DÖNEM
: 21 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 78 30 uncu Birleşim 4 . 12 . 2001 Salı İ
Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901,
3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) A) TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI 1. - Türkiye BüyükMillet Meclisi
Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B)
CUMHURBAŞKANLIĞI 1. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI 1. -
Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI 1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı E)
BAŞBAKANLIK 1. - Başbakanlık 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı F) DİYANET
İŞLERİ BAŞKANLIĞI 1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı G) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI 1. - Hazine Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı IV. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu’nun, Edirne 3. Tümen Askerî Cezaevinde işkence ve kötü muamele
yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin
Çakmakoğlu’nun cevabı (7/5055) 2. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun,
YÖK’ün protestosunu engellemek isteyen emniyet güçleri hakkındaki iddialara
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5064) 3. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in,
Karabük İlinde fatura yolsuzluğuna adının karıştığı iddia edilen kişilere
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/5071) 4. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz’ın, YÖK’ü protesto eden öğrencilere yapılan polis müdahalesine ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5075) 5. - SamsunMilletvekili Musa Uzunkaya’nın,
değişik kuş türlerinin barındığı sulak alanların korunması yönündeki
çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre
Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/5078) 6. - Diyarbakır Milletvekili Sacit
Günbey’in, YÖK’ü protesto eden üniversite öğrencilerine emniyet güçlerinin
müdahalesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı
(7/5079) 7. - Diyarbakır Milletvekili Sacit
Günbey’in, HADEP GenelBaşkanının Şırnak-Cizre teşkilât binasının açılışına
alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in
cevabı (7/5080) I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak
dört oturum yaptı. Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü
bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi ve görüşmelerin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP
Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği
açıklandı. 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900,
3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) tümü
üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak, maddelerine geçilmesi kabul edildi ve
tasarıların 1 inci maddeleri okundu. Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı (1/612) (S.Sayısı: 724) üzerindeki
görüşmeler tamamlanarak, tasarının kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. Alınan karar gereğince, 4 Aralık 2001 Salı
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.56'da son verildi.
No. : 42 II. - GELEN KÂĞITLAR 30 . 11 . 2001
CUMA Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun 1. - Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç
Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun
ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/932, 3/934) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28.11.2001) Rapor 1. - Uydular Aracılığı
ile Haberleşme Uluslararası Teşkilâtı (INTELSAT) Anlaşmasının ve İşletme
Anlaşmasında Yapılan Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/877) (S. Sayısı: 776) (Dağıtma tarihi: 30.11.2001) (GÜNDEME) Sözlü
Soru Önergesi 1. - Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, orman ürünleri üretim
tesislerinin sorunlarına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1647)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, bir antrenör ve sporcusu hakkındaki iddialara ilişkin
Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5179)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28.11.2001) 2. - Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, Özelleştirme İdaresinde yapılan bir atamaya ilişkin
Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5180) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.11.2001) 3. - Kayseri Milletvekili
Sadık Yakut'un, cinayet zanlısı olarak
gösterilen bir kişiye ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru
önergesi (7/5181) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001) 4. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, ders
kitabı hazırlatılan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5182) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 5. - Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İlahiyat Fakültelerindeki başörtüsü
sorununa ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Devlet Bahçeli) yazılı soru önergesi (7/5183) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.11.2001) 6. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5184) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 7. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, F tipi cezaevlerindeki disiplin cezalarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5185) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.11.2001) No. : 43 3 . 12 . 2001 PAZARTESİ Raporlar 1. - Özürlüler Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları
(1/907) (S. Sayısı: 778) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME) 2. - Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında
Azerbaycan Doğal Gazının Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/902) (S. Sayısı: 780) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME) 3. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Ticaret, Ekonomik ve
Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/909) (S. Sayısı: 781) (Dağıtma
tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergesi 1. - İstanbul
Milletvekili Ahmet Güzel'in,
İstanbul Büyükşehir Belediyesince kurulan şirketlere ilişkin İçişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1648) (Başkanlığa geliş tarihi:
30.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Yozgat Milletvekili
Mehmet Çiçek'in, ülkemizde bazı kişi ve
kuruluşların misyonerlik yaptığı iddialarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5186) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 2. - Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, turizm yörelerinde
misyonerlik faaliyetleri yürütüldüğü iddialarına ilişkin Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5187) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001) 3. - Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, ücretsiz dağıtılan Hıristiyanlıkla ilgili bazı yayınların para
kaynağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5188) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 4. - Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, Türk Telekomünikasyon
A.Ş.nin Avukatlık Kanununa aykırı
anlaşma yaptığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5189) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 5. - Gaziantep Milletvekili
Nurettin Aktaş'ın, OHAL Bölgesinde görev yapan personele yapılan ek ödemelere
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5190) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 6.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankaların yöneticilerinin kamu bankalarında
görevlendirilmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5191) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 7. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, özel harcamaları hakkında
basında çıkan iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5192) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 8. -
Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki taş ve maden ocaklarının ÇED
raporlarına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/5193) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30.11.2001) 9. -
Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki sel felaketinden etkilenen
okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5194) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30.11.2001) 10. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresi
personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi
(7/5195) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 11. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresince
satışı yapılan kuruluşlara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)
yazılı soru önergesi (7/5196) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 12. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, bazı özel harcamalarının bir
kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)
yazılı soru önergesi (7/5197) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 13. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5198) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 14. -
Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, bazı özel harcamalarının bir kamu
bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5199) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 15. - Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, ABD'nin Irak'a saldıracağı yönündeki
iddialara ve izlenecek politikaya ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5200) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi 1. - İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları
ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Devlet Bakanına yönelttiği yazılı soru önergesini 3.12.2001
tarihinde geri almıştır. (7/5094) No. : 44 4 . 12 . 2001 SALI Tasarı 1. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Yasadışı Göçmenlerin Geri Kabulüne Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Tasarısı (1/933) (İçişleri ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) Teklifler 1. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının; 4359 Sayılı
Kanunun Diğer Tazminatlar (A) Başlığı Eğitim Öğretim Tazminatının II Bendinde
Gösterilen III Sayılı Cetvel İlave Eğitim Öğretim Tazminatlarının Artırılması
Hakkındaki Kanun Teklifi (2/839) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.11.2001) 2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 15 Arkadaşının; Eğitim ve
Öğretim Hizmetleri Sınıfında Çalışanlara Eğitim ve Öğretime Hazırlık Ödeneği
Verilmesine Dair Kanun Teklifi (2/840) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.11.2001) 3. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının; Yükseköğretim
Personel Kanunu ile Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Teklifi (2/841) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.11.2001) 4. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının;
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/842)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.11.2001) 5. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 16 Arkadaşının; 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanununun 36 ncı Maddesinin (A) Fıkrası 2 ve 4 Bentlerinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/843) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 6. - İzmir Milletvekili Atilla Mutman ile Kırklareli Milletvekili
Nural Karagöz'ün; Vergi Usul Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ile Bir
Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/844) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001) 7.- Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı ve 3 Arkadaşının; Ekonomik
Özveri Kanunu Teklifi (2/845) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın, bazı polis memurlarının
sahte plakalı araç kullandıkları iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5201) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2001) 2. - Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan'ın, kamu
kurum ve kuruluşlarının eğitim ve sosyal tesislerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/5202) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 11.00 4 Aralık 2001 Salı BAŞKAN : Başkanvekili
Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Cahit
Savaş YAZICI (İstanbul), Lütfi YALMAN (Konya) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 30 uncu Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı
vardır. Sayın milletvekilleri,
görüşmelere başlamadan önce, 23.11.2001 tarihli 25 inci Birleşimde yapılan
kapalı oturuma ait tutanak özetinin, İçtüzüğün 71 inci maddesine göre
okunabilmesi için, kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir. Bu sebeple, sayın
milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve
yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum. Tutanak özeti okunduktan
sonra, açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir. Sayın İdare
Amirlerinin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaldıktan sonra Başkanlığa
haber vermelerini rica ediyorum. TBMM İDARE AMİRİ ERKAN
KEMALOĞLU (Muş) - Salon boşaltılmıştır Sayın Başkan. BAŞKAN - Evet, basın
locası da boşaldı. Birinci oturumu
kapatıyorum. Kapanma Saati : 11.04 İKİNCİ OTURUM (İkinci Oturum Kapalıdır) ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 11.10 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Lütfi YALMAN
(Konya) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin, kapalı olan İkinci Oturumundan sonraki
Üçüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri,
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz. Program uyarınca bugün
iki tur görüşme yapacağız. Birinci tur görüşmelere
başlıyoruz. Birinci turda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Bütçesiyle
birlikte görüşülecektir. Cumhurbaşkanlığı,
Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır. III . - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler
ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898,
3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları: 754,
755, 773, 774) (1) A) TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI 1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) CUMHURBAŞKANLIĞI 1. - Cumhurbaşkanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Cumhurbaşkanlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI 1. - Sayıştay Başkanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Sayıştay Başkanlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI 1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?.. Yerini
aldı. Başkanlık Temsilcisi?..
Yerini aldı Sayın milletvekilleri,
22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların
gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru cevap işleminin 20
dakika ile sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan
bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin
bitimine kadar sorularını sorabilmesi için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini
tanıttıktan sonra ekranda söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir.
Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz
talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler
bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden
soracaklar. Soru sorma işlemi 10
dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için 10 dakika süre tanınmıştır.
Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan sürede,
sıradaki soruya imkân verilecektir efendim. Bilgilerinize sunulur. Birinci turda söz alan
Anavatan Partisi Grubunun birinci konuşmacısı Muş Milletvekili Sayın Erkan
Kemaloğlu, ikinci konuşmacısı Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan'dır. Efendim, 15'er dakika
olarak bölüyorum, doğru mudur? TURHAN TAYAN (Bursa) -
Evet, doğrudur. BAŞKAN - Buyurun Sayın
İdare Amirim. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA ERKAN
KEMALOĞLU (Muş) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin ve Cumhurbaşkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerinde, Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlamadan önce, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Ayrıca, bütün İslam
âleminin ve aziz milletimizin ramazan ayını tebrik ediyorum. Değerli milletvekilleri,
Başbakanlığın 2002 malî yılı bütçe çağrısı ve Maliye Bakanlığının bütçe
hazırlama rehberine uygun şekilde hazırlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002
malî yılı bütçesi, 155 trilyon 407 milyar Türk Lirası olarak, Plan ve Bütçe
Komisyonunda kabul edilerek, Genel Kurulun onayına sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2002 malî yılı bütçesi, genel yönetim ve destek hizmetleri, yasama
hizmetleri, millî sarayların idare ve korunması ile transferler olmak üzere
dört ayrı programdan oluşmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2002 malî yılı bütçe teklifi, bir önceki yılla mukayese edildiğinde
yüzde 45'lik bir artış göstermektedir. 2002 yılında personel giderlerinin
toplam bütçe içindeki oranı yüzde 63, diğer cari giderlerin toplam bütçe
içindeki oranı yüzde 13, transferlerin toplam bütçe içindeki oranı yüzde 18
iken, yatırımlar için ayrılan oran, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplam
ödeneklerinin sadece yüzde 6'sıdır. 2002 malî yılı Türkiye
Büyük Millet Meclisi bütçe rakamları 2001 yılı bütçe rakamlarıyla
karşılaştırıldığında, personel carilerde yüzde 42, diğer carilerde yüzde 45,
transferlerde yüzde 91'lik artış, yatırımlardaysa yüzde 3'lük azalma
görülmektedir. Personel cari
harcamalarındaki yüzde 42'lik artış, kamu personeline enflasyona bağlı olarak
yapılan zamlardan kaynaklanmaktadır. Elektrik, su, havagazı, telefon, akaryakıt
gibi tarifeye bağlı ödemelerde önceki yıla oranla yüzde 100'lere varan fiyat
artışları olduğu halde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinde diğer cari
harcamalar için ayrılan ödenekler, önceki yıla göre sadece yüzde 45 artırılmıştır.
Transfer harcamalarındaki artış ise, ilaç ve hastane fiyatlarındaki yüksek
oranlı artışlardan kaynaklanmaktadır. Yatırım harcamaları için
ayrılan ödenekler, önceki yıla oranla yüzde 3 azaltılarak, 8 trilyon 767 milyar
lira olarak teklif edilmiş olup, bu ödeneğin 4 trilyon 895 milyar lirası millî
saraylardaki bakım-onarım ve restorasyon çalışmaları, özellikle Dolmabahçe
Sarayında kurulacak olan kapalıdevre güvenlik sistemi, ısıtma, havalandırma,
elektrik, yangın hidrant sistemi, bilgiişlem merkezi kurulması ve ahşap
zararlılarına karşı ilaçlamayla ilgili ödenekleri kapsamaktadır. Değerli milletvekilleri,
bütçe rakamlarının incelenmesinde görüleceği gibi, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2002 yılı bütçesinin hazırlanmasında tasarrufa azamî özen gösterildiği
memnuniyetle müşahede edilmiştir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin en büyük KİT'i olmakla itham edilen ve personel istihdamı konusunda
sürekli eleştirilen Türkiye Büyük Millet Meclisinin personel istihdamı konusuna
da kısaca değinmek istiyorum. Tüm kamu kuruluşlarında
olduğu gibi, maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisinde de ihtiyaç fazlası
personel bulunmaktadır. Milletvekillerimizin halkla ilişkilerinin daha düzenli
olmasını sağlamak amacıyla, her milletvekiline tahsis edilen birer sekreterle birlikte,
Türkiye Büyük Millet Meclisi merkez teşkilâtında, halen, çeşitli statülerde 3
258 personel istihdam edilmektedir. Millî Saraylarda ise 1 206 kişi görev
yapmaktadır. Buna göre, toplam personel sayısı 4 464'tür. Milletvekili
danışmanı olarak da 443 personel bulunmaktadır. Günde 4 000-5 000 kişinin yemek
yediği, günlük 10 000 kişiye ulaşan ziyaretçi, doktorluk, kreş, lojman gibi
sosyal hizmetlerin görüldüğü Mecliste, personel sayısı, diğer kamu
kuruluşlarıyla mukayese edildiğinde, makul görülebilir; ancak, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, tüm kamu kuruluşlarına örnek olarak, personel istihdamı
konusuna özen göstermesi zarureti vardır. Lokantaların, çay ocaklarının,
berber, lostra salonu, döşeme, cila, boya, badana, temizlik, bakım, onarım gibi
hizmetlerin, hâlâ devlet memurları tarafından yürütüldüğü bir personel
politikasıyla, personel sayısının azaltılması mümkün değildir. Oysa, bu tür
hizmetler, kadrolu memurlarla değil, hizmet alımı yoluyla yapıldığı takdirde,
hizmet kalitesi artacak, maliyetler ise önemli oranda düşecektir. Meclisimizin, destek
hizmetleri yapan personel yerine, Avrupa Topluluğu ile uyum sürecinde olan
ülkemizin, Avrupa Topluluğu ülkeleri meclisleriyle daha fazla ilişki kurması
için, uzman personel istihdam etmesi; ihtisas komisyonlarında ve yasamayla
ilgili hususlarda da, milletvekillerimize yardımcı olmak üzere, kariyer uzmanı
alması gerekir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, personel sayısını, son bir yıl içerisinde yeni
personel almayarak, 111 kişi azaltmıştır. Bu, memnuniyet verici bir husustur. Sayın Meclis Başkanımızın
basında yer alan demeçlerinden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin norm kadro
çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu duyuyoruz. İnşallah, bu çalışmalar
kısa sürede tamamlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin personel konusu, tüm
kamu kuruluşlarına örnek olacak şekilde yeniden düzenlenir. Personel alımı
konusunda göstermiş olduğu hassasiyet için de Sayın Meclis Başkanımıza teşekkür
ediyorum. Değerli milletvekilleri,
1933 yılında daha iyi korunması ve muhafazası için Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilen millî saraylarımızda -Yıldız Çini ve Hereke Halı Fabrikası
dahil- toplam 1 206 personel görev yapmaktadır. Millî saraylardan, tamamen
kendi personelimiz kullanılarak, 15 500 metrekare zemine oturan Dolmabahçe
Sarayının bodrumları tamamen temizlenmiş, büyük bir kısmının onarımı
tamamlanmıştır. Dolmabahçe Sarayının 15 500 metrekarelik çatısının, 2001
yılındaki çalışmalarla, 9 330 metrekarelik kısmının yalıtımı tamamen
yenilenmiş, 5 900 metrekarelik bölümünün kurşun kaplaması tamamlanmıştır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde, aklınıza gelebilecek her türlü
altyapı, teknik, bakım, onarım hizmetlerini, mesai sınırı tanımadan veren
İşletme Yapım Müdürlüğündeki görevli tüm personele teşekkür ediyorum. Ayrıca,
yenilenen Genel Kurul salonumuzun elektronik oylama, yoklama ve konferans
sistemleri sayesinde çok verimli geçen çalışmalarımıza teknik destek olarak
büyük katkıları olan Genel Kurul İşletme Birimi teknik elemanlarına,
mühendislerine ve teknisyenlerine teşekkür ediyorum. Ayrıca, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin tüm çalışanlarına da teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri,
Cumhurbaşkanlığının 2002 Malî Yılı Bütçesiyle ilgili görüşlerimi de kısaca
sunmak istiyorum. Anayasamızın 104 üncü maddesinde, devletin başı sıfatıyla,
Cumhurbaşkanının, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Ulusunun birliğini temsil
ettiği, Anayasanın uygulanmasını ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu
çalışmasını gözetileceği belirtilmiştir. Anayasamızın çeşitli
maddeleriyle, Cumhurbaşkanına, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ilgili
kapsamlı yetki ve görevler verilmiş. Bu yetki ve görevler, 104 üncü maddede
topluca kurala bağlanmıştır. Bu kapsamlı yetki ve
görevler, buna uygun örgütlenmeyi gerektirmiş, Anayasanın 107 nci maddesinde,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, 108 inci maddesinde de Devlet Denetleme
Kurulu, birer anayasal kurum olarak düzenlenmiştir. Son 1,5 yıl içinde
yurttaşlardan, kamu kurum ve kuruluşlarından Cumhurbaşkanlığına yapılan
başvurular yaklaşık üç kat artmış olmasına ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
verimli çalışması sonucu üretilen yasa sayısının çokluğuna karşın, bütün
görevler, zamanında ve uygun biçimde yerine getirilmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Efendim, sürenizi
geçirdiniz. Borç yiyen kesesinden yer; ama, ben gene veriyorum o imkânı size. Buyurun. ERKAN KEMALOĞLU
(Devamla)- Teşekkür ediyorum Başkanım. Personel, taşıt, malzeme,
teçhizat sayısında azalmaya gidilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanının
göreve başladığı günden 2001 ekim ayı sonuna kadar, yayımlanmak üzere 151 yasa,
imzalanmak üzere 32 kanun hükmünde kararname, atamalar dışındaki işlere ilişkin
2 403, atamalara ilişkin 76 Bakanlar Kurulu kararı; yine, atamalara ilişkin 1
143, diğer işlere ilişkin 511 ortak kararname Cumhurbaşkanlığına sunulmuş,
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, 93 doğrudan atama ya da seçim
gerçekleştirilmiş. Hükümet kuruluşu ve bakan değişikliğiyle ilgili 14 işlem,
kimi kuruluşların bakanlara bağlanmasıyla ilgili 4 işlem, İstiklal Madalyasıyla
ilgili 5 işlem yapılmıştır. Yine, aynı dönemde,
Cumhurbaşkanlığına, kişisel isteklerle ilgili 46 022, kurumsal işlemler ya da
çeşitli kamu hizmetlerine ilişkin düzenlemelerle ilgili 50 239 olmak üzere,
toplam 96 261 başvuru yapılmıştır. Başvuruların tümü,
dilekçe haklarının kullanılmasına ilişkin yasa kuralları da gözetilerek
incelenmiş ve kişisel istek içeren 24 434, kurumsal işlemler ya da kamu
hizmetleriyle ilgili 45 271 başvuru hakkında işlem yapılmıştır. Ayrıca, üç önemli proje
çalışması başlatılmıştır. Bunlardan ilki, Atatürk arşivi projesidir. Bu
projeyle, cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Önder Atatürk'ün yaşamı ile yaşadığı
dönemin eksiksiz olarak, her yönüyle araştırılması, bilgi, belge, kitap, tez,
makale ve benzeri çalışmaların derlenip toplanması ve güncelleştirilmesi,
böylece, gelecek kuşaklara, derli toplu bir kaynak bırakılması, daha da
önemlisi, o dönemin envanterinin çıkarılması amaçlanmıştır. İkinci proje,
Cumhurbaşkanlığı arşivi projesidir. Bu projeyle, cumhuriyetin kuruluşundan bu
yana tüm cumhurbaşkanları dönemlerine ilişkin belgelerin konulup, korunduğu
Cumhurbaşkanlığı arşivinin yeniden düzenlenilmesine çalışılmaktadır. BAŞKAN - Sürenizi 4
dakika geçtiniz. ERKAN KEMALOĞLU (Devamla)
- Başkanım, 2 dakika müsaade eder misiniz? BAŞKAN - Ben ederim de,
ortağınız eder mi bilmem. Ortağınıza bağlı; 4 dakika geçtiniz. ERKAN KEMALOĞLU (Devamla)
- Toparlayacağım efendim. Bu bağlamda, arşiv
belgelerinin tamamlanması, arşivde bulunan eski yazıyla yazılmış belgelerin
çevirilerinin yapılması ve tüm belgelerin bilgisayar ortamına aktarılması
çalışmaları sürdürülmektedir. Üçüncü proje, Müzeköşkün
onarım projesidir. Yüce Önder Atatürk'ün Çankaya'daki ilk konutu olan ve bugün
müze olarak halkın ziyaretine açık bulunan köşkün genel onarımının yapılması
gerekmektedir. 2001 yılında çok ivedi onarımlar gerçekleştirilmiş ise de
Müzeköşkün ve içinde sergilenen eşyaların genel onarımdan geçirilmesi
kaçınılmaz olmuştur. 2002 yılında bunun gerçekleştirilmesine çalışılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı 2002
malî yılı bütçe teklifi 18 trilyon 850 milyar lira olarak Yüce Heyetinize
sunulmuş bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığının 2002 malî yılı bütçe teklifi, 2001
yılı başlangıç bütçesine göre yüzde 38 oranında bir artış göstermektedir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı 2002 yılı bütçelerine Anavatan
Partisi olarak evet derken, bütçenin, güzel yurdumuza ve Aziz Milletimize
hayırlı olmasını temenni eder, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlarım.
(Alkışlar) BAŞKAN - Anavatan Partisi
Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan.(ANAP sıralarından alkışlar) Buyurun. ANAP GRUBU ADINA TURHAN
TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 malî yılı Anayasa
Mahkemesi ve Sayıştay bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini
ifade etmek üzere söz aldım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
Anayasa Mahkemesi, asıl görevi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetlemek ve incelemek üzere 1961 Anayasasıyla hukukumuza girmiş
bir yüksek yargı organıdır. Belirlenen bu asıl görevinin yanı sıra, hepinizce
malum olan başka ve çok önemli görevleri de vardır. 1961 Anayasasıyla başlayan
bu düzen, 1982 Anayasasıyla devam etmiş, Anayasa Mahkemesi, Türk anayasa
sistemi içerisinde kesin olarak yerini almıştır. Siyasî açıdan da bu, önemli
bir yere sahip olmaktadır. Yüksek Mahkememiz
kurulduğundan bu yana, parlamenter demokrasinin en önemli, en güçlü güvencesi
olmuş ve işlevi itibariyle hukuk düzenimizin vazgeçilmez bir organı olarak
yerini sağlamlaştırmıştır. Anayasa Mahkemesinin çok
önemli görevlerinden biri de Yüce Divan sıfatıyla Anayasada belirlenen
çerçevede yaptığı yargılama görevidir. 11 Asıl ve 4 yedek üyeden
oluşan Anayasa Mahkemesi, Avrupa ülkeleri arasında iş yoğunluğu en fazla olan
mahkemedir. Bu durum karşısında, geçen yıl bütçesiyle ilgili olarak bu kürsüden
ifade ettiğim bir konuyu yine tekrarlamakta yarar görüyorum: Parlamentomuz,
kanun yapma faaliyetinde, Anayasaya uygunluk konusunda daha titiz davranmalı,
teklif, tasarı ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu komisyon
ve Genel Kurul çalışmalarında daha dikkatli incelemelidir. BAŞKAN - Sayın Tayan, bir
dakika... Siz konuşuyorsunuz, güzel
de, maalesef, bu sene, Anayasa Mahkemesi temsilci göndermemiştir; inşallah,
zabıtları alır, okurlar! Buyurun efendim. TURHAN TAYAN (Devamla) -
Bunun yanı sıra, Yüksek Mahkemenin çalışma ortamı ve imkânları her yönden
desteklenmeli ve artırılmalıdır. Sayın milletvekilleri,
işte bu noktada, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şekli ve niteliklerine
dikkat çekmek istiyorum. Böylesi önemli görev ve
yetkileri haiz mahkemenin daha verimli ve başarılı olabilmesi için üyelerin
nitelikleri yeniden değerlendirilmeli, üyelerin ve çalışanların görevlerinin
gereği, ekonomik hakları ve teknolojik imkânlara kavuşmaları sağlanmalıdır. Bu imkânın verilmesi,
insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin
güvencesi olan Yüksek Mahkememiz için kaçınılmazdır. Parlamentomuz, bu yasama
yılında, Anayasanın 36 maddesinde önemli değişiklikleri gerçekleştirerek bir
ilke imza atmıştır. Uzlaşma kültürünün en önemli örneğini vermiş ve tüm siyasî
partilerimizin katkısıyla tarihe geçecek bir çalışmayı gerçekleştirmiştir. Yüce
Meclisimizin gerçekleştirdiği Anayasa değişikliğiyle geçici 15 inci maddesinin
son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, hukuk devleti; yargı denetimi
önündeki önemli bir engel kaldırılmıştır. Bu çalışma burada kalmamalıdır,
devamı gelmelidir. Partilerarası Uzlaşma Komisyonu şu anda Sayın Yüksel
Yalova'nın Başkanlığında çalışmalarına devam etmektedir. Anayasanın henüz üzerinde
çalışılmayan hükümleri yürütme ve yargı bölümlerini ihtiva etmektedir. Yargıyla
ilgili çalışmalarda, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi, görev ve yetkileri,
çalışma esas ve usulleri yer almaktadır. Partilerarası Uzlaşma Komisyonu alt
komisyonunun bu bölümlerle ilgili sonuçlandırdığı ve siz sayın üyelerin
bilgisine sunduğu raporunda belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi üyeleri
açısından asıl ve yedek tefrikinin kaldırılması, üye sayısının artırılması,
Cumhurbaşkanınca üye atanmasının kaldırılması, üyelerin çoğunluğunun hukukçu
nitelikte olması prensiplerinin birleştirilmesi konusunda görüş birliğine
varılmıştır. Anayasamızın başlangıç
bölümünde ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler arasında medenî
bir iş bölümü ve işbirliğine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı, bu
çerçevede, belli devlet yetki ve görevlerini kullanmaktadır. Yasama, yürütme ve
yargı arasında işbölümü ve işbirliği her zaman gözetilmelidir. Dengenin
kuvvetlerden birinin aleyhine bozulmasının parlamenter sistemin özüne zarar
vereceği unutulmamalıdır. Anayasa Mahkemesi yasama
organı değildir, yasama görevi yapmamaktadır. Bu nedenle, iptal ettiği
hükümlerin yerine, kendi doğru gördüğü hükümleri getirmemelidir. Yasa yapma
görevi Parlamentoya aittir. Kararları kesin olan ve bu nedenle başka itiraz
mercii olmayan Yüksek Mahkeme, çalışmalarında bu noktayı hiçbir zaman
unutmamalı ve çalışmalarına bu yönde devam etmelidir. Son yıllarda, Yüksek
Mahkemenin, yasama yerine geçecek yorum ve kararlardan uzaklaşması çok önemli
bir nokta olarak kaydedilmektedir. Yüksek Mahkememiz, sadece kanunların
Anayasaya uygunluğunu denetleyen bir organ olarak görülmekten öte, hukukun
ufkunu açan, ışık tutan bir fonksiyon görmeli, bu bağlamda düzenleyeceği panel,
sempozyum ve yayınlarıyla toplumun daha geniş katmanlarına da ulaşabilmelidir;
ama, üzülerek ifade etmeliyim ki, Yüksek Mahkememiz, gerek kuruluş yıldönümü
törenlerinde gerek yargı yılı başlarında düzenlediği törenlerde gerekse diğer
düzenlemiş olduğu panellerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunu
davet etmekten âdeta kaçınır hale gelmiştir. Şu anda Sayın
Başkanvekilinin ifade ettiği eğer doğruysa ki, Sayın Başkanvekilimiz ifade
ettiğine göre, doğrudur... BAŞKAN - İnsaf...
Sormadan söyler miyim efendim! TURHAN TAYAN (Devamla) -
...Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçesinin görüşüldüğü bir yüce yargı
organının, kanunların uygulanmasında en güvenilir olması gereken, en titiz ve
itinalı olması gereken en saygın müessesenin temsilcisinin burada
bulunmamasını, ben de, Anayasa Komisyonu Başkanı olarak ayrıca üzüntüyle
karşıladığımı buradan ifade etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesini
oluşturan üyelerin hukukçu nitelikten uzaklaşmaları, olumsuz bir gelişme olarak
dikkat çekmekte ve değerlendirilmektedir. Cumhurbaşkanınca
üyelerinin atanması, kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargının tam bağımsızlığının
sağlanması amacı ve hukuk devleti geleneğine ters düşmektedir. Bu nedenle,
Cumhurbaşkanının, yargı alanındaki atama yetkisine son verilmelidir. Sayın
Cumhurbaşkanı da, bu konuyu, esasen, konuşmalarında çeşitli defalar ifade etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi
açısından sürekli tartışılan ve şikâyetçi olunan bir diğer konu, gerekçeli
kararların oldukça geç yazılması ve yayınlanmasıdır. Bu konudaki gerekli
tedbirler bir an önce alınmalıdır. Maalesef, devletin hantal yapısından şikâyetlerin
ayyuka çıktığı bu noktada, Anayasa Mahkemesi gibi bir kurumun da verimsiz bir
hantal yapı içerisinde olmasını burada dikkatle kaydetmekte yarar görüyorum.
Yeniden yapılanma sürecinde, Anayasa Mahkemesinin de bu olumsuz özelliği,
durumu mutlaka dikkate alınmalıdır. Sayın milletvekilleri,
Anayasa Mahkemesinin uygulaması içinde yürürlüğün durdurulması, artık,
yerleşmiştir; ancak, bu konu, yasal bir düzenlemeye mutlaka kavuşturulmalıdır.
Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesinden alınarak, ceza yargılamasında
ihtisas mahkemesi haline gelen Yargıtaya verilmesi, Anayasa Mahkemesi
kararlarının 1 ya da 2 oy farkla olmasının yol açtığı, mahkemenin acaba
ideolojik yapılaşmaya, bloklaşmaya dönüştüğü yolundaki şüphe ve yorumlar,
Yüksek Mahkemeyle ilgili tartışılan meseleler olarak öne çıkmaktadır. Bu
meselelerin, Anayasa değişikliğinde çok dikkatle incelenmesi ve çözülmesi
zorunludur. Anayasa Mahkememizin
hukuk sistemimize yaptığı büyük katkıların en ufak tartışma ve şüpheden uzak
bir şekilde sürmesi, parlamenter sistemin varlığı ve devamı açısından bizim de
en büyük dileğimizdir; Parlamentomuzun bu konuda her zamanki hassasiyeti
göstereceğine şüphemiz yoktur. BAŞKAN - Sayın Tayan, bir
dakika efendim... Sayın Amirimiz sizin süreden kullanmıştı; ama, siz Komisyon
Başkanısınız ve önemli şeyler söylüyorsunuz; kendi inisiyatifimi kullanıyorum
efendim. Buyurun. TURHAN TAYAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
sözlerimin bu bölümünde, kısaca, Sayıştay bütçesi hakkında konuşmak istiyorum.
Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme ve hükme
bağlama işlerini yapmakla görevli bağımsız bir yargı organıdır. Bu organın
raporlarının, son zamanlarda, ilgili kurum ve kuruluşlardan önce bazı siyasî
heyetlerin veya partinin eline geçmek suretiyle kamuoyuna duyurulması,
Sayıştayın siyasallaştırılması yönündeki endişelerin dile getirilmesine neden
olmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay, her
türlü siyasî etki ve müdahaleye karşı korunmalıdır. Bugün, denetim konusu ve bu
konudaki eksiklikler sürekli gündemde tutulmakta ve sıkça dillendirilmektedir.
Yönetimde şeffaflık, açıklık, bilgiye ulaşma, idarenin işlem ve eylemlerinin
hukuka uygunluğunun denetiminin sağlanması çağdaş demokrasilerde yerleşmiş
kavramlardır. Açık yönetim, idarenin denetlenmesi mekanizmasıyla sağlanır. Bu
amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak kurulan Sayıştay, Anayasa, Sayıştay
Kanunu ve diğer kanunlarla verilen çok önemli görevleri ifa eden malî bir
denetim organıdır. Ekonomik ve siyasî
anlamda yaşanan gelişme ve değişimler sonucu devlet, yeniden şekillenme, idare,
yeniden yapılanmayla karşı karşıyadır; buna bağlı olarak, malî yönetimde de
yeniden şekillenmek zorundadır. Hızlı ve verimli çalışan malî denetimin
oluşturulması, hayata geçirilmesi gereklidir. Fizikî imkânlardan
başlayarak, çalışmaları yönlendirecek mevzuata kadar her alanda malî denetim organı olan Sayıştay gözden geçirilmeli ve önemiyle paralel
imkânlara kavuşturulmalıdır. Sayıştay elemanları, çağdaş bir eğitime tabi
tutulmalı; Sayıştay, görevini rahat bir ortamda gerçekleştirme imkânına
kavuşturulmalı ve hızlı bir malî denetim yapmanın önkoşulu olan yargılama usulü
gözden geçirilmelidir. Bu sorunun elbetteki
buradan ifade edilmesi kadar, giderilmesine yönelik somut adımların, başta,
Yüce Parlamentodan başlayarak, her seviyede atılması gerekmektedir.
Sayıştayımız, sadece geçmişte
yaşadığımız ve talihsiz yangın gibi olaylarla gündeme gelmemeli, sadece
bütçeden bütçeye sorunları, eksikleri konuşulmamalıdır. Sayıştayın idare
alanındaki yol gösterici ve denetleyici işlevini güvenir şekilde bundan sonra
da sürdüreceğine inancımız tamdır. Kamuda Sayıştay denetimi
kapsamında olmayan bazı alanların bu denetim içine alınması mutlaktır. Bu
noktada, çok tartışılan fonların Sayıştay denetimi içine alınmasını önemli bir
gelişme olarak değerlendirmekteyiz. Yine aynı şekilde, sadece, Vakıflar Genel
Müdürlüğünce denetlenebilen ve çok sayıda olan kamu vakıflarının Sayıştay
tarafından denetime tabi tutulması yönünde hükümet tarafından çalışmaları
sürdürülen düzenlemenin Meclis gündemine bir an evvel gelmesini ve
sonuçlandırılmasını arzu etmekteyiz. 4149 sayılı Yasayla
Sayıştay Kanununa eklenen ek 10 uncu madde, performans denetiminin yetki ve
görevini Sayıştaya vermektedir. Verimlilik ve etkinlik denetimi olan performans
denetiminin yerleşmesi, yayılması, Sayıştayın önemli bir fonksiyonudur. Bize
göre, bu, Sayıştay denetimi anlayışında bir devrim olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; vaktimin elverdiği ölçüde bu konulardaki görüşlerimizi, partim
adına ifade etmeye çalıştım. Bu duygularla, gerek
Anayasa Mahkemesi bütçesinin gerek Sayıştay bütçesinin, kurumlarımıza ve
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Sayın Başkanın gösterdiği anlayıştan dolayı
teşekkür ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tayan. Şimdi, söz sırası Saadet
Partisinde. İstanbul Milletvekili
Sayın Bahri Zengin... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, sözcüyü davet etmeden önce, bir hususu arz edebilir miyim. BAŞKAN - Bir dakika Sayın
Zengin, bir dakika... Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, zatıâlinizin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden ifade
ettiğiniz bir husus var: Anayasa Mahkemesinin, kendi bütçesi görüşülürken
temsilci göndermediğini beyan buyurdunuz, zabıtlara da geçti. Bu, çok önemli
bir tespittir; kuvvetler ayrımı ilkesini, hangi kurumun, ne kadar içine
sindirebildiğinin tespiti açısından çok önemli bir tespittir. Herkes, Anayasayla
bağlıdır; biz, Anayasanın, başlangıç, 6, 7, 8 ve 9 uncu maddelerinde, kuvvetler
ayrımının ne anlama geldiğini biliyoruz, bunu en iyi bilmesi lazım gelen de
Anayasa Mahkemesidir. Maalesef, Sayın Anayasa Komisyonu Başkanımızın da gene
vukufla ifade ettiği gibi, Anayasa Mahkememiz, zaman zaman, kararlarıyla,
hükümlerinden ziyade gerekçeleriyle, sanki, Parlamentonun ötesinde, hatta
üstünde bir kurum gibi telakki eder oldu kendilerini! Acaba, buraya temsilci
göndereceğine, Parlamentodan mı oraya bir grup istiyor; gelin, bize, bütçemiz
nedir onu anlatın, onu izah edin, biz de bir teemmül ve tezekkür buyuralım;
sonra, size bir mektupla bildiririz gibi bir yöntem mi bekliyor?! Şöyle yapsak
olur mu; bilmiyorum sizin usulünüz, İçtüzük müsait midir; bu konudaki
cehaletime veriniz... BAŞKAN - Estağfurullah. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Mümkün müdür; Anayasa Mahkemesi bütçesini bir kenara, derkenar ederek bir yere
koysak, görüşmesek; ihtiyaç duydukları, müstağni olmadıklarını anladıkları
zaman, oturup konuşsak. Saygı sunuyorum efendim.
(Alkışlar) BAŞKAN - Turların içinde
olmasaydı, müşterek görüşme olmasaydı pekâlâ mümkündü efendim; en azından,
oylarınızla mümkündü; zatıâliniz de biliyorsunuz; ancak, belki de, alınganlık
gösterdiler nitelikli çoğunluk bakımından diye de aklıma geldi. Bilemem, takdir
kendilerinin. MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Sayın Başkan, nasıl görüşeceğiz bütçeyi?!. BAŞKAN - Efendim, bütçeyi
nasıl görüşeceğiz; icbar edemeyiz. Bir de, malumunuz,
bütçeyi çıkarmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin aslî görevi, Anayasa
Mahkemesinin görevi değil; ama, istemezseniz, dediğim gibi, oylarınızla bütçeyi
çıkarmazsınız, ayrı bir konu; ama, bizim vazifemiz, bu ülkede bütçesiz
bırakmamak. Biliyorsunuz, bundan evvelki dönemde, geçici bütçeyle Türkiye ne
hallere geldi. Biz geldik, geçici bütçeyi 1999'da, 21 inci Dönemde çıkardık.
Mesaj alınmıştır gibi geliyor! YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Evet efendim; yani, dinleyen anlayandan âriftir derler; bendeniz, sadece tefrik
edebilir miyiz diye... BAŞKAN - Evet, ola ki,
teknolojinin imkânından faydalanıp televizyondan da seyretmiş olacaklardır. Şimdi, söz sırası, Saadet
Partisinde; İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin. Sayın Zengin, sizi ayakta
beklettim, özür diliyorum; ama, Grup Başkanvekiliniz Sayın Hatiboğlu, benim bu
hatamda pay sahibi. Buyurun. (SP sıralarından
alkışlar) SP GRUBU ADINA BAHRİ
ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisi bütçesi üzerinde konuşmak üzere Grubum adına söz almış
bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, demokratik sistemlerde en üstün otorite halktır; ondan sonra
ikinci otorite ise halkın temsilcileridir; yani, seçmiş oldukları organlardır;
bunlar da senatolardır, parlamentodur. Ülkemizde tek bir meclis olduğuna göre,
halktan sonra en üstün otorite olması gereken yer bu heyettir, bu Meclistir,
ondan sonra da bürokratik organlar gelir, bürokrasi gelir. Halk, egemenliğini
meclis kanalıyla ve bürokratlar kanalıyla yürütür. ancak, burada biraz önce
olan olaylardan da göreceğimiz gibi, acaba Türkiye'de durum nedir, bizim
durumumuz nedir? Geçenlerde üzülerek bir
program izledim; burada, bu vesileyle Sayın Başkana da hatırlatmak istiyorum.
Bir komedi programında, birisi "ben 80 milyarla 80 milletvekili satın
alırım" diyordu. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eğer, bu söz, herhangi bir yargıca karşı, herhangi bir
bürokrata karşı, bir askere karşı söylenilmiş olsaydı, zannediyorum ki, o
program, program yapımcıları ve o televizyon hakkında, şimdiye kadar devletin
bütün kurumları harekete geçmiş olurdu; ancak, ne yazık ki, böyle bir söz,
Parlamentoya karşı yapılmış olduğu için de, şimdiye kadar, ne savcılıktan ne
yargı kesiminden ne de Meclisten gerekli tepkinin gösterildiğine ben şahit
olmadım. Biraz evvel bir başka
olayı gözledik; bugün, Anayasa Mahkemesinin bütçesi görüşülürken, bir
temsilcinin burada bulunmayışını üzüntüyle gördük. Daha önce, sayısız araştırma
komisyonları kurduk; ama, bu araştırma komisyonlarına bürokratların nezaketen
geldiklerini gördük, gelmek istemeyenleri de araştırma komisyonlarına
getirtemedik. Bunlar, hep, yaşadığımız olaylar. Şimdi, gerçekten, eğer demokrasi varsa, en
üstün otorite olması lazım gelen Parlamento, bu otoritesini kullanmalıdır;
ancak, ne yazık ki, bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetim
içerisindeki yeri, bu otoriteyi kullanacak durumda değildir. Değerli milletvekilleri,
bakınız, nereden nereye gelindi. Elimde 1924 Anayasası var; Mustafa Kemal'in
anayasasıdır ve bu Anayasada, Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha doğrusu
egemenlik şöyle ifade ediliyor: "Hâkimiyet, bilâkaydü şart milletindir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakikî mümessili olup millet
namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
milletin tek ve hakikî temsilcisidir ve millet adına egemenliği kullanır
deniliyor. Ancak, ne yazık ki, bu cumhurî ilke, bu demokratik ilke, 1960
darbesinden sonra değiştirilmiştir. Bakınız, 1961 Anayasasında nasıl yer alıyor
-ki, aynı metin 1982 Anayasasına da geçmiştir- 4 üncü madde: "Egemenlik,
kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara
göre, yetkili organlar eliyle kullanır." Şimdi, bu maddeyi, eğer
doğru yorumlarsak, bugün, bu saatlerde karşı karşıya kalmış olduğumuz olayları
da açıklama imkânı bulabiliriz. Yani, 1961 Anayasası ve 1982 Anayasasıyla
Parlamento, Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği millet adına kullanan tek
makam olmaktan çıkarılmış, bunun yerine, bürokratik kurumlar egemenliğe ortak
edilmiştir; işin aslı budur. Dolayısıyla, eğer, bürokratik kurumlar egemenliğe
ortak edilmiş de seçilmemiş, atanmış olan kurumlar egemenliğe ortak edilmişse,
orada gerçek anlamda bir demokrasiden söz etmek mümkün değildir. O bakımdan,
zaman zaman, bürokratik kurumların, Meclisin çağrılarına cevap vermediklerini
görüyoruz, hatta hatta, bütçe konuşmalarına gelmediklerini görüyoruz, çağrıldıkları
zaman araştırma komisyonlarında bulunmadıklarını görüyoruz; çünkü; ne yazık ki,
Meclisin elinde, bir ilçe savcısı kadar bir yetki mevcut değildir bürokratik
kurumları araştırma komisyonuna getirtecek, gelmediği takdirde iki jandarmayla,
iki polisle onu getirtecek bir yetkisi mevcut değildir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bu yetki alınmıştır. Dolayısıyla, bunlardan şikâyet etmek yerine,
Meclisi, gerçekten, millet adına egemenlik kullanan yetkilerle donatmak
gerekmektedir. Ne yazık ki, bunlar yapılacak yerde, özellikle yine son
yıllarda, Meclisin birkısım yetkilerini daha bürokrasiye devretme yönünde
birtakım çalışmaların yapıldığını üzüntüyle görüyoruz. Değerli milletvekilleri,
bakın, Türkiye'de, Türkiye Büyük Millet Meclisini Anayasa Mahkemesi, bir
bakıma, denetlemektedir. Türkiye'de, hükümeti Danıştay denetlemektedir,
Parlamento denetlemektedir; hükümet ayrı bir erktir, yasama ayrı bir erktir;
ama, Parlamento, milletin verdiği yetkiyi kullanarak başka bir erki denetleyebilmektedir; ama, size soruyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi birtakım kurumları denetleyebilmekte midir? Anayasa
Mahkemesini kim denetlemektedir? YÖK'ü kim denetlemektedir? Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliğini kim denetlemektedir? Sadece malî denetimden söz
etmiyorum, demokratik denetimden söz ediyorum. Bu kurumların, elbette, millî
iradeye uygun davranması lazım; ama, ne yazık ki, bu Anayasa, 1982 Anayasası ve
1961 Anayasası millî iradeyi bazı alanlarda devre dışında bırakmıştır; güvenlik
alanında devre dışında bırakmıştır, yargıda devre dışında bırakmıştır, bilim
alanında ve eğitimde devre dışında bırakmıştır. Şimdi de son olarak, Sayın
Başbakan, geçenlerde, büyük bir üzüntüyle zannediyorum şikâyette bulundu ve
dedi ki "Galiba aşırı gittik, birtakım özerk kurumlar oluşturduk, şimdi bu
kurumlara gücümüz yetmiyor." Doğru; ama, geç kalınmış bir itiraftır bu.
Bu, 1961'de başlamıştır. Millî iradeyi, Parlamentoyu devre dışı bırakarak,
birtakım bürokratik, âdeta oligarşik adacıklar oluşturulmuş, yetki bunlara
bırakılmış ve sonra da kötü yönetimin bütün faturaları Parlamentoya ve
siyasîlere kesilmiştir; ama, buna da bir süre göz yumulmuştur. Değerli milletvekilleri,
bakınız, kuvvetler ayrımı olabilir; ama, elimde Amerikan Anayasası var -ki,
Ankara Büyükelçiliğinden alınmıştır- işte, size Amerika Anayasasından bir metin
okuyorum, bakın, bu metinde ne deniyor: "Suçlanan federal görevlileri
yargılamaya yetkili tek makam Senatodur." (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlıyorsunuz; çünkü, diğer iki üyeniz de var. Herkese 1 dakika oldu mu, 1
saat fark oluyor. BAHRİ ZENGİN (Devamla) -
Toparlıyorum. Demek ki, Parlamentonun,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetlemediği, millet adına denetlemediği ve
gerekirse görevden alamadığı hiçbir bürokratik kurum olmamalıdır. Demokrasi
varsa, demokrasi budur. Yine, bu Anayasada -altında bir şerh vermiş- diyor ki:
"Bugüne kadar beş tane yüksek mahkeme üyesi görevden alınmıştır." Değerli milletvekilleri,
öyleyse, burada, bazı kurumların, bürokratik kurumların aldırmazlığından
şikâyet etmek yerine, şu anda, işte Anayasa paketi oluşturuluyor; ilk yapmamız
gereken şey, Anayasadaki 6 ncı maddeyi, egemenlikle ilgili maddeyi yeniden
düzenlemektir ve 100 üncü maddeyi yeniden düzenlemektir. 100 üncü maddede,
hükümetin hakkında soruşturma açabiliyoruz; ama... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, Sayın
Zengin teşekkür ediyorum. BAHRİ ZENGİN (Devamla) -
Bir saniye Sayın Başkan. ...YÖK üyeleri hakkında,
Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında ve bürokratik diğer kurumlar hakkında, biz,
ne yazık ki soruşturma açamıyoruz. İşte, bugünkü bu sıkıntılar da buradan
kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların aşılabilmesi için Parlamentonun
güçlendirilmesi gerekir diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Tabii, şahsınızla alakalı
değil -sözünüzü kesmek mecburiyetinde kaldığım için özür diliyorum- ancak bu
altı mümtaz siyasî partinin grup başkanvekilleri, Meclis Başkanının
başkanlığında oturuyorlar; tanzim ediyorlar, saatleri. 30'ar dakika diye kararı
alan sizlersiniz; ama, 3 arkadaşınıza böldüğünüz zaman, biz başkanlar çok
rahatsız oluyoruz; 4 oldu mu, 7,5 dakika, elimizde böyle bir ayar yok. Onun
için, oraya çıkan sayın üyeler... AYDIN TÜMEN (Ankara) - 30
dakikayı sabitleyin Sayın Başkan. KÜRŞAT ESER (Aksaray) -
Sayın Başkan, 30'ar dakika sabit kalır, ondan sonra mesele çözülür. BAŞKAN - Efendim, o da
biraz müsamahasızlık olur; ben idare ederim. KÜRŞAT ESER (Aksaray) -
Sayın Başkan, Avrupa Parlamentosunda, 2 dakika geçtikten sonra 3 üncü saniyede
otomatik cihaz kapatıyor. BAŞKAN - Neresi
efendim?.. KÜRŞAT ESER (Aksaray) -
Avrupa Parlamentosu. BAŞKAN - Ben, Avrupa
Parlamentosunda görev yapmadım, oranın da başkanı değilim; ben Türküm, Türk'ün
usulüne göre yapıyorum; affedersiniz... (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Herkesin, kendine göre bir yoğurt yiyişi var. KÜRŞAT ESER (Aksaray) -
Bunlar, gelişmişliğin değerleri efendim. BAŞKAN - Bir dakika...
Bir dakika efendim... Evvela, Anayasa Mahkemesinden
özür diliyorum; çünkü, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun -yani 2949 numaralı Kanunun- 56 ncı maddesi şöyle diyor:
"Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Bütçeyle ilgili görüşmelerde, Adalet
Bakanı veya tensip ettiği takdirde Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri hazır
bulunur. Bu görüşmelere, Başkan ve üyeler, açıklama yapmak üzere davet
edilemezler." Kanunun hükmü bu. Genel Sekreteri görevlendirmek de,
herhalde, Sayın Bakanın işi olsa gerek. Burada açık seçik yazıyor. Ayrıca, Anayasa
Mahkemesi Genel Sekreteri Sayın Sadi Büyükeren iki gün önce istifa etmişler ve
Sayın Hamdi Yapıcı, daha dün akşam tayin olmuş, televizyondan da duyar duymaz,
Bakanlığının talimatını beklemeden burayı teşrif ettiler. Ben, yine de özür
diliyorum Türkiye Büyük Millet Meclisi adına. Bu suç, onların değil, Bakanın. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, konuşmalardan önce mi teşrif ettiler, daha sonra mı?.. BAŞKAN - Efendim,
geldiler; tutanakları da aldılar. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Daha sonraysa mesele yok efendim. BAŞKAN - Müzakere devam
ediyordu teşrif ettiklerinde. Kanunu okudum... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
O zaman, özrü mucip bir hal yok. BAŞKAN - Hayır efendim,
bendeniz... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Özrü mucip bir hal yok efendim. BAŞKAN - Peki efendim. Şimdi, Saadet Partisi
Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Turhan Alçelik konuşacaklar efendim. BAŞKAN - Niye
söylemiyorsunuz?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Başkanlığa olan saygımızdan dolayı... BAŞKAN - Estağfurullah
efendim; ben mahcup oluyorum sonra işimi takip edemiyorum diye... Sayın Turhan Alçelik, buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA TURHAN
ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bütçe görüşmelerini
yapıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı, sistemin, en
önemli hizmet veren kurumları. Ben, bu iki kurumla ilgili, özellikle şu 70
milyon insanımızın yegâne temsil karargâhı olan makamla ilgili bazı hususları
sizlere arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, biraz
önce görüşlerini ifade eden arkadaşımda ifade buyurdular; şu karşımızda, Sayın
Başkanımızın hemen arkasında bir ifade var: "Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir." Kayıtsız ve şartsız, hiçbir kayda, şarta bağlı değil ve
altında da "Kemal Atatürk" bu sözün sahibi... Mustafa Kemal
Atatürk'ün yaptığı Anayasa 1924'te yürürlüğe girdi ve o Anayasadaki hüküm şu:
"Egemenlik bilâ kaydü şart milletindir." Kayıtsız ve şartsız...
"Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. Millet, bu hâkimiyetini
-dikkatlerinizi çekiyorum arkadaşlar- yegâne ve hakiki temsilcisi olan Meclis
eliyle kullanır." Yani, şu Heyet, millet adına yetki kullanmaya yetkin
olan tek kurum burası; ama, ihtilalden sonra yapılan iki Anayasada da, bu
yetkiye, maalesef, ortaklar dahil edilmiş; sonuçları ortada... Sadece, yetki
kullanan kurumlardan biriyle ilgili şu görüşü sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu
Meclis, Yükseköğretim Kuruluyla ilgili bazı kararlar aldı; ama, bu Meclisin
aldığı kararları, bu kurum maalesef tanımadı; kendi genel kurulunda
"dikkate almıyorum" diyebildi. Peki, bunun karşısında bir sorumluluk;
maalesef yok. Şu anda bir şey yapılabiliyor mu?.. Bir iki gün önce, yine, daha
önce komisyonda görevli arkadaşımın görüşlerine baktım, şikâyetini sürdürüyor
"bir şey yapamıyoruz" diye. Öyleyse, değerli
arkadaşlar, öncelikle, bu Mecliste bu bütçe görüşülürken, milletin yegâne ve
hakiki temsilcisi olarak ifade edilen bu kurumun hakkını, itibarını korumak
birinci derecede görevimiz olmalı. Sayın Başkanımızla, Meclis Başkanımızla bir
heyetle birlikte görüştük, değişik parti gruplarından arkadaşlarımla ve
kendisine şunu arz ettim: Sayın Başkanım, kendi şerefini koruyamayanların
milletin hakkını korumaları mümkün değildir. Bu Meclis, kendisine yapılan her
türlü haksızlığı millet adına telafi etmeye mecburdur, milletin şerefini
korumaya mecburdur. Bu bakımdan, bu vesileyle, bu bütçe konuşması dolayısıyla
bu hususu sizlerle paylaşmak istedim. Değerli kardeşlerim, bu
Meclisin seçtiği bir Cumhurbaşkanı şu anda görev yapıyor ve Sayın
Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili de, görevleriyle ve yetkileriyle ilgili de
sizlerle paylaşmak istediğim hususlar var. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasada
kendisine verilen görev ve yetkileri kullanıyor ve Mecliste yaptığı ilk
konuşmada -konuşmanın tutanağı elimde- 1 Ekim 2000 tarihli konuşmasında,
cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında olduğu,
yaptığı işlem ve eylemlerden dolayı yargı denetimine başvurulamayacağı gibi
ifadeleri kullandıktan sonra "kişilerin hukuksal durumlarını -kendi
ifadelerini kullanıyorum- etkileyebilecek olan cumhurbaşkanının, devletin başı
sıfatıyla değil, yönetimin başı sıfatıyla tek başına yapacağı işlemler ve diğer
konulardaki sınırlamalar hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır..."
Aşağı yukarı bir seneden daha önce yapılan bir konuşmada bu görüşler ifade
ediliyor. Peki, bugün, Sayın Cumhurbaşkanı aynı görüşlerini ifade ediyor mu;
maalesef... Bu yıl burada yaptığı konuşmada başka bir görüşü dile getirdi Sayın
Cumhurbaşkanı. Ne dedi: "Efendim, bu Meclisin sayısı fazla, bu Meclisin
sayısı azalsın." Yetkileri üzerinde görüşler beyan ediliyor değişik
vesilelerle. Şimdi, size soruyorum değerli arkadaşlar: Cumhurbaşkanlığı
makamına, göreve başlandıktan sonra ne değişti ki, Meclisin yetkilerinin
sınırlandırılması konusunda görüşler beyan edilebiliyor; bu görüş ne kadar
demokratik? Ben, size, bu hususla
ilgili birkaç örnek sunmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı bu kürsüden
"Meclisteki 550 sayısı 400'e indirilmelidir" gibi bir görüşü beyan
etti. Bunu ne anlamda kullandı, ne faydası var; onu, ben bilmiyorum arkadaşlar.
Eğer, burada, tasarruf düşüncesiyle bu yapılıyorsa, ben, bir hesap çıkardım.
150 milletvekili fazlasının veya 150 milletvekilinin bu millete beş senedeki
yükü, sadece 27 trilyon lira. 27 trilyon az kullanmakla bu ülke kurtulacaksa,
hep beraber bu sayıyı azaltalım; ama, bugün, değerli arkadaşlar, her gün faize
200 trilyon para gidiyor. Bunu niye konuşmuyoruz?! Üzülerek ifade ediyorum:
-Mecliste kanun da maalesef çıktı- Faiz gelirleri vergiden muaf. Bu,
adaletsizlik değil mi?! İşçiden, memurdan, emekliden, mahalle bakkalından,
büfeden yüzde 25 vergi alırken böyle bir adaletsizliğe onay vermek, ne kadar
hukukî?! Bu konuyu takdirlerinize arz ediyorum. Değerli arkadaşlar,
sizlerle, özellikle paylaşmak istediğim samimî bir kanaatim var. Bir dönem önce
de ben bu Mecliste görev yaptım; bu, ikinci dönem görevim. Çok eskiden beri
görev yapan büyüklerimiz, ağabeylerimiz var; ancak, bu Mecliste görev yapan
arkadaşlarımın -şu an itibariyle söylüyorum- üçte 2'si yeni görev alan, yeni
seçilmiş arkadaşlarımızdan oluşuyor. Muhtemeldir ki, bir dönem sonra, bu
sıralarda oturan arkadaşlarımın -ayırmadan söylüyorum- üçte 2'si, belki daha da
fazlası burada olmayacaklar. Öyleyse, bugün, millet adına aldığımız bu görevi
en güzel şekilde yerine getirmekle mükellefiz. Yarın, iş işten geçtikten sonra,
millet adına kullandığımız bu yetki süresi bittikten sonra "eyvah"
demenin çok fazla bir anlamı yok. Köy kahvesine, mahalledeki esnafa gittiğimiz
zaman, bir Meclis üyesi olarak bize, 70 milyon insanımızı temsil eden üyeler
sıfatıyla, şu soruları soruyorlar: "Efendim sizler, milletin hakkını
koruyamıyorsunuz; neden?" İşte, biz, bugün, hep birlikte, Parlamento
olarak, 70 milyon insanın tek tek temsilcisi olarak, yarını da düşünerek,
bugün, milletin hakkını bütün gücümüzle koruduğumuz takdirde en güzel görevi
yapmış olacağız. Bu, Meclisin itibarını da, sistemi de arzu edilen bir çizgiye
oturtacak. Eğer, bunu yapamazsak, maalesef, birtakım yanlışlıkların faturasını
ödemeye devam ederiz. Bu, şu veya bu kurum, kişi olabilir. Bizler,
milletimizden de, sizler huzurunda bir talepte bulunmak istiyoruz. Bizden... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) TURHAN ALÇELİK (Devamla)
- Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, süre
bitti. Şimdi, haklı olarak
Kürşat Eser Bey bana söylüyor, doğru söylüyor. TURHAN ALÇELİK (Devamla)
- Hayır efendim, bir cümleyle bitiriyorum. BAŞKAN - Ama, işte,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1920'den beri özelliği, müsamahayla gelmiş; biz
aynı şeyi yapıyoruz; ama, Sayın Eser doğru söylüyor. EROL AL (İstanbul) - 1
dakika verin Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. TURHAN ALÇELİK (Devamla)
- Efendim, ben uzatmayacağım. Değerli arkadaşlar, Sayın
Başkanımın bu ikazından dolayı ve sizlerin hatırlatmalarından dolayı, ben,
hepinize saygılar sunuyorum... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Kaideyi biz koyuyoruz; biz uyarsak mesele biter. TURHAN ALÇELİK (Devamla)
- Meclisimizin gerçek görevine ve bütün kurumların gerçek görevlerine dönmelerini
hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Söz sırası, Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak'ta. Efendim, dikkat
ederseniz, gidiş gelişleri de hesap ediyorum, burada açıyorum mikrofonu; yani,
50 saniye de kaybolmasın diye. Onun için, hatiplerin biraz dikkat etmeleri
lazım ki, arkadaşlarımın tenkitleri -haklı da olsa- olmasın. Buyurun Sayın Kamalak. SP GRUBU ADINA MUSTAFA
KAMALAK (Kahramanmaraş) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Sayıştay bütçesi ile Anayasa
Mahkemesi bütçesi üzerinde konuşmak için, Saadet Partisi sözcüsü olarak
huzurunuzda bulunuyorum. Değerli arkadaşlarım, her
şeyden önce, bu bütçelerin, gerek ilgili kurumlara gerekse Türkiyemiz için
hayırlı olmasını diliyorum. Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, Türkiye'de ilk defa 1961 Anayasasıyla
kurulmuş, 1982 Anayasasıyla da varlığını sürdürmüştür. 11 asıl ve 4 yedek
üyeden oluşmaktadır. Kararlarını, kural olarak, salt çoğunlukla almaktadır.
Başlıca görevleri, bildiğiniz gibi, norm denetimi yapmak; Cumhurbaşkanını,
Başbakanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile birkısım yüksek bürokratları Yüce
Divan sıfatıyla yargılamak; Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerinin
milletvekilliğinin düşürülmesine veya dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
kararların Anayasaya uygunluğunu denetlemek; uyuşmazlık mahkemesine kendi
üyeleri arasından bir başkan seçmek, siyasî partilerin malî denetimlerini
yapmak ve siyasî parti kapatma davalarına bakmaktır. Değerli arkadaşlarım,
Anayasa Mahkemesi, bütün bu görevlerini yaparken, layüsel bir kuruluş olarak
hareket etmektedir; yani, Yüksek Mahkemeyi denetleyen herhangi bir makam,
mevki, kişi, organ olmadığı için, sorumsuz bir şekilde hareket etmektedir.
Başka kavram bulamadığım için, bu sorumsuz kavramını ifade etme mecburiyetinde
kalıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Yüksek Mahkeme, layüsel bir kuruluş, sorumsuz bir mahkeme olduğu içindir ki,
maalesef ve maalesef, başta kendisinin uymak mecburiyetinde olduğu Anayasaya
dahi uymamaktadır. Örnek: 1. Anayasanın 153 üncü
maddesine göre, Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Bunun istisnası yok. 2. İptal kararları geriye
yürümez. İstisnası yok. 3. Anayasa Mahkemesi
kararları herkesi bağlar. Bunun da istisnası yok. Peki, Anayasa Mahkemesi
kararları gerekçeli olarak yazılır kuralının istisnası var mı? EROL AL (İstanbul) -
Var... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Nerede? EROL AL (İstanbul) -
Yapıyorlar... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Yapıyorlar... Ben de onu söylüyorum zaten. Zaten ben de onu söylüyorum ya...
Yapıyorlar... Halbuki, Anayasanın 141
inci maddesine göre değerli arkadaşlarım, bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır. Biliyorsunuz, 1995 yılında, Sayın Giray ve
Sayın Altınkaya'yla ilgili olarak, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi
kararlar verdi. O kararlar yayımlandı mı; hayır. Anayasa Mahkemesi, 1983
yılında, müteferrik bir karar veriyor. Kütüphanelerde, piyasada bulamadım. Karar
yok. Bir dilekçeyle, milletvekili sıfatını kullanarak, Anayasa Mahkemesi
Başkanlığına başvurdum. Dedim ki, sizin kararlarınız, bizim için, Türkiye için
son derece önemlidir; falan tarihli kararınızdan bir suret verilmesini." Değerli arkadaşlarım
karar tarihi 1983'tür. Yüksek Mahkeme bana verdiği cevapta diyor ki: "Siz,
o davada taraf olmadığınız için talebinizi yerine getirmek mümkün
olmamıştır." Değerli arkadaşlarım,
Anayasa Mahkemesinin kararı bir milletvekilini ilgilendirmezse kimi
ilgilendirir?! (SP sıralarından alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Vatandaşı ilgilendirir. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Kaldı ki, biraz önce arz ettiğim gibi, bütün mahkemelerin her çeşit kararları
gerekçeli olarak yazılmak mecburiyetindedir; Anayasanın amir hükmü. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, herkesi bağlayıcı bir karar herkesi alakadar eder Sayın Hocam. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Doğru söylüyorsunuz; zamanım dar olduğu için ayrıntıya giremiyorum maalesef. Değerli arkadaşlarım,
ikinci olarak, yani, Anayasa Mahkemesinin layüsel olarak davrandığına dair bir
örnek. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya göre değil, şartlara göre karar
vermektedir; örnek: 1972 yılında, bilinen üç gencimiz idam edileceği esnada bir
partimiz yürütmeyi durdurma talepli dava açtı. Anayasa Mahkemesi "benim
yürütmeyi durdurma yetkim yok" dedi. Niye yoktu; şartlar müsaade
etmiyordu; Anayasa müsaade ediyor. 1985 yılında yine bir kanuna karşı, Anayasa
Mahkemesine yürütmeyi durdurma talepli dava açıldı. Anayasa Mahkemesi
"yürütmeyi durdurma yetkim yok" dedi. Niye; çünkü, Meclis bir
bütündür. Mecliste bir parti çoğunluk iktidarına sahiptir. Anayasa Mahkemesi de
şartları uygun bulmuyor. Aynı mahkeme, aynı Anayasaya dayanarak 1993 yılında
yürütmeyi durdurma kararı verebiliyor. Niye; Meclis parçalanmıştır, şartlar
müsaittir. Hatırlayacaksınız, adlî
yılın açılış konuşmasında Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk Bey, parti
kapatmaların, idama eş olduğunu belirtti ve Anayasaya aykırı olduğunu ifade
etti. Hatırlayacaksınız, Anayasa Mahkemesi Başkanımız, yazık ki, "Sayın
Sami Selçuk hukuku bilmiyor" demedi -dese saygı duyardım kendilerine.
Biliyor, bilmiyor ayrı bir konu- ama, dedi ki: "Sayın Başkan, Türkiye'nin
gerçeklerini bilmiyor." Değerli arkadaşlarım,
korkunç bir şey bu. Hukuk devleti adına korkunç bir şeydir bu. (SP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
bakın, Türkiye'de cumhuriyetten bu yana 154 parti kapanmış veya kapatılmıştır.
Bunlardan 23 tanesi, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştır ve huzurunuzda
iki şeyi alenen söylüyorum: Bir, Türkiye, tam anlamıyla bir partiler
mezarlığına dönüşmüştür. İki, Anayasa Mahkemesinin kapattığı 23 parti, hukuk
devleti ilkelerine aykırı olarak kapatılmıştır. (SP sıralarından alkışlar) Anayasa Mahkemesinin tüm
üyelerini istedikleri zaman, istedikleri yerde, kamu huzurunda açık oturuma
davet ediyorum ve tekrar ediyorum, 23 parti, Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılan 23 parti, Anayasaya aykırı olarak kapatılmıştır; çünkü, bu partilerin
kapatılmasında, hiçbir zaman sübut şartı aranmamıştır. Değerli arkadaşlarım,
hukuk devletinde suçsuz ceza olur mu; suç olmadan ceza olur mu; kati suretle
olamaz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum)
-Türkiye burası, olur... Konjonktür... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Bu nerede olabilir; firavun düzeninde olur ancak. Biliyorsunuz, firavun, bir
yorum üzerine, beni İsrail'in erkek çocuklarını öldürüyordu, tedbiren. Değerli arkadaşlarım,
hukuk devletinde, tedbiren ceza olmaz. Tedbiren ıslah mekanizması
işletilebilir; tedbiren şu olur, bu olur; ama, tedbiren, hukuk devletinde ceza
olamaz. Peki arkadaşlar, ne
yapmak lazım -sürem bitiyor herhalde, ama- ağlamanın sızlamanın faydası yok.
Yapılması gereken: Bir, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Türkiye Büyük Millet
Meclisi seçmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Hocam,
lütfen... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Teşekkür ediyorum; hemen tamamlıyorum. Zaten, dünyada, anayasa
mahkemesi bulunan her yerde, inisiyatif, parlamentonun elindedir. İşte İtalyan
Anayasası, işte Fransız Anayasası, işte Federal Almanya Anayasası... Bakın,
nereye bakarsanız bakın, inisiyatif meclistedir. Değerli arkadaşlarım,
inisiyatifi başka tarafa verip de, sonra, Meclis görev yapmıyor diye ağlamanın,
itibar sahibi olmaya çalışmanın kimseye faydası olmaz. İki... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- 1 dakikalık süre verdiniz zannetmiştim. BAŞKAN - Efendim, hayır;
1 dakikalık süre değil; yani... MUSTAFA KAMALAK (Devamla)
- Peki, teşekkür ediyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - 50 saniye tamam.
Üçe böldük ya efendim 1,5 dakikadan... Efendim, şimdi, söz
sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda... Bir dakika efendim, şu 30
dakikayı ayarlayalım. Sayın Grup Başkanvekilinin dediğini yapalım bakalım,
tutacak mı 4 kişi 30 dakikayı... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bize gelince böyle... Yok... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Bize gelince mi böyle oluyor?! BAŞKAN - Hayır, bilmem...
Şimdi, sıra size geldi. Mademki akıl verdiniz, aklınızın cezasını çekeceksiniz. EROL AL (İstanbul) - Eşit
muamele yapacaksınız efendim. BAŞKAN - Eşit muamele
yaparım da, yani "30 dakikaya ayarlayın" dediniz; sizde 4 kişi var. AYDIN TÜMEN (Ankara) - 30
dakikayı geçebilir. BAŞKAN - Efendim, bir
uyalım bakalım. Edirne Milletvekili Sayın
Ahmet Ertürk; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ALİ AHMET
ERTÜRK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçeleri üzerinde Demokratik Sol
Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Meclisimizin siz değerli üyelerini
Grubum ve şahsım adına selamlıyorum. Tarihsel süreç
içerisinde, toplumlar, çağın üretim ilişkilerine en uygun yönetim biçimini
arayagelmişler ve bu uğurda ağır bedeller ödemişlerdir. Hep daha iyiye ve mükemmele
yönelmiş bu arayışın sonunda, çağımızda ve bugün geldiğimiz noktada,
parlamenter demokrasi, en az kötü yönetim biçimi olarak, evrensel bir uzlaşıyla
kabul görmektedir. Parlamenter
demokrasilerde, halk, seçtiği temsilcileri aracılığıyla, istencini, meclislerde
ortaya koyar, siyasal kurumları aracılığıyla gerçekleştirir; yani, kendi
kendini yönetir. Bu genel doğrulara, tanım ve tespitlere sanıyorum katılmayan
yoktur. Özel olarak bizim
Meclisimiz, Atatürk'ün "en yüce eserim" dediği Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Kurtuluş Savaşı yönetmiş, cumhuriyeti kurmuş en yüce kurumumuzdur. Bu
kurum, ülkemizin seçeneği olmayan, olamayan, olamayacak olan biricik kurumu
olup, üyeleri de aynı önemde devlet görevlileridir. Böylesi bir kuruma, Türkiye
Büyük Millet Meclisine seçilmiş olmak elbette çok önemlidir. Bu Yüce Kuruma ve
üyelerine saygı duyulmasını toplumdan beklemek, elbette ki hakkımızdır; ancak,
bu hakkı kendimizde görmeye devam edebilmemiz için, görev ve
sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. En yoğun, en verimli çalıştığı bir
dönemde, milletvekilleri ve Meclise, saldırı sınırlarını çoktan aşmış, en
insafsız, âdeta rejimi hedef alan saldırıların yapıldığını hepimiz biliyoruz.
Milleti temsil edenler ile millet arasında bugün yaratılabilmiş olan, özellikle
bu dönem, hiç hak etmediğimiz güven bunalımının nedenlerini ortaya koymak ve
çözüm aramak, bizler için en önemli görevdir. Bu amaçla, öncelikle, olması
gerekeni ve olanı objektif biçimde değerlendirmek, Meclisimiz ve siyaset
kurumumuzun eleştiri ve özeleştirisini yapmak, siyaset kurumunu yeniden
yapılandırmak ve siyasal davranışlarımızla kurumsal gelenekler oluşturmak
zorundayız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sağlıklı işleyen demokrasilerde, parlamenter demokratik
sistemin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler, toplum tarafından kabul
görmek ve iktidara gelmek isterler. Bu amaçla çalışmalarını yaparken diğer
partilerin programlarındaki eksik ve yanlışlıkları göstermeye çalışırlar. Asla
diğer partilerin kimliğine, üyelerin kişiliğine saldırmazlar. Topluma
sundukları projelerde kurum ve kuralları yozlaştırıcı ve popülist olmamaya
dikkat ederler. Ülkemizde ise, son yirmi yıldır, özellikle 1990'lardan itibaren
siyaseti mercek altına aldığımızda yukarıdaki gibi pek de normal bir seyir
izlenmediğini görmekteyiz. Siyasal partiler ve siyasetçilerimizin önemli bir
bölümü, karşılıklı dosyalar, kaset savaşları, özel hayatlara saldırılar,
bunların teşhiri, çamur atmalar gibi çirkin yöntemleri, ne yazık ki, değişik
oranlarda kullanmışlardır. Bu yöntemlerle etkili yandaşlar toplanmış, ahlakî
olmayan ve oldukça karmaşık ilişkiler gelişmiş, devleti soyma yarışına girmiş
çeteler, hortumcular toplumsal yapımızla birlikte siyaset kurumumuzu da
yozlaştırmaya başlamıştır. Siyaset ve ekonomi dibe vurmuş olarak 21 inci Döneme
geldiğimizde, 57 nci koalisyon hükümetiyle çok ciddî bir biçimde yeniden
yapılanma süreci başlatılmış ve kararlılıkla sürdürülmektedir. Koalisyon
hükümetiyle yaratılan uzlaşma ve sorumluluk kültürü, ilkeli, popülizmden uzak
ve dürüst siyaseti toplumun gözünde yeniden şekillendirmektedir. Bu yeni
siyaset ve ürettiği siyasetçiye alışmak, toplumumuz, yozlaşan kurumlar ve uzun
zaman sürecinde oluşmuş politikacı esnafı için zaman alacağa benzemektedir.
Bugünkü saldırıların bir kısmı bu değişimi algılayamayan önceki dönemlere ait
reflekslerden kaynaklanmaktadır. Ciddî bir ekonomik istikrar ve yeniden
yapılanma programının uygulandığı bir dönemde, eski yapılanmaya uyum sağlamış
talan ekonomisinin palazlandırdığı çıkar grupları ve tekelleşen medyamız bu değişime
ciddî bir direnç göstermişlerdir. Gerçekleştirilen yapısal değişimlerle kolay
kazanma olanaklarını ve ayrıcalıklarını yitirenler, medya aracılığıyla
bilincini kararttıkları ekonomik sıkıntıdan bunalmış yurttaşımızın öfkesini,
hedef saptırarak, Meclise ve seçilmişlere yöneltebilmişlerdir. Ülkemizde,
bankası, yüklenicilik firması, sigorta şirketi, turizm tesisi, iç-dış dış satım
kuruluşu, enerji yatırımları olan kişiler, aynı zamanda medya patronudurlar.
Medyamız, diğer işler için kullanılan bir tehdit silahı, bir şantaj aracı
haline gelmiş, bazen ortak hedefleri olan hükümeti, Meclisi ve
milletvekillerini unutup, kendi kirli çamaşırlarını ortaya dökme hatalarına
rağmen, rejimi yıpratmada çok da başarılı olabilmiştir. Böyle bir medyanın
varlığında, RTÜK'ün varlık nedenini "sansürcülük" suçlamalarıyla
tartışmak yerine, etkinliğini sorgulamak en gerçekçi yaklaşım olmalıdır.
Ayrıca, sistemini çok daha iyi oturtmuş olan ülkelerde bile Radyo Televizyon
Üst Kurulu benzeri kurumların var olduğunu görmekteyiz. Geçici yayın durma
kararlarıyla ilgili yargı sürecinin kısaltılması için gerekli yasal
düzenlemeler Meclisimizce bir an önce yapılırsa, etkinliğinin daha da
artacağına inanmaktayım. Siyasal yaşamımızın ve
kurumlarımızın normalleşmesinde ve sosyal uzlaşma temelinde gelişecek bir
otokontrol mekanizmasının yaratılmasında Radyo Televizyon Üst Kuruluna önemli
görevler düşmektedir. 2002 yılı Radyo Televizyon Üst Kurulu bütçesinin,
kendinden beklenenleri rahatlıkla gerçekleştirebilecek düzeyde olduğu
görülmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yukarıda özetlemeye çalıştığım ciddî sıkıntıların yaşandığı
bir dönemde, Meclis Başkanlığımız, halkla ilişkiler çalışması kapsamında
üzerine düşeni, maalesef, yapamamıştır. Kaldı ki, Meclisimizde böyle bir birim
de vardır. Çağdaş anlamda halkla ilişkilerin neyi kapsadığı düşünülürse,
görevinin, Meclis üyelerine gazetelerden seçmeler ileten bülten çıkarmakla
sınırlı olmadığı anlaşılır. Asıl yapılması gereken, en çok çalıştığı ve üretken
olduğu bir dönemde, Meclisin ne yaptığını, ne için yaptığını, yapılan
çalışmaların neleri getireceğini, neleri kaybettireceğini, medyamızın insafına
bırakmadan, halkımıza en objektif biçimde anlatmak olmalıydı. Meclis bütçesinden
gereksiz sayılabilecek birsürü harcamalar yapılırken, bugüne değin
milletvekilli odalarına bilgisayar alınmamış olmasını, Meclisimiz adına,
üzülerek belirtmek isterim. 2002 yılı bütçesinin,
yukarıda değindiğim sorunları çözmeye rahatlıkla yetebileceği görülmektedir. Meclisimiz, yönetim
bilimlerinin ulaştığı bugünkü düzeyde, en büyük KİT'lerden biridir diye
eleştirilmektedir. Ülkemizi yeniden yapılandırdığımız bu dönem, Meclisimiz de,
norm kadro ve toplam kalite yönetimi uygulamasını bir an önce
gerçekleştirmelidir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, güzel dilimiz Türkçenin en güzel kullanıldığı mekânlardan biri
olmalıdır. Halkın temsilcileri olan bizler, özellikle, konuşmalarımızda
"demokrasi", "laik", "tabiî" ve bunun gibi
sözcükleri doğru söylemeliyiz. Bu durumun, Meclisin saygınlığı bakımından, ayrı
bir önemi vardır. BAŞKAN - Efendim, 7,5
dakika bitti. ALİ AHMET ERTÜRK
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayır, 7,5
dakika bitti diye söylüyorum. ALİ AHMET ERTÜRK
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Estağfurullah. ALİ AHMET ERTÜRK
(Devamla) - Meclisi yönetenler de, oturduğumuz koltuklarla ilgili aklanamayan
dava ve benzerlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir daha
yaşatmamalıdırlar. Bu duygu ve düşüncelerle,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2002 yılı
bütçesinin ulusumuza hayırlı olmasını diler; hepinizi, Grubum ve şahsım adına,
saygıyla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Söz sırası,
İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'da. Ben, Sayın Tümen'in
tavsiyesine uydum, 30 dakikayı dörde... Arada, ikaz ederek hatırlatıyorum; 7,5,
7,5... (DSP sıralarından gürültüler) Efendim, o da bir yöntem;
o tutarsa onu yapacağım, yoksa, ben bildiğim gibi devam ederim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Siz bildiğiniz gibi devam edin, doğrusu o. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Al. DSP GRUBU ADINA EROL AL
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bana, artı olarak 1
dakika eksüre vermek durumundasınız Sayın Başkanım. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Grubum ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sizlere, bana ayrılan zaman dilimi içerisinde
Cumhurbaşkanlığı bütçesinin değerlendirilmesinin yanı sıra, bu yüce makamdan
beklentilerimizi dile getirmeye çalışacağım. Anayasamız,
Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil;
bunun yanında, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görevi
yüklemiştir. Yani, Cumhurbaşkanı, devlet organlarının uyumlu çalışmasından
birinci derecede sorumludur. Bu durumda, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle
diyalog ve güven ilişkisini sağlamak Cumhurbaşkanımızın başta gelen görevidir. Parlamentomuz, Genel
Başkanımız Bülent Ecevit'in öncülüğünde gerçekleşen uzlaşma ortamı sayesinde
Sayın Sezer'i Cumhurbaşkanlığına seçerek, devlet organlarının uyumlu ve verimli
çalışmaları açısından örnek bir tavır sergilemiştir. Bu tavrın geliştirilmesi
ve Parlamento dışındaki kurumlarda da hâkim olmasını beklemek
milletvekillerinin hakkıdır. Değerli arkadaşlarım,
kavgayla vakit kaybetmeye Parlamentomuzun da, halkımızın da tahammülü yoktur;
gün, çalışma günüdür. Halkımızın bizden beklentisi budur. Bazı arkadaşlarımızın
ısrarla "battık, mahvolduk, iflas ettik" ifadelerini kullanmaları,
moral bozukluğu yaratarak, halkımızın sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır.
Bu ifadeler, Sayın Güngör Uras'ın Milliyet Gazetesinde geçen hafta yayımladığı
gibi, elli yıldan beri kullanılmaktadır ve bir örnek vereyim: IMF'nin
Türkiye'ye ilk geliş tarihi rahmetli Menderes'in Başbakan olduğu 1957 yılının
haziran ayıdır. Dün ve bugün
gerçekleştirilen bütçe görüşmeleri sırasında veya ülkemizin herhangi bir
köşesinde, herhangi bir zaman diliminde dile getirilen sıkıntıların tek bir
kaynağı vardır; o da, üretim yetersizliğidir. Bir başka ifadeyle, Türkiye'nin
ürettiği hâsıla, halkının mutlu bir yaşam sürmesi için yeterli değildir.
Türkiye gibi büyük iddiaları ve idealleri olan, geniş bir coğrafyada nüfuz
alanı bulunan bir ülkenin, 150-200 milyar dolarlık bir gayrî safî hâsıla rakamıyla
yetinmesi mümkün değildir. Bir kıyas olanağı vermek açısından belirtmek isterim
ki, bugün, ABD'de 10 trilyon dolar, Almanya'da 2 trilyon 150 milyar dolar,
Fransa ve İtalya'da da 1 trilyon 222'şer milyar dolar hâsıla üretilmektedir. Ulus olarak yapmamız
gereken şey çok açıktır. İktidarı ve muhalefetiyle tüm Parlamentonun,
hükümetin, Cumhurbaşkanının ve yargının görevi, Türkiye'nin büyümesi, halkın
refah düzeyinin yükseltilmesi için çalışmaktır. Türkiye, yeraltı ve yerüstü
zenginleri bakımından yukarıda saydığım ülkelerin hiçbirinden fakir değildir. BAŞKAN - Sayın Al, bir
dakika... Efendim, nedir burası?!.
Ben dahi duymuyorum. Buyurun Sayın Al. EROL AL (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Ne hikmetse, gizli bir
el, Türkiye'nin sahip olduğu zenginlikleri değerlendirmesini engellemektedir. BAŞKAN - Sayın Polat, siz
konuşurken böyle bir şey olsa ne yaparsınız? Kıyamet kopar vallahi!.. EROL AL (Devamla) -
Türkiye'nin özlediğimiz üretim seviyesine ulaşması, bölüşüm sorununu da
halledecektir; ama, bu temel sorunların çözümü için, sadece Parlamentonun ve
hükümetin çabasının yeterli olması mümkün değildir. Türkiye'nin üretim
ekonomisine yönelmesi Cumhurbaşkanının da sorunudur, olmalıdır; yargının da
sorunudur, olmalıdır; tüm kamu görevlilerinin sorunudur ve ancak hepimizin dört
elle sarılmasıyla bu sorunu aşmamız mümkündür. Oysa, Sayın Cumhurbaşkanımızın
eylemlerinin gazete manşetlerine göre oluştuğu ve popülizme göz kırptığı kanısı
yaygınlaşmaktadır. Parlamentonun bir yanlışını, demokrasinin kalbini
parçalayabilecek, diyalogdan uzak bir yaklaşımla düzeltmeye kalkışması Sayın
Cumhurbaşkanımızın fırsat bulduğunda popülist davranışlar sergileyebileceğinin
önemli bir göstergesi olmuştur. Bu davranış, aynı zamanda, Sayın
Cumhurbaşkanımızın ülkemizin geleceği açısından önem taşıyan iç ve dış
gelişmeler karşısında sağduyulu politikalar geliştiremeyebileceği yönündeki
endişeleri de güçlendirmiştir. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Cumhurbaşkanımıza saygı duyuyoruz ve en halisane duygularla kendisine
güvenimizi sürdürmek istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızdan, Türkiyemizin nüfuz
alanında gelişen Afganistan, Kıbrıs, Irak, Avrupa güvenlik ve savunma
politikası, Türkiye'nin Avrupa Birliği stratejisi ve global terör olaylarına
yaklaşımlar konusunda yol gösterici olmasını, dünyanın ileri devletleriyle
ciddî bir diplomatik savaş veren hükümetimize ulusal ve uluslararası
platformlarda destek sağlamasını ve vizyonunu bu çerçevede çizmesini
bekliyoruz. Parlamentomuzla diyalog içinde çalışmasını, yasaları incelerken
ülke gerçeklerini ve ulusal çıkarları gözetmesini, milletvekili sayısını
tartışmaya açıp Parlamentoyu yıpratma kampanyalarına omuz vermek yerine,
ülkemizin önünü açan, üretim ve istihdamı gözeten politikalar geliştirilmesine
önayak olmasını talep ediyoruz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; popülizm kolaycılıktır. Örneğin, ben, şu anda, ülkemizin
çıkarlarını gözetmek yerine, ekran başında bizleri izleyenlerin hoşlanacağı bir
konuşma yapmak istesem, bu amacıma uygun malzeme bulmam çok basittir. Örneğin,
Meclisi dileyen herkes ziyaret edebilirken, manzarası son derece güzel olan
Çankaya Köşküne halkın niçin istediği zaman giremediğini sorabilirim. (DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) Daha da ileri giderek, Başbakan Ecevit Başbakanlık
konutu yerine Oran'daki kendi evini kullanırken, Cumhurbaşkanının niçin böyle
bir tavır sergileyemediğini merak ettiğimi söyleyebilirim. Yine, örneğin,
memurlarımızın yüzde 20'sinin, Meclis çalışanlarının yüzde 10'unun lojmanı
varken, yüksek gelir seviyesine sahip Cumhurbaşkanlığı çalışanlarının niçin
dörtte 3'üne lojman tahsis edildiği konusunda da bir tartışma açabilirim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Yüzme havuzu bile var. EROL AL (Devamla) - Yine,
Cumhurbaşkanlığında her 4 kişiye 1 otomobil düşmesinin, tasarruf ilkelerine ne
kadar uygun düştüğünü gündeme getirebilirim. BAŞKAN - Kullanılan
otomobil önemli... EROL AL (Devamla) -
Cumhurbaşkanlığı lojmanlarının, sadece çatı aktarması ve atıksu gideri için... BAŞKAN - Sayın Al, burada
cevap verme imkânları yok. Affedersiniz... Cumhurbaşkanlığındaki mevcut
arabalar -kullanılması önemli- eskiden alınmış arabalardır. EROL AL (Devamla) -
Efendim, ben bunları söylemiyorum; bir örnek olarak gösteriyorum. BAŞKAN - Hayır, neyse...
Ben de bilgi verdim. EROL AL (Devamla) - Sayın
Başkanım, düzelteceğim sonra. Bu örnekleri sayısız
şekilde çoğaltmak mümkündür; ama, ben bunların hiçbirisini yapmıyorum ve
Cumhurbaşkanlığı bütçesinin tasarruf ilkelerine uyularak hazırlandığının
dikkatimizden kaçmadığını özellikle vurgulamak istiyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tasarrufa özen gösteren Sayın Cumhurbaşkanımızdan, çok önemli
bir konuda daha desteklerini esirgememesini Büyük Türk Ulusu adına diliyorum. O
da, Türk madenciliğinin, Türk ekonomisinin ve üretiminin önünün açılması için
çok ciddî bir çaba içerisinde olan hükümetimize ve Parlamentomuza omuz
vermesidir. Danıştay 6 ncı Dairesi, ne yazık ki, tüm çabalarımıza karşın,
Eskişehir-Kaymaz'daki altın madeninin işletme iznini iptal eden idare mahkemesi
kararını onaylamıştır. Bu karar, Türk Ulusunun inanılmaz desteğiyle aşmak üzere
olduğumuzu düşündüğümüz Türk madenciliğinin prangalarının çözülmesi için bir
sembol haline gelen Ovacık altın madeni sorununun geleceği açısından da
düşündürücüdür. Mahkeme karalarına saygılıyız ve bu kararlara uymak zorundayız;
ancak, Türkiye, bu karar ve geçmişte verilen bu tür kararlar yüzünden, yabancı
sermaye tarafından, yatırım yapmaktan korkulan, güvenilmez, hukuku ileri
demokrasilerle çakışmayan, para yatırmanın büyük risk taşıdığı, üçüncü sınıf
bir dünya ülkesi olarak algılanmaktadır. Yine, ülkemiz, bu kararlar nedeniyle,
milyonlarca dolar tazminat ödeme yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. İleri
teknoloji ve önemli bir sermaye gerektiren madencilik yatırımları bu tür
kararlar yüzünden yapılamamakta; dolayısıyla yeraltı zenginliklerimiz
halkımızın refahına sunulamamaktadır. Bu sorunu, kamu yararını ve ulusal
çıkarlarımızı önde tutarak, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Yüce Türk yargısının
desteğiyle mutlaka aşmak zorundayız. Yaşadığımız ekonomik
krizler, sahip olduğumuz kaynakların üretime ve refaha dönüşmesi önündeki
engelleri, yabancı lobilerin tuzaklarını bertaraf ederek hızla aşmamız için geç
kaldığımızın açık kanıtıdır. BAŞKAN - Sayın Al,
toparlarsanız... EROL AL (Devamla)-
Bitiriyorum efendim. BAŞKAN- 10 dakika oldu
Sayın Al. EROL AL (Devamla)- Ama,
sözümü çok kestiniz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayır efendim,
kesmeyle ilgisi yok; 10 dakika geçti. EROL AL (Devamla)- Büyük
Türk Ulusu ülkemizin tüm sorunlarını üretimle aşabileceğinin bilincindedir.
Cefakâr ve vefakâr halkımız bu mücadelede hepimizin yanında olacaktır. Bu düşüncelerle, Yüce
Parlamentomuzun değerli üyelerini şahsım ve DSP Grubu adına saygıyla
selamlıyor; bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyorum. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
efendim. Samsun Milletvekili Sayın
Şenel Kapıcı; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ŞENEL
KAPICI (Samsun)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Sayıştay
bütçesi hakkında şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasanın 160 ıncı maddesine göre "Sayıştay, genel ve
katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama
işlerini yapmakla görevlidir" denilerek, Sayıştaya Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetleme görevi verilmiştir. Yasama organı adına
denetim faaliyetlerini yerine getirecek olan bu kuruluşun Yüce Meclisimizi
gerektiği şekilde bilgilendirmesi için, nitelikli, aktif, güvenilir ve tarafsız
bir kadroyu oluşturma gereği vardır. Bu kapsamda, hükümetimizin Dünya
Bankasıyla imzaladığı Program Amaçlı Malî ve Kamu Sektörü Uyum Kredisi İkraz
Anlaşması, Sayıştayımıza getireceği yeniliklerdendir. Sayıştayımız, elindeki bu
kaynakları dengeli bir şekilde dağıtmak ve önceliklerini disiplinli, sağlıklı
bir biçimde tespit etmek amacıyla, sürekli bir eğitim birimi kurmuş; insan
kaynakları, hizmet içi eğitim ve yönlendirme kurulu oluşturarak, 2000-2004
yıllarını kapsayan strateji bildirimi ve buna dayanan eylem planını hazırlamış
ve uygulamaya koymuş bulunmaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayıştayın faaliyet raporlarına göre 2002 yılı içinde bu eylem
planındaki çağdaş denetim uygulamalarını yerleştirmek ve kökleştirmek
hedeflerinde şu esaslara yer verilmektedir: Anayasa gereğince
Sayıştayın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento dahil olmak üzere, konsolide bütçe
dahil, bütün kuruluşları yıllık denetime alması. Sayıştayın kendi hesabının,
Parlamentoya sunulacak raporlarla denetime tabi olması. Hükümetin, gerekli
yasal değişiklikler dahil, Sayıştayın denetim alanını, özerk kurumlar, sosyal güvenlik
kuruluşları, bütçedışı fonlar gibi bütün genel devlet kuruluşlarını kapsayacak
şekilde bir eylem planı hazırlaması. Mevcut kontrol, teftiş ve denetim
süreçlerinin incelenmesinin başlatılması konusunda yeni bir yasa hazırlaması.
Sayıştayın denetim ve raporlarını incelemek amacıyla, Plan ve Bütçe Komisyonu
bünyesinde bir alt komisyon oluşturulması. Sayıştay raporlarının analitik
yönden inceliğinin genişletilmesi. Yeni iç malî kontrolü ve iç denetim
yasasının Parlamentoya sunulması. Malî işlemlerde saydamlığın artırılması. Kamu
ihalelerinde paranın değerinin karşılığı yöneliminin güçlendirilmesi. Makro
ekonomik çerçevenin sağlam olmasının ve etkili bir şekilde uygulanmasının
sağlanması. Harcamacı kuruluşlarda ve merkezî kurumlarda siyasî formülasyon kapasitenin
yeniden canlandırılması gibi hedeflerdir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayıştayımızın çağdaş denetim uygulamalarını yerleştirme ve
kökleştirme hedefleri doğrultusunda üzerinde önemle durduğu konulardan biri de,
performans, yani, paranın değerinin karşılığı denetimidir. Performans denetimi,
kamu kurum ve kuruluşlarının vatandaşlardan toplanan paralardan oluşan kamu
fonlarının ne derece iyi kullanıldığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Performans
denetimi, sabırlı, yaratıcı, analitik düşünen, ekip çalışmasına ve işbirliğine
yakın, performans denetim kültürünü özümsemiş denetçilere ihtiyaç
göstermektedir. Bu ihtiyacın karşılanması da hizmetiçi eğitim yoluyla
gerçekleştirilmesine bağlıdır. Sayıştayın, eğitim faaliyetlerini planlamak,
organize etmek ve uygulama sonuçlarını raporlamak üzere kurmuş bulunduğu eğitim
birimiyle geçen yıl planlı ve verimli faaliyet yürüttüğünü, 2001 yılı faaliyet
raporlarından öğrenmiş bulunmaktayız. 2001 yılı eylem planında yer alan İnsan
Kaynakları ve Hizmetiçi Eğitim Yönlendirme Kurulunun kurulup çalışmaya
başlamasını, genel eğitim planı hazırlanıp yürürlüğe konulmasını, mesleğe yeni
giren denetçi yardımcısı adaylarının yoğunlaşan hizmetiçi eğitim
faaliyetlerini, kayda değer adımlar olarak görmekteyiz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
dünyadaki bütün gelişmeler, şüphesiz ülkemizi de etkilemektedir. Kamu malî
sistemimizin hayata geçirilmesi, malî işlemlerde şeffaflığın sağlanması, her
düzeyde hesap verme sorumluluğunun sağlanmasıyla mümkün olabilir. Denetimin ve
kontrolün olmadığı yerlerde suiistimaller ve yolsuzluklar söz konusu olmakta ve
ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde de, yapılan bu tip yolsuzluklar en çok bu hükümet
döneminde ortaya çıkarılmış ve açıklık getirilmiştir. Yine, en çok denetim ve
kontroller, bu hükümet döneminde, en iyi şekilde yapılmıştır. Unutulmamalı ki,
denetim kurumları yeterli derecede çalıştırılmasaydı, kamuoyunun bu
yolsuzluklardan haberi bile olmayacaktı. Önemli olan, yolsuzlukların ortaya
çıkarılmasıdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayıştayın, yürüttüğü hizmetin önemine yakışan fizikî çalışma
koşullarına kavuşmasıyla, daha etkin ve verimli hizmet üretmek bakımından daha
elverişli bir konuma geldiğini söyleyebilirim. Bu görüş ve
düşüncelerimle, Yüce Meclise şahsım ve Grubum adına saygılarımı sunuyor, 2002
yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi
söz sırası, Samsun Milletvekili Sayın Yekta Açıkgöz'de; buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA YEKTA
AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
anayasal demokrasimizin temel ve vazgeçilmez kurumu Anayasa Mahkemesidir.
Anayasa Mahkemesi, ilk defa 1961 Anayasasıyla kurulmuş yüksek bir mahkemedir;
11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur. Anayasa Mahkememiz,
özellikle, Avrupa ülkelerindeki anayasa mahkemelerinden, iş yoğunluğu bakımından
daha yüklüdür. Bu iş yoğunluğu karşısında, bizim, Parlamento olarak, iki şeye
dikkat etmemiz lazım geldiğine inanıyorum. Bunlardan biri, yasa yaparken,
Anayasaya uygunluk konusunda daha titiz davranmak ve düşünmek; bir diğeri de,
yüksek mahkemenin çalışma ortamını ve imkânlarını her yönden desteklemek ve
artırmaktır. Zira, 21 inci Yüzyılın yükselen değerleri, insan hakları,
demokratik hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü kavram ve anlayışlarının
temel belgesi Anayasa ve onun güvencesi de, yüksek mahkeme olarak Anayasa
Mahkemesidir. Kişi hak ve
özgürlüklerinin gelişmesi, çağdaş devletin ayakta kalabilmesi, hukuka riayetle
mümkündür. Yaşam kalitesi, hukukun üstünlüğüne riayet ölçüsünde olacaktır. Bu
sistemin iki ucu vardır. Biri, yasama; bir diğeri de, yüksek mahkemedir. Değerli arkadaşlarım,
hukukla yaşamayı kaçınılmaz kılmalıyız; zira, en saygın yaşam, en güvenli yaşam
budur. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şekli ve nitelikleri
üzerinde yeniden bir yapılanmaya ve değerlendirmeye ihtiyaç vardır. İşlevi
bakımından, idarî yargıdan farklı bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin
üyeleri, idarî yargı kökenli olmamalıdır; daha doğrusu, içlerinde böyle üyeler
olmamalıdır. Giderek Anayasa Mahkemesi kararlarının alınmasında ortaya çıkan görüş
farklılıklarının, mahkemenin, âdeta, ideolojik bloklaşmaya dönüştüğü, gözlerden
kaçmamaktadır. Yüksek Mahkeme, yasamanın
yerine geçme veya yasa koyucu gibi davranmaktan çok, yapılan ve çıkarılan
yasaların, mevcut Anayasaya uygunluğunu denetlemek olarak yorum ve kararlarını
vermelidir. Yukarıda belirttiğim
gibi, Anayasa Mahkememizin üyelik yapısı, yasalarımızın Anayasaya uygunluğunun
denetiminde verimi etkileyen önemli nedenlerden bir tanesidir. Bugün, üyelerin
oluşum tarzından, niteliğinden, seçimine ve görevlerine kadar bir reform
ihtiyacı vardır. Değerli arkadaşlar,
kuşkusuz, hukukumuzu ve demokratik kültürü geliştiren bu kurumun, şu anda,
önemli problemlerle karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bir defa, yapısal
sorunları var; Anayasayla örtüşmeyen, çatışan değerlendirmeleri var. Nihayet,
ona, tam anayasal çizgide buluşturmanın bir ölçüsünü geliştirme borcu olarak,
Parlamentonun yapacakları var. Anayasa Mahkemesinin
temel sorunları ve çözümleri şöyle sıralanabilir: Anayasa Mahkemesinin Yüce
Divan sıfatıyla yaptığı yargılamalarda çıkabilecek sakıncaları önlemek
amacıyla, Yüce Divan yetkileri kaldırılmalı; bu yetki, ceza yargılamasında
uzmanlaşmış bulunan Yargıtaya verilmelidir. Anayasa Mahkemesinin,
doğabilecek zararların giderilmesinin mümkün olmadığı hallerde, yargılama
sırasında, dava konusu mevzuat hükümlerinin uygulanmasının durdurulması yönünde
tedbir kararı verilebilmesine olanak sağlayan Anayasal bir zemin
oluşturulmalıdır. 1982 Anayasasının geçici
15 inci maddesinde yer alan istisnalar kaldırılmalı; genel anlamıyla, idarenin
tüm karar ve işlemleri yargı denetimine tabi tutulmalıdır. Temel hak ve
özgürlüklerin korunmasına yönelik olarak, yurttaşların, şikâyet yoluyla,
Anayasaya Mahkemesine başvurmalarına olanak sağlayan bir yasal düzenleme
yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesinin
iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı yönündeki Anayasanın
153 üncü maddesine işlerlik kazandırılabilmesi için, gerekçeli kararların
belirli bir sürede yazılmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesinin işin
esasına girerek verdiği ret kararının üzerinden on yıl geçmedikçe aynı kanun
hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla başvuruda bulunulmasını engelleyen 152
nci madde değiştirilmeli, ülkenin dinamik yapısına uygun olarak bu süre
kısaltılmalıdır. Siyasî parti kapatma davalarında, savunma hakkının çağdaş
değerler ölçüsünde kullanılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Sayın milletvekilleri,
Demokratik Sol Parti, demokrasimize uzlaşı kültürünü getirerek, ulusal uzlaşmayı
sağlayacak bir anayasa hazırlanmasını amaç edinmiş; bulunduğu 57 nci hükümet
de, sivil bir anayasa yapmanın öncülüğünü yapmıştır. Bilindiği gibi,
Anayasamızın, bir paket halinde 34 maddesi ve daha sonra 1 madde daha
değiştirilerek, 35 maddesi değiştirilmiştir. Bu sivil girişim, 21 inci Dönem
Parlamentosunun Türk demokrasi tarihine en büyük armağanı olmuştur. Değerli milletvekilleri,
21 inci Dönem Meclisi, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla taşıyacak Meclistir. Onun
hükümeti olan 57 nci hükümet de, popülist yaklaşımlardan uzak, akılcı ve doğru
politikalarla, çağdaş ve kalkınmış bir Türkiye'yi hak ettiği yere ve konuma
getirecektir. Bu hükümette yer alan Demokratik Sol Parti ve onun Başbakanı
Sayın Bülent Ecevit, Türkiye'de bir değişim, daha doğrusu, sessiz bir devrim
yapmaktadır. BAŞKAN - Sayın Açıkgöz,
bir dakika. Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz bitmek üzeredir. Hatibin konuşmasının sonuna kadar sürenin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Edilmiştir. Buyurun, devam edin
efendim. YEKTA AÇIKGÖZ (Devamla) -
Yapısal değişiklikler ne demek; yapısal değişiklik, dünkü konuşmasında Sayın
Masum Türker arkadaşımızın dediği gibi, ahbap çavuş ilişkileri geliştirilip
talan ekonomisiyle ilgili yasalar bir bir ortadan kaldırılıyor. Sözüm ona
liberal ekonomi diye yutturup, belli bir kişiyi veya çevrelerin çıkarlarını
kollayan bir ekonomi anlayışı sona ermekte. Çağdaş ve sosyal devlet anlayışına
yönelik yapısal değişiklikler yapılıyor. Değerli milletvekilleri,
kısaca, bundan sonra hiçbir şey eskisi
gibi olmayacak; yani, siyasetten zengin olma devri kapanmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle,
Anayasa Mahkemesi bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Heyeti
saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Açıkgöz,
teşekkür ediyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Demokratik Sol Partinin iktidar anlayışını görüyorsunuz değil mi Sayın Başkan? BAŞKAN - Ben, hep, sizi,
Demokratik Sol Partiyi örnek gösteriyorum, kendime de örnek alıyorum; ama, siz
de beni örnek alın. Bir yüzde 10 tolerans mecburiyeti var yarım saatte. Efendim, saat 14.00'e
kadar ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.01 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY
(Gaziantep) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz. III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898,
3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) A) TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı B) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) ANAYASA MAHKEMESİ
BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN -
Komisyon?..Yerini aldı. Başkanlık
temsilcisi?..Yerini aldı. Efendim, kaldığımız
yerden, Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan başlıyoruz. İlk söz, Kilis
Milletvekili Sayın Mehmet Nacar'da. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) Konuşmanız 30 dakika ile
sınırlıdır. MHP GRUBU ADINA MEHMET
NACAR (Kilis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Bu vesileyle, muhterem heyetinizi saygıyla
selamlarım. Bu bölümde, Anayasa
Mahkemesi bütçesi üzerinde görüşlerimizi arz etmeye çalışacağım. Bütçe
görüşmeleri üzerinde, mutat olduğu üzere, genel siyaset veya yapılanmayla
ilgili görüşler zikredilmektedir. Ben de, Anayasa Mahkemesini ve yargıya
ilişkin yapılanmaya yönelik görüşlerimizi arz etmeden önce, Anayasa
Mahkemesinin bütçesi üzerinde kısaca durmak istiyorum. 1999 bütçesinde Anayasa
Mahkemesinin genel ödenek toplamı 850 milyar 945 milyon Türk Lirasıdır; 2000
malî yılı bütçesinde ise, 1 trilyon 123 milyar 700 milyon Türk Lirası toplam
ödenek konulmuş; 2001 yılı bütçesinde ise, 1 trilyon 481 milyar 450 milyon Türk
Lirası; 2002 yılı içerisinde ise, 2 trilyon 679 milyar 500 milyon Türk Lirası
toplam ödenek konulmuştur. Yıllar içerisinde artış
oranlarını değerlendirdiğimizde ise, 2000 yılı için 1999 yılına oranla yüzde
32,5 artış, 2001 yılı için 2000 yılına oranla yüzde 21,6 artış, 2002 yılı için
ise, 2001 yılına oranla yüzde 80,87 artış temin edilmiştir. Ortaya çıkan bu
rakamlar genel bütçe veya diğer bakanlıklar ve kurumlar nezdinde ödeneklerin
oranlarıyla karşılaştırıldığında büyük bir artış olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu
artışı, Yüksek Mahkeme lehinde olumlu bir kazanım olarak görmekteyiz. Sayın milletvekilleri,
yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım üzere, Anayasa Mahkemesine ilişkin
getirilen eleştirilerin ve yeniden yapılanma ihtiyacının tek sebebinin,
yetersiz kaynak tahsisi olmadığı anlaşılmaktadır. Yüksek Mahkemenin, diğer
bakanlık ve kurumlarda olduğu gibi, dar imkânlara rağmen görevini yerine
getirmeye çalıştığını görmekteyiz. Yüksek Mahkemenin ortaya
koyduğu performansın yeterli olmadığı genel kabul görmektedir. Bu kanaat,
sadece görüşlerini ifade eden parti grupları tarafından değil, yargı çevreleri
ve üst kurum ve kurullar tarafından da dile getirilmektedir. Öyleyse, eksiklik
ve aksaklıkları tespit ile çözümleri ortaya koymanın gereği kendisini
göstermektedir. Malumunuz olduğu üzere,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, globalleşmenin neticesi olarak yeniden
yapılanmaktadır. Bu yapılanma, bakanlıklar, kurumlar, finans sektörü, reel
sektör, tarım sektörü ve benzeri sektörlerde yapılmaktadır. Bu amaçla, Yüce Meclis,
bir dizi radikal ve yapıcı düzenlemeleri yapmıştır ve yapmaktadır. Yapılan
düzenlemeler, sadece ekonomik sorunların düzenlenmesiyle sınırlı kalmamaktadır;
kısa bir süre önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinde ilk defa, sivil
anayasa değişikliğinin önemli bir adımını gerçekleştirdi; temel hak ve
özgürlükleri düzenleyen 34 madde üzerinde değişiklikler yaptı. Yüce Meclis, başta,
yargının önemli bir kurumunda başkanlık yapan bir zat ve bazı kişiler "Bu
Meclis, Anayasayı değiştiremez" dedikleri halde, köklü ve önemli
değişiklikleri gerçekleştirdi. Ortaya çıkan olumlu sonuç, umarım, millî
egemenliğe yeterince inanmayan kişilere önemli bir cevap olmuştur. Yine, millî
iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında arayışlar
içerisinde olan kişilerin beklentilerini de boşa çıkarmıştır. Bilindiği gibi, Uzlaşma
Komisyonu, anayasa değişiklikleri üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Anayasal kurumların yeniden yapılandırılması ve bu bağlamda yargı ve Anayasa
Mahkemesine ilişkin olarak değişiklik çalışmaları da devam etmektedir. Hukuk hayatımıza 1961
Anayasasıyla girmiş olan Anayasa Mahkemesi, bugünkü yapısıyla ihtiyaçlara cevap
vermekte zorlanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin iş yükü diğer yargı organlarının
iş yükünden daha az değildir. Yasayla belirlenmiş olan yargıya ilişkin görevler
sebebiyle doğan iş yükü, Yüksek Mahkemenin hızını ve verimini düşürmektedir.
Yargılamanın uzun sürede karara bağlanmaması sonucunu doğuran bu hal, haklı
olarak şikâyet konusu olmaktadır. Geç verilmiş kararların gerekçelerinin uzun
süre yayımlanamaması, adalete olan güveni sarsmakta ve beklenen faydayı
vermemektedir. Zira, dava tarihinden beş altı yıl sonra verilmiş olan kararlara
rastlamak mümkündür. Yukarıda belirtilen
aksaklıkları giderecek, Yüksek Mahkemenin yargı ve içtihat fonksiyonunu önplana
çıkaracak yapılanmaya ihtiyaç vardır. Mahkemenin daha verimli olabilmesi için
üye sayısının artırılması genel kabul görmektedir. Bu kabul doğrultusunda yedek
üye kriterinin kaldırılarak, üye sayısının artırılması, eksiklikleri bir nebze
olsun giderebilecektir. Anayasa Mahkemesinin
görevine ilişkin çeşitlilik hepimizin malumudur. Yüksek Mahkemenin kanunların
ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu denetlemesinin yanında,
Yüce Divan olarak ceza yargılaması görevi de bulunmaktadır. Anayasaya uygunluk
denetiminin başlıbaşına bir alan olduğu düşünüldüğünde, kendi içinde görev
bölümü yapmanın haklılığı daha iyi anlaşılacaktır. İhtiyaçlara cevap
verebilecek işbölümü ayırımı, mahkeme içerisinde gerçekleştirilmelidir. Sayın milletvekilleri,
Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 2, 9, 36, 37, 138, 139, 140, 141, 142 ve 144 üncü
maddelerinde belirtilen temel esaslar çerçevesinde, Anayasanın 146 ncı maddesi
ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunla
kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın ve kuruluş kanunundaki
düzenlemelerin ışığında, evrensel hukuk normlarına uygun bir yapı ve yetkiyle
görev yapmaktadır; ancak, Yüksek Mahkeme üyelerinin seçimi tartışma konusu
olmaktadır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin
seçiminin, Anayasanın 146 ncı maddesi ve kuruluş kanununda belirtildiği üzere,
Cumhurbaşkanı tarafından yapılması, tartışmanın odağını oluşturmaktadır;
yargılama süjesi olabilecek makamın üyelerinin seçimi yetkisine sahip olması,
yargı bağımsızlığını tehdit etmektedir. Genel kabul gören bu anlayışa uygun
olarak mahkeme üyelerinin seçimi yeniden tanzim edilmelidir. Birkısım üyelerin
seçimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesinin
kararlarının temyiz kabiliyetinin olmaması sebebiyle, yeniden yapılanmada, üye
seçimi ve üye sayısı artırılırken, ihtisas sahibi üyelerden müteşekkil bir
düzenlemenin gerekliliği vardır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6 ncı maddesi, egemenliğin kayıtsız
şartsız millete ait olduğu, egemenliğin Anayasanın koyduğu esaslara göre
yetkili organlar eliyle yürütüleceğini amirdir. Bu temel hükme bağlı olarak,
Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisine ait olduğu ifade edilmektedir. Yine, Anayasanın 9 uncu
maddesiyle, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılacağı belirtilmektedir. Demokratik parlamenter
rejim içerisinde kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemiş olan Anayasamız, kuvvetler
arasında çatışmayı değil, uyum ve denetimi öngörmektedir. BAŞKAN -7,5 dakikayı
geçtiniz efendim. MEHMET NACAR (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bazı kişi ve kurumların
ifade ettiği gibi, kuvvetler arasında öncelik ve üstünlüğün yargı yönünde
olduğu ifadelerini kabul edebilmek mümkün değildir. Zira, keskin kuvvetler
ayrılığını benimsemiş olan başkanlık sisteminde dahi, en fazla, kuvvetler
arasında eşitlikten söz edilebilir. Kaldı ki, parlamenter sistem içerisinde
millî iradenin temsili yönünde yasama erki her zaman önde gelmektedir. Yüce Meclis, Anayasanın
belirlediği yetkiye uygun olarak hareket ederken, aksi anlayışı savunanların da
anayasal yetki içerisinde olaya yaklaşmalarının gereği vardır. Sayın milletvekilleri,
Yüce Meclis yaptığı anayasa değişiklikleriyle, temel hak ve özgürlükleri
genişletirken, katılımcı demokrasinin teminini amaçlamaktadır. Ülke bütünlüğünü
ve ulusal birliğimizi koruyarak, çağdaş normları ve yapılanmalarıyla hukuk
devletini yerleştirmeye çalışmaktadır. Yüce Meclis, bu anlayışa uygun olarak,
yargıya ve Anayasa Mahkemesine ilişkin yeniden yapılanmayı, sağlayacak
düzenlemeler üzerinde çalışmalarını devam ettirmektedir. Bu değişikliklerin
kısa zamanda hukuk hayatımıza geçirilmesiyle birlikte, tespit edilen birçok
eksikliğin giderileceği kanaatini de taşımaktayım. Yüce Meclisin bu müspet
yaklaşımıyla birlikte, Anayasa Mahkemesinin de yetki ve sorumluluğunun
bilinciyle çağdaş hukuk devletinin gelişmesine büyük katkı sağlayacağına
inancımız tamdır. Anayasa Mahkemesi
bütçesinin, milletimize, Meclisimize ve Yüce Mahkemeye hayırlı olmasını diler,
Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz
sırası, Van Milletvekili Sayın Ayhan Çevik'te. Buyurun Sayın Çevik. (MHP
sıralarından alkışlar) Efendim, bu bütçeyi,
yüksek iradelerinizle saat 16.15'te bitirmemiz gerekiyor ki, saat 18.00'deki
açılışta ikinci tura başlayalım. Onun için, konuşmacılardan istirham
ediyorum... Çaremiz yok efendim; özveride bulunacağız. MHP GRUBU ADINA AYHAN
ÇEVİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştayın 2002 yılı
bütçesi hakkında, MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tarihsel süreç içinde parlamentoların ortaya çıkışıyla
başlayan demokratik yönetim anlayışı, büyük ölçüde, yönetenlerin her türlü
işlem ve faaliyetlerinin halkın denetimine açık olması ilkesine dayanmaktadır.
Demokratik yönetimlerde millet adına hareket etme yetkisi verilen parlamentolar,
bu yetkileri dolayısıyla millet adına denetim yapma yetkisini de haizdirler;
ancak, zaman içinde, parlamentoların bizzat denetim yapabilmesi imkânı ortadan
kalkmıştır. Bunun sonucunda ise, parlamento adına denetim yapan bağımsız ve
tarafsız kurumlar, yani sayıştaylar kurulmuştur. Günümüzdeki sayıştaylar,
şeffaflığın sağlanmasında, hesap verme sorumluluğunun bütün boyutlarıyla
işlerlik kazanmasında, hukuka uygun, hızlı, verimli ve etkili işleyen bir kamu
yönetiminin oluşturulmasında yaşamsal işlevler üstlenen kurumlar olarak
demokrasilerde önemli birer denge unsuru olarak kabul edilmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde
Fransa modeli örnek alınarak 1862 yılında kurulan Sayıştayımız, günümüzde,
demokratik rejimimizin önemli ve vazgeçilmez müesseselerinden biri haline
gelmiştir. Sayıştayımız, engin tarihsel mirasının verdiği avantajlardan da
yararlanarak, bir yandan denetimin modernleştirilmesi yönünde adımlar atmakta,
bir yandan da kamu mali yönetimindeki değişme ve yenilenme çabalarına destek
vermektedir. Kuşkusuz, Yüce Meclisimiz, Sayıştayın modernizasyon yönündeki
çalışmalarını yakından izlemek ve değerlendirmek durumundadır; ayrıca, Sayıştay
denetiminin önündeki engellerin kaldırılması da başlıca görevlerimizden biri
olmak zorundadır. Geçen yılki konuşmamda da
vurguladığım gibi, Sayıştayımızın denetim alanı, çağdaş dünyadaki benzerlerine
kıyasla son derece dardır. Örneğin, sosyal güvenlik kuruluşları, özel
kuruluşların büyük bir çoğunluğu, özelleştirme işlemleri Sayıştayın denetimi
dışındadır. Sayıştayın 2001 yılı faaliyet raporunda, Sayıştay denetimi dışında
kalan kurum ve kuruluşlar tek tek ismen gösterilmiştir. Denetim dışında kalan
kurum ve kuruluşların sayıca bu denli çok oluşu, gerçekten, şaşırtıcı ve
düşündürücüdür. Sayıştayın denetim alanına getirilen sınırlamalar, aslında,
Yüce Meclisimizin tarafsız, bağımsız ve güvenli bilgi ve değerlendirme elde
etme hakkına getirilen sınırlamalar anlamına gelmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayıştayın modernizasyon kilit noktalarından birisi de, Yüce Meclisimize
yönelik raporlama fonksiyonunun güçlendirilmesidir. Raporlama fonksiyonunun
güçlendirilmesi, bir bakıma performans denetimlerinin yaygınlaşmasına bağlıdır.
Bu bakımdan, Sayıştayımız, bir yandan eğitim çalışmalarına ara vermemeli, bir
yandan da bölgesel ve uluslararası çalışmalara katılmaya devam etmelidir. Bu
bağlamda, Sayıştayın, Avrupa Ülkeleri Sayıştay Organizasyonunun Çevre Denetimi
Çalışma Grubunca başlatılan, gemilerin denizleri ve limanları kirletmesini
önleme ve kirlilikle mücadele konulu denetime katılması pek çok bakımdan
yararlı bir deneyim olmuştur. Bu denetimin sonuçlarının Yüce Meclisimizce
sabırsızlıkla beklendiğini düşünüyorum. Geçen yılki konuşmamda vurguladığım
bir konuyu, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin ulusal
programımızda yer aldığı için yeniden ve daha ayrıntılı dile getirme ihtiyacını
duyuyorum. Kanunla, Plan ve Bütçe Komisyonuna Sayıştay raporlarını müzakere
etme görevi verilmiş ise de, komisyonumuz, gerek iş yükü ve gerek çalışma
temposu bakımından bu görevi layıkıyla yerine getirme imkânını bulamamaktadır.
Bu nedenle, genel uygunluk bildirimleri ve eki raporlar dışında kalan Sayıştay
raporlarının görüşülebilmesi için Mecliste bir özel ihtisas komisyonunun
kurulması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde buna imkân veren bir
düzenlemenin yapılması aciliyetini korumaktadır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde düzenleme yapılırken, şu hususlara dikkat edilmesi yerinde
olacaktır: Genel uygunluk
bildirimleri ve eki raporları dışında kalan Sayıştay raporları, sözünü ettiğim
özel ihtisas komisyonunda görüşülmelidir. Bu komisyon, Sayıştay
raporlarının incelenmesine ilaveten, genel olarak, kamu sektörüyle ilgili
araştırma ve inceleme yapma ve yaptırma yetkisini haiz olmalıdır. Özel ihtisas komisyonu,
hükümet politikalarına ve bu politikaların yerindeliğine karışmamalı, hükümet
politikalarının ve programlarının sağlam bir malî yönetim çerçevesinde,
verimli, etkin ve tutumlu tarzda uygulanmalarını sağlamak suretiyle,
politikanın nasıl yürütüldüğüyle ilgilenmelidir. Komisyon, görevlerini,
parti tarafı tutmayan bir tarzda yerine getirmelidir. Komisyon oturumları,
millî güvenlik ve ticarî sırlar dışında, kamuoyuna ve dolayısıyla, basın
mensuplarına açık olmalıdır. Komisyon, Sayıştay
Başkanıyla görüşerek, Parlamento çalışma döneminin başlamasından sonra, mümkün
olan en kısa zamanda bir faaliyet programını kabul etmelidir. Sayıştay raporlarının
komisyonda görüşülmesine geçilmeden önce, komisyon üyelerinin Sayıştay
tarafından brife edilmesi, komisyon raporlarının hazırlanmasına Sayıştayın
katkıda bulunması sağlanmalıdır. Komisyon oturumlarında,
Sayıştayın, başkan ve üst kademe yetkililer düzeyinde temsil edilmesi sağlanmalıdır.
Komisyon oturumlarında, raporun ilgili olduğu bakanlığın veya kuruluşun, bakan
dışındaki en üst düzey görevlisi bulunmalı, gerekli açıklamaları yapmalı ve
sorulara yanıt vermelidir. Ayrıca, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından
da üst düzey yetkililer komisyon toplantılarına katılmalı ve gerektiğinde görüş
bildirmelidir. Komisyon, incelemeleri
sırasında, bütün malî bilgilere ve diğer dokümanlara erişme hakkına sahip
olmalı, gerekli gördüğü kişileri tanık olarak çağırmaya, gerekli kişilerden ve
kurumlardan rapor istemeye yetkili olabilmelidir. Komisyon çalışmaları
düzenli aralıklarla yapılmalı ve komisyon, bu çalışmalar sırasında,
altkomisyonlar veya çalışma grupları oluşturulabilmelidir. Komisyon raporlarındaki
tavsiyelerin ilgili bakanlık ve kuruluşlar tarafından yerine getirilip
getirilmediğinin komisyonca izlenmesine ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet
Meclisine duyurulmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayıştayın yeni hizmet binasının geçici kabulünün yapılmış
olduğunu öğrenmekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Sayıştayımızın daha rahat
bir çalışma mekânında, daha verimli, yararlı hizmet vereceğine inanıyor ve bu
mekânın hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyorum. Bu düşüncelerle, Sayıştayın
2002 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum; şahsım ve Grubum adına,
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çevik,
teşekkür ediyorum. Şimdi, söz sırası,
İstanbul Milletvekili Sayın Nazif Okumuş'ta. Sayın Okumuş, buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA NAZİF
OKUMUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı
2002 yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım.
Ancak, toplam süremin 10 dakika olduğunu hatırlatarak, bu üç kurumumuzun
bütçesini de bu çerçevede düşüncelerimizi özetle paylaşmamız gerektiğini,
sizlere bu konuları aktarırken zaman sürecini dikkate almanızı istirham ediyor
ve sözlerime başlıyorum. Değerli arkadaşlar,
içinde yer aldığımız ve mensubu bulunmakla şeref duyduğumuz Türkiye Büyük
Millet Meclisi, hepimizin bildiği gibi, Kurtuluş Savaşı kazanan ve bir milletin
yeniden bağımsızlık ve egemenliğini ilan ederek cumhuriyeti kuran bir
meclistir. Şehitleri ve gazileriyle dikkat çeken, dünyadaki diğer
parlamentolardan çok farklı bir zeminde ve yapıda, en önemlisi de inanç ve
kararlılıkla kurulmuş bir meclistir. Dolayısıyla, Büyük Atatürk'ün kurduğu ve
"en büyük eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurunu ve
itibarını yıpratmayıp korumak zorunda olduğumuz inancıyla, bu Yüce Meclisi
kuran, bu Mecliste görev yapan, başta Büyük Atatürk olmak üzere, Yüce Türk
Milletinin değerli evlatlarını ve büyüklerimizi, rahmet, minnet ve şükranla
anıyoruz. Ve hepimiz biliyoruz ki,
milletin temsil edildiği, millet iradesinin yansıtıldığı Türkiye Büyük Millet
Meclisi, millet adına, yasama görevi ile denetim görevlerini yapar. Millet ve
ülke için yararlı gördüğü kanunları, tabiî ki, Anayasaya uygun gördüğü ve uygun
olması şartıyla çıkarır, değiştirir, gerektiğinde de kaldırır. Hepimizin
şahsında, 65 milyon Türk ve Türk İslam dünyasının kalbi, aynı zamanda, burada
atar. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre zaman zaman tartışmaların merkezini
teşkil eden, bugün olduğu gibi, itibarı, hesapla veya iyi niyetlerle gündeme
getirilen Meclisin varlığı, Yüce Atatürk'ün 23 Nisan 1920'de bu Meclisi açarken
söylediklerinde ifadesini bulur. Atatürk'e göre, Meclisin varlığı, her şeyden
önce, sorumluluk ve meşruluk esaslarının, milletçe itibar ve saygı
gösterilmesinin şart sayıldığının bir delilidir; yani, Meclisin varlık
sebebinin, milletçe itibar ve saygı görmesi şartına bağlanması çok önemlidir ve
demokratik düşüncenin millet iradesine yansımasının en büyük delilidir. İşte, bu Meclisimizin
2002 yılı bütçesi, esas itibariyle, çok önemli bir tasarruf bütçesidir. Bazı
çevreler, buradaki birtakım harcamaları ısrarla farklı göstermeye çalışsa da,
Meclisimizdeki harcamaların tamamına yakını milletimiz içindir. Yurdun dört bir
yanından her gün binlerce vatandaşımızın âdeta akın ettiği Meclis, aynı zamanda
derman kapısı olmuştur. Bulundukları ve yaşadıkları yerlerde dertlerini
çözemeyenler, hak ve hukuklarının çiğnendiği veya zedelendiğine inananlar, iş
arayanlar, hastalarının ve hastalıklarının tedavisi için çırpınanlar hep
Meclisteler. Belediye başkanları, muhtarlar, sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri, çözüm için, hep Meclise geliyorlar. Sonuç alıyor veya
alamıyorlar; ama, yıllardır devran böyle dönüyor. Bu devran herkesi yoruyor,
herkesi bıktırıyor, herkesi üzüyor. Vatandaş da, milletvekili de aynı şeyi
düşünüyor. Neticede, iş, dönüp dolaşıp sisteme geliyor. Sistem kökten
değişmedikçe, devletimiz sağlıklı bir sosyal devlet yapısı oluşturmadıkça,
problem görülmeyecek şeyler bile Ankara'dan çözülmeye çalışılacaktır. Bu
konuda, vatandaş milletvekiline, milletvekili de bakana veya bürokrata rica
minnet edecektir. Onun için, ilk Meclisimizden sonra çokpartili siyasî
hayatımızın en yüksek, en tempolu, en üretken, en aktif parlamentosunu
oluşturan bugünkü 21 inci Dönem Parlamentosu, bu temposunu inşallah devam
ettirecektir ve reform niteliğindeki yasal ve anayasal değişikliklerle, Meclis,
üzerine düşeni yaparken, Türk Milletini de çağdaş yapıya kavuşturacak zemini
oluşturacaktır. Sayın milletvekilleri,
Sayın Cumhurbaşkanı da, hepimizin bildiği gibi, parlamenter sistemin hakem
kurumudur. Devletimizin başı Cumhurbaşkanıdır. 1982 Anayasasıyla, yürütmenin
başı olarak da görev yapmaktadır. Cumhurbaşkanlığı makamının kurumsal
statüsüyle ilgili düşünceler öteden beri tartışılmaktadır. Bu
tartışmalara,farklı düşüncelerle sayın cumhurbaşkanları da katılmışlardır.
Önceki iki cumhurbaşkanının aksine, Yüce Parlamentonun seçtiği mevcut Sayın
Cumhurbaşkanı,özellikle yetki, görev ve sorumluluk açısından diğerlerinden çok
farklı düşünce tavır ve anlayışa sahip olduğunu her fırsatta sergilemektedir. Değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başındaki insanın adı Cumhurbaşkanıdır; yani,
devlet başkanı değildir. Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir kişi olarak,
cumhurun, yani milletin başıdır. Siyasetten gelen önceki iki cumhurbaşkanı,
halkın geniş kitleleriyle kucaklaşan, onlarla bütünleşen, onlarla bire bir
siyaset iradesi ortaya koyan bir görüntü vermişlerdi. Şimdiki Sayın
Cumhurbaşkanı ise, hepimizin oylarıyla seçtiğimiz Sayın Cumhurbaşkanı ise, çok
daha farklı bir profil ortaya koyuyor;mütevazı kişiliğiyle dikkat çekiyor,
ülkenin geçtiği ekonomik ve sosyal durumu, tabloyu dikkate alarak, daha mütevazı
bir anlayış içerisinde çalışmalarını sürdürüyor. Ancak, bu mütevazı davranış ve
çalışmalar, acaba, milletimiz kadar, Türkiye'yi de yakından izleyen dış dünyada
ne derece etkili oluyor? Sayın Cumhurbaşkanı, bu
mütevazı kişiliğinin, profilinin yanı sıra, danışmanlarını da sanki halka
mesafeli bürokratlardan seçen, kadrolardan seçen bir kişiliğe sahip görüntüsü
veriyor. Bir cumhurbaşkanının, halka mesafeli duran bürokratlarla danışman
kadrosu anlayışı içerisinde çalışmasının ne kadar sıkıntılı olduğunu, Yüce
Mecliste yerini alan bütün siyasî partilerimizin sayın temsilcileri, üye
arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız takdir edeceklerdir; yani, Türkiye
gibi bir ülkede, Türkiye gibi Türk İslam coğrafyasında temayüz etmiş bir
ülkede, ramazan sofrasını problem etmek, Sayın Cumhurbaşkanı için, en azından
bir lükstür diye düşünüyorum.
Amerika'da bu kompleks taşınmazken, Türk Devletinin Cumhurbaşkanının, ramazan
sofrasını, isterse tasarruf anlayışı içerisinde isterse farklı bir anlayış
içerisinde değerlendirerek, bununla ilgili, kamuoyu önünde yorum yapmasını, en
iyimser ifadeyle, üzücü buluyorum. (MHP, DYP ANAP, AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar) İnanıyorum ki, Meclis de bunu üzücü buluyor. Dolayısıyla, aziz
arkadaşlar, umut ediyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı, milletin temel değer ve
inançlarını da dikkate alır, ülkenin geçtiği ekonomik ve sosyal süreç kadar
bunları da dikkatle değerlendirerek, cumhurbaşkanı sıfatına layık işleri daha
kolektif anlayış içerisinde hayata geçirir. Değerli arkadaşlar, Saadet
Partisinden Sayın Bahri Zengin'in de, benden önce, sabahki oturumda ifade
ettiği gibi, 1924 Anayasası, Parlamentoyu, Türkiye Büyük Millet Meclisini
milletin tek temsil yeri olarak tanımlamış ve millet adına egemenliği kullanma
yetkisini doğrudan Meclise vermişti; ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarında, bu
ilke, bilindiği üzere, değiştirildi; her iki Anayasayla, Meclise, bürokratik
kurumlar ilave edildi. Bugün, Sayın
Cumhurbaşkanının da, bu çerçevede, bazı düşüncelerini kamuoyuyla paylaştığını
biliyoruz ve bundan memnun oluyoruz. Doğrusu, anayasalar, getirdikleri sistemle
demokratikliklerini sergilerler. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı makamı da,
bürokratik kuşatmadan tamamen arındırılmalıdır; Sayın Cumhurbaşkanının da bu
konudaki düşüncelerini ilgiyle yakından takip ediyor ve destek veriyoruz. Muhterem arkadaşlar,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu konusundaki düşüncelerimi de özetle aktararak
sizlerle paylaşmak istiyorum. Son zamanlarda daha yoğun ve daha
manipülasyonlara açık tartışma, haber programlarla gündemde olan radyo-tv
yayıncılığıyla ilgili söylenecek çok şey var. 21 inci Asrın iletişimdeki müthiş
gelişimi bizi ne kadar heyecanlandırıyorsa, ülkemizdeki yayın anlayışı da
maalesef o kadar üzüyor. Tabiî ki, ekranların karartılmasını, mikrofonların
susturulmasını, Yüce Mecliste milletin temsilcisi olan bizler, hiçbirimiz
istemeyiz; ancak, RTÜK'ün bir nebze olsun kontrol altında tutup, toplumun
sosyal dokusunu, kişi hak ve özgürlüklerini dikkate almaya çalıştığı bir
süreçte, dikkat edilmesi ve gereği yerine getirilmesi gereken şeyler var;
bunları da televizyonlarımız ve radyolarımız yapmalıdır. Geçici yayın durdurma
kararlarıyla ilgili yargı sürecinin hızlandırılması için gerekli kanunî
düzenlemeler bu Mecliste yapılmalıdır. Bu konuda RTÜK yönetiminin talepleri oldukça
önemlidir... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) NAZİF OKUMUŞ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. NAZİF OKUMUŞ (Devamla) -
Denetimden sonra, RTÜK'ün en önemli görevlerinden olan ihaleler de, maalesef
hâlâ yapılamadı; yani, yayın kuruluşlarına frekansları tahsis edilemedi. 1997
yılından beri iptal edilen, şimdilerde ise yürütmeyi durdurma kararları
sebebiyle yapılamayan bu ihaleler yüzünden, kamu zararı, Türk Milletinin
zararı, Türk Devletinin zararı yüzlerce trilyon liraya ulaştı. Kanal ve
televizyonlar, devletin, dolayısıyla halkın malı olan bu değerleri bedelsiz
şekilde kullanmayı sürdürüyor. Bu ihaleler yapılsa, RTÜK, yayın ilkelerine
uymayan tv ve radyolara geçici yayın durdurma cezaları yerine, yayın ihlalini
alışkanlığa dönüştürenlerin yayın lisanslarını tümüyle iptal de edebilecektir.
Bu kuruluşların büyük paralarla el değiştirmesi de önlenecektir. Biliyorum ki,
bunları hepimiz paylaşıyoruz, bu konuda titizliğimiz var; ama, Türkiye,
televizyon ve radyo kanallarından yayılan müthiş bir sahipsizlikle, müthiş bir
deformasyonun, müthiş bir kültür deformasyonunun müthiş bir ahlakî
deformasyonun içerisine giriyor. Bunları, RTÜK Yönetim Kurulu üyeleri ve
Başkanından en ücra noktasındaki elemanına kadar ifade ediyor. Yüce Meclis, bu
konuyu en kısa zamanda dikkate alacaktır inancıyla, kurumlarımızın 2002 malî
yılı bütçelerinin hayırlı, uğurlu olmasını, ülkemize de saadet ve selamet
getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (MHP,
ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Amin Sayın Okumuş. Elbirliğiyle getireceğiz, elbirliğiyle... İBRAHİM HALİL ORAL
(Bitlis) - Bravo Sayın Hatiboğlu! YASİN HATİBOĞLU (Çorum)-
Sizin iktidarınız Saadet iktidarını getirecektir. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Şimdi, söz
sırası Adalet ve Kalkınma Partisinde. İstanbul Milletvekili
Sayın Mustafa Baş; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Efendim, grupların süresi
30 dakika, kendi aranızda süreyi paylaşın. AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük
Millet Meclisi bütçesi hakkında AK Parti Grubu ve şahsî görüşlerimi belirtmek
üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yüce Meclisimizin
bütçesini görüşürken, sözlerime başlamadan, bu gazi Meclisimizde hizmet yapmış
ve vefat etmiş, bugün aramızda olmayanlara Allah'tan rahmet niyaz ediyorum ve
şu anda sağ olanlara da sıhhat, afiyet temenni ediyorum. Meclisimiz, Yüce Meclistir,
İstiklal Harbini yapan meclistir, Kurtuluş Savaşını yapan Meclistir ve Mustafa
Kemal Atatürk'ün "en büyük eserim" demiş olduğu kurumdur. Bununla
birlikte, son yıllarda, maalesef, Türkiye'de en çok saldırıya uğrayan, en çok
tenkit edilen, en çok kurum ve üyelerine iftira edilen ve istihza edilen bir
müessesedir. Aslında, halkın en kolay
ulaşabildiği yer Parlamentodur. Her gün onbinin üzerinde insan Parlamentoya
geliyor, derdini anlatıyor; kâh çözüm bulabiliyor, kâh bulamıyor; ama,
Parlamentoya gelip, seçmiş olduğu vekilleriyle istediği gibi konuşabiliyor.
Sadece Parlamentoda değil, sokakta, pazarda, kahvede, otobüste, karşılaştığı
her yerde, seçmiş oldukları vekille, aralarında hiçbir mesafe olmadan
rahatlıkla konuşabilmektedir ve telefon açtığı zaman da, çoğu zaman
ulaşabilmektedir. Başka bir kurum ve milletvekilleri gibi herhangi görevde
bulunan, Türkiye'de, bir kesimle halkın bu kadar haşır neşir olması kolay
ulaşabilmesi mümkün değildir, gözükmüyor. Türkiye, demokrasiyi ve
cumhuriyeti sistem olarak, rejim olarak seçmiştir. Demokrasi, cumhuriyet,
halkın kendi kendisini idare etmesidir. Egemenlik, yalnız halka mahsustur,
millete mahsustur, millete aittir. Nitekim, Meclisin kuruluşundan itibaren
Divanın arkasındaki duvarda "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"
ifadesi hep var olmuştur, hep bulunmuştur. Sadece Meclisimizin duvarında bu
cümle yazılı olarak kalmamış, Türkiye'de, söz söyleyen, konuşan herkesin de
ağzında olmuştur; aydının ağzında olmuştur, elitin ağzında olmuştur,
siyasetçinin ağzında olmuştur, halkın ağzında olmuştur; yani, herkes, söylemde
bu söze sahip çıkmıştır; fakat, fiiliyatta ise, uygulamada ise, maalesef, bu,
böyle olmamaktadır. Burada bahsedildi;
özellikle 1924 Anayasası, 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde "egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir", "Türkiye Büyük Millet Meclisi,
milletin tek ve hakikî temsilcisi olarak, millet adına egemenlik hakkını
kullanır" ifadeleri yer almaktadır. Bu maddelerde: Bir,
milletin tek ve hakiki temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir. İki, millet
adına egemenlik hakkını yüklenmek ve kullanmak yetkisi, sadece ve sadece,
Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Bu iki husus, altı çizilerek, 1924
Anayasasında ifade edilmiştir. Aslında, o dönemde, cumhuriyetle idare edilen
bütün ülkelerin anayasalarında da bu vardı. Nitekim, biz de, cumhuriyetin temel
karakteri olan bu özelliği almışız, Anayasamıza yazmışız, Anayasamıza derc
etmişiz. İkinci Cihan Harbinden
sonra ise, siyasal sistem ve düşüncelerde önemli değişmeler oldu; birey öne
çıkmaya başladı, bireyin hakkı, bireyin egemenliği öne çıkmaya başladı;
egemenlik, daha çok, bireyin bir hakkı olarak anlaşılmaya başlandı. Devlet,
sadece ve sadece, ortak hizmetleri yürüten bir kurum olarak anlaşılmaya
başlandı; devlet, ortak hizmetleri yürüten, buyurgan gücü sınırlı bir kurum,
bir müessese, bir hizmet anlayışı olarak ifade edilmeye başlandı. Biz, İkinci
Cihan Harbinden sonra, demokrasilerde ve Batı'daki bu gelişmeleri, maalesef,
kendi ülkemize, kendi anayasalarımıza transfer edemedik; yani yazamadık, kendimiz
sahiplenemedik. Sahiplenmek bir tarafa, tam tersi oldu; 1924 Anayasasındaki
millete ait olan ve milletin ancak Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla, yetkisini
devrederek kullanabildiği egemenlik hakları, 1961 Anayasası ve 1982
Anayasasıyla "Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır" şeklinde, 6 ncı maddeyle değiştirildi. Bu, aslında, çok önemli
bir husustur. Meclisin duvarındaki cümleyi değiştirmedik; ama, Anayasayı
değiştirerek, milletin, egemenlik hakkını sadece Büyük Millet Meclisi eliyle
kullanması mümkünken, başka anayasal organlarla bu egemenlik haklarını kullanır
hale ülkeyi, sistemi getirdik. Nitekim, sadece egemenlik haklarının dağıtılması
değil, Parlamentonun daha üzerinde, âdeta Parlamentoyu denetleyen müesseseler
bile oluşturduk. Bunun yanında, Parlamento, bu kurumları maalesef
denetleyememiştir. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, YÖK ve
üniversitelerdeki durumları, iddiaları araştırmak üzere bir komisyon
kurulmuştur; 7 tane araştırma önergesi verilmiştir, bu önergeler
birleştirilerek bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon uzun bir çalışma
yapmıştır, yaklaşık 30 000 sayfanın üzerinde evrakı incelemiştir ve 392
sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Bu komisyonun hazırlamış olduğu raporda, YÖK
Başkanı Sayın Kemal Alemdaroğlu hakkında, 7 konuda, görevini ihmalden suç
duyurusunda bulunulmuş, İstanbul Üniversitesi Rektörü hakkında da 5 konuda suç
duyurusunda bulunulmuştur. Bu rapor, Temmuz 2000 tarihinde Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına teslim edilmiş olmasına rağmen, aradan tam onyedi ay geçmiştir,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde görüşülememektedir. YÖK raporunun
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde görüşülememesinin sebebini bütün üye
arkadaşlarımız herhalde biliyorlar; hangi baskılarla, dışarıdan hangi kulislerle,
bitmiş bir raporun Büyük Millet Meclisinde görüşülemediğini, bütün
arkadaşlarımız gayet iyi biliyorlar. Kaldı ki, araştırma komisyonları
kurulabiliyor, araştırma raporları da yazılıyor; ama, bunların hiçbirinin
yaptırım gücü, maalesef ve maalesef yoktur; çünkü, bu anayasal kurumlar,
Anayasanın bizzat dokunulmazlık zırhı altında,
millete rağmen, halka rağmen icraat ve faaliyet yapabilmektedirler.
Milletvekilleri de bunları hesaba çekememektedir, bunlar hakkında yeterli
bilgileri toplayamamaktadır. Değerli kardeşlerim,
demokrasilerde, milletin emrinde Meclis, Meclisin emrinde hükümet... Bizim
Büyük Millet Meclisi Başkanımızın protokoldeki numarası 2'dir; ama, gel gör ki,
yakın tarihte, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümetlerin bir onay makamı
halinde çalıştırılmaktadır; âdeta, hükümetin emrinde bir Meclis görüntüsü
vermektedir. Bunun birçok örneğini görebiliriz. Mesela, hükümetten gelen kanun
tasarıları 21 inci Dönemde 640 tanedir; bunların 337 tanesi kanunlaşmıştır, 130
tanesi komisyonlarda görüşülmektedir, 140 tanesi de komisyonlarda görüşülüp
Genel Kurulun gündemine inmiştir. Milletvekillerinin vermiş olduğu kanun
teklifleri 838 tanedir. 21 inci Dönemde bunlardan sadece ve sadece 66 tanesi
görüşülebilmiştir, kanunlaşmıştır. Bu 66'nın da çoğu, sayın liderlerin veya
grup başkanvekillerinin birlikte vermiş oldukları kanun teklifleridir. Hele bir
muhalefet partisi milletvekiliyseniz, bir dönem, iki dönem, üç dönem mebusluk
yapsanız, ne kadar haklı da olsanız, bir kanunu Parlamentodan geçirmeniz mümkün
değildir; ancak, 37 nci maddeye göre komisyonda bekler, bekler, bekler, ele
alınmaz. Hükümet, komisyonda komisyon başkanı ele almaz. Sonunda, siz, 37 nci
maddeye göre buraya getirirsiniz. Beş dakika bir söz hakkınız vardır. Genel
Kurulun oyuyla gündeme alınır, en iyi şartlarda gündeme alınır ve orada kalır;
yani, Parlamento, Meclis, âdeta, hükümetin emrinde, hükümetin getirmiş olduğu
teklifleri onaylayan bir kurum olarak çalıştırılmaktadır. Demokrasilerde bunun
böyle olmaması lazım. Denetlemeyle ilgili de
şunu söyleyebilirim: 1 646 tane sözlü sorudan şu ana kadar 347 tanesi ancak
cevaplandırılabilmiştir. Bir sözlü sorunun cevaplama süresi ortalama 171
gündür, bir yazılı sorunun da cevaplama süresi ortalama 40 gündür. Bu
düzenlemeleri, hep birlikte, inşallah, temenni ediyorum ki,
demokratikleştiririz, düzeltiriz. Bütçemizin Meclisimize
hayırlı olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Baş. Sayın Ahmet Derin, hoş
geldiniz aramıza; tekrar geçmiş olsun. Saygılar efendim. AHMET DERİN (Kütahya) -
Sağ olun. İkinci söz, Bursa
Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'da. Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti
Grubu adına, Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinize
sevgi, saygı, barış, mutluluk dileklerimi arz ederim. Değerli milletvekilleri,
nerede bir devlet varsa, orada bir devlet başkanı var. Devlet başkanlığı,
devlet kadar eski bir kurum. Türk Milleti, tarih boyunca hiçbir zaman devletsiz
ve dolayısıyla, başsız kalmamıştır ve ilelebet kalmayacaktır; bu, onun en
önemli vasfıdır. Devlet başkanı,
sistemlerine göre çeşitli isimler alır. Cumhuriyetlerde genel olarak
"cumhurbaşkanı" denilmektedir. AK Parti, Türk Milletinin en önemli
yönetim kazanımının cumhuriyet olduğuna inanır. AK Parti, Türk Milletinin
ülkesi ve devletiyle bölünmez bütünlüğünü savunur. Geçmişten gelen
değerlerimizi koruyarak, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün
gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta, onu geçmek için,
Anayasa başta olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle imzaladığımız evrensel metinleri ve kabulleri kendi
siyasî hayatının zemini kabul eder. Daha büyük bir birlik yaratmak için, adalet
ve kalkınmayı sağlamak için, özgürlüklerin nimetlerinden herkesin yararlanması
için mücadele ediyoruz. Bu mücadelenin en önemli vasıtalarından biri de
bütçelerdir. 21 inci Yüzyılın birinci
bütçesinin bir iflasla sonuçlandığını gördük. Şimdi, ikinci bütçesini
yapıyoruz; bunda da mukadderat aynı. Bu bütçede Cumhurbaşkanlığı bütçesinin 18
trilyon 850 milyara bağlandığını görüyoruz ve Cumhurbaşkanlığı tarafından
hazırlanan bu bütçede, geçen yıl olduğu gibi, ülkemizin içinde bulunduğu durum,
uygulanan istikrar programı, verimlilik ve tutumluluk ilkelerinin gözönünde
tutulduğunu ve teklifin, Plan ve Bütçe Komisyonunda aynen kabul edildiğini
görüyoruz. Cumhurbaşkanı, bilindiği üzere
devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin
birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve
uyumlu çalışmasını gözetir. Yasama, yürütme ve yargıyla ilgili olan
görevlerinin yanı sıra, en önemli görevlerinden birisi de, Devlet Denetleme
Kurulunu çalıştırmaktır; yönetimin, hukuka uygun, düzenli ve verimli bir
şekilde yürütülmesini ve gelişmesini sağlamaktır ve isteği üzerine, silahlı
kuvvetler ve yargı organları dışında, her türlü inceleme, araştırma ve
denetlemeleri yapar. Sayın Cumhurbaşkanı,
göreve başladığı günden kasım sonuna kadar, 154 yasanın 147'sini imzalamış;
yayımlanmak üzere Resmî Gazeteye göndermiştir. 5 yasa, bir kez daha görüşülmek
üzere bize geri geldi. Bunlardan birisi de 4610 sayıyla gönderilen erteleme
yasasıydı. Meclis ısrar etti ve Anayasa Mahkemesi, Meclisin kararını, kanunu,
Anayasaya aykırı buldu. Cumhurbaşkanı, hukuka uygunluğu gözetmeyecek de ne
yapacaktı?! Diğer iade edilen yasalar
yine gündemimizde: RTÜK, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri, Tütün, Devlet
Güvenlik Mahkemeleri. Bunların mukadderatları da, ısrar edersek, diğerleri gibi
olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı,
kanun hükmünde kararnameler itibariyle, 7 kanun hükmünde kararnameyi hükümete
iade etti. Bunlardan 2 tanesi, Dahiliye Memurları Kanunu, Devlet Memurları
Kanunu, Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili olandı ve burada, Bakanlar
Kurulunun, hükümetin, apaçık, hukuka, Anayasaya ve Meclisin yetkilerine tecavüz
eden bir tasarrufu söz konusuydu. Meclis Başkanı, nedense, Meclisi olağanüstü
toplantıya çağırmadı; ama, boşluğu Sayın Cumhurbaşkanı doldurdu. Değerli milletvekilleri,
Sayın Cumhurbaşkanının bu görevlerinin dışında, vatandaşlarımızın dilekçeyle
Cumhurbaşkanına fevkalade yüksek sayıda başvurduğunu görüyoruz. Kasım sonu
itibariyle 100 026 başvuru var. Aynı süreler içerisinde hükümete yapılan
başvuru, tüm bakanlar dahil, bakanlıklar dahil 71 348. Halk kime güveniyor?.. 100 000 başvurunun 26
000'i iş isteği ve para yardımı, 20 000'i çalışanların ve emeklilerin kişisel
sorunları, yerel yönetimlerden -hükümetten ümidi kesmiş- 15 000 başvuru var,
eğitim, kültür, yargı konuları ve diğerleri. Türk Milleti, devletin başına,
Cumhurbaşkanına güvenir, inanır ve bu rakamlar, o güvenin, o inancın sonucudur.
İkinci Anayasa paketi
geliyor. Birinci pakette ağırlık, bireyin etkin hak öznesi olmasıydı. İkinci
pakette ise, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, yürütme ve yargı var. Bu
vesileyle, Türkiye'de başkanlık sistemi tartışılabilecektir. Türkiye'de
Cumhurbaşkanının seçilme yeterliliği, yaşı, öğrenim şartları, seçim usulü,
Parlamento tarafından mı, yoksa halk tarafından mı seçilmesi, tekrar
seçilebilirliği tartışılacaktır. 5 olsun, ama, bir defa
olsun. Buna "bir defa olsun" diyor Sayın Cumhurbaşkanı "iki defa
olmasına karşıyım" diyor. Burada, bunu yaşayarak gördüm. Bu makamda oturan
kişi, kendisini seçene borçlu olmamalı. Bir bakan demediler mi: Seni biz
seçtik, halk seçmedi." Halk seçmedi diyen bakan, halkın Cumhurbaşkanına
başvurularını dikkate alsın, hükümet de bunu dikkate alsın. Bizim, şüphesiz ki,
Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili olarak, devlet başkanları hakkında bir temel
kanuna ihtiyacımız var. Bu kanunda Cumhurbaşkanının görev ve yetkileriyle,
yasamayla olan ilişkileri, yürütmeyle olan ilişkileri ve diğer konulardaki
ilişkileri gözden geçirilebilecektir. Değerli milletvekilleri,
cumhurbaşkanı ile hükümetin çatışması olağan hadiselerdir; ama, hükümet bunu
nedense büyütüyor. Büyütmesinin nedeni, hükümetin öteden beri keyfiliği
kendisine esas almasıdır. Cumhurbaşkanının Türkiye'ye ve dünyaya verdiği mesaj,
hukuka uygunluktur, hukuk devletidir, hukukun üstünlüğüdür. Bunun maliyeti
fevkalade yüksektir; ama, anlayanlara. Teşekkür ederim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, ben
teşekkür ediyorum. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, son söz Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut'un. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Süreniz tam kaldı
efendim. Buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA
SADIK YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Anayasa
Mahkemesi ve Sayıştay bütçeleri üzerinde konuşmak üzere, AK Parti Grubu adına,
söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
sözlerime, Frederic Bastiat'ın hukuk tanımıyla başlamak istiyorum. "Hukuk,
adaletsizliği engellemek için örgütlenmiş ortak bir güçtür." Hukuk devleti
ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, demokratik devlet düzeninin vazgeçilmez
ilkeleridir. Hukukun üstünlüğü, yasama, yürütme ve yargı erklerinin hukuka
bağlı olmasıdır. Yasama, yürütme ve yargı hukuka bağlı olmadığı sürece,
demokratik devlet bir hayalden öteye gidemez. Kısa zaman önce, Yüce
Meclisimiz, 12 Eylül yasaları hakkında Anayasa yargısı yolunu açarak çok önemli
bir adım atmıştır. Ne var ki, halen ülkemizde, yasama, yürütme ve yargı
erklerinin hukuka bağlı olmadığı bir gerçektir. Değerli milletvekilleri,
bireylere hukukî güvenlik sağlanması için, hukuku en üstün güç haline getirmek
mecburiyetindeyiz. Zira, milletlerin ve devletlerin bekası için, halkın,
adaletin sağlanacağına ilişkin inancının güçlü olması gerekmektedir. Halkın
devlet tarafından adaletin sağlanacağına ilişkin inancı sarsılmış ise, o
devletin bekası mümkün değildir. Nitekim, Osmanlı Devletinin çöküşünün en
önemli amili, halkın adaletin gerçekleştirileceğine ilişkin inancının sarsılmış
olmasıdır. Sayın milletvekilleri, en
önemli meselemiz, hukukî güvenliğin sağlanmasıdır. Yargıç bağımsızlığının ve
güvenliğinin sağlanamadığı, yargıçların herhangi bir devlet memuru kabul
edildiği, mahkemelerin tasarruf tedbirleri kıskacında kaldığı, bazı idarî
işlemlerin yargı denetiminden uzak olduğu, her fırsatta yargının devre dışı
bırakılmak istenildiği, vatandaşlar için yargı yoluna başvurmanın pahalı,
meşakkatli, maceralı ve uzun olduğu, yargıçların ağır iş yükü altında
bunaldığı, hemen hemen her işletmede dahi bulunan teknolojik donanımın yargı
organı için sağlanamadığı ve en önemlisi, hukukun ayak bağı olarak görüldüğü
ülkemizde, maalesef, hukukun üstünlüğünden ve hukukî güvenlikten bahsetmek
mümkün değildir. Sayın milletvekilleri, 23
Nisan 1920'de yola çıkarken temel amacımız, demokrasi, hukuk devleti, hukukun
üstünlüğü ve nihayet, hukukî güvenlik değil miydi?! Biz, o günden bu güne,
maalesef, çok fazla yol alamadık. Anayasa yargısı, kanunların Anayasaya
uygunluk denetimi, 1961 Anayasasıyla, bugün bütçesini görüştüğümüz Anayasa
Mahkemesinin kurulmasıyla sistemimize kazandırılmıştır. Ne var ki, o günden bu
güne kadar geçen kırk yılda anayasa yargısı konusunda da çağın gereklerinin
gerisinde bulunmaktayız. Anayasa yargısını çağın gereklerine uygun hale
getirebilmek için, Anayasa Mahkemesinin teşkilatlanması, görev ve yetkileri;
Anayasa Mahkemesine başvuru yolları; Anayasa Mahkemesi kararlarının niteliği ve
sonuçları yeniden düzenlenmelidir. Bilindiği gibi, Anayasa
Mahkemesi 11 asil, 4 yedek üyeden oluşmaktadır. Tek heyetten oluşan bu
teşkilatlanma, artık, anayasa yargısına yüklenen çağdaş misyonu
kaldıramamaktadır. Bu sebeple de, Anayasa Mahkemesinde işler yavaş
yürümektedir; oysa, adaletin gecikmesi, adaletsizliktir. Anayasa Mahkemesine
başvuru yolları da, bireylerin doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesine başvurusuna
imkân sağlanacak şekilde genişletilmelidir. Mevcut Anayasamıza göre, Anayasa
Mahkemesine başvuru yolları, iptal davası ve itiraz yollarından ibarettir;
ancak, bireylerin Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya başvurmasına imkân
sağlanmalıdır. Böylece, özellikle, temel hak ya da hürriyetlerin ihlal edildiği
iddiasında olan her birey, Anayasa Mahkemesi nezdinde hak arama imkânına
kavuşturulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesinin asıl
misyonu, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. O halde, Anayasa
Mahkemesinin görev ve yetkileri, bu asıl misyon çerçevesinde yeniden
düzenlenmelidir. Anayasa Mahkemesi
kararları, gerekçeli kararın Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesinden
itibaren geçerli olmaktadır. Ne var ki, mevcut yapı içerisinde kararların
yürürlüğe girmesi, altı ay, bir yıl gibi gecikebilmektedir. Elbette ki, Anayasa
Mahkemesinin kararları, gerekçeli olması, keyfiliği önlemesi bakımından hukuk
devleti ilkesinin bir gereğidir; ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasaya
aykırı olduğu tespit edilen bir kanunun, gerekçeli karar geciktiği için bir
süre daha yürürlükte kalması da, hem hukuk devleti ilkesiyle hem anayasanın
üstünlüğü ilkesiyle hem de anayasanın bağlayıcılığı ilkesiyle çelişmektedir. Bu
gecikme, maalesef, iktidarlar tarafından da kötüye kullanılabilmektedir.
Nitekim, bu gecikmenin kötüye kullanıldığına hepimiz şahit olmaktayız. Anayasa Mahkemesinin,
Meclise yeni düzenleme yapma imkânı sağlamak için, yürürlüğü ertelediği haller
dışında, Mahkemenin iptal kararını ilan ettiği tarihten itibaren etkilerini
doğuracağı yeni bir düzenleme yapılmalı ve Mahkemenin iş yüküyle orantılı
teşkilatlanması sağlanarak, gerekçeli kararların yazılmasındaki gecikmeler
önlenmelidir. Yüce Meclise sunulan
Anayasa Mahkemesi bütçesini esefle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Görüyoruz ki, tasarruf tedbirleri mantığıyla hazırlanmış, kısıtlanmış,
imkânsızlık bütçesiyle karşı karşıyayız. Yargının bağımsızlığı ilkesinin temel
gerekçelerinden biri de, yargının üzerindeki bütçe ve maaş kılıcının
kaldırılmasıdır. Seksen yıllık hedefimiz olan çağdaş uygarlık düzeyi, artık,
yargıçlarını ve mahkemelerini, iktidarın bütçe ve maaş makasından kurtarmayı
gerektirmektedir. İktidar, beceriksiz politikalarıyla, ülkeyi krizden krize
sürüklediği gibi, Anayasa Mahkemesini de, herhangi bir kamu kuruluşu olarak
kabul edip, kriz bütçesi, tasarruf bütçesi uygulamaktadır. Değerli arkadaşlarım,
iktidarın bütçesini kısmasından endişe eden yargı bağımsız olamaz. İktidarın,
elindeki bu Demokles kılıcını yargının üzerinde sallamasına izin vermemeliyiz.
Bu ülkede, yargının imkânları, hiç olmazsa, batık durumdaki bankaların
imkânları kadar geniş; yargıçların gelirleri, bu bankaları batıranların,
bankaları tasfiye etmeyi bile beceremeyenlerin gelirleri kadar yüksek
olmadıkça, hukukun üstünlüğünden bahsedilemez. Bu duygu ve düşüncelerle,
Anayasa Mahkemesinin değerli üyeleri ve çalışanlarına, bu bütçeyle, kolaylıklar
diliyorum. Sayıştay, Anayasanın 160
ıncı maddesinde belirtildiği üzere, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün
gelir ve giderleri ile mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlemlerini yapmakla görevlidir. Buna
göre, Yasama Organı, yürütme organının malî işlemlerini, bağımsız, tarafsız ve
uzman bir kuruluş olan Sayıştay eliyle denetlemektedir. Ancak, Anayasanın bu
hükmüne aykırı olarak, Sayıştay denetimini önleyici bazı hükümler çeşitli
yasalarda yer alabilmektedir. KİT'ler, tamamen, Sayıştay denetimi dışındadır.
1999 yılında meydana gelen deprem nedeniyle yapılan her türlü harcama ve
ihaleler de, sekiz yıllık eğitim amacıyla toplanan eğitime katkı paylarının
elde edilen gelirlerinden yapılan harcama ve ihaleler de Sayıştay vizesi
dışında tutulmuştur. Devlet harcamalarını Sayıştay denetiminden kaçırmayı
amaçlayan bu tür yasal düzenlemelerden kaçınılması gerektiği inancındayız.
Anayasanın 160 ıncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına malî
denetim yapan ve anayasal bir kuruluş olan Sayıştay, KİT'ler dışındaki
devlet... BAŞKAN - Son 1 dakika
efendim. SADIK YAKUT (Devamla) -
...kurumlarının hesaplarını incelemekte ve yargılama yoluyla kesin hükme
bağlamaktadır. İlk faaliyete geçen üst kurullardan biri olan Rekabet Kurulu
Başkanlığı Sayıştay denetimine tabi olup, her yıl Sayıştaya düzenli olarak
hesap vermektedir; ancak, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Sermaye Piyasası
Kurulu, Enerji Üst Kurulu gibi kurullar Sayıştayın malî denetimine tabi
tutulmamışlardır. Malî denetimde, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan
Kamu İhale Yasa Tasarısıyla Tütün Yasa Tasarılarında bu kurullar Sayıştay
denetiminin dışında bırakılmaktadır. Anayasanın 160 ncı maddesi gereği tüm üst
kurulların Sayıştayın malî denetimine tabi olması gerekmektedir. Üst kurullarla
ilgili kanunların sonundaki "Kurum, 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine
tabi değildir" hükmü, aslında, bu kurumların Anayasa gereği Sayıştay
denetimine tabi olduğunu; ancak, çıkarılan kanunlara özellikle hüküm konularak
Sayıştay denetiminin kaldırıldığını göstermektedir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
lütfen. SADIK YAKUT (Devamla) -
Nitekim, Sayıştay denetimine tabi olan kurumların kuruluş yasalarında
"Sayıştay Kanunu hükümlerine tabidir" diye herhangi bir hüküm
bulunmamakta, Anayasa gereği bu kurumlar doğal olarak ve doğrudan Sayıştay
denetimine tabi olmaktadır. Bütün bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Yakut
teşekkür ediyorum. Şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisinde efendim. Trabzon Milletvekili Ali
Naci Tuncer; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Grubun süresi 30 dakika. DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ
TUNCER (Trabzon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan
bütçe kanununun Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı ve Radyo ve
Televizyon Üst Kuruluyla ilgili bölümü üzerinde Grubum adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Demokrasinin ve devlet
olma olgusunun vazgeçilmez müesseselerinin başında meclisler gelmektedir.
Bütçesini görüşmekte olduğumuz bu Meclis, Kurtuluş Savaşını yapmış ve başarıya
ulaştırmış bir meclistir. Türkiye'nin kurucusu Büyük Atatürk, bu müesseseye
olan saygısını şu üç yalın kelimeyle ifade etmektedir: "Benim en büyük
eserimdir." Halk iradesinin geçerli
olduğu demokrasilerde halkın iradesinin tecelli ettiği yer millet meclisidir.
Cumhuriyet döneminde bu kadar önemli vazifeler yapmış olan bu Meclis ve onun
tabiî unsurları olan biz milletvekilleri, tarihteki bu saygınlığa layık bir
şekilde hareket edebiliyor muyuz ve kamuoyunda bu saygıyla karşılanıyor muyuz?
Evet demeyi çok isterdim; ama, maalesef, bugün, gerek Yüce Meclisimize ve gerek
onun unsurları olan biz milletvekillerine çoğu zaman haksız saldırılar,
hakaretler yapılmaktadır. Bunu, sorumsuz medyanın yayınlarına bağlamak çok ucuz
bir kurtuluş yoludur. Medyanın sorumsuz yayınının bunda çok büyük bir etken
olduğu doğrudur; ama, biraz da özeleştiride bulunup, biz, bize emanet edilen bu
yüce iradeye saygılı hareket etmekte miyiz... Bizi buraya gönderen halk, kendi
geleceğini, çocuğunun geleceğini bizim icraatımıza bağlı görmektedir ve kendi
geleceğinde, çocuğunun geleceğinde bir sıkıntı gördüğü zaman da, haklı olarak,
bizi suçlamaktadır. Gerçek demokrasilerde
devlet idaresi bu Yüce Meclisin çatısı altında yapılır. İcra organını biz
seçiyoruz. Yani, icra organı olan hükümeti, onun bakanlarını biz aramızdan
seçip, güvenoyumuzla onlara hayatiyet vermekteyiz. İcranın başı olan Sayın
Cumhurbaşkanını da biz seçiyoruz. Bize verilen vekâleti, biz, bir yerde onlara
veriyoruz. Eğer, bizim vekâleti verdiğimiz hükümet ve onun bakanları, halkın
yararına hareket etmiyorlarsa, bu vekâleti geri alma yollarını da Anayasa bize
tanımıştır, onların hatalarını düzelttirecek yolları da bize göstermiştir. Yüce
Meclis olarak bu denetleme yollarını tam kullanabiliyor muyuz arkadaşlar;
hayır. Parti taassubu içerisinde, iktidarda olanlar, vekâlet verdiği hükümetin icraatlarının,
halkın yararına da olsa aleyhine de olsa, o verdiği yetkiyi hiçbir zaman geri
almamaktadır; işte, vatandaş, bizi bundan suçlamaktadır. Biz, bu hakkı adaletli
kullanmalıyız. Bu Meclis, belki cumhuriyet döneminin en çalışkan Meclisidir;
sabahlara kadar çalıştık, kanunlar çıkardık, Anayasada, cumhuriyet döneminde
görülmeyen bir değişiklik yaptık; ama, ağırlıklı olarak getirdiğimiz yasalar,
halka devamlı yeni bir yük getirmiş, yeni bir vergi getirmiş. Bizim görevimiz,
halkı sıkıntıya sokacak vergileri getirmek değildir. Gerçi, Sayın Bakanımız,
dün bütçeyi takdim ederken -41 inci sayfada- şöyle bir tabir kullandı:
"Vergi, gerçekten Meclisin var oluş nedenidir." Başka bir ifadeyle,
Meclisler, vergi koymak için meydana getirilmiş, yani, vatandaş bizi buraya
seçerken "sen git, bana vergi yükü getir" demiş... Bize böyle mi dedi
arkadaşlar?! İşte, bu zihniyetle hareket eden hükümet, bugün, Türkiye'de bu
sıkıntıyı meydana getirmiştir. Saygıdeğer
milletvekilleri, devletin ana prensiplerini bu Meclis koyar. İç ve dış bütün
planları, anahatlarıyla bu Meclis
koyar, tatbikatını icra organına bırakır. Şimdi Türkiye bir ateş çemberi
içerisinde. Irak sorunu var, Afgan sorunu var, Kıbrıs sorunu var; işte,
İsrail'de çıkan yeni bir sorun var. Bu anaprogramları koyacak bizler neler
biliyoruz arkadaşlar? Daha geçen gün Kıbrıs olayıyla ilgili olarak Sayın
Dışişleri Bakanı geldi, bizimle gizli bir toplantı yaptı. Soruyorum, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, medyadaki bilgilerin dışında bize ne verildi? Bu
Kıbrıs olayına bizim ne katkımız oldu, ki, anaprensiplerini bizim koymamız
gerekirdi? Bir hafta sonra da Sayın Dışişleri Bakanı Atina'ya gitti. Bizimle
yaptığı gizli toplantıdan sonra, Atina'ya, yine, sirtaki, siyah şarap ve uzo
muhabbetiyle gitti. Orada bunlar da gerekli; biz, kimseyle düşman yaşamak
istemiyoruz. Evet, horon da tepeceğiz, sirtaki de yapacağız; ama, gerektiğinde
-haklarımıza tecavüz edildiğinde- masaya yumruğu vurabileceğimizi de hiç
olmazsa orada ifade etmesi gerekirdi. Saygıdeğer milletvekilleri,
Türk devletlerinde ve Kafkaslarda etkinliğimiz sıfır noktasına geldi. Bizim,
oralardan sorumlu bir Devlet Bakanımız var; bir gün gelip de, şu Mecliste
"arkadaşlar, Türkî devletlerde şöyle bir olay oluyor, Kafkaslarda böyle
olaylar oluyor, Rusya'nın politikası budur, biz, buna karşı şunları
üretiyoruz" deme lüzumunu hissetti mi arkadaşlar? O hissetmemiş olabilir;
biz, bunun, onun görevi olduğunu ona hissettirdik mi? Bunları yapmadıktan sonra
biz vatandaştan ne saygı bekliyoruz... Saygıdeğer milletvekilleri,
teşbihte hata olmaz; Anadolu'da "Aslan yattığı yerden belli olur"
diye bir tabir vardır. Bizim çalışma yerlerimize bir bakın arkadaşlar. 5-6
metrekarelik yerler bize tahsis edilmiş, biz oralarda çalışmalarımızı yapmaya
çalışıyoruz. Geçen gün 1 inci kanalda Sayın Adalet Bakanının bir söyleşisini
izledim, F tipi cezaevlerini anlatıyordu "en küçük odaları, her imkâna
sahip, 10 metrekaredir" diyordu; yani, F tipi cezaevinde teröristlerin ve
şedit mahkûmların yatacağı odaların en küçüğü 10 metrekare. O 10 metrekareye
biz bu teröristleri ve şedit mahkûmları yatıracağız diye dünya ayağa kalktı.
İşte, bize layık görülen o. Biz konforlu yerler istemiyoruz; ama, en azından,
ihtiyacımızı giderecek, çalışmamızı yapabileceğimiz ortamlar sağlansın bize.
Bu, kendimize saygıdır. Kendimize biz saygı duymuyorsak, bize Yüce Meclisimiz
bunu sağlamıyorsa, vatandaştan ne bekliyoruz?! Şu kürsü, benden önce
birçok arkadaşım ifade etti "yanlardan iyi duyulmuyor, buradaki hatip iyi
gözükmüyor" diye. Buradan hitap edeceğiz bu Meclise; ama, hâlâ bir çaresi
bulunmadı. BAŞKAN - Proje müellifi
işi efendim. Her sene aynı münakaşayı yapıyoruz. ALİ NACİ TUNCER (Devamla)
- Efendim, proje müellifinin; ama, nihayet bir yasayla, benim ihtiyacımı
giderecekse, o mevzuatı değiştiririm. BAŞKAN - Olur mu?!. ALİ NACİ TUNCER (Devamla)
- Saygıdeğer milletvekilleri, biz, önce kendimizi kontrol altına alacağız. Biz,
örnek olan insanlarız, kamuoyu bizi öyle görüyor; giyinişimizle, hareketimizle,
özel yaşantımızla biz cemiyette örnek insanlarız. BAŞKAN - 10 dakikanız
bitti. ALİ NACİ TUNCER (Devamla)
- Teşekkür ediyorum; zaten yetiştirme imkânım da yoktu. Bizim bu örnekliği
sağlayacak iç denetim müesseselerini kurmamız lazım. Zamanım olsaydı bunları
daha uzun anlatacaktım; ama, diğer arkadaşlarımın hakkını yememek için hepinize
saygılar sunuyorum. İnşallah, bir dahaki bütçe döneminde bu sorunları halletmiş
olarak huzurunuza çıkarım. Saygılarımı sunuyorum.
(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Tuncer,
teşekkür ediyorum efendim. Sayın Tuncer, esas
sıkıntı, stenografların sıkıntısı. Onların bulunduğu yerden, konuşmaların
duyulması mümkün değil; esas sıkıntı o, kürsüden daha çok önemli; çünkü,
merdivenin altında kalıyor, altta kaldığı için de, stenograflar önden gelen
sesleri yazamıyorlar; bakın zabıtlara efendim. Onun için, proje müellifi işi. TURHAN GÜVEN (İçel) - Onu
da değiştirin efendim. BAŞKAN - İkinci söz,
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Erdoğan Sezgin'in. Buyurun Sayın Sezgin.
(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ERDOĞAN
SEZGİN (Samsun) - Değerli Başkanım; Yüce Meclise Doğru Yol Partisi Grubu ve
şahsım adına saygılarımı sunarak, sözlerime başlamak istiyorum. Yüce Mecliste 2002
bütçesini görüştüğümüz 2001'in aralık ayı, bizlere, ister istemez 2001 yılının
bütçe görüşmelerini hatırlattı. O bütçe görüşmelerinde, kırk yılın siyasetçisi,
sevgi ve saygı beslediğimiz Sayın Sümer Oral, iyimser tablolar sergilemişti.
Bütçe uygulamaları başladığı zaman, daha yılın 6 ncı ayında, 2001 bütçesini
üçüncü kez revize etmek zorunda kaldı. Yine o bütçe görüşmelerinde
"tünelin ucu göründü, ışık göründü, Türkiye yapılan bu yapısal
değişikliklerle rahata kavuşacak" gibi sözleri, iyimser havadaki
konuşmasını acı bir tebessümle izlemiştik. Bugün, iyimserliğin tek göstergesi,
IMF'den sözü alınan ve peyderpey gelecek olan dolarlardan kaynaklanmaktadır. İyimserliği gösteren
başka bir projeksiyon, başka bir hesap, başka bir planın olmadığını
görmekteyiz. Düşünün ki, kendisine olan güvenini yitirmiş, kendi kaynaklarından
ve üretiminden vazgeçmiş bir Türkiye nasıl ayağa kalkacak? Yüzüstü kapaklanmış,
yerlerde sürünen bir millet ve ticarî faaliyetlerine son vermiş, batmakta olan
onbinlerce işletme ve işsizine istihdam yaratma gayretinde olan bir Türkiye, bu
idealinden vazgeçmiş. Bırakınız işsizine iş bulmayı, istihdam yaratmayı, iş
sahibi olanlardan bile bir milyonu aşkın kişi işsiz kalmıştır. Bunların
hesabını kitabını yapamayan ve devleti zaafa uğratan bir hükümet. Türk Milleti,
hesabı kitabı o kadar güzel yapar ki, dağdaki çoban bile, attığı çeliğin ne
kadar mesafeye düştüğünü sopasıyla hesaplamaktadır. Soruyorum bu hükümete;
neden haberi var?.. Samsun'da, fabrikasını söküp, Cezayir'e taşıyıp üretim
yapan sanayicinin neden oraya gittiğini biliyor mu? Tekstil sektöründe fason
olarak yurt dışına çalışan dev atölyelerin neden battığını Hazine ve Dış
Ticaret acaba biliyor mu? Acaba, siparişlerin yabancılar tarafından niçin
kesildiğini biliyor mu? Türk müteşebbisinin Bulgaristan'a gidip, 2 700'ün
üzerinde işyeri ve fabrika açtığını; bunun sebebini yetkililer acaba biliyorlar
mı? 150 000 liradan buğdayı alıp, iki ay içinde 300 000 liraya çıkmasının
sebebini biliyorlar mı? 1 600 000-1 700 000 lira olan fındık fiyatının, fiyat
açıklandıktan sonra, 1 000 000 Türk Lirası seviyesine düştüğünü; şimdi ise,
milletin elinde fındık kalmayınca, fındığın fiyatının 1 900 000-2 000 000 Türk
Lirasına çıktığının sebeplerini acaba biliyorlar mı? Sarp kapısı açılıp Türk
cumhuriyetleriyle ilişkiler soydaşlar arasında kendiliğinden başladığında,
Karadenizin Rize'si, Trabzon'u, Samsun pazarlarının her biri Laleli piyasasını
kendiliğinden yakalamışken, bu imkânların birden buharlaşıp yok olmasının
sebeplerini, acaba, bu yetkililer biliyorlar mı? Daha neleri sayalım ki!.. Kendi özkaynaklarından
istifade etmeyen, harekete geçirmeyen, ayağına gelen her imkânı tepen, planı,
programı olmayan, polisiye tedbirlerle yönetim anlayışını sürdüren bu hükümetin
Türkiye'ye getirdiği acı bir tablo. Burada neyi konuşacağız?! Bütçeden millet
hiçbir şey beklemiyor, zaten, siz de bir şey vermiyorsunuz. Eski bütçelerde
köyler, belediyeler, ilçeler, vilayetler hangi hizmete ne kadar tahsisat
ayrıldığını takip eder, devlet işimizi yapıyor diye bir heyecan duyarlardı.
Şimdi, nerede kaldı o günler. Bu tür meseleleri dile
getirdiğimiz zaman bize "popülizm yapmayın, halk düşmanlığı yapmayın"
diyen bir hükümetle, bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu meselenin üzerinde
durmamın en önemli nedenlerinden bir tanesi, ekonomik nedenlerle, millî
iradenin dahi, uluslararası bazı kuruluşlara ciro edilmesinden
kaynaklanmaktadır. Keşke, kendi iradenizi kullanarak kötü yapsaydınız; kötü
yaptığınızı bir sene sonra anlar, nasıl olsa düzeltebilirdiniz. Dışpolitikamız
dahi bu ekonomik bağımlılığın çemberinde dönüp dolaşmaktadır. Allah,
milletimize yardımcı olsun, devletimize zeval vermesin. Bizim konumuz Sayıştay
Başkanlığı bütçesidir. Bu bütçeyle ilgili fazla bir şey söylemeyi zait
addediyorum. Koskocaman Türkiye'nin genel ve katma bütçeli dairelerine bütçe
uygulaması açısından, periyodik olarak denetim yapma imkânsızlığına işaret
etmek istiyorum. Denetlenecek yerlerin çok azının denetlendiği, esasında,
raporlarla bellidir. Sayıştayı güçlendirmek için, Sayıştaya ek imkânlar
vermenin ve hatta ekyetkiler vermenin zaruretine inanıyorum. Denetimde destek
gruplarının çoğaltılmış daha bağımsız, daha etkin bir Sayıştay düşünüyorum.
Esasında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapısında, denetim organlarının belli
bir çatı altında daha bağımsız, daha özerk bir hale getirilmesi için yapısal
değişikliğin süratle yapılması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bir bakanlığa
bağlı teftiş kurulu düşünün; teftiş edeceği konu bakanın iznine bağlı. Bakan,
kendi tasarrufunu, kendi yolsuzluğunu nasıl teftiş ettirecek?! Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu Başbakanlığa bağlı ve Başbakanın yönettiği kurumları
denetliyor, ayrıca, istenilen kurumları denetliyor. Devlet Denetleme Kurulu
Sayın Cumhurbaşkanlığına bağlı, istediği konuları denetlettiriyor. Peki, hiç
denetlenmeyen konuların sahibi kim olacak acaba? Biz, devlete, yönetime,
yöneticiye ve siyasetçiye sonuna kadar yetki verme, mesuliyet verme
taraftarıyız; ancak, sorumluluğunu takip edecek mekanizmaların olması
gerektiğini düşünüyoruz, ama, işte, böyle, özerk ve bağımsız teftiş sonunda bir
suiistimal varsa, o yetki verilen kişilerin tecziyesini ve gerekli
müeyyidelerin uygulanmasını talep ediyoruz. Yüce Meclisin, devletin ve
hükümetin, denetim meselesinde, bağımsız ve özerk bir kuruluş oluşturarak bir
yapılanmaya gitmesinde zaruret olduğunu düşünüyorum. BAŞKAN - Sayın Sezgin,
kendi süreniz bitti. ERDOĞAN SEZGİN (Devamla)
- Bitiriyorum. Sayın Sayıştay
mensuplarının sosyal ve içtimaî durumlarına göre maaş ve ödenek almaları için
daha iyi bütçeler temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Sayın Sezgin'e
ben de teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Kayseri
Milletvekili Sayın Sevgi Esen'de. (DYP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) -
Süre işliyor Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, Sevgi
Hanım hacı oldu biliyorsunuz. Ona, o toleransı, müsaade edin de, göstereyim. DYP GRUBU ADINA SEVGİ
ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamı içerisinde olan Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin tüm sayın üyelerini saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda görüşmelerine başlanan 2002 malî yılı bütçesinin Anayasa
Mahkemesine bakış açısını değerlendirmeden önce, ülkemizin gelecek bir yılını
düzenleyen; ancak, hedefi, milletimizi daha da yoksulluğa sürükleyeceği
şimdiden belli olan ve içinde insan unsuru olmayan bu kanun tasarısı hakkında
üzüntülerimi ifade ederek, birtakım tespitler yapmak istiyorum. Sizlerin de bildiği gibi,
bütçeler, hükümetlerin bir evvelki yıl çalışmalarının da karneleridir, yapılan
planlamaların günışığına çıktığı uygulama projeleridir, hayallerin gerçeğe
dönüştüğü, kalkınma hamlelerinin tartışılacağı zeminlerdir; ancak, ne yazık ki,
2002 bütçesinde, ne hedef ne proje ne umut ışığı bulmak mümkündür. 2002 yılı bütçesinden,
diğer iki yılın bütçesinde olduğu gibi, aklımızda kalacak şeyler, küçülme,
daralma, tutmayan hedefler, birbiri ardına salınan vergiler, büyüyen içborç,
dışborç, IMF geldi, IMF gitti başlıkları ve bunların sonucu olarak da,
yoksullaşan millet, ucuz ekmek kuyruklarında sabahlayan vatandaş, dolup taşan
meydanlar, kapanan fabrikalar, yabancı elçiliklerin önünde bekleyen sevgili
gençlerimiz, işsiz kalan, intihar eden insan manzaraları ve işadamlarının
"beni devlet yaktı" feryatlarıdır. Değerli üyeler, bütçe
kanun tasarısını ve bu tabloyu ele alıp da, 2002'den ve geleceğimizden endişe
duymamak mümkün değildir. Bunları söylemek, hele hele bu kürsüden söylemek,
ıstırapların en büyüğüdür; çünkü, milletimizin, bu kürsüden söylenebilecek
olumlu sözlere, hiçbir olumsuzluğun nedeni olmayan bu milletin, geleceğe ümitle
bakması gereği vardır, yaşanan krizler ve yaşadıklarının kader olmadığının
söylenmesine ihtiyacı vardır. Bu kriz ortamında, ekonomide, sanayide, ticarette
bu kadar deneyimli, büyümeyi başarmış, kalkınma hamlelerine öncülük etmiş
kadrolar varken, günümüzde, devredışı kalması milletin kaderi olmamalıdır. Bunu
kader diye algılamak, yaşanan ağır ekonomik krizleri doğal saymak, daha da
ötesi, geçen yıllara bağlamak, geçmiş hükümetleri sorumlu tutmak, sadece, ne
demek istediklerini bilmemenin bir ifadesidir. Bunu söyleyenleri, fotoğraf
karelerinde, bazı köşe yazarlarının kalemlerinde görmek mümkündür. Bir
zamanlar, siyasetin dışından getirilip, siyaset üstüyetkiler verilen Sayın
Bakanın, hatalarını itiraf tabloları daha unutulmadan, reel sektöre yapılması
planlanan destek raporunun, hükümet ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
Başkanlığı arasında yapılan çalışmaların, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
Değerli Başkanı tarafından açıklanması, acaba, hükümetin, yeni itiraflarının,
"biz hata yaptık" şeklindeki söylemlerinin yeni bir habercisi midir,
yoksa, hükümet tarafından verilen sözlerin, desteklerin tutulmayacağının başka
bir şekildeki ilanı mıdır? Başka bir soru tarzıyla, yoksa, bu paketin
sorumluluğunu da birilerine fatura etme gayreti midir? Öyle zannediyorum ki, bu
fotoğraf, uzun süre, millet hafızasından, yine, silinmeyecektir. Değerli milletvekilleri,
şimdiden hepimiz biliyoruz ki, bütçe görüşmeleri sırasında, bundan böyle de,
olumlu sözler işitmeyeceğimizi söylemek bir kehanet olmayacaktır. Cumhuriyet
tarihimizin bütün istatistik tabloları buna şahit olacaktır. Ne yazık ki, bu
acı tablolar, milletvekillerine, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve devlete
fatura edilmektedir. İktidarı elinde bulunduranlar en büyük zararı bu kurumlara
vermişlerdir. Saygıdeğer milletimiz ve Büyük Millet Meclisi üyelerimiz, devlet
ile hükümeti ayırıp, devlete, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yine iktidarı
elinde bulunduranları ayırıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sahip çıkmak
durumundadır. Devlet ile milletin,
yani, onun temsilcilerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin karalanmasından,
zafiyetinden istifade edecek olanlar, sadece ülkemiz düşmanları olacaktır; en
büyük zararı da, Türkiye cumhuriyetinin temel ilkelerini bünyesinde taşıyan, bu
ilkelerin bekçisi olan temel kurumlar göreceklerdir. Başta Türkiye Büyük Millet
Meclisi olmak üzere, zarar görecek kurumlardan bir tanesi de Anayasa
Mahkemesidir. Sayın milletvekilleri,
bir yüzyılın bittiği, yeni bir yüzyılın kapısının aralandığı günleri yaşarken,
gerçek şu ki, biten yıllar, 20 asır, maalesef, insanlığın binlerce sorununa
çözüm bulamadan yeni bilinmeyenlere yelken açmaktadır; ancak, bilinen tek şey,
insanoğlunun demokratik düzenler kurma ve yaşatabilme mücadelesinin dünyada hiç
bitmeyeceğidir. Bu gerçekler ışığında,
devletlerin omurgası anayasalardır. Anayasaların, bir toplumsal sözleşme, bir
temel kanun olması, hemen içeriğini tartışmaya açar. Anayasalar, insan
haklarını güvenceye aldığı, bireyler ve kurumlar arasında hakkı ve dengeyi
koruduğu ölçüde de, devlete, hukuk devleti olma özelliğini kazandırır,
devletlere hukukun üstünlüğünü iddia etme hakkını verir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanmasından öte hukukun üstünlüğünün sürekli kılınmasının ihtiyaç duyduğu,
gerekli gördüğü kurumsa, anayasa yargısı, yani, anayasal denetimdir. Bu
denetim, asla millî iradenin denetimi değildir, olmamalıdır da. Anayasamızın 7 nci
maddesinde yerini bulan yasama yetkisinin, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin olması ve bu yetkinin devredilmezliği ilkesini tamamlayan ve
ona şekil kazandıran kural ise, kanunların anayasaya aykırı olamayacağını şekle
bağlayan 11 inci maddesidir. İşte, bu noktada devreye, sadece anayasaya
uygunluğu denetleyen kurum, Anayasa Mahkemesi girer. 1962 yılında kurulan
Anayasa Mahkemesi, kırk yıla yakın bir süredir, Türkiye cumhuriyetinin
dengeleri olan yasama, yürütme ve yargı erki karşısında, eşitler arasındaki
eşitliğin teminatı bir kurum olarak, cumhuriyet ilkelerinin temel yapısının
bekçiliğini yapmaktadır. Değerli milletvekilleri,
böylesine hassas bir görevi üstlenen kurum olan Anayasa Mahkemesinin, geçen
kırk yıllık deneyimini, verdiği kararları, kararların içeriğini, artan iş
yoğunluğunu, üye seçimini, aynı zamanda, Yüce Divan görevini iyi tahlil etme
gereği vardır; çünkü, verilen kararlar, doğrudan siyaseti etkilemektedir. 1981 yılından 2001 yılına
kadar açılan davaların yıllık ortalamasının 62 olması, 2000 yılında bu rakamın
97; 13 Nisan 2001 tarihine kadar geçen üçbuçuk ay içerisinde ise 266 olması çok
düşündürücüdür. Giderek artan iş yoğunluğuna karşın çalışan görevlilerin
sayısal azlığı, ücretlerdeki seviye düşüklüğü, bu nedenle başka kurumlara
geçişleri, Anayasa Mahkemesinin içerisindeki fizikî sıkıntıyı hemen ifade
etmektedir. Anayasa Mahkemesi
denilince, hukuk devleti adına söylenebilecek çok önemli bir konu da, Anayasa
Mahkemesi üyelerinin seçimidir. Açabileceği bir iptal davasına bakacak olan
Anayasa Mahkemesi üyelerini, yürütme organının başı olan Sayın Cumhurbaşkanının
seçmesi, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan yargı bağımsızlığıyla
bağdaşmamaktadır. Değerli milletvekilleri,
açıkça söylemek ve görmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi üyeliği, bugün, hiç de
çekici değildir. Üye maaşlarının, daire başkanı maaşı seviyesine düşürülmüş
olması, ülkemizdeki ücret dengesizliğinin başka bir boyutudur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Esen, toparlar
mısınız. Buyurun. SEVGİ ESEN (Devamla) -
İvedilikle, yüksek mahkemelerin başkan ve daire başkanlarının üyeliğe
getirilmesi için tek dereceli seçimi yanında, başkan ve üyeler arasındaki maaş
farkı da derhal ortadan kaldırılmalıdır. Değerli milletvekilleri,
önce, kurumları kuran, sonra, onların sesine kulak vermeyen, içten ve dıştan
yıkmak için de özel gayret gösteren yapımız, dilerim ki, demokratik, laik ve
sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin güvencesi olmak durumunda olan
bu güzide kuruma karşı gerekli hassasiyeti gösterecektir. Bu düşüncelerle, 2000
yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Esen,
teşekkür ediyorum. Efendim, birinci tur
bütçeleri üzerindeki gruplar adına konuşmalar tamamlandı. Şahıslar adına yapılacak
konuşmalara geçiyorum. Lehinde, Sakarya
Milletvekili Nezir Aydın?.. Rahatsızlanmış; yok. Aleyhinde, İstanbul
Milletvekili Bahri Zengin; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) Efendim, süreniz 10
dakika; yalnız, soru-cevap da var, iftar vakti de yaklaşıyor; gereğini yapalım. Bu bütçe bitmeden
kapatmayacağım; yüksek iradenize sunup, sizden izin alacağım. Buyurun efendim. BAHRİ ZENGİN (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına, Cumhurbaşkanlığıyla ilgili
konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Tabiî, aleyhte bir
konuşma; ancak, amacımız, Sayın Cumhurbaşkanının iki seneden beri tutumunu
tenkit etmek, eleştirmek değil. Bunun üzerinde durmayacağım; daha çok,
Cumhurbaşkanlığı makamının konumu üzerinde durmaya çalışacağım. Tabiatıyla, Sayın
Cumhurbaşkanının, seçilmeden önce, hepinizin bildiği gibi, Cumhurbaşkanlığı
yetkilerinin fevkalade fazla olduğu ve bu yetkilerin bir kısmının çıkarılması,
azaltılması lazım geldiği konusunda bazı beyanları olmuştu; bunu hepimizi
hatırlıyoruz. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra, bu konularda;
yani, kendi yetkilerinin hangisinin sınırlandırılması gerektiği konusunda daha
geniş bir açıklama yapması gerekirken, hepinizin bildiği gibi, daha çok,
Parlamentonun yetkilerinin kısıtlanması veya üye sayısının azaltılması veya
Seçim Yasası, Siyasî Partiler Yasası gibi, siyasî partilerin dile getirmesi
gereken konular üzerinde durdu. Bunu yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.
Tabiatıyla, ilk zamanlarda, kırmızı ışıktan, Sayın Cumhurbaşkanı geçmedi, durdu
diye, zannediyorum kendisinin de bilgisi yoktur, medya tarafından çok meth
edici ifadelerde bulunuldu. Ancak, bu hususlara değinmek istemiyorum, sadece
şunu söylemek istiyorum: Tabiî, bir Sayın Cumhurbaşkanının kırmızı ışıklarda
duracak kadar vaktinin fazla olduğunu zannetmiyorum. Bunları da bir popülizm
olarak görüyorum. (SP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, 1961
Anayasasında Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri zannediyorum 97 nci madde ile
düzenlenmiş. Bu görev ve yetkiler 1924 Anayasasındakine benzer görev ve
yetkilerdir; fakat, 1982 Anayasasında, bu görev ve yetkilerin iki sayfaya yakın
bir yer tuttuğunu görüyoruz. 1961 Anayasasında bir madde, bir paragraf; fakat,
1982 Anayasasında iki sayfa, yürütmeyle ilgili, yasamayla ilgili ve yargıyla
ilgileri yetkileri arka arkaya sıralanmış. Acaba, bu yetkiler niye bu kadar
artırıldı? Bunun üzerinde durmak lazım. Tabiatıyla, sabahki
konuşmamda da ifade ettiğim gibi, Türkiye'de darbelerden sonra, seçilmiş
organların mümkün olduğu kadar yetkilerini kısıtlayan ve bunları bürokratik
organlara devreden bir anlayış hâkim oldu ve Anayasada bu doğrultuda
düzenlendi. Böyle olunca, tabiatıyla, seçilmiş organlar ve o organların birisi
olan yürütme organı ve onun başında bir siyasî bulunacak, halka karşı sorumlu
bir siyasî parti bulunacak. O halde, Başbakanın yetkilerinin önemli bir
kısmını, Meclisin yetkilerinin önemli bir kısmını, cumhurbaşkanına devretmek ve
cumhurbaşkanını da -ayrıca- bürokratik bir kuşatma altına almak suretiyle, daha
çok, bürokrasinin egemenliğini sürdürmek amaçlandı. Nitekim, bu Anayasa da
böyle dizayn edildi. Şimdi bakıyorsunuz, hangi
cumhurbaşkanı olursa olsun, Parlamentoya karşı -ki, burası halk iradesinin
temsil edildiği yerdir- bir bakıma soğuk davranmaktadır; yani, Parlamentonun
görüşlerine, Parlamentonun ortak birtakım paydalarına karşı duyarsız
davranmayı, sanki o makamın gereği gibi kabul etmekte ve öyle davranılmaktadır.
Bunu da yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Ancak, bu nereden kaynaklanıyor;
bu, kanaatimce şuradan kaynaklanıyor: Bir; cumhurbaşkanı, Anayasada, bildiğiniz
gibi, yedi senelik bir süre için seçiliyor. Bir defa seçiliyor, ikinci defa
seçim şansı yok ve aynı zamanda, Parlamentonun, kendi seçtiği bir organı
denetleme gibi bir görevi de yok; aynı zamanda, Parlamentonun, yine, seçtiği
bir organı veya kişiyi görevden alma gibi bir yetkisi de yok. Böyle olunca,
tabiatıyla, bir kere de seçim yapılınca, o cumhurbaşkanının Parlamentoyla ilgisi
hemen hemen kesiliyor. Ayrıca, bu Anayasa,
anlaşılması mümkün olmayan bir şekilde, sanki, Cumhurbaşkanının, Parlamentoyla
bağlarının koparılmasını arzu ediyor gibi bir anlayışla dizayn edilmiş.
Halbuki, Cumhurbaşkanı da, netice itibariyle, Parlamento tarafından
seçilmiştir. Daha önceki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, demokratik
sistemlerde en üstün otorite halktır, ikinci otorite millet meclisidir.
Elbette, cumhurbaşkanı da, halk iradesine ve aynı zamanda parlamentonun ortak
paydalarına karşı duyarlı olmak durumundadır. Ancak, böyle bir
mekanizma olduğu zaman, yani, parlamento, cumhurbaşkanını denetleyemiyorsa,
cumhurbaşkanını görevden alamıyorsa, ikinci defa seçemiyorsa, bürokratik kuşatma altında olan bir makam,
bürokratik kesimlerin yörüngesine girmek mecburiyetinde kendisini hissediyor. Halbuki, bir
cumhurbaşkanı, daha çok, halk iradesinin temsil edilmiş olduğu parlamentonun
yörüngesinde olmak mecburiyetindedir demokrasilerde ve bugüne kadar da, bu
şekilde, bürokratik kuşatma altında ve bürokratik organlarla işbirliği tercih
edilmiş ve bunların olumsuz sonuçlarını da, hep beraber, zaman zaman müşahede
etmişizdir. Değerli arkadaşlar, bu
Meclisi, tabiî, çok önemli görevler bekliyor. Bakın, bir Anayasa paketini,
Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirdik, bunu başardık, ikinci bir paket
yoldadır. Gelin, elbirliğiyle, bu makamı demokratikleştirelim. Bununla şunu
demek istiyorum: En demokratik ülke olan Amerika'da da, hepiniz biliyorsunuz,
başkan, halk tarafından seçilmiş olmasına rağmen, Senato, gerektiğinde
sorgulayabiliyor ve gerektiğinde görevden alabiliyor; halk adına bunu yapıyor.
Bu, önemli bir şey. Eğer, bu demokratik denetim mekanizmalarını, hem
Cumhurbaşkanı için hem diğer bürokratik kurumlar için, özerk birtakım kurumlar
için getirmez isek, Türkiye'de demokrasiyi tesis etmemiz mümkün olmaz. O bakımdan, önerimiz ne
olabilir; biz, tabiî, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin en uygun
çözüm olduğuna inanıyoruz. Ayrıca, Cumhurbaşkanı, bu
yetkilerini kullanırken, bürokratik kuşatma altında olmaktan çıkarılmalıdır.
Neyi kastediyorum bununla; şunu kastediyorum. BAŞKAN - Sayın Zengin,
toparlar mısınız. BAHRİ ZENGİN (Devamla) -
Toparlıyorum efendim. Mesela, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun 3 üyesini Cumhurbaşkanı belirliyor. Her üye için 3
kişi kendisine öneriliyor. Cumhurbaşkanı orada kendi inisiyatifini kullanmaktan
mahrum; önüne getirilen 3 kişiden birini seçmek durumunda. Bu, bir kuşatmadır.
İşte, bundan kurtarabilmek için, bir, birden fazla seçim esasını getirmeliyiz,
halk tarafından seçilmesi esasını getirmeliyiz ve bir de Parlamentonun, millet
adına denetim mekanizmasını getirmeliyiz; millet adına denetlemeli ve
gerektiğinde salt çoğunlukla dahi olsa, Cumhurbaşkanını görevden alabilmelidir. Bu Parlamento salt
çoğunlukla değil, nitelikli çoğunlukla Anayasayı değiştirdiğine göre, nitelikli
çoğunlukla -gerekirse- Cumhurbaşkanını da veya diğer kurumlardaki yetkilileri
de görevden almaya yetkili olmalıdır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP,
DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -
Cumhurbaşkanımıza da sorsanız Meclisi feshetme yetkisi ister; o ayrı bir şey. TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER
GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, ben de konuşacağım. BAŞKAN - Yok efendim,
aman Başkanım! Efendim, birinci turdaki
görüşmeler tamamlandı. TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER
GENÇ (Tunceli) - Konuşma hakkımız var, niye acele ediyorsunuz? BAŞKAN - Hakkınız var
efendim; ama, soru ve cevaplar var. Buyurun efendim. TBMM BAŞKANVEKİLİ
KAMER GENÇ (Tunceli) - Tamam,
vazgeçtim. BAŞKAN -Efendim, sorulara
geçtik. MUSTAFA GÜL (Elazığ) -
Sayın Genç'i kürsüye isteriz!.. BAŞKAN - Sayın Gül,
müsaade edin, Sayın Genç ne zaman konuşacağını bilir. Sayın Göksu, buyurun
efendim. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, delaletinizle, sayın yetkililere soru sormak istiyorum. İlk sorum
Sayıştay hakkında. Avrupa ülkelerinde
özelleştirme işlemlerinin tamamı Sayıştay denetimine tabidir. Bizde de
özelleştirmeler Sayıştay denetimine tabi midir, tabi değil midir? Yine, Anayasamızın 160
ıncı maddesinde, devlet mallarının denetiminin Sayıştay tarafından yapılması
emredilmektedir. Sayıştayımızın denetimini yapamadığı kuruluşlar var mı, devlet
malları var mı; bunların cevabını istiyorum. Şimdi, soracağım sorular
ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımızadır. Sayın Başkanım, Meclisimizin
yasama ve denetim diye önemli iki görevi var. Bunlardan denetim mekanizmasında
sorular soruyoruz. Bundan birkaç ay önce, İstanbul'da olduğu söz konusu olan
işkenceden dolayı bir soru önergesi verdim, bu soru önergemden sonra,
İstanbul'da bir polis müdürü, benim hakkımda 5 milyarlık tazminat davası açtı;
ayrıca, mahkemeye başvurarak konuşmalarıma ihtiyati tedbir istedi. Ben Meclisin
bir üyesiyim, bir kamu görevlisi, bir milletvekilini susturmak istiyor. Bu tür
kişilere karşı Meclisimizin bir tedbiri var mı? Eğer, bir milletvekiline karşı
bunu isteyen insan, vatandaşa, demek ki her şeyi yapabilir. Dolayısıyla,
Meclisimizin, milletvekillerini susturmak isteyen bu kişilere, hele hele kamu
görevlisi olan bu kişilere karşı ne tür tedbiri vardır, çalışmaları var mı
cevabını istiyorum? İkinci sorum: Geçen yıl
Mecliste kurulan bir araştırma komisyonu YÖK'ü araştırdı, YÖK Başkanı ve
İstanbul Üniversitesi Rektörü hakkında onlarca suç isnadında bulundu; ama, ne
hikmetse, bunu, bir türlü Genel Kurula getirmiyor Meclis Başkanımız. Biz,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsi manevisini korumak durumundayız.
Atatürk'ün "En büyük eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin
üyelerinden bu raporu uzak tutmamak durumundayız. Bu raporu ne zaman Meclis gündemine
getireceksiniz ve gereğini yapacaksınız Sayın Başkanım? BAŞKAN - Efendim, bu
sorular biraz kısa olursa iyi olur; diğer arkadaşlar var. Efendim, soruşturma
komisyonunun raporu gündemde; ama, Danışma Kurulundan bir konsensüs çıkmadığı
için görüşülmüyor. Meclis Başkanımızın kabahati yok. Buyurun. MAHMUT GÖKSU (Devamla) -
Gelen ziyaretçilerimizin, yağmurda, yaşta dışarıda beklediğini görüyoruz.
Bazen, ellerinde çok basit bir evrakla bile içeriye girmekte zorlanıyorlar.
Geçenlerde bir müfettiş arkadaşımız kızının davetiyesini getirdi; ama,
getirmekte çok zorlandığını söyledi. Ziyaretçilerin bu makul ziyaretlerini daha
da kolaylaştırıcı tedbirleriniz var mı? Bir de RTÜK'e soru sormak
istiyorum: Sayın Başkanım, millet
bir dilim ekmeğe muhtaç, gece saat 3'lerde ekmek kuyruğundayken, az sayıda bazı
insanlar, geceleri tabak kırarak, ceketini yırtarak, su gibi para harcayarak
toplumun moralini bozmaktadırlar. Televole gençliği meydana getirmek isteyen,
gece sabahlara kadar eğlenen bu insanların ekrandan gösterilmemesi için bir
tedbiriniz var mı? Açlık ve sefaletin diz
boyu olduğu bu dönemde, bu tür gösterilerin, bu tür yayınların toplum açısından
zararlı olduğu kanaatindeyim. Bir tedbiriniz varsa cevabınızı bekliyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Ateş,
buyurun efendim; yalnız, siz, herhalde, Sayın Göksu gibi uzun sormayacaksınız. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Başkanvekiline sorularımı sormak istiyorum. Bugün ülkemiz, birbiri
ardına yaşanan krizler dolayısıyla, ekonomik ve sosyal olarak kaos ortamına
sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu durumun temelinde, ülkemizin iyi yönetilememesi
ve bunun neticesinde de, âdeta kurumsallaşarak sektör haline gelen yolsuzluklar
yatmaktadır. Bugüne kadar, bu
mevzularla ilgili olarak, başta Başbakan Sayın Ecevit ve bakanlarına sorduğum
yazılı soru önergelerime "banka ve müşteri sırrı... Yetkili mercilerin
dışındakilere açıklanması mümkün bulunmamaktadır" gibi gerekçelerle cevap
verilmemektedir. Bu izahlarımın ışığı
altında birinci sorum: Ülkemize kredi veren IMF ve Dünya Bankası gibi
uluslararası finans kuruluşları, başta Merkez Bankası olmak üzere, parayla
ilgili olan her türlü kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemekle, kalmayıp,
paranın yönetimine istedikleri gibi hükmetmektedirler, hatta daha da ileri giderek,
arzu ettikleri kanunları çıkardıkları gibi, zaman zaman da onur kırıcı
davranmaktadırlar. Bunlara karşılık, denetim mekanizmasının başı olan Türkiye
Büyük Millet Meclisinin üyelerinin sorularına cevap verilmemesini nasıl izah
ediyorsunuz? İkinci sorum: Bu durumu,
Atatürk'ün söylediği, Genel Kurulun duvarında da yazılı olan "Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir. Bu yetki, millet adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinin üyeleri tarafından kullanılır" ilkesiyle bağdaştırabiliyor
musunuz? Üçüncü sorum: Ülkemizin
şeffaf bir yönetime kavuşması için, öncelikle, bilgi edinme özgürlüğünün
önündeki engellerin kaldırılması lazımdır. Siyaset kurumunun başı olarak, bunun
sağlanmasına öncülük etmeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, kısa, orta ve
uzun vadeli tedbirleriniz nelerdir? BAŞKAN- Teşekkür
ediyorum... AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Sayın Başkan, dördüncü ve son sorum olarak, Mahmut Göksu Beyin sorduğu soruyu
değişik açıdan sormak istiyorum: YÖK Araştırma Komisyonu tarafından onyedi ay
önce Başkanlığınıza teslim edilen rapor, bugüne kadar neden Genel Kurulda
görüşülmemiş?.. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum; mesele anlaşılmıştır. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Bitiriyorum efendim bir dakika... Sayın Başkan, bir dakika... Görüşülmesi neden temin
edilmemiştir? Meclis iradesiyle kurulmuş olan bir komisyon raporunun, aradan
onyedi ay geçmesine rağmen, bugüne kadar Genel Kurulda görüşülmemiş olması,
Meclis iradesine saygısızlık değil midir, görevi ihmal ve suiistimal değil
midir?! Ben teşekkür ediyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, ben de,
lütfen, üyelerden rica edeceğim... Hakkın suiistimali bu... Bir sual... İki
sual... Sayın Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Meclis Başkanıma, RTÜK Başkanıma ve
Cumhurbaşkanlığı temsilcisine sormak istiyorum. Birinci sorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisinde milletvekili odalarına bilgisayar sistemi kurulması ne
zaman olacaktır? Çünkü, Türkiye'deki her memurun masasında varken, maalesef,
milletvekilleri el yazıları ile kalemleriyle bu işleri yapmaktadırlar. Bu
konuyu ne zaman değerlendirecekler? Bir de, Teşkilat Yasasında, bilgi işlem
personeline yer verilecek mi? İkinci sorum Salkım
Hanımın Taneleri filmiyle ilgili; Türk Milletinin gururunu rencide eden bu
filmin TRT'de gösterildiği söylenmektedir. Acaba, RTÜK, bu konuyla ilgili bir
denetim yapmayı düşünmekte mi? Üçüncü sorum:
Cumhurbaşkanlığına gönderilen YÖK'le ilgili Araştırma Komisyonu dosyasının 1
yıldan beri bekletildiği söylenmektedir. Acaba, Sayın Cumhurbaşkanımız, diğer
konularda gösterdiği hassasiyet gibi, bu konuda da, Devlet Denetleme Kurulu
üyelerini devreye sokup, bu yolsuzluklar üzerine göndermeyi düşünmekteler mi ? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Aktaş, buyurun. NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep)- Sayın Başkan, Meclis Başkanıma soruyorum: 1. Türkiye Büyük Millet
Meclisi bütçesinde ne tür bir tasarruf yapmayı düşünüyorsunuz? 2. Genel Kurul düzenlemesiyle ilgili yargı
safhası ne durumdadır? 3. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Vakfı hakkında usulsüzlük iddiaları var; denetim sonucu nedir ? 4. Milletvekilleri, sayın
bakanlara, cevaplandırılması isteğiyle soru önergeleri veriyorlar; ancak,
bunların büyük bir çoğunluğu, zamanında cevaplandırılmadığı gibi cevapsız da
bırakılıyor; bu hususta bir tedbiriniz var mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Saray buyurun
efendim. GÖNÜL SARAY ALPHAN
(Amasya)- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Delaletinizle Sayın
Meclis Başkanıma sormak istiyorum. Önemli bir konu olduğu için yinelenmiş de
olabilir. Sekiz yıllık zorunlu
eğitimin ana enstrümanlarından birisi olan bilgisayarlı yaşamın, demokratik
sistemin yegane okulu olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri için
sağlanmamış olmasını, yalnızca tasarruf tedbirlerine mi bağlamaktasınız? İkinci Dünya Savaşının
büyük buluşlarından birisi olan daktiloların, bu çağda bilgisayarlar yerine,
milletvekillerine tahsisinin, saygınlığı konusunda çok hassas olduğumuz
kurumumuza hangi ölçüde saygınlık kazandırdığını düşünüyorsunuz? Son olarak, internet
teknolojilerinden ilkokul çocuklarının yararlandığı bu çağda,
milletvekillerinin de bilgisayar istemesi, sizce çok kişisel ve lüks bir talep midir ? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Şahin, buyurun. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul)- Sayın Başkanım ben de teşekkür ediyorum. Sorumu, Sayın RTÜK
Başkanımıza tevcih ediyorum. Efendim, ülkemiz,
ekonomik olarak ciddî bir kaynak sıkıntısı içerisinde. Bu bağlamda soruyorum:
Özel televizyonların frekans ihaleleriyle ilgili durum hangi noktadadır?
Bilindiği gibi, bir ara, RTÜK, bu konuda ihaleye çıktı, sonra, yürütmenin
durdurulması kararıyla karşılaşıldı. Şu anda, o dava hangi aşamadadır? Frekans
ihaleleri, yapılabilecek noktaya gelmiş midir, bu konuda ne düşünüyorsunuz;
birinci sorum bu. İkinci sorum da, Sayın
Meclis Başkanvekilime. Bilindiği gibi, Sayıştay üyelerini Türkiye Büyük Millet
Meclisi seçiyor ve Sayıştayımız, Meclisimiz adına denetim görevini yapıyor.
Acaba, ilgili yasalarda bir değişiklik yapılarak, parti gruplarına veya
milletvekillerine, herhangi bir kurumdaki suiistimal ve yolsuzluklarla ilgili,
Sayıştaya müracaat ederek, denetim yapma imkânının sağlanması yararlı olabilir
mi? Bu konuda Meclis Başkanlığımız bir düşünce içerisinde mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, süremiz
dolmak üzere. Birinci tur görüşmelerin sonuna kadar sürenin uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın Güven buyurun; çok
kısa rica edeceğim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Efendim, benim sorularım, daha ziyade, milletvekillerinin onurunu korumaya
ilişkindir. BAŞKAN - Tabiî, buyurun
efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - 1 -
30 Ağustos, 29 Ekim ve 10 Kasım tarihlerinde, Anıtkabiri ziyaret için hiçbir
milletvekiline davetiye gönderilmemiştir. Sayın Meclis Başkanının, bu konudaki,
acaba, ilgisi veya ilgisinin derecesi nedir diye soruyorum; bir... BAŞKAN - Bilgisi ve
ilgisi... TURHAN GÜVEN (İçel) - 2 -
Yine, milletvekili arkadaşlarımızdan gelen bazı istekler çerçevesinde
söylüyorum. Saat 19.00'dan sonra, milletvekillerinin Meclise girmekte sıkıntı
çektikleri ifade edilmektedir. BAŞKAN - Doğru. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Bunun kaynağı nedir? Bu Meclisi koruyanlar, acaba, milletvekillerinin
haysiyetini, şerefini ve kendilerini mi koruyorlar, yoksa dört duvarı mı
koruyorlar?! O yüzden, görevlilerden bunun da sorulmasını Meclis Başkanından
istiyorum. 3 - Bugünkü gazetelerde
bir haber var. Biz kendi onurumuzu koruyalım derken; Sayın Başbakanın bir
genelgesi, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren, milletvekillerine tanınan bazı hakların
tamamen ortadan kaldırılmasına ilişkindir. Sayın Meclis Başkanının bu konuda
bir bilgisi var mı veya herhangi bir tesadüf neticesi öğrenmiş mi? Öğrenmişse
ne yapmıştır? Uçaklarda indirim kaldırılmış, telefonlarda kaldırılıyor; yani,
milletvekillerinin, 60-70 yıldan beri kendilerine tanınan haklardan tamamen
yoksun bırakılması olayına Sayın Meclis Başkanı ne diyor? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Müsaade ederseniz, son
soruyu da, Sayın Başkanım delaletinizle, ben soruyorum RTÜK Başkanlığına... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Olmaz!.. BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Bugün, Emin Çölaşan'ın
yazısında çok önemli bir hadise var: Ankara Film Festivalinin broşürü; o
broşürle ilgili... Evet, sizi broşür alakadar etmez; ama, o broşür,
televizyonlardan reklam amacıyla yayınlandığı için, sizi alakadar ediyor.
Orada, ben, burada zabıtlara geçmemesi için söylemiyorum; ama, bizim güneydoğu
bölgemize, yabancı haritalarda da geçen, İngilizce bir tabir kullanmışlardır;
bunu nasıl karşılıyorsunuz?! Bütün Meclis adına, bu hassasiyetimizi dile
getirdim. Yani, İngilizce'de diyor ki "5 yaşındaki bir Kürdistan
kızı." Alt kimlik başka şeydir; Kürt meselesi, Kürt tabiri... Türkiye'de,
film festivalinde çıkan bir broşürde, bir bölgeye "Kürdistan" adı
verilmesi inanılmaz derecede korkunçtur ve bu çok önemlidir. Başbakanlığın da
bu konuya el atması gerekiyor ve Sayın Karakoyunlu'da, herhalde, bunun üzerinde
hassasiyetle durur diyorum. Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. (MHP sıralarından "Bravo Sayın Başkan" sesleri, alkışlar) TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER
GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın milletvekilleri,
kıymetli vaktinizi almamak için, size 30 dakikalık bir tasarruf sağladım -bu
iyiliğimi de unutmazlar arkadaşlar herhalde- onun için, kürsüde konuşmadım. Arkadaşlarımızın bazı
sorularına cevap vermek istiyorum. Şimdi, evvela, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin yetkisi ile Meclis Başkanının yönetim yetkisini
birbirinden ayırmak lazım. Şimdi, gündemi belirleme yetkisi, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanına aittir; ancak, gündemi uygulama yetkisi de, partilerin
gruplarına aittir. Hepimiz biliyoruz, Meclis Başkanımız bir gündem düzenliyor;
o geliyor, Genel Kurulda, daha ziyade hükümetin de tasvip edeceği şekilde
burada değiştiriliyor. İşte, bu YÖK Araştırma Komisyonu raporu da Danışma
Kuruluna götürüldü; ama, geldi, Genel Kurulda reddedildi; hatta, hatırladığım
kadarıyla, bir grubumuzun önerisidir. Bu gibi hallerde, Meclis Başkanımızın
yapacağı bir şey yoktur; dolayısıyla, buradaki irade, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki çoğunluğu elinde bulunan siyasî iktidarın yönlendirmesiyle açığa
çıkıyor; bunları iyi şey etmek lazım. Değerli
arkadaşlarımızdan, mesela, Meclis Kampusüne girilemeyeceği yönündeki bir
söylenti, bence, şayiadan ibarettir. Hiç kimse, milletvekillerinin Meclise
girmesini engelleyecek bir gücü kendisinde bulamaz; bunu, herkesin bilmesi
lazım. Yine, Vakıfla ilgili;
Sayın Genel Sekreterimizden aldığımız bir bilgiye göre, bu Vakıf denetimi
yapılmış; fakat, herhangi bir usulsüzlük tespit edilmemiş; ancak,
arkadaşlarımızın, bu konuda, ellerinde delil ve herhangi bir bulgu varsa,
bunları da getirirlerse, üzerinde, Meclis Başkanlığı olarak duracağız. Biliyorsunuz, daha önce,
Meclis bütçesinde, ciddî birtakım tenkitler yapılıyordu. Şimdiye kadar -sözcü
arkadaşlarımızı dinledik- Meclis Başkanlığının yönetimi ve icraatına yönelik
olarak ciddî bir eleştiri gelmedi. Biliyorsunuz, bundan önce, bazı uygulamalar
yapılıyordu. İşte, Meclis Başkanlık makamına gelen bazı başkan arkadaşlarımız,
hemen, seri şekilde, yandaşlarını, işte, Meclise dolduruyorlardı, Mecliste çok
ciddî bir kadro şişkinliği olmuştu. Çok şükür, bu, son zamanlarda olmadı;
olmamasını da diliyoruz. Özellikle, Meclisteki bu kadro şişkinliğinin zaman
içinde de eritilmesini istiyoruz; eğer, bir tasarruf yapılacaksa, tabiî ki, bu
tasarrufun evvela Meclisten yapılması lazım. Değerli arkadaşlar,
hepimizin, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını korumak, evvela
milletvekilinin görevidir. Hepinizin bildiği gibi, maalesef, basınımızda bazı
kişiler, Türkiye Büyük Millet Meclisini, maalesef, hedef almışlardır, zaman
zaman da kötülüyorlardır. Hele, o bazı basın organlarında çalışanlar,
televizyonlara çıkıyorlar, milletvekillerine, ağza alınmayacak şekilde
hakaretler yapıyorlar, çok sorumsuzca duygular içinde ve iftirayla, bilgisizlik
içinde konuşuyorlar. Bunun önlenmesi için Meclis Başkanlığımız bir ekip
oluşturdu. İşte, bu ekipler, bunların yayınlarını yakından izliyorlar ve
herhangi bir suretle, Millet Meclisine ve milletvekillerine hakaret vaki olduğu
takdirde, onu, ilgili milletvekili ya ikaz ediyor; Meclisin manevî şahsiyetine
ve milletvekilinin geneline yaygın bir hakaret ise, bunu da, kendileri,
bizatihi mahkeme nezdinde, çeşitli kurumlarda bunların hakkını aramaya gayret
ediyorlardır. Tabiî, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, bence, yüce bir kurumdur; bu yüce kurumun gücünden, evvela,
hükümetin istifade etmesi lazım. Hükümet, uluslararası alanlarda, kendisini
zayıf hissettiği konularda, bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücüne sığınmalıdır.
Mesela, Avrupa güvenlik ve ülke savunma kimliği veya politikası konusunda;
işte, dün, birtakım basında, Türkiye'nin eski görüşünden vazgeçtiği şeklinde
birtakım yayınlar yapıldı. Bakın, ben Yunanistan'a
gittim. Değerli arkadaşlar, Yunanistan'da, Batı Trakya'da Türkler var. Bu
Türkleri... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Efendim, bir dakika yani
tahammülsüzlük göstermeyin bir iki şey söyleyelim canım. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Başkan olarak konuş. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen
Meclis Başkanvekilisin... TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, siz mi bizi
yönlendiriyorsunuz! BAŞKAN - Sayın Karahan,
lütfen efendim... İstirham ederim. TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Birtakım gerçekleri
vurgulamak istiyorum. Değerli arkadaşlar,
Türkiye her ihtimali göz önünde tutmak zorundadır. Mesela, Batı Trakya'da,
oradaki Türklerin malını ve mülkünü elinden almak için o kadar büyük tertipler
var ki, bir yere gittik, bir vatandaşa gitmişler arazisini almak için 2 milyon
drahmi teklif etmişler, adam vermemiş; ama, 20 milyon drahmi verince adam
getirmiş vermiş. Yani Kıbrıs'ta...
İngilizlere güvenmemek lazım. İngilizlerin Kıbrıs'ta üsleri var, peki, şimdiye
kadar niye bu üslerine sahip çıkmıyorlar ve Kıbrıs'ta garantör devlet olmasına
rağmen, Türkiye'yi ve oradaki Türkleri yalnız bırakıyorlar? Yani ben bunları...
Bazılarının hoşuna gitmiyor da, bir tarihî gerçek bunlar. Türkiye'nin
geleceğini herkes düşünmek zorunda; Türkiye bizim... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Meclisle ne alakası var Kıbrıs'ın? TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin her konuda
bilgilendirilmesi lazım, karar alınması lazım, bazı meselelerin burada enine boyuna
tartışılması lazım; ama, bakıyorum, iktidar grubu çok tahammülsüz. Ben, bunları
kürsüde söylemedim, burada sorulara cevap verirken, bu Meclisin itibarını böyle
koruyacağız; herkes Meclisin itibarının gölgesine sığınacak, gücüne sığınacak
ve ondan da yararlanacak. Hükümetlerin yabancı heyetler karşısında, devletler karşısında
pazarlık güçleri olmayabilir, zayıf olabilir; ama, Meclisi yanına aldığı zaman,
daima bu güç fazladır. Ben tekrar, bu konuda
konuşan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Elbetteki, bilgisayar
konusunda, milletvekillerinin de bu çağın teknolojisinden en iyi şekilde
yararlandırılması gerekir; tabiî, bunu, Başkanlık Divanına götüreceğiz,
konuşacağız, şartlar el verirse bunu da sağlarız; ama, biliyorsunuz ki, en ufak
bir şeyde, hemen, basında, milletvekilleri sanki çok büyük bir ikramda
bulunuyormuş gibi, suiistimal yapıyormuş gibi, Parlamentonun itibarı
zedeleniyor. Mümkün olduğu kadar, Meclis yönetimi, herhangi bir izahatta
bulunurken, bunlardan da sakınmak durumunda kalıyor. Bu itibarla, biz,
tenkitleri yapan arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Sayın Göksu, sizin de
meselenizi ayrıca Meclis Başkanımıza intikal ettireceğiz. Eksik verdiğimiz cevaplar
nedeniyle arkadaşlarımıza yazılı cevap verilecektir. Zaten, Sayın
Cumhurbaşkanımızla ilgili tenkitlere Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin bize
ifade ettiğine göre, kendileri de yazılı cevap vereceklerdir. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Cevap vermiyorsunuz ki!.. TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu kadar
da sabırsız olmayın; dinlemek de, bazen, insanlara bazı şeyler kazandırıyor! Saygılar sunarım. BAŞKAN - Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum. Efendim, İçtüzüğümüze
göre, diğer kurumlar suallerinize cevap veremiyor, Cumhurbaşkanlığı size yazılı
cevap verecektir; ancak, İçtüzüğün 62 nci maddesinin son fıkrasındaki
"Sayıştay Başkanı veya yetkilendireceği daire başkanı ya da üye,
gerektiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisine açıklama yapabilir" hükmüne
göre, Sayıştay Başkanvekili Sayın Necip Pekçevik'e söz veriyorum efendim; çok
kısa cevap verirseniz minnettar kalırım. SAYIŞTAY BAŞKANVEKİLİ
NECİP PEKÇEVİK - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; saygılar sunarak,
Sayın Göksu'nun sorularını cevaplandırmak istiyorum müsaadenizle. Şimdi, özelleştirme
işlemleriyle ilgili soru sordular. Özelleştirme İdaresinin giderleri Sayıştayın
denetimine tabidir; ancak, özelleştirme işlemleri, kanun hükmü gereğince,
Sayıştayın denetimine tabi değildir. Biz, sadece, Özelleştirme İdaresinin
giderlerini incelemekteyiz. Sayın Göksu'nun ikinci
suali; devlet mallarının denetimiyle ilgili iki husus var: Biri, hukuken,
Silahlı Kuvvetlerin harp araç ve gereçleri, kanun hükmü gereğince bizim
denetimimize tabi değildir. Artı, bir de fiilen yapamadığımız bir denetim var,
bu konuda da bir bilgi arz etmek istiyorum. Maliye Bakanlığı, kamu
gayrimenkulleriyle ilgili bir envanter henüz çıkarmış değil. O nedenle, fiilen,
kamu gayrimenkulleriyle ilgili denetimi yapamıyoruz bu imkânsızlıktan dolayı. Sayın Başkanım, eğer
müsaade ederseniz, bir de, çok kısa olarak Sayın Turhan Tayan Beyin bir
ifadesiyle ilgili bilgi vermek istiyorum. Bizim Sayıştayın hazırlamış olduğu
raporlar, Genel Kuruldan geçtikten ve de Sayın Meclise sunulduktan sonra,
kamuoyunu bilgilendirmek üzere -Sayıştayımızın bir web sitesi vardır-
Sayıştayımızın web sitesine verilmektedir; ama, kesinlikle, Genel Kuruldan
geçmeden böyle bir şey söz konusu olmaz. Arz ederim. BAŞKAN - Sayın Pekçevik,
teşekkür ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
görüşmeler bitmiştir. 1 inci turda yer alan
bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
RTÜK'le ilgili sorular vardı Sayın Başkan? BAŞKAN - Efendim, RTÜK
cevap verebilir mi! Bunu sormayın diye peşinen izah ettim; 62 nci maddeyi
okudum, ancak Sayıştay Başkanı cevap verebiliyor, diğerleri -ben de sordum-
bana dahi cevap veremiyorlar. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Yazılı olarak cevap versinler. BAŞKAN - Yazılı
verecekler efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Siz
RTÜK'ten bahsetmediniz Sayın Başkan, sadece, Cumhurbaşkanlığından bahsettiniz. BAŞKAN - Aynı şey efendim
"burada oturan memurlar" dedim efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O
zaman, diğer kurumlar da deyin. BAŞKAN - Diğer
kurumlar... Peki efendim. İftar vakti geldi, insaf edin... LÜTFİ YALMAN (Konya) -
"Salkım Hanımın Taneleri"yle ilgili bir açıklama yaparlarsa çok iyi olur. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Sayın Başkan... LÜTFİ YALMAN (Konya) -
Denetleme Kurulunun raporu yayınlanmadan TRT'de yayınlanıyor. BAŞKAN - Hiç duymuyorum
efendim, hep beraber nasıl konuşuyorsunuz!.. Yazılı cevap verecekler. Sayın Ateş, buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
"İçtüzüğümüze göre buradaki arkadaşlarca cevap verilemez" deyip,
sorduğum sorulara cevap alamadığımı... BAŞKAN - Hayır efendim,
aşk olsun!.. Ben, 62 nci maddeyi okudum; onlar size cevap veremiyor. Büyük
Millet Meclisinde kimin konuşacağı İçtüzükte yazılı. İstirham ederim, bankaları
koruyacak halim yok. Zatıâlileriniz bunu Sayıştaya sorsaydınız, Sayıştay
Başkanvekili cevap verirdi. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Ben, Başkana sorduğum sorulara cevap alamadım. TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER
GENÇ - Sayın Başkan, bu konuda İçtüzüğümüzde zorlayıcı bir hüküm yok; o zaman,
zorlayıcı hükümler getirmek lazım. Hükümet sorulara cevap vermiyorsa, kaçamak
cevap veriyorsa, bunu zorlayıp Meclisin iradesini tecelli ettirmeye yardımcı
olmak lazım. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, o zaman, soru sormanın bir anlamı kalmıyor. BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, kurumların muhterem temsilcileri, zatıâlilerinizin, hepinizin
sorduğu sualleri not ettiler, bunları size yazılı -teamül böyle- cevap
vereceklerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da bizatihi bunu takip
edecek, size ulaşıp ulaşmayacağını da ifade edecektir. Tamam efendim. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI 1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C
E T V E L İ
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Böylece, Türkiye Büyük
Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun
toplam 164 905 000 000 000 lira gider ve aynı miktarda gelirle bağlanan 2002
malî yılı bütçesi ve ekleri ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli
3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır. Yüce bilgilerinize arz
olunur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) CUMHURBAŞKANLIĞI 1. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Cumhurbaşkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Sayıştay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI 1. - Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Sayıştay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Sayıştay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Sayıştay
Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayıştay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Hayırlı olsun efendim. Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI 1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay
Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000
malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sayın milletvekilleri,
birinci tur görüşmeler tamamlandığı için, birleşime saat 18.00'e kadar ara
veriyorum ve toleransınız için teşekkür ediyorum. Kapanma Saati: 16.20 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 18.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY
(Gaziantep) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum. İkinci tur görüşmelere
başlıyoruz. İkinci turda Başbakanlık,
Diyanet İşleri Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı bütçeleri yer almaktadır. III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898,
3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) E) BAŞBAKANLIK 1. - Başbakanlık
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı F) DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI 1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI 1. - Hazine Müsteşarlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde. Hükümet?.. İki kişiyle
yerinde. Sayın milletvekilleri,
22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların
gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her turda soru-cevap için 20 dakika
ayrılması kararını almıştık; ancak, bu gerekçeli sorular diğer arkadaşlarınızın
hakkını alıyor. Lütfen, daha evvel düşünün, tek kelimeyle sorun. Buna göre, bu turda yer
alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin,
görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmeleri için şifrelerini yazıp,
parmak izlerini tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonda kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan
milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler
bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden
soracaklar; sorma işlemi 10, cevaplama işlemi 10 dakika olmak üzere, toplam 20
dakikadır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiğinde diğer arkadaşlarımızın
soru sorma imkânları doğabilir. Bilgilerinize sunulmuştur
efendim. İkinci turda gruplar adına
ilk konuşmacı, Saadet Partisi Grubu adına Bayburt Milletvekili Sayın Suat
Pamukçu; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Ben, 30 dakikaya göre
ayarlayayım efendim; sizler, üç kişisiniz, tahmin ediyorum 10'ar dakika
konuşacaksınız. SP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU
(Bayburt) - Evet efendim. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde Saadet Partimizin
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayız; bilvesile, sizlerin ve aziz
milletimizin ramazanını ve yaklaşan bayramınızı tebrik ediyorum. Ramazanın ve
bayramın, milletimizin, İslâm âleminin ve bütün insanlığın saadetine vesile
olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Başbakanlık bütçesiyle
ilgili konuşacak fazla bir şey yok; zira, ortada bütçe diye bir şey yok.
Başbakanlığın adı var; etkisi de, yetkisi de yok. Bu ülkedeki hantal yapının en
bariz örneği, Başbakanlık ve devlet bakanlıklarıdır. Dış ticaretten
denizciliğe, hazineden sosyal ve kültürel mal ve hizmet üretimine kadar görev
yapan bir yığın kuruluş, Başbakanlığa bağlanmıştır. Bütün bu görevler, devlet
bakanlıkları marifetiyle yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Devlet
bakanlıklarının teşkilat yapıları müsait olmadığından sevk ve idare yetersiz
kalmaktadır. Ülkemiz için son derece önemli hizmetler, bu hantal yapı
içerisinde, maalesef, yerine getirilememektedir. Dolayısıyla, Başbakanlığa
bağlı bütün kuruluşlar, derhal icracı bakanlıklara bağlanmalıdır. Başbakanlık,
bakanlıklararası koordinasyon görevi görecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Ortada konuşulacak bütçe
olmadığına göre, Başbakanlık makamı, ülkenin sevk ve idaresinden sorumlu
olduğuna göre, muhalefet partisi olarak, ülkenin hal ve gidişiyle ilgili
düşüncelerimizi, milletimize karşı taşıdığımız sorumluluk gereği ifade etmek istiyorum.
Her şeyden önce, Saadet Partisi olarak gayemiz, bütün insanlığın saadetidir;
yaşanabilir bir dünyanın kurulmasıdır. Yaşanabilir bir dünyanın oluşmasının
yolu da, yaşanabilir bir Türkiye'nin oluşmasından ve yeniden, büyük Türkiye'nin
dünya siyasetinde etkin rol üstlenmesinden geçer. Bugün, dünyanın hali
ortadadır. İşte Kıbrıs: Neler konuşuyoruz; gazete başlıklarını okuyorum:
"Kıbrıs, Ecevit zamanında geldi, onun zamanında gidiyor." "Yine
silah ambargosu olabilir" diyor Dışişleri Bakanımız, âdeta düşmana yol
gösterir gibi. "Türkiye'nin Kıbrıs'ı ilhakı, Avrupa toprağının bir
parçasının ilhakı demektir." Kim diyor bunu; Kızıl Dany denen Daniel
Cohn-Bendit. İşte Afganistan: Yaklaşık iki aydır, masum Afgan halkının üzerine
bomba yağıyor, Afgan halkı birbirini kırıyor, toplu katliamlar yapılıyor. İşte
Amerika Birleşik Devletleri: Terör saldırılarında binlerce masum Amerikalı
öldürülüyor, insanların vicdanları sızlıyor ve işte Filistin, işte Irak... Mr.
Bush "Afganistan sadece başlangıç" diyor. Yanı başımızda bölgemiz ve
dünya yeni bir felakete sürükleniyor. Sayın milletvekilleri,
çok değil dörtbuçuk yıl önce, Türkiye, yaşanabilir bir dünya için, 6 yıldızlı
sloganıyla D-8 projesini başlatmıştı. Nereden nereye geldik. İnisiyatif
kullanabilen, 8 büyük İslam ülkesini bir araya getirmek suretiyle büyük bir
adım atan Türkiye'den, yanı başında olup bitenleri dahi anlamaktan aciz, şaşkın
bir Türkiye... Neydi D-8'lerin 6
yıldızlı sloganı: 1 - Çatışma, sürtüşme ve gerginlik değil,
diyalog, uzlaşma ve barış, 2 - Çifte standart ve ayırımcılık değil,
eşitlik ve adalet, 3 - Sömürü değil, adil paylaşım ve samimî
yardımlaşma, 4 - Baskı ve dayatma değil, demokrasi ve insan
hakları, 5 - Çıkarcılık ve maddecilik değil, ahlak ve
maneviyat, 6 - Anarşi ve düzensizlik değil, sözleşmelere
sadakat. 54 üncü Sayın Erbakan
Hükümeti yıkılmasaydı, yaşanabilir bir dünya için, saydığımız ilkeler ışığında,
D-8'ler ile G-7'ler, bir yıl sonra, bir konferansta ikinci adımı atacaklardı.
Bırakın yaşanabilir bir dünyayı, yeniden büyük Türkiye nerede? Sayın milletvekilleri, bu
ülkede bir zamanlar, çok değil dörtbuçuk yıl önce, büyük liman projeleri,
tüpgeçitler, hızlı tren projeleri, her ile havaalanı, serbest bölgeler, büyük
doğalgaz projeleri, petrol boru hatları konuşuluyordu. 54 üncü Sayın Erbakan
Hükümeti, yeniden büyük Türkiye'nin inşaı için, 120 milyar dolarlık projeler
hazırlamıştı. Başbakanlıkta, Flaş Yatırımlar Başmüşavirliği, Havuz İşleri
Başmüşavirliği, Stratejik Projeler Başmüşavirliği, Özelleştirmeyi İzleme
Başmüşavirliği ve İsrafla Mücadele Başmüşavirliği ihdas edilmişti. Ya şimdi ne
konuşuyoruz; kapatılan havaalanlarını, iptal edilen uçak seferlerini, borç
batağında kıvranan bir Türkiye'yi ve "köy-kenti hafife alanlar
yanıldıklarını anlayacaklardır" diyen bir Başbakanı. Siz kim, yeniden büyük
Türkiye kim?! Bırakın, yaşanabilir bir dünyanın öncüsü olmayı; bırakın, yeniden
büyük Türkiye için atılan ve atılacak adımları, bu Başbakan zamanında ülkemiz
yaşanabilir olmaktan çıkarılmıştır. İşte, size, rakamlar:
Bütçe açığı dörtbuçuk yıl önce sıfır, şimdi gayri safî millî hâsılanın yüzde
15,1'i. Gayri safî millî hâsıla dörtbuçuk yıl önce 200 milyar dolar, şimdi 153
milyar dolar. Faizin gayri safî millî hâsılaya oranı dörtbuçuk yıl önce yüzde
7,73, şimdi yüzde 22,22. Faizin vergilere oranı dörtbuçuk yıl önce yüzde 48,
şimdi yüzde 116; yani, vergiler artık faize yetmez olmuş. Borç, gayri safî
millî hâsılanın yüzde 59'u, şimdi yüzde 118'i. Ülke, üretimini borçlarını
kapatacak seviyeye ulaştıramıyor. Borç stokumuz dörtbuçuk yıl önce 110 milyar
dolar, şimdi 181 milyar dolar. Ülkeyi nasıl bu hale getirdiniz?! Üç yıllık istikrar
programı dediğiniz IMF reçetesi ne sonuç verdi? İşte, programın iki yıllık
karnesi: Bütçe açığınız 2000 yılında yüzde 9,3, şimdi yüzde 15,1. Enflasyonu
yüzde 29'dan, yüzde 80'e çıkarmışsınız. Sizin programınızı okuyorum. Büyüme
hızını artı yüzde 6'dan, eksi yüzde 8,5'e getirmişsiniz. Gayri safî millî
hâsıla 199 milyar dolardan, 153 milyar dolara düşmüş. Faizin gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 17'den, yüzde 22'ye çıkmış. Faizlerin vergiye oranı yüzde
79'dan, yüzde 16'ya çıkmış. Borç, gayri safî millî hâsılanın yüzde 86'sından,
yüzde 118'ine çıkmış. Borç stokunuz da 172 milyardan, 181 milyara çıkmış.
İstikrar programınızın karnesi bu. İki yıllık uygulamadan
sonra aynı programda ısrar niye?! Ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkardınız. İşte,
gerçekler... Gazeteler ne yazıyor: "IMF uyardı." Ne yapacakmışız:
Memuru azaltacakmışız, maaşını kısacakmışız. Sadece ekonomiyi kurtarsın diye
getirdiğiniz Sayın Derviş'in bakanlığı döneminde bile enflasyon yüzde 30'dan,
yüzde 80'e çıktı. İçborç 44 katrilyondan, 110 katrilyona çıktı. Dışborç 100
milyar dolardan, 112 milyar dolara çıktı. İşadamı Halis Toprak "beni faiz
bitirdi" diye isyan ediyor. Ekmek kamyonu peşinde koşan 8-10 yaşındaki
çocuklar. ramazanda iftar çadırlarında oluşan kuyruklar... Şu kafaya bakın...
Burada, bu kürsüde ne diyor Sayın
Derviş: "Böyle bir borç yükünden kurtulmak için iki araç var."
Neymiş bunlar; sıkı maliye politikası; yani, faizdışı fazlayı büyütmek. Diğeri
de, kısa vadeli borçları, daha uygun maliyetli uzun vadeli borçlarla ödemek.
Kafalarında sadece rantiyeye hizmet olan bir anlayış. Ne demek bunlar; ya
millet ezilecek ya rantiye büyüyecek. Ne farkı var?! Ya rantiye kazanacak ya
rantiye kazanacak. Ya içerideki rantiya kazanacak ya dışarıdaki rantiye
kazanacak. Sizin arabanız ya sağa gidiyor ya sola gidiyor; bu yolun doğrusu yok
mu?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Doğru Yol orada... SUAT PAMUKÇU (Devamla) -
Bu nasıl program?! Sonuç nedir; cinnetler, intiharlar, iflaslar, boşanmalar ve
kriz, kriz, kriz... Bu ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkardınız. Kimler için;
çiftçimiz için yaşanmaz hale getirdiniz, memurumuz için yaşanmaz hale
getirdiniz, işçimiz için yaşanmaz hale getirdiniz, esnafımız, hatta yatırımcımız
için yaşanmaz hale getirdiniz. İşte, sayenizde sermayenin yeşili de, sarısı da
Bulgaristan'a, Romanya'ya gidiyor. BAŞKAN - Sayın Pamukçu,
kendi süreniz dolmak üzere efendim. SUAT PAMUKÇU (Devamla) -
Tamamlıyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık halkın kalbidir, gönlüdür, sevgi ve şefkat yeridir. Halkın rızası
yoksa orada oturamazsınız. Halkın Başbakanlığa girmesini engelleyemezsiniz.
Yaşanabilir bir ülkede, insanlar, Başbakanlığa, yazarkasa atmak için değil,
kendisini zincire vurmak için değil, açım diye haykırmak için değil, sadece
teşekkür için gider. (SP sıralarından alkışlar) Yaşanabilir bir Türkiye için,
yeniden büyük Türkiye için, yaşanabilir bir dünya için, Saadet Partisi iktidarı
temennisiyle aziz milletimize ve sizlere iki cihan saadeti diliyor, saygılar
sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Pamukçu. İkinci söz, Saadet
Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın Lütfi Doğan'ın. Buyurun. (SP sıralarında
alkışlar) SP GRUBU ADINA LÜTFİ DOĞAN
(Gümüşhane) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığımızın bütçesi hakkında, Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüksek Heyetinizin, aziz milletimizin ve
bütün İslam Dünyasının Ramazanı Şerifini tebrik eder, bu Ramazanı Şerifin,
milletimize, bütün insanlığa her türlü iyilikleri, özellikle barışı getirmeye
vesile olmasını Allah'tan dilerim. Efendim, Diyanet İşleri
Başkanlığı, biliyorsunuz, teşkilat olarak, 1965 Ağustos ayında yürürlüğe giren
633 sayılı Kanuna göre milletimize hizmet vermektedir. Bu kanunun 1 inci
maddesinde -milletimiz, Diyanet İşleri Başkanlığına şu görevleri emanet
etmiştir- İslam Dininin itikat, ibadet ve ahlakla ilgili işlerde toplumu
aydınlatmak ve cami hizmetlerini yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı olarak, bir
Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur deniyor, özetle böyle. O halde, Diyanet
İşleri Başkanlığı, İslam Dininin itikat, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili
konularda toplumumuzu aydınlatmakla görevlidir. Ayrıca, cami hizmetlerini
yürütmek görevi de, bu Başkanlığa aittir. Diyanet İşleri
Başkanlığımız, haliyle, merkez teşkilatı, il teşkilatları ve illere bağlı diğer
ilçe teşkilatlarıyla, bu kutsî görevi yürütmektedir. Hemen, şunu arz etmeliyim:
633 sayılı Kanunun pek çok maddesi iptal edilmiştir. Şöyle söylenebilir: Bugün,
sadece, birkaç maddesi yürürlükte olan 633 sayılı Kanunla, Diyanet İşleri
Başkanlığı, hizmetlerini yürütmektedir. Ancak, bazı kanun hükmünde kararnameler
çıkarılmış ve bu hizmetler yürütülüyor. Hükümetimizden
istirhamımı bir daha yinelemek istiyorum. Bir an önce, Diyanet İşleri
Başkanlığı Teşkilat Kanunu Tasarısını, Yüksek Heyetinizin huzuruna, lütfedip,
getirsinler. Eminim ki, Türkiyemizin, büyük milletimizin ihtiyacını
karşılayacak şekilde ve en mükemmel bir biçimde, bu getirilecek olan tasarıyı,
sizler, lütfedip, kanunlaştıracaksınız; bundan eminim. Onun için, hükümetimiz,
lütfedip, bu görevi, bir an önce, hatta, bütçe görüşmeleri biter bitmez
getirirse, eminim, sadece Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatına değil, büyük
milletimize çok büyük hizmet etmenin bahtiyarlığını da duyacaktır. Bu şerefin,
sizlerle beraber, 57 nci hükümete nasip olmasını diliyorum. İnşallah,
başarırız. Efendim, Diyanet İşleri
Başkanlığının ikinci bir şeyi; şu anda, 10 000 civarında, 10 000'e yakın
kadrosu açıktır; yani, 88 000 civarında kadrosu var; bunlardan 10 000 civarında
kadro açıktır. Bunlar imam, müezzin, Kur'an öğretmeni, vaiz kadrolarıdır. Yine,
hükümetimizden istirhamım, hiç geciktirmeden, bu kadroların serbest bırakılması
ve Diyanet İşleri Başkanlığınca, bu hizmetlere, yetenekli elemanların mevzuat
çerçevesinde tayin edilip, milletimize bu hizmetin yerine getirilmesi,
esirgenmemesidir. Bir üçüncü istirhamım ki,
bunu, birkaç defa yine hükümetimize arz ettim; ancak, imkânsızlıklar mıdır,
sebep nedir, bunu bilemiyorum, bunun büyük bir ihtiyaç olduğuna şahsen kaniyim;
ama, belki de zorluklar oldu, bazı sıkıntılardan hepimiz etkileniyoruz,
muhakkak hükümet de bundan etkilenmiştir; ama, bütçeler müzakere edilirken hükümetten
şu istirhamda bulunmuştum: 1 000 tane, hatta 2 000 tane; ama, en az 1 000 tane
yüksek derecede vaiz kadrosu tahsis etmesi ve Yüksek Heyetinizden bunların izin
alması, bu yüksek derecedeki kadrolara, yüksek tahsil yapmış, hatta akademik
kariyer almış, hem dinî ilimlerde hem de sosyal ilimlerde, içtimaî ilimlerde en
üst derecede liyakat kesp etmiş kimseleri tayin etmeleri ve bu insanların,
Hakkârimize bağlı en ücra köyümüzden Edirnemizin en ücra köyüne kadar,
Antalya'dan Artvin'e kadar, yerine göre, il, ilçe, irşat metotlarıyla
milletimizi aydınlatması. Buna çok büyük ihtiyaç var; hele bugünlerde o kadar
ihtiyaç var ki, bunu, en az bendeniz kadar sizlerin de takdir buyurduğunuzdan
eminim ve bu yüksek derecedeki Kadrolara, en az birinci derecedeki il müftülerine
tanınan maaş, ücret verilmeli, tatmin edilmeli, kimseye muhtaç bırakılmamalı
ki, takdir buyurursunuz, marifetler iltifata tabidir. Bugün, buna çok ihtiyaç
var diye arz ettim. Biliyorsunuz, memleketimizin şu son yıllarda geçirdiği
sıkıntılardan, maddî yönden ıstıraplar, sıkıntılar çekildiği gibi, manevî
yönden de büyük sıkıntıların olduğunu kabul etmek lazım. Bu kürsüden söylemek
istemem; ama -çok affedersiniz- intiharların olması, hatta satanistler gibi
sapık cereyanların çıkması, masum insanları katledecek ve bunu filan adına
yaptım diyecek kadar yolunu şaşırmış bahtsızların irşat edilmeye ihtiyacı
vardır. Kaldı ki, milletimizin binde 999'u İslamiyete bağlıdır, samimiyetle
bağlıdır, örnek olacak şekilde bağlıdır. En ilgisiz gördüğümüz insan bile, İslam
denildiği zaman "benim bütün varlığım" diye iftiharla söyler; bunun
için ne kadar sevinsek yeridir. O halde, doğru bilgi, sağlam bilgi insanı
hakikaten mutluluğa götürecek bilginin, İslamî bilgilerin insanımıza verilmesi
lazımdır. Bunun sadece ailede veya bir miktar okullarımızda verilmesi yetmez,
ilahiyat fakültelerimiz elbette ihtiyaçları az çok karşılıyor; ama, 65 000 000
insanın her yönüyle dinî bakımdan tenvir edilmesi büyük, geniş kadrolara
ihtiyaç arz eder. Bunu yapacak olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Takdir
buyurursunuz ki, Diyanet İşleri Başkanlığının değerli görevlileri, milletimize
kardeşliği telkin eder, milletimize birliği, bütünlüğü telkin eder. İslamiyetin
insanları sevmekten geçtiğini... Hatta, şöyle söyleyelim: İman, sevgi, ümit bir
insanın şahsında, nefsinde mutlaka var olmalıdır, bunun da en güzel bir
biçimde, en ilmî bir şekilde insanımıza intikal ettirilmesi insanımızın
hakkıdır; Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri, eminim ki, bu düşüncede ve bu
sorumluluğun içerisindedir. Sayın Başkanım, vakit
alıyor muyum bilmiyorum, bir iki konu daha arz etmek istiyorum. Bize düşen bir görev de
şudur: Türkiyemizde her insanımız İslam ahlakı yönünden şunu kalbine çok iyi
yerleştirmelidir. BAŞKAN - Sayın Doğan, bir
dakika... Efendim, ben, muhterem
hocamın lafını kesemem, teeddüp ederim; onun için, sizin kesenizden gidiyor. Hocam buyurun siz. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) -
Her insanımız, bu milletin evladı olma şerefine eren her insanımız şunu iyi
bilmelidir, zihnine iyi yerleştirmelidir: Ben, bu büyük milletin evladıyım.
Ben, İslam Dininin şerefli bir mensubuyum. O halde, ben, çevreme, aileme,
milletime, hatta insanlığa en hayırlı üyelerden birisi olmalıyım. Onun için,
insanları Allah için sevmeli, görevimi eksiksiz yapmalı, hem dinî görevlerimde
hem içtimaî görevlerimde hem memleketime, vatanıma karşı borçlu olduğum
görevlerimde en ufak bir kusurda bulunmamalıyım düşüncesini, mutlaka, Diyanet
İşleri Başkanlığı bütün fertlerimize kazandırmalıdır. İzin verirseniz, bir
konuyu yüksek huzurunuzda arz etmek istiyorum: Dünya Sağlık Teşkilatı sağlığı
tarif etmiş. Sağlıklı insan kimdir? Tarifinde şunu söylüyor: Sağlıklı insan,
Rabbisiyle, onların ifadesiyle -Türkçemizde yok- Tanrısıyla, yani, Allahüteala
ile barış içinde olmalıdır; kendisiyle, kalbiyle, barış içinde olmalıdır,
ailesiyle barış içinde olmalıdır, çevresiyle barış içinde olmalıdır, dünyayla
barış içinde olmalıdır. Ben, o teşkilatın
üyelerini bilmem, tanımam; ama, bu konu o kadar önemli ki. Bu cümlelerle demek
isteniliyor ki, insan, hem Rabbisiyle hem kendisiyle hem ailesiyle hem
çevresiyle hem de insanlıkla barış içinde olmalıdır. İşte İslamiyet bu değerli
milletvekilleri, aziz arkadaşlarım; işte İslamiyet bu... (Alkışlar) Hem Allah'a
karşı samimiyetle bağlı, barış içinde, sulh içinde hem kendisinde, zihni
karışık değil, zihni berrak, yeterince bilgi tahsil etmiş, daha da artırmaya
çalışıyor, beşikten mezara kadar -bu ne kadar isabetli bir iş- ama, hepsi
berrak, yani, hem hendesî ilimler gibi, matematik ilimler gibi berrak; dinî görevlerini biliyor, dünyevî
görevlerini biliyor, vatanına karşı görevlerini biliyor, insanlığa karşı
görevlerini biliyor, huzur içerisinde... Ailesine gelince:
Efendimiz, Sallallahü Aleyhi Vesellem "insanların en hayırlısı, aile
fertlerine en hayırlı olanıdır..." Bazen, maalesef, üzüntüyle
hissediyoruz, efendim, işte, çocuğunu dövdü, yok hanımını dövdü, yok şöyle...
Bunların hepsi, cehaletin çok acı, öldürücü meyveleridir. Ne yapmak lazım;
aydınlatmak lazım. İnsanın yapısında inanç vardır. O inancı insan yaşayabildiğinde
ailesinin gözbebeği olur, cemiyetinin gözbebeği olur, hatta hatta insanlığın
gözbebeği haline gelir. Bugün, hepimiz, terörden
çok mustaribiz, üzüntü duyuyoruz, dünya üzüntü duyuyor. Emin olun, eğer
İslamiyeti bilse, eğer İslamiyeti kavramış olsa, kim olursa olsun, ciddî
olarak, ilmî olarak kavradığı takdirde, akıllı olduğu sürece İslama
bağlanacaktır; terör gibi acı, insanlık için felaket olan bir yanlışlığa insan
tevessül edemeyecektir. Kandırmak isteyenlerin kandırmalarına da
aldırmayacaktır. Tabiî, dinler tarihini inceleyen bilginlerden birisinin şu
sözü var; diyor ki: "İnsan, yaradılışı itibarıyla hodkâmdır -bencildir-
kendini düşünür; ancak, insanda bu hodkâmlığı besleyen iki duygu var.
Birincisi, arzular; ikincisi, ihtiraslar." Herkeste bu vardır. O halde
arzular, ihtiraslar da sınırsızdır. Bunları bir ölçüye, bir itidal mecraına
koyacak olan tek duygu din duygusudur, Allah korkusudur. O halde, bir insanın
kalbinde Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah duygusu hâkim olduğunda, mecburdur
insanlara, etrafındakine, hatta canlılara, hatta nebatlara karşı şefkatle,
sevgiyle, ilgiyle davranması. Şunu çok iyi biliyoruz:
Evet, Allah, bu âlemi, insanlık için, insanlığın yararı için yaratmıştır ve
Kur'an, bunu, bütün insanlığa duyuruyor. Zaten, bütün insanlığın yolunu
aydınlatıyor. Böyle olmasına rağmen, bütün insanlık için yaratılmış olmasına
rağmen, neden yararlanacaksa, meşru bir şekilde, helal bir biçimde
yararlanacaktır. O nimetlerden yararlanıp Allah'a şükredecektir. Zaten
İslamiyet bir bütündür; yarısı sabır, yarısı şükür. Demek ki, insan, bir
yönüyle çok sabırlıdır. Öfke falan yok. Sabırlı... BAŞKAN - Efendim,
sürenizi fazla aştık. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) -
Biliyorum Sayın Başkanım, müsamahanız için teşekkür ediyorum; birkaç saniyede
tamamlayacağım. BAŞKAN - Estağfurullah
efendim. Sayın Hocam, konuşmanız,
ruhumuzu terbiye ediyor, onun için... Müsamaha değil. Buyurun efendim. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) -
Sabırlıdır, bir de şükürlüdür. Şükür nedir; Allahüteala'nın verdiği nimetleri,
Allah'ın razı olacağı işlerde, Allah'ın kullarına faydalı olacak yerlerde
kullanmaktır. İşte İslamiyet bu. Diyanet İşlerinin muhterem görevlileri, bu
ulvî görevi yerine getirmek, bu büyük millete bu sahada hizmet etmek şerefine
ermişlerdir. Bunun sorumluluğu içerisindedirler. Sizlerin de, bu görevi onların
yerine getirmesi için en büyük dikkati gösterdiğinizden eminim. Ben, tekrar, bu bütçenin
Türkiyemize, Diyanet camiasına hayırlı olmasını diliyor; şimdiden, sizlerin,
bütün Müslümanların, milletimizin hepsinin mübarek Ramazan Bayramını tebrik
ediyor; hepinizi Allah'a emanet ediyorum. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - İstirham ederim
efendim, buyurun. Sayın Polat, buyurun
efendim. Sayın Polat
"buyurun" dedim, niye nazlanıyorsunuz? YUSUF KIRKPINAR (İzmir) -
Bu konuşmadan sonra Sayın Polat çekilir mi kardeşim! BAŞKAN - Estağfurullah,
estağfurullah efendim. Bazen de din ve ahlak konusunda böyle veciz konuşmayı
dinlememizde fayda var, ruhumuz temizleniyor. İstirham ederim. Müsaade edin de,
o şey bana ait... Buyurun efendim siz. SP GRUBU ADINA ASLAN
POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hazine hesapları
üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Öncelikle, burada
görüşeceğimiz Hazine hesaplarının doğru ve uygun olup olmadığı hakkındaki
Sayıştay raporlarından bahsetmek isterim. Bu konuda, Sayıştay 2001 izleme
raporunda aynen şöyle denilmektedir: "Sonuç olarak, 2000 yılı dışborçlar
hesabı kamu dışborçlarını tam, doğru ve uygun şekilde göstermediğinden söz
konusu hesaplar 8.10.2001 tarih ve 5000 sayılı Sayıştay Genel Kurulu kararıyla
reddedilmiştir." Yine, Sayıştay "2000
yılı sonu itibariyle kullanılacak dışkrediler hesabı ve kredi anlaşmaları
hesabı anlaşmalarla temin edilen dışborç miktarını ve bunlardan kullanılan
tutarları tam, doğru ve uygun şekilde göstermemektedir. Bu gerekçeyle söz
konusu hesaplar uygun görülmeyerek 8.10.2001 tarih ve 5000 sayılı Sayıştay
Genel Kurulu kararıyla reddedilmiştir" demektedir. Yine, Sayıştay bizleri
ikaz edip, diyor ki: "1999 yılında; yani, bu hükümetin ilk yılında genel
bütçeli kuruluşların 448 trilyon liralık, katma bütçeli kuruluşların da 136
trilyon liralık dışborç kullanımlarının gider kaydedilmediği tespit
edilmiştir." Yine, Sayıştay bizleri ikaz
ederek diyor ki: "KİT sermayeleri Hazine Müsteşarlığı tarafından genel
bütçe dışındaki dairelere yatırılan sermayeler hesabında takip edilmektedir. Bu
hesaplarda, 2000 yılında, hesaba ait olduğu dönemde intikal ettirilmeyen bilgi
yıl sonu bakiyesinin yüzde 20'si oranındadır. Bu oranda bir hata, hesabın
fonksiyonunu ifa etmesine engel olmaktadır. Bu nedenle, GBDDYS hesabı,
Hazinenin KİT'lerdeki sermayesini göstermemektedir." Yine, Sayıştayın 2000
Yılı Hazine İşlemleri Raporuna bakacak olursak, orada çok daha vahim durumlarla
karşılaşırız. Vergi kaçağını kapatalım diye kayıtdışı ekonomiye savaş açacağını
söyleyen hükümetin, kendi hesaplarının nasıl kayıtdışı olduğu bu raporda
açıklanmaktadır. Sayıştay aynen şöyle
demektedir: "2000 yılındaki toplam giderlerin yüzde 18'i, gelirlerin de
yüzde 9'u bütçeyle ilişkilendirilmemiş, kayıtdışı kalmıştır. Kayıtdışı
giderlerin tutarı 10,2 katrilyon lira, gelirlerin tutarı da 3,2 katrilyon
liradır. Bu işlemlerin tamamı merkezî hükümet kuruluşları tarafından gerçekleştirilmiştir
ve bütçede yer almaları gerekmektedir." Yine, Sayıştay raporunda
"2000 yılı uygulamalarını göstermek üzere yayımlanan bütçe finansman
tablolarında, yıl içinde 12,8 katrilyon lira açık verildiği ve bu açığın aynı
tutardaki kaynakla borçlandığı görülmektedir. Yani, açık ile açığı finanse eden
kaynaklar arasında gerekli denge kurulmuş görülmektedir. Oysa, 2000 yılında,
kaba bir hesapla, borçlanma, alacak tahsilatı ve diğer unsurlardan elde edilen
gerçek kaynak tutarı 20,9 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır. Bu durumda, yıl
içinde elde edilen çok büyük miktardaki kaynağın karşılığının bütçe finansman
tablolarında gösterilmediği ortaya çıkmaktadır" denilmektedir. Yine, Sayıştay raporunda
aynen "kayıtdışı işlemler genel hatlarıyla 4 sınıfa ayrılabilir. Bunlardan
birincisi ve en önemlisi, devlet muhasebesinde hiç kaydı olmayan işlemlerdir.
Yıl içinde yapılan giderlerin 4,6 katrilyon lirası, gelirlerin de 3,2 katrilyon
lirasıyla ilgili işlemler devlet muhasebesinde hiçbir şekilde yer almamaktadır.
Kayıtdışı işlemlerin ikinci türünü, devlet muhasebesine yanlış sonuç verecek
şekilde kaydedilen tutarlar oluşturmaktadır. Toplamı az olmakla birlikte, yıl
içinde gerçekleştirilen 92 trilyon TL'lik işlem devlet muhasebesine
kaydedilmiştir; ancak, ihdas edilen kayıtlar bunların gider olarak görünmesine
engel olmaktadır" denilmektedir. Netice olarak; devletin
denetim organı Sayıştay, devletin Hazine hesaplarını ciddî bulmuyor
"hatalı, yanlış ve muhasebe ciddiyetine uygun olmayan şekilde
kaydedilmiştir" diyor. Biz, bu hesapları nasıl ciddiye alıp da, görüşüp,
kabul veya reddedeceğiz? Öncelikle, hükümetin gelip, burada, Sayıştayın bu
rapordaki görüşlerine cevap vermesi gerekir. Hazineden sorumlu bakan burada
olmadığına göre, orada oturan Sayın Bakanın gelip, bunları, burada izah etmesi
lazım. Yine, Sayıştay raporunda
üzerinde çokça durulması gereken iki önemli işlem bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi, 1993-1994 yıllarında Ziraat Bankası tarafından çiftçiye yapılan
kütlü pamuk desteklemesidir. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Sayın Başkan, 4 dakika geçti. BAŞKAN- Bir dakika Sayın
Polat. Efendim, demin, bütün
gruplar adına Hocam konuştu. Onun için, Saadet Partisiyle ilgisi yok. Siz, lütfen, buyurun. ASLAN POLAT (Devamla)-
1993-1994 yıllarında çiftçiye verilen 4,7 trilyon TL için Hazine, Ziraat
Bankasına 1997'den 2001 tarihine kadar toplam 13 katrilyon 587 trilyon TL ödeme
yapmış. Yanlış anlamadınız; bakın, dinleyin bunu: 1993'den 1994'e kadar
çiftçiye verilen 4,7 trilyon TL için Hazine, Ziraat Bankasına tam 13 katrilyon
587 trilyon TL ödeme yapmış. Nasıl hesaplamış derseniz, piyasa faizinin yüzde
20 ilâ yüzde 35 fazlasını alıp, her üç ayda bir anaparaya ilave edip bu faizi
bulmuştur; yani, Türk Lirası bazında 1 TL'ye takriben 7 yılda 2 890 kat faiz
ödenmiştir. Peki, 3.12.2001 tarihli
-yani, dünkü- Hazine Müsteşarlığı basın bildirisinde belirtildiği üzere,
çalışanlardan kesilen "Çalışanları Tasarrufa Teşvik" hesabına
1988'den Ekim 2001 sonuna kadar geçen 13 yılda ödenen kümülatif bazda nema
oranı nedir derseniz -bunu da yine, dünkü bildiride Hazine bildiriyor- yüzde
523,85'tir. Yani, çiftçiye verilen destekleme alımlarının faiz hesabı 7 yılda
1'e 2 890 oluyor Türk Lirası olarak; ama, çalışanların nema hesabında, bu kez
13 yılda ödenen, sadece 1'e karşı 5'tir. İşte, bu da, bu hükümetlerin faiz
uygulamasında yapmış olduğu adaletin göstergesidir. Yine Sayıştayın bir
önemli, ikazın da ötesinde figanı, İzmit şehri kentsel ve endüstriyel su temini
projesi hakkındadır. Burada Sayıştay özetle "İzmit su projesine verilen
garantiler sebebiyle, Hazine, sadece 1999 ve 2000 yıllarında 480 milyon dolar
tutarında su faturası ödemek zorunda kalmıştır. Üstelik bedeli ödenen su, küçük
bir kısmı hariç, herhangi bir şekilde kullanılmamıştır. Söz konusu tesislerin
işletme süresi 15 yıldır" demektedir. Yani, bu proje için 13 yıl daha bu
ödeme yapılacaktır. Yine, Sayıştaya göre,
projenin her aşamasında, ilgili mevzuatta öngörülen bütün hükümler ihlal
edilmiştir ve en önemlilerinden birisi, taraflar arasında 24.8.1995 tarihinde
imzalanan uygulama su satış anlaşmasına, uluslararası tahkim, bir sözleşme
hükmü olarak konulmuştur. Oysa, 1995 yılındaki mevzuata göre tahkim uygulaması
yapılması mümkün değildir. Şimdi, Sayın Bakanın, bu kadar bariz hataları olan
bir anlaşmayı onaylayan Hazine yetkilileri hakkında ne gibi bir işlem yapmayı
düşündüğünü bilmek isteriz. Yine, belediye hakkında, Yüksek Planlama Kurulunda
karar verenler hakkında ne işlem yapılmıştır, öğrenmek isteriz. Bu konuyu, ben,
şahsen, üç defa Plan ve Bütçe Komisyonunda, bir defa da Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda gündemdışı yaptığım konuşmada dile getirdim. 15 yılda
takriben 3,6 milyar dolar zarar oluyor; fakat, ne hikmetse, kimse kılını bile
kıpırdatmıyor. BAŞKAN - Sayın Polat, son
1 dakikanız var. ASLAN POLAT (Devamla) -
Peki, efendim. Yine, sizlere en son
olarak şu iki rakamı vereyim: 2001 yılında faize 41,2 katrilyon Türk Lirası
ayıran bu hükümet, küçük ve orta boy işletmelerin yatırımlarında devlet
yardımları hakkındaki karar çerçevesinde 2001 yılı ocak-ekim ayları arasında
KOBİ'lere ayrılan toplam kredi miktarı, sadece ve sadece, 6 trilyon 272 milyar
liradır. 1997 yılında bile bu 19 trilyon liraydı, nakit olarak. Bunlar,
Hazinden sorumlu Devlet Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmada
var; bunları orada görebilirsiniz. Şimdi, burada bir konu
daha var ki, buna da vakit kalmıyor. En son, hükümet gelmiş, diyor ki "ben
faizleri azalttım; yani, bu sene geçen seneki miktarda tutuyorum."
Halbuki, o da bir yanıltmaca. Şöyle yanıltmaca: 2000 tarihinde bütçedeki sabit
faizli borçlar yüzde 56 iken yüzde 16'ya düşmüş. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Polat,
daha evvel ihtar ettim size. Teşekkür ediyorum
efendim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Borçlarımızın sabit faizlerini dövize bağladınız ve anaparalarını bütçe içinde
göstermemek için, faizi düşük göstermeye çalışıyorsunuz; ama, yanıltıyorsunuz
milleti. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bunlar
zabıtdışı. Hiç, takip etmeleri mümkün değil. Sessiz... Teyp aldı mı bilmiyorum. Şimdi, söz sırası
Demokratik Sol Partide. İzmir Milletvekili Sayın
Rahmi Sezgin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA RAHMİ
SEZGİN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
Başbakanlık bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım. Başbakanlık teşkilatı,
3056 sayılı Yasayla kendisine verilen bakanlıklar arasında işbirliğini
sağlamak, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmek, devlet
teşkilatının düzenli ve etkin bir şekilde işlemesini temin etmek, anayasa ve
yasalarla Başbakana verilen görevlerin yerine getirilmesinde Başbakana yardımcı
olmak gibi görevleri yerine getiren doğrudan Başbakana bağlı bir teşkilattır. 3056 sayılı Yasayla
teşkilata verilen bu hizmetler, ana hizmet birimleri, danışma, denetim
birimleri ile yardımcı birimlerden oluşan Başbakanlık merkez teşkilatı
tarafından yürütülmektedir. Merkez ve bağlı
kuruluşlardan oluşan Başbakanlık bütçesi, yıl içinde yerine getirilecek
hizmetler ile, bu hizmetlerin gerektirdiği mal ve hizmet alımlarında
kullanılmak üzere, azamî tasarruf ilkelerine dikkat edilerek hazırlanmış ve
2002 malî yılı merkez teşkilatı için 100 trilyon 548 milyar lira, bağlı
kuruluşlar için 554 046 790 000 000 olmak üzere toplam 654 594 790 000 000 lira
olarak tahmin edilmiştir. Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; devletin ve ekonominin yeniden yapılanması için
hazırlıkları sürdürülen reform çalışmaları çerçevesindeki bütün tedbirler,
kaynakların etkin kullanımına, sistemin verimli ve süratli çalışmasına, israfın
ve kaynak kayıplarının azaltılmasına yöneliktir. Bu çerçevede, Başbakanlık
merkez teşkilatı ve bağlı kuruluşların kamu kesiminde tasarrufun ve
verimliliğin öncüsü konumunda olmalarını sağlamak üzere gereken her türlü
tedbir alınmış olup, bu tedbirler titizlikle uygulanacaktır. Başbakanlığın teşkilat
yapılanmasında, günün ihtiyaçları çerçevesinde, 28.6.2001 tarihinde ve 4698
sayılı Yasayla, Konut Müsteşarlığı kurulmuş olup, bağlı kuruluş olarak,
Başbakanlığın koordinatörlüğünde çalışmalarına başlamıştır. Başbakanlık teşkilatının
görevleri arasında yer alan ve güncelliğini her zaman koruyan, Türk devlet ve
millet hayatını ilgilendiren tarihî, hukukî, idarî, ekonomik ve ilmî doküman ve
belgeleri toplamanın, değerlendirmenin ve düzenlemenin, bunların tahribini
önleyecek arşiv laboratuvarları kurmanın, milletlerarası arşivcilikle ilgili
hareketleri takip etmenin, önemli arşiv malzemelerini yurt ve dünya bilim
çevrelerine sunmanın ulusumuz için büyük önem taşıdığını, son yıllarda
yoğunlukla yaşadığımız sözde Ermeni soykırımının nasıl çarpıtıldığını görmekle
daha iyi anlamış bulunmaktayız. Bu cümleden olarak, uluslararası siyasî
konjonktürde, Osmanlı belgelerinin öneminin gün geçtikçe artmakta olduğu, bu
belgelerin yerli ve yabancı tarihçiler tarafından her gün daha da yoğunlaşan
bir tempoyla incelenmek arzusunu karşılayabilmek için, olumsuz koşullarda
saklanmakta olan bu değerli belgeler için günümüz teknolojisiyle donatılmış iki
adet arşiv deposu yapılmıştır. Kamunun yeniden
yapılandırılma projesi olan Kamunet projesinin ilk ayağı olan Başbakanlık
Yönetim ve Bilgi Sisteminin Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından kullanımına
başlanmış, Devlet Personel Başkanlığı tarafından yapılan personel yerleştirme
ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları gibi hizmetler,
bu sistem vasıtasıyla, internet üzerinden basınımıza ve halkımıza sunulmuştur. Kamunet projesi
çerçevesinde, önce Başbakanlık merkez teşkilatından başlamak ve daha sonra
bütün kamu kurum ve kuruluşlarında uygulanmak üzere, tüm kamu kurumlarının
bilgisayar ağlarında çalışmalarının sağlanması amaçlanmaktadır. Bu yöndeki
çalışmalarda, diğer kurumların faaliyetleri de izlenmekte ve bu bilişim
hizmetlerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması hedeflenmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2000 yılı Kasım ayından itibaren yaşadığımız ekonomik kriz, 57
nci hükümetin kararlı ve radikal tedbirleriyle kesin olarak aşılacaktır. Tüm
tedbirler ve çabalar, bir an önce düze çıkmamız ve yeniden büyüme hedefine
ulaşmamız içindir. Ülkemiz gerçeklerinden biri de, iş ve aş bulabilmek için
köyden kente göçtür. Bunun sonucu, çarpık ve sağlıksız kentleşmeler, cahil
kalan büyük bir kesim ve sonuç olarak, ekonomik kayıplardır. Ülke kalkınmasında
en büyük katkılardan biri de, bu göçü durdurarak ve hatta tersine çevirerek, bu
kapasiteyi ekonomiye kazandırmaktır. Göçü durdurmanın en etkili yolu, yıllardır
hayal olarak görülen ve 2000'li yılların başında hayata geçirilen Ordu İli
Mesudiye İlçesi Çavdar Köyü etrafındaki 9 köyle gerçekleştirilen köy-kent
modelidir. Bu proje, kalkınmanın köyden ve köylüden başlamasının önemini gözler
önüne sermiştir. Atatürk'ün "Yurdun
gerçek efendisi üretici olan köylüdür" sözünü yaşama geçirecek olan
köy-kent modeli, Dünya Bankası Türkiye temsilcisi tarafından bir dünya projesi
olarak değerlendirilmiş ve bu proje için, gazete haberine göre, 300 milyon
dolar ayrılmıştır. Köy-kent uygulamasıyla, artık, köylümüz için üretim
planlaması daha kolay yapılacak, bitki deseni daha kolay değişecek, köylü hangi
ürünü ne kadar ekebileceğini bilecek, köylünün kurduğu kooperatifler ve
birliklerle, küçük sanayii tesisleri olacak, köylü sağlığına kavuşacak,
çocuğunu okutacak, hatta, daha çok üretip, daha mutlu olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 18 Nisan 1999 seçimleri yıllardır devam eden geleneği bozmamış
ve hiçbir partiye, tek başına hükümet kurma imkânını vermemiştir. Ancak, Sayın
Ecevit'in Başkanlığında kurulan 57 nci hükümetin ortakları, bugüne kadar hiçbir
yerde görülmemiş bir uzlaşı ve ülke sevgisi içinde bütünleşmiş ve tek başına
bir partinin kurduğu hükümetleri aratmayacak şekilde başarı sağlamıştır. Bu
arada, muhalefetin de yapıcı desteğine teşekkürü bir borç biliyorum. Ülkesini enflasyon belasından
kurtarmak isteyen birçok ülkenin geçtiği çetin yoldan biz de geçmekteyiz. Bu
yolu, hep birlikte, iktidar, muhalefet, basınımız, sivil toplum örgütlerimiz ve
halkımızla el ele olduğumuzda ancak aşabiliriz. Biz, bunun örneğini Kurtuluş
Savaşında vermiştik. İnanıyorum ki, ekonomimizi de hep birlikte düzlüğe
çıkaracağız ve görevini yapabilmişlerin huzurunu bizler de duyacağız. Bunun
için, parti kimliklerimiz bir yana, sadece ve sadece, ülkemiz menfaatları için
her koşulda bir araya gelmeyi başarmalıyız. Başarılı olacağımıza yürekten
inanıyorum. Ülkemizde yıllardır
özlemini çektiğimiz, olmasını istediğimiz siyasî etik ve siyasî kültür, bugün,
57 nci hükümetle birlikte hayata geçirilmiştir. Bu siyasî etik ve kültür
toplumda gelişip yerleştikçe, demokrasimiz etkinlik ve işlerlik kazanacak,
demokrasi bir yaşam biçimi olacak ve toplumsal barış olumlu etkilenecektir;
böylece, Büyük Önder Atatürk'ün "yurtta barış, dünyada barış" sözünün
birinci ayağı olan yurtta barış güç kazanacaktır. Sözlerime son verirken,
2002 malî yılı bütçesinin, ülkemize ve ülkemiz kalkınmasına yararlı olmasını
diler, Sayın Başkana ve değerli milletvekili arkadaşlarıma en içten saygılarımı
sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Yine, Demokratik Sol
Parti, tabiî, bizi mahçup ediyor. Onu da söyleyelim, Sezar'ın hakkını Sezar'a
verelim. İkaz etmeden... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Doğru söylüyorsunuz efendim, doğru. BAŞKAN - Ben, hep
doğruları söylüyorum. Dokuz köyden de hep onun için kovuldum. Kastamonu Milletvekili
Sayın Hadi Dilekçi, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA M. HADİ
DİLEKÇİ (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Yüce Meclisi ve Yüce Meclisin değerli
milletvekillerini, televizyonları başında bizleri izleyen sevgili
vatandaşlarımızı saygıyla selamlar, Yüce Türk Milletinin ve İslam âleminin
ramazan ayını tebrik eder, sağlık ve sıhhat dilerim. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasamızın 136 ncı maddesinde
ifadesini bulan anayasal bir kuruluş olarak, İslam dininin inançları, ibadet ve
ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve
ibadet yerlerini yönetmek amacıyla 3 Mart 1924 tarihinde kurulmuş, genel
bütçeye dahil, Başbakanlığa bağlı bir kuruluştur. Atatürk, devlet işleri
ile din işlerini birbirinden ayırdıktan sonra, dine ayrı bir önem göstermiş,
millî mücadele yıllarında büyük hizmetler vererek Atatürk'ün takdirini
toplayan, uzun yıllar Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Börekçizade Mehmet
Rıfat Efendi 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığına getirilmiştir.
En yüksek devlet memuru maaşı kendisine verilmiş, bakanlara verilen kırmızı
plakalı bir makam aracı tahsis edilerek, protokoldeki yeri bu özelliklere göre
belirlenmiştir. Yurdumuzun en ücra
köşesine kadar uzanan bir yapılaşmaya sahip Diyanet İşleri Başkanlığımızda,
merkez ve taşra teşkilatında çalışan personel sayısı 77 419'dur. Mevcut cami
sayısı ise 74 710'dur. Toplam kadro sayısı olan 88 501 kadronun 12 133'ü
münhaldir. Lütfi Doğan Hocamın arz ettikleri gibi, şu anda, bu kadrolar boştur.
2001 yılında münhal bulunan kadrolardan 1 250 adedine, Maliye Bakanlığından
izin alınarak, açıktan vekil imam-hatip ataması yapılabilmiştir; geriye kalan
diğer atamaların, yine, Lütfi Doğan Hocamın bahsettiği gibi, çok acil yapılması
ve Maliye Bakanlığından bu konuda müsaade çıkması gerekmektedir. Diyanet İşleri
Başkanlığının kadro ihtiyacı önemli boyutlara ulaşmıştır. Örneğin, seçim bölgem
Kastamonu İlimizde, bucak ve köylerde 317, merkez camilerde 49 olmak üzere
toplam 366 camimiz kadrosuzdur. Münhal bulunan imam-hatip
ve müezzin kayyım kadrolarına açıktan atama izni verilmeli; öncelikle, ibadete
açılmış, ancak, hiç kadrosu olmayan camilere birer kadro tahsisi yapılmalıdır.
Bu müessesenin toplum üzerindeki fonksiyonunu yerine getirebilmesi, özel
kanunlarla belirlenen görevlerini icra edebilmesi, hizmet alanlarını
genişletebilmesi için, altyapı, kadro ve bütçe imkânları açısından
güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, özel kanunla verilen görevlerini,
Anayasamızda çerçevesi çizilen anlayış ve düşünce içerisinde yerine getirmekte,
bütçe imkânlarını en iyi şekilde değerlendirmektedir. Diyanet İşleri
Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi incelendiğinde, bütçede 2001 yılına göre
yüzde 84 artış olduğunu görürüz. Bütçenin yüzde 97,9 oranındaki büyük kısmı
personel giderlerine ayrılmasına rağmen, yatırım harcamalarında, bir önceki
yıla göre yüzde 109'luk bir artış söz konusudur. Diyanet İşleri
Başkanlığınca yürütülen hizmetlerin istenilen seviyeye yükseltilebilmesi,
bilgili, yetenekli ve başarılı eleman istihdamının sağlanabilmesi amacıyla,
personelin özlük ve malî haklarının iyileştirilmesinde zaruret bulunmaktadır. Ayrıca, Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş Kanununun yürürlükte olan maddeleri, bugünkü teşkilat
yapısına ve yürütülen hizmetlere yetersiz kalmakta olup, teşkilat kanunu en
kısa zamanda çıkarılmalıdır. 2000'li yıllarda büyük
devlet olmayı arzu eden Türkiye Cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanlığı,
Türkiye'nin ihtiyacı olan sosyal uzlaşmayı gerçekleştirecek, barışı ve
kardeşliği sağlayacak en büyük müessesedir. Bu müessesemizin sunduğu önemli
hizmetlerden bir tanesi de hac organizasyonudur. Her yıl, Suudi Arabistan
Krallığı Hac Bakanıyla, hac işleri esasları ve düzenlemeleri hususunda bir
görüşme yapılmaktadır. Kota rakamı bu görüşmede müzakere edilerek, karşılıklı
mutabakatla belirtilmektedir. 2000 yılında hacca gidenlerin sayısı 65 000 iken,
2001 yılında 106 207 olmuştur. Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, hacı
adaylarımızın tamamına yakınını hacca göndermekte, her türlü rehberlik
hizmetlerini, sağlık hizmetlerini, ulaşım ve barınmayı sağlamaktadır. Hac
organizasyonunda Diyanet İşleri Başkanlığının etkinliğini daha da artırarak,
laiklik karşıtı bazı dernek ve vakıfların ve hatta bazı özel şirketlerin
faaliyetlerine son verilmesi gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; din işlerinin, dinî inanç ve prensiplerine uygun tarzda yerine
getirilmesi, dinin taassup ve hurafelerden korunması, Atatürk'ün kurduğu laik
Türkiye Cumhuriyetinin din hizmetlerinin yetenekli ve ehil kişiler tarafından
verilmesi amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığının, devlet teşkilatında yer
almasının ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapmasının önemi ortadadır.
Millî birlik ve
beraberliğimizin sağlam temeller üzerinde devam edebilmesi, bu birlik ve
beraberliğe zarar verebilecek birtakım çalışmaların önlenmesi hususunda Diyanet
İşleri Başkanlığına büyük görevler düşmektedir. Özellikle, dinî hayatı
düzenleyen İslamın öğretilmesi, din ve vicdan hürriyetine dayalı, gerçekten,
inanç hürriyeti içerisinde ibadetlerini en iyi şekilde yapabilecekleri ortamın
sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bu amaçla yapılması
gerekenlerin başında da, dinimizi iyi öğrenmiş, doğru anlamış, genel kültürle
donatılmış din görevlilerinin yetiştirilmesi gerektiği inancındayız. Diyanet
İşleri Başkanlığının, bu konuda hizmetiçi eğitim ve mevcut alınacak personelin
eğitimi durumuyla ilgili çalışmalarının olduğunu da biliyoruz. Laik Türkiye
Cumhuriyetinin anayasal kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Yüce Atatürk'ün
kurduğu önemli kurumlardan biri olarak fonksiyonunu yerine getirmekte,
ülkemizde din hayatını düzenleyerek, millî birlik ve beraberliğimize büyük
katkı sağlamaktadır. Kuruluşundan bugüne kadar gerek yurt içinde gerekse yurt
dışındaki vatandaş, soydaş ve dindaşlarımıza din hizmeti vermekte olan Diyanet
İşleri Başkanlığı, Anayasada belirtilen ilkeler doğrultusunda üzerine düşen
görevleri yerine getirebilmek ve daha iyi bir hizmet sunabilmek için yoğun bir
çalışma içerisindedir. Din, insanların
gönlündedir, siyasî görüşlerin tekelinde değildir. Müslümanlık, toplumumuzun
bütününün ortak inancıdır. İslam Dini, sevgiye dayalı bir dindir. Sayın milletvekilleri,
sözlerime son verirken, eğer bugün camilerimizin kapısı açıksa, ezan sesleri
rahat duyulabiliyor ise, ibadetlerimizi rahat yapabiliyorsak, bunun, Yüce Önder
Atatürk ve onun kurduğu laik ve demokratik cumhuriyet devleti sayesinde
olduğunu herkesin bilmesi gerektiğine inanıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 yılı bütçesinin Diyanet
camiasına, milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Sayın Dilekçi,
teşekkür ediyorum efendim. Efendim, şimdi söz
sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Ziya Aktaş'ta. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA A. ZİYA
AKTAŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli üyeler; 2002 yılı Hazine Müsteşarlığı
bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere
huzurunuzdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, basın görevlilerini ve
bizi izleyen halkımızı sevgi ve saygılarla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, genç nüfusa sahiptir. Ülkemiz için önemli bir zenginlik olabilecek
böyle bir kaynak, maalesef, eğitim yetersizliği ve yetersiz iş olanakları
nedeniyle istenildiği gibi değerlendirilememektedir. Bu nedenle, eğitime ve
yatırımlara, bütçede, çok büyük kaynak aktarılmalıdır. Yine, sağlık, güvenlik ve
adalet gibi hizmet alanları yanında, sıkıntı içindeki işçimize, memurumuza,
emekli, dul, yetim ve yaşlılarımıza, çiftçi, esnaf ve sanayicimize, kısaca, hem
sosyal amaçlı hem de çalışan ve üreten kesimlere de, bütçeden en büyük payın
ayrılması, çok ama çok yerinde olacaktır. Bunu, Demokratik Sol Parti olarak,
kesinlikle, biz de destekliyoruz. İyi, ama, nasıl diye sormayacak mısınız,
hangi kaynakla demeyecek misiniz? Ortada olmayan veya Türkiye için ileride çok
daha pahalıya gelebilecek bazı kaynaklar yerine, olabildiğince kendi
kaynaklarımızla sıkıntılarımızı atlatmak, ülkemizin yararına ve halkımızın
çıkarına değil mi? Gelin, iktidar ve
muhalefet demeden, ortak bir noktada buluşalım. Bugünkü sıkıntıların sadece son
birkaç yılın sonucu olmadığı konusunda, sanırım, bir görüş birliği var değerli
arkadaşlar. Belirli kişileri ya da belirli parti veya partileri tek başına
suçlamak da artık yararsız. Önemli olan, ülkemiz için, halkımız için çözüm
üretmek. İşte, bu dilek ve
beklentiyle, gelin, birlikte, Hazine Müsteşarlığının önümüzdeki bütçe döneminde
Türkiye'de gerçekleştirmek istediği bazı şeylere kısaca göz atalım. Bunların
başarılması halinde, Türkiye'nin sıkıntılarının büyük ölçüde hafifleyebileceği
inancındayım. Önce, bir yanlış
anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Dün, çok değerli bir konuşmacı, bu kürsüde
şöyle bir ifadede bulundu: "Bir ülkenin gayri safî millî hâsılasının veya
gayri safî yurtiçi hâsılasının, dışborcun bu sayıya oranı yüzde 60'ı geçerse,
ülke müflis sayılır." Kamu bankalarının görev
zararları ve batan bankaların kamuya yükledikleri zararla beraber, Türkiye'nin
iç ve dışborç toplamının, yaklaşık olarak, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde
105 oranına ulaştığı söylenilebilir. Bu, doğrudur; ama, ardından "bu ülke
batmıştır, bitmiştir" söylemi, doğru değildir, gerçekçi değildir. Dün burada Maliye
Bakanının dağıttığı şu 2001 Yıllık Ekonomik Rapor kitabına bir saniye bir göz
atmanızı rica edeceğim. 223 üncü sayfaya bakarsanız, müflis olan ülkeler
arasında, batmış, gitmiş ülkeler arasında Japonya'nın, İtalya'nın, Kanada'nın,
Belçika'nın ve Yunanistan'ın olduğunu görüyoruz ve bu ülkelere baktığınız
zaman, kimisinde bu oran yüzde 130, kimisinde yüzde 103, yüzde 104 gibi. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de Hazine ve Maliye tarafından uygulanan politikaların pek de başarısız
olduğu söylenemez kanısındayım. Bakınız, yine burada, çok küçük bir şekil
olduğu için göremeyebilirsiniz; ama, önemli olan, mart ayında yüzde 194 olan
tahvil faizinin, bu yılın sonuna yakın, yani, kasım ayında yüzde 74'lere düşmesi
ve burada dikkatinizi çekmek istediğim şey, burada görülen eğrideki sürekli
iniş; öyle umuyoruz ve bekliyoruz ki, bu iniş devam edecektir, faiz oranı
düşmeye devam edecektir. Değerli arkadaşlarım, bu
oranlar, bu sayılar bize umut vermektedir; arkadaşlarımızın, bürokratlarımızın
çalışmaları için bize umut, güven vermektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu
ekonomik sıkıntıları aşabilmek için, Hazine Müsteşarlığı "Güçlü Ekonomiye
Geçiş Programı" bununla beraber “Para ve Kur Politikası ve Enflasyonla
Mücadele Programı" adlı iki program üzerinde çalışmaktadır. Ayrıca
"yapısal reformlar" başlığı altında da, bankacılık sektöründe yeniden
yapılanma, ekonomik etkinlik, şeffaflık ve yönetişim, daha doğrusu iyi
yönetişim (good governance) çalışmalarını da sürdürmektedir. Şimdi,
satırbaşlarıyla Hazine Müsteşarlığımızın yaptığı, yapmakta olduğu bazı
çalışmalar üzerinde kısaca durmak istiyorum: Mayıs ayında uygulamaya
konulan güçlendirilmiş ekonomik program kapsamında, istikrar ve reform yolunda
önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Kamu maliyesi alanında gösterilen kuvvetli
çabalar sonucu, kamu sektöründe henüz iki yıl öncesindeki yüksek oranlı
faizdışı açıkların aksine, büyük bir faizdışı fazla oluşturulmuştur. Güçlü bütçe uygulamasının
yanı sıra, hazine kâğıtlarına olan talebi artırmak için temmuz ayı sonunda
alınan tedbirler, önümüzdeki aylarda iç borcun rahatlıkla çevrilmesi imkânını
sağlamıştır. Sonuç olarak; 2001 yılı
sonuna kadar, kamunun özel sektör tarafından çevrilmesi gereken borcuna ilişkin
yeni borçlanma ve toplam itfa oranı dikkate değer biçimde düşmüştür. Kamu
borcunun, herhangi bir aksaklığa yer vermeden çevrilmesini sağlamak için,
borçlanma stratejisiyle, kamu bankalarının yeniden yapılandırılması çok yakın
bir şekilde koordine edilmeye devam edilmektedir. 2002 yılında, kamu
borcunun çevrilebilmesini daha da kolaylaştıracak ek adımlar atılacaktır. Yukarıda anlatıldığı
üzere, kamu bankalarının borcun çevrilmesine katılma potansiyeli, bütçeye
gelecek ek dış destekle beraber, 2002 yılında özel sektörden yapılması
gerekecek borçlanmayı ulaşılabilir düzeyde tutacaktır. Bu, borç çevrilmesini
kolaylaştıracak ve reel faiz oranlarında düşüşe yardımcı olacaktır. Hazinenin borçlanma
stratejisi, bankacılık sisteminden gelen bilgi akışı geliştirilerek daha da
güçlendirilmiştir. Bu amaca yönelik olarak her hafta bir araya gelen özel bir
komite kurulmuştur. Komite; Hazine, Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tasarruf
Mevduatı ve Sigorta Fonu (TMSF), SPK ve kamu bankaları temsilcilerinden oluşmaktadır. Ayrıca, bankacılık
reformu alanında da, özel bankacılık sisteminin güçlendirilmesi politikası,
orta vadeli büyümeye hızlı bir geri dönüşü desteklemek amacıyla izlenmeye devam
edilmektedir. Tasarruf Mevduatı ve
Sigorta Fonu bankalarının yeniden yapılandırılması alanında hızlı ilerlemeler
sağlanmaktadır. Kalan 8 TMSF bankasının 2001 yılı sonuna kadar çözümlenmesinin
tamamlanması hedefi yönünde planlandığı gibi ilerlenmektedir. Yine, kamu
bankalarının özelleştirilmeye hazırlık sürecinde yeniden yapılandırılmasında da
yeni ilerlemeler sağlanmaktadır. Yapısal reformlar olarak,
TÜPRAŞ, POAŞ, İsdemir, Erdemir ve Türk Hava Yolları gibi büyük kamu
şirketlerinin satışına ilişkin hazırlıklar sürdürülmektedir. Değerli arkadaşlarım,
yönetişimi iyileştirmek ve doğrudan yabancı yatırımı çekmek için bir dizi
adımlar atılmaktadır. Bu kapsamda, önemli bir adım olan, uluslararası
standartlarıyla tutarlı yeni kamu ihale kanununun Meclise sunulması
beklenmektedir. Yine, yatırım ortamının
iyileştirilmesini sağlayacak diğer tedbirlere ilişkin çalışmalar da
sürmektedir. Türk Ticaret Kanunu, Arazi Geliştirme Kanunu, vergi kanunları ve
yatırım ortamını etkileyen diğer yasal düzenlemeler gözden geçirilmektedir. Değerli arkadaşlarım, bu
arada, binlerce köylümüzü ilgilendiren bir konu da, Maliye Bakanlığı ve Hazine
Müsteşarlığı arasında çözüm beklemektedir. Bazı ürünlerle ilgili destekleme
primi ödenmesi konusundaki Bakanlar Kurulu kararına göre "2000 yılında
kira sözleşmesi yapmayıp ecri misil ödeyerek üretim yapan üreticiler, bu yıla
mahsus olmak üzere -sadece 2000 yılına mahsus olmak üzere- "primden
yararlanabilirler" hükmü kabul edilmiştir; ama, bu hükmün hâlâ
uygulanmadığı bilgisi alınmıştır. Bu konuda gereğinin yapılmasını bekliyoruz ve
umuyoruz. Değerli arkadaşlar, görevlerini
tam olarak yapmayan bürokratları uyarmak ve eleştirmek görevimizdir; ama, bunun
yanında, görevini iyi yapan, iyi yapmaya her zaman özen gösteren
bürokratlarımızı da kutlamak, yüreklendirmek ve onlara destek olmak
görevimizdir diye düşünüyorum. Hazine Müsteşarlığının tüm elemanlarını bu
nedenle kutluyor ve bu bütçenin Hazine Müsteşarlığımıza ve ülkemize hayırlı
olmasını diliyorum. Bu vesileyle, sizin,
hepinizin ve halkımızın ramazanını ve ardından gelen şeker bayramını kutluyor,
Yüce Allah'tan, halkımıza ve ülkemize nice mutlu ve barış dolu yeni bir yıl
diliyor, hepinizi sevgi ve saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aktaş. Efendim, şimdi söz
sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde. İçel Milletvekili Sayın
Cahit Tekelioğlu söz almıştı; gelemediler; sebebine gelince, İçel'de büyük bir
sel felaketi var. Malumunuz, sayın iki bakan da gittiler; ama, iki bölgede de
on gün önce yağan yağmurla birlikte 100 000 dönüm arazi sular altında ve bunlar
sera toprakları; yaş sebze ve meyve üreticileri perişan. İnşallah diyorum, İçel
milletvekili iki sayın bakan da gittiğine göre, bizim Hatay'ın başına geldiği
gibi olmaz ve afet kararnamesi kaybolmaz, İçellilerin derdine... TURHAN GÜVEN (İçel) - Üç
bakan gitti. BAŞKAN - Üçüncüsü kim? TURHAN GÜVEN (İçel) -
Bayındırlık ve İskân Bakanı. BAŞKAN - İçelli
bakanlardan bahsediyorum efendim; bizim Hatay'a da Başbakan geldi, o ayrı bir
konu, o ayrı bir şey efendim. Ben, Cahit Beyin niye şu anda burada olmadığını
söylemek istedim. Sayın Kaya'nın da arabası
geçen günkü afette sele sürüklendi, Cenabı Allah onun hayatını kurtardı; geçmiş
olsun diyorum. Başbakanlık da benim
söylediklerimi duyuyor... Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Sait Gönen; buyursunlar efendim.
(MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA
SAİT GÖNEN (Konya) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Başbakanlık bütçesiyle
ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum; konuşmama başlarken, Yüksek Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
millet olarak zor bir dönemeçten geçtiğimiz bugünlerde zor bir bütçeyi
görüşürken, bazı tespitleri yapmak, geleceğimizi şekillendirmede bize büyük
katkılar sağlayacaktır; ancak, bu tespitleri yaparken, iktidarıyla
muhalefetiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek kuruluşlarıyla hepimiz,
sorumluluğumuzun ve görevlerimizin sınırını iyi çizmek durumundayız; çünkü, bu
çatı altındaki mevcudiyetimizin sebebi olan demokrasiye, parlamenter sisteme
halkımızın güvenini kaybettirirsek, başka arayışlara itersek, bunda hepimizin
ve en fazla da bunları körükleyenlerin sorumluluğu olur diye düşünüyorum. Sayın milletvekilleri,
bilindiği gibi, Başbakanlık teşkilatı, 3056 sayılı Kanunun kendisine verdiği
yetkiyle bakanlıklar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayan, hükümetin
genel siyasetinin yürütülmesini gözeten ve devletin tüm mekanizmalarının ahenk
içerisinde işlemesini sağlayan, merkez teşkilatı ile buna bağlı ilgili
kuruluşlardan meydana gelen, Başbakana bağlı bir teşkilattır. Bu teşkilatla ilgili şu
an bir durum tespiti yapacak olursak,
Başbakanlığa bağlı ilgili kuruluş adedi 52'dir. Konuşmakta olduğumuz
Başbakanlık bütçesi içerisinde Başbakanlık merkez teşkilatının bütçe payı ise
yüzde 15,3'tür. Görevi koordinasyon olan Başbakanlığın, ilgili kuruluşlarla
birlikte ayrı bir hükümet haline geldiğini görmekteyiz. Özürlü vatandaşımızdan
gençliğe, kadının statüsünden emlak sorununa kadar bir dizi problemi
Başbakanlıkta çözmeye çalışıyoruz. Sadece merkez teşkilatında 2 700 kadrosu
olan hantal, hareket yeteneği de, mevcut yapısından ve izdüşümü sayılabilecek
yapıların diğer bakanlıkların da bünyesinde bulunmasından dolayı kısıtlanmış,
yönetilemez bir yapıyla karşı karşıyayız. Değerli milletvekilleri,
uzun yıllardır kadro şişkinliği ve verim düşüklüğünün yanı sıra, kaynak
israfıyla da iç içe yaşamakta olan kamu sistemi yönetim anlayışı, yerini, daha
verimli, dinamik ve kesintisiz çalışan bir sisteme, sorunların çözümünde
kararlı, iç ve dış problemlere çözüm getiren, çağın teknoloji ve bilgisine
uygun hareket edebilen etkin bir anlayışa devretmelidir. Yönetim ve organizasyon
literatürü incelendiğinde, son yirmi yılda önemli değişiklikler olduğu ortaya
çıkar; hatta, bir paradigmayla karşılaşırız. Bu paradigma değişiklikleri,
örgütsel küçülme stratejisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1990'lara kadar bir
anlamda büyüme, bir organizasyon için sağlık göstergesi; küçülme ise, hasta
olan bir organizasyonun iyileşmesi için alınan önlem olarak kabul edilmiştir;
ancak, 1990'ların başında yönetim ve organizasyon alanında pek çok yeni kavram
ve uygulamalar gibi, örgütsel küçülme diye tanımlanabilen "down sizing" kavramı çok sık
kullanılır hale gelmiştir. Küçülme kavramı daha önce
hasta işletme ve organizasyonlar için söylenirken, yeni yaklaşımla artık,
iyileşmenin, rekabetçiliği artırmanın bir yolu olarak ele alındığı
"örgütsel küçülme" kavramı kabul edilmeye başlanmıştır. Klasik yönetim
anlayışının uzmanlaşmaya ve
birimleşmeye yönelik fikirsel temelleri üzerine odaklanan yapılar, sanayi
toplumundan bilgi toplumuna geçişte değişen beklentilere cevap verememiştir. Bilgi toplumu sürecinde
dünya çok daha küçüldü. Günümüz, hızlı karar alma ve bu kararları süratle
uygulamaya koymayı zorunlu kılmaktadır. Ayrıca, verimlilik,
hizmetin kalitesi, malzeme ve zaman tasarrufu ön plana çıkmıştır. Klasik
biçimde yapılanan organizasyonlar, bu süreçte birimlerarası kopuklukların
oluşması sonucu, beklentilere kendilerini adapte edememişlerdi. Bilgi toplumu
sürecinde beklentilere, ancak bütün departmanların bir araya gelerek toplam
kalite yönetimi anlayışı içerisinde çalışmasıyla cevap verilebilir. Sayın milletvekilleri,
bilimsel gerçeklikler bunlar iken, biz ne yapmışız; isterseniz bir de ona
bakalım. Birçoğumuzun adını bile yarım yamalak bildiği, Başbakanlığa bağlı
olduğundan haberimiz bile olmayan pek çok kurumu Başbakanlığa bağlayarak
anormal bir yapı ortaya çıkarmışız. Örgütsel küçülme,
stratejik bir tercihtir, hedefleri olan bir yaklaşımdır; arzulanan hedeflere
ulaşmak için ayrıntılı planların yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kamu sektöründe örgütsel
küçülme stratejisi uygulama, sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerin ekonomik reform
programlarında hızla artarak kullandıkları önemli bir olgudur. Kamuda örgütsel
küçülme, ekonomik politikaların nihaî amacı değildir; ancak, çok önemli
katkılar sağlar. Kamu sektöründe yeniden
yapılanma çalışmalarından örgütsel küçülme stratejisi uygulamaları, ABD'de,
Reagan'ın iktidara geldiği 1980'li yılların başında başlamıştır ve bu tarihten
itibaren bütün sektörlerde uygulama hızla yayılmıştır. 1990'lı yıllardan
itibarense, Avrupa Birliği ülkeleri bu süreci başlatmış ve tamamlamışlardır. Değerli milletvekilleri,
peki, ABD 1980'li yılların başında, Avrupa Birliği ülkeleriyse 1990'lı yılların
başında, kamu kesiminde yeniden yapılanmayı ve örgüt yapılarını daha küçük ve
daha etkin bir hale getirirken bizler ne yapmışız, bu ülkeyi yönetenler neler
yapmışlardır. Dönemlerinde, maalesef,
kamuda kadroları şişirmekten öteye gidememişlerdir. Yoksa, kamuda norm kadro
uygulamalarına geçildi, kamu personel rejimiyle ilgili düzenlemeler yapıldı ya
da kamu personeli arasında, hizmetin niteliğinden kaynaklanmayan farklılıklar
düzeltildi de, bizim mi haberimiz yok! Bugün, Milliyetçi Hareket
Partisini, devletin yeniden yapılanmasının karşısında göstermek isteyenler,
sadece ve sadece, kendi kaçırdıkları trene bahane arayanlardır. Değerli arkadaşlar,
yönetim biliminde, kamuda örgütsel küçülmenin sosyal yönünü açıklayan iki tane
ideolojiden bahsedilir. Bunlar, çalışanın kendine güvenme ideolojisi ve
bürokrasiyi azaltma ideolojisidir. Bürokrasiyi azaltma
ideolojisi, örgütsel küçülme stratejisi ile tutarlıdır. Örgütsel küçülme,
yönetim hiyerarşisini minimumda tutmak ister ve hiyerarşilerin azaltılmasını
önerir. Hiyerarşiler azaltılırken, orta düzey yönetim kadroları, kaçınılmaz
olarak elenir. Ayrıca, kamuda şeffaflık,
çağımızın, hiç gözardı edemeyeceğimiz, olmazsa olmaz bir kuralıdır.
Şeffaflığın, tüm devlet kademelerine yerleştirilmesi çabalarına, Başbakanlığın
büyük katkıları olabileceğini biliyoruz. Bu çerçevede, Devlet
İhale Yasasının da bir an önce çıkarılmasının ve başta Başbakanlıktakiler olmak
üzere, ihalelerin, internet ortamında yapılmasının olumlu bir adım olacağını
düşünüyoruz. Sayın Başkan, değerli
üyeler; Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki; biz, devletin yeniden
yapılanmasına talibiz; devletin örgütsel yapısının küçülmesi konusunda kapsamlı
araştırmalar yaptırmaktayız. Biz, bugün, devleti hantal gösteren bürokratik
yapılanmanın yeniden düzenlenmesini öneriyoruz. Devlet tarafından yürütülen,
değer yaratmayan bütün faaliyet ve görevlerin ortadan kaldırılması için, devlet
hizmetlerinin yeniden süreçlendirilmesini, bir nevî reengineering öneriyoruz.
Kamuda bürokrasinin ortadan kalkması için, kademelerin azaltılması
uygulamalarının başlatılmasını istiyoruz. Halen modern devlet yapısının
yürütmesi gerekmeyen faaliyet alanlarından çekilerek, bu alanları özel sektöre
bırakmak istiyoruz. Biz, bu alanların yerine, modern devlet kavramının yöneldiği
alanlara yönelerek, devleti, daha görünür ve büyük yapmak istiyoruz.
Vatandaşlarımızı, yurttaş olmaktan gurur duyacağı bir yapıya kavuşturmak
istiyoruz. Bu amaçla, bütün kamuda, bir ve koordineli olarak toplam kalite
yönetimi faaliyetlerinin uygulanmasını istiyor ve bu konudaki mevcut
uygulamaları destekliyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle,
Grubum ve şahsım adına, Başbakanlık bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler,
idrak etmiş olduğumuz ramazanı şerifin ve ramazan bayramının Türk Milletine
hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz eder, Yüce Meclise saygılarımı
arz ederim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gönen. Söz sırası, şimdi,
Antalya Milletvekili Sayın Osman Müderrisoğlu'nda. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA OSMAN
MÜDERRİSOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Diyanet
İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
aldım; Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Aziz milletimin, idrak etmekte
olduğumuz mübarek ramazanı şeriflerini tebrik eder; insanları karanlıktan
aydınlığa çıkaran yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in indirildiği bu mübarek ayın,
insanlığın sıkıntılardan kurtulmasına vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz
ederim. Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; din hizmeti, tarihin her döneminde var olagelmiş, insanlıkla
yaşıt olan bir olgudur. Din, insanlıkla doğmuş, insanlıkla gelişmiş ve tarih
boyunca, insanoğlunun kendisinden uzak kalamadığı bir kurum olmuştur. Tarihin
hangi dönemine bakılırsa bakılsın, dinsiz insanlar bulunsa da, dinsiz bir
toplum görülmemiştir; çünkü, din, insanlarda fıtrî bir duygudur, Allah'ın
kendilerine bizatihi verdiği bir duygudur. Herhangi bir dine inanan hiçbir
toplum, din hizmetine karşı bigâne kalmamıştır, kalamamıştır. 3 Mart 1924 tarihinde 429
sayılı Kanunla kurulan, anayasal bir kuruluş olarak genel idare içinde yer alan
Diyanet İşleri Başkanlığına, 633 sayılı Kanunla, İslam Dininin inançları,
ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu
aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevleri verilmiştir. Başkanlığımız,
yurtiçinde, en ücra yerlere kadar, yaygın bir din hizmeti vermektedir. Ayrıca,
yurtdışındaki vatandaşlarımıza, Türk ve Müslüman topluluklarda yaşayan soydaş
ve dindaşlarımıza hizmet götürebilmek için büyük çaba sarf edilmektedir. Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi incelendiğinde,
bütçenin 2001 yılına göre yüzde 83 artırılarak 553 trilyon 364 milyar 200
milyon liraya ulaştığı görülmektedir. Ancak, bütçenin yüzde 98'i personel
giderlerine, geri kalan kısmı ise diğer cari hizmet giderleriyle, yatırım ve
transfer harcamalarına ayrılmıştır. Bu bütçe ödenekleriyle Diyanet İşleri
Başkanlığının hizmetlerini etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmesinin
mümkün olmadığı kanaatini taşımaktayız. Diyanet İşleri
Başkanlığının toplam kadro sayısı 88 501'dir. Bu kadroların 12 133'ü münhaldir.
2001 yılında münhal bulunan kadrolardan 1 250 tanesine Maliye Bakanlığından
izin alınarak, açıktan vekâleten atama yapılabilmiştir. Münhal bulunan imam
hatip, müezzin ve kayyım kadrolarına açıktan atama izni verilmeli ve ibadete
açılmış, ancak hiç kadrosu olmayan camilere öncelikle behemehal birer kadro
tahsis edilmelidir. Siz, devlet olarak bu
boşluğu doldurmazsanız, birileri mutlaka dolduracaktır. İnanç ise boşluk kabul
etmiyor; bunu defaeatle söyledik, sıkıntıyı aziz milletimiz, Müslüman halkımız
çekmektedir. Ayrıca, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 86 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, boş kadrolara
açıktan vekil imam hatip atanabilmektedir. Bütçe kanununa konulan bir hükümle
bu tür atamalar Maliye Bakanlığının izniyle yapılmaktadır. Diyanet İşleri
Başkanlığının vekil imam hatip atamaya ait talepleri öncelikle yerine
getirilmeli ve bu kadrolar mutlaka doldurulmalıdır. Diyanet İşleri
Başkanlığının en önemli görevi, toplumu din konusunda aydınlatmaktır. Bu
görevin ifasında, Başkanlığın, basılı, sesli, görüntülü ve süreli yayınlarının
büyük önemi vardır. Başkanlık yayınlarının sayısının artırılması,
vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte, kaliteli, ucuz
eser basımı yapabilmesi amacıyla, Dinî Yayınlar Döner Sermaye İşletmesinin
sermaye limitinin artırılmasında zaruret vardır. Bilindiği gibi, 633
sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle, Dinî Yayınlar Döner Sermaye İşletmesinin
sermaye limiti belirlenmişti. Anayasa Mahkemesi kararıyla bu madde iptal
edildiğinden, meydana gelen hukukî boşluğu doldurmak amacıyla, söz konusu
kanunun 31 inci maddesinde yeniden düzenleme yapan kanun tasarısı, Plan ve
Bütçe Komisyonunda 10.10.2001 tarihinde görüşülmüştür. Komisyonda, döner
sermaye işletmesi sermaye limitinin 3 trilyon liraya çıkarılması ve bu
miktarın, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 katına kadar artırılması benimsenmiştir.
Söz konusu tasarı, öncelikle gündeme alınarak Genel Kurulda görüşülmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bazı basın ve yayın organlarında, vatandaşlarımıza, temel
inançları konusunda tereddütlere ve zihin karışıklığına sebep olan yayınlar
yapılması, onları, haddinden fazla huzursuz etmektedir. Bazı İslam
kaynaklarında bulunan spekülatif yorum ve istisnaî görüşlerin, bazı kişilerce,
dinin esası olarak ortaya atılması, dinî birlik ve beraberliğimizi tehdit
etmektedir, bizi günden güne zaafa uğratmaktadır. (MHP sıralarından alkışlar)
Bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığınca gerekli açıklamalar yapılmalı,
vatandaşlarımızın tereddütleri giderilmeli, Başkanlığın görüşlerine itibar
edilmeli, Diyanet, güvenilir bir müessese olarak, bu görevini behemehal
yapmalıdır. 633 sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun bazı maddelerini değiştiren
1982 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından 1979 yılında iptal edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Kanununun yürürlükte kalan maddeleri ise,
gerek Başkanlığın bugünkü teşkilat yapısına ve gerekse yürüttüğü hizmetlere
cevap veremez durumdadır. Hukukî boşluğun doldurulması ve Başkanlığın bugünkü
hizmet alanlarına göre yeniden yapılandırılması amacıyla, teşkilat kanunu en
kısa zamanda çıkarılmalıdır; yirmi yıldan bu tarafa Diyanet İşleri Başkanlığı,
maalesef kanunsuzdur. Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülen hizmetlerin istenilen
seviyeye yükseltilebilmesi, bilgili, yetenekli ve başarılı eleman istihdamının
sağlanabilmesi amacıyla, personelin özlük ve malî haklarının iyileştirilmesinde
zaruret bulunmaktadır. Bu maksatla, din hizmetleri tazminatı oranlarının
yükseltilerek, müftü, vaiz, murakıp, imam hatip, müezzin, kayyım ve Kur'an
kursu öğreticilerinin durumlarının iyileştirilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı
merkez ve taşra teşkilatında çalışan personele, Başbakanlık ve bağlı
kuruluşlara ödenen fazla çalışma ücreti mutlaka ödenmelidir. 4.7.2001 tarihli
ve 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
malî ve sosyal haklarında hizmetin özelliğine ve gereklerine uygun olarak
adaletsizlikleri giderecek düzenlemeler yapılması öngörülmüştür. Bu kararname
uyarınca, 2002 yılından itibaren yapılacak düzenlemelerde Diyanet İşleri
Başkanlığı personelinin makam ve görev tazminatları yükseltilerek, uzun
yıllardan beri devam eden mağduriyetlerine son verilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı
2002 yılı bütçesinin Diyanet camiasına ve aziz milletimize hayırlara vesile
olmasını Cenabı Hak'tan niyaz eder; sizlere saygılar sunarım. (MHP, ANAP, DYP,
AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz
sırası Uşak Milletvekili Sayın Armağan Yılmaz'da. Size 7,5 dakika kaldı. ARMAĞAN YILMAZ (Uşak) -
Biraz müsamahanıza sığınacağım Sayın Başkanım. BAŞKAN - Buyurun. MHP GRUBU ADINA ARMAĞAN
YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi
açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce, Yüce
Meclisi ve bizleri televizyon karşısında seyreden vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum. 2000 yılında yaşanan
ekonomik küçülme sonrası, Türkiye ekonomisi 2001 yılında da yüzde 8,5 oranında
daraldı. Ekonomik küçülmenin gerisinde, reel ekonominin içine çekildiği iç
talep gerilemesinin yol açtığı ciddî üretimsizlik krizi yatıyor. Reel
ekonomiyi, bu istenmeyen güç şartlara muhatap eden gerçeğin arkasında ise,
kuşkusuz, malî piyasalarda yaşanan kriz yatmaktadır. Değerli milletvekilleri,
son olarak, aktiflerinin büyüklüğü itibariyle 18 inci sırada yer alan
Toprakbank da, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alındı. Ortak yönetim
altında toplanan 3 kamu bankası hariç tutulacak olursa, fon kapsamına alınan
banka sayısı 19'a ulaştı. Bankacılık sektörünün
geçmişten getirdiği sorunların, günün birinde böylesi bir istenmeyen durumu
yaratacağı kaçınılmazdı. Her önüne gelene sorgusuz sualsiz banka sahibi olma
izni verilmesi, denetim mekanizmalarının yeterli seviyede işletilmemesi, bu
sonu hazırlayan gerekçelerin ilk sırasında gösterilmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruluncaya kadar, Hazine
Müsteşarlığı ve Merkez Bankası Başkanlığı, bankacılık sektöründe faaliyet
gösteren kamusal ve özel malî kurumların, piyasa kuralları içerisinde sağlıklı
işletilmesinden sorumlu olan kurumlardı. Sektörde, kötü yönetim sebebiyle
faaliyetleri durdurulan bu kadar kuruluş varsa, o zaman, denetim görevini
yerine getirmek durumunda olan bu kurumların, kamusal görev ve sorumluluklarını
yeterli biçimde yerine getiremedikleri anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, yabancı
sermaye ve yatırımları teşvik konusunda da benzer durumlar söz konusu;
özellikle reel ekonominin önünün açılmaya büyük ihtiyaç olduğu şu günlerde...
Yerli ve yabancı yatırımcılar, fazla bürokrasi ve mevzuattan kaçıyorlar.
Özellikle yabancı sermaye, kendisine bu kadar zorluk çıkarılan bir ülkeye niçin
gelsin? Hal böyle olunca da gelmiyor. Bu şartlarda da gelmemekte haklı. Diğer taraftan, yatırım
teşvikleri noktasında, gerçek manada yatırımcılara çıkarılan zorluklar
karşısında da, teşvike bağlı yatırımların yarım kalması, tamamlanamaması veya
hiç başlanılmaması kadar doğal bir şey olamaz. Değerli arkadaşlarım,
mevzuatın sürekli yenilendiği, değiştirildiği bir yerde, yatırımcı, nasıl önünü
görerek yatırım kararları alabilir veya alsa da, bunu uygulamaya nasıl
dönüştürebilir? Bu şartlar altında, yabancı ve yerli yatırımların harekete
geçirilerek sisteme aktif katılımının sağlanması, hiç mümkün görülmüyor. Hal
böyle olunca da, yeni teknolojilerin kazanılması, yeni iş imkânlarının
yaratılması da gerçekleşemiyor. Reel ekonomiden gelen olumlu katkıyla ekonomik
canlanma sağlanamıyor, kriz üstüne kriz yaşanması da kaderimiz oluyor. Krizden kurtulmak
imkânsız değildir. Her ekonomik kriz, yeni finansal terim ve uygulamaların
devreye girmesiyle aşılabilir; hisseye dönüşebilir borç senetleri, gelir
ortaklığı senetleri ve risk sermayesi yönetimi, yeni enstrümanlar olarak
nitelendirilebilir. Bilhassa, TOBB Başkanının açıklaması üzerine kamuoyu
gündemine giren risk sermaye yönetimi, önemli fonksiyonlar üstlenebilir. Aksi
halde, Türkiye, bu konuda geç kalmanın bedelini daha ağır ödemek zorunda
kalabilir. Şurası bir gerçek ki:
Sorunların temelinde, üretim yetersizliği, malî piyasaların derinliği ve
hacminin olmaması kadar, içborç yükünün getirdiği açık bütçe politikası da
büyük pay sahibidir. Ekonominin bir türlü toparlanamaması ve kötü gidişin, daha
çok, içborçların sebep olduğu faiz ödemelerinden kaynaklandığı görülmektedir.
Yüksek faiz politikalarının, ülkede gelir dağılımını bozduğu, fakir ve zengin
kitleler arasında çok büyük uçurumlar yarattığını görmekteyiz. Zar zor toplanan
vergilerin tamamı faiz ödemelerine sarf ediliyor. Geleceğimize yatırım yapmaya
kaynak bulamıyoruz veyahut kalmıyor. Faiz ödemelerini gerçekleştireceğiz diye,
bütçenin orasından burasından kesiyoruz. "Faizdışı fazla" tanımlaması
getirilerek, yaptığımız tasarrufları, yine faiz ödemelerinde kullanıyoruz. Ne
yazık ki, tüm bu özverili gayretlere rağmen içborç sarmalından kurtulamıyoruz,
bütçe açığını kapatma başarısını sergileyemiyoruz. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 17 nci ve 18 inci stand-by düzenlemeleriyle IMF'den sağlanan ek
malî krediler de bu sorunun giderilmesinde yetersiz kaldı. Şimdi, IMF ile ek
protokol yapılarak yeni malî yardım alma aşamasındayız. Bu kredi, IMF
uygulamalarının ötesinde, bütçe finansmanında da kullanılabilecek. Burada açık
olan, iç kaynakların artık yetersiz kaldığı, toplanan vergilerin Türkiye'yi
taşıyamadığıdır. Öyleyse, yapılması gereken, üretimin önünün açılması ve
ekonominin tekrar vergi üreten yapıya kavuşturulması, bunun için de olmazsa
olmaz olan iç talebin canlandırılmasıdır. İç talebin canlandırılması için de,
öyle zannediyorum ki, vergi politikalarıyla devletin eriştiği kaynak israfına
yol açan büyüklüğün tartışmaya açılmasının zamanı gelmiştir. Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de vergi oranlarının yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu oranlarla,
vergisini düzenli ödeyen kesim de vergi ödemekten caydırılıyor. Kaldı ki, vergi
mevzuatımızda harcamaların gider yazılması esası, Batı ile
karşılaştırıldığında, ciddî bir biçimde, vergi ödeyenlerin aleyhine. Bunun, öncelikle
yeniden ele alınarak düzenlenmesi bir zorunluluktur. Diğer taraftan, gerek
Kurumlar, Gelir ve Katma Değer Vergisi oranlarının yüksekliği, tasarruf yapma
ve sermaye birikimini engelleyen bir etki oluşturmaktadır. Vergi oranlarının
taşınabilir bir düzeye çekilmesi, ekonominin canlandırılması için düşünülmesi
gereken ilk husustur. Özellikle KDV oranlarında
yapılacak bir indirimin iç talebin önünü açacağı teknik olarak genel kabul
görmektedir. Şüphesiz ki, bu yaklaşım doğru ve üzerinde durmaya değer; bunun,
artık, gündeme alınması bir gerekliliktir. Özellikle de Maliye ve Hazine
Müsteşarlıklarının bu konunun üzerine eğilme ve fikir üretme zamanı gelmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; borsa, döviz ve faiz üçgenine, diğer bir deyimle, para, kur ve
faiz üçgenine sıkışmış bir ekonomi önümüzde tüm görkemiyle durmaktadır. Tamamen
spekülasyona dayalı bir ekonomik yapı söz konusu; bu yapının değiştirilmesi
gerekiyor. Reel ekonominin sorunları çözümlenerek, ekonomi, üretime ve dış
satıma yönlendirilmeli. Reel ekonomi desteklenmeli, bunun için de eldeki tüm
imkânlar kullanılmalı. Bu işlemin yolunun Hazine Müsteşarlığı bünyesinde
bulunan Yabancı Sermaye ve Teşvik Uygulama Genel Müdürlüklerinden geçtiği de
açıktır. Her iki konuda da mevzuat sadeleştirilmesine gidilmeli, yatırımcının
önü açılmalı, işleri kolaylaştırılmalı, yeni üretim arterleri ekonomiye
kazandırılmalı, yeni iş sahası yaratılmalı; böylece, katma değer ve istihdam
üretecek aktiviteler ekonominin hizmetine sokulmalı; ekonomi, büyüme trendine kendi
imkân ve dinamikleriyle ulaşmalıdır. Burada, piyasa ekonomisinin kural ve
kurumlarıyla işletilmesinin sağlanmasının ne denli önemli olduğu bir kez daha
açığa çıkıyor. Kamunun üzerine bu noktada ciddî sorumluluk ve görev düşüyor.
Öncelikle, eksik rekabete yol açan müdahaleci olma alışkanlığını terk etmeli,
yasal düzenlemelere gidilerek denetleyici, regüle edici bir yapıya
kavuşturulmalıdır. Ancak bundan sonra piyasaların kendi içsel dinamikleri
üzerinde gelişme ve serpilmesiyle, dış piyasalar karşısında rekabet gücü
kazanması mümkündür. Hazine Müsteşarlığının
garantör olduğu yap-işlet-devret modeli de dahil, çok çeşitli projelerde Hazine
zararlarının artma sürecinde olduğu hepimizce malumdur. Yürürlükteki mevzuata
uyulmadan, gerekli ve yeterli incelemeler yapılmadan, Hazine garantisiyle
gerçekleştirilen projelerden sağlanan fayda, bu projelerin maliyetinin çok
altında kalmaktadır. Bu şekilde yürütülen projelerin getirdiği yük, sonuçta,
daha fazla vergi yoluyla topluma yansımaktadır. Hazinenin son on yılda
borçlanma miktarı nedir? Hangi şartlarda borçlanmıştır? Bu borçlanmayla hangi
projeler kredilendirilmiştir? Kullanılan kredilerin ne kadarı softloan, ne
kadarı ticarî kredilerdir? Hazinenin Yankee Bond, Samurai Bond ve Euro Bond
piyasalarında tahvil satmak suretiyle sağlanan kaynaklar hangi faizle alınmış
ve nerelere kullanılmıştır? Yine, Hazine garantili ve piyasalardan borçlanan,
özellikle büyükşehir belediyeleri bu kaynağı nasıl kullanmışlardır ve vadesi
geldiğinde de geri ödemelerini aksatmadan gerçekleştirmişler midir; yoksa, bu
borçlar da kamuya ilave bir yük getirmiş midir? Bunların da açıklanmasını
öncelikle istiyor ve bekliyoruz. Türkiye'nin son on yılda
realize ettiği projelerin öncelik sıralamasında esas alınan kriterlerin hangi
iktisadî, malî ve maddî zemine dayandırıldığı hususunu Devlet Planlama
Teşkilatı ve Millî Prodüktivite Merkezi kayıtları baz alınarak yeniden
değerlendirilmesinin millet huzurunda ahdî bir sorumluluk olduğunu düşünüyor ve
bunların ortaya çıkarılmasının gerekli olduğuna inanıyorum. Bu duygu ve
düşüncelerimle, 2002 yılı Hazine Müsteşarlığı bütçesinin, bu mübarek ramazan
günlerinde, milletimize hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz
ederim. Bizleri şu anda izleyen vatandaşlarımızın mübarek ramazan ayını tebrik
eder; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlarım. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi,
söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda. İstanbul Milletvekili
Sayın Nevzat Yalçıntaş, buyursunlar efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Aziz Başkan, çok değerli milletvekilleri;
zannediyorum, bu müşahedemi paylaşacaksınız. Türkiye'de Başbakan olmak herhalde
en zor işlerden biri. Türkiye'de Başbakanlık nasıl zorsa, maalesef, gittikçe de
Türkiye'de vatandaş olmak da zorlaşıyor. Problemler büyük; insanlar, bu
problemlerin karşısında bazen çaresiz kalıyorlar ve muhtelif rakamlar
işitiyoruz; şu kadar yüz bin kişi, hatta şu kadar milyon kişi -bu rakamlar
şöyle böyle rakamlardır; bunları çok kati olarak bazı arkadaşlar söylüyorlar,
biraz sakınmak lazım- yurtdışına gitmek için müracaat etmiştir, vize
beklemektedir. Şu kadarı dışarıdadır, gelmemeye çalışıyorlar. Dolayısıyla,
vatandaşları için de Türkiye'de yaşamak zorlaşmış. Dolayısıyla, bu problemler
yığını, zannediyorum, üç alanda toparlanabilir. Birisi -burada, devamlı
konuşuldu ve konuşulacak- ekonomik problemler; bir diğeri sosyal ve diğeri de
dış problemler. Bu bütçe müzakereleri
niçin olur? Sayın Maliye Bakanımızın bir sözü biraz yanlış anlaşıldı. O, bizim
fakülte mezunudur; onun yanlış bir şey söylemesi bizi de bağlar; yani, dedi ki
:"Meclisler, parlamentolar, bütçe için, vergi için meydana
gelmişlerdir." Arkadaşlar, haddizatında,
bu doğru bir sözdür; yani, Maliye Bakanı bir hata yapmış değildir. Krallar,
prensler, padişahlar, vesaireler, istedikleri gibi harcamaya, vergi koymaya
kalkınca, o zamanın orta sınıf karşı çıkmıştır; hayır, gelin, bir araya
gelelim, vergileri beraber koyalım. Bu manada söylemiştir. Şimdi, bu harcamalar o
kadar önemli. Parlamentoların menşei buradan geliyor. Öyleyse, bu harcamaların
konuşulduğu bir Mecliste ilgili bakanlarımızın bulunması lazım. Diyanet bütçesi
konuşuluyor; zannediyorum, Hüsamettin Beyefendiye bağlı; pek yok. Genç insan,
yani, öyle çabuk yorulup, eve gidip istirahat edecek değil... HASAN AKGÜN (Giresun) -
Hocalar var... NEVZAT YALÇINTAŞ
(Devamla) - Hocalar var... Eh, hocaları buraya oturtalım; vallahi ben razıyım.
Sonunda bunu teklif edeceğim. Revize lazım bu konuda. Ben size katılıyorum, hocalarımız
var. Efendim, Hazine
konuşuluyor; o kardeşimiz de yok; çok çalıştığını biliyorum. Başbakanımız için
bu sözü pek söyleyemiyorum; çünkü, her şeyden mesul, her yere koş... Şüphesiz
ki, her bakanlığın bütçesinde bulunamaz; bunu anlayışla karşılamak lazım. Burada, ekonomide olan
hadisenin ismini koyalım; çünkü, hepimiz olumlu kavramlara alışmışız. Gelişme,
kalkınma, zenginleşme, refah, refah devleti; ama, bir başka kavram daha var
iktisatta; nedir o; yoksullaşma, fakirleşme denen şey. Meşhur iktisat nobel
ödülünü alan Prof. Gunnar Myrdal "Asya Dramı" isimli büyük
incelemesinde, iktisat literatürüne bunu getirdi; yoksullaşma diye bir kavram,
bir tatbikat. Bunun göstergeleri var. Vakit yok... Bu göstergeler Türkiye'de
belirdi; bunu çoğumuz yaşıyoruz. Ekonominin önemli bir veçhesi böyle çıkmaya
başladı Türkiye'de. Çoğumuzu üzen bir şey; ama, bu, böyle. İstanbul'da bir iftarda,
zannediyorum Sosyal Demokrat Parti Şişli Belediye Başkanımız... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Demokratik Sol... NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla)
- Evet, Demokratik Sol... ... "efendim, ben de
açtım iftar çadırı; 3 000 kişiye yediriyorum, içiriyorum -tebrik ettim- burada
bitmiyor; evlerine götürmek istiyorum." dedi. Şişli gibi bir yerde. Şişli,
İstanbul'un müreffeh sayılabilecek -o aşağıda gecekondular hariç- bir semti. 3
000 kişi... BAŞKAN - O eskidendi
hocam. NEVZAT YALÇINTAŞ
(Devamla) - Fakirleştik; doğrudur... Doğrudur, aziz üstadım. Burada bütün göstergeler
meydandayken, ne her şey karanlık dememiz doğru olur, onun şairi dahi
"pürnur o mevki" demiş; her yer karanlık diyemiyoruz; şüphesiz,
aydınlıklar var; ama ne de her şey güzeldir demek oldukça mübalağalı bir tavır
olur. Bunun getirdiği
sonuçların nereden neşet ettiği de belli, benim söylememe lüzum yok; Sayın
Maliye Bakanımız konuşmasında söyledi. Kamu maliyesinin dengesi bozuldu. Kamu
maliyesinin dengesi bozulunca, ucuz bir çareye başvuruldu, keşfedildi güya; dış
borçlanma, iç borçlanma... Dış borçlanmayla, iç borçlanmayla ilgili dün
rakamlar verildi. Bunları tekrar anlatmaya lüzum yok. Bir şeyi kapatmak demek,
bir ihtiyacı gidermek demek, susuz bir insanın deniz suyu içmesine benzer. Bu,
klasik bir örnektir. Zanneder ki, deniz suyu içtikçe susuzluğu gidecek. Hayır,
daha fazla artar. 10 milyar dolar, 30 milyar dolar, birçok rakamlar veriliyor,
önümüzde duruyor. Peki, ilk göstergesi ne; ilk göstergesi, hepimize dağıtılan
işte şu grafikler. Yatırımlar, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'sine inmiş;
son iki senede tam aşağı vuran bir kalkınma hızı, yüzde eksi 8,5'e iniyor.
Bundan önceki 1999 yılında eksi 6,1. 3 200 küsur dolardan 2 000 dolarlara
indik. Türk Halkı, fert başına düşen millî gelirin aşağı yukarı yüzde 17'sini
kaybetti. Bunlar birkaç senede oldu. Şimdi, burada taliksizlik ne;
zannediyorum, ekonomi yönetiminde her şeyi Başbakandan, her şeyi bir kişiden,
her şeyi Derviş'ten beklemekte... Ekonomi yönetiminde, Türkiye'de, bir zaaf
geldi, oturdu. Bu zaafın ne olduğunu az çok içinde olanlar biliyor. Bu ekonomi
yönetimini önce bir revize etmek lazımdır. Bürokratın rahatına gidiyor bu işi
iç borçlanmayla çözmeye kalkmak, dışta bir imkân bulup ona sarılmak. Deniz suyu
içiliyor ve deniz suyu içmeye devam ediyorlar. Sosyal problem işsizliktir ve sosyal
problem... Aman, çok az dakikam kalmış; o zaman, bütün bunları atlıyorum. Efendim, dışpolitika
sarmalıyla beraber bir fasit daireye geldik oturduk. Borç, faiz, fakirleşme,
işsizlik; dönüyor ve fasit dairenin bütün menfi sonuçları çıkıyor. Çıkılabilir
mi; çıkılır. Sayın Bakanımız "çözüm gösterin" dedi. Bu çözümün modeli
en son 1996'da verildi. Daha başbakanlık koltuğuna oturmadan, Sayın Necmettin
Beyefendi itimat etti, uygulamayla bilinen iktisatçıları çağırdı. Sayın
Bakanımız onlardan daha fazlasını biliyor ve sevilen bir insandır; önce, onları
bir çağırıp oturtursun. Bir teşhisleri konulsun; teşhisler birleşecektir.
Arkasından, çalışma grubu kurması lazım. Planlamanın olduğu, Hazinenin olduğu,
Maliyenin olduğu bir administrasyonda, bir idarede, kolaylıkla, uzman
arkadaşlar vardır. Bu meseleyi, bu fasit daireyi nasıl çözeceğiz? Fasit dairenin
hedefi belli. Borçlanma gereksinmesi deniliyor o Türkçeyle; yani, kamunun
borçlanma ihtiyacını azaltma hedefine doğru gitmek lazım; bu da mümkündür. Sayın Başkan, bütün diğer
hususları atlamak mecburiyetinde kalıyorum. Tabiî, bu da, bir millî heyecanla
kabinenin tümünün işi. 2 bakana yık, Maliye Bakanına... Hükümet şanslı bana göre,
dün bir arkadaş daha söyledi "Maliye Bakanı, gerçekten, kıymetli bir
insan" diye. Biz de şanslıyız, Maliye Bakanı doğruyu söylüyor, getirdiler
98 katrilyon, 100 katrilyona yakın bütçeyi ne yapayım diyor, işte, şu kadarı
açıktır, 27 katrilyon; yani, üçte 1'i açık bütçe getiriyor, yalan söylemiyor,
yazıyor, çiziyor. Bu bakımdan şanslıyız efendim; ama, bu şans burada kalmamalı,
mutlaka, Kabinenin tümü, bunu sırtlanmalıdır, bu şuurla gitmelidir. Biz, bunu, fasit daireyi
kırmalıyız. Borç batağıdır ismi bunun, borç tuzağıdır. Bakan burada olsa
söyleyecektim, Londra'daki ataşesine söylesin birkaç tane kitap getirtilip bu
uzmanlara dağıtılsın, hepsi İngilizce biliyor. Bu konuda, borç tuzağı
konusunda, fevkalade güzel, rahat okunabilir kitaplar da çıktı kaç senedir;
çünkü, sadece biz düşmüş değiliz. Bunu, bu şekilde halletmek de, tabiatıyla,
mümkün. Tam tersi olabiliyor mu;
oluyor, örnek vereceğim, Başbakanın vazifesi koordinasyon ve uyumu sağlamak,
zorla da olmaz, herkes bunu kendi... Yapamayanların gitmesi lazım. Ben, Kabine
gitsin demiyorum, bunu söylesem, her muhalifin söylediği sözü söylüyor
diyeceksiniz. Kabinenin bir kısmı gitmeli. Yani, böyle bir kaide mi var; bir
kabine kurulduğu zaman, bakanların hepsi sonuna kadar gider. Başarısız bakanlar
var, siz, benden daha iyi biliyorsunuz. Emanet edilmiş, Türkiye, onların eline
verilmiş. Başarısız olanları çektir, selamünaleyküm aleykümselam, istirahat
ettir, yerine başkalarını getir; daha taze, yeni bir şeyle alırlar işi. Yani,
bunu, biz muhalif olarak söylemiyoruz, Türkiye'nin işlerinin halledilmesi
lazımdır, tersi oluyor. Lütfen, RTÜK'ün, Meclis
Bütçe Komisyonuna verdiği raporu okuyun. 1997'de frekans ihalelerinin
durdurulması olayı var; bütün ihaleler yapıldı edildi. "O günden bugüne
kadar kaybımız yüzlerce trilyona vardı" diyor. Yani, biz, bu büyük
holdinglerin, hepimizin tanıdığı patronlarına, beş senedir, kamu imkânını
bedava vermiş oluyoruz. Frekans, bir yoldur, bir yolu tahsis ediyorsunuz. Niçin
kullanıyorlar bedava? Geriye gelip alabilecek miyiz bu parayı; alamayız ki,
hukuken mümkün değil. Peki, onlara, bunu, biz, parasız kullandırmakla hangi
kazancı elde ediyoruz?! Yani, bir özel televizyona, vesaire, şimdi, meşhur
birtakım münakaşalara girecek durumumuz
yok. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. NEVZAT YALÇINTAŞ
(Devamla) - Sağ olun efendim. Dolayısıyla, Kabinenin
tümü, eldeki bütün imkânları... Ben, sadece bir örnek verdim; bu dosyam
örneklerle dolu. Açığı, ancak böyle kapatacağız. Herkes, kendi alanındaki
gelirin nasıl yükseltileceğini ve borcun nasıl azaltılacağını... Sonra da, bir
borç azaltma planı, bir nevi assenisman, bir nevi sağlıklaştırma programı
lazımdır; çıkılabilir. Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım ve özür diliyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, 10
dakika ara veriyorum efendim. Kapanma Saati: 20.06 ALTINCI OTURUM Açılma Saati: 20.22 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY
(Gaziantep) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Altıncı Oturumunu açıyorum. III . - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898,
3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) E) BAŞBAKANLIK (Devam) 1. - Başbakanlık 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2. - Başbakanlık
2000 Malî Yılı Kesinhesabı F) DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI (Devam) 1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı G) HAZİNE
MÜSTEŞARLIĞI (Devam) 1. - Hazine Müsteşarlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA
UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı için,
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, yurtiçi ve yurtdışında 88 500
kadrosuyla, Aziz Milletimiz ve tüm insanlığa hizmet veren ve eski bir mensubu
olmakla iftihar ettiğim Diyanet İşleri Başkanlığı camiasına, Yüce Milletimizin
şahsında, mümtaz temsilcileri olan sizlere, şahsım ve Grubum adına saygılar
sunuyor, bütçenin, tümüyle ülkemize hayırlar getirmesini dilerken, özellikle,
önümüzdeki günlerde idrak edeceğimiz mübarek Kadir Kandilimizin ve yaklaşan
Ramazan Bayramı ile yeni miladî yılımızın, ülkemize ve tüm insanlığa esenlik,
huzur, barış ve saadet getirmesini diliyorum. Değerli arkadaşlar,
tabiî, az önce, değerli iki konuşmacıyı izledim. Nevzat Yalçıntaş Hocamız, çok
nazik, çok kibar, saygın üslupla, Sayın Maliye Bakanımızın rakamlarının,
beyanlarının doğru olduğunu ifade ettiler. Doğrudur; ancak, nedense, bütçelerde
milletin önüne konulan rakamlar yanlış çıkıyor. Yani, yılın sonunda, bakıyoruz,
Bakanlığın rakamlarıyla, gerçekler, Bakanın itirafları, ifadeleri çok farklılık
arz ediyor. Mesela, şimdi, az önce birçok konuşmacı arkadaşım ifade etti,
dediler ki "diyanet bütçesi yüzde 83 oranında büyümüştür." Değerli arkadaşlar,
bakın, ben, size, diyanet bütçesiyle ilgili bir iki ön tablo arz etmek
istiyorum. 1999 yılı itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi dolar bazında
834 000 000 dolardır, 2000 yılında 535 000 000 dolar, 2001 yılında 430 000 000
dolar, 2002 yılında 375 000 000 dolardır. Bütçenin dolar bazındaki küçülmesi bu
senelere göre 300 000 000, 85 000 000 ve 75 000 000; yani, geçen seneye
nispetle bu seneki diyanet bütçesi reel olarak, alım gücü itibariyle 75 000 000
dolar küçülmüştür ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin hemen tamamına
yakını da cari harcamalardır; yani, 88 000 küsur personelin giderleri için
-tabiî, bunların 12 000'i münhal, açık- cari harcamalar; yatırımlar olarak
diyanet bütçesinde sembolik birkaç rakamın dışında veya yatırım programının
dışında herhangi bir programa da rastlamak mümkün değildir. Bir diğer hususu da,
yine, konuşmamın başında arz etmek istiyorum. Demin, iktidar partisi
milletvekili akademisyen değerli bir hocamız, Türkiye'nin batmayacağını, yüzde
60'ı geçen içborçlanma veya dışborçlanmada bunun iflas olmadığını bu kitabı
takdim ederek gösterdiler ve 223 üncü sayfayı da takdim ettiler bize; ama,
hocamız, 216 ncı sayfaya baksaydı, mesela, Japonya'nın borçlanmasının
miktarının yüzde değil, binde 2 olduğunu göreceklerdi. Binde 2'yle Türkiye'nin
de borçlandırın da, 200 milyar değil, 400 milyar dolar borçlandırın; ama,
Türkiye’nin, reel faiz karşılığında borçlanma rakamı yüzde 30'lara, yüzde
40'lara ulaşmaktadır; bu, bir gerçektir. Böyle bir faiz karşısında bir ülkenin
batmaması elbette mümkün değil. Bir başka rakamı yine
burada ifade ediyorum: Bakın, şu tablo geçen seneki, 2001 yılı bütçesinde
sunulan tablodur. 2000'de 2001'in hedefini artı 4,5 olarak göstermiştir Sayın
Maliye Bakanı; ne çıkmıştır; eksi 8,5. Oysaki, DPT'nin raporlarına göre eksi
11,2'dir bu ve 2002'nin hedefini artı 4 gösteriyor. Şimdi, burada -kayıtlara
girsin diye söylüyorum- artı 4 diye gösterilen bu hedefin -ki, geçen sene 4,5
gösterilmişti- çok büyük ihtimalle
-temenni etmiyoruz ama- bugünkünden daha beter olmasından korkuluyor;
çünkü, hükümetin bu anlamda ciddî hiçbir tedbiri yoktur maalesef. Değerli arkadaşlar, 1982
Anayasasının 136 ncı maddesi "genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri
Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin
dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel
kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmünü ihtiva etmektedir.
1961 Anayasasının 154 üncü maddesinde öngörüldüğü doğrultuda, 1965 tarihinde,
diyanetin teşkilat kanunu çıkmıştır. Diyanet bütçesiyle ilgili buraya konuşmaya
çıkan her konuşmacı arkadaşım temas etti. Bakın, iktidar partileri, Demokratik
Sol Parti aynı şeyi söylüyor, katılmalarını takdirle karşılıyorum; diyorlar ki:
"Teşkilat kanunu çıkmalı." 1979'da müteveffa cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk döneminde, Anayasa Mahkemesi 633 sayılı Kanunun birçok maddesini iptal
etti. Yirmiiki yıldır, Diyanet İşleri Başkanlığı, birkaç maddesi kalan bu
kanunun boşluklarını genelgelerle doldurarak yürütmeye çalışıyor. Takdir
edersiniz ki, dünyada 88 500 nüfuslu olan devlet var; yani, bu kadar küçüçük
devletler var. Bir devlet nüfusu rakamına ulaşabilecek sayıda insanı, yani,
hizmet eden elemanı bulunan bir teşkilatın kanununun olmaması fevkalade
gariptir. Bu gariplik belki siyasîlerin hesabına gelebilir. Şu anlamda diyorum;
yani, kanunu olmazsa, herkesin ona görev vermesi, buyurması, emretmesi,
hükmetmesi mümkün; çünkü, eğer aksine bir şey olursa, diyanet mensubu diyecek
ki "efendim, bana kanunsuz görev veremezsiniz, benden şunu isteyemezsiniz,
şu kanuna uygun değil." Diyaneti, her önüne gelenin -tenzih ederim, o
camianın içinden birisiyim ama- siyasîlerin oyuncağı haline getirmeye kimsenin
hakkı yoktur; teşkilat kanunu çıkarılmalıdır. Esasen, Diyanet özerk hale
getirilmelidir. Siz "Diyanet, Anayasanın 136 ncı maddesine göre siyaset
dışı" diyeceksiniz... Ben, bakanların kişiliklerine saygı duyuyorum; ama,
o teşkilatta yirmibeş yıldan fazla hizmet veren bir arkadaşınız olarak, her
dönemde siyasilerden mutazarrır olan birisiyim, ocak ayının 2'sinde tayini
çıkarılan bir müftüyüm. Niye; siyasilerin müdahaleleriyle. Onun için ben
diyorum ki, hiçbir gerekçesi olmadan bunlar yapıldı. Niçin söylüyorum; Diyaneti,
siyasetçilerin oyuncağı olmaktan çıkarmak zorundasınız. Eğer din, toplum
melabei cühelâ olmaktan kurtarılmak isteniyorsa, Diyanetin teşkilat kanunu
çıkarılmalı ve behemehal özerkliği de temin ve tesis edilmelidir; bunu ihtiyaç
vardır. Ama, arz ettiğim gibi,
bakın, sırayla bütün partiler, şurada grubu bulunan 6 parti, inanıyorum ki,
hakikaten "teşkilat kanunu çıksın" diyor. Demin konuşan Sayın
Müderrisoğlu ifade ettiler, çok güzel, yani, Diyanetin teşkilat kanunu, aynı
zamanda döner sermayesiyle ilgili yayın... Diyanetin vermesi gereken
hizmetlerden en önemlilerden birisi dinî yayınlar ve irşat hizmetleridir.
Bakın, geçen gün, bir gazetede enteresan bir beyanat var. Şimdi, Türkiye'de
birkısım yanlış akımlar, cereyanlar yayılıyor. İsmini vermemin belki mahzuru
olabilir. Resmî patrik, Türk Ortodoks Patrikhanesinin Başdanışmanının kızının,
bir gazetede açıklaması var, aynen beyanatı şöyle: "Siz, hem Müslümanlara
ve İslama bu kadar tahdit koyacaksınız hem de Türk gençliği Hıristiyanlığa
meyledince ağlayacaksınız, olmaz böyle şey" diyor. Kim söylüyor bunu; Türk
Ortodoks Patrik Basın Başdanışmanının kızı söylüyor. İsmi burada mahfuz; ama,
zikretmek istemiyorum. Değerli arkadaşlar, niye
bu böyle; bir taraftan, Diyanetin basın yayınla hizmet vermesini engelleyeceksiniz,
imkânları tahdit edilecek, yani, limitini, basın yayın organının limitini
artırmayacaksınız, teşkilat kanununu çıkarmayacaksınız, olabildiğince baskılar
altında tutacaksınız, öbür taraftan... Bakın, Allah aşkına, şu
ramazanlar geliyor, manzarayı yaşıyoruz, hakikaten ürküyorum, bir ilahiyatçı
milletvekili, bu milletin vekili olmaktan ürküyorum, televizyonlara bakmaktan
istikrah ediyorum, her kanalda echeli cühelâ, yani, cahil değil, cahillerin
cahili... Çıkıyor; alakası yok, bilgisi
yok, kültürü yok; sadece reyting adına dini alet ediyorlar; buna kimsenin hakkı
yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, bunun
önüne geçilmesinin yolu var. Bakın anayasal kuruluşlar var, YÖK anayasal
kuruluştur, Anayasa Mahkemesi böyle bir kuruluştur, Yargıtay, Sayıştay ve
Diyanet de bir anayasal kuruluştur; devlet, Diyanete görev vermiş. İşte,
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun mülga olmayan 1
inci maddesi de ona amir. Diyor ki "İslam Dininin inançlar, ibadet ve ahlak
esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve
ibadet yerlerini yönetmek." Din konusunda toplumu kim aydınlatacak; falan
televizyondaki şovmen filan değil, falan sanatçı değil!.. Herkes sanatını icra
etsin; ama, dinle ilgili ahkâm kesmeye haddi ve hududu olmayanların, liyakati
olmayanların, yetkisi olmayanların, salahiyeti olmayanların hüküm vermeye hakkı
olmamalıdır. Hatta bu konu o kadar
ileri gitmiş ki, geçtiğimiz günlerde, Parlamentoda kendisine saygı duyduğum çok
değerli bir milletvekili arkadaşımın bir açıklamasını hayretle gördüm. Bu, bir
milletvekili arkadaşımızın, bir dergideki beyanatıdır "bu arada Kur'an
dışı hükümler olarak..." diyor. Dikkat edin "bu arada Kur'an dışı
hükümler olarak tanımlanan aşırılıklar; -nedir onlar- türban, yobazlık ve diğer
hususlara ilişkin görüntüler..." (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kesildi) MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Sayın Başkanım, bitiriyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Bakın "Kur'an dışı hükümler" diye bir siyasinin bu dergideki beyanatı
"...türban, yobazlık ve diğer hususlara ilişkin görüntüler verilirken,
zaman zaman çağdaş Müslümanlık örneği olarak da Türkiye gösteriliyor
Amerika'da" diyor. Değerli arkadaşlar,
insanın cehaletini izhar etmek için bu kadar yürekli olmasına gerek yok. Ben bu
işi bilmiyorum der biter; ama, burada parlamenter olacaksın, milletin vekaleti
omuzunda olacak, Kur'an dışı hüküm olarak, başın örtüsünü, tesettürü; yani,
Hicab Ayetine, hadislere rağmen... Değerli arkadaşlar, bunun
hükmünü kim verir; bunun hükmünü de, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna göre kurulmuş olan Diyanet İşleri
Başkanlığının Din İşleri Yüksek Kurulu verir; bu bir kuruldur. İşte, bakınız,
30.12 1980, 77 nolu Diyanet İşleri Başkanlığının fetvası; yani, karar. Bir başka karar daha
verilmiş, o günkü Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam'ın talebi üzerine, Devlet
Bakanı Mehmet Özgüneş'ten, isticvab
amacıyla sorulan suale verilen 7 sayfalık cevaptır, karardır. Bir diğer karar, yine,
3.2.1993/6 sayılı Başkanlık Din İşleri Yüksek Kurulu kararı; tesettürün; yani,
başörtüsünün; yani, bugün türban diye adlandırılan, birçoğumuzun annesinin,
bacısının başını örttüğü diye tarif edilen bu vasfın, kimliğin ne olduğunun
hükmünü, filan televizyondaki falan veyahut da herhangi bir şekilde titr almış,
birilerinden belki birkısım mansıp, makam, gelecek bekleyen, sözümona,
makamların hayranı ve düşkünü ilahiyatçı bazı hoca arkadaşları da burada
şiddetle kınadığımı söylüyorum. Bunu, inanarak söylemiyorlar, birilerine alet
olmak ve dine alet etmek için söylüyorlar. Bu konuda yetkili kurum Diyanettir.
Eğer, bu kurumun gerçekten onurunu savunuyorsak... BAŞKAN - Sayın Uzunkaya,
teşekkür ediyorum efendim. MUSA UZUNKAYA (Devamla) -
Başkanım bitiriyorum, müsaadenizle. Eğer, milletçe buna
gereklilik olduğuna inanıyorsak, Diyanet İşlerine bu onuru iade etmek, bu hakkı
-esasen onlarındır- onlara vermek gerekir ve bu hakkı başkalarının
kullanmasının önüne geçecek acil yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bunun teminini umuyor ve
dolayısıyla bu konularda ve diğer konularda Diyanet teşkilatına tüm
Meclisimizin gösterdiği duyarlılığı takdirle karşıladığımı ifade ediyor, acilen
teşkilat kanununun çıkarılmasında katkılarınızı umuyor, saygılar sunuyorum. (AK
Parti, MHP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Efendim, şimdi, söz
sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan
Karapaşaoğlu'nda. Buyurun Sayın
Karapaşaoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; ben, konu itibariyle, Hazinemizle ilgili bir konu üzerinde durmak
istiyorum. Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, bütçemizin neredeyse yarıdan fazlasını, yüzde 55'ini, Hazinemizin
bütçesi oluşturuyor; yani, devletimizin içeriden ve dışarıdan almış olduğu
borçlarla ilgili ödenecek faizler oluşturuyor. Bununla ilgili olarak yapmış
olduğumuz bir tespit var; 1986 yılında Bütçe Kanununa bir madde şöyle: "İç ve dışborç anapara geri ödemeleri, 1975
yılından 1986 yılına kadar bütçeyle birlikte verilmiştir. 1986 yılından
itibaren, borç hâsılatını bütçe gelirleri, anapara geri ödemelerini bütçe
giderleri dışında tutan yeni bir bütçe sistemi uygulamaya konulduğundan, bütçe
gelir ve giderleri arasında bu tutarlara yer verilmemiştir." Yıl 1986,
devrin Maliye Bakanı, usta bir maliyeci değil; ama, iyi bir makine mühendisi. Değerli arkadaşlar, o
tarihten sonra, istatistiklere bakıyoruz; bütçe içerisindeki faizin payı şu
tabloda kırmızıyla gösterilmiş, 1986'dan bugüne kadar iç ve dışborç faizleri
süratle yükseliyor. Dolar cinsinden gösterilmiş; yine süratle yükseliyor. Gayri
safî millî hâsıla içerisinde gösterilmiş; aynı periyotla yükseliyor. Değerli arkadaşlar,
buradaki hastalık ne? Buradaki hastalık, borçlarımızın, bütçeyle birlikte, Plan
ve Bütçe Komisyonunda ve Parlamentoda denetlenememesidir. 1986'dan sonra, faiz
ödemelerine baktığınız zaman, yine aynı şekilde katlanarak büyüdüğünü,
katlanarak arttığını göreceğiz. Mesela, 1986 yılında toplam faiz ödemeleri
648,8 milyar Türk Lirasıyken, hemen ertesi yıl 2 misli, daha ertesi yıl tekrar
2 misli, bu şekilde katlanarak, her sene 1 misli artarak bugüne kadar gelmiş
bulunuyor. Bu, nereden tezahür etti,
nereden doğdu, nereden geldi? İşte, Sayıştayımızın 2001 yılı izleme raporu. Bu
izleme raporunda, Plan ve Bütçe Komisyonunda, 1995'ten itibaren, Sayıştaya
talimat veriliyor ve "Hazinemizin dışborç ve içborç miktarlarını yerinde
incelemek üzere size görev veriyoruz" deniliyor. Yerinde incelemek
üzere... Sayıştayda bir grup
oluşturuluyor ve yerinde yapılan incelemeler neticesinde, Sayıştayın
hesaplarında olumsuzluklar, kayıtdışılıklar ve uygun olmayan kayıtlara
rastlanıyor; hiç kayda girmemiş dış krediler, hiç kayda girmemiş iç kredi masrafları
tespit ediliyor. Bunlardan örnek vermek
gerekirse, size, şuradan bir örnek vermek istiyorum: Sebeplerini zikrettikten
sonra "zira, bu hesaplarda, kamu dışı borçları tam, uygun ve doğru şekilde
gösterilmemiştir. Dışborç stoku, eksiksiz bir şekilde tespit edilememiştir.
Tahakkukla, saymanlık kayıtları farklıdır. Örneğin, 2000 yılında, saymanlıkta
borç olarak görülmeyen 996 trilyon Türk Lirası, tahakkukça borçlanma olarak
kaydedilmemiştir" deniliyor. Demek ki, kayıtlarda buna benzer aksaklıklar
görülüyor. Tabiî, bu aksaklıkların
arkasından ne geliyor; keyfilik geliyor. Mesela, bakın, şimdi bir olay var; bu
olayla ilgili olarak herhangi bir açıklama yok. Hazinede görevli
arkadaşlarımızdan alıyoruz bu olayın cereyan şeklini. Diyorlar ki "borç
takası; yani, kısa vadeli Türk Lirası borçların, üç yıl vadeli dolar borcuna
dönüştürülmesi, çok büyük bir başarı olarak kamuoyuna takdim edilmiştir. 3
katrilyon beklenirken, 9,5 katrilyonluk takas gerçekleştirilmiştir. Ayrıca,
bilahara 850 trilyonluk ek talebin de karşılandığı bildirilmiştir. Bu aşırı
talep, aslında, çok büyük bir kamuoyu aldatmacısından başka bir şey
değildir; zira, takasın
gerçekleştirildiği kur, kamuoyuna 1 160 000 Türk Lira olarak ilan edilmiş iken,
iç ve dış kurumsal yatırımcılara, dolar, yüzde 17 ucuza, yani, 960 000 Türk
Lirasına satılmıştır. Net alımı, büyük yatırımcıya verilen faiz miktarı, yüzde
14,8 değil, bu fiyat düşüklüğüyle birlikte yüzde 40'lara ulaşmıştır.
Böylelikle, hükümet, bazı büyük kurumsal yatırımcıların, bazı büyük grupların
sermayelerini güçlendirmiştir. Böylelikle bir manipülasyon
gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, bunun yanı sıra, swap denilen, yani, takas
ertesinde bileşik faizlerin de, yüzde 25 artışla yüzde 95 ve yüzde 100'lere
varması temin edilmiştir." Şimdi, Hazinemizin bu
kadar büyük denetimsizlik içerisinde, 1986'dan bugüne kadar gelişlerde
karşımıza çıkan olumsuzlukların ne olduğunu iyice tespit etmemiz gerekiyor. Değerli arkadaşlar,
ayrıca, bir başka konu, bir başka olay: Bakınız, döviz varlıklarımız -yani,
Merkez Bankası döviz ve Türk Lirası bilançosunu açıp baktığınızda- yıla
göre, yılbaşına göre yüzde 106 artış
gösteriyor. Yükümlülüklerimiz ise, yüzde 247 artış gösteriyor. Yani,
artışımızın çok daha üstünde yükümlülüklerimiz de artıyor. 2000 yılı sonunda,
Merkez Bankasının döviz alacakları, döviz borçlarından 3,1 milyar dolar fazla
olarak gerçekleşmiş idi, ekim ayı başında ise, Merkez Bankasının döviz
alacakları, döviz borçlarından 10 milyar daha fazla rakama inmiş; yani, ters
bakiye vermiş; artıdan eksiye iniyor. Demek ki, 13 milyar dolar döviz Merkez
Bankasından çıkmış. Bankalara bakıyoruz,
bilançolarına bakıyoruz, bankaların bilançolarında döviz rezervi 40 milyar
dolar civarında dolaşıyor, daha fazla artmıyor; yani, ne eksiliyor ne artıyor.
O halde, bu 13,5 milyar dolar nereye gitti? İşte, bu 13,5 milyar doların yastık
altına değil de, yurtdışına gitmiş olduğunu ekonomistler iddia ediyorlar ve
kanıtlıyorlar bunu da. Bunun yanı sıra,
Hazinemizle ilgili olarak, izleme raporunda, çok açık ifadelerle,
"Dışborçların tam olarak takip edilmemesinin temel nedeni, kullanım
bilgilerinin, kredileri kullanan kuruluşlar tarafından Hazineye
bildirilmemesidir. Bu eksikliğin en önemli sonucu, söz konusu kullanımların
bütçeye gider kaydedilememesi ve kayıtdışı kalmasıdır" deniliyor. Değerli arkadaşlar,
buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılan şu: 1. İç ve
dışborçlarımızın, mutlaka ve mutlaka, hareketlerinin, bütçeyle birlikte,
bütçenin altında, bir bilanço niteliğinde, Plan ve Bütçe Komisyonuna
getirilmesi lazım, Meclisimizde de bu bütçelerin bu şekilde tartışılması lazım.
2. Kurumlar arasındaki
denetimlerin "yerindelik" ilkesine göre yapılması lazım; yani, bir
grup uzman heyetin ya gidip yerinde inceleme yapması lazım veyahut da bütün
devletin unsurlarının, bilgisayar ortamı içerisinde yüzde 100 olarak
gerçekleştirilmesi lazım. Neden? Bakınız, 1975 yılından 1986 yılına kadar,
hatta, 1995 yılına kadar, Sayıştaya verilen belgeler üzerinden denetimler
yapılmış... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen
efendim... MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Devamla) - ...hiçbir eksiklik bulunamamış ve onaylar verilmiş; ama, 1995
yılında, borç miktarları çok fazla miktarda görüldüğü zaman, faizler yükseldiği
zaman, Sayıştayımıza, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun dikkatini çekmiş,
"gidin yerinde bakın" denilmiş; Sayıştay, uzmanlarını göndermiş,
yerinde tetkik ettirmiş. Yerinde tetkik edilince, farklar bulunmuş, eksiklikler
bulunmuş, kayıtdışılıklar bulunmuş ve son beş yıllık raporlar Sayıştay Genel
kurulunda onaylanmamış ve halen de onaylanmamıştır. Demek oluyor ki, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetinin, denetimlerini gerçek olarak yapabilmesi için,
kurumların şeffaf olması, ayrıca, bu şeffaflık ilkesine dayalı olarak,
elektronik devletin, bilgisayar ortamında bütün kurumlarının birbirleriyle
irtibat halinde olabilmesi lazım. Bununla ilgili olarak, zaten son zamanlarda,
IMF'nin üzerinde en çok durduğu konulardan bir tanesi, şeffaflık ilkesi
olduğunu hatırlarsanız, bu konunun, özellikle üzerinde durulması gerektiğini de
varsayacağız. Bu duygu ve temennilerle,
devletimizin, elektronik bir devlet haline gelene kadar yatırımlarını
sürdürmesi temennisiyle saygılarımı sunuyor ve bütçemizin hayırlı olmasını
diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Karapaşaoğlu. Efendim, şimdi, söz
sırası, Doğru Yol Partisinde. İlk söz, Samsun
Milletvekili Sayın Kemal Kabataş'ta. Buyurun. (DYP sıralarında
alkışlar) Yine, sürenizi üçe
bölüyorum efendim. DYP GRUBU ADINA KEMAL
KABATAŞ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Hazine bütçesi üzerindeki görüşlerimi paylaşmak üzere söz aldım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konu oldukça teknik, süre
kısıtlı, Sayın Başkanın birazcık müsamahasıyla, bütünlüğünü bozmadan, Yüce
Heyetinizle, Hazine bütçesindeki temel sorunu, ekonomideki temel ilişkileri ve
piyasalar ile mevcut yapıyı altüst eden büyükleri konuşmak, paylaşmak
istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
2002 yılı Hazine bütçesinde ve genel bütçede iki temel mesele var. Birincisi, bu
bütçeyle, mutlaka, faiz dışı fazla yaratılacak. Devlet, faiz dışında, 15,8
katrilyon lira geliri daha fazla yaratarak, harcamaları kısarak bir artı
yaratacak ve bu artıyı da, mevcut borçların düşürülmesinde, indirilmesinde,
amortizasyonunda kullanacak. İkinci önemli mesele,
Türkiye, bugün, hem uluslararası piyasalarda hem içpiyasa çevrelerinde mevcut
borçlarını döndürüp döndüremeyeceği konusunda, ağır bir sorgulama içindedir.
Türkiye'nin iç ve dışborçlarının, ulaştığı düzey itibariyle, 2002 yılında bu borçların
ödenebilir olup olmadığı konusu tartışılmaktadır. Bu konuda, hükümet ve Sayın
Derviş, bir sorun olmadığını ve sorunun çözümlendiğini, piyasaların ikna
edildiğini ifade ediyor. Bu sorun nedir, bütçe konuşulurken, açık ve net
rakamlarla ortaya koymak ve paylaşmak ihtiyacındayım. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin içborcu, 1999 yılı Aralık ayında, yani, stand-by anlaşmasının
yürürlüğe girdiği tarihte, 22.9 katrilyon liradır. Geçen yılın sonunda, yani,
Aralık 2001'de, bu yılın başında, 36 katrilyon liradır. Bu yıl; yani, 12 ay
sonra, bu rakam, 119,2 katrilyon liradır. Bütün dünya bu rakamı sorguluyor.
Türkiye, bir yılda, 36 katrilyon liradan 119 katrilyon lira olarak ilan edilen
borcunun anaparasını ve faizini ödeyebilecek güçte ve yapıda mıdır? Sorgulanan
hadise budur. Tabiî, bu arada, Türkiye'nin iki yıllık dönemde, 2000 ve 2001
yıllarında da, dış piyasalardan ve IMF-Dünya Bankası grubundan aldığı krediler
rekor düzeyde, 31 milyar dolardır. Bütün bunlarla nereye
geldiğimizi işaret edeceğim biraz sonra; ama, bu içborçtaki olağanüstü artış,
119 katrilyon liralık, yani, 80 milyar dolarlık içborç nasıl oluştu,
kompozisyonu nedir? Bu borcun 36 katrilyon lirası, Hazinenin, bütçe açıklarını
ve mevcut sistemini ayakta tutmak için piyasalardan aldığı borç; geriye kalan
83 katrilyon liralık kısmı değerli arkadaşlarım, kamu içinde, kamu bankaları,
fon bankaları, Merkez Bankası sistemi içinde Hazinenin üstlendiği borç; 83
katrilyon lira. Bu rakamın 57 katrilyon
lirası, bankalardan, 3 kamu bankası ile 18 fon bankasından oluşmuş borçlar.
Peki, geride kalan rakam ne? Tarihinde ilk defa, Merkez Bankasına, Türkiye
Cumhuriyeti Hazinesinin 31,2 katrilyon liralık borcu vardır. Bütün bunları alt
alta yazıyoruz, Hazine 119 katrilyon lira ödeme yükümlülüğü altındadır. Burada biraz daha
ayrıntıya girelim: Ziraat Bankasına oluşturulan Hazine borcu 15,2 katrilyondur,
Halk Bankasına oluşturulan 13,9 katrilyondur, Emlak Bankasına da 0,7'dir. Bu
muhteşem, devletleştirilen, Fona alınan 18 banka nedeniyle Hazinenin üstlendiği
borç da 19,7 katrilyondur; ayrıca, bunlar için verilmiş 9 milyar dolarlık da
döviz cinsinden borç vardır. Değerli arkadaşlarım,
burada bir şeye dikkat etmek istiyorum: Bu kadar borç nasıl oluştu? Diyorlar ki
değerli yetkililer “efendim, çiftçiye verilen krediler nedeniyle oluşmuş görev
zararları vardır, bu nedenle Hazine bu kadar borçlandırılmıştır, Ziraat Bankası
borcu bundan doğmaktadır; Halk Bankasının 14 katrilyonluk borcu da, esnaf
kredileri için sağlanan desteklemelerdendir." Bütün bunlar gerçeğin yüzde
10'unu bile ifade etmiyor değerli arkadaşlarım; çünkü, bu borçlar, varolan
borçlar, 2000 yılı kasımında ve 2001 yılı şubatında oluşan derin depremin,
yüzde 7 000'lik, yüzde 19 000'lik faizlerin banka bilançolarında yarattığı
açıktır, zarardır. Bütün bunları, bir muhasebe kaydıyla yazmanız lazımdı; adını
koydunuz, dediniz ki "efendim, bu kadar görev zararı var, bu görev
zararları nedeniyle sistem batmıştır, bunları Hazineye aktaralım."
Hayır... Böyle dediğiniz zaman, şu anda, toplumun en fazla ezilen kesimi olan
çiftçiye, gerçekten vefasızlık ediyoruz, saygısızlık ediyoruz; esnafa
saygısızlık ediyoruz. Esnafa kullandırılan kredi 400 trilyon. Çiftçi, 1-2
milyar dolarlık borcu için, bugün, haciz ve icra kıskacında. Ortada onlarca
katrilyonluk açık var. Bu açıklar, bu programın çöküşünden doğan hasardır,
hasarın kayda alınmasıdır; bunu böyle bilmek lazım. Değerli arkadaşlarım, bu
rakamlar nasıl çevrilecektir? Bu rakamlarla, sonuçta, Türk Hazinesini batırarak
ya da borçlandırarak, Türk Hazinesine bu faturayı yükleyerek kamu bankalarını
kurtarmaya çalıştık; yapılan operasyonun adı budur. Bu arada, Bankalar
Kanununda üç defa değişiklik yapıldı ve bu bankalar, 18 banka
devletleştirilerek ve devlet elinde yönetilirken, yine, katrilyonlarca zarar
yaratılarak bu noktaya getirildi. Bu bankalar, Fona devredildiği gün, bugün
yapıldığı gibi, yükümlülükleri bir bankaya aktarılarak neden tasfiye edilmedi,
neden kapatılmadı? Bütün bunlarda çok ciddî yönetim hataları vardır ve
maalesef, bu hataların sonucu, fatura olarak, milletin ve hepimizin önündedir. Geldiğimiz noktaya
bakalım: Bu yılın aralık ayı sonu itibariyle rakamlara baktığımızda, gerçekten,
hepimiz için üzüntü verici bir tablo. Peki, bu büyük borç batağı içerisinde,
Hazine, 2002 yılında nasıl dönecek, borçlarını nasıl döndürecek; çok basit,
bütün operasyonu başa döndürüyor. Hazine bunlarla dönemeyeceğine göre, Hazine,
bu kadar yükümlülük üstlendiği bankalardan bu defa destek istiyor. Ne yapacak
Hazine 2002 yılında? Hazine diyor ki, benim özel sektör bankalarına olan
borçlarım için kamu bankalarından borç alacağım; benim nakit borçlanma
ihtiyacımın kaynağı, ihya ettiğim kamu bankalarıdır; bunlara başvuracağım,
bunların nakit fazlalarını alacağım, bunların 2002 yılında oluşan, yaklaşık
40-45 katrilyon liralık faizini ödemeyeceğim, erteleyeceğim; çünkü, 2002
bütçesinin faiz büyüklüğü 43 katrilyona ancak böyle indirilebilir. Yarısını yok
sayacağım, bunların nakit fazlalarını da, bir şekilde ellerinden alıp, Hazineyi
fonlayacağım. Bütün bunları yapacak
idiysek, bütün bunları gerçek borç olarak üstlenmediysek, neden Türkiye'yi
dünyanın en borçlu ülkesi diye ilan ettik, neden kredibilitesini sıfırladık,
neden borç batağında bir ülke diye ilan ettik? Bütün bunları hepimizin sorma
hakkı ve görevi vardır değerli arkadaşlarım. Yapılan iş, teknik açıdan
doğru değildir. Bugün, Hazinedeki değerli arkadaşlarımız diyor ki: "Biz,
artık, bu kâğıtların yükümlülüklerini taşımak yerine, bu bankaların ne kadar
nakit ihtiyacı varsa, Merkez Bankası kaynağını da kullanarak, onlara verelim;
ama, bu kâğıtların servisini yapmayalım. Zaten, yapabilmemiz mümkün değil. 119
katrilyon liralık borcun, bugünkü faizlerle, faizi, zaten, 85-90
katrilyon." Böyle yaparsanız, bütçenizi de 140 katrilyon açıklamanız
lazım. Peki, bu hesaplar alt
alta yazılırken, bu basit aritmetik ilişkiyi neden görmedi bu yönetim? BAŞKAN - Efendim, 10
dakikalık süreniz bitti. KEMAL KABATAŞ (Devamla) -
Birkaç dakika daha izin verirseniz, görüşmemi tamamlayacağım. BAŞKAN - Hayır... Zaten,
Grubunuzun süresinden gidiyor da, ben, 10 dakikada bir hatırlatıyorum efendim. Buyurun... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Ciddî şeyler konuşuyor Sayın Başkan. BAŞKAN - Herkes ciddî
şeyler konuşuyor Sayın Güven. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Efendim, siz demediniz mi "bütçede, bütçe üzerinde konuşun" diye? BAŞKAN - Tabiî... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sizin dediğiniz, sizin emriniz yerine geliyor, talimatınız yerine geliyor Sayın
Başkan; ciddî şeyler konuşuluyor. BAŞKAN - Hayır...
Grubunuzun 30 dakika konuşma hakkı var efendim; onu hatırlattım. KEMAL KABATAŞ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bu kurumların sahibi olan, bu kurumların yönetim
koltuklarında oturan hükümetin, Hazinenin değerli yöneticileri şunu ifade
etmelidirler: Bu katrilyonluk açıklar, bu 54 katrilyon liralık açık ne zaman ve
hangi şartlarda oluştu, neden müdahale edilmedi? Bu sorun, kâğıt verilerek
çözülüyor idiyse, neden, bu rakam 8-10 katrilyondayken, 54 katrilyona gelmeden
çözümlenmedi? Bu, gerçekten, yönetim açısından önemli bir sorudur ve mutlaka da
cevabı verilmelidir. Madem ki, kâğıt imzalayıp verebiliyordunuz, hiçbir
kısıtlamanız yoktu, neden, bu sorun bu kadar büyümeden çözümlenmedi? Şimdi, çözümlendi
dediğimiz noktada gerçekten ne yapıyoruz; yazdığımız kağıtların çok önemli bir
kısmını bir kenara koyuyoruz, Merkez Bankası kaynağını kullanıyoruz; diyoruz ki
"siz merak etmeyin, kağıtlarınızı ödemeyeceğiz, ihtiyaç duyduğunuz
likiditeyi vereceğiz, faizlerin yükselmesine müdahale etmeyeceğiz."
Yapılan budur; oyun planı budur; 2002 yılı bütçesi budur; 2002 yılı bütçesinde
borçların döndürülebilirliği için bulunan çözüm budur. Bunun yanında, IMF'nin
bütün bunlar karşılığında -daha ne karşılığında taahhüt ettiğini bilmediğimiz-
bir 10 milyar liralık dış kaynak sağlama taahhüdü vardır. Değerli arkadaşlarım,
burada, şu noktayı sizlerle paylaşmak için, birkaç hususa daha işaret etmek
istiyorum. Bu olay; yani, Hazinenin kamu bankalarını kurtarma ve Hazine
kasasından olmayan 57 katrilyon lirayı bankacılık sektörüne kâğıt üstünde
aktarma operasyonu Hazineyi nefes alamaz hale getirmiştir. Bu, ancak, bu
rakamlar, bu büyüklükler ortaya çıktıktan sonra, maalesef, fark edilebilmiştir.
Şimdi, operasyon başa döndürülmeye çalışılıyor. Türkiye, bunları, zaten
ödeyecek durumda değildir; ama, olayın bir başka boyutu var. Bu büyük kriz,
tarihin kaydettiği bu en ağır kriz, kamu bankalarında, fon bankalarında, özel
bankalarda yarattığı hasarı, Hazine, yaklaşık, 119 katrilyonluk bir yükümlülük
yaratarak yok etti gibi gözüküyor; ama, Türkiye, sadece kamu bankalarından;
Türk ekonomisi, sadece fona alınan özel bankalardan ibaret değil. Sistemin
geride kalan kısmında, bankacılık sektöründe ağır hasar bütün varlığıyla, bütün
derinliğiyle devam ediyor ve bu hasar reel sektörü, ekonominin üreten, yaratan
ve istihdam yaratan sektörünü nefes alamaz hale getirmiş. Aradan bir yıl geçti
-kasımdan bu yana- nedir bu konuda yapılan? Bu hasarın tespiti; yani, krizin
reel sektöre ve bu anlamda özel sektör bankalarına getirdiği büyük tahribatı
bilen, bunu ortaya koyan, bunu tartışan birisi var mı; yok; böyle bir hesap var
mı; yok değerli arkadaşlarım. Şimdi, sivil toplum
kuruluşları konuşuyor, hükümet biraz müdahil olmaya çalışıyor. IMF'nin açık ve
net talimatı şudur: Bu, özel sektör kuruluşları arasında, bankalar arasında
konuşulacaktır; bu maksatla hiçbir şekilde kamu kaynağı ayıramazsınız diyor.
Bankacılık sektörü için 57 katrilyon ayırdığını ifade eden hükümet, nefesi
kesilmiş üretim sektörü için, 1 milyon insanın açıkta olduğu, iş kaybına
uğradığı bir bölgede tek kuruş harcamama taahhüdünde bulunuyor, tek kuruş
aktaramazsınız diyor. BAŞKAN- Sayın Kabataş,
lütfen... KEMAL KABATAŞ (Devamla)-
Bağlıyorum Sayın Başkan. Buna işaret etmek
istiyorum. Buradaki hasar, buraya müdahale etme ihtiyacı devam ediyor. Ekonomi
nefessiz, ortada sadece sloganlar var. Evet, bunlarla beraber
iki küçük noktaya işaret edeceğim. Bu krizin getirdiği hasar, bugün tarımda
çalışan 1 milyon aileyi nefessiz hale getirmiştir. Hepsi icralıktır,
hacizliktir. Tarım sektörünün 1,2 katrilyon liralık kredi borcu, dokunulmayan,
hiçbir şekilde çözümü aranmayan bir sorun halindedir. Başka bir konu. Tarım
kesimi için hazine bütçesine konulmuş bulunan 430 trilyon liralık doğrudan
gelir desteği bugüne kadar ödenememiştir. Çiftçi perişandır, daireler arasında
bunalmıştır. Bakın, aralık ayının ilk haftasındayız; bu ödeme yapılmadı,
muhtemelen tasarruf edilecek. Bağlıyorum Sayın Başkan. 1,4 katrilyon var
doğrudan gelir desteği için 2002 yılında. Bu, 5 milyon aile için 1 yılda 280
milyon lira eder, ayda da sadece 23 milyon lira eder. Bunu ödeyebilecek midir
Hazine? Umuyorum ki, ödeyecektir; ama, 23 milyon liradır aile başına ayda
verilebilecek rakam ortalaması. Temennim şudur: Bu
program iki yıldır devam ediyor. Yüzde 10 enflasyon hedefi bugün yüzde 85'tir.
Bu program gerçekten çökmüştür. 2002 için hedef nedir; yüzde 35 enflasyondur ve
gerçekten, yüzde 4 büyümedir, yüzde 8,5 büyümedir... BAŞKAN - Sayın Kabataş,
bağlayın da arkadaşlarımıza 7'şer dakika kalsın. KEMAL KABATAŞ (Devamla) -
Bağlıyorum. Bu hedeflerin, hiç
değilse üçüncü yılda tutması temennisiyle, Türk Halkının, hiç değilse 2002
yılında bir nebze nefes alabilmesi güzel dileğiyle, bu mübarek akşamda hepinizi
saygıyla selamlıyor; 2002 yılı bütçesinin, bu zor şartlarda bile hayırlar
getirmesini diliyorum. Teşekkür ediyorum. (DYP,
SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, Doğru
Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Saffet
Arıkan Bedük. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Bedük, 13 dakika
var. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Kabataş, güzel şeyler konuşuyordu da, devam etsin diye... BAŞKAN - Efendim, yani,
ne diyeyim ki; ben müşkül durumda kalıyorum. DYP GRUBU ADINA SAFFET
ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan
önce, Mersin'de vuku bulan sel felaketi sebebiyle hayatını kaybetmiş olan 2
vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyor, ailelerine ve Mersinlilere de
başsağlığı temennisinde bulunuyorum. Değerli arkadaşlar, bu
hafta Özürlüler Haftası. Özürlüler Haftası münasebetiyle de, bütün
özürlülerimize, daha mutlu yarınlar temenni ediyor ve hükümetin bu konuda
alacağı tüm kararları destekleyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde yapılacak olan değerlendirmeleri de,
dün, geneli üzerinde yapılan değerlendirmelerden ayrı mütalaa etmek mümkün
değildir. Bu bütçe, gerçekçi değildir. Hükümetin içine sindiremediği bu
bütçenin dayandığı geçmiş yılın gerçekleşme oranlarındaki zafiyet ve
belirlediği hedefleri tutturmaması, bu bütçede de kendisini gösterecektir. Dolayısıyla, gerek 2002
yılı bütçesi gerekse 2001 yılında intikal eden göstergeler sebebiyle, ortaya
çıkan bir tablo var, gerçekleşen bir nokta var; o da, hükümetin başarısızlığı
üzerine kurulmuş olan, siyasetçiye karşı olan güvensizlik ve itimatsızlıktır.
İşte, siyasetçiye karşı olan bu güvensizliği ortadan kaldırabilmek için,
bütçeyi, daha ciddî anlamda ele almak ve daha ciddî bir şekilde düzenlemek
mecburiyeti vardır. Değerli milletvekilleri,
geçmiş yıllarda şu salonda, özellikle hükümet burada oturur, bütün müzakereleri
dinler, herkes kendi notunu alır, iktidar olsun, muhalefet olsun bütün
milletvekillerinin dile getirdiği, vatandaşın dert ve dileklerini not almak
suretiyle ona çözüm çareleri arar, gerektiğinde de cevap verirdi; ama, ne yazık
ki, şu anda hükümet sıraları boş; sadece, yasa görüşülsün diye orada hükümet
oturuyor. Yine, geçmiş yıllarda gerçekten o kadar geniş bir heyecan ve o kadar
üzerinde durulan bir müzakereydi ki, dinleyici locaları bile dolu olurdu;
şimdi, görüyorsunuz, orada da yok. Bu, gerçekten, bütçeye karşı olan
güvensizliğin bir ifadesi olarak, çok acı bir tablo olarak karşımızdadır. Değerli milletvekilleri,
bir bütçe millete verilen sözlerin teminatıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülmesi ise, millete mal etmenin ifadesidir. Bütçe, hükümetin çalışma
karnesidir. Sınavı başarılı geçiyor mu, geçmiyor mu; işte, bu, burada özellikle
ortaya çıkmaktadır. Bütçe hedeflerini tutturmuyorsa, hükümet başarısızdır
demektir, karnesi de zayıftır; dolayısıyla, çekilmesi lazım. Değerli milletvekilleri,
biraz evvel, Doğru Yol Partisi adına konuşan Sayın Kemal Kabataş'ın Hazine
adına yapmış olduğu değerlendirmeleri dikkatle takip ettiğinize inanıyorum.
Düşünün, bir ülkede eğer, dargelirli büyük bir sıkıntı içerisindeyse, memur,
işçi, emekli açlık sınırının altında, 220 milyonun altında ücret alıyorsa
-yine, biliyorsunuz yoksulluk sınırı 680 milyon; ama, biz, açlık sınırının
altında ücret veriyoruz- keza, köylü ve çiftçinin ürünü tam anlamıyla
değerlendirilmiyorsa -maliyet unsurları artmış; ama, köylü desteklenmiyor-
gerek Tarım Kredi Kooperatiflerinden gerekse Ziraat Bankasından verilen
kredilerle desteklenmeyen bir köylü çiftçisi varsa ve yine esnaf ve sanatkâr
kepenk indiriyorsa, küçük ve orta boy işletmeler özellikle desteklenmiyorsa,
yani, dargelirli desteklenmiyorsa, o ülkede ekonomik darboğaz vardır, o ülkede
kalkınma hızından bahsetmek mümkün değildir ve dolayısıyla, dargelirliyi
desteklemeyen bir hükümetin başarısından bahsetmek mümkün değildir. Yapılması
gereken şey, hükümetin istifa etmesidir; ama, ne yazık ki, bunu hiçbir suretle
de aklına bile getirmemektedir. Değerli milletvekilleri,
devletin fevkalade önemli hizmetlerini yapan Başbakan, aynı zamanda Başbakanlık
Merkez Teşkilatıyla birlikte, bakanlıklar arasındaki koordinasyon ve
işbirliğini sağlamaktadır. Değerli milletvekilleri,
Başbakanlık görevi, fevkalade önemli bir görevdir. Bugün, modern idarî
yönetimde en önemli husus, koordinasyon ve işbirliğidir. Koordinasyon ve
işbirliğini gerçekleştirmeyen ve o konuda başarılı olmayan bir yönetimin başarı
şansı yoktur. Bu bağlamda, özellikle koordinasyon ve işbirliğini sağlayan
Başbakanın ve onun altındaki Başbakanlık Merkez Teşkilatının fevkalade önemli
görevleri vardır. İşte, bu bütçe, bu görevleri yerine getirmek için fevkalade
önemlidir. Değerli milletvekilleri,
niyet ve temenni iyi olabilir; ama, bu, gerçekleri asla örtbas edemez. İşte
ben, bu bütçeyi, bu bağlamda değerlendiriyorum ve diyorum ki, gerçekler ortada,
anlatılanlar meydanda, dolayısıyla üzerinde durulması gereken hususlar da
fevkalade önemli. Değerli milletvekilleri,
Başbakanlık Merkez Teşkilatında, Başbakanın görevlerini destekleyen çok değerli
arkadaşlar var; gerçekten, fevkalade dirayetli hizmet yapan arkadaşlar var. Ben, Başbakanlıkta uzun
yıllar çalıştım. Başbakanlık Merkez Teşkilatı, Başbakanın fevkalade önemle
üzerinde durduğu ve olması gereken bakanlıklar arasındaki koordinasyonu, ahengi
sağlamaktan tutun da, özellikle genel siyaseti yönlendirme açısından da
oluşturulacak fikrin ve aynı zamanda projenin üretildiği yerdir; ama, gelin
görün ki, şu anda, Başbakanlık Teşkilatında, fevkalade önemli uzmanlar
bulunmasına rağmen, Başbakanlık, memur atamalarından tutun da ödeneklerin sarf
edilmesine kadar olan her safhada devrede, âdeta kendi bakanlarına güvenmeyen
bir Başbakanlık var, bir Başbakan var. Bütün yetkiler Başbakanlıkta toplanmış. Yine, bir hususu daha
altını çizerek belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
Başbakanlık bir koordinasyon makamıdır demiştim. Bakın, orada 52 tane bağlı ve
ilgili kuruluş var. Merkez Teşkilatında, özellikle doğrudan doğruya Başbakana
bağlı olan 15 tane, kendi içerisindekilerle birlikte genel müdürlükleri veya
birimleri var; ama, gelin görün ki, 52 tane bağlı ve ilgili kuruluş,
Başbakanlığı âdeta bir icracı kuruluş haline getirmiş, bir icracı bakanlık
haline getirmiş. Devlet bakanları
sayısı 18; bunun 3'ü Başbakan Yardımcısı. İcracı bakanlık 17. Düşünüyor
musunuz, 17 icracı bakanlığa karşılık, doğrudan doğruya bir siyasî danışman
olarak idarî literatüre girmiş olan devlet bakanı sayısı 18'e kadar çıkmış.
Özellikle Başbakanlık Teşkilâtının, özellikle bütün hizmetlerinin devlet
bakanları eliyle yürütülmesi anlamı çıkıyor ki, devlet bakanları devlet bakanı
olmaktan çıkmış devlet bakanlığı konumuna gelmiş; ama, hizmetler yine orada
maliyet unsurları bakımından yüksek, verimlilik bakımından, kalite bakımından
düşük olmuş oluyor. Eğer, siz, kalite ve standardı yakalamak, verimliliği
artırmak istiyorsanız, o zaman yapmanız gereken bir şey var: Başbakanlığa bağlı
bulunan ilgili kuruluşları da dahil olmak üzere icracı bakanlıklara devredeceksiniz.
İcracı bakanlıklara devretmek suretiyle, özellikle kamu hizmetlerinin daha
süratli, daha verimli, daha etkili bir şekilde gerçekleştirilmesini temin etmiş
olacaksınız ve yine altını çizerek belirtmek istiyorum: vatandaş "benim
işim başka; benim işim iştir, aştır; beklediğim budur" diyor; ama, hem iş
bulamıyor, hem aş bulamıyor, hem hizmetlerin süratle yapılmasını
gerçekleştiremiyor ve ondan sonra her şeyi Başbakanlıktan bekliyor, Başbakanlık
mekanizma itibarıyla çalışamıyor. İşte, ben, onun için, diyorum
ki, Başbakanlığı yeniden ele almak lazım ve Başbakanlığı kendi aslî görevine
sokmak lazım, bağlı ve ilgili kuruluşlarını ilgili bakanlıklara göndermek
lazım. Her genel müdürlüğün başına bir devlet bakanı koymak kadar yanlış bir
anlayış olamaz. Değerli milletvekilleri,
hükümeti destekleyen siyasî partiler "devlette yeniden yapılanma
esastır" diye hep söylüyorlar; ama, devlette yeniden yapılanma mümkün
olmamaktadır. Yine, tasarruflara
bakıyorsunuz; maalesef, tasarrufları da tam anlamıyla, verimi artırıcı
mahiyette, maliyeti düşürücü mahiyette gerçekleştirmek de, keza, aynı şekilde
mümkün olmamaktadır. Değerli milletvekilleri,
gerçekten, sürem çok dar, onun için çok süratli de konuşuyorum; Devlet Personel
Dairesi Başkanlığının özellikle memur sınavlarıyla ilgili ortaya çıkarttığı
tablodan vatandaş son derece büyük bir sıkıntı içerisindedir. Düşünün, 80 puan
almış olan birkısım arkadaşlar, gençler, vatandaşlar işe girememekte; ama, 70
puan almış olan insanlar, maalesef, işe girebilmektedir. Soruyorsunuz, 70 puan
alan işe giriyor da niye 80 puan alan giremiyor? Hep size de gelmiştir o
vatandaşlar ve "maalesef, istenilen yere göre böyle bir yerleştirme
yapılıyor" diye cevap veriliyor; ama, bundan vatandaş şikayetçi, vatandaş
tepkili. BAŞKAN - Sayın Bedük, sizin
süreniz olan 10 dakikanız bitti. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Devamla) - Tamamlıyorum efendim. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununu değiştirmek gerektiği
muhakkak. Arşiv Genel Müdürlüğünü mutlak surette desteklemek lazım, tarihî
gerçekleri ancak o şekilde dile getirmek mümkün. İstihbarattaki etkinliği,
keza, aynı şekilde geliştirmek mümkün. Bir hususu altını çizerek belirtmek
istiyorum. Türkiye, dışpolitika bakımından yalnızlığa itilen bir ülke durumuna
gelmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde vuku bulan 11 Eylül faciasında,
maalesef, Türkiye, etkin, aktif, dinamik bir politika izlememiştir ve Türkiye
de, maalesef, artık şunu bilmelidir: İttifaklar ve sistemler terörü
önleyemeyecek durumdadır. Terör, gerçekleştirilmesi ucuz, ancak engellenmesi
pahalıdır; teknolojiden yararlanmaktadır. O halde, yapılması gereken şey,
Türkiye, yeni oluşumlarda, mutlaka, üzerine düşen görevi yapmalıdır diyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, yeni oluşumda da Türkiye'nin söz sahibi
olması için, mutlaka, üzerine düşen görevi Başbakan olarak yapması
gerekmektedir. Bağlanmakta olan bütçe
654 trilyon 594 milyar 790 milyon liradır. Bunu ben az bile buluyorum, eğer,
benim anladığım anlamda Başbakanlık işlev kazanırsa. Bu duygularla,
Başbakanlık bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, size de
teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Rica ederim
efendim. Sayın grup
başkanvekillerine bir şey söyleyeceğim: Bu bütçelerin uzayacağı belli, bazı
bütçeleri yarım saatte bitirmek mümkün, bazı bütçeleri de bir saatte. Danışma
Kurulunda bu kararı alırken, bütçe görüşmeleri, on gün yerine onbir günde bitse
ne olur; milletvekilleri de sıkışmaz; biz idare eden başkanvekilleri de çok
kötü duruma düşüyoruz. (DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Sürenin yetmediği belli,
topçu subayı gibi düşünmediğiniz de belli; hesap yapmıyorsunuz, nakliyeci gibi
düşünüyorsunuz; bütün mesele bu. Olmuyor yani: Balıkesir Milletvekili
Sayın İlhan Aytekin; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Aytekin, size
normal süre veriyorum efendim. Grup başkanvekillerinin
hatasını ben göğüsleyeceğim. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bütün grup başkanvekillerini işin içine katmayın. BAŞKAN - Herkesin
efendim... Danışma Kurulunda alınan karar için söylüyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bizim grubumuz süreye uyuyor. BAŞKAN - Hayır; size bir
şey demiyorum, bu tarafa söylüyorum efendim. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Süre yarım saat olarak belirlenmişse,
yarım saattir efendim!.. BAŞKAN - Sizden başka
diğerleri uydu mu Sayın Üstat?! Rica ederim yani... Kararı alırken onbir gün
alacaksınız. Biz, bu bütçeleri otuz günde görüştük. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Hemşerimin zamanından çalıyorsunuz Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Aytekin. DYP GRUBU ADINA İLHAN
AYTEKİN (Balıkesir) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol
Partisi Grubu adına, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi
takdim etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Ferdin iç huzuru ve
toplumsal hayatımızdaki ahengin temininin evvel emirde moral değerlere bağlı
olduğu yüksek takdirleriniz içindedir. Ayrıca, müşterek şuurun oluşması da aynı
kaynaktan beslendiğine göre, necip milletimizin mensubu bulunduğu dinî mübini
İslamı ihmal etmemiz mümkün değildir. Diyanet İşleri Başkanlığımız da, bu
gerekçeyle ve bu sebeple müessistir, anayasal bir kuruluştur. Şu anda -benden
önce de konuşan arkadaşlarımızın ifade buyurdukları gibi- Diyanet İşleri
Başkanlığımızın Yüce Meclisten istediği, ihtiyaca cevap vermeyen 633 sayılı
Yasanın ihtiyaca cevap verecek şekle getirilmesidir. Muhterem arkadaşlarım, 57
nci hükümetin üçüncü iflas bütçesini görüşüyoruz. Anlaşılan o ki, 2002 yılı da,
maalesef, kayıptır. Hükümet, hatada ısrar ediyor ve sevdalısı IMF'nin
reçeteleriyle, Türkiye, nerede duracağı belli olmayan kaygan bir zemin üzerinde
sürükleniyor. 500 000 işyeri kapanmış, milyonlarca insanımız işsiz, ne zaman,
nerede ve ne şekilde patlayacağı belli olmayan bomba misali, toplumumuz
içerisinde avare dolaşıyor. Yeteneksiz ve beceriksiz ve hâlâ gelinen noktada
bile işin vahametini anlayamamış basiretsiz yöneticilerin üç gün daha devletli
olma ihtirasına, koca bir ülke ve insanımız, âdeta kurban ediliyor. Birbirini
takip eden, şahit olduğumuz elem verici manzaralar dayanılır gibi değil. Her
gün, böbreğini ve çocuklarını satanlar, bozulan pazaryerinden yiyecek
toplayanlar, cinnet getirenler, cinayet işleyenler, Başbakanlığın önünde
"açız"diye bağıranlar, kendilerini yakanlarla birlikte yaşıyor. Dün, zekat veren, bugün, zekat alanlarla;
dün, iftar sofrası kuran, bugün, iftar çadırlarında doyanlarla birlikte
yaşıyor. İşsiz, aç, açık, yoksul, yoksulluk sınırı altında kalmış fakir ve
sefalet görüntülerinin ürpertici boyuta ulaştığı bir memleket haline
getirilmişiz. Olup bitenlerin bu ülkenin çiftçisinden, işçisinden, tüccar ve
esnafından, sanayicisinden kaynaklandığını söylemek mümkün değil. Mücrimler
bellidir. "Ülke kötü yönetiliyor" diyemeyeceğiz; o bile bir
kademedir; ülke, yönetilemiyor. Teslimiyetçi, sadık
müttefik, bölgenin ve dünyanın uslu çocuğu oldukça, arkamızı sıvazlayıp
ensemizde boza pişiriyorlar. Gönül istiyor ki, biz de biraz yaramaz çocuk
olalım, biz de oyunbozan olalım. Son Avrupa güvenlik ve
savunma politikasıyla ilgili hükümetin aldığı karar düşündürücüdür. Olup
bitenlere kayıtsız kalmamız söz konusu değildir. Hepimiz vebal taşıyoruz. Bu
ülkenin, bırakın insanının horozundan tavuğundan, tek kertikli kuruşundan
sorumluyuz. Muhterem milletvekilleri,
vatana ve millete hayırlı vatandaş olmanın olgunluğuna ancak, millî ve manevî
referanslarımıza itibar ederek ulaşabiliriz; ama, çok uzun süredir biz,
onlardan uzaklaşma meşguliyeti içerisindeyiz. O sebeple, devlet ile millet
barışık değil. Laik hukuk devleti,
vatandaşımızın neye inanıp neye inanmadığına, ne giyip ne giymeyeceğine, neyi
sevip neyi sevmeyeceğine karışmaz. Demokratik yönetimde birey, hayat tarzını
kendisi seçer; devlet müdahale ederse, laiklik ilkesini çiğnemiş olur; devlet,
iç düşman ilan ederse, hakem devlet olmaktan da çıkar. Halkının ulvî
duygularına, millî, manevî değerlerine ve mukaddeslerine müstağni idareciler
yanlıştadır ve ayrıca, temsil ettiklerimizin gönlünü hoş etmek, okşamak da
hepimizin görevidir. Muhterem arkadaşlarım,
Anayasamızın, din ve vicdan hürriyeti, bilim ve sanat edinme hürriyeti, eğitim
ve öğrenim hakkı mahsus maddelerine rağmen, başörtülü kız öğrencilerin okullara
alınmaması, fakültelere sokulmaması, çok açık anayasa ihlalidir. Bu zulüm, sona
erdirilmelidir. Kışta kıyamette, kendi çocuklarımızı okullarının avlusuna bile
sokmuyor, bir saçak altına sığınmalarına engel oluyoruz; bu, ne biçim
işkencedir, bu, ne biçim zulümdür?! Taliban, zorla burka giydiriyor; İran, başörtüsüz
resme muamele yapmıyor; biz de, zorla baş açtırıyor, başı açık olmayan resmi de
işleme koymuyoruz. (AKP, SP ve ANAP sıralarından alkışlar) Aradığımız,
yanlış-doğru değildir, üzerinde durduğumuz husus, zor var mı, yok mu? İnsan
temel hak ve özgürlüklerinin var olduğu yönetimlerde zor kullanmak yok, dayatma
yok. Biz yaparız; doğrudur... Zaten yapıyorsunuz; ancak, yapılanlar
haksızlıktır ve işkencedir. Taliban ve İran'ın yaptığını yapıyorsunuz demektir.
Bakın, Hıristiyan
misyonerler ülkeyi istila etmiş. Her türlü propagandayı engin bir serbesti
içerisinde yapıyorlar, kiliseler kuruyorlar, evler kiralıyorlar, altın haç
dağıtıyorlar, burs dağıtıyorlar, ücretsiz eğitim temin ediyorlar; ama, İslamın
ve Müslümanın bu hareketlerden ürkmesi ve korkması düşünülmez; ancak, mesele,
Hıristiyanlığı müjdelemenin ötesinde, gerçek niyet, kendilerinin kabul
ettikleri bu toprakları kurtarmak, vatanı bölmek ve parçalamak ise, buna engel
olmanın yolunun, bu ülkenin Müslüman ahalisine aynı müsamahanın ve imkânın
tanınmasıyla mümkün kılınacağı bilinmelidir. 1 500 Kur'an Kursu
kapattık, 12 yaşını geçmeyene Kur'an okutma yasağı kanunu çıkardık, -imam hatip
okullarını bitirdik, ilahiyat fakültelerini ölü hale getirdik diye övünür,
administrasyonu temizledik; kamusal alanda İslamı yaşayan memur ve memureyi
attık; İslama yakın kabul ettiğimiz işyerlerini, şirketleri, sermayeyi nasıl
yeşile boyadık, göç ettirdik; soluğu Romanya'da, Bulgaristan'da aldırdık diye
seviniliyorsa, bu ülkenin manevî sütunlarını yıktığınızın farkında olmalısınız.
Birilerinin gittikçe iştahını kabartıyor, ekonomik ve kültürel işgale ortam
hazırlamış oluyorsunuz. Bakın, Türkiye'yi içerde ekonomik alanda yüzde 8,5
küçültürken, kaçırdığınız Türk işadamının yurtdışına yaptığı yatırım yüzde
10'lara ulaşmış. Muhterem arkadaşlarım,
Hazreti Peygamberin "komşunun aç yattığını bilerek yatağında rahat uyuyan,
gerçek iman sahibi değildir" hadisi şerifindeki ikaz ve tembih esprisini
kavramadığımız, kadı karşısında eşit muamele isteyen büyük Fatih'in yüksek
adalet anlayışını özümlemediğimiz, "Dicle Nehri üzerinde bulunan köprü
yarığına ayağı sıkışan keçinin hesabı bizden sorulur" diyen Hazreti
Ömer'in yüksek idrakini ve numunei mesuliyet anlayışını ruhumuzda
hissetmediğimiz sürece, birilerinin âmaline ve nefsimizin süflî arzularına
hizmet etmekten kendimizi kurtaramayız. Anayasadaki tarifiyle,
İslam dininin inançlarını, ibadet ve ahlak esaslarını Müslümanlara öğretmekle
yükümlü Diyanet İşleri Başkanlığını bu sebeple önemsiyor ve büyük bir imkân
olduğunu kabulleniyoruz. Herkes önemsiyor mu diyorsanız, onu bilemem; ancak, üç
bütçeye Sayın Bakanın iştirak etmediğini ve Diyanet İşleri Başkanlığının
protokoldeki yerinin genel müdürlük mevkiine indirildiğini de ifade etmeden
geçemeyeceğim. Değerli arkadaşlarım,
bütçenin, ülkemize, Diyanet İşleri Başkanlığına hayırlı olmasını diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aytekin. Şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Abdulbaki
Erdoğmuş'ta. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreyi ikiye bölüyorum. Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA
ABDULBAKİ ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Başbakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerine
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzda bulunuyorum;
bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Şüphesiz, ülkemiz bu
dönemde çok önemli ve derin ekonomik krizler yaşamaktadır. Azınlık bir kesim
dışında, istinasız, toplumun bütün kesimleri, bu krizlerin ağır sıkıntısını
çekmektedirler. Gerçekten, hükümet, kararlılıkla ve radikal tedbirlerle bu
krizi aşmaya çalışmaktadır. Bu samimî gayretin başarıya ulaşacağına olan
inancımızı ve umudumuzu ifade etmek istiyorum. Ancak, başta hükümet olmak
üzere, herkes çok iyi bilmelidir ki, bu krizlerin bir daha yaşanmaması, sisteme
yönelik köklü değişimin gerçekleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Sayın milletvekilleri, bu
bütçenin çok kısıtlı imkânlar içerisinde hazırlandığını biliyoruz. Bunun için,
detaylar üzerinde durmadan, genel bir bakış çerçevesinde, kısaca, Başbakanlık
bütçesini değerlendirmek istiyorum. Aslında, hepimiz biliyoruz ki, Başbakanlık,
bütün kurum ve kuruluşların koordinasyon merkezidir. Buna göre, Başbakanın
görevi de, tabiî ki koordinasyondur. Başbakanlığın, bütün bakanları koordine
eden bir yapının içinde olması gerekirken, tersine, birçok kurumu bünyesinde
toplayarak, giderek daha da büyüdüğü, artık, kendi birimlerini dahi koordine
edemez bir duruma dönüştüğü açıkça görülmektedir. Böylece, Başbakanlığın ikinci
bir hükümet organizasyonu gibi örgütlenmesinin israfa yol açması yanında,
devletin katı bir bürokratik yapıya da dönüşmesini beslemektedir. Kaldı ki,
bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sayısız memur açığı varken,
yüzlerce araç ve gereç atıl durumda iken, Başbakanlık bünyesinde yüzlerce
memurun gereksiz varlığını anlamakta da güçlük çekiyorum. Binaenaleyh,
Başbakanlık bünyesinde bulunan Konut Müsteşarlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, GAP
İdaresi, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri gibi
kurumların ivedilikle ilgili bakanlıklara bağlanması kaçınılmaz bir
zorunluluktur. Söylemek zorundayım ki,
artık halkımızın bu hantal ve verimsiz devlet yükünü daha fazla çekmeye mecali
kalmamıştır. Bu itibarla, hükümetin, alınan tasarruf tedbirlerini ve devleti
küçültmeyi, öncelikle Başbakanlıktan başlatmasını tavsiye ve temenni ediyorum. Sayın milletvekilleri,
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerimi de arz ederken, son
derece önemli ve varlığı zorunlu görülen bir kurum olduğunu hatırlatmakta fayda
görüyorum. 88 500 kadroya sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün 76 365
personeliyle, kısıtlı imkânlara rağmen azamî hizmetleri yürüten ve kendisine
çok büyük bir önem atfedilen bir kurumumuzdur. Elbette önemi ve gerekliliğiyle
paralel, sosyal etkisinin de çok yüksek olması gereken bir kurumdur. Gerçi,
Diyanet İşleri Başkanlığının protokolde ellibeşinci sırada temsil edilmesi,
Başkanlık bünyesinde oluşturulan Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarının,
başörtüsü örneğinde olduğu gibi, dikkate alınmaması ve en önemlisi de hâlâ bir
teşkilat kanununun çıkarılmamasını, verilen önemi göstermek bakımından ibret
verici buluyorum. Bugün yaşamakta olduğumuz
sosyal sorunların boyutlarını dikkate aldığımızda, toplumun yaşam dünyasında
oldukça etkili olan, dolayısıyla da, siyasal sonuçları ve etkileri de olan
dinin yönlendiricilik işlevini gören bir kurum olarak Diyanet İşleri
Başkanlığının etkinliğini de mutlaka değerlendirmek durumundayız; çünkü,
Diyanet İşleri Başkanlığının tek görevinin ibadet yerlerini inşa etmek,
yönetmek; yani, camilerde namaz kılınması sağlamak değil, toplumsal ve siyasal
bir sorunun çıkmaması için bir toplumsal bilinç yaratma işlevi olduğu da gayet
açıktır. Buna müspet örnek olması
bakımından, Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Nuri Yılmaz'ın, Amerika
Birleşik Devletlerine yönelik 11 Eylül terör eylemleri sonucunda yaptığı
konuşmalarda, toplumu aydınlatma, İslamı doğru tanımlama ve doğru anlaşılmasına
yönelik açıklama ve çabalarını her türlü takdirin üzerinde görüyor ve kendisini
de tebrik ediyorum. Ülkemizde, dinî alanla
bir şekilde ilişkili birçok sorun yaşadığımıza göre, Diyanet İşleri
Başkanlığının, kendisinden umulan işlevi hakkıyla yerine getirebilmesi için iki
önemli hususu yeniden düzenlemek zorundayız. Birincisi, bu kurumun, diğer
kurumlarla olan ilişkisinin, yani, bütünsel olarak devlet aygıtı içindeki
yerinin o işlevi yerine getirebilecek bir yer olması gerekir. İkincisi ise,
kurumun, öngörülen işlevi yerine getirebilecek yeterli donanıma sahip olması
gerekir. Kaldı ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, her türlü ideolojik ve politik
yönlendirmeden uzak, toplumun bütün kesimleriyle -mezhep ayırımı
gözetilmeksizin- eşit mesafede, birleştirici bir anlayışın merkezi olmalıdır. Ayrıca, yeniden yapılanmasına imkân verecek
olan teşkilat kanununun ivedilikle çıkarılarak, Diyanet İşleri Başkanının
bizzat kendisinin de kurum içinde seçimle işbaşına gelmesi sağlanmalıdır. Sayın milletvekilleri,
bazı değerli bilginlerimizin fikirlerini de ışık alarak, dikkatlerinizi, İslam
dinine ve bu alanda yaşanan sorunlara çekmek istiyorum. Bilindiği gibi, son
zamanlarda, İslam, dünya medyasının ve uluslararası siyasetin gündeminde ve ilk
sıralarda. Hemen herkes, siyasetçi, sosyal analizci; bilen bilmeyen, inanmış
olan muhalif olan hemen herkes İslamiyetle ilgilenmeye başladı ki, bu durum
artık bir probleme dönüştü. Modern hayatın bir
özelliği olmalıdır ki, herkes kendi penceresinden dine bakıyor, parçadan bütüne
varmaya çalışıyor. Din, parça parça algılanarak hayata geldiğinde de, bir dizi
problemin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Halbuki, İslam dini, geldiği ilk
dönemde öylesine mucizevî bir başarı ortaya koymuştur ki, bu başarı, insanlığa
yüzyıllarca ışık olmuş, tekamül yolculuğunda müthiş bir program olagelmiştir.
Bu programıyla, tarihin en büyük değişimini gerçekleştiren, tarihin akışını
değiştiren ve sonuç itibariyle de, insanı inanç ve ahlak çizgisinde tutan İslam
dini, bütün bunlara rağmen, toplumdaki istikrar unsurunu zedelemedi.
Peygamberimizin dini tebliğ ederken büyük bir hikmetle, güler yüzlülükle, tatlı
dille meseleyi götürdüğüne bakarsak, hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan
istikrarın dikkate alındığını görürüz. İşte, bugün, Türkiye'nin en önemli
sorunudur bu; dini nereye koyacağız? Kimilerine göre din, kişinin
vicdanındadır; elbette din kişinin vicdanındadır. Eğer, kişinin vicdanında
yoksa, din, başka hiçbir yerde din olmaya yakışır tarzda yoktur zaten. Eğer,
benim vicdanım onunla şekillenmişse, din, hayatımın her alanında bana etki eden
bir kaynak durumuna geçer. Eğer, din alanında yeteri kadar düşünce yoksa,
sosyal bilimler alanında da yeterli bir düşünceye sahip olmak mümkün olmaz.
Sosyal bilimler alanında yeteri kadar düşünce ve taze bilgi yoksa, siyaset
alanında yenileşmeci olmamız da mümkün olmaz. Bu konuda devletin tutumu ve
tepkisi son derece önemlidir. Örneğin, devlet, birçok
demokratik ülkede olduğundan farklı bir anlamda Türkiye'de güçlüdür. İsviçre'de
devlet güçlüdür; ama, düşünen insana gücünü göstermez; orada vergi vermezseniz,
trafik suçu işlerseniz, kaçakçılık, vurgunculuk, vesaire yaparsanız devlet
gücünü gösterir; ama, bizde, düşünürseniz ve söyledikleriniz, doğru bile olsa,
o anda, eğer o düşünce bazı toplumsal problemler çıkaracaksa, size "düşünme"
denir. Halbuki, gerçek hayattan kopuk bir düşünce ise, zaten düşünce sayılmaz. Sayın milletvekilleri,
ülkemizde bu alanda problemli olan görüşlere göz atarsak, bir tarafta, devletin
laikliği bir tutum olarak benimsemesinden çok farklı bir yaklaşım var. "Hayatın
tamamını dinin etkisinden kurtarmak istiyorum, dini, sosyal mekânda görmek
istemiyorum" görüşü, proje olarak önümüze konmaktadır. Böyle bir laiklik
anlayışının dinle hem de en kötü biçimde çatışmaması mümkün mü?! Sanki
birileri, bulundukları konumu korumak ve genişletmek için laikliği, asıl
tanımından saptırarak, önce devlete sonra devlet ile millete dayatmak
istiyorlar. İkinci problemli görüş
ise, dinin fonksiyonel tanımını daha çok siyasî bağlamda yapan görüştür; yani,
siyasetin daha fazla önplanda olduğu bir din tanımı var. Siyaset, doğrudan
doğruya dinin organik bir parçası gibi düşünülmektedir. Böylece, katı
muhafazakârlık ile katı dünyevîleşme engeli, karşımızda bir sorun olarak
durmaktadır. Kimileri "hâkimiyet Allah'ındır" hükmünden hareketle,
ilahî hükümler ile beşerî hükümler arasında âdeta bir tercih yaparak, ilahî
hükümleri, ilahî hâkimiyetin bir tezahürü olarak görürler. Oysa "hâkimiyet
Allah'ındır" hükmünü, demokratik bir yönetimin karşıtı olarak sunmak, dinî
açıdan temelsiz bir iddiadır. Zaten, metafizik anlamda Allah'ın hâkimiyeti
tartışılmaz. Bir insan dinsiz de olsa, ateist de olsa, bütün dinlere karşı
çıksa da, Allah'ın hükmü altında olan bir âlemde yaşıyor. Allah'ın hâkimiyetine
karşı çıkılmaz; çünkü, insanın böyle bir ontolojik statüsü yok. Bir diğer farklı konu da,
medyada sıkça şahit olduğumuz Türkçe ibadet meselesidir. Dikkat edilirse, zaman
zaman kendi diliyle ibadet konusu hararetle ve birdenbire ortaya çıktığında,
buna, ilericilik, çağdaşlık diye hemen sahip çıkılıyor. Biz, heyecanlı bir
toplumuz. Arkasından doğacak problemleri görmeden hemen sarılırız. Sormak
istiyorum: Acaba, bir gün, bu ülkede, bu talep, yani, herkesin ama herkesin
kendi anadilinde ibadet etme isteği yerine getirilmek istense, herkesin canı
istediği dilde ibadete ilericilerimiz ne ölçüde hazırdırlar, bilmek istiyorum. Aynı gerilim ve çelişkiyi
başörtüsü probleminde de yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bir taraftan
siyasî simge gerekçesiyle halkı sarsarak, kafasına vura vura, değerlerini
aşağılayarak, o insanları hafife alarak ve inciterek haksızlıklar yapılırken,
diğer taraftan başörtüsünü bir avret perdesi, namus şiarı, fitneye tedbir gibi
örtünmenin asıl amacından uzaklaştırıldığı bir yaklaşım söz konusudur. Sayın milletvekilleri,
sonuç olarak, tarihî olanı ve İslam olanı birbirinden ayırarak işe başlamak,
tarihin getirdiği değerleri eleştirel bir bakışla değerli sayarak, onları
bütünün içerisinde görüp, gününü doldurmuş olanları da saygıyla tarihe terk
etmek gerekir. Bundan sonra, özgürlükçü
bir din anlayışı, özgürlükçü bir laiklik anlayışı, özgürlükçü bir kültür
anlayışını geliştirelim ki, bu topraklarda demokrasi gelişsin. Bu ılımlı ve
hoşgörülü anlayış, dinî ve mezhebî açıdan ortaya çıkabilecek toplumsal
bölünmeyi önler ve bu arada millî bilinci daha da güçlü kılar. Kur'an'ın,
hoşgörüsüzlüğe giden yolu kapatan insan ve toplum inancı da bunu gerektirir. Bu
konuda, din hizmeti veren Diyanet Teşkilatımıza geniş imkânlar ve yetkiler
verirsek, dini hayatımızı bilimsel açıdan inceleyen daha faal bir kurum haline
getirebiliriz. 2002 malî yılı bütçesinin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yöneliş ve kurtuluş ayı olan
mübarek ramazanı şerifinizi tebrik ediyorum ve Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Söz sırası, Manisa
Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli'de. Sayın Pakdemirli,
buyurun. ANAP GRUBU ADINA EKREM
PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları
başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarım; konuşmama başlarken, hepinizin
ramazan ayını ve ayın 16'sında idrak edeceğimiz şeker bayramını kutluyorum;
bayramla birlikte, yetimlerim, öksüzlerin, yaşlıların, fukaraların sevinmesi ve
sevindirilmesi dileklerimi iletiyorum. Değerli arkadaşlar,
Hazine Müsteşarlığı 2002 yılı bütçesi ile 2000 Yılı Kesinhesap Kanunu tasarısı
üzerinde, Grubum adına konuşmak için huzurunuzdayım; hepinize saygılar
sunuyorum. Değerli arkadaşlar,
ülkemizin, 2002 yılı konsolide bütçe büyüklüğü 98,1 katrilyon TL'dir. Bunun,
51,7 katrilyon lirası, yani yüzde 52,5'i Hazine Müsteşarlığına aittir. Bir
başka deyimle, Hazine Müsteşarlığı, tek başına, ülke bütçesinin yarısından
fazlasını yönetmektedir. Bu Müsteşarlık, böyle büyük bir bütçeyi, mütevazı,
çalışkan, 1 200 kişiyi aşmayan küçük kadrosuyla götürmektedir. Müsteşarlık
bütçesinin yüzde 97,3'ünün transfer bütçe kalemi oluşu, bu oranı
yükseltmektedir. Bu büyük bütçenin sadece
70,5 trilyonu, yani binde 1,4'ü yurtiçi-yurtdışı personel maaşları, sosyal
yardımlar, hizmet alımları, yolluklar, tüketim mallarına aittir. Yönetim
maliyetinin en düşük olduğu bir teşkilattır. Yurtdışı giderleri, bazı
çevrelerin abarttığı gibi olmayıp, sadece 3 trilyon TL'dir. Kurumlara katılma payları
ve sermaye teşkillerine 1,3 katrilyon TL ayrılmış olup, bunun hemen hemen tamamı
iktisadî devlet teşekküllerine genel yatırım ve finansman için yapılacak
transferlerden oluşmaktadır. KİT'lerin konsolide
bütçeleri zararla kapandığı gerçeğinden hareketle, bu bütçe kaleminin de yıl
içinde buharlaşacak bir gider kalemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlara
ayrıca 370 trilyon TL görev zararı transferleri yapılacaktır. Bu bütçenin çok küçük bir
kısmı, 40 trilyon TL'si devlet iştiraklerine, 3 trilyon TL'si de Darphane ve
Damga Matbaasına yapılacak transferlerden oluşmaktadır. Madenî para basımı için
de 1,1 trilyon TL harcanacaktır. Değerli arkadaşlar,
bütçenin önemli transfer harcamalarından olan, sosyal güvenlik kurumlarından
Sosyal Sigortalar Kurumuna 1 katrilyon 670 trilyon lira, Bağ-Kura 1 katrilyon
740 trilyon lira, İşsizlik Sigortası Fonuna 520 trilyon TL transferi
yapılacaktır. Emekli Sandığına, Maliye Bakanlığı bütçesinden, finansman açığını
kapatmak için ödenecek 2 katrilyon 476 trilyon TL'yi eklerseniz, sosyal
güvenlik şemsiyesinin verdiği açığın, bütçenin 5,9 katrilyonuna, yani yüzde
6'sına ulaştığını göreceksiniz. On yıldır devam eden bu kanama, ülkenin
ekonomik krizinde önemli rol oynamıştır. On yıllık açık, finansmanıyla
birlikte, neredeyse toplam dışborçlarımıza eşit hale gelmiştir. Hazine Müsteşarlığı
bütçesinin en önemli kalemi, 42,8 katrilyonla faiz giderleri olmaktadır. Bunun
36,9 katrilyonluk kısmı içborçlara, 5,9 katrilyonluk kısmı da dışborçların
faizlerini karşılamak üzere harcanacaktır. Bu kalem, maalesef, iki sebepten
ötürü artma potansiyeline sahiptir. Birincisi, ortalama borçlanma faizi
yükselebilir. İkincisi, ortalama döviz kuru ve çapraz kurların değişme
ihtimalidir. Merkez Bankasının 29.11.2001 tarihli elektronik verisine göre,
Ekim 2001 tarihi itibariyle içborç 109,3 katrilyon olup, bu borçları yüzde 35
ortalama faizle yenilemek zor görünmektedir. Bugün yapılan ihaleyle yüzde 77
ortalama faizle borçlanılmıştır. Euro'nun dolar karşısında değer kazanması
halinde, dışborç servisine ayrılan 5,9 katrilyon TL yeterli olmayacaktır. Bu yılın başında içborç
36 katrilyon iken, bu yılın sonunda 120 katrilyona çıkışının ana sebebi,
finansman krizinden sonra kamu bankalarına "görev zararı" adı altında
yapılan ödemeler ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna aktarılan bankaların
zararını kapatmak için verilen hazine kâğıtlarından doğmaktadır. Türkiye'nin,
cumhuriyetin kuruluşundan 2000 yılı sonuna kadar yaptığı içborçlardan daha
büyük bir meblağ bu yıl bankalara aktarılmıştır. Bu durum, hazineye 50
katrilyondan fazla ilave borç getirmiştir. Böyle anormal bir hazine ödemesi -ki,
hazine kâğıdı verilerek yapılmıştır- borçların katlanmasına yol açmıştır. Değerli arkadaşlar,
mevcut kriz, serbest piyasa ekonomisine aykırı ekonomi yönetiminden
kaynaklanmaktadır. 1994 ekonomik kriziyle mevduata sınırsız garanti verilmesi,
şimdiki finansman krizinin anasıdır. Böyle bir garanti, birçok küçük bankanın
sorumsuz davranmasına, faizlerin tırmanmasına, verimsiz bankacılığın
yaygınlaşmasına yol açmıştır. Kamu bankalarının da faiz eskalasyonuna gitmek
mecburiyetinde kalması, verimsiz büyümeleri, sağlıksız şartlarda büyük krediler
açması ve bunların geriye gelmemesi sonucu kendilerinin büyük açıklarını ortaya
çıkarmıştır. Kamu bankalarının zararları "görev zararı" adı altında
kapatılmıştır. Hakikî görev zararı, kendilerine aktarılan fonların küçük bir
kısmıdır. Bugün, devlet bankalarının batık kredileri, özel sektör bankalarının
batıklarından çok fazladır; çünkü, serbest piyasa ekonomisine aykırı bir
yönetim ve ekonomik politika güdülmektedir. Yukarıda değindiğim gibi, krizin
patlak vermesinde sosyal güvenlik şemsiyesinin son on yılda verdiği açıklar da
unutulmamalıdır. Değerli arkadaşlar,
hükümet elini çabuk tutmak mecburiyetindedir. Fonun yönetimindeki bankaları
-özelleştirme, kapatma dahil- elden çıkarmalıdır. Halk Bankası esnaf
kuruluşlarına devredilmeli, Ziraat Bankası parçalanarak özelleştirilmelidir.
Bütçeden esnafa, köylüye yapılacak sübvansiyon programları özel bankalar
vasıtasıyla yürütülmelidir. Eğer, bunu yapmazsanız, korkarım, beş yıla varmaz,
bu yıl, bu bankalara aktardığınız ve aktaracağınız 60 katrilyondan fazla
kaynak, gene yağmalanacaktır. Ülkenin sağlıklı
borçlanması, kamu borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde
3'lerin altında olmasına bağlıdır. Bu oran küçüldükçe, Hazine Müsteşarlığı
bütçesi göreceli olarak küçülecektir. Kamu sektörü borçlanma
gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranı 1991 yılından sonra çok yüksek
seyretmiştir. 1983-1991 yılları arasında ortalama yüzde 6,9 iken, 1992-2001
yılları arasındaki ortalama yüzde 11'e yaklaşmıştır. 2002 yılı bütçesinde kamu
sektörü borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranı, hedef olarak yüzde
8'dir; 2000 yılında yüzde 12,5 olan bu oran, 2001 yılında yüzde 15,4'e çıkmış
ve bunun yüzde 8'e gerilemesi öngörülmüştür. Bütçe hazırlanışında yapılan
kabuller, büyüme yüzde 4, deflatör yüzde 46, ihracat 32 milyar dolar, ithalat
45,5 milyar dolar, cari işlemler dengesinin gayri safî millî hâsılaya oranı
yüzde 9,6, faizdışı fazla/gayri safî millî hâsıla yüzde 5,7 tutturulduğu
takdirde, bu mümkün olacaktır. Türk ekonomisi mevcut sığ
malî sektörü, borsası ve dışticareti dolayısıyla dış ve iç konjonktürden önemli
biçimde etkilendiğinden, bütçenin bu kabullerinin öngörüldüğü biçimde
gerçekleşmesi kolay görünmemektedir. Bütçenin başarıyla
yürütülmesi, Hazine Müsteşarlığının bütçesinin başarıyla ve öngörüldüğü biçimde
yürütülmesine bağlıdır. Bize göre, başarılı olmak için yeniden yapılanmayı ve
özelleştirmeyi geciktirmeden yapmalıdır. Hiçbir fonksiyonu olmayan ve yıllarca
hizmet yapmadan oturan kurumlar vardır; bunları süratle ortadan kaldırmak
durumundayız. Son günlerde Köy Hizmetleriyle ilgili polemik yaşanmaktadır.
Anavatan Partisinin isteği, köy hizmetlerinin, bir nevi yerel parlamento olan
il genel meclisleri eliyle yürütülmesidir. Kaynak israfının engellenmesinin yegâne
yolu budur. Örnek vereyim; 2002 yılı, şu anda görüştüğümüz bütçenin, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bütçesine bakalım: Toplam bütçe 1 katrilyon 291
trilyon liradır; bu miktarın sadece 398 trilyon TL'si köy hizmetlerine -bütçe
böyle söylüyor- 887 trilyon TL'si genel yönetim ve destek hizmetlerine
gitmektedir; yani, Ankara'da bulunan Genel Müdürlüğünde harcanmaktadır. Köy
hizmetleri olarak görülen 399 trilyon TL'nin 100 trilyonunun da bölge
müdürlüklerinin personeline ödendiği düşünülürse, 1 katrilyon 291 trilyonluk
bütçenin sadece yüzde 23'ü, hakiki köy hizmetlerine, il müdürlükleri
vasıtasıyla aktarılmaktadır. İşte, size, güzel bir israf örneği. Bu örnekleri
çoğaltmak mümkündür. DSİ bölge, Ulaştırma Bakanlığı bölge müdürlükleri, kısaca
yatırımcı kuruluşların bölge müdürlükleri işlevlerini yapmış; artık, tarihe
kavuşturulması kaçınılmazdır. Tasarrufa azamî olarak
riayet edilerek, içkaynakları harekete geçirerek bu krizden kurtulmak
mümkündür. Hükümet, başarısızlığı durumunda, tarihe dönüp "ne yapayım,
eteğimden tutanlar vardı" diyemez; yetki kendilerindedir; gözünü kırpmadan
yeni kaynakları harekete geçirmek ve hantal idareyi yeniden yapılandırarak
tasarrufa gitmek durumundadır. Ekonomi yönetiminde negatif faiz ve kur makası
-yani TL'nin revalüasyonu- doğmamasına dikkat etmek durumundadır. Enflasyonun
öngörüldüğü biçimde gitmesi halinde, mart ayında, enflasyona paralel bir kur
politikası güdülmediği takdirde, kur makası tekrar doğabilecektir. Bunları yaparsanız,
enflasyon hedeflemesi programıyla, gerçek bir enflasyonla mücadele etmiş
olursunuz. Değerli arkadaşlar,
toplam 1 200 kişiyle çalışan bu kurum, ülkenin en gözde bir kuruluşudur.
Türkiye bütçesinin yarısından fazlasını bizzat kendi kontrolünde harcarken,
saymanlar vasıtasıyla, pratikte, tüm bütçe ellerinden geçmektedir. Kamu
Finansmanı, Kamu İktisadî Teşebbüsleri, Sigortacılık, Dış Ekonomik İlişkiler,
Yabancı Sermaye, Teşvik Uygulama, Banka ve Kambiyo ve Ekonomik Araştırmalar
Genel Müdürlükleri ile kendisine bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüklerinden oluşmaktadır. Hazine Kontrolörleri Kurulu ile Sigorta
Denetleme Kurulu Başkanlıkları, doğrudan müsteşara bağlı denetim birimleridir.
Ayrıca, İdarî, Malî İşler ve Personel Daire Başkanlıkları yanında, yurtiçi
taşra ve yurtdışı teşkilatları bulunmaktadır. 30 civarında Hazine uzmanı,
gelişmiş ülkeler nezdinde ekonomik ve malî konuları takip edip, Müsteşarlığa
bilgi vermektedirler. Bu teşkilat, 100
katrilyonu aşkın iç borçlanmayı çeviren, yani, ana para ve faiz ödemelerini
yapan bir teşkilattır. Dış borçlanmayı yönetmekte, anapara ve faiz ödemelerini
aksatmadan götürmektedir. Türkiye'nin iç ve dış borçları toplamının 200 milyar
dolara ulaştığı düşünülürse, Hazine Müsteşarlığının ne denli teknik ve
bürokratik bir yük altında çalıştığı kolayca anlaşılır. Bu kadar önemli
teşkilatın küçük sayıda personeline ayrıcalık tanımak, verimlilik gereğidir.
Uzman ve yöneticileri, lisansüstü, hatta doktora eğitimleriyle daha yararlı ve
verimli hale getirmek durumundayız. Yetkili bir Hazine uzmanının yapacağı çok
küçük bir hatanın, ülkeye trilyonlara varan bir zarar verebileceği
unutulmamalıdır. Değerli milletvekilleri,
2000 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısına göre, Hazine Müsteşarlığının 2000 yılı
içinde başlangıç ödeneği 25 katrilyon 992 trilyon lira olmuştur. Bir yıl içinde
bu ödeneklerden kati harcama 24 katrilyon 653 trilyon lirayı bulmuştur. Bu
demektir ki, Hazine Müsteşarlığı kendisine ayrılan bütçeden yüzde 5 tasarruf
yapmıştır, hiçbir tasarruf genelgesi olmamasına rağmen. İşte, bütün kuruluşlar
bu şuur altında olur da kurumlarını belli ölçülerde tasarrufa yönlendirirlerse,
Türkiye, problemlerinin bir kısmını aşma durumuna girecektir. BAŞKAN - Sayın Hocam... EKREM PAKDEMİRLİ
(Devamla) - Evet, bitireceğim efendim... Daha 30 saniyem var. BAŞKAN - Kesmedim
efendim; hatırlattım sürenizi... EKREM PAKDEMİRLİ
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, personel ödeneklerinin hepsini kullanmamış
olması, kurumun büyümesine karşı çıkmış olduğunu gösteriyor Müsteşarlığın;
yani, kendi elemanlarıyla iktifa ediyor, yeni eleman almıyor; ama, bizim de,
burada, 1 200'e varan bu teşkilattaki arkadaşlarımızı yeniden ve işbaşında
eğitme fırsatını vermemiz lazım. Hazine Müsteşarlığı
bütçesinin, ülkemize, hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum efendim. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Böylece, gruplar adına
ikinci tur görüşmeler bitmiştir. Şahısları adına, aleyhte,
Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; lehte, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar
Canbay ve Eskişehir Milletvekili Sayın Mail Büyükerman söz almışlardır. Ancak,
Sayın Yaşar Canbay burada olduğuna göre, Sayın Mail Büyükerman'a söz
veremeyeceğimi ifade ediyorum; çünkü, bir lehte, bir aleyhte söz verebiliyorum
Sayın Büyükerman. Eğer, Sayın Canbay gelmeseydi, size söz verecektim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkanım, Yaşar Beyden sonra Sayın Bakan konuşursa, Mail Beye söz hakkı
doğar... BAŞKAN - Efendim, böyle
bir imkânımız yok... İstirham ederim... Aleyhte, Aksaray
Milletvekili Sayın Murat Akın; buyursunlar efendim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Efendim, bizi mahrum bırakmayın lütfen... ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkanım, Yaşar Canbay'dan sonra Bakan konuşursa... BAŞKAN - Devretsin
efendim Yaşar Canbay Bey... Gayet basit... Şimdi, Yaşar Canbay saat
6'da gitmiş, 7'de sıraya girmiş; nasıl Mail Beye söz vereyim?! Mail Bey de iki
saattir burada bekliyor. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Efendim, Meclisi mahrum bırakmayın... Sayın Büyükerman
konuşsunlar... ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, böyle
bir usulümüz yok. Zatıâlileriniz
verseydiniz söz sıranızı efendim... İstirham ederim... Siz de konuştunuz...
Siz, hâlâ soru soracaksınız. Verin Büyükerman'a sorsun sualini... ASLAN POLAT (Erzurum) -
Ben sorumu soracağım. BAŞKAN - Sayın Polat,
akıl öğretmek bedava... MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN
(Eskişehir) - Adım adım yaklaştım Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın
Akın. MURAT AKIN (Aksaray) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık bütçesi üzerinde, aleyhte,
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bilhassa, Hazine Müsteşarlığıyla ilgili
görüşlerimi ifade edeceğim. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türkiye ekonomisinin temel sorunlarını hep birlikte tekrar eder dururuz.
Bunlar, yüksek enflasyon, içborç dinamiğinde ve başta kamu bankaları olmak
üzere malî sistemdeki yapısal sorunlar ile bunlara bağlı kamunun artan
finansman açıkları ve dalgalı büyüme yapısıdır. Kamu açıklarının yurtiçi malî
piyasalar üzerinde baskısının yanı sıra, yaşanan dış şokların da etkisiyle,
reel faizler yükselmiş; artan faiz oranları kamu açıklarını artırmış, borç-faiz
kısır döngüsünü sürdürülemez boyutlara ulaştırmıştır. Bu amaçla, 2000 yılı
başında enflasyonu düşürmek ve ekonomide sürdürülebilir bir büyüme ortamını
sağlamak amacıyla, kapsamlı bir ekonomik program uygulamaya konulmuştur. Üç
yıllık programın ikinci yılı tamamlanmak üzere. Ne yazık ki, hükümet ve ekonomi
yönetimi, tetiklediği faizin ateşini program öncesindeki seviyesine
düşürememiştir. Bu durumda Hazinenin
yaptığı nedir; bundan yüz yıl önce Osmanlı idaresinin yaptığını yapamamıştır.
Hepinizce malum olduğu üzere, 1 Eylül 1881'de, o zamanın padişahı, ecnebi
tahvilat sahiplerini İstanbul'a davet edip, 20 Aralık 1881'de onlarla imzalamış
olduğu -28 Muharrem 1299, Muharrem
Kararnamesi olarak bilinen Düyunu Umumiye İdaresinin kurulması -kararname
çerçevesinde 252 801 885 lira Osmanlı esas ve faiz borcunu- yani, 5 797 676 500
franka tekabül eden bu Osmanlı borcunu- 252 milyonlardan 106 milyon liralara
indirmiştir. Görüldüğü üzere, bundan yüz yıl önce Osmanlı Lirasının frank
karşısında ne kadar kıymetli olduğu, bu vesileyle, bu kürsüde ifade edilmiş
olmaktadır. Değerli milletvekilleri,
şimdi, Hazine Müsteşarlığı, Dünya Bankası ve IMF yetkilileriyle ikiye bir
görüşüyor ve IMF yetkilileri, jandarma gibi gelmek suretiyle, Türkiye'nin
onlara olan taahhüdünü değişik yollarla, devlet tahvili ve hazine bonosu
kullandırmak suretiyle -biraz önce konuşan Sayın Kemal Kabataş'ın ifade ettiği
gibi- 36 katrilyon içborç stokunu 56 katrilyon, daha sonra, haziran sonlarına
doğru 95 katrilyon, şimdi ise 119 katrilyon liralara baliğ kılmıştır. Soruyorum size: Acaba,
Hazine Müsteşarlığı diye isimlendireceğimize, bunu, yüz yıl önce Osmanlının
kurduğu Düyunu Umumiye (Borç İdaresi) olarak ifade etmiş olsak, daha yerinde
bir ifade olmaz mı?! Parası olmayan bir hazine, Hazine Müsteşarlığı... Bu, olsa
olsa, bir borç idaresi... Devlet kâğıdı basmak suretiyle, içborç stokunu 36
katrilyonlardan, bir yıl içinde -1 Aralık 2001 tarihinden... Bir yıl daha
dolmadı- 119 katrilyon liralara ulaştırmış; yine, iç ve dış borç stokunda 90
milyar dolarlardan almış, 111 milyar dolarlara, 119 milyar dolarlara ulaştırmış
-2001 yılı içinde ödenenler hariç- ama, adı, Hazine Müsteşarlığı. Tamamen
devlet bankalarına ve fon bankalarına vermiş olduğu kâğıt mukabili, tekrar
onlardan para almak suretiyle, 2002 yılı içerisinde taahhütlerini yerine
getireceğini, yine, bizim, Doğru Yol Partisinin sözcüsü ifade etmiştir. Değerli milletvekilleri,
borç stokunun çevrilebilirliği konusunda, iki ayrı yaklaşım sergileniyor.
Bunlardan birincisi, borç stoku dengelerini bozmadan çevrilemeyeceği yönünde;
ikincisi ise -Hazine tarafından oluşturulan diğer bir görüş- içborç stokunun
bileşimlerinden dolayı sürdürülebilir olduğu yönünde. Özellikle, Hazinenin bu
bileşim diye kastettiği, bu borcun 30 katrilyona yakınının, piyasada -yani,
Hazineden müsaade alınmadan- tedavülünün mümkün olduğunu; bu 30 katrilyona
yakın devlet kâğıdının faizlerinin, bütçeden finanse edilmek suretiyle, ödenek
konulmak suretiyle ödenebileceğini; bakiye 70-75 katrilyon borcun ise, kamuya
ait olduğunu ve Hazine tarafından kamuya verilen bu devlet kâğıtlarının ise,
Hazineyle mutabakat sağlanmadan tedavülünün mümkün olmadığını; ama, sizin
kamuya verdiğiniz -bankalar olsun veya diğer kuruluşlara vermiş olduğunuz- bu
Hazine kâğıtlarında, mutlak surette, faizinin işleyeceği muhakkaktır. Burada,
Hazine -savunduğu görüş- tedavülde bunun dolaşımı serbest kılınmadığı için,
Hazinenin görüşü alınmadan serbestçe dolaşamayacağı için, ikinci üçüncü
kişilerin eline geçtiğinde, Hazinenin, o şahısların isteği üzerine, istenildiği
anda faiz ödeme gibi bir mükellefiyetinin olmadığı tezini savunuyor. Değerli milletvekilleri,
büyümeyen Türkiye bu krizden çıkabilir mi? Son yıllarda, herkes bu sorunun
cevabını arıyor. Büyüme olmadan, asla, Türkiye'nin bu krizden çıkması mümkün
değildir. Büyüme konusu Türkiye için öncelikli olmalıdır ve gerekirse, yüksek
enflasyonu göze alması gerekir. Türkiye, böyle giderse, 2002'de büyüyemeyecek ve
krizden çıkamayacaktır. Zaten, asıl kriz, büyümenin olmaması; gerisi, parasal
problemler. Ekonomide temel derdimiz, vatandaşın refahının maksimum düzeye
gelmesi. Ayrıca, büyüme olmadan kamu maliyesinin düzelmesi de pek mümkün
gözükmüyor. Biz, şu anda, faizdışı
fazlayla övünüyoruz ve uzun vadede reel faizi aşağıya çekerek içborç
problemimizi çözmeyi planlıyoruz; ama, önümüzdeki seneden itibaren, bu sene
yapılan devalüasyon ve yüksek faizlerden doğan zararlar nedeniyle, faizdışı
fonlarda da ciddî problemler göreceğiz. Durgunluk ve küçülme nedeniyle, seneye,
vergi gelirleri çok düşecek. Değerli milletvekilleri,
bu vergi gelirleriyle ilgili -bilhassa beyana dayalı- ekim sonu itibariyle
-Kamu Hesapları Bülteni- Maliye Bakanlığı, kesinhesap neticelerini çıkarmıştır.
Beyana dayalı vergilerde, martta eksi 12,3 küçülme, mayısta eksi 6,6 küçülme,
haziranda eksi 0,9 ve devam ediyor. Diğer tüm ayları kümülatif olarak
aldığımızda, büyüme yüzde 39,6; ama, ülkede enflasyonu yüzde 80, yüzde 90'larda
düşündüğümüz zaman, kümülatif, reel manada küçülme, vergilerde, beyana dayalı
-bu beyana dayalı vergiler nedir; esnaf, çiftçi, KOBİ statüsündeki 6-7 milyon
kişinin, gerçek mükelleflerin beyan ettikleri- vergi ki, eksi olarak çıkmıştır.
Durgunluk ve küçülme
nedeniyle, biraz önce de ifade ettiğim gibi, seneye, vergi gelirleri de çok
düşük olacak. Büyüme olmadan, vergi öder hale gelmeden, kamu maliyesi de
toparlanamaz. Temel problemimiz, önceliklerimizi şaşırmış olmamız. BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. MURAT AKIN (Devamla) -
Enflasyon hedeflemesini tartışıyoruz; ama, bence, esas konuşulması gereken,
bunu uygulamak için doğru bir zamanda olup olmadığımız. Şu anda, enflasyonda,
içinde bulunduğumuz 70'li seviyelerden 20-25 puan yukarısında dahi sorun
yaşamayacağımızı düşünüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Akın,
toparlar mısınız lütfen. MURAT AKIN (Devamla) -
Tamam. Zaten, otuz yılı aşkın
bir süredir yüksek enflasyonla yaşadığımız için halk buna alışkın. Şimdi, yeni bir mucize
gibi, elde avuçta kalan son çare "her şeyi denedik olmadı, bir de bunu
deneyelim" ruhunu yansıtır şekilde, ülkenin hazine idaresini enflasyon
hedeflemesine bağlı kılarak, birkaç yıl da bu şekilde, milletin yokluk ve açlık
içinde, perişan bir şekilde yaşamasına sebep olursak, bu hükümet üzerinde, bu,
büyük bir vebal oluşturur. Değerli milletvekilleri,
Hazine, bir yıl içinde 60-70 katrilyon borç yükünü artırıyor; ama, halen
çiftçilerin teslim etmiş olduğu pancarın fiyatı belli değil. Benim yöremde...
Sayın Başkan, belki biraz rahatsız olabilir ama... BAŞKAN - Hiç rahatsız
olmam efendim. MURAT AKIN (Devamla) -
Onu kısaca ifade edeyim. BAŞKAN - Hay hay, tabiî,
edin. Bir de şeyi söyleyin lütfen. Bu hükümet, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı
imza attığı halde 2001 yılı için, pamuk primleri ve diğer primleri şimdi
vermemeye kalkıyor. Onu da söyleyin. MURAT AKIN (Devamla) -
Tamam, onu, zaten, siz ifade etmiş oldunuz. (DYP ve SP sıralarından alkışlar) Şimdi, hepinize
soruyorum. Seçim bölgemde, ramazan... Hakikaten, büyük çiftçi, pancar çiftçisi
ayda 5 milyona muhtaç hale geldi. 5 milyonla ne alınabilir; hiçbir şey alınmaz;
ama, bu hükümet, bu pancar çiftçisini, hububat çiftçisini... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Hangi hükümet? MURAT AKIN (Devamla) -
Ecevit Hükümeti. ...o hale getirdi ki... MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Yalan söylüyorsun!.. MURAT AKIN (Devamla) -
...insanlar perişan halde, teslim ettiği pancarın fiyatını bilmiyor. Pancar
müstahsilinin yoğun olduğu Sultanhanı Kasabası, Eskil İlçesi, Yenikent, İncesu ve
tamamı hükümetin, bu bütçe dolayısıyla Hazineden sorumlu Devlet Bakanının bu
pancar fiyatlarını açıklamasını bekliyor. Şimdi, arkadaşlar, bir
şey söyleyeceğim... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MURAT AKIN (Devamla) -
Sayın Başkan, 1 dakika, bir şey söyleyeceğim. Şimdi, arkadaş bir laf
attı. (Gürültüler) BAŞKAN - Efendim...
Lütfen... Tamam... MURAT AKIN (Devamla) -
İşte, eskiden geldi, eskiden. Ben, o arkadaşa idareden feragat eden bir
padişahın sözünü burada ifade etmek suretiyle konuşmama son vereceğim. İttihat
ve Terakki Cemiyeti vardı; bilahara fırka oldu,parti oldu; Osmanlı idaresinde
de söz sahibi oldu. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Ne padişahı... MURAT AKIN (Devamla) - O,
halledilen, idareden feragat eden padişaha gitmişler, bir şeyler anlatmışlar.
Padişah demiş ki: "Eğer, siz bu ülkeyi on sene idare edebilirseniz, bir
asır idare ettik diye sevinin." Eğer, siz bu hükümeti -ben şimdi
söylüyorum- dört sene, beş sene idare edebilirseniz, kırk elli sene idare ettik
diye sevinin. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum... MURAT AKIN (Devamla) -
Daha, üç sene, dört sene idare edemediniz. Hep, geçmiş, geçmiş... (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Akın,
teşekkür ediyorum efendim. MURAT AKIN (Devamla) -
Geçmişte çiftçi, işçi bu kadar muhtaç mıydı?! Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) FARUK DEMİR (Ardahan) -
Siz dört sene idare ettiniz... BAŞKAN - Sayın Akın,
teşekkür ediyorum. İyi ki Sayın Akın var;
biraz hareketlendiniz. Bütçe sönük geçiyor çünkü. Arada lazım... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Sayenizde... Sayenizde... BAŞKAN - Benim sayemde
hiç sönük geçmez. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Vallahi uyuttunuz... BAŞKAN - Sayın Karahan,
istirham ederim, ben hiç kimseyi uyutmam. Efendim, şimdi, söz
sırası, lehte, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar Canbay'da. Buyurun Sayın Canbay. (SP
sıralarından alkışlar) YAŞAR CANBAY (Malatya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi
üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla
selamlıyorum. Günümüzde, ilimlerin
ilerlemesiyle dinin insan hayatındaki önemi ve değeri her zamankinden daha
fazla artmıştır. Din, insana hem dünya hayatını hem de ölüm sonraki ebedî
hayatı kazanmanın yollarını gösterir. İnanç, kainatın ve hayatın en mükemmel
tefsirini yapar, bu hususta insanlığı aydınlığa kavuşturur. İnanç, insanın
ölümötesi istikbaline ışık tutar, yeniden dirilip, devamlı ve daha mutlu olma
ümidiyle yaşatır. İnançsızlık ise, insanın mahvolup kaybolacağı, ölüm
yaklaştıkça ebedî karanlığa, yok olmaya doğru adım attığını hissettirir. Mümin,
inancının gereği olarak, hayat şartları ne kadar zor olsa da Allah'a dayanır,
güç kazanır. Buna karşılık, inançsız toplumlarda intiharların günden güne artmakta
olduğu görülmektedir. İnanç, insana, Allah katında sorumluluk hissi vererek
dosdoğru yolda gitmesini ve sapıklıktan uzaklaşmasını sağlar. İnanç, insanlara
hizmet etme ruhunu aşılar; çünkü, Allah katında insanların en hayırlısı,
insanlara en fazla faydalı olanıdır. İslam inancına göre,
insanın aslı birdir. Yüce Allah, insanı üstün bir varlık olarak yarattığını ve
insanı şerefli kıldığını belirtmektedir. Yaradılış itibariyle, her insan,
diğerleriyle aynı seviyede, muhteremdir ve şereflidir. Hiçbir kimse, soyu veya
ırkı itibariyle başkalarından üstün olamaz, üstünlük taslayamaz. Hepiniz, Adem
oğullarısınız; Adem de topraktandır. İnsanlar, babalarıyla, soylarıyla övünmeyi
bıraksınlar. Batılı bir yazar, İslamın
kardeşlik görüşüyle ilgili şöyle diyor: "Bana en çok tesir eden şey İslam
kardeşliğidir. Kendin için sevdiğini, kardeşin için de sevmedikçe mümin
sayılmazsın prensibinin nasıl tahakkuk ettirildiğini gözleriyle görmek
isteyenlere, bunu İslam kardeşliği gölgesinin dışında göremezsiniz derim." İslam, hayırlı işlerde
yarışı teşvik etmiş, insanları devamlı iyiliğe yöneltmiştir. Bugün, ülkemizde,
faiz, haksız kazanç ve israf sebebiyle, çok ciddî sıkıntılar yaşanmaktadır.
İşsizlik ve yoksulluk sebebiyle, çok sayıda insanımız yardıma muhtaç hale
gelmiştir. Bu sıkıntılara rağmen toplumumuzu ayakta tutan iki önemli faktörden
biri, inançlarımızın gereği yapılan yardımlaşma; diğeri sağlam aile yapımızdır.
Yardıma muhtaç insanlarımıza sahip çıkmalı, gerektiğinde bu insanlarla
ekmeğimizi paylaşmalıyız. Bu millete yakışan budur. Hiç kimsenin onurunu
zedelemeden bu insanlara yardımlar ulaştırılmalıdır. Diyanet İşleri
Başkanlığımızın, bu konuda çok aktif olmasını bekliyoruz. Diyanet camiası, her
türlü imkânlarını kullanarak bu hizmetlerde öncü olmalıdır. Hayırsever ve yardımsever
milletimizin infak konusundaki gayretleri yer yer engellenmektedir. Yardım
toplama ve yardım dağıtmada sivil toplum örgütlerine destek olunmalıdır. İslam medeniyeti,
insanların mutluluğu için hem maddî hem manevî tekâmülü esas alır. İslam inancı,
temizliği imandan saymış, insanlara zarar verecek şeyleri ortadan kaldırmanın
bile imandan kabul edilmesiyle insanlığa çok büyük hizmetler getirmiştir. Yeryüzünün en önemli
değeri insandır. İnsanın özlemi ise, saadet içerisinde yaşamaktır. Saadet,
ancak sevgi ve kardeşlik, hak ve özgürlük, adalet, refah ve saygınlık ortamında
gerçekleşir. İnsanlığın saadeti için, yanlışın değil, doğrunun; kötü ve
çirkinin değil, iyinin; zararlının değil, faydalının; zulmün değil, adaletin
hâkim olması gerekir. Temeli şefkat ve sevgi, hoşgörüye dayanan toplumlarda
huzur ve barış sağlanır. İslam, birlik ve
beraberliği teşvik eden, fitneyi yasaklayan, haksız yere bir insanın
öldürülmesini tüm insanlığın öldürülmesi olarak nitelendiren bir dindir. Ne
sevgili Peygamberimiz ne de İslam büyükleri, haksızlığa uğramalarına rağmen,
hiçbir zaman terörün, anarşinin, kargaşanın içerisinde olmadılar. Bilakis,
herkesi bundan uzak tuttular. İnsanlar öyle bir devirde yaşayacaklar ki, katil
niçin öldürdüğünü, maktul niçin öldürüldüğünü bilmeyecek. İşte, bu fitnedir.
"Dinini bildiğin müddetçe fitne sana zarar vermez" buyuran
Peygamberimiz, hayatı boyunca barışı tercih etmiş, barış yollarını aramıştır.
"Ben rahmet Peygamberiyim" sözleri, aynı mana ve mahiyeti vermektedir.
O, İslamın gelişinden hicret edene kadar gördüğü her türlü işkencelere rağmen,
asla şiddete başvurmadı. "Adaletli olun ve aşırı gitmeyin" emriyle,
savaş sırasında dahi tüm insanlığa örnek olacak uygulamalarda bulunmuştur.
Kadınların ve çocukların, savaşmayan ve savaşacak durumda olmayanların
öldürülmemesi, ağaçların kesilmemesi, hayvanlara zarar verilmemesi dikkatle
öğütlenmiştir. Ülkemizde, birkaç yıldan
beri, dindar vatandaşlar üzerinde bir baskı sürdürülmektedir. Âdeta, mütedeyyin
insanlarımıza takip, baskı ve sindirme devam ediyor. Çoğu zaman kimden, neden
geldiği bilinmeyen; ama, mütedeyyin insanları huzursuz eden, yer yer canından
bezdiren bu iş nedir, bunun dayanağı nedir? Çıkarılan bazı kanunlar,
dinini öğrenmek ve yaşamak isteyenlere yasaklar koymuştur. 12 yaşından önce
Kur'an öğreniminin, 15 yaşından önce hafızlık eğitiminin yasaklanması,
milletimizi yürekten yaralamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri
görülmeyen, milletimizin "böyle şey olur mu" diye anlam veremediği bu
kanun mutlaka değiştirilmelidir; millet bu sıkıntıdan kurtarılmalıdır. İl,
ilçe, belde ve köylerimizde halkın dişinden tırnağından artırıp yaptırdıkları
Kur'an kursları kapanmış, binalar çürümeye terk edilmiştir. Bu millete bu
haksızlıklar nasıl yapılır, anlamak mümkün değildir. Mütedeyyin insanlarımızı
huzursuz eden anlamsız diğer bir konu başörtüsüyle ilgilidir. Binlerce kız
öğrencimiz okullarına alınmamakta, çağın en büyük haksızlığına uğramaktadırlar.
Milletine saygısı olan yöneticiler, hiçbir vehme kapılmadan bu haksızlıktan, bu
keyfilikten vazgeçmelidirler. Yüzlerce öğrenci, bu yüzden yurtdışına gitmektedir. BAŞKAN - Efendim, süreniz
dolmak üzere; toparlar mısınız. YAŞAR CANBAY (Devamla) -
Bu fotoğraf Türkiye'ye yakışmıyor. Bu problemlerin çözüm yeri Türkiye Büyük
Millet Meclisi ise, bu problemler burada çözülmelidir. Devlet-millet
kaynaşmasına hizmet edecek adımlar atılmalıdır; çocuklarımıza ve gençlerimize
aydınlık ve parlak gelecekler hazırlanmalıdır. Allah sevgisini, insan
sevgisini, vatan ve bayrak sevgisini, millete hizmet şuurunu yeni nesillere
kazandırmak, onları iyi insan olarak yetiştirmek ana gayemiz olmalıdır. Din konularında toplumu
aydınlatmak gibi çok önemli görevi olan Diyanet İşleri Başkanlığı, günümüz
meselelerine daha etkili bir tarzda yaklaşmalıdır. Ülkemizin gündemine giren
dinî meseleler hakkında çekingen davranmadan, bünyesinde bulunan pek çok
değerli ilim adamları tarafından ilmî açıklamalar yapılmalıdır. Böylece, konu
hakkında yeterli bilgisi olmadığı halde, her gün medyada milletin kafasını
karıştırmak isteyenlere fırsat verilmemiş olur. Diyanet İşleri Başkanlığımız,
bu birikime, bu imkânlara sahip bir kuruluşumuzdur. Diyanet İşleri Başkanlığı
bütçesinin Diyanet camiasına ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Canbay. Sayın milletvekilleri,
ikinci tur görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, sorulara
geçiyorum. Soru-cevap süresi 10 dakikayla kısıtlı, biliyorsunuz. Ancak, bir şey rica
edeceğim efendim, tekrar istirham edeceğim; turların başında hatırlatmıştım:
Sorunuzu kısa, öz sorarsanız, gerekçesiz de olursa... Diğer arkadaşlarımızın
-25 arkadaşımız söz istemiş- hiç olmazsa yarısının soru sorma imkânı olsun. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Bakan yok, cevap vermeyecek mi? BAŞKAN - Hangi bakan yok?
İki tane bakan var efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Derviş yok, ona soracağız. BAŞKAN - Efendim, yüz
kere söylüyoruz; bu hükümette müteselsiliyet var yani. Ne demek, Derviş'in ayrı
bakanlığı mı var? Cumhuriyet hükümeti, size cevap verir. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Peki, o zaman açıkça cevap versin. BAŞKAN- Cumhuriyet
hükümetinin bütün bakanları her konuyu bilir; öyle olmasa o bakanlıklarda
oturmazlar. (Gürültüler) Bir dakika efendim... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır)- Doğrudur da, Sayın Derviş hükümetin yarısıdır. BAŞKAN- Bir dakika
efendim... Rica ederim... Allah Allah... İstirham ederim efendim... Efendim, Sayın
Bıçakçıoğlu'ndan başlayalım. Sayın Bıçakçıoğlu?.. Yok. Sayın Nidai Seven'den
başlıyoruz. Sayın Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Sayın
Başkanım, delaletinizle, Başbakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığını temsil
eden Sayın Bakanıma şu sorularımı sormak istiyorum. Birinci sorum: Son
zamanlarda, bazı televizyon kanallarında, misyonerlik faaliyetleri Türk
kamuoyuna sunulmaktadır. Birkısım misyonerlerin kendi evlerinin altında
ruhsatsız kiliseler kurdukları, fakir aile çocuklarını misyonerlik
faaliyetlerine alet ettikleri hususu kamuoyunu rahatsız etmektedir. Başbakanlığımızın bu
konudaki düşünceleri ve alınması gereken tedbirler nelerdir? İkinci sorum: Tek bir
Protestanın yaşamadığı Diyarbakır İlimizde Sur Belediyesinin 5.6.2001 tarih ve
1 sayılı yazıyla kilise ruhsatı verdiği doğru mudur? Diyarbakır İlimize Ermeni
Protestanların bu şekilde, bazı illerde yerleşme hususunda çalışmalar
yaptıkları basınımızda yer almaktadır. Başbakanlığımızın bu konudaki görüşleri
ve alınacak tedbirleri nelerdir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Ateş, buyurun
efendim. Siz bağımsız milletvekilisiniz. Onun için, ona göre sorun. AZMİ ATEŞ (İstanbul)-
Sayın Başkan, delaletinizle, önceliği Hazine Müsteşarlığına vererek sorularımı
soruyorum. BAŞKAN- Hiç o girişleri
söylemeyin sayın milletvekilleri. Benim delaletimle olduğu malum. 50 saniye
kazanırsınız. Buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul)-
Birinci sorum: Ulusal Programın açıklandığı 14 Nisandan bugüne kadar, başta IMF
ve Dünya Bankası olmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarından temin ve
taahhüt edilen kredi miktarı toplam olarak kaç ABD Dolarıdır; bu kredinin
kuruluşlara göre dokümü nasıldır? İkinci sorum: Temin
edilen bu krediler, ana kalemler olarak nerede ve nasıl kullanılmıştır? Üçüncü sorum: Bilindiği
gibi, ekonomiyi canlandırmak için üretim ve talebin önündeki engelleri
kaldırmak gerekmektedir. Temin edilen dışborcun ne kadarı üretimi canlandırmak
için kullanılmıştır ve hangi alanlarda kullanılmıştır? Dördüncü sorum: Bu
kredilerden, ülkemizde istihdam ve üretime kaynaklık eden KOBİ'lere ne kadar
miktar tahsis edilmiştir? Şimdi de Başbakanlıkla
ilgili sorularımı soruyorum. Birinci sorum: Başbakan
Sayın Ecevit, son zamanlarda Türkiye'de çok fazla özerk kuruluş kurulduğunu
ifade ederek "devlet içinde, fakat devletten daha yetkili bazı kuruluşlar
kuruldu, onlara söz geçiremiyoruz" demektedir. Sayın Başbakan, özellikle
hangi kurulları kastetmektedir ve kastedilen bu kurullarla ilgili olarak neler
yapılması düşünülmektedir? Çok yakın denilebilecek geçmişi olan bu kurullardan
bu denli şikâyet edilmiş olması, yarınların görülememesi açısından, bir yönetim
zaafı değil midir? CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Sayın Başkan, bu nasıl soru?! BAŞKAN - Efendim, Sayın
Ateş bağımsız milletvekili, yorumlu sorabiliyor. Buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
İkinci ve son sorum efendim: Kamu personeli arasında korkunç boyutlardaki ücret
dengesizliklerinin giderilmesi için bazı teşebbüsler yapılmışsa da bugüne kadar
somut bir adım atılamamıştır, atılmamıştır; neden?.. Teşekkür ederim Sayın
Başkan. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Seyda, buyurun
efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Sırayla efendim,
gelmedi sıra. İstirham ederim Sayın Polat; bunun hilesi yok, hud'ası yok. Sayın Seyda, buyurun. ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Sayın Başkanım, Şırnak İlimiz ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Diyanet
personeli açığı had safhadadır. Sadece Şırnak İlimizin genelinde, 452 personel
görev yapması gerekirken, 304 personel görev yapıyor. Şu an, 3 müftü, 1 şube
müdürü, 1 kur'an kursu müdürü, 4 kur'an kursu öğretmeni, 1 din hizmetleri
uzmanı, 120 imam hatip, müezzin, kayyım ve yardımcı hizmetler olmak üzere,
toplam 148 personele ihtiyaç vardır. Bu personel ihtiyacını ne zaman gidermeyi
düşünüyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Oral, buyurun
efendim. İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis)
- Sayın Bakanımdan sorum: Diyanet İşleri Başkanlığının bugün kullanılabilir kaç
kadrosu açıktır? Din hizmetlerinin yüce milletimize doğru bir şekilde
öğretilebilmesi için kaç imam hatip ve müezzin kadrosuna ihtiyaç vardır? Gene, yıllardır doldurulamayan
bu kadroların boşluğunun ne kadarı, özellikle hassasiyeti bulunan bölgelerde
Hizbullah ve benzeri örgütlerce doldurulmuştur? Hükümetimizin ve Bakanlığın bu
konuda herhangi bir çalışması var mıdır? Gene, gerek 57 nci
hükümetin ve gerekse daha önceki hükümetlerin, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye
kararları konusunda çok ciddî duyarlılığı varken, Diyanet İşleri Başkanlığına
bağlı kadroların doldurulmasından dolayı Millî Güvenlik Kurulunun bu konuda bir
kararı var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Polat, siz
ne zaman bastınız düğmeye? ASLAN POLAT (Erzurum) -
Konuşmadan evvel bastım. BAŞKAN - Hayır efendim.
Ta ortalarda da, onun için soruyorum. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, en başta ben bastım. BAŞKAN - Sayın Ayrım?..
Yok herhalde. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) -
Sayın Aydın burada efendim. AHMET AYDIN (Samsun) -
Hazineden sorumlu Devlet Bakanlığına sorum... BAŞKAN - Ayrım dedim
efendim; Şamil Ayrım'dan bahsediyorum. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) -
Ayırım yok; biz birliğiz. BAŞKAN - Biz de biliyoruz
olmadığını. İstirham ederim... Aydın başka, Ayrım başka. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) -
Ramazan... BAŞKAN - Ramazan kaldı
mı?! Sahura geliyoruz. Buyurun. AHMET AYDIN (Samsun) -
1994 yılında mevduata garanti verildikten sonra, kurulan kamu bankalarının
batmasından dolayı, Hazine, bugüne kadar bu bankalara 16,5 katrilyon kaynak
aktarmış, yine, bu dönemdeki görev zararlarından dolayı Ziraat Bankasına 23
katrilyon kaynak aktarmıştır. İçborç ve finans piyasalarını yeniden düzenleyen
Hazine, yine, bu yıllar arasında, faizleriyle birlikte 2,4 katrilyon kamu
kurumlarından borçlanan çiftçilerin borcunun taksitlendirilmesinde neden
direniyor? BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Buyurun Sayın Aydar. ARSLAN AYDAR (Kars) -
Mikrofon açılmadı efendim. BAŞKAN - Açtım efendim...
Siz, başka bir yerdesiniz herhalde. Nereden açtıysanız, oraya gelin; silindi,
Sayın Aydar silindi... ARSLAN AYDAR (Kars) -
Açtım efendim... BAŞKAN - Ama, oturduğunuz
yerden sormuyorsunuz, ben de mi kabahat?! Sayın Kaya, buyurun. YALÇIN KAYA (İçel) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Diyanet İşlerinden
sorumlu Devlet Bakanımıza soruyorum: Son günlerde, birçok çevrelerce,
televizyon kanalları başta olmak üzere, programlar yapılmakta. Yüce dinimizle
ilgili yapılan bu programlarda, çok tehlikeli ve yanlış görüşler ortaya
konulmaktadır. Yüce dinimizle ilgili hiçbir ehliyeti olmayan bu kişilerle ve bu
TV kanallarıyla ilgili, Diyanet İşleri Başkanlığımız, acaba, ne gibi bir
mücadele ortaya koymak istemektedir? Başbakanlıktan
cevaplanmasını istediğim bir soru da şu: Devlet memurluğu sınavı uygulaması
başlayalı ne kadar memur istihdam edildi, yeni yerleştirme var mı? İkinci DMS
sınavı ne zaman yapılacak? Hazineyle ilgili bir
sorum da şu: Ülkemizin iç ve dışborç stoku ne kadardır ve yıllara göre dağılımı
nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Vursavuş, buyurun. İSMET VURSAVUŞ (Adana) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Diyanet İşlerinden
sorumlu Bakanımızdan ricam... Ülkemizde, son yıllarda daha da yoğunlaştırılan
Hıristiyan misyonerlerce İncil ve Kitabı Mukaddes Türkçe baskıları Müslüman
vatandaşlarımıza parasız dağıtılmaktadır. Bununla da kalınmayıp,
Hıristiyanlığın, medyada açıkça yoğun propagandası yapılmakta, ülkemizde açıkça
Hıristiyanlaştırma çalışmaları sürmekte, Müslümanlara "imansız"
denilmekte, ülkemiz topraklarının bir kısmı Ermenistan olarak gösterilmektedir.
İslam ülkesi olan ülkemizde, dinî yayınların Diyanet Vakfınca yapıldığı ve bu
yayınların da genelde pahalı yayınlar olduğu, kâr gayesi güdüldüğü bilinmektedir.
Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Türkçesinin yayınlanıp, Müslüman
insanlarımıza parasız dağıtılmasını düşünüyor musunuz? Misyoner hareketlere
karşı nasıl bir önlem alıyorsunuz? Dinî yayınlardan ne zaman
ticareti kaldıracaksınız? Teşekkür ederim. (DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Göksu?.. Yok. Sayın Mahfuz Güler?..
Yok. Sayın Aykut?.. Burada. Buyurun Sayın Aykut. HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay)
- Diyanet İşleri Başkanlığı müsaadesi dışında plansız, ruhsatsız ve hiçbir
hesaba dayanmayan cami inşaatları yapılmakta, en ufak bir fırtına veya depremde
minareler ve camiler yıkılmakta. Cami inşaatlarının bir kontrol sistemi
içerisinde yapımını düşünüyor musunuz? Anadolu'nun birçok
yerinde kadrosuzluk nedeniyle kapalı olan camilere kadro vermeyi düşünüyor
musunuz? Komşu İlimiz Mersin'de
meydana gelen sel felaketinden dolayı, tüm Mersin halkına geçmiş olsun der,
ölenlere rahmet dilerim. Söz verdiğiniz için sağ
olun. BAŞKAN - Bu sual mi?! Aşk
olsun!.. Siz Hatay'ın kararnamesini yakalayın da, sonra Mersin'e gelin!.. Sayın Doğru?.. Yok. Sayın Taşkın?.. Burada. Buyurun Sayın Taşkın. MÜKREMİN TAŞKIN
(Nevşehir) - Sayın Bakan, Türkiye'nin her yerinde imam açığı var. Kadro olduğu
halde atama yapılamayan 12 000 civarında, bir o kadar da kadro verilmeyen cami,
imamsız. 474 cami bulunan Nevşehir'de de 110 kadro boş. İmam ihtiyacı ne zaman
karşılanacak? Bu birinci sorum. İkinci sorum; imam-hatip
lisesi mezunları boşta geziyor; ama, devlet kademelerinde de imam açığı var; bu
insanlara ihtiyacımız var. Başka mesleklere girmelerini engellediğimiz ve imam
olmasını istediğimiz imam-hatip okulu mezunlarını imam yapmaktan da mı
vazgeçtik; vazgeçmediysek, ne zaman atamaları yapılacak? Üçüncü sorum da,
yurtdışındaki insanlarımızın ve çocuklarının dinî eğitimini nasıl yaptırmayı
düşünüyorsunuz? BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Taşkın. Sayın Uzunkaya, buyurun. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Diyanetten sorumlu Sayın Bakana sualim: Bilindiği üzere ilahiyat meslek
yüksekokulları var idi ve geçtiğimiz bu yasama döneminde de yüksekokullara
sınavsız geçiş hakkı tanındı. Diyanette çalışan 53 361 personel, yani, yüzde
70'i lise mezunu. Bu arkadaşlarımıza ilahiyat yüksekokullarına sınavsız girme
imkânı tanınacak mı? Hükümet olarak böyle bir imkânı hazırlamayı ve intibak
konusunda, yüksekokul mezunu imamların sayısal olarak çoğalmasını sağlamayı
düşünüyor musunuz? Mihrap denilince akla
hafızlık gelmektedir. Hafızlık müessesesi, sekiz yıllık eğitimle
katledilmiştir. Bunun önlenmesi için bir tedbir almayı düşünüyor musunuz? Vaizlerin malî durumu,
Sayın Bakanın çalışmasında da var; 1 inci derecenin 4 üncü kademesi ki, çok zor
gelinen bir yerdir; 428 milyon lirayı Sayın Başbakan ve kabine içine
sindirebiliyor mu? Bunların durumunu iyileştirmeyi ve boş olan vaizlik
kadrolarına atama yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Enginyurt, buyurun
efendim. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Diyanet İşlerinden sorumlu Sayın Devlet Bakanına soruyorum: Kahve fincanlarında
viski içerek İslamı tartışan ve buraya gönderdiğiniz Diyanet görevlilerinin
figüran olmaktan öteye geçmediği programlara, bundan sonra, İslamı adam
gibi tartışan Diyanet yetkilileri
göndermeyi düşünüyor musunuz? BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Yılmazyıldız,
buyurun. İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Hükümet, tasarruf tedbirleri açıklamasında, kolza ve soya
fasulyesi dışında destekleme yapmayacağını ifade etti. 2001 yılı zeytinyağı
için, pamuk için ve ayçiçeği için prim ödemeyi düşünüyor musunuz, ne kadar
ödemeyi düşünüyorsunuz? Balıkesir'deki 300-350
civarında boş bulunan camiye imam atamayı düşünüyor musunuz? Devlet memurluğu
sınavını kazanmış 2 300 imam-hatip lisesi mezununu neden atamıyorsunuz?
Misyonerlik faaliyetleri boşlukta son derece hayat bulmaktadır. Bunun dışında,
Başbakanlıkta bir Kamunet Projesi vardı; maalesef, bunun başarısız başkanı, 800
milyon dolar, 1 milyar dolarlık bir başka projenin başına getirilmiştir. BAŞKAN - Soru efendim,
soru... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Soruyu soruyorum: Bu projeyi ne zaman tamamlayacaksınız? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Polat, buyurun
efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkanım, 7 799 tane imam kadromuz boş bulunuyor. Ayrıca, en önemlisi,
Türkiye genelinde 9 825 tane camide hiçbir din görevlisi yoktur. Bu 9 825 tane
camide ibadet yapıldığına göre, bunların nasıl doldurulduğunu düşünüyorsunuz? Vaiz kadrosu olarak, 650
tane dolu, 716 tane boş vaiz kadrosu varken, bu vaiz kadrolarını dolduracak
mısınız? En önemlisi de, cezaevlerinde 6 tane dolu vaiz kadrosu varken, 65 tane
boş vaiz kadrosuna atama yapmayı düşünüyor musunuz? BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Bir dakika Sayın Başkan... BAŞKAN - Bitti efendim,
yok. İstirham ederim yani... Nasıl sual verdiğimi biliyorsunuz... Sayın Polat,
insaf et yahu! Başkaları bizi affetsin,
Allah affetsin beni. Buyurun Sayın Bakan. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, önce, Sayın Azmi Ateş'in sorduğu soruyu
yanıtlamaya çalışacağım. 14 Nisan ulusal
programından bu yana, Uluslararası Para Fonundan 10,2 milyar dolar fiilî kredi
girişi olmuştur; bunun 9,6 milyar doları bütçe finansmanında kullanılmıştır,
0,6 milyar doları ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının rezervlerinin
güçlendirilmesi amacıyla kullanılmıştır. Buna karşılık, ne kadarı KOBİ'lere
ayrılmıştır diye soruyor Sayın Ateş. KOBİ'ler bütçe programı çerçevesinde
desteklenmektedir, kredi desteği özel olarak tahsis edilmemiştir. Sayın Ahmet Aydın, çiftçi
borçlarının taksitlendirilmesi konusunu dile getirdi. İstenilen ve beklenilen
ölçüde olmasa da, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası çiftçi borçlarının
taksitlendirilmesini belli bir programa bağlamıştır ve bunu uygulamaya
başlamıştır. Bu konuda ayrıntılı koşullar daha önce duyurulmuştu; her an,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından bu bilgiler alınabilir. Bunun dışında, kimin
sorduğunu tam anlayamadım; ama, ülkemizin iç ve dışborçlarının yıllara göre
dağılımı, belki, Sayın Ahmet Aydın'ın sorusuydu. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Yalçın Kaya'nın efendim. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - İçel Milletvekilimiz Sayın Yalçın Kaya'nın sorusu. Ülkemizin iç ve
dışborçlarının dağılımında, stok olarak 111,9 milyar dolar dışborç. Bunun 45,8
milyar doları kamunun borcu niteliğinde; 17,7 milyar doları Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankasının, kalan kısım da özel kesimin borçları. İçborç toplamı ise 109
katrilyon lira. Hazine Müsteşarlığımızın
İnternet sisteminde yıllara göre dağılımı vardır. Sayın Yalçın Kaya bunlara
ulaşabilir ya da Hazine Müsteşarlığından kendisine bilgi gönderilebilir. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan. DEVLET BAKANI MEHMET
KEÇECİLER (Konya) - Sayın Başkan, bazı arkadaşlarımızın sordukları sorulara
hemen cevap arz edeceğim, bazı sorulara da yazılı cevap arz edeceğiz. Hemen şöyle ifade edelim:
Sayın Azmi Ateş, kamu personeli arasındaki ücret adaletsizliklerini gidermek
üzere yetki kanunu çıkarılmış ve bu yetki kanununa dayanılarak da, 631 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. Bu kanun hükmünde kararnameyle çeşitli
düzenlemeler yapılmış ve beş yıllık bir dönemde bu farklılıkların azaltılması
hedeflenmiştir. Uygulama, 2002 yılı başından itibaren kademeli olarak
başlayacaktır. Buna ilişkin Bakanlar Kurulu kararı üzerindeki çalışmalar halen
devam etmektedir. Bu cümleden olarak, din görevlileriyle ilgili, onların da
ücretlerindeki farklılıklar giderilecektir. Bunu da, bu vesileyle, ifade etmiş
oluyorum. Devlet memurları
sınavıyla ilgili bir sual geldi arkadaşlarımızdan. Devlet memurları sınavıyla
bugüne kadar 66 226 adet çeşitli kadrolara atama yapılmıştır. Yeni sınav 2002
yılında planlanmış olup, sınav hazırlık çalışmaları yürütülmektedir. Sayın Azmi Ateş'in, Sayın
Başbakanın kurullarla ilgili görüşüne yazılı cevap verilecektir. Diğer suallere geçiyorum:
Bir kere, pekçok arkadaşımız Diyanet İşleri Başkanlığının boş kadrolarını
sordu, onu hemen ifade edeyim. Diyanet İşleri Başkanlığının toplam kadro adeti
88 501'dir. Şu anda dolu kadro adeti 76 365'tir, 12 133 kadro boştur. Bu
kadrolara zaman içerisinde atama yapılmaktadır. Nitekim, 1 250 vekil imam,
Diyanet İşleri Başkanlığınca ramazan ayından önce atanmıştır, camilere
gönderilmiştir. 1 249 imamın atamasıyla ilgili çalışmalar Devlet Personel
Dairesi ve Maliye Bakanlığı nezdinde sürdürülmektedir; bürokratik işlemler
bitirilir bitirilmez bu atamalar da yapılacaktır. Münhal vaizlik kadroları için
açılan sınavı kazanan 176 kişinin atamaları sürdürülmektedir; yani, 176 yeni
vaiz atanmıştır. Murakıplık sınavını kazanan 196 adayın atama işlemleri de
tamamlanmıştır. Diyanet İşleri
Bakanlığındaki kadroların ataması, aynen diğer bakanlıklardaki atamalar gibi,
bütçe imkânları ölçüsünde yapılmaktadır. Herhangi bir şekilde Diyanet İşleri
Bakanlığının kadrolarına atamalarda bir gecikme, diğer başkanlıkların gerisinde
bırakma veya imam hatip okulu mezunlarını işsiz bırakma gibi bir eylem, kötü
niyet, suiniyet kesinlikle söz konusu değildir. Bunun altını özellikle
çiziyorum. Diyanet İşleri
Başkanlığının Türkiye'de yapılan yanlış propagandalara cevap vermesi
noktasında, özellikle Hıristiyanlık, misyonerlik faaliyetleri karşısında daha
aktif faaliyet göstermesi ve yayımlarını ucuz yapması, ücretsiz yapması
noktasında Sayın Vursavuş'un verdiği beyanatlar var, sorduğu sualler var. Hemen
onu şöyle ifade edeyim. BAŞKAN- Sayın Seven'in de
var. DEVLET BAKANI MEHMET
KEÇECİLER (Konya)- Benzer birkaç arkadaş da var. Yani, arkadaşlarımızın
hepsinin ismini zikretmiyorum. Çok arkadaşımız bu konuyu sordular. Kısaca cevap
arz edeyim: Diyanet İşleri
Başkanlığımız, aşağı yukarı, bir yıl içerisinde 4 milyon adet eser bastırmış ve
dağıtmıştır. Piyasa şartlarına göre yüzde 40 daha ucuzdur. Diyanet İşleri
Başkanlığı marifetiyle dağıtılan kitaplar, broşürler ve risaleler daha ucuzdur.
Ayrıca, 10 000 adet Kuran
meali bastırılıp, ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu
konuda, sadece Türkçe değil, pek çok dilce; Azerice, Kazakça, Özbekçe,
Kırgızca, Türkmence, Tatarca, Arnavutça, Gürcüce ve Rusça yayımlar yapmaktadır.
Tabiî, bu yayımlar, mümkün olduğu kadar, bu bölgelerdeki soydaşlarımızın,
dindaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını karşılama amacına yöneliktir. Türkiye üzerinde, öteden
beri, bu manada misyonerlik faaliyetleri yürüten dernekler vardır ve asırlardan
beri bu dernekler faaliyet göstermektedir, başarılı da olamamışlardır, bundan
sonra da başarılı olacakları düşünülmemektedir hükümetimiz tarafından. Diyanet
İşleri Başkanlığımız bu konuda duyarlıdır. Bir arkadaşımızın sorduğu
"Diyarbakır'da böyle bir kiliseye ruhsat verildi belediye tarafından"
ifadesi araştırılacaktır ve yazılı olarak kendilerine cevap arz edilecektir
efendim. BAŞKAN- Sayın Seven
sormuştu. NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Bir
de, İstanbul'da Müjde Yayınları var bu işin başını çeken. Lütfen, bunu da
araştırın. BAŞKAN - Müjde
Yayınlarını soruyor efendim. DEVLET BAKANI MEHMET
KEÇECİLER (Konya) - O konudaki cevabımızı yazılı olarak arz edeceğiz; spesifik
bir konudur, şu anda cevap veremiyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. DEVLET BAKANI MEHMET
KEÇECİLER (Konya) - Ancak, şu hususun altını çizelim: Televizyonlarda yapılan
ve dinî konuları içeren yayınlara Diyanet İşleri Başkanlığından görevli talep
edildiği takdirde, bu görevliler, seve seve bu programlara katılmaktadırlar. Ayrıca, Diyanet İşleri
Başkanlığı, TRT'yle işbirliği halinde, halkımızın dinî ihtiyaçlarını
karşılayacak programlar yapmaktadır ve bunlar, TRT'den yayınlanmaktadır; fakat,
programı yapan kuruluş, Diyanet İşleri Başkanlığından herhangi bir talepte
bulunmaz ise, oraya katılmak da söz konusu değildir. Türkiye'de, bu tür
yayınlar, her şeyden evvel serbesttir, yani, yayın hürriyeti içerisindedir,
öyle telakki edilmektedir. Bunlara karşı, Diyanet İşleri Başkanlığımızın
elemanları veya bizzat Başkanı, zaman zaman, televizyonlara çıkarak cevaplar
arz etmektedirler, vermektedirler; kamuoyu aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Ama, arkadaşlarımız
suallerinde haklıdırlar; dinî konularda, uluorta, önüne gelen herkes,
kafasından estiği gibi konuşmamalıdır ve bunu, bilen insanların söylemesi
lazımdır. Bu konuda da duyarlı olmak, her şeyden evvel, dinleyicilerin ve
toplumun görevidir. Hepimiz bu konuda vazifemizi yapmalıyız. Diyanet İşleri
Başkanlığımız, bu konuda üzerine düşeni yapmak için elinden gelen gayretin
içerisindedir. Bu konuda Meclisteki arkadaşlarımızın sual sormak suretiyle
yapmış oldukları ikazların üzerinde bundan sonra daha da hassasiyetle durulacak
ve bu konular üzerinde Diyanet İşleri Başkanlığımızın toplumu aydınlatma görevi
ve yanlış yayınlara cevap görevi konusunda biraz daha aktif hareket
edilecektir. Arz ederim, teşekkür
ederim. BAŞKAN - Sayın
Enginyurt'un cevabı oldu mu? Sayın Enginyurt?.. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -
Sayın Başkan, Sayın Bakan çok güzel cevap verdi. Bu sahtekâr profesörlerin
kitaplarını Diyanette satmazlarsa hayırlı olur. DEVLET BAKANI MEHMET
KEÇECİLER (Konya) - Yapmıyoruz, satmıyoruz zaten. BAŞKAN -
"Satmıyoruz" diyor efendim. Zımnen de olsa, kabullenmiş oldu sizin
ifadenizi; yeter. Sayın milletvekilleri,
Sayın Açba, Sayın Erbaş, Sayın Alçelik, Sayın Günbey, Sayın Aydar, Sayın Yaşar,
Sayın Parlak ve Sayın Ayrım, sual sormuşlar-Sayın Açba, sizi de zikrettim-
ancak, vakit dolduğu için suallerinize imkân olmadı; lütfen, yazılı olarak
verirseniz Sayın Bakanlığa, biz Meclis Başkanlığı olarak takipçiniz oluruz. Bu arada Sayın Aydar'ın
yazılı sorusunu okuyorum Sayın Bakanım: "Hazineden sorumlu Bakana sorulmak
üzere: Çiftçi borçlarının faizlerinin dondurularak üç senede ödenmesi konusunda
bir gelişme katettiniz mi? Mübarek ramazan ayında çoğu köyümüz de, Kars İli de
aynı durumda imamsızdır; bu konuda ne düşünüyorsunuz" demiş; size
gönderiyorum efendim. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Ardahan'da da öyle... Tarım-kredi; Ziraat Bankası değil... BAŞKAN - Sayın Aydar
soruyor efendim, bilmem "Ziraat Bankası" diyor... Yazdığını okuyorum.
FARUK DEMİR (Ardahan) -
Oo... BAŞKAN - Aa, artık, efendim,
onu da ben düzeltemem, o ayrı... Sayın milletvekilleri,
sual sorma da bitti. Şimdi, sırasıyla, ikinci
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı
okutup, oylarınıza sunacağım. Başbakanlık 2002 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: E) BAŞBAKANLIK 1. - Başbakanlık 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Başbakanlık 2002 malî yılı
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Başbakanlık 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Başbakanlık
2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Başbakanlık 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı
2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: F) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Diyanet İşleri Başkanlığı
2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı
2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Diyanet
İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı
2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI 1. - Hazine
Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
Hazine Müsteşarlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Hazine
Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı olsun. Sayın milletvekilleri,
böylece, Başbakanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Hazine Müsteşarlığı 2002
malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı
olmasını temenni ediyorum. Sayın milletvekilleri,
ikinci tur görüşmeler tamamlanmıştır. Sayın bakanlara ve
bürokrat arkadaşlara teşekkür ediyorum. Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 5 Aralık 2001
Çarşamba günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 23.01 |
|