuçlarıdır. Çiftçinin
içerisinde bulunduğu durum iyi değildir. Ekonomik krizlerde, ekonomik
sıkıntılarda en fazla mağdur olan, çiftçimizdir, esnafımızdır, ticaret
erbabımızdır, işçimizdir, memurumuzdur; ama, bu sıkıntılar aşılacaktır.
Çiftçinin içerisinde bulunduğu sıkıntıların sebebi, 1988'den, 1990'lardan bu
tarafa gelen borçlardır, borçların temerrüdüdür. Ziraat Bankasıyla her gün görüşüyorum, Ziraat Bankasıyla belirli bir
noktaya kadar geldik. Tarım krediyle her gün görüşüyorum ve size şu sözü
veriyorum: Gerekirse, tarım kredinin tüm mal varlıklarının satımını isteyeceğim
genel kuruldan; çünkü, 1995 yılında özerkleşmiş, kati surette bize bağlı değil.
Yönetim kurulu şu anda çok iyi çalışıyor, efektif çalışıyor, etkin çalışıyor.
Tarım krediye ve Ziraat Bankasına olan borçların ödenmesinde de, anapara ile
temerrütleri birbirinden ayıracağız, temerrütten birikmiş borçlar üzerindeki
faizleri kaldıracağız. Anaparanın da belirli bir faizde ödenmesi
-çiftçilerimizle anlaşarak- bu kapsama alınacak ve bu kapsam içerisinde,
çiftçilerimizin memnun olacağı bir kolaylığı sağlayacağız. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Son cümlem
şudur: Hükümetimizin belirlediği malî hedeflerden şaşmamak kaydıyla, faiz
fazlası yüzde 6,5'i gerçekleştirmek şartıyla, tüm tarıma ayrılan rakamlar
içerisinde kalmak şartıyla, birbirlerinden transferler yaparak, çiftçimize,
eline ulaşacak şekilde devam edeceğiz. 500 trilyonu dağıtmaya başlıyoruz... LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Ne zaman Sayın Bakan? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - 1,4 katrilyonu
da ocak-şubat ayları içerisinde dağıtmaya başlıyoruz... BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - ... Karşılıksız
paradır, faiz değildir ve bu para, yakında dağıtılacak. BAŞKAN - Efendim, lütfen... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bunu dağıtmakta
birazcık gecikmemizin sebebi şu... BAŞKAN - Efendim, lütfen... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Borçlar hukuku
var. Borçlar hukukundan dolayı, yeni bir kararname çıkarsak zorluk oluyordu;
ama, hükümetimiz bir karar aldı. Bu parayı bankaya çıkarırsam, çiftçiye, sizin
zamanınızdan gelen borçlardan dolayı haciz konulacak, çiftçinin eline
geçmeyecek. BAŞKAN -Sayın Bakan, lütfen... Teşekkür ediyorum efendim... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Onu da açacağım
ki, sizin faizlerinize, sizin borçlarınıza kesilmesin de, bizim oluşturduğumuz,
bütçeden verdiğimiz parayı köylümüzün cebine ulaştıralım ki, o çocuklarının
ayağındaki kara lastiği, soğukkuyuyu, hiç olmazsa, gıslavet lastiğe
çıkarsınlar. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar; SP
sıralarından alkışlar [!]) BAŞKAN - Efendim, şimdi son söz milletvekilinin... İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Aslan Polat, dersini aldın mı dersini?..
(SP sıralarından gürültüler) ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, adalet duygunuza hayranım; sayın
bakanlara 10'ar dakika veriyorsunuz, cevap hakkına 1 dakika vermiyorsunuz. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, ben yorulmam, sabaha kadar da devam
ederim; ama, sizler, yarın sabah 11.00'de geleceksiniz, aynı ekip, burada,
başka bir bütçe çıkaracaksınız. Onun için, bu işi uzattırmanın da bir manası
olmadığı kanaatindeyim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Biz buradayız. MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) - Biz, 36 saat çalışırız. BAŞKAN - İstirham ederim yani... Hepinize söylüyorum bunu. Siz
coşturdukça herkes konuşur tabiî efendim. Ben yarın nöbetçi değilim, siz
nöbetçisiniz. ASLAN POLAT (Erzurum) - Biz her gün buradayız Sayın Başkan, hiç merak
etmeyin. BAŞKAN - Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz; buyurun. (SP sıralarından
alkışlar) HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının 2002
yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum;
Heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum; ramazanınızı, bayramınızı
şimdiden tebrik ediyorum. Bu arada, Silifke, Mersin, Tarsus yöresinde yaşanan sel felaketinden
dolayı bölge insanımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum; kaybettiğimiz
vatandaşlara Cenabı Hakk'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Değerli üyeler, hepinizin yüksek malumları olduğu üzere, bütçeler,
devleti bütün kamu kurum ve kuruluşlarının bir yıllık tüm gelir kaynaklarıyla
giderlerini gösteren hesapların tamamıdır. Hükümet, millî kaynakları, milletin kaynaklarını; yani, 65 milyonun
kaynaklarını topluyor, bu gelirleri teşkil etmektedir ki, 71,1 katrilyondur. Bu
defa, bu topladığı kaynakları dağıtıyor, bu da giderleridir, 98 katrilyon.
Gelirlerle giderler arasındaki fark; yani, açık 27 katrilyona yakın. Burada, mühim olan, hükümet, bu kaynakları kimlerden topluyor, kimlere
dağıtıyor, geçmiş yıllarda kimlerden topladı, kimlere dağıttı? Bu sorunun
cevabı gayet açık ve net. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda işçi, memur,
emekli, küçük esnaf, tüccar, sanayici, üretici, çiftçi, köylü, kısaca 65
milyondan Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Motorlu Taşıtlar Vergisi, Katmadeğer
Vergisi, Ek Vergi, Taşıt Alım Vergisi, Akaryakıt Tüketim Vergisi, Damga
Vergisi, Deprem Vergisi, vergi, vergi, vergi... 58 katrilyon toplayacak. Kime
verilecek bu 58 katrilyon; geçmiş senelerde kimlere verildiyse, yine onlara
verilecek. Peki, kim bunlar ve kaç kişi? 300-500 000, her neyse, çeşitli
rivayetler var, belli değil, belli olan, sayıları çok fazla değil. Peki, üreticiye, çiftçiye, köylüye bugüne kadar ne verildi, bugünden
sonra ne verilecek, ona da bir bakalım. Sayın Bakanımız burada konuştular.
Çiftçinin, köylünün hiçbir derdi yokmuş gibi, bu Genel Kurul, özellikle iktidar
kanadı böyle bir algılama sergilediler. Devlet Bakanı Sayın Derviş, çiftçiye tarım destekleri için 2001 yılı
bütçesinden ayrılan 1 060 katrilyonun, 1 250 katrilyona çıkarıldığını ifade
etti; ancak, 12.11.2001 tarihi itibariyle çiftçiye verilen desteğin 655 trilyon
TL olduğu da açıklandı. Görüldüğü gibi, bütçeden ayrılan ödenekler bile, faiz
dışı fazlayı artırmak için çiftçiye ödenmemektedir. Rantiyecilere 58 katrilyon,
çiftçiye sıra geldi mi, 58'de birini bile çok görüyoruz. Bu anlayış ve uygulama
haktan yana bir anlayış değildir; aksine, haksız, zulme dayanan bir anlayıştır.
Bu anlayış, modern çağın, bilgi çağının ve çağdaş yönetimlerin de anlayışı
olamaz. Bakınız, çiftçiye bütçeden en çok desteği 1 659 000 000 dolar olarak
1997 yılı bütçesinde Refahyol Hükümeti vermiştir. Önceki ve sonraki hükümetlerin
verdikleri destek bunun çok altındadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gıda üretiminin temeli tarımsal
üretime dayanır. Bu nedenle, tarım, bu işle iştigal eden çiftçileri olduğu
kadar, bütün dünya insanlarını ilgilendiren çok önemli bir sektördür. Gıda
maddeleri ise, stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden, bütün ülkelerin
gıda sektörüne önem verdikleri ve kendi gıda ihtiyaçlarını karşılamaya
çalıştıkları bilinmektedir. Bugün Avrupa ülkeleri gıda üretimi yönünden
kendilerine yetecek durumda oldukları gibi, gıda stokları da vardır. Bu
nedenle, fazla ürünlerini satacak yer aramaktadırlar. Amerika Birleşik
Devletlerinde de durum aynıdır. Bu ülkeler gıda stoklarını eritmek için
birbirleriyle yarışırken, başta Türkiye olmak üzere diğer bazı ülkelerde de,
üretimi düşürmek dahil, kendilerine göre her türlü tedbiri almaktadırlar. Bu
nedenledir ki, bugün maalesef, ülkemizde tarımın ve tarımda çalışanların içinde
bulundukları sıkıntılı durum, IMF direktifleri doğrultusunda alınan karar ve
uygulamalardan kaynaklanmaktadır. IMF emrediyor, pancar ziraatına kota
konuluyor; şekerpancarı üretimi, şeker fazlalığı bahanesiyle 20 000 000 tondan
10 000 000 ton mertebesine düşürülürken, özel izin ve imtiyazlarla tatlandırıcı
üretimi teşvik edilmektedir. Türkiye'nin şekerpancarı üretimi, âdeta, yabancı
sermayenin tatlandırıcısına peşkeş çekilmektedir. Fransa'da 5,5 milyon ton
şeker üretilirken, 15 000 ton sunî tatlandırıcı üretimine izin verilmektedir.
Türkiye'de ise, 2 000 000 ton şekerpancarı şekeri üretimine karşılık, 500 000
ton tatlandırıcı kapasitesine müsaade edilmektedir. Bu durum, Türkiye'de
şekerpancarı üretimini baltalamaktan başka bir şey değildir. Değerli milletvekilleri, uygulanan yanlış politikalar sonucu,
hayvancılık da âdeta bitirilme noktasındadır. Türkiye'de önemli oranda kırmızı
et açığı olduğu halde, bugün hayvancılıkla meşgul olan vatandaşlarımız
hayvanını satamıyor. Ciddî manada fiyat ve pazar problemi vardır. Ağrı'da,
Kars'ta bir koyun satan vatandaş, bir çuval un ancak alabilmektedir. Bu
şartlarda et üretimi düşmekte, tüketim karşılanamamaktadır; üretim-tüketim
dengesi kaçak yollardan sağlanmaktadır. Bu durumda hükümete düşen görev,
gerçekçi projeler uygulayarak et üretimini artırmak ve kaçak et girişini
önlemektir. Diğer taraftan, buğday üreticisi, artık, tarlasına yeniden tohum atamaz
hale düşürülmüştür. Köylü, traktör almak şöyle dursun, elindeki traktörünü
satar hale gelmiştir. Neden; buğday tabanfiyatını çiftçinin maliyetini göz
önünde tutarak belirlemediniz. Basit bir alışverişte bile, insanlar, bir malın
maliyetine yüzde 25-30 kâr koyup satarlar; halbuki, siz, çiftçinin maliyetini
göz önüne almadan -tohum, mazot, gübre, ilaç, vesaire- hayalî yüzde 25
enflasyon hesabıyla fiyat belirlediniz. Çiftçiden, 90 000 TL'den başlayarak, en
fazla 130 000 TL'ye kadar aldınız. Tüccar da, daha altında aldı. Çiftçinin
maliyeti ise, 140 000 TL ve daha üzeriydi. Enflasyon yüzde 80 oldu, böylece, başlangıçtan itibaren yüzde 55 eksik
verdiniz. Kaldı ki, üç ay önce 150 000 TL olan buğday, bugün 250 000 TL'dir. Bu
tablo, çiftçiyi, köylüyü ezdiğinizin resmidir. 600 000 tütün üreticisi aile feryat içerisindedir. Cumhurbaşkanı bu
feryada kulak vererek çıkardığınız kanunu geri gönderdi; ama, siz, hâlâ,
gerçekleri görmek istemiyorsunuz. Fındık ve çay üreticilerinin durumu daha da yürekler acısı. Hayvancılık
öldü. Doğulu insan, bulabilirse, bir koyuna -yukarıda da ifade ettiğim gibi-
bir çuval un alıyor. Tavukçuluk bitti... Hangi birini saysak yeridir.
Türkiye'yi iflas ettirdiniz; tarım da bunların başında geliyor. Bugün, çiftçilerimiz, geçmiş yıl borçlarından dolayı mahkemelik ve
icralıktır. Sanki, Sayın Bakanım, bugünkü manşetleri görmemiş gibi, çıktı,
burada konuştu; ama, bu manşetleri de biz attırmadık.(DSP sıralarından "O,
dünküydü" sesleri) Bakın, "sırayla hapis" deniliyor. "Çiftçi hapis
kuyruğunda. Kredisini ödeyemeyen 2 000 Havranlı cezaevine girecek." (MHP
sıralarından gürültüler) Bunları biz... BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - "Bir zamanlar milletin efendisi olan
çiftçiler, Ecevit iktidarında mahpus durumuna düştüler. Balıkesir'de borcunu
ödeyemeyen 2 000 çiftçiye 10 gün hapis cezası verildi. Hapishaneler küçük
gelince, köylüler sıraya girdi..." Bunlar böyle devam ediyor, benzer
manşetler: "Çiftçi ekim yapamıyor. Hapis için kuyruktalar." (MHP
sıralarından gürültüler, "Tarihini söyle" sesleri) Bugünkü gazeteler
bunlar. BAŞKAN - Sayın Karagöz, o dündü, bugün ayın 9'u. (SP ve AK Parti
sıralarından gülüşmeler) HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Evet. Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, neredeyse,
tamamen personel harcamalarından ibaret
olan bütçe imkânlarıyla, Türk tarımı ve Türk çiftçisinin zor bir döneme girdiği
ortadadır. Türk tarım çalışanı ve çiftçisi, yapılacak ilk seçimde bu iktidarı
sandığa gömerek, bu sıkıntılarını hafifletecek inşallah. Değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığıyla ilgili de birkaç söz
söylemek istiyorum: Sağlık hizmeti, eğitim, adalet ve iç ve dış güvenlik gibi
devletin başta gelen temel görevleridir; Sayın Bakanım bunu gayet güzel izah
ettiler, "beden sağlığı, ruh sağlığı" dediler; doğrudur. Önce,
tabiatıyla, toplumda huzur, barış, kardeşliğin temin ve tesis edilmesi, bu
sağlığın temini için şarttır. Bunu yapabilmek için de takip edilecek yol, böyle
tahammülsüzlük değil, diyalog; sömürü değil, adil paylaşım; tahakküm değil,
işbirliği; çifte standart değil, adalettir; tekebbür değil, tevazudur; halka
tepeden bakmak, dayatmalarda bulunmak değil, insan hak ve özgürlükleriyle
inançlara saygılı olmaktır; demokrasidir, refahtır. (DSP ve MHP sıralarından
"Sağlıkla ne ilgisi var" sesleri, gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Başkanım, bitiriyorum. BAŞKAN - Buyurun , açtık. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Böylece, sağlıklı bir ekonomiye ve sağlıklı
bir topluma ulaşmak mümkündür. Siz, hükümet olmanın verdiği gücü, bu temel
prensip ve değerlerin aksine kullanır, hareket eder, icraatlar yaparsanız,
ekonominin de, toplumun da sağlığını bozarsınız -ki, bozdunuz- ondan sonra
işlerin nereye varacağını, nerede duracağını da kestiremezsiniz. Başbakanlığın
etrafındaki güvenlik önlemlerini artırmak da çare olmaz. Bakınız, resmî kurumların açıkladığı rakamlara göre açlık sınırı 300
milyon lira, yoksulluk sınırı 800 milyon lira; buna karşılık asgarî ücret 120
milyondur, işsiz sayısı 12 milyonun üzerindedir, neredeyse nüfusun yüzde 80'i
yoksulluk sınırındadır. BAŞKAN - Siz de bizim Başkanlık Divanının sıhhatini düşüneceksiniz,
sağlığımız bozulabilir. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Böyle bir tablonun yaşandığı ülkede,
insanların sağlıklı olmaları mümkün müdür, değil midir; onu, takdirlerinize
havale ediyorum. Sayın Bakan, bütçeniz yetersiz, işiniz zor, hükümetiniz ekonomik açıdan
ezim ezim ezmek suretiyle toplumun beden sağlığını; hürriyet, özgürlük, inanç
ve insan hakları alanlarını daraltarak da ruh sağlığını bozuyor. Bu durumda
sağlık kurumlarına olan talep de gün geçtikçe artıyor. Her şeye rağmen bütçelerin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karagöz. Sorulara geçiyoruz. Sayın Mehmet Ali Şahin, buyurun efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim. İlk sorum Tarım Bakanımıza: Sayın Bakanım, bir saat kadar önce, beni, Sakarya'dan bir vatandaş aradı
ve "Sakarya'nın 10 ilçesinde fındık üretimi yapılır ve vatandaşlar bu
fındık işiyle geçinirler. Şimdi bu fındık ağaçlarının sökümü ve bahçelerinin
dağıtılmasıyla ilgili bir karar alındı. Biz bundan sonra neyle geçineceğiz, bu
fındığın yerine ne ikame edilecektir" diye sordu. Ben de o vatandaş adına
size soruyorum. Sayın Bakanım, dekar başına, çiftçilere 10 milyon Türk Lirası
ödeyecektiniz, ne oldu? Sağlık Bakanımıza bir soru yöneltmek istiyorum: Sayın Bakanım, itiraf etmeliyim ki, en medyatik bakanımızsınız, bugün
yine manşetlerdeydiniz. Birtakım iddialar var; ben hukukçuyum; çünkü, bu iddiadır. Yalova Termal
kaplıca tesislerini, yakınlarınızla birlikte, kurduğunuz bir vakfa, kısa adı
TÜRKSEV olan bir vakfa devrettiğiniz iddia ediliyor. İnceledim ki, bu tesisler,
1930 yılında bir yasayla Sağlık Bakanlığına bağlanmış ve devlet malı sayılan
bir tesistir. Kanunla kurulmuş olan bir tesisin protokolla devri yasal olarak
mümkün müdür, bunu incelediniz mi ve Bakanlığınızdan 20 milyar lira bu vakfa
aktarıldığına dair bir iddia var, siz bugün bunu kabul ettiniz hatta "daha
fazladır" dediniz, bunun hukukî altyapısı nedir? Üretilecek her damacana suyun üzerine, tanesi 30 000 liradan hologram
yapıştırılmasını isteyen bir genelge yayımlamışsınız ve bu hologramların da
TÜRKSEV Vakfından alınmasını istemişsiniz. Sağlık meslek liselerinde okutulan
57 kitabın 42 tanesini yine sizin vakfınızdan alınmasını istemişsiniz. Bu,
devlet imkânlarının, özel amaçlar için kullanılması anlamına gelir mi ve siz,
dün akşam bir televizyon haberinde kendi sesinizden "biz, Hazreti Ömer
adaleti uyguluyoruz" demiştiniz; hazreti Ömer böyle mi yapmıştı, devlet
imkânlarını, şahsî çıkarları için mi kullanmıştı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Ünal, buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanım, biraz önce soruldu; ama, ben de
TÜRKSEV Vakfı ve Sağlık Sosyal Yardım
Vakfı hakkında bilgi vermenizi istiyorum, biz de memnun oluruz bilgi
verirseniz? Çiftçi, emekli, memur, işçi, çocuklarını, kısa yoldan meslek sahibi
olsun diye ebe, hemşire, sağlık memuru ya da sağlık teknisyeni yaptı;
Türkiye'nin de bu Anadolu çocuklarına âcil ihtiyacı var; Türkiye Büyük Millet
Meclisinden çıkan kadrolar niye hâlâ aktifleştirilmedi? Sayın Tarım Bakanımıza soruyorum: Cumhuriyet tarihinde kaç tane kalkınma
kooperatifine kredi verildi; sizin Bakanlığınız döneminde kaç tanesine verildi?
Sayın Tarım Bakanına, öncelikle, yaş sebze ve muz üreticileri için
yaptığı yardımlardan dolayı da teşekkür ediyorum. İlk defa Antalya'da muz
bahçeleri arttı ve üreticiler muz fidesi yetiştiremiyorlar: Her ne kadar Ziraat
Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri size bağlı olmasa da, özerk yönetilseler
de çiftçinin umudu sizsiniz. Çiftçinin, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi
Kooperatiflerine olan borçlarının uygun şartlarda taksitlendirilmesi için olan
gayretlerinizden haberdarız ve her zaman onurla yanınızdayız. Bayramdan önce
çiftçilere müjde verebilecek miyiz? Toprak Mahsulleri Ofisi, 1996'larda, çiftçinin anasının ak sütü gibi
helal paralarını, yılda 380 milyon dolar, yani, yaklaşık 650 trilyon lira faize
veriyordu, bugün ise bu para 40 trilyon liraya indirildi mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Aslan, buyurun. MEHMET ARSLAN (Ankara) - Sayın Başkan, aracılığınızla, ilk sorumu Sayın
Tarım Bakanımıza yöneltmek istiyorum. 1990-1998 yılları arasında ve 1990-2001 yılları arasında ülkemiz
hayvancılığını geliştirmek amacıyla kooperatifler aracılığıyla dağıtılan
damızlık hayvan sayılarını ve devlet yardımı olarak kullandırılan paranın
miktarını söyleyebilir misiniz? İkinci sorum: Türkiye'de hayvancılığın bitmesinin sebeplerinden biri
olan 1990-1998 yılları arasında Türkiye'nin ithal ettiği et miktarını
açıklayabilir misiniz? Sayın Sağlık Bakanımıza sorum: 1983-1999 yılları arasında yatırıma
alınan, fakat bitirilmeyen kaç tane tesisiniz var? Bu tesisleri bitirmeyi
düşünüyor musunuz? Bu tesislerin tamamlanması için ne kadar paraya ihtiyaç var?
Mesela bunlardan birisi de 1995 yılında başlayan 200 yataklı Kalecik Devlet
Hastanesi; bu hastaneyi de bitirmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Seyda, buyurun. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sağlık
Bakanımızdan, aşağıdaki sorumun cevabını talep ediyorum. Şırnak İli ve ilçelerindeki devlet hastaneleriyle sağlık ocaklarında hem
sağlık personeline hem de sağlık malzemelerine acilen ihtiyaç vardır. Örneğin,
İdil Devlet Hastanemizde, kadın-doğum, çocuk, dahiliye, cerrah gibi uzman
hekime; ayrıca, 6 hemşire, 3 ebe, 1 röntgen teknisyeni ve 1 laboratuvar teknisyenine ihtiyaç vardır. Uludere Devlet
Hastanemizde uzman hekim ve laboratuvar teknisyenine ihtiyaç vardır. Silopi
ilçe merkezinde yeni yapılan 3 nolu sağlık ocağı ile Güçlükonak ilçe merkezî
sağlık ocağında sağlık personeline ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları, ne zaman gidermeyi
düşünüyorsunuz? Bir de Tarım Bakanımıza iki sorum var: Birinci sorum: Şırnak İlimizde tarım sanayi entegrasyonu için hazırlanan
projeler ile bitkisel, hayvansal üretimi kaliteli bir şekilde artırmak ve iyi
bir pazarlama organizasyonuyla pazarlayabilmek için tecrübeli teknik ve sağlık
sınıfı personeline ihtiyaç vardır. Personel ihtiyacının giderilmesi için bir
çalışmanız var mıdır? İkinci sorum: Cizre, İdil ve Silopi ilçelerinde kuruluş çalışmaları
tamamlanan 3 adet seracılık projesi ile Şırnak merkez, Güçlükonak, Uludere ve
Beytüşşebap ilçelerinde kuruluş çalışmaları tamamlanan 4 adet koyunculuk
projesi 2002 yılı yatırım programına alınmış mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Levent, buyurun. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın
Bakanlarıma sorumu yöneltmeden önce, bugün, Mersin'de, doğal afet nedeniyle şu
anda sıkıntıda bulunan bütün yurttaşlarımıza, bütün insanlarımıza buradan sabır
diliyorum. Sağlık Bakanım, dağıtılan kitapta, Niğde'de 2001 yılına kadar tamamlanan
yatırımlar içinde, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezî tamamlanmış
görünmektedir; burada bir yanlış anlaşılma olmuştur galiba. Bir de, yüzde 80
seviyesinde olan bu hastanenin bitmesi için, önümüzdeki yıl ödeneğinin ne kadar
olduğunu soruyorum. Niğde İlinde 3 ilçe hastanesi bitmiştir; 6 sağlık ocağı, 8 sağlıkevi
bitirilmiş, kadın doğum hastanesi de ISO 9000 belgesi almıştır. Sayın Bakanım,
ne zaman Niğde'ye geleceksiniz; bir yıldır yolunuzu gözlüyoruz... (AK Parti ve
SP sıralarından gülüşmeler) Tarım Bakanım, Niğde hayvancılık ve süt besi inekçiliğinde 2 ayrı
kooperatif -Dündarlı ve Yeşilgölcük kooperatifleri- hayvancılık kredisi
programına alındı mı? Bu müjdeyi verebilir misiniz? Tarımsal desteklemede dönüm
başına 10 milyon, ne zaman ödenecek? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Tuğmaner, buyurun efendim. MUSTAFA KEMAL TUĞMANER (Mardin) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sağlık
Bakanı Sayın Osman Durmuş Beye sorumu
yöneltmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, 150 yataklı Mardin Devlet Hastanesinin inşaatı 1990
yılından beri devam etmektedir. Şu anda fizikî olarak yüzde 90'ı bitirilmiştir.
2002 yılında bu hastaneyi bitirip açılışını yapabilecek miyiz? Ayrıca, 2001
yılında bu hastane inşaatı için yaptığınız katkılardan dolayı da teşekkür
ediyorum. Yine, Derik İlçemiz, Dargeçit İlçemiz yeni hastane inşaatları da
yıllardır aynı durumda devam etmektedir. Derik ve Dargeçit hastanelerinin de
2002'de bitirip, açılışlarını yapıp, halkımızın hizmetine açabilecek miyiz? Yine, Mardin Devlet Hastanemizin ameliyathanesi perişan bir durumdadır,
30-35 yıllık bir ameliyathanedir. Bu konuyla ilgili gerekli ödeneği ilimize
yollamayı düşünüyor musunuz? Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Musaoğlu, buyurun. METİN MUSAOĞLU (Mardin)- Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Tarım
Bakanına iki soru sormak istiyorum. İlimizde Ziraat Bankası ziraî kredilerin şu anda taksitlendirmeleri
yapılmamaktadır. Sayın Bakanımın buna diyeceği nedir? Bunu, merak ediyoruz. Bir de ayrıca, 2000 yılının pamuk primleri halen ödenmemiştir. Nusaybin
İlçesinde, Kızıltepe İlçesinde, bunu yakinen biliyorum. Bunlar için ne
diyecektir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Halaman, buyurun. ALİ HALAMAN (Adana)- Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza, Sağlık Bakanımıza
en çok bunları gündeme taşıdığı için kendilerine teşekkür ediyorum. Birinci sorum; pamukta, soyada, zeytinyağında, ayçiçeğinde ve
narinciyede ne kadar prim verilecektir? İkinci sorum; destekleme primi ve doğrudan gelir desteği uygulamasında
yeniden bir yapılanma düşünüyor mu Tarım Bakanımız? Üçüncü sorum; yerli üreticiler ve tarım ürünlerini korumak maksadıyla
almış olduğunuz tedbirler dışticarette zarar veriyor iddiası var, doğru mu? Bir de, Sağlık Bakanımızdan öğrenmek istiyorum; bir kısmı içi boş olan
sağlıkevleri ve sağlık ocaklarının durumu ne olacaktır? Saygılarımla. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Coşkuner... SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza sorumu arz
ediyorum: Muhtaç çiftçilere ödünç tohumluk verilmesi hakkında kanun yürürlükten
kalktı. Tabiî afetlerden zarar gören çiftçileri korumak için tarım sigortası
kanunu çıkarmayı düşünüyor musunuz? Diğer bir sorum: Çiftçi Kayıt Sistemi Projesi uygulamasında elde edilen
sonuç nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Seven... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza sormak istiyorum: Sayın Bakanım, Tarım Bakanı olduğunuz günden beri, diğer tarım
bakanlarından farklı olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya ne gibi farklı
hizmetler getirdiniz? ASLAN POLAT (Erzurum) - Hayvancılık hizmetleri yüzde 25'e düştü! BAŞKAN - Bir dakika... İstirham ederim... yapmayın Allahaşkına!.. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - İkinci sorum:
Çiftçiye verilen -her destek helâlı hoş olsun- çiftçiye ödenen paraların
karşılığı bütçeye konulmuş olsaydı, Ziraat Bankası, piyasadan borç almamış
olsaydı, bugünkü duruma gelinir miydi? Üçüncü sorum: Çiftçi borçlarıyla ilgili taksitlendirmeyi sordular, ondan
vazgeçiyorum. Dördüncü sorum: Ağrı Et-Balık Kurumu 1995 senesinde özelleştirilmeseydi,
bugün, Ağrı'daki hayvancılık zor duruma düşer miydi? Teşekkür ederim Sayın Bakanım. ASLAN POLAT (Erzurum) - Erzurum'da özelleştirilmemiş; ama, aynı durumda! BAŞKAN - Bana teşekkür edeceksiniz, ona değil. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Sağlık Bakanıma soru sormak istemiyorum. BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Bak, Sağlık Bakanı beni de küstürdü, onu da
küstürdü! BAŞKAN - Sayın Mahfuz Güler... Yok. Olmadığı için ona da teşekkür ediyorum. Sayın Ünal, buyurun; çok kısa rica edeceğim efendim. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Teşekkür ederim, çok kısa efendim. Sayın Tarım Bakanıma sormak istiyorum: Yerfıstığı, bildiğiniz gibi,
ülkemiz açısından önemli bir tarım ürünümüzdür; ancak, son yıllarda, çiftçimiz,
kaliteli yerfıstığı tohumu bulamamakta ve bundan dolayı da, hem kalite hem de
verim düşmektedir. Bakanlığınızın, anaç ve kaliteli yerfıstığı tohumu
yetiştirme veya temin etme konusunda bir çalışması var mıdır? Teşekkür ediyorum. Sayın Sağlık Bakanım, şu an inşaatı devam etmekte olan Osmaniye devlet
hastanesi inşaatı ne aşamadadır; hangi tarihte hastanemiz hizmete girecektir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum. Sayın Bakanlar, buyurun. (DSP ve MHP sıralarından "Sayın
Başkan" sesleri) Efendim, otuz kişisiniz; ne yapacağım peki?!. Hayır, nasıl olacak; bana
söyleyin efendim bunu. İstirham ederim, yapmayın Allah aşkına!.. Efendim, gece
saat 01.00; 4 dakika tolerans yaptık. İstirham ederim, yapmayın Allahaşkına!.. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İtiraz ediyorlar madem, sahur yemeği versinler.
(MHP sıralarından "veririz, veririz" sesleri) VAHİT KAYRICI (Çorum) - Verelim efendim; bendensiniz. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sahura kadar bekleyeceksiniz; merak etmeyin. BAŞKAN - Efendim, müsaade ederseniz, bakanlar cevap verecek; sorduğunuz
sualler zaten uzun. Buyurun Sayın Sağlık Bakanı. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; ülkemizde, kamunun işlem yapamadığı durumlarda, zaman zaman
hizmet aksaması nedeniyle, her bakanlığında, hemen hemen birden fazla vakıf
vardır ve bu vakıflar kurulmuştur. Yalova Kaplıcalarının İşletilmesi ve
Kaplıcaların İnkişafı İşlerinin Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâletine Bağlı
Hükmî Şahsiyeti Haiz Bir Teşekküle Devri Hakkında Kanunun numarası 3653'tür. 1
inci maddesinde "Yalova Kazası dahilinde olup, İcra Vekilleri Heyetince
musaddak haritasında gösterilen sınır içindeki Devlete ait sıcak ve soğuksu
kaynakları ile kaplıcaların ve bunlara ait binaların, kaplıcalar tesisatının ve
arazinin istismar, intifa ve idaresi bütün hukuk ve vecaibiyle Sıhhat ve
İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı (Yalova Kaplıcaları İşletme İdaresi) namı
altında, hükmî şahsiyeti haiz bir teşekküle devredilmiştir. İcabında harita haricinde kalan ve Devlete ait bulunan araziden lüzum
görülecek kısımlar dahi İcra Vekilleri Heyeti kararıyla buna ilave edilir"
denilmektedir. 8 inci maddesinde de "Kaplıcaların inkişafı ve kendi geliriyle
karşılayamayacağı işletme masrafları için, muktazi tahsisat Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekâleti bütçesinde açılacak hususî bir fasla yardım olarak
konulur" denilmektedir. Saygıdeğer milletvekilleri, Yüce Türk Milletinin önünde şahadet ederim
ki, ben, bugüne kadar, gerek memuriyet hayatımda, gerekse milletvekilliği ve
bakanlık hayatımda, devletin ve
milletin bir kuruşuna irtikâp etmedim ve burada, huzurunuzda, üzülerek, şunu
açıklamak istiyorum: Yirmiyedi yıllık devlet memuruyum. Üniversitede oniki
yıllık doçentim. Meslektaşlarım arasında, hasta sayısı hiç de az olmayan bir
kişiyim. Eşimin, çocuklarımın ve benim üzerimde bulunan tüm mal varlığı, bir
araba ve halen 1993'ten beri devam eden, Ankara'ya 26 kilometre mesafeli bir
kooperatif evidir; bunun dışında hiçbir mal varlığım yoktur. Bu durumda,
Hazreti Ömer adaletinin bugün çok zor olduğunu ben biliyorum; çünkü, Hazreti Ömer'in
ne telefonu, ne teleksi, ne faksı, ne radyo, televizyonu vardı. O yüce
şahıslarla da kendimizi mukayese etmiyoruz; ama, karınca kaderince, buna uygun
davranmaya çalışıyoruz. Sayın Konukoğlu, su işletmeleri işlettiğinizi biliyoruz. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Hayır efendim. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Yaklaşık ayda 540 milyar
liralık su sattığınızı da biliyoruz. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, benim akrabam işletiyorsa,
benim suçum ne? SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bir dakika Sayın Konukoğlu, bir
dakika... Bir müsaade buyurun, müsaade buyurun... İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Kardeşiniz dövünce, siz mi suçlusunuz? SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Konukoğlu, o zaman
düzeltiyorum. Özel hastane işlettiğinizi biliyoruz. Yine burada, tüm kamuoyunun önünde
yemin ederim ki, Konukoğlu Hastanesinde tüp bebek merkezinin denetimiyle ilgili
Sağlık Bakanlığının objektiflik dışında asla bir müdahalesi olmamıştır. Tüp
bebek merkezlerinin açılısında Sağlık Bakanlığına bağlı bir komisyon görev
yapar. Bu komisyon gider, yerinde inceleme yapar. Nitekim, Konukoğlu Tüp Bebek
Merkezi, ilk müracaat 4 Aralık 2000'dir. Personel listeleri eksik bulunan,
tamamlanmasını takiben 18 Nisan 2001'de ziyaret kararı alındı. İlk ziyaret 10
Mayıs 2001'dir. Androloji laboratuarı, embriyo dondurma odası ve yoğun bakım
odalarının yerleri uygun değildi, eksiklikler tamamlattırıldı, son ziyaret 8
Ağustos 2000'de yapıldı, uygun bulundu ruhsat verildi. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Ne ilgisi var Sayın Bakan? SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, çok ilgisi var.
Birkısım basın yayın organlarında, sizlerin de üyesi olduğu o dernek, Sağlık
Bakanlığımıza müracaat etmiştir. Suların, halkın sağlığı bakımından hologramlı
olarak satılmasını istemiştir, bu, bizim kayıtlarımızda vardır. Siz, ayda 540
milyar liralık su satarken... İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Benimle ilgisi yok Sayın Bakan, varsa,
istifa ederim. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) - ... bizi irtikap, rüşvet ve Sülün Osman olmakla itham eden,
hırsızlığı, yolsuzluğu şiar edinmiş çirkef insanların sözleriyle itham ederken
acaba vicdanınız sızlamıyor mu? İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, suyla benim ilgim varsa
milletvekilliğinden istifa ederim, bulun en ufak bir şey, getirin. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, isim vermiyorum,
Konukoğlu'nun bugün Bursa İnegöl'de işlettiği su tesisatının debisini
açıklayabilirim. İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, benimle ilgisi yoksa, ne
ilgisi var? Sayın Bakan, benim sorularıma cevap vermiyorsunuz. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Veriyorum efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Siz devletin bakanısınız, onlara
cevap verin. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Benim kurdurduğum Sağlık Eğitim
Vakfında hiçbir akrabam yoktur. Değerli milletvekilleri, Bakanlar Kuruluna geldiğim dönemde, bir gezi
öncesi, Bakanlar Kuruluna bir teklif getirdim; Türkiye'de, vakıflar, suiistimal
kaynaklarıdır, yolsuzluğun kaynaklarıdır demişimdir. Kurulan vakıfların birçoğu
kamu kaynaklarını kullanır; ama, bu vakıflardan birileri nemalanır ve bu
vakıflar kişiselleştirilir, bu yanlıştır. Bakanlar Kurulunda, Sayın
Başbakan, "bizim de bu konuda bir teklifimiz var" demişti; ama, bu
arada yurtdışına çıktım, MHP'li arkadaşlarımız, bu bilgiyi benim sunduğumdan
haberdar olmadıkları için, o gün ona ilgisiz kaldılar. O gün, Türkiye'yi soyma
kaynağı haline getirilen, lösemilileri istismar haline getiren bu vakıflardan
Türkiye kurtulacaktı. Bakınız, Sağlık Eğitim Vakfının senedinde "Sağlık Bakanı doğal
üyedir..." Osman Durmuş değil, her sağlık bakanı. Sayın Nesrin Ünal'ın sorusuna da cevap vereyim. Bakanlıkta mevcut
bulunan Sağlık Sosyal Yardım Vakfı, Bakanlığın eski bürokratları tarafından
kurulmuştur ve TURBAN termal tesisleri, Doğru Yol zamanında, ismi tüm basın
yayın kurumlarında "Yalova Termalini yağmalamak" olarak konuşulan
Ömer Bilgin zamanında yerle bir edilmiştir; halısı yoktur, banyosu yoktur,
kapısı yoktur, çatısı yoktur, kurşunları dahi sökülmüştür ve 3148 sayılı Yasa,
39/b maddesi, Sağlık Bakanlığına, Sayıştay vizesi olmaksızın harcama yetkisi
vermiştir ve bazı bakanlar, oradan, her ay, birkısım basın mensuplarına, sarı
zarf içinde ödenekler vermişlerdir. Bu bakanlık dönemimde, hiç kimseye, ama,
hiç kimseye bir kuruş çıkar sağlattırılmamıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, çoluğuma çocuğuma miras bırakacağım bir tek,
şerefim ve haysiyetim vardır; onun dışında, hiçbir mal, mülk edinmek gibi bir
gayretim yoktur. Bu Vakfın, Sağlık Eğitim Vakfının Başkanı, seçimle gelen
bakandır. Yönetim Kurulu, Sağlık Bakanı Müsteşarıdır; Sağlık Bakanlığı Tedavi
Kurumları Genel Müdürü, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Genel Müdürü; Sağlık
Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürü, Sağlık Bakanlığı İdarî Malî İşler Daire
Başkanıdır. Peki, sizin sorduğunuz Sayın Ünal: "Sağlık Eğitim Vakfında Sağlık
Bakanlığının kontrol mekanizması var mıdır?" Göstermelik; 1 müsteşar
başkandır, 2 de üye vardır, 9 kişi vardır orada. Müsteşar, bugün itibariyle
istifasını vermiştir. Niçin; yönetimini denetleyememiştir, kontrol
edilememiştir; kaynakları, maalesef kontrol edilemiyor. Dolayısıyla biz, Yalova
Termal Tesislerini, mevcut Sağlık Sosyal Yardım Vakfına teslim ettik,
"işletiniz kardeşim" dedik. O, üç ay geçici süreyle verilen bu vakıfta,
maalesef, "Meyve sularını şuradan alacaksın, yatağı buradan
alacaksın..." denilip, eskiden Donatım Genel Müdürü olan bir kişinin
şirketlerinden alınmaya zorlanmıştır. Orada emekli bir albay görev yapmaktadır
ve bana, vakfın kaynaklarının israf edildiğini söylemiştir. Vakıf, TURBAN'dan devralındığı anda, 18 Nisan 2000 tarihinde, haberim
olmadan, 57 nci hükümetin aldığı bir kararla, Bakanlığa ait olduğu belirtilmiş
ve bana devredilmiştir. "Atatürk'ten mirastır" diye, onarım için dahi
bir saat kapatılmamıştır; ancak, Sağlık Müdürlüğümüz, bunu bu şekilde
işletemeyeceğini, bir tüzelkişilik olması gerektiğini söylemiştir. Bu çerçevede, Sağlık Eğitim Vakfının bir işletmesi kurulmuş ve o
işletmeye kiralama, işletme hakkı
verilmiştir. Bugün, Yalova Termal Tesislerinden Sağlık Eğitim Vakfına bir kuruş
gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Gazi Üniversitesinde, oranın, yıkılıp da
birilerine, İngiliz konsorsiyumuna peşkeş çekilmeye çalışılan bu tesislerin,
Atatürk'ün mirası olduğu gerekçesiyle, 98 milyar liraya projeleri
çizdirilmiştir. Yeniden ihya edilecektir. Asgarîsiden, yok edilen Termal Otelin
4 trilyona yakın bir maliyeti vardır; kazandığı tüm para Yalova'da kalmaktadır.
165 kişi oradan maaş almaktadır; bunlar, depremzededir. O tesis, bir saat
kapatılmamıştır. O tesisten, Sağlık Eğitim Vakfına bir kuruş gelmemiştir, tüm
paralar oraya gitmektedir. 3148 sayılı Yasa, gelirleri, Bakan, istediği yere verir. Nitekim, geçmiş
dönemlerde, 1 000 000 dolar, Sağlık Bakanlığı dışındaki vakıfları verilmiştir.
Bizim dönemimize gelince -Bakanlıkta 3148'in kayıtları yoktur, kim kime ne
vermiştir belli değildir; ama, şu gördüğünüz belge, şu kitap, elimdedir- 3148
Sayılı Kanuna göre, Sayıştay
denetiminin dışında olan tüm kaynaklar, kime verildiyse, kuruş kuruş yazılıdır.
Temel Sağlığa ne verilmiştir, illerinize yatırımlar, şurada, il il haritada
belirtilmiştir. Mesela, herhangi bir ili sorabilirsiniz. ASLAN POLAT (Erzurum) - Erzurum
mesela?! SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Burada, 2000 yılında, 3148'den
ne verilmiştir, bütçeden ne verilmiştir? 3148 sayılı denetim dışı yasa, denetim
içine bizim zamanımızda girmiştir. Niçin; Hazreti Ömer adaletini
gerçekleştirmek için. Tarafımdan, Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat
edilmiştir. Pazartesi günü de avukatım dava açacaktır. Bizzat Başsavcı
aranılmıştır. Sağlık Bakanlığındaki tüm harcamalar, ama, tüm harcamalar,
denetiminize açıktır. Bugün, Hürriyet Gazetesinin haberinde, banka dekontu olarak yayımlanan
şey, benim makamımda 6 ayrı belge olarak vardır. Merkez Bankasına yazılmıştır.
20 milyar; evet, artı 34 milyar; evet, artı 600 milyar; evet. Bunlar, Yalova
Termale ve bu vakfa verilmiştir. Bu vakfın -eksiklerini söylediniz de,
tamamlıyorum- tek amacı vardır; sağlık hizmetinden istifade eden Türk Halkına
daha iyi hizmet edebilmektir. Osman Durmuş'un babasının mal varlığından burada
bir kuruş yoktur ve bir kuruş da katılmamıştır. Babasının mal varlığı olmayan
ve mesleğinde çok büyük paraları kazanma ihtimali olan bu meslek sahibi,
hastasını da suiistimal etmemiştir. Bunu, tüm Türkiye, ekranlarından bizi
dinliyor, açıklayacak hastalar vardır. O halde, vicdanlarınıza seslenmek istiyorum. İktidar milletvekilleri,
muhalefet milletvekilleri, ben, siyaseti bir erdem mesleği olarak yapıyorum,
ben, siyaseti bir geçim mesleği olarak yapmıyorum; ama, bu ülkede, erdemli,
namuslu, dürüst politika yapabilmek, maalesef zordur ve bunun kışkırtıcıları
da, bu devletin kaynaklarını kullanan, bu devletin imkânlarını kullanan,
devletin imkânlarıyla nemalaşmış insanlardır. (MHP sıralarından alkışlar)
Bugün, basın yayın organlarını organize eden onlardır. Benim, her birinize, tüm bakanlığın kaynaklarını, kayıtlarını gösterme
yetkim var; geliniz, ziyaret ediniz, tek tek, bu fakir insanların, bu halkın
parasının hesabını sorunuz. Vermeyen bakan, zimmetine geçiren bakan namerttir,
şerefsizdir, haysiyetsizdir. Dolayısıyla, duygusallığım bu yöndendir. Gelin, bu ülkede, dürüstçe
hizmet edebilmenin imkânlarını savunalım. Gelin, Atatürk'ün emanet olarak
bıraktığı, özel bir kanunla Sağlık Bakanlığına sorumluluk verdiği, sonra
TURBAN'a verilen bu tesisin ilelebet yaşaması, Türkiye Cumhuriyetinin tarihine
sadık kalmanın bir gereğidir. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Diğer sorulara yazılı olarak tek tek
cevaplayacağım. Saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Bakanım, anlaşılması açısından bir
şey sorabilir miyim? Yalova Termal Tesislerini ihya etmek için, mutlaka, bir vakıf mı
kurulmalıydı? Niye Sağlık Bakanlığı olarak yapmıyorsunuz bunu? SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, kanun "bir
tüzelkişilik" diyor; Bakanlık yapamıyor. Bakanlık, ticarî işletme yapamaz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, bu kulağı niye böyle
gösteriyorsunuz?! SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Kanun böyle efendim... BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim; mesele anlaşılmıştır. Sayın Bakan, buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; müsaade ederseniz, sorulara, çok kısaca, birer cümle
halinde cevap vereceğim; eksik kalanlara da yazılı olarak cevap vereceğim. Sayın Mehmet Ali Şahin'in, fındık alanlarıyla ilgili sorusuna cevap:
Tarım il müdürlüğünde, hangi ilin hangi ilçesinin hangi köyüne ne ekileceği
vardır. Tarım il müdürlüklerimiz köylülerimizle irtibat halindedir. Dekar başına 10 000 000 Türk Lirası ödemeleri: Para hazırdır, Ziraat
Bankasına çıkarılıyor; ancak, bu paranın çiftçilerin eline geçmesi için, çiftçi
borçlarına sayılmaması, mahsup edilmemesi için kanunî bir altyapı oluşturmaya
çalışıyoruz. Türk mevzuatındaki, borçlar hukukundaki ilgili maddeyi aşmaya
çalışıyoruz; aylarca üzerinde çalıştığımız konu budur, bunu aşmaya çalışıyoruz.
Sayın Nesrin Ünal'ın ve Sayın Mehmet Aslan'ın sordukları soruya cevap:
Müsaade ederseniz, tüm cumhuriyet dönemini burada ayrıntılı vermeyeyim; ancak,
1990... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yazılı cevap verin Sayın Bakan. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Yazılı cevap
vereceğim; ama, çok önemli, köylüler izliyorlar. Yazılı cevap vereceğim; ama,
çiftçilerin ve köylülerin işitmesi açısından, Türk sanayicisinin işitmesi
açısından söylüyorum: 1990 - 1998 yılları arasında, toplam 231 hayvancılık kooperatifine 46
400 hayvan dağıtılmıştır. MEHMET ARSLAN (Ankara) - Dokuz senede?!. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Dokuz senede... Dağıtılan bu hayvanlardan elimizde kalanların sayısı çok azdır; çünkü,
soykütükleri tutulmamıştır; ancak,
ikibuçuk yılda -1999 Haziran ve 2001 yılı arasında- dağıtılan hayvan sayısı 43
000'dir. Dokuz senede 46 000 ikibuçuk senede 43 000 hayvan dağıtılmıştır. (MHP
sıralarından alkışlar) Toplam kooperatif 215 000'dir. Dokuz senede dağıtılan
hayvanlar üzerinden köylüye aktarılan para 12 trilyondur; ikibuçuk senede, sırf
hayvancılık kooperatifi üzerinden aktarılan para 59 trilyondur; şehir şehir
dökümünü sizlere arz edebiliriz. Ben, burada, müsaade ederseniz, diğer
kooperatiflerin detayına girmeyeceğim. Yine, Sayın Mehmet Arslan'ın sorusu içerisinde, 1992-1996 yılları
arasında Türkiye'ye ithal edilen besilik ve kasaplık hayvan sayısı 800 000'dir.
Eğer dinlerseniz Sayın Evren Bulut... Bu rakam çok önemli; 1 000 000'dan 200
000 eksik; yani, 800 000 hayvan ithal edilmiştir, sırf kasaplık; damızlıkları
söylemiyorum. Türkiye'nin sığır mevcudu 12 000 000'dur o yılda. Yani, onikide 1
sayısında hayvan ithal edilmiştir sırf kasaplık olarak. Bunun yanında da, 133
000 ton et ithal edilmiştir. 1996 yılında göreve gelen Sayın Bakana da teşekkür
ediyorum; ondan bu tarafa, Türkiye'ye, kasaplık hayvan ve et ithalatı
yapılmıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimizin teknik eleman ihtiyacını karşılama
konusunda çalışıyoruz. Bu konuda, özellikle Şırnak'ta, ziraat mühendisi 13
adet, ziraat teknisyeni 33 adet, sağlık memuru, veteriner hekim 7 adet... Yine, Ziraat Bankası borçlarının ödenmesi Konusunda, kürsüde açıkladım;
müsaade ederseniz, yazılı olarak vereyim. Ziraat Bankası ve tarım kredi
kooperatiflerine olan borçların ödenmesi konusunda, müsaade ederseniz, yazılı
olarak detaylı vereyim. İnşallah, bu konuda bir kolaylığı getirmeye
çalışıyoruz. Dün gece Ziraat Bankası yetkilileriyle görüştüm; tekrar tekrar,
her gün görüşüyorum. Tarım kredi kooperatifi yetkilileriyle görüşüyorum.
Temerrüt faizlerini anapara borçlarından ayırarak, temerrüt faizleri üzerinden
faizleri kaldırarak, 36 aya yayarak -ki, bizim baştan beri teklifimiz buydu-
bir ödeme kolaylığı getirmeye çalışıyoruz; ancak, tarım kredi kooperatiflerinin
yıllarca hatalı çalışmaları sonucu, kanunen aşmaya çalıştığımız konular var;
bunları da yakında aşacağız. Değerli milletvekilleri, 2002 yılında prim ödemelerine devam edeceğiz;
bunu açıkladım, Sayın Başbakanımız da açıkladı. Özellikle 2000 yılında ithalata
getirdiğimiz -bazı mevzuat içerisinde kalarak- kısıtlamalarla dışticarete
herhangi bir engel getirilmiyor. Bu konuda, yine, yazılı olarak cevap veririm. Primler soruldu, açıkladım. Turunçgillere primi, ancak, ihracat teşviki
olarak vermeye çalışıyoruz; bu da, Dünya Ticaret Örgütüyle yaptığımız
anlaşmalar boyutunda. MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Sayın Bakan, yazılı cevap ver; yeter artık, sabah
oldu. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Sayın Gül, ben
biraz sonra İçel'e gideceğim. Ben, kendimi köylüme adadım; ben, kendimi halkıma
adadım. Müsaade ederseniz bunları... (MHP sıralarından alkışlar) O köylülerin
hepsi beni dinliyor. Köylülere ya onların içinde ulaşıyorum ya televizyonda
ulaşıyorum. Muhalefet partisi milletvekillerine de teklif ediyorum. Her
gittiğim ile gitmeden önce, tüm muhalefet ve iktidar milletvekillerine
programımı çıkarıyorum. Aslan Polat'a buradan tekrar sesleniyorum. Senin
yüreğin varsa, benimle Ardahan'a, Erzurum'a gel; hayvan pazarına gidelim. ASLAN POLAT (Erzurum) - İspir'e gel, Erzurum'a gel; hep beraber gidelim. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Tarım ürünleri
sigortası kanunu çıkacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri için ilk defa bir
proje çıkardık, Doğu ve Güneydoğu Anadolu İlleri Eylem Projesi; 11 trilyon,
sırf, o kooperatifleri desteklemek için çıkarılıyor. Demin saydığım paraların hepsi
bunun dışındadır; detay açıklamasını yazılı olarak vereceğim. Tahammülünüz için teşekkür ediyorum; ancak, son üç senedir en fazla
konuşulan, şu kürsüden de en fazla tartışılan konu, köylünün meselesi, tarımın
meselesi olduğu için ve bu konuda da hassasiyetimi belirtmek, kararlılığımı
belirtmek, inancımı belirtmek için vaktinizi alıyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Bakan, her zaman sizinle beraberiz. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, daha birçok arkadaşımızın suali var;
ama, kifayeti müzakere yapıyoruz. Sayın Cezmi Polat, Sayın İsmet Vursavuş,
Sayın Burhan İsen, Sayın Mustafa Gül... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, bizim adımız yok mu
orada? BAŞKAN - Adınız çıktı da efendim, sonlarda... Şimdi, efendim, bu saydığım sayın milletvekilleri, Mustafa Gül dahil,
yazılı soru sormuşlardı; sayın bakanlara veriyorum, Türkiye Büyük Millet
Meclisi takip edecektir ayrı ayrı. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Bakan bu kadar başarılıymış
da, bu köylü, bu çiftçi niye bu hale geldi, anlayamadım gitti!.. Ne oldu yani?
Beş senedir siz iktidardasınız; beş!.. VAHİT KAYRICI (Çorum) - Siz o dört senedir ne yaptıysanız, onların
hesabını verirsen, çıkarırsın çiftçinin niye bu hale geldiğini! MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Beş sene evvel çiftçinin durumu
iyiydi. VAHİT KAYRICI (Çorum) - Beş senede bozduğun iki senede düzelmiyor! MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - İflas eden tüccar eski defterleri
karıştırırmış! VAHİT KAYRICI (Çorum) - Yani, kırk senedir o yönetiyor bu ülkeyi. Ona
sormalı, bana sormamalı... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla onuncu turda yer alan
bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. 2.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000
Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a ) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum: B
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. 2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000
Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D)
SAĞLIK BAKANLIĞI 1.- Sağlık Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Sağlık
Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) HUDUT VE SAHiLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum: B
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 2.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Hudut
ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, böylece, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ile Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğünün 2002 malî yıl bütçeleri ile 2000 malî yılı kesin hesapları kabul
edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sayın milletvekilleri, onuncu tur görüşmeler tamamlanmıştır. Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına, yarım kalan işlerden devam
ediyoruz. 2. – İzmir Milletvekili Rıfat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı
: 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Tekfinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu
Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 3. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 4. – Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 5. – Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754,
1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunuyla ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 6. – Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız. 7. – Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz
Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi ve Deniz Ticaret
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu raporunun, müzakeresine başlıyoruz. 8. – "Ticaret ve Sanayi
Odaları", "Ticaret Odaları", "Sanayi Odaları",
"Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret Borsaları" ve
"Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları
Birliği" Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(1/892) (S:Sayısı:758) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu, 758 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde, üç grup söz istemiştir.
Tabiî, gecenin bu saatinde, grupların sözcüleri, vicdanlarına göre... Ben,
himmetlerine sığınıyorum. Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer;
buyurun. (SP sıralarından alkışlar) İnşallah, yasal süresini kullanmaz diyorum ben; çalışan arkadaşlarımızın
adına söylüyorum, kendi adıma bir şey istiyorsam, namerdim. Buyurun Sayın Geçer. SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 758 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde Saadet Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar
sunuyorum. Konu üzerinde konuşmadan önce, Tarsus, Mersin ve Silifke bölgemizde
meydana gelen sel felaketinden dolayı, orada yaşayan vatandaşlarımıza geçmiş
olsun dileklerimi iletirken, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah'tan
rahmet diliyor, yakınlarına başsağlığı temennilerimi iletiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu kanun tasarısının
geneli üzerinde 20 dakika konuşma süremiz var; ama, çok fazla konuşmayacağım.
Zaten, bu kanuncuk, getirilen bu kanuncuk, aslında, genelde, Türkiye'de
ekonomik yapının ne noktaya geldiğinin bir ifadesi. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - "Kanuncuk" denilir mi Allahını seversen?! MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Herhalde, Türkiye iktisat tarihine, işte, bir
tarihte, Türkiye'de, bir zaman diliminde... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Protesto ediyorum ve dışarıya çıkıyorum... MUSTAFA GEÇER (Devamla) - ...57 nci hükümet zamanında, sanayicilerin,
ticaret erbabının kamu meslek kuruluşlarına olan aidat borçlarını ödeme gücünü
dahi kaybettiğini ve bu vesileyle, böyle, hazırlanmış küçük kanunlarla, bir
maddelik eklerle, vatandaşı veya ticaret, sanayi erbabımızı rahatlatacak
tedbirlere yönelik bir kanundur...
(1) 758 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Yani, burada, aslında, diğer taraftan, vergi mükelleflerinin, sosyal
güvenlik kurumlarına aidatlarını ödeyemeyen, primlerini ödeyemeyen
vatandaşlarımızın, kredi kuruluşlarına kredi borçlarını ödeyemeyen çiftçilerimiz
ve küçük esnafımızın ve diğer, ödemelerinde güçlük çeken tüm vatandaşlarımızla
ilgili toplu bir yasa çıkarılıp, bunlar temin edilebilirdi; ama, bugüne kadar,
Gelir Vergisi mükellefleriyle ilgili bir taksitlendirme, Bağ-Kur
sigortalılarıyla ilgili bir taksitlendirme getirildi. Şimdi, bu tasarıyla da,
Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret
Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve
Ticaret Borsaları Birliği Kanununa bir değişiklik getirilerek, bu birlik
üyelerinin aidat borçlarının iki yıla yayılarak, altışar aylık taksitler
halinde dört eşit taksitte ödemesi gündeme gelmektedir. Tabiî, burada, 5590
sayılı Kanuna tabi odalar kapsama alınmış; ancak, ziraat odaları ve diğer
odalar, borsalar, barolar ve buna benzer kamu meslek kuruluşları üyelerine ait,
aslında, aidatların da ödenmesiyle ilgili daha geniş kapsamlı belki
düzenlenebilirdi bu diye düşünüyorum; çünkü, böyle bir fırsat bu oda mensuplarına,
üyelerine tanınıyorsa, diğer odaların mensuplarına tanınması gerekirdi; yani,
ziraat odaları olabilir, barolar olabilir, muhasebeciler malî müşavirler
odaları olabilir, esnaf odaları üyeleri olabilirdi; ancak, burada, sadece 5590
sayılı Yasa kapsamına girenler bu çerçeveye alınmış durumda. Demin ifade ettiğim gibi, gerçekten, ekonomik krizin şu anda yoğun
olarak yaşandığı ülkemizde ve hükümetin ekonomik istikrar programlarının
hiçbirinin hedefine ulaşmaması ve hazır olandan da daha zor durumlara Türkiye
ekonomisinin sürüklenmesi sebebiyle, böyle bir yasa çıkarmaya herhalde sayın
hükümet ihtiyaç görmüş ve tabiî ki, bu, oda mensuplarımızı bir nebze belki
rahatlatacak; çünkü, birikmiş borçlarının gecikme zamları da burada
alınmayacak. Bu sebeple, bir noktada bir rahatlatma getirecektir; ancak, köklü
bir çözüm değildir. Ticaret erbabının, sanayi erbabının aidatını ödeyebilecek
bir noktaya getirecek birtakım köklü, yapısal çözümlerin getirilmesi lazım. Bu,
tabiî, palyatif bir çözümdür; ama, hayat devam etmektedir. "İşte,
bekleyin, biz düzelteceğiz, düzelttikten sonra ödeyeceksiniz" diyemeyiz ve
hükümet de, bu şekilde düşünerek, sanayi ticaret odası üyelerine, kamu meslek
kurumu üyelerine bu kolaylığı getirmiş bulunuyor. Ancak, bugüne kadar, sayın
hükümet, IMF'nin direktiflerini dinlediği kadar, IMF'ye sunduğu 20 tane
stand-by anlaşmasındaki taahhütlerini yerine getirmeyi, onlara söz verdiği
kadar... "Ulusal Program" adı altında Türkiye'yi ilzam edecek büyük bir
programı -Avrupa Birliği müktesebatının Türkiye iç hukukuna taşınması
noktasındaki bu taahhütleriyle Türkiye'yi ilzam ederken- en azından,
vatandaşlara sorabilirdi, en azından, Sayın Meclise sorabilirdi; buna da
ihtiyaç duyulmadan, Türkiye, gerçekten, bu tip yükümlülüklerin, uluslararası
yükümlülüklerin altına sokulmuştur. Burada şunu söylemek istiyorum; yani, sayın hükümetin, IMF'ye, Avrupa
Birliğine, Amerika Birleşik Devletlerine, Dünya Bankasına veya diğer kurumlara
götürdüğü teklifler kadar veya onların tekliflerini dinlediği kadar,
vatandaşımızın da teklif ve taleplerini dinleseydi, biraz daha iyi, gerçekçi
bir mesafe alabilirdi diye düşünüyorum; çünkü, Türkiye'nin sosyal, ekonomik,
kültürel realitesine dikkat edilerek vatandaşa kulak verilseydi, bugüne kadar
daha güzel hizmetler verilirdi diye düşünüyorum. Sözlerimi bitirirken şunu söylüyorum: Sayın hükümet, millete
gideceksiniz "biz, Avrupa Birliğini dinledik, söylediklerini yapmaya
çalıştık ve Büyük Millet Meclisinde çok yoğun şekilde yasalar çıkardık; ama,
sizin talepleriniz değildi bunlar. Avrupa Birliğine taahhütlerimizi yerine getirmeye
çalıştık, IMF'ye taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık, Dünya Bankasına
taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık, Amerika Birleşik Devletlerine
taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık; ancak, sizin taahhütlerinizi pek
yerine getiremedik" diyeceksiniz ve "ey aziz milletimiz, bizden ne
talep ediyorsunuz" diye soracaksınız; ama, ben ümit ediyorum ki, bu
noktadan sonra, hükümetten çok şey istemeyecek vatandaşlar; çünkü, kanaatkâr,
vefakâr, cefakâr insanımız, milletimiz, sizden -bu noktadan sonra diyorum- bir
tane şey isteyecekler -bu da zor olmayacak herhalde- hükümetin bu işi bırakıp
gitmesini isteyecekler, yakamızdan düşün diyecekler ve ondan sonra da,
herhalde, Mecliste daha güzel bir hükümet kurulacak veya seçime gidilecek.
Vatandaşın iradesi burada tahakkuk edecek diye düşünüyorum. Bu yasanın, kamu meslek kuruluşu mensuplarına hayırlı olması
temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın hemşerime teşekkür ediyorum süresini kısıtlı kullandığı
için. İnşallah, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşacak olan Ordu
Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa da beni düşünür. Beni düşünmeyin; kavasları düşünün, stenografları düşünün. Buyurun Sayın Fatsa. AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; ben de, Sayın Başkanımın ikazlarını dikkate
alarak... BAŞKAN - Estağfurullah. EYÜP FATSA (Devamla) - ... konuşmamı kısa tutacağım. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Çok önemli konu, geniş anlat ki, iktidar
dinlesin. BAŞKAN - Sayın Polat... EYÜP FATSA (Devamla) - 758 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle 5590 sayılı Kanuna tabi oda ve
borsalara ödemekle yükümlü oldukları aidatlardan geciken borç asıllarının iki
yıla yayılarak faizsiz dört eşit taksitte tahsil edilmesi, gecikmiş alacakların
tahsilinde gecikme cezalarının affedilmesi ve ayrıca oda ve borsaların, 2001
yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine ödemekle yükümlü oldukları
aidatların işlemiş faizleriyle birlikte tahsil edilmesi amacıyla hazırlanmış
bir tasarıdır. Değerli arkadaşlar, hükümet, enflasyonu düşürmek bahanesiyle ekonomiyi
batırmış, sanayici ve tüm üreticileri perişan etmiş, bankacılık sistemini
çökertmiş, millî geliri on yıl öncesinin bile gerisine götürmüş, işçiyi,
esnafı, emekliyi, köylüyü enflasyonun altında ezmiş, sonuçta enflasyon
eskisinden daha güçlü olarak karşımıza çıkmış, ancak, ekonominin ve halkın
enflasyonla mücadele gücü tükenmiş, doğabilecek her türlü olumsuzluğa ve global
krize karşı kimsenin dayanabilecek gücü kalmamıştır. Türkiye, doğması muhtemel
bir global krize çok kötü bir durumda yakalanmıştır. Ekonomik kriz ve ödenen
bedellerden daha acısı, halkın, sözünde durmayan yeni ekonomi yönetimine güveni
kalmamış, hükümete olan güven tamamen bitmiş, devlete olan güven zaafa
uğramıştır. Değerli arkadaşlar, ülkenin kalkınmasını gerçekleştirmesi gereken özel sektör
imalât sanayii, kapasitesinin ancak yüzde 64'ünü kullanabilmektedir. Geçen yıl
ekim ayında yüzde 82'lere ulaşan kapasite kullanım oranı yüzde 20 gerilemiştir.
Otomotiv, inşaat, kimya ve kimya sektöründe kapasite kullanım oranı yüzde
50'nin de altına düşmüş, ülkedeki her üç fabrikadan ancak biri
çalışabilmektedir. Değerli arkadaşlar, Başbakanlığa ulaşan bilgilere ve Sanayi
Bakanlığındaki verilere göre, Türkiye genelindeki kriz nedeniyle kapanan
firmaların dökümü oluşturuldu. Başbakanlık bünyesinde yapılan çalışmalar
sonrasında, Sayın Ecevit'e sunulan raporda, ekonomik kriz nedeniyle 13 709
işyerinin kapısına kilit vuruldu. Kapanan firmalar arasında 8 482'yle, gerçek
kişi hüviyetli firmalar başı çekmektedir. Krizde 3 282 limitet şirket, 1 258
şube, 538 anonim şirket, 220 kolektif şirket ve 29 komandit şirket kapandı.
Geçen yıl yüzde 50 olan şirket kapanma oranı, bu yıl yüzde 72'ye ulaşmıştır. Değerli arkadaşlar, sayın hükümet yetkilileri, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğiyle vardıkları mutabakat sonucu, reel sektörün problemlerinin
halli yolunda gelişmeler olacağını ifade ediyor. Türkiye'de, artık, ekonomik
krizin varlığını kimse inkâr edemiyor. Aslında Türkiye'de esas kriz yönetim
krizidir. Millet, artık, bu hükümete güvenmemektedir. Bu güvensizlik ve
belirsizlik ortamında hiç kimse kenardaki parasını üretim ve yatırıma
dönüştürmek gibi bir riski üstlenmiyor. Verdiği sözlerle ilgili bu hükümetin
sicili bozuktur. Eğer, Türkiye, bu büyük bunalımı atlatmak istiyorsa -ki, bu
konuda hiç kimsenin aksi düşünce lüksü olamaz- mutlaka ve derhal yönetim erki
milletten güven tazelemelidir. Değerli arkadaşlar, 1999 yılı sonunda uygulamaya başlanılan ilk
programla birlikte, hükümet tarafından taahhüt edilen döviz kuruna göre yatırım
yapan ve borç alan yatırımcı ve üreticiler, devlete borç veren tasarruf
sahipleri ve bankalar, yurtdışı yatırımcılar, yurtiçi ve dışında ihtiyatlı bile
olsa borç alarak iş yapan şirketler ve ithalatçılar, devletin ve hükümetin
sözüne ve taahhüdüne güvenen herkes, ya batmış ya zor duruma düşmüş ya da
sermayenin, tasarrufun veya servetin büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Sonuçta,
Türkiye ve Türk halkı sermayesinden, müteşebbis gücünden, yatırım ve üretim
gücünden, vergi ödeme gücünden, gelir ve tasarruflarından, en önemlisi
güveninden büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Hülasa, sanayicisiyle, ithalat ve
ihracatçısıyla, esnafıyla, sanatkârıyla, çiftçisiyle, köylüsüyle, velhasıl
topyekûn milletçe bu hükümete güvenmenin ağır bedelini ödüyoruz bugün. Değerli milletvekilleri, yıllardır Türkiye'de üretim yapıp, bütün dünya
devleriyle rekabet ederek dünyanın en ücra köşelerine ihracat yapan, sanayi ve
ticaret odalarına kayıtlı üyeler, odalarına üye aidatlarını ödeyemez hale
gelmişlerse, Türkiye'nin ekonomik tablosu ortadadır. Türkiye ve sanayimizi bu
hale getiren 57 nci Ecevit Hükümetinin, yapacağı, aidatları taksitlendirmek
değil, Türkiye'den sanayi ve ticaret mensuplarımızdan özür dileyip istifa
etmesidir. Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Fatsa, teşekkür ediyorum bizi kırmadığınız için. Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubunda. Balıkesir Milletvekili Sayın İlhan Aytekin, o bizi hiç kırmaz. Buyurun Sayın Aytekin. DYP GRUBU ADINA İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vaktin tahammülsüzlüğünü ve sabrın son hadde geldiğini
düşünerek, Muhterem Başkanımızın ikazlarını da dikkate alarak tanınan süreyi
kullanmamaya gayret edeceğim; ancak, bir vazife yapıyoruz, birtakım şeyleri de
söylemeden geçip gitmek de mümkün değil. Görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini arz edeceğim; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem milletvekilleri, söz konusu olan kanun tasarısı, mensuplarına
şunları getirmektedir: Borçların tamamen alınmaması, bir kısım borçların
taksitlendirilmesi, alınmış olanlar varsa iade edilmesi ve dört yıldır aidat
borcunu ödememiş, yasal yollarla aranmış, bulunamamış, gayrifaal üyelerin kendi
meclislerince affını ve kayıtlarının terkinini temin etmektedir. Muhterem milletvekilleri, getirilen tasarıya kendi kalıpları içerisinde
baktığımız zaman, niyet halis, içerik güzel, dolayısıyla iyi olmuştur demek
mümkün; ancak, TOBB bünyesindeki üyelerin sıkıntısını, bırakın üye aidatlarını
taksitlendirmeyi, tamamını almadığınız zaman bile ortadan kaldırmak söz konusu
olamıyor. Bizim bu yaptığımız, devede kulak değil, Gobi Çölünde kum misalidir. Bugün burada yaptığımız şudur: 40 trilyon borç, 1 300 000 borçlu var
diyelim; üye başına düşen miktar yaklaşık 30 000 000 liradır, bir defaya mahsus
alınmayacaktır, astarı yüzünden pahalıdır, kimsenin derdine deva olmaz. Borçlu
görünenin bile umurunda olmayacak; çünkü, bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu
noktada söyleyeceğimiz, kökü çürüyen ağacın yapraklarını yeşile boyamanın akıl
kârı olmadığıdır. Muhterem milletvekilleri, her halde Yüce Meclisimizin daha ciddî ve
kalıcı meseleler üzerinde çalışması gerekiyor. Bugüne kadar yapılanlar ve şu
anda birlikte yaşadığımız, görüşülmekte olan kanun tasarısından da anlaşılacağı
üzere, bu hükümet üç yıldır yaşanan ekonomik krizi kabulleniyor, hatta ilan
ediyor da, nasıl ortadan kaldırılacağı hususunu kavrayamamış, anlayamamış
olduğu muhakkak. Bundan sonra da anlayacağından kesinlikle emin değiliz; çünkü,
57 nci hükümet iki kaleme çalışıyor: Birincisi, borç bulmak; ikincisi de, zam
ve vatandaşın elindekini çeşitli nam ve isim altında almaktır. Bu nakarat devam
ediyor, hatada ısrar ediliyor, vazgeçilmiyor. Merhum Hocanın alışverisine
benziyor. Merhum Hoca, 5 kuruşa yumurta alır, 4 kuruşa, boyayarak satarmış.
Hocaya sormuşlar "bu ne mene bir alışveriştir" diye. Hoca da
"boyasından kazanıyorum" demiş. Şimdi, 57 nci hükümet de, bu zararlı alışverişin boyasından kâr ediyor.
Ne o kâr diye düşünecek olursak; eskileri bırakalım, yenisini söyleyelim:
Gelmesi muhtemel 10 milyar dolar borcun üzerine hayaller kurmak ve ümit
sömürüsü yapmak. Bu işin hava pompalamasını da, iktidarın gayriresmî ortakları
medya, bihakkın yerine getiriyor. Bu ihtirasın maliyeti, millete ne olursa
olsun, iktidarda kalmaktır. Halbuki, işin gerçeğini cümle âlem biliyor. Gelmesi
muhtemel 10 milyar dolar, reel sektöre, esnafa, çiftçiye, tüccara, sanayiciye
gitmeyecek; bundan evvel olduğu gibi, yine, borç ödenecek, finans âleminden
gelen Sayın Derviş de, tahsildarlık görevini, böylece, liyakatla yerine
getirmiş olacaktır. Zaten, bilindiği üzere, IMF, emme basma tulumba sistemiyle
çalışıyor. Suyu çekilmiş olan tulumbaya bir maşrapa su koyuyor, hükümet de,
tulumbanın koluna ha bire basıyor, geri kalanı kolay... Burada kârlı olanlar
var da, milletin kârı yok. Bizim aradığımız da milletin kârıdır. Milletin,
sadece borç yükü çoğalmakta, yoksulluk ve acıları artmaktadır. Yapılanlar doğru değildir. Yapılanlar doğru olsaydı, Türkiye, bu hale
gelmezdi. Bakın, Türkiye'de, yüz yıl evvel kurulmuş odalar var. TOBB'un
kuruluşu elli yılı aşmış, bugüne kadar hiç böyle bir uygulamaya ihtiyaç
duyulmamış, istekte bulunulmamıştır. İşler tıkırında gitmiş veya kendi yağı
tuzuyla kavrulabilmişlerdir. Bugün ne olmuş, gelin, onu sorgulayalım. Dün
ödediğimizi, bugün neden ödeyemiyoruz, onu arayalım. 57 nci hükümet, katilin, zaninin, mürtekibin, mürteşinin, mütecavizin,
hortumcunun, Apo'nun affının peşine düşmüş de, DYP'nin, o gün bugün ısrarla
üzerinde durduğu malî affı dert edinmemiş; şimdi, kalkmış, hiçbir iş sahibinin
işine yaramayacak, işine cansuyu olmayacak birtakım hususlarla uğraşmaktadır.
Daha dün uygulamaya koyduğunuz KDV indirimi de, krizin aşılmasını nerelerde
aradığınızın bir başka versiyonudur. Klima cihazları, buzdolabı, dondurucular,
cilalama makineleri, çöp öğütme makineleri, saç kurutma, saç kıvırma makineleri
ve maşaları, pikaplar, otomobiller vesaire. Değerli milletvekilleri, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşanan
bir ülkede bunun manası "ekmeğiniz yoksa pasta yiyiniz" anlayışından
farklı mıdır? Leblebi, çamfıstığı, ceviz ve antepfıstığında KDV yüzde 1,
zeytinde yüzde 8. Bunlar, zengin ile yoksul arasındaki görüş farkını ortaya
koyması bakımından çarpıcı örneklerdir. Yoksulluk yardımı alan bir ülke,
insanına, adını bile duymadığı saç kıvırma maşaları, klima cihazları ve
çamfıstığıyla ikramda bulunuyor!.. Herhalde vatandaşlarımız, bu rakik kalpli
yöneticilerine hayır duayla meşgul değillerdir. Çöplükte ekmek arayanlara, çöp
öğütme makineleri sunmak, kargaların tebessümüne vesile olmaktadır. Öte yandan,
180 000 liraya mal ettiğiniz benzini 1 200 000 liraya satıyorsunuz. Yapılan
işin insafı yoktur. Millet, bizden daha ciddî olmamızı bekliyor. Değerli milletvekilleri, malum olan, kuruluş aşamasından bugüne kadar
ortaklarının birbirine söylemediği kalmayan, ilkelerinden vazgeçen bu hükümetin
bundan böyle de Türkiye'deki dertlerin, meselelerin bitiminde herhangi bir
katkısının olmayacağı muhakkaktır. Türkiye, bir kargaşa, bunalım ve buhran sürecini yaşıyor. Tarihçiler,
herhalde, bu dönemi "cumhuriyetin fetret dönemi" diye
adlandıracaklardır. Tabiî, bu dönemin müşahhas kadrosu da övülerek yâd
edilmeyecektir. Türkiye'de elem veren hazin manzaralar var. Cereyan eden olaylar
yüreğimizi kanatıyor; dayanılır gibi değil. Müstağni kalınması ise hiç mümkün
değil. Benden önce burada konuşan arkadaşlarımız, Tarım Bakanlığı bütçesi
görüşülürken, Balıkesir'de, Tarım Krediye olan borçlarından dolayı hapse
girecek 2 000 hemşerimden bahsettiler. Ben, kendilerine bu hassasiyetlerinden
dolayı çok teşekkür ediyorum. Şurası bilinsin ki, bu 2 000 kişi Türkiye'nin her
tarafından var. Tabiî, buradaki milletvekili arkadaşlarımızın da, onların her
hapse giriş çıkışında onlarla birlikte girip çıktıklarına da inanıyorum. Değerli arkadaşlarım, vaktinizi daha fazla almak istemiyorum. Bakın,
teslimiyet bizi nerelere getirmiş ve nerede duracağı belli olmayan kaygan bir
zemin üzerinde sürüklüyor. İş dünyasının kazığını oynatmışız. Her ay elektriğe
zam yapıyor, ama, bir taraftan dan iki lambadan birini söndürüyoruz.
İskarpinden kara lastiğe, traktörden karasabana, floresan lambadan idare
kandiline, tüpgazdan tezeğe geçiş dönemi başlamıştır. İşsiz vatandaş, uğruna
canını verdiği yurdundan, hem de kaçar gibi göç ediyor, işi olan da
tutunamıyor, o da göç ediyor. Değerli arkadaşlarım, bu acı gerçeğe rağmen, sanki olup bitenler başka
bir ülkedeymiş gibi "ya öyle miymiş" trajikomedyası oynanmaya devam
ediliyor. Maddî kayıplarımız bir gün telafi edilebilir; ama, ahlakî dokumuzdaki
tahribat ve açılan derin rahnelerin telafisi ve tazmini mümkün değildir. Bizi
korkutan budur; çünkü, canın ve namusun yedeği yoktur. Ülke yönetimi hepimize emanet edilmiştir. Hepimizin boynunda, kızgın
vebal çemberi var. Vatandaşımızın, aç açık ve işsiz kalmasından, derdinden, çilesinden,
kertikli kuruşundan sorumluyuz. Ülkede kalkınmayı sağlamak, insanımızı refah ve huzura kavuşturmak namus
borcumuzdur. Bu Meclis ve onun muhterem üyeleri, bu acıyı bitirmeye mecbur ve
mahkûmdurlar. Yapmadıkları takdirde, emaneti aslî sahibi millete götürüp teslim
etmenin de bir namus borcu olduğu bilinmelidir. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Aytekin, beni kırmadığınız için teşekkür ediyorum; mahcup
etmediniz beni. İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Ben teşekkür ederim efendim. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Eyüp
Doğanlar konuşacaklar. BAŞKAN - Ciddî olamazsın!.. Bir dakika... Sizden evvel başkası var, MHP Grubu adına Elazığ
Milletvekili Mustafa Gül var. Ben dedim ki, kimse söz almayacak; Mustafa Bey beni kırmadı. Siz de beni
kırmazsanız, minnettar kalırım; çünkü, daha, şahsı adına konuşacak Aslan Polat
var. Rica edeceğim... Affedersiniz, pazarlık etmiş gibi olmayayım. İstirham ederim... AYDIN TÜMEN (Ankara) - 2 dakika konuşacaklar. BAŞKAN - Mustafa Gül de istiyor efendim. NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Hakkı Bey de var. BAŞKAN - Hakkı Bey de söz istiyor. İktidar gruplarından ben rica ediyorum efendim; muhalefet beni kırmadı,
10'ar dakika konuştular. İstirham edeceğim... Ne olursunuz... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Peki efendim. BAŞKAN - Sayın Tümen, teşekkür ediyorum. Gruplar adına söz?.. Yok. Şahısları adına, Aslan Polat... Yalnız, bakın, içeride, arkanızdaki şu odalarda 12 teknisyen çalışıyor,
onu da bilin. Buradakiler gibi de hava almıyorlar; artık, gerisini siz ne
yaparsanız yapın. Buyurun Sayın Polat. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 758 sıra
sayılı tasarı üzerinde şahsım adına görüşlerimi arz edeceğim; saygılar sunarım. Şimdi, biraz önce, Tarım ve Köyişleri Bakanı burada bir sanal dünya
çizdi. Ben, size, ticaretin gerçeklerini anlatacağım, dinleyeceksiniz; hiç öyle
şey yok. Şimdi, bu getirdiğiniz tasarıyı biz de kabul ediyoruz. Nedir bu
tasarının özelliği; ticaret odalarına, borsalarına borcu olanların borçlarını
erteliyorsunuz. Peki, ne oldu da ülkemizin en dinamik ve kalkınmada en
lokomotif görevini üstlenen bu kesimi, oda aidatını dahi ödeyemez duruma geldi?
Bunun için, önce, bugünkü durumun bir tespitini yapmak ve ayrıca, nereden
nereye geldik diye de bir karşılaştırma yapmak isteriz. Devlet İstatistik Enstitüsü raporlarına göre, 2000 Eylül ayında yüzde
73,9 olan üretim değeri ağırlıklı kapasite kullanım oranı, 2001 Eylül ayında
72,8'e düşmüştür. 2001 yılının ilk 6 ayında bu oran yüzde 70,6'ydı. Yani,
sanayiimiz, mevcut kapasitesinin yüzde 30'unu kullanamamaktadır. Özel imalat
sanayiinde ise, bu oran, bir felaket olup, yüzde 64,7'dir. Bu kapasite kullanım
oranının az olmasının en önemli sebebini oluşturan iç pazarda talep
yetersizliği 2000 Eylül ayında yüzde 43,4 iken, 2001 Eylül ayında, artarak,
yüzde 58 olmuştur; yani, sanayici, özellikle, iç talep olmadığı için, mevcut
kapasitesini kullanamamaktadır. Peki, sanayide kapasite kullanım oranını... Biraz önce Tarım ve Köyişleri Bakanı çok karşılaştırıyordu, bir de ben
karşılaştırayım. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Gitmeseydi cevap verirdi. ASLAN POLAT (Devamla) - Gitmeseydi ben cevap verecektim ona. Sen dinle,
sen bana cevap ver. ...54 üncü Refahyol hükümeti, Anasol-D hükümetlerine 1997'de kaç olarak
devrettiğine bakarsak, bu oranın, o zaman yüzde 79,3 olduğunu görürüz. Yine, bu hükümet, IMF'den kredi alacağız diye, tütün ekicisini,
şekerpancarı ekicisini işsiz bırakır, işçi ve memur maaşlarına baskı uygular
ise, tabiî ki, iç pazarda talep yetersizliği oluşur. Yine, Devlet İstatistik Enstitüsü raporlarına göre, 2000 yılının ilk
üçüncü ayında, gayri safî millî hâsıla eksi 8,3 küçülmüştür, bu oran, sanayide
eksi 9,5'tur ve bu oran son 56 yılın en büyük kapasite küçülmesidir. Bunun
neticesinde de, 2000 Ekim-Aralık döneminde 1 366 000 olan işsiz sayısı, 2001
Nisan-Haziran döneminde 201 000 kişi artarak, 1 567 000 olmuştur. En önemlisi,
işsizlik oranı genelde yüzde 9 olurken, bu oran, kentlerde yüzde 20,4'e
çıkmıştır. Son günlerde artan kapkaç olaylarındaki artışların en önemli
sebeplerinden birisi de, işte, kentlerde bir çığ gibi artan bu işsiz oranıdır. Yine, sanayi üretim endeksi 2001 Eylül ayında, 2000 Eylül ayına göre
yüzde 9,2 azalmıştır. Bunun neticesinde, 2001 Ocak-Ekim arasında yeni açılan
firmalarda yüzde eksi 17,60 azalma olurken, kapanan firmalarda aynı dönemde
yüzde 23,34 artış olmuştur. Şimdi, 2001 ekim ayında, daha üç gün önce açıklandı... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Karıştırıyorsun, karıştırma... ASLAN POLAT (Devamla) - Ben, hiç karıştırmam, sen karıştırma. ...bu daralma yüzde 13,5 olmuştur. Bu, 2001'in ilk on ayında yüzde eksi
8,1 olmuştur. İmalat sanayiinde küçülme yüzde eksi 13,9 olmuştur, madencilik
sektöründeyse yüzde eksi 23,4 olmuştur. Şimdi, peki, burada yeni firma açılmaz;
fakat, kapanmalar artarsa, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği üyeleri de,
aidatlarını dahi ödeyemez duruma gelirler. Bu durumda... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Karıştırıyorsun... ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın milletvekilim, bana laf atacağına, biraz
internete gir, rakamların doğrusunu öğren, böyle afakî konuşma. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ama karıştırıyorsun... ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, bu hükümet, enflasyonun TEFE'de yüzde
84'lerde dolaştığı bugünlerde, hayvan üreticilerinin gelirlerinde bir yılda
sadece yüzde 25 artış sağlar, işçilere kesinlikle toplusözleşmelerde
enflasyonun altında artış verir, bilhassa, kamu kesimi, memur ve emeklileri
enflasyon karşısında ezerken, fedakârlığı her kesimden aynı şekilde mi
istemektedir? Bunun net göstergesini, içborç stoklarındaki faizlerin yapısı
göstermektedir. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Bak, yine karıştırdın. ASLAN POLAT (Devamla) - Burada tam tersi bir durum vardır. Örneğin, 2000
Aralık ayında içborçların sabit faizli olanları yüzde 56'iken, 2001 Eylül
ayında sabit faizli borçlar tüm içborçların yüzde 16'sına düşerken, değişken
faizli borçlar, aynı dönemde, yüzde 36'dan yüzde 52'ye, döviz cinsinden borçlar
ise yüzde 8'den yüzde 32'ye çıkmıştır. Yani, bu hükümet, hâlâ, net 120 000 000
civarında ücret alan asgarî ücretliden 20 000 000 civarında vergi alırken,
rantiye kesimi üzülmesin, zarar etmesin diye 2001 Kasım ayında kümülatif olarak
4,6 ay vadeli olan borçlara ödediği yıllık bileşik yüzde 103 faizi dahi yeterli
görmemiş, içborçlarını sabit faizden değişken faize ve dövize endeksleyerek, bu
rantiye kesiminin dalgalı kur rejiminden zarar etmemesini kendisine âdeta bir
görev bilmiştir. Zaten, herhangi bir TV yayınını seyredince, bunu çok rahat anlarız.
Halkın bir bölümü çöplükten ekmek toplarken, Televolelerde, bu mutlu kesim,
yiyemedikleri pastaları birbirlerinin suratına çarparak eğlenmektedirler. Sanayiin reel olarak çalışıp çalışmadığının en önemli göstergelerinden
biri de, sanayide kredi kullanım oranıdır. Buna baktığımızda, haziran ayı
itibariyle, bankacılık kesiminin kredi hacmi bir önceki yıl sonuna göre reel
olarak yüzde 14,9 oranında azalmıştır. Buna paralel olarak, nakdî kredilerin
aktif içindeki payı 2000 yılı sonunda yüzde 30,6 iken, 2001 Haziran ayında
yüzde 25,8'e gerilemiştir... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkan, 5 dakika daha... BAŞKAN - Sayın Polat, 6 dakika oldu. İsterseniz, 15 dakika konuşun.
Konuşmazsanız hatırım kalır. Buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) - Tamam, konuşacağım. Tarım Bakanı burada 15
dakika sanal bir dünya çizdi; gerçekleri görecekler bu MHP'liler. BAŞKAN - O Bakan burada yok. Bakan varken konuşsaydın. ASLAN POLAT (Devamla) - Gelsin, Nidai Bey cevap versin onun vekili
olarak. Benzer şekilde, 2000 yılı sonunda yüzde 50,6 olan mevduat bankalarının
kredi/mevduat oranı 2001 yılı haziran sonunda yüzde 41,3'e düşmüştür. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yine yanlış... Hepsi yanlış... ASLAN POLAT (Devamla) - Tek bir yanlış bulursanız, ben her şeyi geri
alacağım. Kapasite kullanım oranlarında azalma ve kredi kullanmamaya ilaveten,
kârlılık da düşmüştür. Örneğin, 2001 yılı ağustos ayında, geçen yılın aynı
ayına göre ihracatta miktar endeksi yüzde 39,1 artarken, ele geçen parada eksi
yüzde 3,7 azalma olmuştur. Yani, sanayicimiz daha fazla miktarda dışarıya mal
ihraç ederken, eline daha az döviz geçmiştir. Bu iki yönlü kayıp neticesinde,
kredilerin takibe dönüşme oranlarında süratle bir artış gözlenmektedir.
Örneğin, 2000 Haziran ayında yüzde 9,5 olan kredilerin takibe dönüşüm oranı
2001 Haziran ayında yüzde 13,8'e fırlamıştır. Sanayicinin kredi sorununu çözemeyen hükümet, enerji konusunda da çok
daha geri durumdadır. Örneğin, TİSK'in bir araştırmasına göre, elektrik
ücretleri sent/kilovatsaat olarak Türkiye'de 6,3, Yunanistan'da 4, Rusya'da
1'dir. Doğalgaz dolar/metreküp olarak incelendiğinde, Türkiye'de 191 olan bu
miktar, Yunanistan'da 110, Rusya'da 10'dur. Şimdi, doğalgaz ülkemizde sanki çok ucuzmuş gibi, IMF'nin
direktifleriyle yeni vergiler gelmektedir. Bunun neticesinde, sanayicinin
kullanamadığı doğalgaz, Türkiye-İran doğalgaz borularına depo edilerek
bekletilmektedir. Yani, dışarıdan, sanayiciye satmak için, krediyle, borçla
aldığımız doğalgazı satamadığımız için, depolarda yedek olarak bekletip, yine
de IMF'ye faiz ödüyoruz. Haydi, Rusya'da doğalgaz ve elektrik ucuz diyelim.
Bizimle aynı şartları taşıyan Yunanistan'a ne demeli? Yine, ülkemizde yatırımları ve ihracatı teşvik unsurları asgariye
indirilmiştir. Son iki yıl içinde yatırım indirimi üzerinden alınan vergi oranı
(fon dahil) yüzde 11'den yüzde 19,8'e çıkmıştır. Bunun sonucu olarak vergi
artıp, enerji ve kredi kullanımı pahalılaşınca ve Bulgaristan'ın Avrupa
Birliğine bizden önce gireceği netleşince, ülkemizde olmayan sanayi de
Bulgaristan ve Romanya'ya taşınmaya başlamıştır. Hükümetimiz ise, oda
aidatlarını indirmekle, bu kesimin sorunlarını çözeceğini zannetmekte ve
kendini avutmaktadır. Yine bir karşılaştırma yaparsak, 1997'de Refahyol döneminde yatırım
teşvik belgesi alanların yüzde 62,5'i imalat sanayiinde yatırım yaparken, bu
oran 2001'de yüzde 50,5'e düşmüştür. 1997'de yatırım teşvik belgelerinin yüzde
79,7'si komple yeni yatırım iken, 2001'de bu oran yüzde 51,7'ye düşmüştür. 54
üncü hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan "sanayi bizim
işimiz" derken, işte, devletin bu rakamlarına dayanarak bunları
söylüyordu. Yine, sanayide, 1997 ile bugünü; yani, Refahyol dönemi ile Anasol-M
hükümetlerini karşılaştırmak için, Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına
süratle bir göz atalım. 1997'de reel ekonomik büyüme yüzde 8,29 iken, 2001'in ilk altı ayında bu
oran eksi 11,80'dir. Buna bağlı olarak, hep Devlet İstatistik Enstitüsü
rakamlarına göre, 1997'de 3 011 dolar olan yıllık kişi başına gayri safî millî
hâsıla, 2001'de 2 200 dolara gerilemiştir. BAŞKAN - Sayın Polat, son 30 saniyeniz var. ASLAN POLAT (Devamla) - Madde üzerinde konuşmam var, onda da konuşacağım
5 dakika. BAŞKAN - Hayır efendim, öyle bir konuşma hakkınız da yok. ASLAN POLAT (Devamla) - 1 inci maddede var efendim. BAŞKAN - Hayır efendim... ASLAN POLAT (Devamla) - 1 inci maddede var. BAŞKAN - Görürsünüz... ASLAN POLAT (Devamla) - Özel tasarrufların yatırıma dönüş oranı, DPT
raporlarına göre, 1997'de yüzde 21,24 iken, 2000 yılında bu yüzde 19,33 olmuş,
2001'de daha da gerilemiştir. Yıl içinde kapanan ve tasfiye olan şirketlerin
yeni kurulan şirketlere oranı 1997'de yüzde 16,13 iken, 2001 Ocak-Temmuz
döneminde yüzde 47,23'e jet hızıyla yükselmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim... ASLAN POLAT (Devamla) - Peki Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum
Türker'de. Sayın Masum Türker, vaz mı geçtiniz? MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, Eyüp Beye devrettim. BAŞKAN - Sayın Eyüp Doğanlar da söz istemişlerdi. Buyurun Sayın Doğanlar. (DSP sıralarından alkışlar) EYÜP DOĞANLAR (Niğde) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
odaların 2000-2001 yılı birlik aidatlarının ve varsa cezalarının silinmesi
konusunda söz almış bulunuyorum. Ayrıca, aidatlarını ödeyen oda veya borsa
varsa, bunların ödemiş olduğu aidatlar iade edilecektir. Dört yıldan bu yana
yıllık aidat ödemeyen, adreslerinde bulunamayan gayri faal; yani, çalışmayan
şirketlerin oda kayıtlarının da silinmesi... Bugün, gayri faal veya sermaye
artırımını gerçekleştirememiş şirketlerin adedi 100 000'e yakındır. Bunlar
birikmiş aidat borcu ve faizleri nedeniyle, tasfiye işlemlerini
tamamlayamadıkları için, şirketlerin kayıtlarının silinmesiyle önemli bir
angarya ortadan kalkacaktır. Gerçekten bu çok büyük bir angaryadır. Umut
ediyorum ki, vergi idaresi, bu şirketlerin vergi mükellefiyetlerini terkin
eder. 2000-2001 yılı aidatlarını ödeyemeyen ve genellikle küçük ve orta
ölçekli olan bu işletmelerin borçlarının yıl içerisinde dört eşit taksitle
ödenmesi ve cezalarının silinmesi isabetli olacaktır. Bunun krizle falan bir
ilgisi yok. 100 000 kişinin, 100 000 kuruluşun problemi ortadan kalkacaktır.
Burada popülist düşüncelerle, popülist siyasetle vatandaşlara yanlış bilgi
vermeyelim. Teşekkür ediyorum, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1 inci maddeyi okutuyorum: "TİCARET VE SANAYİ ODALARI",
"TİCARET ODALARI", "SANAYİ ODALARI", "DENİZ TİCARET
ODALARI", "TİCARET BORSALARI" VE "TÜRKİYE TİCARET, SANAYİ,
DENİZ TİCARET ODALARI VE TİCARET BORSALARI BİRLİĞİ" KANUNUNA BİR GEÇİCİ MADDE EKLENMESİNE DAİR KANUN
TASARISI MADDE 1. - 8.3.1950 tarihli ve 5590 sayılı "Ticaret ve Sanayi
Odaları", "Ticaret Odaları", "Sanayi Odaları",
"Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret Borsaları" ve
"Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları
Birliği" Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. "GEÇİCİ MADDE 15. - 25, 26 ve 56 ncı maddelerde belirlenen yıllık
ve munzam aidatlarını 31.12.2000 tarihine kadar ödemeyen oda ve borsa üyeleri,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde yazılı talepte
bulunmaları halinde gecikmiş borç asıllarını, bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren 2 yıl içinde 6 aylık dönemlerle ve 4 eşit taksitte
ödeyebilir. Bunlardan gecikme zammı tahsil edilmez. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde yazılı
talepte bulunmayanlar ile yazılı talepte bulunarak borç asılları
taksitlendirilenlerden bu taksitleri süresinde ödemeyenlere gecikme zammı
uygulanır. Ancak, süresinde yazılı talepte bulunmayanlardan bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde gecikmiş borç asıllarının
tamamını ödeyenlere gecikme zammı uygulanmaz. Üyelerin oda ve borsalara olan borç asıllarını, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce ödemiş olmaları ve sadece gecikme zammı borçlarının
bulunması halinde, bu borçları tahsil edilmez. Oda ve borsaların, 2000 yılı gelirleri üzerinden tahakkuk eden ve 2001
yılında ödenmesi gereken aidatları dahil geçmiş dönemlere ait olan ve Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliğine ödemeleri gereken aidat asılları ve işlemiş
gecikme zamları tahsil olunmaz. 2000 yılı geliri üzerinden tahakkuk eden ve
2001 yılında ödenmiş olan aidatlar ise, Birlikçe ilgili oda veya borsaya iade
olunur. 5590 sayılı Kanunun 56 ncı maddesine istinaden yapılacak yıllık aidat
affı ile ilgili olarak 4 yıldan fazla aidat borcu olan ve aidat borcunun
tahsili için yasal yollara başvurulup adresinde bulunmayan gayri faal üyelerin
bu durumlarından dolayı aidat borçları oda ve borsa meclislerince affedilerek
üye kayıtları silinir." BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde gruplar adına?.. Saadet Partisi vazgeçti. Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşacak mısınız? MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Bir 5 dakika konuşacağım. BAŞKAN - Buyurun, bir şey demiyorum efendim. Çok da despot olmaya lüzum yok Sayın Paçacı. Ankara Milletvekili Sayın Cihan Paçacı fazla konuşmaz; ama, bu kadar
saat bekledi, bir kelam etsin. Buyurun Sayın Paçacı. DYP GRUBU ADINA MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; oda ve borsa üyelerinin ödenmesi gereken aidatlarının gecikmiş
borç asıllarının faizsiz 4 eşit taksitte ödenmesi ve 31.12.2000 tarihine kadar
ödemekle yükümlü oldukları aidat borçlarının ise, tamamının silinmesini öngören
bu yasa tasarısını, Doğru Yol Partisi Grubu olarak desteklediğimizi belirterek
sözlerime başlamak istiyorum. Bu yasa tasarısıyla, hükümet, oda ve borsa üyelerinin, yani, ticarî
hayatı oluşturan tüm kesimin, bırakın ticarî ve banka borçlarını
ödeyebilmelerini, üye oldukları oda ve borsaların aidatlarını dahi ödeyemez
duruma düştüklerini tescil etmiştir ve kabul etmektedir. Gerçekten, bugün, Türkiye'de bu kesim çok mağdur durumdadır; bu kesim,
âdeta, yangın yerine dönmüş bu ülkede borçlarını dahi ödeyemeyecek bir
noktadadır. Bu yasa tasarısı, yaşanmakta olan ekonomik kriz sebebiyle aidat
borçlarını ödeyemeyen oda ve borsa üyelerine, sadece, aidat borçlarıyla ilgili
bir kolaylık getirmektedir. Ancak, değerli milletvekilleri, bugün, derhal ve öncelikle yapılması
gerekli olan şey, aidat borçları affı değil, tüm esnafı ve çiftçiyi kapsayacak
şekilde geniş kapsamlı bir malî af yasasının çıkarılmasıdır. Doğru Yol Partisi
olarak, her vesilede, ülkenin malî affa ihtiyacı olduğunu belirtmemize rağmen,
bugüne kadar, hükümet, bunu, maalesef, Türkiye'nin gündemine getirememiştir. Gerçekten, Türkiye'nin omurgası olan gerek esnaf ve gerekse
çiftçilerimiz, özellikle, devlet kurumlarına olan borçlarını ödeyememekte ve
bunun tabiî sonucu olarak da polisin ve jandarmanın takibatına maruz
kalmaktadır. Değerli milletvekilleri, burada suçlu ne esnaftır ne de çiftçidir. Bir
tek suçlu vardır; o da, bugün, bilgi, beceri ve basiret eksikliği gösteren
hükümettir. Bu hükümet, uyguladığı yanlış politikaların faturasını, maalesef,
millete ödetmektedir. Bugün ülkenin getirildiği duruma kısaca bir göz atalım: Küçültülmek
istendikçe büyüyen bir devlet, kamu açıklarının alabildiğine büyüdüğü bir kamu
maliyesi, faiz ödemelerinin nefes aldırmadığı bir Hazine, üretim ve istihdamın
neredeyse yok olduğu bir sosyoekonomik yapı, önü alınamayan yolsuzluklar, yüzde
8,5 küçülen bir Türkiye, yüzde 90 enflasyon ve yüzde 150 devalüasyon. Bunların
neticesinde kapanan işyerleri, işini kaybeden milyonlarca işsiz ve her geçen
gün özgürlüğü baskı altına alınmaya çalışılan bir Türkiye. Türkiye'yi bu
noktaya getiren bugünkü hükümet, bu problemlerin çözümüne çare olamaz, çare
üretemez. Değerli milletvekilleri, bugünkü hükümet yorgun düşmüştür, bugünkü
hükümet başarısız olmuştur, bugünkü hükümet her şeyden önce şevkini, heyecanını
kaybetmiş ve en önemlisi güvenini kaybetmiştir, hatta, kendi içinde dahi
güvenini kaybetmiştir. Köy-kent uygulaması dolayısıyla -ki, bize göre doğru bir
projedir- kendi ortağı, Sayın Başbakanı çağdışı olmakla suçlamıştır. Böyle bir
hükümet, sorun çözemez, ancak sorun üretir. Türkiye'nin bu ağır bunalımdan çıkışının önşartı, bu hükümetin bütçeden
sonra derhal istifa etmesidir. Aksi halde, güvenini kaybetmiş bir hükümetin,
devamında ısrar etmesi, bu ülkeye hizmet değil, ancak, yeni sorunlar yaratır. Bu düşünceyle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. BAŞKAN - Efendim, 1 inci madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok. Sayın milletvekilleri, tasarının 1 inci maddesi üzerinde 2 adet önerge
var. Esasında 4 önerge vardı; Saadet Partisi önergelerini çekti. İkinci önerge, Fethullah Erbaş ve 7 arkadaşının verdiği ve tasarının 1
inci maddesindeki 5590 sayılı Kanunun adına başka meslek kuruluşlarının
adlarının eklenmesini isteyen önergesini işleme koymuyorum. Gerekçesi,
bilindiği gibi, bu odaların her birinin ayrı ayrı kanunları vardır. Bu
düzenlemenin de ayrı ayrı kanunlarla yapılması gerektiğine inanıyoruz. Şimdi, diğer önergeyi, önce okutacağım, sonra işleme alacağım efendim. Önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 758 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesiyle
5590 sayılı Kanuna eklenen geçici 15 inci maddenin son fıkrasından "5590
sayılı Kanunun 56 ncı maddesine istinaden yapılacak yıllık aidat affı ile
ilgili olarak" ibaresinin çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Komisyon?.. SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU
BAŞKANI HASAN KAYA (Konya) - Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Katılıyoruz. BAŞKAN - Efendim, Hükümetin katıldığı, Komisyonun takdire bıraktığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim, 1 inci maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Efendim, tasarı kanunlaşmıştır; teşekkür ediyorum. Kabul edilen önergenin gerekçesini de, zabıtlara geçmesi için
gönderiyorum ve geçecek zabıtlara. "Gerekçe: Kanun tekniğine uyum için bu değişikliğe ihtiyaç vardır." Teşekkür ediyorum. Sayın Bakan, teşekkür edeceksiniz herhalde; buyurun efendim. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz önce çok değerli oylarınızla, gerçekten önemli,
reel sektöre destek verecek bir tasarıyı kanunlaştırmış bulunuyorsunuz. Bu
nedenle, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum; sağ olun. (Alkışlar) BAŞKAN - Vallahi ben de teşekkür edeceğim, Sayın Bakanın bu kadar nezih
ve kısa konuşmasından ötürü. Sayın milletvekilleri, programa göre, bütçe ve kesinhesapları sırasıyla
görüşmek için, 9 Aralık 2001 Pazar günü -yani, bu sabah- saat 11.00'de
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Arkadaşlara teşekkür ediyorum efendim; emeği geçen personele de. Kapanma Saati: 02.24 |
|