Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 79

 

34 üncü Birleşim

8 . 12 . 2001 Cumartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

 I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S.Sayıları: 754, 755, 773, 774)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) EMNİYET  GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.-  Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI

1.- Sağlık Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Sağlık Bakanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

2.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

4.- Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

5.- Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

6.- Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

7.- Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685)

8.- "Ticaret ve Sanayi Odaları", "Ticaret Odaları", "Sanayi Odaları", "Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret Borsaları" ve "Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği" Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı :758)    

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 184 sayılı Sözleşme" ile aynı adla anılan 192 sayılı  Tavsiye Kararıyla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/936)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak dört oturum yaptı.

Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, KOBİ'lerin desteklenmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/226) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Genel Kurulun 7 Aralık 2001 Cuma ve 8 Aralık 2001 Cumartesi günleri bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 275 inci sırasında yer alan 739 sıra sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 7 nci sırasına alınmasına; 7 Aralık 2001 Cuma günü gündemin 8 inci sırasına, 8 Aralık 2001 Cumartesi günü de, yine, gündemin 8 inci sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Millî Savunma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunca aday gösterilen Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya seçildi.

(9/4) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonuna, siyasî parti gruplarının güçleri oranında verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterdikleri adaylar arasından adçekme suretiyle üye seçimi yapıldı; Başkanlıkça, komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S.Sayıları: 754, 755, 773, 774) görüşmelerine devam olunarak;

Millî Savunma Bakanlığı,

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı,

Karayolları Genel Müdürlüğü,

Ulaştırma Bakanlığı,

Telsiz Genel Müdürlüğü,

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,

2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi;

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından,

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.Sayısı : 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı : 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı : 675),

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/756, 1/691) (S.Sayısı : 676),

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S.Sayısı : 685);

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısının (1/466) (S. Sayısı : 739) yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 8 Aralık 2001 Cumartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 23.48'de son verildi.

 

 

Ali Ilıksoy

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Levent Mıstıkoğlu

 

Mehmet Batuk

 

Hatay

 

Kocaeli

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.03

8 Aralık 2001 Cumartesi

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 34 üncü Birleşimini açıyorum.

Efendim, elektronik sistemdeki arıza nedeniyle, birleşimi biraz geç açtık, özür diliyorum; herhalde, Çalışma Bakanından dolayı...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Neden Sayın Başkan?

BAŞKAN - "Yüzbin işçi çıkaracağız" lafı, teknik sisteme de yansımış olacak ki, zor açıldı.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Ben çıkarmıyorum; ben kalmaları için çaba sarf ediyorum.

BAŞKAN - Hayır, öyle dediler efendim.

Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler  Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Program uyarınca, bugün, iki tur görüşme yapacağız.

Dokuzuncu tur görüşmelere başlıyoruz.

Dokuzuncu turda, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.

II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

 1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları:  754, 755, 773, 774) (1)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a)     EMNİYET  GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

                                         

(1) 754, 755, 773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu Birleşim Tutanağına eklidir.

c)         SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B)    ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerini aldı.

Hükümet?.. Yerini aldı.

Sayın milletvekilleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre,  turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmesi için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki "söz isteme" butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofondaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklar, soru sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır; cevap işlemi de 10 dakikadır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce biterse, geri kalan süreyi de soru kısmına ayırabileceğim. Tabiî, bunlar hep olmayacak işler; herkes, süresini sonuna kadar kullanıyor.

Efendim, dokuzuncu turda söz alan ilk grup, Demokratik Sol Parti Gurubu.

Muş Milletvekili Sayın Zeki Eker; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ZEKİ EKER (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben, Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde konuşmak istiyorum; diğer konularda, arkadaşlarım, ayrıntılı olarak, sizlere bilgi arz edeceklerdir.

Emniyet Genel Müdürlüğü dediğimiz zaman, hep geçmişe doğru çağrışımlar yapar. İşte, gece yarısı emniyet genel müdürlerini değiştirmek, kapıları kırıp içeri girmek, insanların korkudan sokağa çıkamaması, çıkanların da peşinde üç beş tane korumayla gezmesi gibi, geriye dönük, insanlarda hatırlatmalar oluyor; ama, 57 nci hükümet döneminde, buna Türkiye'de yaşayan herkes şahit olmuştur. En önemlilerinden biri Hizbullah olayı idi, hele hele Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde insanların yaşama şansı gibi bir şansı kalmamıştı. Emniyet Genel Müdürlüğümüz, güvenlik kuvvetlerimiz bu konuda çok başarılı, gerçekten çok kısa zamanda netice alarak bitirme aşamasına getirmişlerdir, ben, emniyet ve güvenlik güçlerimizi buradan kutluyorum, başarılarının devamını diliyorum.

Yolsuzlukla büyük mücadeleler yapılmıştır, bir sürü yolsuzluk olayı meydana çıkarılmıştır; ama, bu güzel mücadele yapılırken, zaman zaman hatalar da yapılmıştır. Bir medya ordusu eşliğinde, insanlar cezalandırılmış gibi, ceza verilmiş gibi kamuoyuna sergilenmiş, bunlar bana göre çok büyük hatalar olmuştur ve bu başarılı operasyonları zaman zaman gölgelemiştir. Son zamanlarda, değerli İçişleri Bakanımızın göreve gelmesiyle - saygı duyduğum bir Bakanımızdır- bu olaylar ortadan kalkmıştır. Bundan sonra da böyle devam etmesinden, her türlü olayların üzerine gidilmesinden, asla taviz verilmemesinden; ama, insanların onuru, kişiliği rencide edilmemek şartıyla bunların devam etmesinden yanayız.

Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, hepimizin bildiği gibi, terörle mücadele olayı yapılmıştır; köyler boşaltılmıştır, insanlar göçe zorlanmıştır, evlerini barklarını terk etmiştir.

57 nci hükümet döneminde, yine bir ilk olarak, köye dönüşe izin verilmiştir. Köye dönüşlerle ilgili, valilere ve kaymakamlara yetki verilmiştir; ama, maalesef, vali ve kaymakamlarımız, bu alanda sınıfta kalmışlardır; çünkü, köye dönüşlerle ilgili hiçbir mesafe alınamamıştır.

Bir konu götürdüğünüz zaman, en az altı ay ile bir  yıl arası, inceleme süresi almaktadır. Bir vatandaşın gönüllü olarak köye dönmesinin inceleme süresi altı aydır. Bir ailenin köye dönüşünü altı ayda sağlamaya çalışırsanız, bunu başarmanız mümkün değildir.

Bu konuyu, mutlaka, hükümet tekrar kendi arasında değerlendirmeli, bir komisyon kurmalıdır. Meclisten çıkacak bu komisyonun, illerde gerekli incelemeyi yapıp, hükümetimize, tekrar bu konuda bilgi vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu acil ve ivedi olarak sağlanmalı, hükümetimizin göstermiş olduğu bu başarı, mutlaka devam etmelidir.

Değerli arkadaşlarım, doğu ve güneydoğu, gerçekten, şu anda, terörden tamamen arındırılmış, terör olayı tamamen bitmiştir. Bitme aşamasına geldi diyoruz; ama, bana göre, tamamen bitmiştir; çünkü, ben, sürekli geziyorum, köylerde, mezralarda, dağlardayım. Bu da, 57 nci hükümetin üyelerinin ve Sayın Başbakanın başarısıdır.

Geriye kalan asker, bu konuda görevini fazlasıyla yapmıştır. Asker görevini yaptığı zaman, dolayısıyla, kışlasına çekilmelidir, ki, şu anda çekilmiştir. Bundan sonra yapılacak şeyler bize aittir; yani, Parlamentoya aittir, hükümete aittir. Hükümet, çok ivedi olarak, bu sorunların üzerine gitmelidir.

Zaman zaman istatistikler yapılıyor, genel gelir dağılımı... Söylemek istemiyorum; yani, "sondan birinciyiz" lafını  söylemekten, gerçekten utanç duyuyorum. Geçen sene, Ağrı, bu sıralamada bizden sonra idi, maalesef, bu sene, Ağrı, herhalde Nidai Beyin büyük gayretleriyle, Muş'un önüne geçti, biz yine sonuncu sıraya düştük.

Şimdi, bunu aşmalıyız; yani, bir ilde oturuyorsunuz 800 dolar, öbür ilde, depreme, savaşa, harbe rağmen 6 200-7 000 dolar. Bunun mutlaka üstesinden gelmeliyiz, bu adaletsiz gelir dağılımını düzeltmeliyiz. Şimdi, haklı olarak belki muhalefet bana diyecek ki "bunu kime söylüyorsunuz, hükümetsiniz, yapın" Ben, bunu, hükümetin bütün üyelerine söylüyorum: Bütün güzellikler bu hükümet döneminde yapılmıştır, bu adaletsiz gelir dağılımının da bu hükümet döneminde adil bir ortamda çözüleceğine inanıyorum ve bu konuda hepinizden yardım bekliyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, insanlarımız gerçekten çok güzel insanlardır. Yani, zaman zaman doğu ve güneydoğu denildiği zaman, insanların aklına hep terör gelir, PKK gelir, Hizbullah gelir, şu gelir, bu gelir; ama, öyle değildir. Ben, yıllarca o insanların içinde yaşadığım için, o insanları çok iyi biliyorum; ruhları tertemizdir, kalpleri tertemizdir; ama, maalesef, cehaletin insana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur. Hele cehaletin üzerine bir de fakirliği eklerseniz, insanlar sizi her zaman kullanır, her zaman kullanılmaya müsait olursunuz. Ben, ülkem adına, hükümetten, bir an önce, bu adaletsizliklerin giderilmesini istiyorum. Güneydoğu kısmen kabuğunu yırtmıştır; ama, doğu gerçekten çok zor durumdadır; doğuya mutlaka el atılmalı ve desteklenmelidir.

Üçüncü bir sorun, maalesef, eskiden olduğu gibi, doğu ve güneydoğu, hep sürgün yatağıydı, hep sürgünler gönderilirdi; annesine yaranmayan, babasına kızan, amirine karşı çıkan insanlar hep doğuya gönderilirdi. Şimdi, defalardır söylüyoruz, ben Grubumda da söylüyorum, diyorum ki: Doğu ve güneydoğuyu kurtarmak çok basittir; 20-30 kişiden oluşan  bir olaydır. Bir vali, bir jandarma alay komutanı, bir de emniyet müdürü... Fazla bir şey yapmanıza gerek yok, halkla bütünleşen üç insanı gönderdiğiniz zaman bu olay bitmiştir; ama, maalesef görüyorum ki, doğu ve güneydoğu, acemi birliği haline gelmiş. Ne kadar valilik yapmayan insan varsa doğuya gönderiliyor, ne kadar yeni mezun kaymakam varsa doğu ve güneydoğuya gönderiliyor, ne kadar yeni atanan emniyet müdürü varsa, doğu ve güneydoğuya gönderiliyor. Ben, bunu yadırgıyorum. Bu, doğru değildir. Bu, halka yapılan en büyük kötülüktür.

Değerli arkadaşlarım, bir vali, emniyet müdürü, alay komutanı halktan birileri olduğu zaman; yani, halkla iç içe oldukları zaman, o halkın düşüncesi, tavrı ne olursa olsun, o insanları çok kısa zamanda kazanmak mümkündür. Yeni mezun kaymakamları gönderiyorsunuz, kaymakam ne görevini biliyor ne yetkisini biliyor; yetkisi ile görevini bilmeyen bir kaymakamın halka yararlı olabilmesi mümkün değil. Başta Sayın Bakanım olmak üzere, değerli hükümet üyelerimizden rica ediyorum, bu konuya mutlaka özen gösterilmelidir.

BAŞKAN  - Sayın Eker, teşekkür ediyorum.

ZEKİ EKER (Devamla) - Sayın Başkan, Başkanlık Divanı üyelerinin burada konuşma hakkı yoktur diye düşünüyorum. Benden sonraki konuşmacı da yanınızda oturan arkadaşımızdır.

BAŞKAN - Ben kendim için bir şey istiyorsam namerdim! Grup Başkanvekili söyledi diye söyledim.

ZEKİ EKER (Devamla) - 1 dakika daha süre verirseniz, toparlayayım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hay hay efendim. Benim için fark etmez.

Buyurun.

ZEKİ EKER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, bu konuya, değerli hükümetimizin eğilmesi gerekiyor. Sorunlar çok büyüktür, 3-5 dakikayla anlatmamız mümkün değildir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bu arada, Tarsus ve İçel'deki sel felaketinden dolayı, Sayın Bakanımız başta olmak üzere, İçelli arkadaşlarımıza geçmiş olsun diyorum.

DSP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye Serbest; buyurun efendim.  (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA SULHİYE SERBEST (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İçişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesi üzerine görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve bizi izleyen tüm yurttaşlarımızı en içten duygularla selamlıyorum.

İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmaya başlamadan önce, ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü korumak için şehit olan, polis, asker, korucu yurttaşlarımızın ve kamu görevlilerimizin tümünü rahmetle anıyor; şükranlarımızı sunuyoruz. Gazilerimize de, aynı duygu ve düşünceler içerisinde, yaşamlarında sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı, ana birimleri, bağlı kuruluşlar ve taşra teşkilatlarıyla ülkemizin iç güvenliğini sağlarken, Edirne'den Kars'a, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan tüm yurttaşlarımızın can ve mal güvenliğini temin etmektedir. Bu çok önemli görevi, il ve ilçelerde vali ve kaymakamlarımızın gözetiminde polis ile kırsal kesimlerde ve polis teşkilatının bulunmadığı kasaba, belde ve köylerde ise jandarma vasıtasıyla sağlamaktadır. Ayrıca, sahil güvenlik birimleriyle, karasularımız sınırına kadar tüm sahil kesimlerimizin, güvenlik ve her türlü denetimini sürdürmektedir.

Burada bir parantez açıp, son yıllarda, Ortadoğu, Uzakdoğu ve Kafkas ülkelerinden, bölgesel savaşlar, siyasî ya da ekonomik nedenlerle Avrupa ve Amerika'ya göç etmek isteyen binlerce insanın, ülkemizin üzerinden, özellikle gemilerle denizyolunu kullanmayı tercih etmeleri, Sahil Güvenlik Komutanlığımızın önemini daha da artırmıştır. Hem bu husustaki titiz çalışmaları hem de İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında, özellikle büyük yük gemileri ve tankerlerin geçişleri esnasındaki hassasiyetleri, görevlerini başarıyla sürdürmelerinden dolayı Sahil Güvenlik Komutanlığımızı tebrik ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet hükümeti olarak, ülkemizde demokratik, laik düzeni, insan hak ve hürriyetlerini tahrip etmek, ortadan kaldırmak isteyen her türlü hareketin üzerine cesaret ve kararlılıkla gidilmiş, irticai ve bölücü terör örgütleri ile organize suç teşkilatlarına çok önemli darbeler indirilmiştir. Bugün de, bu mücadeleyi aynı kararlılıkla sürdürmekte olduğumuz için, hükümetimizi ve İçişleri Bakanımız Sayın Rüştü Kâzım Yücelen'i, Jandarma Genel Komutanlığımızı ve Emniyet Genel Müdürlüğümüzü içten kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, yıkıcı ve bölücü terörle mücadelede elde ettiğimiz başarıyı, maalesef, trafik terörü karşısında henüz elde edebilmiş değiliz. Her yıl binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz gibi, trilyonları aşan ulusal servetimizi yollara heder etmeye devam ediyoruz. İçişleri Bakanlığımızın yoğun çalışmaları, alınan tüm tedbirlere rağmen gittikçe artan araç sayısı nedeniyle altyapı yetersiz kalmakta, insan unsuru ve sürücü hataları, tüm uyarılara karşın, en başta yer almaktadır. Yaklaşan Ramazan Bayramı öncesi, yola çıkacak olan tüm sürücülerimizi yeniden uyarırken, trafik eğitiminin okullarda başlayarak, medya ve yazılı basının tüm desteğiyle, toplumun her kesimini kapsayacak bir seferberliğin başlatılmasıyla, bu can ve mal kaybının asgariye indirileceğini umut etmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; jandarma ve polis teşkilatımızın, canları pahasına özverili çalışmalarına karşılık, zaman zaman meydana gelen münferit hadiseler sebebiyle eleştirilere neden olunmaktadır. Başbakan Sayın Bülent Ecevit başkanlığındaki 57 nci hükümet döneminde, emniyet güçlerimizi, silah, araç gereç ve teknoloji bakımından modernize edip güçlendirirken, eğitime daha da büyük önem verilmiştir. Polis Yükseköğretim Kanunuyla, Polis Akademisi, üniversite statüsüne kavuşturulmuştur; polis okulları, iki yıllık polis meslek yüksekokullarına dönüştürülerek, Polis Akademisine bağlanmıştır. Ayrıca, profesör, doçent, yardımcı doçent kadroları gibi öğretim üyesi kadroları, yeni ihdaslarla güçlendirilmiş, eğitim seviyesi yükseltilmiştir. Günümüz modern, çağdaş dünyasının çok önem verdiği insan hakları konusu, tüm polis okullarımızda ders olarak işlendiği gibi, jandarma ve tüm güvenlik güçlerimiz, periyodik olarak açılan kurslar ve seminerlerle bilgilendirilmekte, uygulamalarda titizlik gösterilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, üç tarafı denizlerle çevrili, güneşi bol, kumu güzel, her yanı tarihî eserlerle dopdolu, birçok medeniyetin yaşadığı, kültürlerin birleştiği, dünyanın en cazip turizm bölgelerinden biridir. Turistik yörelerimizde görev yapan emniyet güçlerimizin, özellikle de Sahil Güvenlik elemanlarımız ile kasaba ve beldelerde görev yapan jandarmamızın, İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi, yaygın olarak kullanılan dünya dilleriyle donatılması, ülkemize hem ekonomik hem de uluslararası ilişkilerde çok olumlu katkılar sağlayacaktır. Sayın Bakanımızın, bu hususlarda olanakları zorlayarak, kısa süreli yabancı dil kursları açarak, yabancı dil bilen mevcut polis ve jandarmamızı, mümkün mertebe turistik bölgelerimizde değerlendirerek, ayrıca, turizm bilinciyle donatıp, ülkemize çok yararlı bir süreci başlatacağına inanmaktayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; laik demokratik cumhuriyetin korunmasında, ülkemizde huzur ve istikrarın sağlanmasında çok önemli bir konumu bulunan İçişleri Bakanlığının bütçesini, Demokratik Sol Parti Grubu olarak onaylıyor, ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz. Siz milletvekili arkadaşlarımın da kabul oylarıyla destek vereceğine içtenlikle inanıyor, selamlarımı sunuyorum efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Serbest.

Efendim, şimdi, söz sırası, Edirne Milletvekili Sayın Şadan Şimşek'te.

Sayın Şimşek, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri izlemekte olan yurttaşlarımızı şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün, bütçesi üzerinde görüşmelerine başladığımız İçişleri Bakanlığı, Bakanlık olarak, bünyesindeki değişik birimleriyle, bireyin ve toplumun huzur ve güvenliğini sağlamak konusunda önemli bir görevi üstlenmiştir. İçişleri Bakanlığımızın, mevcut huzur ve güven ortamının devamı ve daha iyiye götürülmesi bağlamında, evrensel normlara uygun, dünyadaki teknik ve teknolojik gelişmeleri izleyebilen, sağlıklı ve çağdaş bir yönetim modeli geliştirmesi, kendisine tahsis edilen bütçe olanaklarıyla çok yakın ilgilidir.

Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumsal erozyon, bireylerdeki çıkar tutkusunun önplana çıkması, istikrarsız yönetim gibi art arda sıralayabileceğimiz birçok neden bu sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Suç ve suç unsurlarının sistemle yakın bir ilgisi olduğu gerçektir; ancak, sorun, sadece sistem sorunu gibi gözükse de, aynı zamanda, bunun bir etik boyutu da söz konusudur. Uygulamadaki yönetimsel, yasal ve siyasî düzenlemelerin bu boyutlarının çok iyi algılanması ve ona göre önlem alınması, suç ve yolsuzluğu tamamen ortadan kaldırmasa bile, en aza indirmeye yarayacaktır.

Yurttaşlarımız, temiz toplum özlemine, hükümetimizin izlediği popülizmden uzak, kararlı ve tutarlı politikalar sonucunda kavuşmuşlardır. İzlenen politikalara bağlı olarak, her ne hikmetse, bir türlü yakalanamayan çeteler, bölücü başları, hortumcular, yolsuzluk yapanlar birer birer yakalanarak bağımsız yargıya teslim edilmişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, sivil toplum alanı içerisinde yasadışı ekonomik-politik güç odağı oluşturarak, demokrasiler açısından sorun ve tehdit oluşturmaya çalışan, ulusal ve uluslararası çapta teşkilatlanmış birtakım suç unsurları bulunmaktadır. Yerel yönetimler açısından, hizmetlerin, yerel olanak, gereksinim ve tercihlere uygun ekonomik, verimli ve etkin yürütülebilmesi için görev, yetki ve kaynak paylaşımının, çağdaş ülkelerdeki uygulamalara paralel bir şekilde düzenlenmesinin çok yararlı olacağı kanaatini taşımaktayım; çünkü, yürürlüğe girdiği dönemlerde modern ve yeterli olan yasalar, ekonomik, teknolojik ve sosyal açıdan yaşanan değişim ve gelişmeler karşısında yetersiz kalmaya başlamıştır.

Yaz aylarında, seçim yörem olan Edirne'nin ilçe ve köylerinde yaptığım ziyaretler sırasında tarafıma aktarılan ve İçişleri Bakanlığını ilgilendirdiği için bazı konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Çiftçilerimiz ve köylülerimiz, özellikle yaz aylarında üretim faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemlerde tarla ve köy yollarında yapılan trafik kontrollerinde kendilerine esneklik tanınmasını arzulamaktadırlar.

Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüyle ilişkili bir konu üzerinde durmak istiyorum. Başta Edirne olmak üzere, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul, Bursa, Çanakkale ve Eskişehir  illerimize, ülkemize, komşu ülkelerden göç yoluyla gelen soydaşlarımızın vatandaşlığa alınma işlemlerinin sekiz on yıla uzadığı, ana-babanın kabul edilip, çocukların kabul edilmediği ya da tersi durumların varlığı tarafımıza iletilmektedir.

Küçük sanayi sitelerinde bulunan sosyal amaçlı, lokanta, kahvehane ve büfe gibi tesislerin ruhsatlandırılmasında kolaylık ve esneklik sağlanması istenmektedir.

Ülkemize, komşu ülkelerden yasadışı yollarla giren, birçok ilin sınırından yakalanmadan geçen kaçakların ve kaçakçıların, Edirne sınırlarından ülkemizi terk etmek isterken yakalanmaları, güvenlik güçlerimizin üstün gayretleriyle gerçekleşmektedir. Bu başarıların devam etmesi için, personel ve teçhizat konusunda gerekli desteğin verilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimi tamamlarken, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in başında bulunduğu 57 nci hükümetin geçmişte yaşanan karanlık günlere geri dönülmesine izin vermeyeceğine olan inancımla, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunması, huzur ve güvenlik ortamının sağlanması uğruna mücadele veren şehitlerimize Allah'tan rahmet diler, gazilerimize şükranlarımızı sunar, bürokratlarımızın ve güvenlik güçlerimizin başarılı çalışmalarının devamını dilerim.

Güvenlik güçlerimizin gelir dağılımındaki adaletsizliğin en yakın zamanda giderilmesi temennisiyle, bütçemizin, İçişleri teşkilatına hayırlı olmasını diliyor, bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.

İnşallah, dediğiniz olur.

Balıkesir Milletvekili Sayın Numan Gültekin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA NUMAN GÜLTEKİN (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, saygıyla Yüce Heyetinizi selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, çalışma yaşamımızın vazgeçilmezi olan sosyal güvenliğin sağlanması çalışmalarını organize eden, yöneten ve yürüten önemli bir Bakanlığımızın 2002 yılı bütçesini bugün görüşürken bütün çabamız, ülkemizi, Anayasamızın Başlangıç kısmında ifadesini bulan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmak kimliğine yakışır, çalışanlarının her kesiminin emeğinin karşılığını veren, vatandaşlarını çağdaş ülke normlarına uygun güvencelere kavuşturmuş bir düzeye taşımaktır.

Gelişmiş ülkelerde sosyal güvenlik sisteminin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi, devletin öncelikli görevleri arasındadır. Avrupa Birliği ülkelerinde sosyal güvenlik standardı, Uluslararası Çalışma Örgütünün 102 Sayılı Sözleşmesinde belirtilen 11 ayrı güvencenin sağlanmasıyla oluşur. Bunlar, meslek hastalıkları, iş kazaları, hastalıklı annelik, yaşlılık, malullük, ölüm, işsizlik, aile sigortası, eşlerinden ayrılmış kadınlar ve yaşlıların bakımı gibi sosyal risklere sağlanan güvencelerdir.

Dünya devleti olma yolunda kararlılık içerisinde olan Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütünün, yani ILO'nun dünya çalışma normlarını tanzim eden sözleşmelerinin büyük bir kısmını kabul etmiştir. Bu çalışmalara paralel olarak da, 57 nci hükümetimiz tarafından, ülkemiz için çalışma hayatımızda devrim niteliği taşıyan ve yapısal değişiklikleri kapsayan yasalar da Yüce Meclisimizden çıkarılıp uygulamaya konulmaktadır. Bu anlamda, Demokratik Sol Partinin programında ve seçim bildirgelerinde yer alan, halkımıza söz verdiğimiz, sosyal kesimlerin yıllardır beklediği yasaların bir kısmı çıkarılmış, bir kısmı da Genel Kurulumuza indirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 1999 yılında çıkardığımız 4447 sayılı Kanun bunlardan birisidir. Bu yasayla, yıllardır popülist yaklaşımlarla bozulan aktif-pasif dengesi büyük oranda düzeltilmeye çalışılırken, kadın ve erkek emeklilik yaşı dünya gerçeklerine uygun olarak yeniden belirlenmiş, emeğiyle geçinen kesimin büyük sorunu olan işsizlik sigortası konusu da çözüme kavuşturulmuştur. Bilindiği üzere, bu konuda ilk uygulama 2002 Mart ayında başlayacaktır.

Yine, sosyal kesimler arasında ekonomik ve sosyal anlamda diyalog, güven ve işbirliğinin kurulmasına imkân sağlayacak olan Ekonomik ve Sosyal Konseyin Kuruluşu, Çalışma Esas ve Yöntemleri Hakkında Yasa Tasarısı da 57 nci hükümetimizce Yüce Meclisimize getirilmiş ve 21 inci dönem Meclisimizce kabul edilerek, 21.4.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bunların yanında, çalışma hayatımızın önemli bir kesimini oluşturan kamuda çalışan memurlarımız, gerekli hukukî düzenlemesi olmadığından, 1990 yılından itibaren sendika kuruluşu ve faaliyetlerini başkanlık genelgeleriyle yürütmüşlerdir. Nihayet, uzun yılların özlemi olan ilgili kanun tasarısı, yine, 57 nci hükümetimizin kanun tasarısı olarak Yüce Meclisimize gelmiş, Meclisimizde kanunlaşarak, 12.7.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yasayla da, kamu çalışanlarının örgütlenme hakkı, toplusözleşme hakkıyla birlikte güvenceyle kavuşturulmuş; böylece, bu konuda uluslararası platformlarda sürekli aldığımız eleştiriler de ortadan kalkmıştır.

Yine, işsizliğin önemli bir sorun olduğu, yaklaşık 1 milyonun üzerinde yabancı işçinin kaçak olarak çalıştığı tahmin edilen ülkemizde, ucuz bir ücret karşılığı çalışan kaçak yabancı işçiler, kendi işçilerimize karşı haksız bir rekabet ortamı yarattıkları gibi, kayıtdışı ve sigortasız çalışmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak yabancıların çalışma izinlerini düzenleyen kanun tasarısının Başbakanlığa sunulmuş olmasını, ayrıca, işçinin işinin güvence altına alınmasını sağlayacak olan İş Güvencesi Yasa Tasarısının da, sosyal tarafların ortak iradeleriyle oluşturulan bilim kurulu tarafından hazırlanarak Başbakanlığa sevk edilmesini, Demokratik Sol Parti Grubu olarak önemli görmekte ve takip etmekteyiz.

Yine, çalışma yaşamımızın öncelikli risk grubu olan 18 yaşını doldurmamış çocuklarımızı ve gençlerimizi çalıştırma usul ve esaslarıyla ilgili olarak 57 nci hükümetimizin ortaya koyduğu somut proje ve yasa tasarısı çalışmalarını da, Grubumuz, dikkatle takip etmekte ve desteklemektedir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın yeniden yapılanmasının yukarıda saydığım ve devam eden yasal altyapısı yanında, kurumsal olarak da 57 nci hükümetimiz döneminde daha etkin bir yapıya kavuşturulması, Sayın Bakanımızın ve değerli bürokratlarının üstün gayretleriyle ortaya konulan toplam kalite yönetimi ve otomasyona geçiş çalışmalarını da memnuniyetle takip etmekteyiz.

Bakanlığa bağlı Türkiye genelinde 10 hastanemizin ISO 9002 kalite belgesi alması da, SSK hastanelerine güveni artırmıştır. Bu arada, seçim bölgem olan Balıkesir İlimizdeki SSK hastanemizin, 2002 yılı başlarında, vatandaşlarımıza hizmette kaliteyi artıracak bu belgeyi alma hedefine ulaşma çabaları da, şahsımı son derece mutlu etmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1965, 1969, 1976 ve 1992 yıllarında çıkarılan emeklilik yaşı, hizmet belgesi, neredeyse hiç prim ödemeden emekli aylığı bağlanması, çeşitli af ve ertelemelerle ilgili olarak çıkarılan yasa ve yapılan düzenlemeler, hem Sosyal Sigortalar Kurumunu hem de Bağ-Kuru büyük ekonomik sıkıntıya sokmuştur. Özellikle 1992 yılında emeklilik yaşının, sorumsuzca, dünya gerçekleriyle uyuşmayan popülist yaklaşımlarla, kadınlarda 38, erkeklerde 42'ye çekilmesi, aktuaryel dengeleri bozmuş, ülkemize, devletimize maliyeti, günümüze kadar faizleriyle beraber, 65 milyar dolar olmuştur.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Bir daha tekrarlar mısın?..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NUMAN GÜLTEKİN (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika rica ediyorum...

BAŞKAN - Tabiî efendim...

NUMAN GÜLTEKİN (Devamla) - Özellikle 1992 yılında emeklilik yaşının, sorumsuzca, dünya gerçekleriyle uyuşmayan popülist yaklaşımlarla, kadınlarda 38, erkeklerde 42'ye çekilmesi, aktuaryel dengeleri bozmuş, ülkemize, devletimize maliyeti, günümüze kadar faizleriyle beraber, 65 milyar dolar olmuştur. Bu durumun, 2002 yılı bütçesine yansıması yaklaşık 7,9 katrilyondur. Bu açık, tabiî ki, devlet bütçesinden Hazinece karşılanacaktır. Bu açığın büyüklüğünü, 2002 yılı bütçesinden yatırımlara ayrılan payın 5,7 katrilyon olduğunu düşünerek kıyaslarsak olayın ciddiyetini sanırım daha iyi kavrayabiliriz.

Bu olumsuzluklara rağmen, Grubumuz olarak inanıyoruz ki, ileriye dönük yapılan yapısal ve kurumsal değişiklikler, toplam kalite çalışmaları, otomasyon projeleri, yolsuzluklarla ciddî ve kararlı mücadele anlayışı, yaklaşık 36 000 000 vatandaşımıza sosyal güvenlik, sağlık hizmeti sunan, sosyal kesimler arasında uzlaşma ve barışa katkı sağlayan bu bakanlığımızı kaynak ve hizmet bakımından daha etkin hale getirecektir.

DSP Grubu olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bütün sosyal kesimlerin haklı isteklerinin karşılanması doğrultusundaki çalışmalarına katkı sağlamaya devam edeceğiz; bu vesileyle, 2002 yılı bütçesinin ülkemize, ilgili bakanlığımıza hayırlı olmasını, ülkemizde sosyal barışa katkı sağlamasını diler; Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gültekin.

Böylece, DSP Grubu adına konuşmalar tamamlandı.

Şimdi, söz sırası, MHP Grubunu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Pak'ın.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreyi eşit mi paylaşacaksınız efendim?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Evet Sayın Başkan.

MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün 2002 yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı, 3152 sayılı Kanuna göre bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek; ülkenin iç güvenlik ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı temin etmek; Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak; sınır, kıyı ve karasularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak; karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, yurdun içişlerine ilişkin politikalarını üretmekle yükümlü bir bakanlıktır. Görüldüğü gibi, İçişleri Bakanlığının görev ve sorumluluğu altında yürütülen hizmetler, devletin asıl fonksiyonları gereği yerine getirmek durumunda olduğu hizmetler arasında çok önemli yer tutmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın ilerleyen bölümlerinde sizlere arz edeceğim gibi, İçişleri Bakanlığının yürüttüğü hizmetler, giderek daha büyük finansman gerektirmektedir. Günümüzün globalleşen dünyası, bilim ve teknolojinin baş döndürücü hızla gelişimi karşısında her geçen gün yeni bilgi ve araçlarla donanmakta ve kullanılmakta olan teknolojiler, çok kısa süre içerisinde eskimektedir. Temelde, ülkenin güvenliği gibi çok önemli bir misyon üstlenmiş olan İçişleri Bakanlığı da, bu gelişmeleri çok yakından takip etmek ve en son teknolojileri transfer etmek zorundadır. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı ekonomik durum nedeniyle, İçişleri Bakanlığının konsolide devlet bütçesi içindeki payı azaltılmış bulunmaktadır. Bu payın azaltılmış olması, bakanlığımızın görevlerini, çağımız şartlarına uygun olarak yerine getirmemesi anlamanı gelmemektedir, tam tersine, bakanlığımız, elindeki kıt imkânlarla görevlerini daha iyi biçimde yerine getirme gayretinde olacak. Bu nedenle, bakanlığı, bu fedakârca davranışından dolayı kutluyorum. İçişleri Bakanlığımız, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan selametle çıkması için, fedakârca davranarak, kutsal bir görev daha üstlenmiş olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar hakkındaki konuşmamı, Mahalli İdareler Tasarısının komisyonumuzda bulunması nedeniyle, mahalli idarelerden bahsederek başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi, hem kalkınma planlarında hem de 57 nci cumhuriyet hükümeti programında, mahalli idarelerin güçlendirilmesi, hizmetlerin, halka yakın birimler tarafından yerine getirilmesi yönünde ilke ve hedefler yer almaktadır. Bu ilke ve hedefler doğrultusunda hazırlanmış bulunan Mahallî İdareler Reform Tasarısı, İçişleri Komisyonumuzda, Plan ve Bütçe Komisyonundan da üyelerin katılmakta olduğu bir altkomisyonda görüşülmektedir. Altkomisyonda, haftanın üç günü toplantı yapılarak, tasarı olgunlaştırılmaya çalışılmaktadır. Tasarının olgunlaştırılmasında, mümkün olan en geniş katılımı sağlamak amacıyla, ilgili kurum, kuruluş ve kişiler toplantılara davet edilerek dinlenilmekte ve önerileri değerlendirilmektedir.

Bu kapsamda, toplantılara, büyükşehir belediye başkanları, il belediye başkanları, ilçe belediye başkanları, belde belediye başkanları, belediye birlikleri, muhtar dernekleri, mahallî idare çalışanlarına ait örgütler, sivil toplum örgütleri, belirli bir çalışma programı çerçevesinde çağırılmakta ve bu kurum, kuruluş ve kişilerin görüşlerinden yararlanılmaktadır. Zannediyorum, çok kısa bir süre içerisinde, çalışmalar tamamlanarak komisyonumuza sunulacak ve komisyonumuzda da süratle tasarı sonuçlandırılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla, merkezî idarenin küçültülmesine imkân verecek düzenlemeler getirilmekte; bu amaçla, merkezî idare ile mahallî idareler arasında görev bölüşümü yapılarak, temel hizmetler ve bu hizmetlere ilişkin standartları belirleme, merkezî idarenin yetkisine bırakılmakta ve merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve koordinasyonu amacıyla, bir kurul oluşturulmaktadır. Mahallî idarelerin gelirleri önemli ölçüde artırılmaktadır.

Bu kapsamda, genel bütçe vergi gelirlerinden belediyelere nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 6'lık pay, yüzde 8'e çıkarılmakta; büyükşehirlere, benzer şekilde, illerde toplanılan genel bütçe vergi hâsılatının yüzde 5'inin, o ildeki belediyelere, nüfuslarına göre dağıtılması imkânı getirilmekte; kalkınmada öncelikli yöre belediyelerine, genel bütçeden binde 5 oranında pay verilmektedir. 1992 yılından bu yana artırılmayan ve bu nedenle de sembolik hale gelen çeşitli belediye harçlarının tarifeleri, 100 kat artırılmakta ve enflasyona karşı korunması için, her yıl, yeniden değerlendirme katsayısına bağlanmaktadır. Genel bütçe vergi gelirlerinden il özel idarelerine nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 1,12'lik pay, yüzde 3,32'ye çıkarılmakta, kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan il özel idarelerine genel bütçe vergi gelirlerinden binde 3'lük pay ayrılmaktadır.

Mahallî idareler alanında, açıklık ve demokratik katılımı güçlendirecek hükümler getirilmekte ve vatandaşların bilgi alma imkânları artırılmakta, Meclis toplantılarında sorunların dile getirilme imkânı kolaylaştırılmaktadır. Mahallî idarelerin personel rejiminde belirli standartlar getirilerek, gereksiz vesayet uygulamaları kaldırılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının getirdiği en önemli yeniliklerden biri de belediye kurulmasına ilişkindir. Ülkemizde, 1980 yılında 1 720 olan belediye sayısı, 20 yıl içerisinde neredeyse 2 katına çıkmış, 3 228'e ulaşmıştır. Popülist politikalar nedeniyle, 1980'de kurulan belediye sayısı 109, 1991'de kurulan belediye sayısı 325, 1992'de kurulan belediye sayısı 175, 1993'te 157, 1998'de kurulan yeni belediye sayısı 318'dir. 57 nci cumhuriyet hükümeti döneminde, 2000 yılında ise sadece 1 belediye kurulmuştur. Kurulan bu belediyelerin önemli bir bölümü, kanunda zorunlu olan 2 000 nüfusu bile doldurmamakta ve taşıma nüfusla belediye kurulmaktadır. Bugün, 3 228 belediyeden 396'sının nüfusu 2 000'nin altındadır.

Değerli arkadaşlar, yine, son sayıma göre, 1 768 belediyemizin nüfusu da 3 000 ile 5 000 arasında değişmektedir ve bunun büyük bir kesimi de 2 000 rakamına dayanmaktadır. Türkiye belediyeciliğimizin yüzde 78'inin nüfusu 5 000'in altında bulunmaktadır ve kaynakların ne kadar amaçsız aktarıldığına da iyi bir örnek olduğunu zannediyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, tasarı, yeni belediye kurulmasını -daha önce 2 000 olan sayım- 10 000 nüfus şartına bağlamaktadır. Altkomisyonda sadece nüfus şartının yeterli olmayacağı düşünülerek, nüfusun yanında belli sayıda konut ve işyeri olması zorunluluğu da getirilmektedir. Böylece, rasgele belediye kurulmasının önüne geçilmekte, ülke kaynaklarının verimli kullanılacak yerlere akması, hizmet maliyetini karşılayacak ölçekte belediyelere gitmesi sağlanmış olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; İçişleri Bakanlığımızın yürütmekte olduğu projelerden en önemlilerinden biri de 1974 yılından beri sürdürülen MERNİS Projesidir. Nüfus hizmetlerini çağdaş ve modern bir yapıya kavuşturmak amacıyla uygulamaya konulmuş bulunan, kısaca "MERNİS" olarak ifade edilen Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi Projesi, nüfus kütüklerindeki kayıtların bilgisayar ortamına aktarılmasına, toplanan bilgilerin kamuoyu hizmetleri ve vatandaşlar için çok yönlü olarak değerlendirilmesine ve tam otomasyona geçilmesine yönelik bir projedir. Bu projenin altyapısını oluşturacak olan 1587 sayılı Nüfus Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı İçişleri Komisyonumuzda görüşülerek kabul edilmiş ve Yüce Heyetinizin gündemine intikal ettirilmiştir. Vergi toplanılmasından sahteciliğin önlenmesine, kimlik taşıma kolaylığından terörün önlenmesine kadar birçok önemli amaca hizmet edecek olan bu projenin hayata geçirilmesi söz konusu tasarıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu tasarının önümüzdeki günlerde Yüce Heyetinizce karara bağlanacağını ümit ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının en önemli faaliyet alanlarından biri iç güvenliğe ilişkindir. Sizlere bakanlığımızın iç güvenlikle ilgili faaliyetleri hakkında çeşitli istatistikler, bilgiler vermek istiyorum.

Ülkemizde, 2000 ve 2001 yıllarının ilk dokuz aylık dönemlerinde meydana gelen olaylar karşılaştırmalı olarak şöyledir: 2000 yılının ilk dokuz ayında polis bölgesinde 505 467 olay, jandarma bölgesinde 40 617 olay, sahil güvenlik bölgesinde 32 olay olmak üzere, toplam 546 116 olay meydana gelmiştir. 2001 yılının dokuz aylık döneminde, polis bölgesinde 496 076 olay, jandarma bölgesinde 59 019 olay, sahil güvenlik bölgesinde ise 54 olay meydana gelmiş. Bu rakamlar, polis bölgesinde meydana gelen olaylarda 9 391 olay azalışını, jandarma bölgesi ile sahil güvenlik bölgelerinde meydana gelen olaylarda, sırasıyla, 18 402 ve 22 olay artışını ifade etmektedir. Türkiye geneline bakıldığında ise, toplam olay sayısının 555 149'a yükseldiği, olay artış yüzdesinin 1,65 olduğu görülmektedir.

Ülke çapında, olayların ayrıntılarına bakıldığında gelişmeler şu şekildedir:

2000 yılının ilk dokuz aylık dönemine oranla, 2001 yılının ilk dokuz aylık döneminde ideolojik olaylarda yüzde 40 civarında azalma olmuş. 2000 yılındaki 11 815 ideolojik olaya karşılık, 2001 yılının aynı döneminde 7 903 ideolojik olay meydana gelmiştir.

2000 yılındaki 21 730 asayişe müessir olaylara karşılık, 2001 yılında 30 273 olay meydana gelmiştir.

2000 yılının dokuz aylık döneminde, ülke genelinde toplam 15 364 kaçakçılık olayına karşılık, 2001 yılında 15 130 olay meydana gelmiş, bu olaylarda ise 234 azalma olmuştur.

2000 yılının dokuz aylık döneminde, yurt genelinde 360 590 trafik kazası meydana gelmişken, 2001 yılının dokuz aylık döneminde 321 462 olay meydana gelmiştir. Bu olaylarda, 39 128 kaza azalışı olmuş ve azalış oranı yüzde 12 civarındadır. Bu kazalardaki ölü ve yaralı sayılarında da bir azalmayla karşılaşmaktayız. 2000 yılında 4 116 ölü, 101 927 yaralı söz konusuyken, 2001 yılında yaklaşık olarak 3 317 ölü, 88 980 yaralı söz konusudur.

BAŞKAN - Sayın Pak, son 1 dakikanız.

MEHMET PAK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler; terörizm, dünyanın ortak ve öncelikli çözülmesi gereken sorunu, evrensel bir bela. Terör belası, maalesef, sonunda, dünyanın en gelişmiş ülkesine de bulaşmış ve binlerce kişinin ölümüne, önemli miktarda maddî hasara yol açmış; ancak, kayıplar sadece can ve malla sınırlı kalmamış, dünyanın dengesini bozmuş, yeni bir dünya düzeni kurulması için bütün devletler ve uluslararası örgütleri harekete geçirmiş, terörün nasıl, nerede ve ne zaman meydana geleceğinin bilinmeyeceğini bir kez daha ispatlayan ABD'deki saldırı, bütün dünyaya, oldukça yoğun biçimde nükleer kimyasal ve biyolojik terör endişesini getirmiştir. Böyle bir olayı nefretle kınamamıza rağmen, yıllardır ifade etmeye çalıştığımız bu belayı çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur.

Ülkemizde bugünü kadar olduğu gibi, bugün de, demokratik düzeni, insan hak ve hürriyetlerini zedelemeye, tahrip etmeye, ortadan kaldırmaya yönelik her türlü hareketin üzerine cesaretle gidilmekte, bölücü ve yıkıcı terör örgütleriyle, organize suç faaliyetleriyle mücadele de büyük bir kararlılıkla sürdürülmektedir.

Bölücü terör örgütünün silahlı eylemlerine başladığı 1984'ten günümüze kadar 6 782 saldırı, 3 651 patlama, 414 gasp, 1 081 adam kaçırma, 1 500 kanunsuz toplantı, 870 bildiri dağıtımı ve güvenlik kuvvetlerimizin inisiyatifinde gerçekleştirilen 8 697 çatışma olmak üzere toplam 22 994 olay meydana gelmiştir.

Bütçemizin Bakanlığımıza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Pak, teşekkür ediyorum efendim.

Söz sırası, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Şen'de.

Buyurun Sayın Şen. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, çalışma hayatımızı çok yakından ilgilendiren iki konuyla ilgili gerekli yasal düzenlemelerin 2001 yılı içerisinde yapılarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirilmesi sebebiyle, Yüce Meclisimize ve 57 nci cumhuriyet hükümetimize teşekkür etmek istiyorum.

Çalışma hayatımızı çok yakından ilgilendiren bu iki yasadan birisi toplumsal barış ve diyalog için çok önem arz eden Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluşuna ilişkin yasal düzenleme; diğeri ise, ülkemizde yıllardan beri tartışılan; ancak, Anayasa değişikliğinin üzerinden altı yıl geçmesine rağmen uyum yasası bir türlü çıkarılamadığı için, ciddî tartışmalara sebep olan kamu görevlileri sendikaları kanunudur. Toplumsal diyalog ve örgütlenme haklarıyla ilgili iki temel kavramın ülkemizde de yasal düzenlemelerle hayata geçirilmesi, çalışma hayatımız için memnuniyet verici hadiselerdir. Her ne kadar, çıkarılan Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, gönlümüzden geçtiği gibi, grev ve toplusözleşme haklarına sahip değilse de, bu kanunun, memur sendikacılığında önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki süreç içerisinde kamu görevlilerimizin de işçi arkadaşlarımız gibi grev ve toplusözleşme haklarına sahip olacaklarına inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, günümüzde, idare sistemi ve ideolojisi ne olursa olsun, bütün ülkelerin yeterli ya da yetersiz de olsa kurumsal bir sosyal güvenlik sistemleri vardır. Sosyal güvenlik, modern bir devletin olmazsa olmaz şartlarında birisidir. Milletlerarası insan hakları belgelerinde sosyal güvenliğin bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu itibarla, çağdaş, modern bir devletin esas görevlerinden birisi de sosyal güvenliği sağlamaktır. Her devlet kendi sosyal güvenlik sistemini kururken iki faktörü gözardı edemez. Bu faktörler dış ve iç faktörlerdir. Dış faktörleri, sosyal güvenlikle ilgili milletlerarası sözleşmelerle öngörülen seviye ulaşmak olarak özetleyebiliriz. İç faktörler ise, ülkenin kendi şartlarının dikkate alınmasıdır; çünkü sosyal güvenlik, sosyal, siyasî ve ekonomik hayatın pek çok yönüyle etkileşim halinde olan bir sistemdir.

Sosyal güvenlik sisteminin sağladığı haklar ve kapsam tespit edilirken, pek tabiidir ki, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişlik seviyesi ile kaynakları da dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde, kalkınmış bir ülke standardında oluşturulan bir sosyal güvenlik sistemi uzun dönemde ülke ekonomisinde olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilir. Kısacası, sürdürülebilir; yani, istikrarlı sosyal güvenlik politikalarına ihtiyaç bulunmaktadır.

Sosyal güvenlik sistemi bütün dünyada başlıca iki şekilde uygulanır. Bunlar, karşılıksız sosyal yardım ve hizmetler; yani, yani, primsiz sistem, diğeri ise prim esasına dayalı sosyal sigorta uygulamalarıdır.

Primli sosyal güvenlik sistemlerinde, insanların, özellikle çalışamamak ve kazanç elde edememek endişelerinin en yoğun olduğu yaşlılık dönemlerinde bu riski karşılamak üzere hazırlanan yaşlılık sigortaları, sistemin en önemli özelliğidir. Primli sosyal güvenlik sistemindeki amaç, insanlarımızın yaşlılık dönemlerini güven duygusu içerisinde geçirmeleridir. Sigorta tekniğinde bunu sağlamanın temel şartı riskin meydana gelmesini beklemektir. Halbuki, ülkemizde, bugüne kadar genç ve sağlıklı çalışanların emekliliğe ayrılmalarını özendirici politikalar izlenmiş, toplumumuzun sosyal güvenlik sistemi için avantaj oluşturabilecek genç nüfus yapısı özelliğinden yararlanılamamıştır. Öte yandan, genç emeklilerin büyük ölçüde çalışma hayatına yeniden dönmeleri, bu politikaların yürütülmesinde gerekçe olarak ileri sürülen işsizliğe çare oluşturma kapılarını da kapatmıştır.

Dünyada birçok ülkenin sosyal sigorta sistemleri, ülkemizde yaşanan olumsuzlukları taşımamalarına rağmen, ortak sorun olarak finansman sorunuyla karşı karşıyadır. Bu yüzden, birçok ülkede sosyal sigorta uygulamalarında yeniden yapılanma süreci başlatılmış olup, ülkemizde de yeniden yapılanmanın başlatılması gerektiği kanaatindeyiz. Bugün, primli sosyal sigorta sistemimiz büyük finansman krizi yaşamaktadır. Uzun yıllardır yaşanan kronik enflasyon ve sigorta tekniğiyle bağdaşmayan diğer popülist uygulamalar, sosyal sigorta fonlarının erimesine yol açmıştır. Dolayısıyla, sosyal güvenlik harcamalarının karşılanabilmesi için, devlet bütçesinden sosyal güvenlik kurumlarına transfer yapılması zorunluluğu ortaya çıkmış, bu da kamu malî politikalarında kısır döngüye yol açmıştır; başka bir ifadeyle, sosyal güvenlik harcamaları, tüm vatandaşların ödeyecekleri vergilerden ya da devletin borçlanma yoluyla elde ettiği finansmanlardan karşılanır hale gelmiştir. Yakın bir gelecekte devletin tüm bütçe dengelerini altüst edecek boyutlara ulaşması tehlikesi bulunan bu sağlıksız yapının bir noktada durdurulması, sistemin kendi kendine yeterli hale getirilmesi ve sosyal güvenlikle ilgili yeniden yapılanmanın sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bugün, primli Türk sosyal güvenlik sistemi, hizmet akdiyle çalışanları; yani, işçileri kapsayan SSK, kamu görevlilerini kapsayan Emekli Sandığı ve bağımsız çalışanları kapsayan Bağ-Kur şeklinde organize olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir sacayağı teşkil eden bu 3 sosyal güvenlik kuruluşumuzu ayrı ayrı düşünmek yerine, bir bütün olarak düşünmenin ve çözümü de bu yönde aramanın faydalı olacağına inanıyoruz. Şartlar ve gerekçeler onu göstermektir ki, 21 inci Yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir sosyal güvenlik sisteminin kurulmasına acil ihtiyacımız vardır.

Ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemi çokbaşlıdır. Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Emekli Sandığı ise Maliye Bakanlığına bağlıdır. Merkezî idaredeki bu çokbaşlılık, devletin sağlıklı ve istikrarlı sosyal güvenlik politikaları üretme ve icra etmesine imkân vermemektedir. Bu sebeple, sosyal güvenlikten sorumlu bakanlık teke indirilmeli ve sosyal güvenlikle ilgili bütün kurumlar bu bakanlığa bağlanmalıdır. Halen mevcut olan Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur Emekli Sandığı adı altında birleştirilmelidir. Yeni oluşturulacak emekli sandığı vatandaşlarımızın yaşlılık, malullük ve ölüm risklerine karşı sosyal güvenliğini sağlamalı, sandıkta tek gösterge ve tek oranlı prim sistemi geçerli olmalı ve istisnasız tüm vatandaşlarımız bu sandığa dahil edilerek, kayıtdışılığa asla müsaade edilmemelidir.

Sayın milletvekilleri, izninizle, bu arada, sosyal güvenlik sistemimizin dağınıklığından kaynaklanan ve emeklilerimiz arasında eşitsizlik ve adaletsizliğe sebep olduğunu düşündüğüm birkaç hususu, örnekleriyle arz etmek istiyorum.

Bugün, Bağ-Kur emeklisi bir vatandaşımız işyeri açmaya kalktığında, zaten yetersiz olan maaşından yüzde 10 kesinti yapılmakta; ancak, diğer emeklilerin maaşlarından böyle bir kesinti yapılmamaktadır. 1999 yılı eylül ayında çıkarılan kanunla maaş katsayıları iptal edilmiştir. Daha sonra, emeklilerin maaşları enflasyon oranında artış sistemine bağlanmıştır. Bugün, Bağ-Kur emeklisinin tabanmaaşı 51 milyon lira, tarım emeklisinin tabanmaaşı 24 milyon lira, memur emeklisinin tabanmaaşı 127 milyon lira ve işçi emeklisinin tabanmaaşı 104 milyon liradır. Taban emekli maaşları her emekli kuruluşunca ayrı ayrı uygulanmakta, dolayısıyla enflasyon oranında artışın bu tabanaylık üzerine uygulanması sebebiyle ortaya çıkan büyük kayıplar, emeklilerimiz arasında büyük farklılıklara, adaletsizliğe ve kıskançlığa sebep olmaktadır. Üreten, çalışan, vergisini ve sosyal güvenlik primlerini ödeyen ve zaten, yeterli maaş alamayan emeklilerimiz arasındaki bu maaş dengesizliğinin giderilmesi gerekmektedir.

Bir diğer husus da, sağlık hizmetlerinden yararlanma hadisesidir. Mesela, bugün, Bağ-Kur emeklileri sağlık yönünden mağdurdur. Örneğin, Bağ-Kur emeklileri üniversite hastanelerinden yararlanamamaktadır. Memur emeklisine iki yılda bir gözlük alma imkânı verilirken, Bağ-Kur emeklisine bu imkân dört yılda bir sunulmaktadır. Memur emeklisine ölüm parası olarak iki maaş karşılığı bir bedel ödenirken, işçi emeklilerine 107 000 000 lira, Bağ-Kur emeklilerine de 60 000 000 lira ödenmektedir. Aynı masrafın yapıldığı, aynı mezarlığa gömülen emeklilerimize bu konuda da farklı uygulama yapılmaktadır. Eczacılarla Bağ-Kur arasında yaşanılan sorunlardan dolayı, Bağ-Kur emeklilerimiz bir kısım eczanelerden ilaçlarını alamamaktadır.

Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi emeklilerimizin de önemli bir sorunu sağlık hizmetleriyle ilgilidir. Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık tesislerinde ciddî bir artış yoktur. Son yirmi yılda işçi ve emekli sayısı yüzde 100 artarken, SSK'ya bağlı hastanelerde yatak sayısı aynı oranda artırılamamıştır. SSK hastanelerinde randevulu sisteme geçilmiştir; ancak, vatandaşlarımız randevu almak için oldukça zorlanmaktadır.

Bu arada, yeri gelmişken ifade edeyim ki, bir işçi emeklisi kenti olan Bursamızda, Bursalı hemşerilerimiz, halen inşaat halinde olan ikinci SSK hastanesinin norm kadroları doldurulmak suretiyle, bir an önce açılmasını sabırsızlıkla beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, 57 nci cumhuriyet hükümetimizin programında, özellikle, sosyal güvenlik ve istihdam alanında radikal tedbirlerin uygulamaya konulacağı kamuoyuna açıklanmış, işsizlik sigortasının sosyal güvenlik sistemine dahil edileceği halkımıza taahhüt edilmişti. Bu taahhüt doğrultusunda, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması ve genel bütçe üzerindeki aşırı finansman yükünün azaltılması amacıyla, 1999 yılının Eylül ayında 4447 sayılı Kanun yürürlüğe konulmuştur. Bu kanunla, ülkemizde uzun yıllardır tartışması yapılan; ancak, bir türlü gerçekleştirilemeyen işsizlik sigortası hayata geçirilmiş, kayıtdışı istihdamı ve kaçak işçi çalıştırmayı engelleyici tedbirler alınmıştır. Ülkemizdeki yabancıların çalışmasına ilişkin, değişik kanunlarda yer alan görev ve yetkileri tek elde toplamak, bürokratik süreci olabildiğince kısaltmak ve verilen bilgileri sağlıklı olarak değerlendirebilmek amacıyla yabancıların çalışma izinleri hakkında kanun tasarısının en kısa zamanda Meclisten geçirilerek yasalaşacağını ümit ediyoruz.

Öte yandan, Bakanlık tarafından, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının asgarîye indirilmesi, sosyal güvenlikten doğan hak ve menfaatlarının korunması amacıyla çok sayıda ülkeyle görüşmeler yapıldığını, ortak çalışma faaliyetlerinin sürdürüldüğünü ve sosyal güvenlik sözleşmeleri imzalanmasına yönelik faaliyetlerin devam ettiğini memnuniyetle müşahede ediyoruz. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın olduğu kadar, çeşitli sebeplerle ülkemize gelerek yerleşip vatandaşlık statüsünü kazanan soydaşlarımızın da, göç ettikleri ülkelerde kalan sosyal güvenlik kapsamındaki hizmetlerinin ve bu hizmetlerden doğan haklarının korunması için, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın daha fazla girişimler yapması gerektiğine inanıyoruz.

Anayasal hakları olan sendikalara üye olma hakkını kullandıklarından dolayı bazı işçi arkadaşlarımızın işlerine, maalesef, işverenlerce son verildiği hepimizin malumlarıdır. Bu tür işten çıkarmalara son verebilmek ve imzalamış olduğumuz 158 sayılı ILO Sözleşmesinin de gereğini yerine getirebilmek için, iş güvencesi yasasının çıkarılmasına, ancak çıkarılacak bu yasayla ilgili işveren camiasının da görüşlerini dikkate alarak bir işçi-işveren mutabakatı sağlamak suretiyle bu yasanın Meclisten geçirilmesinin ülkemizdeki çalışma barışı için çok faydalı olacağına inanıyoruz. Ayrıca, söz konusu tasarı, hiçbir sosyal güvencesi olmayan tarım ve orman işçilerimizi de kanun kapsamına aldığı için, bir başka önem kazanmaktadır.

Bu arada, SSK Genel Müdürlüğünde çalışan ve 1998 yılında yönetim kurulu kararıyla unvan tenziline uğratılın 300 civarındaki personelin de mağduriyetlerinin önlenmesini beklediklerini Sayın Bakanıma arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal güvenlik kuruluşlarımızın içinde bulundukları olumsuz şartların kaynağını yalnızca aktuaryel açıkla izah etmek yanlış olur. Bu noktada gerek yasaların boşluklarından yararlanılarak, haksız olarak elde edilen gelirler gerekse yolsuzluk, israf, suiistimal ve istismar sebepleriyle yapılan fazla ödemeler önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu yollarla yapılan fazla ve haksız ödemelerin gözardı edilemeyecek boyutlara ulaştığı inkâr edilemez bir gerçektir. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak, sistemin kendi kendini kontrol edebilmesi ve yapılan fazla ödemelerin kontrol altına alınarak önlenmesini sağlamak amacıyla yeni tedbirler alınmalı ve radikal çözümler getirilmelidir.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde, necip Türk Milletinin ve İslam âleminin mübarek ramazanı şerifini ve inşallah, bir hafta sonra hep birlikte idrak edeceğimiz ramazan bayramını şimdiden tebrik ediyor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin çalışanlarımıza, emeklilerimize, devletimize ve milletimize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şen, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bugünkü müzakereleri izleyen geleceğin teminatı olan genç kaymakamları, yüksek müsaadelerinizle, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına selamlıyor, başarılar diliyorum efendim. (Alkışlar)

Size de teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde.

Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, takriben dörtyüz yıllık geleneği olan Türk kamu yönetimi içinde köklü bir yeri bulunan İçişleri Bakanlığı, devlet ve toplum hayatımızda önemli vazifeler üstlenmiş, huzur, güven, emniyet, asayişi sağlamak ve kamu düzenimizi korumakla görevli en önemli bakanlıklarımızdan biridir.

Konuşmamın başında, huzur ve güvenin tesisi için hayatlarını kaybeden güvenlik mensuplarına Allah'tan rahmet diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan, Bakanlık hizmetlerini yürütürken, temel ilke ve gayelerinin ülke ve millet sevgisi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne bağlılık, toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi olarak ortaya koymaktadır. Sayın Bakanın bu ifadeleri son derece önemlidir. Kamu düzeninin huzur ve güvenliğinin devam ettirilmesinde mülkî idare amirlerinin, güvenlik kuvvetlerimizin göstermiş oldukları gayretleri takdir etmekle birlikte, ülke idaresini tek başına yerine getirebilecek çapta büyük bir güce sahip olan İçişleri Bakanlığımızın, güven ve huzurun tesisinde bu gücü nasıl kullandığı çok daha önemlidir. Çünkü, güç demek otorite demektir. Otorite, iki tarafı keskin kılıç gibidir. Keskinlik, hassasiyet gerektirir. İşte, bu noktada, Sayın Bakanın hedef ve ilkeleriyle, pratikte yaşananlar arasında ciddî tezatlar mevcuttur. Devlet yönetiminde hassasiyet, insan haklarına saygı, dolayısıyla, insanımızın inanç, örf, adet, düşünce ve düşüncesini ifade etmesine saygı demektir. Yönetimde haksızlık ve adaletsizlik söz konusu ise, haksızlıklara karşı direnme hakkına saygı duymaktır.

Değerli milletvekilleri, 2002'ye girerken Avrupa Birliğini hedefleyen Türkiye, bu kadar konuşulmasına, yazılıp çizilmesine rağmen, Sayın İçişleri Bakanımızın 180 000 personelimizin insan hakları eğitimine tabi tutulduğunu ifade etmesine rağmen, insan hakları konusunda ciddî bir iyileşme, maalesef, olmamıştır. Hâlâ, insanımız, temel hak ve özgürlüklerini kullanmada ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Batı'da, sosyal devlet ve demokratikleşmenin bir göstergesi olan sivil toplum örgütlerinin, basın açıklaması yapmaları, ülkemizde, engellenmekte, ilgililer gözaltına alınabilmektedir. Dün, bildiğiniz gibi, çok önemli bir sendika başkanımız, Sağlık-İş Sendika Genel Başkanı gözaltına alındı. Yine, sosyal devlet ve demokratikleşmenin bir göstergesi olan vakıf ve derneklerin kurulması, ülkemizde zorlaştırılmakta, kurulu olanların faaliyetlerine, yasal dayanağı olmayan engeller çıkarılmakta, vakıflara ve derneklere üye olanlara, âdeta, potansiyel suçlu olarak bakılmaktadır.

İnsanlarımız, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanamamakta, yasakçı ve baskıcı keyfî uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Ön soruşturmalarda suçlunun teşhis ve tespitinde delilden sanığa değil, sanıktan delile ilkel anlayışı halen geçerli olduğu için, gözaltılarda işkence iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar uzanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, maalesef, ülkemizde işkence var ve bunu hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanın, arkadaşlarımızın işkenceyle ilgili sorduğu sorulara "basındaki haberler doğru değildir" demesi gerçeği değiştirmiyor. Netice itibariyle, işkence, insana yapılmaktadır. İşkenceyle ilgili olarak gördüklerimize, dinlediklerimize mi inanalım Sayın Bakanım, yoksa, resmî açıklamalara mı?! Gelin, Türkiye'yi bu ayıptan, bu ikilemden kurtaralım.

Bizler, toplumun huzur ve güvenini tesis ve insanımızın onurunu korumak için buradayız. Siz, zanla insanları toplayacaksınız, suçlu olup olmadıklarına bakmaksızın, bilgi sızdırarak medyada teşhir edeceksiniz, üç beş gün sonra da, mahkeme, suçsuz diye bu zanlıları salıverecek, sonra da, kusura bakmayın diyeceksiniz... Toplumun huzur ve güvenini böyle mi sağlayacaksınız?! Böyle bir devlet hukuk devleti olabilir mi?!

Hâlâ, adı üzerinde, emniyet içerisinde bulunması gereken yerlerde gözaltı ölümleri yaşanabilmektedir. Ülkemizin bir bölümünde 30 yaşındaki insanlar olağan halin ne olduğunu bilememektedir; olağanüstü halde doğan çocuklarımızın olağanüstü halde ölmemesi için, artık, gerekenler yapılmalıdır.

Faili meçhul cinayetler aydınlatılamamaktadır. Halen, derin devlet, derin bağlantılardan bahsedilebilmektedir. Teknolojik imkânların bu kadar geliştiği çağımızda, güvenlik güçlerinin olaylara müdahaleleri ölümlerle neticelenmemelidir artık.

Bakanlığın teftiş mekanizmasının, siyasî emeller doğrultusunda, âdeta, süper müfettişlik ihdas edilerek, siyasî linç amaçlı kullanılıyor olması üzüntü vericidir. Bakanlıklar, siyasî çıkar ve keyfî uygulama makamları değildir. Bu kadar olumsuzlukların yaşandığı ülkemizde, sorumlular olarak, Avrupa Birliğiyle ilgili nutuk atacaksınız; ama, adım atmayacaksınız; bu, samimiyetsizliktir.

Evrensel kriterleri milletimizden esirgediğinizde, Avrupa Birliğinin kapısında beklersiniz, milletin onuruyla oynarsınız. Dün müracaat eden ülkelerin de Avrupa Birliğine girişini izlersiniz; ama, Avrupa Birliği kapısından içeri giremezsiniz, içeri almazlar; sonra da, dayatmalardan şikâyet eder durursunuz.

Değerli milletvekilleri, özgürlük, sadece farklı düşünebilenlerin ihtiyacıdır. İnsan hak ve özgürlüklerini yadırgamak, bunlarda kısıtlamalara gitmek, çağdaşlığın değil, çağdışılığın göstergesidir. Özgürlüklerden korkmamalıyız. Sosyal hayatta barış, ekonomide rekabet ve kalkınma, siyasette kalite, ancak ve ancak özgürlüklerle mümkündür. Vurgun ve soygunların önüne de kapalı toplum anlayışıyla geçilemez. İllegal yapılanmalar ve terör örgütlerinin cirit attığı yerler, özgürlüklerin daraltıldığı yerlerdir.

11 Eylül terörü, dünyayı yönetmeye soyunanların, kendi ülke insanına layık gördükleri özgürlükleri dünya insanlığından esirgemelerinin bir neticesidir. Temenni ederiz ki, dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizliğin, baskıların, dayatmaların neticesi olan 11 Eylül terörü, sadece güvenliğin değil, özgürlüklerin de her ülkeye teşmil edilmesi şeklinde yorumlansın. Terörle mücadeleden yana isek, 11 Eylülü iyi okumalıyız. İlacı, özgürlüklerin yaygınlaştırılmasıdır. Aksi yorum, teröre hizmettir.

11 Eylül teröründen güvenlik anlayışı öne çıkacaksa, özgürlüklerin daralacağına, dolayısıyla, terörün artacağına işarettir. 11 Eylül terörüyle özgürlük anlayışı öne çıkarılacaksa, terörün hareket alanı iyice daralacaktır. Umarız, kritik bir bölgede bulunan ülkemiz, tercihini özgürlüklerin yaygınlaştırılmasından yana kullanır da, çok çektiğimiz terörle bir daha yüz yüze gelmeyiz değerli arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, 11 Eylül sonrası öne çıkarılan konulardan biri de terör-sermaye ilişkisi. Terör ve terörizme destek veren sermayeyle, elbette, ciddî mücadele edilmelidir; yalnız, zanna dayalı bir mücadele değil, hukuk devleti ilkeleri içerisinde ciddî bir mücadele  yapılmalıdır. Özellikle 28 şubat sürecinde yerli ve yabancı sermayeyi ürküttük, sermayenin ülkemizden kaçmasına sebep olduk; yapılan yanlışlara bir daha düşülmemelidir.

Değerli milletvekilleri, bir önemli konuyu daha huzurlarınıza getirmek istiyorum. Ülkemiz jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip bir ülke. Herkesin gözü bu topraklarda, iç ve dış düşmanlarımız sınırsız maddî imkânlarıyla ülkemizi bölüp, parçalamak istemektedirler. İnsanımız millî ve manevî değerlerimizden, irtica paranoyalarıyla uzaklaştırılırken, misyonerler teşkilatlarını kurmuş, ülkemizde cirit atmaktadırlar. Türkiye laik bir ülkedir. Bizim değişik dinlere mensup vatandaşlarımızla bir problemimiz yoktur, herkes inancını dilediği gibi yaşamalı; fakat, ekonomik krizi de fırsat bilerek, nesillerimizin millî ve manevî değerlerimizden uzaklaştırılması konusundaki misyoner faaliyetlerine karşı İçişleri Bakanlığı ne gibi tedbirler aldı acaba? Bugüne kadar kaç misyoner yakalandı? Haklarında ne gibi işlemler yapıldı ve bunların dış bağlantıları, acaba, tespit edilebildi mi?

Değerli milletvekilleri, kısaca, birkaç konuyu daha dile getirmek istiyorum. Ülkemize dost ve komşu ülkelerden mülteciler gelmektedir. Birleşmiş Milletler Teşkilatının ilgili komisyonu ve Kızılay kanalıyla bu insanlara yardım eli uzatılmalıdır.

Bir diğer konu da, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün geliştirmiş olduğu MERNİS projesidir. Ne yazık ki, bu proje de hayata geçirilememiştir. Ayrıca, ülkemize göç etmiş olan soydaşlarımız, vatandaşlık haklarını elde etmede ciddî zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu konudaki bürokratik engeller ortadan kaldırılmalı ve geçiş kolaylaştırılmalıdır.

Acil müdahale birliği veya mobil kuvvet diyebileceğimiz sivil savunma birliklerinin 11 ildeki kadro ve benzeri eksiklikleri bir an önce giderilmeli, tam teşekküllü olarak faaliyete geçirilmelidir ve bu birlikler sivil savunma il müdürlüklerine bağlanmalı, bu hiyerarşik düzen kurulamayacaksa, kadro ve imkânlarıyla yerel yönetimlere devredilmelidir.

Emniyet mensuplarının taleplerine de kısaca değinmek istiyorum: Personel yasası mutlaka çıkarılmalı, ücretleri günün şartlarına göre yeterli hale getirilmeli, taban maaşları yükseltilmeli ve emekli olmak isteyenlerin önü bu vesileyle açılmalıdır. Terfilerde gerçekçi ve kalıcı bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Torpili olan değil, hak eden terfi etmelidir.

İçişleri Bakanları, bugüne kadar, genellikle, emniyet mensuplarının malî durumlarıyla ilgili müjdeci bakan rolünü üstlenmişlerdir. Artık, emniyet mensupları, müjde değil, icraat beklemektedirler. Emniyet mensubunun kafasını maddî sıkıntılar meşgul etmemeli; aksi takdirde, güven unsuru olan polis, ailesi ve toplum için güvensizlik unsuru olmaktadır. Kısaca, hangi emniyet mensubuyla görüştük ise, karşılaştığımız cevap şu oldu: "Polisin ve emniyet mensubunun derdi anlatmakla bitmez" diye feryat ediyorlar. Belki de, insan haklarının ihlalinde, emniyet mensuplarımızın bu psikolojik hali de etkili olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin yönetim yapısı, maalesef, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonucu, dünyadaki eğilimlere paralel olarak aşırı merkeziyetçi bir yapı içindedir. İnisiyatifin merkezde ve bürokraside olması, ülkemiz açısından pek çok tehlikeli sonuçlar ortaya koymaktadır. Aşırı merkeziyetçi anlayış, havaleciliği, bedavacılığı, son olarak da, karşımıza çeteciliği getirmiştir. Ayrıca, inisiyatifin merkezde olması sonucu, âdeta, bir kurtarıcı kültürü oluşmuş; dolayısıyla, merkez, kurtarıcı rolünü üstlenmiş, aşırı yük altında, siyaset, siyasetçi, bürokrat, bürokrasi, âdeta, sürmenaj olmuştur.

Devlet, üretimden, ekonomiden, işletmecilikten elini çekmelidir. Devletin aslî fonksiyonuna dönmemesi, hizmetlerin mahalline bırakılmaması, kaynak israfına sebep olmaktadır. Dolayısıyla, problemlerin çözülmemesi, fertleri de, müesseseleri de, yorgunluğa, yılgınlığa, ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu da, İçişleri Bakanlığının yükünü artırmaktadır.

Değerli milletvekilleri, sistem iflas etmiştir, yönetim anlayışı iflas etmiştir. Birbirimize anlatmayalım. Milletimiz de, milletin vekilleri olarak bizler de, sıkıntıların sebebini de, çözümünü de biliyoruz. Elbette geçmişi değiştiremeyiz; ancak, gelecek elimizde. Özellikle, iktidarın ana kanadına seslenmek istiyorum: Beyler, konuşma dönemi bitmiştir. Milletimizin ifadesiyle, konuşmalara, artık, milletimizin karnı tok.

Yerel yönetimler yasa tasarısını içişleri alt komisyonunda görüşmekteyiz. Problemlerin çözümünde samimîyseniz, yeniden yapılanmadan yana iseniz, bırakınız televizyonlarda nutuk atmayı, sistemi rahatlatmak istiyorsanız, böyle, güvensizlik temeline oturan yamalı bohça misali bir yerel yönetimler yasa tasarısı değil, bir reform tasarısı getirin ki, samimî olduğunuza inanalım. Bunu yapmazsanız, yaptıklarınız şovdan ibarettir.

Hangi siyasî parti, yetkilerin yerele devredilmesine karşıdır. Var mı içimizde karşı olan bir siyasî parti; varsa, buraya çıkıp niçin karşı olduğunu açıklasın; yoksa, 1988'de Mahallî İdareler Avrupa Özerklik Şartına çekince koyan güç hangi güçtür. Bu tasarının bir yama tasarısı olarak Yüce Meclisin önüne gelmesine vesile olan güç hangi güçtür. Meclisin gerçek iradesinin tecellisi için ille de gizli oylama gerekmemelidir.

Değerli milletvekilleri, 81 il özel idare teşkilatı, 3 216 belediye, 35 118 köye, artık, Ankara'dan sağlıklı hizmet götürmek mümkün değildir. Ankara, o kadar bıktırdı ki, yerel yöneticiler, yasa çıksın da nasıl çıkarsa çıksın noktasına gelmişlerdir. Endişemiz odur ki, belediye başkanlarının, yerel yöneticilerin bu sıkıntılı durumu hükümet tarafından istismar edilerek, bir reform değil bir yama tasarısı Meclisin önüne getirilecektir.

Ülkemizin çağdaş bir yönetim anlayışına kavuşması, yerel yönetimlerde gerçek anlamda bir reformun gerçekleşmesi temennisiyle, İçişleri Bakanlığı Bütçemizin milletimize hayırlı olmasını diliyor, milletimizin bayramını kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, Bingöl Milletvekili Sayın Mahfuz Güler'de.

Buyurun Sayın Güler. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Partim ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasamızda "Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir hukuk devletidir" denilmekte; ama, ne yazık ki, yetmişsekiz yıllık cumhuriyet tarihimizde vatandaşlarımızın, hâlâ, önemli bir kısmı sosyal bir güvenceden mahrum olarak yaşamak zorunda bırakılmaktadır. İyi-kötü sosyal bir güvencesi olanların büyük bir kesimi ise hallerinden zaten hoşnut değildirler.

Değerli arkadaşlar, çalışma hayatımızı ilgilendiren önemli yasal düzenlemeler yeterli düzeyde gerçekleştirilememiştir. Üç yıla yakın bir zamandan beri görev yapan bu hükümet döneminde getirilen tasarıların büyük bir bölümü, bugüne kadar, Genel Kurul gündemine alındığı halde görüşülmeye başlanamamıştır.

4588 sayılı Yetki Yasasının Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucunda bu yetki yasasına dayanılarak çıkarılan 4 kanun hükmünde kararname 10.11.2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, iptal edilmiştir. Bunlardan 616 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle SSK yeniden yapılandırılmış, SSK'ya başkanlık sistemi getirilerek, önemli değişiklikler yapılmıştır. Anayasa Mahkemesinin bir yıl süre tanıdığı bu tasarı, bugüne kadar görüşülememiş ve bu süre 10.11.2001'de sona ermiştir.

Yine, 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü kaldırılmış, bunun yerine Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü kurulmuştur; ancak, Anayasa Mahkemesinin tanıdığı süre dokuz ay olmasına rağmen ve bu süre üzerinden dört ay geçtiği halde bu tasarı da görüşülememiştir.

618 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının teşkilat yapısı değiştirilmiş, Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Müdürlüğü lağvedilerek, onun yerine Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı oluşturulmuştur. Bu tasarıyla, Bakanlık teşkilatında önemli ve hatta gerekli değişiklikler yapılmıştır. Anayasa Mahkemesinin bu tasarı için tanıdığı süre altı ay olmasına rağmen, üzerinden de altı ay geçtiği halde, bu tasarı da görüşülememektedir.

619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ise, Bağ-Kurun yeniden yapılandırılmasıyla ilgilidir. Anayasa Mahkemesinin tanıdığı dokuz aylık sürenin üzerinden dört ay geçtiği halde, bu tasarı da, bugüne kadar görüşülemedi.

Değerli arkadaşlar, deminden beri sözünü ettiğim bu 4 adet kanun hükmünde kararname için de, Anayasa Mahkemesinin tanıdığı süreler dolmasına rağmen, hatta üzerinden dört ay, altı ay geçmesine rağmen, bugüne kadar Genel Kurulda görüşülmediği ve kanunlaşmadığı için bu kurumlar, yasal dayanaktan mahrum olarak görevlerini sürdürmektedirler.

Sayın Bakanımızın kişisel gayretleriyle gerçekleştirilen bu değişikliklerin büyük bir bölümüne katılıyoruz ve bu vesileyle, Sayın Bakanı kutluyoruz ve takdir ediyoruz.

Biz, AK Parti Grubu olarak, millet menfaatına uygun olan her olumlu işe, hayırlı gördüğümüz her değişikliğe, ülke için, çalışanlarımız için, destek olmaya hazırız. Pozitif muhalefet yapacağımızı her zeminde söyledik, söylemeye ve yapmaya da devam edeceğiz. Ancak, deminden beri saydığım bu tasarılarla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütün birimleri, bağlı ve ilgili bütün kuruluşları, genel müdürlükleri, daire başkanlıkları değiştirilmiş, hatta bazılarının yaptığı görevler yürürlükten kaldırılmış; ama, bunlar hâlâ yasal bir dayanağa kavuşturulamamışlardır.

Sayın milletvekilleri, sosyal güvenliğimizin ciddî sorunları vardır. Çalışanlarımızın sıkıntıları had safhadadır. Çalışma hayatımızı ilgilendiren bu ve buna benzer temel yasaların zaman geçirilmeden çıkarılması esastır, hatta şarttır.

Bugüne kadar çok sözü edilen; ama, bir türlü Meclis Genel Kuruluna getirilemeyen İş Güvenliği Yasa Tasarısı hâlâ gerçekleştirilememiştir. 1 milyon civarında kayıtdışı sigortasız çalışan yerli-yabancı işçinin çalıştırıldığı varsayılmakta; ama, bunlarla ilgili bir düzenleme, bir tedbir alınamamıştır. SSK'da aylık gelir-gider dengesi sağlanamadığı için, bu makas giderek büyümektedir.

Bakınız, bir aylık ödemeyi örnek vermek istiyorum: Sadece Ekim 2001'de SSK'da ödenen emekli maaşı tutarı, yalnız başına, 608 trilyon lirayı bulmakta; kurumun toplam bir aylık gideri ise, 806 trilyon liraya yükselmektedir. Oysa, SSK'nın 2001 Ekim ayı geliri 660 trilyon lira civarında olduğundan, aradaki fark Hazine tarafından kapatılmaya çalışılmaktadır. Buna benzer örnekler, hemen hemen her ay SSK'da yaşanmaktadır.

Bağ-Kur'daki açıklar ise, günden güne daha da artmaktadır; 2000 yılında 1 katrilyon 150 trilyon lira olan açık, 2001 yılında 2 katrilyonu bulmaktadır.

Bakınız, SSK'da, sadece 2001 yılı sağlık harcamalarının 2 katrilyonu bulacağı hesaplanmıştır. Sağlık harcamaları içinde en büyük gider kalemini ilaç giderleri oluşturmaya devam etmektedir. 2001 yılında ilaç giderlerinin 1 katrilyonu bulması beklenmektedir. Başka bir deyimle, SSK'nın, 2 katrilyon liralık sağlık harcamasının yarısı, yani 1 katrilyonu ilaca gitmektedir. Hep söyledik, yine söylemek zorundayız. SSK'nın ilaç israfına mutlaka bir çözüm bulunmalıdır; SSK kendi ilacını kendisi üretebilmelidir.

Kurumun, 3 katrilyonu aşan prim alacağı zaman geçirilmeden tahsil edilmelidir. Kurumun, kamu kurum ve kuruluşlarında biriken trilyonlarca lira sosyal yardım zammı alacağı bulunmaktadır. Çoğu belediyelerden olan, bu alacaklar için makul ödeme planları yapılabilmelidir; gerekiyorsa bu konuda yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, yapılan düzenlemelerin büyük bir bölümüne katıldığımızı söyledik; özellikle, SSK'nın eski yapısıyla yürümesinin mümkün olmadığını her fırsatta dile getirdik. 35 milyon insana sağlık hizmeti veren, 560 sağlık kuruluşu bulunan, Türkiye bütçesinin sekizde 1'ine sahip ve Sağlık Bakanlığından daha fazla insana sağlık hizmeti veren, bütçesi 12 bakanlığa eşdeğer, devasa bir kuruluş olan SSK'nın sağlık işleri, 1 genel müdür yardımcısıyla 1 daire başkanı ve 4 şube müdürüyle yürütülmesinin mümkün olmadığını her fırsatta söyledik. Bu nedenle, bu düzenlemeler, Refahyol hükümeti döneminde de yapılmak istenmiş; fakat, ne yazık ki, hükümetin ömrü, bunların yapılmasına yetmemişti.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de mevcut kamu kurum ve kuruluşları arasında en çok gayrimenkulü bulunan kuruluş SSK'dır. Ankara'da, İstanbul'da, en merkezî yerlerde, değerlerine paha biçilemeyen bu iş hanları, iş merkezleri, SSK'nın hiçbir işine yaramadığı gibi, çoğundan da çok cüzî miktarda kiralar alınmaktadır. Bu gayrimenkullerin satışı için, bizim görevde olduğumuz dönemde kanun çıkarıldı, hatta yönetmelik bile hazırlandı; ama, hükümet düşürülünce hiçbir işlem yapılamadı. Vakit geçirilmeden, SSK'nın kullanmadığı, işine yaramayan bu gayrimenkuller, gerçek değerleri üzerinden satılarak değerlendirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, sosyal güvenlik reformu diye takdim edilen değişiklikler, maalesef, daha ilk günden ölü olarak doğmuştur. Tüm sosyal güvenlik kuruluşlarını bir çatı altında toplamayı, bunlar arasında norm ve standart birliği sağlamayı amaçlayan bu düzenleme, daha başından başarısızlığa uğramıştır; çünkü, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kurla birlikte aynı bakanlık çatısı altına alınamamıştır; üstelik, aynı hükümette, hatta aynı partiye bağlı bakanlıklar, kendi aralarında anlaşamamışlardır. Bu nedenle, sosyal güvenliğin üçlü sacayağı dediğimiz ayaklardan biri eksik olarak düzenlenmiştir.

Büyük gürültülerle çıkarılan, mezarda emeklilik yasasına rağmen, 2002 yılında da sosyal güvenlik harcamaları, bütçede en büyük karadelik olmaya devam edecektir. Böylece, hükümet, 2001 yılında olduğu gibi, 2002 yılında da yatırımlar için ayırdığı kaynakların çok daha fazlasını, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kura maaş ödemesi için transfer etmek zorunda kalacaktır.

Bu yıl, üç sosyal güvenlik kuruluşu için bütçeden aktarılması beklenen kaynak tutarı 5,5 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır. Oysa, yıl sonunda bütçeden yatırıma ayrılan ödenekler tutarı 3 katrilyon 750 trilyon lirada kalacaktır. Aynı şekilde, gelecek yıl 5 katrilyon 736 trilyon lirayı yatırımlara aktarmayı planlayan bu hükümet, sosyal güvenlik kuruluşlarına 7,5 katrilyon lira ödemek zorundadır. Bu verdiğim rakamlar, bu hükümetin sosyal güvenlik politikasının da diğer politikaları gibi iflas ettiğini ortaya koymaktadır.

Görünen o ki, Sayın Bakanın tüm iyiniyeti ve gayretli çalışması, bu hükümetin iflasını engelleyememiştir. Eğer, bu hükümet, 50 yaşın üzerindeki işçilerimizi cebren emekli edecekse, buna, önce kendilerinden başlamaları gerekir. Sayın Bakanlarımızın hemen hemen tümü 50 yaşın üzerinde olduğundan, önce, bu işe, kendilerinden başlanmalı, sonra, 50 yaşın üzerindeki işçilerimiz emekli edilmeye çalışılmalıdır. (AK Parti sıralarından "Başbakandan başlayın" sesleri) Cumhuriyet tarihimizde, ilk defa, çalışanlar, bu hükümet döneminde, cebren emekli edilmeye çalışılmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Bakan 50'nin altında...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başbakanın yayımladığı genelgeler, tüm çalışanlarımızı, işçimizi, memurumuzu huzursuz etmiştir. Bu uygulamalardan sonra, iş barışı diye bir şey kalmayacaktır. Çalışanımız, beni ne zaman işten atacaklar endişesine girmiş; yarınlarından emin olmayan, belirsiz, bezgin ve bıkkın bir hal içerisine girmişlerdir. Bu ülkenin bu hale gelmesi, yangın yerine dönmesinin sebebi sanki çalışan kesimmiş gibi, sanki bu krizleri işçimiz, memurumuz, emeklimiz çıkarmış gibi, fatura, bu insanlarımıza çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Söz verildiği halde, yıllardır perişan edilen işçi emeklilerimizin intibak yasası hâlâ çıkarılamamıştır. Krizin patlak verdiği günden bugüne kadar 2 milyona yakın insanımız işini kaybetmiştir. Bir ülkede 15 milyon insan işsizse, 10 milyon insan sokaklarda aç geziyorsa, o ülkede sosyal güvenlikten, insanca yaşamaktan nasıl söz edilebilir?! Asgarî ücretin 122 milyon lira, 1 kilo etin 5 milyon lira olduğu bir ülkede, sosyal adaletten söz etmek, en hafif deyimiyle, densizliktir. 300 milyon lira maaş alan bir memura fazla mesaisini vermemek, kazanılmış hakkı olan ikramiyesini kesmek, hangi adalete, hangi devlet anlayışına sığar?! Emeklilerimizi torunlarının harçlıklarına göz dikmeye mecbur eden bir hükümet, onları semt pazarlarında çürük sebze toplamaya mecbur eden bir anlayış, nasıl olur da, refahtan, sosyal barıştan söz edebilir?!

Çalışanlarımız, işçilerimiz, memurlarımız, her Allah'ın günü çoluk çocuğuyla meydanlarda, alanlarda yeni sosyal haklar almak için değil, ellerindeki mevcut hakları kaybetmemek için direnmekte ve gösteriler yapmaktadırlar. Dünyanın hangi demokratik ülkesinde, çalışanlar, kazanılmış haklarını kaybetmemek için sokağa dökülmüşlerdir?!

Esnafı ve sanatkârı soruyorsanız, onların hali daha berbat; kimisi aldığı krediyi geriye ödeyemediği için kimisi de verdiği çek ve senedi ödeyemediği için adliye koridorlarında, icra dairelerinde günlerini tüketmektedirler. Bağlı bulunduğu birliğe üyelik aidatını dahi ödeyemeyen esnaftan, tüccardan daha ne bekliyorsunuz?! Hâlâ vergileri artırıyor, hâlâ zam üstüne zam yapıyorsunuz.

Bütün bir ülkeyi yangın yerine dönüştüren bu iktidarın milletvekillerine sesleniyorum: Yüreğiniz yetiyorsa halkın arasına katılın, vatandaşın kahvesine girin; bakın bakalım halinize, başınıza neler geliyor, gidin de görün! (DSP sıralarından "Ayıp, ayıp"sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Ne oluyor?.. Ne oluyor?.. Yo, fazla beklenmiş bu. Bu denk değil bu.

MAHFUZ GÜLER (Devamla)- 2 milyon insanı işinden, aşından eden bu hükümetin sayın bakanlarına sesleniyorum: Cesaretiniz varsa kamufle edilmiş sivil plakalarla değil...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Efendim, bir dakika, bir dakika; çok önemli bir şey söylüyorsunuz, bizi de rahatsız etti; ben söz vereyim de...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Senin kendine saygın yok, bize...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) -Dinle, önce bir dinle; önce bir dinlemesini öğren.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

MAHFUZ GÜLER (Devamla)- 2 milyon insanı işinden eden, aşından eden bu hükümetin sayın bakanlarına sesleniyorum: Cesaretiniz varsa, kamufle edilmiş sivil plakalarla değil, o çok sevdiğiniz kırmızı plakalarla...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokasyon yapıyor Sayın Başkan!

MAHFUZ GÜLER (Devamla) -...halkın arasına karışın, karışın da görün bakalım halinizi.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Ne olacak yani... Ne olacak yani...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayenizde, bu ülkede açlıktan ölen insanlara şahit olduk.

BAŞKAN - Sayın Güler, lütfen efendim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) - Kapının önüne çık bak. Kimseden bir rahatsızlığımız yok; kırmızı plakalı araba orada duruyor.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Her gün artan intihar haberleri de mi sizi hiç ırgalamıyor.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bu memleketi batıran sizsiniz.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Kapanan işyerleri, kapısına kilit vurulan fabrikalar, yarın benim halim ne olacak diyen insanlar size hiçbir şey anlatmıyor mu?

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Ülkeyi bu hale siz getirdiniz.

BAŞKAN - Sayın Güler, lütfen.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Döneminiz, sefaletin ve yokluğun adresi olmuştur.

BAŞKAN - Sayın Güler... Sayın Güler, Bakanlar Kuruluna ve cumhuriyet hükümetine yönelik deminki ifadeniz biraz ağır oldu.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokasyon yapıyor, bu adam provokatör, oturtun yerine Sayın Başkan.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Hem haddini aştı hem de süresini aştı Sayın Başkan.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Önce kendine saygın olsun. Bunlar nasıl konuşma?!

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bırakın da ben cevap vereyim.

 Yüreği olmayan, o kırmızı plakaya binmez; ama, herhalde bir maksadı vardır...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Düzeltelim efendim; ama, hiçbir sayın bakanımız kırmızı plakayla gezmiyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ama bir sebebi vardır efendim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Ne sebebi var?..

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Halkın önüne kırmızı plakayla çıkamıyorlar da ondan.

BAŞKAN - Onu, İçişleri Bakanına, sonra, gizli sorarsınız; belki onlar öyle bir tedbir aldırmışlardır efendim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla)- Açıktan soruyorum efendim; niye gizli sorayım?

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -  Halktan korkudan efendim.

BAŞKAN - Halktan korkudan değil efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, ben İçişleri Bakanı olarak hep kırmızı plakalı arabayla geziyorum.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkanım, gizlenmeye ne gerek görüyorlar. Benim ülkemin insanları bunların hiçbirini hak etmedi. Bu mağdur ve mazlum milletin yakasından düşün artık ve gelin, bu millete son bir iyilik yapın; beceremediğiniz bu işi bırakın, bu milletten özür dileyin...

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Bizde şıhlık yok, ağalık yok; biz halk adamıyız.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bu ülkeyi IMF'ye teslim ettiğiniz için...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine, yeter artık...

BAŞKAN - Lütfen efendim...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bu milleti, Dünya Bankasına mahkûm ettiğiniz için özür dileyin ve bırakın...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Geç yerine!.. Geç yerine!..

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bir an önce seçime gidin ki, bu mazlum millet o zaman belki sizi affedebilir.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Oturt yerine Sayın Başkan, süresi çoktan bitti.

BAŞKAN - Evet, eksüreniz de bitti efendim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Oturt yerine efendim, provokasyon yapıyor. Böyle şey olmaz! (Gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim, eksüresi de bitti, tamam.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Efendim, ülkeye şikâyet ederim diye nasıl konuşturuyorsunuz?!

BAŞKAN - Sayın Levent, sakin olun efendim, karşılıklı konuşmayın.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Ne demek bütün bunlar?!

BAŞKAN - Efendim, bir dakika...

MELDA BAYER (Ankara) - Hükümetin başarılı olduğunu görünce seçim taleplerini gündeme getiriyorlar.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Adam tahrik ediyor, Meclisi kışkırtıyor efendim.

BAŞKAN - Efendim, vazgeçti...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Tahrik ediyor, provokatör bu adam Sayın Başkan, oturtun yerine.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... (Gürültüler)

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Utanmıyor musun?! Eskişehir'de söz verdin, sözünü yerine getir.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine!.. Otur yerine saygısız adam!

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Burası Meclisin kürsüsü, gel buradan konuş; "söz vermedim" de...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Bu adam tahrikkâr.

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim, tahrik etmeyin efendim.

Teşekkür edin, bitirin efendim...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Bağlıyorum efendim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Provokatör bu adam.

BAŞKAN - Sayın Güler, mikrofonunuzu açtım, teşekkür edin bitirin efendim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Geç yerine...Geç... Geç...

BAŞKAN - Sayın Güler, teşekkür edin, bitirin efendim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa, gel, burada konuş!..

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Otur yerine saygısız adam!..

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Yüreğin yetiyorsa, emekli cemiyetlerin toplantısına gel. (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Güler, teşekkür edin bitirin efendim, karşılıklı konuşmayın, keseceğim sözünüzü...

MAHFUZ GÜLER (Devamla) -Niye kaçtın? Bıraktın, kaçtın.

BAŞKAN - Sayın Güler, karşılıklı konuşmayın, keseceğim sözünüzü.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN - Lütfen efendim, teşekkür edin, bitirin.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) - Artık, tek kurtuluş yolu seçimdir. Bunu, halkımızın yüzde 80'i istiyor. Gelin, siz de kabul edin, bu millete son bir iyilik yapın. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

Bu duygu ve düşüncelerle, halkımızın, tüm çalışanlarımızın, işçilerimizin, memurlarımızın, emeklilerimizin, mübarek ramazan bayramını kutluyor; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin, ülkemize ve çalışanlara hayırlar getirmesini diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Böyle canlanma olmaz.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yüreğin yetiyorsa, gel konuş!

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, ne yapıyor bu adam?!

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Niye kaçıyordun?!

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim... Buyurun... Buyurun...

Bugün, İdare Amirimiz Hakan Tartan nöbetçi; nerede o? İdare Amirimiz gelsin, bugün o nöbetçi.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Utan be!..

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, müdahale eder misiniz, müdahale edin ona!

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Meclisi, Başkan yönetiyor; siz konuşmayın!

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yüreğin yetiyorsa, çıkıp orada konuş!

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Seninle konuşuruz, sen fazla oldun yani!..

BAŞKAN - Efendim, istirham ediyorum...

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun.

Süreyi eşit mi kullanacaksınız Sayın Bedük?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki efendim, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, halkın söylediğini kürsüde ifade etmek, herhalde bizim de boynumuzun borcu. Dolayısıyla, milletvekilleri olarak, eğer, biz, kahvelerde, sokakta, çarşıda, pazarda, esnafta birkısım sıkıntıları tespit etmişsek ve bunu da, bu kürsüde ifade ediyorsak, bunu, iktidar partilerinin, özellikle, anlayışla karşılamaları lazım. Bunu, özellikle sözlerimin başında belirtmek istiyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Üslup önemli ama.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleneksel yapısı içerisinde fevkalade köklü ve o nispette de önemli bir bakanlığı ihtiva etmektedir. Öyle bir bakanlık ki, insanoğlunun doğumundan ölümüne kadarki her safhada İçişleri Bakanlığı vardır. İçişleri Bakanlığının yaptığı hizmetler, vatandaşımızın huzuru, güveni, sağlığı, refahı ve çağdaş dünya içerisinde yerini alabilmesi için de fevkalade önemlidir. Bir yandan iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle yurtta huzur ve güvenliği ve emniyeti temin etmek, kamu düzenini ve genel ahlakı sağlamak, Anayasada yazılı olan hak ve hürriyetleri korumak İçişleri Bakanlığının önemli hedefleri arasındadır; diğer yandan, il ve ilçe genel idare kurulları ve sivil savunma ve nüfus ve vatandaşlık hizmetlerinde de, yine, İçişleri Bakanlığı vardır doğumundan ölümüne kadar. Ayrıca, sivil savunma teşkilleri itibariyle de, vatandaşımızın başından geçecek olan, temenni etmediğimiz birkısım afetlerde de üzerine düşen görevi yapacak olan, yine, İçişleri Bakanlığı bünyesi içerisindedir. Değerli arkadaşlar, yine, demokrasimizin en önemli unsuru olarak gördüğümüz, âdeta, mektebi olarak telakki ettiğimiz mahallî idarelerin yönlendirilmesi ve onlarla ilgili birkısım düzenlemelerin yapılması da, keza, aynı şekilde, İçişleri Bakanlığı görevleri arasındadır.

İçişleri Bakanlığının, tarih boyunca, ülkemizin devlet yönetiminde fevkalade önemli yeri olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu itibarla, özellikle ve öncelikle, bu Bakanlıkta görev yapmakta olan vali ve kaymakamlar başta olmak üzere, güvenlikten sorumlu olan Jandarma, Emniyet ve Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarına ve bu uğurda, özellikle de yapmış olduğu hizmetler sırasında, gayretlerinden dolayı, hem tebriklerimi hem teşekkürlerimi sunuyorum ve başarı dileklerimi, özellikle ifade ediyorum. Ayrıca, bu ülkenin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü konusundaki gösterdikleri hassasiyet sırasında, emniyet ve asayişin temini sırasında, görevlerini yaparken, Anayasada ifadesini bulan, özellikle, birkısım vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirirken şehit olanları da rahmetle ve minnetle anıyorum. Gazilerimizi, yine, şükranla yâd ediyorum ve şehit ailelerimizi de saygıyla selamlıyor ve özellikle de, devletimizin himayesi altındaki şehit ailelerimiz için getirilecek olan her düzenlemede yanınızda olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı fevkalade önemli görevler yapmaktadır dedim. 15 büyükşehir statüsüne tabi olan il var, 66 il var ve 56 büyükşehir statüsüne bağlı ilçeler, 21 alt kademe, 793 ilçe ve 2 264 de belde var. Bütün bunların hepsini dikkate aldığımızda, gerçekten İçişleri Bakanlığının, yapılan hizmetler itibariyle, âdeta bütün bakanlıkların görev ve sorumluluklarının koordinasyon ve işbirliğinin yürütüldüğü taşradaki sorumlusu, yine bu bakanlığın mensubu olarak karşımıza çıkmaktadır; ama itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, idarî taksimatlar artık yetersiz hale gelmekte, şehirleşmedeki alabildiğine artan birkısım sorunlar, bugünkü mevzuatla illeri yönetmekte özellikle sıkıntılar çekildiğini belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, İstanbul gibi büyük bir megapol ilin, özellikle de İl İdaresi Kanunuyla yönetilmesini, doğrusunu isterseniz, hiçbir surette gerçekle bağdaştırmak mümkün değil. Yine Ankara'yı düşünün, Ankara'da bir taraftan merkezde büyük bir metropol şehir, bir taraftan da bağlı ilçelerini dikkate aldığımızda -Sayın Bakana hatırlatmak istiyorum- mevcut olan kanunla bu illeri yönetmekte fevkalade büyük sıkıntı çektiğimizi belirtiyor ve o sebeple de yeni özel yönetimlerin ve özel kanunların birkısım illerimiz için bir zaruret haline geldiğini belirtiyor ve ümit ediyorum ki, bu konu, bir an evvel, yine İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilecektir diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığıyla ilgili konuya geçmeden önce, bir hususu dile getirmek istiyorum. Avrupa Birliği ekonomik maksatlarla kurulmuş olan bir kuruluş; ama, Avrupa güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde yeni bir ordu kuruyor. Peki, bu ordu ne için kuruluyor, kim için kuruluyor, hangi maksatlarla kuruluyor, içerisindeki amaç ne; bunu bilmek lazım. Çünkü, bu konu, dış güvenliği ilgilendirdiği kadar iç güvenliği de ilgilendiriyor; yani, İçişleri Bakanlığımızı da ilgilendiriyor. Bu bağlamda, Avrupa güvenlik ve savunma politikası konusunda Dışişleri Bakanlığımızın uzun bir zamandan beri dayattığı, ısrar ettiği ve karar merciinde, karar organında yer alması hususundaki tavrından son anda vazgeçmesini anlayamadık.  Sayın Başbakan dün bir açıklama yaptı; ama, sayın bakanlar farklı farklı açıklamalar yapmakta ve bir kısmı da ne olduğunu bilmiyoruz demekteler.

O halde, şunu belirtmek istiyorum: Avrupa güvenlik ve savunma politikasından neden vazgeçildi, neden karar sürecinden vazgeçildi ve Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere'nin, kendi taahhütleri çerçevesinde eğer ben bundan vazgeçtim diyorsanız, ne Amerika Birleşik Devletleri Avrupa Birliğinin içerisindedir ne de İngiltere tek başına Avrupa Birliğini temsil etmektedir. Konu, doğrudan doğruya Avrupa Birliğiyle ilgilidir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği adına, kimsenin taahhüt vermeye hakkı yoktur; zaten veremez. Helsinki'de, hatırlarsanız, Finlandiya dönem başkanı bir mektup verdi. Yazılıydı o mektup; ama, o yazılı mektup sonra unutuldu. Ümit ediyorum ki, bu, yine, başımıza herhangi bir bela açmayacak.

İkinci bir husus da, terör, hep bir iç mesele olarak alınmıştır Türkiye'de. Biz müteaddit defalar, "bu bir iç mesele değil, bir dış meseledir; çünkü, birkısım ülkelerin dışpolitikaları gereği, bir diğer ülke üzerinde hesapları vardır ve onun için terörü desteklemektedir" dedik ve demeye devam ettik; ama, ne yazık ki, bu dediklerimizi, Avrupalı dostlarımıza, Avrupa Birliğine dahil olan ülkelere anlatamadık.

Nihayet, 11 Eylül olayı oldu. 11 Eylül olayı vahim bir olaydı; ama, Amerika Birleşik Devletlerinin başından geçtiği için, âdeta, öne geçti; ama, Türkiye, uzun yıllardan beri terörden çekti ve konuyu uluslararası platforma taşıdı; ama, anlatamadı.

İşte, 11 Eylül olayıyla birlikte, Türkiye, terör konusunu, terörden çektiği sıkıntıyı, özellikle, her vesileyle ifade etmesi ve bütün dünyanın teröre karşı mücadelede işbirliği yapması gerektiği hususundaki tavrını açık ve net olarak ortaya koyması gerekirken, o konuda, maalesef, geri kaldı.

Terör, gerçekleştirilmesi ucuz; ancak, engellenmesi zordur, pahalıdır. Teknolojiden yararlanan terör, aynı zamanda, ülkenin hem demokrasisini hem rejimini tehdit eder duruma gelmiştir ve yine, terör, başka ülkelerin destekleriyle ancak ayakta kalabilmektedir.

Bugün, teröristlerin -PKK terör örgütünü söylüyorum- ASALA örgütünün kongresini Paris'te takip etmiştik. Diyor ki ASALA'nın militanı; ağırlıklı olarak söylüyor; "Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanı, özellikle 1914-1918'lerde bizim atalarımızı, dedelerimizi öldürdü; siz, nasıl oluyor da PKK ile işbirliği yapıyorsunuz?" ASALA'nın lideri kalkıp cevap veriyor -bunlar kasetlerde var- diyor ki: "Biz de biliyoruz doğu ve güneydoğu insanı bizim atalarımızı, bizim dedelerimizi öldürdü; ama, biz orada mutlak surette kendi ülkemizi kuracağız ve onun için de orada birkısım insanları kullanacağız." Tekrar altını çiziyorum, diyorum ki: PKK terör örgütüyle, hiçbir zaman, doğu ve güneydoğu arasında bağlantı kurulamaz. Ne zaman GAP kurulmaya başlanmış, ne zaman doğu ve güneydoğunun özellikle makus talihi yenilmek istenmiş, maalesef, karşılarına yine terör örgütleri çıkarılmış. İşte, biz diyoruz ki: Bu terör, devletlerin dış politikası olmaktan çıkarılmalı ve Avrupa'nın Fransa ve Almanya'da, birkısım yerlerde hem eğitim kamplarının hem destek kıtalarının hem de beyinlerinin olduğu yerde, o Avrupalıların, o özellikle Fransa'nın, Almanya'nın, İtalya'nın, hani insan hakları bağlamında yaygaralar koparanlar, önce kendi ülkelerindeki teröristlere izin vermesinler, destek yapmasınlar ve Türkiye'nin, 150 milyar dolar maliyete neden olmuş olan bu sıkıntıdan kurtarılması için birlikte mücadele etmeye evet desinler ve gelsinler, birlikte mücadele edelim.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin siyasî, sosyal ve ekonomik bakımdan görüntüsü hiç de iyi değildir. Kriz, yoksulluk, yolsuzluk... Acaba, hangi krizle uyanacağız?! Acaba, hangi yokluk sebebiyle bir kişi intihar edecek?! Acaba, hangi kişiler, özellikle bir süre sonra birbirleriyle çatışmaya girecek diyerek, huzursuz uyanan bir Türkiye var. İşte, bu huzursuz uyanan Türkiye'de ekonomik politikalardan dolayı da en fazla sıkıntıyı çeken İçişleri Bakanlığı ve mensuplarıdır. İçişleri Bakanlığı mensupları, hemen hemen her safhada, özellikle de, bilhassa, vatandaşın ekonomik sıkıntılarının olduğu yerlerde ve tepkilerin olduğu yerlerde görev yapmaktadır. Görevi, pek tabiî ki, kalite ve standart itibariyle yüksek olması lazım, vatandaşı sevmesi lazım, insana değer vermesi lazım. Değer vermektedir, ona göre de hareket etmektedir; ama, şunu da belirtmek istiyorum ki, artık ekonomik politikalarda, İçişleri Bakanlığı, bilhassa, üzerine düşen görevi yapacak şekilde kendisini yenilemelidir, bir kısım teknolojileri kendi iç hizmetlerinde kullanabilmelidir ve İçişleri Bakanlığı içerisinde çalışan personelin hakkının ve hukukunun korunmasına dikkat edilmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, temsil ödeneği verildi. Temsil ödeneği ne için verilir; bir makamı temsil etmek için verilir. Şunu düşünün: İl İdaresi Kanununda açık hüküm var; diyor ki: devleti ve hükümeti temsil eden valiler, hükümeti temsil eden kaymakamlardır". Hükümeti temsil eden kaymakamlara temsil ödeneği verilmez. Bu bir ayıptır, bu bir eksikliktir; yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Onu vermezsen, o zaman, taşrada çalışan diğer emsalleriyle sıkıntı çekmek durumunda kalır. İşte, bunun, özellikle Sayın İçişleri Bakanımız tarafından takip edilmesini bilhassa rica ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Emniyet Teşkilatı, huzur ve güvenin temininde gece gündüz demeden çalışan bir kuruluştur. Bu teşkilat mensuplarımızın hakkının ve hukukun korunması, bu teşkilat mensuplarımızın huzur ve refah içerisinde bulunması, bu teşkilat mensuplarımızın ekonomik darboğazlarının giderilmesi hizmetteki kalite ve standardı da mutlak surette geliştirecektir. O sebeple, Emniyet Teşkilatımız mensuplarının aldıkları son derece az maaşların artırılması lazım. Düşünün, evindeki çoluk ve çocuğunun maişetini eğer karşılayamıyorsa, o personelin, gece gündüz demeden sokakta, her yerde gördüğümüz polisimizin hizmet kalitesini artırmak mümkün mü; mümkün değil. O halde, mutlak surette, polisimize ekonomik bakımdan gerekli desteklerin yapılması şarttır.

Elbiselerin maliyeti 2,5 milyon; yani, şu anda, bir elbise için devletten aldıkları para 2,5 milyondur. Düşünebiliyor musunuz, 2,5 milyon lira... 2,5 milyon lirayla bir paket sigara alamazsınız. Yine, eğer lojmana giremiyorsa, ona 200 000 ile 500 000 lira arasında konut yardımı yapılıyor. Bu kadar tuhaf, bu kadar, gerçekten, hakikatlerle bağdaşmayan böyle bir sosyal aktivite veya sosyal destek olabilir mi?! İşte, biz diyoruz ki: Emniyet Teşkilatı mensuplarımızın mutlak surette ihtiyaçlarını gidermek lazım, maaşlarının ve ücretlerinin artırılması lazım. Gerekli desteği yaptığınız takdirde, daha fazla hizmet alacağınız inancını taşıyoruz.

Karakollar, vatandaşın korktuğu yer değil, vatandaşın sığındığı, vatandaşın ümit beklediği, vatandaşın her zaman gidip başvurduğu yer olmalıdır; ama, sivil toplum örgütlerinde, gelecekte Türkiye'nin bir gerçeği olduğunu, gelişen ve değişen dünya şartları içerisinde, çağdaş demokrasilerde, sivil toplum örgütlerine büyük önem verildiğini dikkate aldığımızda, sivil toplum örgütlerinin demokratik tepkilerine, özellikle tepkili, yasalara aykırı, aşırı şiddetle tepki koyma veya müdahale etmeyi doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, 1 dakikanız kaldı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Dün, Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanına karşı yapılan o davranışı doğru bulmadığımı da bilhassa belirtmek istiyorum.

Jandarma Genel Komutanlığının, son zamanlarda, özellikle, bir taraftan hizmetleri yaparken, bir taraftan da kılık ve kıyafetinden tutun, sunuşlarına kadar, halka karşı olan saygısı, sevgisi ve özenini daha da fazla artıracağına inanıyorum; çünkü, hakikaten, onlardaki gelişmeyi görmenin memnuniyeti içerisindeyim.

Sahil Güvenlik Komutanlığımızın, sahil şeridi içerisindeki güvenliği sağlamalarından dolayı duyduğumuz memnuniyeti belirtiyorum.

MERNİS Projesi üzerinde, özellikle, daha fazla hassasiyet gösterilip, bir an evvel nüfus kayıtlarının daha sağlıklı ortama ulaştırılmasını diliyorum ve yerel yönetimlerle ilgili getirilmiş olan yasa tasarısının gerçeklerle bağdaşmadığını, eğer gerçekten Türkiye'de bir reform yapmak istiyorsak, öncelikle, hem merkezî hem yerel yönetimlerin bir bütün halinde getirilip, bir reform anlayışı içerisinde ve yasanın tamamını değiştirecek bir düzenlemenin şart olduğunu ifade ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; uzatayım mı?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Lütfen...

BAŞKAN - Ama, istirham edeceğim, bu sefer benim hakkımdan yiyeceksiniz; çünkü, çalışma süremiz doldu.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, yerel yönetimlerle ilgili getirilmiş olan yasa tasarısında... Bizim de bir yasa teklifimiz vardı. İçişleri Komisyonu Sayın Başkanına müracaat ettim, bizim yasa teklifimizle tasarıyı birleştirin dedim; ama, birleştirmediler. Bizim getirdiğimiz yasa teklifi, gerçekten üzerinde hassasiyetle durulmuş, uzun çalışmaların mahsulüydü; ama, ne yazık ki, halen daha birleştirmediler.

Biz diyoruz ki, bu yasayı bir bütün olarak ele alalım ve yerel yönetimleri ekonomik bakımdan destekleyelim. Sivil toplum örgütlerini, kamu meslek kuruluşlarını, il genel meclislerinde, belediye meclislerinde mutlaka temsil ettirelim; mahalle muhtarlarını, köy muhtarlarını, konularına göre, kendileriyle ilgili konuların görüşülmesi halinde, mutlaka, orada temsil ettirelim; ilçe genel meclislerini ayrıca kurmaya çalışalım.

Eğer bu kuruluşlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bedük, çalışma süresi bitti.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sizin süreniz değil, normal çalışma süresi bitti. Uzatma kararı istesem bir türlü... Saat 13.00 olunca...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Ümit ediyorum ki, yerel yönetimlerle ilgili getirilecek olan bir değişiklikle, Türkiye, büyük bir atılımı gerçekleştirecek, yerinden hizmetin yerine getirilmesi sağlanmış olacak, maliyet düşecek, verimlilik artacak, etkinlik daha fazla yükselecek, kalite ve standart yakalanmış olacak, mükemmeliyete doğru gidilmiş olacak. Bizim hedefimiz, kalite ve standarttır, mükemmeliyeti yakalayabilmektir, dünyadaki yerimizi alabilmektir; bunun için de, İçişleri Bakanlığını desteklemektir. İçişleri Bakanlığımızın tüm çalışmalarını desteklemek boynumuzun borcu olacaktır; ama, liyakate, ehliyete önem verilmeli ve özellikle siyasî baskılara kesinlikle izin verilmemelidir, yolsuzluğun, hırsızlığın  üstüne kesinlikle gitmek gerekmektedir ve hiçbir surette, bu konuda taviz vermemek gerekir, üzerine gitmiş personeli de cezalandırmamak gerekir.

Bu anlayış içerisinde, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, saat 14.00'e kadar, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 13.01

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

  1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları:  754, 755, 773, 774) (Devam)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a)    EMNİYET  GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

c)         SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam)

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B)   ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Efendim, söz sırası Doğru Yol Partisinde kalmıştı.

Doğru Yol Partisi Grubu adına son konuşmacı Gaziantep Milletvekili İbrahim Konukoğlu.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

3146 sayılı Kanunla kurulmuş olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, çalışma hayatı, SSK, Bağ-Kur, İş ve İşçi Bulma Kurumu gibi kuruluşlarla etki alanı gerçekten çok geniş bir bakanlığımızdır. Ülkemizde yaşayan insanların yüzde 51,6'sının SSK, yüzde 20,8'inin Bağ-Kur kapsamında olduğu düşünülürse, Bakanlığın gücü ve önemi daha iyi anlaşılır. Bakanlığın ilgili kuruluşu olan Sosyal Sigortalar Kurumu, 8,5 katrilyonluk bütçesiyle pek çok bakanlıktan çok daha büyük bir bütçeye sahiptir. Bu Bakanlık bütçesi tartışılırken, elbette, Sosyal Sigortalar Kurumu en önemli yeri alacaktır.

Değerli milletvekilleri, 1999 yılında ülkemiz deprem acısını yaşarken, binlerce insanımız enkaz altındayken, Mecliste, sosyal güvenlik reformu olarak adlandırılan 4447 sayılı Yasa çıkarılarak, 506 sayılı Yasanın 78 inci maddesi değiştirildi. Daha önce "mezarda emekliliğe hayır" diye 50-55 yaş için kampanya başlatanlar, emekli olma yaşını kadınlar için 58, erkekler için 60 yaşına çıkardılar; Türkiye'de Avrupa'daki yaşam kalitesi ve standardı olmadığı halde, emeklilik yaşını Avrupa düzeyine çıkardılar; bununla, finansman yönünden sıkıntıya giren Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kuruluşlarının sıkıntılarının çözüleceğini iddia ettiler. Bugün, aynı hükümet, kamuda çalışan işçileri 50 yaşında emekli etmeye çalışıyor. Bu yaşta emekli olan işçiler ne yapacaklardır? Bu ekonomik krizde nasıl iş bulacaklardır? Bunların hepsi zamanla bunalıma düşecektir.

1945 yılında 4792 sayılı Kanunla kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu, özel hukuk hükümlerine tabi, malî ve idarî bakımdan özerk bir devlet kuruluşudur. Geçmiş yıllarda fonları hükümetlerce ucuz kredi kaynağı olarak görülen ve kullanılan bu kuruluş, 1992'den itibaren yıllık 200 milyon dolarla başlayan hazine yardımı almaya başlamış, bu yardım giderek artmış ve 1999 yılında 2 milyar 600 milyon dolara kadar yükselmiştir.

Sosyal devlette, elbette, sosyal güvenlik kuruluşlarına kaynak aktarılacaktır. Nitekim, sosyal güvenlik harcamalarına aktarılan kaynak, Avrupa Birliğinde yüzde 24, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 29,5 civarındadır; Almanya ve İngiltere'de ise daha yüksektir.

1 Nisan 2000 tarihinden itibaren birbuçuk yıl içerisinde, Sosyal Sigortalar Kurumu primine esas kazanç tabanı yüzde 84, tavanı ise yüzde 476,6 artırıldı. Bu artışlarla, 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren ödenmeye başlanan işsizlik sigortası primleri de eklendiğinde, işçi ve işveren tarafından ödenen toplam primlerdeki artış, tabanda yüzde 107'ye, tavanda yüzde 547'ye ulaştı. Aynı dönemde tüketici eşya fiyatlarındaki artış ise yüzde 91,5 oldu.

Değerli milletvekilleri, primlerdeki bu artışın üzerine ekonomik kriz de eklenince, maalesef kayıtdışı işçilik ve işsizlik arttı. Hükümetin açıklamasına göre 14 875 işyeri kapanmış; ancak, İstanbul Ticaret Odası, sadece İstanbul'da 25 000 işyerinin, Antalya Ticaret Odası ise, Antalya'da 15 000 işyerinin kapandığını söylüyor. Bize göre, ülkede 100 000'den fazla işyeri kapandı.

Bütün bunların sonunda, kayıtdışı işçilik yüzde 3 daha artmış; Sosyal Sigortalar Kurumu açıkları da yeniden artmaya başlamıştır. 2001 yılı için bu açık, 1 milyar doları bulacaktır.

Ülkemizde kaçak çalışan işçi sayısının 1,5 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Kaçak ve ucuz çalıştırılan bu işçiler yüzünden, hem ülkemizdeki işsiz vatandaşımız iş bulamamakta hem de bu işçilerin kaçak çalıştırılması nedeniyle, Sosyal Sigortalar Kurumu prim, devlet de vergi kaybına uğramaktadır. Bu işçiler kazandıkları parayı dövize çevirerek ülkelerine götürmektedir. Her yabancı işçinin, ortalama, her ay 100 dolar parayı yurtdışına gönderdiğini düşünürsek, bu, ayda 150 milyon dolar, yılda 2 milyar dolar edecektir. Bir an önce, bu yabancı işçiler için kanunî düzenlemeler yapılmalı ve bu sorun çözülmelidir. Nasıl, bir Türk işçisi, bir yabancı ülkeye elini kolunu sallaya sallaya giderek çalışamıyorsa, Türkiye'de de canı isteyen gelip çalışamamalıdır.

Sayın milletvekilleri, Bakanlığın çalışmaları sonucu çıkarılan Kamu Sendikaları Yasası ve İşsizlik Sigortası Yasası yararlı olmuştur. 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren alınmaya başlanan işsizlik sigortası primi, Ekim 2001 tarihi itibariyle 1 katrilyon 828 trilyona ulaşmış olup, ilk ödemeye 2002 yılı mart ayında başlanacaktır. İşsizlik primlerinin çok büyük bir bölümü hazine tahviline yatırılmıştır. Endişemiz, yakın geçmişte olduğu gibi, devletin, bunu, ucuz kredi olarak görmesidir. Bu konuda dikkatli olunmalıdır.

Sosyal Sigortalar Kurumundan sonra en çok kesime hizmet veren Bağ-Kur da, maalesef, aynı şekilde güç durumdadır. Bağ-Kurda düzenli prim ödeyen sigortalı sayısı, yüzde 10 civarındadır. Bunların yüzde 67'si düzensiz prim öderken, yüzde 22'sinin hiç prim ödemediği bildirilmektedir. Bağ-Kur üyeleri, ekonomik kriz nedeniyle prim ödeyemez hale gelmiştir. Bağ-Kur, eczanelere ve diğer kuruluşlara borcunu ödeyememektedir. Bu nedenle, Bağ-Kur üyesi ilaç alamamaktadır. Bir Bağ-Kurlu, sağlık karnesi çıkarmak için çektiklerini bakın nasıl anlatıyor: Sekiz yıl önce emekli olmuş, karnesi bitmiş, dilekçe vermiş. Sekiz yıl önce emekli olan bu kişinin yeniden kayıtları çıkarılmış "borcu yoktur ve şu kadar prim ödenmiştir" yazısı verilmiş. Daha sonra, İstanbul Çarşıkapı'daki Esnaf Odasından, Tünel'deki Sicil Ticaretten, Beyazıt'taki vergi dairesinden yazı istenmiş. Her birine 5 000 000  para yatırmış ve üç gün uğraşarak Yenibosna'daki Bağ-Kurdan karnesini alabilmiş.

Değerli milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık işleri ve sigorta işleri olarak ikiye ayrıldı. Doğru yapılmıştır; sağlık hizmetini sunanla satın alan ayrılmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık kuruluşları, neredeyse, ülkenin yarısına, yani, 36 000 000 kişiye, yaklaşık 45 000 personelle sağlık hizmeti vermektedir.

Türkiye'nin yüzde 50'sine hizmet veren bu kuruluşta, Türkiye'deki doktorların ve sağlık personelinin yüzde 10-15'i çalışıyor. Bu kadar kısıtlı kadro ve kısıtlı imkânlarla çalışan bu kuruluşumuzda, tabiî ki kaliteli sağlık hizmeti verilemez, tabiî ki yığılmalar, kuyruklar olur. Buna rağmen, büyük bir özveriyle çalışan Sosyal Sigortalar Kurumu personelini kutlamak gerekir.

Sosyal Sigortalar Kurumu hastaneleri, maalesef, şifa dağıtan yerler olmaktan çıkmış, çile çekilen, eziyet çekilen yerler haline gelmiştir. Sayın Bakan göreve geldiğinden beri, ikibuçuk yıldan beri, Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerine ISO 9000 kalite belgesi aldıracağını ve SSK hastanelerinin özel hastanelerin çoğundan iyi hale geleceğini ifade etmiş, iddialı ve süresi belli hedefler koymuştur; dediğini yapamayınca da, hep bu konuşmaları revize ederek, tarihleri ileri atmıştır. SSK'daki sorunun para sorunu olmayıp, yönetim sorunu olduğunu söyleyen Bakan, yönetime geldiğinden beri 7 genel müdür değiştirmiştir.

Sayın milletvekilleri, SSK hastanelerinin durumunu hepiniz biliyorsunuz. Sayın Bakanın göreve gelişi ikibuçuk yılı geçti. Ne düzeldi?.. Sayın Bakanı dinlerseniz, her şey güllük gülistanlık; ama, SSK'lıya sorarsanız, her şey eskisi gibi; hâlâ, SSK'da çile sürüyor, insanlar yine kuyruklarda bekliyor, yine horlanıyor, yine perişan...

Bakın, bir örnek vermek istiyorum. 18 Haziranda bir tasarruf genelgesi yayımlandı. Bu genelgeyle, ithal ilaçların, pahalı ilaçların verilmemesi ve ilaç çeşitlerinin azaltılması istendi. Olmayan ve pahalı ilaçların benzerleri verilmeye başlandı. Biyoyararlılık diye bir olay var. İlacın etkili maddesi benzer olur; ama, etkisi farklı olabilir. Hastanın daha önce çok fayda gördüğü ilaç verilmiyor. Doktor çok gerekli görse, etkili diye istese bile pahalı ilacı yazamıyor.

Doktor en fazla dört kalem ilaç yazabiliyor. Gerekli olsa bile beşinci ilacı yazamıyor. Hastanın iki ayrı hastalığı varsa, muayene olsa bile, aynı gün iki reçete yazılamıyor. Bir gün bir hastalığına reçete yazılmışsa, diğer hastalığı için ertesi gün yeniden hastaneye gelmek, yeniden kuyruklara girmek zorunda.

Bir hastaya, uzun süreli ve devamlı ilaç kullanabilmesi için heyet raporu olmadan ilaç yazılamıyor. Mesela, bir çocuğa, bir üniversitede, juvenil diyabet, yani, şeker hastalığı teşhisi konmuşsa ve heyet raporu verilmişse, bu raporla ilaç yazılamıyor; ancak, Ankara'ya gönderilerek yeniden rapor alındıktan sonra ilaç yazılabiliyor. Yine, ilçelerde oturan ve sağlık kurulu raporuyla ilaç kullanan hastaya, doktor reçete yazınca, hasta ilacı ilçede alamıyor, her reçete için ildeki hastaneye gidiyor. Düşünebiliyor musunuz, rapor sonucu reçeteye yazılan ilacını almak için, 80-100-120 kilometre ilerdeki hastaneye gitmek zorunda kalıyor!..

Kurum hastanelerinin istenilen kalitede hizmet vermesi için, hastanelerin fizikî imkânları artırılmalı ve iş yükü azaltılmalıdır. Hastalar, hastane yerine öncelikle dispanser ve semt polikliniklerine yönlendirilmelidir. Buralarda laboratuvar ve röntgen imkânları sağlanarak, yatması gerekmeyen hastaların sorunu buralarda çözülmelidir.

Sosyal Sigortalar Kurumunun deprem nedeniyle hasar gören hastaneleri, elbette, acilen tamir edilmeli veya gerekiyorsa yeniden yapılmalıdır. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda hastanelerin tamiri ve yeni hastane yapımı için 285 milyon dolar dışkredi bulunduğunu ve bununla, yaklaşık 5 000 yatak artışı sağlanacağını belirtmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumunun 31 500 yatağı olduğu düşünülürse, yatak kapasitesi yaklaşık yüzde 15 artacaktır; halbuki, SSK hastanelerinin doluluk oranı yüzde 60-70 arasında olup, hastaların yatış süresi de uzundur. Özel hastanelerde yapılan ameliyatlarda bir iki günde taburcu olan hastalar, Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerinde neredeyse on gün yatmaktadır. SSK hastanelerinde bazı işlemlerin hızlandırılması ve iyi bir yönetimle hastanelerin kapasitesi yüzde 15'ten daha fazla artırılır.

Unutulmamalıdır ki, alınacak dışkredi de borç olup önünde sonunda ödenecektir. Yine, işyeri hekimliğine işlerlik kazandırılarak, işyerlerinden hastanelere hasta sevki azaltılmalıdır. Bunların yanında, hastanelerin altyapı, laboratuvar ve görüntüleme merkezleri geliştirilerek hastaların beklemeleri ve dolayısıyla hastanedeki yatış süreleri kısaltılarak, hastanelerin yükü azaltılabilir.

SSK'daki hastanelerin, hazırlanan tasarıyla hastane işletmesine dönüştürülmesi, hizmet kalitesi yönünden faydalı olacaktır; ancak, bu yapılırken, bu hastanelerin işçi ve işveren primiyle yapıldığı ve onların malı olduğu unutulmamalı ve bunlar, yönetimde daha çok söz sahibi olmalıdır. İşçi, işveren ve hastane çalışanlarından oluşacak yönetim, bu hastanelerin daha verimli çalışmasını, hasta memnuniyetini sağlayacak ve gelir-gider hesabını yaparak hastaneyi daha iyi yönetecektir.

Sayın milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumunun 2000 yılında 1,3 katrilyon olan sağlık harcamalarının, 2001 yılında 2 katrilyon olması beklenmektedir. Bunun en önemli kısmını, ilaç giderleri oluşturmaktadır; 2000 yılında 572 trilyon olan ilaç giderlerinin, 2001 yılında 950 trilyon olması beklenmektedir.

Birkaç gün önce ecza depolarını arayarak, normal kutu ve hastane ambalajı olan ilaçların fiyatlarını aldım. İlaçlar eğer küçük kutular yerine hastane ambalajı şeklinde alınırsa, fiyatları en az yarı yarıya daha ucuz olacaktır. Tasarruf amacıyla devlet personeline eczanelerde ilaç verilmesinin mahzurları vardır; ama, SSK, kendi eczanelerinde hastane ambalajı şeklinde aldığı ilaçları poşet içinde verebilir; böylece, 950 trilyonluk ilaç giderlerinden, en az yüzde 25-30 oranında tasarruf sağlayabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayınız efendim.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - SSK hastanelerinde olmayan tomografi, sintigrafi, manyetik rezonans gibi tetkikler nedeniyle de, özel kuruluşlara büyük paralar ödenmektedir. Özel kuruluşların bu sevkleri artırmak için uyguladıkları teşvik edici unsurlar nedeniyle, çok fazla sevk yapılmaktadır. SSK bünyesinde bu tetkikler yapılacak olursa, hem sevk sayısı düşecek hem de birim maliyet düşecektir.

Sağlık giderleri içerisinde, hastaya uygulanan ortez, protez ve sarf malzemeler de önemli yer tutmaktadır. Bu malzemeleri daha az kullanan özel sektör, aynı malzemeleri, SSK'dan çok daha büyük indirimlerle almaktadır. Bu, bazı malzemelerde yüzde 50'ye ulaşmaktadır.

SSK'ya alınan tıbbî cihazlar da çok değişik ve fahiş fiyatlarla alınmaktadır. Bakınız, SSK tarafından yayımlanan 2000 yılı çalışma raporunda, 72 nci sayfada değişik hastanelere alınan cihazlar ve fiyatları yayımlanmış; burada aynı cihazlar, değişik hastanelere, çok değişik fiyatlarla alınmış. Bu kuruluşun alım satımla ilgili bir bölümü var, aynı cihazlar, bu bölüm tarafından tek elden, çok sayıda alınacağı için, çok daha düşük fiyatlarla alınabilirdi.

Sayın Bakan, SSK ve Bağ-Kurda otomasyona geçilmesi gerektiğini, otomasyona ve akıllı kart uygulanmasına geçilmesiyle kuyrukların ve yolsuzlukların önleneceğini belirtiyor. SSK ve Bağ-Kurun, bu çağda, elbette, otomasyona geçmesi gerekli. İşlemlerin elektronik ortamda yapılmasıyla, elbette, çok şey düzelecektir; ancak, otomasyona geçilirken, bu ülkenin kıt kaynakları çarçur edilmemelidir. Bu projenin, hangi kaynaklarla, hangi yöntemle, hangi kuruluş ve firmalarla yapılacağı çok önemlidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2001 yılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin, ülkemiz için hayırlı uğurlu olması dileğiyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası, Anavatan Partisi Grubunda.

Mardin Milletvekili Sayın Süleyman Çelebi; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Çelebi, ikiye bölüyorum değil mi?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) - Evet efendim.

BAŞKAN - Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; sözlerime başlarken, Yüce Meclise saygılar sunarım.

Devlet sistemimizin içerisinde, İçişleri Bakanlığının tarihî bir önemi ve ağırlığı bulunmaktadır. Gerçekten de, bu Bakanlığımızın yürüttüğü hizmetler, devletin aslî fonksiyonları arasında vazgeçilemez nitelikte olan önemli hizmetlerdir. Halen, bu Bakanlığımız, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak; sınır, kıyı ve kara sularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, il ve ilçelerin genel ve özel durumlarıyla ilgili değerlendirmeler ve çalışmalar yapmak, ülkenin idarî bölümlere ayrılmasıyla, il ve ilçelerin genel ve mahallî idareleri üzerinde vesayet denetimi gibi önemli hizmetleri yürütmek, yurt düzeyinde sivil savunma hizmetlerini yürüterek bu alanda koordinasyonu sağlamak, nüfus ve vatandaşlık hizmetlerini yürütmek gibi hayatî derecede önemli görevleri ifa etmektedir. Yukarıda belirtilen çerçevede, toplumun beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek etkin bir yönetim için, yeterli miktarda kaynak ayrılmasının ne denli önemli olduğu açıktır.

İçişleri Bakanlığının bağlı kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü, kendi sorumluluk bölgelerinde, toplumun huzur ve güvenini sağlamak, demokratik düzeni, insan hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırmaya yönelik her türlü hareketi önlemek, ülkemizi ve milletimizi bölüp parçalamaya yönelik terör örgütlerini ortadan kaldırmak amacıyla, büyük bir özveri içerisinde çalışmalarını başarıyla sürdürmektedirler. Son yıllarda gerçekleştirilen bu özverili ve başarılı çalışmalar sonucu, terör örgütlerine büyük darbeler vurulduğunu memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Bu uğurda verdiğimiz şehitlerimizi saygıyla anıyor ve Allah'tan rahmet diliyorum. Ayrıca, gazilerimize, şükran duygularımızla, mutlu bir hayat geçirmelerini temenni ederken, şehit ailelerine metanet, sabır ve başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Ülkemizde huzur ve güven ortamının sağlanması ve devam ettirilmesi için, bu çalışmaların, hiç aksatılmadan, aynı ciddiyetle sürdürülmesi gerekmektedir. Eski günlerin tekrar yaşanmaması için, yetkililerin rehavete kapılmaması ve devamlı müteyakkız durumda olmaları gerekmektedir diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemiz için büyük bir tehdit oluşturan terörizm, tüm dünya ülkelerinin ortak sorunu ve evrensel bir beladır. Bu sorunu ortadan kaldırmak ve etkisiz hale getirmek için, uluslararası platformda ortak tedbirler alarak, birlikte hareket etme zorunluluğu bulunmaktadır. Özellikle, dünya kamuoyu, yıllardır, nükleer, kimyasal veya biyolojik terörizmden endişe ederken, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de meydana gelen olaylar, terörün nerede, ne zaman ve nasıl meydana geleceğinin bilinemeyeceğini bir daha göstermiştir. Bundan çıkarılması gereken ders odur ki, bütün insanlığı tehdit eden terörizm, artık, sınır tanımamakta, ülke ve millet ayırımı yapmamaktadır. O halde, bu belaya karşı ortak tavır almak ve mücadele etmek tüm insanlığın borcudur, görevidir.

Sayın milletvekilleri, son yıllarda gittikçe artan ve önem kazanan bir sorun da, insan ticareti olarak da adlandırılan yasadışı göç olaylarıdır. Son zamanlarda meydana gelen etnik veya din esasına dayalı çatışmalar ya da bölgesel savaşlar, yasadışı göç olaylarını artırmıştır. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, huzur bulmak, iyi standartlarda yaşamak için zengin ülkelere gitme hayali ve hedefiyle yola çıkmakta ve birçok dramın meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bu insanlara ümit dağıtan birçok güçlü şebekenin ülkemiz üzerinden özellikle Batı ülkelerine bunları transfer etmeye çalıştığı, bu arada zorla çalıştırılarak bu insanları sömürdükleri, bazı organlarını sattıkları, fuhuşa zorlayarak gayriinsanî muameleye maruz bırakıldıkları bilinmektedir.

Güvenlik güçlerimizin bu yasadışı olaylarla etkin bir mücadele içinde olduklarını memnuniyetle görüyoruz. Bu konuda, ülkemizde, 2000 yılında 2 124 olay meydana gelmiş, bu olaylarda 29 875 sanık sağ, 12 sanık yaralı, 33 sanık ölü ele geçirilmiş, 5 sanığın da firar ettiği anlaşılmıştır. Aynı şekilde, 1 Ocak-30 Eylül 2001 tarihleri arasında 1 690 olay meydana gelmiş, bu olaylarda da 22 240 sanık sağ, 8 sanık yaralı, 9 sanık ölü ele geçirilmiş olup, 7 sanık firar etmiştir. Bu rakamlar, yasadışı göç olaylarının boyutlarını ve bu alanda verilmesi gereken mücadelenin önemini açıkça ortaya koymaktadır; ancak, halen, ülkemizde "insan ticareti" olarak adlandırılan bu suçun yasal düzenleme olarak karşılığı bulunmamakta, Türk Ceza Kanunu ve Pasaport Kanunu gibi kanunlarımızda bulunan hükümlere dayanılarak caydırıcı olmayan kısa süreli cezalar verilebilmektedir. Bu itibarla, gerek göçmen kaçakçılığını gerekse insan ticaretini kendisine meslek edinen, insan unsurunu ve insan hayatını hiçe sayan bu kişilerin caydırıcı nitelikte cezalara çarptırılabilmeleri için gerekli olan yasal düzenlemeye acilen ihtiyaç bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin önemli sorunlarından biri olan trafik kazalarına da kısaca değinmek istiyorum.

2001 yılının ilk dokuz aylık döneminde 321 462 trafik olayı meydana gelmiş olup, bu olaylarda 3 317 kişi ölmüş, 88 980 kişi de yaralanmıştır. Bir önceki yılın yine ilk dokuz aylık döneminde ise 360 590 olay meydana gelmiş olup, bu olaylarda 4 116 kişi ölmüş, 101 922 kişi yaralanmıştır. Bu rakamlardan anlaşılıyor ki, 2001 yılının ilk dokuz aylık döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 39 128 olay azalmış olup, azalış oranı yüzde 12,1'dir. Her ne kadar, olayların sayısında azalma olsa bile, hâlâ, trafik terörü ülkemizin önemli sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Bu sorunun çözümü için, kazaların en büyük sebebinin sürücü hatalarından kaynaklandığı da göz önünde tutularak, alınması gereken yeni ilave tedbirler süratle alınmalı; özellikle seyir halinde kontrol çalışmalarına hız verilmeli; bu arada, altyapı noksanlıklarının giderilmesi için de azamî gayret gösterilmelidir.

Sayın milletvekilleri, üzerinde özenle durulması gereken bir konu da, insan temel hak ve hürriyetleriyle ilgili olarak yürütülen çalışmalar ve uygulamalardır. Kalkınmanın yolu demokrasinin gerçekleşmesine bağlı olduğu, demokrasinin egemen olduğu ülkelerin kalkınmış olduğu görülmektedir. Bu vesileyle, ülke kalkınmasının ve kamu düzeninin sağlanmasında hayatî derecede önemli rol oynayan başta mülkî idare amirleri ve güvenlik güçleri olmak üzere, İçişleri Bakanlığının her kademedeki görevlilerinin, insan haklarına saygıyı esas alan bir yönetim ve çalışma sergilemeleri vazgeçilmez hedef olmalıdır.

Bilindiği gibi, ülkemiz, insan hakları konusundaki tüm Avrupa sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler çerçevesinde yapılan önemli sözleşmelerin büyük bir bölümüne taraf olmuştur. Bu konuda üzerimize düşen yükümlülüklerin süratle yerine getirilmesi gerekmektedir. İçişleri Bakanlığımızda, bu alanda önemli eğitim çalışmaları olduğunu biliyor ve bunu takdirle karşılıyoruz; ancak, bu alanda daha katedilmesi gereken bir hayli yol olduğunu ifade etmeliyiz ve bunların üzerine süratle gidilmesi gerektiğini de ifade etmek istiyorum.

Bakanlığın değerli mensuplarının büyük bir bölümünün, insan haklarına riayet konusunda gösterdikleri büyük titizliğin ve çabanın yanında bazı münferit olumsuzlukların da cereyan ettiğini; ancak, bu arada az sayıdaki münferit olayları bahane ederek güvenlik güçlerini yıldırmayı ve pasifize etmeyi amaçlayan kötü niyetli bazı kişi ve kuruluşların bulunduğunu da biliyoruz. Bu kötü niyetli çevreler ne yaparsa yapsınlar, emellerine asla ulaşamayacaklardır; yeter ki, devlet olarak görevimizi yaparken ve yetkilerimizi kullanırken insan haklarına saygıyı esas alan bir yaklaşım ve uygulamadan vazgeçmeyelim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yaşarlarken çeşitli nedenlerle köylerini terk etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın sorunlarından bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi, başta terör eylemleri olmak üzere, çeşitli nedenlerle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizden binlerce vatandaşımız köylerini terk etmek zorunda kalmış ve göç ettikleri büyük şehirlerde ve diğer yerleşim birimlerinde barınma imkânları bulamadıkları için perişan olmuşlardır. Elimizdeki bilgilere göre, anılan iki bölgemizde bulunan 25 ilden 1 195 köy, 2 260 mezra ve 61 300 haneden toplam 347 144 kişinin köylerini terk etmek zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu vatandaşlarımızın tekrar kendi köylerine ve bölgelerine dönerek, sürdürülebilir bir hayat yaşamaları için, devletimizin 1997 yılından itibaren başlattığı çalışmalar olumlu bir gelişmedir. Halen Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak İllerimiz, GAP İdaresi Başkanlığının yatırım programında; Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van İllerimiz ise, İçişleri Bakanlığı yatırım programındadır. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi adı altında uygulanan bu projeyle, hem köylerini terk eden vatandaşlarımızı tekrar eskiden yaşadığı yerlere iskân etmek hem de bu vatandaşlarımıza hayatlarını idame ettirebilecek şekilde gelir ve geçim kaynakları sağlamak amaçlanmaktadır.

Yapılan çalışmalar sonucunda, Ekim 2001 tarihi itibariyle, geri dönüş yapan hane sayısı 7 627, nüfus sayısı ise 45 000 küsurdur; ancak, köylerini terk etmek zorunda kalanların büyük bir bölümü halen bu projeden yararlanmayı beklemektedir. İçişleri Bakanlığı bütçesinde bu projede kullanılmak üzere 5 trilyon 615 milyar Türk Lirası ayrılmış olması olumlu bir gelişmedir; ancak, kanaatimizce bu yeterli değildir; daha çok ödeneğin ayrılmasında büyük yarar vardır ve zaruridir; ancak, 11 ilde başlatılan bu çalışmaların yaygınlaştırılmasını, bu amaçla kullanılmak üzere daha çok kaynak ayrılmasını, ülkemiz için önemli bir sosyal yara haline gelen bu sorunun bir an önce çözülmesi açısından zorunlu görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz açısından büyük önem taşıyan bir husus da, mahallî idarelerin görev, yetki ve kaynakları konusunda içinde bulunduğumuz olumsuz durumdur. Mahallî idarelerin, hem yerel nitelikteki hizmetlerin ifasında hem de demokrasinin gelişmesindeki olumlu rolü, artık tüm çevrelerce kabul edilmektedir.

Devlet sistemimizin bugün en belirgin özelliklerinden birisi ise aşırı merkeziyetçiliktir. Ülkemizin en ücra köşesindeki köy ve kasabalara götürülecek yatırım ve hizmetlerin hâlâ merkezî idare tarafından belirleniyor olması, derhal son verilmesi gereken önemli bir yanlışlıktır. Bu sorunun çözülmesi ve merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev, yetki ve kaynak paylaşımının yeniden düzenlenmesi hususundaki çalışmalar son yıllarda artarak devam etmektedir. Bilindiği gibi, gerek kalkınma planlarında gerekse 57 nci hükümet programında hizmetlerin halka yakın birimler tarafından yerine getirilmesi yönünde ilke ve hedeflere yer verilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu ilke ve hedefler ile dünyadaki gelişmeler doğrultusunda, merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev, yetki ve kaynak paylaşımını yeniden düzenleyen, Merkezî İdare ile Mahallî İdareler Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet İlişkilerinin Esasları ile Mahallî İdarelerle İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı halen Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri alt komisyonunda olup, bu tasarı süratle komisyonlarda olgunlaştırılıp, Genel Kuruldan da  geçirilerek kanunlaştırılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nüfus hizmetlerini çağdaş ve modern bir yapıya kavuşturmak amacıyla uygulamaya konulmuş bulunan ve kısaca MERNİS olarak ifade edilen Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi Projesi, yıllardır üzerinde çalışılan bir proje olup, bunun geciktirilmeden tam olarak uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.

Bilindiği gibi, projeyle, nüfus kütüklerindeki kayıtların bilgisayar ortamına aktarılması ve toplanan bilgilerin, kamu hizmetleri ve vatandaşlar için çok yönlü olarak değerlendirilmesi ve tam otomasyona geçirilmesi amaçlanmaktadır. Büyük bir bölümü tamamlandığı öngörülen bu projenin bir an önce bitirilmesi, ayrıca yasal altyapısını oluşturacak olan hukukî düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde yarar görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada ve ülkemizde yaşanan acı tecrübelerden sonra anlaşılmıştır ki, doğal afetler toplumun her kesimini içine alacak şekilde, etkin ve çok çabuk karar alıp, uygulayabilen kamusal organizasyonları gerektirmektedir. Çağdaş devlet ve toplumlara yakışan, afetler insanları vurmadan önce gerekli tedbirleri almak ve her an, her türlü afetler karşısında hazırlıklı olmaktır.

Ülkemizde, sivil savunma alanındaki teşkilatlanma noksanlığını gidermek amacıyla, 11 ayrı ilimizde -ki, bunlar, Adana, Afyon, Ankara, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Sakarya, Samsun ve Van- 120'şer kadrolu personelden oluşan, sivil savunma, arama ve kurtarma birlikleri kurulması önemli bir hizmettir. Sivil Savunma Teşkilatı elemanlarının tatbikat eksiklikleri bulunmaktadır; bu elemanların en kısa zamanda, her hususta eğitilmelerinde zaruret vardır.

Bu arada, afet yönetimi konusunda ülkemizdeki çokbaşlılığa işaret etmek istiyorum. Bu alanda en az 3, bazen daha fazla bakanlık görev ve yetkiye sahip olup, aşırı bir merkeziyetçilik söz konusudur. Bir afet vukuunda, bir taraftan İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, bir taraftan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü görev yapmakta, diğer taraftan da koordinatör birim olarak düşünülen, Başbakanlığa bağlı Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü bulunmaktadır. Oysa, gelişmiş ülkelerde afet öncesi, afet anı ve afet sonrası çalışmaların birbirleriyle kesintisiz bir süreç olduğu, afetle ilgili yönetimlerin yapılandırılmasında en küçük yerel birimlerin esas alındığı, merkezî yönetimlerle yerel yönetimler arasında dengeli bir işbirliğinin oluşturulduğu görülmektedir.

Ülkemizde, 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan büyük felaketlerden de ders alıp, çokbaşlı ve aşırı merkeziyetçi sisteme son verilerek, yukarıda belirtilen çerçevede bir yapılanmaya gidilmesinde fayda bulunmaktadır.

Son günlerde Mersin'de yaşanan tabiî afetten ötürü, bütün Mersinlilere geçmiş olsun dileklerimi burada ifade etmeden sözlerime son vermek istemiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta vali ve kaymakamlarımız olmak üzere, tüm güvenlik güçlerimiz, ülkemizde, kanun içerisinde gayret göstermektedir. Mesai saati mefhumu gözetmeden, gece gündüz görev ifa eden polisimizin ve karşılaştıkları zorluklara rağmen, aldıkları devlet terbiyesi gereği hiç ses çıkarmadan, görevlerini büyük bir sorumluluk anlayışı içerisinde sürdüren mülkî idare amirlerimizin özlük ve sosyal haklarında iyileştirme yapılmasının zaruretine inanmaktayız. Bu hususun zaman kaybetmeden ve acilen gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bilhassa, polislerin maaşlarına öncelik verilmelidir diye düşünüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, bütçelerin ilgili bakanlık ve kuruluşlara hayırlı olmasını temenni eder, Yüce Meclise saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu; buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul)- Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2002 malî yılı bütçesine ilişkin Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza geldim; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, çalışma hayatı, Anayasamızda da, yasalarda da sürekli yakından işlenen, tarafların uzlaşma içinde sosyal barışa ulaşabilmeleri için gerekli tedbirlerin alınmasına sürekli dikkat edilen çok önemli bir alan. Çalışma hayatı eğer iyi idare edilmezse, toplumun, siyasetin en dikenli alanlarından biri haline gelir; ama, iyi idare edilirse, dikenler görülmez, güller ortaya çıkar.

Şimdi de, genel amaç, şüphesiz, çalışma hayatında, iş hukukunda, işçi haklarındaki kısıtlamaların giderilerek sosyal hakların verilmesi ve bu şekilde işçi ve işverenlerin kendi örgütleri, kendi sendikaları vasıtasıyla, kendi haklarını elde etmelerinin gerektirdiği zemini, iklimi hazırlamaktır.

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliği üyeliğine aday olduğumuz bir süreçte, toplumsal barışın gerçekleştirilmesi, sorunların toplumsal diyalog sonucu sağlanacak uzlaşmayla çözümlenmesi, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler doğrultusunda çalışanlarımızın, özellikle kamu görevlilerinin örgütlenmelerine imkân tanınmasını gerektirir. Bu önemin bir sonucu olarak, geçtiğimiz dönemde kamu görevlilerinin sendikalaşmasına fırsat veren yasanın çıkarılmış olmasını önemli bir başarı saydığımızı belirtmek istiyorum. Bu yasanın çıkmasında emeği geçen herkesi, tabiî ki, en başta Sayın Çalışma Bakanımızı, hükümetimizi ve bütün Meclisimizi canı yürekten kutluyorum. Şimdi, kamu görevlilerimiz sendikal güvenceye, yasal güvenceye kavuşmuşlardır. Dönem artık, onların, bu haklarını en uygun şekilde kullanıp, temsil ettikleri memurları daha iyi haklara eriştirmeleri dönemidir.

Çalışma Bakanlığında şu anda beklemekte olan önemli bir konu da, yabancıların çalışmalarının bir düzenlemeye bağlanmasıdır. Bunun çok ciddî bir sorun olduğu ortadadır. Sayısı belli olmayan; ama, 1 500 000 -2 000 000 milyon arasında telaffuz edilen yabancı kaçak işçi çalıştırılması söz konusudur. Bunun zararlarından bahsetmeme gerek yok; ama, çok zararlı bir husus olduğu bellidir. Bunun önlenmesi için Çalışma Bakanlığında ciddî bir yasa tasarısı çalışması yapıldığını öğreniyoruz. Bu tasarının da bir an önce yasalaşması için her türlü katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu huzurunuzda arz ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, önümüzde bekleyen bir başka ciddî konu, iş güvencesi konusudur. Çalışma mevzuatımızda eksik olan bir konu da budur. İşçilerin, haklı durumlar haricinde, haksız ve keyfî olarak işlerinden olmamaları için gerekli güvence sağlanmamıştır mevzuatımızda. Bunun, çok acı sorunlarını hep birlikte yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, özellikle son kriz döneminde yaşanan işsizlik acısı, biraz da çalışma mevzuatımızda böyle bir teminatın bulunmaması nedeniyle artmıştır. Yani, bankalar için söylenen bir laf vardır, değerli işverenlerimizin, kendi ihtiyaçları nedeniyle bankalar için söyledikleri bir laf vardır. Derler ki: "Banka, yağmurlu günde şemsiye olmalıdır. Banka, kredi verdiği kişiyi koruması için vardır. Banka yağmurlu günde lazımdır." Aynı şekilde, değerli işverenlerimizin, kendileri için söyledikleri bu lafı, işçilere çevirerek, şunu da söyleyeceklerini bekliyorum: İş güvencesi de yağmurlu günde gereklidir. Güzel günde, işsizliğin olmadığı bir günde, hayatın güzel, hayatın pembe olduğu bir dönemde iş güvencisi olmasa da olur. İş güvencesi, özellikle, hayatın zor olduğu, işsizliğin yükseldiği bir dönemde gereklidir; çünkü, yağmur o zaman vardır ve iş güvencesi böyle bir yağmurlu günde çalışanları korumak için var olmalıdır. Şimdi, zannediyorum, Çalışma Bakanlığımız bu konuda ciddî bir uzlaşmaya varmıştır.

İşçi ve işveren taraflarını ve hükümeti temsil eden 9 kişilik bir uzmanlar komisyonu, iş güvencesi konusunda tam bir mutabakata vardığını açıklamıştır. İşçilerin de, işverenlerin de, hükümetin de eşit şekilde temsil edildiği bu uzmanlar komisyonunun vardığı mutabakat, ümit ediyorum, kamuoyunu da, Meclisimizi de tatmin edecek bir seviyeye gelmiştir. Eğer böyleyse, yine ümidimi tekrarlamak istiyorum, hükümetimiz, Çalışma Bakanlığımızın bu çalışmasını, inşallah, Meclisimize bir an önce sevk eder ve çalışma mevzuatımızdaki bu ciddî eksikliği telafi etme imkânını da bu vesileyle buluruz. Bu, kaldı ki, üyesi bulunduğumuz Uluslararası Çalışma Teşkilatının, yani, Birleşmiş Milletlere bağlı ILO'nun, bizim de imzaladığımız 158 sayılı sözleşmesi itibariyle bir zorunluluk haline gelmiştir.

Ayrıca, Avrupa Birliği yolunda ısrarla ilerlediğimiz, kendi millî menfaatlarımızı koruyarak ilerlediğimiz şu dönemde, yine, kendi millî menfaatlarımız çerçevesinde hazırladığımız ve kabul ettiğimiz Ulusal Program da, iş güvencesini gerekli kılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, burada bahsedilen iş güvencesi, daha önceleri bahsedilen mutlak iş güvencesi değildir. Mutlak iş güvencesi, zaten, teorik olarak da, pratik olarak da mümkün olan bir şey değildir. Burada bahsedilen iş güvencesi, işçiyi, sadece haksız ve keyfî çıkarmalara karşı koruyan ve sendikalaşma özgürlüğünü güçlendiren bir iş güvencesidir, yani, düşünülebilecek olan iş güvencesi konseptinin asgarîsidir. Eğer, Türkiye, buna dahi hazır değilim derse, Türkiye'nin, demokrasiye hazır olup olmadığı konusundaki kuşkulara maalesef hız verilmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de iş kazaları ve meslek hastalıkları önemli bir sorundur. Bu sorunun ekonomik boyutları kadar, sosyal boyutları da önemlidir.

İş kazaları ve meslek hastalıkları sebebiyle dünyada her yıl 1 200 000 insan hayatını kaybediyor, 160 000 000 sakat kalıyor veya hastalanıyor. Bu, yüksek bir rakamdır. Türkiyemizde SSK istatistiklerine göre 2000 yılında 75 000 civarında iş kazası, 1 173 ölüm vakası olmuştur; yani, 1 173 çalışanımızı iş kazaları sebebiyle kaybetmişiz. Meslek hastalıklarının tam etkileri ölçülememekle beraber, bunun da yüksek olduğu tahmin edilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, iş kazaları ve meslek hastalıkları, önlenilebilir bir felakettir; kolayca önlenilebilir, pahalı olmayan yöntemlerle önlenebilir. İş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek, daha sonra ödemekten veya telafi etmekten çok daha ucuz ve daha insanidir. Bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın, kendi üzerine düşen görevi daha iyi yapabilmek amacıyla, işçi sağlığı konusunda iyi bir iç örgütlenmeye gittiğini ve bir genel müdürlüğü bu işe tahsis ettiğini, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü olarak yeniden yapılandırdığını memnuniyetle görüyoruz; umuyoruz ki, bu konudaki çalışmalar da, olumlu meyvelerini yakında vermeye başlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümetin ve 21 inci Dönem Meclisin yaptığı en büyük hizmetlerden bir tanesi, yıllanmış kronik sosyal güvenlik hastalığımıza çare bulacak bir büyük reformu yapabilmiş olmasıdır. Bir süre önce, bu Mecliste, uzun tartışmalardan sonra, batmış olan bir sosyal güvenlik sistemini acaba nasıl canlandırırız diye bir kanun çıkardık. Sonunda, bu kanunun birtakım müspet sonuçlarının görüldüğünü, huzurunuzda, memnuniyetle belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, mesela, 1999 Eylül ayında yürürlüğe giren bu reform yasasından sonraki sonuca bakalım. 1999 yılında Hazineden 2,6 milyar dolar alan SSK, 2000 yılında sadece 600 milyon dolar almıştır. Demek ki, 1992 yılından itibaren, o tarihteki popülist politikalardan sonra başlayan kara delik, yavaş yavaş kapanmaya başlamıştır ve SSK, eskisi kadar bir büyük kaynak israfına sebep olmamaktadır.

Burada, hatırlatmak bakımından hemen bir hususa değinmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bir dönemdir, kamu kaynaklarının gelişigüzel harcanması, yerinde kullanılmaması yüzünden büyük bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Hemen şu akla geliyor: Bu Meclis, bu kanunu çıkarmasaydı, SSK reformunu yapmasaydı, SSK'nın kara deliğini kapatmasaydı, Hazineden bu kara deliğe giden milyarlarca doların kaybolmasına engel olmasaydı, bu paraları Hazineye kazandırmasaydı, acaba, şimdi, kriz çok daha büyük boyutlarda olmayacak mıydı? Bu sebeple, zamanında bu tedbiri alan ve şimdi yaşanan krizin daha da acı sonuçlar vermesine engel olan Sayın Bakanımızı, değerli hükümetimizi ve Yüce Meclisimizi bu vesileyle bir kere daha kutluyorum.

Bu arada, Sayın Bakanımız lütfedip, bir açıklama yaparlarsa müteşekkir kalırım; son zamanlarda birtakım rakamlar uçuşuyor. Zamanında tedbirler alınmayışı nedeniyle, popülist uygulamalar nedeniyle, SSK'nın, 30 milyar dolar kaybettiği, 50 milyar dolar kaybettiği, 60 milyar dolar kaybettiği, faiziyle şu kadar, faiziyle bu kadar diye muhtelif rakamlar var. Açıkçası, bu uçuşan rakamlar benim aklımı karıştırdı. Sayın Bakanımızdan, 1992'den sonraki popülist politikalar, karşılıksız, bol kepçe verme politikaları sonucunda SSK ne kadar zarar etmiştir; devlete ve millete, milletin sofrasına, milletin ekmeğine verdiği zarar ne kadardır; bu konuyu lütfedip açıklamalarını istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, yapılan reformun faydaları sadece malî alanda değil, uygulamada da görülmektedir. SSK hastanelerinde ciddî bir düzelme olduğunu gazetelerde okuyoruz. Mesela, İstanbul'da Samatya Hastanesinde, Kartal Hastanesinde vatandaşların teşekkürlerini gazetelerde okumak bizi memnun ediyor. Bazı SSK hastanelerinin ISO standartları alabilecek seviyeye ulaşmakta olduğunu görüyoruz. Bu gelişmelerin mevziî; lokal kalmamasını, bütün hastanelere teşmil edilmesini Sayın Bakanımızdan ve Bakanlığımızdan bekliyoruz.

Son olarak değerli arkadaşlarım, çalışma hayatı konusunda çok önemli bir konu olan sosyal güvenliğin mutlak otomasyona kavuşturulması gerektiği açıktır; bunun da, birtakım, ciddî ölçülerde kaynak israfına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda Bakanlığımızın hazırladığı otomasyon projesinin de, bir an önce, devletin bütün kurumlarınca onaylanarak, yürürlüğe girmesi için hükümetimizin aynı derecede hassasiyet göstermesini bekliyorum.

Bu duygularla, hepinize, şahsım ve Grubum adına saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, ben teşekkür ediyorum süreniz içerisinde konuştuğunuz için.

Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde; Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 yılı bütçesi hakkında Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, çalışma hayatı fevkalade önemli. Burada, insanın emeğinin karşılığını alması ve emeğinin ürünüyle hayatını idame ettirebilmesi esastır. Bu noktada, esas olan, insanın emeğinin karşılığını tam olarak ve zamanında alabilmesi ve emeğin karşılığı olarak takdir edilen ücretin adil bir şekilde oluşmasıdır.

Bunlar, sonunda, o ülkede bir sosyal devlet anlayışını oluşturur ki, böyle bir devlette, ücret dağılımında adaletsizlik olmaz, gelir dağılımında adaletsizlik olmaz, emeğin karşılığı zamanında alınır ve insanlar mutlu olarak yaşama imkânı bulurlar.

Tabiî, bunun şartlarından bir tanesi toplusözleşmedir; emeğin pazarlıkla hakkını alabilmesidir, toplugörüşme ve toplusözleşmeyle hakkını alabilmesidir. Ülkemizde, bu konudaki düzenlemeler işçiler için daha önceden yapılmıştı. Memurlar için yapılan düzenlemeler gecikmeyle yapıldı; ama, yeterli yapılmadı. Memura sendika hakkı verilirken, Anayasa engeli gerekçe olarak gösterildi. Halbuki, öyle olmadığı ortaya çıktı; Anayasa değişikliklerinde, toplusözleşmeli ve grevli sendikal haktan hiç bahsedilmedi.

Ben, bu bütçenin özellikle çalışma hayatıyla ilgili kısmını böyle kısa geçmek istiyorum, sosyal güvenlikle ilgili kısmına daha ağırlıklı olarak değinmek istiyorum; çünkü, ülkemiz, bugün, gerçekten düşürülmüş olduğu ekonomik kriz nedeniyle, çok mühim bir şekilde sosyal güvenliğe ihtiyaç duyar hale getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, insan yaratılmışların en şereflisi, yeryüzünün en değerli varlığıdır. İnsan tek başına yaşayamaz, sosyal bir varlıktır. Elbette, insanın tek başına karşılayamayacağı çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, aileden devlete kadar çeşitli siyasal ve sosyal oluşumların üyesi olmak zorundadır. İnsanın doğuştan ve sonradan edindiği hakları vardır. Yaşama hakkı en temel doğal haktır. Sosyal güvenlik, yaşama hakkıyla doğrudan ilintili, bağlı bir temel haktır. Sosyal güvenlik, insanın insanlığa borcudur. Herkesin insanca sürdürülebilir bir yaşam için geçim, barınma, sağlık ve eğitim giderlerini karşılayabilecek sosyal güvenliğe sahip olması temel bir haktır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 25 inci maddesinde "herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbî bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir" denilmektedir.

Yine, Anayasamızın 2 nci maddesinde, cumhuriyetin nitelikleri arasında devletimiz, sosyal bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. 5 inci maddede ise "kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır" diye devletin görevi tanımlanmıştır. Ayrıca, 60 ıncı madde ise "herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" şeklinde düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, insanlık tarihî boyunca, bu hak konusunda temel olarak iki duruş sergilenmiştir. Birinci duruş bu hakkı inkâr etmiş; ikinci duruş ise, bu hakkı teslim etmiş ve insanlığa, insanlık adına yardımcı olmuştur.

Bizim ülkemizde, maalesef, her alanda yanlış bir tutum ve kompleks mevcuttur. Bu cümleden olarak, sosyal güvenlikle ilgili tarihçede, ilgili metinlerde okunduğunda, kendi tarihimiz hiç yaşanmamış gibi kabul edilir, Avrupa'daki ilk uygulamalardan başlanır. Oysa, bizim tarihimiz, sosyal güvenliğin sivil ve siyasal alanda eşsiz örnekleriyle doludur.

Bireysel alanda yapılan yardımlaşma, çok saygıdeğer bir insanî erdemdir. Bireyin hakları arasında olup, sosyal güvenliğin önemli unsurlarındandır, engellenmemelidir. Ayrıca, bireysel ve kamusal alan dışında, sosyal güvenliği ilgilendiren çok geniş bir sivil alan bulunmaktadır ki, insanlar, gerek dernek kurarak ve gerekse tarihimize damgasını vuran vakıf müessesesi aracılığıyla sosyal güvenlik hizmetine katılabilmelidir, katılmışlardır da. Bu alanda da engel çıkarılmamalıdır; çünkü, bütün organize faaliyetlerin amacı, bireyin ve toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesine hizmet etmektir. Bu organizasyonların en üst düzeyde olanı, şüphesiz ki, devlettir. Devletin temel meşruiyet dayanağı, insan haklarının ve özgürlüklerinin korunması ve elde edilir olmasını sağlamak olduğundan, sosyal güvenliğin tesis ve temini de devletin aslî görevleri arasındadır.

Bugün mevcut duruma baktığımızda, maalesef, bunun böyle olmadığını veya en azından bunun kâmil manada yeterince böyle olmadığını görüyoruz. Bir karmaşa var, zihniyette, âdeta, bir sorun var. İnsan onur ve haysiyeti ihmal ediliyor, insan yere düşürülüyor. Meseleye, insanı yücelten bir noktadan yaklaşılmadığı için sosyal güvenliğe gerekli ihtimam gösterilmiyor, devamlı erteleniyor.

Değerli milletvekilleri, anlayış açısından çok büyük bir çarpıklık ve kısırlık var. Bireysel yardımlaşmadan sivil toplum örgütlenmesine, sivil toplum örgütlenmesinden sigorta sistemlerine, kamu bütçesinden yapılacak yardımlara kadar hepsi bir bütün olarak sosyal güvenliğin unsurları olarak değerlendirilmesi gerekirken, böyle bir yaklaşım görülmüyor.

Sisteme baktığımızda bütünlük yok. Sosyal güvenlikle ilgili kamusal kurum ve kuruluşlar tek bir çatı altında toplanmamış; tam bir dağınıklık mevcut. Bu konuda birbirinden ayrı görevli birden fazla bakanlık var. İsminin ikinci bölümü Sosyal Güvenlik Bakanlığı olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, SSK ve Bağ-Kur'a bakıyor, yeşil kart başka bir bakanlıkta; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu başka bir bakanlıkta; Emekli Sandığı Maliye Bakanlığında; yani, bir birlik yok, standart birliği yok; dolayısıyla, hizmette de korkunç bir dağınıklık, farklılık, ayırımcılık var.

Öbür taraftan, uygulamada, bakıyorsunuz, sosyal güvenliğin unsurlarından biri olan sivil alandaki vakıflarla ilgili yaklaşım, Sosyal Güvenlik Bakanımızda bile farklılık arz ediyor. Sosyal Güvenlik Bakanımız, kalkıyor, vakıf hastanelerine el koyuyor. Bu, anlayıştaki çarpıklığın en belirgin örneğidir.

BAŞKAN - Sayın Bakanı meşgul etmeyin efendim; Sayın Bakana hitap var.

Bir daha tekrarlayabilirsiniz efendim, Sayın Bakan duymadı.

AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Sosyal güvenliğin sivil alandaki temel unsurlarından birisi olan vakıf müessesesi ihmal ediliyor; hatta, Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından vakıf hastanelerine el konuluyor.

Sayın Bakanım, bu anlayış, sosyal güvenlik anlayışı değildir.

Öbür taraftan, bireysel ve sivil alan görmezden geliniyor, işlemez hale getiriliyor.

Sosyal güvenliğin görünmez bir alanı daha var ki, o da, milletimizin kültüründen ve inancından beslenen aile yapımızdır. Yıllardır eğitim sistemimizde özendirilen çekirdek aile modeline direnen millî aile yapımızda, yaşlısına, engellisine, yoksuluna sahip çıkılmakta ve aile fertleri arasında diğer toplumları kıskandıracak düzeyde dayanışma olmaktadır; komşulukta da aynı şekildedir; ama, bu da dağıtılmak isteniliyor.

Şimdi, ne yapmak lazım; bakın, önce, anlayışın değişmesi lazım. Bu ülkede açlıktan ölen çocuklar varsa, çöplerde ekmek arayan insanlar varsa, ucuz ekmek kuyrukları kilometrelerce uzuyorsa, insanlar "açız" diye Başbakanlık binasının, Meclis binasının kapısına dayanıyorsa, ekonomik kriz intiharları getirmişse, bu hükümet, bu Meclis bunun sancısını çekmeli, beyinler zonklamalıdır. Sosyal güvenliğin en acil sorun olduğu bir sürece sokulmuştur ülke.

BAŞKAN - Sayın Demircan, süreniz bitti gibi.

AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Bir müddet.. Bir iki dakika alabilir miyim...

BAŞKAN - Tabiî, tabiî; ben hatırlatayım dedim.

AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Ülke SOS veriyor bu konuda; Sayın Derviş bunları görmüyor olabilir, IMF görmüyor olabilir; ama, Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak sizlerin görmesi lazım. Siz, Sosyal Güvenlik Bakanısınız, SSK ve Bağ-Kur'un bakanı değil, 70 milyonun sosyal güvenliğinden sorumlusunuz. Bakın, ekonomik kriz bir yılını doldurdu; âdeta, 9 şiddetinde iki defa deprem yaşandı. Bir sosyal güvenlik kriz çalışması başlatmalıydınız Sayın Bakanım. Bugünden itibaren, derhal, bütün ilgili kamu birimlerini harekete geçirin, belediyelerimizi, muhtarlarımızı, imamlarımızı, öğretmenlerimizi, karakollarımızı harekete geçirin, açlık sınırı altına düşmüş olan insanları, derhal, tespit ettirin ve onlara yardım elinizi uzatın. Kısa vadede bunu yapmanız lazım.

Öbür taraftan orta ve uzun vadede yapılacak çalışmalar gerekiyor. Sizler bugüne kadar hep "reform" diye geldiniz. Bakın, bir emeklilik yaşını reform dediniz, şimdi 50 yaşında insanları zorla emekliliğe sevk etmeye çalışıyorsunuz; o mu haklıydı bu mu yanlış?! Ne olur, artık reform olarak bir tasarı getirmeyin; ülkemizde reform kelimesi bu Mecliste yalama oldu, deforme oldu; bir düzenleme getirin artık!..(SP sıralarından alkışlar) Ama, öyle bir düzenleme olsun ki, milletin yapısına uygun olsun. Burada da uzlaşma olsun, meseleyi kökünden çözebilecek bir düzenleme olsun.

Sürem bitti; ben hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Allah, yoksuluna, yetimine bakmayan toplumların önünü açmaz, bu hatırlatmayı yapıyor, saygılar sunuyorum. (SP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demircan.

İkinci söz, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün'de. (SP sıralarında alkışlar)

Buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleri üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, bütçeler, hükümetlerin bir yıllık icraatlarının hesabını verdikleri ve müteakip yıl yapacakları hizmetleri hangi imkânlarla, nasıl ve ne şekilde yerine getireceklerini ifade ettikleri tasarılardır, metinlerdir.

Bakınız, geçen sene, bu kürsüde, Sayın Maliye Bakanı, 2001 yılı bütçesini takdim ederken neler söylemiş: "2001 yılı bütçesi dolayısıyla Yüce Meclisimizin huzuruna başımız eğik çıkmadık. 2002 yılı bütçesi dolayısıyla da yine başımız dik çıkmak için var gücümüzle çalışacağız.

2001 yılı, bütçe uygulamasının en önemli moral lokomotifi, halkımızın hükümete duyduğu güvendir, zorlukları çözmede en değerli anahtar budur."

Değerli arkadaşlar, bugün, hükümetin elinde bu anahtar yoktur. Çünkü, halkın, milletin bu hükümete hiçbir şekilde güveni kalmamıştır. Kaldı ki, bu hükümet, geçen sene ifade ettiğinin aksine, bu sene Meclisin huzuruna başı dik gelememiştir, başı önde gelmiştir, başı eğik gelmiştir.

Hükümet, bütçe tasarısı hazırlayacağı yerde, istifa edip, milletten özür dileseydi, bu basireti gösterseydi, çok daha isabetli ve halkın desteğini kazanan bir hareket yapmış olurdu. Dolayısıyla, kimsenin güvenmediği, artık hiçbir beklentisi ve ümidi kalmayan bu hükümetin bütçesi üzerinde de önemle durmaya, uzun uzun eleştirmeye gerek yok, ihtiyaç yok, nitekim bütçe görüşmeleri başladığından beri sergilenen tavır da o, Meclisteki, bu hükümetten bir şey beklenmediği için görüşmeler de, usul yerini, âdet yerini bulsun diye yapılıyor. Neticede bu bütçe, hükümetin ülkeyi ne hale getirdiğinin, ekonomiyi nasıl iflas ettirdiğinin bir belgesi.

Görüştüğümüz dört kurumun bütçesi, 2002 yılına göre daha da azalmış durumda. Bu kurum ve kuruluşlar, diğer kamu kurumları gibi, hak ettikleri, ihtiyaçları olan payı bütçeden alamamaktalar. Çünkü, bütçede  27 katrilyon açık var, bütçe sadece borç ödeme bütçesi, faiz ödeme bütçesi. Bütçe gelirleri faize aktarıldığı için, polisin alınterinin karşılığı verilememekte, hizmetler gereği gibi yerine getirilememekte, güvenlik güçlerimiz ekonomik sıkıntılar sebebiyle huzur içinde görevlerini yapamamaktadırlar.

Ekonomik krizin bir başka doğal sonucu da, asayişi olumsuz yönde etkilemesidir. Özellikle mala karşı işlenen suçlarda önemli artışlar meydana gelmiştir. Bunun en acı örneği de büyük şehirlerde yaşanan "kapkaççılık" adı verilen ve bir türlü önüne geçilemeyen olaylardır, suçlardır.

2001 yılı içerisinde ideolojik suçlarda azalma olduğu ifade ediliyor.Bu doğrudur, güzeldir; ama, 2001 yılı içerisinde hırsızlık suçları, yaralama suçları yüzde 28 nispetinde, asayişe müessir fiiller, suçlar yüzde 39 nispetinde artmıştır. Bu durum, hükümetin, ülkeyi sürüklediği ekonomik ve ahlakî çıkmazın bir göstergesidir. Suçlar arttıkça emniyetin de jandarmanın da işi artmakta, artan yüke karşılık, maalesef, bütçeden yeterli ödenek, emniyete ve jandarmaya aktarılamamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç konuya temas etmek suretiyle, bu kısa zaman içerisinde, bazı düşüncelerimi dile getirmeye çalışacağım.

Bunlardan en önemlisi işkencedir. İşkence, 12 Eylülden sonra sistemli bir şekilde uygulanan, yüzkarası bir metot olarak, maalesef, bugüne kadar devam edegelmiştir. Gözaltına alınan sanıkların, özellikle terörle mücadele ve çete suçlarına ilişkin soruşturmalarda işkenceye maruz kaldıkları, artık gizlenmeyen ve televizyon ekranlarında çekinilmeden gösterilen bir uygulama haline gelmiştir. Belediye başkanlarına, bürokratlarına, terörle ilgili itham altında olan herkese, sonuçta, gözaltında, maalesef işkence yapılmaktadır. Bakanların gönderdiği genelgelerin, işkencenin önüne geçilmesi için alınan yasal ve idarî önlemlerin, maalesef, sonuca etkisi olmamakta, işkence, bütün vahşetiyle Türkiye'nin yüzkarası olmaya devam etmektedir. Yetkililer, her ne kadar inkâr ederlerse etsinler bu durum dünyanın da gözünden kaçmamaktadır. Uluslararası Af Örgütünün son raporunda, Türkiye'de işkencenin devam ettiği, sistematik ve genelleştirilmiş bir karaktere sahip olduğu, meydan dayağı, cinsel taciz, ölüm ve tecavüz tahdidi, elektrik verme, filistin askısı, uykusuz, susuz ve yiyeceksiz bırakma gibi işkence türlerinin yaygın olarak uygulandığı öne sürülmektedir. Anayasada yapılan, gözaltı süresinin azaltılmasıyla ilgili değişikliğin, umut ederiz ki, işkenceyi ortadan kaldırmakta önemli bir tesiri olsun ve Türkiye, artık, işkenceden bahsedilmeyen bir ülke haline gelsin.

Değerli arkadaşlar, bir önemli sorun trafik sorunudur. Trafik kazalarında, 2001 yılı içerisinde azalma olduğu ifade edilse dahi, yine, 2001 yılının ilk dokuz ayında 322 000 kaza meydana gelmiş, 89 000 kişi yaralanmış, 3 317 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu, fevkalade vahim bir durumdur. Ölü sayısında azalma var diye kendimizi teselli edemeyiz. Her halükârda, Türkiye'de kaza sayısını, buna bağlı olarak da ölü ve yaralı sayısını en aza indirmek mecburiyetindeyiz. Tabiî ki, bunun en önemli sebebi, eğitimsizliktir, cehalettir, yeterli altyapı ve fizikî imkân olmayışıdır. Bu da ülkenin az gelişmişliğinin tabiî bir sonucudur. Türkiye'de kaynaklar faize gittiği için, maalesef, trafikteki bu vahşetin önüne geçilmesi için de tedbirler alınamıyor.

Değerli arkadaşlar, bir başka konu; önümüzde kurban bayramı var, kurban bayramı yaklaşmakta. Her bayram öncesinde bu kürsüden ifade ettiğimiz gibi, yeniden ifade etmek zorundayız; bütçe vesilesiyle bir defa daha ifade ediyorum ki, devlet, artık, halkın kurban derilerinden elini çeksin; bırakın, kim, nereye istiyorsa kurban derisini oraya versin. Bu müdahale, hem Anayasadaki mülkiyet hakkına müdahaledir, hem de din ve vicdan özgürlüğüne aykırıdır; bu, haklara müdahaledir. Milletin kurban derisini elinden zorla almak, demokratik ülkelere yakışan bir uygulama olmaz; olsa olsa, komünist Rusya'nın uygulaması olur. Bu da Türkiye'de hiç kimseye yakışmaz. (SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

Bakınız, laikliği gerçekten savunuyorsanız samimi olun, kurban derisinden elinizi çekin. Türk Hava Kurumundaki, Kızılaydaki yolsuzluklar arşa dayandı; siz, hâlâ, milletin kurban derisine tecavüz etmekle meşgulsünüz.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Hizbullah'a mı vereceksiniz?!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sizin siciliniz bozuk, sizin siciliniz bozuk... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen... Lütfen, karşılıklı konuşmayalım... İstirham ederim...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, lütfen, siz, Genel Kurula hitap edin... Yönünüzü, yönünüzü...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, Genel Kurula hitap ederiz, yalnız, müdahale edenler lütfen saygılı davransınlar. 

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Siz saygılı olursanız, arkadaşlar da saygılı davranırlar.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Hizbullah'a mı vereceksiniz?!..

BAŞKAN - Efendim, lütfen hatibe laf atmayın. Hatibin sözünü kesmeyin.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Beyefendi, sizin saygısızlığınızı, ben, mahkeme kararıyla tescil ettirdim, tazminata mahkûm oldunuz. Lütfen, saygılı olun, terbiyeli olun!..

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Aldın mı parayı?.. Hizbullah'a mı gidecek onlar?!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dün...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Lütfen üslubunuza dikkat edin Sayın Konuşmacı... Lütfen...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Siz, önce, arkadaşlarınıza sahip olun, önce, milletvekillerinize sahip olun.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Her zaman sahibiz!..

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim... Rica ederim...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Fazla da konuşmayın, susun, ben konuşacağım; söz benim, senin değil.

Değerli arkadaşlar, dün, İstanbul'da...

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Yine ver mahkemeye!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla)  - Değerli arkadaşlar, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun muhakkak değişmesi lazım. Anayasaya uygun tadilatın, uyum yasasının süratle gelmesi lazım.

Türkiye, 12 Eylül baskı rejimini geride bırakmalıdır; ancak, bu hükümetin, bu yolda, hiçbir iyileştirme yapması mümkün değildir; çünkü, bu hükümet, imam hatip lisesi mezunlarının polis okullarına girmesini engelleyen hükümettir... (SP sıralarından "Bravo" sesi, DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika efendim... Bir dakika...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - ...hakkını arayan başörtülü öğrencileri, YÖK'ü protesto eden öğrencileri coplatan hükümettir.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - 70 yıldır cumhuriyetle uğraşıyorsunuz, 70 yıldır!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bunun en çirkin örneğini dün gördük; eski bir milletvekili, Cumhurbaşkanlığının eski Başdanışmanı ve Türkiye'nin en büyük sendikalarından birinin genel başkanı Sayın Mustafa Başoğlu, dün, Marmara Üniversitesinde hakkını arayan öğrencilere destek verdiği sırada, polisin çirkin tecavüzüne maruz kaldı ve sonunda da o tecavüz yetmiyormuş gibi gözaltına alındı.

Değerli arkadaşlar, bu tartaklama, bu olaylar, bu gözaltılar, keyfî muameledir, polis devletinin muamelesidir; yapılan da baskıdır. Dolayısıyla, Sayın Başoğlu'na yapılan muameleyi kınıyorum, şiddetle protesto ediyorum, bir sendikacıya bu tür muamele yapılırsa, acaba, zavallı, sahipsiz insanlar hakkında ne tür muameleler yapılır?!

Daha söylenecek çok şey var; ancak, vaktinize tecavüz etmemek için...

BAŞKAN - Lütfen efendim...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bütçelerin, İçişleri Bakanlığımıza, Emniyet Genel Müdürlüğümüzün fedakâr mensuplarına, Jandarmamızın fedakâr mensuplarına, Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarına hayırlı olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ediyorum efendim.

Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata, buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Saadet Partisi Grubu adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Yine, yaklaşmakta olan Kadir Gecesinin ve Ramazan Bayramının bütün vatandaşlarımıza kutlu olmasını Yüce Allah'tan dilerim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Mehmet Akif Ersoy "Kenarı Dicle'de bir kurt bir koyunu kapsa, gelir Ömer'e sorar bunu adl-i İlahî" diyor. Bu idrak içinde eğer, ülkenin her tarafındaki olayın mesuliyeti, ülkedeki her sorumlunun kendisine düşen sorumluluğu idrak edilirse, sanıyorum, ülkede terör de olmaz, ülkede anarşi de olmaz; ülkede kalkınmada olur, büyümede olur.

Değerli arkadaşlar, ülkenin halihazır durumu hepinizin malumudur; bütün arkadaşlar bunu günlerdir dile getiriyor. Evet, ciddî sıkıntılar var, bunu inkâr etmenin bir faydası yok; ama, bu sıkıntıları bir iki kriz daha da berbat hale getirdi. Yani, bizde "buğday, buğday değil; dolu vurunca hepten gitti" derler; gerçekten, bu iki kriz, ülkede çok daha büyük sıkıntılar yarattı ülkede ve bu sıkıntıların, artık, ta tepelerde söylenmeye başladığını görüyoruz. Sosyal patlamalardan bahsediliyor ve gerçekten ürkütücü bazı manzaralar da zaman zaman gözleniyor. İntiharlardan tutun, doktor raporlarına kadar bunu arkadaşlar tek tek söylediler, onlara da girmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî ki, bu sıkıntılara biz çanak tutmayalım diyoruz; sıkıntılar var, bunların azalması için, sinirlerin daha fazla gerilmemesi için bu ülkenin ne yapması gerekiyorsa onu yapsın diyoruz. İçişleri de bana göre bu demektir. İçişleri, ülkenin her metrekaresinden mesuldür ve her metrekaresinde görevi vardır. O zaman, tabiî ki, sakin ve izan içinde sorunların ele alınıp halledilmesi lazım diyoruz; ama, görüyoruz ki, gerçekten polisimiz eğitimsizlikten veya belki malî sıkıntılar içinde oluşundan -arkadaşlarımız bahsettiler, polisimiz gerçekten malî sıkıntı içinde, rakam olarak da verdiler- bazı hareketlerinde, maalesef, yanlışlıklar yapıyor.

Değerli arkadaşlar, 2000 ve 2001 yılları içinde, olaylar 150 000'den 200 000'e tırmanmış; yani, artış var. Onun yanında, bir bakıyoruz ki, gösteri ve toplu yürüyüşlerde de azalma var. Niye acaba; bir bakıyoruz ki, hakikaten burada bir baskı var. Baskının olmaması için, fikirlerin kafalara hapsedilmemesi için alınması gereken tedbirler varsa, bunlar bir an önce alınmalıdır.

Evet, ben çok şeyi saymak istemiyorum; ama, şu bir gerçektir ki, bu ülkede -dün de politikalar böyleydi bana göre, bugün de böyle- sanki üç-beş holding ayakta kalsın diye birçok yere baskı yapılıyor, birçok şey iflas ettiriliyor; özel tedbirler alınıyor; bazılarının malları özel alınıyor, bazıları özel alınmıyor. Bütün bunlar, bu ülkede ciddî sıkıntıların meydana gelmesine sebep oluyor.

Evet, tabiî, sinirler gerilince, laçkalaşınca, mutlaka olaylar da çoğalıyor; insanların suç işleme eğilimi daha da fazla artıyor. Bu durumda, bir bakıyorsunuz ki, bu ülkede, şu anda 12 000 000 açılmış dava var; tahkikatlar bunun dışındadır. Her bir davada, en az iki taraf vardır; ki, bunların içinde 20,30,40 kişilik davalar da vardır; 12 000 000 davada taraf sayısı 3'er kişi olsa, bugün, 36 000 000 davalı insan var demektir. Bu ne demektir; eğer, çocukları ve ihtiyarları düşersek, bu ülkede, herkes birbirinin yakasına sarılmış değerli arkadaşlar. Eğer, bir ülkede, herkes birbirinin yakasına sarılmışsa, bizim sıkıntımız var değerli arkadaşlar; bu ülkede İçişlerinin de, Dışişlerinin de, İmarının da, bütün bakanlıkların sıkıntısı var demektir. Onun için, arkadaşlar, biz, bu konuyu ciddî olarak ele almak mecburiyetindeyiz.

Bir bakıyoruz ki, tabiî ülkemizde, insanları koruma görevi içinde olanlar veya huzuru, güveni sağlamaya yönelik görevi olanlar, en çok kendileri korunuyorlar. Şu anda, 1 196 insan, özel olarak korunuyor değerli arkadaşlar. Bu ne demektir; bu, binlerce polis demektir. Hangi polis; en eğitimli, en vurucu, en terbiyeli, en akıllı polisleri, maalesef, bunlar kullanıyor. Kim kullanıyor bunları; bunları -en çok- 350 tanesini, maalesef, askerî personel kullanıyor, 99 tanesini eski bakanlar kullanıyor, 98 tanesini devlet güvenlik mahkemeleri kullanıyor, 89 tanesini işadamlarımız kullanıyor ve bunlar, resmî olanlar; bunun gibi yüzlerce, binlerce var. Bunlar, hiçbir bedel ödemeden de kullanıyorlar tabiî ki bunları.

Nedir; yani, eğer, siz bu kadar kendinizi sıkı sıkı koruma hissi içinde görüyorsanız, millet de size güvenmez halk da size güvenmez. Hep söylüyorum, hakikaten de üzülüyorum; samimî olarak, bugün, bütün güvenlik birimlerimizin etrafı burç, burç, kale burcu gibi; yani, bana göre, bir endişe, kendi kendine, ben, sizden endişe ediyorum diyor. Bunların, diğer ülkeler seviyesinde olması gerekiyor. Belki koruması gereken bazı yerler var; ama, bazı yerlerde bu kadar olmamalı gibi düşünüyorum değerli arkadaşlar.

Yine, tabiî ki, bu hareketler, ülkede bir güvensizlik yaratıyor. Ülkenin en büyük problemlerinden birisi de güvensizliktir; yani, eğer, sen, hareketlerinle, tavırlarınla, icraatınla, adaletinle halka güven vermiyorsan, o halkın da sana güvenmesini beklemen mümkün değildir. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, önce güven sorununu aşmamız lazım.

Bu alanda, bir şey daha söylemek istiyorum, değerli arkadaşlar, bugün, ülkedeki bu bunalım, bu sıkıntının en büyük ayağı batıdadır. Evet, doğuda, daha önce belki böyle algılanıyordu; ama, bugün, batı, doğudan daha çok rahatsızdır. Gittiğimiz illerde, bir bakıyoruz ki, adam, Bursa'da işinden çıkmış, ekmeği o anda kesilmiş, İstanbul'da işten çıkmış, ekmeği o anda kesilmiş. Bizim o bölge, o, daha farklı. Onun için şöyle bir şey anlatayım. Bizim orada bir insan, çok fakir, perişan, işte, sağda solda yatar, evi de yok; sonra, adam, tam ölürken,  demiş ki: "Ben, bir vasiyette bulunmak istiyorum." Nedir?.. Demiş ki: "Ne olur, benim mezar taşıma bir şey yazın." Ne yazalım?.. Demiş ki: "O yatmamıştı yatakta, büyümemişti kucakta, şimdi yattığı yerde eskiden de yatardı." Şimdi, bizim bölge halkı zaten sıkıntının içinde, onun için alışkındır; ama, batıda, insanlar bu sıkıntıya alışmamış, sosyal patlamalar olursa burada olur; bunun için, dikkatinizi çekmek istiyorum.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; bu sebepten dolayı, ben 1999 yılında, ilk bu Meclise geldiğimizde, hakikaten doğu ve güneydoğuda nispeten huzur ve güven sağlanmış, bugün de sağlanmıştır eskisine oranla; o bölge halkı çok çekti. Bütün arkadaşlara, bütün partilere teşekkür ediyorum, bütün partileri dolaştım, gelin, bölge için bir araştırma önergesi verelim, eğer bu huzur ve güvenin devamlı olmasını istiyorsak bir araştırma önergesi verelim dedik, sağ olsunlar, arkadaşlar da imzaladılar 21.10.1999'da.

Bu bölgede yapılması gerekenler, kalıcı olan şeyler, geçici alınması gereken tedbirler, uzun vadeli, kısa vadeli neyse bütün detaylarını incelemek suretiyle, sebebini, terörün bir daha başını kaldırmaması için, bölgede bu sıkıntıların bir daha doğmaması için yapılması gerekenleri biz tespit edelim, bu Meclis tespit etsin dedik; ama maalesef bu önerge hâlâ bekliyor ve bir türlü ele alınamadı.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başkandan özür diliyorum, ben hemen bitirmeye çalışacağım. Bu memleketteki İçişlerinin sorunu, dedik ki, ülkenin sorununun tamamıdır. Göç şu anda İçişlerinin sorunu haline gelmiş ve büyük sıkıntılar var. Maalesef, büyük illerden şimdi bizi arıyorlar, benim gibi doğulu milletvekillerini de arayanlar vardır, ne olur bize birkaç kuruş para gönderin veya belediyeden bize para temin edin, evimizi yükleyip gidelim. Ama, gittikleri yerde de, maalesef, çimento, demir gibi bazı aksamlar verilmekle beraber bu yetersizdir, bunun mutlaka yeterli hale getirilmesi lazım, buraya para ayrılması lazım.

Trafik başlı başına bir sorun. Arkadaşlar değindiler, bu konu çok detay isteyen bir konu; fakat, özellikle Sayın Bakanıma bir şey söylemek istiyorum, maalesef trafik başkanlığı kuruldu kurulalı, dört yıl oldu, 4 tane başkan değişti; böyle şey olmaz. Elbetteki her gelen yeniden bir politika uyguluyor ve elemanların yeri değişiyor, müdürlerin yeri değişiyor ve sıkıntılar oluyor; eğer bu sıkıntılar olmasa daha da az olacaktı.

Eğitimden de kısaca bahsetmek istiyorum. Bu araştırma önergesinde dedim ki YÖK Başkanına, lütfen öğretmen yetiştirin. Efendim, nasıl ben yetiştireyim, kanun mu var? Eğer, siz, YÖK Başkanı olarak bundan haberdar değilseniz buna çok üzülürüm; çünkü, 125 inci madde, bütün orta ve liselerde eğitim mecburiyeti getiriyor. Mademki eğitim mecburiyeti var, o zaman bunu da yapmanız lazımdı dedim.

Özür diliyorum Sayın Başkanım...

Daha doğrusu, bu ülkenin, yeniden yapılanması şarttır. Bu yeni yapılanma için, korkmadan, yılmadan, hepimizin el ele vermesi lazım ve gerçekten, dünyadaki diğer medenî ülkelerden çok daha iyi bir ülke bizim hakkımızdır ve onu yapılandırmak da bizim görevimizdir.

Saygılar sunuyorum, hürmet ediyorum, sağ olun, var olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Hem el ele, hem seve seve...

Gruplar adına konuşmalar bitti.

Şahısları adına, lehte, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Zeki Okudan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ülkemiz, şu son günlerde, yağıştan dolayı sel felaketleriyle yüz yüze. Antalya'nın Kumluca, Demre, Beykonak yöresinde şu an sel afeti ihtimali var ve maddî hasar var. Tarım kredi borçlarının ve Ziraat Bankası borçlarının ertelenmesi, faizlerin durdurulmasıyla ilgili bir talebi duyurmak istiyorum.

Bu arada, Sosyal Güvenlik Bakanım, sosyal güvenlik mefhumunun, tabiî ki, aleyhine konuşmak mümkün değil. Bu, ülkemiz için, insanlık için çok gerekli; ancak, Bağ-Kur ve SSK'da otomasyon işinin, kanun ve kurallar çiğnenerek, bu kurumlardaki daire başkanları zorla izne çıkarılarak, emekliliğe zorlanarak, hatta, görevinden alınarak, ihalesiz olarak yandaş bir firmaya verildiği söylentileri şeklinde, az önce bir bilgi aldım; yani, böyle bir söylenti var. Sadece danışmanlık için, Bağ-Kur ve SSK'dan, ayrı ayrı 690 000 dolar ödenecek. Bu firmaya, bu işin kontrol görevinin de verildiği, bu iş için SSK'da 600 000 000 dolarlık ihale bedelinin yüzde 6,7'sinin, Bağ-Kurda da, 150 000 000 dolarlık ihale maliyetinin yüzde 6,9'unun verileceği söyleniyor. "Bu şekilde, ihalesiz olarak, ANAP'a yakınlığı bilinen bir şahsın şirketine, 62 000 000 dolar, danışma ve kontrollük ücreti verilecek" deniliyor. Yine, bu işte kullanılacak akıllı kartla, her sigortalıya 26 dolar yük geleceği, bu yükün 5 kişilik bir aileye 200 000 000 liraya mal olacağı şeklinde bir ifade var.

Yine, SSK'nın Hukuk Bürosunun da, bu Danışmanlık Sözleşmesinin usulsüz olduğuna dair bir raporu söz konusu.

Değerli arkadaşlar, yine aynı konuyla ilgili, Sayın Bakanımızın ifadelerine cevaben, Devlet Planlama Teşkilatının, "bir süreden beri, SSK ve Bağ-Kurun otomasyona geçiş konusundaki, basın ve yayın organlarında, Devlet Planlama Teşkilatını hedef alan, kamuoyunu yanıltıcı bazı haberlerin yer aldığı görülmektedir" diye devam eden 3.9.2001 tarihinde yayımladığı bir basın bülteni var. Bu konuları Sayın Bakanımızın dikkatine arz etmek istedim.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde sosyal güvenlik kurumlarının çalışma şekilleri arasındaki farklılıkları arkadaşlar ifade ettiler. Yani, Bağ-Kur ayrı emeklilik yapıyor, SSK ayrı sağlık primi topluyor, gözlük parasını filanca ödüyor, ödemiyor gibi... Bu kuruluşlar, Fakir Fukara Fonu, Yeşil Kart, 2022 sayılı Kanun, Sosyal Yardımlaşma Kurumu, özel sağlık sigortaları vesaire... Kızılayı da bunun içine katarsak epey bir dağınıklık var.

Şimdi Sayın Bakanıma soruyorum: Siz, bu kuruluşların hangi devlet bakanlarına bağlı olduğunu hatırlayabiliyor musunuz bir çırpıda? Bana kalırsa mümkün değil. O halde, prime oranlı emekli ve sağlık hizmetlerinin belli bir standarda oturtulması gerekmektedir. Sosyal devlet, sosyal güvenlik hizmetindeki aksamalara, sosyal güvenlik kuruluşlarındaki zararı bahane gösteremez. Sosyal güvenlik hizmeti, anayasal bir görev olarak ertelenemez.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, Sayın Bakanı meşgul ediyorlar, sayın hatibi dinleyemiyorlar.

BAŞKAN - Olsun, ben biliyorum ne yaptığını...

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - ... savsaklanamaz, hele hele yok sayılamaz. Son günlerde, binlerce insanın açlıkla imtihan olduğu günümüzde, hiçbir mazeret, açlıktan ölümü mazur gösteremez.

Değerli arkadaşlar, sosyal ve ekonomik krize rağmen, Bağ-Kur mükellefi, borçlarını ödemeye başlamış, senede bağlamış; ancak, sağlık hizmeti alamıyor. Dahası, hapis kararı almış arkadaşlar var, kişiler var. Bu insanlar, hapis kuyruklarında; çünkü, hakkında hapis kararı almış o kadar çok insan var ki, bunlar, hapis sırası bekliyorlar; ama, senetlerini imzalamış. Bunun düzenlenmesi gerekiyor.

Arkadaşlar, bir yıl önce, emeklilik yaşını 58-60'a çekecek yasayı -yok, işte, mezarda emeklilik yasası- bütün mücadelelere rağmen çıkardık. Şimdi, son günlerde, emeklilik yaşının 50'ye indirilmesi, 100 000 kişinin işten çıkarılmasına dair çalışmalar var. Sayın Derviş, yanlış hatırlamıyorsam, demişti ki: "Bu kredilerin sosyal bedeli olacak." Hükümet, acaba bu sosyal bedeli işçilere mi ödetmek istiyor?!

Değerli arkadaşlar,  SSK hastaneleri, Türkiye nüfusunun neredeyse yarısına yakınına hizmet ediyor. Tabiî, buralarda muayene olmak çok büyük sıkıntı. Sağlık personeli olarak orada çalışmak da büyük sıkıntı. Çok büyük kalabalıklar, kitleler ve bunalmış sağlık personeli, fedakâr çalışan sağlık personeli...

Değerli arkadaşlar, Sosyal Güvenlik Bakanlığı niye hastanecilikle uğraşıyor? Hastanecilik işi, hastane işletmeciliği ayrı bir iş. SSK, Sağlık Bakanlığı, PTT, Devlet Demir Yolları, bankalar vesaire, bütün bunların hepsi sağlıkçılığa soyundular ve sağlık hizmeti veriyorlar; ancak, size bir hatırlatma yapmak istiyorum. İstanbul İlinin nüfusu, son on yılda 2 milyon artmış. Sağlık Bakanlığının yatak sayısı 2 500, artan hastane sayısı 3. Buna mukabil, özel kuruluşlar  4 500 yatak sayısıyla 77 özel hastane açmış. Bu hastanelerin yapımında hiçbir bakanlığın bir tek çimentosu yok; fakat, bu hizmet kendiliğinden oluşmuş. Yeni kurulan bir beldede, bir mahallede bakkal kendiliğinden oluşur, sağlık teşkilatı kendiliğinden oluşur, cami hizmeti kendiliğinden oluşur; ama, siz "bunu, merkezden ben yapacağım" derseniz birtakım eksiklikleri de beraberinde getirir, sıkıntılara da devlet olarak katlanmak zorunda kalırız.

O yüzden, bize düşen, sosyal güvenliği tanzim etmek, düzenlemek, bu dağınıklıktan kurtarmak, sağlık hizmetlerini de, Sağlık Bakanlığının denetiminde, kendi akışına bırakmaktır. Ha, Sağlık Bakanlığının yetmediği yerde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, tabiî ki görevini yapacaktır.

Sayın Bakanım, randevu sistemi pek iyi çalışmıyor. İngiltere'de, bir doktora 666 kişi düşüyor; ama, ne kadar kolay sağlık hizmeti alıyor. Türkiye'de, bir doktora ortalama olarak 825 kişi düşüyor, arada çok büyük bir fark yok; ama, sağlık hizmetinden faydalanma açısından arada çok ciddî fark var.

Sevk zincirini de bir kere daha gözden geçirmek lazım. Bağ-Kur'lu hastaların, SSK'lı hastaların, fakülte hastanelerine ve diğer özel hastanelere sevklerinde bazı aksamalar oluyor, hastalar çok sıkıntı çekiyor.

Değerli arkadaşlar, geçenlerde, özürlülerle ilgili bir kanun teklifi görüşüyorduk. Orada, özürlü ananın, özürlü babanın işten bir saatlik izin alması veya iki saatlik izin alması tartışıldı. Tabiî ki, özürlü ananın, özürlü babanın zaten çektiği kendine yetiyor, bir de izin verilsin denildi. Makul bir düşünceydi ve belki de, sosyal devlet ilkesi gereğiydi; ama, iş, yine işverene fatura edildi. Sosyal devlet nerede?

O yüzden, sosyal devlet, sosyal güvenlik kurumunun yeni baştan değerlendirilmesi, yeni baştan elden geçirilmesi ve yeni ufukların açılması gerekiyor.

Hepinizi bu duygularla selamlıyorum. Sağolun efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına söz vereceğim; ancak, Sayın Bakana söz vermeden önce, Başbakanlığın bir tezkeresi var, okutacağım.

Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin (5/b) ve (6/b) bendleri gereğince, hükümetlerin, uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına dairdir.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- 5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 184 sayılı Sözleşme" ile aynı adla anılan 192 sayılı  Tavsiye Kararıyla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/936)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 26.10.2001 tarihli ve B.13.APK. 0.11. 00. 00/4012-2729/28319 sayılı yazısı.

5-21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 89 uncu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 184 Sayılı Sözleşme" ve "Tarımda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine İlişkin 192 Sayılı Tavsiye Kararı" ile ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması hakkındaki ilgi yazı ile ekinin suretleri ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

                                                                  Bülent Ecevit

                                                                         Başbakan

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan'ı kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

Sayın Bakanım, konuşma süreniz 15 dakikadır.

ÇALIŞMA SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun Anayasasının 19 uncu maddesi hükümleri gereğince, uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında, Bakanlığımızın, Yüce Meclise bilgi sunması zorunluluktur.

ILO'nun, bu yıl, 5 - 21 Haziran 2001 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 89 uncu  genel konferansında, bir sözleşme ile bir tavsiye kararı kabul edilmiştir. Konferans tarafından kabul edilen 184 sayılı Tarımda İş Sağlığı ve İş Güvenliği Sözleşmesi ve aynı adla anılan 192 sayılı tavsiye kararı, tarım işlerinde istihdam edilenlerin sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamına kavuşturulmalarına, tarımda çalışanlar için de asgarî yaş haddi konulmasına ve çalışanların, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı sigortalanmalarına yönelik hükümler içermektedir.

Sözleşme, geçim amaçlı tarımı, tarım ürünlerini, hammadde olarak kullanılan sanayi işlerini ve ormanların sınaî amaçlı işletmesini kapsam dışı tutmaktadır.

Sözleşmeyle, hükümetlere, tarımda iş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili ulusal politika tespit edilmesi, işçi ve işverenlerin hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesi, uygun bir denetim sistemi oluşturularak, alınacak önlemlerin tespiti ve bunların uygulanmasını sağlayıcı idarî ve cezaî tedbirler alınması, asgarî çalışma yaşının 16 olarak belirlenmesi, tarımla ilgili iş sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının oluşturulması yükümlülükleri getirilmiştir.

Sözleşmede, işverenlere, risk değerlendirmesi yaparak gerekli tedbirleri alma, imalatçı, ithalatçı ve tedarikçilere ise standartlara uygun araç gereç, alet üretme, ithal etme ve pazarlama sorumluluğu verilmektedir.

Tarımda kullanılan kimyasal maddelerin ithalatı, sınıflandırılması, etiketlendirilmesi, yasaklanması veya kullanımlarının sınırlandırılması; kimyasal atıkların, kapların ve benzerlerinin çevreye zarar vermeden uzaklaştırılması, yok edilmesiyle ilgili tedbirler alınması; tarım işletmelerindeki inşaat, bakım, onarım faaliyetlerinde gerekli tedbirlerin alınması; mevsimlik ve geçici işçilerin diğer işçilerle aynı haklardan yararlanabilmeleri; işçilere yatma, barınma yerleri ve diğer kolaylıkların sağlanması; kadın işçilerin analık, hamilelik, emzirme gibi şartlarda korunmaları, sözleşmede yer alan ve tavsiye kararıyla daha geniş olarak açıklanan diğer hükümlerdir.

Bilgilerinize arz ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, biraz önceki konu, yasa gereği, ILO'nun faaliyetleriyle ilgili her sene Genel Kurula bilgi verme zorunluluğunu içeren konuydu; onu arz ettim Yüce Heyetinize.

II. –  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

  l.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları:  754, 755, 773, 774) (Devam)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) EMNİYET  GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI (Devam)

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

c)          SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam)

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B)   ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Şimdi, birkaç cümleyle, burada çok değerli eleştiri ve önerileriyle katkı sağlayan arkadaşlarıma öncelikle teşekkür etmek istiyorum ve bazı hususları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sosyal güvenlikle ilgili olarak, özellikle SSK ve Bağ-Kur'un içinde bulunduğu durum hepimizce malumdur. Yıllardan beri, geçmişte popülist politikalarla çıkarılmış yasalar aktuaryel dengeyi bozmuş ve sonuçta da sosyal güvenlik kuruluşlarının gelir ve giderleri arasındaki olumsuz fark giderek büyümüş ve 2002 yılı bütçesinde, sosyal güvenlik kuruluşlarının öngörülen açığı 7,9 katrilyon olarak belirlenmiştir. Bütün Türkiye'de yatırımlara ayrılan payın 5,7 katrilyon olduğu bir 2002 bütçesinde 7,9 katrilyonun sadece sosyal güvenlik kuruluşlarının açığı olarak öngörülmesi, bu sistemin ne ölçüde bozulduğunun da açık ve inkâr edilemez bir gerçeğidir.

Değerli milletvekilleri, 1999 yılı bütçesinde ve 1999 yılında yaptığımız açıklamalarda kendimize bir hedef koymuştuk ve o hedefin paralelinde de 4447 sayılı Sosyal Güvenlik Reform Yasasını çıkarmış ve o yasanın yansımalarını da dikkate almak suretiyle, özellikle SSK'da bir yıl içerisinde 500 milyon dolar civarında daha az finans desteği Hazineden alır hale gelebileceğimizi burada ifade etmiştik ve nitekim, bir yıl sonra itibariyle geldiğimizde, 1999 yılında SSK'nın Hazineden sağladığı finans desteği 2 milyar 665 milyon dolarken, 2000 yılı sonu itibariyle bu finans desteği, sadece 650 milyon dolarla sınırlı kalmıştı. Bir yıl içerisinde, SSK, Hazineden 2 milyar dolar daha az finans desteği alır hale gelmiştir. Bu yılın sonu itibariyle de, bu yıl meydana gelen ekonomik krizin tahsilatları olumsuz etkilemesine rağmen, yine 1999 yılıyla mukayese ettiğimizde önemli ölçüde bir iyileşmenin olduğundan söz edebiliriz.

Geçen sene huzurunuza geldiğimde, ortaya kendimizi bağlayacak hedefler koymuştum ve demiştik ki, önümüzdeki yılın sonunda; yani, içinde bulunduğumuz yılın aralık sonuna kadar olan süreç içerisinde bütün SSK hastanelerinde bir toplam kalite çalışması başlatacağımızı ve önümüzdeki yılın sonu geldiğinde 10 SSK hastanemize ISO 9002 Kalite Belgesi almayı taahhüt ettiğimizi huzurunuzda arz etmiştik. Bugün, Cenabı Allah'a binlerce şükür olsun ki, huzurunuza, bu taahhüdün yüzde 50'sini aşmış olarak geliyoruz. Sizlere dağıttığımız kitaplarda 13 olarak belirlenmiş, şu ana kadar,  ISO 9002  Kalite  Belgesini  almış  olan  hastane  sayımıza, dün 2 hastanemiz daha, -Nazilli Hastanemiz ve Ankara Göğüs Hastanemiz- buna dahil edilmek suretiyle, 15 hastaneye yükselmiştir. Önümüzde kalan onbeş günlük süre içerisinde, öyle ümit ediyorum ki, 3-4 hastanemizle -ki, İstanbul'daki en büyük hastanelerimizden Samatya Eğitim Hastanemiz dahil olmak üzere-  sanıyorum ki, bu rakam daha ileri bir noktaya gelecektir.

Bugün, sadece SSK hastanelerinde değil, sigorta müdürlüklerimizde, Bağ-Kurda, Türkiye İş Kurumunda, Bakanlığımız merkez teşkilatlarında ve bağlı ilgili bütün kurumlarında toplam kalite yönetim çalışmasını başlatmış durumdayız.

Şimdi, huzurunuzda, önümüzdeki yıl sonu itibariyle, bu konuyla ilgili bir arzım olacak. Önümüzdeki yıl sonu itibariyle, en az 40 ildeki sigorta müdürlüklerimiz, SSK'nın, Bağ-Kurun ve Türkiye İş Kurumunun ve aynı zamanda genel müdürlükteki birçok bölümün aynı toplam kalitede belli bir çizgiye ulaşacağını ve ISO Kalite Belgesi alacağını huzurunuzda arz etmek istiyorum.

Ayrıca, hastanelerimiz açısından da, önümüzdeki yıl sonu itibariyle tekrar huzurunuza geldiğimizde, ISO kalite belgesi almış olan hastane sayımızın en asgarîde 40'ı aşmış olacağını, huzurunuzda, yine taahhüt etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuzda, önümüzdeki yıl itibariyle, SSK hastaneleriyle ilgili olarak, kendimizi çok daha bağlayıcı bir hedefi paylaşmak istiyorum. Türkiye'nin hiçbir SSK hastanesinde, hiçbir SSK dispanserinde, önümüzdeki yılın sonu geldiğinde, bir tek vatandaşımız kuyrukta bekler halde kalmayacaktır. Telefonla randevu sistemini yaygınlaştırmak suretiyle, bütün Türkiye'deki SSK hastane ve dispanserlerinin önündeki kuyrukları, Allah'ın izniyle kaldırmış olacağız ve önümüzdeki yıl, huzurunuza -kendi adımı bağlayarak- mahcup olmamak üzere gelmeyi temenni ediyorum.

Bu kadar önemli ve yüksek bir hedef koyduğumuzun da farkındayım. Değerli mesai arkadaşlarımın, SSK hastanelerinde çalışan çok değerli mesai arkadaşlarımızın, oradaki doktorlarımızın, hemşirelerimizin, sağlık mensuplarımızın, personelimizin ve bütün bürokratlarımızın bu işe yüreğini koymalarındaki cesaret, bizim, hedefimizi, çok daha ileri bir noktada, huzurunuzda ortaya koymamıza sebep olmuştur. Kendilerine minnet borcum var.

Değerli arkadaşlarım, mesele, sadece SSK hastanelerinde kuyrukların ortadan kaldırılması değildir. Gerçekten, sağlık şartlarına uygun, daha iyi şartlarda bir sağlık hizmetinin sunulması da ayrıca hedefimizdir. Bu, kolay olmuyor. Bunun, hemen, önümüzdeki yıl sonunda yüzde yüz neticelenmesi diye bir şeyi söz konusu edemeyiz. Bunu söylersek, şimdiden yanlış bir ifadede bulunmuş oluruz; ancak, başlattığımız toplam kalite çalışmalarıyla ve uygulamaya koyduğumuz projelerle -size, çok açık ve net ifade edebilirim ki- her geçen yıl, bir öncekiyle mukayese ettiğinizde, SSK hastanelerinde sağlık hizmeti sunumundaki kalite daha da artmaktadır. Önümüzdeki sene, bu yılla mukayese ettiğimizde, daha ileri bir noktaya geldiğine, inşallah, şahit olacağız.

Değerli arkadaşlarım, bugün konuşan çok değerli arkadaşlarımızın değindiği birkaç konu var. Onları cevaplama değil de, en azından, sizleri aydınlatma bakımından birkaç konuya değinmek istiyorum. Bir arkadaşımızın ifade ettiği emeklilik yaşına önce değinmek istiyorum. İşte "Sosyal Güvenlik Yasası çıkardınız, emekli yaşını 58-60'a çıkardınız, şimdi de insanları 50 yaşında emekli ediyorsunuz; bu çelişki değil mi" denildi.

Değerli arkadaşlarım, çıkardığımız 4447 sayılı Sosyal Güvenlik Reform Yasasında 58-60 yaş, evet, belirlenmiştir; ama, o yasayı dikkatlice okuyan değerli arkadaşım fark edecektir ki, 58 ve 60 yaş, 1 Ocak 2000 tarihinden itibaren ilk defa işe girenlerle ilgilidir. Mevcut çalışanlardan hiç kimseyle ilgili 58-60 yaş getirilmemiştir. Kademeli bir geçiş öngördük. Gerçi, o kademeli geçiş, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Zannediyorum, ocak ayı içerisinde de huzurunuza yenisini getireceğiz; ama, şu anda eski yasa aynen devam etmektedir.

O kademeli geçişte, yine, değerli arkadaşım eğer inceleme imkânı bulabilirse görecektir ki, 50 yaşında, 48 yaşında, hatta daha aşağıdaki yaşlarda, o kademeli geçiş süresindeki tasnife göre, bugün, 50 yaşında eğer bir emekli olma durumu varsa, bu yeni yasanın, çıkardığımız 4447 sayılı yasanın çelişkisi değil, o yasanın içerisinde zaten var olan kademeli geçiş süresinin bir gereğidir. Bununla şunu kastetmiyorum; yani, 50 yaşına gelmiş herkesi emekli edelim tarzında bir talebimiz, en azından, benim Bakanlığım olarak yok; ama, bir yanlış bilgiyi düzeltmek açısından bunu sizlerle paylaşmak istedim.

Bir diğer değerli arkadaşım, ucuz ilaç, 4 kalem ilaç meselesine değindiler. Evet, değerli arkadaşlarım, hepimiz biliyoruz ki, bugün Türkiye'de, maalesef, her konuda olduğu gibi, ilaçta da inanılmaz ölçüde istismar vardır, israf vardır. SSK'nın, bu yıl itibariyle ilaca ödeyeceği -yıl sonu dahil- yaklaşık 1 katrilyondur. Geçen sene SSK'nın ilaca ödediği para 578 trilyon olmuştur. Bağ-Kurun geçen sene ilaca ödediği para 486 trilyon liradır. Bu sene Bağ-Kurun ilaca ödeyeceği paranın 820-850 trilyon olması bekleniyor. Emekli Sandığını ve  kamu kuruluşlarını da dahil ettiğinizde, bu yıl ilaca ödenecek para 3 katrilyondur ve size çok samimiyetle söylüyorum, huzurunuzda paylaşmak istiyorum; ilaca bu sene içinde ödenecek bu 3 katrilyon paranın 1 katrilyonu israf ve istismardır. İşte, bunları dikkate almak zorundayız.

Söylediğimiz rakamlar, öyle basit, sıradan rakamlar değil. İşte, bütçeyi müzakere ediyoruz. İcabında, çok önemsediğimiz bir konuda, 1 trilyon kaynağı aktarma imkânına sahip olamıyoruz; ama, biz, sadece ilaçtaki israf ve istismarla, yılda 1 katrilyon kaybedebiliyoruz. Bununla ilgili aldığımız ve önümüzdeki süre içinde alacağımız tedbirler, mutlaka, bu konuyu istismardan ve israftan uzaklaştıracaktır.

Değerli arkadaşlarım, bir arkadaşımızın, bizim otomasyon projesiyle ilgili, oradaki ihalelerle ilgili -yine, yanlış bilgilendirme sonucu olduğuna inandığım- burada huzurunuza gelip yaptığı konuşmasını da, kısaca, cevaplamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, SSK ve Bağ-Kur yılda yaklaşık minimum 1 katrilyon fazla ödemeye sahiptir ve süratli bir şekilde, SSK'nın, Bağ-Kurun ve sosyal güvenlik kuruluşlarının, mutlaka, hemen, otomasyona geçirilmesi lazımdı. Bu rakam, size arz ettiğim minimum rakam, samimiyetle ifade ediyorum, aslında 3 mislinden az değildir; ama, ben, ispatlanacak tarzda bir rakamı huzurunuzda belirtmek için minimum 1 katrilyon diyorum.

Bu rakamlar, büyük rakamlardır. Yıllardan beri, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı ısrarlı bir biçimde otomasyon projesine geçirilmemiştir. SSK'nın 36 000 000 insana, günün 24 saatinde hizmet vermesi, bir yıl içerisinde 40 000 000 civarında fatura ve reçetenin söz konusu olması; ama, bunun karşında da otomasyon sistemine geçirilmemesi... İşte, israfın, istismarın, yolsuzluğun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, 1 dakika eksüre veriyorum.

Buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, işte bu noktada otomasyon projesini hayata geçireceğiz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Geçsin; usulüne göre geçsin... Fazla para verme millete...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Birileri şu veya bu lafla, bu projeyi engelleme çabasında. İşte, birtakım dedikodular çıkarıyorlar; ama, Allah'ın huzurunda, sizlerin huzurunda, milletin huzurunda, çok net, açık ifade ediyorum: Sadece otomasyon projesiyle ilgili değil, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında, bizi bu konularda iddia ortaya koymak ve bunun karşısında ispatlamak durumunda olduğunuzda, her şeyden önce ben kendi ipimi kendim keserim. (MHP sıralarından alkışlar) Bunu, çok açık, net ifade ediyorum. Bu iddiaların bir tek maksadı vardır; değerli arkadaşlarımı tenzih ederim; ama, onlara o bilgileri ulaştıran arkadaşlar itibariyle söylüyorum; çıkarlarının bozulmasıdır. Elbette ki, trilyonlarca çıkarın ortadan kalkması, birilerini rahatsız edecektir. İsmet Paşanın çok önemsediğim bir lafı vardır: "Bir ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi olmazsa, o ülke felakete gider."

BAŞKAN - Bravo!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Cesaret sahibi olmak zorundayız; dürüstsek, namusluysak ve Türkiye'nin geleceğine güveniyorsak.

Hepinize teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bravo Sayın Bakanım!

Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım, konuşmanızın önemi bu.

Sayın milletvekilleri, İçişleri Bakanımıza vakit kalmayacak herhalde. Ben, birleşime ara vermeden önce, müsaade ederseniz bir şeyi ifade edeceğim: Sual sormak isteyen milletvekillerinin isimlerini zapta geçirmek istiyorum; sıra buna göredir, sistem kapansa da bu geçerli olacaktır: Sayın Kemaloğlu, Sayın Doğru, Sayın Güler, Sayın Seyda, Sayın Yıldız, Sayın Erek, Sayın Seven, Sayın Ünal, Sayın Aydınlı, Sayın Şen, Sayın Levent, Sayın Sezgin, Sayın Yıldırım, Sayın Bedük, Sayın Gül, Sayın Ensarioğlu, Sayın Eser, Sayın Aykut, Sayın Parlak, Sayın Konukoğlu, Sayın Öztürk, Sayın Arvas, Sayın Yaman, Sayın Akgün, Sayın Yalçınkaya, Sayın Genç, Sayın Gündoğan, Sayın Erdener, Sayın Göksu, Sayın Fırat, Sayın Yalman.

Efendim, bu sistem, 30 arkadaşımızın ismini alabiliyor; ben, 30 arkadaşımızın ismini 1 inci sıradan itibaren okudum.

Hayırlı iftarlar.

Birleşime, saat 18.00'e kadar ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 15.58


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.05

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları:  754, 755, 773, 774) (Devam)

A)     İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a)    EMNİYET  GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI (Devam)

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

c)         SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam)

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B)   ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının faaliyetleri ve 2002 yılı bütçe tasarıları hakkında bilgi sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi şahsım ve Bakanlığım mensupları adına saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, Türkiye'de, afetlerden zarar gören tüm vatandaşlarımızın acılarını paylaşıyorum. Bilhassa, Mersin'de, sel dolayısıyla zarar gören vatandaşlarımızın acılarını buradan paylaşıp, İçel milletvekili arkadaşlarım adına da, Yüce Meclisten, bize geçmiş olsun dileğinde bulunan milletvekili arkadaşlarımın hepsine minnetlerimi bildiriyorum. Ayrıca, İçel'in, İçel Milletvekillerinin gayretiyle afet bölgesi kapsamına alınacağını da buradan duyurmak istiyorum.

Bütçem üzerinde yapmış olduğunuz katkılar için hepinize teşekkür ediyorum. Eleştiri ve tavsiyeleriniz titizlikle değerlendirilecek, bundan sonraki çalışmalarımızın ana referans kaynağı olacaktır. Buradaki sözlerim, hiçbir zaman, burada eleştiride bulunan arkadaşlarıma bir cevap değildir; sadece, zabıtlara geçmesi açısından, bizim elimizdeki bilgilerin sizlere arzıdır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığı, yürütmekte olduğu -konuşmacıların da belirttiği gibi- sorumlu olduğu, yurdun iç güvenliğinin, asayişinin, kamu düzeninin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ve temel hak ve hürriyetlerin korunması, sivil savunma, vatandaşlık, nüfusla ilgili hizmetler ve il yönetimi ve mahallî idarelerle olan ilgi ve ilişkilerde düzenleyici ve yönlendirici niteliğiyle, genel idarenin, merkez ve taşra teşkilatı içinde temel bir konuma sahiptir. Tarihî gelişiminden kaynaklanan köklü gelenekleri ve mensuplarının engin devlet deneyimi ve birikimiyle devletin en temel, en yaygın ve en etkin yürütmesi gereken aslî kamu hizmetlerini çağdaş teknolojiyi takip ederek, personel politikalarını geliştirerek ve başta, insan hakları olmak üzere, evrensel değerleri kurumsallaştırarak en kaliteli biçimde sunabilmenin çaba ve kararlılığı içindedir. Bu bağlamda, bir kere daha vurgulamak istiyorum ki, çağın hızlı, hareketli ve değişken ritmine uygun olarak olaylar ve sorunları bilimsel bir bakış açısıyla ele alan dinamik, çağdaş, etkin ve verimli yönetim anlayışını sürekli kılmak başlıca hedefimizdir. Bu yönetim anlayışının sosyal ve insanî boyutu ise, hukukun üstünlüğünü esas alan demokrat, insan haklarına saygılı ve halka hizmeti kutsal bir görev bilen yaklaşımdır. Bazı arkadaşlarımız, haliyle, bazı medyanın da etkisinde kalarak, işkence konularında neler yapıldığı hakkında konuşmalarında sorular sordular. Evvela şunu belirtmek istiyorum ki, insan haklarından sorumlu Bakan olarak da kamuoyuna açıkladığım gibi "2001 yılı sonunda, Türkiye'de insan hakkı ihlalleri dünya ortalamasının altına düşecektir" taahhüdümüz, bugün, hepinizin gayretleriyle; ama, özellikle güvenlik güçlerimizin de üzerine düşen görevleri yapmasıyla bu hedefimize yaklaşmıştır. Bu demek değildir ki, hiçbir işkence ve kötü muamele olayı yok. Onun için, ben, burada, onu da sizin takdirlerinize arz edeceğim. Alınan tüm tedbirlere rağmen, işkence ve kötü muamele, maalesef, söz konusu olmaktadır; ama, bilesiniz ki, bu, tamamen ferdî kusurlardan kaynaklanan bir olaydır ve bunun üzerine de ciddî olarak gidilmekte ve şahıslar hakkında adlî ve idarî tahkikat yapılmaktadır.

Türk Ceza Kanunun 243 üncü maddesine göre, 1.1.2001 ile 31.10.2001 tarihleri arasında -bu, işkencedir- hakkında adlî işlem yapılan 535 personelimizden 18'i hüküm giymiştir. Demek ki, bunu takip eden bir devlet var. Yine, Türk Ceza Kanunun 245 inci maddesine göre -bu, kötü muameledir- hakkında işlem yapılan 4 362 personelden 168 personel hüküm giymiştir. Yine, hem Ceza Kanununun 243 üncü maddesine göre idarî işlem yapılan personel sayısı 323'tür hem de 245 inci maddeye göre hakkında idarî yönden disiplin işlemi yapılan personel sayısı 3 585'tir.

Medyaya bilgi sızdırılması konusunda, sızdığı zaman müfettiş görevlendirilip gerekli işlem yapılmaktadır; ama, bunun önlenmesi, hepimizin, mâni olamayacağımız... Medyamızın da kendine göre usulleriyle, kendi çalışkanlıklarıyla elde ettiği bilgiler olarak değerlendirilmelidir diye düşünüyorum.

Gözaltında ölüm olaylarının meydana gelmesini önlemek için, ülke genelinde bulunan 2 871 adet nezarethaneden 2 296 adedinde iyileştirme çalışmaları tamamlanmış, 575'inde ise çalışmalar devam etmektedir. Bunları, arkadaşlarımızın buradaki konuşmalarına cevap olsun diye değil, sadece, Yüce Meclise bilgi olarak arz ettim.

Yine, terör-sermaye ilişkisinin zanna dayalı olmayıp hukuka uygun olmalıdır sözü üzerine de -zabıtlara geçmesi açısından- birkaç cümle söylemek istiyorum. Olay, hukukî bir olaydır, idarî bir olay değildir. Emniyet Genel Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığımızın bütçesinin görüşülmesi sırasında terör-sermaye ilişkisinin gündeme getirilmiş olması da, polisin adlî görevi kapsamında düşünülmelidir. Polisin adlî görevi de idarenin denetiminde değildir; ancak, 11 Eylül ABD olayları sonrasında terör-sermaye ilişkisi ilk kez gündeme gelmiştir. Bakanlık olarak başka ülkelerin iddiası üzerine hiçbir kurumun sermayesine adlî makamlarca el konulmamıştır. Esasında, dış ülkelerde böyle bir karar verilmesi halinde dahi, yine, bu kararın Türkiye'ye yansıması adlî işlem şeklinde ve diplomatik yollarla olmaktadır. Burada da görüldüğü gibi, dıştaki adlî karar diplomatik yollarla Türk Adalet Bakanlığına intikal etmektedir. Türk adlî makamlarına ve bu yolla polise intikal etmiş terör-sermaye ilişkisini gösteren hiçbir işlem yoktur. Bakanlığımızca hiçbir sermaye kuruluşu veya varlığı, zanla veya iddiayla terörle ilişkilendirilmemiştir veya iddiaya dayalı olarak kamuoyuna deşifre edilen sermaye sahibi şirket yoktur; yani, sonuç olarak:

1- Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

2-Türkiye'de hukukun üstünlüğü esastır.

3- Türkiye'de yargı bağımsızdır.

4- Adlî görevde de tüm zabıta makam ve memurları cumhuriyet savcısının emrindedir.

Bu bağlamda, çağın hızlı hareketli ve değişken ritmine uygun olarak olayların bilimsel bir bakış açısıyla ele alındığını buradan memnuniyetle söyledim.

11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde terörle daha etkin mücadele edilebilmesi için kişi hak ve özgürlüklerinde belirli kısıtlamalara yönelik çalışmaların yapıldığı hepinizin malumudur; ama, Yüce Meclis olarak iftihar etmelisiniz ki, uluslararası alanda bu gelişmeler olurken, Türkiye, demokrasisini geliştirme ve kişi hak ve hürriyetlerini daha da kökleştirme yolunda önemli bir adım atarak, değerli katkılarınızla Anayasasında geniş kapsamlı değişiklikleri hep beraber yaptık. Bu husus, Parlamentomuzun, hükümetimizin ve kamuoyumuzun demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne verdiği önemin büyük bir göstergesidir.

Diğer taraftan, içgüvenlik teşkilatlarımızın gerek teknolojik gerekse insan kaynakları açısından çağdaş dünya normlarıyla aynı standartlarda olması için her türlü gayret gösterilmektedir. Özellikle insan hakları ve halkla ilişkiler konularında eğitim çalışmaları, gerek polis ve jandarma okullarında müfredata konulan dersler ve bu konuda hazırlanan eğitim materyalleri vasıtasıyla gerekse merkez ve taşrada düzenlenen seminerler yoluyla yoğun olarak sürdürülmektedir. Halkımızın her türlü hassasiyetini bilmeyi, iyi ve kötü gününde onlarla birlikte olmayı, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, adaleti, dürüstlüğü, tarafsızlığı, çalışkanlığı, sorumluluğu ve insan haklarını korumayı meslek ahlakının vazgeçilmez ilkeleri olarak görmekteyiz ve görmeye de devam edeceğiz. Bu ilkeler, fedakâr kolluk kuvvetlerimizin halkla ilişkilerdeki çağdaş yaklaşımlarıyla birleştikçe her geçen gün daha da anlam kazanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; trafik kazaları en önemli sorunlarımızdan biri olarak gündemdeki yerine korumaya devam etmektedir. 2000 ile 2001 yıllarının ilk on aylık dönemleri istatistik olarak karşılaştırıldığında, araç ve sürücü sayısında artış olmasına rağmen, trafik kazalarında yüzde 13,2'lik bir azalma olmuştur. Oranlardaki azalışa rağmen, trafik kazalarına ilişkin rakamlar hâlâ çok yüksektir. Bu konuda gerekli her türlü önlemi büyük bir kararlılık içerisinde almaya devam ediyoruz. Hedefimiz, toplumun bütün kesimlerinin aktif katılım ve destekleriyle trafik kazalarını azaltmak, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerini korumak ve kollamak, trafik mevzuatının trafik zabıtasına tevdi ettiği hizmetleri daha müessir bir şekilde yerine getirmek, devlet otoritesini ve kanun hakimiyetini karayolları üzerinde tam anlamıyla tesis etmektir.

Yine, arkadaşlarımızın, burada konuşmalarında haklı olarak "ramazan ve yılbaşı tatiliyle ilgili gerekli trafik tedbirleri alınıyor mu" endişeleri var. Hiç şüpheleri olmasın, bu konuda gerekli tedbirler alınıyor ve turistik yörelerde çalışan personele yabancı dil kursları verilerek, ayrıca dil bilen personel görevlendirilerek; yine, polis koleji ve akademisi öğrencilerine trafik kazalarıyla ilgili gerekli dersler verilerek ve de yayımlamış olduğumuz genelgelerle trafikte azamî ölçüde arkadaşlarımızın bilinçlendirilerek trafik kazalarını önleme yoluna gidilmektedir. Vaktinizi almak için söylemiyorum, basında da çıktığı gibi, bu konuda çeşitli genelgelerimizle, trafik cezaları, tuzak kurarak değil, ikaz ederek, eğiterek, öğreterek devam etmektedir.

Yine, arkadaşlarımızın, burada, konuşmalarında dile getirdiği, köylerde, çiftçilerin çok olduğu yerlerde, kırsal kesimde trafik kontrollerinin biraz daha esnek yapılması yolundaki talepleri, zaten Bakanlığımızın hem jandarma hem polis tarafıyla düşünülerek, ona göre tedbirler alınmıştır. Jandarma tarafından yapılan trafik kontrollerinde eğitime ağırlık verilmekte, trafiği tehlikeye sokacak durumlarda ve zorunlu hallerde cezaî işleme başvurulmaktadır. Bu konuda, jandarma trafik timleri uyarılmış ve halen de uyarılmaktadır. Örneğin, gece trafiği tehlikeye sokacak şekilde, ışıksız veya reflektörleri, cihazları olmaksızın trafiğe çıkan araç sahipleri birkaç defa ikaz edildikten sonra ceza yazılmaktadır. Yine, eğitim faaliyetleri kapsamında, 2000 yılında 150 348, 2001 yılında da 234 443 traktör sürücüsüne eğitim verilmiştir. Bunun sonucu olarak, traktörlerin karıştığı kazalarda, 2001 yılının ilk on aylık döneminde, bir önceki döneme göre yüzde 12 oranında azalma meydana gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde bölücü terörün bıraktığı yaraların hızla sarılması, terörün psikolojik etkilerinin giderilmesi, bozulan sosyoekonomik yapıların çağdaş standartlarda yeniden tesisi, terör nedeniyle geciken hizmetlerin ve bölge kalkınmasının hızla tamamlanması, hükümetimizin ve Bakanlığımızın temel politikalarını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, köylerinden ayrılan ailelerden gönüllü olarak geri dönmek isteyenlere, gerekli olan sosyal ve ekonomik altyapının tesisini amaçlayan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projelerinin uygulanmasına devam edilmektedir. Bölgede, programlı geri dönüş kapsamında halen 11 yerleşim yerinde 849 konut bitirilmiş, 435 konutun yapımı sürdürülmektedir. İçişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesinde söz konusu proje için 5 trilyon 615 milyar lira ayrılması öngörülmüştür.

Kendi isteğiyle yapılan dönüşlerde ise, son dönemde büyük bir yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı devletçe, konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup, idare gerekli malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmalarla ilgili olarak da, valiliklerce parasal değeri yaklaşık olarak 3 trilyon 558 milyar lira olan inşaat malzemesi ve yaşam desteği sağlanmıştır.

Olağanüstü hal ve mücavir illerde, Haziran 2000'den Ekim 2001'e kadar 6 082 hanede 35 227 nüfus, 393 köy ve 163 mezraya geri dönüş yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; il ve ilçelerimizde devletimizin ve hükümetimizin temsilcileri olan mülkî idare amirleri, gerek mesleğe alınma ilkeleri gerek kaymakam adaylığı ve hizmet içi eğitim dönemlerinde aldıkları eğitimler ve gerekse mesleklerinde edindikleri bilgi ve tecrübeleriyle, ülkemizde, en iyi yetişmiş meslek gruplarından biridir. Burada da, bir dönem kaymakam adayımız, sabahtan beri bütçe görüşmelerini takip etmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinde yabancı dil eğitimi almış, hatta bir kısmı, master ve doktora yapmış, çağdaş dünyayı izleme kabiliyetine sahip, devleti ve kurumlarını iyi bilen, memleketimizin sorunlarına vâkıf, halkımızı çok iyi tanıyan ve çok köklü meslek gelenekleri olan mülkî idare amirlerimize, ülkenin kalkınmasında daha büyük görev ve sorumluluklar vermek gerektiğine inanıyorum. Bu inanç, aynı zamanda, merkezî idareler tarafından yürütülmesi nedeniyle gerekli etkinlik, tasarruf ve verimlilik sağlanamayan hizmetlerin, çağdaş ülkelerde olduğu gibi, yerinden yönetim birimlerine devredilmesi gereğinin de bir parçasıdır; ama, burada, yine belirtmek istiyorum ki, bu, sadece, İçişleri Bakanlığının veya hükümetin politikalarıyla olmaz. Yüce Meclisin de aynı duygular içerisinde olduğunu biliyorum; ancak, bütçe konuşmalarında, arkadaşlarımızın, haliyle tabiî, seçmene selam babından da olsa bazı dileklerini burada dile getirmeleri gayet normaldir. Ancak, şunu hemen burada belirtmek istiyorum ki, İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 14 üncü maddesi, Teftiş Kurulunun görevlerini belirlemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Efendim, otomatik olarak mikrofon kapatıldı.

Eksüre veriyorum; buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla)- Hemen toparlıyorum.

Bizim Teftiş Kurulumuzun görevleri arasında süper müfettişlik yoktur. Müfettişlerimiz, tamamen devlet terbiyesi ve gelenekleri içerisinde, kanunların kendilerine verdiği yetkileri kullanmaktadır. Tabiî, sorular  kısmında, yine, cevaplarımız olacak; ancak, burada, hemen şunu söylemek istiyorum: Gerek kaymakamlarımıza gerekse emniyet mensuplarımıza maaş ve diğer özlük hakları bakımından hak ettikleri imkânları sağladığımızı söylemek mümkün değildir. Bakanlık olarak bu konuda yürüttüğümüz yasal düzenleme çalışmaları devam etmektedir. Yüce Heyetinizin de gereken desteği esirgemeyeceğine yürekten inanıyorum. Arkadaşlarımızın bu konuda sorular soracağını biliyorum; o sorular gündeme geldiği zaman bunları cevaplayacağım; ama, arkadaşlarımızın burada dile getirdiği ve önem verdiği MERNİS Projesinin yüzde 90'ının tamamlandığı, geriye kalan yüzde 10'luk kısmının, bu ay içerisinde yapılacak ihale sonucunda, 2002 yılında tamamlanacağını belirtmek istiyorum.

Yine, arkadaşlarımızın, vatandaşlık işlemleriyle ilgili olarak şikayetleri var. Tabiî, burada da bir dizi prosedür izlenmekte ve vatandaşlığa alınma işlemleri birçok ilgili kurumun birlikte çalışması sonucu yapılmaktadır; ama, örnek olsun diye, sadece, 2001 yılı içinde 29 152 kişinin vatandaşlığa alındığını söylemek istiyorum. Gene, 1989-2001 yılları arasında vatandaşlığımıza alınan Bulgaristan'dan gelen göçmen sayısı da 258 098'dir.

Gene, arkadaşlarımızın konuşmalarında, misyonerlik faaliyetleriyle ilgili işlem yapılıp yapılmadığı hakkında cümleler geçti. Sadece 1999-2001 tarihleri arasında -17'si yabancı uyruklu olmak üzere- toplam 78 kişi; 1997-2001 tarihleri arasında da  -17'si yabancı uyruklu olmak üzere- toplam 122 kişi gözaltına alınarak, cumhuriyet savcılıklarına sevk edilmiştir.

Arkadaşlarımızın, sivil savunmayla ilgili olarak çok güzel konuşmaları oldu, çok teşekkür ediyorum; çünkü, yaşadığımız doğal afetler, sivil savunma sistemimizde önemli eksikliklerimiz olduğunu ortaya koymuştur. Bakanlığımız, bu eksikliklerin giderilmesi ve çağdaş normlara ulaşılması için gerekli olan çalışmaları hassasiyetle yürütmektedir. Bu konuda, Arkadaşlarımızın burada tenkit ettiği hususlardan da hayata geçirilenler vardır. 586 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, 11 ilde 120'şer kadrolu personelden oluşan sivil savunma kurtarma birlikleri, il ve ilçelerimizde de, 10 ile 30 kişi arasında değişen arama-kurtarma birlikleri oluşturulmuştur.

Ben, katkılarınız için hepinize, tekrar, çok teşekkür ediyorum. Bu düşüncelerle, vatan ve görev uğrunda hayatlarını feda etmekten çekinmeyen aziz şehitlerimizi huzurlarınızda bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, yakınlarına sabır dilerken, malullerimize de şükranlarımı sunuyorum.

İçişleri Bakanlığının, ülkemizin, Büyük Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine geçme hedefini gerçekleştirme çabalarında üstlendiği misyonun gereklerini üstün bir gayret ve kararlılıkla sürdüreceğini ifade ediyor, hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Efendim, şimdi, söz sırası, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz'da.

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika efendim.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bütün devletlerin ana gayesi insanını müreffeh, mutlu kılabilmektir ve insanlık onuruna yaraşır bir yaşam tarzı sunabilmektir; fakat, günümüzde, özellikle 21 inci Yüzyılda, bakıyoruz ki, özellikle Batı ülkeleri, kalkınmasını tamamlamış, ileri teknolojiyi yakalamış ülkeler bu noktada daha ileri bir trend yakalamışlar. Bu durum, tabiî, sosyal güvenlik sistemi, sosyal devlet olma olgusu, demokratikleşmeyle, kalkınmayla doğru orantılı bir olay.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde, Anayasamızın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu zikredilmektedir. Ayrıca, yine, Anayasamızın 60 ıncı, 61 ve 62 nci maddesi de sosyal güvenlik sistemimizi, sosyal devlet olgusunu, çalışma hayatımızı içeren konularla doludur, bu konuları zikretmektedir.

Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik sistemimizin tarihî aşağı yukarı yüz yıla dayanmaktadır. Sosyal güvenlik şemsiyemiz altında Bağ-Kur, Emekli Sandığı, SSK vardır. Buradan bütün arkadaşlarımız bu konuyu zikrettiler, geçmişte, sosyal güvenlik sistemimizin, özellikle siyasîlerimiz tarafından, birtakım popülist, ucuz politikalarla âdeta içi boşaltılmış, aktuaryel dengesi bozulmuş, gelir-gider dengesi bozulmuştur; dolayısıyla, her yıl hazineden transferlerle, bütçeden yardımlarla hayatiyetini idame ettirebilmektedir.

Değerli arkadaşlar, bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi yeni olduğu için, bu aktuaryel dengede önemli olan, 1950'li, 1960'lı yıllarda, mesela, 6-7 çalışana 1 emekli düşerken, bugün, günümüzde 1 çalışana 1 emekli düşecek duruma gelinmiştir; dolayısıyla, burada, sosyal güvenlik sistemimiz önemli bir çalkantı yaşamaktadır.

Değerli arkadaşlar, Eylül 1999'da, 57 nci hükümet döneminde, 4447 sayılı, sosyal güvenlik reformu adı altında bir yasa çıkarıldı. Bu yasaya göre, Türkiye'nin de gerçeklerine uymayan bir şekilde, emeklilik yaşı 58-60'a çekildi. Günümüzde gördüğümüz kadarıyla, o zaman, Sayın Bakanımız şahin kesilmişti. Bunun, Türkiye gerçeklerine uymadığını ifade etmiştik; fakat, göründüğü kadarıyla, IMF'nin de etkisi altında kalınarak, 100 000 işçi bugünlerde zorunlu emekliliğe mecbur edilmektedir. Bu, tabiî, ayrı bir komedi konusu olmaktadır.

Her nedense, Sayın Bakanımız, bu konuda, Sayın Derviş'le bir diyaloğa girmek istemiyor. Herhalde, daha önce, diğer milletvekilleri de, diğer bakanlar da bu tür konuşmalar yapmışlardı; Sayın Derviş'le sürtüşen birtakım diyaloglara girmişlerdi ve koltuklarını kaybetmişlerdi. Zannediyorum, Sayın Bakan, bu konuya, onun için, pek fazla değinmiyor.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Bakan koltuğunu kaybetmez, merak etme sen.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Lütfen... Lütfen... Eğer konuşmak istiyorsanız, gelip, buradan konuşursunuz.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Konuşmuyorum ki!..

BAŞKAN - Hatibe müdahale etmeyin efendim.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik reformu adı altında çıkarılan bu yasa, bir nebze olsun, SSK'yı, sosyal güvenlik sistemimizi rehabilite edebilecek güçteydi; ancak, IMF direktifleriyle, özellikle IMF'den alınan 10 milyar dolar, ben zannediyorum ki, kıdem tazminatlarına... Zaten, geçmişte emekli olan işçilerimizin de kıdem tazminatları ödenmedi; herhalde, bu vesileyle, bu gelen paralar da kıdem tazminatlarına- gidecek; dolayısıyla, sıfıra sıfır, elde var sıfır, hiçbir şey yok!

Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimizin önemli kurumlarından biri SSK, yani, Sosyal Sigortalar Kurumudur. SSK, hem sigorta hizmeti hem de sağlık hizmeti vermektedir. Bir nebze olsun, birtakım iyi adımlar atılmıştır; ancak, yeterli değildir; halen, kuyruklar vardır, doktor yokluğu yaşanmaktadır, fizikî yetersizlikler vardır...

Bir de, Sayın Bakanımızın hizmete soktuğu, telefonla randevu uygulaması başlamıştır. Bu, iyi niyetli bir adımdır; fakat, Türkiye şartlarına uymamaktadır. Nasıl uymamaktadır? Zaten, bir ANAP'lı Sayın Bakan, geçmişte ekmeği poşete koymuştu, şimdi, millet ekmek bulamıyor. Sayın Bakanım, bir defa, SSK'lı vatandaş, ilk başta, muayene için bir randevu almak istiyor, onun için bir telefon ediyor; muayene oluyor, kendisinden birtakım tahlil ve tetkikler isteniyor, bu defa onun için bir daha telefon ediyor; tetkik ve tahlilleri yapıldıktan sonra, bu defa da, ilaç kuyruğuna girmemek için telefon ediyor; dolayısıyla, üç badireli bir yaşam tarzı. Bu, tabiî, bugünkü sistemimize hiç uymuyor. Ama, neticede, bu tür arazlar, aksaklıklar giderilirse, ben inanıyorum ki, çok daha iyi randıman alınır.

Bir de, değerli arkadaşlar, özellikle, SSK için değil; ama, Türkiye'de, birçok devlet kurumları arasında diyalog yetersizliği, koordinenin olmaması, ayrı bir kaos ortamı meydana getiriyor. Mesela, geçen gün, Şanlıurfa'da, SSK hastanesinde yatan bir hastanın sahibi bana telefon etti. Dedi ki: "Sayın milletvekilim, şimdi hastamız burada, Şanlıurfa SSK Hastanesi bu hastayı tedavi edemeyeceğini söylüyor, bizi Ankara'ya sevk etmek istiyorlar. Halbuki, 500 metre ileride Harran Üniversitesinin tıp fakültesi var, orada, doktorlar, bu hastalığı tedavi edebileceklerini söylüyorlar; ancak, SSK hastanesi, prosedür gereği, oraya, bizi sevk etmiyor."  Ben telefon açtım, başhekim yardımcısıyla konuştum, diyor ki: "Efendim, prosedür gereği, biz, bunu Ankara'ya göndermek durumundayız." Şimdi, düşünebiliyor musunuz arkadaşlar, yani, hastanın başka büyük bir şehre gelmesi, burada tedirgin olması... Hem büyük bir ekonomik kayıp, hem işgücü kaybı ve büyük bir tedirginlik. Ben inanıyorum ki, kısa zamanda, Sayın Bakanımız da bu işlerin üstesinden gelir.

Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimiz içerisinde bir diğer kurumumuz Bağ-Kur. Bağ-Kur, aşağı yukarı, 15 milyon insana hitap etmekte, hizmet vermekte, yeni bir kuruluşumuz; âdeta, sosyal güvenlik sistemimiz içerisinde üvey evlat muamelesi görüyor. Değerli arkadaşlar, Bağ-Kurun diğerlerinden farklı bir yanı, kamuda çalışan, özellikle Emekli Sandığı ve SSK'lıdan farklı yanı, Bağ-Kurlu insanlar kendi primlerini kendileri götürüp yatırıyorlar. Şimdi, para, kamuda çalışan SSK'lıların ve memurların maaşlarından kesildiği için, direkt ellerine geçip de götürüp prim yatırmıyorlar; ama, bizim zikzaklı ekonomimizde, istikrarlı bir geliri olmayan esnafımız, müteşebbisimiz, köylümüz, çiftçimiz, bu parayı, bu primi vermekte, yatırmakta zaman zaman ihmalkâr davranıyor. O yüzden de, Bağ-Kurun aldığı bir karar gereği, primini yatıran ile primini yatırmayan arasında, doğal olarak, bir ayrıcalık gözetiliyor; yani, primini yatıran, sağlık hizmeti alabiliyor; ama primini yatırmayan, sağlık hizmeti alamıyor. Bunu anlıyoruz; fakat, değerli arkadaşlar, sosyal devlet olmanın en önemli ilkesi, insanına yardım edebilmektir. Yani, bu adam, çok ağır maliyetli, külfetli bir hastalığa, acil bir hastalığa yakalanırsa, eğer, bunu da kaldıracak maddî gücü yoksa, bunu ölüme mi terk edeceğiz?! Bunu anlamak mümkün değildir.

Bir de, özellikle Bağ-Kurlular ilaç almakta çok sıkıntı çekiyorlar, âdeta, eczane eczane, kapı kapı gezerek ilaç teminine gidiyorlar. Bu da, çok büyük bir sıkıntı. Burada eczacılar da sıkıntıya düşüyor. Eczacıların sıkıntısı nedir? Şimdi, eczaneler ile devlet kurum ve kuruluşları arasında yapılan protokole göre, paranın, eczanenin kestiği fatura tarihinden itibaren 18 iş gününde ödenmesi gerekiyor; ama, Bağ-Kur, bu parayı, 70 gün, 80 gün, bazen 90 günde ancak ödeyebiliyor; yani, paranın akıbeti belli değil. O yüzden, eczacılar da, Bağ-Kurlular da bu paraların düzenli ödenmemesinden dolayı büyük sıkıntıya düşmektedirler.

Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik sistemimiz içerisindeki bir diğer konu da Emekli Sandığıdır. Emekli Sandığı, gerçekten köklü bir kuruluşumuzdur. SSK'ya ve Bağ-Kura rağmen, daha fazla otomasyona geçmiştir. Burada usulsüzlükler ve yolsuzluklar daha azdır. Ancak, Emekli Sandığının önemli ana esprilerinden biri de gayrimenkulleri çok fazla olmasıdır ve çok değerli gayrimenkulleri vardır. Bunlar, atıldır; bunlar, daha rantabl ve daha rasyonel şekilde kullanılmalıdır.

Değerli arkadaşlar, ben, özellikle bölgemle alakalı bir konuyu da huzurlarınızda söylemek istiyorum: Şimdi, GAP bölgesinin merkezi Şanlıurfa. Şanlıurfa, eski nüfus sayımına göre, 1 600 000 bin nüfuslu bir şehrimiz. Şanlıurfa'nın, ilçeleri de dahil, sadece SSK hastanesi var.

BAŞKAN - Efendim, son 50 saniyeniz.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - SSK hastanesi, maalesef, yeterli değildir. GAP bölgesi SSK hastanesi, bir an evvel kurulmalıdır.

Yine, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlı Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliğimiz var. Orada, 3 000 SSK'lı var; fakat, dispanserde sadece 1 pratisyen doktor hizmet vermekte. O nedenle, bütün vakalar için, insanlar, 130-140 kilometre olan Ceylanpınar-Şanlıurfa arasında mekik dokumakta; bu da, hem büyük bir ekonomik kayba hem de işgücü kaybına sebebiyet vermektedir.

 Değerli arkadaşlar, ben, özellikle onu da ifade etmek istiyorum. İşsizlik Sigortası Fonunda, yıl sonu itibariyle, 2,1 katrilyon lira birikmiştir. Bu para nereye gitmiştir, nasıl değerlendiriliyor? Geçmişte, SSK'nın primleri, çok ucuz şekilde, devlete kredi verilerek atıl bırakılmış ve sosyal güvenlik sistemimizde bir çöküş meydana gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bitirmek üzereyim.

BAŞKAN - Bir teşekkür edeceksiniz herhalde.

Buyurun.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) - 2,1 katrilyon liranın nerede saklandığını, nasıl muhafaza edildiğini öğrenmek istiyorum.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bütçesinin, milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın milletvekilleri, dokuzuncu turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, soru-cevap kısmına geçiyorum.

İlk soru, Sayın Erkan Kemaloğlu'nun.

Sayın Kemaloğlu, buyurun.

ERKAN KEMALOĞLU (Muş) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın İçişleri Bakanına soruyorum: Polisimizin maaşlarıyla ilgili bir düzenleme çalışması var mı? Gerçi, Sayın Bakanım konuşmasında bu bilgiyi bize verdiler; ama, mümkünse, biraz detay istiyorum.

Yine, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıma soruyorum: Bursa, İzmir-Buca SSK hastaneleri bitti; ama, halen hizmete açılmadı; ne zaman hizmete açılacak? Bu hastanelerin personel durumu ne zaman halledilecek?

Yine, Bakanıma ikinci sorum: Bakanlığınızda ve bağlı kuruluşlarınızda bugüne kadar açılan soruşturma ve incelemelerin sayısı ve neticeleri ne oldu? Bunları öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Doğru, buyurun.

REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıma sormak istiyorum. Tokat İli Turhal ve Erbaa İlçelerinde SSK hastaneleriyle ilgili çalışmalar vardır; ancak, Turhal SSK ek inşaatının temeli hâlâ atılamamıştır. Ne zaman atılacağı hakkında bilgi almak istiyorum.

Ayrıca, Erbaa Belediyesi tarafından, SSK sağlık merkezi yapılması için bir bina verilmiştir. Bu binanın tefrişi bitirilmiştir, personel kadrosu atamasıyla beraber hizmete girmesi mümkündür. Bu hizmet ne zaman yapılacaktır?

Ayrıca, SSK'lı hastaların, doğumla ilgili ve sezaryenle ilgili olarak, acil olmaması münasebetiyle, çok büyük sıkıntıları vardır. SSK'lı hastalar devlet hastanelerinde bu hizmeti aldıkları zaman, kendi ceplerinden para ödemek mecburiyetinde kalmaktadırlar, bu da vatandaşlar arasında çok büyük sıkıntılara yol açmaktadır. Bununla ilgili bir çalışma var mıdır?

Sayın İçişleri Bakanımdan öğrenmek istiyorum. Şu anda, silah ruhsatlarıyla ilgili, vatandaşlar arasında bir sıkıntı bulunmaktadır. Silah ruhsatlarının belirli bir şekilde ortaya konulmasıyla; yani, açık bir şekilde ortaya konulmasıyla beraber, kimin alıp alamayacağı noktasında bir yönetmelik veya bir kararname çıkarılabilir mi? Bu çıkarıldığı zaman, vatandaşlar tarafından da çok iyi bir şekilde karşılanacağı kanaatindeyim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Mahfuz Güler, buyurun...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, bir iktidardan, bir muhalefetten söz verin; hep, iktidar milletvekilleri söz alıyor.

BAŞKAN - Efendim, bir şey istirham edeceğim: Konuşma yapan arkadaşların biraz daha kısa sorması gerekiyor ki, diğer arkadaşlara sıra gelsin.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Hayhay Sayın Başkanım, çok kısa olacak.

Delaletinizle, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza aşağıdaki sorularımı sormak istiyorum.

Birinci sorum: Sayın Bakanım, Bakanlığa başladığınız günden beri "SSK hastanelerindeki kuyrukları bitireceğim" diyorsunuz. Bugüne kadar, bu kuyruklar bitmedi. Bu ne zaman gerçekleşecek, nasıl olacak?

İkinci sorum: Sosyal güvenlik sisteminin açıklarının esas sebebi nedir? Konuşmalarınızda, 1992'den bu yana 65 milyar dolar yük getirdiğini söylüyorsunuz. Bu doğru mudur? Bunu hangi hesaba göre yaptınız, açıklar mısınız?

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Yıldırım, buyurun.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle, önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızdan sormak istiyorum.

1- Ekonomik sıkıntı çeken işçi emeklileri toplumun en mağdur insanlarıdır. İnsanca yaşamaları için durumlarında bir iyileştirme yapmak için intibak yasasını çıkarmayı düşünüyor musunuz?

2 - Sigorta ve Bağ-Kur primlerinin -ekonomik sıkıntı nedeniyle- çok yüksek olması nedeniyle, ödemelerde güçlük çekilmektedir. Bu sebeple, primlerde indirme yapmayı düşünüyor musunuz?

İki sorum da İçişleri Bakanımıza var:

Birincisi, polis teşkilatı, ücret bakımından çok mağdur durumda; maaşlarının artırılması için bir çalışmanız ve düşünceniz var mıdır?

İkincisi, mahallî idareler yasasının mağdur durumda olan belediyeler için acilen çıkarılması gerekir. Bu hususta düşünceleriniz nelerdir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Nidai Seven, buyurun efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın İçişleri Bakanıma soruyorum:

Soru 1 : Emekli olacak polislerin özlük hakları hakkında herhangi bir yasal düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

Soru 2 : Ağrı'nın kış şartlarında 1988 model kullanılamaz arabalarla hem hizmet verilmekte hem de devriye görevi yapmaktadırlar. Ayrıca, Ağrı ve ilçelerinde rütbeli personel son derece yetersiz. Şube müdürlüklerinde komiserler görev yapmaktadırlar. Atanan rütbeliler ise, maalesef, atandıkları halde göreve gelmemektedirler. Bu konuda bir tedbir almayı düşünüyor musunuz?

Soru 3 : Yıllardır güzel hizmetler yapan, özel harekâtta görev yapan personel için ne gibi iyileştirmeler yapmayı düşünüyorsunuz?

Son sorumu, Sayın Çalışma Bakanıma soruyorum:

Ağrı Sosyal Sigortalar Hastanesinde -sizin yapmış olduğunuz 'yeniden yapılandırma' kitabında- 8 pratisyen, 10 adet uzman görünmektedir; ama, ben bugün başhekimle görüştüm, şu anda, 10 uzman yerine 3 uzman görünüyor, pratisyen sayısı ise, 8 değil, 4'tür. Acaba kitapta bir hata mı yapılmıştır? Bu personel durumunu ve doktor ihtiyacını ne zaman gidermeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Nesrin Ünal, buyurun efendim.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanım, emekli olan polislerin maaşları yüzde 60 azalmaktadır. Bu konuda çalışmanız var mı?

Bugün aktif görev yapan emniyet mensuplarının maaşları benzer görevi yapan başka kamu kesimleriyle kıyaslandığında nasıldır?

Özel harekâtçıları dağıttığınızda ciddî şekilde uyum problemleri yaşadıklarını yakından biliyorum. Bu konuda ilmî bir çalışmanız var mı?

Sayın Yaşar Okuyan'a sormak istiyorum:

Alanya Mahmutlar, nüfusu kışın 20 000 olan, yazın 50 000'e çıkan ve 50'nin üzerinde oteliyle, SSK'ya bağlı çalışanı çok bir beldedir. Buraya yapılması planlanan ve arsası da temin edilen SSK'nın yataklı dispanseri, çok az SSK'lının bulunduğu ve nüfusu 5 000 olan başka bir beldeye kaydırılmıştır. Bu, siyasî bir kriter midir, yoksa teknik midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Aydınlı...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın İçişleri Bakanımıza aşağıdaki soruların sorulmasını istiyorum:

Hakkında, devleti sessiz ve derinden ele geçirme iddiası bulunan, laik cumhuriyet karşıtı olmakla suçlanan Işık Nurcu tarikat lideri Fethullah Gülen nedeniyle, Emniyet Teşkilatımızın Fethullahçı bir kuşatma altında olduğu iddiaları var.

a) Bu iddialar doğru mudur? Teşkilatın üst düzeyindeki yönetici kadroların büyük çoğunluğunun Fethullahçı olduğu iddiasına ne diyorsunuz?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl)- Bu ne biçim soru öyle!

İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- b) Poliste, gerek geçmişte ve gerekse şimdi, Fethullahçı olduğu için izlenen, soruşturulan ve takip edilen kimse var mıdır?

c) Poliste bu tür irticaî sızıntıları önlemek için ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?

d) Polis koleji ve akademisinde, bazı yazarların anlatımlarına göre, çiçeğe besmele çeken ve çektiren birisi olarak anılan İsmail adındaki bir görevlinin, Ankara Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Daire Başkanlığı veya şube müdürlüğüne atandığı doğru mudur?

CEMAL ENGİNYURT (Ordu)- Sayın Başkan, bu, soru değil; istihbaratî bilgi veriyor arkadaş. Öyle soru olmaz. İstihbarat bilgisi veriyor, öyle soru mu olur?!

İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- e) Fethullah Gülen'in yanında Amerika'da koruma olarak emniyetin bir görevlisi olduğu iddia edilmektedir. Bunun yasal dayanağı nedir?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl)- Kaç soru soruyor Sayın Başkan?!

İSMAİL AYDINLI (İstanbul)- f) Bugün kadın eli sıkmayan ve tutmayan bazı polis amirlerinin Ankara Emniyetinde şube müdürü yapıldığı doğru mudur?

Teşekkür ediyorum.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Sayın Başbakanın bu insan hakkında ne kadar güzel sözler sarf ettiğini bir düşünün bakalım. Sayın Başbakana sor.

BAŞKAN- Sayın Seyda, buyurun.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın Başkanım, delaletinizle, İçişleri Bakanımızdan aşağıdaki sorumun cevabını talep ediyorum.

Birinci sorum: Ülke ve bölge ekonomisi açısından hayvancılığın gelişmesi için bölgemizin çayır ve meralarının tamamen kullanıma açılmasını ve yasakların kaldırılmasını ne zaman düşünüyorsunuz?

İkinci sorum: Köye Dönüş Projesi çerçevesinde şu ana kadar kaç vatandaşımız Şırnak İlimizde köylerine geri dönmüştür?

Dönüş yapan vatandaşlarımızın yol, su ve elektrik gibi sorunları vardır. Köye dönüş projesini cazip kılmak için ne tür çalışmanız vardır?

Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza da iki sorum var.

Birincisi, Şırnak İlinde halen bir SSK hastanesi yoktur. Şırnak'ta bir SSK hastanesi yapmayı düşünüyor musunuz?

İkincisi, Şırnak'ta bulunan SSK dispanserinde bir tane bile uzman hekim bulunmamaktadır. Uzman hekim vermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Erek?.. Yok.

Sayın Şen, buyurun.

ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkanım, aşağıdaki sorularımın Sayın İçişleri Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını arz ediyorum.

1- Emniyet sınıfında yer alan polislerimizle aynı karakol ya da kulübede nöbet tutan bekçilerimizin ekonomik ve özlük haklarını düzenlemeyi ve iyileştirme yapmayı düşünüyor musunuz?

2- Muhtelif ülkelerden ülkemize göç eden Ahıska Türklerinden 1 Nisan 2000 tarihinden sonra ülkemize gelenlere ikamet belgesi vermeyi düşünüyor musunuz?

3- Gerek Balkan devletlerinden gerek diğer ülkelerden, özellikle Bulgaristan'dan ülkemize göç eden soydaşlarımızdan vatandaşlığa geçmek için sekiz on yıldır bekleyenler bulunmaktadır. Vatandaşlık işlemlerini çabuklaştırıcı tedbirler alınmakta mıdır?

Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza sorum:

Göç ederek ülkemize yerleşen göçmen vatandaşlarımızın geldikleri ülkelerde bıraktıkları sosyal haklarını ve emekli maaşlarını ülkemize getirme yönünde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın çalışması var mıdır, varsa ne aşamadadır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Sezgin, buyurun efendim.

RAHMİ SEZGİN (İzmir) - Sayın Başkanım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sormak istiyorum.

İşyeri hekimliği müessesesi, en az 50 kişiyi çalıştıran işyerlerini kapsamı içerisine almaktadır. Daha az işçi çalıştıran işyerlerini birleştirerek grup işyeri hekimliği mükellefiyeti getirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Levent, buyurun efendim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan, aracılığınızla, İçişleri Bakanıma aşağıdaki sorumu yöneltiyorum.

Sayın Bakanım, İçişleri personeli, vali, kaymakam, emniyet ve diğer personelin sosyal yönden iyileştirilmesiyle ilgili, ayrıca, büyük fedakârlığa sahip, canımızı, malımızı emanet ettiğimiz polislerimizin 2002 yılı sosyal iyileştirmesi ve çoğunluğu tek maaşla geçinen polislerimize müjdenizde geciktiniz; bir mesajını var mı? Şehit polis ailelerinin mahdumlarıyla ilgili bir tasarrufunuz var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Yalçınkaya?.. Yok.

Sayın Yaman?.. Yok.

Sayın Arvas; kısa ve öz, buyurun.

MALİKİ EJDER ARVAS (Van) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Sosyal Güvenlik Bakanıma bir iki sorum olacak.

Birinci sorum: Van devlet hastanesi ve buna bağlı birimlerin hekim açığı ne kadardır ve 2002 yılında gidermeyi düşünüyor musunuz?

İkinci sorum: Sayın Bakanım, Van-Erciş İlçesi 200 000 nüfuslu bir ilçedir. Senelerdir hep hastane yapıldı, yapılacak... Yapıldı, yapılacak... O yöre insanı hep bir ümitle beklemiş bugüne kadar. Bakanlığınız döneminde böyle bir projeniz var mıdır? Varsa, bu konuda bilgi verirseniz memnun olurum.

Üçüncü sorum Sayın İçişleri Bakanımıza: 2001 yılında trafik kazalarında can ve mal kaybı ne kadardır? Alkollü kaza sayısı ne kadardır? Bununla ilgili bilgi verirlerse memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

Sayın Evliya Parlak; kısa ve öz, buyurun.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkanım, ben, İçişleri Bakanından bir şey öğrenmek istiyorum; iki sorum olacak.

Birincisi: Sayın Bakanım, 1978'den beri ilim Hakkâri'de sıkıyönetim ve arkasından olağanüstü halin devamı sürdürülmektedir. Geçtiğimiz hafta 4 ay daha olağanüstü halin uzatılmasına karar verdik. Zatıâlinizden şunu öğrenmek istiyorum: Bu dört ayın veya ondan sonraki dört ayın sonrasında, bunu kaldırma yönünde herhangi bir çalışmamız veya düşüncemiz var mıdır?

İkinci bir sorum var; köye dönüş konusunda, özellikle, bu sınır illerinde, valilerimizin tek yetkili kılınması konusunda bir kararınız veya çalışmanız olacak mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

Sayın Fırat?.. Yok.

Sayın Konukoğlu, buyurun. Yalnız kısa olsun efendim, siz konuştunuz da çünkü.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Hayhay efendim.

Sayın Başkan, yardımınızla, Sayın Yaşar Okuyan'a soru yöneltmek istiyorum: Gaziantep SSK Hastanesi, bölge hastanesi olup çevre illere hizmet vermektedir. Bu hastanedeki cihazlar çok eski ve yetersizdir. Ameliyathanelerde çok eski anestezi cihazları vardır. Bu cihazların otuz kırk yıllık olduğu söylenmektedir. Bu konuda ne yapılacaktır?

İkinci olarak, Gaziantep SSK Hastanesinde yıllardır görev yapan hastane müdürü geçtiğimiz aylarda bıçaklandı. Olayın bir ihale nedeniyle olduğu söyleniyor. Bu olay Bakanlığınızca araştırılmış mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben Teşekkür ederim efendim.

Sayın Tuğmaner, buyurun; kısa ve öz efendim...

MUSTAFA KEMAL TUĞMANER (Mardin) - Sayın İçişleri Bakanımıza sorumu yöneltmek istiyorum: Bilindiği gibi, 1980 veya 1982 yılarında bir karton Marlboro sigarası yakalandığı zaman, bu kişiler hakkında adliyede, savcılıkta dosyalar açılmıştı ve sabıkalı duruma gelmişlerdi. Bütün adlî makamlarda, savcılıkta bu kayıtları kalktığı halde, hâlâ emniyet müdürlüğünde adlî sicilleri devam etmektedir. Bunu kaldırmayı, bir genelge yayımlamayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Yıldız, buyurun efendim.

SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkanım, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından sorularımın cevaplandırılmasını istiyorum.

1 - Yıllardır SSK hastane binasında hizmet vermeye çalışan Muş SSK Müdürlüğü ne zaman bir binaya kavuşacaktır?

2 - "Yeniden Yapılandırma" kitabınızda 35 fiilî yataklı olarak görülmekte olan Muş SSK Hastanesinin hiçbir yatağının hastalara hizmet vermediğinden, depolarda çürümekte olduğundan haberdar mısınız?

Üçüncü sorum: 25 000-30 000 civarında SSK'lı ve yakınına hizmet veren, sözde, SSK Muş Hastanesinde, dört yıldır fiilen görev yapan, hiçbir uzman doktorun bulunmadığından bilginiz var mıdır?

Dördüncü sorum: Nüfusu ve sigortalı sayısı Muş'tan daha az olan Yalova SSK Hastanesinde 43 doktor görev yaparken, maalesef, Muş SSK Hastanesinde, sadece, zaman zaman dönüşümlü olarak, 2 pratisyen hekimin görev yapmasını ve bu dengesizliği adaletli buluyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gündoğan.

Sayın Gündoğan; Kısa ve öz...

BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İzninizle her iki bakana da birer soru sormak istiyorum:

1999'da yayımlanan bir yönetmelikle -bu yönetmeliğin amacı- içkili yerlerin öğretim kurumlarına olan uzaklığının, varsa bahçe duvarları dahil, en dış noktası dikkate alınarak, sınırın her bir noktası için en az 200 metre -bahçe de dahil- olması gerekir.

Şimdi, Tunceli ve Tunceli gibi bazı illerde ve birçok ilçelerimizde bu durumda, 200 metre uzaklıkta olan pek binamız kalmadığına göre, yeni ruhsat almak şurada kalsın, eski ruhsatlar bile yenilenirken iptal ediliyor. Bu durumda hem müessese sahibi hem de çalışan insanlar mağdur oluyor. Sayın Bakanım bu konuda yeni bir genelge yayımlayacaklar mı? Bu konuda düşüncelerini almak istedim.

İkinci sorum Sayın Çalışma Bakanımıza: Tunceli SSK Hastanesinin ameliyathanesinin inşaatı bitti; ameliyathane açılacak mı? Eğer açılacaksa kendisinden istirhamımız; özellikle, iki branşta doktora ihtiyacımız var, biri çocuk doktoru, biri de kadın doğum doktorudur... Biliyorsunuz, şimdi Malatya'ya bağlandık bölge olarak; Tunceli'den Elazığ'a, Elazığ'dan Malatya'ya sevk yapmak gerekiyor, oraya giden bir doğum hastası da yolda acı sonuçlara katlanıyor. Bu konuda görüşlerini almak istiyorum, bize bir müjde verirler mi?

Kendilerine teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Mustafa Gül?.. Yok.

Sayın Göksu, buyurun.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkanım, müsaadenizle Sayın İçişleri Bakanıma sormak istiyorum:

BAŞKAN - Çok kısa, lütfen efendim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Evet efendim.

Sayın Bakanım, İstanbul'daki bir operasyonda, işkence iddiaları basına yansıyınca bir soru önergesi verdim ve bir polis müdürünün ceza alıp almadığını sordum -ki, basında ismi geçiyordu- cevabınızda, görevi kötüye kullanmaktan ceza aldığını ve ertelendiğini söylüyorsunuz. Bu polis müdürü, hakkımda 5 milyarlık tazminat davası açtı ve konuşmalarıma ihtiyatî tedbir getirilmesini istedi. Bir polis müdürünün, bir milletvekilini susturmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Diğer bir sorum: Gözaltına alınanlara işkence yapıldığına dair basında çıkan haberlere "doğru değil" diyorsunuz; oysaki, alınan raporlar vardır. Bu konuda ne diyorsunuz?

Diğer bir sorum: İşkence yapıldığına dair raporu veren doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu söylüyorsunuz. Bu duyuru yasal mı? Yani, bugüne kadar hukukun siyasallaştığını duyuyorduk, bu da tıbbın siyasallaşması mı oluyor?

Son sorum: Polis, zanlıyı götürdükten sonra, eş ve çocuklarını, evde bir odaya toplayıp, tam 15 saat gözaltında tutuyor. Bu da bir işkence değil midir? Bu niçin yapılıyor?

Özellikle karakollarda işkence gece 11'de başlıyor sabah 4'e kadar devam ediyor. Bu saatlerde karakolları hiç ziyaret ettiniz mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Ensarioğlu, buyurun.

MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkanım, İçişleri Bakanıma iki sorum vardır.

Birinci sorum: 57 nci hükümet göreve başladığından beri, 3 216 belediyeden kaçının belediye başkanını görevden almıştır? Bu belediyelerin partilere göre dağılımı nasıldır? Bunu öğrenebilir miyim.

İkinci sorum: ANAP kongresinden önce, mahallî idarelerden, ANAP belediyelerine ne kadar bir para aktarılmıştır? Bu para aktarılması olduğunda bunların projeleri var mıydı yok muydu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

Sayın Kamer Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın İçişleri Bakanına, Tunceli'deki polis lojmanlarını ne zaman tamamlayacağını soruyorum.

İkincisi, bu Köye Dönüş Projesinde, vatandaşa siz mi para vereceksiniz, yoksa Köy Hizmetleri mi?

Bu polis lojmanlarıyla ilgili.. Sayın Bakan, daha önce -polislerin maaşlarının çok düşük olduğunu zaten herkes biliyor- zam yapacağını birkaç defa söylemişti. Bugüne kadar bu konuda bir çalışma Meclisin huzuruna gelmedi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına soruyorum: Bağ-Kur binasını 4 trilyon liraya ihale ettiniz; daha kaça çıkacak? Bu memlekette bu kadar ekonomik sıkıntı varken, sırf bazı müteahhitler para kazansın diye bu kadar lüks inşaata gerek var mıydı?

Sigorta il müdürlüklerinin otomasyonuna ilişkin ihale, neden, 22 000 000 dolar olarak hazırlandı; 7 000 000 dolara verildi? 22 000 000 dolar mı hatalıydı, 7 000 000 dolar mı? Ayrıca, bunun kontrolünü yapan kimlerdir? Biraz önce Sayın Bakan burada konuşurken, efendim otomasyona geçsin.. Biz, otomasyona geçmesine karşı değiliz de, gerçek fiyatlarla geçsin.

 Yine, SSK'nın sağlık işleri için, Yalova'da, yakınlarınızdan bayrak alındığı söyleniyor; doğru mudur?

Son sorum: Gazetede çıktı; İzmir'de tanı ve tedavi hizmeti veren özel DUSAŞ Hastanesiyle ilgili olarak İzmir Valisi sizden müfettiş istedi mi? İzmir Valisi müfettiş istedikten sonra, siz veya SSK'da yetkili birisi DUSAŞ Hastanesinin yetkililerine telefon açtı mı? Ayrıca, bu DUSAŞ Hastanesinin sahibinin evinde yapılan aramada, İzmir ANAP il yöneticileri ile ANAP'a 10 milyar liralık bağış belgeleri çıktı mı? Bu çıkan belgeler arasında 75 milyar bağış alan insan kimdir? Yine, DUSAŞ firmasının SSK'yı 10 trilyon liradan fazla zarara uğrattığı yolunda SSK müfettişi Celal Çalış'ın raporu var mıdır? Raporu varsa, niye bugüne kadar işlem yapmadınız?

Aslında, çok sorulacak şey var da,  başka arkadaşların hakkını almak istemiyorum.

Teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Kürşat Eser?.. Yok.

Son soru, Sayın Öztürk'ün.

Buyurun.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Ben, Sayın İçişleri Bakanıma sormak istiyorum.

Birinci sorum: Silah taşıma ruhsatı yönetmeliği üzerinde çalışmalar olduğunu Sayın Bakanımızdan öğrenmiştik. Hem milletvekillerini hem de valilerimizi sıkıntıdan kurtarmak için, bu silah taşıma ruhsatı yönetmeliği ne zaman çıkarılacaktır?

İkinci sorum: Ülkemizde silahla oluşan kavgalarda veya olaylarda, taşıma ruhsatlı silahlarla bunların oranı ne kadardır? Yani, taşım ruhsatlı silahlarla olay olmuş mudur? Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay)- Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, bitti artık, mümkün değil; bu kadarı, müsamahanın da ötesinde...

Sayın Yalman, Kâtip Üyeye vereceğim.

Sayın Yalman, vazgeçtiniz mi? Peki, vazgeçti efendim Kâtip Üyemiz.

Şimdi, Sayın Bakanım, o ruhsatla ilgili olana bir ilave. Ben, demin yazılı verdim size; mermi tahsisi bakımından. Böyle bir yönetmelik çıkarıyorsunuz "eğer, 2001'den evvel çıkarırsanız Makine Kimya da rahatlayacak" diye arkadaşlarımız soruyorlar. Himmet ederseniz minnettar kalırız.

HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay)- Sayın Başkan, sorumuzu...

BAŞKAN - Yok, ne süre kaldı ne müsamaha kaldı; insaf edin.

Efendim, şimdi, geriye kalanlar: Sayın Akgün, Sayın Erdener, Sayın İsen, Sayın Zamantılı, Sayın Aykut, Sayın Coşkuner, Sayın Ünal, Sayın Arvas..

Sayın Arvas, sormuştunuz siz.

MALİKİ EJDER ARVAS (Van)- Sormuştum da, nedense mikrofon cihazı kapanmadı.

BAŞKAN - Ha, yok, tamam; oraya kadar.

Efendim, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük de vardı. Sayın Bedük "emekliliklerini dolduran polislerimizin emekli olmaları halinde aldıkları maaş yarıya inmekte; geleceğin telaşı içinde polisimizin bu durumu düzeltilecek midir?" diyor "lise mezunu polisler 3 üncü derecenin son kademesine yükselebilmektedir; diğer sivil kuruluşlarla ikinci dereceye kadar yükseldiği bir düzenleme düşünüyor musunuz?" diyor.

Sayın Bakanım, bunları, yazılıları, zatıâlilerinize vereceğim. Diğer iki bakanımızın da var. Mustafa Kemal Tuğmaner'in var, İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in yazılı sorusu var. Hatay Milletvekilimiz Sayın Hakkı Oğuz Aykut'un var.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir)- Sayın Başkan, böyle bir usulümüz var mı?

BAŞKAN - Efendim, bu, İçişleri Bakanlığı bütçesi...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir)- Olsun...

BAŞKAN - Efendim, olur mu? Bazı bütçeler var ki, bu milletvekillerimizi tatmin etmemiz lazım. Milletvekillerini susturursanız nerede konuşacaklar? (AK Parti sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

Efendim, Sayın Burhan İsen'in var yazılı soruları. Bunları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı takip edecek, sayın bakanlar da bize cevap verecekler. Çok teşekkür ediyorum müsamahalarınıza.

Buyurun efendim; bir kısmına yazılı cevap vereceksiniz herhalde.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; burada, tabiî, çok fazla sayıda soru var. Bunların önemli bir kısmını, müsaade ederseniz, yazılı olarak cevaplandıracağım; ancak, birkaç konuyu burada zikretmek istiyorum.

Telefonla randevu sistemiyle ilgili olarak, telefonla randevu sisteminin işlemediğine dair ifadeler ortaya konuldu. Telefonla randevu sisteminin esasını iyi anlatamadığımızı zannediyorum, en azından kendi adıma. Normal şartlarda SSK hastanelerinde, gece yarılarından itibaren gelip, kapıda bekleyenlerin kuyruğu vardı. Orada, sabaha kadar 7-8 saat beklenip, bir fiş alınıyordu. O fişi alamayan vatandaşımız ise, ertesi gün tekrar geliyor, hatta üç-beş gün o kuyruklarda -özellikle, İstanbul'daki Samatya Hastanesi, benim bizzat şahit olduğum hastanedir- bekleyip, dört-beş günün sonunda tekrar kuyruğa gelip fiş alamadan dönen hastalarımız oluyordu.

Şimdi, bizim getirdiğimiz telefonla randevu sistemi, o gün dahiliye polikliniğinde eğer 100 hasta tedavi olacaksa -nasıl daha önceki uygulamada 100 hasta için fiş veriliyorsa- bunun telefonla randevusunun belirlenmesinden ibarettir; yoksa, 100 hasta dışında bakılabilmesi, ilave polikliniğin, ilave uzman hekimin olmasıdır; o keyfiyet ayrıdır. Telefonla randevu sisteminin buradaki işleyiş tarzını iyi değerlendirmemiz lazım.

Vakıflara, SSK'nın elkoyduğu tarzında bir iddia geldi. Bu, kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Vaktimiz sınırlı olduğu için, konuyu dile getiren değerli arkadaşıma, bunu yazılı olarak daha tafsilatlı arz edeceğim; ama, zannediyorum, şuna atıfta bulunuyor Sayın Demircan:  Vakıf Gureba Hastanesini on yıllığına SSK olarak kiraladık ve tabiî, oradaki hukukî süreç devam ediyor; ama, şunu arz edeyim: 530 yatak kapasitesi, yüzde 32'lik doluluk oranıyla devam eden bu hastanemizi 1 000 yatak kapasitesine çıkardık ve doluluk oranı da yüzde 80'in üzerine çıkmıştır.

Fakire, fukaraya ve garibana dönük hizmetler, vakıf senedinde yazılan hususlar doğrultusunda, hiçbir gerileme olmaksızın, aynı şekilde devam etmektedir. Zaten, o husus, yapılan protokol da yer almıştır. Burada, herhangi bir, ne vakıf senedine aykırılık ne de hukuka aykırılık, söz konusu değildir.

Sayın Nidai Seven arkadaşımızın, Ağrı'yla ilgili sorusuna teşekkür ediyorum. Bu basılı olan kitapta, dikkat ederseniz, Adıyaman ve Ağrı'nın rakamları aynı çıkmıştır; Adıyaman'daki, maalesef, tashih hatası dolayısıyla, Ağrı Hastanemizin dokümü olarak çıkmıştır; özür diliyoruz. Onu belirtmek istedim.

Sayın Nesrin Ünal'ın, Alanya'daki SSK hastanesinin yeriyle ilgili bir sorusu vardı. Böyle bir kaydırmadan önce, orada en önemli sorun, şu anda DPT'den bir ödenek alınması sorunu; onu aşamadık. Onu aştığımız da, mutlaka temelini atıp, kısa sürede gerçekleştireceğiz.

Sayın Kamer Genç'in, değindiği sorulardan iki tanesini hemen cevaplamak arzusundayım. Evvelsi gün, SSK'daki bilgisayarla ilgili ihalede 22 milyon dolara muhammen ihale bedeli ifade edildi; 7 milyon dolara alındı dedi Sayın Genç. Orada bir düzeltme yapayım; orada belirlenmiş muhammen bedel 22 değil, 16 milyon dolardır ve doğrudur, ihale sonucu 7,9 milyon dolara, yani, yaklaşık yüzde 50 bir kırımla gerçekleşmiştir. İlk defa, bir aydan bu yana, SSK dahil olmak üzere, Çalışma Bakanlığımız ve bağlı kuruluşlarının hepsi dahil olmak üzere, bütün ihalelerimizi, web sitelerimizde onbeş gün önce yayınlamaya başladık. İhalenin sadece tarihi, yeri ve konusu değil, teknik ve idarî şartnameleri de yayınlamaya başladık. Dolayısıyla da, ihale sistemimizi, çok şeffaf, denetlenebilir, ulaşılabilir bir hale getiriyoruz. Ayrıca, 1 trilyon ve üzerindeki bütün ihalelere mecburiyet getirdik; medyanın huzurunda... Onun dışındaki 1 liralık ihale de medyaya açık olacak. Bu ihale, ilk defa medyanın huzurunda yapılan bir ihaledir. Biz, o ihalenin 7,9 milyon dolara gerçekleşmesi noktasında, haklı endişelerimizin, daha önceki uygulamalardaki haklı endişelerimizin ortaya çıkması bakımından da büyük bir mutluluk duyduk. Bundan sonra, bütün ihaleler, açık, net ve medyanın huzurunda olacaktır.

DUSAŞ'la ilgili hemen ifade edeyim...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, şişirilmiş maliyetle...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Efendim, sorularınıza cevap veriyorum Sayın Genç.

DUSAŞ'la ilgili, hemen arz edeyim. Biz, bütün, SSK'yla ilgili olsun, Bakanlığımızın diğer bağlı, ilgili kuruluşlarıyla ilgili olsun -bu arada, bir başka sorunun da cevabı olarak arz etmek istiyorum- otuz aylık bir süre içerisinde, 2 875 tane soruşturma ve inceleme başlattık. Bunlardan 900 tanesi itibariyle disiplin kurullarına nakledilmiştir; disiplin kurullarında muameleleri görülmüştür. 762 dosya da yargıya intikal ettirilmiştir. DUSAŞ'la ilgili soruşturmayı da, incelemeyi de başlatan biziz; onun üzerine de gidiyoruz. Doğrudur, 10 trilyon 256 milyar lira SSK'nın kurum zararına sebep olacak, orada, faaliyetler ortaya çıkarılmıştır. Şu anda 14 tane...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bağış yapmış Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Efendim, bırakın şimdi bağışı, orada...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bağış yapmış...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Sayın Genç...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Sayın Genç, şu anda, böyle bir şeyle değil, sizin sorularınıza cevap vereceğim. Beğenmiyorsanız, siz değerlendirirsiniz; o takdir size aittir.

Şimdi, o soruşturmayı açtıran biziz; o soruşturmaları, incelemeleri başlatan biziz, üzerine giden biziz. Hiçbir şekilde, bu tip hadiselerin, gelen ihbarların üzerinde...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, millet doğruları söylememizi istiyor; doğruları söyleyelim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Efendim, Sayın Başkan...

KAMER GENÇ (Tunceli) - İzmir Valisine...

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakan cevap veriyor, siz sordunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Sizin bütün, zabıtta...

KAMER GENÇ (Tunceli) - İzmir Valisine bir bayan telefon ediyor...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Rica ediyorum, doğruyu konuşalım...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Efendim, siz mi doğruyu konuşuyorsunuz Sayın Genç?! Siz mi doğruyu konuşuyorsunuz? Bir saniye müsaade edin. Sizin sorduğunuz soruları cevaplandırmaya çalışıyorum, sabır gösterin.

DUSAŞ'la ilgili veya bir başka konuyla ilgili, elinde bilgisi, belgesi olan getirsin; ama, burada, böyle, tutup da, birtakım iddaları ortaya koyup, bir meçhulde bir iddiayı, herhalde ortaya getirip, içinde ciddîye alınabilecek hiçbir bilgi ve belge olmadan suçlama yapmak yanlış olur diye düşünüyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakanım, siz verir misiniz?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Efendim, şu anda, sizin bahsettiğiniz, o gazetede yayımlanmış olan ve  iddianameye de konu olmuş olan konu dahil, hepsi, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesine intikal etmiştir. O telefon kim tarafından yapılmışsa, o telefonun kayıtları da mevcuttur. DGM savcılığı, zaten, bununla ilgili soruşturmayı devam ettiriyor. Birinci bölümünün iddianamesini tamamladı, mahkeme açıldı; ikinci bölümdeki soruşturma da devam ediyor. Biraz sabırlı olursanız, onun sonuçlarını hep birlikte görürüz.

Sayın Güler'in bir sorusuna da değinmek istiyorum. Sosyal güvenlik sistemimizde 65 milyar dolar 1992'den bu yana devlete bir maliyetinin, açıklarının olduğu ifadesiyle ilgili değindiler. Evet, doğrudur. Aslında, 1965 yılından itibaren yapılmış yanlış uygulamalar ve çıkarılmış popülist yasaların sonuçlarını ta 1965 'ten alırsak, 1965, 1969, 1972, 1977 ve -aradaki diğer tarihleri saymıyorum- sonuçta prim, prim karşılığı olmayan hizmetlerin verilmesi dahil, emeklilik yaşının düşürülmesinin getirdiği aktüaryel denge üzerindeki olumsuzluklar dahil, 1965'ten 2001 yılının sonuna kadar işin gerçek rakamı 179,1 milyar dolardır, Hazinenin birleşik faiz hesaplamasıyla. Bununla ilgili dosyalar da buradadır. Arzu eden arkadaşlarımıza bu dosyaları takdim ederiz. Hiçbir faiz uygulaması yapmadan, sadece dolar bazında aldığımızda da 59 milyar dolardır, 1965'ten bu yana sosyal güvenlik kuruluşlarının bu manadaki popülist yasalar ve uygulamalar sonucunda uğradığı zarar olarak. Her açıdan, hem dolar bakımından hem bileşik faiz hesabıyla hem basit faiz hesabıyla bütün bunların aktüaryel hesaplara yıl ay itibariyle, kadın, erkek ayırımı yapmak suretiyle dökümleri bendedir; arzu eden milletvekili arkadaşlarımıza da büyük bir memnuniyetle takdim edebilirim.

Diğer konuları, izin verirseniz, yazılı olarak vermek istiyorum. Sayın İçişleri Bakanımızın zamanından çalmamak için.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızın sorularının büyük çoğunluğu polislerimizin, Emniyet mensuplarımızın özlük haklarıyla ilgili olduğu için, önce oradan başlamak istiyorum.

Evvela şunu söyleyeyim: Şimdiye kadar polislerimize yapılan zamlar kanunla yapılmadığı için, sadece Bakanlar Kurulunun veya bakanlığın yetkisine dayalı olarak, lojman tazminatıydı, tazminattı, yan ödemeydi gibi artışlar verildiği için, emeklilik konusunda büyük bir uçurum olmuştur. Bugün 480 milyon lira alan bir polisimiz emekli olduğu zaman 170 milyon lira almaktadır; yani, maaşıyla orantılı olarak bir maaş alımı yoktur.

Bakanlığa geldiğimiz günden beri, bu konudaki çarpıklığı müteaddit defalar dile getirdim; ancak, bugün bir kere daha söylemek istiyorum ki, ne Bakanlar Kurulu ne Bakanlığımın, doğrudan doğruya maaşa katkısı olacak bir artış yapma yetkisi kalmamıştır, sınırlar sonuna kadar kullanılmıştır.

Bunun için, bakanlığa geldiğimiz gün, evvela, polislerimizin emekliliklerinde maaşlarının düşük olduğunu düşünerek, kooperatifler yoluyla, polislerimizi nasıl ev sahibi yaparız sorusuna cevap aradık. Türk Konutla anlaşarak, Türk Konutun da bize gösterdiği yolda, Maliye Bakanlığımıza, Bayındırlık Bakanlığımıza, konuyla ilgili Devlet Bakanlığımıza yazı yazıp müracaat ettik. Maliye Bakanlığımızdan cevap bekliyoruz. Eğer burada bir tahsis yapılırsa, aşağı yukarı ayda 100 milyon lira katkıyla, her polisimize, Ankara'da, İstanbul'da, Bursa'da, İzmir'de 150 000 konut yapmayı planladık. Bu, kooperatif olarak yapılacak. Bu sadece bir sosyal olaydır diye anlatıyorum.

Şimdi, maaşlarla ilgili, bugüne kadar yapmış olduklarımız, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına ve Bu Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun ile 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa ek madde eklenmesine dair kanun taslağı, 8.10.2001 tarih ve 23 261 sayılı yazıyla Başbakanlığa gönderilmiştir.

Bu kanun tasarısında; 1 - Ekgösterge; Halen, emniyet hizmetleri personeline uygulanmakta olan ekgösterge 4 üncü dereceden itibaren başlamaktadır. Ekgöstergenin diğer memurlarda olduğu gibi 8 inci dereceden başlatılması amaçlanmış olup, tasarının kabulü halinde, aylık 18 milyon ile 84 milyon arasında bir iyileştirme sağlanacaktır.

2 - Emniyet hizmetleri tazminatı. Hizmet zorluğu daha fazla olan branşlarda görev yapana daha fazla ektazminat verilmesi amaçlanmıştır.

3 - Yan ödeme, iş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük zammı. Halen ödenmekte olan yan ödeme miktarları diğer sınıflara oranla çok düşük olduğundan, eşit işe eşit ücret ilkesi doğrultusunda, yeniden oranların tespiti amaçlanmış olup, tasarının kabulü halinde, aylık 23 000 000 ile 214 000 000 lira arasında bir iyileştirme sağlanacaktır.

4 - Makam tazminatı: Emniyet hizmetleri sınıfındaki emniyet müdürü rütbesinde bulunan personele ödenmekte olan makam tazminatlarındaki farklılığı kaldırmak için düzenlemeye gidilmiştir.

Yine, fazla çalışma ücretleriyle ilgili; 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun ek 21 inci maddesine göre, halen ödenmekte olan tazminat oranlarının günün koşullarına göre yeniden düzenlenmesi yapılmış olup, aylık 16 000 000 ile 42 000 000 lira arasında iyileştirme sağlayacaktır. Teklif, Bakanlar Kurulu tarafından değerlendirilmek üzere gönderilmiştir.

Yine, mahrumiyet yeri tazminatı: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki 25 ilde verilen ek tazminatın, mahrumiyet yeri tazminatının artırılmasına dair taleple ilgili olarak, Bakanlığımız ile Millî Savunma Bakanlığının artırılması yönündeki teklifleri, 9.10.2001 tarih ve 243483 sayılı yazıyla Maliye Bakanlığına intikal ettirilmiş olup, teklifin kabulü halinde, 5 000 000 ile 50 000 000 lira arasında artış sağlanacaktır. Bu teklifimiz, halen Maliye Bakanlığında beklemektedir.

Yine, lojman tazminatı olarak; lojman tazminat miktarlarının artırılmasına dair 12.10.2001 tarih ve 246011 sayılı talep yazımızla Maliye Bakanlığına gönderilmiş olup, halen 200 000 lira ile 600 000 lira arasında ödenmekte olan tazminat miktarının, 5 000 gösterge rakamının mevcut memur maaş katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak miktardan ödenmesi amaçlanmıştır. Bakanlar Kurulunca talebin kabul edilmesi halinde, bugünkü katsayıya göre ödenecek miktar 124 600 000 liradır.

Şimdi, bunları şunun için söyledim: Biliyorsunuz, Yüce Meclisiniz Bakanlar Kurulumuza da bir yetki verdi. Bu Yetki Kanunu çerçevesinde, 31 Aralıktan itibaren memurlarımızda bir iyileştirme çalışması var. Bu kanun tekliflerini Başbakanlığa gönderdik; Başbakanlık ilgili bakanlıklara yazdı. Bizim de ayrıca hazırladığımız iyileştirmeyle ilgili bir kanun tasarısı için yine ilgili bakanlıklara yazı yazdık; bazı bakanlıklarımızdan müspet, bazı bakanlıklarımızdan da menfi cevaplar gelmektedir.

Şimdi, burada, benim, hükümete de Yüce Meclisin huzurunda söylediğim bir şey var. Sayın Genç'in söylediği gibi, geldiğimiz günden beri zam yapacağız filan değil, zammı beraber yapacağız. İlk başta da söyledik...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bir an evvel getirin, bu insanlara yazık!

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Müsaade edin de biraz biz konuşalım.

Burada, bizim sınırlarımız, limitlerimiz sonuna kadar dolmuş, Yüce Meclis bunu yapacak; ama, Yüce Meclisin verdiği bir yetki var. Bu yetki 31.12.2001'de sona erecek; 31.12.2001'e kadar bu iyileştirme yapılacak. Biz de bu kanun tasarılarımızı, o yetki kanunuyla, polislerimizin durumları düzelmezse diye hazırladık, görüşlere sunduk, Başbakanlığa gönderdik. Evvela, onu beklememiz lazım. Bugün, ülkenin içerisinde bulunduğu şartlarda, hükümet devletin elindeki imkânları dağıtacak -zaten polislerimiz de bunun farkındalar- eğer, polislerimize bir iyileştirme yapılırsa, bu kanun tasarılarımızı bekletiriz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan, lüks binalar yapmanın ne faydası var?!

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Genç, bırakın da karşılıklı konuşmayalım efendim. Süremiz az. Bilahara konuşuruz dışarıda. Sizi zaten yeteri kadar duydular.

BAŞKAN - Siz Genel Kurula hitap edin efendim.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Eğer, böyle bir iyileştirme yapılmazsa, ocak ayında -ben, daha önce, müteaddit defalar konuşmalarımda belirttim, burada da belirttim- milletvekili sıfatımla bu tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vereceğim. O zaman, bütün grupların katkısını burada bekleyeceğiz. Hükümet adına da gelip burada oturacağım. Bunu da açık seçik söylüyorum.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Desteğimiz yanınızda Sayın Bakan.

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Destekleriz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Destekleriz efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Maaş konusunda benim tüm Emniyet Teşkilatımıza söylemek istediğim budur.

Burada, yine, sadece birkaç soruya cevap vereceğim, diğerlerine yazılı cevap vereceğim; ama, bir konu çok önemli olduğu için burada cevap vermek istiyorum.

Bakınız, 180 000 polisimiz var. Bizim, polis teşkilatımızın üzerine titrememiz lazım. Polis, gece gündüz, hiç mesai gözetmeden, 12-12 çalışarak, hiç fazla mesaiye bakmadan görev yapıyor. Şu veya bu şekilde çıkan bazı gazete haberlerine göre, polisimizi itham altında bırakıcı konuşmaları eğer yapmazsak, bundan kaçınırsak, bana yazacağınız, bana göndereceğiniz her soruya muhakkak cevap verilecektir. Ben, buradan, şunu söylemekle yetiniyorum: Bakanlığım da, Emniyet Genel Müdürlüğü de, bize intikal eden her türlü şikâyette, Atatürk ilke ve inkılaplarına uymayan kimse onun üzerine gider, soruşturmayı açar. Bugün, polis teşkilatının hepsi, bizde görev yapan arkadaşlarımın hepsi, Büyük Atatürk'ün bize gösterdiği yolda, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, devletine bağlı, vatanını, milletini seven polisler olarak görevlerini yapmaya devam ediyorlar...

NECMİ HOŞVER (Bolu) - İnsan haklarına bağlı...

MEHMET SELİM ENSARİOĞLU (Diyarbakır) - Evet, insan hakları...

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - ...ve  yapmaya devam edecekler. Onların hataları olduğu zaman üzerlerine giderim; ama, hataları olmadığı sürece de, bu görevde kaldığım sürece, onlara kol kanat gererim. Bunun da herkesçe bilinmesini istiyorum.

Bu şeyden hareketle, yine Sayın Göksu'nun, özellikle birkaç sefer, benim de sonradan duyduğum, burada konuşmaları oldu. Şimdi, bana bir yazılı soru sordu, cevabını verdim. Bir polis ile bir milletvekili arasında, bir polis müdürü ile bir milletvekili arasında bir yazışma olabilir mi; bir polis müdürü, milletvekilini mahkemeye verebilir mi?

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Konuşmalarda ihtiyatî tedbir istiyor; milletvekili susturulursa, vatandaş ne yapar?

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Bakın, başta da söyledim; burası bir hukuk devleti. Hukuk karşısında, milletvekilimiz de, vatandaşımız da, bakanımız da, hepsi eşittir. Ha, burada, eğer şikâyetleriniz olduğu zaman, bunun idarî soruşturmasını biz yaparız; adlî soruşturmasını, zaten, siz de şikâyet ettiğiniz zaman savcılarımız yapar. Onbeş saat gözaltına alınan kimse hakkında, benim yaptığım araştırmalarda bir bilgi gelmedi, çocuk konusunda.

Efendim, daha önce yazılı cevap verdim. Şimdi, doktorların aldığı rapora tekrar itiraz ettiler, bunları şikâyet ettiler deniliyor. Doktorlar bir rapor veriyor. Bu doktorun raporuna itiraz eden polis müdürü değil; doktorun raporuna itiraz eden cumhuriyet savcısıdır. Burada, konuşmamda söyledim. Adli olaylarda, emniyetin her kademesi cumhuriyet savcısının emrindedir. Cumhuriyet savcısı, o doktorun raporundan on dakika sonra, aynı kişi hakkında adliyenin gösterdiği hastaneden, kuruldan rapor aldırarak...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Bir gecede 4 hastane geziyor Sayın Bakan.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın, Bakan Bey cevap veriyor.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - ...o doktorun raporunun yanlış olduğunu iddia ederek, doktoru, savcı vermiştir adliyeye; polis değil. Doktoru şikâyet eden cumhuriyet savcısıdır. Bu konuda yazılı cevap verdim, yine burada konuşmalarınız ışığında tekrar yazılı cevap vereceğim; ancak, şu anda görev yapan arkadaşlarım olduğu için, bunu, burada dile getirmek istedim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım, çok önemli olduğu için... Yine, Sayın Yıldırım, mahallî idarelerle ilgili konuyu sordu; bir silah ruhsatları, bir de Ahıska Türkleriyle, kapatacağım. Eğer müsaade ederseniz, üç konu; yoksa, kısa keseyim.

BAŞKAN - Mermiyi de söyleyecekseniz buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Hay hay efendim.

Ülkemizde, mahallî idarelerin merkezî idareden sürekli kaynak bekleyen, gerekli özerklik, katılımcılık ve demokratiklik ilkeleri yönünden yetersiz teşkilatlar olduğu, herkes tarafından genel kabul görmüş bir gerçektir. İdarenin yeniden yapılandırılması çalışmalarının en temel bölümlerinden biri olarak da, Merkezî İdare ile Mahallî İdareler Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet İlişkileri Esasları ile Mahallî İdarelerle İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal ettirilmiş olup, halen. İçişleri Komisyonunun kurmuş olduğu alt komisyonda görüşülmektedir. Ben, Yüce Meclisin huzurunda, İçişleri Komisyonumuza da, alt komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum. Alt komisyonda, grubu bulunan bütün siyasî partilerin üyeleri var. Bu tasarının, bu alt komisyonda görüşülmesiyle en iyi şekli alacağına inanıyorum; daha sonra da, Yüce Meclisin yapacağı katkılarla daha da olgunlaştırılıp bir an önce yasalaşacağını ve yerel yönetimlerin yetki ve kaynak yönünden güçlendirilmesi yönünde de önemli bir adım atılacağını ümit ediyorum. Bunu hep beraber yapacağız.

Çok  üzerinde durulan bir konu da, silah ruhsatları konusudur. Silah ruhsatları için bir yönetmelik var. Bu yönetmelik, devam edip gelen, hepimizin şu anda tabi olduğu yönetmeliktir; ama, bu yönetmelikten çok şikâyetler oldu, milletvekili arkadaşlarımızın talepleri oldu. Ben de, Emniyet Genel Müdürlüğü kanalıyla, bu yönetmelikte değişiklik yapılması için, ilgili bakanlıkların görüşlerini almalarını istedim. Bu görüş yazıları yazıldı, zaman zaman da basında tartışıldı. Amacımız, hiçbir zaman millet silahlandırmak, milleti şiddete teşvik etmek değil; sadece, yürüyen yönetmelikteki aksaklıkları gidermektir. Sayın Başbakanın da üzerinde ısrarla durduğu, ruhsatlı silahlara yıllık verilen mermi miktarıyla ilgili bir talimatları var. Tabiî, bunun da yönetmelik meselesi olduğunu; ama, yine, pratikte yaptığımız araştırmalarda, şu anda, ruhsatlı silahlara az mermi verilmesinden ötürü, Türkiye'de de, dışarıdan içeriye doğru bir mermi kaçakçılığına tevessül olduğu yapılan tespitlerdendir.

BAŞKAN - Üstelik de, Makine Kimya iflas etmek üzere, satamadığı için.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Bütün bunları kapsayacak şekilde bir yönetmelik taslağı hazırlanmaktadır; ancak, arkadaşlarımızın, burada, bir an önce bu konuyu gündeme getirmeleri de, hem yıl sonuna kadar harçlardan istifade etmek, harçları eski yıl oranlarıyla yatırmak, hem de bu yıl da, bu haktan istifade ederek Makine Kimyanın çalışmasını istemektir. Bu konuda, çalışma çabuklaştırılacaktır.

Sayın Şen'in, göçmenler ve Ahıska Türkleriyle ilgili sorusuna da, isterseniz şimdi cevap vereyim, isterseniz yazılı cevap vereyim; nasıl emrederseniz... Diğer konuların hepsine de yazılı cevap vereceğiz.

Sayın Şen, bu konuda girişimlerimiz var. Konuşmamda da belirttim; ama, yine, yazılı cevap vereceğiz. Bu konuları araştırmak için çalışmalar da var.

Ben, soru soran arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum. Sadece buraya gelen cevaplarla ilgili değil, bizzat gelerek, şifahen veya yazılı bir pusulayla göndereceğiniz her konuya, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı cevap vermeye hazırdır. Unutmayınız ki, önce, sizlerin sorularına şeffaf bir şekilde cevap vereceğiz, daha sonra da vatandaşımızın huzur ve güvenini sağlamaya devam edeceğiz.

Hepinize, katkılarınız için teşekkür edip, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum efendim.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Bakan, yönetmelik değişikliğinden vazgeçmeyin. On tane şikâyet varsa, binlerce kişi de bu yönetmelik değişikliğini bekliyor.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyoruz.

Şimdi, sırasıyla, 9 uncu turda...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, şu kitaptan kaç tane basılmıştır; maliyeti ne kadardır? Sayın Bakan seçim döneminde...

BAŞKAN - Efendim, şimdi ben onu özel soracağım, size anlatacağım. Sayın Genç, zatıâliniz Meclis Başkanvekilisiniz; bu kitapların nasıl basıldığını siz biliyorsunuz. Yani, temcit pilavı gibi... Niye bunu yapıyorsunuz? Her dönemde, her bakan bunu basar. Başbakanlık Matbaasında bastırmış, başka yerde bastırmamış.

Şimdi, sırasıyla, 9 uncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım efendim:

Sayın milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1.- İçişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu                          

A ç ı k l a m a                                                      

L i r a

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

256 490 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Mahallî İdareler Hizmetleri

66 266 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

112

Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri

47 476 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

113

Sivil Savunma ve Seferberlik Hizmetleri

15 456 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

12 642 500 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

T O P L A M

398 330 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

İçişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

227 898 612 500 000

- Toplam Harcama

:

224 092 415 250 000

- İptal Edilen Ödenek

:

5 694 508 550 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

1 888 311 300 000

-1050 S.K. 83. Mad. Ve Dış Proje

 

 

Kredilerinden Ertesi Yıla Devreden

 :

56 670 200 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu                          

A ç ı k l a m a                                                       

L i r a            

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

616 102 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Güvenliği Sağlama ve Düzenleme Hizmetleri

1 794 900 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

9 563 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

999

Dış Proje Kredileri

10 050 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

           T O P L A M

2 430 615 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

1 058 801 340 020 000

- Toplam Harcama

:

1 059 080 235 950 000

- İptal Edilen Ödenek

:

34 605 714 060 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

36 860 221 250 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

1 975 611 260 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

14 072 634 050 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

 

Jandarma Genel Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

b ) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu                          

A ç ı k l a m a                                                      

L i r a            

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

172 890 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Güvenlik Hizmetleri

1 283 075 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

T O P L A M

1 455 965 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Jandarma Genel Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

686 870 014 280 000

 

- Toplam Harcama

:

652 375 092 390 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

45 761 045 840 000

 

- Ödenek Dışı Harcama

:

11 600 599 960 000

 

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

 

  Kanunlar Ger.Ertesi Yıla

 

 

 

  Devreden Ödenek

:

334 476 010 000

 

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

 

  Yıla Devreden

:

28 935 115 920 000

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

c ) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu                           

A ç ı k l a m a                                                      

L i r a            

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

7 221 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Sahil Güvenlik Hizmetleri

84 480 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

T O P L A M

91 701 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                               L  i  r  a

- Genel Ödenek Toplamı

:

27 050 028 060 000

- Toplam Harcama

:

23 750 665 490 000

- İptal Edilen Ödenek

:

3 440 356 620 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

140 994 050 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

2 712 666 120 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

B ) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu                          

A ç ı k l a m a                                                      

L i r a            

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

6 432 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Çalışma Hizmetleri

22 684 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

112

Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Hizmetleri

662 500 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

113

İstihdam Hizmetleri

21 160 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

114

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatı Hizmetleri

424 500 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

1 825 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

999

Dış Proje Kredileri

4 604 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

              T O P L A M

57 792 000 000 000

 

 

      BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

2.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı  Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

28 599 756 500 000

- Toplam Harcama

:

26 351 748 080 000

- İptal Edilen Ödenek

:

2 376 184 080 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

128 175 660 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

 

Sayın milletvekilleri, böylece, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, böylece, dokuzuncu tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Nasıl olsa siz tebrikat yapacaksınız; bürokratların salonu boşaltması için buna ihtiyaç var; birleşime 10 dakika ara veriyorum efendim.

 

 

Kapanma Saati : 19.37


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.50

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Onuncu tur görüşmelerine başlıyoruz.

Onuncu turda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.

II. –KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900; 3/898; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1.-    Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.-    Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.-  Tarım Reformu Genel Müdürlüğü  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.-   Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI

1.-    Sağlık Bakanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2.-    Sağlık Bakanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2. – Hdut ve Sahillet Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldı.

Sayın milletvekilleri, bu tur için de soru cevap işlemi 20 dakikayla sınırlandırılmıştır; şimdi bütçeye geçtikten sonra, sayın milletvekillerinin isimlerini yazdırmalarını rica edeceğim efendim.

Onuncu turda ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, rakamlarla konuşmayacağım; çünkü, Tarım Bakanlığı, geçen sene genel bütçeden binde 66 gibi bir pay almışken, bu sene pay binde 54'e düşmüş ve bu Bakanlığın imkân ve kabiliyetlerinin ne olabileceğini bu rakamlar ifade etmektedir. Sayın Bakanın ve bakanlık çalışanlarının bu düşüşe rağmen başarılı çalışmalarını tebrik etmek istiyorum. Başarı, çok imkânla çok iş değil, kıt kaynaklara rağmen çok iş yapmaktır.

Konuşmamı dört konuda toparlayacağım: Bir, tarıma bakışımız; iki, destekleme politikaları; üç, yapısal değişiklikler ve koordinasyon; dört, güncel problemler ve isteklerimiz olacaktır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ne yazık ki, tarım, Türkiyemizde yanlış bakış açıları ve yanlış tercihler sonunda gereken önemde değerlendirilememiştir. Halbuki, bugün gelişmiş ülkelerin kalkınmaları ve insanlığın gelişmesi, ya tarımsal üretim araçları üreten, tarımsal üretime girdi temin eden sanayiin ya da tarımsal ürünleri, yani tarımın çıktılarını işleyen, mamul hale getiren sanayiyle olmuştur.

Günlük faaliyetlerimizin her anında, hayatımızı idame ettirmek için her merhalede tarımsal ürün veya mamule ihtiyaç duymaktayız. Bunlar bazen lüks bazen vasat nitelikte olmakta; ama, yaşamımızı sürdürebilmek için onlar mutlak ihtiyaçlarımız olmaktadır. Jeopolitiği ve jeostratejiye ulaşımı önemli kılan unsurlardan birisi tarımsal üretim ve hammaddeler olmamış mıdır?! Dünden bugüne tarihî İpekyolu bunu bize ismiyle ve fonksiyonuyla anlatmıyor mu?

Nüfusun yüzde 35'i tarımdan geçiniyor deniliyor. Ben, bunun eksik olduğunu ifade ediyorum; çünkü, tarıma girdi temin eden gübre fabrikası çalışanları, traktör fabrikası çalışanları; mekanizasyon, tarımsal alet edevat üreten zirai alet fabrikaları çalışanları ve tamircileri, çıktıları, ürünleri işleyen tekstil, gıda sanayii, ambalaj sanayii, tarımsal ürün nakliyecileri; halciler ve yeteri kadar maaş veremediğimiz, kırsal alandan, akrabalarından gıda ihtiyacının birkısmını temin eden memurumuza kadar birçok kesim bu sektörden hayat bulmuyor mu?! Demek ki, nüfus, yüzde 35'in çok üstünde ve bu sektör de üretemez duruma gelirse, meydana gelecek ekonomik ve sosyal problemlerin boyutunu takdirlerinize bırakıyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; modern tarımda, artık, destekler, büyük oranda, girdilere değil, çıktılara, yani ürüne, yani çok üretime, kaliteli üretime, randımana ve rekolteye yapılmaktadır. Bugüne kadar Türkiye'de yapılan destekleme yöntemleri pahalı, kontrolsüz, kolaycı, yanlış ve ilkeldir. Bundan dolayı, çiftçimiz, eline ulaşmayan paralarla, adına kesilen faturalarla, haksız itham altındadır. Burada, inanarak ve önemle, ithamın sahipleriyle, IMF yetkilileriyle, devlet yönetimimizle, halkımızla ve sizlerle şu bilgileri paylaşmak, çiftçimizin üzerinden de bu haksız ithamı kaldırmak istiyorum: "Ucuz gübre desteği" adı altında, gübre üreticilerine vergi iadeleri ve teşvikler verilmiştir, kesilen faturalarla, kontrolsüz nitelikte. Türkiye'deki tedbirler alınmazdan önceki gübre üretimine baktığımızda, Edirne'den Hakkâri'ye Türk toprakları 5 parmak yüksekliğinde gübreyle kaplansa, çiftçinin hanesine, bu kadar lüzumsuz ve haksız sübvanse yazılırdı.

1994 yılında, 1993 yılı pamuk ürününe 4,6 trilyon liralık prim ödemesi yapılmıştır ve Ziraat Bankasına Hazine tarafından zamanında ödenmediği için, 2000'li yıllara baktığımızda, çiftçinin hanesinde 12 katrilyon lira görülmektedir. İşte, burada, çiftçinin sübvanse edildiği iddia edilmektedir. Bu ülkede sermaye düşmanlığı yapmıyorum, yatırım indirimleri ve teşviklerle otel, fabrika sahibi olup, artı, para biriktirenler olmuştur ve o zenginleri, o holdingleri biliyoruz, tanıyoruz; ama, tarıma yapıldığı iddia edilen, sözde yapılan, ama, eline ulaşmayan bu kadar büyük rakamlı desteklerden zengin olmuş bir çiftçi ferdini göstermek mümkün değildir. Öyleyse, bu paralar iç edilmiştir.

Girdi desteklerinin sağlıklı olması için, çıktıya prim desteği sistemi geliştirilmelidir ve ürün bazında yaygınlaştırılmalıdır. Sistem kalıcı kılınırsa;

1- Girdi desteği de buradan yapılabilir; çünkü, 1 kilogram üretimde, oradan yapmak istediğimiz gübre, mazot, ilaç gibi desteklerin miktarlarını belirlemek mümkündür maliyet olarak.

2- Çiftçiye direkt ulaşacaktır; aracılar kalkacaktır, istismarcılar kalkacaktır.

3- Ekonomi kayıt altına alınacaktır.

Türk sanayiinin yüzde 80'i tarıma dayalıdır. Tarladan kalkan gıda ve sanayi ürününü prim sistemiyle faturalandırdığımızda, kullanıcıya kadar olan bütün zinciri malî kontrol altına almak mümkündür. Hatta, giriş ve çıkış faturalarından, enerji ve işgücü gibi kaçakları bile tespit etmek kolaylaşır. Örneğin, bir çırçır fabrikasında, kaç işçiyle, kaç makineyle, kaç kilovatsaatte, kaç kilo pamuk işlenebileceği ve işlendiği gerçeği ortaya çıkarılabilir. Hayvan başına verilecek et, süt primleriyle, deri sanayiinden, mahalledeki mandıracıya kadar, kayıt altına alabilirsiniz. Bu sistem, devletin, ne Hazinesine ne de Maliyesine yük getirir; aksine, işini kolaylaştırır, gelirlerini artırır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; desteklemede finansman politikamız sürdürülemez olmuştur; çünkü, yeni çıkan Bankalar Kanunu sonucu, Ziraat Bankasının görevlendirilmesi mümkün değildir ve bugün, bankanın faizlerinden dolayı, çiftçimizin kredi kullanabilmesi namümkün hale gelmiştir. Dolayısıyla, Yeniden Yapılandırma Kurulu olarak adlandırdığımız ve içerisinde, devletimizin çok değerli bürokratlarının da bulunduğu -Devlet Planlama Teşkilatından, Hazine Müsteşarlığına, Maliye Bakanlığına, Dış Ticaret Müsteşarlığına, Sanayi Bakanlığına, Ziraat Bankasına, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne varıncaya kadar, bürokratlarımızın bulunduğu- bu kurul, Avrupa Birliğinde olduğu gibi, Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Fonu işlevine çekilmelidir ve bütün desteklemeler, yönlendirmeler, tarımda buradan yapılmalıdır ve etkin kılınmalıdır. Bunun için, tarımda çerçeve kanunu olarak adlandırılan kanun, bir an önce yürürlüğe konulmalı ve bu gerçekleştirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrudan gelir desteği de sürdürülmelidir. Sayın Derviş, finans sektörünün problemlerinin halledildiğini, sıranın reel sektörde olduğunu söylüyor. Eğer, reel sektörün en kolay tarifi aranıyorsa, üretimin olduğu yer, tarım sektörüdür. Çiftçi, tarlada, Allah'ıyla baş başadır, tabiatın şartlarını beklemektedir. Dolayısıyla, en çok desteğe ihtiyaç duyan, en helal üreten ve alnının teriyle üreten, çiftçi kesimimizdir. Her türlü tarımsal üretim, açık alanda yapılmakta ve dolayısıyla, tabiî afetlere en açık sektör olma özelliğini taşımaktadır.

2090 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen, bütçeye ödenek konulmamıştır. Bütçeye ödenek konulmalı, hatta ve hatta, bu dar ödeneklerle bile, tarım ürünleri sigortası yasası bir an önce çıkarılmalı, bütçeye konulan bu ödenekle, tarım primleri -bir kısmı teşvik olarak devletimiz tarafından verilerek- kolaylaştırılmalıdır. Üretim bazında, çiftçi örgütlenmemiz yeterli değildir. Ürün bazında tek olmak kaydıyla, üretici birlikleri örgütlenmeli ve bu bağlamda, üretici birlikleri yasası bir an önce çıkarılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımımızın en önemli problemi, gerçek manada anlaşılamamış olması ve devletimizde koordinasyonun kurulamamasıdır; ama, son zamanlarda, biliyoruz ve duyuyoruz ki, tarımın koordinasyonuyla görevli olarak, başta, işin sahibi olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp olmak üzere, Sayın Hüsamettin Özkan, Sayın Tunca Toskay, Sayın Şükrü Sina Gürel, Sayın Kemal Derviş ve Sayın Sümer Oral Bakanlarımız, konuyu, kısa, orta ve uzun vadede, tarım politikalarımızla ilgili irdelemektedirler. Güncel problemlerimizde, Ziraat Bankası ve aynı zamanda, tarım kredi borçları, en büyük çiftçi problemidir. Bunun, bir an önce hallolmasını, bu değerli kurul üyesi bakanlarımızdan rica ve istirham ediyoruz.

Bunun yanında, son prim uygulamalarında, kararnamedeki bir anlaşmazlıktan dolayı bu kurulda görev alan sayın bakanlarımıza ve aynı zamanda 57 nci cumhuriyet hükümetine de teşekkür etmek istiyorum. Uygulama genelgesinde yalnız bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Geçen sene, hazine arazilerimizde üretim yapan üreticilerimiz primlerini alamadılar; çünkü, kira sözleşmesi yerine ecrimisil makbuzları geçmedi. Uygulama kararnamesinde, bu sene -bilhassa üretime prim veriyorsak, ürüne prim veriyorsak- bu insanlar, hazine arazilerinde üretim yaptı diye cezalandırılmamalı ve onların ecrimisil makbuzları kira sözleşmesi yerine geçmeli, bunlar da gereken primi alabilmelidir. Çiftçimiz, hasretle bu haberleri beklemektedir.

Tekrar, öneminden dolayı, tarım kredi ve Ziraat Bankasıyla ilgili borçlara dönmek istiyorum ve en kısa zamanda hallolması dilek ve temennilerimle, sizleri ve Sayın bakanları saygılarımla selamlıyor, Allah'a emanet ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru, buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Genel bütçe içerisinde Sağlık Bakanlığına ayrılan payın yüzde 2,40 civarında olduğu, bu miktarın yüzde 78'inin personel giderlerine, ancak yüzde 9'unun yatırım giderlerine ayrıldığı bir bütçeyi hep beraber konuşuyoruz.

Türk Devleti, bugüne kadar, sağlık konusunda küçümsenmeyecek derecede mesafe almış ve bölgesinde önder duruma gelmiştir. Ülkemizin bu anlamda başarıları, bütün eksikliklerine ve kendi dışında nedenlere bağlı olarak yapamadıklarına rağmen, devletin doğrudan katkıları neticesi elde edilmiştir. Devletimizin kaynakları, şu ve bu biçimde tartışılabilir tercihleri bir kenara koyarsak, uygun miktarlarda sağlığa ayrılmış ve bugün, bulunulan bu noktaya gelinmiştir. Yine de, bunun iyi değerlendirildiği kanaatindeyim., Bakanlık, son yıllarda 50'nin üzerinde hastane inşaatı bitirmiş ve 112 acil hizmet birimi ülke genelinde hizmete girmiştir. Ayrıca, ülkemizin birçok devlet hastanesinde vardiya sistemine geçilmiş, ameliyathaneler başta olmak üzere birçok alet rantabl şekilde kullanılır duruma gelmiştir. Kaynak ve personel tasarrufu sağlanmış, vatandaşlar tarafından bu hizmet memnuniyetle karşılanmıştır.

Dünyada bilginin giderek artan gücüyle sağlık alanında baş döndürücü teknolojik ilerlemeler olmaktadır. Yaratılan yenilikler hizmet ve araca dönüşürken, karşımıza birkaç önemli sorun da çıkmaya başlamıştır. Bunlardan birincisi, teknolojinin son derece yüksek maliyetler içermesidir. İkincisi, sağlık yönetiminde kişi ve organizasyon olarak bilginin uygulanması sonucu yeni yaklaşımların ortaya konulmasıdır. Üçüncüsü, bunların da bir sonucu olarak sağlık standartlarının hızla yükselmesi olmuştur. Öte yandan, bunların yanında, hızla artan sayıda yeni ilaçların bulunması ve kullanılması, bir yandan yeni tedavi imkânları sunarken, öte yandan yeni pazar alanları oluşturarak, sağlık harcamalarının yükselmesine neden olmaktadır.

Ülkemiz, bu gelişmelere yetişmede zorlanmış bilgi, ilaç ve araç ithalatına daha yüksek paralar ödemek durumunda kalmıştır. Bütün bu gelişmeler karşısında, öncelikli olarak sağlık alanında siyasî ve ideolojik tercihleri bir kenara koyarak, çağdaş yönetim sistemlerini, ülkemizin kültürüne özelleştirerek bir an önce uygulamaya koymalıyız.

İkinci olarak, sağlık teşkilatlarında çalışan tüm personelin bilgi ve becerilerini en üst düzeye çıkarmalıyız. Yönetici ve çalışanların kalitesini artırmadığımız sürece, bulacağımız en güzel çözümlerin başarısız sonuçlanacağı unutulmamalıdır.

Üçüncü önemli görev, ülkemiz sağlık çalışanlarına dair verilerin, istatistiklerin daha güvenli hale getirilmesidir. Sağlam verilere dayanmadan, ne geleceği görmek ne de bir karar almak mümkündür. Örneğin, yurtdışına ne kadar sağlık ödemesi yaptığımızı bilmemiz gerekir. Kamu kesiminin sağlık harcamaları konusunda Maliye Bakanlığının bilgi vermesi mümkündür; ancak, bunun içinde özel yoldan yapılmış harcamalar yoktur. Maliye Bakanlığımızın bildiği kamu harcamalarında ise, yapılan masrafların ne kadarının ilaç gideri, ne kadarının hizmet gideri ve ne kadarının tedavi gideri olduğunu ne yazık ki bilmiyoruz. Bilgisayar kullanarak otomasyona geçen Maliye Bakanlığı, yurtdışı sağlık harcamalarını tek kalemde kodlayarak bilgisayara girdiğinden bunun alt sınırında yer alan harcamaları bilemiyor ve ayırımını yapamıyoruz.

Modern sağlık hizmetlerinde büyük mesafeler alan ülkemizi, artık, sağlık turizmine de süratli bir şekilde açmalıyız.

Ülkemizde bulunan çeşitli kurumlara bağlı hastanelerde yatak işgal oranlarının ne olduğunu, doğruluk derecesi tartışmalı da olsa, az çok bildiğimiz halde, düşük olan yatak işgal oranlarının neden düşük olduğunun ayırımına girmeliyiz.

Sağlıklı bir veri toplama mekanizmamızın olması çok önemlidir. Yapılacak çalışmalar, bu verilerin doğru bir şekilde değerlendirilmesinden sonra hayata girebilecek özelliklere sahiptir. Harcamaların dağılımını hangi oranda toplumsal hangi oranda bireysel tutacağız, ancak bundan sonra karar verebiliriz.

Sayın milletvekilleri, önemli görevlerimizden birisi de sağlıkla ilgili bakanlığımızı nasıl konumlayacağımızdır. Şu anda, sağlıkla ilgili, Sağlık Bakanlığı dışında, birçok kuruluş söz sahibidir; ancak, sorunları çözmek istiyorsak, önce, etkin ve güçlü bir bakanlık oluşturmalıyız. Bakanlık küçülecek mi, büyüyecek mi tercihi, güçlü ve etkin bir bakanlıktan sonra verilecek bir karar olmalıdır. Öncelik ve sıralama esaslarını gözden kaçırarak doğru adımlar atma şansımız yoktur. Sağlıkla ilgili çok çeşitli kuruluşların olması bir anarşik ortam yaratmış, kaynaklar yerli yerinde kullanılmamıştır.

Sağlık Bakanlığını, ülkemizin tüm sağlık politikalarını üreten, bu politikaları yöneten, uygulayan bir yapı ve organizasyona getirmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizin, beş on sene sonraki senaryosu değil, elli yüz yıl sonraki durumu gözönüne alınmalıdır.

Sağlık politikasında, toplumsal yararı, bireysel yararın bir parça önüne koyan, bireyi hiçbir biçimde dışlamayan, toplumcu bir yaklaşımı benimsemeliyiz. Yapabileceklerimizi, ülkemizin iktisadî koşullarını ve gelecek nesilleri gözeterek uygulamalıyız. Bakışımızı kamu sektörüne dönük olmaktan çıkararak, ülkemizin her tarafını tüm sağlık hizmetleriyle konsantre hale getirmeliyiz.

Özel sağlık hizmetlerini, üvey evlat görerek öncelik tanımamanın bir faydası yoktur. Özel sağlık hizmetlerini yakından takip etmek mecburiyetindeyiz. Özel sağlık kuruluşlarına KDV ve diğer vergilerde indirim yapılarak destek olunmalıdır. Azaltılan bölümlerden yapılan tasarrufun bir bölümünün personel eğitimine ve araştırmalara ayrılmasını sağlayabiliriz.

Son yıllarda devlet hastanelerimizde çok büyük gelişmeler olmuştur. Özel hastanelerden hatta tıp fakültesi hastanelerinden bile çok daha güzel hastanelerimiz vardır. Bunlardan örnek verilmesi gerekirse, Tokat Devlet Hastanesi, Tokat Doğumevi Hastanesi, ilçe hastaneleri olarak Erbaa ve Niksar Hastaneleri gibi hastanelerimiz, şu anda görünüm itibariyle, vermekte oldukları hizmetler itibariyle özel hastaneleri aratmayacak şekildedir.

Ülkemizin bütününde sağlık standartları belirlenirken bu standartlara uyum sağlanmalı, korunmasını ve geliştirilmesini öncelikler arasına almalıyız. Her binaya hastane, her araca ambulans, her sağlık girişimine tedavi hizmeti olarak bakmaktan vazgeçmek zorundayız. Ülkemizin bir teknoloji çöplüğüne dönüşmesinin önüne geçilmelidir. Bu, sağlık hizmetlerinde maliyetleri düşürürken, ayrıca hizmet sunum kalitesini de artıracaktır.

Ülkemizde tıbbî teknolojinin gelişmesiyle beraber, röntgen, MR, tomografi, laboratuvar hizmetleri gibi doktorlar tarafından istenilen tetkikler çok büyük maliyetlere ulaşmıştır. İstenilen tetkiklerin de ayırımını yapmalıyız. Son yıllarda, gelişmiş ülkelerde, tıbbî görüntüleme yöntemleri hangi durumlarda kullanılmalıdır, bununla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Şu anda ülkemizde çok sayıda MR, tomografi, ultrason, eko cihazı bulunmakta ve her gün binlerce tetkik istenmektedir. Zengin bir ülke olmadığımıza göre, pahalı olan tetkiklerin istenmesinde dünyanın uyguladığı usulü göz önüne almak mecburiyetindeyiz.

Halkımızı bilgilendirmekle önüne geçebileceğimiz hastalık ve buna bağlı tedavi ve ilaç giderlerinin düşürülmesi mümkünken, standart dışı yaklaşımlar nedeniyle, gereksiz insan emeği ve ilaç giderlerinin doğurduğu maliyetlerin üstesinden gelemiyoruz. Biz değil, en zengin ülkeler de bu tür savurganlıkların üstesinden gelemez.

Sağlık Bakanlığı ikinci basamak sağlık hizmetlerinden bir süreç içerisinde çekilmeli ve doğrudan sınırlı hizmetlerden en önemlisi olan koruyucu sağlık hizmetleri ve birinci basamak tedavi hizmetlerine yönelmelidir; ikinci basamak sağlık hizmetlerinin yerel yönetimler, kâr amacı gütmeyen vakıflar ve özel işletmeler aracılığıyla verilmesi sağlanmalıdır. Ancak, bu kurumların verdiği hizmetlerin gözlem, denetim ve gelişmesi için gerekenler elbette Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmalıdır. Yine, sağlık hizmetinin herhangi bir zincirinde tekelleşme görüldüğünde doğrudan veya dolaylı müdahalede bulunmak görevi Bakanlığın olmalıdır.

Çevremize ve doğal zenginliklere sahip çıkarken, birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemini ülke gündemine taşımak, sağlık konusunun, tüm ülkenin ortak konusu olduğu fikrini herkese benimsetmeliyiz. Bunun sonucunda hastalıkların, hastaların sayısı azalacak, herkesin sağlık seviyesi yükselecektir.

Ancak, ülkemizin ve bütün dünyanın bir sorunu olan fakirlerin, sosyal güvencesi olmayan insanların durumu ne olacaktır. Bütün söylenenlerin en hassas noktası burasıdır. Burada "asgarî sağlık hizmeti" kavramı benimsenmelidir. Ülkemizin gücü nispetinde şartlara göre ilan edilerek, sürekli güncelleştireceğimiz en az herkesin alacağı bir asgarî sağlık hizmetini tanımlamalıyız. Bu hizmetin adı, kişisel sağlık sigortası olsun, kim sunarsa sunsun, finansmanı, gereken her durumda, devlet tarafından karşılanmalıdır. Bu işlemi Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturmak ve uygulamak zorundayız. Nüfusumuzun yüzde 15'i civarındaki bu insanların durumu acilen gözönüne alınmalı, yeşil kartla, Sosyal Dayanışma Fonuyla çözümlere bırakmamalıyız. Sosyal devlet olma ilkesi süratle gerçekleştirilmelidir. Bu konuda Sağlık Bakanlığımızın hazırlamış olduğu kişisel sağlık sigortasıyla ilgili çalışmaların da bir an önce sonuçlandırılmasını ve kanunlaştırılmasını bekliyoruz.

Bütün bu hizmetleri yürütürken, sağlık personelini de unutmamak gerekir. Sağlık personelinin moralini ve motivasyonunu artırmak gerekmektedir. 1965 yılında çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, hizmetin özelliğini göz önüne almamış, sağlık personelini de diğer memurlar statüsüne koymuştur. Bu durum, sağlık personeli içerisinde beklentiye sebep olmuştur. Döner sermayeden pay verilmesi ve bunun daha sonra tüm personele yaygınlaştırılması çok olumlu bir çalışmadır. Çalışana çalıştığı kadar ücret verilmesi insan hakkı gereğidir. Sağlık personeli zor şartlarda yetişmekte ve hemşiresiyle, doktoruyla yirmidört saatten fazla, zaman zaman çalışmaktadır. Bu insanların bu durumunu gözönüne almalıyız.

Ayrıca, sağlık, tüm insanların en önemli bir varlığıdır. Sağlık personeli, işinden dolayı birçok riski de taşımaktadır. Hastayı muayene eden, ameliyatı yapan doktor, kan tetkikiyle uğraşan laborant, kan alan hemşire, kan taşıyan hizmetli de bulaşıcı hastalıklardan dolayı risk taşımaktadır. Çalışan ve çalışmayan risk altında bulunan personelin durumu gözönüne alınmalıdır. Hemşire ve sağlık teknisyeni intibak konusunu beklemektedirler. Şu anda, birçok sağlık personelinin -sağlık teknisyeni ve hemşire olarak- intibak konusunu çok süratli bir şekilde halledilmesini beklemekte olduğunu da belirtmek istiyorum. Bununla ilgili de kanunun çok kısa bir zamanda çıkarılması talep edilmektedir. Ayrıca, bunların dışında yeni bir sağlık personel kanununun da çıkarılma zamanın gelmiş olduğunu söylemek istiyoruz.

Ülkemizde yetişen ebe, hemşire, sağlık memuru, tıbbî sekreter okulu mezunları şu anda boş durmaktadır. Tüm sağlık kuruluşlarının hepsinde büyük açık olmasına rağmen, bu meslek gruplarında atamalar yapılmamaktadır. Öğretmen, Millî Eğitim Bakanlığı için ne kadar önemli ise, sağlıklı insan yetiştirmek ve sağlığını korumak için de bu personellere çok önemli oranlarda ihtiyaç vardır. Maliye Bakanlığı sağlık personelinin atanması için kadroları serbest bırakmalıdır. Hemşiresi, ebesi, tıbbî sekreteri olmayan çok sayıda sağlıkocağı ve evi vardır. Şu anda, birçok devlet hastanesinde hemşire ve ebe açığı olduğu gözlenmektedir.

Sayın milletvekilleri, sağlıkta eğitim de çok önemlidir. Personelin göreve başlamasından, emekli oluncaya kadar hizmetiçi eğitimi çok önemlidir. Doktorundan hasta bakıcısına kadar, yeni tıp tekniklerinden hasta bakımına kadar, gelişmiş ülkeler seviyesinde olunmalıdır. Tıp fakültelerindeki eğitimin kalitesi yükseltilmelidir. Artık, her üniversiteye bir tıp fakültesi kurmaktan vazgeçmeliyiz.

Diş hekimleriyle ilgili sorunlar da artık çözümlenmelidir. Diş hekimleri de, tıp doktorları gibi, ihtisas yapmak istiyorlar. Onlar da, adil bir seçim olanağı olan TUS gibi bir imtihan sonrası ihtisasla, asistan olmak istiyorlar; bu düzenleme yapılmalıdır.

Sağlık hizmetlerinde hizmetin her yönden başarılı olması ve toplumun katkı ve katılımının gerektiği ölçüde sağlanması için, sürekli toplum eğitimi yapılmalıdır. Hem okullardaki sağlık dersleri yoluyla hem de yaygıneğitim metotlarıyla çok önemli bilgiler verilebilir. Çok küçük bilgilerin hayat kurtaracağı unutulmamalıdır. Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaya hakkı olduğu gibi, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek, devlet kadar vatandaşın da görevidir.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının katma bütçeli bir kuruluşu olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Uluslararası Sağlık Tüzüğünü ülkemizde uygulayarak, yabancı ülkelerden ülkemize girmesi muhtemel bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alarak, faaliyette bulunmaktadır. Bu kuruluş, statüsüne yaklaşık 77 yıl önce kavuşmuştur. Bu kuruluş, AIDS gibi ve diğer bulaşıcı virütik hastalıkların denetimini yapmaktadır, bulaşıcı hastalıklarda karantina hizmeti vermektedir. Tüm giderlerini ve yatırımlarını kendi gelirleriyle karşılayan bu kurumda da personel eksiklikleri vardır, yeterli personel tahsisi yapılmalıdır. Bu kurumda da yeni yapılanma kanun tasarısı çalışmaları vardır; bu kanunun da bir an önce çıkarılması beklenmektedir.

Sayın milletvekilleri, inanmak, toplumu inandırmak, ilkeli olmak, topluma karşı dürüst ve açık olmak, başarmanın ilk adımıdır. Ülkemizin gerçeklerini, ekonomik şartlarını bilmek, topluma bildirmek zorundayız. Ülkemizdeki tüm sağlık problemleri çözülmez değildir. Ben, biraz sağduyu ve biraz da fedakârlıkla sorunların çoğunun çözüleceği kanaatindeyim.

Durmaya, dinlenmeye hakkımızın olmadığı küreselleşen ve yeni dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı 21 inci Yüzyılda, en önemli kavram zaman olacaktır. Bu kavramı çok iyi şekilde değerlendirerek, dünyaya örnek olacak lider ülke Türkiye'nin kurulmasının sağlıklı insanlar omzunda olacağı düşüncesiyle, Sayın Bakan ve bürokratlarına, tüm sağlık çalışanlarına başarılar diliyor, 2002 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize, insanlığa hayırlı olmasını temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'da.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MALİKİ EJDER ARVAS (Van)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde AK Parti ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi, bizi radyo ve televizyonları başında izleyen içi buruk Türk köylüsü ve çiftçisini, salıyı çarşambaya bağlayan Kadir Gecesini ve pazar günü kutlanacak olan mübarek Ramazan Bayramını şimdiden tebrik ediyor; bu bütçenin, tüm ülkemiz için, Türk çiftçisi için hayırlara vesile olmasını temenni ederek, konuşmalarıma başlıyorum.

Ülkemiz nüfusunun yüzde 45'i tarımla iştigal etmektedir; yani, tarım, 25-26 milyon insanımızı ilgilendiren önemli bir meseledir. Buna rağmen, 2002 yılı bütçesinde Tarım Bakanlığına ayrılan pay, binde 5,5'tir. Tarım Bakanlığı için hazırlanan bütçeyi incelediğimizde, 530 trilyon 282 milyar TL olan bütçenin yüzde 85'i, büyük bir kısmı carî harcamalara ve personel harcamalarına gitmektedir, yüzde 15'i yatırıma ayrılmaktadır. Tarım Bakanlığı bütçesi, bu haliyle yatırımdan uzak, köylüyü kalkındırma ve sorunlarını çözme amacından uzak bir yapıdadır. Zaten, ülkenin ekonomisini küçülten bir hükümetten de, tarım ekonomisinin sorunlarını çözmesini beklemek fazla hayalcilik olur. Türkiye, bu hükümetle, 1999'da yüzde 6,2, 2001'de yüzde 8,5 küçülmüştür. Buna paralel olarak, tarım kesiminin de gayri safî millî hâsıladaki payı, 13,9 iken, şimdi 13,5'e düşmüştür. 2002 yılında ise, 13,4'e düşeceği Devlet Planlama Teşkilatı tarafından varsayılmıştır. Yani, IMF'ye verilen söz doğrultusunda tarım sektörü tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, kamuoyunda şöyle bir intiba yaratılmaya çalışılmaktadır: Sözüm ona, sanayicinin, esnafın payı çiftçiye verilmiş, tamamen yanlış ve kasıtlı... Konuyu biraz iyi niyetle araştırdığımızda bambaşka bir tabloyla karşılaşıyoruz. 1985 yılından bu yana köylüye ve çiftçiye 33 milyar dolar para yardımı yapılmış. Ülkede, bir iki yılda 40-45 milyar dolar hortumlayanlar çiftçi miydiler? Kesinlikle değildiler. 1999 yılında tarım sektörüne ödenen 4 milyar dolardır. Bunun devlete maliyeti toplam 13 milyar dolara ulaşmıştır. Bugün de bu paranın alacaklısı olan bankalar, devletin gelirlerine ve malî inisiyatifine el koymuş durumdadır. IMF ve Dünya Bankası yetkilileri vasıtasıyla ileri sürülen, tarım kesimine yıllardır fazla kaynak aktarıldığı iddiası doğru değildir. Arkadaşlar, suçlu, çiftçi değildir; emeğe, alınterine saygı göstermeyenlerdir.

Sayın milletvekilleri, hükümet, tarımda, doğrudan gelir destek programı diye bir şey uygulamaya çalışıyor. Arkadaşlar, bu proje, ülkemizin gerçekleriyle örtüşmemektedir. Şöyle ki: Doğrudan gelir destek programı, Avrupa'da ve Amerika'da, tarım sektöründe istihdam edilen bireylerin sanayi sektörüne aktarımı için kullanılmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki yüzde 2-3'ler düzeyindeki tarım nüfusuna karşılık yüzde 45'e varan bir tarım nüfusuna sahip olmamıza rağmen, hububat verimliliği Danimarka'da 612, Japonya'da 597, Arjantin'de 345, Özbekistan'da 259, ülkemizde ise 229 kilogram/dekar olarak gerçekleşmektedir. Kişi başına düşen doğrudan tarımsal destek Avrupa Birliği ülkelerinde 2 550, Amerika Birleşik Devletlerinde 4 500, ülkemizde ise sadece 40 dolardır.

Yıllar yılı uygulanan yanlış politikalar, yirmibeş yıl önce tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden birisi olan ülkemizi, bugün, bitkisel ve hayvansal ürünler ithal eden bir ülke durumuna sokmuştur.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde, tarımsal destekleme politikalarında, hayvancılık hep ihmal edilmiştir; bitkisel üretim sektörü, öncelikle desteklenen sektör olmuştur. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, tarım sektörleri gelirleri içinde hayvancılık sektörü geliri yüzde 70'ler civarında yer alırken, Türkiye'de bu oranın yüzde 27 civarında olduğunu görüyoruz.

Hayvancılık sektöründe yaşanan, yüksek maliyetlerden kaynaklanan fiyatların etkisiyle, hem üretici hem de tüketiciler açısından, gerçekten, olumsuz bir tablo vardır.

Devlet Planlama Teşkilatına göre, 1998 yılında et açığı yokken, şu anda, Türkiye'de, 21 000 ton civarında et açığı vardır.

Hayvancılık sektöründe üretim maliyetlerinin düşürülmesine yönelik teşvik unsurlarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu teşviklerin, hayvancılık sektörünün en etkin girdisi olan kaba yem ve karma yem kullanımını kapsama alması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, 2001 bütçesinde, tüm tarım teşvikleri içerisinde hayvancılığa yüzde 4,5 ayrılmıştır. Bu sene de hayvancılığa ayrılan para, tüm tarım teşvikleri içerisinde, yüzde 3,5'e düşürülmüştür. Yani, bu demek oluyor ki, geçen yıldan yüzde 30 daha azına düşürüldü hayvancılığa verilen destek.

Devlet İstatistik rakamlarına göre: 12 ayda, çiftçinin, hayvan üreticilerinin eline geçen artış oranı yüzde 25 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın, Türkiye'deki enflasyon artışları, ekim sonu itibariyle, yüzde 66'dır. Yani, Türkiye'de enflasyon yüzde 66 olurken, hayvan üreticilerinin aldığı fiyat artışı yüzde 25'tir. Hayvan üreticileri, mal varlıklarının yaklaşık yüzde 40'ını 57 nci hükümet zamanında yitirmiştir.

Değerli arkadaşlar, bir basın organında çıkan habere göre, çiftçiye de para ödenirken, Bağ-Kura borcu olup olmadığı araştırılacak veya tespit edilecekmiş. Eğer borcu varsa, o borcu ödemesi istenecekmiş. Bu yöntemle 225 trilyon lira avantaj sağlayacakmış. Güzel; ama, çiftçiye para verirken neden kılı kırk yarıyorlar da, rantiyecilere, hortumculara katrilyonlar verilirken aynı hassasiyeti göstermiyorlar?!.

On onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker ihraç eden Türkiye gibi tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan bu malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü bulmak gerekir. Bunun sebebi, bize göre, uygulanan hatalı politikalardır, yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir.

2002 yılı bütçesinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çalışanlarına hayırlı olmasını diliyorum; çünkü, bu bütçede çiftçiyi, köylüyü ilgilendiren bir unsur yoktur.

Değerli milletvekilleri, hakikaten, Türkiye'de tarım ve hayvancılığın durumuna baktığımızda, içleri acıtıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Ben, bundan bir ay önce Urfa, Antep, Kilis'e gittim; malumunuz, güneydoğunun beyni orada atıyor. Ortadoğu ülkelerine yapılan küçükbaş hayvan ihracatı dediğiniz zaman, Adana'yı da bu illere katarsak, bu dört il önplana çıkıyordu. Bu yörede, eskiden, besi yerleri karınca gibi kaynardı; o besi yerlerine baktık, hep harabeye dönmüş, bütün ahırları yıkılmaya terk edilmiş; baykuşlardan başka kimseyi göremezsiniz. Onun için, bu ülke, buna layık değil.

Değerli arkadaşlar, 57 nci hükümet tarafından bu meseleye ayrılan paya bakıyoruz, hakikaten, daha da içler acıtıcı bir olaydır. Aynı durum, Türkiye'de, büyükbaş hayvan ürünlerinde de yaşanmaktadır. Bugün, Adapazarı'nda ahırlara gidin bakın, hepsi yıkılmış. İzmir'de, hatta, Kayseri'de, Eskişehir'de -eskiden mesleğim olduğu için bilirim bunları- şu anda bitme safhasındadır. Onun için, Türkiye'nin kurtuluşu... Bakın, cumhuriyetin kuruluşundan sonra gayri safî millî hâsılaya katkısı yüzde 50'dir. O gün de tarım ve hayvancılıkla uğraş verenlerin oranı yüzde 45'tir, bugün de yine yüzde 45'tir; nüfus artmasına rağmen; buna rağmen, bugün, gayri safî millî hâsılaya katkısı yüzde 13'lere düşmüş. Hakikaten, dünyanın ender ülkelerinden birinde yaşıyoruz, dört mevsimi bir arada yaşıyoruz; suyu olsun, havası olsun, yani, her yönüyle...

Bakın, benim kendi ilim Van, üretim bölgesidir, şu anda, yaylalar hep boş, meralar hep boş. İnsanımızın yüzde 80'inin gelir kaynağı tarım ve hayvancılıktır; bunu bitirdiniz. Bir tek ümit kaynağı kalmıştı, sınır ticareti; onu da kestiniz.

Bakın, sınır ticareti, hakikaten, hayvancılık için çok önem arz eden bir unsurdur, benim kendi bölgem için, o bölgedeki üretici için çok önem arz eden bir unsurdur; ama, bunu da yok ettiniz. Hiç olmazsa, çiftçi, buradan biraz ucuz mazot alıyordu, onu da elinden aldınız. Ne olacak şimdi?! Devlet katkısı yok. Hükümetler, yanlış politikalarla bu insanları bitiriyor. Yazık günahtır, günah!

Hakikaten, nereye gidecekler?.. İstihdam açısından da -bakın, bugün nüfusumuzun yüzde 45'i bu işle iştigal ediyor; yani, işsizlik de had safhadadır- buna önem vermemiz lazım. Yani, bunu, yanlış politikalarla daha nereye kadar götüreceğiz?

IMF, Dünya Bankası... Bakın, Somali bunların pençesine girdi, ne oldu?! Bizim, tarım sektörünü, IMF'nin, Dünya Bankasının pençesinden kurtarmamız lazım. Dünya Bankası ile IMF'nin pençesinden kurtulmadığı müddetçe, mümkün değil iyileşmez. Niyet mektubuna kalemleri koyarlar; bunu yapamazsın, bunu ekemezsin, bunu edemezsin... Ee, ne yapacak o zaman?!

Değerli arkadaşlar, bu yanlışlardan vazgeçmemiz lazım. Bu yanlış politikalarla Türkiye'yi daha da çıkmaza sokarız. Türkiye'nin tek ümidi, bugün Türkiye'yi kurtaracak olan da, tarım ve hayvancılıktır.

Tarım ve hayvancılıkta elimizde bu kadar imkân varken, eğer bunu da gözardı ediyorsak, bunu da ihmal ediyorsak, o zaman, hatayı başka yerde aramanın hiçbir anlamı yoktur.

Değerli arkadaşlar, benim sürem dolmak üzeredir. Ben, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesinin, tüm Türk çiftçisine, köylüsüne, ülkemize hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, 2002 yılının bolluk ve bereket yılı olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum. Tekrar, şimdiden, kandilinizi ve bayramınızı tebrik ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinize saygılarımı sunarım.

Değerli milletvekilleri, çağdaş ülkeler ile Türkiye arasındaki en önemli farklılıklardan biri de, sağlık ve eğitim sistemindeki yetersizliklerdir. Sayın bakanlarımız, istedikleri kadar, devlet hastanelerine ve SSK hastanelerine kalite belgesi alıyorum desinler, ekonomik kriz pençesinde boğulmak üzere olan vatandaşlarımız, yolları hastaneye düştüğünde, bürokratik işlemler, bitmek bilmeyen kuyruklar ve yüksek fiyatla satılan ilaçlar nedeniyle canından bezmiş durumdalar.

2002 yılı bütçesinin 2001 yılı bütçesine göre yüzde 103,4 arttığı bir dönemde, Sağlık Bakanlığının bütçesinin yüzde 83,8 artması sosyal devlet anlayışıyla pek bağdaşmamaktadır. Genel bütçeden sağlık sektörüne ayrılan pay 2001 yılında yüzde 2,7 iken, bu oran 2002 yılı için yüzde 2,4 olarak öngörülmüştür. Bütçeden ödenen faiz ödemeleri dikkate alındığında, 2002 yılında sağlık sektörüne ayrılan pay azalmıştır. Her sektörde olduğu gibi, faiz ödemeleri, sağlık sektörüne ayrılan payları da azaltmıştır. Sağlık Bakanlığı, kendisi için tahsis edilen bütçenin yüzde 78'ini personel ödemeleri için harcarken, yüzde 8,7'sini ise yatırıma ayırmaktadır. Bu bütçe yapısıyla, sağlık sektörünün sorunlarını çözmek mümkün değildir.

Sağlık sektöründe Türkiye'nin dünyadaki yerine baktığımızda, durum hiç de iç açıcı değildir. Türkiye, kendi gelir grubundaki ülkeler arasında, Sağlık Bakanlığına en düşük kaynak ayıran ülkelerden birisidir. Genel bütçelerinde sağlık için ayırdıkları pay yüzde 3 veya daha düşük olan ülkelerin hemen tamamında kişi başına yıllık gelir Türkiye'nin çok altındadır. Ulusal gelirleri Türkiye'den çok daha düşük olduğu halde, sağlık için daha fazla kaynağı ayırabilen çok sayıda ülke bulunmaktadır. Örneğin, Angola'da gelir 410 dolar iken, sağlık için yüzde 6; Arnavutluk'ta gelir 670 dolar iken, sağlık için yüzde 6 pay ayrılmaktadır. OECD ülkelerinde toplam sağlık harcamalarının gayri safî millî hâsıla içindeki oranı ortalama yüzde 7,2'dir. Aynı oran Türkiye'de yüzde 3,7'dir.

Görüldüğü gibi, Avrupa'da sağlık harcamalarının oranının en düşük olduğu ülke Türkiye'dir. Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde, toplam sağlık harcamaları, Türkiye'nin toplam gayri safî millî hâsılasından daha fazladır. OECD ülkeleri içinde kişi başına yapılan sağlık harcaması bakımından en kötü durumda olan Türkiye'de yılda kişi başına yapılan sağlık harcaması toplam 108 dolarken, OECD ülkelerinde ortalama 1 828 dolardır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, yüzde 3'lük bütçe payı, 108 dolarlık kişi başı yıllık sağlık harcaması ve Sağlık Bakanlığı kaynaklarını kullanarak vakıf kurmakla, sağlık sektöründe yaşanan sorunları çözmek mümkün değildir.

Bu nedenle, bütçe payının artırılması ve bütçe kaynaklarının çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişi başına millî geliri 3 000 doların da altına düşen halkımız, en temel hakkı olan sağlık sisteminden yararlanma hakkını da kaybetmektedir. Ekonomik krizi çözmeyen hükümet, sürekli kan kaybeden sağlık sisteminin felç oluşuna da seyirci kalmaktadır.

Sağlık hizmeti ihmal edilebilir veya belli bir süre geciktirilebilir bir hizmet değildir. Sağlık hizmeti, herkesin her zaman ihtiyaç duyabileceği bir hizmettir. Sağlık sistemimizin sunduğu hizmetten, hem hizmeti sunanlar hem de hizmetten yararlananlar memnun değildir. Sağlık hizmetlerindeki yetersizliği, sağlık hizmetine ilişkin göstergelerden görmek mümkündür.

Türkiye'de bebek ölüm hızı binde 34 gibi çok yüksek düzeydedir. Ortalama insan ömrü 70 yılın altındadır. 797 kişiye 1 hekim, 4 514 kişiye 1 diş hekimi, 861 kişiye 1 hemşire, 11 461 kişiye 1 sağlık ocağı ve 379 kişiye 1 hasta yatağı düşmektedir. Hasta yataklarının yüzde 38'i nüfusun yüzde 25'inin yaşadığı 3 büyük kentte toplanmaktadır. Ülke genelinde yatak kullanım oranı yüzde 60 iken, ilçe hastanelerinde yatak kullanım oranı ise, yüzde 25'tir.

Türkiye'de sağlık harcamalarında maliyet etkinliği en yüksek hizmet olan koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan pay düşük ve binde 9 oranındadır. Bir başka deyişle, Türkiye'de sağlığın korunmasına verilen önem en fazla yüzde 1'dir, kalan yüzde 99'luk kısım, tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelmektedir.

Türkiye'de bulaşıcı ve aşıyla korunabilir hastalıkların sıklığı, nüfus artış hızının yüksekliği dikkate alınırsa, bu oran oldukça kötüdür. Koruyucu sağlık hizmetlerinin, toplam sağlık harcamaları içindeki payı 1992'de yüzde 2,2 iken, 1996 sonunda binde 99 gerilemiş, dolar değerinde ele alındığında durum son derece olumsuzdur.

Koruyucu sağlık harcamalarıyla ilgili diğer dramatik nokta, koruyucu sağlık hizmeti veren tek kuruluşun Sağlık Bakanlığı olmasıdır. Özel sağlık sektörünün, sağlığın korunmasına yönelik hemen hiçbir uygulamasının bulunmadığı söylenebilir.

Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle halkın gelir seviyesinin düşmesi, işsizlik oranlarının artması, sağlık sektöründeki Sağlık Bakanlığını da önemli hale getirmiştir; çünkü, insanlarımızın, özel sağlık kuruluşlarına gidecek ve tedavi olacak güçleri kalmamıştır. 2001 yılında yeşil kartlı hastalar için ayrılan 105 trilyonluk kaynağa rağmen, yıl sonu itibariyle 250 trilyonluk harcama yapılacağının anlaşılması, bunun en önemli göstergesidir.

Son bir yıl içinde 1 000 000'dan fazla kişinin işsiz kaldığı, insanların geleceğinden endişe ettiği, işi olanların dahi yarın işsiz kalabilirim korkusu yaşadığı ve nüfusun üçte 1'inin açlık sınırında yaşadığı ülkemizde, insanlarımızın ruhsal sağlıkları bozulmuştur. İntihar olaylarının, kapkaç terörünün ve boşanma oranlarının artması, bunun en açık göstergeleridir.

Yaşanan krizden, krizin sorumlusu olan partilerin vurdumduymaz davranışlarından ve alay edercesine yapılan zamlardan, buna karşılık artmayan ücretlerden bunalan insanlarımızın içine düştüğü stres, üzüntü ve gıdasızlık gibi nedenler, verem ve grip gibi bulaşıcı hastalıkların ortaya hızla yayılmasına neden olacaktır.

Türkiye'de sağlık sektöründe planlama sorunu vardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde sağlık sektörü bizdeki gibi çokbaşlı değildir. 2000 yılı verilerine göre, toplam 1 220 hastanenin sadece 742'si Sağlık Bakanlığına aittir. Bunun 116'sı SSK Genel Müdürlüğüne, 10'u çeşitli KİT'lere, 43'ü tıp fakültelerine ve 230'u özel sektöre aittir. Bu, çokbaşlılıktan kurtarılmalıdır.

Sağlık personeli, araç ve gereç sayısındaki yetersizlik, büyük illere hasta akını olmasına neden olmaktadır.

Türkiye'de halk sağlığı göstergeleri, yani, halkın sağlık düzeyi, gelirinden beklenmedik derecede kötüdür ve sağlık göstergeleri arasında ciddî eşitsizlikler vardır. Sağlık personelinin geçim sıkıntısı gittikçe artmaktadır. Diğer kamu personeli gibi maaşları enflasyon karşısında ezilen sağlık personeli de geçim sıkıntısı içerisindedir.

Hastanelerde görev yapan hemşireler belirli branşa sahip olmadıklarından dolayı sık sık servisleri değiştirilmektedir. Bu durum, çalışma verimini düşürmektedir.

Gelişmiş ülkelerde tüm sağlık hizmetleri için harcanan paranın yüzde 15'i ilaç tüketimini oluştururken, ülkemizde bu pay, sosyal güvenlik kuruluşlarının harcamaları içerisinde yüzde 50'yi aşmış durumdadır. Her üç reçetenin birinde antibiyotikler yer almakta. Reçete başına üç beş kalem ilaç yazılmaktadır.

Bugünlerde gazetelerde çıkan haberlere göre, ilaç firmaları, kendi ilaçlarının yazılması karşılığında doktorlara gayri ahlakî promosyonlar dahi sunabilmektedirler. Bunun karşılığında lüzumsuz ilaçlar yazılmakta, reçeteler kabartılmakta ve ilaç israfı had safhaya varmaktadır.

İlaç firmalarının talebi üzerine, doktorlar hastalarını kobay gibi kullanabilmektedirler. Bu tür uygulamalara, mutlaka, dur demek lazımdır.

MEHMET TELEK (Afyon) - Hiçbir hekim hastasını kobay olarak kullanmaz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Son günlerde gazetelerde çıkan haberlere göre, bazı doktorların Antalya'da bir yerlere götürüldüğünü hatırlatırım size.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım.

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Onu gazetelere veren adamlara sor.

BAŞKAN - Lütfen efendim, karşılıklı konuşmayalım.

Genel Kurula hitap edin efendim; cevap vermeyin...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sağlık sektöründe kamuya ait kaynaklar ve işgücü, bazı kişilerin özel hizmetleri ve kazançları için kullanılmaktadır.

Ülkemizde, beş yıldan beri verilen mezunlara rağmen, Sağlık Bakanlığının 112 Hızır Acil Servis ambulanslarında özel eğitimi olmayan doktor, hemşire ve sağlık memurları çalışmaktadır.

Özel sektörün sağlık yatırımları teşvik edilmelidir. Özel hastaneler teşvik edilirken, aynı zamanda bakanlık tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır.

Dünyanın hiçbir yerinde özel sağlık kuruluşlarının bu kadar yüksek KDV ödediği görülmemiştir. Eğer, sağlık hizmetlerine devlet olarak gerekli ödeneği ayıramıyorsak, özel sağlık sistemlerini özendirici hale getirmek zorundayız. Bu nedenle, sağlık hizmetlerinden alınan KDV'nin mutlaka aşağıya çekilmesi gerekmektedir.

Hastanelerin idarî ve malî sorunlarının çözümü için hastane işletmeleri özerk bir yapıya kavuşturulmalı ve çağdaş işletmecilik ilkelerine göre yönetilmelidir.

Özveriyle çalışan sağlık personelinin kaliteli ve yeterli sağlık hizmeti verebilmesi için sorunlarının giderilmesi gerekmektedir. Sağlık personelinin ekgöstergeleri ve tazminat oranları artırılmak suretiyle, maaş yetersizliği sorunu acilen giderilmelidir. Personelin çalışma koşulları iyileştirilmelidir. Bu amaçla, hekimlerin ve diğer sağlık personelinin ücretli izinleri artırılmalı, yurtiçi ve yurtdışı bilimsel toplantılara katılmaları sağlanmalı, yataklı tüm tedavi kurumlarında nöbet ücreti ödenmesi gibi önlemler alınmalıdır.

Bugün, ülkemizde 21 ve 22 000 000 arasında, hiçbir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmayan insanımız bulunmaktadır. Bunlar, sağlık alanında gerek sağlık sigortası veya bir başka biçimde sağlık sigortası çatısı altında toplanmalı, sağlık primi veremeyecek durumda olan vatandaşlarımızın primleri devlet tarafından karşılanarak sosyal bir güvenceye kavuşturulmalıdır.

Sağlık alanında hizmet verecek personelin, meslek liselerinin ötesinde üniversitelerden ve yüksekokullardan mezun olan daha iyi eğitim almış insanlardan oluşması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı, özellikle, sağlık alanında verilecek eğitimin ve standartların oluşması yönünde etkin görev yapan kurum haline getirilmelidir.

Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, hızlı kentleşmeyle birlikte artan kentli nüfusun birinci basamak sağlık hizmeti talebini karşılayacak etkin bir model olan aile hekimliğine ve koruyucu hekimliğine daha çok önem verilmelidir.

Sağlık personelimizin yetersiz olduğu illerdeki sağlık hizmet birimlerinde personel istihdamı için özendirici tedbirler alınmalıdır.

Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verilmeli ve bu hizmetin temel sağlık hizmetleriyle birlikte yaygın, sürekli ve etkili sunulması gerekmektedir.

BAŞKAN - Sayın Öksüz, son 30 saniyeniz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.

Genel bütçe olanaklarının elvermemesi, sağlık konusunda yapılması gereken atılımları engellemektedir. Türkiye'nin bu modeli değiştirmesi ve bu modeli yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.

Kişiyi sağlık sigortası kapsamında tutup, hizmeti kişiye vererek sağlık işletmelerini birbiriyle rekabet eder hale getirmek gerekmektedir.

Sağlık mesleği, mesaisi olmayan bir meslektir. Bu nedenle, yirmidört saat sağlık hizmeti verilen bu mesleğin çalışanları bir çerçevede değerlendirilmeli ve sağlık çalışanlarının ücretlerinde iyileştirmeler yapılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlarsanız...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Meslek kutsaldır. Hiçbir meslek, başka bir mesleğin yardımcısı değildir. Meslekler birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisidir. Ancak, Sağlık Bakanlığında hekimdışı sağlık personeline "yardımcı sağlık personeli" denilmesi, sağlık memuru, ebe, hemşire gibi sağlık personelini rencide etmektedir. Bu nedenle, Sağlık Bakanı bu uygulamayı bir an önce kaldırmalıdır.

Yüksekokulu bitirmiş olan hekimdışı sağlık personelinin ekgöstergeleri lise seviyesindedir. Bu durum düzeltilmelidir. Sağlık personelinin gezi, görevlendirme ve nöbet gibi fazla çalışma ücretleri zamanında ödenmemektedir. Bu tür ücretler zamanında ödenmelidir.

Çalışma kalitesinin artırılması için hemşireler mutlaka branş eğitiminden geçirilmelidir.

Sağlık bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (AK Parti, SP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Teşekkür ederim efendim.

Efendim, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Bakanlığının 2002 yılı bütçesi dolayısıyla Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarım, özellikle son üç yıldır, herhalde, ülkemizin en çok konuşulan konularının başında gelmektedir. Zira, bu dönemde, 57 nci hükümetin uyguladığı politikaların, aldığı kararların, yürürlüğe koyduğu programların başlıca mağduru tarım kesimi olmuştur. Maalesef, bu dönemde, ekonomiyi düzeltme, vaziyeti kurtarma adına bu hayatî sektör feda edilmiştir. Üstelik, 2001 yılı içerisinde meydana gelen ekonomik krizlerin en ağır faturası da bu kesime çıkarılmıştır.

Niçin böyle olmuştur da bu sektör bu kadar büyük bir çaresizliğe mahkûm edilmiştir; çünkü, bu hükümetin, IMF'nin ve Sayın Derviş'in anlayışına göre, Türkiye'deki ekonomik çöküşün sorumlusu tarım sektörüdür. Tarım sektörüne, yıllardan beri, politik gayelerle ve münhasıran oy kaygısıyla, haksız, gereksiz ve fazla kaynak aktarılmıştır. Yaşadığımız ekonomik krizin de temel sebebi tarım sektörüdür. Bunun için, derhal, tarımdaki her türlü destekleme ve devlet korumacılığı kaldırılmalı, kaynak aktarımı kesilmelidir...

Evet, bu yanlış, haksız, tutarsız mantık ve anlayış hükümetin programına da bütçesine de IMF'ye verdiği niyet mektuplarına da aynen yansıtılmış ve 2003 yılı başına kadar bütün desteklemelerin kaldırılacağı taahhüt edilmiştir ve bunlar açıkça yer almıştır.

Bugün, 57 nci hükümetin bu programı, maalesef, aynen ve tavizsiz olarak uygulanmaktadır. Türk tarımının, geriye dönüşü olmayan bu yola sokulması, 25 000 000 çalışanıyla bir sektörün tasfiye edilmesi, elbette ki cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir zulümdür ve geleceğimizi ipotek altına alacak yanlış bir uygulamadır.

Değerli milletvekilleri, bu program gereğince tarımdaki bütün desteklemeler kaldırılmıştır. Çıkarılan yasalarla, haklı rekabet şartlarında, dünyadaki diğer ülkelerle rekabet edebilecek nitelikteki milyonlarca uzmanlaşmış üretici kitlesi tarımsal üretimin dışına itilmiştir.

Tütün Kanunuyla, tütündeki devlet tekeli, daha doğrusu, devlet şemsiyesi kaldırılmış ve bu küçük çiftçi, Philip Morris'lerin, uluslararası sigara tekellerinin insafına terk edilmiştir; aynı şekilde, Şeker Kanunuyla, Türk şeker piyasası, dünya şekerine ve tatlandırıcısına açık pazar haline getirilmiştir. Bir de denilmektedir ki: "Bu ürünleri tasfiye ediyoruz; ama, bunun yerine alternatif ürünler geliştireceğiz." Bu arayış, mantıkla, izanla ve rasyonel bir düşünce tarzıyla asla bağdaşabilen bir anlayış değildir; çünkü, bu sektörleri, sadece bu üretimden ibaret görmemek lazım. Şeker sektörü dediğiniz zaman, 10 000 000 kişiyi ilgilendiren, diğer tarım sektörlerini, başta hayvancılık olmak üzere birinci derecede, ilgilendiren, alkol sanayiinden maya sanayiine kadar çok çeşitli yönleriyle büyük bir üretim kaynağı bu yolla kurutulmuş olmaktadır.

Bu kadar uzmanlaşmış çiftçiyi bünyesinde bulunduran ve dünyayla gerçekten eşit şartlarda rekabet şansına sahip olan bir sektörün tasfiyesi ve yeni ürün, alternatif ürün arayışlarına girişilmiş olması, gerçekten, cumhuriyet hükümetinin, 57 nci hükümetin, Türk Milletine, Türk tarımına yaptığı en büyük kötülük olmuştur. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ürün planlamasının, sağlıklı bir ürün deseninin çıkarılmasını elbette ki destekliyoruz. Bu konuda, Sayın Tarım Bakanının, elimde, daha önce, tarımsal reform ve tarımda yeniden yapılanma programı diye bir programı var. Aralık 1999 tarihinde bütün parti gruplarını dolaşarak bizlere bu programı anlattı ve böyle bir kanunu çıkaracağını, desteğimizi istedi ve biz, bu desteği severek vereceğimizi ifade ettik; çünkü, Türk tarımında ileri bir adım olacaktır. Bu programı, bırakın yürürlüğe koymayı, adı bile artık anılamaz hale gelmiştir. Bu da, Türkiye'deki tarımı ve tarımın meselelerini, tarımı bilenlerin ve Tarım Bakanlığının değil, hazineden sorumlu bakanların, dışarıdan atanmış insanların sevk ve idare ettiğinin çok önemli bir göstergesidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, müsaade ederseniz, bugün,  size,  bir örnek de ekmekten, buğdaydan vereyim: Hepinizin çok iyi bildiği gibi, Türk Halkının yediği sade, katkısız ekmeğin maliyetinin yüzde 70-75'i un, su, tuz, mayadan ibarettir. Bunun içerisinde, sadece unun, dolayısıyla buğdayın katkısı yüzde 40-50'dir; yani, maliyetinin neredeyse yarıya yakını buğdaydan ve undan gelmektedir; geriye kalan yüzde 20-25'i ise işçilik, kira, enerji, vesaire diğer giderlerdir. Şimdi, 2001 yılında 57 nci hükümetin açıkladığı buğday fiyatı bir önceki yıla göre yüzde 25 artış öngörmektedir ve bunda, hepiniz de çok iyi biliyorsunuz ki, hedeflenen enflasyon esas alınmıştır; asla, girdiler, diğer maliyet unsurları dikkate alınmamıştır ve Türkiye'de, şu anda, gerçekleşen enflasyon da hedeflenen enflasyonun çok çok üzerindedir. Burada, üretici kesiminin birinci derecede mağdur olduğu, hakkının gasb edildiği gayet açıktır. Şimdi, beklenen odur ki; hadi üretici kesim mağdur oldu, hiç değilse, hammadde olarak bu mağdur olan kesimin ucuza kapatılmış olan ürününü kullanan diğer sektörlerde -yani, ekmekçilik ve unculukta; özellikle ekmek üretiminde- halk, biraz fazlaca rahat bir nefes alsın. Hayır, böyle olmamıştır; tamamen tersi olmuştur; buğdaya yüzde 25 fiyat artışının öngörüldüğü bu ülkede, son iki ay içerisinde, un fiyatları yüzde 100 olarak artmıştır; torbası 13 000 000 lira olan 50 kilogramlık un, 27 000 000 liraya çıkmıştır. Bu, sadece un sanayiindeki bir spekülatif hareket değildir -bunu dikkatlerinize sunuyorum- ve ekmekteki bir yıl içindeki fiyat artışı da yüzde 150'nin üzerindedir. Bu, bir taraftan üreticinin hakkı gasb edilirken, diğer taraftan, gece yarılarında ekmek kuyruğuna giren ve "ikinci el ekmek fiyatı" diye bir kavramın geliştiği, bayat ekmek kuyruğuna insanların girdiği bir ülkede halka yapılan zulümden başka bir şey değildir. Bunun bir tek açıklaması; 57 nci hükümetin bu konuları bilmemesidir, sahip çıkamamasıdır ve bu konuda gerçek bir otoritenin olamayışıdır. (DYP sıralarından alkışlar)

Çünkü, bu, sadece, piyasada kalitesiz buğdayın fazlaca bulunmasından veya kaliteli buğdayın yeterlice bulunmamasından kaynaklanan bir olay değildir. Bu, Toprak Mahsulleri Ofisinin piyasayı düzenleme regülasyon yapma görevini iyi yapamamasıdır. Ayrıca, maalesef, Tarım Bakanlığının en rutin hizmetlerinden biri, hastalıklarla mücadeledir. 2001 yılı, süne, kımıl zararı bakımından tarihe geçecek kadar büyük zararların meydana geldiği bir yıl olmuştur ve devletin, hükümetin süneyle, kımılla mücadelesi kanunî bir zorunluluk olmasına rağmen, maalesef, bu mücadele yapılamamıştır ve ürettiğimiz buğday, sadece yemlik değeri olan, ekmeklik vasfını tamamen kaybetmiş bir buğday olmuş ve çiftçi perişan edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bir başka gerçeği dikkatlerinize sunmak istiyorum. Türkiye üzerinde oynanan bir diğer oyun şudur. Bakın, gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerin, İkinci Dünya Savaşı sonrası temel politikaları, Türkiye gibi az veya orta gelişmiş ülkeleri, sadece hammadde üreten, tarım ürünleri üreten ülkeler olarak görmektir ve Türkiye ve Türkiye gibi ülkelere verilen görev budur; yani, siz, sadece, tarımsal hammadde üretin, tarımsal ürünleri üretin.

Ama, artık, bugün, bu ülkelerin bu kararları ve bu politikaları da değişmiştir. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kardeş kuruluşların, örgütlerin patronu konumundaki dünya ekonomisinin gidişatını, güçleri büyüklüğünde belirleyen, kurallar koyan ve diğer ülkeleri istedikleri gibi idare etmeye çalışan devletlerin politikaları değişmiştir. Artık, bunlar "bizim üretim fazlamız var, birikmiş stoklarımız var, kendi üreticimizi korumak ve kollamak zorundayız, yeni pazarlara ihtiyacımız var, daha önce size verdiğimiz görevden vazgeçiyoruz; bununla da yetinmiyoruz, tarımınızı tasfiye edin ve bizim fazla ürünlerimize pazar olun"diyorlar.

Bu ülkeler, diğer ülkelere, bir taraftan tarımınızı serbestleştirin, her türlü devlet müdahalesinden arındırın dayatmasında bulunurken, kendi tarımlarında en ufak bir tavize, kendi çıkarıyla bağdaşmayan en ufak bir tavize yanaşmamaktadırlar. 1998 yılında, tarımsal destekleme oranlarıyla ilgili çok çeşitli rakamları bu yüce kürsüde dikkatlerinize arz etmiştim; bir çarpıcı örnek, sadece 1998 yılında, Japonya'nın üretici başına verdiği destek 15 000 dolar, Avrupa Birliğinin 22 ürün grubu için verdiği destek kişi başına 8 000 dolardır.

Ayrıca, Avrupa Birliği ülkeleri etten süte, buğdaydan muza, ipek böceğine kadar 23 ürün grubunun hedef fiyatın altında satılmasını; yani, kendi üreticisinin mağduriyetine sebep olmamak için, gümrük ve ithalat vergileri yoluyla, kendi fazla ürünlerini satın alma yoluyla korumaya devam etmektedirler.

Bize geldiği zaman ise, bunun tam tersi uygulanmaktadır ve bu hükümet politikası, Türk çiftçisini tasfiye noktasında, AB ve Amerikan çiftçisini destekleme konusunda maalesef, başarılı olmuştur; çünkü, bundan sonra Türkiye, ithalata bağımlı hale gelecektir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yeni dünya düzeninin güçlü ülkeleri, kendi tarımlarını, artan oranlarda doğrudan ve dolaylı desteklerle korumaya devam ederken, Türkiye'de, IMF ve onun her dediğini kabul eden 57 nci hükümet, bu noktada tarımı tasfiyeyi devam ettirmektedir. Çok daha üzücü olanı, dikkatlerinize bilerek arz ediyorum ve bir meslek adamı olarak da beni çok üzen bir hadise- birtakım tuzu kuru kesimlerin, mutlu azınlık çevrelerinin desteğiyle, bugün, artık, tarım aleyhtarlığı, bir köylü düşmanlığına dönüşmek üzeredir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin, kendi tarımını ihmal etme, desteksiz bırakma lüksü asla olamaz. Bugün, kötü uygulamaların, tarımdaki tasfiye anlayışının elbette savunulabilecek tarafı yoktur; bunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz; ama, bir hususu da gene dikkatlerinize arz etmek istiyorum: Bugün, eğer Türk tarımının durumunu konuşuyorsak, dünden bugüne kadar uygulanan birtakım yanlış politikaları konuşabiliriz; yani, tarımın problemlerini konuşmak ayrı, şu anda halen bu sektörde çalışan insanların problemlerini konuşmak ayrı. Eğer, Türk tarımının yapısal problemlerini konuşuyorsak, üretim yetersizliklerini konuşuyorsak, tarımdaki yapısal sorunların fazlalığını konuşuyorsak -mesela, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı gibi, çok sayıda işletme varlığı gibi, çok başlılık, dağınıklık gibi birçok yapısal sorun sayılabilir- bunu, dünden bugüne kadar uygulanan politikaların yanlışlığı veya dünün birtakım hatalarının bugüne yansıması olarak değerlendirmek mümkündür; ama, bugün, eğer, üreticinin durumunu konuşuyorsak, bu, bugünün sorunudur ve bunun sorumlusu da, 57 nci hükümettir; çünkü, bugün, bu kürsüden konuştuğumuz mesele, Türk tarımının sorunları değil, çiftçinin, alınteriyle helal olarak ürettiği ürününü satamaması sorunudur, pazar bulamaması sorunudur, dünya standartlarında ürettiği ürününe gerekli fiyatı bulamaması sorunudur.

Hayvancılık bitmiştir; besici, süt üreticisi, üç yıldan beri, kendi ürettiği ürününü, sabit fiyatlarla satmak zorunda kalmıştır ve bugün, bu ülkede, üreticinin korunması, kollanması adına tek bir adım atılmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, çok şey söylemeyi planlamıştım; ama, vakit ilerliyor. Bir hususu da, özellikle...

BAŞKAN - Son 1 dakikanız efendim.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Doğrudan destekle ilgili olarak bir hususu da dikkatlerinize arz etmek istiyorum. Bu mesele, tam bir karmaşadır. Hükümet, IMF ve Dünya Bankasının baskısıyla, dayatmasıyla bu doğrudan desteği gündeme getirdiği zaman görüşlerimizi de söyledik. Hiçbir ülkede, hiçbir gelişmiş ülkede bütün tarımsal destekler kaldırılıp, yerine tek başına doğrudan destek ikame edilemez. Bu oran, OECD ülkelerinde yüzde 17, Amerika Birleşik Devletlerinde sadece yüzde 10'dur. Hele, bu uygulamanın, Türkiye gibi, tarımda nüfusu çok fazla, tarım sayımının yapılmamış olduğu, kadastronun geçmemiş olduğu bir ülkede uygulanması çok zordur. Bugün, bu uygulamanın, çok büyük haksızlıklara, çok büyük adaletsizliklere neden olacağını düşünüyorum ve özellikle, seçim bölgemden bir hususu daha dikkatlerinize arz etmek istiyorum: Bu doğrudan destek çıktığı zaman, son tarih olarak belirlenen, yani, son müracaat tarihe kadar müracaat etmeleri istenen üreticiler, şundan dert yanarak, muhtarlar, imzayla göndermişlerdir. Diyorlar ki: "Son güne kadar, bizde, ancak 2 köyde tespit yapılabildi ve müracaat edebildik. 43 köyde, bir ilçenin 43 köyünde bu destekler yapılamadı."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ertugay, süreniz bitti.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika istirham ediyorum.

BAŞKAN -  Lütfen toparlayın, daha evvel ikaz ettim.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Diğer konuşmacılara gösterdiğiniz toleransı göstereceğinizi umuyorum.

Şimdi, buradan, Sayın Tarım Bakanının da, bu konuştuklarımızı, zaman zaman, bizim gibi konuştuğu durumları görüyoruz ve aynen bizim gibi bir üslupla, içinde bulunduğu hükümeti eleştiriyor. Özellikle, üreticilerimizi çok ciddî manada mustarip eden Tarım Kredi borçlarının, Ziraat Bankası borçlarının ertelenmesi, takside bağlanması konusunda, aynen bir muhalefet sözcüsü gibi konuşuyor. Ben, Sayın Bakana bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Herhalde, içinde bulunduğu hükümeti tenkit etme hakkı yoktur, yetkisi yoktur. Ya yapacak, yaptıracak veya en azından, bu politikaları savunarak susacak ve faturasına katlanacaktır. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çünkü bir başka hükümet değil, Sayın Bakanın kendi içinde bulunduğu hükümet Türkiye'yi idare etmektedir ve bugünkü sorunların yegâne sorumlusu da 57 nci hükümettir.

Bütçenin hayırlı olmasını diliyor, sabrınız için teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Biraz da yapılanlardan bahset... Niye köylülerden bahsediyorsun hep?..

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Sayın milletvekilleri, dinler misiniz efendim, ben konuşuyorum.

Sayın milletvekilleri, Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz, demin, konuşurken, doktorlarla ilgili bir sürçülisan oldu. Sayın Öksüz'ün bir açıklaması var; okuyorum, zabıtlara geçirilmesini istiyorum efendim:"İlaç firmalarının talebi üzerine, doktorlar, hastalarını kobay gibi kullanabilmektedir' cümlesi maksadını aşmıştır, onun için, 'doktorlar' kelimesinin önüne 'bazı' kelimesi eklenerek tutanaklara geçirilmesini arz ederim" diyor Sayın Özkan Öksüz.

Ben de Genel Kurula arz ediyorum, mesele bitti.

MEHMET TELEK (Afyon) - Sayın Başkan, "bazı doktorlar" da olmaz.

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır. Teşekkür ediyorum efendim.

MEHMET TELEK (Afyon) - Ben, söz istiyorum.

BAŞKAN - Doğru Yol Partisinin ikinci sözcüsü Mardin Milletvekili Sayın Metin Musaoğlu. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bir meslek grubu üzerinde büyük bir terbiyesizlik yapılıyor. "bazı doktorlar" olmaz efendim.

BAŞKAN - Efendim, açıklama gönderdi, ben okumakla mükellefim Sayın Karahan.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Olur mu öyle şey canım!

BAŞKAN - Konuşmanın sahibi açıklama göndermiş, ben de bunu okumakla mükellefim.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok burada.

BAŞKAN - Allah, Allah...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Allah, Allah! Hakkı yok canım!..

BAŞKAN - Efendim, hakkı var demedim ki.

MEHMET TELEK (Afyon) - Sayın Başkan, kullanılan ilaçların hepsi, promosyonlara dahil olan ilaçların hepsi Amerikan Food Drug Admistration'dan ya da Türkiye Sağlık Bakanlığından onay almış ilaçlardır. Promosyonlara bağlı olarak belki ilacın adını değiştirebilir, o promosyonların tesiri altında kullandığı jenerik isimler farklı olabilir; ama, hiçbir hekim "bazı hekimler" değil, hiçbir hekim, hastasını kobay olarak kullanmaz Türkiye'de. Türk hekimi olarak ben buna itiraz ediyorum ve lütfen sayın vekilim, bunu "bazı hekimler" olarak değil, bunların tutanaktan çıkarılması için... Biraz önce kendisi bana uzaktan da olsa "haklısınız" dedi, biz gözle anlaştık; ama, bu şekilde tutanaklarda kalması yanlıştır.

Sayın vekilimden rica ediyorum, lütfen, bu tutanakları bu şekilde değiştirelim. Hiçbir Türk hekimi, promosyonlara inanarak hastasını kobay olarak kullanmaz. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Öksüz, buyurun efendim.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Geri alsın efendim.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham ederim...

Sayın Öksüz, buyurun efendim, açtım mikrofonunuzu.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım...

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bu tartışmayı açan Tabipler Odası Başkanı istifa etti, özür diledi; o nedenle, arkadaşlarımızın tartışmasına gerek yok. Bu konuda bir cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Peki efendim, bir dakika.

Buyurun Sayın Öksüz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım, her mesleği istismar eden bazı insanlar vardır. Bu konuda, geçen gün, bir ilimizden, bir otobüs dolusu doktor, Antalya'ya gönderilerek, bir ilaç firması tarafından... Hatta, valinin izin vermemesine rağmen, birkısım doktorlar oraya gönderilmek istenmiş. Ben, bunu kastetmek istedim, tüm doktorları kastetmek istemedim ve dediğim gibi, her mesleği istismar eden insanlar vardır. Bunu kastetmek istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Sağlık Bakanı da bir açıklama yaptı...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Arkadaşlar, doktorlar...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Bu tartışmayı başlatan Tabipler Odası Başkanının özür dilediğini, istifa ettiğini söyledi Sayın Bakan.

Mesele anlaşılmıştır efendim.

Sayın Musaoğlu, sizi çağırıp da, böyle bir tartışmaya vesile olduğum için özür dilerim. Bir milletvekili kürsüde bekletilmez.

Buyurun efendim...

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, mesele...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan "kobay" kelimesinin çıkarılmasını arz ediyorum.

BAŞKAN - "Kobay" kelimesini, Sayın Öksüz çıkardı efendim. Teşekkür ediyorum.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim, çıktı işte...

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan, bir şey söylemek istiyorum...

BAŞKAN - Efendim, sayın milletvekilini bekletemem.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Lütfen... Düzeltilmesi için söylüyorum. Bahsedilen il Niğde'dir ve soruşturma, gitmeden önce başlamıştır ve bu soruşturmaya da muhatap olmuştur.

BAŞKAN - Tamam efendim, mesele anlaşılmıştır, teşekkür ederim.

Sayın Musaoğlu, tekrar özür diliyorum efendim. Kürsüde bir milletvekilini bekletmek yanlış. Lütfen, birbirimize saygılı olacağız.

Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA METİN MUSAOĞLU (Mardin) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, ramazan ayının ve akabinde gelecek olan mübarek bayramın, aziz halkımıza mutluluklar getirmesi dileğiyle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Görüşülmekte olan 2002 yılı bütçesinin, idealimizdeki büyük Türkiye'ye yakışan bir sağlık bütçesiyle beraber bir büyük bütçe olmasını arzu ederdik; fakat, önümüze getirilen bütçenin, IMF dayatmalarının mahsulü, yatırımlardan yoksun, faiz bütçesi olması nedeniyle, 2002 yılının da, iktidarınız döneminde, geçen diğer yıllarda olduğu gibi, kayıp bir yıl olacağı, malumun ilanından başka bir şey değildir.

Anayasanın 56 ncı maddesinde, Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir" denilmektedir.

57 nci hükümet programında ise, "sağlık hizmetlerinden yurttaşlarımızın yeterli düzeyde yararlanabilmesi sağlanacaktır" denilmektedir. Anayasanın ve hükümet programınızın gereklerini, iktidarınızda geçen ikibuçuk yılda yapamadığınız, artık, aşikâr hale gelmiştir.

Sağlık Bakanlığının bütçesini incelediğimizde, genel bütçe içindeki payının, sadece yüzde 2,4 olduğu ve maalesef, 2,3 katrilyon lira olduğu görülmektedir. Hükümetiniz döneminde yapmış olduğunuz genel bütçelerden Sağlık Bakanlığı bütçeleri, 2000'de yüzde 2,26, 2001'de yüzde 2,6 ve 2002'de ise azalarak, yüzde 2,4'e düşmüştür.

Peki, ya sizin döneminizde nasıldı diye merak ediyorsanız; DYP iktidar dönemi olan 1992'de yüzde 4,71, 1993'te yüzde 4,56, 1995'te ise yüzde 3,70'tir. Yani, döneminizde, neredeyse, yüzde 30-40'lar düzeyinde küçülen bir sağlık bütçesiyle karşı karşıyayız. Başka bir deyişle, harpten yeni çıkmış cumhuriyetimizin ilk yılları olan 1923 ve 1930 yılları bütçe seviyelerine, 2002 yılı bütçesini getirebilme marifetini gösterdiğiniz anlaşılmaktadır.

Avrupa Birliği hedefindeki Türkiye'nin sağlık bütçesi yüzde 2 civarındayken, Yunanistan'da yüzde 7, Avusturya'da yüzde 14, Almanya'da yüzde 17, İspanya'da yüzde 6, Portekiz'deyse yüzde 9'dur.

2,3 katrilyonluk bu bütçenin, yüzde 78'inin personel giderlerine, yüzde 9'unun yatırımlara ayrıldığını görmekteyiz. Toplam 203 trilyonluk yatırım Türkiye nüfusuna bölündüğünde kişi başına sadece 3 milyon lira düşmektedir. Bu, trajikomik rakam, ülkemizi ve vatandaşlarımızı düşündürmektedir. Bu rakamlarla yatırım programındaki işlerin tamamlanmasının ham hayal olduğunu aziz haklımızın takdirlerine arz ediyoruz.

Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarda görev yapan hekim sayısı 21 500'dür. Yüzde 85'lik enflasyona getirdiğiniz ülkemizde, 65 milyona hizmet götürecek hekimlerimize verdiğiniz  cüzi maaşlarla nasıl başarı sağlanabileceği, âdeta, merak konusudur.

Büyük Atatürk'ün "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözü, size bir direktif olması gerekirken, sosyal güvenlikten yoksun halkımıza, onları tedavi edecek hekimleri de ilave ederek, tümünü sosyal adaletten mahrum bıraktınız. Hekim sayısı itibariyle bölgelerarası dengesizlikler de görülmektedir. 2000 yılına göre, hekimlerimizin yüzde 40'ı nüfusumuzun yüzde 25,6'sının yaşadığı üç büyük ilde toplanmıştır. Hekimlerimizin yüzde 60'ı ise, nüfusumuzun yüzde 70'ine hizmet vermek durumundadır.

Örnek vermek gerekirse, 14 üncü bölge olarak tanımlanan, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Batman ve Şırnak İllerini içerisine alan bu bölgede, 2 000 civarında hekim mevcuttur ve bu, 4 milyon nüfusa bölündüğünde, hekim başına 2 230 kişi düşmektedir. Sosyal güvenceden yoksun ve yoksul halkımızın, mecburiyetten, muayene ve tedavi için büyük şehirlere akın etmesi ve bunların televizyonlarda görünmesi, bu trajedilerin yaşanması, vatandaşlarımızın âdeta nefretini mucip olmaktadır.

Sayın milletvekilleri, bir ülkenin gelişmişlik ölçütlerinden biri de, ortalama insan ömrüdür. Türkiye'de ortalama 69, Yunanistan'da 78, Bulgaristan'da 71, Polonya'da 73'tür.

Bebek ölümleri ise, Türkiye'de binde 37, Yunanistan'da binde 6, İsrail'de binde 6'dır.

Bir başka ölçüt de, hasta/yatak oranlarıdır. Devlet Planlama Teşkilatına göre, 2000 yılında, Türkiye'de, toplam yatak sayısı sadece 173 000'dir; yani, birkaç yüz kişiye ancak bir yatak düşebilmektedir.

Yine, Devlet Planlama Teşkilatına göre, 2000 yılında, 5 700 sağlık ocağından sadece 665'inde hekim mevcuttur. Ayrıca, 6 235 sağlıkevinin hemen hemen tamamında ebe yoktur.

Ülkemizin diğer bir sağlık problemi ise, yeşil kart konusudur. 2000 sonu itibariyle 11 milyon vatandaşımız yeşil kart sahibidir. 11 milyon insanımız için, 2002 yılı bütçenizden sadece 160 trilyon lira ayrılmıştır; kişi başına, ancak 14,5 milyon lira düşmektedir. Artan maliyetler nedeniyle aşırı pahalanan ilaç fiyatları karşısında, yeşil kart sahibi vatandaşlarımız, bir yıl içerisinde sadece 15 kutu Aspirin alabilecekler veyahut da 2 kutu Alfasilin-500 alabilecekler.

İktidarınızda, ülkenin içerisine düşürüldüğü bu sağlık vahametinin, ülkede kardeşlik bağlarını kopardığını ve bunu, artık, fark etmeniz gerektiğini ne zaman anlayacaksınız?

İlaç sektöründeki sorunlar devam edegelmektedir. Dövizdeki, yüzde 120'lere varan artışlar, dışa bağımlı bu sektörde, halkın alım gücünü aşmış durumdadır. Eczaneler, bu fiyat artışları ve devletten tahsilatlarını yapamamaları nedeniyle kapanmaktadırlar. Böylece, devri iktidarınızda, kapanan fabrikalara, kapanan imalathanelere ve ticarethanelere, işletmelere bir örnek olsun diye söylüyorum, sadece Ankara'da 200 eczane kepenk indirerek bu vahim tabloya katılmıştır.

KDV'de indirim söz konusu olduğunda, Sayın Bakanın "ilaçta da indirim yapılmalı" dediği halde bunu tahakkuk ettirememesi, bir acizlik örneği değil de nedir?!

Hemen her konuda, koalisyon adabı nedeniyle "yapamıyoruz" bahanesini öne sürüp, halk sağlığını hiçe sayanların, ülkemizi, telafisi mümkün olmayan neticelere götürdüklerini hâlâ anlayamamış olmaları şayanı hayrettir!

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin İkinci Demokrasi Programının sağlık reformu bölümünün incelenmesi ve hedeflerin bilinmesi gerekmektedir. Doğru yerde ve doğru zamanda hizmet esas alınmalıdır. Sosyal adaletin gözetileceği; yani, tüm yurttaşlarımızın sağlık güvencesi olması gereken bir düzenin oluşturulması gerekmektedir.

Mevcut sistemimizde, sağlık sektöründe hizmet veren ve hizmetten faydalanan da, bir nevi devlettir; yani, hastaneler, verimli olsalar da, olmasalar da, devletin sırtına yük binmektedir. O halde çözüm, kamu hastanelerinin özelleştirilip, sağlık işletmelerine dönüştürülmesidir. Bu sayede, hastaneler arasında rekabet artacak ve her hastane, vatandaşlarımızın kendisinde tedavi olabilmesini sağlamak gayesiyle, sunduğu hizmette kalite ve verimliliği artırmak için çaba sarf edecektir.

Devri  iktidarınızda yüzde 8,5 küçülen ülkemizde, ekonomik çıkmaza sürüklenen vatandaşlarımızın sağlık sorunları, artık, medyanın gündeminden düşmemektedir. Bu feryatlara bir örnek olsun diye, size, bir gazetedeki haberi okuyacağım. Gazete şu: 6 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi; Arena sütunu; yazan, Uğur Dündar. "Bir günün hikâyesi... Fenerbahçe Burnundaki kulüp binasına yaklaşık 50 metre kala, aracımızın önüne atladı. İki eliyle cama yapışıp, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: 'Bu ülkede vicdan sahibi kimse kalmadı mı?! Oğlum ölüyor, yavrum gidiyor...' Günlerdir jilet görmediği besbelli sakallı yüzünden, sicim gibi yağmurla birlikte, acı ve ıstırap akıyordu. Omuz kemikleri, incecik bedenine yapışan ıslak paltosundan fırlayacakmış gibi duruyordu. Arabadan atlayıp, kriz geçiren adamı sakinleştirmeye çalıştık; ama, o, sesimizin farkında bile değildi. Durmaksızın bağırıyor, eliyle yandaki saçak altını gösteriyordu. İşaret ettiği yerde, ameliyat maskeli bir çocuk bekliyordu. Görür görmez içim cız etti. Yaklaşık 10-12 yaşındaki çocuk, lösemi hastasıydı; masum gözleri, yaralı bir ceylan gibi bakıyordu. İlgilendiğimizi görünce biraz sakinleşen adam, anlatmaya başladı: 'Tam on aydır işsizim. Yeşil kartım var; ama, hasta yavrumu hiçbir hastane kabul etmiyor. Bir haftadır kucağımda taşıyorum. Gitmedik hastane, çalmadık kapı bırakmadık; ama, ne çare; devletin kendisi yeşil kartlık hale gelmiş. Artık, son durağımız burası; Allah ikimizin canını da burada alsın' diyor..."

Bu içler acısı örnek, yüzbinlerce örnekten sadece birisidir. İfade edildiği gibi, ne yazık ki, bu yüce devleti yeşil kartlık hale getirdiniz. Tedavisini de IMF'ye tevdi ettiniz. IMF'nin ağır hastalara yazdığı reçetelerle ülkelerin iflas ettiğini hâlâ anlamadınız mı?! Onun için, doğruları yapmak, bu tedaviyi yapmak size nasip olmayacaktır. Bu doğru tedavi, ancak ve ancak, kalkınmayı, üretimi, ihracatı destekleyen ve liberal ekonomiyi uygulayan Doğru Yol Partisi iktidarında olacaktır. (DYP sıralarından alkışlar) Nasıl yapacaksınız derseniz size bir atasözü hatırlatacağım; o şekilde yapacağız: "At, binenin; kılıç, kuşanabilenindir."

Hepinize saygılar sunarım. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası Anavatan Partisi Grubunda.

Anavatan Partisi Grubu adına, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut... (ANAP sıralarından alkışlar)

Evren Bulut, biliyorsunuz, eski başkanımız; çiftçinin derdini en iyi anlatan. Bakalım ne diyecek şimdi? İktidar tarafında, iktidar grubunda ne söyleyecek bakalım.

Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA EVREN BULUT (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Bakanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmacılarımız, Tarım Kredi ve Ziraat Bankası borçlarıyla başladı, gerek Aydın milletvekili gerekse Erzurum Milletvekili. Bugün, üç senedir, bu borçlar, tarımsal sulamalar ve Tarım Kredi borçları veya çiftçi borçları bu Mecliste çok dile getirildi. Şimdi, şunu ifade etmek istiyorum: Hükümetimizin kurmuş olduğu bu bakanlardan müteşekkil yeniden tarımın yapılandırılmasına hem ışık tutmak için...

2 000 000 tarım kredi üyemiz var. Biz, Tarım Komisyonumuzda, tüm üyelerimizle, hükümetimize bir rapor hazırladık. Bu rapor, maalesef, birbuçuk senedir gündeme gelmedi. Çiftçimiz de haklı olarak, hem borçlarını ödeyemedi hem de biraz sonra anlatacağım durumlardan, ödeyemez duruma düştü. 2 000 000 tarım kredi çiftçisinin 200 000'i icra muamelesi görmüştür; yani, 1 150 000 traktörün 400 000'i bu iki üç senede haciz muamelesi görmüştür.

Şunu anlatmak istiyorum: Yani, 3 kişi, 5 kişi, 500 kişi değil, demek ki, tarımda bir sıkıntı var. Bu sıkıntı nereden geldi; bu sıkıntı, üç senedir, dört senedir baskılı kur rejimi uygulayan hükümetimizin; yani, kurumuzun sabit kur olduğu dönemlerde, Türkiye'ye, aklınıza gelen bütün tarım ürünleri girdi. Bunlar ihraç kayıtlı olarak girdi, buğday girdi, şeker girdi, işte, marul girdi, üzüm girdi ve bunlar, ihraç kayıtlı girenler. Bunlar, ihraç edilmeden burada işlendi, hem Türk sanayiini zor durumda bıraktı hem de haksız vergi iadesi aldılar. Onun için, çiftçi -buna kuraklığı da eklersek- tabanfiyatlarının, tabiî, yeniden yapılanan durumda taban fiyatlarının da çok ürünü-müzde destekleme dışı kaldığından dolayı, prim sistemimizi geliştiremediğimiz bir tarım ülkesinde, işte, çiftçimiz çok zor durumdadır.

Bugün bir ulusal gazeteyi okudum. Bu gazetede Balıkesir'in Havran İlçesinde, bir beldemizde 2 100 çiftçimiz icradan dolayı mal beyanı bildirememiş; çiftçilerimizin bu kültürü yok. 2 100 kişi -biliyorsunuz, küçük ilçelerde hapishaneler 50 kişiliktir, 100 kişiliktir- sıraya giriyor on gün yatayım diye! Çiftçi ofiste para alırken, mal teslim ederken sırada; para alırken sırada, gübre belgesinden sırada; şimdi de, hapishane sırasına girmesi Meclisimiz için çok önemli bir şeydir. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bravo!

Buyurun.

EVREN BULUT (Devamla) - Ben, milletvekili arkadaşlarıma, hükümetimizin, bizimle diyalogunun kopuk olduğunu söylüyorum. Hükümetimizin, diyaloğunun bölge milletvekillerinden kopuk olduğunu söylüyorum. Biz, bu insanların içinden gidiyoruz, bize diyorlar ki: "Ee, biz, sizi yolladık ki oraya!.." Ee, yolladın da, kardeşim, işte, seninle, benimle, Hasan'la, şunla bitmiyor. Türkiye'de, yeni sistemde, çiftçimizin yeniden yapılanması lazım. Biz, bu hükümetin programında prim sistemini uyguluyoruz. Nedir prim sistemi; işte, bugün, pamukta 1993'lerde başlamış, ondan sonra zeytini almışız, sonra ayçiçeğini almışız; şimdi de kanola, soya fasulyesi var; yalnız, kanola, bize seneler evvel rapisa olarak girdi. Sonra kolza oldu, şimdi kanola oldu ve direkt de prim sistemine girdi. Kanola, Türkiye'nin her şartlarında olmaz. Kanola, soğuk iklimlerde, mesela Trakya'nın Kırklareli bölgesinde olmaz. Adana gibi, Antalya gibi sıcak iklimlerde olur. Bu kanola, ayçiçeğini devreden çıkarmak için mi getirildi? Eğer ayçiçeğini devreden çıkarmak için getirilmişse... Türkiye'de, bizim özsermayemizden, devletten bir kuruş para almamış sanayicimiz; 2 500 000 ton işleyecek fabrika kurmuş. Bu sanayiimiz ve biz, Avrupa'da yağ sanayiinde çok söz sahibiyiz; ama, 1 500 000 ton ayçiçeği üretecek  ülkemiz, 1988'lerde ancak 1 250 000 tona ulaşmış, bu sene 500 000 tona düşmüştür. İşte, biz, ayçiçeğinde primi desteklemeyiz. 3 000 000 ton mısır ihtiyacımız var; bunu desteğe almamız lazımdır. Çeltiği prime almamız lazımdır. Arpayı, Orta Anadolu'da prime alıp -sanayi ürünüdür- desteklememiz lazımdır. Şimdi, sistem değişiyor. Bizim, ne demokratik yönden... Ziraat Odaları Kanunu, Köy Kanunu -muhtarlarımızın, biliyorsunuz, bu şekilde bütçeleri olmuyor- Çiftçi Malları Koruma Kanunu, Çeltik Ekimi Kanunu, bunlar para pul istemiyor. Bunlar, bir haftada, bizim, komisyondan çıkaracağımız kanunlar; ama, maalesef, bunlara zaman ayıramıyoruz.

Şimdi, tabanfiyatlarında neleri destekliyoruz biz; buğdayı destekliyoruz. Geçen sene, Trakya buğdayı -hem adı da Kırkpınar- kendi mühendislerimizin yetiştirdiği, 80 randımanı un olan buğdayımız 90 000 liraya satıldı; Ofisimiz 90 000 liraya aldı, 140 000 liraya sattı. Bu sene de bu buğdaya 135 000-147 000 lira fiyat verildi; fakat, yirmi gün ödemeli olduğu için, çiftçinin ilk mahsulü olduğu için, 135 000 liradan satıldı; bugün 220 000 liradır. Bugün 220 000 lira olması önemli değil, bir ay sonra 220 000 lira oldu; yani, şubatta gübre yüzde 100 zam attı, petrole yüzde 100, ilaca yüzde 100... Desteklemeleri çekmişiz... Yüzde 50 gübre desteği alıyorduk. Sayın Bakanlığımız, tohumlarda çeltik tohumuna, ayçiçek tohumlarına prim ödüyordu; bunlar da kalktı. Bir de kuraklık devreye girdi. İşte, onun için, borçlanan bu çiftçinin, devletine ödememezlikten değil, zarurî bir duruma düştüğü için, yılbaşına kadar bu borçların mutlaka...

Ziraat Bankasından Tarım Krediler 250 trilyon almış, 150 de kendi koymuş; 2 000 000 milyon ufak çiftçiye bunları dağıtmış. 2 000 000 çiftçinin -bunlar büyük bir kredi değildir- 1 milyarı olmuş 4 milyar, 50 000 000 olmuş 1 milyar-50 milyar; yani, Sayın Bakanımızdan, Bakanlar Kurulundaki bu borçlarda hassaten şunu rica ediyorum: Yüzde 100 faizle çiftçilik yapılmıyor. Bunu senede bir kere ekiyor; bütün afetlere, bütün her şeye karşı... İşte tarım sigortasını çıkaramadık daha -hükümet programında var- çıkaramadık, on senedir çıkaramadık.

Şimdi, buradaki arkadaşlarımız konuşuyor. Bizim, tarımı siyaset dışı düşünmemiz lazımdır. Bu insanlar, hakikaten, korunmaya muhtaçtır ve Türk çiftçisinin, cumhuriyet tarihinden bu tarafa kadar, bu sanayide de, Türkiye'nin gelişmesinde de emeği vardır. Tamam, tarım azalsın; azaltalım; ama, Türkiye'nin yüzde 50 sulanabilir arazilerini daha biz sulayamamışız.

Bugün, su projesi deniliyor. Benim Edirne İlimde olan Meriç projesi, Hatay'ın Amik Ovası projesi, Adana'nın da dördüncü sulama merhalesi, Türkiye'nin en öncelikli su projeleridir. Biliyorsunuz, bunlar, dört senedir, hükümetlerden, krizlerden dolayı yatırım almıyor. Bunları, biz, devreye getirdiğimiz zaman,  çeltikte, ayçiçeğinde, mısırda; yani, biz, bunları, beş senede geriye döndürecek hale geliriz.

Türkiye'de herkes köyü konuşuyor. Bir "köylü" var, bir de "köycü" var. Köylü ve çiftçi, esas üretendir. Köycü de, ikinci sınıf haberleri alan arkadaşlarımızdır. Maalesef, köycüler, bugün, bizden daha fazla bu işi biliyor. Bugün, 60 ilimizin tarıma dayalı ekonomisi vardır. Pazarcısı, kamyoncusu, ufak esnafı, bunlardan geçinir. Bana göre, TÜSİAD'ın, odalar birliğinin, bankaların... Tabiî, bunlar devreye girsin; ama, 21 000 000 insan, 7 000 000 kayıtlı çiftçi, 3 kişi kabul edersen, 21 000 000 insan devletinden hiçbir şey istemeyen, yat istemeyen, kat istemeyen, şunu istemeyen, kendi kendine üretim yapan bir toplumu, biz, maalesef, gözardı ediyoruz.

BAŞKAN - 30 000 000... 30 000 000, 30...

EVREN BULUT (Devamla) - O, 35 de olur, şu da olur; ama, 21 000 000 insan... Bunlar, kendi işlerinde çalışıp, illere, ilçelere göçmeden, kendi hakkına razı olan insanlardır.

Bugün, tarım sigortası mutlaka bu hükümetin gündemindedir; çıkması lazımdır. Hükümet programları, bakkal Ahmet Ağabeyin hesap defteri değildir. Biz, bütün milletvekilleri, bu hükümete güvenoyu verirken, bu taahhüdü istiyoruz. Bakın, Mersin'de, Antalya'da sel felaketleri oluyor. Devletin böyle bir bütçesi yok. Bu para, bizden kesilsin. Bu para, bizlerden kesilsin. Kıbrıs'ta altı senedir uygulanıyor. Biliyorsunuz, her sene, en az on ilimizde, onbeş ilimizde bu hasarlar oluyor.

Şimdi, Türk çiftçisi, işte, az evvel örnek verdim, 2 000 000 insan... Sonra, bu tarım kredi borçlularının dışında bir sosyal hadise var. Burada, arkadaşlarım var tarım kredilerde yöneticilik yaptık; Hasan Kaya var, Mehmet var... Bunlar müteselsil kefildir; yani, yirmi kişi bir yere imza atar, bir bölgede bir kooperatif vardır, ayrı köylerden. Bir kişi ödemediği zaman, yirmi kişiye icra gider; yirmi kişi mal alamaz. Gelirsin, o borçsuz insanın evinden televizyonunu alırsın, husumet doğar. Bugün, Türk çiftçisi bu haldedir. Onun için, Sayın Bakanımızdan bilhassa rica ediyoruz, bu kurulmuş olan... Mutlaka yılbaşına kadar... Çünkü, mart ayından sonra bu işler devreye girecek. Prim sisteminin anlamı, pamuk ve ayçiçek primlerinin mutlaka mart ayında ödenmesi lazımdır; çünkü, çiftçiye vereceğin para ekim dönemine rastlamalıdır.

Bugün, pancar fiyatları açıklanmamıştır. Çiftçi vermiş pancarını, şeker olmuş satılmış; senin borcun var, daha parayı alacaksın! İşte, tarım ürünlerini bütün gün verirsin, bir ay beklersin, onlara faiz yok; ama, o arada elektriğe, suya, aldığın gübreye, bankaya anında faiz işler. Bu medenî dünyada böyle bir alışverişin imkânı yoktur; böyle bir alışveriş, gayriresmidir, gayriciddîdir, gayriahlakîdir. Bugün, bir sene sonra para alacaksın, bütün borçlarına faiz yüklenecek... Bunları, mutlaka, bu yeniden yapılanma... Nasıl, sanayimizi geliştirelim, ihracatımı artıralım diyoruz; turizmde... Bu çiftçi toplumuna mutlaka bu haklardan istifade ettirmemiz lazımdır.

Türkiye hayvancılığı maalesef çökmüştür. Niye çökmüştür; 1995 senesinde hayvan yetiştirici birlikleri; yani, kendi hayvanımızı yetiştirir hale yeni başlamıştık. Bunların ardından kooperatiflere 100 çarpı 2 getiriyordu; bugüne kadar beş senede -işte, Sayın Bakanımız da bilir- 450 kooperatife verememişiz. 1995-1997 yılları arasında süt fiyatları 20 000 lira iken, destek 5 000 lira; yani, süte dörtte 1 destek olması lazımdır hem kayıt içine alır... Süt olmuş 150 000-200 000 lira, destek yine 5 000 lira! Sayın Bakanımız bunu iki sene evvel 25 000 liraya çıkarmak istedi; ama, bazı bilen bürokratlar var "ota verelim, yeme verelim" dedi; halbuki, süte vereceksin. Hayvanına ekmekle baksın, mısırıyla baksın, artığıyla baksın, eline... Hem o kâğıtlar bugün vergi sistemine giriyor. Bugün, mandıracılar dahi diyor ki: "Bu sistemi kaldırmayın." Ben, Sayın Bakanımdan süt fiyatlarının 50 000 lira desteklenmesini istiyorum; yani, sizlerin adına, çiftçinin adına, hayvan birliklerinin ve hayvan yetiştiricilerinin adına. Bu dönemi geçirirken, Türk çiftçisini, hepimizin gayretiyle, mutlaka, bir yere getirmemiz lazım.

Bugün çeltik fiyatları... Ofis, artık, çeltik desteklemede değildir.

Ofisin bu sene yaptığı yanlıştır, bir hatadır. Türk mühendislerinin yetiştirdiği "Osmancık" diye bir çeltik tohumu yetişti Edirne'de ve bugün, 1 ton alıyor, ton! Yani, İtalya'nın baldo çeltiği 5 çuval verir. Biz, bunlara uzun tane diye fiyat açıklatıyorduk ofise; bu sene, başkaları devreye girdi, fiyatlandırdılar; bugün, o çeltik, 100 000 lira aşağıya satılıyor. Biz, hem Türk ürünlerini yetiştirmişiz -ve tonunda 1 ton çeltik, bu, çok mucize bir rakamdır- hem de bunları, bu sene Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğümüz bu şekil bir hadiseyle...

Sonra, bakın, buğday fiyatının 2 katıdır ayçiçek. Siz, istediğiniz kadar 10 lira verin, 20 lira... Bu, münavebe ürünüdür. Bakın, bu sene, buğday 220 000 lira, ayçiçeği 440 000 lira; çeltiğin 600 000 lira olması lazım. Yani, bu, kendi içinde mark dolar gibidir, birbirine paraleldir; ama, bizim, devreye girenler, işte, bugün, bu işi yapıyorlar.

Sayın Kemal Derviş, o, buğday fiyatlarında haksızdır; çünkü, ne dedi; "işte IMF programını deler" dedi, şunu dedi bunu dedi. Biz, 12 000 000 ton buğday yiyoruz, 2 000 000 ton tohumluk, 1 000 000 ton yeme...

BAŞKAN - Oysa, çiftçinin cebi delindi.

EVREN BULUT (Devamla) - Ama, Sayın Derviş pasta yediği için, Türkiye'nin ekmek yediğinin farkında değil! (MHP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Pasta yiyor onlar!

EVREN BULUT (Devamla) - Çin, Güney Kore 5 000 000 ton pirinç yiyor, orada da pirinç meselesi var. Yani, bizim aramızda diyalog yok. Bugün, tarım satış kooperatifleri, işte, fındığı satmasını beceremediler. Bugün, tarım satış kooperatifleri ortadadır. Trakya Birlik, kendi nam ve hesabına mal aldı, üyesine, bir ay sonra 100 000 lira prim verir. Demek ki, destekleme yok, kooperatif kendi kendine şey yapıyor. İşte, bizim, müdahaleciden kurtulmamız lazımdır.

BAŞKAN - Sayın Bulut, süreniz bitti.

EVREN BULUT (Devamla) - 1 dakika rica edeyim Başkanım.

Mutlaka, Sayın Bakanımızın, Ticaret Bakanlığında olan ihtisas borsalarını, Ticaret Bakanlığından alması, Tarım Bakanlığında çalışılması lazımdır; çünkü, biz, onları Tarım Bakanlığında başlattık. İşte, Karadenize fındık borsası, Antalya'ya pamuk borsası, İzmir'e pamuk borsası, Adana'ya pamuk borsası, Manisa ve İzmir'e tütün borsaları, Trakya'ya ayçiçeği borsaları. Sayın Bakanımız, o, bir müsteşar...

BAŞKAN - Sayın Bulut, Rize'ye de çay borsası olmalı; unutmayın onu da...

EVREN BULUT (Devamla) - Tabiî... Amik Ovasını söyledik senin; anlamadın mı?!

BAŞKAN - Ben değil de, Sayın Kabil anlamadı.

EVREN BULUT (Devamla) - Sevgili hemşerilerim, değerli milletvekilleri; Türk çiftçisi, inanın ki, çok zor durumdadır. Nasıl "Biri Bizi Gözetliyor" diye bir program var hani bir kanalda, Türk çiftçisi de bizi gözetliyor. Onun için, Türk çiftçisinin, bu seçimlerde çok önemli oy kullanacağını size söylüyorum.

BAŞKAN - Gözetleyecek mecali de kalmadı!

EVREN BULUT (Devamla) - Onun için, bu bütçemizin, Bakanlığımıza, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Hepimiz de, siyaseti bir tarafa bırakarak, bize yardım eden bakanlara, hükümetlere, biz de destek olalım.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

ANAP Grubu adına, ikinci söz, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim Özsoy'da.

Sayın Özsoy, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi, şahsım ve Grubum adına, saygıyla selamlıyorum.

Bütçe konuşmasına geçmeden evvel, hem sizlerin hem de televizyonları başında bizi seyreden tüm vatandaşlarımızın, yaklaşmakta olan Ramazan Bayramını, Grubum adına kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesi, yetersiz olmakla beraber, son beş yılın, rakamsal olarak, en büyük bütçesidir; altını çiziyorum, rakamsal olarak, en büyük bütçesidir. Bütçenin miktarı, 2 345 447 691 000 000 liradır ve diğer, geçen seneki bütçeye nazaran, yüzde 83,8 bir artışı vardır. Bütçesi artan bakanlıklar sıralamasında yedinci sıradadır. Peki, bu 2 katrilyonluk bütçe nasıl dağılmaktadır; yüzde 78'i personel giderleri olarak dağılmaktadır, yüzde 9'u yatırımlara, yüzde 8'i transfer giderlerine, yüzde 6'sı da cari giderler olarak değerlendirilecektir.

Bütçenin genel bütçe içerisindeki, yani, Sağlık Bakanlığının bütçesinin genel bütçe içerisindeki oranı yüzde 2,4'tür. Bazı arkadaşlar bu orana taktılar ve bütçeyi eleştirmek, Bakanlığı eleştirmek için, üzerinde bazı söylemleri oldu. Hatta, birisi "Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında da yüzde 2'lerdeydi" dedi; doğrudur. O zamanki adıyla Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletidir, 11 bakanlıktan biridir ve 1923 Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bütçesi 137 333 471 liradır. Sağlık Bakanlığına, o zamanki adıyla Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâletine ayrılan miktar ise 3 038 226 liradır ve bütçe içerisindeki oranı yüzde 2,21'dir.

Arkadaşlarımızın, bilerek veya bilmeyerek, üzerinde durmadıkları veya gözden kaçırdıkları bir nokta vardır. Bu bütçe, Sağlık Bakanlığı bütçesi, cumhuriyet bütçesiyle ayrıdır. O zaman, şimdiki bir devlet bakanlığının bütçesi de, Sosyal Hizmetlere bakan Devlet Bakanlığının bütçesi de Sağlık Bakanlığının içerisindeydi; yeni tabirle Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığıydı. Bütün yardım kuruluşlarına yapılan yardımlar, Sağlık Bakanlığından yapılırdı ve Sosyal Hizmetlere bağlı bütün kuruluşların bütçeleri, Sağlık Bakanlığı bütçesi içerisindeydi. Peki 2,4 yeterli midir; değildir. Zaman zaman, 4'e kadar çıkmıştır; fakat, unutulan bir nokta da şudur: Türkiye'deki sağlık harcamaları, sadece Sağlık Bakanlığıyla sınırlı değildir. SSK, üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, belediyeler, vakıflar, dernekler, özelleri de alırsanız, bu rakamları, onlara ayrılan bütçe miktarlarını da alırsanız, Türkiye'de sağlığa ayrılan bütçe miktarı, rakamsal olarak yüzde 8'ler, 9'lar civarındadır. Peki, bu bütçeyi nasıl tatbik edecekler? Türkiye'de, bugüne kadar yapılmış faal olarak çalışan 5 751 sağlık ocağı, buna bağlı olarak 11 754 sağlık evi ve 751 küçüklü büyüklü hastaneyi çalıştırarak hem koruyucu hekimlik hem tedavi edici hekimlik hem de sağlık eğitimini halkın ayağına götürmek suretiyle gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla, bütçeleri eleştirirken altyapısını, ayrılan miktarın harcama kalemlerini ve günün konjonktürünü de iyi hesap etmek, göz önünde tutmak gerekir. Bu bütçenin rakamsal taraflarını şimdi bir tarafa bırakıp, Türkiye'nin sağlık sorunlarını incelememiz, irdelememiz, eleştirmemiz, çözüm yolları aramamız gerekir bütçe konuşmalarında. Ben, buna geçmeden evvel, müsaade ederseniz değerli milletvekilleri, Sayın Sağlık Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmasında yaptığım iki tespiti sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geçen sene, 2000 yılında, bazı gazetelerde bir demeç ve demece bağlı olarak bir haber çıktı. Bu haber, hepatit-B'nin Türkiye'de yaygın olmadığı ve 55 inci hükümet zamanında ulusal aşı programına alınmasının nedeninin bir medya grubunun abartılı yayınlarından kaynaklandığı şeklinde bir haberdi. Bu haberin doğru tarafları vardı, yanlış tarafları var, eksik tarafları var. 1997 yılında göreve geldiğimizde, tüm televizyon programlarında, günlük basın organlarında hepatit-B işleniyordu ve biz görevdeyken, göreve başladıktan sonra, hepatit-B'nin Türkiye'deki insidansını hesaplamaya çalıştık. Ne kadar var, yazılanlar, çizilenler, söylenilenler doğru mu diye bir araştırma yaptık. Üniversitelerden hocalar davet ettik ve Yüksek Sağlık Şurasına konuyu götürdük, orada irdeledik. Özellikle 1998'in başlangıcında, bir gazetede çalışan muhabir genç bir kızın Hepatit-B'ye bağlı karaciğer yetmezliğinden dolayı organ nakli yapılacağı sırada vefat etmesi bu yayınları artırdı. Biz, bu yayınların tesiri altında kalmadık, bilakis, faydalandık. Organ bağışı kampanyası açtık ve o arada yapılan organ nakilleri, belki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir daha ulaşılamayacak rekor düzeye geldi ve bu konuda daha fazla ileri giderek, Türkiye'de ilk defa organ naklî hastanesini dizayn etmeye çalıştık Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde. Sonradan, 2,5 milyon liraya satılan hepatit-B aşısı -ki, ihtiyarî olarak alınıp yapılıyordu- baktık piyasada 15-20 milyona çıktı. Özellikle memurlar, resmî reçetelere yazdırmaya başladılar. Biz de, Yüksek Sağlık Şurasından aldığımız görüş muvacehesinde, hepatit-B aşısını Ulusal Aşı Programına aldık ve sıfır yaş grubu ile risk gruplarını ücretsiz olarak aşılamak üzere, doğumevlerine ve sağlıkocaklarına dağıttık. Hepatit-B'nin hikâyesi bu.

Şimdi, memnuniyetle görüyorum ki, Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmanın kitapçığında 6 ncı sayfada şöyle denilmektedir: "1998 yılında Ulusal Aşı Programına alınan Hepatit-B, 2000 yılından itibaren 0 yaş grubundan da ileri yaşlar kapsama alınmak suretiyle ücretsiz yapılmaya devam edilmektedir." Biz, Hepatit-B'yi Ulusal Aşı Programına aldığımız zaman,  Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Komite Başkanı Dr. Aswall, bize, takdirlerini bildiren mektup göndermiş, Dünya Sağlık Teşkilatının diğer üyelerine de, bizi, özel model olarak, misal olarak göstermişti. Ben, bu sözcüklerin, özellikle bu kitapçıkta yer almasını, devletin sürekliliğine, aldığımız kararın isabetinin bir göstergesi olarak değerlendiriyorum, huzurlarınızda ilgililere teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'deki sağlık sorunları sistemden kaynaklanmaktadır. Sistem ise, her platformda devamlı olarak eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Osmanlıdan gelen bir sistemin, cumhuriyet tarihinde değiştirilmesi, ancak, 1961'lere kadar sürmüştür. 1961'de kanunu kabul edilen, 1962 yılın Muş'un Varto İlçesinde tatbikata başlanılan ve "224 sayılı Sağlık Hizmetlerini Sosyalleştirme" adı altında çıkarılan kanunla ilk reform yapılmıştı. Burada, sağlık ocaklarının kadrolarıyla, hem koruyucu hekimlik hem de ayakta tedavi yapılacaktı. Ayrıca, tedavi edemediği hasta çıktığı takdirde, 019'larla hastanelere sevk edilecekti, bir sevk zinciri vardı. Bu sevk zincirine uymayanlar paralı olarak tedavi olmak mecburiyetindeydi. Dolayısıyla, hastanelerdeki yığılma ve izdiham olmayacak veya bugün alınan bazı tedbirler, o sistem iyi işleseydi, ihmal edilmeseydi -ki, işleyeceğinden hâlâ umutluyuz- belki alınmamış olacaktı, hastanelerin sıkışıklığı başka şekilde telafi edilmiş olacaktı.

Değerli milletvekilleri, her 5 000 nüfusa bir sağlık ocağıyla, Ocak kadrosunda, doktoru, hemşiresi, ebesi, sağlık memuru, laborantı, çevre sağlığı teknisyeni, tıbbî sekreteriyle beraber, gerçekten, bizim idarî, coğrafî yapımıza uygun, ekonomimize uygun, örf ve âdetlerimize uygun, sağlık hizmetini halkın ayağına götürme yönünden bir devrimdir; fakat, 1978'de altyapısı tamamlanmadan tüm Türkiye bu kapsama alınınca ve biraz da siyasî ve politikacıların tesiriyle iş çığırından çıkmış, yanlış politikalar yüzünden tedavi edici hekimlik önplana çıkarılmış ve temel sağlık hizmetleri dediğimiz birinci basamak sağlık hizmetleri ikinci plana atılmış, ihmal edilmiş ve dolayısıyla, bugün, sağlık ocakları da atıl hale gelmiştir. Bugün, o sistemin başarıya ulaşması, Türkiye'de sağlık sisteminin, Sağlık Bakanlığının çalışmalarının başarıya ulaşması demektir.

Değerli milletvekilleri, artık, 70'lerde kalan bu uygulamayla beraber, 80'li yıllardan itibaren de yeniden bir arayış, yeniden bir tartışma başlamıştır ve tüm vatandaşları sağlık güvencesi şemsiyesi altına alan bir sistem getirilmek istenmiştir. Adına, ister sağ-kur deyin -80'li yıllarda denildiği gibi- ister sağlık reformu deyin, ne derseniz deyin; bu, prim sistemine dayanan, devletin kurumlar vasıtasıyla vatandaşına yardım ettiği bir sistemdi.

Biz, 55 inci hükümet zamanında böyle bir sağlık reformu çalışmasına başladık; ancak, başka bir dünya görüşüyle başladık. "Devlet-vatandaş bazında, birey bazında, kişi bazında sağlık güvencesi vermeli" dedik. Niye dedik; çünkü, Türk Halkının yüzde 80'inin sağlık güvencesi vardı. Bunun yüzde 44'ü SSK, yüzde 17'si Bağ-Kur ve yüzde 19'u Emekli Sandığı güvencesi altındaydı; geriye yüzde 20 kalıyor. Bu yüzde 20'nin de -Sayın Bakanın Komisyonda ifade ettiği rakamları veriyorum-

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, bir dakika.

Buyurun.

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) -Daha dolmaması lazım!

BAŞKAN - Doldu efendim; ama, buyurun.

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) - 11 044 236 yeşil kartlı vardır. Geriye 9 000 000 kişi kalıyor; 9 000 000 kişi için bir sağlık sosyal güvencesini ihtiva eden sistem gerekmiyor. Öyleyse, bütün sistemleri bir elde toplayıp ve kişisel sağlık sigortası kartı vermek suretiyle, bütün hastanelerin kapılarını vatandaşa açarak, Türk halkının, Türk vatandaşının fert bazında, birey bazında sağlık güvencesine kavuşturulması gerekir diye düşünüyoruz.

Kitapçığın 30 uncu sayfasında memnuniyetle görüyoruz ki, adı dahi değiştirilmeden "kişisel sağlık sigortası kanunu hazırlanmış, bakanlıkların görüşüne sunulmak üzere gönderilmiştir" denilmektedir. Ben, ilgililere huzurlarınızda tekrar teşekkür ediyorum.

Türkiye'nin sağlık sorunlarına geçecektik, Türkiye'deki sağlık bilincine, hastalık bilincine ve ilaç kullanma kültürüne geçecektik ve günümüzü işgal eden, tartışmalara sebep olan konulardaki düşüncelerimizi, fikirlerimizi açıklayacaktık; fakat, Sayın Başkan, herhalde, bize bu kadar zaman tanımayacaktır. Yetersiz bir bütçedir; zamanında ve yerinde kullanıldığı takdirde iyi bir bütçe tatbikatı olacaktır, başarılı bir bütçe tatbikatı olacaktır.

Ben, bu bütçenin, Sağlık Bakanlığında çalışan, gecesini gündüzüne katan, özveriyle çalışan ve yetmişsekiz senedir özlük haklarını, meslekî sorunlarını, ekonomik sıkıntılarını gideremediğimiz sağlık çalışanlarına ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özsoy.

Efendim, şimdi, söz sırası Saadet Partisi Grubunda.

Saadet Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Latif Öztek; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 yılı bütçesi üzerinde, Saadet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, 57 nci hükümet döneminde bütçe görüşmeleri âdeta zamanla yarışır halde yapılmakta, gruplar ve milletvekilleri tenkitlerini, görüş ve önerilerini açıklamak için yeterli zamanı bulamamakta, yurttaşlarımızın sıkıntılarını bile tam olarak dile getirememektedirler. Bana tanınan süre içerisinde, tarımla ilgili bazı konuları bilgilerinize sunmak istiyorum.

Gıda üretiminin temeli tarımsal üretime dayanır. Bu yüzden, tarım sadece bu sektörde çalışanları değil, yeryüzündeki her insanı ilgilendiren bir sektördür. Gıda maddeleri, stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden, bütün ülkeler tarım sektörüne önem verirler ve gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar.

Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa ülkelerinde, yani, Atlantik'in iki yakasında büyük gıda stokları vardır. Bu gıda stoklarını eritmek için birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içinde bulunan bu gelişmiş ülkeler, kendi ülkelerindeki ve gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal üretimi düzenlemek için -bunun altını çizerek söylüyorum- azaltmak dahil, her türlü tedbiri almaktadırlar.

Türkiye, tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkedir; çünkü, hepimiz biliyoruz, tarımsal üretim için üç temel öğeye ihtiyaç vardır: Bunlar, toprak, su ve güneştir. Diğer öğelerin hepsi taşınabilir, dışarıdan getirilebilir. Ülkemizde toprak da, su da, güneş de vardır. Bunlara ilaveten, yetişmiş insangücümüz de vardır. O halde, biz, tarımsal üretimi artırmak için her türlü imkâna sahibiz; ancak, üretimi artırmak için IMF'nin bize tavsiye ettiğini değil, gelişmiş ülkelerin yaptığını ya da uyguladığını, aynen ülke şartlarına adapte ederek, uygulamamız gerekir. Eğer, bu uygulama yoluna gidecek olursak, Türkiye'nin tarımsal üretimi kendisine yetecek ve hatta tarım ürünleri ihracatıyla Türkiye dışödemeler dengesindeki açığını bile kapatabilecektir.

Türkiye'de tarımsal üretimin ve çiftçinin sorunları gerçekten çoktur. Bu sorunların tamamının 57 nci hükümet tarafından çözülmesini biz de beklemiyorduk, Türk köylüsü de beklemiyordu; ama, Türk çiftçisinin gelir düzeyini artırmak da dahil, tarımın çözülebilecek sorunları ya da çözülmesi mümkün olan sorunları vardır. Bunlar da, bu süre içerisinde çözülebilirdi ya da en azından çözüm yoluna konulabilirdi; çiftçimiz de mağdur olmazdı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında, değerli arkadaşım Sayın Bakanımız, Bakanlığının ikibuçuk yıllık icraatını anlatıp, hazırladıkları projeler hakkında bilgiler verdiler ve bu açıklamalarını yaptıkları 80 sayfalık metni de dağıttılar; aynı metin, biliyorsunuz, Genel Kurulda da dağıtıldı. Bu metni dikkatlice inceledim ve sanıyorum, konuya ilgi duyan pek çok arkadaşım da bu metni incelemiştir. Oldukça kapsamlı bir şekilde hazırlanan metinden bazı bölümleri okumak ve kritiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın Bakanımız 5 inci sayfada aynen şöyle diyorlar: "Tarımsal üretim faktörlerinin (toprak, sermaye, emek) tarımdışı sektörler arasında dağılımı kolaylıkla değişebilir ve tarımdışı sektörlere geçiş benzer kolaylıkla sağlanabilir; ancak, tarım dışından tarıma kayış için benzer kolaylık yoktur. Tarımsal üretim bir kez dibe vurduğunda yeniden canlandırmanın maliyeti diğer sektörlerden fazla olur. Elma ağacı kesilince, tütün üreticileri kente göç edince, hayvancılık darboğaza girince üretimi eski seviyesine getirmek bile epey zaman ve kaynak gerektirir."

Evet, bu ifade doğrudur; bizler de aynen katılıyoruz; ama, bunu milletvekillerine söylemenin Türk tarımına fazla bir getirisi yoktur. İktidar, şikâyet makamı değildir, icraat makamıdır. Daha önceki konuşmalarımda belirttiğim gibi, Sayın Bakan, elma ağacı kesilmeden, tütün üreticileri kente göç etmeden, süt üreticisi, zarar ettiği için hayvanlarını kesime göndermeden tedbirini almanız gerekir. Bunun için de, konunun önemini, öncelikle, Sayın Kemal Derviş'e ve Sayın Başbakana, anlayacakları şekilde anlatıp, onları bilgilendirip, ikna etmeniz gerekir ki, Sayın Kemal Derviş ve Sayın Başbakan tarımsal konulara eğilsin ve çiftçinin, köylünün çilesi bitsin. Ben, hem Sayın Kemal Derviş'i hem de Sayın Başbakanı ikna etmenizin kolay olmadığını biliyorum ve o yüzden Allah, sizin de, çiftçimizin de, tüm milletimizin de yardımcısı olsun diyorum.

Yine, Sayın Bakan, konuşma metninin devamında, göreve geldiklerinde tarım sektörünün durumunu uzun uzun açıkladıktan sonra, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini sıralıyorlar.

Sayın milletvekilleri, hedef olarak yazılan hususlara katılmamak mümkün  değildir. Bugüne kadar bizlerin söylediği hususlar, güzel bir temenni olarak sıralanmış; ama, yazılanların, özellikle finansman gerektiren hususların gerçekleşme durumu ne olur diye sorulursa, ben eminim ki, herkes gibi, Aziz Dostum Sayın Tarım Bakanının da vereceği cevap şu olacaktır: "Bu konu paraya bağlı. Türk ekonomisi krizden kurtulursa, Sayın Kemal Derviş de para verirse yaparız." Yani şart üzerine şart. (SP sıralarından alkışlar)

Milletimiz de diyor ki: "57 nci hükümet görevde olduğu sürece Türkiye'nin ekonomik sorunları ve sıkıntıları bitmeyeceğine göre, o hedeflerin de gerçekleşme şansı olmayacaktır."

Kaynak sorununu, aynı metnin 20 nci sayfasında, "tarımsal üretimde kullanılan girdilerin dünya fiyatlarıyla uyumu projesi" başlığı altında Sayın Bakanımız aynen şöyle ifade ediyorlar: "Projeyle, ülkemizde tarımsal üretimde yoğun olarak kullanılan ve üretim maliyeti üzerinde önemli etkileri olan tarımsal girdilerden en başta mazot olmak üzere, kimyevî gübre, sertifikalı tohum ve fidan, ziraî mücadele ve veteriner sağlık ilaçları, sulama suyu, yem, damızlık hayvan ve tarımsal kredilerin üreticilere daha ucuz ve dünya fiyatlarından sağlanması amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda 1999-2000 üretim sezonunda tarımsal faaliyette kullanılan mazot için üreticilere verilecek destek hakkında karar Bakanlığımızca hazırlanarak Başbakanlığa iletilmiştir; ancak -önemli olan kısmı bu- yeterli kaynak bulunamadığı gerekçesiyle bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamamıştır." Evet, Sayın Bakanımız da kaynak bulunamadığı için projelerinin uygulamaya konulamadığını ifade ediyorlar.

Sayın milletvekilleri, bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün. Sayın Bakan önceki yıllarda vaat ettiklerini yapamadıklarını açık yüreklilikle ifade ediyorlar. Biz de geçen yıl vaat edilenlerin zamanında gerçekleştirilemeyeceğini söylemiştik. Sayın Bakan bu sene aynı şeyi ifade ediyorlar.

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının 2002 yılı bütçesi çok yetersizdir. 2002 yılı konsolide bütçemizin miktarı 98 katrilyon 131 trilyondur. Tarım Bakanlığının bütçesi ise, 2000 yılına göre yüzde 67 artırılmış ve 530 trilyon 282 milyar olarak bağlanmıştır; yani, bütçenin yaklaşık binde 5'idir. Geçen sene, unutulmasın, bu değer binde 6 idi. Bunun yatırıma ayrılan kısmı da 79 trilyon 990 milyardır. Bu miktar da çok azdır. Yatırıma ayrılan paranın azlığı, çiftçiye götürülen hizmetin az olması demektir. Zaten, Sayın Bakan da, konuşma metninin 80 inci sayfasında, Tarım Bakanlığı bütçesi için teklif ettikleri 108 trilyon 873 milyarlık yatırım ödeneğine karşılık 79,9 trilyon alabildiklerini ifade ediyorlar ve ekliyorlar: "Bakanlığımız taşra kuruluşlarının kullanmış oldukları ödeneklerin kaynakları değerlendirildiğinde, Bakanlığımıza tahsis edilen yatırım ödeneklerinin ne kadar az miktarda kaldığı daha rahat bir şekilde görülmektedir. Bu kuruluşlarımız, harcamalarının yüzde 25'ini merkezî idareden almakta, geri kalan harcamaların ise yüzde 35'ini dönersermaye bütçelerinden, yüzde 40'ını ise özel idare ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kaynaklarından karşılamaktadırlar." Bu parayla bu işler yapılamaz diyorum.

Tarım Bakanlığının başlattığı veya başlatmayı planladığı projelerin başarılı olmasını diliyorum; ama, finansman konusunun kolayca çözülebileceği kanaatinde olmadığımı da açıkça belirtmek istiyorum. Bu yüzden, 2001 yılı bütçesi görüşülürken söylediğimi yineliyorum ve bu projelerin birçoğu gerçekleşmeyecek, sadece kâğıt üzerinde kalacak ya da temenniden öteye gitmeyecektir diyorum.

Evet, onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker ihraç eden Türkiye gibi tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü bulmak gerekir. Bunun sebebi, bize göre, uygulanan hatalı politikalardır; yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir.

Şunu unutmamamız gerekir, ekonomik faaliyetlerin amacı, verilen emeğe karşılık en yüksek kârı sağlamaktır. Tarımda bunun temini için iki yol vardır: Birincisi, üretime iştirak eden girdi fiyatlarını düşük tutmaktır; ikincisi, üretilen ürünlere yüksek tabanfiyatı vermektir. Her iki husus da üreticinin kontrolü dışında gerçekleşmektedir. Bunları, devletler, millî politikaları gereği kontrol ederler. Amerika Birleşik Devletleri de, Avrupa Topluluğu ülkeleri de üreticilerini, yani, tarım sektörünü sübvanse etmektedirler.

Amerika Birleşik Devletlerinde, bir yılda, tarıma yapılan sübvansiyon 15,5 milyar dolardır; buna, 29 milyar dolarlık doğal afet desteği eklendiğinde, 44,5 milyar dolar eder. Tarıma yapılan destek, Japonya'da 25 milyar dolar ve Avrupa Birliği ülkelerinde 47 milyar euro iken, Türkiye'de 2,7 milyar dolardır.

Amerika Birleşik Devletlerinde, bu destek, 6,6 milyon insan için yapılıyor; yani, doğal afet desteği eklendiğinde, kişi başına yaklaşık 7 000 dolar destek yapılıyor. Avrupa Birliğinde 47 milyar euro'luk destek, yaklaşık 18,5 milyon insan için yapılıyor; bu da, kişi başına yaklaşık 2 500 euro eder.

Peki, Türkiye'de durum nedir: Türkiye'de, 2,7 milyar dolarlık sübvansiyon 23 milyon insana yapılıyor, yani, kişi başına yaklaşık 115-120 dolar destek veriliyor. Varın, siz, Türk çiftçisi ile Amerika Birleşik Devletleri çiftçisinin veya Avrupa Birliği ülkelerindeki çiftçinin durumunu mukayese edin.

Tarımsal üretimde kullanılan girdilerin fiyatları çok artmıştır. 3 Ocak 2001'de 448 800 Türk Lirası olan motorin fiyatı, 30.11.2001'de 918 000 Türk Lirası olmuştur, yani, 11 ayda mazota yüzde 105 zam yapılmıştır.

Son bir yılda, yani, 2000 sonbaharından 2001 sonbaharına kadar, gübreye, çeşide göre değişmek üzere, yüzde 82 ile yüzde 125, tohumluk ve ziraî mücadele ilaçlarına yüzde 100 ile yüzde 150 arasında zam gelmiştir; ama, buğdaya yüzde 60,8 artış yapılmıştır. 1999 ve 2000 yılında da aynı uygulamalar yapılmıştı. Yani, 57 nci hükümet, göreve geldiğinden beri, üç yıldır, buğday üreticisini mağdur etmiştir. Sadece buğday üreticisi değil, şekerpancarı, ayçiçeği, fındık, çay ve diğer tarım ürünlerini üreten çiftçiler de 57 nci hükümetin uygulamalarından mağdur olmuşlardır.

Değerli arkadaşlar, tabanfiyatlar, üretimde kullanılan girdi fiyatlarına göre belirlenmiyorsa, çiftçi mağdur olur. Bu mağduriyeti azaltmanın yolu, tabanfiyatlarını, hiç değilse, gerçekleşen enflasyon oranında artırmaktır.

Bu hükümetin, 1999, 2000 ve 2001 yıllarında öngördüğü enflasyon oranını tutturamayacağını tüm muhalefet milletvekilleri söylemişti; ama, Sayın Başbakan ve bakanlar, bunu hiç dikkate almadılar. Değerleme emsalinde olduğu gibi, TÜFE'ye göre ortalama enflasyonu esas alarak tabanfiyatlarda artış yapılması, üreticiyi memnun edecek uygulamadır; bunu yapmıyorsanız, tasarlanan TÜFE'ye göre yapıyorsanız, üreticiyi mağdur edeceğinizi bilin.

Evet, Sayın Tarım Bakanı, bütün gayretlerine rağmen, Sayın Kemal Derviş'i ikna edememiş ve 2001 yılında ekmeklik buğday fiyatı 164 000 Türk Lirası olarak açıklanmıştı. Bu fiyatın düşük olduğunu her vesileyle ifade ettik; ama, 57 nci hükümet bizim uyarılarımızı dikkate almadı ve yanlış kararında ısrar etti. Sonuçta, çiftçi, fiyatı düşük buldu, ürününü de, 130 000-140 000 Türk Lirasına tüccara sattı. Toprak Mahsulleri Ofisinin de ortalama fiyatı bu civardadır. 1999 ve 2000 yıllarında uygulanan düşük tabanfiyatı sonucunda fakirleşen çiftçi, mazotunu, gübresini ve üstün vasıflı tohumluğunu alamadı. Bu durum, 2001 yılının olumsuz hava şartlarıyla birleşince, buğday üretimi düştü, ithalat söz konusu oldu, fiyatlar yükseldi. Şimdi, buğday 240 000 Türk Lirasıdır. Çiftçiden yedinci ve sekizinci aylarda 130 000-140 000 Türk Lirasına alınan buğdayı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve tüccar, onuncu, onbirinci aylarda, yani, üç ay sonra 230 000-240 000 Türk Lirasına satıyorsa, bu işte aracılar kârlı çıkmış, çiftçi ise mağdur olmuş demektir.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, konuşma metninde un ve ekmek fiyatlarıyla ilgili geniş açıklamalara yer vermiştir. Bu açıklamaları için kendilerine teşekkür ediyorum; ama, ben, Sayın Bakanımızı, Sayın Kemal Derviş'i ikna ederek, buğday fiyatlarını üreticiyi memnun edecek bir düzeye yükseltmesinin daha uygun olacağı konusunda uyarıyorum. Zira, bu şartlar devam ederse, üretici desteklenmez ise, buğday ekemez, sonuçta, millî üretim düşer. İşte, Türkiye, o zaman, asıl felaketi yaşar. Milletimiz savaş yıllarında olduğu gibi aç kalır, ekmek bulamaz; buğday üreticisi yabancı ülkelere de gün doğar. Türk çiftçisine vermediğiniz parayı, yabancı ülkelerin çiftçisine -evet, altını çizerek diyorum, bu sizin gerekçeniz olarak "milleti aç koymamak adına buğday aldık" dersiniz- ödersiniz, bitkisel yağ ve ayçiçeğinde olduğu gibi.

Ayçiçeği konusu Tarım Bakanlığından çok Sanayi Bakanlığını ilgilendiriyor; bu yüzden, detayına girmek istemiyorum; ama, şunu ifade etmek istiyorum: Ayçiçeğine ve diğer yağ bitkilerine uygun tabanfiyat verilseydi, Türk çiftçisi ayçiçeği de ekerdi, soya fasulyesi de ekerdi, kanola da ekerdi; bitkisel yağımız kendimize yeterdi, bitkisel yağı veya ayçiçeği ithalatı için 500 milyon dolar ödenmezdi. Bu para Türk çiftçisine verilirdi, Ukrayna çiftçisine veya bir başka yabancı ülke çiftçisine verilmezdi.

Şimdiden 57 nci hükümeti uyarıyorum: Bitkisel yağda olduğu gibi, önümüzdeki yıllarda, Türkiye, şeker ithal etme mecburiyetinde kalacaktır. Lütfen, tedbirinizi alınız ve ihracat imkânı varken, Türkiye'yi ithalatçı ülke haline getirmeyiniz.

Şeker Kanunu, Türk çiftçisinin değil, yabancı ülke çiftçisinin menfaatlarını korumaktadır. Sayın bakanlar, lütfen, Şeker Kanununu bir kez daha gözden geçiriniz ve kampanyanın biteceği şu günlerde olsun pancar fiyatını da açıklayınız.

57 nci hükümet, 2001 yılında doğrudan gelir desteği sistemine geçtiğini ve mevcut sistemi tümüyle terk ettiğini deklare etti. 2000 yılında dört ilimizde pilot uygulamayı denediği doğrudan gelir desteğini, bu sene yurt sathında uygulamaya koydu. Ortalama işletme büyüklüğünün 53,5 dönüm olduğu ülkemizde, arazinin dönümü başına verilen 10 000 000 Türk Lirası, çiftçimizin hangi derdine devam olacaktır?! Zira, dönüm başına verilen 10 000 000 Türk Lirası, çiftçi ailesi başına yılda ortalama 535 000 000 Türk Lirası eder; aya bölerseniz 50 000 000 düşmüyor. Şunu hemen belirtelim ki, bu paralar da, bugüne kadar hâlâ ödenmemiştir.

Sayın milletvekilleri, bu kürsüden yaptığım bir konuşmada bu konuyla ilgili görüşlerimi ifade etmiştim, zamanım az olduğu için onları tekrar etmeyeceğim; ama, bir hususu ifade etmek istiyorum: Gelişmiş ülkelerde uygulamaya konulan doğrudan gelir desteği sisteminin esası, ülkedeki üretimi düzenleyerek ürün fiyatlarını aynı düzeyde tutmaktır; üretimi artırmak değildir. Bu da, daha çok, üretimi azaltmak şeklinde uygulanmaktadır.

Sayın Bakanımız, konuşma metninde bu konuya da yer vermişler. Açıklamalarında, 2001 yılı bütçesine bu amaçla 500 trilyon lira konulduğunu, ilaveten de, Dünya Bankasından 200 000 000 dolar kredi desteği sağlandığını belirtiyorlar. 21 Eylül 2001 tarihine kadar müracaat eden çiftçi sayısının 2,3 milyon civarında olduğunu da kaydediyorlar. Eğer, çiftçi ailesi başına ortalama 500 000 000 Türk Lirası ödeme yapılırsa, gerekli para 1 katrilyon 150 trilyon Türk Lirası olacaktır; yani, daha ilk uygulama yılında ayrılan para ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.

Bu konuyu, Sayın Bakanımız, konuşma metninin 17 nci sayfasında aynen şöyle açıklıyorlar: "Diğer desteklerin kaldırılacağı düşünüldüğünde, ülkemizde tarımsal faaliyetlerin devam etmesini sağlamak, bu sektörde çalışanları sektörde tutmak için, doğrudan gelir desteği ödemelerinin diğer destekleri kapsayacak şekilde olması gerekmektedir. 2002 yılı doğrudan gelir desteği ödemeleri için yaklaşık 2,4 katrilyon Türk Lirası olan bu kaynağın ve 2001 yılı doğrudan gelir desteği ödemelerinin ikinci dilimi için ihtiyaç duyulan 600 trilyon Türk Lirasının 2002 yılı transfer bütçesine konulması gerekmektedir.

Ancak, Hazine Müsteşarlığı, transfer bütçesine bu amaç için sadece 1,4 katrilyon Türk Lirası kaynak ayırabilmiştir. Planlanan reform çalışmalarının başarıya ulaşması, ortaya konulan hedeflerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bu hedeflerden biri ve en önemlisi ise, ortadan kaldırılan diğer desteklerin yerine, doğrudan gelir desteği sisteminin yerleştirilmesidir. Bu nedenle, 2002 yılı doğrudan gelir desteği ödemeleri için belirlenen kaynağın, muhakkak, bütçeye konulması şarttır."

Hay elinize sağlık, ne kadar doğru yazmışsınız! Nihayet bizim söylediklerimizi ifade ediyor, kaynağınızın olmadığını belirtiyorsunuz.

Peki, şimdi soruyorum: Paranız yoksa, bu sisteme niçin geçiyorsunuz?! Yani, Karadenizli vatandaşımızın dediği gibi, paran yoksa bu kayığa niye biniyorsun?!

Doğrudan gelir desteği konusunda, Türk çiftçisi adına bir hususu daha sormak ve öğrenmek istiyorum: 2001 yılında, arazinin dönümü başına       10 000 000 Türk Lirası ödüyorsunuz; 2002 yılında, arazinin dönümü başına kaç lira ödeme yapmayı düşünüyorsunuz?

Son bir yılda gübre fiyatları aşırı derecede artmıştır; ama, 55 inci hükümetin başlattığı 11 500 Türk Liralık devlet desteği artırılmamıştır. İlk uygulandığında gübre fiyatının yüzde 50'sine tekabül eden bu değer, bugün, yüzde 6-7'ye düşmüştür; yani, sembolik hale gelmiştir. Gübredeki sübvansiyonun artırılmasını ve gübre fiyatının belirli bir yüzdesi olarak belirlenmesini arzu ediyoruz.

Kredi faizleri çok yüksektir, düşürülmelidir...

BAŞKAN - Sayın Öztek, son 2 dakikanız.

LATİF ÖZTEK (Devamla) - 57 nci Ecevit Hükümeti, 55 inci Mesut Yılmaz Hükümetinin yüzde 70'lere çıkardığı faizleri yüzde 39-40'a düşürdük diye övünüyordu. 19 Şubat 2001'de yaşadığımız ikinci ekonomik krizden sonra, tarım kesiminde, küçük ve orta boy işletmelerde tarımsal kredi faizleri yüzde 120'ye, büyük işletmelerde ise yüzde 130'a yükseltildi; çiftçiler borçlarını ödeyemez duruma düştüler; borçlarını ödeyemeyen çiftçilere hacizler geldi; hatta, bazı köylerimizde yaşayan çiftçilerimiz hapse girmek için sıraya girdiler.

Çiftçi borçlarının ödenmesinde kolaylık sağlanması konusunda Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası bir adım attı, 27.9.2001'de bir genelge yayımladı; ama, sağlanan bu kolaylık yeterli değildir; çiftçilerimiz, temerrüt faizi yerine uygulanacağı ifade edilen cari faiz oranını da ödeyecek durumda değiller.

Hayvancılıkla iştigal eden insanlarımız da sıkıntıdadırlar. Gerek besiciler olsun gerekse süt üreticileri olsun, emeklerinin gerçek karşılığını alamıyorlar.

Elazığlı besicilerin durumunu yakından biliyorum, büyük sıkıntı içindeler. Besledikleri hayvanları değer fiyatına satamıyorlar, zarar ediyorlar ve besicilik yapmaktan vazgeçiyorlar. Yurdumuzun pek çok yöresindeki besiciler de aynı durumdalar.

Beyaz et üretiminde olduğu gibi, kırmızı et üretiminde de entegre tesislerin kurulması teşvik edilmelidir. Aynı şekilde, süt üretiminde de entegre projeler devreye konulmalıdır. Devlet de bu projeleri teşvik etmelidir.

Bugün 1 litre süt 210 000 Türk Lirasıdır; 1 litre boyalı sudan, gazozdan ucuzdur. Devlet, süt fiyatı 15 000 Türk Lirası iken 3 000 Türk Lirası prim veriyordu; yani, prim, süt fiyatının yüzde 20'si, yüzde 30'u gibiydi. Şimdi süt fiyatı 210 000 Türk Lirası olmuş, prim, Sayın Bakanımızın son açıklamalarına göre, 10 000 Türk Lirasıdır; yani, yüzde 5 düzeyindedir. Bu prim, süt fiyatının yüzdesi olarak belirlenmeli ve yüzde 20-25 gibi yüksek bir oran olmalıdır. Aksi halde, tatil, bayram demeden, senenin her günü çalışan süt üreticileri zarar ederler ve bu sektörden çekilirlerse, değil kendimize, kundaktaki bebeğimize, çocuğumuza, yataktaki hastamıza ve yaşlımıza bile bir bardak süt bulamayız, onu da Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa ülkelerinden ithal etmek mecburiyetinde kalırız.

Daha önce plan hedeflerinin üzerinde bir gelişme gösteren ve devletten hiçbir şey istemeyen piliç eti üreticileri de 57 nci hükümetin yanlış ekonomi politikalarından nasibini almış ve sıkıntıya düşmüşlerdir. Bu arada, bazı büyük tavukçuluk tesisleri üretimlerine son vermişlerdir. Bir kısmı da, ekonomik yönden darboğaza girmek üzereyken, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu konuyla ilgilenmiş ve Tarım Bakanlığı bürokratları ve sektör temsilcilerinden bir grupla yaptığı toplantıdan sonra görüşlerini hükümete iletmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Sayın Başbakanın konuya ilgi göstermesini ve yardımcı olmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Aynı ilginin tavukçuluk sektörünün tamamına, Elazığ'daki, Konya'daki ve Trakya'daki süt üreticilerine, büyükbaş ve küçükbaş hayvan besicilerine de gösterilmesini diliyoruz.

Türk ekonomisini, içerisinde bulunduğu sıkıntılardan kurtarmak adına, IMF'nin istekleri doğrultusunda uygulamaya konulan tarım politikalarını kabullenmemiz mümkün değildir. Bu uygulama, Türk tarımını ileride telafisi mümkün olmayan sıkıntılara sokar diyorum.

Bu duygularla Tarım Bakanlığımızın 2002 yılı bütçesinin çiftçimize, milletimize ve bakanlık personeline hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztek.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Bakan, bunlara cevap vereceksiniz herhalde?

BAŞKAN - Söz sırası, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Zeki Okudan'da.

Buyurun Sayın Okudan. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya)- Sayın Başkanım, kıymetli arkadaşlar; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla tekrar selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce Sağlık Bakanlığında, Sağlık Bakanlığı hizmeti gören gelmiş geçmiş tüm bakanlarımı hayırla yâd ediyorum, şükranlarımı iletiyorum.

Değerli arkadaşlar, sağlık kutsaldır. Önce sağlık. Hiçbir Sağlık Bakanının, işlerin yanlış gitmesini, bozuk gitmesini isteyeceğini, tasvip edeceğini düşünemiyorum. Bu cümleyi biraz genişletmek istiyorum. Hiçbir hekimin, hastasına zararlı olmayı düşüneceğini, ilaç adına veya başka şey adına, bir yanlış yapacağını düşünmek, konuşmak bile istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, hekimlere soruyorlar: "Yeniden hekim olmak ister misiniz?" Cevabın yüzde 49'u "evet", yüzde 51'i "hayır." Yani, hekimlerin yarısı hayatından memnun değil.

Değerli arkadaşlar, hekim sayısına bakıyorsunuz -1999 sayısına göre- 77 344; hemşire sayısına bakıyoruz, 69 246; ebe sayısı, 41 059. Yani, hemşire sayısı hekim sayısından daha az. Siz, bir sağlıkocağına hekim gönderiyorsunuz. Gönderdiğiniz hekimi yalnız başına gönderiyorsunuz; git kapıyı aç, süpür ve doktorluk yap... Bunun mantığı bu. O yüzden, mutlaka, Türkiye'de insangücü planlamasının düzenli bir şekilde yapılması, nüfusa göre insangücünün planlanması, hizmete göre insangücünün planlanması ve iş yüküne göre hizmet gücünün planlanması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, hekimler, devletten maaş istemeyen, yaptığı iş kadar para kazanan, vergisini ödeyen, hastası geldiği zaman da, angarya olarak algılamayan bir grup olsun istiyoruz. Hastalar için de, doktora müracaat eden hasta; yine, hemşire, doktor ve hastane fobisine kapılmayan bir hasta. Eczacı açısından ise, hastaya ilaç verirken gönül rahatlığıyla ilacını veren ve hasta da gönül rahatlığıyla ilacını içen bir hasta. Bunlar uzak değil arkadaşlar.

Tıp fakültelerinin sayıları arttı. Altyapısı güçlendirilecek olursa, tahmin ediyoruz, bu fakülteler çok verimli hizmetlerde bulunacak; çünkü, taşradaki fakülteleri gördüm; çok kıymetli çalışmalar var, çok iyi neticeler var. Ben, bütün tıp fakülteleri için ümitliyim.

Değerli arkadaşlar, Döner Sermaye Yasası çıktı; ancak, uygulamalarda bazı aksaklıklar var. İdarî kademenin bazı hekimleri kayırdığıyla ilgili, doğuda, batıda çeşitli şikâyetler alıyoruz. O yüzden, onun da gözden geçirilip düzeltilmesi gerekir.

Vardiya usulü, aslında iyi bir usul, hele hele randevu usulüyle beraber olursa; ancak, hekimlerin gönül olarak rahat olmaları gerekir, yaptıkları işin karşılığını almış olmaları gerekir, en azından bu duyguyu taşımaları gerekir; değilse, bir haksızlık, bir angarya çektirme duygusuyla hizmet vereceklerdir ki, bu da, hekimleri, hak arayan kuruluşların eline malzeme yapacaktır.

Değerli arkadaşlar, az önce, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinde de bahsetmiştim. İstanbul'un nüfusu son on yılda tam 2 milyon artmış. Bu on yıl içerisinde 3 tane devlet hastanesi açılmış ve devlet hastanelerine 2 400 yatak ilave olmuş. Buna karşılık 77 tane özel hastane açılmış. Özel hastanelerdeki yatak sayısı da 4 500'dür.

Değerli arkadaşlar, devlet, bu insanlara maaş vermemiş; hizmet almış, dahası, karşılığında vergi almış; ama, bir torba çimentosu nasip değil.

Arkadaşlar, Hıfzıssıhha Kanununa dokunmadan veya laboratuvarına dokunmadan geçmek yanlış olurdu. 1930'lu yıllarda Hıfzıssıhha kurulduğu zaman Fransa'nın Pasteur Laboratuvarıyla aşağı yukarı denk hizmetler verirken, bugün, maalesef, Fransa'nın Pasteur Laboratuvarından, tabiî ki, çok daha gerilerde.

Değerli arkadaşlar, acil servislerde hasta yakınlarımız açıktalar; çoğu hastanelerde onu görüyorum. Onların hıfz olacakları bir şeyin yapılmış olması lazım.

Turizm hekimliği ve sağlık turizmi konusunda da çalışma yapmak gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Gümrük Birliği Anlaşmasının ülkemizin hayrına olmadığını zaman içerisinde anladık. Rakamlar, bunu, maalesef, bizim aleyhimize olarak gösteriyor. Bunun en büyük göstergesini de ilaç sektöründe görüyoruz. Daha önce yüzde 40'lara varan ithal ilaç yokken, şimdi, yüzde 40'ları zorlayan, hatta, üzerine çıkan bir ithal ilaç piyasası oluştu. Bu bakımdan da değerlendirilmesi gerekir.

Arkadaşlar, meslek sigortası... Çağın vebası hepatit, AIDS gibi hastalıklar ve bütün bu hastalıkların ilk muhatabı sağlık personeli hekimler. Bu hekimlere karşı ne bir sigorta ne bir koruyucu kanunî düzenleme var. Bunun mutlaka çıkarılması gerekir.

Ayrıca, hekimlerimizin hastanede çalıştıkları süre içerisinde beklenmedik birtakım kazalar, kaza olarak algılanabilecek yanlış uygulamalar nedeniyle maddî-manevî zarara uğruyorlar. Onun için de, meslek sigortalarının, hekimlere yönelik meslek sigortasının mutlaka geliştirilmesi gerekiyor.

Koruyucu halk hekimliği sahasında Çevre Bakanlığıyla aradaki çizginin netleştirilmesi gerekir.

Bir de alternatif tıp yani akupunktur ve diğer bitkisel drug'larla, ilaçlarla ilgili...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Bitkilerle tedavi veren bazı kurumlar var. Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında yetki paylaşımı söz konusu. Bunların da düzenlenmesi gerekir. Allah kimseye hastalık vermesin. İnsan hastalandığı, hele hele çaresiz bir hastalığa düştüğü zaman her yerden medet umar. Dolayısıyla, bitkilerden de medet uman vatandaşlarımız olacak. Bu, tamamen normal. Eğer, siz bitkilerle ilgili bir düzenleme yapmazsanız, ne bitkisel ilaca müracaat edeni ne de o bitkisel ilaçla ilgili uygulama yapanı suçlamaya hakkımız olur. Bu bir ihtiyaçtır, bunun mutlaka çağdaş ülke düzeyindeki mevzuata kavuşturulması gerekir.

Nihayet, her zaman söylediğimiz gibi arkadaşlar, hekimlik, evet, ahlak gerektirir; ama, hekimliğin yanında diğer kurumların da ahlaklı olması gerekir.

Değerli arkadaşlar, bir şeyi daha vurgulamak ve hatırlatmak istiyorum: Acil olarak, acil servise uğrayan memurlardan "git paranı yatır" gibi hastanelerden talepler gelmekte. Memur kimliğini gösterenlere, lütfen, sevk kâğıdı çıkarsınlar Sayın Bakanım.

Sayın Bakanım, bir de, basında bugünlerde çokça konu edilen hologramla ilgili bazı iddialar var. Bu iddialara eğer kalıcı cevap verir de bu şaibenin durmasını sağlarsanız, hem sağlık camiası olarak bizler, sizler, hepimiz rahatlayacağız.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (SP, DSP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim doktor.

Sayın Okudan'a teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Partide.

Burdur Milletvekili Sayın Hasan Macit; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA HASAN MACİT (Burdur) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına, görüşlerimizi  sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama, Tarım ve Köyişleri Bakanın sözünü ettiği bazı  projelerin isimlerini vererek başlamak istiyorum. Köy kentlerin, Tarım Kentlerinin Oluşturulması, Bu Oluşumların Çiftçi, Üretici Organizasyonları ve Kooperatifçilikle Desteklenerek Bölgede Üretimin Yanında Ürün İşleme ve Pazarlama Fonksiyonlarının da Geliştirilmesi Projesi; Ürün Planlaması Projesi, Çiftçi Kayıt Sistemi Projesi, Alternatif Ürün Projesi, Tarımsal Üretimde Kullanılan Girdilerin Dünya Fiyatlarıyla Uyum Projesi, Doğan Buzağıların Desteklenmesi Projesi, Anadolu Alaca Sığır Irkı Geliştirme Projesi, Doğrudan Gelir Desteği Projesi ve Yem Bitkileri Destekleme Projesi.

Öte Yandan, Sayın Bakanımız "tarımsal üretim içinde hayvansal üretim payının bugünkü düştüğü yüzde 20'ler seviyesinden yüzde 70'lere çıkarılması temel projelerimiz ve uygulama alanımızdır" açıklamasını yaptı. Bu açıklamayı çok önemsemeliyiz; çünkü, bu açıklama, hayvancılığımızın yıllardır ihmal edilmişliğinin, uygulanan yanlış politikaların açıklamasıdır. Hayvancılığın geliştirilmesi için doğru projelerin ortaya konması, uygulanması hedeftir. Gelinen noktadan en küçük bir yavaşlamaya dahi izin verilmemelidir. Yoksa, geçmişte 296 000 hayvan ithal edip bugün bunlardan bir tanesini bile gösteremiyorsak, köylü bunun için borçlandırılıp bu borçları hâlâ ödemeye devam ediyorsa, burada bir yanlışlık var demektir. Bu yanlışlığa, geçmişte uygulanan iki destekleme yanlışıyla açıklık getirmek istiyorum.

1980'li yıllardan sonra ithal edilen süt ve süt ürünleri sonucu, köydeki süt üreten, süt hayvancılığı yapan, bakkallarda dahi bu ürünler satılır durumdayken, bu tabloda acaba Türk köylüsü mü desteklendi, yoksa, süt ithal edilen Hollanda üreticisi mi desteklendi? Bunun, 1995 yılında mayıs ayında, zamanın hükümeti, 1 Ocaktan geçerli olmak üzere, süt destekleme primlerini "gereği yoktur" diye kaldırarak -geriye yönelik- ne hikmetse, 1995 yılının son aylarında, siyasetin dalgalanması ve erken seçim kararı alınır alınmaz, 1 Aralıktan itibaren tekrar süt üreticisinin hatırlanması ve bu 1 Aralıktan geçerli süt destekleme primlerinin getirilmesi... İşte, böyle desteklemeler hayvancılığı bu hale getirmiştir.

Maalesef, 1990'lı yıllardan sonra, ne olduğu belli olmayan lop etlerin ithal edildiği ve bu ithalatın 1997'ye kadar devam ettiği süre içerisinde, acaba diyorum, Türk besi hayvancılığı ve bunu yapan üretici mi desteklendi, yoksa, ithal edilen ülkelerin besi üreticisi mi desteklendi diye sormak gerekir.

Bu projeler ve uygulamalar, tarımda verimsizliğin ortadan kaldırılması, köylünün hayat standardının yükseltilmesi içindir. Yani, köykentlerin oluşmasına katkı sağlayacak türdendir. Köykentler, köylünün çağdaş dünya ile buluşma projesidir; köylüye, insanca yaşayacağı ortamların yaratılmasıdır; kentlerin köylüleşmesinin önüne geçilmesidir.

Sayın milletvekilleri, hayvancılık, tarımsal üretim içinde katmadeğeri en yüksek olan bir sektördür. Onun için, hayvancılığımızı, Avrupa Birliği sürecinde yaşatmak, geliştirmek, rekabet edebilir seviyeye çıkarmak zorunluluğumuz vardır. Ülkemizin mevcut yapısında, hayvancılık, ağırlıklı olarak, çok küçük köy popülasyon hayvancılığı şeklindedir. Hayvancılığımızın gerçekten geliştirilmesi, ekonomik verimliliği olan optimal işletme büyüklüklerine dönüştürülmesine yönelik projelerin geliştirilmesiyle sağlanabilir. 100x2 kredili hayvan destekleri yerine, 10x20, 20x20 projeleri denenebilir. Desteklemeler ve hizmetler, üretici örgütleri vasıtasıyla verilirse, yetiştiricilerin örgütlenmesine de teşvik edilmiş olur. Bu örgütler, üretime ve verimliliğe dönük uzmanlık hizmeti de veriyorsa, daha da özendirilmesi gerekir.

Kooperatifçiliğin kitlesel tabanı küçük üreticidir. Küçük üreticinin, kooperatiflerine sahip çıkmasında, Bakanlığın denetleme, bilgilendirme, yönlendirme görevi vardır. Kooperatifler, üyesi olan işletmelere girdi sağlanmasından ürünün pazarlanmasına kadar birçok işlevi yerine getirirler. Bu hizmetler için de, kooperatifler, gerekli kayıtları da tutabilirler. Kooperatifler, salgın hayvan hastalıklarıyla mücadele ve hayvan hareketlerinin kontrolü dışında, hayvan hastalık ve zararlılarıyla mücadele edebilirler.

Yetiştirici birliklerinin soy kütüğü ve suni tohumlama çalışmalarının ülke geneline yaygınlaştırılmasının yanı sıra, Türkiye'de büyükbaş hayvancılığın geliştirilmesi, optimum düzeyde verim alınması için organize hayvancılık bölgelerinin kurulması ve bu bölgeler içinde de köy-kent projeleri bağlamında küçük ve orta boy hayvancılık işletmelerinin yapılandırılmasında büyük yararlar vardır. Örneğin, süt işletmeleri, besi işletmeleri, damızlık işletmeleri gibi.

Büyükbaş hayvancılığımıza verimlidir diyemeyiz; çünkü, ortalama 11 milyon büyükbaş hayvan varlığımıza karşılık, yıllık 10 milyon ton süt üretimimizden söz edilmektedir. Hayvan başına yıllık süt verimi ortalama 1 660 kilogram civarındadır. Hollanda'da ise, bir süt işletmesi, süt verimi yıllık  8 500 kilogramın altına inen hayvanları kesilmeye sevk etmektedir.

Tavukçuluğun, kültür balıkçılığının, arıcılığın, ipekböcekçiliğinin, mevcut ekosistemler içinde değerlendirilerek, kooperatifler aracılığıyla daha ileri seviyede desteklenmesi uygundur. Kooperatiflerin kendi bankalarını kurmaları teşvik edilmelidir. Tarım ve hayvancılık sigortaları, kooperatifler ve bankası tarafından yapılabilir. Tarım ekonomisinde, kayıtdışılığın önüne kooperatifler vasıtasıyla geçilir. Kooperatifçiliği gelişmiş illerin Gelir Vergilerindeki belirgin artış, bunların birer göstergesidir. Bunları sağlarken, Bakanlığın da yeniden yapılandırılması gerekir. Bakanlık, tarım ve hayvancılıkta araştırma, geliştirme ve sorumluluk almalı; bilgilendirme, yönlendirme, kontrol görevlerini ağırlıklı olarak yerine getirme durumuna gelmelidir.

Bakanlıkta, liyakat temeline dayalı bir norm kadro yapılanmasına geçilmeli, hizmetler branşlaşmalı, farklı branşlardan uzmanlara farklı hizmetler yaptırılmamalıdır. Yönetici atamalarında da belli esaslar ve kurallar getirilmeli ve uygulanırsa, atamalar bu çerçeve doğrultusunda yapılırsa, herkes tarafından kabul görür.

BAŞKAN - Sayın Macit, süreniz bitti.

HASAN MACİT (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bakanlık bünyesinde hayvancılık müsteşarlığı kurulup, taşrada örgütlendirilmeli, bu örgütlenme sağlanıncaya kadar, hayvancılık ağırlıklı olan yörelerin müdür kadrolarının veteriner hekim, yardımcılarının ziraat mühendisi; ziraat ağırlıklı bölgelerin ise, il müdür kadrolarının ziraat mühendisi, yardımcısının veteriner hekim olması meslekler arasındaki dayanışmayı artıracağı gibi, verimliliği de artırır.

Bir diğer önemli konu da, tarım reformudur. Ülkemizde, tarım reformu çalışmalarının hızlanarak devam etmesi dileğimizdir. Tarımda yapısal değişimin, dönüşümün sağlanmasıyla, tarımsal üretimde verimlilik ve kalite, gelişmiş ülkeler seviyesine çıkacak, rekabet edilebilirlilik noktasına ulaşacaktır. Ülkemizin kalkınmışlığından ancak o zaman söz edebiliriz.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Macit.

İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener'de.

Buyurun Sayın Erdener, yasal süreniz 7,5 dakika.(DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA YÜCEL ERDENER (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Tarım ve Köyişleri Bakanlığıyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Grubum ve şahsım adına hepinize saygılarımı sunuyorum.

Söz konusu bakanlığın bütçe tasarısındaki genel amacı, üretimin artırılması. Bu bağlamda, yeni bir yapılanma gereksinimlerinin gündeme gelmesi düşünülebilir. Tarım, insanlık tarihi boyunca önemli bir üretim sektörüdür. Tarımın diğer sektörlere sağladığı hammadde girdisi bakımından da önemi, günümüzde ve geleceğimizde yadsınamaz bir gerçektir ve tarım, politikalarüstü değere sahiptir.

Ülkemizde hızla artan nüfusun ortaya çıkardığı beslenme sorununun çözümü ve tarıma dayalı sanayimizin geliştirilmesi, birçok girdi yanında, özellikle, toprak ve su gibi doğal kaynaklarımızın akılcı bir şekilde kullanılarak birim alandan en üst düzeyde verim alınması çalışmalarında başarılı olması talebi, bizleri üretimin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulma görüntüsünü seyretmekten de kurtaracaktır.

Hiç kuşku yok ki, ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine bağlıdır. Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce yeterli bir altyapıya, iyi bir fiyat politikasına, üreticilerle sağlanacak olan kolaylıklara ve iyi bir örgütlenmeye verilecek önemdir.

Tarım sektörü, ülkemizde, giderek sanayi sektörüne kayışı nedeniyle önceliğini yitirmiştir. Oysa, tarım, temel ihtiyaç maddelerinin üretildiği bir sektördür ve tarım sektörü, doğal koşullara bağlıdır, üretim periyodu uzundur, üretim-tüketim zinciri içerisinde desteklenmektedir. Yatırımların azlığı nedeniyle bu sektörün desteklenme zorunluluğunu da ortaya koymaktadır. Ne var ki, bu desteklemelerin kitleye yeterince yansımaması, amaçların gerçekleştirilememesi, kalkınmaya yönelik hedefleri engelleyen unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz, coğrafî yapı ve ekolojik şartlar bakımından büyük bir potansiyele sahiptir.

Bu bakımdan, kaynaklar, akılcı ve planlı kullanılması durumunda, uluslararası rekabette varlığını ortaya koyma gücüne de sahip bulunmaktadır.

Hedefimiz, tarım sektöründeki sorunları ortadan kaldırmak, gelişmiş ülkeler düzeyine çıkmaktır. Bu çerçevede, her şeyden önce, Avrupa Birliğiyle oluşturduğumuz gümrük birliğinin tarım politikasıyla ilgili gereklerini sağlamak; daha da öte, kendimizi, Avrupa Birliğinin ortak tarım politikasına hazırlamak zorundayız.

Ülkemizde, toplum topraktan henüz kopmuş değildir. Çalışanların yaklaşık yüzde 35'i geçimini doğrudan doğruya tarımdan sağlamaktadır. 2001'in başında, 21 000 000 dolayında olan işgücünün yaklaşık 9 000 000'u tarımda çalışmaktadır. Bu 9 000 000'un yaklaşık 4 000 000'u ise, ücretsiz aile işçisidir. Aile işçileri, ekonomik, toplumsal, kültürel ve töresel yönden hep birbirine bağlıdır, hep birbirine bağımlıdır. Bunların ise yüzde 90'ı kadındır. Bu bağ, kasaba ve kentler geliştikçe zayıflamakta, ailedeki bu yapı, geleneksel olarak, siyasete de etki yapmaktadır.

Tarım sektörünün ulusal ekonomiye katkısı yüzde 15'lere kadar düşmüştür. Oysa, tarım sektörü, toplumun gıda ihtiyacının karşılanmasına önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır.

Bugün, çağın gündemine oturan, 1980'de başlayan, 1989'de soğuk savaşın bitmesiyle sermayenin dolaşımının hızlanması, teknolojik gelişme değişikliklerin sonunda süreklilik kazanması, sermaye etki alanının artmasıyla, yeni bir politik ortamla birlikte kürselleşmeyi, yani globalleşmeyi ortaya çıkarmıştır. Bu durum, az gelişmiş ülkelerde, merkez bankalarını iktidarsızlaştırmış, hükümet politikalarını etkisizleştirmiş ve sıcak paradan oluşan istikrarsızlığı sermaye piyasası ortamına taşımıştır.

Küreselleşmenin yarattığı sonuçlardan biri, Dünya Ticaret Örgütüdür. Bu örgüt, küreselleşmenin yaygınlaşmasını sağlayan uluslararası bir kuruluştur. Dünya Bankası, kendine üye ülkelerden, hükümet harcamalarını, hükümet kararlarını ve hükümet prosedürlerini kendi şemsiyesi altında toplamayı istemektedir. Serbest ticaret normlarını bütün dünyada egemen kılmayı amaçlayan ve 1995'te yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütüyse, kuruluş anlaşması ve eki anlaşmalarla, küreselleşmenin kurumsallaşması yolunda atılan önemli adımları ihtiva etmektedir. Bu örgütün 1999'daki gündeminde, dünya ticaretini daha da serbestleştirmek, başta tarım ürünleri olmak üzere hizmet alt sektörlerine yaygınlaştırmak vardır.

Türkiye'nin 1999 yılında Avrupa Birliğine aday ülke gösterilmesi, tarım politikasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Dünya Ticaret Örgütü, Tarım Anlaşması ve Avrupa Birliğiyle yakınlaşması söz konusu olunca, yeni tarım politikalarını saptama zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Küreselleşme, çağın bir gerçeğidir; ondan uzak durmak neredeyse olanak dışıdır.

Ayrıca, sübvanse edilen girdi kredileri ve temel ürünlerdeki fiyat desteklemelerine dayanan mevcut sistemin, zaman içinde, doğrudan gelir desteğini yürürlüğe koyarak, söz edilen tarımsal reform programı, devletin, tarımsal üretim ile tarımsal sanayi üretiminde doğrudan bir rol alması anlamındadır. Bu durum, uygulanan tarımsal destekleme politikaları, küçük çiftçilere destek sağlamanın en düşük maliyetli yöntemi değildir ve uygulanan piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak, kaynak dağılımını kötü etkilemektedir. Ayrıca, küçük çiftçilerden çok büyük çiftçilere yarar sağlamaktadır ve netice olarak, tarım alanında çok başlılık ve karar vermede tutarlığı da etkilemektedir.

Bu çerçevede, tarımda bugüne dek uygulanan tarımsal destekleme politikaları yerine, doğrudan gelir desteği politikası uygulanması istenmektedir. 2005 yılına kadar, tarımsal desteğin tamamen kaldırılması planlanmaktadır. Maliye Bakanlığının son açıklamasıyla, 2002 yılında, tarımsal desteğin süreceği açıkça belirtilmiştir. Doğrudan gelir desteği sisteminin ilke olarak benimsenmesi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığında yürütülen çiftçi kayıt projesinin yapılanması planlanmıştır. Önemli mesafe    -bitiyor efendim- alınan bu projenin Bakanlıkça hızlandırılmasını, aksaklıkların ortadan kaldırılmasını gönülden diliyorum.

Özellikle, konuşmamı, DYP'li arkadaşım, sözcü Ertugay'a hatırlatmakla bitirmek istiyorum. Buğday fiyatının destekleme alım fiyatları, geçen yıla oranla, yüzde 25 değil, yüzde 60,8 oranında artırılmıştır ve 164 000 TL/kilogram olarak belirlenmiştir ve Türkiye, bitkisel ürünlerde, net ithalatçı durumuna, ilk defa, büyük oranda 1990 ve 1992 yılından itibaren geçmiştir ve yoğun bir şekilde, ithalat, 1997 yılına kadar devam etmiştir.

Sonuç olarak, 2002 yılı bütçesi içinde yer alan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü katma bütçesi kabulünde dikkat edilecek gerçeğin başında, Bakanlıkça uygulanması istenilen tarım sigortası yasasının çıkarılmasındaki çabanın devamı ile tarım politikalarının bilimsel verilere dayanarak gerçekleşmesi ve kalkınmanın köyden başlayacağı ilkesine uyulması gelmektedir. Bu yapılanmayı gönülden destekler, tarım sektöründe aramızdan ayrılan, tarıma ömürlerini veren, eli öpülesi tarımcılarımızın ve hâlâ tarım sektörüne gönül verip, katkıda bulunan bütün çiftçi ve meslektaşlarımın çalışmaları ve başarıları önünde saygıyla eğilir, 2002 malî yılında, bütçemizin uygulanmasında, hükümetimize ve Bakanlığımıza başarılar dilerim.

Saygılarımla. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, üçüncü söz, Bilecik Milletvekili Sayın Sebahat Vardar'da.

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA SEBAHAT VARDAR (Bilecik) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımla selamlıyorum. Ulusumuzun ve tüm Müslüman dünyasının kutsal ramazan ayını ve yaklaşan bayramını kutluyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Son yüzyılda bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak, sağlık alanında büyük gelişmeler kaydetmiş olduğumuzu görüyoruz. Ancak, uzun yıllar yapılan çalışmaların istenileni vermediği ve ülkemizdeki sağlık hizmetlerinde beklenen iyileşmenin sağlanmadığı saptanmıştır. Hâlâ büyük sorunlar ile karşı karşıyayız.

Sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi ele alındığında, ülkemizin sağlık göstergeleri tatmin edici değildir. Nüfusun büyük bölümünün kırsal alanlarda yaşadığı dönemlerde kırsal sağlık hizmetlerine önem verilmişti. Ancak, ülkemizin nüfusunun giderek artan oranlarda kentleşmesi sebebiyle, sağlık sorunları iyice büyümüştür. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, sağlık alanında zaman zaman gazetelere yansıyan ahlakî yozlaşmanın önlenebilmesi için, Tam Gün Yasasını tekrar uygulamaya koymalıyız. Geçmişte hekim sayısının yetersizliği nedeniyle uygulanmasındaki güçlükler bugün için yoktur. Ayrıca, geçmişteki uygulamalardan alınan derslerle, günümüze uyumlu, yeni ve geliştirilmiş bir tam gün yasasını tartışmalıyız.

Doktorlarımız da, hastalar da ülkemizdeki sağlık sisteminden rahatsızdır. Bu olumsuzlukların yanında koruyucu hekimlik alanında önemli gelişmeler kaydettik. Temel sağlık hizmetlerinin Türkiye'nin en ücra köşelerine kadar götürülmesini sağlayan sağlık servisi modeliyle en önemli hizmetler sunulmuştur.

1990'lı ve öncesi yıllarda devlet hastanelerinin durumunu hepimiz biliyoruz. Parası olan vatandaş sağlığı satın alıyordu. Sağlık hizmetlerinin devlet tarafından yapılması gereğine inanıyorum. Eğer elini kaldıracak takati olmayan yoksul vatandaşa parası yok diye bakılmıyorsa ve kaderine terk ediliyorsa, iyileştirilmiyorsa, devlet, sosyal devlet olma özelliğini yitirmiş demektir. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğuna inandığımız Türkiye Cumhuriyetinin hedefi, her vatandaşının sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlamasıdır. Çağdaş toplumlarda, devlet, birey için vardır. Bu nedenle, devlet anlayışının, vatandaşına hizmet götürmek ve onun ihtiyaçlarına cevap vermek felsefesine dayandırılması gerekir.

Ülkemizde uygulanan sağlık politikaları, özellikle son on yıl içerisinde çok çeşitli aşamalardan ve tartışmalardan geçmiştir. Ülkenin her yerinde, sağlık ocakları, sağlık evleri açılmış, devlet hastaneleri inşa edilmiş olmasına rağmen, bunlara doktor ve sağlık personeli göndermekte sıkıntılar yaşanmaktadır.

Bu olumsuzluğun giderilmesinde, Sağlık Bakanımıza ve hükümetimize büyük görevler düşmektedir. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki yıl, bu tablo değişecektir.

2002 yılı genel bütçesinden Sağlık Bakanlığına ayrılan pay 2,40'tır. Bu payın, toplumumuzun sağlık hizmetlerini karşılamak ve hizmeti yükseltmek için yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz. Kalkınmış ülkelerde olduğu gibi, gayri safî millî hâsılanın en az yüzde 5 ve 6'sının sağlık hizmetlerine ayrılması gerekmektedir.

Ülkemizin sağlık sorunlarını, ancak, payın artırılması ve öncelikle, sağlık yönetimi ve sağlık planlaması konularını bilimsel bir temelde, ciddiyetle ele almamız ve hayata geçirmemizle aşabiliriz.

Sağlıktaki sorunların giderilmesi, değişen dünya ve ülkemiz koşullarına ve Avrupa Birliği sağlık politikasına uyum sağlamaya, halkın sağlık düzeyini yükseltmeyi amaçlamaya yönelik olarak Sağlık Bakanlığının gerekli çalışmalara başlaması ve uygulamaya geçmesi mümkündür.

Bunun yanında, tüm sağlık personelinin ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, özendirici hale getirilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, yurt çapında verilecek sağlık hizmetinin kalitesi artırılabilir, vatandaşımız sağlık yönünden mutlu edilebilir. Diğer önemli sağlık politikalarının başarısı da buna bağlıdır. Sağlık alanındaki ortak çabaların başarılı olabilmesi için, uzun vadeli planlara ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, gelecek yılları kapsayacak isabetli tahminlere dayanan araştırmaların teşvik edilmesi ve bu yönde etkin işbirliği yapılması gerekmektedir. Kaliteyi önplanda tutacak politikalar üretilerek, verimli, şeffaf çalışmalar sürdürülmelidir. Keyfî uygulamalara son verilmelidir.

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Bütçeye konulan paraların kullanımında daha dikkatli ve programlı olmamız gerekmektedir. Harcanan her kuruşun hesabı halka verilmelidir. Ayrıca, bütçe dışından elde edilen fon gelirleri, döner sermayelerden ve özel sağlık kurumlarından elde edilen gelirlerin toplamının ne kadar olduğunun ve ne şekilde kullanıldığının da kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.

Okul çağı çocuklarında diş çürüğü, boğaz hastalıkları, bağırsak parazitleri en sık görülen sağlık sorunlarının başında gelmektedir.

Bulaşıcı hastalıklar, önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Aşıyla korunabilen hastalıklarda önemli azalmalar olmasına rağmen, tüberküloz ve sıtma, sorun olmaya hâlâ devam etmektedir.

Çevre sağlığı sorunlarının büyümesi, kişisel hijyen alışkanlıklarının yeterli ölçüde gelişmemiş olması, bu tabloyu ağırlaştırmaktadır. Vakit kaybedilmeden Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı ile sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek halkın bu konularda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi için projeler üretmeleri ve uygulamaları gerekmektedir. Bu, ülkemiz için çok önemli bir konudur ve üzerinde durulmalıdır.

Sağlık Bakanlığında temel sağlık hizmetlerini veren tüm doktor, ebe ve hemşirelerimizin ve diğer sağlık personelimizin, çocuk felciyle savaşımda gösterdikleri büyük başarı övgüye değer niteliktedir. Bu özveri sonucu, son üç yıldır ülkemizde hiçbir çocuk felci vakası görülmemiştir.

Çeşitli kurumların elinde bulunan ve sağlık hizmeti sunan sağlık kurumları, bir yönetim altında toplanarak, hizmet kaliteleri yükseltilmelidir. Hastanelerin farklı bakanlıklara ve kurumlara bağlı olması nedeniyle, sağlık hizmetinin eşit, sağlıklı ve istenen düzeyde verilmesi mümkün olmamaktadır. Aynı kent içinde, bakıyorsunuz, farklı kurumlara bağlı 3 hastane yapılmış. Hem başvuran hasta sayısı hem verilen hizmetin kalitesi açısından çok farklı bu 3 hastanenin olanakları birleştirildiği takdirde, hizmet, bina, yatak, personel  ve ilaç israfının yarıya  indirilmesinin mümkün olabileceği kolayca görülebilir.

BAŞKAN - Sayın Vardar, 7,5 dakikanız bitti.

SEBAHAT VARDAR (Devamla) - Müsaadenizle... Az kaldı.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim. Müsaade sizin. Borç yiyen, kesesinden yer!..

SEBAHAT VARDAR (Devamla) - Üniversitelerle işbirliği yapılarak, tam teşekküllü bölge hastaneleri ve bu hastanelere bağlı yerel hastaneleri yaygınlaştırmamız gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu görüş ve düşüncelerle Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, büyük bir özveriyle çalışarak halkımıza şifa dağıtan tüm sağlık personelimize buradan şükranlarımı sunarak, sözlerime son vermek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Vardar, teşekkür ediyorum.

Şimdi söz sırası, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Karslıoğlu'nda. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Karslıoğlu, süreniz 7,5 dakika; yani yine sürenizi vereceğim.

DSP GRUBU ADINA MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 mali yılı bütçesiyle ilgili görüşleri açıklamak üzere Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına en içten saygılarımla selamlarım.

Sağlık Bakanlığına bağlı katma bütçeyle idare edilen genel müdürlük olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, başka ülkelerden gelebilecek karantina hastalıklarına karşı ülkemizin korunması amacıyla 1838 yılında II. Mahmut tarafından kurulmuştur. 1923 yılında Lozan Antlaşmasından sonra "İstanbul Limanı ve Boğazları Sıhhiye Müdüriyeti" kurulmuş, 1924 yılındaysa adı "Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü" olarak değiştirilmiştir. 20 Temmuz 1936 tarihinde de Montrö'de imzalanan Boğazlar Rejimi Hakkındaki Mukavelenameyle, Genel Müdürlüğün görevlerinden olan Boğazlardan geçecek gemilerin tabi olacakları koşullar aydınlığa kavuşturulmuştur.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Uluslararası Sağlık Tüzüğü, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmi Kanununun verdiği yetki çerçevesinde, aşağıdaki görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.

Bilindiği gibi, ülkemizin, dünya coğrafyasında önemli bir yeri vardır ve 8 400 kilometre sahili vardır, 2 800 kilometre kara sınırı vardır, 8 ülkeyle de komşudur. Onun için, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü önemli bir kamu kurumudur ve önemli görevleri vardır, çok önemli sorunları vardır; kısaca onlardan bahsedeceğim.

Başlıca görevleri, Uluslararası Sağlık Tüzüğünde yer alan karantina hastalıklarının, Dünya Sağlık Örgütünün belirlemiş olduğu enfekte bölgeler listesi göz önünde bulundurularak, deniz, hava ve karayoluyla ülkemize giriş ve çıkışına engel olmak; limanlarımıza yanaşacak olan veya Boğazlarımızdan transit geçecek gemilerden, Uluslararası Sağlık Tüzüğüne göre alınan deniz sağlık bildirimi neticesinde, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmi Kanunu ile genel yönetmelik ilgili maddelerine dayanarak, bu gemilerden, ülkemizin sağlık işlerinde kullanılmak üzere serbest veya transit gemi sağlık rüsumu tahsil etmek; gemilerde yolcu ve mürettebatın sağlık denetimini yapmak; gemi, yat, yolcu motorlarının sağlık yönünden uluslararası standartlara uygunluğunu tespit etmek ve uygun olanlara medikal sertifika düzenlemek; yurdumuza yurtdışından gelen gemilere gerekli sağlık sorgusunu yaparak pratika düzenlemek; liman, havalimanı, kara hudut kapıları, gümrüklü alanlara yurtdışından giriş yapan araçların dezenfeksiyon, dezensektizasyon ve deratizasyon işlemlerini yapmak ya da yapıldığını denetlemektir.

Ülkemizde bu hizmeti vermeye yetkili tek kuruluş olmasına karşın, bu hizmetlerin verilmesi için ihtiyaç duyulan personelin istihdam edilememesi nedeniyle, kurum, sadece denetleme görevi yapabilmektedir.

Limanlar, havalimanları, kara hudut kapıları ve gümrüklü alanların her türlü çevre sağlığı denetimini yapar, gemilerden atıkların uzaklaştırılmasının sağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlar; yurtdışına çıkacak olan araçların ihtiyacı olan su ve kumanyaların denetimini yapar; gemi adamlarının sağlık durumlarının faal olarak denizde çalışmaya elverişli olup olmadığını tespit eder; limanlar, havalimanları, kara hudut kapıları ve gümrüklü alanlarda acil yardım ve diğer sağlık hizmetleri verir; ülkemizden iş veya turistik amaçlı yurt dışına gidecek olan kişilerin istekleri doğrultusunda gidecekleri ülkelerde karşılaşabilecekleri bulaşıcı hastalıklar ve korunma yolları hakkında bilgi verir ve uluslararası geçerliliği olan aşı sertifikası düzenler; Türk limanları arasında çalışan, kabotaj hakkına sahip 250 tona kadar olan Türk gemilerinde bir yıl geçerli olan yıllık gemi sağlık cüzdanını düzenler. Yurda giriş ve çıkışı yapılacak olan cenazelere, Uluslararası Cenazeler Nakil Anlaşmasına göre gerekli kontrolü yapar ve ayrıca da, bütçesinde onaylanmış olan projeleri gerçekleştirir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 2548 sayılı Gemi Sağlık Resmî Kanunu gereğince, verdiği bu hizmetlerin karşılığında belli bir ücret almakta; elde ettiği bu gelirleriyle, hazineden yardım almadan tüm giderlerini karşılayan ender kuruluşlardan biridir. Elde ettiği bu gelirler, Lozan Antlaşması gereğince, sadece ülkemizin sağlığı için harcanmakta ve hazineye devredilmemektedir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçesine baktığımız zaman, 4 trilyon 645 milyar liralık bir bütçesi vardır ve bu bütçenin 3,5 trilyon lirası personel ve diğer cari harcamalarında, 1 trilyonu ise yatırım transferlerinde kullanılacaktır.

2002 malî yılı bütçesinde olumlu bulduğumuz başlıca gelişmeler:  Sağlık denetleme ve acil sağlık hizmetlerinde kullanılmak üzere 5 adet helikopter ambulans, 10 adet sağlık denetleme hizmet motorbotu, 10 adet deniz acil yardım sağlık motorbotu, 4 adet deniz ambulansı alımına ilişkin projeler ile kuruma ait hizmet binalarının yapımı, onarımı ve modernize edilmesi, makine, teçhizat ve çeşitli hizmet alımlarına ilişkin projelerin 2002 malî yılında gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün bellibaşlı sorunlarından ve bu sorunların çözüm yollarından da kısaca bahsetmek istiyorum.

Artan iş hacmi ve hizmetin yoğunluğu, teşkilat yapısının geliştirilmesini, Genel Müdürlüğün tüzelkişilik olarak varlık kazanmasını mecbur hale getirmiştir. Bu sebeple, beş yılı aşkın süredir kuruluş kanunu çıkarma hazırlıkları sürdüğü halde, çeşitli engeller yüzünden yasa haline getirilmesi mümkün olmamıştır ve bu yasanın bir an önce çıkarılması, artık zorunlu hale gelmiştir.

1930'lu yılların şartlarına uygun olarak düzenlenen mevzuat, 2000'li yılların şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Günün koşullarına cevap verecek yasal düzenlemeler hızla yapılmalıdır.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, yılların ihmalinin getirdiği personel, araç ve ekipman sorunlarıyla karşı karşıyadır. 1984 yılında 52 hizmet birimi 24 saat açık olarak hizmet veren ve 455 personelle faaliyet gösteren kurumun, bugün hizmet birimlerinin sayısı 82'ye ulaşmış olmasına karşın, personel sayısında bir değişiklik olmamıştır.

BAŞKAN - Sayın Karslıoğlu, 8 dakika oldu; takdir sizin... Toparlayın efendim.

MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) - Çok kısa, bir iki dakika...

BAŞKAN - Tabiî efendim... Ben hatırlatmak için söyledim; buyurun.

MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) - Mevcut motorbotlar, deniz ambulansı, acil yardım botu ve helikopter ambulansları bakım, onarım ve çalıştırılmalarında gerekli personelin 657 sayılı Kanuna göre istihdamı mümkün olmamaktadır. Yani, burada, kaliteli elemanlar bu fiyata çalışmamaktadır. Bu tür personelin sözleşmeli olarak çalıştırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Kuruma ait hizmet birimleri binalarının yetersiz ve hizmet vermede gerek duyulan niteliklere sahip olmamasının yanı sıra, aynı sahada hizmet veren diğer kurumların yanında çağdışı bir görünüm sergilemektedir. Bu da ülkemize gelen yabancıların zihinlerinde güvensizlik ve ülkemiz hakkında yanlış düşüncelerin oluşmasına neden olmaktadır. Artık, ülkemiz, turizmde öne çıkan bir ülkedir; bu olumsuzluklar kısa zamanda düzeltilmelidir.

Hizmetin kalitesi ile veriminin artırılması ve gelir kaybının önlenmesi için modern telsiz ve on-line bilgisayar sistemlerinin acilen kurulması ve bu projeyi yürütecek nitelikli elemanların istihdam edilmesi gerekmektedir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, idarî, malî, personel istihdamı konusunda özel bir kuruluş olmalıdır. Kısa vadede bu sorun çözümlenemiyorsa, kurum tüm tasarruf tedbirlerinden muaf tutulmalıdır. Döviz bazında elde ettiği gelirlerin değer kaybının önlenmesi için, bir devlet bankasında ya da özel bankada nemalandırılmalıdır.

Nitelikli personel ihtiyacı için, en azından benzer kuruluşlar kadar maaş iyileştirilmesi veya 24 saat hizmet veren personelin fazla çalışma ücretlerinin ödenmesi, sözleşmeli personel çalıştırılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

Sözlerime son vermeden önce, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2002 malî yılı bütçesinin ulusumuza, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisi en içten saygılarımla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Karslıoğlu teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Silifke ile Tarsus arasında muazzam bir sel felaketi var. İçel Vilayetindeki insanlarımıza geçmiş olsun diyorum efendim. İki de kayıp var şimdilik.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına görüşmeler tamamlandı.

Birleşime saat 23.25'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 23.15

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 23.30

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 34 üncü Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz; ancak, istirham edeceğim efendim, herkes sürelerini çok dikkatli kullansın, sayın bakanlar için de bu geçerli; çünkü, bazı bakanlarımız, bölge milletvekilleriyle beraber İçel'e hareket edecekler sabaha karşı; onların da istirahata ihtiyacı var.

Ayrıca, bütçeden sonra bir kanunumuz var biliyorsunuz. Onun için, istirham edeceğim efendim, müsamaha istemeyin.

II.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900; 3/898; 3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü  2002 Malî Yılı Bütçesi

2.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAĞLIK BAKANLIĞI (Devam)

1.– Sağlık Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.– Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldı.

Şimdi, şahıslar adına, lehte, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim Konukoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Nasıl lehte olacak bilemiyorum; üzerinde konuşacaksınız gibi geliyor, çok da lehte olmaz yani...

Süreniz 10 dakikadır.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde sağlık personeli ve sağlık tesisleri dağılımında büyük dengesizlik vardır. Hekim başına düşen kişi sayısı da, kişi başına düşen yatak sayısı da bölgelere göre çok farklıdır. Bütün bu olumsuzlukların yanında, Sağlık Bakanlığı hastaneleri de verimsiz olarak kullanılmaktadır. Personel ve cihaz dağılımı da çok dengesizdir. Kurulan pek çok hastanede doktor yok, cihaz yoktur.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaşayan insanlarımızın yüzde 51,6'sı SSK, yüzde 20,8'i Bağ-Kur, yüzde 18'i Emekli Sandığı, yüzde 2'si de diğer kuruluşlar olmak üzere, yüzde 93'ü sosyal güvenlik şemsiyesi altındadır; buna, nüfusun yüzde 17'sini bulan 11 milyon yeşil kartlıyı da eklersek, sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı ve yeşil kartlı sayısı ülke nüfusundan fazla olmaktadır. Hatta, pek çok kişinin, birden fazla sosyal güvenlik kuruluşundan faydalandığı görülmektedir. Bu nedenle, bir an önce, genel sağlık sigortasına geçilmelidir. Böylece, sosyal güvenlik kapsamı dışında imkânı olandan prim alınmalı; imkânı olmayan fakir vatandaşlarımızın primleri devlet tarafından ödenmelidir.

Devlet hastaneleri özerk hale getirilmeli; rekabet ortamı sağlanmalıdır. Böylece, bu hastaneler, kâr zarar hesabını yapar, ihtiyacına göre kendi personelini alır, verimli bir sağlık işletmesi haline gelir. Bunların yönetimleri, yerel yönetimlere ve çalışanlara bırakılır. Devlet de, hastaneleri finanse edeceğine, fakir vatandaşlarının sigorta primini öder. Sağlık Bakanlığı da, sağlık hizmeti sunan, hastane işleten bir bakanlık yerine, ülkenin sağlık politikasını belirleyen, yönlendiren ve kontrol eden bir bakanlık haline gelir.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığında koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan pay giderek düşmektedir. Bu yıl daha da düşmüştür. Türkiye gibi bulaşıcı hastalıkların fazla olduğu, aşıyla korunabilen hastalıkların sık olduğu ve nüfus artışının fazla olduğu ülkelerde koruyucu sağlık hizmetleri çok önemlidir. Bütün imkânsızlığa rağmen, aşılamayla önemli sonuçlar alınmıştır. Türkiye'de üç yıldır çocuk felci görülmemesi, yıllarca yapılan aşılamanın sonucudur.

Ülkemizde kronik böbrek yetmezliği tanısı konulan 20 500 hastanın diyalize girdiği bilinmektedir. Kronik böbrek hastalığının, diyaliz ve böbrek naklinden başka çaresi yoktur. Diyaliz, devamlı yapılmak zorunda olup, zor ve zahmetlidir. Esas amaç, böbrek nakliyle bu hastaların tamamen düzelmesinin sağlanmasıdır. 2001 yılında yapılan 128 böbrek nakli, 20 500 hasta sayısına göre çok azdır. Bu nedenle, organ nakil merkezleri kurulmalı ve desteklenmelidir.

Sağlık personeli, doktoru, hemşiresi, ebesi, sağlık teknisyeni ve diğer personeller olarak, zor şartlarda, ülkenin her köşesinde hizmet vermektedir. Gördüğü eğitimin, yaptığı zor ve sorumlu görevin gereği hak ettiği ücreti alamamaktadır. 57 nci hükümet, devlet personelinin ücretlerini düzenlemek için iki kere yetki almasına rağmen, bunu yapmamıştır. Bir an önce sağlık personelinin hakkı olan ücreti alması sağlanmalıdır.

Sağlık Bakanlığı, tıbbî yanlış uygulamalarla ilgili bir kanun tasarısı hazırlamıştır. Bu yasayla, hekimin meslekî hatalarından dolayı yol açtığı zararlar için, hasta ve yakınlarına dava açma ve tazminat yolu açılacaktır. Buna karşı çıkmak elbette mümkün değildir; ancak, günde 100-150 hasta bakmak zorunda olan, 24 saat nöbet tuttuktan sonra bile çalışmak zorunda kalan bir hekimin hata yapmaması mümkün mü? Ayda 500-600 milyon maaş alan bir hekim, milyarlarca lira tazminata mahkûm olursa bunu nasıl ödeyecek? Hekim, kendini tazminata karşı sigorta ederse, sigorta primini nasıl ödeyecek?

Sayın Bakan, 39 ilde, 72 devlet hastanesinde vardiyalı çalışma sistemi uygulamasının başarıyla sürdüğünü belirtiyor; ama, gerçek bu değildir. Vardiyalı sistem, aslında, bölgelerarası dengesizliğin ispatıdır. Bu sistem, doktor ve sağlık personeline eziyetten başka bir şey değildir. Maalesef, başarısız olan bu sistem, inat nedeniyle sürdürülmektedir. Sayın Bakan, bir vardiya saatinde kaç doktor ve sağlık personeli çalıştığını, kaç hasta bakıldığını açıklamalıdır. Faydasız olan bu sistemden derhal vazgeçilmelidir.

Sağlık Bakanlığı, doğu ve güneydoğu illerindeki bazı merkezlerde hekim eksikliği nedeniyle, yakın illerdeki hekimleri geçici görevle bu illere göndermektedir. 1-3 ay gibi sürelerle gönderilen bu insanlar, çoluğundan çocuğundan ayrılmanın ötesinde, geçimini sağladığı muayenehanesini de kapatmak zorunda kalmaktadır. Görev bekleyen pek çok hekim varken, bu kadroların boş durması bir eksiklik olup, düzeltilmelidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde doktor sayısının 90 000 olduğu tahmin ediliyor. Ülkemizde, 2000 yılı itibariyle, 47 olan tıp fakültelerinden yılda yaklaşık 5 000 doktor mezun olmaktadır. Önümüzdeki yıllarda ihtiyaçtan çok fazla doktor olacaktır. Bir doktorun devlete maliyeti çok yüksek olup, işsiz ve boş kalan doktor devletin zararına olacaktır. Sağlık Bakanlığı, bir an önce, YÖK'le temasa geçerek yeteri kadar doktor yetiştirilmesini sağlamalıdır. Mezun olan doktorlar arasında da yetişmeden dolayı büyük farklar vardır. Yeterli bilgi ve beceri sağlayamayan fakülteler için de tedbir alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bir doktorun hatası bir insan hayatına mal olabilir.

Gelişmiş tıbbî cihazlar çok pahalı olup, birkaç yılda demode olup, değerini kaybeden cihazlardır. Maalesef, hiçbir plana, programa tabiî olmadan, ülkemize çok çeşitli ve fazla sayıda cihaz girmiştir. İstanbul İlindeki manyetik rezonans, tomografi gibi cihazların sayısı, gelişmiş ülkelerin çoğundan fazladır. Bir an önce bunların sayısı ve yaşı belirlenerek, artık, fazla olanların ithaline izin verilmemelidir.

Değerli milletvekilleri, ben, şahsım adına, bu konuşmayı lehte olarak almıştım; ancak, bazı yanlışları da burada söylemek gerekir.

Sayın Bakan, daha önce, Bakanlıkta, Müsteşar ve Tedavi Hizmetleri Genel Müdürünün idare ettiği bir vakıf olmasına rağmen, kendi ve yakınları adına yeni bir vakıf kurdurmuştur. Türksev adındaki bu vakfın kurucularının tamamı, Sayın Bakanın kendisi ve yakın arkadaşlarıdır. Bu vakfa, Sağlık Bakanlığının 3418 sayılı Kanunla sağlanan gelirlerinden, usulsüz olarak, 2000 ve 2001 yılında 45 milyar para aktarılmıştır. Bu vakfın amaçlarından biri de, kurucularına destek olmaktır.

Atatürk'ün halkın sağlığına hizmet için tahsis ettiği Yalova termal kaplıca ve tesisleri, esas amacı dışında bu vakfa tahsis edilmiştir.

Yine, Sağlık Bakanlığına yapılan başvuru ve ruhsat gibi değişik işlemlerde de, bu vakfa zorla bağış yaptırılmaktadır.

Memba suyu işletmecilerinin damacana kapaklarını tespit ettikleri ve başka su dolumunu önleyen hologramlı bandrollerin bu vakıftan alınması için yönetmelik çıkarılmıştır. Bu sayede, su işletmecilerinin daha önce 9-10 000 liraya aldıkları bu bandroller, Türksev Vakfı tarafından 30 000'e satılacak ve vakfa, yılda, 10-15 trilyon lira gelir temin edilecektir.

Türksev Vakfının satacağı hologramlı bandrol ile su işletmecilerinin kullandığı arasında esasen fark yoktur; farkı, fiyatıdır. İki hologramlı bandrol de, su işletmecisi kontrolünde kullanılmaktadır. Amaç, vakfa trilyonların akıtılmasıdır.

Sayın Bakan göreve geldiğinden beri, müsteşardan başlayarak genel müdürler ve daire başkanları olmak üzere, her makamdaki bürokratı en az   2-3 kere değiştirmiştir; kendi getirdiklerini bile 2-3 kere değiştirmiştir. Göreve iade edilmeler nedeniyle her unvanlı görevde 2 kişi olup, her unvanlı görev için 2 kişi maaş almakta ve devlet zarara uğramaktadır.

BAŞKAN - Sayın Konukoğlu, son 80 saniyeniz.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde tasarruf nedeniyle, bir köye bir minibüsle gitti; basın da arkasından, makam arabası ve 40-50 araçlı konvoy gittiğini gördük. Tasarrufun böylesi herhalde ilk defa oluyor.

Sayın Bakan, gerçekten çok becerikli! Sağlık Bakanlığındaki resmî görevli personele, bakanın onayıyla dernek ve şirket kurduruyor. Şirket adresi olarak, Sağlık Bakanlığı (D) Blok gösteriliyor. Tüm valiliklere, tüm hastanelerin bilgisayar alımlarını bu şirketten yapması için genelge gönderiyor; bu şirkete, hastane döner sermayesinden 500'er dolar ödetiyor.

Sayın Bakan, gerçekten, basındaki tiplemeleri, bakanlıktaki padişahları andırır yönetimiyle Sağlık Bakanlığında unutulmayacak çok şey yapmıştır. Türkiye'deki sağlık sistemi için yaptığı hiçbir şey bulamıyorum; çünkü, olumlu hiçbir şey yapmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; lütfen, toparlarsanız memnun olurum.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu hükümetin yapamadığı genel sağlık sigortası ve sağlık reformu muhakkak çıkacaktır. Türk insanı, hak ettiği kaliteli sağlık hizmetine bu hükümetten sonra muhakkak kavuşacaktır. Bu umutla, 2002 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor; saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası, Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nda idi...

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

İki kişiye lehte veremeyeceğimize göre... Böyle bir imkanımız yok.

Buyurun Sayın Ertugay.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Efendim, Demokratik Sol Parti sözcüsü konuşmasında ismimi kullanarak bir sataşmada bulundu.

BAŞKAN - Geçen oturumdaydı...

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Hayır, bu oturumda...

BAŞKAN - Hayır efendim, geçen oturumdu. İstirham ederim efendim.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Yani, aynı konu, aynı görüşme devam ediyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Dördüncü oturumdaydı Sayın Ertugay.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Güven, İçtüzük çok açık; aynı oturum içinde söz istenirse oluyor. İstirham ederim efendim; yani, siz, biliyorsunuz.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, bu tutum size yakışmıyor.

BAŞKAN - Sataşma da yoktu. Ben dinledim, zatıâlilerinizin söylediği düşük taban fiyatına "hayır, bu sene düşük değil, daha yüksek verdi" dediler.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - İsmimi kullanarak söyledi; onun için cevap hakkı doğdu.

BAŞKAN - Efendim, tabiî isminizi kullanacak.

Zaten söz veremiyorum efendim, ama, ben açıklığa kavuşturdum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, yarın konuşur.

BAŞKAN - Nasıl yarın konuşur efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) - İçtüzükte var ya, bir birleşim sonra...

BAŞKAN - İçtüzükte ne var efendim; "benim lafım yanlış anlaşıldı" der. Sataşmadan söz verilmez ama, biliyorsunuz.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Daha önceki toplantılarda, bu tip uygulamalarda, böyle yaptınız. Olmadı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Zatıâlilerinizin süresi 15 dakika; 15 dakikada keseceğim.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Bakanlığımızın 2002 malî yılı bütçesini sunmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, sağlık, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Anayasamızın 56 ncı maddesi de, kişinin sağlıklı bir yaşam sürebilmesi amacıyla koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini düzenleme yetkisini, devlete vermiştir. Bu doğrultuda, Bakanlığımızın temel politikası, sağlık hizmetlerinin, kişiye, etkili, ulaşılabilir ve kaliteli bir şekilde sunulmasıdır.

57 nci hükümetin Sağlık Bakanı olarak, sağlık hizmetleri alanında dünyada kabul gören ortak ilkeler ışığında ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve programı çerçevesinde, 2001 yılında yapabildiklerimizi, ülkemizin sağlık alanındaki öncelikli sorunlarını ve bunlarla ilgili planlarımız sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 2001 yılında yaptıklarımızı sunmak istiyorum. Bakanlığımıza sağlanan bütçe payıyla, bir yandan sağlık hizmeti sunarken, diğer yandan da bu hizmetin geniş kitlelere ulaştırılabilmesi amacıyla, çeşitli sağlık yatırımları gerçekleştirilmiştir. 2001 yılı yatırım programında, 1 494 adet muhtelif sağlık tesisi projesi yer almakta olup, 700 adedinin inşaatına başlanılmamıştır. Devam eden yatırımlarımızın inşaatlarında kullanılmak üzere, bu yıl içerisinde, genel bütçeden 66 trilyon Türk Lirası ile 3418 sayılı Kanunla sağlanan ek kaynaktan 77 trilyon Türk Lirası olmak üzere, toplam 143 trilyon Türk Lirası ödenek tahsis edilmiş ve ilgili kuruluşların bütçelerine aktarılmıştır. Bakanlığımızca, 2001 yılı içerisinde, 31 hastane, 63 sağlık ocağı, 55 sağlıkevi, 4 sağlık meslek lisesi, 4 anaçocuk sağlığı merkezi, 1 verem savaş dispanseri ile 2 sağlık müdürlüğü hizmet binası inşaatları tamamlanmıştır.

Bakanlığımız, koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendirmeyi, birinci öncelik olarak görmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye genelinde, 6 298 sağlık ocağı planlanmış olup, 5 750 adet sağlık ocağı faal durumdadır. Biraz evvel, konuşmacı arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, burada, rakamlar farklı bildirilmiştir. 14 817 pratisyen hekim bu ocaklarda çalışmaktadır ve sadece, 393 ocakta hekim yoktur. Bu kuruluşlarda, tüm koruyucu hizmetler ve birinci basamak tedavi hizmetleri, en iyi şekilde verilmeye çalışılmaktadır.

Bağışıklama programı, koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında, öncelikli hizmetler arasında yer almaktadır. Ülke genelinde, her yıl doğan 1 360 000 bebek, boğmaca, difteri, tetanos, kızamık, çocuk felci, verem ve hepatit-B hastalıklarına karşı, ücretsiz olarak aşılanmaktadır. Sıfır yaş grubu çocukların en az yüzde 90'ını, rapelleriyle birlikte tam aşılı hale getirme, tanımlanmış risk gruplarını hepatit-B'ye ve tespit edilen tüm gebeleri tetanosa karşı aşılama faaliyetleri, çok ciddî bir şekilde yürütülmüştür. Rutin aşılama programında kullanılan aşılar ile halka ücretsiz olarak verilen kuduz aşısı, kuduz serumu ve yılan serumu da, yurt dışından satın alınmış ve yürütülen programlar doğrultusunda, ücretsiz olarak halkımıza sunulmuştur.

Bakanlık olarak, polio eradikasyonuna verdiğimiz önem doğrultusunda yürüttüğümüz yoğun çabalar sonucu, ülkemizde, son üç yıldır çocuk felci vakası görülmemiştir. Bu doğrultuda, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesine, poliodan arındırılmış ülke sertifikası almak için başvurulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; acil sağlık hizmetleri, bugün itibariyle 81 ilimizde, 415 istasyonda, 562 ambulansla, yaklaşık 10 000 kişilik personelle yürütülmektedir. İlk on ayda, toplam 117 973 hasta ve yaralıya hiçbir ücret alınmadan hizmet götürülmüştür. Bu vakaların yüzde 13,7'sine yerinde müdahale edilmiş, yüzde 56,4'ünün ise hastanelere nakilleri sağlanmıştır.

Bu hizmetlerin desteklenmesi amacıyla, 243 adet, uluslararası standartlara uygun, içerisinde reanimasyonun ve cerrahî müdahalelerin gerçekleştirilebileceği kara ambulansları alınmıştır. Yürütülen çalışmalar sonrası, Ambulanslar ile Özel Ambulans Servisleri ve Ambulans Hizmetleri Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle, hizmetlerin standartları belirlenmiş ve özel ambulans işletmeleri disipline edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önem verdiğimiz hizmetlerden bir diğeri ise, çevre sağlığı hizmetleridir. Çevre sağlığı denetimlerinde etkinliğin sağlanması amacıyla, değişen ve gelişen teknolojiyi de dikkate alarak, araç gereç ve malzeme açısından tüm teşkilatımız desteklenerek, etkin ve verimli çevre sağlığı hizmeti verilmesi sağlanmıştır.

Ülkemizin en önemli ekonomik sektörlerinden biri olan turizm sektöründe personel eğitimine önem verilmiş ve Mavi Bayrak projesi yürütülmüştür.

Halkın beslenmede bilinçlendirilmesini amaçlayan Toplum Beslenmesi Eğitim Programı geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuştur.

Ülkemizde ölüm nedenlerinin başında gelen kalp hastalıklarından, halkın sağlıklı beslenme yoluyla korunabilmesini amaçlayan "sağlıklı beslenelim, kalbimizi koruyalım" projesi kapsamında çalışmalara devam edilmektedir.

Çevre ve gıda sağlığı hizmetlerinin etkinliği için önemli bir unsur olan halk sağlığı laboratuvarlarının yaygınlaşmasını amaçlıyoruz. 2001 yılı itibariyle 81 halk sağlığı laboratuvarı faaliyet göstermektedir. Bu laboratuvarlarda 35 000 gıda maddesinin kimyasal analizi, 19 000 gıda maddesinin bakteriyolojik analizi, 200 000 su numunesinin bakteriyolojik analizleri yapılmıştır.

Bu çerçevede, bazı su üreticilerinin ve meyve suyu üreticilerinin kuyularında koli basilleri tespit edilmiş ve o kuyular kapatılmıştır. Biraz evvel, sayın milletvekilimizin ifade ettiği, sularda hologram uygulaması halk sağlığının korunması amacına yönelik bir uygulamadır. Kendileri hastane işletiyorlar, bu kadar trilyonlarca lirayı hastaneden kazanabiliyorlar mı ki, 30 000 liralık bir hologram uygulamasında 15 trilyon para kazanılacağını ifade ederek, halk sağlığını tehdit eden bir sorunu, bu konuda suiistimalleri basında yaygın olarak görülen firmaların arkasına sığınarak savunabiliyorlar.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - İkisini de aynı şeyi satıyor, bu kadar fark olmaz ki...

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ruh sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesine, koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesine ve birinci basamakta yaygınlaştırılmasına önem ve öncelik verilmiştir. Bu amaçla hazırlanan proje uygulamaya konulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada her yıl 6 milyon insan kanser nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilk sıralara yükselmiş olan bu hastalığa bağlı ölümler kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bu amaçla Kanser Kayıt ve İnsidans Projesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu proje çerçevesinde 11 ilimize ilave olarak 7 il ve 4 referans ilde Aktif Kanser Kayıt Merkezleri kurulmuştur.

Ulusal Mezotelyoma Kurulu oluşturularak, ülkemizde, asbest ve zeolitin neden olduğu kanserlerin önlenmesine yönelik çalışmalar başlatılmıştır.

Ulusal Genetik Geçişli Kanserler Kurulu oluşturularak, ülkemizde genetik olarak geçiş gösteren kanser türlerinin tespitinin yapılması ve bunlara yönelik koruyucu tedbirlerin alınması sağlanmıştır.

Ankara Numune Hastanesinde 18 ay önce açtığımız Kemikiliği Nakli Merkezi uluslararası alanda da kabul görmüş ve yaptığı 110 kemik iliği nakliyle, yeşil...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, son 50 saniye...

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Kaç?..

BAŞKAN - Son 50 saniye...

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Olur mu Sayın Başkanım!..

BAŞKAN - Efendim, doğru; yani, makine elektronik.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Peki; biraz izin verin. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımıza tanıdığınız toleransı lütfen tanıyın.

BAŞKAN - Vallahi tanımadım efendim; 15 dakika...

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ankara Numune Hastanesinde 18 ay önce açtığımız Kemikiliği Nakli Merkezi uluslararası alanda da kabul görmüş ve yaptığı 108 kemik iliği nakliyle, yeşil kartlılara da hizmet vermesiyle ülkemizde önemli bir merkez haline gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verem, diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de önemini korumaya devam etmektedir. Tedavilerinin eksik yapılması nedeniyle ortaya çıkan ilaçlara direnç kazanmış hastalar ciddî bir problem oluşturmaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımız, direkt gözlem altında tedavi programını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Yeniden ayarlayayım... Siz de toparlayın lütfen.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Ülkemizde mevcut sağlık sorunları içerisinde diğer bir hastalık sıtma hastalığıdır. Sıtmalı oldukları tespit edilen 6 264 kişinin tedavilerinin ücretsiz yapılması sağlanmış ve hastalığın insandan insana geçmesinde rol oynayan vektör sivrisineklere yönelik mücadele kapsamında 9 653 hanede kalıcı insektisit uygulaması yapılmış, 23 000 hektar alanda ilaçlama mücadelesi sürdürülmüştür.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, yaklaşık 65 milyona ulaşan ülkemiz nüfusunun yüzde 60 gibi bir bölümünü, 0-14 yaş grubu çocuklar ve 15-49 yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır. Ülkemizde, son dönemlerdeki ana ve çocuk sağlığı göstergelerine baktığımızda büyük iyileşmeler olduğunu görmekteyiz. 2001 yılında bebek ölüm hızı binde 34, anne ölüm hızıysa binde 49 düzeyindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilaç fiyat düzenlemelerinde, yerli ilaçta enflasyon oranları gözönünde tutulurken, ithal ilaçta ise ithalatçı kârlılık oranları, depocu ve eczacı kâr oranları yüzde 25 oranında düşürülerek ilacın halka daha ucuz ulaşması sağlanmıştır.

Tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri, sağlık hizmetlerinin temel unsurlarından birisidir. Bu hizmet sunumunda, yataklı tedavi kurumları önemli bir yere sahiptir. 1999 Ekim ayında 13 hastanemizde başlatılan, metinden bugün 39 ilde 72 devlet hastanesi ile 2 ağız diş sağlığı merkezi, 1 diş hastanesi olmak üzere 75 hastanemizde vardiyalı çalışma sistemi yüzde 33 verimle çalışmaktadır, gündüz bakılanın yüzde 33'ü kadar bir hastaya bakılmaktadır.

Tabiî ki, bu sektörde iyi hizmet vermeyen özel hastaneler etkilenmiştir. Bugün, devlet hastanelerinde uzun süreli tomogrofi randevuları veriliyor ya da özel sektöre sevk ediliyordu. Bu bakımdan da, devlet hastaneleri cihazlar bakımından desteklenmiştir. Biz, özel sektör, devlet mukayesesi yapmak istemiyoruz; ama, burada, özel sektörün kalitede yarışmasını istiyoruz. Devlet hastanelerinde kalitesiz hizmet verilerek özel hastanelerin korunması mümkün değildir. Bakanlığımıza bağlı hastanelerin sayısı 754'e, yatak sayısı 87 000'e yükselmiştir. Her hafta bir hastane açtığımız için bu rakamlar değişkendir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaklaşık 20 500 kronik böbrek yetmezliği tanısı almış diyaliz hastası diyaliz hizmetlerinden yararlanmaktadır ve Bakanlığımıza bağlı 172 diyaliz merkezi vardır.

Organ naklinde kurulan Ulusal Koordinasyon Merkezi sayesinde organ naklinde çok ciddî artışlar olabilmiş, organ nakli 2000 yılında 11 vaka iken, 2001'de 27'ye, karaciğer 38 iken 61'e, böbrek 92 iken 150'ye ulaşmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin hekim dışı insangücü, Bakanlığımıza bağlı okullarda yetiştirilmektedir. Avrupa Birliği kriterlerine uygun çağdaş bilgi ve becerilerle donatılmış vasıflı eleman temini ana hedefimizdir. Bakanlığımıza bağlı sağlık meslek liselerinde halen ebelik, hemşirelik, sağlık memurluğu, anestezi, radyoloji, laboratuvar ve çevre sağlığı, ortopedi, diş protez, acil tıp teknisyenliği ve tıbbî sekreterlik bölümlerinde 39 692 öğrenci okumaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle Doğu Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu'da -bizim dönemimizde- uzman hekim açığı kapatılmış ve yüzde 30'luk artış sağlanabilmiştir. Pratisyen hekimde bu oran yüzde 13'lere ulaşmıştır. Bu da, tayinlerin, dönem tayinleri tarzında yapılmasının başarısıdır.

Bu dönemde ilan edilmiş toplam 12 000 kadroya 9 600 kişi atanabilmiş; ancak, bu ilan edilen kadrolardan 2 460 kişi halen Devlet Personel Dairesince yapılacak atama ilanını beklemektedir. Yine, döner sermaye teşkilatından bize tahsis edilen 9 100 kadrodan yaklaşık 3 100 tanesi ilan edilecek, alınacaktı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, 5 dakika süre verdim; o, 5 dakika da bitti.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, hemen bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) - ...bunların da atama ilanını bekliyoruz.

Bu arada, komşu ülkelerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde tedavisi mümkün olmayan hastaların tedavisiyle ilgili çalışmalarımız devam ediyor ve kontenjanları artırılarak sürdürülüyor.

Özellikle temel sağlık sigortasını önemsediğimizi ifade etmek istiyorum. Bu konudaki bireysel sağlık sigortası sistemiyle ilgili yasa tasarımız Bakanlar Kuruluna iletilmek üzeredir; bu, desteklendiği takdirde, bu konuda, sağlık hizmetlerinde aksama görülen, ödeme gücü olup da sigorta kapsamında olmayan hastalara hizmetler de istediğimiz düzeyde oluşabilecektir ve Türkiye'de kaliteli bir hizmet sunumu daha rahat temin edilebilecektir.

Daha sonra sorular bölümünde, Sayın Konukoğlu'nun ve diğer arkadaşlarımızın ifade ettikleri sorulara cevap vermek istiyorum. Özellikle basınımızın son zamanlarda karalama yöntemiyle milletvekillerini, Parlamentoyu ve bakanları aşağılayıcı ifadelerini esas alarak, Parlamentoda bu tür açıklamaların yapılmış olmasını da bahtsızlık olarak ifade ediyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığımız 2002 malî yılı bütçe görüşmeleriyle ilgili son üç yılda yaptıklarımızı, özellikle son bir yılda yaptıklarımızı özetlemeden önce, özellikle İçel'de -şimdi biraz da Adana'da başladı- aşırı derecede dengesiz yağışlardan dolayı felakete uğrayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor, kaybettiklerimize Allahüteala'dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. İnşallah, dünyada bu iklim değişiklikleri belirli bir dengeye oturur da ülkemizde ve dünyada böylesi afetlerle karşı karşıya kalmayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, müsaade ederseniz, başlıklar halinde, özellikle son üç yılda neler yapıldı, bunların başlıklarını söylemek istiyorum.

Bir kere, göreve geldiğimizde gördüğümüz en büyük sıkıntı, halen daha tarımda karşılaştığımız en büyük mesele tarımdaki dağınıklıktır, çokbaşlılıktır. Bunun için, 1999 yılı aralık ayında Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu oluşturuldu. Tarımla ilgili tüm meseleler bu kurulda görüşüldükten sonra Bakanlar Kuruluna arzı ve ilgili makamlara sunulması kararlaştırıldı. Bu, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu pek etkin şekilde çalıştırılıyor denemez, belirli bir alışkanlık devresi de gerektiriyor; ancak, biz, bu konuyu tekrar bazı bakanlarla yaptığımız toplantıya taşıdık, buradan da Bakanlar Kurulumuza taşıyoruz. Bundan sonra, tarımla ilgili yapılacak her türlü düzenleme, muhakkak surette Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulunda görüşüldükten sonra, tebliğler şeklinde yayımlanacak ve mevzuatlar buna göre çıkarılacak. İşte, son günlerde prim konusunda yaşanan kargaşa da, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulunun etkin çalışmamasından dolayıdır.

Alternatif Ürün Projesi, çok şükür, nihayet uygulamaya aktarılıyor. Tabiî, bu yeni bir projeydi, uygulamaya aktarılması belirli bir zaman aldı; ancak, tebliğler yayımlandı, gerekli finans da -gecikmeli de olsa- temin edilebildi. Alternatif Ürün Projesini öncelikle fındık ve tütün alanlarında başlatacağız. Tütünün yerine... Biz, daha ziyade taban arazilerde, sulu arazilerde dikilen tütünü çıkarmayı planlıyoruz.

Burada, özellikle bir yanlış anlama oluyor; sanki, Adıyaman'daki, Güneydoğu Anadoludaki tüm tütün alanlarında tütün ekilmeyecekmiş gibi. Hayır; orada, taban arazilerinde ekilen tütünler devreden çıkarılacak; onun yerine, o taban arazilerde üretilebilecek baklagil, yem bitkisi ve benzeri ürünler sokulacak. Tabiî, tütün de çekildiği zaman, bizim Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın şartı şudur; muhakkak surette çiftçiye telafi edici paranın ödenmesidir.

Fındık için, daha ziyade taban arazilerde, Sakarya'nın, Düzce'nin taban arazilerinde, fındıktan daha da fazla verim verecek, gelir getirecek -vaktin sınırlı olması nedeniyle, şu anda ürünlerin detayına girmek istemiyorum- ürünler ekilecek. Hangi ürünler; yağlı tohumlu bitkiler... İşte, bugün 500 000 000 dolar karşılığında yağlı tohum ithal ediyoruz. Soya fasulyesi, kanola, buna benzer ürünler ekilecek ve yine burada da bir telafi edici para ödenmesi gerekli. Bir de, çiftçi razı olduğu müddetçe yapılacaktır; çiftçi razı olmadığı müddetçe, zorla hiç kimsenin tarlasından fındıklar sökülmeyecektir.

Doğrudan Gelir Desteği Projesi -detayına girmiyorum; lütfen, bağışlayın- uygulamaya konuluyor. Evet, Doğrudan Gelir Desteği Projesini uygulamaya koyduğumuz zaman, çiftçiye yapacağımız tüm destek ve teşvikler, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, yalnız ve yalnız yüzde 100 doğrudan gelir desteği şeklinde olmamalıdır. Evet, Avrupa'da, bugün, yapılan tüm desteklerin yüzde 17-18'i doğrudan gelir desteği olarak yapılıyor; büyük bir kısmı, diğer yollarla yapılıyor.

Ancak, değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar hepimizin malumudur. İktidarıyla muhalefetiyle, toplumun tüm kesimleriyle Türk Milleti bu ekonomik sıkıntıları aşmalıdır, aşacaktır ve bu ekonomik sıkıntılarla bir daha karşılaşmamak, bir daha krizlere girmemek üzere, hepimiz de elimizi vicdanımıza koyduğumuz zaman göreceğiz ki, 57 nci Cumhuriyet Hükümeti, ülkem felsefesinden hareket ederek, belki de, tarihimizde pek nadir görebildiğimiz çok önemli reform tasarılarını uygulamaya koyuyor. Ancak, ekonomik sıkıntılar içerisinde verebildiğimizin en iyisini veriyoruz; ama, mantalitemiz, felsefemiz şudur ki, şimdiye kadar destek ve teşvik diye ayrılan, ama, köylünün eline ulaşamayanlar, bundan sonra, direkt köylünün eline ulaştırılacaktır. İşte, gübre desteklerinde karşılaştığımız... Zamanında 4,6 trilyon lira prim verilmiş pamuğa; verilmesi gerekliydi, doğru yapılmış. Ama, bu para bankaya konulamadığı için, temerrüt faizine düşmüş ve bu sene, 2001'e geldiğimiz zaman 12 katrilyon olarak karşımıza çıktı. Bu 12 katrilyon Türk çiftçisine gitmemiş. Nereye gitmiş; faize gitmiş, yanlış kullanımlara gitmiş.

Ben, burada, faizleri söylerken, mesela, Toprak Mahsulleri Ofisi için hemen bir rakam söyleyeyim: Lütfen, şu iyileştirmeleri, milletimiz adına, ister muhalefet milletvekili olalım, ister iktidar milletvekili olalım, bunları iftiharla kabul edelim, şu güzellikleri görelim. 1997 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi 1,2 milyar dolar ana para, 358 000 000 dolar bu anaparaya faiz ödemiş ve kullandığı para 1,6 milyar dolar. 1998'de 1,5 milyar dolar anapara, 344 000 000 dolar faiz, toplam 1,9 milyar dolar. Ben, 2000 yılındakini ve 2001 yılındakini söyleyeyim: 2001 yılında kullandığımız toplam anapara 255 000 000 dolar, 255 000 000 dolara ödediğimiz faiz 25 000 000 dolar, toplam 280 000 000 dolarla tüm hububat piyasasını -buğdayını, arpasını, mısırını, yulafını, pirincini, çeltiğini- regüle ettik, Toprak Mahsulleri Ofisi devreye girdi, satın aldı, tüccar devreye girdi satın aldı. Burada, işte "164 000 liraya alındı, 220 000 liraya satıldı" falan denildi, ona, müsaade ederseniz, yazılı cevap  vereyim, vaktim kalırsa ayrıntılı olarak da cevap vereyim.

Bakınız, 2001 yılında toplam 25 000 000 dolar faiz ödedik, 255 000 000 dolar anapara, 280 000 000 dolarla bu çarkı çevirdik ve Toprak Mahsulleri Ofisine gelen her ürünü aldık, hatta özel sektör, bizden daha yüksek fiyatla çiftçiden ürün aldı. Aldığımız ürünün parasının yarısını üçüncü günde, yarısını da yirminci günde ödedik. Toplam harcamamız, kullandığımız toplam para 280 000 000 dolar. Hiç kimseye 5 kuruş borcumuz yoktur. Bu paranın hepsini yurtdışından çok düşük bir faizle aldık, bütçeden 5 kuruş çıkmadı; ama, 1997'de bu para 1,6 milyar dolardı. Yani, 1997'de kullanılan toplam 358 000 000 dolar faize karşılık, bu sene bizim kullandığımız faiz 25 000 000 dolar. İşte, Tarım Bakanlığının uyguladığı politikalar. Herkes elini vicdanına koysun ve konuşmalarını buna göre yönlendirsin. (MHP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) - Buğday fiyatları 9 ayda niye yüzde 100 arttı, buna cevap ver.

BAŞKAN - Efendim, sözünü kesmeyin.

TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Çalınan her saniyemi isterim Sayın Başkanım.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Benim dediğime cevap ver Sayın Bakan.

TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Özellikle çalmak istiyor Aslan Polat; çünkü, Aslan Polat'ın konuşacak hiçbir şeyi kalmadı.

BAŞKAN - Efendim, sayın milletvekilleri, zamandan çalmaz, siz konuşmanıza devam edin, cevap vermeyin.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bakınız, sesim duyulmuyor, onun için söylüyorum.

BAŞKAN - Biz duyuyoruz efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Benim dediğime cevap ver Sayın Bakanım; un fiyatları 9 ayda yüzde 100 niye arttı?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sesim duyulmuyor, müsaade edilsin, sesim duyulsun.

BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, şu rakamlara dikkat edelim; hayvancılık için, yem bitkileri için, meyve sebze için gelin şu rakamlara dikkat edelim; 1995 yılında gümrük birliği anlaşması imzalandı, doğru veya yanlış, bunun tartışmasına girmiyorum.

MEHMET ARSLAN (Ankara) - Yanlış... Yanlış...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bakınız, 1995 yılında imzalanan gümrük birliği anlaşmasında buğday için alınan ve atılan imzaları söylüyorum: 1995 yılında Türkiye'nin ihraç edeceği buğday 2 124 000 tondur, 1997 yılı için 1 762 000 tondur, 2000 yılı için 1 218 000 tondur, 2002 yılı için yalnız ve yalnız 856 000 tondur, 2003 yılı için 675 000 tondur, 2004 yılı için ise 493 000 tondur. Yani, 1995 yılında 2 124 000 ton buğday ihraç etme hakkı olan bir ülkeyi 2004 yılı içinde 493 000 tona indiriyoruz. Bunun manası şudur: Yani, artık, buğday üretilmesin; çünkü, Türkiye'nin, çok şükür, üretim fazlası vardır. Peki, buğday ihraç edemezseniz ne yapacaksınız?

ASLAN POLAT (Erzurum) - Zaten ithal ediyorsunuz...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - İşte, atılan imza budur değerli arkadaşlarım. Lütfen... Şu rakamları alalım önümüze, gelin bunlara bilimsel olarak bakalım. İşte, Türkiye'de, bugün, niçin buğdayda sıkıntı var, buğday üretiminde İşte, 1995 yılında atılan imza... O zaman Başbakan kimdi; Tarım Bakanı kimdi? Rakamı tekrar size söylüyorum; 493 812 tondan daha fazla buğday satamazsınız. Bu buğdayın karşılığında un satamazsınız, makarna satamazsınız, Türk tarımına vurulan darbe 80'den itibaren başlamıştır, 1995'te de yapılan gümrük anlaşmasının karşılığı bu!..

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sizin hiç suçunuz yok mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Onun için, değerli arkadaşlarım, bakınız...

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Türkiye'de, Sayın Evren Bulut...

MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Bakan, ihraç edin de 800 ton edin yani; 5 000 000 ton ithalat yapıyorsunuz.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Allah'tan korkun yahu!

BAŞKAN - Sayın Yıldırım...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın Evren Bulut, Türkiye'de, prim, yağlı tohumlu ürünlere 1993 yılında verilmiştir, 1993 yılından sonra kesilmiştir. 1993 yılından sonra prim verilmedi, 1998'de tekrar başladı. Siz 1993'ten bu tarafa prim verildiğini söylediniz; hayır, 1994'te verilmedi. 1994, 1995, 1996, 1997'de prim verilmedi.

EVREN BULUT (Edirne) - Pamukta verildi.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Pamuk da, hepsi de aynı...

1998'de prim verildi. Biz, 57 nci hükümetin Tarım ve Köyişleri Bakanlığına geldikten sonra, müdafaa ettiğim, primin verilmesidir. 2000 yılında prim verdik, 2001 yılında prim verdik ve prim vermeye devam edeceğiz. IMF'yle de görüştüm, IMF'yi ikna ettim. Biz, IMF'ye, dünyanın rakamlarını, Türkiye'nin rakamlarını götürdüğümüz zaman, gerçekleri anlattığımız zaman, IMF, bize bir dayatmada bulunamaz; yeter ki, IMF'ye tezlerimizi anlatabilelim.

Ben, IMF'ye söylediğim bir cümleyi burada tekrar ediyorum, bunun gizli bir tarafı yoktur. IMF'yle ikibuçuk saat görüştüm. IMF'ye şunu söyledim en son görüşmelerimizde: Türk çiftçisi, 1 inekten 2 kilo fazla et almak için, hiçbir zaman, et kemik ununu hayvanına yedirmemiştir; hayvanlarını doğal yemlerle beslemiştir ve bundan sonra, doğal yemlerle beslemeye devam edecektir; çünkü, bizim için, insan sağlığı önemlidir; ama, bazı dostlarımız, bazı ülkeler, ölmüş hayvanların leşini yedirdiler; onun için, işte, delidana hastalığı insanlığın başına bela oldu. (MHP sıralarından alkışlar)

İkinci söylediğim cümle şu: Dünyada 800 000 000 insan açlık sınırında yaşıyor. 800 000 000 insanın sayısı son onbeş senede 799 000 000 düşmediyse... Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, yüce Türk Milleti olarak, üretmeye devam edeceğiz, ürettiğimizi tüketeceğiz, ürettiğimizi dünya insanlığına sunacağız. Eğer, bugün, Afrika'da, insanlar açlıkla pençeleşiyorsa, Türk Milleti olarak, üretmeye, işlemeye ve dünya insanlığına sunmaya devam edeceğiz dediğim zaman, IMF, bunun karşısında bana şunu söyledi, biliyor musunuz: "Size çok teşekkür ediyorum ve sizi tebrik ediyorum." Biz, tezlerimizi bu şekilde anlatmaya devam ediyoruz.

Bölgesel hayvancılığı geliştirme projesini çıkardık. Size şu rakamı söylüyorum: Bugün, Türkiye'de, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu 30 000 belgeli, damızlıklı, pedigrili, şecereli hayvanı Türk üreticisinden alarak dağıtıyoruz, buna prim veriyoruz, Türk üreticisini destekliyoruz, damızlık yetiştireni destekliyoruz. Artık, Avrupa'dan ne idüğü belirsiz olan hastalıklı hayvanları ithal ederek, Türk köylüsüne dağıtıp, ondan sonra da, Türk köylüsünün elinden bu hayvanlar ölüp gittiği zaman onları bu borca...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, kaç dakika daha vereyim?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - İki dakikada bitireceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, geçenlerde, Plan ve Bütçe Komisyonunda dediler ki: "Sizin hayvancılığa verdiğiniz bu sene 75 trilyon lira." Biz, hayvancılığa bu sene 75 trilyon lira vermiyoruz. Bizim, genel projelerimiz haricinde -Tarım ve Köyişleri Bakanlığına geldikten sonra- Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa yerli yetiştiricimizi desteklemek, ilk defa yem bitkileri üretimine destek vermek için proje çıkardık, kaba yem bittisine. Geçen sene 47 trilyon lira dağıttık. Bir ilimizi misal...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Ne kadarını dağıttınız Sayın Bakan?

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Hepsini.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Hayır efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Aslan, aç defterini bak.

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Sayın Polat, konuşanın lafını kesmeyin.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Müsaade edersen konuşayım.

Ben, burada, il olarak söylüyorum. Sayın Milletvekilim burada, Afyon Milletvekilimiz burada. Afyon'a, geçen sene, besi desteği, hayvan desteği, yem bitkisi desteği -kooperatifler hariç, onun da rakamını söyleyeceğim- olarak verdiğimiz para 889 milyardır. Bu sene 1 trilyon liranın üzerine geçiyoruz. Bunlar faizsiz paradır, bunlar karşılıksız paradır ve bunlardan da beş kuruş faiz alınmıyor; Aslan Polat, bunları öğren. (MHP sıralarından alkışlar) Bu sene de 75 trilyon dağıtıyoruz.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Adıyaman'a ne kadar verdiniz Sayın Bakan?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, mera ıslah projesini -bizden önce, biz o zaman Mecliste yoktuk, iktidarıyla muhalefetiyle herkese teşekkür ediyorum bu Yüce Meclis çıkardı, kanunu biz Mecliste yoktuk; ama- bugün, uyguluyoruz o mera projesini; çünkü, mera projesi yeni çıktı. 2001 yılında, meraların tespiti, tahdidi, ıslahı için 29 trilyon harcadık. 2002 yılındaki bütçemiz 40 trilyondur. 40 trilyon lira, meraların belirlenmesi, tahdidi ve ıslahı için ayırıyoruz.

Tohumculukta devrim yapıyoruz. Şimdiye kadar tohum ithal ediliyordu; bir çanta, bir telefonla tohum ithal ediliyordu. Türkiye tüm tohumu dışarıdan ithal ediyordu. Değiştirdiğimiz yönetmelikle şunu yaptık: Her tohum ithalatçısı, muhakkak surette, Türkiye'de tohum üretme istasyonu kuracaktır. Bugün, 10 tane işletme, tohum üretimine başladı.

Sayın Başkan, Bakanlığımız girişimleriyle, Türkiye'ye giren 52 tane tarım ürününü sınır ticareti kapsamından çıkardık. Sınır ticareti, sınır illerinde yaşayan vatandaşlarımıza gitmiyordu. Sınır illerimizde yaşayan vatandaşlarımız istismar ediliyordu, dört tane vurguncu bundan vurgun vuruyordu. Onun için, bunu durdurduk. Bugün, işte, Türk üreticisinin ürettiği meyve, sebze değerlendiriliyor.

Mevzuatlar içerisinde kalarak, Dünya Ticaret Örgütüne atılan imzalara sadık kalarak, Avrupalı nasıl koruyorsa biz de kendi üreticimizi koruyoruz ve kendi ürünlerimizin üretimi ve pazarlanması mevsimlerinde ülkeye başka ürünlerin girmesine zorluk çıkarıyoruz.

Şunu söylüyorum: Bakınız, devleti küçültmüyoruz. Türk Devleti küçülmez; ama, Türk Devleti, üzerindeki hantallığı atar, kamuyu daha etkin hale getirir, kamuyu çeşitli yerlerden çeker...

Hemen misal veriyorum: 1978'de Amerika'dan döndüğüm zaman özel gıda laboratuvarları kurmak hayalimdi; ama, bugün geldi nasip oldu, yönetmeliği çıkardık, özel gıda laboratuvarları açılıyor. 12 tane müracaat var, 2 tanesini pazartesi günü imzalayacağım. Artık, vatandaşımız, ithalatçımız, ihracatçımız kendi laboratuvarını kuracak.

BAŞKAN - Sayın Bakan, 4 dakika fazla konuştunuz efendim, toparlayın lütfen.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Anlatsın iyi oluyor, anlatsın!..

BAŞKAN - Olur mu efendim!.. İstirham ederim!..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Tabiî iyi oluyor... Öğreniyorsun Aslan; öğreneceksin bunları...

BAŞKAN - Burası amfi mi?..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Çiftçi de dinliyor, gülüyor...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Özel gıda laboratuvarlarımız kuruluyor...

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Bakan.

Sayın Polat, burası amfi değil... Üniversite de değil...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Dinliyoruz işte...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu değiştirildi. Bölgeler bazında, tarım entegrasyon çalışmalarımız gidiyor.

Son cümlem şudur: Çiftçinin bugün içerisinde bulunduğu sıkıntı hepimizin malumudur. Ancak, bu sıkıntılar, uzun senelerin sonuçlarıdır. Çiftçinin içerisinde bulunduğu durum iyi değildir. Ekonomik krizlerde, ekonomik sıkıntılarda en fazla mağdur olan, çiftçimizdir, esnafımızdır, ticaret erbabımızdır, işçimizdir, memurumuzdur; ama, bu sıkıntılar aşılacaktır. Çiftçinin içerisinde bulunduğu sıkıntıların sebebi, 1988'den, 1990'lardan bu tarafa gelen borçlardır, borçların temerrüdüdür.

Ziraat Bankasıyla her gün görüşüyorum, Ziraat Bankasıyla belirli bir noktaya kadar geldik. Tarım krediyle her gün görüşüyorum ve size şu sözü veriyorum: Gerekirse, tarım kredinin tüm mal varlıklarının satımını isteyeceğim genel kuruldan; çünkü, 1995 yılında özerkleşmiş, kati surette bize bağlı değil. Yönetim kurulu şu anda çok iyi çalışıyor, efektif çalışıyor, etkin çalışıyor. Tarım krediye ve Ziraat Bankasına olan borçların ödenmesinde de, anapara ile temerrütleri birbirinden ayıracağız, temerrütten birikmiş borçlar üzerindeki faizleri kaldıracağız. Anaparanın da belirli bir faizde ödenmesi -çiftçilerimizle anlaşarak- bu kapsama alınacak ve bu kapsam içerisinde, çiftçilerimizin memnun olacağı bir kolaylığı sağlayacağız. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Son cümlem şudur: Hükümetimizin belirlediği malî hedeflerden şaşmamak kaydıyla, faiz fazlası yüzde 6,5'i gerçekleştirmek şartıyla, tüm tarıma ayrılan rakamlar içerisinde kalmak şartıyla, birbirlerinden transferler yaparak, çiftçimize, eline ulaşacak şekilde devam edeceğiz. 500 trilyonu dağıtmaya başlıyoruz...

LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Ne zaman Sayın Bakan?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - 1,4 katrilyonu da ocak-şubat ayları içerisinde dağıtmaya başlıyoruz...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - ... Karşılıksız paradır, faiz değildir ve bu para, yakında dağıtılacak.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bunu dağıtmakta birazcık gecikmemizin sebebi şu...

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Borçlar hukuku var. Borçlar hukukundan dolayı, yeni bir kararname çıkarsak zorluk oluyordu; ama, hükümetimiz bir karar aldı. Bu parayı bankaya çıkarırsam, çiftçiye, sizin zamanınızdan gelen borçlardan dolayı haciz konulacak, çiftçinin eline geçmeyecek.

BAŞKAN -Sayın Bakan, lütfen... Teşekkür ediyorum efendim...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Onu da açacağım ki, sizin faizlerinize, sizin borçlarınıza kesilmesin de, bizim oluşturduğumuz, bütçeden verdiğimiz parayı köylümüzün cebine ulaştıralım ki, o çocuklarının ayağındaki kara lastiği, soğukkuyuyu, hiç olmazsa, gıslavet lastiğe çıkarsınlar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar; SP sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN - Efendim, şimdi son söz milletvekilinin...

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Aslan Polat, dersini aldın mı dersini?.. (SP sıralarından gürültüler)

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, adalet duygunuza hayranım; sayın bakanlara 10'ar dakika veriyorsunuz, cevap hakkına 1 dakika vermiyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, ben yorulmam, sabaha kadar da devam ederim; ama, sizler, yarın sabah 11.00'de geleceksiniz, aynı ekip, burada, başka bir bütçe çıkaracaksınız. Onun için, bu işi uzattırmanın da bir manası olmadığı kanaatindeyim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Biz buradayız.

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) - Biz, 36 saat çalışırız.

BAŞKAN - İstirham ederim yani... Hepinize söylüyorum bunu. Siz coşturdukça herkes konuşur tabiî efendim. Ben yarın nöbetçi değilim, siz nöbetçisiniz.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Biz her gün buradayız Sayın Başkan, hiç merak etmeyin.

BAŞKAN - Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının 2002 yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum; ramazanınızı, bayramınızı şimdiden tebrik ediyorum.

Bu arada, Silifke, Mersin, Tarsus yöresinde yaşanan sel felaketinden dolayı bölge insanımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum; kaybettiğimiz vatandaşlara Cenabı Hakk'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Değerli üyeler, hepinizin yüksek malumları olduğu üzere, bütçeler, devleti bütün kamu kurum ve kuruluşlarının bir yıllık tüm gelir kaynaklarıyla giderlerini gösteren hesapların tamamıdır.

Hükümet, millî kaynakları, milletin kaynaklarını; yani, 65 milyonun kaynaklarını topluyor, bu gelirleri teşkil etmektedir ki, 71,1 katrilyondur. Bu defa, bu topladığı kaynakları dağıtıyor, bu da giderleridir, 98 katrilyon. Gelirlerle giderler arasındaki fark; yani, açık 27 katrilyona yakın.

Burada, mühim olan, hükümet, bu kaynakları kimlerden topluyor, kimlere dağıtıyor, geçmiş yıllarda kimlerden topladı, kimlere dağıttı? Bu sorunun cevabı gayet açık ve net. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda işçi, memur, emekli, küçük esnaf, tüccar, sanayici, üretici, çiftçi, köylü, kısaca 65 milyondan Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Motorlu Taşıtlar Vergisi, Katmadeğer Vergisi, Ek Vergi, Taşıt Alım Vergisi, Akaryakıt Tüketim Vergisi, Damga Vergisi, Deprem Vergisi, vergi, vergi, vergi... 58 katrilyon toplayacak. Kime verilecek bu 58 katrilyon; geçmiş senelerde kimlere verildiyse, yine onlara verilecek. Peki, kim bunlar ve kaç kişi? 300-500 000, her neyse, çeşitli rivayetler var, belli değil, belli olan, sayıları çok fazla değil.

Peki, üreticiye, çiftçiye, köylüye bugüne kadar ne verildi, bugünden sonra ne verilecek, ona da bir bakalım. Sayın Bakanımız burada konuştular. Çiftçinin, köylünün hiçbir derdi yokmuş gibi, bu Genel Kurul, özellikle iktidar kanadı böyle bir algılama sergilediler.

Devlet Bakanı Sayın Derviş, çiftçiye tarım destekleri için 2001 yılı bütçesinden ayrılan 1 060 katrilyonun, 1 250 katrilyona çıkarıldığını ifade etti; ancak, 12.11.2001 tarihi itibariyle çiftçiye verilen desteğin 655 trilyon TL olduğu da açıklandı. Görüldüğü gibi, bütçeden ayrılan ödenekler bile, faiz dışı fazlayı artırmak için çiftçiye ödenmemektedir. Rantiyecilere 58 katrilyon, çiftçiye sıra geldi mi, 58'de birini bile çok görüyoruz. Bu anlayış ve uygulama haktan yana bir anlayış değildir; aksine, haksız, zulme dayanan bir anlayıştır. Bu anlayış, modern çağın, bilgi çağının ve çağdaş yönetimlerin de anlayışı olamaz.

Bakınız, çiftçiye bütçeden en çok desteği 1 659 000 000 dolar olarak 1997 yılı bütçesinde Refahyol Hükümeti vermiştir. Önceki ve sonraki hükümetlerin verdikleri destek bunun çok altındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gıda üretiminin temeli tarımsal üretime dayanır. Bu nedenle, tarım, bu işle iştigal eden çiftçileri olduğu kadar, bütün dünya insanlarını ilgilendiren çok önemli bir sektördür. Gıda maddeleri ise, stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden, bütün ülkelerin gıda sektörüne önem verdikleri ve kendi gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştıkları bilinmektedir. Bugün Avrupa ülkeleri gıda üretimi yönünden kendilerine yetecek durumda oldukları gibi, gıda stokları da vardır. Bu nedenle, fazla ürünlerini satacak yer aramaktadırlar. Amerika Birleşik Devletlerinde de durum aynıdır. Bu ülkeler gıda stoklarını eritmek için birbirleriyle yarışırken, başta Türkiye olmak üzere diğer bazı ülkelerde de, üretimi düşürmek dahil, kendilerine göre her türlü tedbiri almaktadırlar. Bu nedenledir ki, bugün maalesef, ülkemizde tarımın ve tarımda çalışanların içinde bulundukları sıkıntılı durum, IMF direktifleri doğrultusunda alınan karar ve uygulamalardan kaynaklanmaktadır. IMF emrediyor, pancar ziraatına kota konuluyor; şekerpancarı üretimi, şeker fazlalığı bahanesiyle 20 000 000 tondan 10 000 000 ton mertebesine düşürülürken, özel izin ve imtiyazlarla tatlandırıcı üretimi teşvik edilmektedir. Türkiye'nin şekerpancarı üretimi, âdeta, yabancı sermayenin tatlandırıcısına peşkeş çekilmektedir. Fransa'da 5,5 milyon ton şeker üretilirken, 15 000 ton sunî tatlandırıcı üretimine izin verilmektedir. Türkiye'de ise, 2 000 000 ton şekerpancarı şekeri üretimine karşılık, 500 000 ton tatlandırıcı kapasitesine müsaade edilmektedir. Bu durum, Türkiye'de şekerpancarı üretimini baltalamaktan başka bir şey değildir.

Değerli milletvekilleri, uygulanan yanlış politikalar sonucu, hayvancılık da âdeta bitirilme noktasındadır. Türkiye'de önemli oranda kırmızı et açığı olduğu halde, bugün hayvancılıkla meşgul olan vatandaşlarımız hayvanını satamıyor. Ciddî manada fiyat ve pazar problemi vardır. Ağrı'da, Kars'ta bir koyun satan vatandaş, bir çuval un ancak alabilmektedir. Bu şartlarda et üretimi düşmekte, tüketim karşılanamamaktadır; üretim-tüketim dengesi kaçak yollardan sağlanmaktadır. Bu durumda hükümete düşen görev, gerçekçi projeler uygulayarak et üretimini artırmak ve kaçak et girişini önlemektir.

Diğer taraftan, buğday üreticisi, artık, tarlasına yeniden tohum atamaz hale düşürülmüştür. Köylü, traktör almak şöyle dursun, elindeki traktörünü satar hale gelmiştir. Neden; buğday tabanfiyatını çiftçinin maliyetini göz önünde tutarak belirlemediniz. Basit bir alışverişte bile, insanlar, bir malın maliyetine yüzde 25-30 kâr koyup satarlar; halbuki, siz, çiftçinin maliyetini göz önüne almadan -tohum, mazot, gübre, ilaç, vesaire- hayalî yüzde 25 enflasyon hesabıyla fiyat belirlediniz. Çiftçiden, 90 000 TL'den başlayarak, en fazla 130 000 TL'ye kadar aldınız. Tüccar da, daha altında aldı. Çiftçinin maliyeti ise, 140 000 TL ve daha üzeriydi.

Enflasyon yüzde 80 oldu, böylece, başlangıçtan itibaren yüzde 55 eksik verdiniz. Kaldı ki, üç ay önce 150 000 TL olan buğday, bugün 250 000 TL'dir. Bu tablo, çiftçiyi, köylüyü ezdiğinizin resmidir.

600 000 tütün üreticisi aile feryat içerisindedir. Cumhurbaşkanı bu feryada kulak vererek çıkardığınız kanunu geri gönderdi; ama, siz, hâlâ, gerçekleri görmek istemiyorsunuz.

Fındık ve çay üreticilerinin durumu daha da yürekler acısı. Hayvancılık öldü. Doğulu insan, bulabilirse, bir koyuna -yukarıda da ifade ettiğim gibi- bir çuval un alıyor. Tavukçuluk bitti... Hangi birini saysak yeridir. Türkiye'yi iflas ettirdiniz; tarım da bunların başında geliyor.

Bugün, çiftçilerimiz, geçmiş yıl borçlarından dolayı mahkemelik ve icralıktır. Sanki, Sayın Bakanım, bugünkü manşetleri görmemiş gibi, çıktı, burada konuştu; ama, bu manşetleri de biz attırmadık.(DSP sıralarından "O, dünküydü" sesleri)

Bakın, "sırayla hapis" deniliyor. "Çiftçi hapis kuyruğunda. Kredisini ödeyemeyen 2 000 Havranlı cezaevine girecek." (MHP sıralarından gürültüler)  Bunları biz...

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin.

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - "Bir zamanlar milletin efendisi olan çiftçiler, Ecevit iktidarında mahpus durumuna düştüler. Balıkesir'de borcunu ödeyemeyen 2 000 çiftçiye 10 gün hapis cezası verildi. Hapishaneler küçük gelince, köylüler sıraya girdi..." Bunlar böyle devam ediyor, benzer manşetler: "Çiftçi ekim yapamıyor. Hapis için kuyruktalar." (MHP sıralarından gürültüler, "Tarihini söyle" sesleri) Bugünkü gazeteler bunlar.

BAŞKAN - Sayın Karagöz, o dündü, bugün ayın 9'u. (SP ve AK Parti sıralarından gülüşmeler)

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Evet.

Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, neredeyse, tamamen personel  harcamalarından ibaret olan bütçe imkânlarıyla, Türk tarımı ve Türk çiftçisinin zor bir döneme girdiği ortadadır. Türk tarım çalışanı ve çiftçisi, yapılacak ilk seçimde bu iktidarı sandığa gömerek, bu sıkıntılarını hafifletecek inşallah.

Değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığıyla ilgili de birkaç söz söylemek istiyorum: Sağlık hizmeti, eğitim, adalet ve iç ve dış güvenlik gibi devletin başta gelen temel görevleridir; Sayın Bakanım bunu gayet güzel izah ettiler, "beden sağlığı, ruh sağlığı" dediler; doğrudur. Önce, tabiatıyla, toplumda huzur, barış, kardeşliğin temin ve tesis edilmesi, bu sağlığın temini için şarttır. Bunu yapabilmek için de takip edilecek yol, böyle tahammülsüzlük değil, diyalog; sömürü değil, adil paylaşım; tahakküm değil, işbirliği; çifte standart değil, adalettir; tekebbür değil, tevazudur; halka tepeden bakmak, dayatmalarda bulunmak değil, insan hak ve özgürlükleriyle inançlara saygılı olmaktır; demokrasidir, refahtır. (DSP ve MHP sıralarından "Sağlıkla ne ilgisi var" sesleri, gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun , açtık.

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Böylece, sağlıklı bir ekonomiye ve sağlıklı bir topluma ulaşmak mümkündür. Siz, hükümet olmanın verdiği gücü, bu temel prensip ve değerlerin aksine kullanır, hareket eder, icraatlar yaparsanız, ekonominin de, toplumun da sağlığını bozarsınız -ki, bozdunuz- ondan sonra işlerin nereye varacağını, nerede duracağını da kestiremezsiniz. Başbakanlığın etrafındaki güvenlik önlemlerini artırmak da çare olmaz.

Bakınız, resmî kurumların açıkladığı rakamlara göre açlık sınırı 300 milyon lira, yoksulluk sınırı 800 milyon lira; buna karşılık asgarî ücret 120 milyondur, işsiz sayısı 12 milyonun üzerindedir, neredeyse nüfusun yüzde 80'i yoksulluk sınırındadır.

BAŞKAN - Siz de bizim Başkanlık Divanının sıhhatini düşüneceksiniz, sağlığımız bozulabilir.

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Böyle bir tablonun yaşandığı ülkede, insanların sağlıklı olmaları mümkün müdür, değil midir; onu, takdirlerinize havale ediyorum.

Sayın Bakan, bütçeniz yetersiz, işiniz zor, hükümetiniz ekonomik açıdan ezim ezim ezmek suretiyle toplumun beden sağlığını; hürriyet, özgürlük, inanç ve insan hakları alanlarını daraltarak da ruh sağlığını bozuyor. Bu durumda sağlık kurumlarına olan talep de gün geçtikçe artıyor.

Her şeye rağmen bütçelerin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karagöz.

Sorulara geçiyoruz.

Sayın Mehmet Ali Şahin, buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

İlk sorum Tarım Bakanımıza:

Sayın Bakanım, bir saat kadar önce, beni, Sakarya'dan bir vatandaş aradı ve "Sakarya'nın 10 ilçesinde fındık üretimi yapılır ve vatandaşlar bu fındık işiyle geçinirler. Şimdi bu fındık ağaçlarının sökümü ve bahçelerinin dağıtılmasıyla ilgili bir karar alındı. Biz bundan sonra neyle geçineceğiz, bu fındığın yerine ne ikame edilecektir" diye sordu. Ben de o vatandaş adına size soruyorum.

Sayın Bakanım, dekar başına, çiftçilere 10 milyon Türk Lirası ödeyecektiniz, ne oldu?

Sağlık Bakanımıza bir soru yöneltmek istiyorum:

Sayın Bakanım, itiraf etmeliyim ki, en medyatik bakanımızsınız, bugün yine manşetlerdeydiniz.

Birtakım iddialar var; ben hukukçuyum; çünkü, bu iddiadır. Yalova Termal kaplıca tesislerini, yakınlarınızla birlikte, kurduğunuz bir vakfa, kısa adı TÜRKSEV olan bir vakfa devrettiğiniz iddia ediliyor. İnceledim ki, bu tesisler, 1930 yılında bir yasayla Sağlık Bakanlığına bağlanmış ve devlet malı sayılan bir tesistir. Kanunla kurulmuş olan bir tesisin protokolla devri yasal olarak mümkün müdür, bunu incelediniz mi ve Bakanlığınızdan 20 milyar lira bu vakfa aktarıldığına dair bir iddia var, siz bugün bunu kabul ettiniz hatta "daha fazladır" dediniz, bunun hukukî altyapısı nedir?

Üretilecek her damacana suyun üzerine, tanesi 30 000 liradan hologram yapıştırılmasını isteyen bir genelge yayımlamışsınız ve bu hologramların da TÜRKSEV Vakfından alınmasını istemişsiniz. Sağlık meslek liselerinde okutulan 57 kitabın 42 tanesini yine sizin vakfınızdan alınmasını istemişsiniz. Bu, devlet imkânlarının, özel amaçlar için kullanılması anlamına gelir mi ve siz, dün akşam bir televizyon haberinde kendi sesinizden "biz, Hazreti Ömer adaleti uyguluyoruz" demiştiniz; hazreti Ömer böyle mi yapmıştı, devlet imkânlarını, şahsî çıkarları için mi kullanmıştı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Ünal, buyurun.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanım, biraz önce soruldu; ama, ben de TÜRKSEV Vakfı ve Sağlık Sosyal  Yardım Vakfı hakkında bilgi vermenizi istiyorum, biz de memnun oluruz bilgi verirseniz?

Çiftçi, emekli, memur, işçi, çocuklarını, kısa yoldan meslek sahibi olsun diye ebe, hemşire, sağlık memuru ya da sağlık teknisyeni yaptı; Türkiye'nin de bu Anadolu çocuklarına âcil ihtiyacı var; Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkan kadrolar niye hâlâ aktifleştirilmedi?

Sayın Tarım Bakanımıza soruyorum: Cumhuriyet tarihinde kaç tane kalkınma kooperatifine kredi verildi; sizin Bakanlığınız döneminde kaç tanesine verildi?

Sayın Tarım Bakanına, öncelikle, yaş sebze ve muz üreticileri için yaptığı yardımlardan dolayı da teşekkür ediyorum. İlk defa Antalya'da muz bahçeleri arttı ve üreticiler muz fidesi yetiştiremiyorlar: Her ne kadar Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri size bağlı olmasa da, özerk yönetilseler de çiftçinin umudu sizsiniz. Çiftçinin, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının uygun şartlarda taksitlendirilmesi için olan gayretlerinizden haberdarız ve her zaman onurla yanınızdayız. Bayramdan önce çiftçilere müjde verebilecek miyiz?

Toprak Mahsulleri Ofisi, 1996'larda, çiftçinin anasının ak sütü gibi helal paralarını, yılda 380 milyon dolar, yani, yaklaşık 650 trilyon lira faize veriyordu, bugün ise bu para 40 trilyon liraya indirildi mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Aslan, buyurun.

MEHMET ARSLAN (Ankara) - Sayın Başkan, aracılığınızla, ilk sorumu Sayın Tarım Bakanımıza yöneltmek istiyorum.

1990-1998 yılları arasında ve 1990-2001 yılları arasında ülkemiz hayvancılığını geliştirmek amacıyla kooperatifler aracılığıyla dağıtılan damızlık hayvan sayılarını ve devlet yardımı olarak kullandırılan paranın miktarını söyleyebilir misiniz?

İkinci sorum: Türkiye'de hayvancılığın bitmesinin sebeplerinden biri olan 1990-1998 yılları arasında Türkiye'nin ithal ettiği et miktarını açıklayabilir misiniz?

Sayın Sağlık Bakanımıza sorum: 1983-1999 yılları arasında yatırıma alınan, fakat bitirilmeyen kaç tane tesisiniz var? Bu tesisleri bitirmeyi düşünüyor musunuz? Bu tesislerin tamamlanması için ne kadar paraya ihtiyaç var? Mesela bunlardan birisi de 1995 yılında başlayan 200 yataklı Kalecik Devlet Hastanesi; bu hastaneyi de bitirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Seyda, buyurun.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sağlık Bakanımızdan, aşağıdaki sorumun cevabını talep ediyorum.

Şırnak İli ve ilçelerindeki devlet hastaneleriyle sağlık ocaklarında hem sağlık personeline hem de sağlık malzemelerine acilen ihtiyaç vardır. Örneğin, İdil Devlet Hastanemizde, kadın-doğum, çocuk, dahiliye, cerrah gibi uzman hekime; ayrıca, 6 hemşire, 3 ebe, 1 röntgen teknisyeni ve 1 laboratuvar  teknisyenine ihtiyaç vardır. Uludere Devlet Hastanemizde uzman hekim ve laboratuvar teknisyenine ihtiyaç vardır. Silopi ilçe merkezinde yeni yapılan 3 nolu sağlık ocağı ile Güçlükonak ilçe merkezî sağlık ocağında sağlık personeline ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları, ne zaman gidermeyi düşünüyorsunuz?

Bir de Tarım Bakanımıza iki sorum var:

Birinci sorum: Şırnak İlimizde tarım sanayi entegrasyonu için hazırlanan projeler ile bitkisel, hayvansal üretimi kaliteli bir şekilde artırmak ve iyi bir pazarlama organizasyonuyla pazarlayabilmek için tecrübeli teknik ve sağlık sınıfı personeline ihtiyaç vardır. Personel ihtiyacının giderilmesi için bir çalışmanız var mıdır?

İkinci sorum: Cizre, İdil ve Silopi ilçelerinde kuruluş çalışmaları tamamlanan 3 adet seracılık projesi ile Şırnak merkez, Güçlükonak, Uludere ve Beytüşşebap ilçelerinde kuruluş çalışmaları tamamlanan 4 adet koyunculuk projesi 2002 yılı yatırım programına alınmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Levent, buyurun.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanlarıma sorumu yöneltmeden önce, bugün, Mersin'de, doğal afet nedeniyle şu anda sıkıntıda bulunan bütün yurttaşlarımıza, bütün insanlarımıza buradan sabır diliyorum.

Sağlık Bakanım, dağıtılan kitapta, Niğde'de 2001 yılına kadar tamamlanan yatırımlar içinde, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezî tamamlanmış görünmektedir; burada bir yanlış anlaşılma olmuştur galiba. Bir de, yüzde 80 seviyesinde olan bu hastanenin bitmesi için, önümüzdeki yıl ödeneğinin ne kadar olduğunu soruyorum.

Niğde İlinde 3 ilçe hastanesi bitmiştir; 6 sağlık ocağı, 8 sağlıkevi bitirilmiş, kadın doğum hastanesi de ISO 9000 belgesi almıştır. Sayın Bakanım, ne zaman Niğde'ye geleceksiniz; bir yıldır yolunuzu gözlüyoruz... (AK Parti ve SP sıralarından gülüşmeler)

Tarım Bakanım, Niğde hayvancılık ve süt besi inekçiliğinde 2 ayrı kooperatif -Dündarlı ve Yeşilgölcük kooperatifleri- hayvancılık kredisi programına alındı mı? Bu müjdeyi verebilir misiniz? Tarımsal desteklemede dönüm başına 10 milyon, ne zaman ödenecek?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Tuğmaner, buyurun efendim.

MUSTAFA KEMAL TUĞMANER (Mardin) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş Beye sorumu  yöneltmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 150 yataklı Mardin Devlet Hastanesinin inşaatı 1990 yılından beri devam etmektedir. Şu anda fizikî olarak yüzde 90'ı bitirilmiştir. 2002 yılında bu hastaneyi bitirip açılışını yapabilecek miyiz? Ayrıca, 2001 yılında bu hastane inşaatı için yaptığınız katkılardan dolayı da teşekkür ediyorum.

Yine, Derik İlçemiz, Dargeçit İlçemiz yeni hastane inşaatları da yıllardır aynı durumda devam etmektedir. Derik ve Dargeçit hastanelerinin de 2002'de bitirip, açılışlarını yapıp, halkımızın hizmetine açabilecek miyiz?

Yine, Mardin Devlet Hastanemizin ameliyathanesi perişan bir durumdadır, 30-35 yıllık bir ameliyathanedir. Bu konuyla ilgili gerekli ödeneği ilimize yollamayı düşünüyor musunuz?

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Musaoğlu, buyurun.

METİN MUSAOĞLU (Mardin)- Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Tarım Bakanına iki soru sormak istiyorum.

İlimizde Ziraat Bankası ziraî kredilerin şu anda taksitlendirmeleri yapılmamaktadır. Sayın Bakanımın buna diyeceği nedir? Bunu, merak ediyoruz.

Bir de ayrıca, 2000 yılının pamuk primleri halen ödenmemiştir. Nusaybin İlçesinde, Kızıltepe İlçesinde, bunu yakinen biliyorum. Bunlar için ne diyecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Halaman, buyurun.

ALİ HALAMAN (Adana)- Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza, Sağlık Bakanımıza en çok bunları gündeme taşıdığı için kendilerine teşekkür ediyorum.

Birinci sorum; pamukta, soyada, zeytinyağında, ayçiçeğinde ve narinciyede ne kadar prim verilecektir?

İkinci sorum; destekleme primi ve doğrudan gelir desteği uygulamasında yeniden bir yapılanma düşünüyor mu Tarım Bakanımız?

Üçüncü sorum; yerli üreticiler ve tarım ürünlerini korumak maksadıyla almış olduğunuz tedbirler dışticarette zarar veriyor iddiası var, doğru mu?

Bir de, Sağlık Bakanımızdan öğrenmek istiyorum; bir kısmı içi boş olan sağlıkevleri ve sağlık ocaklarının durumu ne olacaktır?

Saygılarımla.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Coşkuner...

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza sorumu arz ediyorum: Muhtaç çiftçilere ödünç tohumluk verilmesi hakkında kanun yürürlükten kalktı. Tabiî afetlerden zarar gören çiftçileri korumak için tarım sigortası kanunu çıkarmayı düşünüyor musunuz?

Diğer bir sorum: Çiftçi Kayıt Sistemi Projesi uygulamasında elde edilen sonuç nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Seven...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, Tarım Bakanımıza sormak istiyorum:

Sayın Bakanım, Tarım Bakanı olduğunuz günden beri, diğer tarım bakanlarından farklı olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya ne gibi farklı hizmetler getirdiniz?

ASLAN POLAT (Erzurum) - Hayvancılık hizmetleri yüzde 25'e düştü!

BAŞKAN - Bir dakika... İstirham ederim... yapmayın Allahaşkına!..

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - İkinci sorum:  Çiftçiye verilen -her destek helâlı hoş olsun- çiftçiye ödenen paraların karşılığı bütçeye konulmuş olsaydı, Ziraat Bankası, piyasadan borç almamış olsaydı, bugünkü duruma gelinir miydi?

Üçüncü sorum: Çiftçi borçlarıyla ilgili taksitlendirmeyi sordular, ondan vazgeçiyorum.

Dördüncü sorum: Ağrı Et-Balık Kurumu 1995 senesinde özelleştirilmeseydi, bugün, Ağrı'daki hayvancılık zor duruma düşer miydi?

Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Erzurum'da özelleştirilmemiş; ama, aynı durumda!

BAŞKAN - Bana teşekkür edeceksiniz, ona değil.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Sağlık Bakanıma soru sormak istemiyorum.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Bak, Sağlık Bakanı beni de küstürdü, onu da küstürdü!

BAŞKAN - Sayın Mahfuz Güler... Yok.

Olmadığı için ona da teşekkür ediyorum.

Sayın Ünal, buyurun; çok kısa rica edeceğim efendim.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Teşekkür ederim, çok kısa efendim.

Sayın Tarım Bakanıma sormak istiyorum: Yerfıstığı, bildiğiniz gibi, ülkemiz açısından önemli bir tarım ürünümüzdür; ancak, son yıllarda, çiftçimiz, kaliteli yerfıstığı tohumu bulamamakta ve bundan dolayı da, hem kalite hem de verim düşmektedir. Bakanlığınızın, anaç ve kaliteli yerfıstığı tohumu yetiştirme veya temin etme konusunda bir çalışması var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

Sayın Sağlık Bakanım, şu an inşaatı devam etmekte olan Osmaniye devlet hastanesi inşaatı ne aşamadadır; hangi tarihte hastanemiz hizmete girecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanlar, buyurun. (DSP ve MHP sıralarından "Sayın Başkan" sesleri)

Efendim, otuz kişisiniz; ne yapacağım peki?!. Hayır, nasıl olacak; bana söyleyin efendim bunu. İstirham ederim, yapmayın Allah aşkına!.. Efendim, gece saat 01.00; 4 dakika tolerans yaptık. İstirham ederim, yapmayın Allahaşkına!..

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - İtiraz ediyorlar madem, sahur yemeği versinler. (MHP sıralarından "veririz, veririz" sesleri)

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Verelim efendim; bendensiniz.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sahura kadar bekleyeceksiniz; merak etmeyin.

BAŞKAN - Efendim, müsaade ederseniz, bakanlar cevap verecek; sorduğunuz sualler zaten uzun.

Buyurun Sayın Sağlık Bakanı.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ülkemizde, kamunun işlem yapamadığı durumlarda, zaman zaman hizmet aksaması nedeniyle, her bakanlığında, hemen hemen birden fazla vakıf vardır ve bu vakıflar kurulmuştur. Yalova Kaplıcalarının İşletilmesi ve Kaplıcaların İnkişafı İşlerinin Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâletine Bağlı Hükmî Şahsiyeti Haiz Bir Teşekküle Devri Hakkında Kanunun numarası 3653'tür. 1 inci maddesinde "Yalova Kazası dahilinde olup, İcra Vekilleri Heyetince musaddak haritasında gösterilen sınır içindeki Devlete ait sıcak ve soğuksu kaynakları ile kaplıcaların ve bunlara ait binaların, kaplıcalar tesisatının ve arazinin istismar, intifa ve idaresi bütün hukuk ve vecaibiyle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı (Yalova Kaplıcaları İşletme İdaresi) namı altında, hükmî şahsiyeti haiz bir teşekküle devredilmiştir.

İcabında harita haricinde kalan ve Devlete ait bulunan araziden lüzum görülecek kısımlar dahi İcra Vekilleri Heyeti kararıyla buna ilave edilir" denilmektedir.

8 inci maddesinde de "Kaplıcaların inkişafı ve kendi geliriyle karşılayamayacağı işletme masrafları için, muktazi tahsisat Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti bütçesinde açılacak hususî bir fasla yardım olarak konulur" denilmektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, Yüce Türk Milletinin önünde şahadet ederim ki, ben, bugüne kadar, gerek memuriyet hayatımda, gerekse milletvekilliği ve bakanlık hayatımda,  devletin ve milletin bir kuruşuna irtikâp etmedim ve burada, huzurunuzda, üzülerek, şunu açıklamak istiyorum: Yirmiyedi yıllık devlet memuruyum. Üniversitede oniki yıllık doçentim. Meslektaşlarım arasında, hasta sayısı hiç de az olmayan bir kişiyim. Eşimin, çocuklarımın ve benim üzerimde bulunan tüm mal varlığı, bir araba ve halen 1993'ten beri devam eden, Ankara'ya 26 kilometre mesafeli bir kooperatif evidir; bunun dışında hiçbir mal varlığım yoktur. Bu durumda, Hazreti Ömer adaletinin bugün çok zor olduğunu ben biliyorum; çünkü, Hazreti Ömer'in ne telefonu, ne teleksi, ne faksı, ne radyo, televizyonu vardı. O yüce şahıslarla da kendimizi mukayese etmiyoruz; ama, karınca kaderince, buna uygun davranmaya çalışıyoruz.

Sayın Konukoğlu, su işletmeleri işlettiğinizi biliyoruz.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Hayır efendim.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Yaklaşık ayda 540 milyar liralık su sattığınızı da biliyoruz.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, benim akrabam işletiyorsa, benim suçum ne?

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bir dakika Sayın Konukoğlu, bir dakika... Bir müsaade buyurun, müsaade buyurun...

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Kardeşiniz dövünce, siz mi suçlusunuz?

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Konukoğlu, o zaman düzeltiyorum.

Özel hastane işlettiğinizi biliyoruz. Yine burada, tüm kamuoyunun önünde yemin ederim ki, Konukoğlu Hastanesinde tüp bebek merkezinin denetimiyle ilgili Sağlık Bakanlığının objektiflik dışında asla bir müdahalesi olmamıştır. Tüp bebek merkezlerinin açılısında Sağlık Bakanlığına bağlı bir komisyon görev yapar. Bu komisyon gider, yerinde inceleme yapar. Nitekim, Konukoğlu Tüp Bebek Merkezi, ilk müracaat 4 Aralık 2000'dir. Personel listeleri eksik bulunan, tamamlanmasını takiben 18 Nisan 2001'de ziyaret kararı alındı. İlk ziyaret 10 Mayıs 2001'dir. Androloji laboratuarı, embriyo dondurma odası ve yoğun bakım odalarının yerleri uygun değildi, eksiklikler tamamlattırıldı, son ziyaret 8 Ağustos 2000'de yapıldı, uygun bulundu ruhsat verildi.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Ne ilgisi var Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, çok ilgisi var. Birkısım basın yayın organlarında, sizlerin de üyesi olduğu o dernek, Sağlık Bakanlığımıza müracaat etmiştir. Suların, halkın sağlığı bakımından hologramlı olarak satılmasını istemiştir, bu, bizim kayıtlarımızda vardır. Siz, ayda 540 milyar liralık su satarken...

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Benimle ilgisi yok Sayın Bakan, varsa, istifa ederim.

 SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - ... bizi irtikap, rüşvet ve Sülün Osman olmakla itham eden, hırsızlığı, yolsuzluğu şiar edinmiş çirkef insanların sözleriyle itham ederken acaba vicdanınız sızlamıyor mu?

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, suyla benim ilgim varsa milletvekilliğinden istifa ederim, bulun en ufak bir şey, getirin.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, isim vermiyorum, Konukoğlu'nun bugün Bursa İnegöl'de işlettiği su tesisatının debisini açıklayabilirim.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Bakan, benimle ilgisi yoksa, ne ilgisi var?

Sayın Bakan, benim sorularıma cevap vermiyorsunuz.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Veriyorum efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Siz devletin bakanısınız, onlara cevap verin.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Benim kurdurduğum Sağlık Eğitim Vakfında hiçbir akrabam yoktur.

Değerli milletvekilleri, Bakanlar Kuruluna geldiğim dönemde, bir gezi öncesi, Bakanlar Kuruluna bir teklif getirdim; Türkiye'de, vakıflar, suiistimal kaynaklarıdır, yolsuzluğun kaynaklarıdır demişimdir. Kurulan vakıfların birçoğu kamu kaynaklarını kullanır; ama, bu vakıflardan birileri nemalanır ve bu vakıflar kişiselleştirilir, bu yanlıştır.

 Bakanlar Kurulunda, Sayın Başbakan, "bizim de bu konuda bir teklifimiz var" demişti; ama, bu arada yurtdışına çıktım, MHP'li arkadaşlarımız, bu bilgiyi benim sunduğumdan haberdar olmadıkları için, o gün ona ilgisiz kaldılar. O gün, Türkiye'yi soyma kaynağı haline getirilen, lösemilileri istismar haline getiren bu vakıflardan Türkiye kurtulacaktı.

Bakınız, Sağlık Eğitim Vakfının senedinde "Sağlık Bakanı doğal üyedir..." Osman Durmuş değil, her sağlık bakanı.

Sayın Nesrin Ünal'ın sorusuna da cevap vereyim. Bakanlıkta mevcut bulunan Sağlık Sosyal Yardım Vakfı, Bakanlığın eski bürokratları tarafından kurulmuştur ve TURBAN termal tesisleri, Doğru Yol zamanında, ismi tüm basın yayın kurumlarında "Yalova Termalini yağmalamak" olarak konuşulan Ömer Bilgin zamanında yerle bir edilmiştir; halısı yoktur, banyosu yoktur, kapısı yoktur, çatısı yoktur, kurşunları dahi sökülmüştür ve 3148 sayılı Yasa, 39/b maddesi, Sağlık Bakanlığına, Sayıştay vizesi olmaksızın harcama yetkisi vermiştir ve bazı bakanlar, oradan, her ay, birkısım basın mensuplarına, sarı zarf içinde ödenekler vermişlerdir. Bu bakanlık dönemimde, hiç kimseye, ama, hiç kimseye bir kuruş çıkar sağlattırılmamıştır. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, çoluğuma çocuğuma miras bırakacağım bir tek, şerefim ve haysiyetim vardır; onun dışında, hiçbir mal, mülk edinmek gibi bir gayretim yoktur. Bu Vakfın, Sağlık Eğitim Vakfının Başkanı, seçimle gelen bakandır. Yönetim Kurulu, Sağlık Bakanı Müsteşarıdır; Sağlık Bakanlığı Tedavi Kurumları Genel Müdürü, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Genel Müdürü; Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürü, Sağlık Bakanlığı İdarî Malî İşler Daire Başkanıdır.

Peki, sizin sorduğunuz Sayın Ünal: "Sağlık Eğitim Vakfında Sağlık Bakanlığının kontrol mekanizması var mıdır?" Göstermelik; 1 müsteşar başkandır, 2 de üye vardır, 9 kişi vardır orada. Müsteşar, bugün itibariyle istifasını vermiştir. Niçin; yönetimini denetleyememiştir, kontrol edilememiştir; kaynakları, maalesef kontrol edilemiyor. Dolayısıyla biz, Yalova Termal Tesislerini, mevcut Sağlık Sosyal Yardım Vakfına teslim ettik, "işletiniz kardeşim" dedik. O, üç ay geçici süreyle verilen bu vakıfta, maalesef, "Meyve sularını şuradan alacaksın, yatağı buradan alacaksın..." denilip, eskiden Donatım Genel Müdürü olan bir kişinin şirketlerinden alınmaya zorlanmıştır. Orada emekli bir albay görev yapmaktadır ve bana, vakfın kaynaklarının israf edildiğini söylemiştir.

Vakıf, TURBAN'dan devralındığı anda, 18 Nisan 2000 tarihinde, haberim olmadan, 57 nci hükümetin aldığı bir kararla, Bakanlığa ait olduğu belirtilmiş ve bana devredilmiştir. "Atatürk'ten mirastır" diye, onarım için dahi bir saat kapatılmamıştır; ancak, Sağlık Müdürlüğümüz, bunu bu şekilde işletemeyeceğini, bir tüzelkişilik olması gerektiğini söylemiştir.

Bu çerçevede, Sağlık Eğitim Vakfının bir işletmesi kurulmuş ve o işletmeye kiralama, işletme  hakkı verilmiştir. Bugün, Yalova Termal Tesislerinden Sağlık Eğitim Vakfına bir kuruş gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Gazi Üniversitesinde, oranın, yıkılıp da birilerine, İngiliz konsorsiyumuna peşkeş çekilmeye çalışılan bu tesislerin, Atatürk'ün mirası olduğu gerekçesiyle, 98 milyar liraya projeleri çizdirilmiştir. Yeniden ihya edilecektir. Asgarîsiden, yok edilen Termal Otelin 4 trilyona yakın bir maliyeti vardır; kazandığı tüm para Yalova'da kalmaktadır. 165 kişi oradan maaş almaktadır; bunlar, depremzededir. O tesis, bir saat kapatılmamıştır. O tesisten, Sağlık Eğitim Vakfına bir kuruş gelmemiştir, tüm paralar oraya gitmektedir.

3148 sayılı Yasa, gelirleri, Bakan, istediği yere verir. Nitekim, geçmiş dönemlerde, 1 000 000 dolar, Sağlık Bakanlığı dışındaki vakıfları verilmiştir. Bizim dönemimize gelince -Bakanlıkta 3148'in kayıtları yoktur, kim kime ne vermiştir belli değildir; ama, şu gördüğünüz belge, şu kitap, elimdedir- 3148 Sayılı Kanuna  göre, Sayıştay denetiminin dışında olan tüm kaynaklar, kime verildiyse, kuruş kuruş yazılıdır. Temel Sağlığa ne verilmiştir, illerinize yatırımlar, şurada, il il haritada belirtilmiştir. Mesela, herhangi bir ili sorabilirsiniz.

ASLAN POLAT (Erzurum)  - Erzurum mesela?!

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Burada, 2000 yılında, 3148'den ne verilmiştir, bütçeden ne verilmiştir? 3148 sayılı denetim dışı yasa, denetim içine bizim zamanımızda girmiştir. Niçin; Hazreti Ömer adaletini gerçekleştirmek için. Tarafımdan, Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat edilmiştir. Pazartesi günü de avukatım dava açacaktır. Bizzat Başsavcı aranılmıştır. Sağlık Bakanlığındaki tüm harcamalar, ama, tüm harcamalar, denetiminize açıktır.

Bugün, Hürriyet Gazetesinin haberinde, banka dekontu olarak yayımlanan şey, benim makamımda 6 ayrı belge olarak vardır. Merkez Bankasına yazılmıştır. 20 milyar; evet, artı 34 milyar; evet, artı 600 milyar; evet. Bunlar, Yalova Termale ve bu vakfa verilmiştir. Bu vakfın -eksiklerini söylediniz de, tamamlıyorum- tek amacı vardır; sağlık hizmetinden istifade eden Türk Halkına daha iyi hizmet edebilmektir. Osman Durmuş'un babasının mal varlığından burada bir kuruş yoktur ve bir kuruş da katılmamıştır. Babasının mal varlığı olmayan ve mesleğinde çok büyük paraları kazanma ihtimali olan bu meslek sahibi, hastasını da suiistimal etmemiştir. Bunu, tüm Türkiye, ekranlarından bizi dinliyor, açıklayacak hastalar vardır.

O halde, vicdanlarınıza seslenmek istiyorum. İktidar milletvekilleri, muhalefet milletvekilleri, ben, siyaseti bir erdem mesleği olarak yapıyorum, ben, siyaseti bir geçim mesleği olarak yapmıyorum; ama, bu ülkede, erdemli, namuslu, dürüst politika yapabilmek, maalesef zordur ve bunun kışkırtıcıları da, bu devletin kaynaklarını kullanan, bu devletin imkânlarını kullanan, devletin imkânlarıyla nemalaşmış insanlardır. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün, basın yayın organlarını organize eden onlardır.

Benim, her birinize, tüm bakanlığın kaynaklarını, kayıtlarını gösterme yetkim var; geliniz, ziyaret ediniz, tek tek, bu fakir insanların, bu halkın parasının hesabını sorunuz. Vermeyen bakan, zimmetine geçiren bakan namerttir, şerefsizdir, haysiyetsizdir.

Dolayısıyla, duygusallığım bu yöndendir. Gelin, bu ülkede, dürüstçe hizmet edebilmenin imkânlarını savunalım. Gelin, Atatürk'ün emanet olarak bıraktığı, özel bir kanunla Sağlık Bakanlığına sorumluluk verdiği, sonra TURBAN'a verilen bu tesisin ilelebet yaşaması, Türkiye Cumhuriyetinin tarihine sadık kalmanın bir gereğidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Diğer sorulara yazılı olarak tek tek cevaplayacağım.

Saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Bakanım, anlaşılması açısından bir şey sorabilir miyim?

Yalova Termal Tesislerini ihya etmek için, mutlaka, bir vakıf mı kurulmalıydı? Niye Sağlık Bakanlığı olarak yapmıyorsunuz bunu?

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Efendim, kanun "bir tüzelkişilik" diyor; Bakanlık yapamıyor. Bakanlık, ticarî işletme yapamaz.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yani, bu kulağı niye böyle gösteriyorsunuz?!

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Kanun böyle efendim...

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim; mesele anlaşılmıştır.

Sayın Bakan, buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsaade ederseniz, sorulara, çok kısaca, birer cümle halinde cevap vereceğim; eksik kalanlara da yazılı olarak cevap vereceğim.

Sayın Mehmet Ali Şahin'in, fındık alanlarıyla ilgili sorusuna cevap: Tarım il müdürlüğünde, hangi ilin hangi ilçesinin hangi köyüne ne ekileceği vardır. Tarım il müdürlüklerimiz köylülerimizle irtibat halindedir.

Dekar başına 10 000 000 Türk Lirası ödemeleri: Para hazırdır, Ziraat Bankasına çıkarılıyor; ancak, bu paranın çiftçilerin eline geçmesi için, çiftçi borçlarına sayılmaması, mahsup edilmemesi için kanunî bir altyapı oluşturmaya çalışıyoruz. Türk mevzuatındaki, borçlar hukukundaki ilgili maddeyi aşmaya çalışıyoruz; aylarca üzerinde çalıştığımız konu budur, bunu aşmaya çalışıyoruz.

Sayın Nesrin Ünal'ın ve Sayın Mehmet Aslan'ın sordukları soruya cevap: Müsaade ederseniz, tüm cumhuriyet dönemini burada ayrıntılı vermeyeyim; ancak, 1990...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yazılı cevap verin Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Yazılı cevap vereceğim; ama, çok önemli, köylüler izliyorlar. Yazılı cevap vereceğim; ama, çiftçilerin ve köylülerin işitmesi açısından, Türk sanayicisinin işitmesi açısından söylüyorum:

1990 - 1998 yılları arasında, toplam 231 hayvancılık kooperatifine 46 400 hayvan dağıtılmıştır.

MEHMET ARSLAN (Ankara) - Dokuz senede?!.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Dokuz senede...

Dağıtılan bu hayvanlardan elimizde kalanların sayısı çok azdır; çünkü, soykütükleri  tutulmamıştır; ancak, ikibuçuk yılda -1999 Haziran ve 2001 yılı arasında- dağıtılan hayvan sayısı 43 000'dir. Dokuz senede 46 000 ikibuçuk senede 43 000 hayvan dağıtılmıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Toplam kooperatif 215 000'dir. Dokuz senede dağıtılan hayvanlar üzerinden köylüye aktarılan para 12 trilyondur; ikibuçuk senede, sırf hayvancılık kooperatifi üzerinden aktarılan para 59 trilyondur; şehir şehir dökümünü sizlere arz edebiliriz. Ben, burada, müsaade ederseniz, diğer kooperatiflerin detayına girmeyeceğim.

Yine, Sayın Mehmet Arslan'ın sorusu içerisinde, 1992-1996 yılları arasında Türkiye'ye ithal edilen besilik ve kasaplık hayvan sayısı 800 000'dir. Eğer dinlerseniz Sayın Evren Bulut... Bu rakam çok önemli; 1 000 000'dan 200 000 eksik; yani, 800 000 hayvan ithal edilmiştir, sırf kasaplık; damızlıkları söylemiyorum. Türkiye'nin sığır mevcudu 12 000 000'dur o yılda. Yani, onikide 1 sayısında hayvan ithal edilmiştir sırf kasaplık olarak. Bunun yanında da, 133 000 ton et ithal edilmiştir. 1996 yılında göreve gelen Sayın Bakana da teşekkür ediyorum; ondan bu tarafa, Türkiye'ye, kasaplık hayvan ve et ithalatı yapılmıyor.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimizin teknik eleman ihtiyacını karşılama konusunda çalışıyoruz. Bu konuda, özellikle Şırnak'ta, ziraat mühendisi 13 adet, ziraat teknisyeni 33 adet, sağlık memuru, veteriner hekim 7 adet...

Yine, Ziraat Bankası borçlarının ödenmesi Konusunda, kürsüde açıkladım; müsaade ederseniz, yazılı olarak vereyim. Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçların ödenmesi konusunda, müsaade ederseniz, yazılı olarak detaylı vereyim. İnşallah, bu konuda bir kolaylığı getirmeye çalışıyoruz. Dün gece Ziraat Bankası yetkilileriyle görüştüm; tekrar tekrar, her gün görüşüyorum. Tarım kredi kooperatifi yetkilileriyle görüşüyorum. Temerrüt faizlerini anapara borçlarından ayırarak, temerrüt faizleri üzerinden faizleri kaldırarak, 36 aya yayarak -ki, bizim baştan beri teklifimiz buydu- bir ödeme kolaylığı getirmeye çalışıyoruz; ancak, tarım kredi kooperatiflerinin yıllarca hatalı çalışmaları sonucu, kanunen aşmaya çalıştığımız konular var; bunları da yakında aşacağız.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılında prim ödemelerine devam edeceğiz; bunu açıkladım, Sayın Başbakanımız da açıkladı. Özellikle 2000 yılında ithalata getirdiğimiz -bazı mevzuat içerisinde kalarak- kısıtlamalarla dışticarete herhangi bir engel getirilmiyor. Bu konuda, yine, yazılı olarak cevap veririm.

Primler soruldu, açıkladım. Turunçgillere primi, ancak, ihracat teşviki olarak vermeye çalışıyoruz; bu da, Dünya Ticaret Örgütüyle yaptığımız anlaşmalar boyutunda.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Sayın Bakan, yazılı cevap ver; yeter artık, sabah oldu.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Sayın Gül, ben biraz sonra İçel'e gideceğim. Ben, kendimi köylüme adadım; ben, kendimi halkıma adadım. Müsaade ederseniz bunları... (MHP sıralarından alkışlar) O köylülerin hepsi beni dinliyor. Köylülere ya onların içinde ulaşıyorum ya televizyonda ulaşıyorum. Muhalefet partisi milletvekillerine de teklif ediyorum. Her gittiğim ile gitmeden önce, tüm muhalefet ve iktidar milletvekillerine programımı çıkarıyorum. Aslan Polat'a buradan tekrar sesleniyorum. Senin yüreğin varsa, benimle Ardahan'a, Erzurum'a gel; hayvan pazarına gidelim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - İspir'e gel, Erzurum'a gel; hep beraber gidelim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) - Tarım ürünleri sigortası kanunu çıkacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri için ilk defa bir proje çıkardık, Doğu ve Güneydoğu Anadolu İlleri Eylem Projesi; 11 trilyon, sırf, o kooperatifleri desteklemek için çıkarılıyor. Demin saydığım paraların hepsi bunun dışındadır; detay açıklamasını yazılı olarak vereceğim.

Tahammülünüz için teşekkür ediyorum; ancak, son üç senedir en fazla konuşulan, şu kürsüden de en fazla tartışılan konu, köylünün meselesi, tarımın meselesi olduğu için ve bu konuda da hassasiyetimi belirtmek, kararlılığımı belirtmek, inancımı belirtmek için vaktinizi alıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Bakan, her zaman sizinle beraberiz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, daha birçok arkadaşımızın suali var; ama, kifayeti müzakere yapıyoruz. Sayın Cezmi Polat, Sayın İsmet Vursavuş, Sayın Burhan İsen, Sayın Mustafa Gül...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, bizim adımız yok mu orada?

BAŞKAN - Adınız çıktı da efendim, sonlarda...

Şimdi, efendim, bu saydığım sayın milletvekilleri, Mustafa Gül dahil, yazılı soru sormuşlardı; sayın bakanlara veriyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi takip edecektir ayrı ayrı.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Bakan bu kadar başarılıymış da, bu köylü, bu çiftçi niye bu hale geldi, anlayamadım gitti!.. Ne oldu yani? Beş senedir siz iktidardasınız; beş!..

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Siz o dört senedir ne yaptıysanız, onların hesabını verirsen, çıkarırsın çiftçinin niye bu hale geldiğini!

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Beş sene evvel çiftçinin durumu iyiydi.

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Beş senede bozduğun iki senede düzelmiyor!

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - İflas eden tüccar eski defterleri karıştırırmış!

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Yani, kırk senedir o yönetiyor bu ülkeyi. Ona sormalı, bana sormamalı...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla onuncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu             

A ç ı k l a m a                                                            L i r a

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

444 019 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Tarımın Geliştirilmesi, Korunması, Araştırılması, Desteklenmesi ve

 

 

Koordinasyonu Hizmetleri

78 630 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

6 248 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

999

Dış Proje Kredileri

1 385 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

530 282 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                                                                  L  i  r  a

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

279 247 296 563 000

- Toplam Harcama

:

269 828 708 180 000

- İptal Edilen Ödenek

:

10 120 236 333 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

707 700 540 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

6 052 590 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

40 558 990 000

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a ) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu             

A ç ı k l a m a                                                              L i r a

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

2 378 200 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Tarım Reformu Uygulamaları

8 509 800 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

299 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

11 187 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Gelir

 

 

Türü             A ç ı k l a m a                                                                L i r a

 

 

2

Vergi  Dışı Normal Gelirler

230 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

3

Özel Gelirler , Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı

10 957 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

11 187 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                                                                     L  i  r  a

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

5 676 677 500 000

- Toplam Harcama

:

5 174 048 730 000

- İptal Edilen Ödenek

:

505 795 900 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

3 167 130 000

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B  -  C E T V E L İ

                                                                         L i r a

 

 

- Bütçe tahmini

:

5 202 500 000  000

- Yılı tahsilatı

:

4 826 409 620 000

 

 

BAŞKAN-  (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Bölümleri okutuyorum:

D)  SAĞLIK BAKANLIĞI

1.- Sağlık Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu             

A ç ı k l a m a                                                                L i r a

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

366 596 400 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Temel Sağlık Hizmetleri ve Sosyalleştirme

838 426 200 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

113

Tedavi Hizmetleri

944 980 091 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

173 444 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

999

Dış Proje Kredileri

22 001 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

2 345 447 691 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                                                                            L  i  r  a

- Genel Ödenek Toplamı

:

1 109 014 331 731 000

- Toplam Harcama

:

1 139 512 582 020 000

- İptal Edilen Ödenek

:

50 247 780 491 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

90 911 386 050 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

10 165 355 270 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

7 834 474 100 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) HUDUT VE SAHiLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

Kodu             

A ç ı k l a m a                                                                            L i r a

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

1 101 900 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Uluslararası İlişkilerden Doğan Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma

3 383 100 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

160 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

4 645 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Gelir

 

 

Türü            A ç ı k l a m a                                                           L i r a

 

 

1

Vergi Gelirleri

2 925 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

2

Vergi  Dışı Normal Gelirler

1 320 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

3

Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı

400 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

T O P L A M

4 645 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                                                                         L  i  r  a

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

21 466 737 880 000

- Toplam Harcama

:

4 074 813 250 000

- İptal edilen Ödenek

:

266 335 840 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

17 125 588 790 000

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B  -  C E T V E L İ

                                                                                                 L i r a

 

 

- Bütçe tahmini

:

2 195 000 000 000

- Yılı tahsilatı

:

18 451 866 890 000

 

 

BAŞKAN-  (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ile Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2002 malî yıl bütçeleri ile 2000 malî yılı kesin hesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, onuncu tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına, yarım kalan işlerden devam ediyoruz.

2. – İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekfinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

3. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

4. – Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

5. – Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunuyla ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

6. – Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

7. – Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi ve Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun, müzakeresine başlıyoruz.

8. – "Ticaret ve Sanayi Odaları", "Ticaret Odaları", "Sanayi Odaları", "Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret Borsaları" ve "Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği" Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/892) (S:Sayısı:758) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 758 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde, üç grup söz istemiştir. Tabiî, gecenin bu saatinde, grupların sözcüleri, vicdanlarına göre... Ben, himmetlerine sığınıyorum.

Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

İnşallah, yasal süresini kullanmaz diyorum ben; çalışan arkadaşlarımızın adına söylüyorum, kendi adıma bir şey istiyorsam, namerdim.

Buyurun Sayın Geçer.

SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 758 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum.

Konu üzerinde konuşmadan önce, Tarsus, Mersin ve Silifke bölgemizde meydana gelen sel felaketinden dolayı, orada yaşayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletirken, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah'tan rahmet diliyor, yakınlarına başsağlığı temennilerimi iletiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu kanun tasarısının geneli üzerinde 20 dakika konuşma süremiz var; ama, çok fazla konuşmayacağım. Zaten, bu kanuncuk, getirilen bu kanuncuk, aslında, genelde, Türkiye'de ekonomik yapının ne noktaya geldiğinin bir ifadesi.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - "Kanuncuk" denilir mi Allahını seversen?!

MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Herhalde, Türkiye iktisat tarihine, işte, bir tarihte, Türkiye'de, bir zaman diliminde...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Protesto ediyorum ve dışarıya çıkıyorum...

MUSTAFA GEÇER (Devamla) - ...57 nci hükümet zamanında, sanayicilerin, ticaret erbabının kamu meslek kuruluşlarına olan aidat borçlarını ödeme gücünü dahi kaybettiğini ve bu vesileyle, böyle, hazırlanmış küçük kanunlarla, bir maddelik eklerle, vatandaşı veya ticaret, sanayi erbabımızı rahatlatacak tedbirlere yönelik bir kanundur...

                                                

(1) 758 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Yani, burada, aslında, diğer taraftan, vergi mükelleflerinin, sosyal güvenlik kurumlarına aidatlarını ödeyemeyen, primlerini ödeyemeyen vatandaşlarımızın, kredi kuruluşlarına kredi borçlarını ödeyemeyen çiftçilerimiz ve küçük esnafımızın ve diğer, ödemelerinde güçlük çeken tüm vatandaşlarımızla ilgili toplu bir yasa çıkarılıp, bunlar temin edilebilirdi; ama, bugüne kadar, Gelir Vergisi mükellefleriyle ilgili bir taksitlendirme, Bağ-Kur sigortalılarıyla ilgili bir taksitlendirme getirildi. Şimdi, bu tasarıyla da, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa bir değişiklik getirilerek, bu birlik üyelerinin aidat borçlarının iki yıla yayılarak, altışar aylık taksitler halinde dört eşit taksitte ödemesi gündeme gelmektedir. Tabiî, burada, 5590 sayılı Kanuna tabi odalar kapsama alınmış; ancak, ziraat odaları ve diğer odalar, borsalar, barolar ve buna benzer kamu meslek kuruluşları üyelerine ait, aslında, aidatların da ödenmesiyle ilgili daha geniş kapsamlı belki düzenlenebilirdi bu diye düşünüyorum; çünkü, böyle bir fırsat bu oda mensuplarına, üyelerine tanınıyorsa, diğer odaların mensuplarına tanınması gerekirdi; yani, ziraat odaları olabilir, barolar olabilir, muhasebeciler malî müşavirler odaları olabilir, esnaf odaları üyeleri olabilirdi; ancak, burada, sadece 5590 sayılı Yasa kapsamına girenler bu çerçeveye alınmış durumda.

Demin ifade ettiğim gibi, gerçekten, ekonomik krizin şu anda yoğun olarak yaşandığı ülkemizde ve hükümetin ekonomik istikrar programlarının hiçbirinin hedefine ulaşmaması ve hazır olandan da daha zor durumlara Türkiye ekonomisinin sürüklenmesi sebebiyle, böyle bir yasa çıkarmaya herhalde sayın hükümet ihtiyaç görmüş ve tabiî ki, bu, oda mensuplarımızı bir nebze belki rahatlatacak; çünkü, birikmiş borçlarının gecikme zamları da burada alınmayacak. Bu sebeple, bir noktada bir rahatlatma getirecektir; ancak, köklü bir çözüm değildir. Ticaret erbabının, sanayi erbabının aidatını ödeyebilecek bir noktaya getirecek birtakım köklü, yapısal çözümlerin getirilmesi lazım. Bu, tabiî, palyatif bir çözümdür; ama, hayat devam etmektedir. "İşte, bekleyin, biz düzelteceğiz, düzelttikten sonra ödeyeceksiniz" diyemeyiz ve hükümet de, bu şekilde düşünerek, sanayi ticaret odası üyelerine, kamu meslek kurumu üyelerine bu kolaylığı getirmiş bulunuyor. Ancak, bugüne kadar, sayın hükümet, IMF'nin direktiflerini dinlediği kadar, IMF'ye sunduğu 20 tane stand-by anlaşmasındaki taahhütlerini yerine getirmeyi, onlara söz verdiği kadar... "Ulusal Program" adı altında Türkiye'yi ilzam edecek büyük bir programı -Avrupa Birliği müktesebatının Türkiye iç hukukuna taşınması noktasındaki bu taahhütleriyle Türkiye'yi ilzam ederken- en azından, vatandaşlara sorabilirdi, en azından, Sayın Meclise sorabilirdi; buna da ihtiyaç duyulmadan, Türkiye, gerçekten, bu tip yükümlülüklerin, uluslararası yükümlülüklerin altına sokulmuştur.

Burada şunu söylemek istiyorum; yani, sayın hükümetin, IMF'ye, Avrupa Birliğine, Amerika Birleşik Devletlerine, Dünya Bankasına veya diğer kurumlara götürdüğü teklifler kadar veya onların tekliflerini dinlediği kadar, vatandaşımızın da teklif ve taleplerini dinleseydi, biraz daha iyi, gerçekçi bir mesafe alabilirdi diye düşünüyorum; çünkü, Türkiye'nin sosyal, ekonomik, kültürel realitesine dikkat edilerek vatandaşa kulak verilseydi, bugüne kadar daha güzel hizmetler verilirdi diye düşünüyorum.

Sözlerimi bitirirken şunu söylüyorum: Sayın hükümet, millete gideceksiniz "biz, Avrupa Birliğini dinledik, söylediklerini yapmaya çalıştık ve Büyük Millet Meclisinde çok yoğun şekilde yasalar çıkardık; ama, sizin talepleriniz değildi bunlar. Avrupa Birliğine taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık, IMF'ye taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık, Dünya Bankasına taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık, Amerika Birleşik Devletlerine taahhütlerimizi yerine getirmeye çalıştık; ancak, sizin taahhütlerinizi pek yerine getiremedik" diyeceksiniz ve "ey aziz milletimiz, bizden ne talep ediyorsunuz" diye soracaksınız; ama, ben ümit ediyorum ki, bu noktadan sonra, hükümetten çok şey istemeyecek vatandaşlar; çünkü, kanaatkâr, vefakâr, cefakâr insanımız, milletimiz, sizden -bu noktadan sonra diyorum- bir tane şey isteyecekler -bu da zor olmayacak herhalde- hükümetin bu işi bırakıp gitmesini isteyecekler, yakamızdan düşün diyecekler ve ondan sonra da, herhalde, Mecliste daha güzel bir hükümet kurulacak veya seçime gidilecek. Vatandaşın iradesi burada tahakkuk edecek diye düşünüyorum.

Bu yasanın, kamu meslek kuruluşu mensuplarına hayırlı olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın hemşerime teşekkür ediyorum süresini kısıtlı kullandığı için.

İnşallah, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşacak olan Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa da beni düşünür.

Beni düşünmeyin; kavasları düşünün, stenografları düşünün.

Buyurun Sayın Fatsa.

AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de, Sayın Başkanımın ikazlarını dikkate alarak...

BAŞKAN - Estağfurullah.

EYÜP FATSA (Devamla) - ... konuşmamı kısa tutacağım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Çok önemli konu, geniş anlat ki, iktidar dinlesin.

BAŞKAN - Sayın Polat...

EYÜP FATSA (Devamla) - 758 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle 5590 sayılı Kanuna tabi oda ve borsalara ödemekle yükümlü oldukları aidatlardan geciken borç asıllarının iki yıla yayılarak faizsiz dört eşit taksitte tahsil edilmesi, gecikmiş alacakların tahsilinde gecikme cezalarının affedilmesi ve ayrıca oda ve borsaların, 2001 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine ödemekle yükümlü oldukları aidatların işlemiş faizleriyle birlikte tahsil edilmesi amacıyla hazırlanmış bir tasarıdır.

Değerli arkadaşlar, hükümet, enflasyonu düşürmek bahanesiyle ekonomiyi batırmış, sanayici ve tüm üreticileri perişan etmiş, bankacılık sistemini çökertmiş, millî geliri on yıl öncesinin bile gerisine götürmüş, işçiyi, esnafı, emekliyi, köylüyü enflasyonun altında ezmiş, sonuçta enflasyon eskisinden daha güçlü olarak karşımıza çıkmış, ancak, ekonominin ve halkın enflasyonla mücadele gücü tükenmiş, doğabilecek her türlü olumsuzluğa ve global krize karşı kimsenin dayanabilecek gücü kalmamıştır. Türkiye, doğması muhtemel bir global krize çok kötü bir durumda yakalanmıştır. Ekonomik kriz ve ödenen bedellerden daha acısı, halkın, sözünde durmayan yeni ekonomi yönetimine güveni kalmamış, hükümete olan güven tamamen bitmiş, devlete olan güven zaafa uğramıştır.

Değerli arkadaşlar, ülkenin kalkınmasını gerçekleştirmesi gereken özel sektör imalât sanayii, kapasitesinin ancak yüzde 64'ünü kullanabilmektedir. Geçen yıl ekim ayında yüzde 82'lere ulaşan kapasite kullanım oranı yüzde 20 gerilemiştir. Otomotiv, inşaat, kimya ve kimya sektöründe kapasite kullanım oranı yüzde 50'nin de altına düşmüş, ülkedeki her üç fabrikadan ancak biri çalışabilmektedir.

Değerli arkadaşlar, Başbakanlığa ulaşan bilgilere ve Sanayi Bakanlığındaki verilere göre, Türkiye genelindeki kriz nedeniyle kapanan firmaların dökümü oluşturuldu. Başbakanlık bünyesinde yapılan çalışmalar sonrasında, Sayın Ecevit'e sunulan raporda, ekonomik kriz nedeniyle 13 709 işyerinin kapısına kilit vuruldu. Kapanan firmalar arasında 8 482'yle, gerçek kişi hüviyetli firmalar başı çekmektedir. Krizde 3 282 limitet şirket, 1 258 şube, 538 anonim şirket, 220 kolektif şirket ve 29 komandit şirket kapandı. Geçen yıl yüzde 50 olan şirket kapanma oranı, bu yıl yüzde 72'ye ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlar, sayın hükümet yetkilileri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğiyle vardıkları mutabakat sonucu, reel sektörün problemlerinin halli yolunda gelişmeler olacağını ifade ediyor. Türkiye'de, artık, ekonomik krizin varlığını kimse inkâr edemiyor. Aslında Türkiye'de esas kriz yönetim krizidir. Millet, artık, bu hükümete güvenmemektedir. Bu güvensizlik ve belirsizlik ortamında hiç kimse kenardaki parasını üretim ve yatırıma dönüştürmek gibi bir riski üstlenmiyor. Verdiği sözlerle ilgili bu hükümetin sicili bozuktur. Eğer, Türkiye, bu büyük bunalımı atlatmak istiyorsa -ki, bu konuda hiç kimsenin aksi düşünce lüksü olamaz- mutlaka ve derhal yönetim erki milletten güven tazelemelidir.

Değerli arkadaşlar, 1999 yılı sonunda uygulamaya başlanılan ilk programla birlikte, hükümet tarafından taahhüt edilen döviz kuruna göre yatırım yapan ve borç alan yatırımcı ve üreticiler, devlete borç veren tasarruf sahipleri ve bankalar, yurtdışı yatırımcılar, yurtiçi ve dışında ihtiyatlı bile olsa borç alarak iş yapan şirketler ve ithalatçılar, devletin ve hükümetin sözüne ve taahhüdüne güvenen herkes, ya batmış ya zor duruma düşmüş ya da sermayenin, tasarrufun veya servetin büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Sonuçta, Türkiye ve Türk halkı sermayesinden, müteşebbis gücünden, yatırım ve üretim gücünden, vergi ödeme gücünden, gelir ve tasarruflarından, en önemlisi güveninden büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Hülasa, sanayicisiyle, ithalat ve ihracatçısıyla, esnafıyla, sanatkârıyla, çiftçisiyle, köylüsüyle, velhasıl topyekûn milletçe bu hükümete güvenmenin ağır bedelini ödüyoruz bugün.

Değerli milletvekilleri, yıllardır Türkiye'de üretim yapıp, bütün dünya devleriyle rekabet ederek dünyanın en ücra köşelerine ihracat yapan, sanayi ve ticaret odalarına kayıtlı üyeler, odalarına üye aidatlarını ödeyemez hale gelmişlerse, Türkiye'nin ekonomik tablosu ortadadır. Türkiye ve sanayimizi bu hale getiren 57 nci Ecevit Hükümetinin, yapacağı, aidatları taksitlendirmek değil, Türkiye'den sanayi ve ticaret mensuplarımızdan özür dileyip istifa etmesidir.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Fatsa, teşekkür ediyorum bizi kırmadığınız için.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubunda.

Balıkesir Milletvekili Sayın İlhan Aytekin, o bizi hiç kırmaz.

Buyurun Sayın Aytekin.

DYP GRUBU ADINA İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktin tahammülsüzlüğünü ve sabrın son hadde geldiğini düşünerek, Muhterem Başkanımızın ikazlarını da dikkate alarak tanınan süreyi kullanmamaya gayret edeceğim; ancak, bir vazife yapıyoruz, birtakım şeyleri de söylemeden geçip gitmek de mümkün değil.

Görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz edeceğim; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem milletvekilleri, söz konusu olan kanun tasarısı, mensuplarına şunları getirmektedir: Borçların tamamen alınmaması, bir kısım borçların taksitlendirilmesi, alınmış olanlar varsa iade edilmesi ve dört yıldır aidat borcunu ödememiş, yasal yollarla aranmış, bulunamamış, gayrifaal üyelerin kendi meclislerince affını ve kayıtlarının terkinini temin etmektedir.

Muhterem milletvekilleri, getirilen tasarıya kendi kalıpları içerisinde baktığımız zaman, niyet halis, içerik güzel, dolayısıyla iyi olmuştur demek mümkün; ancak, TOBB bünyesindeki üyelerin sıkıntısını, bırakın üye aidatlarını taksitlendirmeyi, tamamını almadığınız zaman bile ortadan kaldırmak söz konusu olamıyor. Bizim bu yaptığımız, devede kulak değil, Gobi Çölünde kum misalidir.

Bugün burada yaptığımız şudur: 40 trilyon borç, 1 300 000 borçlu var diyelim; üye başına düşen miktar yaklaşık 30 000 000 liradır, bir defaya mahsus alınmayacaktır, astarı yüzünden pahalıdır, kimsenin derdine deva olmaz. Borçlu görünenin bile umurunda olmayacak; çünkü, bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu noktada söyleyeceğimiz, kökü çürüyen ağacın yapraklarını yeşile boyamanın akıl kârı olmadığıdır.

Muhterem milletvekilleri, her halde Yüce Meclisimizin daha ciddî ve kalıcı meseleler üzerinde çalışması gerekiyor. Bugüne kadar yapılanlar ve şu anda birlikte yaşadığımız, görüşülmekte olan kanun tasarısından da anlaşılacağı üzere, bu hükümet üç yıldır yaşanan ekonomik krizi kabulleniyor, hatta ilan ediyor da, nasıl ortadan kaldırılacağı hususunu kavrayamamış, anlayamamış olduğu muhakkak. Bundan sonra da anlayacağından kesinlikle emin değiliz; çünkü, 57 nci hükümet iki kaleme çalışıyor: Birincisi, borç bulmak; ikincisi de, zam ve vatandaşın elindekini çeşitli nam ve isim altında almaktır. Bu nakarat devam ediyor, hatada ısrar ediliyor, vazgeçilmiyor. Merhum Hocanın alışverisine benziyor. Merhum Hoca, 5 kuruşa yumurta alır, 4 kuruşa, boyayarak satarmış. Hocaya sormuşlar "bu ne mene bir alışveriştir" diye. Hoca da "boyasından kazanıyorum" demiş.

Şimdi, 57 nci hükümet de, bu zararlı alışverişin boyasından kâr ediyor. Ne o kâr diye düşünecek olursak; eskileri bırakalım, yenisini söyleyelim: Gelmesi muhtemel 10 milyar dolar borcun üzerine hayaller kurmak ve ümit sömürüsü yapmak. Bu işin hava pompalamasını da, iktidarın gayriresmî ortakları medya, bihakkın yerine getiriyor. Bu ihtirasın maliyeti, millete ne olursa olsun, iktidarda kalmaktır. Halbuki, işin gerçeğini cümle âlem biliyor. Gelmesi muhtemel 10 milyar dolar, reel sektöre, esnafa, çiftçiye, tüccara, sanayiciye gitmeyecek; bundan evvel olduğu gibi, yine, borç ödenecek, finans âleminden gelen Sayın Derviş de, tahsildarlık görevini, böylece, liyakatla yerine getirmiş olacaktır. Zaten, bilindiği üzere, IMF, emme basma tulumba sistemiyle çalışıyor. Suyu çekilmiş olan tulumbaya bir maşrapa su koyuyor, hükümet de, tulumbanın koluna ha bire basıyor, geri kalanı kolay... Burada kârlı olanlar var da, milletin kârı yok. Bizim aradığımız da milletin kârıdır. Milletin, sadece borç yükü çoğalmakta, yoksulluk ve acıları artmaktadır.

Yapılanlar doğru değildir. Yapılanlar doğru olsaydı, Türkiye, bu hale gelmezdi. Bakın, Türkiye'de, yüz yıl evvel kurulmuş odalar var. TOBB'un kuruluşu elli yılı aşmış, bugüne kadar hiç böyle bir uygulamaya ihtiyaç duyulmamış, istekte bulunulmamıştır. İşler tıkırında gitmiş veya kendi yağı tuzuyla kavrulabilmişlerdir. Bugün ne olmuş, gelin, onu sorgulayalım. Dün ödediğimizi, bugün neden ödeyemiyoruz, onu arayalım.

57 nci hükümet, katilin, zaninin, mürtekibin, mürteşinin, mütecavizin, hortumcunun, Apo'nun affının peşine düşmüş de, DYP'nin, o gün bugün ısrarla üzerinde durduğu malî affı dert edinmemiş; şimdi, kalkmış, hiçbir iş sahibinin işine yaramayacak, işine cansuyu olmayacak birtakım hususlarla uğraşmaktadır. Daha dün uygulamaya koyduğunuz KDV indirimi de, krizin aşılmasını nerelerde aradığınızın bir başka versiyonudur. Klima cihazları, buzdolabı, dondurucular, cilalama makineleri, çöp öğütme makineleri, saç kurutma, saç kıvırma makineleri ve maşaları, pikaplar, otomobiller vesaire.

Değerli milletvekilleri, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşanan bir ülkede bunun manası "ekmeğiniz yoksa pasta yiyiniz" anlayışından farklı mıdır? Leblebi, çamfıstığı, ceviz ve antepfıstığında KDV yüzde 1, zeytinde yüzde 8. Bunlar, zengin ile yoksul arasındaki görüş farkını ortaya koyması bakımından çarpıcı örneklerdir. Yoksulluk yardımı alan bir ülke, insanına, adını bile duymadığı saç kıvırma maşaları, klima cihazları ve çamfıstığıyla ikramda bulunuyor!.. Herhalde vatandaşlarımız, bu rakik kalpli yöneticilerine hayır duayla meşgul değillerdir. Çöplükte ekmek arayanlara, çöp öğütme makineleri sunmak, kargaların tebessümüne vesile olmaktadır. Öte yandan, 180 000 liraya mal ettiğiniz benzini 1 200 000 liraya satıyorsunuz. Yapılan işin insafı yoktur. Millet, bizden daha ciddî olmamızı bekliyor.

Değerli milletvekilleri, malum olan, kuruluş aşamasından bugüne kadar ortaklarının birbirine söylemediği kalmayan, ilkelerinden vazgeçen bu hükümetin bundan böyle de Türkiye'deki dertlerin, meselelerin bitiminde herhangi bir katkısının olmayacağı muhakkaktır.

Türkiye, bir kargaşa, bunalım ve buhran sürecini yaşıyor. Tarihçiler, herhalde, bu dönemi "cumhuriyetin fetret dönemi" diye adlandıracaklardır. Tabiî, bu dönemin müşahhas kadrosu da övülerek yâd edilmeyecektir.

Türkiye'de elem veren hazin manzaralar var. Cereyan eden olaylar yüreğimizi kanatıyor; dayanılır gibi değil. Müstağni kalınması ise hiç mümkün değil.

Benden önce burada konuşan arkadaşlarımız, Tarım Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Balıkesir'de, Tarım Krediye olan borçlarından dolayı hapse girecek 2 000 hemşerimden bahsettiler. Ben, kendilerine bu hassasiyetlerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Şurası bilinsin ki, bu 2 000 kişi Türkiye'nin her tarafından var. Tabiî, buradaki milletvekili arkadaşlarımızın da, onların her hapse giriş çıkışında onlarla birlikte girip çıktıklarına da inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, vaktinizi daha fazla almak istemiyorum. Bakın, teslimiyet bizi nerelere getirmiş ve nerede duracağı belli olmayan kaygan bir zemin üzerinde sürüklüyor. İş dünyasının kazığını oynatmışız. Her ay elektriğe zam yapıyor, ama, bir taraftan dan iki lambadan birini söndürüyoruz. İskarpinden kara lastiğe, traktörden karasabana, floresan lambadan idare kandiline, tüpgazdan tezeğe geçiş dönemi başlamıştır. İşsiz vatandaş, uğruna canını verdiği yurdundan, hem de kaçar gibi göç ediyor, işi olan da tutunamıyor, o da göç ediyor.

Değerli arkadaşlarım, bu acı gerçeğe rağmen, sanki olup bitenler başka bir ülkedeymiş gibi "ya öyle miymiş" trajikomedyası oynanmaya devam ediliyor. Maddî kayıplarımız bir gün telafi edilebilir; ama, ahlakî dokumuzdaki tahribat ve açılan derin rahnelerin telafisi ve tazmini mümkün değildir. Bizi korkutan budur; çünkü, canın ve namusun yedeği yoktur.

Ülke yönetimi hepimize emanet edilmiştir. Hepimizin boynunda, kızgın vebal çemberi var.

Vatandaşımızın, aç açık ve işsiz kalmasından, derdinden, çilesinden, kertikli kuruşundan sorumluyuz.

Ülkede kalkınmayı sağlamak, insanımızı refah ve huzura kavuşturmak namus borcumuzdur. Bu Meclis ve onun muhterem üyeleri, bu acıyı bitirmeye mecbur ve mahkûmdurlar. Yapmadıkları takdirde, emaneti aslî sahibi millete götürüp teslim etmenin de bir namus borcu olduğu bilinmelidir.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aytekin, beni kırmadığınız için teşekkür ediyorum; mahcup etmediniz beni.

İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Ben teşekkür ederim efendim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Eyüp Doğanlar konuşacaklar.

BAŞKAN - Ciddî olamazsın!..

Bir dakika... Sizden evvel başkası var, MHP Grubu adına Elazığ Milletvekili Mustafa Gül var.

Ben dedim ki, kimse söz almayacak; Mustafa Bey beni kırmadı. Siz de beni kırmazsanız, minnettar kalırım; çünkü, daha, şahsı adına konuşacak Aslan Polat var. Rica edeceğim...

Affedersiniz, pazarlık etmiş gibi olmayayım. İstirham ederim...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - 2 dakika konuşacaklar.

BAŞKAN - Mustafa Gül de istiyor efendim.

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Hakkı Bey de var.

BAŞKAN - Hakkı Bey de söz istiyor.

İktidar gruplarından ben rica ediyorum efendim; muhalefet beni kırmadı, 10'ar dakika konuştular. İstirham edeceğim... Ne olursunuz...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Peki efendim.

BAŞKAN - Sayın Tümen, teşekkür ediyorum.

Gruplar adına söz?.. Yok.

Şahısları adına, Aslan Polat...

Yalnız, bakın, içeride, arkanızdaki şu odalarda 12 teknisyen çalışıyor, onu da bilin. Buradakiler gibi de hava almıyorlar; artık, gerisini siz ne yaparsanız yapın.

Buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 758 sıra sayılı tasarı üzerinde şahsım adına görüşlerimi arz edeceğim; saygılar sunarım.

Şimdi, biraz önce, Tarım ve Köyişleri Bakanı burada bir sanal dünya çizdi. Ben, size, ticaretin gerçeklerini anlatacağım, dinleyeceksiniz; hiç öyle şey yok.

Şimdi, bu getirdiğiniz tasarıyı biz de kabul ediyoruz. Nedir bu tasarının özelliği; ticaret odalarına, borsalarına borcu olanların borçlarını erteliyorsunuz. Peki, ne oldu da ülkemizin en dinamik ve kalkınmada en lokomotif görevini üstlenen bu kesimi, oda aidatını dahi ödeyemez duruma geldi? Bunun için, önce, bugünkü durumun bir tespitini yapmak ve ayrıca, nereden nereye geldik diye de bir karşılaştırma yapmak isteriz.

Devlet İstatistik Enstitüsü raporlarına göre, 2000 Eylül ayında yüzde 73,9 olan üretim değeri ağırlıklı kapasite kullanım oranı, 2001 Eylül ayında 72,8'e düşmüştür. 2001 yılının ilk 6 ayında bu oran yüzde 70,6'ydı. Yani, sanayiimiz, mevcut kapasitesinin yüzde 30'unu kullanamamaktadır. Özel imalat sanayiinde ise, bu oran, bir felaket olup, yüzde 64,7'dir. Bu kapasite kullanım oranının az olmasının en önemli sebebini oluşturan iç pazarda talep yetersizliği 2000 Eylül ayında yüzde 43,4 iken, 2001 Eylül ayında, artarak, yüzde 58 olmuştur; yani, sanayici, özellikle, iç talep olmadığı için, mevcut kapasitesini kullanamamaktadır. Peki, sanayide kapasite kullanım oranını...

Biraz önce Tarım ve Köyişleri Bakanı çok karşılaştırıyordu, bir de ben karşılaştırayım.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Gitmeseydi cevap verirdi. 

ASLAN POLAT (Devamla) - Gitmeseydi ben cevap verecektim ona. Sen dinle, sen bana cevap ver.

...54 üncü Refahyol hükümeti, Anasol-D hükümetlerine 1997'de kaç olarak devrettiğine bakarsak, bu oranın, o zaman yüzde 79,3 olduğunu görürüz.

Yine, bu hükümet, IMF'den kredi alacağız diye, tütün ekicisini, şekerpancarı ekicisini işsiz bırakır, işçi ve memur maaşlarına baskı uygular ise, tabiî ki, iç pazarda talep yetersizliği oluşur.

Yine, Devlet İstatistik Enstitüsü raporlarına göre, 2000 yılının ilk üçüncü ayında, gayri safî millî hâsıla eksi 8,3 küçülmüştür, bu oran, sanayide eksi 9,5'tur ve bu oran son 56 yılın en büyük kapasite küçülmesidir. Bunun neticesinde de, 2000 Ekim-Aralık döneminde 1 366 000 olan işsiz sayısı, 2001 Nisan-Haziran döneminde 201 000 kişi artarak, 1 567 000 olmuştur. En önemlisi, işsizlik oranı genelde yüzde 9 olurken, bu oran, kentlerde yüzde 20,4'e çıkmıştır. Son günlerde artan kapkaç olaylarındaki artışların en önemli sebeplerinden birisi de, işte, kentlerde bir çığ gibi artan bu işsiz oranıdır.

Yine, sanayi üretim endeksi 2001 Eylül ayında, 2000 Eylül ayına göre yüzde 9,2 azalmıştır. Bunun neticesinde, 2001 Ocak-Ekim arasında yeni açılan firmalarda yüzde eksi 17,60 azalma olurken, kapanan firmalarda aynı dönemde yüzde 23,34 artış olmuştur.

Şimdi, 2001 ekim ayında, daha üç gün önce açıklandı...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Karıştırıyorsun, karıştırma...

ASLAN POLAT (Devamla) - Ben, hiç karıştırmam, sen karıştırma.

...bu daralma yüzde 13,5 olmuştur. Bu, 2001'in ilk on ayında yüzde eksi 8,1 olmuştur. İmalat sanayiinde küçülme yüzde eksi 13,9 olmuştur, madencilik sektöründeyse yüzde eksi 23,4 olmuştur. Şimdi, peki, burada yeni firma açılmaz; fakat, kapanmalar artarsa, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği üyeleri de, aidatlarını dahi ödeyemez duruma gelirler. Bu durumda...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Karıştırıyorsun...

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın milletvekilim, bana laf atacağına, biraz internete gir, rakamların doğrusunu öğren, böyle afakî konuşma.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ama karıştırıyorsun...

ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, bu hükümet, enflasyonun TEFE'de yüzde 84'lerde dolaştığı bugünlerde, hayvan üreticilerinin gelirlerinde bir yılda sadece yüzde 25 artış sağlar, işçilere kesinlikle toplusözleşmelerde enflasyonun altında artış verir, bilhassa, kamu kesimi, memur ve emeklileri enflasyon karşısında ezerken, fedakârlığı her kesimden aynı şekilde mi istemektedir? Bunun net göstergesini, içborç stoklarındaki faizlerin yapısı göstermektedir.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Bak, yine karıştırdın.

ASLAN POLAT (Devamla) - Burada tam tersi bir durum vardır. Örneğin, 2000 Aralık ayında içborçların sabit faizli olanları yüzde 56'iken, 2001 Eylül ayında sabit faizli borçlar tüm içborçların yüzde 16'sına düşerken, değişken faizli borçlar, aynı dönemde, yüzde 36'dan yüzde 52'ye, döviz cinsinden borçlar ise yüzde 8'den yüzde 32'ye çıkmıştır. Yani, bu hükümet, hâlâ, net 120 000 000 civarında ücret alan asgarî ücretliden 20 000 000 civarında vergi alırken, rantiye kesimi üzülmesin, zarar etmesin diye 2001 Kasım ayında kümülatif olarak 4,6 ay vadeli olan borçlara ödediği yıllık bileşik yüzde 103 faizi dahi yeterli görmemiş, içborçlarını sabit faizden değişken faize ve dövize endeksleyerek, bu rantiye kesiminin dalgalı kur rejiminden zarar etmemesini kendisine âdeta bir görev bilmiştir.

Zaten, herhangi bir TV yayınını seyredince, bunu çok rahat anlarız. Halkın bir bölümü çöplükten ekmek toplarken, Televolelerde, bu mutlu kesim, yiyemedikleri pastaları birbirlerinin suratına çarparak eğlenmektedirler.

Sanayiin reel olarak çalışıp çalışmadığının en önemli göstergelerinden biri de, sanayide kredi kullanım oranıdır. Buna baktığımızda, haziran ayı itibariyle, bankacılık kesiminin kredi hacmi bir önceki yıl sonuna göre reel olarak yüzde 14,9 oranında azalmıştır. Buna paralel olarak, nakdî kredilerin aktif içindeki payı 2000 yılı sonunda yüzde 30,6 iken, 2001 Haziran ayında yüzde 25,8'e gerilemiştir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkan, 5 dakika daha...

BAŞKAN - Sayın Polat, 6 dakika oldu. İsterseniz, 15 dakika konuşun. Konuşmazsanız hatırım kalır.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) - Tamam, konuşacağım. Tarım Bakanı burada 15 dakika sanal bir dünya çizdi; gerçekleri görecekler bu MHP'liler.

BAŞKAN - O Bakan burada yok. Bakan varken konuşsaydın.

ASLAN POLAT (Devamla) - Gelsin, Nidai Bey cevap versin onun vekili olarak.

Benzer şekilde, 2000 yılı sonunda yüzde 50,6 olan mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı 2001 yılı haziran sonunda yüzde 41,3'e düşmüştür.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yine yanlış... Hepsi yanlış...

ASLAN POLAT (Devamla) - Tek bir yanlış bulursanız, ben her şeyi geri alacağım.

Kapasite kullanım oranlarında azalma ve kredi kullanmamaya ilaveten, kârlılık da düşmüştür. Örneğin, 2001 yılı ağustos ayında, geçen yılın aynı ayına göre ihracatta miktar endeksi yüzde 39,1 artarken, ele geçen parada eksi yüzde 3,7 azalma olmuştur. Yani, sanayicimiz daha fazla miktarda dışarıya mal ihraç ederken, eline daha az döviz geçmiştir. Bu iki yönlü kayıp neticesinde, kredilerin takibe dönüşme oranlarında süratle bir artış gözlenmektedir. Örneğin, 2000 Haziran ayında yüzde 9,5 olan kredilerin takibe dönüşüm oranı 2001 Haziran ayında yüzde 13,8'e fırlamıştır.

Sanayicinin kredi sorununu çözemeyen hükümet, enerji konusunda da çok daha geri durumdadır. Örneğin, TİSK'in bir araştırmasına göre, elektrik ücretleri sent/kilovatsaat olarak Türkiye'de 6,3, Yunanistan'da 4, Rusya'da 1'dir. Doğalgaz dolar/metreküp olarak incelendiğinde, Türkiye'de 191 olan bu miktar, Yunanistan'da 110, Rusya'da 10'dur.

Şimdi, doğalgaz ülkemizde sanki çok ucuzmuş gibi, IMF'nin direktifleriyle yeni vergiler gelmektedir. Bunun neticesinde, sanayicinin kullanamadığı doğalgaz, Türkiye-İran doğalgaz borularına depo edilerek bekletilmektedir. Yani, dışarıdan, sanayiciye satmak için, krediyle, borçla aldığımız doğalgazı satamadığımız için, depolarda yedek olarak bekletip, yine de IMF'ye faiz ödüyoruz. Haydi, Rusya'da doğalgaz ve elektrik ucuz diyelim. Bizimle aynı şartları taşıyan Yunanistan'a ne demeli?

Yine, ülkemizde yatırımları ve ihracatı teşvik unsurları asgariye indirilmiştir. Son iki yıl içinde yatırım indirimi üzerinden alınan vergi oranı (fon dahil) yüzde 11'den yüzde 19,8'e çıkmıştır. Bunun sonucu olarak vergi artıp, enerji ve kredi kullanımı pahalılaşınca ve Bulgaristan'ın Avrupa Birliğine bizden önce gireceği netleşince, ülkemizde olmayan sanayi de Bulgaristan ve Romanya'ya taşınmaya başlamıştır. Hükümetimiz ise, oda aidatlarını indirmekle, bu kesimin sorunlarını çözeceğini zannetmekte ve kendini avutmaktadır.

Yine bir karşılaştırma yaparsak, 1997'de Refahyol döneminde yatırım teşvik belgesi alanların yüzde 62,5'i imalat sanayiinde yatırım yaparken, bu oran 2001'de yüzde 50,5'e düşmüştür. 1997'de yatırım teşvik belgelerinin yüzde 79,7'si komple yeni yatırım iken, 2001'de bu oran yüzde 51,7'ye düşmüştür. 54 üncü hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan "sanayi bizim işimiz" derken, işte, devletin bu rakamlarına dayanarak bunları söylüyordu.

Yine, sanayide, 1997 ile bugünü; yani, Refahyol dönemi ile Anasol-M hükümetlerini karşılaştırmak için, Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına süratle bir göz atalım.

1997'de reel ekonomik büyüme yüzde 8,29 iken, 2001'in ilk altı ayında bu oran eksi 11,80'dir. Buna bağlı olarak, hep Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre, 1997'de 3 011 dolar olan yıllık kişi başına gayri safî millî hâsıla, 2001'de 2 200 dolara gerilemiştir.

BAŞKAN - Sayın Polat, son 30 saniyeniz var.

ASLAN POLAT (Devamla) - Madde üzerinde konuşmam var, onda da konuşacağım 5 dakika.

BAŞKAN - Hayır efendim, öyle bir konuşma hakkınız da yok.

ASLAN POLAT (Devamla) - 1 inci maddede var efendim.

BAŞKAN - Hayır efendim...

ASLAN POLAT (Devamla) - 1 inci maddede var.

BAŞKAN - Görürsünüz...

ASLAN POLAT (Devamla) - Özel tasarrufların yatırıma dönüş oranı, DPT raporlarına göre, 1997'de yüzde 21,24 iken, 2000 yılında bu yüzde 19,33 olmuş, 2001'de daha da gerilemiştir. Yıl içinde kapanan ve tasfiye olan şirketlerin yeni kurulan şirketlere oranı 1997'de yüzde 16,13 iken, 2001 Ocak-Temmuz döneminde yüzde 47,23'e jet hızıyla yükselmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim...

ASLAN POLAT (Devamla) - Peki Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'de.

Sayın Masum Türker, vaz mı geçtiniz?

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, Eyüp Beye devrettim.

BAŞKAN - Sayın Eyüp Doğanlar da söz istemişlerdi.

Buyurun Sayın Doğanlar. (DSP sıralarından alkışlar)

EYÜP DOĞANLAR (Niğde) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; odaların 2000-2001 yılı birlik aidatlarının ve varsa cezalarının silinmesi konusunda söz almış bulunuyorum. Ayrıca, aidatlarını ödeyen oda veya borsa varsa, bunların ödemiş olduğu aidatlar iade edilecektir. Dört yıldan bu yana yıllık aidat ödemeyen, adreslerinde bulunamayan gayri faal; yani, çalışmayan şirketlerin oda kayıtlarının da silinmesi... Bugün, gayri faal veya sermaye artırımını gerçekleştirememiş şirketlerin adedi 100 000'e yakındır. Bunlar birikmiş aidat borcu ve faizleri nedeniyle, tasfiye işlemlerini tamamlayamadıkları için, şirketlerin kayıtlarının silinmesiyle önemli bir angarya ortadan kalkacaktır. Gerçekten bu çok büyük bir angaryadır. Umut ediyorum ki, vergi idaresi, bu şirketlerin vergi mükellefiyetlerini terkin eder.

2000-2001 yılı aidatlarını ödeyemeyen ve genellikle küçük ve orta ölçekli olan bu işletmelerin borçlarının yıl içerisinde dört eşit taksitle ödenmesi ve cezalarının silinmesi isabetli olacaktır. Bunun krizle falan bir ilgisi yok. 100 000 kişinin, 100 000 kuruluşun problemi ortadan kalkacaktır. Burada popülist düşüncelerle, popülist siyasetle vatandaşlara yanlış bilgi vermeyelim.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

"TİCARET VE SANAYİ ODALARI", "TİCARET ODALARI", "SANAYİ ODALARI", "DENİZ TİCARET ODALARI", "TİCARET BORSALARI" VE "TÜRKİYE TİCARET, SANAYİ, DENİZ TİCARET ODALARI VE TİCARET BORSALARI BİRLİĞİ"

KANUNUNA BİR GEÇİCİ MADDE EKLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 8.3.1950 tarihli ve 5590 sayılı "Ticaret ve Sanayi Odaları", "Ticaret Odaları", "Sanayi Odaları", "Deniz Ticaret Odaları", "Ticaret Borsaları" ve "Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği" Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 15. - 25, 26 ve 56 ncı maddelerde belirlenen yıllık ve munzam aidatlarını 31.12.2000 tarihine kadar ödemeyen oda ve borsa üyeleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde yazılı talepte bulunmaları halinde gecikmiş borç asıllarını, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 2 yıl içinde 6 aylık dönemlerle ve 4 eşit taksitte ödeyebilir. Bunlardan gecikme zammı tahsil edilmez.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde yazılı talepte bulunmayanlar ile yazılı talepte bulunarak borç asılları taksitlendirilenlerden bu taksitleri süresinde ödemeyenlere gecikme zammı uygulanır. Ancak, süresinde yazılı talepte bulunmayanlardan bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde gecikmiş borç asıllarının tamamını ödeyenlere gecikme zammı uygulanmaz.

Üyelerin oda ve borsalara olan borç asıllarını, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemiş olmaları ve sadece gecikme zammı borçlarının bulunması halinde, bu borçları tahsil edilmez.

Oda ve borsaların, 2000 yılı gelirleri üzerinden tahakkuk eden ve 2001 yılında ödenmesi gereken aidatları dahil geçmiş dönemlere ait olan ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine ödemeleri gereken aidat asılları ve işlemiş gecikme zamları tahsil olunmaz. 2000 yılı geliri üzerinden tahakkuk eden ve 2001 yılında ödenmiş olan aidatlar ise, Birlikçe ilgili oda veya borsaya iade olunur.

5590 sayılı Kanunun 56 ncı maddesine istinaden yapılacak yıllık aidat affı ile ilgili olarak 4 yıldan fazla aidat borcu olan ve aidat borcunun tahsili için yasal yollara başvurulup adresinde bulunmayan gayri faal üyelerin bu durumlarından dolayı aidat borçları oda ve borsa meclislerince affedilerek üye kayıtları silinir."

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde gruplar adına?.. Saadet Partisi vazgeçti.

Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşacak mısınız?

MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Bir 5 dakika konuşacağım.

BAŞKAN - Buyurun, bir şey demiyorum efendim.

Çok da despot olmaya lüzum yok Sayın Paçacı.

Ankara Milletvekili Sayın Cihan Paçacı fazla konuşmaz; ama, bu kadar saat bekledi, bir kelam etsin.

Buyurun Sayın Paçacı.

DYP GRUBU ADINA MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; oda ve borsa üyelerinin ödenmesi gereken aidatlarının gecikmiş borç asıllarının faizsiz 4 eşit taksitte ödenmesi ve 31.12.2000 tarihine kadar ödemekle yükümlü oldukları aidat borçlarının ise, tamamının silinmesini öngören bu yasa tasarısını, Doğru Yol Partisi Grubu olarak desteklediğimizi belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Bu yasa tasarısıyla, hükümet, oda ve borsa üyelerinin, yani, ticarî hayatı oluşturan tüm kesimin, bırakın ticarî ve banka borçlarını ödeyebilmelerini, üye oldukları oda ve borsaların aidatlarını dahi ödeyemez duruma düştüklerini tescil etmiştir ve kabul etmektedir.

Gerçekten, bugün, Türkiye'de bu kesim çok mağdur durumdadır; bu kesim, âdeta, yangın yerine dönmüş bu ülkede borçlarını dahi ödeyemeyecek bir noktadadır.

Bu yasa tasarısı, yaşanmakta olan ekonomik kriz sebebiyle aidat borçlarını ödeyemeyen oda ve borsa üyelerine, sadece, aidat borçlarıyla ilgili bir kolaylık getirmektedir.

Ancak, değerli milletvekilleri, bugün, derhal ve öncelikle yapılması gerekli olan şey, aidat borçları affı değil, tüm esnafı ve çiftçiyi kapsayacak şekilde geniş kapsamlı bir malî af yasasının çıkarılmasıdır. Doğru Yol Partisi olarak, her vesilede, ülkenin malî affa ihtiyacı olduğunu belirtmemize rağmen, bugüne kadar, hükümet, bunu, maalesef, Türkiye'nin gündemine getirememiştir.

Gerçekten, Türkiye'nin omurgası olan gerek esnaf ve gerekse çiftçilerimiz, özellikle, devlet kurumlarına olan borçlarını ödeyememekte ve bunun tabiî sonucu olarak da polisin ve jandarmanın takibatına maruz kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, burada suçlu ne esnaftır ne de çiftçidir. Bir tek suçlu vardır; o da, bugün, bilgi, beceri ve basiret eksikliği gösteren hükümettir. Bu hükümet, uyguladığı yanlış politikaların faturasını, maalesef, millete ödetmektedir.

Bugün ülkenin getirildiği duruma kısaca bir göz atalım: Küçültülmek istendikçe büyüyen bir devlet, kamu açıklarının alabildiğine büyüdüğü bir kamu maliyesi, faiz ödemelerinin nefes aldırmadığı bir Hazine, üretim ve istihdamın neredeyse yok olduğu bir sosyoekonomik yapı, önü alınamayan yolsuzluklar, yüzde 8,5 küçülen bir Türkiye, yüzde 90 enflasyon ve yüzde 150 devalüasyon. Bunların neticesinde kapanan işyerleri, işini kaybeden milyonlarca işsiz ve her geçen gün özgürlüğü baskı altına alınmaya çalışılan bir Türkiye. Türkiye'yi bu noktaya getiren bugünkü hükümet, bu problemlerin çözümüne çare olamaz, çare üretemez.

Değerli milletvekilleri, bugünkü hükümet yorgun düşmüştür, bugünkü hükümet başarısız olmuştur, bugünkü hükümet her şeyden önce şevkini, heyecanını kaybetmiş ve en önemlisi güvenini kaybetmiştir, hatta, kendi içinde dahi güvenini kaybetmiştir. Köy-kent uygulaması dolayısıyla -ki, bize göre doğru bir projedir- kendi ortağı, Sayın Başbakanı çağdışı olmakla suçlamıştır. Böyle bir hükümet, sorun çözemez, ancak sorun üretir.

Türkiye'nin bu ağır bunalımdan çıkışının önşartı, bu hükümetin bütçeden sonra derhal istifa etmesidir. Aksi halde, güvenini kaybetmiş bir hükümetin, devamında ısrar etmesi, bu ülkeye hizmet değil, ancak, yeni sorunlar yaratır.

Bu düşünceyle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN - Efendim, 1 inci madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

Sayın milletvekilleri, tasarının 1 inci maddesi üzerinde 2 adet önerge var. Esasında 4 önerge vardı; Saadet Partisi önergelerini çekti.

İkinci önerge, Fethullah Erbaş ve 7 arkadaşının verdiği ve tasarının 1 inci maddesindeki 5590 sayılı Kanunun adına başka meslek kuruluşlarının adlarının eklenmesini isteyen önergesini işleme koymuyorum. Gerekçesi, bilindiği gibi, bu odaların her birinin ayrı ayrı kanunları vardır. Bu düzenlemenin de ayrı ayrı kanunlarla yapılması gerektiğine inanıyoruz.

Şimdi, diğer önergeyi, önce okutacağım, sonra işleme alacağım efendim.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 758 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesiyle 5590 sayılı Kanuna eklenen geçici 15 inci maddenin son fıkrasından "5590 sayılı Kanunun 56 ncı maddesine istinaden yapılacak yıllık aidat affı ile ilgili olarak" ibaresinin çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Aydın Tümen

Mehmet Şandır

Nihat Gökbulut

 

Ankara

Hatay

Kırıkkale

 

Ali Rıza Gönül

Ömer Vehbi Hatiboğlu

Mehmet Ali Şahin

 

Aydın

Diyarbakır

İstanbul

BAŞKAN - Komisyon?..

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KAYA (Konya) - Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Efendim, Hükümetin katıldığı, Komisyonun takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, 1 inci maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

Etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, tasarı kanunlaşmıştır; teşekkür ediyorum.

Kabul edilen önergenin gerekçesini de, zabıtlara geçmesi için gönderiyorum ve geçecek zabıtlara.

"Gerekçe:

Kanun tekniğine uyum için bu değişikliğe ihtiyaç vardır."

Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, teşekkür edeceksiniz herhalde; buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce çok değerli oylarınızla, gerçekten önemli, reel sektöre destek verecek bir tasarıyı kanunlaştırmış bulunuyorsunuz. Bu nedenle, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum; sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Vallahi ben de teşekkür edeceğim, Sayın Bakanın bu kadar nezih ve kısa konuşmasından ötürü.

Sayın milletvekilleri, programa göre, bütçe ve kesinhesapları sırasıyla görüşmek için, 9 Aralık 2001 Pazar günü -yani, bu sabah- saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Arkadaşlara teşekkür ediyorum efendim; emeği geçen personele de.

 

Kapanma Saati: 02.24

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.