Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 78

 

30 uncu Birleşim

4 . 12 . 2001 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - 2002 Malî Yılı Genel  ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. -  Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sayıştay Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

E) BAŞBAKANLIK

1. - Başbakanlık  2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Başbakanlık  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1. - Diyanet İşleri Başkanlığı  2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Diyanet İşleri Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1. - Hazine Müsteşarlığı  2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Hazine Müsteşarlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

IV. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, Edirne 3. Tümen Askerî Cezaevinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/5055)

2. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, YÖK’ün protestosunu engellemek isteyen emniyet güçleri hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5064)

3. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, Karabük İlinde fatura yolsuzluğuna adının karıştığı iddia edilen kişilere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/5071)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, YÖK’ü protesto eden öğrencilere yapılan polis müdahalesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5075)

5. - SamsunMilletvekili Musa Uzunkaya’nın, değişik kuş türlerinin barındığı sulak alanların korunması yönündeki çalışmalara ilişkin sorusu ve  Çevre Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/5078)

6. - Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, YÖK’ü protesto eden üniversite öğrencilerine emniyet güçlerinin müdahalesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5079)

7. - Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, HADEP GenelBaşkanının Şırnak-Cizre teşkilât binasının açılışına alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/5080)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak dört oturum yaptı.

Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.

2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900, 3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlanarak, maddelerine geçilmesi kabul edildi ve tasarıların 1 inci maddeleri okundu.

Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı (1/612) (S.Sayısı: 724) üzerindeki görüşmeler tamamlanarak, tasarının kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 4 Aralık 2001 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.56'da son verildi.

 

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

 

Başkanvekili

 

 

 

 

 

 

Lütfi Yalman

Şadan Şimşek

 

Konya

Edirne

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

No. : 42

II. - GELEN KÂĞITLAR

       30 . 11 . 2001 CUMA

Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun

1. - Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/932, 3/934) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.11.2001)

Rapor

1. - Uydular Aracılığı ile Haberleşme Uluslararası Teşkilâtı (INTELSAT) Anlaşmasının ve İşletme Anlaşmasında Yapılan Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/877) (S. Sayısı: 776) (Dağıtma tarihi: 30.11.2001) (GÜNDEME)

    Sözlü Soru Önergesi

1. - Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, orman ürünleri üretim tesislerinin sorunlarına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1647) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, bir antrenör ve sporcusu hakkındaki iddialara  ilişkin   Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5179) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.11.2001)

2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Özelleştirme İdaresinde yapılan bir atamaya  ilişkin  Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi  (7/5180) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

3. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un,  cinayet zanlısı olarak gösterilen bir kişiye ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/5181) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

4. -  Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, ders kitabı hazırlatılan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine  ilişkin Millî Eğitim Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5182) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

5. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İlahiyat Fakültelerindeki başörtüsü sorununa  ilişkin  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı soru önergesi (7/5183) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

6. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin Başbakandan  yazılı soru önergesi (7/5184) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

7. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, F tipi cezaevlerindeki disiplin cezalarına ilişkin  Adalet Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5185) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

 

No. : 43

3 . 12 . 2001 PAZARTESİ

Raporlar

1. - Özürlüler Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/907) (S. Sayısı: 778) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME)

2. - Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Azerbaycan Doğal Gazının Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 780) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME)

3. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti  Arasında Ticaret, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/909) (S. Sayısı: 781) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1. - İstanbul  Milletvekili  Ahmet Güzel'in, İstanbul Büyükşehir Belediyesince kurulan şirketlere ilişkin  İçişleri  Bakanından sözlü soru önergesi (6/1648) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

           Yazılı Soru Önergeleri

1. - Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,  ülkemizde bazı kişi ve kuruluşların misyonerlik yaptığı iddialarına  ilişkin  İçişleri Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5186) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

2. - Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, turizm yörelerinde misyonerlik faaliyetleri yürütüldüğü iddialarına ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5187) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

3. - Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,  ücretsiz dağıtılan Hıristiyanlıkla ilgili bazı yayınların para kaynağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5188) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

4. - Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin Avukatlık Kanununa aykırı  anlaşma yaptığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5189) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

5. - Gaziantep  Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, OHAL Bölgesinde görev yapan personele yapılan ek ödemelere ilişkin İçişleri  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5190) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

6.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankaların yöneticilerinin kamu bankalarında görevlendirilmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5191) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

7. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, özel harcamaları hakkında basında çıkan iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5192) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

  8. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki taş ve maden ocaklarının ÇED raporlarına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/5193) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

  9. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki sel felaketinden etkilenen okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5194) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

10. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresi personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5195) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

11. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresince satışı yapılan kuruluşlara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5196) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

12. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, bazı özel harcamalarının bir kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5197) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

13. - Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in,  Tasarruf  Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5198) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

  14. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, bazı özel harcamalarının bir kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5199) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

15. - Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, ABD'nin Irak'a saldıracağı yönündeki iddialara ve izlenecek politikaya ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5200) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)   

Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi

1. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Devlet Bakanına  yönelttiği yazılı soru önergesini 3.12.2001 tarihinde geri almıştır. (7/5094)


No. : 44

4 . 12 . 2001 SALI

Tasarı

1. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yasadışı Göçmenlerin Geri Kabulüne Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Tasarısı (1/933) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

Teklifler

1. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının; 4359 Sayılı Kanunun Diğer Tazminatlar (A) Başlığı Eğitim Öğretim Tazminatının II Bendinde Gösterilen III Sayılı Cetvel İlave Eğitim Öğretim Tazminatlarının Artırılması Hakkındaki Kanun Teklifi (2/839) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 15 Arkadaşının; Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfında Çalışanlara Eğitim ve Öğretime Hazırlık Ödeneği Verilmesine Dair Kanun Teklifi (2/840) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

3. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının; Yükseköğretim Personel Kanunu ile Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/841) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

4. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 17 Arkadaşının; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/842) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

5. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 16 Arkadaşının; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı Maddesinin (A) Fıkrası 2 ve 4 Bentlerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/843) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

6. - İzmir Milletvekili Atilla Mutman ile Kırklareli Milletvekili Nural Karagöz'ün; Vergi Usul Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ile Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/844) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

7.- Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı ve 3 Arkadaşının; Ekonomik Özveri Kanunu Teklifi (2/845) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın, bazı polis memurlarının sahte plakalı araç kullandıkları iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5201) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2001)

2. -  Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan'ın, kamu kurum ve kuruluşlarının eğitim ve sosyal tesislerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5202) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

4 Aralık 2001 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Lütfi YALMAN (Konya)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere başlamadan önce, 23.11.2001 tarihli 25 inci Birleşimde yapılan kapalı oturuma ait tutanak özetinin, İçtüzüğün 71 inci maddesine göre okunabilmesi için, kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir. Bu sebeple, sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum.

Tutanak özeti okunduktan sonra, açık oturuma geçilecek ve görüşmelere devam edilecektir. Sayın İdare Amirlerinin bu konuda yardımcı olmalarını ve salon boşaldıktan sonra Başkanlığa haber vermelerini rica ediyorum.

TBMM İDARE AMİRİ ERKAN KEMALOĞLU (Muş) - Salon boşaltılmıştır Sayın Başkan.

BAŞKAN - Evet, basın locası da boşaldı.

Birinci oturumu kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 11.04

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

 

(İkinci Oturum Kapalıdır)


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 11.10

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Lütfi YALMAN (Konya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin, kapalı olan İkinci Oturumundan sonraki Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Program uyarınca bugün iki tur görüşme yapacağız.

Birinci tur görüşmelere başlıyoruz.

Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Bütçesiyle birlikte görüşülecektir.

Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

III . - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

  1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S.Sayıları:  754, 755, 773, 774) (1)

A)     TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Cumhurbaşkanlığı   2000 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Sayıştay Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

D)   ANAYASA MAHKEMESİ  BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerini aldı.

Başkanlık Temsilcisi?.. Yerini aldı

Sayın milletvekilleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru cevap işleminin 20 dakika ile sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmesi için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra ekranda söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklar.

Soru sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için 10 dakika süre tanınmıştır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan sürede, sıradaki soruya imkân verilecektir efendim.

Bilgilerinize sunulur.

Birinci turda söz alan Anavatan Partisi Grubunun birinci konuşmacısı Muş Milletvekili Sayın Erkan Kemaloğlu, ikinci konuşmacısı Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan'dır.

Efendim, 15'er dakika olarak bölüyorum, doğru mudur?

TURHAN TAYAN (Bursa) - Evet, doğrudur.

BAŞKAN - Buyurun Sayın İdare Amirim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA ERKAN KEMALOĞLU (Muş) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Cumhurbaşkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Ayrıca, bütün İslam âleminin ve aziz milletimizin ramazan ayını tebrik ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlığın 2002 malî yılı bütçe çağrısı ve Maliye Bakanlığının bütçe hazırlama rehberine uygun şekilde hazırlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı bütçesi, 155 trilyon 407 milyar Türk Lirası olarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilerek, Genel Kurulun onayına sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı bütçesi, genel yönetim ve destek hizmetleri, yasama hizmetleri, millî sarayların idare ve korunması ile transferler olmak üzere dört ayrı programdan oluşmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı bütçe teklifi, bir önceki yılla mukayese edildiğinde yüzde 45'lik bir artış göstermektedir. 2002 yılında personel giderlerinin toplam bütçe içindeki oranı yüzde 63, diğer cari giderlerin toplam bütçe içindeki oranı yüzde 13, transferlerin toplam bütçe içindeki oranı yüzde 18 iken, yatırımlar için ayrılan oran, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplam ödeneklerinin sadece yüzde 6'sıdır.

2002 malî yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçe rakamları 2001 yılı bütçe rakamlarıyla karşılaştırıldığında, personel carilerde yüzde 42, diğer carilerde yüzde 45, transferlerde yüzde 91'lik artış, yatırımlardaysa yüzde 3'lük azalma görülmektedir.

Personel cari harcamalarındaki yüzde 42'lik artış, kamu personeline enflasyona bağlı olarak yapılan zamlardan kaynaklanmaktadır. Elektrik, su, havagazı, telefon, akaryakıt gibi tarifeye bağlı ödemelerde önceki yıla oranla yüzde 100'lere varan fiyat artışları olduğu halde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinde diğer cari harcamalar için ayrılan ödenekler, önceki yıla göre sadece yüzde 45 artırılmıştır. Transfer harcamalarındaki artış ise, ilaç ve hastane fiyatlarındaki yüksek oranlı artışlardan kaynaklanmaktadır.

Yatırım harcamaları için ayrılan ödenekler, önceki yıla oranla yüzde 3 azaltılarak, 8 trilyon 767 milyar lira olarak teklif edilmiş olup, bu ödeneğin 4 trilyon 895 milyar lirası millî saraylardaki bakım-onarım ve restorasyon çalışmaları, özellikle Dolmabahçe Sarayında kurulacak olan kapalıdevre güvenlik sistemi, ısıtma, havalandırma, elektrik, yangın hidrant sistemi, bilgiişlem merkezi kurulması ve ahşap zararlılarına karşı ilaçlamayla ilgili ödenekleri kapsamaktadır.

Değerli milletvekilleri, bütçe rakamlarının incelenmesinde görüleceği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2002 yılı bütçesinin hazırlanmasında tasarrufa azamî özen gösterildiği memnuniyetle müşahede edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin en büyük KİT'i olmakla itham edilen ve personel istihdamı konusunda sürekli eleştirilen Türkiye Büyük Millet Meclisinin personel istihdamı konusuna da kısaca değinmek istiyorum.

Tüm kamu kuruluşlarında olduğu gibi, maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisinde de ihtiyaç fazlası personel bulunmaktadır. Milletvekillerimizin halkla ilişkilerinin daha düzenli olmasını sağlamak amacıyla, her milletvekiline tahsis edilen birer sekreterle birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi merkez teşkilâtında, halen, çeşitli statülerde 3 258 personel istihdam edilmektedir. Millî Saraylarda ise 1 206 kişi görev yapmaktadır. Buna göre, toplam personel sayısı 4 464'tür. Milletvekili danışmanı olarak da 443 personel bulunmaktadır. Günde 4 000-5 000 kişinin yemek yediği, günlük 10 000 kişiye ulaşan ziyaretçi, doktorluk, kreş, lojman gibi sosyal hizmetlerin görüldüğü Mecliste, personel sayısı, diğer kamu kuruluşlarıyla mukayese edildiğinde, makul görülebilir; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, tüm kamu kuruluşlarına örnek olarak, personel istihdamı konusuna özen göstermesi zarureti vardır. Lokantaların, çay ocaklarının, berber, lostra salonu, döşeme, cila, boya, badana, temizlik, bakım, onarım gibi hizmetlerin, hâlâ devlet memurları tarafından yürütüldüğü bir personel politikasıyla, personel sayısının azaltılması mümkün değildir. Oysa, bu tür hizmetler, kadrolu memurlarla değil, hizmet alımı yoluyla yapıldığı takdirde, hizmet kalitesi artacak, maliyetler ise önemli oranda düşecektir.

Meclisimizin, destek hizmetleri yapan personel yerine, Avrupa Topluluğu ile uyum sürecinde olan ülkemizin, Avrupa Topluluğu ülkeleri meclisleriyle daha fazla ilişki kurması için, uzman personel istihdam etmesi; ihtisas komisyonlarında ve yasamayla ilgili hususlarda da, milletvekillerimize yardımcı olmak üzere, kariyer uzmanı alması gerekir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, personel sayısını, son bir yıl içerisinde yeni personel almayarak, 111 kişi azaltmıştır. Bu, memnuniyet verici bir husustur.

Sayın Meclis Başkanımızın basında yer alan demeçlerinden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin norm kadro çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu duyuyoruz. İnşallah, bu çalışmalar kısa sürede tamamlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin personel konusu, tüm kamu kuruluşlarına örnek olacak şekilde yeniden düzenlenir. Personel alımı konusunda göstermiş olduğu hassasiyet için de Sayın Meclis Başkanımıza teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 1933 yılında daha iyi korunması ve muhafazası için Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen millî saraylarımızda -Yıldız Çini ve Hereke Halı Fabrikası dahil- toplam 1 206 personel görev yapmaktadır. Millî saraylardan, tamamen kendi personelimiz kullanılarak, 15 500 metrekare zemine oturan Dolmabahçe Sarayının bodrumları tamamen temizlenmiş, büyük bir kısmının onarımı tamamlanmıştır. Dolmabahçe Sarayının 15 500 metrekarelik çatısının, 2001 yılındaki çalışmalarla, 9 330 metrekarelik kısmının yalıtımı tamamen yenilenmiş, 5 900 metrekarelik bölümünün kurşun kaplaması tamamlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde, aklınıza gelebilecek her türlü altyapı, teknik, bakım, onarım hizmetlerini, mesai sınırı tanımadan veren İşletme Yapım Müdürlüğündeki görevli tüm personele teşekkür ediyorum. Ayrıca, yenilenen Genel Kurul salonumuzun elektronik oylama, yoklama ve konferans sistemleri sayesinde çok verimli geçen çalışmalarımıza teknik destek olarak büyük katkıları olan Genel Kurul İşletme Birimi teknik elemanlarına, mühendislerine ve teknisyenlerine teşekkür ediyorum. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm çalışanlarına da teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığının 2002 Malî Yılı Bütçesiyle ilgili görüşlerimi de kısaca sunmak istiyorum. Anayasamızın 104 üncü maddesinde, devletin başı sıfatıyla, Cumhurbaşkanının, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Ulusunun birliğini temsil ettiği, Anayasanın uygulanmasını ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetileceği belirtilmiştir.

Anayasamızın çeşitli maddeleriyle, Cumhurbaşkanına, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ilgili kapsamlı yetki ve görevler verilmiş. Bu yetki ve görevler, 104 üncü maddede topluca kurala bağlanmıştır.

Bu kapsamlı yetki ve görevler, buna uygun örgütlenmeyi gerektirmiş, Anayasanın 107 nci maddesinde, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, 108 inci maddesinde de Devlet Denetleme Kurulu, birer anayasal kurum olarak düzenlenmiştir.

Son 1,5 yıl içinde yurttaşlardan, kamu kurum ve kuruluşlarından Cumhurbaşkanlığına yapılan başvurular yaklaşık üç kat artmış olmasına ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin verimli çalışması sonucu üretilen yasa sayısının çokluğuna karşın, bütün görevler, zamanında ve uygun biçimde yerine getirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Efendim, sürenizi geçirdiniz. Borç yiyen kesesinden yer; ama, ben gene veriyorum o imkânı size.

Buyurun.

ERKAN KEMALOĞLU (Devamla)- Teşekkür ediyorum Başkanım.

Personel, taşıt, malzeme, teçhizat sayısında azalmaya gidilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanının göreve başladığı günden 2001 ekim ayı sonuna kadar, yayımlanmak üzere 151 yasa, imzalanmak üzere 32 kanun hükmünde kararname, atamalar dışındaki işlere ilişkin 2 403, atamalara ilişkin 76 Bakanlar Kurulu kararı; yine, atamalara ilişkin 1 143, diğer işlere ilişkin 511 ortak kararname Cumhurbaşkanlığına sunulmuş, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, 93 doğrudan atama ya da seçim gerçekleştirilmiş. Hükümet kuruluşu ve bakan değişikliğiyle ilgili 14 işlem, kimi kuruluşların bakanlara bağlanmasıyla ilgili 4 işlem, İstiklal Madalyasıyla ilgili 5 işlem yapılmıştır.

Yine, aynı dönemde, Cumhurbaşkanlığına, kişisel isteklerle ilgili 46 022, kurumsal işlemler ya da çeşitli kamu hizmetlerine ilişkin düzenlemelerle ilgili 50 239 olmak üzere, toplam 96 261 başvuru yapılmıştır.

Başvuruların tümü, dilekçe haklarının kullanılmasına ilişkin yasa kuralları da gözetilerek incelenmiş ve kişisel istek içeren 24 434, kurumsal işlemler ya da kamu hizmetleriyle ilgili 45 271 başvuru hakkında işlem yapılmıştır.

Ayrıca, üç önemli proje çalışması başlatılmıştır. Bunlardan ilki, Atatürk arşivi projesidir. Bu projeyle, cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Önder Atatürk'ün yaşamı ile yaşadığı dönemin eksiksiz olarak, her yönüyle araştırılması, bilgi, belge, kitap, tez, makale ve benzeri çalışmaların derlenip toplanması ve güncelleştirilmesi, böylece, gelecek kuşaklara, derli toplu bir kaynak bırakılması, daha da önemlisi, o dönemin envanterinin çıkarılması amaçlanmıştır.

İkinci proje, Cumhurbaşkanlığı arşivi projesidir. Bu projeyle, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tüm cumhurbaşkanları dönemlerine ilişkin belgelerin konulup, korunduğu Cumhurbaşkanlığı arşivinin yeniden düzenlenilmesine çalışılmaktadır.

BAŞKAN - Sürenizi 4 dakika geçtiniz.

ERKAN KEMALOĞLU (Devamla) - Başkanım, 2 dakika müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Ben ederim de, ortağınız eder mi bilmem. Ortağınıza bağlı; 4 dakika geçtiniz.

ERKAN KEMALOĞLU (Devamla) - Toparlayacağım efendim.

Bu bağlamda, arşiv belgelerinin tamamlanması, arşivde bulunan eski yazıyla yazılmış belgelerin çevirilerinin yapılması ve tüm belgelerin bilgisayar ortamına aktarılması çalışmaları sürdürülmektedir.

Üçüncü proje, Müzeköşkün onarım projesidir. Yüce Önder Atatürk'ün Çankaya'daki ilk konutu olan ve bugün müze olarak halkın ziyaretine açık bulunan köşkün genel onarımının yapılması gerekmektedir. 2001 yılında çok ivedi onarımlar gerçekleştirilmiş ise de Müzeköşkün ve içinde sergilenen eşyaların genel onarımdan geçirilmesi kaçınılmaz olmuştur. 2002 yılında bunun gerçekleştirilmesine çalışılmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı bütçe teklifi 18 trilyon 850 milyar lira olarak Yüce Heyetinize sunulmuş bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığının 2002 malî yılı bütçe teklifi, 2001 yılı başlangıç bütçesine göre yüzde 38 oranında bir artış göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı 2002 yılı bütçelerine Anavatan Partisi olarak evet derken, bütçenin, güzel yurdumuza ve Aziz Milletimize hayırlı olmasını temenni eder, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan.(ANAP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 malî yılı Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi, asıl görevi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek ve incelemek üzere 1961 Anayasasıyla hukukumuza girmiş bir yüksek yargı organıdır. Belirlenen bu asıl görevinin yanı sıra, hepinizce malum olan başka ve çok önemli görevleri de vardır. 1961 Anayasasıyla başlayan bu düzen, 1982 Anayasasıyla devam etmiş, Anayasa Mahkemesi, Türk anayasa sistemi içerisinde kesin olarak yerini almıştır. Siyasî açıdan da bu, önemli bir yere sahip olmaktadır.

Yüksek Mahkememiz kurulduğundan bu yana, parlamenter demokrasinin en önemli, en güçlü güvencesi olmuş ve işlevi itibariyle hukuk düzenimizin vazgeçilmez bir organı olarak yerini sağlamlaştırmıştır.

Anayasa Mahkemesinin çok önemli görevlerinden biri de Yüce Divan sıfatıyla Anayasada belirlenen çerçevede yaptığı yargılama görevidir.

11 Asıl ve 4 yedek üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi, Avrupa ülkeleri arasında iş yoğunluğu en fazla olan mahkemedir. Bu durum karşısında, geçen yıl bütçesiyle ilgili olarak bu kürsüden ifade ettiğim bir konuyu yine tekrarlamakta yarar görüyorum: Parlamentomuz, kanun yapma faaliyetinde, Anayasaya uygunluk konusunda daha titiz davranmalı, teklif, tasarı ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu komisyon ve Genel Kurul çalışmalarında daha dikkatli incelemelidir.

BAŞKAN - Sayın Tayan, bir dakika...

Siz konuşuyorsunuz, güzel de, maalesef, bu sene, Anayasa Mahkemesi temsilci göndermemiştir; inşallah, zabıtları alır, okurlar!

Buyurun efendim.

TURHAN TAYAN (Devamla) - Bunun yanı sıra, Yüksek Mahkemenin çalışma ortamı ve imkânları her yönden desteklenmeli ve artırılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, işte bu noktada, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şekli ve niteliklerine dikkat çekmek istiyorum.

Böylesi önemli görev ve yetkileri haiz mahkemenin daha verimli ve başarılı olabilmesi için üyelerin nitelikleri yeniden değerlendirilmeli, üyelerin ve çalışanların görevlerinin gereği, ekonomik hakları ve teknolojik imkânlara kavuşmaları sağlanmalıdır.

Bu imkânın verilmesi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin güvencesi olan Yüksek Mahkememiz için kaçınılmazdır.

Parlamentomuz, bu yasama yılında, Anayasanın 36 maddesinde önemli değişiklikleri gerçekleştirerek bir ilke imza atmıştır. Uzlaşma kültürünün en önemli örneğini vermiş ve tüm siyasî partilerimizin katkısıyla tarihe geçecek bir çalışmayı gerçekleştirmiştir. Yüce Meclisimizin gerçekleştirdiği Anayasa değişikliğiyle geçici 15 inci maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, hukuk devleti; yargı denetimi önündeki önemli bir engel kaldırılmıştır. Bu çalışma burada kalmamalıdır, devamı gelmelidir. Partilerarası Uzlaşma Komisyonu şu anda Sayın Yüksel Yalova'nın Başkanlığında çalışmalarına devam etmektedir.

Anayasanın henüz üzerinde çalışılmayan hükümleri yürütme ve yargı bölümlerini ihtiva etmektedir. Yargıyla ilgili çalışmalarda, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi, görev ve yetkileri, çalışma esas ve usulleri yer almaktadır. Partilerarası Uzlaşma Komisyonu alt komisyonunun bu bölümlerle ilgili sonuçlandırdığı ve siz sayın üyelerin bilgisine sunduğu raporunda belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi üyeleri açısından asıl ve yedek tefrikinin kaldırılması, üye sayısının artırılması, Cumhurbaşkanınca üye atanmasının kaldırılması, üyelerin çoğunluğunun hukukçu nitelikte olması prensiplerinin birleştirilmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır.

Anayasamızın başlangıç bölümünde ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler arasında medenî bir iş bölümü ve işbirliğine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı, bu çerçevede, belli devlet yetki ve görevlerini kullanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı arasında işbölümü ve işbirliği her zaman gözetilmelidir. Dengenin kuvvetlerden birinin aleyhine bozulmasının parlamenter sistemin özüne zarar vereceği unutulmamalıdır.

Anayasa Mahkemesi yasama organı değildir, yasama görevi yapmamaktadır. Bu nedenle, iptal ettiği hükümlerin yerine, kendi doğru gördüğü hükümleri getirmemelidir. Yasa yapma görevi Parlamentoya aittir. Kararları kesin olan ve bu nedenle başka itiraz mercii olmayan Yüksek Mahkeme, çalışmalarında bu noktayı hiçbir zaman unutmamalı ve çalışmalarına bu yönde devam etmelidir. Son yıllarda, Yüksek Mahkemenin, yasama yerine geçecek yorum ve kararlardan uzaklaşması çok önemli bir nokta olarak kaydedilmektedir. Yüksek Mahkememiz, sadece kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleyen bir organ olarak görülmekten öte, hukukun ufkunu açan, ışık tutan bir fonksiyon görmeli, bu bağlamda düzenleyeceği panel, sempozyum ve yayınlarıyla toplumun daha geniş katmanlarına da ulaşabilmelidir; ama, üzülerek ifade etmeliyim ki, Yüksek Mahkememiz, gerek kuruluş yıldönümü törenlerinde gerek yargı yılı başlarında düzenlediği törenlerde gerekse diğer düzenlemiş olduğu panellerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunu davet etmekten âdeta kaçınır hale gelmiştir.

Şu anda Sayın Başkanvekilinin ifade ettiği eğer doğruysa ki, Sayın Başkanvekilimiz ifade ettiğine göre, doğrudur...

BAŞKAN - İnsaf... Sormadan söyler miyim efendim!

TURHAN TAYAN (Devamla) - ...Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçesinin görüşüldüğü bir yüce yargı organının, kanunların uygulanmasında en güvenilir olması gereken, en titiz ve itinalı olması gereken en saygın müessesenin temsilcisinin burada bulunmamasını, ben de, Anayasa Komisyonu Başkanı olarak ayrıca üzüntüyle karşıladığımı buradan ifade etmek istiyorum.

Anayasa Mahkemesini oluşturan üyelerin hukukçu nitelikten uzaklaşmaları, olumsuz bir gelişme olarak dikkat çekmekte ve değerlendirilmektedir.

Cumhurbaşkanınca üyelerinin atanması, kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargının tam bağımsızlığının sağlanması amacı ve hukuk devleti geleneğine ters düşmektedir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanının, yargı alanındaki atama yetkisine son verilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanı da, bu konuyu, esasen, konuşmalarında çeşitli defalar ifade etmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi açısından sürekli tartışılan ve şikâyetçi olunan bir diğer konu, gerekçeli kararların oldukça geç yazılması ve yayınlanmasıdır. Bu konudaki gerekli tedbirler bir an önce alınmalıdır. Maalesef, devletin hantal yapısından şikâyetlerin ayyuka çıktığı bu noktada, Anayasa Mahkemesi gibi bir kurumun da verimsiz bir hantal yapı içerisinde olmasını burada dikkatle kaydetmekte yarar görüyorum. Yeniden yapılanma sürecinde, Anayasa Mahkemesinin de bu olumsuz özelliği, durumu mutlaka dikkate alınmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin uygulaması içinde yürürlüğün durdurulması, artık, yerleşmiştir; ancak, bu konu, yasal bir düzenlemeye mutlaka kavuşturulmalıdır. Yüce Divan yetkisinin Anayasa Mahkemesinden alınarak, ceza yargılamasında ihtisas mahkemesi haline gelen Yargıtaya verilmesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının 1 ya da 2 oy farkla olmasının yol açtığı, mahkemenin acaba ideolojik yapılaşmaya, bloklaşmaya dönüştüğü yolundaki şüphe ve yorumlar, Yüksek Mahkemeyle ilgili tartışılan meseleler olarak öne çıkmaktadır. Bu meselelerin, Anayasa değişikliğinde çok dikkatle incelenmesi ve çözülmesi zorunludur.

Anayasa Mahkememizin hukuk sistemimize yaptığı büyük katkıların en ufak tartışma ve şüpheden uzak bir şekilde sürmesi, parlamenter sistemin varlığı ve devamı açısından bizim de en büyük dileğimizdir; Parlamentomuzun bu konuda her zamanki hassasiyeti göstereceğine şüphemiz yoktur.

BAŞKAN - Sayın Tayan, bir dakika efendim... Sayın Amirimiz sizin süreden kullanmıştı; ama, siz Komisyon Başkanısınız ve önemli şeyler söylüyorsunuz; kendi inisiyatifimi kullanıyorum efendim.

Buyurun.

TURHAN TAYAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, sözlerimin bu bölümünde, kısaca, Sayıştay bütçesi hakkında konuşmak istiyorum. Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevli bağımsız bir yargı organıdır. Bu organın raporlarının, son zamanlarda, ilgili kurum ve kuruluşlardan önce bazı siyasî heyetlerin veya partinin eline geçmek suretiyle kamuoyuna duyurulması, Sayıştayın siyasallaştırılması yönündeki endişelerin dile getirilmesine neden olmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay, her türlü siyasî etki ve müdahaleye karşı korunmalıdır. Bugün, denetim konusu ve bu konudaki eksiklikler sürekli gündemde tutulmakta ve sıkça dillendirilmektedir. Yönetimde şeffaflık, açıklık, bilgiye ulaşma, idarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun denetiminin sağlanması çağdaş demokrasilerde yerleşmiş kavramlardır. Açık yönetim, idarenin denetlenmesi mekanizmasıyla sağlanır. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak kurulan Sayıştay, Anayasa, Sayıştay Kanunu ve diğer kanunlarla verilen çok önemli görevleri ifa eden malî bir denetim organıdır.

Ekonomik ve siyasî anlamda yaşanan gelişme ve değişimler sonucu devlet, yeniden şekillenme, idare, yeniden yapılanmayla karşı karşıyadır; buna bağlı olarak, malî yönetimde de yeniden şekillenmek zorundadır. Hızlı ve verimli çalışan malî denetimin oluşturulması, hayata geçirilmesi gereklidir.

Fizikî imkânlardan başlayarak, çalışmaları yönlendirecek mevzuata kadar her alanda malî  denetim organı olan Sayıştay  gözden geçirilmeli ve önemiyle paralel imkânlara kavuşturulmalıdır. Sayıştay elemanları, çağdaş bir eğitime tabi tutulmalı; Sayıştay, görevini rahat bir ortamda gerçekleştirme imkânına kavuşturulmalı ve hızlı bir malî denetim yapmanın önkoşulu olan yargılama usulü gözden geçirilmelidir.

Bu sorunun elbetteki buradan ifade edilmesi kadar, giderilmesine yönelik somut adımların, başta, Yüce Parlamentodan başlayarak, her seviyede atılması gerekmektedir. Sayıştayımız, sadece  geçmişte yaşadığımız ve talihsiz yangın gibi olaylarla gündeme gelmemeli, sadece bütçeden bütçeye sorunları, eksikleri konuşulmamalıdır. Sayıştayın idare alanındaki yol gösterici ve denetleyici işlevini güvenir şekilde bundan sonra da sürdüreceğine inancımız tamdır.

Kamuda Sayıştay denetimi kapsamında olmayan bazı alanların bu denetim içine alınması mutlaktır. Bu noktada, çok tartışılan fonların Sayıştay denetimi içine alınmasını önemli bir gelişme olarak değerlendirmekteyiz. Yine aynı şekilde, sadece, Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetlenebilen ve çok sayıda olan kamu vakıflarının Sayıştay tarafından denetime tabi tutulması yönünde hükümet tarafından çalışmaları sürdürülen düzenlemenin Meclis gündemine bir an evvel gelmesini ve sonuçlandırılmasını arzu etmekteyiz.

4149 sayılı Yasayla Sayıştay Kanununa eklenen ek 10 uncu madde, performans denetiminin yetki ve görevini Sayıştaya vermektedir. Verimlilik ve etkinlik denetimi olan performans denetiminin yerleşmesi, yayılması, Sayıştayın önemli bir fonksiyonudur. Bize göre, bu, Sayıştay denetimi anlayışında bir devrim olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vaktimin elverdiği ölçüde bu konulardaki görüşlerimizi, partim adına ifade etmeye çalıştım.

Bu duygularla, gerek Anayasa Mahkemesi bütçesinin gerek Sayıştay bütçesinin, kurumlarımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Sayın Başkanın gösterdiği anlayıştan dolayı teşekkür ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tayan.

Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde.

İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, sözcüyü davet etmeden önce, bir hususu arz edebilir miyim.

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Zengin, bir dakika...

Buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, zatıâlinizin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden ifade ettiğiniz bir husus var: Anayasa Mahkemesinin, kendi bütçesi görüşülürken temsilci göndermediğini beyan buyurdunuz, zabıtlara da geçti. Bu, çok önemli bir tespittir; kuvvetler ayrımı ilkesini, hangi kurumun, ne kadar içine sindirebildiğinin tespiti açısından çok önemli bir tespittir.

Herkes, Anayasayla bağlıdır; biz, Anayasanın, başlangıç, 6, 7, 8 ve 9 uncu maddelerinde, kuvvetler ayrımının ne anlama geldiğini biliyoruz, bunu en iyi bilmesi lazım gelen de Anayasa Mahkemesidir. Maalesef, Sayın Anayasa Komisyonu Başkanımızın da gene vukufla ifade ettiği gibi, Anayasa Mahkememiz, zaman zaman, kararlarıyla, hükümlerinden ziyade gerekçeleriyle, sanki, Parlamentonun ötesinde, hatta üstünde bir kurum gibi telakki eder oldu kendilerini! Acaba, buraya temsilci göndereceğine, Parlamentodan mı oraya bir grup istiyor; gelin, bize, bütçemiz nedir onu anlatın, onu izah edin, biz de bir teemmül ve tezekkür buyuralım; sonra, size bir mektupla bildiririz gibi bir yöntem mi bekliyor?! Şöyle yapsak olur mu; bilmiyorum sizin usulünüz, İçtüzük müsait midir; bu konudaki cehaletime veriniz...

BAŞKAN - Estağfurullah.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Mümkün müdür; Anayasa Mahkemesi bütçesini bir kenara, derkenar ederek bir yere koysak, görüşmesek; ihtiyaç duydukları, müstağni olmadıklarını anladıkları zaman, oturup konuşsak.

Saygı sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Turların içinde olmasaydı, müşterek görüşme olmasaydı pekâlâ mümkündü efendim; en azından, oylarınızla mümkündü; zatıâliniz de biliyorsunuz; ancak, belki de, alınganlık gösterdiler nitelikli çoğunluk bakımından diye de aklıma geldi. Bilemem, takdir kendilerinin.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan, nasıl görüşeceğiz bütçeyi?!.

BAŞKAN - Efendim, bütçeyi nasıl görüşeceğiz; icbar edemeyiz.

Bir de, malumunuz, bütçeyi çıkarmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin aslî görevi, Anayasa Mahkemesinin görevi değil; ama, istemezseniz, dediğim gibi, oylarınızla bütçeyi çıkarmazsınız, ayrı bir konu; ama, bizim vazifemiz, bu ülkede bütçesiz bırakmamak. Biliyorsunuz, bundan evvelki dönemde, geçici bütçeyle Türkiye ne hallere geldi. Biz geldik, geçici bütçeyi 1999'da, 21 inci Dönemde çıkardık. Mesaj alınmıştır gibi geliyor!

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Evet efendim; yani, dinleyen anlayandan âriftir derler; bendeniz, sadece tefrik edebilir miyiz diye...

BAŞKAN - Evet, ola ki, teknolojinin imkânından faydalanıp televizyondan da seyretmiş olacaklardır.

Şimdi, söz sırası, Saadet Partisinde; İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin.

Sayın Zengin, sizi ayakta beklettim, özür diliyorum; ama, Grup Başkanvekiliniz Sayın Hatiboğlu, benim bu hatamda pay sahibi.

Buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA BAHRİ ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde konuşmak üzere Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, demokratik sistemlerde en üstün otorite halktır; ondan sonra ikinci otorite ise halkın temsilcileridir; yani, seçmiş oldukları organlardır; bunlar da senatolardır, parlamentodur. Ülkemizde tek bir meclis olduğuna göre, halktan sonra en üstün otorite olması gereken yer bu heyettir, bu Meclistir, ondan sonra da bürokratik organlar gelir, bürokrasi gelir. Halk, egemenliğini meclis kanalıyla ve bürokratlar kanalıyla yürütür. ancak, burada biraz önce olan olaylardan da göreceğimiz gibi, acaba Türkiye'de durum nedir, bizim durumumuz nedir?

Geçenlerde üzülerek bir program izledim; burada, bu vesileyle Sayın Başkana da hatırlatmak istiyorum. Bir komedi programında, birisi "ben 80 milyarla 80 milletvekili satın alırım" diyordu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğer, bu söz, herhangi bir yargıca karşı, herhangi bir bürokrata karşı, bir askere karşı söylenilmiş olsaydı, zannediyorum ki, o program, program yapımcıları ve o televizyon hakkında, şimdiye kadar devletin bütün kurumları harekete geçmiş olurdu; ancak, ne yazık ki, böyle bir söz, Parlamentoya karşı yapılmış olduğu için de, şimdiye kadar, ne savcılıktan ne yargı kesiminden ne de Meclisten gerekli tepkinin gösterildiğine ben şahit olmadım.

Biraz evvel bir başka olayı gözledik; bugün, Anayasa Mahkemesinin bütçesi görüşülürken, bir temsilcinin burada bulunmayışını üzüntüyle gördük. Daha önce, sayısız araştırma komisyonları kurduk; ama, bu araştırma komisyonlarına bürokratların nezaketen geldiklerini gördük, gelmek istemeyenleri de araştırma komisyonlarına getirtemedik. Bunlar, hep, yaşadığımız olaylar.

 Şimdi, gerçekten, eğer demokrasi varsa, en üstün otorite olması lazım gelen Parlamento, bu otoritesini kullanmalıdır; ancak, ne yazık ki, bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetim içerisindeki yeri, bu otoriteyi kullanacak durumda değildir.

Değerli milletvekilleri, bakınız, nereden nereye gelindi. Elimde 1924 Anayasası var; Mustafa Kemal'in anayasasıdır ve bu Anayasada, Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha doğrusu egemenlik şöyle ifade ediliyor: "Hâkimiyet, bilâkaydü şart milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakikî mümessili olup millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin tek ve hakikî temsilcisidir ve millet adına egemenliği kullanır deniliyor. Ancak, ne yazık ki, bu cumhurî ilke, bu demokratik ilke, 1960 darbesinden sonra değiştirilmiştir. Bakınız, 1961 Anayasasında nasıl yer alıyor -ki, aynı metin 1982 Anayasasına da geçmiştir- 4 üncü madde: "Egemenlik, kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır."

Şimdi, bu maddeyi, eğer doğru yorumlarsak, bugün, bu saatlerde karşı karşıya kalmış olduğumuz olayları da açıklama imkânı bulabiliriz. Yani, 1961 Anayasası ve 1982 Anayasasıyla Parlamento, Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği millet adına kullanan tek makam olmaktan çıkarılmış, bunun yerine, bürokratik kurumlar egemenliğe ortak edilmiştir; işin aslı budur. Dolayısıyla, eğer, bürokratik kurumlar egemenliğe ortak edilmiş de seçilmemiş, atanmış olan kurumlar egemenliğe ortak edilmişse, orada gerçek anlamda bir demokrasiden söz etmek mümkün değildir. O bakımdan, zaman zaman, bürokratik kurumların, Meclisin çağrılarına cevap vermediklerini görüyoruz, hatta hatta, bütçe konuşmalarına gelmediklerini görüyoruz, çağrıldıkları zaman araştırma komisyonlarında bulunmadıklarını görüyoruz; çünkü; ne yazık ki, Meclisin elinde, bir ilçe savcısı kadar bir yetki mevcut değildir bürokratik kurumları araştırma komisyonuna getirtecek, gelmediği takdirde iki jandarmayla, iki polisle onu getirtecek bir yetkisi mevcut değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu yetki alınmıştır. Dolayısıyla, bunlardan şikâyet etmek yerine, Meclisi, gerçekten, millet adına egemenlik kullanan yetkilerle donatmak gerekmektedir. Ne yazık ki, bunlar yapılacak yerde, özellikle yine son yıllarda, Meclisin birkısım yetkilerini daha bürokrasiye devretme yönünde birtakım çalışmaların yapıldığını üzüntüyle görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bakın, Türkiye'de, Türkiye Büyük Millet Meclisini Anayasa Mahkemesi, bir bakıma, denetlemektedir. Türkiye'de, hükümeti Danıştay denetlemektedir, Parlamento denetlemektedir; hükümet ayrı bir erktir, yasama ayrı bir erktir; ama, Parlamento, milletin verdiği yetkiyi kullanarak  başka bir erki denetleyebilmektedir; ama, size soruyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi birtakım kurumları denetleyebilmekte midir? Anayasa Mahkemesini kim denetlemektedir? YÖK'ü kim denetlemektedir? Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğini kim denetlemektedir? Sadece malî denetimden söz etmiyorum, demokratik denetimden söz ediyorum. Bu kurumların, elbette, millî iradeye uygun davranması lazım; ama, ne yazık ki, bu Anayasa, 1982 Anayasası ve 1961 Anayasası millî iradeyi bazı alanlarda devre dışında bırakmıştır; güvenlik alanında devre dışında bırakmıştır, yargıda devre dışında bırakmıştır, bilim alanında ve eğitimde devre dışında bırakmıştır. Şimdi de son olarak, Sayın Başbakan, geçenlerde, büyük bir üzüntüyle zannediyorum şikâyette bulundu ve dedi ki "Galiba aşırı gittik, birtakım özerk kurumlar oluşturduk, şimdi bu kurumlara gücümüz yetmiyor." Doğru; ama, geç kalınmış bir itiraftır bu. Bu, 1961'de başlamıştır. Millî iradeyi, Parlamentoyu devre dışı bırakarak, birtakım bürokratik, âdeta oligarşik adacıklar oluşturulmuş, yetki bunlara bırakılmış ve sonra da kötü yönetimin bütün faturaları Parlamentoya ve siyasîlere kesilmiştir; ama, buna da bir süre göz yumulmuştur.

Değerli milletvekilleri, bakınız, kuvvetler ayrımı olabilir; ama, elimde Amerikan Anayasası var -ki, Ankara Büyükelçiliğinden alınmıştır- işte, size Amerika Anayasasından bir metin okuyorum, bakın, bu metinde ne deniyor: "Suçlanan federal görevlileri yargılamaya yetkili tek makam Senatodur."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlıyorsunuz; çünkü, diğer iki üyeniz de var. Herkese 1 dakika oldu mu, 1 saat fark oluyor.

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Toparlıyorum.

Demek ki, Parlamentonun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetlemediği, millet adına denetlemediği ve gerekirse görevden alamadığı hiçbir bürokratik kurum olmamalıdır. Demokrasi varsa, demokrasi budur. Yine, bu Anayasada -altında bir şerh vermiş- diyor ki: "Bugüne kadar beş tane yüksek mahkeme üyesi görevden alınmıştır."

Değerli milletvekilleri, öyleyse, burada, bazı kurumların, bürokratik kurumların aldırmazlığından şikâyet etmek yerine, şu anda, işte Anayasa paketi oluşturuluyor; ilk yapmamız gereken şey, Anayasadaki 6 ncı maddeyi, egemenlikle ilgili maddeyi yeniden düzenlemektir ve 100 üncü maddeyi yeniden düzenlemektir. 100 üncü maddede, hükümetin hakkında soruşturma açabiliyoruz; ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, Sayın Zengin teşekkür ediyorum.

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Bir saniye Sayın Başkan.

...YÖK üyeleri hakkında, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında ve bürokratik diğer kurumlar hakkında, biz, ne yazık ki soruşturma açamıyoruz. İşte, bugünkü bu sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların aşılabilmesi için Parlamentonun güçlendirilmesi gerekir diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Tabii, şahsınızla alakalı değil -sözünüzü kesmek mecburiyetinde kaldığım için özür diliyorum- ancak bu altı mümtaz siyasî partinin grup başkanvekilleri, Meclis Başkanının başkanlığında oturuyorlar; tanzim ediyorlar, saatleri. 30'ar dakika diye kararı alan sizlersiniz; ama, 3 arkadaşınıza böldüğünüz zaman, biz başkanlar çok rahatsız oluyoruz; 4 oldu mu, 7,5 dakika, elimizde böyle bir ayar yok. Onun için, oraya çıkan sayın üyeler...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - 30 dakikayı sabitleyin Sayın Başkan.

KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Sayın Başkan, 30'ar dakika sabit kalır, ondan sonra mesele çözülür.

BAŞKAN - Efendim, o da biraz müsamahasızlık olur; ben idare ederim.

KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Sayın Başkan, Avrupa Parlamentosunda, 2 dakika geçtikten sonra 3 üncü saniyede otomatik cihaz kapatıyor.

BAŞKAN - Neresi efendim?..

KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Avrupa Parlamentosu.

BAŞKAN - Ben, Avrupa Parlamentosunda görev yapmadım, oranın da başkanı değilim; ben Türküm, Türk'ün usulüne göre yapıyorum; affedersiniz... (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Herkesin, kendine göre bir yoğurt yiyişi var.

KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Bunlar, gelişmişliğin değerleri efendim.

BAŞKAN - Bir dakika... Bir dakika efendim...

Evvela, Anayasa Mahkemesinden özür diliyorum; çünkü, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun -yani 2949 numaralı Kanunun- 56 ncı maddesi şöyle diyor: "Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Bütçeyle ilgili görüşmelerde, Adalet Bakanı veya tensip ettiği takdirde Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri hazır bulunur. Bu görüşmelere, Başkan ve üyeler, açıklama yapmak üzere davet edilemezler." Kanunun hükmü bu. Genel Sekreteri görevlendirmek de, herhalde, Sayın Bakanın işi olsa gerek. Burada açık seçik yazıyor. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri Sayın Sadi Büyükeren iki gün önce istifa etmişler ve Sayın Hamdi Yapıcı, daha dün akşam tayin olmuş, televizyondan da duyar duymaz, Bakanlığının talimatını beklemeden burayı teşrif ettiler. Ben, yine de özür diliyorum Türkiye Büyük Millet Meclisi adına. Bu suç, onların değil, Bakanın.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, konuşmalardan önce mi teşrif ettiler, daha sonra mı?..

BAŞKAN - Efendim, geldiler; tutanakları da aldılar.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Daha sonraysa mesele yok efendim.

BAŞKAN - Müzakere devam ediyordu teşrif ettiklerinde. Kanunu okudum...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - O zaman, özrü mucip bir hal yok.

BAŞKAN - Hayır efendim, bendeniz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Özrü mucip bir hal yok efendim.

BAŞKAN - Peki efendim.

Şimdi, Saadet Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Turhan Alçelik konuşacaklar efendim.

BAŞKAN - Niye söylemiyorsunuz?..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Başkanlığa olan saygımızdan dolayı...

BAŞKAN - Estağfurullah efendim; ben mahcup oluyorum sonra işimi takip edemiyorum diye...

 Sayın Turhan Alçelik, buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerini yapıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı, sistemin, en önemli hizmet veren kurumları. Ben, bu iki kurumla ilgili, özellikle şu 70 milyon insanımızın yegâne temsil karargâhı olan makamla ilgili bazı hususları sizlere arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz önce görüşlerini ifade eden arkadaşımda ifade buyurdular; şu karşımızda, Sayın Başkanımızın hemen arkasında bir ifade var: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Kayıtsız ve şartsız, hiçbir kayda, şarta bağlı değil ve altında da "Kemal Atatürk" bu sözün sahibi... Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı Anayasa 1924'te yürürlüğe girdi ve o Anayasadaki hüküm şu: "Egemenlik bilâ kaydü şart milletindir." Kayıtsız ve şartsız... "Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. Millet, bu hâkimiyetini -dikkatlerinizi çekiyorum arkadaşlar- yegâne ve hakiki temsilcisi olan Meclis eliyle kullanır." Yani, şu Heyet, millet adına yetki kullanmaya yetkin olan tek kurum burası; ama, ihtilalden sonra yapılan iki Anayasada da, bu yetkiye, maalesef, ortaklar dahil edilmiş; sonuçları ortada... Sadece, yetki kullanan kurumlardan biriyle ilgili şu görüşü sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu Meclis, Yükseköğretim Kuruluyla ilgili bazı kararlar aldı; ama, bu Meclisin aldığı kararları, bu kurum maalesef tanımadı; kendi genel kurulunda "dikkate almıyorum" diyebildi. Peki, bunun karşısında bir sorumluluk; maalesef yok. Şu anda bir şey yapılabiliyor mu?.. Bir iki gün önce, yine, daha önce komisyonda görevli arkadaşımın görüşlerine baktım, şikâyetini sürdürüyor "bir şey yapamıyoruz" diye.

Öyleyse, değerli arkadaşlar, öncelikle, bu Mecliste bu bütçe görüşülürken, milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olarak ifade edilen bu kurumun hakkını, itibarını korumak birinci derecede görevimiz olmalı. Sayın Başkanımızla, Meclis Başkanımızla bir heyetle birlikte görüştük, değişik parti gruplarından arkadaşlarımla ve kendisine şunu arz ettim: Sayın Başkanım, kendi şerefini koruyamayanların milletin hakkını korumaları mümkün değildir. Bu Meclis, kendisine yapılan her türlü haksızlığı millet adına telafi etmeye mecburdur, milletin şerefini korumaya mecburdur. Bu bakımdan, bu vesileyle, bu bütçe konuşması dolayısıyla bu hususu sizlerle paylaşmak istedim.

Değerli kardeşlerim, bu Meclisin seçtiği bir Cumhurbaşkanı şu anda görev yapıyor ve Sayın Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili de, görevleriyle ve yetkileriyle ilgili de sizlerle paylaşmak istediğim hususlar var. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasada kendisine verilen görev ve yetkileri kullanıyor ve Mecliste yaptığı ilk konuşmada -konuşmanın tutanağı elimde- 1 Ekim 2000 tarihli konuşmasında, cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında olduğu, yaptığı işlem ve eylemlerden dolayı yargı denetimine başvurulamayacağı gibi ifadeleri kullandıktan sonra "kişilerin hukuksal durumlarını -kendi ifadelerini kullanıyorum- etkileyebilecek olan cumhurbaşkanının, devletin başı sıfatıyla değil, yönetimin başı sıfatıyla tek başına yapacağı işlemler ve diğer konulardaki sınırlamalar hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır..." Aşağı yukarı bir seneden daha önce yapılan bir konuşmada bu görüşler ifade ediliyor. Peki, bugün, Sayın Cumhurbaşkanı aynı görüşlerini ifade ediyor mu; maalesef... Bu yıl burada yaptığı konuşmada başka bir görüşü dile getirdi Sayın Cumhurbaşkanı. Ne dedi: "Efendim, bu Meclisin sayısı fazla, bu Meclisin sayısı azalsın." Yetkileri üzerinde görüşler beyan ediliyor değişik vesilelerle. Şimdi, size soruyorum değerli arkadaşlar: Cumhurbaşkanlığı makamına, göreve başlandıktan sonra ne değişti ki, Meclisin yetkilerinin sınırlandırılması konusunda görüşler beyan edilebiliyor; bu görüş ne kadar demokratik?

Ben, size, bu hususla ilgili birkaç örnek sunmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı bu kürsüden "Meclisteki 550 sayısı 400'e indirilmelidir" gibi bir görüşü beyan etti. Bunu ne anlamda kullandı, ne faydası var; onu, ben bilmiyorum arkadaşlar. Eğer, burada, tasarruf düşüncesiyle bu yapılıyorsa, ben, bir hesap çıkardım. 150 milletvekili fazlasının veya 150 milletvekilinin bu millete beş senedeki yükü, sadece 27 trilyon lira. 27 trilyon az kullanmakla bu ülke kurtulacaksa, hep beraber bu sayıyı azaltalım; ama, bugün, değerli arkadaşlar, her gün faize 200 trilyon para gidiyor. Bunu niye konuşmuyoruz?! Üzülerek ifade ediyorum: -Mecliste kanun da maalesef çıktı- Faiz gelirleri vergiden muaf. Bu, adaletsizlik değil mi?! İşçiden, memurdan, emekliden, mahalle bakkalından, büfeden yüzde 25 vergi alırken böyle bir adaletsizliğe onay vermek, ne kadar hukukî?! Bu konuyu takdirlerinize arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, sizlerle, özellikle paylaşmak istediğim samimî bir kanaatim var. Bir dönem önce de ben bu Mecliste görev yaptım; bu, ikinci dönem görevim. Çok eskiden beri görev yapan büyüklerimiz, ağabeylerimiz var; ancak, bu Mecliste görev yapan arkadaşlarımın -şu an itibariyle söylüyorum- üçte 2'si yeni görev alan, yeni seçilmiş arkadaşlarımızdan oluşuyor. Muhtemeldir ki, bir dönem sonra, bu sıralarda oturan arkadaşlarımın -ayırmadan söylüyorum- üçte 2'si, belki daha da fazlası burada olmayacaklar. Öyleyse, bugün, millet adına aldığımız bu görevi en güzel şekilde yerine getirmekle mükellefiz. Yarın, iş işten geçtikten sonra, millet adına kullandığımız bu yetki süresi bittikten sonra "eyvah" demenin çok fazla bir anlamı yok. Köy kahvesine, mahalledeki esnafa gittiğimiz zaman, bir Meclis üyesi olarak bize, 70 milyon insanımızı temsil eden üyeler sıfatıyla, şu soruları soruyorlar: "Efendim sizler, milletin hakkını koruyamıyorsunuz; neden?" İşte, biz, bugün, hep birlikte, Parlamento olarak, 70 milyon insanın tek tek temsilcisi olarak, yarını da düşünerek, bugün, milletin hakkını bütün gücümüzle koruduğumuz takdirde en güzel görevi yapmış olacağız. Bu, Meclisin itibarını da, sistemi de arzu edilen bir çizgiye oturtacak. Eğer, bunu yapamazsak, maalesef, birtakım yanlışlıkların faturasını ödemeye devam ederiz. Bu, şu veya bu kurum, kişi olabilir. Bizler, milletimizden de, sizler huzurunda bir talepte bulunmak istiyoruz. Bizden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, süre bitti.

Şimdi, haklı olarak Kürşat Eser Bey bana söylüyor, doğru söylüyor.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Hayır efendim, bir cümleyle bitiriyorum.

BAŞKAN - Ama, işte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1920'den beri özelliği, müsamahayla gelmiş; biz aynı şeyi yapıyoruz; ama, Sayın Eser doğru söylüyor.

EROL AL (İstanbul) - 1 dakika verin Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Efendim, ben uzatmayacağım.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başkanımın bu ikazından dolayı ve sizlerin hatırlatmalarından dolayı, ben, hepinize saygılar sunuyorum...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Kaideyi biz koyuyoruz; biz uyarsak mesele biter.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Meclisimizin gerçek görevine ve bütün kurumların gerçek görevlerine dönmelerini hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Söz sırası, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak'ta.

Efendim, dikkat ederseniz, gidiş gelişleri de hesap ediyorum, burada açıyorum mikrofonu; yani, 50 saniye de kaybolmasın diye. Onun için, hatiplerin biraz dikkat etmeleri lazım ki, arkadaşlarımın tenkitleri -haklı da olsa- olmasın.

Buyurun Sayın Kamalak.

SP GRUBU ADINA MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Sayıştay bütçesi ile Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde konuşmak için, Saadet Partisi sözcüsü olarak huzurunuzda bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, bu bütçelerin, gerek ilgili kurumlara gerekse Türkiyemiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, Türkiye'de ilk defa 1961 Anayasasıyla kurulmuş, 1982 Anayasasıyla da varlığını sürdürmüştür. 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşmaktadır. Kararlarını, kural olarak, salt çoğunlukla almaktadır. Başlıca görevleri, bildiğiniz gibi, norm denetimi yapmak; Cumhurbaşkanını, Başbakanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile birkısım yüksek bürokratları Yüce Divan sıfatıyla yargılamak; Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerinin milletvekilliğinin düşürülmesine veya dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararların Anayasaya uygunluğunu denetlemek; uyuşmazlık mahkemesine kendi üyeleri arasından bir başkan seçmek, siyasî partilerin malî denetimlerini yapmak ve siyasî parti kapatma davalarına bakmaktır.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi, bütün bu görevlerini yaparken, layüsel bir kuruluş olarak hareket etmektedir; yani, Yüksek Mahkemeyi denetleyen herhangi bir makam, mevki, kişi, organ olmadığı için, sorumsuz bir şekilde hareket etmektedir. Başka kavram bulamadığım için, bu sorumsuz kavramını ifade etme mecburiyetinde kalıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Yüksek Mahkeme, layüsel bir kuruluş, sorumsuz bir mahkeme olduğu içindir ki, maalesef ve maalesef, başta kendisinin uymak mecburiyetinde olduğu Anayasaya dahi uymamaktadır.

Örnek:

1. Anayasanın 153 üncü maddesine göre, Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Bunun istisnası yok.

2. İptal kararları geriye yürümez. İstisnası yok.

3. Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar. Bunun da istisnası yok.

Peki, Anayasa Mahkemesi kararları gerekçeli olarak yazılır kuralının istisnası var mı?

EROL AL (İstanbul) - Var...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Nerede?

EROL AL (İstanbul) - Yapıyorlar...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Yapıyorlar... Ben de onu söylüyorum zaten. Zaten ben de onu söylüyorum ya... Yapıyorlar...

Halbuki, Anayasanın 141 inci maddesine göre değerli arkadaşlarım, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Biliyorsunuz, 1995 yılında, Sayın Giray ve Sayın Altınkaya'yla ilgili olarak, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi kararlar verdi. O kararlar yayımlandı mı; hayır.

Anayasa Mahkemesi, 1983 yılında, müteferrik bir karar veriyor. Kütüphanelerde, piyasada bulamadım. Karar yok. Bir dilekçeyle, milletvekili sıfatını kullanarak, Anayasa Mahkemesi Başkanlığına başvurdum. Dedim ki, sizin kararlarınız, bizim için, Türkiye için son derece önemlidir; falan tarihli kararınızdan bir suret verilmesini."

Değerli arkadaşlarım karar tarihi 1983'tür. Yüksek Mahkeme bana verdiği cevapta diyor ki: "Siz, o davada taraf olmadığınız için talebinizi yerine getirmek mümkün olmamıştır."

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin kararı bir milletvekilini ilgilendirmezse kimi ilgilendirir?! (SP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Vatandaşı ilgilendirir.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Kaldı ki, biraz önce arz ettiğim gibi, bütün mahkemelerin her çeşit kararları gerekçeli olarak yazılmak mecburiyetindedir; Anayasanın amir hükmü.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, herkesi bağlayıcı bir karar herkesi alakadar eder Sayın Hocam.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Doğru söylüyorsunuz; zamanım dar olduğu için ayrıntıya giremiyorum maalesef.

Değerli arkadaşlarım, ikinci olarak, yani, Anayasa Mahkemesinin layüsel olarak davrandığına dair bir örnek. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya göre değil, şartlara göre karar vermektedir; örnek: 1972 yılında, bilinen üç gencimiz idam edileceği esnada bir partimiz yürütmeyi durdurma talepli dava açtı. Anayasa Mahkemesi "benim yürütmeyi durdurma yetkim yok" dedi. Niye yoktu; şartlar müsaade etmiyordu; Anayasa müsaade ediyor. 1985 yılında yine bir kanuna karşı, Anayasa Mahkemesine yürütmeyi durdurma talepli dava açıldı. Anayasa Mahkemesi "yürütmeyi durdurma yetkim yok" dedi. Niye; çünkü, Meclis bir bütündür. Mecliste bir parti çoğunluk iktidarına sahiptir. Anayasa Mahkemesi de şartları uygun bulmuyor. Aynı mahkeme, aynı Anayasaya dayanarak 1993 yılında yürütmeyi durdurma kararı verebiliyor. Niye; Meclis parçalanmıştır, şartlar müsaittir.

Hatırlayacaksınız, adlî yılın açılış konuşmasında Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk Bey, parti kapatmaların, idama eş olduğunu belirtti ve Anayasaya aykırı olduğunu ifade etti. Hatırlayacaksınız, Anayasa Mahkemesi Başkanımız, yazık ki, "Sayın Sami Selçuk hukuku bilmiyor" demedi -dese saygı duyardım kendilerine. Biliyor, bilmiyor ayrı bir konu- ama, dedi ki: "Sayın Başkan, Türkiye'nin gerçeklerini bilmiyor."

Değerli arkadaşlarım, korkunç bir şey bu. Hukuk devleti adına korkunç bir şeydir bu. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye'de cumhuriyetten bu yana 154 parti kapanmış veya kapatılmıştır. Bunlardan 23 tanesi, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştır ve huzurunuzda iki şeyi alenen söylüyorum: Bir, Türkiye, tam anlamıyla bir partiler mezarlığına dönüşmüştür. İki, Anayasa Mahkemesinin kapattığı 23 parti, hukuk devleti ilkelerine aykırı olarak kapatılmıştır. (SP sıralarından alkışlar)

Anayasa Mahkemesinin tüm üyelerini istedikleri zaman, istedikleri yerde, kamu huzurunda açık oturuma davet ediyorum ve tekrar ediyorum, 23 parti, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan 23 parti, Anayasaya aykırı olarak kapatılmıştır; çünkü, bu partilerin kapatılmasında, hiçbir zaman sübut şartı aranmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, hukuk devletinde suçsuz ceza olur mu; suç olmadan ceza olur mu; kati suretle olamaz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -Türkiye burası, olur... Konjonktür...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Bu nerede olabilir; firavun düzeninde olur ancak. Biliyorsunuz, firavun, bir yorum üzerine, beni İsrail'in erkek çocuklarını öldürüyordu, tedbiren.

Değerli arkadaşlarım, hukuk devletinde, tedbiren ceza olmaz. Tedbiren ıslah mekanizması işletilebilir; tedbiren şu olur, bu olur; ama, tedbiren, hukuk devletinde ceza olamaz.

Peki arkadaşlar, ne yapmak lazım -sürem bitiyor herhalde, ama- ağlamanın sızlamanın faydası yok. Yapılması gereken: Bir, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hocam, lütfen...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum; hemen tamamlıyorum.

Zaten, dünyada, anayasa mahkemesi bulunan her yerde, inisiyatif, parlamentonun elindedir. İşte İtalyan Anayasası, işte Fransız Anayasası, işte Federal Almanya Anayasası... Bakın, nereye bakarsanız bakın, inisiyatif meclistedir.

Değerli arkadaşlarım, inisiyatifi başka tarafa verip de, sonra, Meclis görev yapmıyor diye ağlamanın, itibar sahibi olmaya çalışmanın kimseye faydası olmaz.

İki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - 1 dakikalık süre verdiniz zannetmiştim.

BAŞKAN - Efendim, hayır; 1 dakikalık süre değil; yani...

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Peki, teşekkür ediyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - 50 saniye tamam. Üçe böldük ya efendim 1,5 dakikadan...

Efendim, şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda...

Bir dakika efendim, şu 30 dakikayı ayarlayalım. Sayın Grup Başkanvekilinin dediğini yapalım bakalım, tutacak mı 4 kişi 30 dakikayı...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bize gelince böyle... Yok...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bize gelince mi böyle oluyor?!

BAŞKAN - Hayır, bilmem... Şimdi, sıra size geldi. Mademki akıl verdiniz, aklınızın cezasını çekeceksiniz.

EROL AL (İstanbul) - Eşit muamele yapacaksınız efendim.

BAŞKAN - Eşit muamele yaparım da, yani "30 dakikaya ayarlayın" dediniz; sizde 4 kişi var.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - 30 dakikayı geçebilir.

BAŞKAN - Efendim, bir uyalım bakalım.

Edirne Milletvekili Sayın Ahmet Ertürk; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ALİ AHMET ERTÜRK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçeleri üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Meclisimizin siz değerli üyelerini Grubum ve şahsım adına selamlıyorum.

Tarihsel süreç içerisinde, toplumlar, çağın üretim ilişkilerine en uygun yönetim biçimini arayagelmişler ve bu uğurda ağır bedeller ödemişlerdir. Hep daha iyiye ve mükemmele yönelmiş bu arayışın sonunda, çağımızda ve bugün geldiğimiz noktada, parlamenter demokrasi, en az kötü yönetim biçimi olarak, evrensel bir uzlaşıyla kabul görmektedir.

Parlamenter demokrasilerde, halk, seçtiği temsilcileri aracılığıyla, istencini, meclislerde ortaya koyar, siyasal kurumları aracılığıyla gerçekleştirir; yani, kendi kendini yönetir. Bu genel doğrulara, tanım ve tespitlere sanıyorum katılmayan yoktur.

Özel olarak bizim Meclisimiz, Atatürk'ün "en yüce eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı yönetmiş, cumhuriyeti kurmuş en yüce kurumumuzdur. Bu kurum, ülkemizin seçeneği olmayan, olamayan, olamayacak olan biricik kurumu olup, üyeleri de aynı önemde devlet görevlileridir. Böylesi bir kuruma, Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilmiş olmak elbette çok önemlidir. Bu Yüce Kuruma ve üyelerine saygı duyulmasını toplumdan beklemek, elbette ki hakkımızdır; ancak, bu hakkı kendimizde görmeye devam edebilmemiz için, görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. En yoğun, en verimli çalıştığı bir dönemde, milletvekilleri ve Meclise, saldırı sınırlarını çoktan aşmış, en insafsız, âdeta rejimi hedef alan saldırıların yapıldığını hepimiz biliyoruz. Milleti temsil edenler ile millet arasında bugün yaratılabilmiş olan, özellikle bu dönem, hiç hak etmediğimiz güven bunalımının nedenlerini ortaya koymak ve çözüm aramak, bizler için en önemli görevdir. Bu amaçla, öncelikle, olması gerekeni ve olanı objektif biçimde değerlendirmek, Meclisimiz ve siyaset kurumumuzun eleştiri ve özeleştirisini yapmak, siyaset kurumunu yeniden yapılandırmak ve siyasal davranışlarımızla kurumsal gelenekler oluşturmak zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlıklı işleyen demokrasilerde, parlamenter demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler, toplum tarafından kabul görmek ve iktidara gelmek isterler. Bu amaçla çalışmalarını yaparken diğer partilerin programlarındaki eksik ve yanlışlıkları göstermeye çalışırlar. Asla diğer partilerin kimliğine, üyelerin kişiliğine saldırmazlar. Topluma sundukları projelerde kurum ve kuralları yozlaştırıcı ve popülist olmamaya dikkat ederler. Ülkemizde ise, son yirmi yıldır, özellikle 1990'lardan itibaren siyaseti mercek altına aldığımızda yukarıdaki gibi pek de normal bir seyir izlenmediğini görmekteyiz. Siyasal partiler ve siyasetçilerimizin önemli bir bölümü, karşılıklı dosyalar, kaset savaşları, özel hayatlara saldırılar, bunların teşhiri, çamur atmalar gibi çirkin yöntemleri, ne yazık ki, değişik oranlarda kullanmışlardır. Bu yöntemlerle etkili yandaşlar toplanmış, ahlakî olmayan ve oldukça karmaşık ilişkiler gelişmiş, devleti soyma yarışına girmiş çeteler, hortumcular toplumsal yapımızla birlikte siyaset kurumumuzu da yozlaştırmaya başlamıştır. Siyaset ve ekonomi dibe vurmuş olarak 21 inci Döneme geldiğimizde, 57 nci koalisyon hükümetiyle çok ciddî bir biçimde yeniden yapılanma süreci başlatılmış ve kararlılıkla sürdürülmektedir. Koalisyon hükümetiyle yaratılan uzlaşma ve sorumluluk kültürü, ilkeli, popülizmden uzak ve dürüst siyaseti toplumun gözünde yeniden şekillendirmektedir. Bu yeni siyaset ve ürettiği siyasetçiye alışmak, toplumumuz, yozlaşan kurumlar ve uzun zaman sürecinde oluşmuş politikacı esnafı için zaman alacağa benzemektedir. Bugünkü saldırıların bir kısmı bu değişimi algılayamayan önceki dönemlere ait reflekslerden kaynaklanmaktadır. Ciddî bir ekonomik istikrar ve yeniden yapılanma programının uygulandığı bir dönemde, eski yapılanmaya uyum sağlamış talan ekonomisinin palazlandırdığı çıkar grupları ve tekelleşen medyamız bu değişime ciddî bir direnç göstermişlerdir. Gerçekleştirilen yapısal değişimlerle kolay kazanma olanaklarını ve ayrıcalıklarını yitirenler, medya aracılığıyla bilincini kararttıkları ekonomik sıkıntıdan bunalmış yurttaşımızın öfkesini, hedef saptırarak, Meclise ve seçilmişlere yöneltebilmişlerdir. Ülkemizde, bankası, yüklenicilik firması, sigorta şirketi, turizm tesisi, iç-dış dış satım kuruluşu, enerji yatırımları olan kişiler, aynı zamanda medya patronudurlar. Medyamız, diğer işler için kullanılan bir tehdit silahı, bir şantaj aracı haline gelmiş, bazen ortak hedefleri olan hükümeti, Meclisi ve milletvekillerini unutup, kendi kirli çamaşırlarını ortaya dökme hatalarına rağmen, rejimi yıpratmada çok da başarılı olabilmiştir. Böyle bir medyanın varlığında, RTÜK'ün varlık nedenini "sansürcülük" suçlamalarıyla tartışmak yerine, etkinliğini sorgulamak en gerçekçi yaklaşım olmalıdır. Ayrıca, sistemini çok daha iyi oturtmuş olan ülkelerde bile Radyo Televizyon Üst Kurulu benzeri kurumların var olduğunu görmekteyiz. Geçici yayın durma kararlarıyla ilgili yargı sürecinin kısaltılması için gerekli yasal düzenlemeler Meclisimizce bir an önce yapılırsa, etkinliğinin daha da artacağına inanmaktayım.

Siyasal yaşamımızın ve kurumlarımızın normalleşmesinde ve sosyal uzlaşma temelinde gelişecek bir otokontrol mekanizmasının yaratılmasında Radyo Televizyon Üst Kuruluna önemli görevler düşmektedir. 2002 yılı Radyo Televizyon Üst Kurulu bütçesinin, kendinden beklenenleri rahatlıkla gerçekleştirebilecek düzeyde olduğu görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda özetlemeye çalıştığım ciddî sıkıntıların yaşandığı bir dönemde, Meclis Başkanlığımız, halkla ilişkiler çalışması kapsamında üzerine düşeni, maalesef, yapamamıştır. Kaldı ki, Meclisimizde böyle bir birim de vardır. Çağdaş anlamda halkla ilişkilerin neyi kapsadığı düşünülürse, görevinin, Meclis üyelerine gazetelerden seçmeler ileten bülten çıkarmakla sınırlı olmadığı anlaşılır. Asıl yapılması gereken, en çok çalıştığı ve üretken olduğu bir dönemde, Meclisin ne yaptığını, ne için yaptığını, yapılan çalışmaların neleri getireceğini, neleri kaybettireceğini, medyamızın insafına bırakmadan, halkımıza en objektif biçimde anlatmak olmalıydı.

Meclis bütçesinden gereksiz sayılabilecek birsürü harcamalar yapılırken, bugüne değin milletvekilli odalarına bilgisayar alınmamış olmasını, Meclisimiz adına, üzülerek belirtmek isterim.

2002 yılı bütçesinin, yukarıda değindiğim sorunları çözmeye rahatlıkla yetebileceği görülmektedir.

Meclisimiz, yönetim bilimlerinin ulaştığı bugünkü düzeyde, en büyük KİT'lerden biridir diye eleştirilmektedir. Ülkemizi yeniden yapılandırdığımız bu dönem, Meclisimiz de, norm kadro ve toplam kalite yönetimi uygulamasını bir an önce gerçekleştirmelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, güzel dilimiz Türkçenin en güzel kullanıldığı mekânlardan biri olmalıdır. Halkın temsilcileri olan bizler, özellikle, konuşmalarımızda "demokrasi", "laik", "tabiî" ve bunun gibi sözcükleri doğru söylemeliyiz. Bu durumun, Meclisin saygınlığı bakımından, ayrı bir önemi vardır.

BAŞKAN - Efendim, 7,5 dakika bitti.

ALİ AHMET ERTÜRK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır, 7,5 dakika bitti diye söylüyorum.

ALİ AHMET ERTÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Estağfurullah.

ALİ AHMET ERTÜRK (Devamla) - Meclisi yönetenler de, oturduğumuz koltuklarla ilgili aklanamayan dava ve benzerlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir daha yaşatmamalıdırlar.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2002 yılı bütçesinin ulusumuza hayırlı olmasını diler; hepinizi, Grubum ve şahsım adına, saygıyla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'da.

Ben, Sayın Tümen'in tavsiyesine uydum, 30 dakikayı dörde... Arada, ikaz ederek hatırlatıyorum; 7,5, 7,5... (DSP sıralarından gürültüler)

Efendim, o da bir yöntem; o tutarsa onu yapacağım, yoksa, ben bildiğim gibi devam ederim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Siz bildiğiniz gibi devam edin, doğrusu o.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Al.

DSP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bana, artı olarak 1 dakika eksüre vermek durumundasınız Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sizlere, bana ayrılan zaman dilimi içerisinde Cumhurbaşkanlığı bütçesinin değerlendirilmesinin yanı sıra, bu yüce makamdan beklentilerimizi dile getirmeye çalışacağım.

Anayasamız, Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil; bunun yanında, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görevi yüklemiştir. Yani, Cumhurbaşkanı, devlet organlarının uyumlu çalışmasından birinci derecede sorumludur. Bu durumda, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle diyalog ve güven ilişkisini sağlamak Cumhurbaşkanımızın başta gelen görevidir.

Parlamentomuz, Genel Başkanımız Bülent Ecevit'in öncülüğünde gerçekleşen uzlaşma ortamı sayesinde Sayın Sezer'i Cumhurbaşkanlığına seçerek, devlet organlarının uyumlu ve verimli çalışmaları açısından örnek bir tavır sergilemiştir. Bu tavrın geliştirilmesi ve Parlamento dışındaki kurumlarda da hâkim olmasını beklemek milletvekillerinin hakkıdır.

Değerli arkadaşlarım, kavgayla vakit kaybetmeye Parlamentomuzun da, halkımızın da tahammülü yoktur; gün, çalışma günüdür. Halkımızın bizden beklentisi budur. Bazı arkadaşlarımızın ısrarla "battık, mahvolduk, iflas ettik" ifadelerini kullanmaları, moral bozukluğu yaratarak, halkımızın sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır. Bu ifadeler, Sayın Güngör Uras'ın Milliyet Gazetesinde geçen hafta yayımladığı gibi, elli yıldan beri kullanılmaktadır ve bir örnek vereyim: IMF'nin Türkiye'ye ilk geliş tarihi rahmetli Menderes'in Başbakan olduğu 1957 yılının haziran ayıdır.

Dün ve bugün gerçekleştirilen bütçe görüşmeleri sırasında veya ülkemizin herhangi bir köşesinde, herhangi bir zaman diliminde dile getirilen sıkıntıların tek bir kaynağı vardır; o da, üretim yetersizliğidir. Bir başka ifadeyle, Türkiye'nin ürettiği hâsıla, halkının mutlu bir yaşam sürmesi için yeterli değildir. Türkiye gibi büyük iddiaları ve idealleri olan, geniş bir coğrafyada nüfuz alanı bulunan bir ülkenin, 150-200 milyar dolarlık bir gayrî safî hâsıla rakamıyla yetinmesi mümkün değildir. Bir kıyas olanağı vermek açısından belirtmek isterim ki, bugün, ABD'de 10 trilyon dolar, Almanya'da 2 trilyon 150 milyar dolar, Fransa ve İtalya'da da 1 trilyon 222'şer milyar dolar hâsıla üretilmektedir.

Ulus olarak yapmamız gereken şey çok açıktır. İktidarı ve muhalefetiyle tüm Parlamentonun, hükümetin, Cumhurbaşkanının ve yargının görevi, Türkiye'nin büyümesi, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi için çalışmaktır. Türkiye, yeraltı ve yerüstü zenginleri bakımından yukarıda saydığım ülkelerin hiçbirinden fakir değildir.

BAŞKAN - Sayın Al, bir dakika...

Efendim, nedir burası?!. Ben dahi duymuyorum.

Buyurun Sayın Al.

EROL AL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ne hikmetse, gizli bir el, Türkiye'nin sahip olduğu zenginlikleri değerlendirmesini engellemektedir.

BAŞKAN - Sayın Polat, siz konuşurken böyle bir şey olsa ne yaparsınız? Kıyamet kopar vallahi!..

EROL AL (Devamla) - Türkiye'nin özlediğimiz üretim seviyesine ulaşması, bölüşüm sorununu da halledecektir; ama, bu temel sorunların çözümü için, sadece Parlamentonun ve hükümetin çabasının yeterli olması mümkün değildir. Türkiye'nin üretim ekonomisine yönelmesi Cumhurbaşkanının da sorunudur, olmalıdır; yargının da sorunudur, olmalıdır; tüm kamu görevlilerinin sorunudur ve ancak hepimizin dört elle sarılmasıyla bu sorunu aşmamız mümkündür. Oysa, Sayın Cumhurbaşkanımızın eylemlerinin gazete manşetlerine göre oluştuğu ve popülizme göz kırptığı kanısı yaygınlaşmaktadır. Parlamentonun bir yanlışını, demokrasinin kalbini parçalayabilecek, diyalogdan uzak bir yaklaşımla düzeltmeye kalkışması Sayın Cumhurbaşkanımızın fırsat bulduğunda popülist davranışlar sergileyebileceğinin önemli bir göstergesi olmuştur. Bu davranış, aynı zamanda, Sayın Cumhurbaşkanımızın ülkemizin geleceği açısından önem taşıyan iç ve dış gelişmeler karşısında sağduyulu politikalar geliştiremeyebileceği yönündeki endişeleri de güçlendirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanımıza saygı duyuyoruz ve en halisane duygularla kendisine güvenimizi sürdürmek istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızdan, Türkiyemizin nüfuz alanında gelişen Afganistan, Kıbrıs, Irak, Avrupa güvenlik ve savunma politikası, Türkiye'nin Avrupa Birliği stratejisi ve global terör olaylarına yaklaşımlar konusunda yol gösterici olmasını, dünyanın ileri devletleriyle ciddî bir diplomatik savaş veren hükümetimize ulusal ve uluslararası platformlarda destek sağlamasını ve vizyonunu bu çerçevede çizmesini bekliyoruz. Parlamentomuzla diyalog içinde çalışmasını, yasaları incelerken ülke gerçeklerini ve ulusal çıkarları gözetmesini, milletvekili sayısını tartışmaya açıp Parlamentoyu yıpratma kampanyalarına omuz vermek yerine, ülkemizin önünü açan, üretim ve istihdamı gözeten politikalar geliştirilmesine önayak olmasını talep ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; popülizm kolaycılıktır. Örneğin, ben, şu anda, ülkemizin çıkarlarını gözetmek yerine, ekran başında bizleri izleyenlerin hoşlanacağı bir konuşma yapmak istesem, bu amacıma uygun malzeme bulmam çok basittir. Örneğin, Meclisi dileyen herkes ziyaret edebilirken, manzarası son derece güzel olan Çankaya Köşküne halkın niçin istediği zaman giremediğini sorabilirim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Daha da ileri giderek, Başbakan Ecevit Başbakanlık konutu yerine Oran'daki kendi evini kullanırken, Cumhurbaşkanının niçin böyle bir tavır sergileyemediğini merak ettiğimi söyleyebilirim.

Yine, örneğin, memurlarımızın yüzde 20'sinin, Meclis çalışanlarının yüzde 10'unun lojmanı varken, yüksek gelir seviyesine sahip Cumhurbaşkanlığı çalışanlarının niçin dörtte 3'üne lojman tahsis edildiği konusunda da bir tartışma açabilirim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yüzme havuzu bile var.

EROL AL (Devamla) - Yine, Cumhurbaşkanlığında her 4 kişiye 1 otomobil düşmesinin, tasarruf ilkelerine ne kadar uygun düştüğünü gündeme getirebilirim.

BAŞKAN - Kullanılan otomobil önemli...

EROL AL (Devamla) - Cumhurbaşkanlığı lojmanlarının, sadece çatı aktarması ve atıksu gideri için...

BAŞKAN - Sayın Al, burada cevap verme imkânları yok. Affedersiniz... Cumhurbaşkanlığındaki mevcut arabalar -kullanılması önemli- eskiden alınmış arabalardır.

EROL AL (Devamla) - Efendim, ben bunları söylemiyorum; bir örnek olarak gösteriyorum.

BAŞKAN - Hayır, neyse... Ben de bilgi verdim.

EROL AL (Devamla) - Sayın Başkanım, düzelteceğim sonra.

Bu örnekleri sayısız şekilde çoğaltmak mümkündür; ama, ben bunların hiçbirisini yapmıyorum ve Cumhurbaşkanlığı bütçesinin tasarruf ilkelerine uyularak hazırlandığının dikkatimizden kaçmadığını özellikle vurgulamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarrufa özen gösteren Sayın Cumhurbaşkanımızdan, çok önemli bir konuda daha desteklerini esirgememesini Büyük Türk Ulusu adına diliyorum. O da, Türk madenciliğinin, Türk ekonomisinin ve üretiminin önünün açılması için çok ciddî bir çaba içerisinde olan hükümetimize ve Parlamentomuza omuz vermesidir. Danıştay 6 ncı Dairesi, ne yazık ki, tüm çabalarımıza karşın, Eskişehir-Kaymaz'daki altın madeninin işletme iznini iptal eden idare mahkemesi kararını onaylamıştır. Bu karar, Türk Ulusunun inanılmaz desteğiyle aşmak üzere olduğumuzu düşündüğümüz Türk madenciliğinin prangalarının çözülmesi için bir sembol haline gelen Ovacık altın madeni sorununun geleceği açısından da düşündürücüdür. Mahkeme karalarına saygılıyız ve bu kararlara uymak zorundayız; ancak, Türkiye, bu karar ve geçmişte verilen bu tür kararlar yüzünden, yabancı sermaye tarafından, yatırım yapmaktan korkulan, güvenilmez, hukuku ileri demokrasilerle çakışmayan, para yatırmanın büyük risk taşıdığı, üçüncü sınıf bir dünya ülkesi olarak algılanmaktadır. Yine, ülkemiz, bu kararlar nedeniyle, milyonlarca dolar tazminat ödeme yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. İleri teknoloji ve önemli bir sermaye gerektiren madencilik yatırımları bu tür kararlar yüzünden yapılamamakta; dolayısıyla yeraltı zenginliklerimiz halkımızın refahına sunulamamaktadır. Bu sorunu, kamu yararını ve ulusal çıkarlarımızı önde tutarak, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Yüce Türk yargısının desteğiyle mutlaka aşmak zorundayız.

Yaşadığımız ekonomik krizler, sahip olduğumuz kaynakların üretime ve refaha dönüşmesi önündeki engelleri, yabancı lobilerin tuzaklarını bertaraf ederek hızla aşmamız için geç kaldığımızın açık kanıtıdır.

BAŞKAN - Sayın Al, toparlarsanız...

EROL AL (Devamla)- Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN- 10 dakika oldu Sayın Al.

EROL AL (Devamla)- Ama, sözümü çok kestiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır efendim, kesmeyle ilgisi yok; 10 dakika geçti.

EROL AL (Devamla)- Büyük Türk Ulusu ülkemizin tüm sorunlarını üretimle aşabileceğinin bilincindedir. Cefakâr ve vefakâr halkımız bu mücadelede hepimizin yanında olacaktır.

Bu düşüncelerle, Yüce Parlamentomuzun değerli üyelerini şahsım ve DSP Grubu adına saygıyla selamlıyor; bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum efendim.

Samsun Milletvekili Sayın Şenel Kapıcı; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ŞENEL KAPICI (Samsun)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Sayıştay bütçesi hakkında şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasanın 160 ıncı maddesine göre "Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir" denilerek, Sayıştaya Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleme görevi verilmiştir.

Yasama organı adına denetim faaliyetlerini yerine getirecek olan bu kuruluşun Yüce Meclisimizi gerektiği şekilde bilgilendirmesi için, nitelikli, aktif, güvenilir ve tarafsız bir kadroyu oluşturma gereği vardır. Bu kapsamda, hükümetimizin Dünya Bankasıyla imzaladığı Program Amaçlı Malî ve Kamu Sektörü Uyum Kredisi İkraz Anlaşması, Sayıştayımıza getireceği yeniliklerdendir.

Sayıştayımız, elindeki bu kaynakları dengeli bir şekilde dağıtmak ve önceliklerini disiplinli, sağlıklı bir biçimde tespit etmek amacıyla, sürekli bir eğitim birimi kurmuş; insan kaynakları, hizmet içi eğitim ve yönlendirme kurulu oluşturarak, 2000-2004 yıllarını kapsayan strateji bildirimi ve buna dayanan eylem planını hazırlamış ve uygulamaya koymuş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştayın faaliyet raporlarına göre 2002 yılı içinde bu eylem planındaki çağdaş denetim uygulamalarını yerleştirmek ve kökleştirmek hedeflerinde şu esaslara yer verilmektedir:

Anayasa gereğince Sayıştayın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento dahil olmak üzere, konsolide bütçe dahil, bütün kuruluşları yıllık denetime alması. Sayıştayın kendi hesabının, Parlamentoya sunulacak raporlarla denetime tabi olması. Hükümetin, gerekli yasal değişiklikler dahil, Sayıştayın denetim alanını, özerk kurumlar, sosyal güvenlik kuruluşları, bütçedışı fonlar gibi bütün genel devlet kuruluşlarını kapsayacak şekilde bir eylem planı hazırlaması. Mevcut kontrol, teftiş ve denetim süreçlerinin incelenmesinin başlatılması konusunda yeni bir yasa hazırlaması. Sayıştayın denetim ve raporlarını incelemek amacıyla, Plan ve Bütçe Komisyonu bünyesinde bir alt komisyon oluşturulması. Sayıştay raporlarının analitik yönden inceliğinin genişletilmesi. Yeni iç malî kontrolü ve iç denetim yasasının Parlamentoya sunulması. Malî işlemlerde saydamlığın artırılması. Kamu ihalelerinde paranın değerinin karşılığı yöneliminin güçlendirilmesi. Makro ekonomik çerçevenin sağlam olmasının ve etkili bir şekilde uygulanmasının sağlanması. Harcamacı kuruluşlarda ve merkezî kurumlarda siyasî formülasyon kapasitenin yeniden canlandırılması gibi hedeflerdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştayımızın çağdaş denetim uygulamalarını yerleştirme ve kökleştirme hedefleri doğrultusunda üzerinde önemle durduğu konulardan biri de, performans, yani, paranın değerinin karşılığı denetimidir. Performans denetimi, kamu kurum ve kuruluşlarının vatandaşlardan toplanan paralardan oluşan kamu fonlarının ne derece iyi kullanıldığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Performans denetimi, sabırlı, yaratıcı, analitik düşünen, ekip çalışmasına ve işbirliğine yakın, performans denetim kültürünü özümsemiş denetçilere ihtiyaç göstermektedir. Bu ihtiyacın karşılanması da hizmetiçi eğitim yoluyla gerçekleştirilmesine bağlıdır. Sayıştayın, eğitim faaliyetlerini planlamak, organize etmek ve uygulama sonuçlarını raporlamak üzere kurmuş bulunduğu eğitim birimiyle geçen yıl planlı ve verimli faaliyet yürüttüğünü, 2001 yılı faaliyet raporlarından öğrenmiş bulunmaktayız. 2001 yılı eylem planında yer alan İnsan Kaynakları ve Hizmetiçi Eğitim Yönlendirme Kurulunun kurulup çalışmaya başlamasını, genel eğitim planı hazırlanıp yürürlüğe konulmasını, mesleğe yeni giren denetçi yardımcısı adaylarının yoğunlaşan hizmetiçi eğitim faaliyetlerini, kayda değer adımlar olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünyadaki bütün gelişmeler, şüphesiz ülkemizi de etkilemektedir. Kamu malî sistemimizin hayata geçirilmesi, malî işlemlerde şeffaflığın sağlanması, her düzeyde hesap verme sorumluluğunun sağlanmasıyla mümkün olabilir. Denetimin ve kontrolün olmadığı yerlerde suiistimaller ve yolsuzluklar söz konusu olmakta ve ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde de, yapılan bu tip yolsuzluklar en çok bu hükümet döneminde ortaya çıkarılmış ve açıklık getirilmiştir. Yine, en çok denetim ve kontroller, bu hükümet döneminde, en iyi şekilde yapılmıştır. Unutulmamalı ki, denetim kurumları yeterli derecede çalıştırılmasaydı, kamuoyunun bu yolsuzluklardan haberi bile olmayacaktı. Önemli olan, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştayın, yürüttüğü hizmetin önemine yakışan fizikî çalışma koşullarına kavuşmasıyla, daha etkin ve verimli hizmet üretmek bakımından daha elverişli bir konuma geldiğini söyleyebilirim.

Bu görüş ve düşüncelerimle, Yüce Meclise şahsım ve Grubum adına saygılarımı sunuyor, 2002 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası, Samsun Milletvekili Sayın Yekta Açıkgöz'de; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, anayasal demokrasimizin temel ve vazgeçilmez kurumu Anayasa Mahkemesidir. Anayasa Mahkemesi, ilk defa 1961 Anayasasıyla kurulmuş yüksek bir mahkemedir; 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur.

Anayasa Mahkememiz, özellikle, Avrupa ülkelerindeki anayasa mahkemelerinden, iş yoğunluğu bakımından daha yüklüdür. Bu iş yoğunluğu karşısında, bizim, Parlamento olarak, iki şeye dikkat etmemiz lazım geldiğine inanıyorum. Bunlardan biri, yasa yaparken, Anayasaya uygunluk konusunda daha titiz davranmak ve düşünmek; bir diğeri de, yüksek mahkemenin çalışma ortamını ve imkânlarını her yönden desteklemek ve artırmaktır. Zira, 21 inci Yüzyılın yükselen değerleri, insan hakları, demokratik hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü kavram ve anlayışlarının temel belgesi Anayasa ve onun güvencesi de, yüksek mahkeme olarak Anayasa Mahkemesidir.

Kişi hak ve özgürlüklerinin gelişmesi, çağdaş devletin ayakta kalabilmesi, hukuka riayetle mümkündür. Yaşam kalitesi, hukukun üstünlüğüne riayet ölçüsünde olacaktır. Bu sistemin iki ucu vardır. Biri, yasama; bir diğeri de, yüksek mahkemedir.

Değerli arkadaşlarım, hukukla yaşamayı kaçınılmaz kılmalıyız; zira, en saygın yaşam, en güvenli yaşam budur. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şekli ve nitelikleri üzerinde yeniden bir yapılanmaya ve değerlendirmeye ihtiyaç vardır. İşlevi bakımından, idarî yargıdan farklı bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin üyeleri, idarî yargı kökenli olmamalıdır; daha doğrusu, içlerinde böyle üyeler olmamalıdır. Giderek Anayasa Mahkemesi kararlarının alınmasında ortaya çıkan görüş farklılıklarının, mahkemenin, âdeta, ideolojik bloklaşmaya dönüştüğü, gözlerden kaçmamaktadır.

Yüksek Mahkeme, yasamanın yerine geçme veya yasa koyucu gibi davranmaktan çok, yapılan ve çıkarılan yasaların, mevcut Anayasaya uygunluğunu denetlemek olarak yorum ve kararlarını vermelidir.

Yukarıda belirttiğim gibi, Anayasa Mahkememizin üyelik yapısı, yasalarımızın Anayasaya uygunluğunun denetiminde verimi etkileyen önemli nedenlerden bir tanesidir. Bugün, üyelerin oluşum tarzından, niteliğinden, seçimine ve görevlerine kadar bir reform ihtiyacı vardır.

Değerli arkadaşlar, kuşkusuz, hukukumuzu ve demokratik kültürü geliştiren bu kurumun, şu anda, önemli problemlerle karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bir defa, yapısal sorunları var; Anayasayla örtüşmeyen, çatışan değerlendirmeleri var. Nihayet, ona, tam anayasal çizgide buluşturmanın bir ölçüsünü geliştirme borcu olarak, Parlamentonun yapacakları var.

Anayasa Mahkemesinin temel sorunları ve çözümleri şöyle sıralanabilir:

Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yaptığı yargılamalarda çıkabilecek sakıncaları önlemek amacıyla, Yüce Divan yetkileri kaldırılmalı; bu yetki, ceza yargılamasında uzmanlaşmış bulunan Yargıtaya verilmelidir.

Anayasa Mahkemesinin, doğabilecek zararların giderilmesinin mümkün olmadığı hallerde, yargılama sırasında, dava konusu mevzuat hükümlerinin uygulanmasının durdurulması yönünde tedbir kararı verilebilmesine olanak sağlayan Anayasal bir zemin oluşturulmalıdır.

1982 Anayasasının geçici 15 inci maddesinde yer alan istisnalar kaldırılmalı; genel anlamıyla, idarenin tüm karar ve işlemleri yargı denetimine tabi tutulmalıdır.

Temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik olarak, yurttaşların, şikâyet yoluyla, Anayasaya Mahkemesine başvurmalarına olanak sağlayan bir yasal düzenleme yapılmalıdır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı yönündeki Anayasanın 153 üncü maddesine işlerlik kazandırılabilmesi için, gerekçeli kararların belirli bir sürede yazılmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılmalıdır.

Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği ret kararının üzerinden on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla başvuruda bulunulmasını engelleyen 152 nci madde değiştirilmeli, ülkenin dinamik yapısına uygun olarak bu süre kısaltılmalıdır. Siyasî parti kapatma davalarında, savunma hakkının çağdaş değerler ölçüsünde kullanılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol Parti, demokrasimize uzlaşı kültürünü getirerek, ulusal uzlaşmayı sağlayacak bir anayasa hazırlanmasını amaç edinmiş; bulunduğu 57 nci hükümet de, sivil bir anayasa yapmanın öncülüğünü yapmıştır. Bilindiği gibi, Anayasamızın, bir paket halinde 34 maddesi ve daha sonra 1 madde daha değiştirilerek, 35 maddesi değiştirilmiştir. Bu sivil girişim, 21 inci Dönem Parlamentosunun Türk demokrasi tarihine en büyük armağanı olmuştur.

Değerli milletvekilleri, 21 inci Dönem Meclisi, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla taşıyacak Meclistir. Onun hükümeti olan 57 nci hükümet de, popülist yaklaşımlardan uzak, akılcı ve doğru politikalarla, çağdaş ve kalkınmış bir Türkiye'yi hak ettiği yere ve konuma getirecektir. Bu hükümette yer alan Demokratik Sol Parti ve onun Başbakanı Sayın Bülent Ecevit, Türkiye'de bir değişim, daha doğrusu, sessiz bir devrim yapmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Açıkgöz, bir dakika.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz bitmek üzeredir. Hatibin konuşmasının sonuna kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Edilmiştir.

Buyurun, devam edin efendim.

YEKTA AÇIKGÖZ (Devamla) - Yapısal değişiklikler ne demek; yapısal değişiklik, dünkü konuşmasında Sayın Masum Türker arkadaşımızın dediği gibi, ahbap çavuş ilişkileri geliştirilip talan ekonomisiyle ilgili yasalar bir bir ortadan kaldırılıyor. Sözüm ona liberal ekonomi diye yutturup, belli bir kişiyi veya çevrelerin çıkarlarını kollayan bir ekonomi anlayışı sona ermekte. Çağdaş ve sosyal devlet anlayışına yönelik yapısal değişiklikler yapılıyor.

Değerli milletvekilleri, kısaca, bundan sonra hiçbir şey  eskisi gibi olmayacak; yani, siyasetten zengin olma devri kapanmıştır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Anayasa Mahkemesi bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Heyeti saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Açıkgöz, teşekkür ediyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Demokratik Sol Partinin iktidar anlayışını görüyorsunuz değil mi Sayın Başkan?

BAŞKAN - Ben, hep, sizi, Demokratik Sol Partiyi örnek gösteriyorum, kendime de örnek alıyorum; ama, siz de beni örnek alın. Bir yüzde 10 tolerans mecburiyeti var yarım saatte.

Efendim, saat 14.00'e kadar ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 13.01

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898, 3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam)

A)    TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

C)   SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

D)    ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?..Yerini aldı.

Başkanlık temsilcisi?..Yerini aldı.

Efendim, kaldığımız yerden, Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan başlıyoruz.

İlk söz, Kilis Milletvekili Sayın Mehmet Nacar'da.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Konuşmanız 30 dakika ile sınırlıdır.

MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Bu vesileyle, muhterem heyetinizi saygıyla selamlarım.

Bu bölümde, Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde görüşlerimizi arz etmeye çalışacağım. Bütçe görüşmeleri üzerinde, mutat olduğu üzere, genel siyaset veya yapılanmayla ilgili görüşler zikredilmektedir. Ben de, Anayasa Mahkemesini ve yargıya ilişkin yapılanmaya yönelik görüşlerimizi arz etmeden önce, Anayasa Mahkemesinin bütçesi üzerinde kısaca durmak istiyorum.

1999 bütçesinde Anayasa Mahkemesinin genel ödenek toplamı 850 milyar 945 milyon Türk Lirasıdır; 2000 malî yılı bütçesinde ise, 1 trilyon 123 milyar 700 milyon Türk Lirası toplam ödenek konulmuş; 2001 yılı bütçesinde ise, 1 trilyon 481 milyar 450 milyon Türk Lirası; 2002 yılı içerisinde ise, 2 trilyon 679 milyar 500 milyon Türk Lirası toplam ödenek konulmuştur.

Yıllar içerisinde artış oranlarını değerlendirdiğimizde ise, 2000 yılı için 1999 yılına oranla yüzde 32,5 artış, 2001 yılı için 2000 yılına oranla yüzde 21,6 artış, 2002 yılı için ise, 2001 yılına oranla yüzde 80,87 artış temin edilmiştir. Ortaya çıkan bu rakamlar genel bütçe veya diğer bakanlıklar ve kurumlar nezdinde ödeneklerin oranlarıyla karşılaştırıldığında büyük bir artış olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu artışı, Yüksek Mahkeme lehinde olumlu bir kazanım olarak görmekteyiz.

Sayın milletvekilleri, yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım üzere, Anayasa Mahkemesine ilişkin getirilen eleştirilerin ve yeniden yapılanma ihtiyacının tek sebebinin, yetersiz kaynak tahsisi olmadığı anlaşılmaktadır. Yüksek Mahkemenin, diğer bakanlık ve kurumlarda olduğu gibi, dar imkânlara rağmen görevini yerine getirmeye çalıştığını görmekteyiz.

Yüksek Mahkemenin ortaya koyduğu performansın yeterli olmadığı genel kabul görmektedir. Bu kanaat, sadece görüşlerini ifade eden parti grupları tarafından değil, yargı çevreleri ve üst kurum ve kurullar tarafından da dile getirilmektedir. Öyleyse, eksiklik ve aksaklıkları tespit ile çözümleri ortaya koymanın gereği kendisini göstermektedir.

Malumunuz olduğu üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, globalleşmenin neticesi olarak yeniden yapılanmaktadır. Bu yapılanma, bakanlıklar, kurumlar, finans sektörü, reel sektör, tarım sektörü ve benzeri sektörlerde yapılmaktadır.

Bu amaçla, Yüce Meclis, bir dizi radikal ve yapıcı düzenlemeleri yapmıştır ve yapmaktadır. Yapılan düzenlemeler, sadece ekonomik sorunların düzenlenmesiyle sınırlı kalmamaktadır; kısa bir süre önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinde ilk defa, sivil anayasa değişikliğinin önemli bir adımını gerçekleştirdi; temel hak ve özgürlükleri düzenleyen 34 madde üzerinde değişiklikler yaptı.

Yüce Meclis, başta, yargının önemli bir kurumunda başkanlık yapan bir zat ve bazı kişiler "Bu Meclis, Anayasayı değiştiremez" dedikleri halde, köklü ve önemli değişiklikleri gerçekleştirdi. Ortaya çıkan olumlu sonuç, umarım, millî egemenliğe yeterince inanmayan kişilere önemli bir cevap olmuştur. Yine, millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında arayışlar içerisinde olan kişilerin beklentilerini de boşa çıkarmıştır.

Bilindiği gibi, Uzlaşma Komisyonu, anayasa değişiklikleri üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Anayasal kurumların yeniden yapılandırılması ve bu bağlamda yargı ve Anayasa Mahkemesine ilişkin olarak değişiklik çalışmaları da devam etmektedir.

Hukuk hayatımıza 1961 Anayasasıyla girmiş olan Anayasa Mahkemesi, bugünkü yapısıyla ihtiyaçlara cevap vermekte zorlanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin iş yükü diğer yargı organlarının iş yükünden daha az değildir. Yasayla belirlenmiş olan yargıya ilişkin görevler sebebiyle doğan iş yükü, Yüksek Mahkemenin hızını ve verimini düşürmektedir. Yargılamanın uzun sürede karara bağlanmaması sonucunu doğuran bu hal, haklı olarak şikâyet konusu olmaktadır. Geç verilmiş kararların gerekçelerinin uzun süre yayımlanamaması, adalete olan güveni sarsmakta ve beklenen faydayı vermemektedir. Zira, dava tarihinden beş altı yıl sonra verilmiş olan kararlara rastlamak mümkündür.

Yukarıda belirtilen aksaklıkları giderecek, Yüksek Mahkemenin yargı ve içtihat fonksiyonunu önplana çıkaracak yapılanmaya ihtiyaç vardır. Mahkemenin daha verimli olabilmesi için üye sayısının artırılması genel kabul görmektedir. Bu kabul doğrultusunda yedek üye kriterinin kaldırılarak, üye sayısının artırılması, eksiklikleri bir nebze olsun giderebilecektir.

Anayasa Mahkemesinin görevine ilişkin çeşitlilik hepimizin malumudur. Yüksek Mahkemenin kanunların ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu denetlemesinin yanında, Yüce Divan olarak ceza yargılaması görevi de bulunmaktadır. Anayasaya uygunluk denetiminin başlıbaşına bir alan olduğu düşünüldüğünde, kendi içinde görev bölümü yapmanın haklılığı daha iyi anlaşılacaktır. İhtiyaçlara cevap verebilecek işbölümü ayırımı, mahkeme içerisinde gerçekleştirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 2, 9, 36, 37, 138, 139, 140, 141, 142 ve 144 üncü maddelerinde belirtilen temel esaslar çerçevesinde, Anayasanın 146 ncı maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunla kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın ve kuruluş kanunundaki düzenlemelerin ışığında, evrensel hukuk normlarına uygun bir yapı ve yetkiyle görev yapmaktadır; ancak, Yüksek Mahkeme üyelerinin seçimi tartışma konusu olmaktadır.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminin, Anayasanın 146 ncı maddesi ve kuruluş kanununda belirtildiği üzere, Cumhurbaşkanı tarafından yapılması, tartışmanın odağını oluşturmaktadır; yargılama süjesi olabilecek makamın üyelerinin seçimi yetkisine sahip olması, yargı bağımsızlığını tehdit etmektedir. Genel kabul gören bu anlayışa uygun olarak mahkeme üyelerinin seçimi yeniden tanzim edilmelidir. Birkısım üyelerin seçimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılmalıdır.

Anayasa Mahkemesinin kararlarının temyiz kabiliyetinin olmaması sebebiyle, yeniden yapılanmada, üye seçimi ve üye sayısı artırılırken, ihtisas sahibi üyelerden müteşekkil bir düzenlemenin gerekliliği vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6 ncı maddesi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, egemenliğin Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle yürütüleceğini amirdir. Bu temel hükme bağlı olarak, Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ifade edilmektedir. Yine, Anayasanın 9 uncu maddesiyle, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmektedir.

Demokratik parlamenter rejim içerisinde kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemiş olan Anayasamız, kuvvetler arasında çatışmayı değil, uyum ve denetimi öngörmektedir.

BAŞKAN -7,5 dakikayı geçtiniz efendim.

MEHMET NACAR (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bazı kişi ve kurumların ifade ettiği gibi, kuvvetler arasında öncelik ve üstünlüğün yargı yönünde olduğu ifadelerini kabul edebilmek mümkün değildir. Zira, keskin kuvvetler ayrılığını benimsemiş olan başkanlık sisteminde dahi, en fazla, kuvvetler arasında eşitlikten söz edilebilir. Kaldı ki, parlamenter sistem içerisinde millî iradenin temsili yönünde yasama erki her zaman önde gelmektedir.

Yüce Meclis, Anayasanın belirlediği yetkiye uygun olarak hareket ederken, aksi anlayışı savunanların da anayasal yetki içerisinde olaya yaklaşmalarının gereği vardır.

Sayın milletvekilleri, Yüce Meclis yaptığı anayasa değişiklikleriyle, temel hak ve özgürlükleri genişletirken, katılımcı demokrasinin teminini amaçlamaktadır. Ülke bütünlüğünü ve ulusal birliğimizi koruyarak, çağdaş normları ve yapılanmalarıyla hukuk devletini yerleştirmeye çalışmaktadır. Yüce Meclis, bu anlayışa uygun olarak, yargıya ve Anayasa Mahkemesine ilişkin yeniden yapılanmayı, sağlayacak düzenlemeler üzerinde çalışmalarını devam ettirmektedir. Bu değişikliklerin kısa zamanda hukuk hayatımıza geçirilmesiyle birlikte, tespit edilen birçok eksikliğin giderileceği kanaatini de taşımaktayım.

Yüce Meclisin bu müspet yaklaşımıyla birlikte, Anayasa Mahkemesinin de yetki ve sorumluluğunun bilinciyle çağdaş hukuk devletinin gelişmesine büyük katkı sağlayacağına inancımız tamdır.

Anayasa Mahkemesi bütçesinin, milletimize, Meclisimize ve Yüce Mahkemeye hayırlı olmasını diler, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Van Milletvekili Sayın Ayhan Çevik'te.

Buyurun Sayın Çevik. (MHP sıralarından alkışlar)

Efendim, bu bütçeyi, yüksek iradelerinizle saat 16.15'te bitirmemiz gerekiyor ki, saat 18.00'deki açılışta ikinci tura başlayalım. Onun için, konuşmacılardan istirham ediyorum... Çaremiz yok efendim; özveride bulunacağız.

MHP GRUBU ADINA AYHAN ÇEVİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştayın 2002 yılı bütçesi hakkında, MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarihsel süreç içinde parlamentoların ortaya çıkışıyla başlayan demokratik yönetim anlayışı, büyük ölçüde, yönetenlerin her türlü işlem ve faaliyetlerinin halkın denetimine açık olması ilkesine dayanmaktadır. Demokratik yönetimlerde millet adına hareket etme yetkisi verilen parlamentolar, bu yetkileri dolayısıyla millet adına denetim yapma yetkisini de haizdirler; ancak, zaman içinde, parlamentoların bizzat denetim yapabilmesi imkânı ortadan kalkmıştır. Bunun sonucunda ise, parlamento adına denetim yapan bağımsız ve tarafsız kurumlar, yani sayıştaylar kurulmuştur. Günümüzdeki sayıştaylar, şeffaflığın sağlanmasında, hesap verme sorumluluğunun bütün boyutlarıyla işlerlik kazanmasında, hukuka uygun, hızlı, verimli ve etkili işleyen bir kamu yönetiminin oluşturulmasında yaşamsal işlevler üstlenen kurumlar olarak demokrasilerde önemli birer denge unsuru olarak kabul edilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde Fransa modeli örnek alınarak 1862 yılında kurulan Sayıştayımız, günümüzde, demokratik rejimimizin önemli ve vazgeçilmez müesseselerinden biri haline gelmiştir. Sayıştayımız, engin tarihsel mirasının verdiği avantajlardan da yararlanarak, bir yandan denetimin modernleştirilmesi yönünde adımlar atmakta, bir yandan da kamu mali yönetimindeki değişme ve yenilenme çabalarına destek vermektedir. Kuşkusuz, Yüce Meclisimiz, Sayıştayın modernizasyon yönündeki çalışmalarını yakından izlemek ve değerlendirmek durumundadır; ayrıca, Sayıştay denetiminin önündeki engellerin kaldırılması da başlıca görevlerimizden biri olmak zorundadır.

Geçen yılki konuşmamda da vurguladığım gibi, Sayıştayımızın denetim alanı, çağdaş dünyadaki benzerlerine kıyasla son derece dardır. Örneğin, sosyal güvenlik kuruluşları, özel kuruluşların büyük bir çoğunluğu, özelleştirme işlemleri Sayıştayın denetimi dışındadır. Sayıştayın 2001 yılı faaliyet raporunda, Sayıştay denetimi dışında kalan kurum ve kuruluşlar tek tek ismen gösterilmiştir. Denetim dışında kalan kurum ve kuruluşların sayıca bu denli çok oluşu, gerçekten, şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Sayıştayın denetim alanına getirilen sınırlamalar, aslında, Yüce Meclisimizin tarafsız, bağımsız ve güvenli bilgi ve değerlendirme elde etme hakkına getirilen sınırlamalar anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştayın modernizasyon kilit noktalarından birisi de, Yüce Meclisimize yönelik raporlama fonksiyonunun güçlendirilmesidir. Raporlama fonksiyonunun güçlendirilmesi, bir bakıma performans denetimlerinin yaygınlaşmasına bağlıdır. Bu bakımdan, Sayıştayımız, bir yandan eğitim çalışmalarına ara vermemeli, bir yandan da bölgesel ve uluslararası çalışmalara katılmaya devam etmelidir. Bu bağlamda, Sayıştayın, Avrupa Ülkeleri Sayıştay Organizasyonunun Çevre Denetimi Çalışma Grubunca başlatılan, gemilerin denizleri ve limanları kirletmesini önleme ve kirlilikle mücadele konulu denetime katılması pek çok bakımdan yararlı bir deneyim olmuştur. Bu denetimin sonuçlarının Yüce Meclisimizce sabırsızlıkla beklendiğini düşünüyorum.

Geçen yılki konuşmamda vurguladığım bir konuyu, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin ulusal programımızda yer aldığı için yeniden ve daha ayrıntılı dile getirme ihtiyacını duyuyorum. Kanunla, Plan ve Bütçe Komisyonuna Sayıştay raporlarını müzakere etme görevi verilmiş ise de, komisyonumuz, gerek iş yükü ve gerek çalışma temposu bakımından bu görevi layıkıyla yerine getirme imkânını bulamamaktadır. Bu nedenle, genel uygunluk bildirimleri ve eki raporlar dışında kalan Sayıştay raporlarının görüşülebilmesi için Mecliste bir özel ihtisas komisyonunun kurulması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde buna imkân veren bir düzenlemenin yapılması aciliyetini korumaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde düzenleme yapılırken, şu hususlara dikkat edilmesi yerinde olacaktır:

Genel uygunluk bildirimleri ve eki raporları dışında kalan Sayıştay raporları, sözünü ettiğim özel ihtisas komisyonunda görüşülmelidir.

Bu komisyon, Sayıştay raporlarının incelenmesine ilaveten, genel olarak, kamu sektörüyle ilgili araştırma ve inceleme yapma ve yaptırma yetkisini haiz olmalıdır.

Özel ihtisas komisyonu, hükümet politikalarına ve bu politikaların yerindeliğine karışmamalı, hükümet politikalarının ve programlarının sağlam bir malî yönetim çerçevesinde, verimli, etkin ve tutumlu tarzda uygulanmalarını sağlamak suretiyle, politikanın nasıl yürütüldüğüyle ilgilenmelidir.

Komisyon, görevlerini, parti tarafı tutmayan bir tarzda yerine getirmelidir.

Komisyon oturumları, millî güvenlik ve ticarî sırlar dışında, kamuoyuna ve dolayısıyla, basın mensuplarına açık olmalıdır.

Komisyon, Sayıştay Başkanıyla görüşerek, Parlamento çalışma döneminin başlamasından sonra, mümkün olan en kısa zamanda bir faaliyet programını kabul etmelidir.

Sayıştay raporlarının komisyonda görüşülmesine geçilmeden önce, komisyon üyelerinin Sayıştay tarafından brife edilmesi, komisyon raporlarının hazırlanmasına Sayıştayın katkıda bulunması sağlanmalıdır.

Komisyon oturumlarında, Sayıştayın, başkan ve üst kademe yetkililer düzeyinde temsil edilmesi sağlanmalıdır. Komisyon oturumlarında, raporun ilgili olduğu bakanlığın veya kuruluşun, bakan dışındaki en üst düzey görevlisi bulunmalı, gerekli açıklamaları yapmalı ve sorulara yanıt vermelidir. Ayrıca, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından da üst düzey yetkililer komisyon toplantılarına katılmalı ve gerektiğinde görüş bildirmelidir.

Komisyon, incelemeleri sırasında, bütün malî bilgilere ve diğer dokümanlara erişme hakkına sahip olmalı, gerekli gördüğü kişileri tanık olarak çağırmaya, gerekli kişilerden ve kurumlardan rapor istemeye yetkili olabilmelidir.

Komisyon çalışmaları düzenli aralıklarla yapılmalı ve komisyon, bu çalışmalar sırasında, altkomisyonlar veya çalışma grupları oluşturulabilmelidir.

Komisyon raporlarındaki tavsiyelerin ilgili bakanlık ve kuruluşlar tarafından yerine getirilip getirilmediğinin komisyonca izlenmesine ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine duyurulmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştayın yeni hizmet binasının geçici kabulünün yapılmış olduğunu öğrenmekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Sayıştayımızın daha rahat bir çalışma mekânında, daha verimli, yararlı hizmet vereceğine inanıyor ve bu mekânın hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyorum.

Bu düşüncelerle, Sayıştayın 2002 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çevik, teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Nazif Okumuş'ta.

Sayın Okumuş, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı 2002 yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Ancak, toplam süremin 10 dakika olduğunu hatırlatarak, bu üç kurumumuzun bütçesini de bu çerçevede düşüncelerimizi özetle paylaşmamız gerektiğini, sizlere bu konuları aktarırken zaman sürecini dikkate almanızı istirham ediyor ve sözlerime başlıyorum.

Değerli arkadaşlar, içinde yer aldığımız ve mensubu bulunmakla şeref duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi, hepimizin bildiği gibi, Kurtuluş Savaşı kazanan ve bir milletin yeniden bağımsızlık ve egemenliğini ilan ederek cumhuriyeti kuran bir meclistir. Şehitleri ve gazileriyle dikkat çeken, dünyadaki diğer parlamentolardan çok farklı bir zeminde ve yapıda, en önemlisi de inanç ve kararlılıkla kurulmuş bir meclistir. Dolayısıyla, Büyük Atatürk'ün kurduğu ve "en büyük eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurunu ve itibarını yıpratmayıp korumak zorunda olduğumuz inancıyla, bu Yüce Meclisi kuran, bu Mecliste görev yapan, başta Büyük Atatürk olmak üzere, Yüce Türk Milletinin değerli evlatlarını ve büyüklerimizi, rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.

Ve hepimiz biliyoruz ki, milletin temsil edildiği, millet iradesinin yansıtıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet adına, yasama görevi ile denetim görevlerini yapar. Millet ve ülke için yararlı gördüğü kanunları, tabiî ki, Anayasaya uygun gördüğü ve uygun olması şartıyla çıkarır, değiştirir, gerektiğinde de kaldırır. Hepimizin şahsında, 65 milyon Türk ve Türk İslam dünyasının kalbi, aynı zamanda, burada atar. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre zaman zaman tartışmaların merkezini teşkil eden, bugün olduğu gibi, itibarı, hesapla veya iyi niyetlerle gündeme getirilen Meclisin varlığı, Yüce Atatürk'ün 23 Nisan 1920'de bu Meclisi açarken söylediklerinde ifadesini bulur. Atatürk'e göre, Meclisin varlığı, her şeyden önce, sorumluluk ve meşruluk esaslarının, milletçe itibar ve saygı gösterilmesinin şart sayıldığının bir delilidir; yani, Meclisin varlık sebebinin, milletçe itibar ve saygı görmesi şartına bağlanması çok önemlidir ve demokratik düşüncenin millet iradesine yansımasının en büyük delilidir.

İşte, bu Meclisimizin 2002 yılı bütçesi, esas itibariyle, çok önemli bir tasarruf bütçesidir. Bazı çevreler, buradaki birtakım harcamaları ısrarla farklı göstermeye çalışsa da, Meclisimizdeki harcamaların tamamına yakını milletimiz içindir. Yurdun dört bir yanından her gün binlerce vatandaşımızın âdeta akın ettiği Meclis, aynı zamanda derman kapısı olmuştur. Bulundukları ve yaşadıkları yerlerde dertlerini çözemeyenler, hak ve hukuklarının çiğnendiği veya zedelendiğine inananlar, iş arayanlar, hastalarının ve hastalıklarının tedavisi için çırpınanlar hep Meclisteler. Belediye başkanları, muhtarlar, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, çözüm için, hep Meclise geliyorlar. Sonuç alıyor veya alamıyorlar; ama, yıllardır devran böyle dönüyor. Bu devran herkesi yoruyor, herkesi bıktırıyor, herkesi üzüyor. Vatandaş da, milletvekili de aynı şeyi düşünüyor. Neticede, iş, dönüp dolaşıp sisteme geliyor. Sistem kökten değişmedikçe, devletimiz sağlıklı bir sosyal devlet yapısı oluşturmadıkça, problem görülmeyecek şeyler bile Ankara'dan çözülmeye çalışılacaktır. Bu konuda, vatandaş milletvekiline, milletvekili de bakana veya bürokrata rica minnet edecektir. Onun için, ilk Meclisimizden sonra çokpartili siyasî hayatımızın en yüksek, en tempolu, en üretken, en aktif parlamentosunu oluşturan bugünkü 21 inci Dönem Parlamentosu, bu temposunu inşallah devam ettirecektir ve reform niteliğindeki yasal ve anayasal değişikliklerle, Meclis, üzerine düşeni yaparken, Türk Milletini de çağdaş yapıya kavuşturacak zemini oluşturacaktır.

Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı da, hepimizin bildiği gibi, parlamenter sistemin hakem kurumudur. Devletimizin başı Cumhurbaşkanıdır. 1982 Anayasasıyla, yürütmenin başı olarak da görev yapmaktadır. Cumhurbaşkanlığı makamının kurumsal statüsüyle ilgili düşünceler öteden beri tartışılmaktadır. Bu tartışmalara,farklı düşüncelerle sayın cumhurbaşkanları da katılmışlardır. Önceki iki cumhurbaşkanının aksine, Yüce Parlamentonun seçtiği mevcut Sayın Cumhurbaşkanı,özellikle yetki, görev ve sorumluluk açısından diğerlerinden çok farklı düşünce tavır ve anlayışa sahip olduğunu her fırsatta sergilemektedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başındaki insanın adı Cumhurbaşkanıdır; yani, devlet başkanı değildir. Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan bir kişi olarak, cumhurun, yani milletin başıdır. Siyasetten gelen önceki iki cumhurbaşkanı, halkın geniş kitleleriyle kucaklaşan, onlarla bütünleşen, onlarla bire bir siyaset iradesi ortaya koyan bir görüntü vermişlerdi. Şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı ise, hepimizin oylarıyla seçtiğimiz Sayın Cumhurbaşkanı ise, çok daha farklı bir profil ortaya koyuyor;mütevazı kişiliğiyle dikkat çekiyor, ülkenin geçtiği ekonomik ve sosyal durumu, tabloyu dikkate alarak, daha mütevazı bir anlayış içerisinde çalışmalarını sürdürüyor. Ancak, bu mütevazı davranış ve çalışmalar, acaba, milletimiz kadar, Türkiye'yi de yakından izleyen dış dünyada ne derece etkili oluyor?

Sayın Cumhurbaşkanı, bu mütevazı kişiliğinin, profilinin yanı sıra, danışmanlarını da sanki halka mesafeli bürokratlardan seçen, kadrolardan seçen bir kişiliğe sahip görüntüsü veriyor. Bir cumhurbaşkanının, halka mesafeli duran bürokratlarla danışman kadrosu anlayışı içerisinde çalışmasının ne kadar sıkıntılı olduğunu, Yüce Mecliste yerini alan bütün siyasî partilerimizin sayın temsilcileri, üye arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız takdir edeceklerdir; yani, Türkiye gibi bir ülkede, Türkiye gibi Türk İslam coğrafyasında temayüz etmiş bir ülkede, ramazan sofrasını problem etmek, Sayın Cumhurbaşkanı için, en azından bir lükstür diye  düşünüyorum. Amerika'da bu kompleks taşınmazken, Türk Devletinin Cumhurbaşkanının, ramazan sofrasını, isterse tasarruf anlayışı içerisinde isterse farklı bir anlayış içerisinde değerlendirerek, bununla ilgili, kamuoyu önünde yorum yapmasını, en iyimser ifadeyle, üzücü buluyorum. (MHP, DYP ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) İnanıyorum ki, Meclis de bunu üzücü buluyor.

Dolayısıyla, aziz arkadaşlar, umut ediyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı, milletin temel değer ve inançlarını da dikkate alır, ülkenin geçtiği ekonomik ve sosyal süreç kadar bunları da dikkatle değerlendirerek, cumhurbaşkanı sıfatına layık işleri daha kolektif anlayış içerisinde hayata geçirir.

Değerli arkadaşlar, Saadet Partisinden Sayın Bahri Zengin'in de, benden önce, sabahki oturumda ifade ettiği gibi, 1924 Anayasası, Parlamentoyu, Türkiye Büyük Millet Meclisini milletin tek temsil yeri olarak tanımlamış ve millet adına egemenliği kullanma yetkisini doğrudan Meclise vermişti; ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarında, bu ilke, bilindiği üzere, değiştirildi; her iki Anayasayla, Meclise, bürokratik kurumlar ilave edildi.

Bugün, Sayın Cumhurbaşkanının da, bu çerçevede, bazı düşüncelerini kamuoyuyla paylaştığını biliyoruz ve bundan memnun oluyoruz. Doğrusu, anayasalar, getirdikleri sistemle demokratikliklerini sergilerler. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı makamı da, bürokratik kuşatmadan tamamen arındırılmalıdır; Sayın Cumhurbaşkanının da bu konudaki düşüncelerini ilgiyle yakından takip ediyor ve destek veriyoruz.

Muhterem arkadaşlar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu konusundaki düşüncelerimi de özetle aktararak sizlerle paylaşmak istiyorum. Son zamanlarda daha yoğun ve daha manipülasyonlara açık tartışma, haber programlarla gündemde olan radyo-tv yayıncılığıyla ilgili söylenecek çok şey var. 21 inci Asrın iletişimdeki müthiş gelişimi bizi ne kadar heyecanlandırıyorsa, ülkemizdeki yayın anlayışı da maalesef o kadar üzüyor. Tabiî ki, ekranların karartılmasını, mikrofonların susturulmasını, Yüce Mecliste milletin temsilcisi olan bizler, hiçbirimiz istemeyiz; ancak, RTÜK'ün bir nebze olsun kontrol altında tutup, toplumun sosyal dokusunu, kişi hak ve özgürlüklerini dikkate almaya çalıştığı bir süreçte, dikkat edilmesi ve gereği yerine getirilmesi gereken şeyler var; bunları da televizyonlarımız ve radyolarımız yapmalıdır. Geçici yayın durdurma kararlarıyla ilgili yargı sürecinin hızlandırılması için gerekli kanunî düzenlemeler bu Mecliste yapılmalıdır. Bu konuda RTÜK yönetiminin talepleri oldukça önemlidir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Denetimden sonra, RTÜK'ün en önemli görevlerinden olan ihaleler de, maalesef hâlâ yapılamadı; yani, yayın kuruluşlarına frekansları tahsis edilemedi. 1997 yılından beri iptal edilen, şimdilerde ise yürütmeyi durdurma kararları sebebiyle yapılamayan bu ihaleler yüzünden, kamu zararı, Türk Milletinin zararı, Türk Devletinin zararı yüzlerce trilyon liraya ulaştı. Kanal ve televizyonlar, devletin, dolayısıyla halkın malı olan bu değerleri bedelsiz şekilde kullanmayı sürdürüyor. Bu ihaleler yapılsa, RTÜK, yayın ilkelerine uymayan tv ve radyolara geçici yayın durdurma cezaları yerine, yayın ihlalini alışkanlığa dönüştürenlerin yayın lisanslarını tümüyle iptal de edebilecektir. Bu kuruluşların büyük paralarla el değiştirmesi de önlenecektir. Biliyorum ki, bunları hepimiz paylaşıyoruz, bu konuda titizliğimiz var; ama, Türkiye, televizyon ve radyo kanallarından yayılan müthiş bir sahipsizlikle, müthiş bir deformasyonun, müthiş bir kültür deformasyonunun müthiş bir ahlakî deformasyonun içerisine giriyor. Bunları, RTÜK Yönetim Kurulu üyeleri ve Başkanından en ücra noktasındaki elemanına kadar ifade ediyor. Yüce Meclis, bu konuyu en kısa zamanda dikkate alacaktır inancıyla, kurumlarımızın 2002 malî yılı bütçelerinin hayırlı, uğurlu olmasını, ülkemize de saadet ve selamet getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Amin Sayın Okumuş. Elbirliğiyle getireceğiz, elbirliğiyle...

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Bravo Sayın Hatiboğlu!

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Sizin iktidarınız Saadet iktidarını getirecektir. Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisinde.

İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Baş; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Efendim, grupların süresi 30 dakika, kendi aranızda süreyi paylaşın.

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi hakkında AK Parti Grubu ve şahsî görüşlerimi belirtmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yüce Meclisimizin bütçesini görüşürken, sözlerime başlamadan, bu gazi Meclisimizde hizmet yapmış ve vefat etmiş, bugün aramızda olmayanlara Allah'tan rahmet niyaz ediyorum ve şu anda sağ olanlara da sıhhat, afiyet temenni ediyorum.

Meclisimiz, Yüce Meclistir, İstiklal Harbini yapan meclistir, Kurtuluş Savaşını yapan Meclistir ve Mustafa Kemal Atatürk'ün "en büyük eserim" demiş olduğu kurumdur. Bununla birlikte, son yıllarda, maalesef, Türkiye'de en çok saldırıya uğrayan, en çok tenkit edilen, en çok kurum ve üyelerine iftira edilen ve istihza edilen bir müessesedir.

Aslında, halkın en kolay ulaşabildiği yer Parlamentodur. Her gün onbinin üzerinde insan Parlamentoya geliyor, derdini anlatıyor; kâh çözüm bulabiliyor, kâh bulamıyor; ama, Parlamentoya gelip, seçmiş olduğu vekilleriyle istediği gibi konuşabiliyor. Sadece Parlamentoda değil, sokakta, pazarda, kahvede, otobüste, karşılaştığı her yerde, seçmiş oldukları vekille, aralarında hiçbir mesafe olmadan rahatlıkla konuşabilmektedir ve telefon açtığı zaman da, çoğu zaman ulaşabilmektedir. Başka bir kurum ve milletvekilleri gibi herhangi görevde bulunan, Türkiye'de, bir kesimle halkın bu kadar haşır neşir olması kolay ulaşabilmesi mümkün değildir, gözükmüyor.

Türkiye, demokrasiyi ve cumhuriyeti sistem olarak, rejim olarak seçmiştir. Demokrasi, cumhuriyet, halkın kendi kendisini idare etmesidir. Egemenlik, yalnız halka mahsustur, millete mahsustur, millete aittir. Nitekim, Meclisin kuruluşundan itibaren Divanın arkasındaki duvarda "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi hep var olmuştur, hep bulunmuştur. Sadece Meclisimizin duvarında bu cümle yazılı olarak kalmamış, Türkiye'de, söz söyleyen, konuşan herkesin de ağzında olmuştur; aydının ağzında olmuştur, elitin ağzında olmuştur, siyasetçinin ağzında olmuştur, halkın ağzında olmuştur; yani, herkes, söylemde bu söze sahip çıkmıştır; fakat, fiiliyatta ise, uygulamada ise, maalesef, bu, böyle olmamaktadır.

Burada bahsedildi; özellikle 1924 Anayasası, 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir", "Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin tek ve hakikî temsilcisi olarak, millet adına egemenlik hakkını kullanır" ifadeleri yer almaktadır.

Bu maddelerde: Bir, milletin tek ve hakiki temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir. İki, millet adına egemenlik hakkını yüklenmek ve kullanmak yetkisi, sadece ve sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Bu iki husus, altı çizilerek, 1924 Anayasasında ifade edilmiştir. Aslında, o dönemde, cumhuriyetle idare edilen bütün ülkelerin anayasalarında da bu vardı. Nitekim, biz de, cumhuriyetin temel karakteri olan bu özelliği almışız, Anayasamıza yazmışız, Anayasamıza derc etmişiz.

İkinci Cihan Harbinden sonra ise, siyasal sistem ve düşüncelerde önemli değişmeler oldu; birey öne çıkmaya başladı, bireyin hakkı, bireyin egemenliği öne çıkmaya başladı; egemenlik, daha çok, bireyin bir hakkı olarak anlaşılmaya başlandı. Devlet, sadece ve sadece, ortak hizmetleri yürüten bir kurum olarak anlaşılmaya başlandı; devlet, ortak hizmetleri yürüten, buyurgan gücü sınırlı bir kurum, bir müessese, bir hizmet anlayışı olarak ifade edilmeye başlandı. Biz, İkinci Cihan Harbinden sonra, demokrasilerde ve Batı'daki bu gelişmeleri, maalesef, kendi ülkemize, kendi anayasalarımıza transfer edemedik; yani yazamadık, kendimiz sahiplenemedik. Sahiplenmek bir tarafa, tam tersi oldu; 1924 Anayasasındaki millete ait olan ve milletin ancak Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla, yetkisini devrederek kullanabildiği egemenlik hakları, 1961 Anayasası ve 1982 Anayasasıyla "Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır" şeklinde, 6 ncı maddeyle değiştirildi. Bu, aslında, çok önemli bir husustur. Meclisin duvarındaki cümleyi değiştirmedik; ama, Anayasayı değiştirerek, milletin, egemenlik hakkını sadece Büyük Millet Meclisi eliyle kullanması mümkünken, başka anayasal organlarla bu egemenlik haklarını kullanır hale ülkeyi, sistemi getirdik. Nitekim, sadece egemenlik haklarının dağıtılması değil, Parlamentonun daha üzerinde, âdeta Parlamentoyu denetleyen müesseseler bile oluşturduk. Bunun yanında, Parlamento, bu kurumları maalesef denetleyememiştir. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, YÖK ve üniversitelerdeki durumları, iddiaları araştırmak üzere bir komisyon kurulmuştur; 7 tane araştırma önergesi verilmiştir, bu önergeler birleştirilerek bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon uzun bir çalışma yapmıştır, yaklaşık 30 000 sayfanın üzerinde evrakı incelemiştir ve 392 sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Bu komisyonun hazırlamış olduğu raporda, YÖK Başkanı Sayın Kemal Alemdaroğlu hakkında, 7 konuda, görevini ihmalden suç duyurusunda bulunulmuş, İstanbul Üniversitesi Rektörü hakkında da 5 konuda suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu rapor, Temmuz 2000 tarihinde Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslim edilmiş olmasına rağmen, aradan tam onyedi ay geçmiştir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde görüşülememektedir. YÖK raporunun Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde görüşülememesinin sebebini bütün üye arkadaşlarımız herhalde biliyorlar; hangi baskılarla, dışarıdan hangi kulislerle, bitmiş bir raporun Büyük Millet Meclisinde görüşülemediğini, bütün arkadaşlarımız gayet iyi biliyorlar. Kaldı ki, araştırma komisyonları kurulabiliyor, araştırma raporları da yazılıyor; ama, bunların hiçbirinin yaptırım gücü, maalesef ve maalesef yoktur; çünkü, bu anayasal kurumlar, Anayasanın bizzat dokunulmazlık zırhı altında,  millete rağmen, halka rağmen icraat ve faaliyet yapabilmektedirler. Milletvekilleri de bunları hesaba çekememektedir, bunlar hakkında yeterli bilgileri toplayamamaktadır.

Değerli kardeşlerim, demokrasilerde, milletin emrinde Meclis, Meclisin emrinde hükümet... Bizim Büyük Millet Meclisi Başkanımızın protokoldeki numarası 2'dir; ama, gel gör ki, yakın tarihte, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümetlerin bir onay makamı halinde çalıştırılmaktadır; âdeta, hükümetin emrinde bir Meclis görüntüsü vermektedir. Bunun birçok örneğini görebiliriz. Mesela, hükümetten gelen kanun tasarıları 21 inci Dönemde 640 tanedir; bunların 337 tanesi kanunlaşmıştır, 130 tanesi komisyonlarda görüşülmektedir, 140 tanesi de komisyonlarda görüşülüp Genel Kurulun gündemine inmiştir. Milletvekillerinin vermiş olduğu kanun teklifleri 838 tanedir. 21 inci Dönemde bunlardan sadece ve sadece 66 tanesi görüşülebilmiştir, kanunlaşmıştır. Bu 66'nın da çoğu, sayın liderlerin veya grup başkanvekillerinin birlikte vermiş oldukları kanun teklifleridir. Hele bir muhalefet partisi milletvekiliyseniz, bir dönem, iki dönem, üç dönem mebusluk yapsanız, ne kadar haklı da olsanız, bir kanunu Parlamentodan geçirmeniz mümkün değildir; ancak, 37 nci maddeye göre komisyonda bekler, bekler, bekler, ele alınmaz. Hükümet, komisyonda komisyon başkanı ele almaz. Sonunda, siz, 37 nci maddeye göre buraya getirirsiniz. Beş dakika bir söz hakkınız vardır. Genel Kurulun oyuyla gündeme alınır, en iyi şartlarda gündeme alınır ve orada kalır; yani, Parlamento, Meclis, âdeta, hükümetin emrinde, hükümetin getirmiş olduğu teklifleri onaylayan bir kurum olarak çalıştırılmaktadır. Demokrasilerde bunun böyle olmaması lazım.

Denetlemeyle ilgili de şunu söyleyebilirim: 1 646 tane sözlü sorudan şu ana kadar 347 tanesi ancak cevaplandırılabilmiştir. Bir sözlü sorunun cevaplama süresi ortalama 171 gündür, bir yazılı sorunun da cevaplama süresi ortalama 40 gündür. Bu düzenlemeleri, hep birlikte, inşallah, temenni ediyorum ki, demokratikleştiririz, düzeltiriz.

Bütçemizin Meclisimize hayırlı olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baş.

Sayın Ahmet Derin, hoş geldiniz aramıza; tekrar geçmiş olsun.

Saygılar efendim.

AHMET DERİN (Kütahya) - Sağ olun.

İkinci söz, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'da.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu adına, Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinize sevgi, saygı, barış, mutluluk dileklerimi arz ederim.

Değerli milletvekilleri, nerede bir devlet varsa, orada bir devlet başkanı var. Devlet başkanlığı, devlet kadar eski bir kurum. Türk Milleti, tarih boyunca hiçbir zaman devletsiz ve dolayısıyla, başsız kalmamıştır ve ilelebet kalmayacaktır; bu, onun en önemli vasfıdır.

Devlet başkanı, sistemlerine göre çeşitli isimler alır. Cumhuriyetlerde genel olarak "cumhurbaşkanı" denilmektedir. AK Parti, Türk Milletinin en önemli yönetim kazanımının cumhuriyet olduğuna inanır. AK Parti, Türk Milletinin ülkesi ve devletiyle bölünmez bütünlüğünü savunur. Geçmişten gelen değerlerimizi koruyarak, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta, onu geçmek için, Anayasa başta olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle imzaladığımız evrensel metinleri ve kabulleri kendi siyasî hayatının zemini kabul eder. Daha büyük bir birlik yaratmak için, adalet ve kalkınmayı sağlamak için, özgürlüklerin nimetlerinden herkesin yararlanması için mücadele ediyoruz. Bu mücadelenin en önemli vasıtalarından biri de bütçelerdir.

21 inci Yüzyılın birinci bütçesinin bir iflasla sonuçlandığını gördük. Şimdi, ikinci bütçesini yapıyoruz; bunda da mukadderat aynı. Bu bütçede Cumhurbaşkanlığı bütçesinin 18 trilyon 850 milyara bağlandığını görüyoruz ve Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan bu bütçede, geçen yıl olduğu gibi, ülkemizin içinde bulunduğu durum, uygulanan istikrar programı, verimlilik ve tutumluluk ilkelerinin gözönünde tutulduğunu ve teklifin, Plan ve Bütçe Komisyonunda aynen kabul edildiğini görüyoruz.

Cumhurbaşkanı, bilindiği üzere devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Yasama, yürütme ve yargıyla ilgili olan görevlerinin yanı sıra, en önemli görevlerinden birisi de, Devlet Denetleme Kurulunu çalıştırmaktır; yönetimin, hukuka uygun, düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesini ve gelişmesini sağlamaktır ve isteği üzerine, silahlı kuvvetler ve yargı organları dışında, her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapar.

Sayın Cumhurbaşkanı, göreve başladığı günden kasım sonuna kadar, 154 yasanın 147'sini imzalamış; yayımlanmak üzere Resmî Gazeteye göndermiştir. 5 yasa, bir kez daha görüşülmek üzere bize geri geldi. Bunlardan birisi de 4610 sayıyla gönderilen erteleme yasasıydı. Meclis ısrar etti ve Anayasa Mahkemesi, Meclisin kararını, kanunu, Anayasaya aykırı buldu. Cumhurbaşkanı, hukuka uygunluğu gözetmeyecek de ne yapacaktı?!

Diğer iade edilen yasalar yine gündemimizde: RTÜK, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri, Tütün, Devlet Güvenlik Mahkemeleri. Bunların mukadderatları da, ısrar edersek, diğerleri gibi olacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanı, kanun hükmünde kararnameler itibariyle, 7 kanun hükmünde kararnameyi hükümete iade etti. Bunlardan 2 tanesi, Dahiliye Memurları Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili olandı ve burada, Bakanlar Kurulunun, hükümetin, apaçık, hukuka, Anayasaya ve Meclisin yetkilerine tecavüz eden bir tasarrufu söz konusuydu. Meclis Başkanı, nedense, Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmadı; ama, boşluğu Sayın Cumhurbaşkanı doldurdu.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanının bu görevlerinin dışında, vatandaşlarımızın dilekçeyle Cumhurbaşkanına fevkalade yüksek sayıda başvurduğunu görüyoruz. Kasım sonu itibariyle 100 026 başvuru var. Aynı süreler içerisinde hükümete yapılan başvuru, tüm bakanlar dahil, bakanlıklar dahil 71 348. Halk kime güveniyor?..

100 000 başvurunun 26 000'i iş isteği ve para yardımı, 20 000'i çalışanların ve emeklilerin kişisel sorunları, yerel yönetimlerden -hükümetten ümidi kesmiş- 15 000 başvuru var, eğitim, kültür, yargı konuları ve diğerleri. Türk Milleti, devletin başına, Cumhurbaşkanına güvenir, inanır ve bu rakamlar, o güvenin, o inancın sonucudur.

İkinci Anayasa paketi geliyor. Birinci pakette ağırlık, bireyin etkin hak öznesi olmasıydı. İkinci pakette ise, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, yürütme ve yargı var. Bu vesileyle, Türkiye'de başkanlık sistemi tartışılabilecektir. Türkiye'de Cumhurbaşkanının seçilme yeterliliği, yaşı, öğrenim şartları, seçim usulü, Parlamento tarafından mı, yoksa halk tarafından mı seçilmesi, tekrar seçilebilirliği tartışılacaktır.

5 olsun, ama, bir defa olsun. Buna "bir defa olsun" diyor Sayın Cumhurbaşkanı "iki defa olmasına karşıyım" diyor. Burada, bunu yaşayarak gördüm. Bu makamda oturan kişi, kendisini seçene borçlu olmamalı. Bir bakan demediler mi: Seni biz seçtik, halk seçmedi." Halk seçmedi diyen bakan, halkın Cumhurbaşkanına başvurularını dikkate alsın, hükümet de bunu dikkate alsın.

Bizim, şüphesiz ki, Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili olarak, devlet başkanları hakkında bir temel kanuna ihtiyacımız var. Bu kanunda Cumhurbaşkanının görev ve yetkileriyle, yasamayla olan ilişkileri, yürütmeyle olan ilişkileri ve diğer konulardaki ilişkileri gözden geçirilebilecektir.

Değerli milletvekilleri, cumhurbaşkanı ile hükümetin çatışması olağan hadiselerdir; ama, hükümet bunu nedense büyütüyor. Büyütmesinin nedeni, hükümetin öteden beri keyfiliği kendisine esas almasıdır. Cumhurbaşkanının Türkiye'ye ve dünyaya verdiği mesaj, hukuka uygunluktur, hukuk devletidir, hukukun üstünlüğüdür. Bunun maliyeti fevkalade yüksektir; ama, anlayanlara.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, ben teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, son söz Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut'un. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz tam kaldı efendim.

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA SADIK YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay bütçeleri üzerinde konuşmak üzere, AK Parti Grubu adına, söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime, Frederic Bastiat'ın hukuk tanımıyla başlamak istiyorum. "Hukuk, adaletsizliği engellemek için örgütlenmiş ortak bir güçtür." Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, demokratik devlet düzeninin vazgeçilmez ilkeleridir. Hukukun üstünlüğü, yasama, yürütme ve yargı erklerinin hukuka bağlı olmasıdır. Yasama, yürütme ve yargı hukuka bağlı olmadığı sürece, demokratik devlet bir hayalden öteye gidemez.

Kısa zaman önce, Yüce Meclisimiz, 12 Eylül yasaları hakkında Anayasa yargısı yolunu açarak çok önemli bir adım atmıştır. Ne var ki, halen ülkemizde, yasama, yürütme ve yargı erklerinin hukuka bağlı olmadığı bir gerçektir.

Değerli milletvekilleri, bireylere hukukî güvenlik sağlanması için, hukuku en üstün güç haline getirmek mecburiyetindeyiz. Zira, milletlerin ve devletlerin bekası için, halkın, adaletin sağlanacağına ilişkin inancının güçlü olması gerekmektedir. Halkın devlet tarafından adaletin sağlanacağına ilişkin inancı sarsılmış ise, o devletin bekası mümkün değildir. Nitekim, Osmanlı Devletinin çöküşünün en önemli amili, halkın adaletin gerçekleştirileceğine ilişkin inancının sarsılmış olmasıdır.

Sayın milletvekilleri, en önemli meselemiz, hukukî güvenliğin sağlanmasıdır. Yargıç bağımsızlığının ve güvenliğinin sağlanamadığı, yargıçların herhangi bir devlet memuru kabul edildiği, mahkemelerin tasarruf tedbirleri kıskacında kaldığı, bazı idarî işlemlerin yargı denetiminden uzak olduğu, her fırsatta yargının devre dışı bırakılmak istenildiği, vatandaşlar için yargı yoluna başvurmanın pahalı, meşakkatli, maceralı ve uzun olduğu, yargıçların ağır iş yükü altında bunaldığı, hemen hemen her işletmede dahi bulunan teknolojik donanımın yargı organı için sağlanamadığı ve en önemlisi, hukukun ayak bağı olarak görüldüğü ülkemizde, maalesef, hukukun üstünlüğünden ve hukukî güvenlikten bahsetmek mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, 23 Nisan 1920'de yola çıkarken temel amacımız, demokrasi, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve nihayet, hukukî güvenlik değil miydi?! Biz, o günden bu güne, maalesef, çok fazla yol alamadık. Anayasa yargısı, kanunların Anayasaya uygunluk denetimi, 1961 Anayasasıyla, bugün bütçesini görüştüğümüz Anayasa Mahkemesinin kurulmasıyla sistemimize kazandırılmıştır. Ne var ki, o günden bu güne kadar geçen kırk yılda anayasa yargısı konusunda da çağın gereklerinin gerisinde bulunmaktayız. Anayasa yargısını çağın gereklerine uygun hale getirebilmek için, Anayasa Mahkemesinin teşkilatlanması, görev ve yetkileri; Anayasa Mahkemesine başvuru yolları; Anayasa Mahkemesi kararlarının niteliği ve sonuçları yeniden düzenlenmelidir.

Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi 11 asil, 4 yedek üyeden oluşmaktadır. Tek heyetten oluşan bu teşkilatlanma, artık, anayasa yargısına yüklenen çağdaş misyonu kaldıramamaktadır. Bu sebeple de, Anayasa Mahkemesinde işler yavaş yürümektedir; oysa, adaletin gecikmesi, adaletsizliktir.

Anayasa Mahkemesine başvuru yolları da, bireylerin doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesine başvurusuna imkân sağlanacak şekilde genişletilmelidir. Mevcut Anayasamıza göre, Anayasa Mahkemesine başvuru yolları, iptal davası ve itiraz yollarından ibarettir; ancak, bireylerin Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya başvurmasına imkân sağlanmalıdır. Böylece, özellikle, temel hak ya da hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasında olan her birey, Anayasa Mahkemesi nezdinde hak arama imkânına kavuşturulmuş olacaktır.

Anayasa Mahkemesinin asıl misyonu, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. O halde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri, bu asıl misyon çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.

Anayasa Mahkemesi kararları, gerekçeli kararın Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesinden itibaren geçerli olmaktadır. Ne var ki, mevcut yapı içerisinde kararların yürürlüğe girmesi, altı ay, bir yıl gibi gecikebilmektedir. Elbette ki, Anayasa Mahkemesinin kararları, gerekçeli olması, keyfiliği önlemesi bakımından hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir; ancak, Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasaya aykırı olduğu tespit edilen bir kanunun, gerekçeli karar geciktiği için bir süre daha yürürlükte kalması da, hem hukuk devleti ilkesiyle hem anayasanın üstünlüğü ilkesiyle hem de anayasanın bağlayıcılığı ilkesiyle çelişmektedir. Bu gecikme, maalesef, iktidarlar tarafından da kötüye kullanılabilmektedir. Nitekim, bu gecikmenin kötüye kullanıldığına hepimiz şahit olmaktayız.

Anayasa Mahkemesinin, Meclise yeni düzenleme yapma imkânı sağlamak için, yürürlüğü ertelediği haller dışında, Mahkemenin iptal kararını ilan ettiği tarihten itibaren etkilerini doğuracağı yeni bir düzenleme yapılmalı ve Mahkemenin iş yüküyle orantılı teşkilatlanması sağlanarak, gerekçeli kararların yazılmasındaki gecikmeler önlenmelidir.

Yüce Meclise sunulan Anayasa Mahkemesi bütçesini esefle karşıladığımı ifade etmek istiyorum. Görüyoruz ki, tasarruf tedbirleri mantığıyla hazırlanmış, kısıtlanmış, imkânsızlık bütçesiyle karşı karşıyayız. Yargının bağımsızlığı ilkesinin temel gerekçelerinden biri de, yargının üzerindeki bütçe ve maaş kılıcının kaldırılmasıdır. Seksen yıllık hedefimiz olan çağdaş uygarlık düzeyi, artık, yargıçlarını ve mahkemelerini, iktidarın bütçe ve maaş makasından kurtarmayı gerektirmektedir. İktidar, beceriksiz politikalarıyla, ülkeyi krizden krize sürüklediği gibi, Anayasa Mahkemesini de, herhangi bir kamu kuruluşu olarak kabul edip, kriz bütçesi, tasarruf bütçesi uygulamaktadır.

Değerli arkadaşlarım, iktidarın bütçesini kısmasından endişe eden yargı bağımsız olamaz. İktidarın, elindeki bu Demokles kılıcını yargının üzerinde sallamasına izin vermemeliyiz. Bu ülkede, yargının imkânları, hiç olmazsa, batık durumdaki bankaların imkânları kadar geniş; yargıçların gelirleri, bu bankaları batıranların, bankaları tasfiye etmeyi bile beceremeyenlerin gelirleri kadar yüksek olmadıkça, hukukun üstünlüğünden bahsedilemez.

Bu duygu ve düşüncelerle, Anayasa Mahkemesinin değerli üyeleri ve çalışanlarına, bu bütçeyle, kolaylıklar diliyorum.

Sayıştay, Anayasanın 160 ıncı maddesinde belirtildiği üzere, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlemlerini yapmakla görevlidir. Buna göre, Yasama Organı, yürütme organının malî işlemlerini, bağımsız, tarafsız ve uzman bir kuruluş olan Sayıştay eliyle denetlemektedir. Ancak, Anayasanın bu hükmüne aykırı olarak, Sayıştay denetimini önleyici bazı hükümler çeşitli yasalarda yer alabilmektedir. KİT'ler, tamamen, Sayıştay denetimi dışındadır. 1999 yılında meydana gelen deprem nedeniyle yapılan her türlü harcama ve ihaleler de, sekiz yıllık eğitim amacıyla toplanan eğitime katkı paylarının elde edilen gelirlerinden yapılan harcama ve ihaleler de Sayıştay vizesi dışında tutulmuştur. Devlet harcamalarını Sayıştay denetiminden kaçırmayı amaçlayan bu tür yasal düzenlemelerden kaçınılması gerektiği inancındayız. Anayasanın 160 ıncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına malî denetim yapan ve anayasal bir kuruluş olan Sayıştay, KİT'ler dışındaki devlet...

BAŞKAN - Son 1 dakika efendim.

SADIK YAKUT (Devamla) - ...kurumlarının hesaplarını incelemekte ve yargılama yoluyla kesin hükme bağlamaktadır. İlk faaliyete geçen üst kurullardan biri olan Rekabet Kurulu Başkanlığı Sayıştay denetimine tabi olup, her yıl Sayıştaya düzenli olarak hesap vermektedir; ancak, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Enerji Üst Kurulu gibi kurullar Sayıştayın malî denetimine tabi tutulmamışlardır. Malî denetimde, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Kamu İhale Yasa Tasarısıyla Tütün Yasa Tasarılarında bu kurullar Sayıştay denetiminin dışında bırakılmaktadır. Anayasanın 160 ncı maddesi gereği tüm üst kurulların Sayıştayın malî denetimine tabi olması gerekmektedir. Üst kurullarla ilgili kanunların sonundaki "Kurum, 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir" hükmü, aslında, bu kurumların Anayasa gereği Sayıştay denetimine tabi olduğunu; ancak, çıkarılan kanunlara özellikle hüküm konularak Sayıştay denetiminin kaldırıldığını göstermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

SADIK YAKUT (Devamla) - Nitekim, Sayıştay denetimine tabi olan kurumların kuruluş yasalarında "Sayıştay Kanunu hükümlerine tabidir" diye herhangi bir hüküm bulunmamakta, Anayasa gereği bu kurumlar doğal olarak ve doğrudan Sayıştay denetimine tabi olmaktadır.

Bütün bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yakut teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde efendim.

Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Grubun süresi 30 dakika.

DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan bütçe kanununun Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı ve Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili bölümü üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demokrasinin ve devlet olma olgusunun vazgeçilmez müesseselerinin başında meclisler gelmektedir. Bütçesini görüşmekte olduğumuz bu Meclis, Kurtuluş Savaşını yapmış ve başarıya ulaştırmış bir meclistir. Türkiye'nin kurucusu Büyük Atatürk, bu müesseseye olan saygısını şu üç yalın kelimeyle ifade etmektedir: "Benim en büyük eserimdir."

Halk iradesinin geçerli olduğu demokrasilerde halkın iradesinin tecelli ettiği yer millet meclisidir. Cumhuriyet döneminde bu kadar önemli vazifeler yapmış olan bu Meclis ve onun tabiî unsurları olan biz milletvekilleri, tarihteki bu saygınlığa layık bir şekilde hareket edebiliyor muyuz ve kamuoyunda bu saygıyla karşılanıyor muyuz? Evet demeyi çok isterdim; ama, maalesef, bugün, gerek Yüce Meclisimize ve gerek onun unsurları olan biz milletvekillerine çoğu zaman haksız saldırılar, hakaretler yapılmaktadır. Bunu, sorumsuz medyanın yayınlarına bağlamak çok ucuz bir kurtuluş yoludur. Medyanın sorumsuz yayınının bunda çok büyük bir etken olduğu doğrudur; ama, biraz da özeleştiride bulunup, biz, bize emanet edilen bu yüce iradeye saygılı hareket etmekte miyiz... Bizi buraya gönderen halk, kendi geleceğini, çocuğunun geleceğini bizim icraatımıza bağlı görmektedir ve kendi geleceğinde, çocuğunun geleceğinde bir sıkıntı gördüğü zaman da, haklı olarak, bizi suçlamaktadır.

Gerçek demokrasilerde devlet idaresi bu Yüce Meclisin çatısı altında yapılır. İcra organını biz seçiyoruz. Yani, icra organı olan hükümeti, onun bakanlarını biz aramızdan seçip, güvenoyumuzla onlara hayatiyet vermekteyiz. İcranın başı olan Sayın Cumhurbaşkanını da biz seçiyoruz. Bize verilen vekâleti, biz, bir yerde onlara veriyoruz. Eğer, bizim vekâleti verdiğimiz hükümet ve onun bakanları, halkın yararına hareket etmiyorlarsa, bu vekâleti geri alma yollarını da Anayasa bize tanımıştır, onların hatalarını düzelttirecek yolları da bize göstermiştir. Yüce Meclis olarak bu denetleme yollarını tam kullanabiliyor muyuz arkadaşlar; hayır. Parti taassubu içerisinde, iktidarda olanlar, vekâlet verdiği hükümetin icraatlarının, halkın yararına da olsa aleyhine de olsa, o verdiği yetkiyi hiçbir zaman geri almamaktadır; işte, vatandaş, bizi bundan suçlamaktadır.

Biz, bu hakkı adaletli kullanmalıyız. Bu Meclis, belki cumhuriyet döneminin en çalışkan Meclisidir; sabahlara kadar çalıştık, kanunlar çıkardık, Anayasada, cumhuriyet döneminde görülmeyen bir değişiklik yaptık; ama, ağırlıklı olarak getirdiğimiz yasalar, halka devamlı yeni bir yük getirmiş, yeni bir vergi getirmiş. Bizim görevimiz, halkı sıkıntıya sokacak vergileri getirmek değildir.

Gerçi, Sayın Bakanımız, dün bütçeyi takdim ederken -41 inci sayfada- şöyle bir tabir kullandı: "Vergi, gerçekten Meclisin var oluş nedenidir." Başka bir ifadeyle, Meclisler, vergi koymak için meydana getirilmiş, yani, vatandaş bizi buraya seçerken "sen git, bana vergi yükü getir" demiş... Bize böyle mi dedi arkadaşlar?! İşte, bu zihniyetle hareket eden hükümet, bugün, Türkiye'de bu sıkıntıyı meydana getirmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, devletin ana prensiplerini bu Meclis koyar. İç ve dış bütün planları, anahatlarıyla  bu Meclis koyar, tatbikatını icra organına bırakır. Şimdi Türkiye bir ateş çemberi içerisinde. Irak sorunu var, Afgan sorunu var, Kıbrıs sorunu var; işte, İsrail'de çıkan yeni bir sorun var. Bu anaprogramları koyacak bizler neler biliyoruz arkadaşlar? Daha geçen gün Kıbrıs olayıyla ilgili olarak Sayın Dışişleri Bakanı geldi, bizimle gizli bir toplantı yaptı. Soruyorum, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, medyadaki bilgilerin dışında bize ne verildi? Bu Kıbrıs olayına bizim ne katkımız oldu, ki, anaprensiplerini bizim koymamız gerekirdi? Bir hafta sonra da Sayın Dışişleri Bakanı Atina'ya gitti. Bizimle yaptığı gizli toplantıdan sonra, Atina'ya, yine, sirtaki, siyah şarap ve uzo muhabbetiyle gitti. Orada bunlar da gerekli; biz, kimseyle düşman yaşamak istemiyoruz. Evet, horon da tepeceğiz, sirtaki de yapacağız; ama, gerektiğinde -haklarımıza tecavüz edildiğinde- masaya yumruğu vurabileceğimizi de hiç olmazsa orada ifade etmesi gerekirdi.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türk devletlerinde ve Kafkaslarda etkinliğimiz sıfır noktasına geldi. Bizim, oralardan sorumlu bir Devlet Bakanımız var; bir gün gelip de, şu Mecliste "arkadaşlar, Türkî devletlerde şöyle bir olay oluyor, Kafkaslarda böyle olaylar oluyor, Rusya'nın politikası budur, biz, buna karşı şunları üretiyoruz" deme lüzumunu hissetti mi arkadaşlar? O hissetmemiş olabilir; biz, bunun, onun görevi olduğunu ona hissettirdik mi? Bunları yapmadıktan sonra biz vatandaştan ne saygı bekliyoruz...

Saygıdeğer milletvekilleri, teşbihte hata olmaz; Anadolu'da "Aslan yattığı yerden belli olur" diye bir tabir vardır. Bizim çalışma yerlerimize bir bakın arkadaşlar. 5-6 metrekarelik yerler bize tahsis edilmiş, biz oralarda çalışmalarımızı yapmaya çalışıyoruz. Geçen gün 1 inci kanalda Sayın Adalet Bakanının bir söyleşisini izledim, F tipi cezaevlerini anlatıyordu "en küçük odaları, her imkâna sahip, 10 metrekaredir" diyordu; yani, F tipi cezaevinde teröristlerin ve şedit mahkûmların yatacağı odaların en küçüğü 10 metrekare. O 10 metrekareye biz bu teröristleri ve şedit mahkûmları yatıracağız diye dünya ayağa kalktı. İşte, bize layık görülen o. Biz konforlu yerler istemiyoruz; ama, en azından, ihtiyacımızı giderecek, çalışmamızı yapabileceğimiz ortamlar sağlansın bize. Bu, kendimize saygıdır. Kendimize biz saygı duymuyorsak, bize Yüce Meclisimiz bunu sağlamıyorsa, vatandaştan ne bekliyoruz?!

Şu kürsü, benden önce birçok arkadaşım ifade etti "yanlardan iyi duyulmuyor, buradaki hatip iyi gözükmüyor" diye. Buradan hitap edeceğiz bu Meclise; ama, hâlâ bir çaresi bulunmadı.

BAŞKAN - Proje müellifi işi efendim. Her sene aynı münakaşayı yapıyoruz.

ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - Efendim, proje müellifinin; ama, nihayet bir yasayla, benim ihtiyacımı giderecekse, o mevzuatı değiştiririm.

BAŞKAN - Olur mu?!.

ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, biz, önce kendimizi kontrol altına alacağız. Biz, örnek olan insanlarız, kamuoyu bizi öyle görüyor; giyinişimizle, hareketimizle, özel yaşantımızla biz cemiyette örnek insanlarız.

BAŞKAN - 10 dakikanız bitti.

ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - Teşekkür ediyorum; zaten yetiştirme imkânım da yoktu.

Bizim bu örnekliği sağlayacak iç denetim müesseselerini kurmamız lazım. Zamanım olsaydı bunları daha uzun anlatacaktım; ama, diğer arkadaşlarımın hakkını yememek için hepinize saygılar sunuyorum. İnşallah, bir dahaki bütçe döneminde bu sorunları halletmiş olarak huzurunuza çıkarım.

Saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Tuncer, teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Tuncer, esas sıkıntı, stenografların sıkıntısı. Onların bulunduğu yerden, konuşmaların duyulması mümkün değil; esas sıkıntı o, kürsüden daha çok önemli; çünkü, merdivenin altında kalıyor, altta kaldığı için de, stenograflar önden gelen sesleri yazamıyorlar; bakın zabıtlara efendim. Onun için, proje müellifi işi.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Onu da değiştirin efendim.

BAŞKAN - İkinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Erdoğan Sezgin'in.

Buyurun Sayın Sezgin. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ERDOĞAN SEZGİN (Samsun) - Değerli Başkanım; Yüce Meclise Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı sunarak, sözlerime başlamak istiyorum.

Yüce Mecliste 2002 bütçesini görüştüğümüz 2001'in aralık ayı, bizlere, ister istemez 2001 yılının bütçe görüşmelerini hatırlattı. O bütçe görüşmelerinde, kırk yılın siyasetçisi, sevgi ve saygı beslediğimiz Sayın Sümer Oral, iyimser tablolar sergilemişti. Bütçe uygulamaları başladığı zaman, daha yılın 6 ncı ayında, 2001 bütçesini üçüncü kez revize etmek zorunda kaldı. Yine o bütçe görüşmelerinde "tünelin ucu göründü, ışık göründü, Türkiye yapılan bu yapısal değişikliklerle rahata kavuşacak" gibi sözleri, iyimser havadaki konuşmasını acı bir tebessümle izlemiştik. Bugün, iyimserliğin tek göstergesi, IMF'den sözü alınan ve peyderpey gelecek olan dolarlardan kaynaklanmaktadır.

İyimserliği gösteren başka bir projeksiyon, başka bir hesap, başka bir planın olmadığını görmekteyiz. Düşünün ki, kendisine olan güvenini yitirmiş, kendi kaynaklarından ve üretiminden vazgeçmiş bir Türkiye nasıl ayağa kalkacak? Yüzüstü kapaklanmış, yerlerde sürünen bir millet ve ticarî faaliyetlerine son vermiş, batmakta olan onbinlerce işletme ve işsizine istihdam yaratma gayretinde olan bir Türkiye, bu idealinden vazgeçmiş. Bırakınız işsizine iş bulmayı, istihdam yaratmayı, iş sahibi olanlardan bile bir milyonu aşkın kişi işsiz kalmıştır. Bunların hesabını kitabını yapamayan ve devleti zaafa uğratan bir hükümet. Türk Milleti, hesabı kitabı o kadar güzel yapar ki, dağdaki çoban bile, attığı çeliğin ne kadar mesafeye düştüğünü sopasıyla hesaplamaktadır.

Soruyorum bu hükümete; neden haberi var?.. Samsun'da, fabrikasını söküp, Cezayir'e taşıyıp üretim yapan sanayicinin neden oraya gittiğini biliyor mu? Tekstil sektöründe fason olarak yurt dışına çalışan dev atölyelerin neden battığını Hazine ve Dış Ticaret acaba biliyor mu? Acaba, siparişlerin yabancılar tarafından niçin kesildiğini biliyor mu? Türk müteşebbisinin Bulgaristan'a gidip, 2 700'ün üzerinde işyeri ve fabrika açtığını; bunun sebebini yetkililer acaba biliyorlar mı? 150 000 liradan buğdayı alıp, iki ay içinde 300 000 liraya çıkmasının sebebini biliyorlar mı? 1 600 000-1 700 000 lira olan fındık fiyatının, fiyat açıklandıktan sonra, 1 000 000 Türk Lirası seviyesine düştüğünü; şimdi ise, milletin elinde fındık kalmayınca, fındığın fiyatının 1 900 000-2 000 000 Türk Lirasına çıktığının sebeplerini acaba biliyorlar mı? Sarp kapısı açılıp Türk cumhuriyetleriyle ilişkiler soydaşlar arasında kendiliğinden başladığında, Karadenizin Rize'si, Trabzon'u, Samsun pazarlarının her biri Laleli piyasasını kendiliğinden yakalamışken, bu imkânların birden buharlaşıp yok olmasının sebeplerini, acaba, bu yetkililer biliyorlar mı? Daha neleri sayalım ki!..

Kendi özkaynaklarından istifade etmeyen, harekete geçirmeyen, ayağına gelen her imkânı tepen, planı, programı olmayan, polisiye tedbirlerle yönetim anlayışını sürdüren bu hükümetin Türkiye'ye getirdiği acı bir tablo. Burada neyi konuşacağız?! Bütçeden millet hiçbir şey beklemiyor, zaten, siz de bir şey vermiyorsunuz. Eski bütçelerde köyler, belediyeler, ilçeler, vilayetler hangi hizmete ne kadar tahsisat ayrıldığını takip eder, devlet işimizi yapıyor diye bir heyecan duyarlardı. Şimdi, nerede kaldı o günler.

Bu tür meseleleri dile getirdiğimiz zaman bize "popülizm yapmayın, halk düşmanlığı yapmayın" diyen bir hükümetle, bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu meselenin üzerinde durmamın en önemli nedenlerinden bir tanesi, ekonomik nedenlerle, millî iradenin dahi, uluslararası bazı kuruluşlara ciro edilmesinden kaynaklanmaktadır. Keşke, kendi iradenizi kullanarak kötü yapsaydınız; kötü yaptığınızı bir sene sonra anlar, nasıl olsa düzeltebilirdiniz. Dışpolitikamız dahi bu ekonomik bağımlılığın çemberinde dönüp dolaşmaktadır. Allah, milletimize yardımcı olsun, devletimize zeval vermesin.

Bizim konumuz Sayıştay Başkanlığı bütçesidir. Bu bütçeyle ilgili fazla bir şey söylemeyi zait addediyorum. Koskocaman Türkiye'nin genel ve katma bütçeli dairelerine bütçe uygulaması açısından, periyodik olarak denetim yapma imkânsızlığına işaret etmek istiyorum. Denetlenecek yerlerin çok azının denetlendiği, esasında, raporlarla bellidir. Sayıştayı güçlendirmek için, Sayıştaya ek imkânlar vermenin ve hatta ekyetkiler vermenin zaruretine inanıyorum. Denetimde destek gruplarının çoğaltılmış daha bağımsız, daha etkin bir Sayıştay düşünüyorum. Esasında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapısında, denetim organlarının belli bir çatı altında daha bağımsız, daha özerk bir hale getirilmesi için yapısal değişikliğin süratle yapılması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bir bakanlığa bağlı teftiş kurulu düşünün; teftiş edeceği konu bakanın iznine bağlı. Bakan, kendi tasarrufunu, kendi yolsuzluğunu nasıl teftiş ettirecek?! Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Başbakanlığa bağlı ve Başbakanın yönettiği kurumları denetliyor, ayrıca, istenilen kurumları denetliyor. Devlet Denetleme Kurulu Sayın Cumhurbaşkanlığına bağlı, istediği konuları denetlettiriyor. Peki, hiç denetlenmeyen konuların sahibi kim olacak acaba? Biz, devlete, yönetime, yöneticiye ve siyasetçiye sonuna kadar yetki verme, mesuliyet verme taraftarıyız; ancak, sorumluluğunu takip edecek mekanizmaların olması gerektiğini düşünüyoruz, ama, işte, böyle, özerk ve bağımsız teftiş sonunda bir suiistimal varsa, o yetki verilen kişilerin tecziyesini ve gerekli müeyyidelerin uygulanmasını talep ediyoruz. Yüce Meclisin, devletin ve hükümetin, denetim meselesinde, bağımsız ve özerk bir kuruluş oluşturarak bir yapılanmaya gitmesinde zaruret olduğunu düşünüyorum.

BAŞKAN - Sayın Sezgin, kendi süreniz bitti.

ERDOĞAN SEZGİN (Devamla) - Bitiriyorum.

Sayın Sayıştay mensuplarının sosyal ve içtimaî durumlarına göre maaş ve ödenek almaları için daha iyi bütçeler temenni ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Sezgin'e ben de teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen'de. (DYP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Süre işliyor Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, Sevgi Hanım hacı oldu biliyorsunuz. Ona, o toleransı, müsaade edin de, göstereyim.

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamı içerisinde olan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm sayın üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşmelerine başlanan 2002 malî yılı bütçesinin Anayasa Mahkemesine bakış açısını değerlendirmeden önce, ülkemizin gelecek bir yılını düzenleyen; ancak, hedefi, milletimizi daha da yoksulluğa sürükleyeceği şimdiden belli olan ve içinde insan unsuru olmayan bu kanun tasarısı hakkında üzüntülerimi ifade ederek, birtakım tespitler yapmak istiyorum.

Sizlerin de bildiği gibi, bütçeler, hükümetlerin bir evvelki yıl çalışmalarının da karneleridir, yapılan planlamaların günışığına çıktığı uygulama projeleridir, hayallerin gerçeğe dönüştüğü, kalkınma hamlelerinin tartışılacağı zeminlerdir; ancak, ne yazık ki, 2002 bütçesinde, ne hedef ne proje ne umut ışığı bulmak mümkündür.

2002 yılı bütçesinden, diğer iki yılın bütçesinde olduğu gibi, aklımızda kalacak şeyler, küçülme, daralma, tutmayan hedefler, birbiri ardına salınan vergiler, büyüyen içborç, dışborç, IMF geldi, IMF gitti başlıkları ve bunların sonucu olarak da, yoksullaşan millet, ucuz ekmek kuyruklarında sabahlayan vatandaş, dolup taşan meydanlar, kapanan fabrikalar, yabancı elçiliklerin önünde bekleyen sevgili gençlerimiz, işsiz kalan, intihar eden insan manzaraları ve işadamlarının "beni devlet yaktı" feryatlarıdır.

Değerli üyeler, bütçe kanun tasarısını ve bu tabloyu ele alıp da, 2002'den ve geleceğimizden endişe duymamak mümkün değildir. Bunları söylemek, hele hele bu kürsüden söylemek, ıstırapların en büyüğüdür; çünkü, milletimizin, bu kürsüden söylenebilecek olumlu sözlere, hiçbir olumsuzluğun nedeni olmayan bu milletin, geleceğe ümitle bakması gereği vardır, yaşanan krizler ve yaşadıklarının kader olmadığının söylenmesine ihtiyacı vardır. Bu kriz ortamında, ekonomide, sanayide, ticarette bu kadar deneyimli, büyümeyi başarmış, kalkınma hamlelerine öncülük etmiş kadrolar varken, günümüzde, devredışı kalması milletin kaderi olmamalıdır. Bunu kader diye algılamak, yaşanan ağır ekonomik krizleri doğal saymak, daha da ötesi, geçen yıllara bağlamak, geçmiş hükümetleri sorumlu tutmak, sadece, ne demek istediklerini bilmemenin bir ifadesidir. Bunu söyleyenleri, fotoğraf karelerinde, bazı köşe yazarlarının kalemlerinde görmek mümkündür. Bir zamanlar, siyasetin dışından getirilip, siyaset üstüyetkiler verilen Sayın Bakanın, hatalarını itiraf tabloları daha unutulmadan, reel sektöre yapılması planlanan destek raporunun, hükümet ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanlığı arasında yapılan çalışmaların, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Değerli Başkanı tarafından açıklanması, acaba, hükümetin, yeni itiraflarının, "biz hata yaptık" şeklindeki söylemlerinin yeni bir habercisi midir, yoksa, hükümet tarafından verilen sözlerin, desteklerin tutulmayacağının başka bir şekildeki ilanı mıdır? Başka bir soru tarzıyla, yoksa, bu paketin sorumluluğunu da birilerine fatura etme gayreti midir? Öyle zannediyorum ki, bu fotoğraf, uzun süre, millet hafızasından, yine, silinmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, şimdiden hepimiz biliyoruz ki, bütçe görüşmeleri sırasında, bundan böyle de, olumlu sözler işitmeyeceğimizi söylemek bir kehanet olmayacaktır. Cumhuriyet tarihimizin bütün istatistik tabloları buna şahit olacaktır. Ne yazık ki, bu acı tablolar, milletvekillerine, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve devlete fatura edilmektedir. İktidarı elinde bulunduranlar en büyük zararı bu kurumlara vermişlerdir. Saygıdeğer milletimiz ve Büyük Millet Meclisi üyelerimiz, devlet ile hükümeti ayırıp, devlete, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yine iktidarı elinde bulunduranları ayırıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sahip çıkmak durumundadır.  Devlet ile milletin, yani, onun temsilcilerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin karalanmasından, zafiyetinden istifade edecek olanlar, sadece ülkemiz düşmanları olacaktır; en büyük zararı da, Türkiye cumhuriyetinin temel ilkelerini bünyesinde taşıyan, bu ilkelerin bekçisi olan temel kurumlar göreceklerdir. Başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, zarar görecek kurumlardan bir tanesi de Anayasa Mahkemesidir.

Sayın milletvekilleri, bir yüzyılın bittiği, yeni bir yüzyılın kapısının aralandığı günleri yaşarken, gerçek şu ki, biten yıllar, 20 asır, maalesef, insanlığın binlerce sorununa çözüm bulamadan yeni bilinmeyenlere yelken açmaktadır; ancak, bilinen tek şey, insanoğlunun demokratik düzenler kurma ve yaşatabilme mücadelesinin dünyada hiç bitmeyeceğidir.

Bu gerçekler ışığında, devletlerin omurgası anayasalardır. Anayasaların, bir toplumsal sözleşme, bir temel kanun olması, hemen içeriğini tartışmaya açar. Anayasalar, insan haklarını güvenceye aldığı, bireyler ve kurumlar arasında hakkı ve dengeyi koruduğu ölçüde de, devlete, hukuk devleti olma özelliğini kazandırır, devletlere hukukun üstünlüğünü iddia etme hakkını verir. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasından öte hukukun üstünlüğünün sürekli kılınmasının ihtiyaç duyduğu, gerekli gördüğü kurumsa, anayasa yargısı, yani, anayasal denetimdir. Bu denetim, asla millî iradenin denetimi değildir, olmamalıdır da.

Anayasamızın 7 nci maddesinde yerini bulan yasama yetkisinin, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olması ve bu yetkinin devredilmezliği ilkesini tamamlayan ve ona şekil kazandıran kural ise, kanunların anayasaya aykırı olamayacağını şekle bağlayan 11 inci maddesidir. İşte, bu noktada devreye, sadece anayasaya uygunluğu denetleyen kurum, Anayasa Mahkemesi girer.

1962 yılında kurulan Anayasa Mahkemesi, kırk yıla yakın bir süredir, Türkiye cumhuriyetinin dengeleri olan yasama, yürütme ve yargı erki karşısında, eşitler arasındaki eşitliğin teminatı bir kurum olarak, cumhuriyet ilkelerinin temel yapısının bekçiliğini yapmaktadır.

Değerli milletvekilleri, böylesine hassas bir görevi üstlenen kurum olan Anayasa Mahkemesinin, geçen kırk yıllık deneyimini, verdiği kararları, kararların içeriğini, artan iş yoğunluğunu, üye seçimini, aynı zamanda, Yüce Divan görevini iyi tahlil etme gereği vardır; çünkü, verilen kararlar, doğrudan siyaseti etkilemektedir.

1981 yılından 2001 yılına kadar açılan davaların yıllık ortalamasının 62 olması, 2000 yılında bu rakamın 97; 13 Nisan 2001 tarihine kadar geçen üçbuçuk ay içerisinde ise 266 olması çok düşündürücüdür. Giderek artan iş yoğunluğuna karşın çalışan görevlilerin sayısal azlığı, ücretlerdeki seviye düşüklüğü, bu nedenle başka kurumlara geçişleri, Anayasa Mahkemesinin içerisindeki fizikî sıkıntıyı hemen ifade etmektedir.

Anayasa Mahkemesi denilince, hukuk devleti adına söylenebilecek çok önemli bir konu da, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimidir. Açabileceği bir iptal davasına bakacak olan Anayasa Mahkemesi üyelerini, yürütme organının başı olan Sayın Cumhurbaşkanının seçmesi, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan yargı bağımsızlığıyla bağdaşmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, açıkça söylemek ve görmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi üyeliği, bugün, hiç de çekici değildir. Üye maaşlarının, daire başkanı maaşı seviyesine düşürülmüş olması, ülkemizdeki ücret dengesizliğinin başka bir boyutudur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Esen, toparlar mısınız.

Buyurun.

SEVGİ ESEN (Devamla) - İvedilikle, yüksek mahkemelerin başkan ve daire başkanlarının üyeliğe getirilmesi için tek dereceli seçimi yanında, başkan ve üyeler arasındaki maaş farkı da derhal ortadan kaldırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, önce, kurumları kuran, sonra, onların sesine kulak vermeyen, içten ve dıştan yıkmak için de özel gayret gösteren yapımız, dilerim ki, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin güvencesi olmak durumunda olan bu güzide kuruma karşı gerekli hassasiyeti gösterecektir.

Bu düşüncelerle, 2000 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Esen, teşekkür ediyorum.

Efendim, birinci tur bütçeleri üzerindeki gruplar adına konuşmalar tamamlandı.

Şahıslar adına yapılacak konuşmalara geçiyorum.

Lehinde, Sakarya Milletvekili Nezir Aydın?.. Rahatsızlanmış; yok.

Aleyhinde, İstanbul Milletvekili Bahri Zengin; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Efendim, süreniz 10 dakika; yalnız, soru-cevap da var, iftar vakti de yaklaşıyor; gereğini yapalım.

Bu bütçe bitmeden kapatmayacağım; yüksek iradenize sunup, sizden izin alacağım.

Buyurun efendim.

BAHRİ ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına, Cumhurbaşkanlığıyla ilgili konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, aleyhte bir konuşma; ancak, amacımız, Sayın Cumhurbaşkanının iki seneden beri tutumunu tenkit etmek, eleştirmek değil. Bunun üzerinde durmayacağım; daha çok, Cumhurbaşkanlığı makamının konumu üzerinde durmaya çalışacağım.

Tabiatıyla, Sayın Cumhurbaşkanının, seçilmeden önce, hepinizin bildiği gibi, Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin fevkalade fazla olduğu ve bu yetkilerin bir kısmının çıkarılması, azaltılması lazım geldiği konusunda bazı beyanları olmuştu; bunu hepimizi hatırlıyoruz. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra, bu konularda; yani, kendi yetkilerinin hangisinin sınırlandırılması gerektiği konusunda daha geniş bir açıklama yapması gerekirken, hepinizin bildiği gibi, daha çok, Parlamentonun yetkilerinin kısıtlanması veya üye sayısının azaltılması veya Seçim Yasası, Siyasî Partiler Yasası gibi, siyasî partilerin dile getirmesi gereken konular üzerinde durdu. Bunu yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Tabiatıyla, ilk zamanlarda, kırmızı ışıktan, Sayın Cumhurbaşkanı geçmedi, durdu diye, zannediyorum kendisinin de bilgisi yoktur, medya tarafından çok meth edici ifadelerde bulunuldu. Ancak, bu hususlara değinmek istemiyorum, sadece şunu söylemek istiyorum: Tabiî, bir Sayın Cumhurbaşkanının kırmızı ışıklarda duracak kadar vaktinin fazla olduğunu zannetmiyorum. Bunları da bir popülizm olarak görüyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, 1961 Anayasasında Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri zannediyorum 97 nci madde ile düzenlenmiş. Bu görev ve yetkiler 1924 Anayasasındakine benzer görev ve yetkilerdir; fakat, 1982 Anayasasında, bu görev ve yetkilerin iki sayfaya yakın bir yer tuttuğunu görüyoruz. 1961 Anayasasında bir madde, bir paragraf; fakat, 1982 Anayasasında iki sayfa, yürütmeyle ilgili, yasamayla ilgili ve yargıyla ilgileri yetkileri arka arkaya sıralanmış. Acaba, bu yetkiler niye bu kadar artırıldı? Bunun üzerinde durmak lazım.

Tabiatıyla, sabahki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, Türkiye'de darbelerden sonra, seçilmiş organların mümkün olduğu kadar yetkilerini kısıtlayan ve bunları bürokratik organlara devreden bir anlayış hâkim oldu ve Anayasada bu doğrultuda düzenlendi. Böyle olunca, tabiatıyla, seçilmiş organlar ve o organların birisi olan yürütme organı ve onun başında bir siyasî bulunacak, halka karşı sorumlu bir siyasî parti bulunacak. O halde, Başbakanın yetkilerinin önemli bir kısmını, Meclisin yetkilerinin önemli bir kısmını, cumhurbaşkanına devretmek ve cumhurbaşkanını da -ayrıca- bürokratik bir kuşatma altına almak suretiyle, daha çok, bürokrasinin egemenliğini sürdürmek amaçlandı. Nitekim, bu Anayasa da böyle dizayn edildi.

Şimdi bakıyorsunuz, hangi cumhurbaşkanı olursa olsun, Parlamentoya karşı -ki, burası halk iradesinin temsil edildiği yerdir- bir bakıma soğuk davranmaktadır; yani, Parlamentonun görüşlerine, Parlamentonun ortak birtakım paydalarına karşı duyarsız davranmayı, sanki o makamın gereği gibi kabul etmekte ve öyle davranılmaktadır. Bunu da yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Ancak, bu nereden kaynaklanıyor; bu, kanaatimce şuradan kaynaklanıyor: Bir; cumhurbaşkanı, Anayasada, bildiğiniz gibi, yedi senelik bir süre için seçiliyor. Bir defa seçiliyor, ikinci defa seçim şansı yok ve aynı zamanda, Parlamentonun, kendi seçtiği bir organı denetleme gibi bir görevi de yok; aynı zamanda, Parlamentonun, yine, seçtiği bir organı veya kişiyi görevden alma gibi bir yetkisi de yok. Böyle olunca, tabiatıyla, bir kere de seçim yapılınca, o cumhurbaşkanının Parlamentoyla ilgisi hemen hemen kesiliyor.

Ayrıca, bu Anayasa, anlaşılması mümkün olmayan bir şekilde, sanki, Cumhurbaşkanının, Parlamentoyla bağlarının koparılmasını arzu ediyor gibi bir anlayışla dizayn edilmiş. Halbuki, Cumhurbaşkanı da, netice itibariyle, Parlamento tarafından seçilmiştir. Daha önceki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, demokratik sistemlerde en üstün otorite halktır, ikinci otorite millet meclisidir. Elbette, cumhurbaşkanı da, halk iradesine ve aynı zamanda parlamentonun ortak paydalarına karşı duyarlı olmak durumundadır.

Ancak, böyle bir mekanizma olduğu zaman, yani, parlamento, cumhurbaşkanını denetleyemiyorsa, cumhurbaşkanını görevden alamıyorsa, ikinci defa seçemiyorsa,  bürokratik kuşatma altında olan bir makam, bürokratik kesimlerin yörüngesine girmek mecburiyetinde kendisini hissediyor.

Halbuki, bir cumhurbaşkanı, daha çok, halk iradesinin temsil edilmiş olduğu parlamentonun yörüngesinde olmak mecburiyetindedir demokrasilerde ve bugüne kadar da, bu şekilde, bürokratik kuşatma altında ve bürokratik organlarla işbirliği tercih edilmiş ve bunların olumsuz sonuçlarını da, hep beraber, zaman zaman müşahede etmişizdir.

Değerli arkadaşlar, bu Meclisi, tabiî, çok önemli görevler bekliyor. Bakın, bir Anayasa paketini, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirdik, bunu başardık, ikinci bir paket yoldadır. Gelin, elbirliğiyle, bu makamı demokratikleştirelim. Bununla şunu demek istiyorum: En demokratik ülke olan Amerika'da da, hepiniz biliyorsunuz, başkan, halk tarafından seçilmiş olmasına rağmen, Senato, gerektiğinde sorgulayabiliyor ve gerektiğinde görevden alabiliyor; halk adına bunu yapıyor. Bu, önemli bir şey. Eğer, bu demokratik denetim mekanizmalarını, hem Cumhurbaşkanı için hem diğer bürokratik kurumlar için, özerk birtakım kurumlar için getirmez isek, Türkiye'de demokrasiyi tesis etmemiz mümkün olmaz.

O bakımdan, önerimiz ne olabilir; biz, tabiî, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin en uygun çözüm olduğuna inanıyoruz.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı, bu yetkilerini kullanırken, bürokratik kuşatma altında olmaktan çıkarılmalıdır. Neyi kastediyorum bununla; şunu kastediyorum.

BAŞKAN - Sayın Zengin, toparlar mısınız.

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Mesela, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 3 üyesini Cumhurbaşkanı belirliyor. Her üye için 3 kişi kendisine öneriliyor. Cumhurbaşkanı orada kendi inisiyatifini kullanmaktan mahrum; önüne getirilen 3 kişiden birini seçmek durumunda. Bu, bir kuşatmadır. İşte, bundan kurtarabilmek için, bir, birden fazla seçim esasını getirmeliyiz, halk tarafından seçilmesi esasını getirmeliyiz ve bir de Parlamentonun, millet adına denetim mekanizmasını getirmeliyiz; millet adına denetlemeli ve gerektiğinde salt çoğunlukla dahi olsa, Cumhurbaşkanını görevden alabilmelidir.

Bu Parlamento salt çoğunlukla değil, nitelikli çoğunlukla Anayasayı değiştirdiğine göre, nitelikli çoğunlukla -gerekirse- Cumhurbaşkanını da veya diğer kurumlardaki yetkilileri de görevden almaya yetkili olmalıdır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Cumhurbaşkanımıza da sorsanız Meclisi feshetme yetkisi ister; o ayrı bir şey.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, ben de konuşacağım.

BAŞKAN - Yok efendim, aman Başkanım!

Efendim, birinci turdaki görüşmeler tamamlandı.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Konuşma hakkımız var, niye acele ediyorsunuz?

BAŞKAN - Hakkınız var efendim; ama, soru ve cevaplar var.

Buyurun efendim.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER  GENÇ (Tunceli) - Tamam, vazgeçtim.

BAŞKAN -Efendim, sorulara geçtik.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Sayın Genç'i kürsüye isteriz!..

BAŞKAN - Sayın Gül, müsaade edin, Sayın Genç ne zaman konuşacağını bilir.

Sayın Göksu, buyurun efendim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, delaletinizle, sayın yetkililere soru sormak istiyorum. İlk sorum Sayıştay hakkında.

Avrupa ülkelerinde özelleştirme işlemlerinin tamamı Sayıştay denetimine tabidir. Bizde de özelleştirmeler Sayıştay denetimine tabi midir, tabi değil midir?

Yine, Anayasamızın 160 ıncı maddesinde, devlet mallarının denetiminin Sayıştay tarafından yapılması emredilmektedir. Sayıştayımızın denetimini yapamadığı kuruluşlar var mı, devlet malları var mı; bunların cevabını istiyorum.

Şimdi, soracağım sorular ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımızadır.

Sayın Başkanım, Meclisimizin yasama ve denetim diye önemli iki görevi var. Bunlardan denetim mekanizmasında sorular soruyoruz. Bundan birkaç ay önce, İstanbul'da olduğu söz konusu olan işkenceden dolayı bir soru önergesi verdim, bu soru önergemden sonra, İstanbul'da bir polis müdürü, benim hakkımda 5 milyarlık tazminat davası açtı; ayrıca, mahkemeye başvurarak konuşmalarıma ihtiyati tedbir istedi. Ben Meclisin bir üyesiyim, bir kamu görevlisi, bir milletvekilini susturmak istiyor. Bu tür kişilere karşı Meclisimizin bir tedbiri var mı? Eğer, bir milletvekiline karşı bunu isteyen insan, vatandaşa, demek ki her şeyi yapabilir. Dolayısıyla, Meclisimizin, milletvekillerini susturmak isteyen bu kişilere, hele hele kamu görevlisi olan bu kişilere karşı ne tür tedbiri vardır, çalışmaları var mı cevabını istiyorum?

İkinci sorum: Geçen yıl Mecliste kurulan bir araştırma komisyonu YÖK'ü araştırdı, YÖK Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Rektörü hakkında onlarca suç isnadında bulundu; ama, ne hikmetse, bunu, bir türlü Genel Kurula getirmiyor Meclis Başkanımız. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsi manevisini korumak durumundayız. Atatürk'ün "En büyük eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerinden bu raporu uzak tutmamak durumundayız. Bu raporu ne zaman Meclis gündemine getireceksiniz ve gereğini yapacaksınız Sayın Başkanım?

BAŞKAN - Efendim, bu sorular biraz kısa olursa iyi olur; diğer arkadaşlar var.

Efendim, soruşturma komisyonunun raporu gündemde; ama, Danışma Kurulundan bir konsensüs çıkmadığı için görüşülmüyor. Meclis Başkanımızın kabahati yok.

Buyurun.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) - Gelen ziyaretçilerimizin, yağmurda, yaşta dışarıda beklediğini görüyoruz. Bazen, ellerinde çok basit bir evrakla bile içeriye girmekte zorlanıyorlar. Geçenlerde bir müfettiş arkadaşımız kızının davetiyesini getirdi; ama, getirmekte çok zorlandığını söyledi. Ziyaretçilerin bu makul ziyaretlerini daha da kolaylaştırıcı tedbirleriniz var mı?

Bir de RTÜK'e soru sormak istiyorum:

Sayın Başkanım, millet bir dilim ekmeğe muhtaç, gece saat 3'lerde ekmek kuyruğundayken, az sayıda bazı insanlar, geceleri tabak kırarak, ceketini yırtarak, su gibi para harcayarak toplumun moralini bozmaktadırlar. Televole gençliği meydana getirmek isteyen, gece sabahlara kadar eğlenen bu insanların ekrandan gösterilmemesi için bir tedbiriniz var mı?

Açlık ve sefaletin diz boyu olduğu bu dönemde, bu tür gösterilerin, bu tür yayınların toplum açısından zararlı olduğu kanaatindeyim. Bir tedbiriniz varsa cevabınızı bekliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Ateş, buyurun efendim; yalnız, siz, herhalde, Sayın Göksu gibi uzun sormayacaksınız.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Başkanvekiline sorularımı sormak istiyorum.

Bugün ülkemiz, birbiri ardına yaşanan krizler dolayısıyla, ekonomik ve sosyal olarak kaos ortamına sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu durumun temelinde, ülkemizin iyi yönetilememesi ve bunun neticesinde de, âdeta kurumsallaşarak sektör haline gelen yolsuzluklar yatmaktadır.

Bugüne kadar, bu mevzularla ilgili olarak, başta Başbakan Sayın Ecevit ve bakanlarına sorduğum yazılı soru önergelerime "banka ve müşteri sırrı... Yetkili mercilerin dışındakilere açıklanması mümkün bulunmamaktadır" gibi gerekçelerle cevap verilmemektedir.

Bu izahlarımın ışığı altında birinci sorum: Ülkemize kredi veren IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları, başta Merkez Bankası olmak üzere, parayla ilgili olan her türlü kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemekle, kalmayıp, paranın yönetimine istedikleri gibi hükmetmektedirler, hatta daha da ileri giderek, arzu ettikleri kanunları çıkardıkları gibi, zaman zaman da onur kırıcı davranmaktadırlar. Bunlara karşılık, denetim mekanizmasının başı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerinin sorularına cevap verilmemesini nasıl izah ediyorsunuz?

İkinci sorum: Bu durumu, Atatürk'ün söylediği, Genel Kurulun duvarında da yazılı olan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bu yetki, millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri tarafından kullanılır" ilkesiyle bağdaştırabiliyor musunuz?

Üçüncü sorum: Ülkemizin şeffaf bir yönetime kavuşması için, öncelikle, bilgi edinme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması lazımdır. Siyaset kurumunun başı olarak, bunun sağlanmasına öncülük etmeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleriniz nelerdir?

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum...

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, dördüncü ve son sorum olarak, Mahmut Göksu Beyin sorduğu soruyu değişik açıdan sormak istiyorum: YÖK Araştırma Komisyonu tarafından onyedi ay önce Başkanlığınıza teslim edilen rapor, bugüne kadar neden Genel Kurulda görüşülmemiş?..

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum; mesele anlaşılmıştır.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Bitiriyorum efendim bir dakika... Sayın Başkan, bir dakika...

Görüşülmesi neden temin edilmemiştir? Meclis iradesiyle kurulmuş olan bir komisyon raporunun, aradan onyedi ay geçmesine rağmen, bugüne kadar Genel Kurulda görüşülmemiş olması, Meclis iradesine saygısızlık değil midir, görevi ihmal ve suiistimal değil midir?!

Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, ben de, lütfen, üyelerden rica edeceğim... Hakkın suiistimali bu... Bir sual... İki sual...

Sayın Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Meclis Başkanıma, RTÜK Başkanıma ve Cumhurbaşkanlığı temsilcisine sormak istiyorum.

Birinci sorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili odalarına bilgisayar sistemi kurulması ne zaman olacaktır? Çünkü, Türkiye'deki her memurun masasında varken, maalesef, milletvekilleri el yazıları ile kalemleriyle bu işleri yapmaktadırlar. Bu konuyu ne zaman değerlendirecekler? Bir de, Teşkilat Yasasında, bilgi işlem personeline yer verilecek mi?

İkinci sorum Salkım Hanımın Taneleri filmiyle ilgili; Türk Milletinin gururunu rencide eden bu filmin TRT'de gösterildiği söylenmektedir. Acaba, RTÜK, bu konuyla ilgili bir denetim yapmayı düşünmekte mi?

Üçüncü sorum: Cumhurbaşkanlığına gönderilen YÖK'le ilgili Araştırma Komisyonu dosyasının 1 yıldan beri bekletildiği söylenmektedir. Acaba, Sayın Cumhurbaşkanımız, diğer konularda gösterdiği hassasiyet gibi, bu konuda da, Devlet Denetleme Kurulu üyelerini devreye sokup, bu yolsuzluklar üzerine göndermeyi düşünmekteler mi ?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Aktaş, buyurun.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep)- Sayın Başkan, Meclis Başkanıma soruyorum:

1. Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinde ne tür bir tasarruf yapmayı düşünüyorsunuz?

2.  Genel Kurul düzenlemesiyle ilgili yargı safhası ne durumdadır?

3. Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı hakkında usulsüzlük iddiaları var;  denetim sonucu nedir ?

4. Milletvekilleri, sayın bakanlara, cevaplandırılması isteğiyle soru önergeleri veriyorlar; ancak, bunların büyük bir çoğunluğu, zamanında cevaplandırılmadığı gibi cevapsız da bırakılıyor; bu hususta bir tedbiriniz var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Saray buyurun efendim.

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Delaletinizle Sayın Meclis Başkanıma sormak istiyorum. Önemli bir konu olduğu için yinelenmiş de olabilir.

Sekiz yıllık zorunlu eğitimin ana enstrümanlarından birisi olan bilgisayarlı yaşamın, demokratik sistemin yegane okulu olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri için sağlanmamış olmasını, yalnızca tasarruf tedbirlerine mi bağlamaktasınız?

İkinci Dünya Savaşının büyük buluşlarından birisi olan daktiloların, bu çağda bilgisayarlar yerine, milletvekillerine tahsisinin, saygınlığı konusunda çok hassas olduğumuz kurumumuza hangi ölçüde saygınlık kazandırdığını düşünüyorsunuz?

Son olarak, internet teknolojilerinden ilkokul çocuklarının yararlandığı bu çağda, milletvekillerinin de bilgisayar istemesi, sizce çok kişisel ve lüks bir  talep midir ?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Şahin, buyurun.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)- Sayın Başkanım ben de teşekkür ediyorum.

Sorumu, Sayın RTÜK Başkanımıza tevcih  ediyorum.

Efendim, ülkemiz, ekonomik olarak ciddî bir kaynak sıkıntısı içerisinde. Bu bağlamda soruyorum: Özel televizyonların frekans ihaleleriyle ilgili durum hangi noktadadır? Bilindiği gibi, bir ara, RTÜK, bu konuda ihaleye çıktı, sonra, yürütmenin durdurulması kararıyla karşılaşıldı. Şu anda, o dava hangi aşamadadır? Frekans ihaleleri, yapılabilecek noktaya gelmiş midir, bu konuda ne düşünüyorsunuz; birinci sorum bu.

İkinci sorum da, Sayın Meclis Başkanvekilime. Bilindiği gibi, Sayıştay üyelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi seçiyor ve Sayıştayımız, Meclisimiz adına denetim görevini yapıyor. Acaba, ilgili yasalarda bir değişiklik yapılarak, parti gruplarına veya milletvekillerine, herhangi bir kurumdaki suiistimal ve yolsuzluklarla ilgili, Sayıştaya müracaat ederek, denetim yapma imkânının sağlanması yararlı olabilir mi? Bu konuda Meclis Başkanlığımız bir düşünce içerisinde mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, süremiz dolmak üzere. Birinci tur görüşmelerin sonuna kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Güven buyurun; çok kısa rica edeceğim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, benim sorularım, daha ziyade, milletvekillerinin onurunu korumaya ilişkindir.

BAŞKAN - Tabiî, buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - 1 - 30 Ağustos, 29 Ekim ve 10 Kasım tarihlerinde, Anıtkabiri ziyaret için hiçbir milletvekiline davetiye gönderilmemiştir. Sayın Meclis Başkanının, bu konudaki, acaba, ilgisi veya ilgisinin derecesi nedir diye soruyorum; bir...

BAŞKAN - Bilgisi ve ilgisi...

TURHAN GÜVEN (İçel) - 2 - Yine, milletvekili arkadaşlarımızdan gelen bazı istekler çerçevesinde söylüyorum. Saat 19.00'dan sonra, milletvekillerinin Meclise girmekte sıkıntı çektikleri ifade edilmektedir.

BAŞKAN - Doğru.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Bunun kaynağı nedir? Bu Meclisi koruyanlar, acaba, milletvekillerinin haysiyetini, şerefini ve kendilerini mi koruyorlar, yoksa dört duvarı mı koruyorlar?! O yüzden, görevlilerden bunun da sorulmasını Meclis Başkanından istiyorum.

3 - Bugünkü gazetelerde bir haber var. Biz kendi onurumuzu koruyalım derken; Sayın Başbakanın bir genelgesi, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren, milletvekillerine tanınan bazı hakların tamamen ortadan kaldırılmasına ilişkindir. Sayın Meclis Başkanının bu konuda bir bilgisi var mı veya herhangi bir tesadüf neticesi öğrenmiş mi? Öğrenmişse ne yapmıştır? Uçaklarda indirim kaldırılmış, telefonlarda kaldırılıyor; yani, milletvekillerinin, 60-70 yıldan beri kendilerine tanınan haklardan tamamen yoksun bırakılması olayına Sayın Meclis Başkanı ne diyor?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Müsaade ederseniz, son soruyu da, Sayın Başkanım delaletinizle, ben soruyorum RTÜK Başkanlığına...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Olmaz!..

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Bugün, Emin Çölaşan'ın yazısında çok önemli bir hadise var: Ankara Film Festivalinin broşürü; o broşürle ilgili... Evet, sizi broşür alakadar etmez; ama, o broşür, televizyonlardan reklam amacıyla yayınlandığı için, sizi alakadar ediyor. Orada, ben, burada zabıtlara geçmemesi için söylemiyorum; ama, bizim güneydoğu bölgemize, yabancı haritalarda da geçen, İngilizce bir tabir kullanmışlardır; bunu nasıl karşılıyorsunuz?! Bütün Meclis adına, bu hassasiyetimizi dile getirdim. Yani, İngilizce'de diyor ki "5 yaşındaki bir Kürdistan kızı." Alt kimlik başka şeydir; Kürt meselesi, Kürt tabiri... Türkiye'de, film festivalinde çıkan bir broşürde, bir bölgeye "Kürdistan" adı verilmesi inanılmaz derecede korkunçtur ve bu çok önemlidir. Başbakanlığın da bu konuya el atması gerekiyor ve Sayın Karakoyunlu'da, herhalde, bunun üzerinde hassasiyetle durur diyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (MHP sıralarından "Bravo Sayın Başkan" sesleri, alkışlar)

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, kıymetli vaktinizi almamak için, size 30 dakikalık bir tasarruf sağladım -bu iyiliğimi de unutmazlar arkadaşlar herhalde- onun için, kürsüde konuşmadım.

Arkadaşlarımızın bazı sorularına cevap vermek istiyorum.

Şimdi, evvela, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi ile Meclis Başkanının yönetim yetkisini birbirinden ayırmak lazım. Şimdi, gündemi belirleme yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına aittir; ancak, gündemi uygulama yetkisi de, partilerin gruplarına aittir. Hepimiz biliyoruz, Meclis Başkanımız bir gündem düzenliyor; o geliyor, Genel Kurulda, daha ziyade hükümetin de tasvip edeceği şekilde burada değiştiriliyor. İşte, bu YÖK Araştırma Komisyonu raporu da Danışma Kuruluna götürüldü; ama, geldi, Genel Kurulda reddedildi; hatta, hatırladığım kadarıyla, bir grubumuzun önerisidir. Bu gibi hallerde, Meclis Başkanımızın yapacağı bir şey yoktur; dolayısıyla, buradaki irade, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğu elinde bulunan siyasî iktidarın yönlendirmesiyle açığa çıkıyor; bunları iyi şey etmek lazım.

Değerli arkadaşlarımızdan, mesela, Meclis Kampusüne girilemeyeceği yönündeki bir söylenti, bence, şayiadan ibarettir. Hiç kimse, milletvekillerinin Meclise girmesini engelleyecek bir gücü kendisinde bulamaz; bunu, herkesin bilmesi lazım.

Yine, Vakıfla ilgili; Sayın Genel Sekreterimizden aldığımız bir bilgiye göre, bu Vakıf denetimi yapılmış; fakat, herhangi bir usulsüzlük tespit edilmemiş; ancak, arkadaşlarımızın, bu konuda, ellerinde delil ve herhangi bir bulgu varsa, bunları da getirirlerse, üzerinde, Meclis Başkanlığı olarak duracağız.

Biliyorsunuz, daha önce, Meclis bütçesinde, ciddî birtakım tenkitler yapılıyordu. Şimdiye kadar -sözcü arkadaşlarımızı dinledik- Meclis Başkanlığının yönetimi ve icraatına yönelik olarak ciddî bir eleştiri gelmedi. Biliyorsunuz, bundan önce, bazı uygulamalar yapılıyordu. İşte, Meclis Başkanlık makamına gelen bazı başkan arkadaşlarımız, hemen, seri şekilde, yandaşlarını, işte, Meclise dolduruyorlardı, Mecliste çok ciddî bir kadro şişkinliği olmuştu. Çok şükür, bu, son zamanlarda olmadı; olmamasını da diliyoruz. Özellikle, Meclisteki bu kadro şişkinliğinin zaman içinde de eritilmesini istiyoruz; eğer, bir tasarruf yapılacaksa, tabiî ki, bu tasarrufun evvela Meclisten yapılması lazım.

Değerli arkadaşlar, hepimizin, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını korumak, evvela milletvekilinin görevidir. Hepinizin bildiği gibi, maalesef, basınımızda bazı kişiler, Türkiye Büyük Millet Meclisini, maalesef, hedef almışlardır, zaman zaman da kötülüyorlardır. Hele, o bazı basın organlarında çalışanlar, televizyonlara çıkıyorlar, milletvekillerine, ağza alınmayacak şekilde hakaretler yapıyorlar, çok sorumsuzca duygular içinde ve iftirayla, bilgisizlik içinde konuşuyorlar. Bunun önlenmesi için Meclis Başkanlığımız bir ekip oluşturdu. İşte, bu ekipler, bunların yayınlarını yakından izliyorlar ve herhangi bir suretle, Millet Meclisine ve milletvekillerine hakaret vaki olduğu takdirde, onu, ilgili milletvekili ya ikaz ediyor; Meclisin manevî şahsiyetine ve milletvekilinin geneline yaygın bir hakaret ise, bunu da, kendileri, bizatihi mahkeme nezdinde, çeşitli kurumlarda bunların hakkını aramaya gayret ediyorlardır.

Tabiî, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bence, yüce bir kurumdur; bu yüce kurumun gücünden, evvela, hükümetin istifade etmesi lazım. Hükümet, uluslararası alanlarda, kendisini zayıf hissettiği konularda, bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücüne sığınmalıdır. Mesela, Avrupa güvenlik ve ülke savunma kimliği veya politikası konusunda; işte, dün, birtakım basında, Türkiye'nin eski görüşünden vazgeçtiği şeklinde birtakım yayınlar yapıldı.

Bakın, ben Yunanistan'a gittim. Değerli arkadaşlar, Yunanistan'da, Batı Trakya'da Türkler var. Bu Türkleri... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Efendim, bir dakika yani tahammülsüzlük göstermeyin bir iki şey söyleyelim canım.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Başkan olarak konuş.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen Meclis Başkanvekilisin...

TBMM BAŞKANVEKİLİ  KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, siz mi bizi yönlendiriyorsunuz!

BAŞKAN - Sayın Karahan, lütfen efendim... İstirham ederim.

TBMM BAŞKANVEKİLİ  KAMER GENÇ (Tunceli) - Birtakım gerçekleri vurgulamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye her ihtimali göz önünde tutmak zorundadır. Mesela, Batı Trakya'da, oradaki Türklerin malını ve mülkünü elinden almak için o kadar büyük tertipler var ki, bir yere gittik, bir vatandaşa gitmişler arazisini almak için 2 milyon drahmi teklif etmişler, adam vermemiş; ama, 20 milyon drahmi verince adam getirmiş vermiş.

Yani Kıbrıs'ta... İngilizlere güvenmemek lazım. İngilizlerin Kıbrıs'ta üsleri var, peki, şimdiye kadar niye bu üslerine sahip çıkmıyorlar ve Kıbrıs'ta garantör devlet olmasına rağmen, Türkiye'yi ve oradaki Türkleri yalnız bırakıyorlar? Yani ben bunları... Bazılarının hoşuna gitmiyor da, bir tarihî gerçek bunlar. Türkiye'nin geleceğini herkes düşünmek zorunda; Türkiye bizim...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Meclisle ne alakası var Kıbrıs'ın?

TBMM BAŞKANVEKİLİ  KAMER GENÇ (Tunceli) - Dolayısıyla,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin her konuda bilgilendirilmesi lazım, karar alınması lazım, bazı meselelerin burada enine boyuna tartışılması lazım; ama, bakıyorum, iktidar grubu çok tahammülsüz. Ben, bunları kürsüde söylemedim, burada sorulara cevap verirken, bu Meclisin itibarını böyle koruyacağız; herkes Meclisin itibarının gölgesine sığınacak, gücüne sığınacak ve ondan da yararlanacak. Hükümetlerin yabancı heyetler karşısında, devletler karşısında pazarlık güçleri olmayabilir, zayıf olabilir; ama, Meclisi yanına aldığı zaman, daima bu güç fazladır.

Ben tekrar, bu konuda konuşan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Elbetteki, bilgisayar konusunda, milletvekillerinin de bu çağın teknolojisinden en iyi şekilde yararlandırılması gerekir; tabiî, bunu, Başkanlık Divanına götüreceğiz, konuşacağız, şartlar el verirse bunu da sağlarız; ama, biliyorsunuz ki, en ufak bir şeyde, hemen, basında, milletvekilleri sanki çok büyük bir ikramda bulunuyormuş gibi, suiistimal yapıyormuş gibi, Parlamentonun itibarı zedeleniyor. Mümkün olduğu kadar, Meclis yönetimi, herhangi bir izahatta bulunurken, bunlardan da sakınmak durumunda kalıyor.

Bu itibarla, biz, tenkitleri yapan arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

Sayın Göksu, sizin de meselenizi ayrıca Meclis Başkanımıza intikal ettireceğiz.

Eksik verdiğimiz cevaplar nedeniyle arkadaşlarımıza yazılı cevap verilecektir. Zaten, Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili tenkitlere Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin bize ifade ettiğine göre, kendileri de yazılı cevap vereceklerdir.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Cevap vermiyorsunuz ki!..

TBMM  BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu kadar da sabırsız olmayın; dinlemek de, bazen, insanlara bazı şeyler kazandırıyor!

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Efendim, İçtüzüğümüze göre, diğer kurumlar suallerinize cevap veremiyor, Cumhurbaşkanlığı size yazılı cevap verecektir; ancak, İçtüzüğün 62 nci maddesinin son fıkrasındaki "Sayıştay Başkanı veya yetkilendireceği daire başkanı ya da üye, gerektiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisine açıklama yapabilir" hükmüne göre, Sayıştay Başkanvekili Sayın Necip Pekçevik'e söz veriyorum efendim; çok kısa cevap verirseniz minnettar kalırım.

SAYIŞTAY BAŞKANVEKİLİ NECİP PEKÇEVİK - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; saygılar sunarak, Sayın Göksu'nun sorularını cevaplandırmak istiyorum müsaadenizle.

Şimdi, özelleştirme işlemleriyle ilgili soru sordular. Özelleştirme İdaresinin giderleri Sayıştayın denetimine tabidir; ancak, özelleştirme işlemleri, kanun hükmü gereğince, Sayıştayın denetimine tabi değildir. Biz, sadece, Özelleştirme İdaresinin giderlerini incelemekteyiz.

Sayın Göksu'nun ikinci suali; devlet mallarının denetimiyle ilgili iki husus var: Biri, hukuken, Silahlı Kuvvetlerin harp araç ve gereçleri, kanun hükmü gereğince bizim denetimimize tabi değildir. Artı, bir de fiilen yapamadığımız bir denetim var, bu konuda da bir bilgi arz etmek istiyorum. Maliye Bakanlığı, kamu gayrimenkulleriyle ilgili bir envanter henüz çıkarmış değil. O nedenle, fiilen, kamu gayrimenkulleriyle ilgili denetimi yapamıyoruz bu imkânsızlıktan dolayı.

Sayın Başkanım, eğer müsaade ederseniz, bir de, çok kısa olarak Sayın Turhan Tayan Beyin bir ifadesiyle ilgili bilgi vermek istiyorum. Bizim Sayıştayın hazırlamış olduğu raporlar, Genel Kuruldan geçtikten ve de Sayın Meclise sunulduktan sonra, kamuoyunu bilgilendirmek üzere -Sayıştayımızın bir web sitesi vardır- Sayıştayımızın web sitesine verilmektedir; ama, kesinlikle, Genel Kuruldan geçmeden böyle bir şey söz konusu olmaz.

Arz ederim.

BAŞKAN - Sayın Pekçevik, teşekkür ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, görüşmeler bitmiştir.

1 inci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - RTÜK'le ilgili sorular vardı Sayın Başkan?

BAŞKAN - Efendim, RTÜK cevap verebilir mi! Bunu sormayın diye peşinen izah ettim; 62 nci maddeyi okudum, ancak Sayıştay Başkanı cevap verebiliyor, diğerleri -ben de sordum- bana dahi cevap veremiyorlar.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Yazılı olarak cevap versinler.

BAŞKAN - Yazılı verecekler efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Siz RTÜK'ten bahsetmediniz Sayın Başkan, sadece, Cumhurbaşkanlığından bahsettiniz.

BAŞKAN - Aynı şey efendim "burada oturan memurlar" dedim efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O zaman, diğer kurumlar da deyin.

BAŞKAN - Diğer kurumlar... Peki efendim. İftar vakti geldi, insaf edin...

LÜTFİ YALMAN (Konya) - "Salkım Hanımın Taneleri"yle ilgili bir açıklama yaparlarsa çok iyi olur.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan...

LÜTFİ YALMAN (Konya) - Denetleme Kurulunun raporu yayınlanmadan TRT'de yayınlanıyor.

BAŞKAN - Hiç duymuyorum efendim, hep beraber nasıl konuşuyorsunuz!.. Yazılı cevap verecekler.

Sayın Ateş, buyurun.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - "İçtüzüğümüze göre buradaki arkadaşlarca cevap verilemez" deyip, sorduğum sorulara cevap alamadığımı...

BAŞKAN - Hayır efendim, aşk olsun!.. Ben, 62 nci maddeyi okudum; onlar size cevap veremiyor. Büyük Millet Meclisinde kimin konuşacağı İçtüzükte yazılı. İstirham ederim, bankaları koruyacak halim yok. Zatıâlileriniz bunu Sayıştaya sorsaydınız, Sayıştay Başkanvekili cevap verirdi.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Ben, Başkana sorduğum sorulara cevap alamadım.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ - Sayın Başkan, bu konuda İçtüzüğümüzde zorlayıcı bir hüküm yok; o zaman, zorlayıcı hükümler getirmek lazım. Hükümet sorulara cevap vermiyorsa, kaçamak cevap veriyorsa, bunu zorlayıp Meclisin iradesini tecelli ettirmeye yardımcı olmak lazım.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, o zaman, soru sormanın bir anlamı kalmıyor.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, kurumların muhterem temsilcileri, zatıâlilerinizin, hepinizin sorduğu sualleri not ettiler, bunları size yazılı -teamül böyle- cevap vereceklerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da bizatihi bunu takip edecek, size ulaşıp ulaşmayacağını da ifade edecektir.

Tamam efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı Bütçesi

A  -  C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

62 812 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

111

Yasama Hizmetleri

40 884 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

112

Millî Sarayların İdare ve Korunması

23 833 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

27 878 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

                                                                                                             

 

 

 

 

T O P L A M

155 407 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

 

Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 164 905 000 000 000 lira gider ve aynı miktarda gelirle bağlanan 2002 malî yılı bütçesi ve ekleri ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır.

Yüce bilgilerinize arz olunur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

 

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

107 179 274 750 000

- Toplam Harcama

:

 

83 976 780 730 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

23 202 494 020 000

 

 

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

17 709 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

1 141 000 000 000

 

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

                                                                                                             

 

 

 

 

T O P L A M

18 850 000 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Cumhurbaşkanlığı  2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

9 742 202 000 000

- Toplam Harcama

:

 

8 174 710 530 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

1 567 491 470 000

BAŞKAN - (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı  2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

16 906 350 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

111

İnceleme, Yargı ve Karar Hizmetleri

22 827 350 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

719 100 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

                                                                                                             

 

 

 

 

T O P L A M

40 452 800 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sayıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

                                            L  i  r  a

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

15 900 390 600 000

- Toplam Harcama

:

 

12 016 913 640 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

3 883 476 960 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir. Hayırlı olsun efendim.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

1 824 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

İnceleme ve Yargı Hizmetleri

823 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

32 500 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

                                                                                                             

 

 

 

 

T O P L A M

2 679 500 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

 (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

 

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

1 114 865 500 000

- Toplam Harcama

:

 

1 030 779 290 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

85 314 610 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

1 228 400 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birinci tur görüşmeler tamamlandığı için, birleşime saat 18.00'e kadar ara veriyorum ve toleransınız için teşekkür ediyorum.

 

Kapanma Saati: 16.20


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

İkinci tur görüşmelere başlıyoruz.

İkinci turda Başbakanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı bütçeleri yer almaktadır.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898, 3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam)

E) BAŞBAKANLIK

1. - Başbakanlık  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

F)     DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1. - Hazine Müsteşarlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. İki kişiyle yerinde.

Sayın milletvekilleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her turda soru-cevap için 20 dakika ayrılması kararını almıştık; ancak, bu gerekçeli sorular diğer arkadaşlarınızın hakkını alıyor. Lütfen, daha evvel düşünün, tek kelimeyle sorun.

Buna göre, bu turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonda kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklar; sorma işlemi 10, cevaplama işlemi 10 dakika olmak üzere, toplam 20 dakikadır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiğinde diğer arkadaşlarımızın soru sorma imkânları doğabilir.

Bilgilerinize sunulmuştur efendim.

İkinci turda gruplar adına ilk konuşmacı, Saadet Partisi Grubu adına Bayburt Milletvekili Sayın Suat Pamukçu; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Ben, 30 dakikaya göre ayarlayayım efendim; sizler, üç kişisiniz, tahmin ediyorum 10'ar dakika konuşacaksınız.

SP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Evet efendim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde Saadet Partimizin görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayız; bilvesile, sizlerin ve aziz milletimizin ramazanını ve yaklaşan bayramınızı tebrik ediyorum. Ramazanın ve bayramın, milletimizin, İslâm âleminin ve bütün insanlığın saadetine vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Başbakanlık bütçesiyle ilgili konuşacak fazla bir şey yok; zira, ortada bütçe diye bir şey yok. Başbakanlığın adı var; etkisi de, yetkisi de yok. Bu ülkedeki hantal yapının en bariz örneği, Başbakanlık ve devlet bakanlıklarıdır. Dış ticaretten denizciliğe, hazineden sosyal ve kültürel mal ve hizmet üretimine kadar görev yapan bir yığın kuruluş, Başbakanlığa bağlanmıştır. Bütün bu görevler, devlet bakanlıkları marifetiyle yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Devlet bakanlıklarının teşkilat yapıları müsait olmadığından sevk ve idare yetersiz kalmaktadır. Ülkemiz için son derece önemli hizmetler, bu hantal yapı içerisinde, maalesef, yerine getirilememektedir. Dolayısıyla, Başbakanlığa bağlı bütün kuruluşlar, derhal icracı bakanlıklara bağlanmalıdır. Başbakanlık, bakanlıklararası koordinasyon görevi görecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

Ortada konuşulacak bütçe olmadığına göre, Başbakanlık makamı, ülkenin sevk ve idaresinden sorumlu olduğuna göre, muhalefet partisi olarak, ülkenin hal ve gidişiyle ilgili düşüncelerimizi, milletimize karşı taşıdığımız sorumluluk gereği ifade etmek istiyorum. Her şeyden önce, Saadet Partisi olarak gayemiz, bütün insanlığın saadetidir; yaşanabilir bir dünyanın kurulmasıdır. Yaşanabilir bir dünyanın oluşmasının yolu da, yaşanabilir bir Türkiye'nin oluşmasından ve yeniden, büyük Türkiye'nin dünya siyasetinde etkin rol üstlenmesinden geçer. Bugün, dünyanın hali ortadadır. İşte Kıbrıs: Neler konuşuyoruz; gazete başlıklarını okuyorum: "Kıbrıs, Ecevit zamanında geldi, onun zamanında gidiyor." "Yine silah ambargosu olabilir" diyor Dışişleri Bakanımız, âdeta düşmana yol gösterir gibi. "Türkiye'nin Kıbrıs'ı ilhakı, Avrupa toprağının bir parçasının ilhakı demektir." Kim diyor bunu; Kızıl Dany denen Daniel Cohn-Bendit. İşte Afganistan: Yaklaşık iki aydır, masum Afgan halkının üzerine bomba yağıyor, Afgan halkı birbirini kırıyor, toplu katliamlar yapılıyor. İşte Amerika Birleşik Devletleri: Terör saldırılarında binlerce masum Amerikalı öldürülüyor, insanların vicdanları sızlıyor ve işte Filistin, işte Irak... Mr. Bush "Afganistan sadece başlangıç" diyor. Yanı başımızda bölgemiz ve dünya yeni bir felakete sürükleniyor.

Sayın milletvekilleri, çok değil dörtbuçuk yıl önce, Türkiye, yaşanabilir bir dünya için, 6 yıldızlı sloganıyla D-8 projesini başlatmıştı. Nereden nereye geldik. İnisiyatif kullanabilen, 8 büyük İslam ülkesini bir araya getirmek suretiyle büyük bir adım atan Türkiye'den, yanı başında olup bitenleri dahi anlamaktan aciz, şaşkın bir Türkiye...

Neydi D-8'lerin 6 yıldızlı sloganı:

1 -      Çatışma, sürtüşme ve gerginlik değil, diyalog, uzlaşma ve barış,

2 -            Çifte standart ve ayırımcılık değil, eşitlik ve adalet,

3 -        Sömürü değil, adil paylaşım ve samimî yardımlaşma,

4 - Baskı ve dayatma değil, demokrasi ve insan hakları,

5 -     Çıkarcılık ve maddecilik değil, ahlak ve maneviyat,

6 - Anarşi ve düzensizlik değil, sözleşmelere sadakat.

54 üncü Sayın Erbakan Hükümeti yıkılmasaydı, yaşanabilir bir dünya için, saydığımız ilkeler ışığında, D-8'ler ile G-7'ler, bir yıl sonra, bir konferansta ikinci adımı atacaklardı. Bırakın yaşanabilir bir dünyayı, yeniden büyük Türkiye nerede?

Sayın milletvekilleri, bu ülkede bir zamanlar, çok değil dörtbuçuk yıl önce, büyük liman projeleri, tüpgeçitler, hızlı tren projeleri, her ile havaalanı, serbest bölgeler, büyük doğalgaz projeleri, petrol boru hatları konuşuluyordu. 54 üncü Sayın Erbakan Hükümeti, yeniden büyük Türkiye'nin inşaı için, 120 milyar dolarlık projeler hazırlamıştı. Başbakanlıkta, Flaş Yatırımlar Başmüşavirliği, Havuz İşleri Başmüşavirliği, Stratejik Projeler Başmüşavirliği, Özelleştirmeyi İzleme Başmüşavirliği ve İsrafla Mücadele Başmüşavirliği ihdas edilmişti. Ya şimdi ne konuşuyoruz; kapatılan havaalanlarını, iptal edilen uçak seferlerini, borç batağında kıvranan bir Türkiye'yi ve "köy-kenti hafife alanlar yanıldıklarını anlayacaklardır" diyen bir Başbakanı.

Siz kim, yeniden büyük Türkiye kim?! Bırakın, yaşanabilir bir dünyanın öncüsü olmayı; bırakın, yeniden büyük Türkiye için atılan ve atılacak adımları, bu Başbakan zamanında ülkemiz yaşanabilir olmaktan çıkarılmıştır.

İşte, size, rakamlar: Bütçe açığı dörtbuçuk yıl önce sıfır, şimdi gayri safî millî hâsılanın yüzde 15,1'i. Gayri safî millî hâsıla dörtbuçuk yıl önce 200 milyar dolar, şimdi 153 milyar dolar. Faizin gayri safî millî hâsılaya oranı dörtbuçuk yıl önce yüzde 7,73, şimdi yüzde 22,22. Faizin vergilere oranı dörtbuçuk yıl önce yüzde 48, şimdi yüzde 116; yani, vergiler artık faize yetmez olmuş. Borç, gayri safî millî hâsılanın yüzde 59'u, şimdi yüzde 118'i. Ülke, üretimini borçlarını kapatacak seviyeye ulaştıramıyor. Borç stokumuz dörtbuçuk yıl önce 110 milyar dolar, şimdi 181 milyar dolar. Ülkeyi nasıl bu hale getirdiniz?!

Üç yıllık istikrar programı dediğiniz IMF reçetesi ne sonuç verdi? İşte, programın iki yıllık karnesi: Bütçe açığınız 2000 yılında yüzde 9,3, şimdi yüzde 15,1. Enflasyonu yüzde 29'dan, yüzde 80'e çıkarmışsınız. Sizin programınızı okuyorum. Büyüme hızını artı yüzde 6'dan, eksi yüzde 8,5'e getirmişsiniz. Gayri safî millî hâsıla 199 milyar dolardan, 153 milyar dolara düşmüş. Faizin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 17'den, yüzde 22'ye çıkmış. Faizlerin vergiye oranı yüzde 79'dan, yüzde 16'ya çıkmış. Borç, gayri safî millî hâsılanın yüzde 86'sından, yüzde 118'ine çıkmış. Borç stokunuz da 172 milyardan, 181 milyara çıkmış. İstikrar programınızın karnesi bu.

İki yıllık uygulamadan sonra aynı programda ısrar niye?! Ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkardınız. İşte, gerçekler... Gazeteler ne yazıyor: "IMF uyardı." Ne yapacakmışız: Memuru azaltacakmışız, maaşını kısacakmışız. Sadece ekonomiyi kurtarsın diye getirdiğiniz Sayın Derviş'in bakanlığı döneminde bile enflasyon yüzde 30'dan, yüzde 80'e çıktı. İçborç 44 katrilyondan, 110 katrilyona çıktı. Dışborç 100 milyar dolardan, 112 milyar dolara çıktı. İşadamı Halis Toprak "beni faiz bitirdi" diye isyan ediyor. Ekmek kamyonu peşinde koşan 8-10 yaşındaki çocuklar. ramazanda iftar çadırlarında oluşan kuyruklar... Şu kafaya bakın... Burada, bu kürsüde ne diyor Sayın  Derviş: "Böyle bir borç yükünden kurtulmak için iki araç var." Neymiş bunlar; sıkı maliye politikası; yani, faizdışı fazlayı büyütmek. Diğeri de, kısa vadeli borçları, daha uygun maliyetli uzun vadeli borçlarla ödemek. Kafalarında sadece rantiyeye hizmet olan bir anlayış. Ne demek bunlar; ya millet ezilecek ya rantiye büyüyecek. Ne farkı var?! Ya rantiye kazanacak ya rantiye kazanacak. Ya içerideki rantiya kazanacak ya dışarıdaki rantiye kazanacak. Sizin arabanız ya sağa gidiyor ya sola gidiyor; bu yolun doğrusu yok mu?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Doğru Yol orada...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Bu nasıl program?! Sonuç nedir; cinnetler, intiharlar, iflaslar, boşanmalar ve kriz, kriz, kriz... Bu ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkardınız. Kimler için; çiftçimiz için yaşanmaz hale getirdiniz, memurumuz için yaşanmaz hale getirdiniz, işçimiz için yaşanmaz hale getirdiniz, esnafımız, hatta yatırımcımız için yaşanmaz hale getirdiniz. İşte, sayenizde sermayenin yeşili de, sarısı da Bulgaristan'a, Romanya'ya gidiyor.

BAŞKAN - Sayın Pamukçu, kendi süreniz dolmak üzere efendim.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık halkın kalbidir, gönlüdür, sevgi ve şefkat yeridir. Halkın rızası yoksa orada oturamazsınız. Halkın Başbakanlığa girmesini engelleyemezsiniz. Yaşanabilir bir ülkede, insanlar, Başbakanlığa, yazarkasa atmak için değil, kendisini zincire vurmak için değil, açım diye haykırmak için değil, sadece teşekkür için gider. (SP sıralarından alkışlar) Yaşanabilir bir Türkiye için, yeniden büyük Türkiye için, yaşanabilir bir dünya için, Saadet Partisi iktidarı temennisiyle aziz milletimize ve sizlere iki cihan saadeti diliyor, saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Pamukçu.

İkinci söz, Saadet Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın Lütfi Doğan'ın.

Buyurun. (SP sıralarında alkışlar)

SP GRUBU ADINA LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi hakkında, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüksek Heyetinizin, aziz milletimizin ve bütün İslam Dünyasının Ramazanı Şerifini tebrik eder, bu Ramazanı Şerifin, milletimize, bütün insanlığa her türlü iyilikleri, özellikle barışı getirmeye vesile olmasını Allah'tan dilerim.

Efendim, Diyanet İşleri Başkanlığı, biliyorsunuz, teşkilat olarak, 1965 Ağustos ayında yürürlüğe giren 633 sayılı Kanuna göre milletimize hizmet vermektedir. Bu kanunun 1 inci maddesinde -milletimiz, Diyanet İşleri Başkanlığına şu görevleri emanet etmiştir- İslam Dininin itikat, ibadet ve ahlakla ilgili işlerde toplumu aydınlatmak ve cami hizmetlerini yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı olarak, bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur deniyor, özetle böyle. O halde, Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dininin itikat, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili konularda toplumumuzu aydınlatmakla görevlidir. Ayrıca, cami hizmetlerini yürütmek görevi de, bu Başkanlığa aittir.

Diyanet İşleri Başkanlığımız, haliyle, merkez teşkilatı, il teşkilatları ve illere bağlı diğer ilçe teşkilatlarıyla, bu kutsî görevi yürütmektedir. Hemen, şunu arz etmeliyim: 633 sayılı Kanunun pek çok maddesi iptal edilmiştir. Şöyle söylenebilir: Bugün, sadece, birkaç maddesi yürürlükte olan 633 sayılı Kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığı, hizmetlerini yürütmektedir. Ancak, bazı kanun hükmünde kararnameler çıkarılmış ve bu hizmetler yürütülüyor.

Hükümetimizden istirhamımı bir daha yinelemek istiyorum. Bir an önce, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu Tasarısını, Yüksek Heyetinizin huzuruna, lütfedip, getirsinler. Eminim ki, Türkiyemizin, büyük milletimizin ihtiyacını karşılayacak şekilde ve en mükemmel bir biçimde, bu getirilecek olan tasarıyı, sizler, lütfedip, kanunlaştıracaksınız; bundan eminim. Onun için, hükümetimiz, lütfedip, bu görevi, bir an önce, hatta, bütçe görüşmeleri biter bitmez getirirse, eminim, sadece Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatına değil, büyük milletimize çok büyük hizmet etmenin bahtiyarlığını da duyacaktır. Bu şerefin, sizlerle beraber, 57 nci hükümete nasip olmasını diliyorum. İnşallah, başarırız.

Efendim, Diyanet İşleri Başkanlığının ikinci bir şeyi; şu anda, 10 000 civarında, 10 000'e yakın kadrosu açıktır; yani, 88 000 civarında kadrosu var; bunlardan 10 000 civarında kadro açıktır. Bunlar imam, müezzin, Kur'an öğretmeni, vaiz kadrolarıdır. Yine, hükümetimizden istirhamım, hiç geciktirmeden, bu kadroların serbest bırakılması ve Diyanet İşleri Başkanlığınca, bu hizmetlere, yetenekli elemanların mevzuat çerçevesinde tayin edilip, milletimize bu hizmetin yerine getirilmesi, esirgenmemesidir.

Bir üçüncü istirhamım ki, bunu, birkaç defa yine hükümetimize arz ettim; ancak, imkânsızlıklar mıdır, sebep nedir, bunu bilemiyorum, bunun büyük bir ihtiyaç olduğuna şahsen kaniyim; ama, belki de zorluklar oldu, bazı sıkıntılardan hepimiz etkileniyoruz, muhakkak hükümet de bundan etkilenmiştir; ama, bütçeler müzakere edilirken hükümetten şu istirhamda bulunmuştum: 1 000 tane, hatta 2 000 tane; ama, en az 1 000 tane yüksek derecede vaiz kadrosu tahsis etmesi ve Yüksek Heyetinizden bunların izin alması, bu yüksek derecedeki kadrolara, yüksek tahsil yapmış, hatta akademik kariyer almış, hem dinî ilimlerde hem de sosyal ilimlerde, içtimaî ilimlerde en üst derecede liyakat kesp etmiş kimseleri tayin etmeleri ve bu insanların, Hakkârimize bağlı en ücra köyümüzden Edirnemizin en ücra köyüne kadar, Antalya'dan Artvin'e kadar, yerine göre, il, ilçe, irşat metotlarıyla milletimizi aydınlatması. Buna çok büyük ihtiyaç var; hele bugünlerde o kadar ihtiyaç var ki, bunu, en az bendeniz kadar sizlerin de takdir buyurduğunuzdan eminim ve bu yüksek derecedeki Kadrolara, en az birinci derecedeki il müftülerine tanınan maaş, ücret verilmeli, tatmin edilmeli, kimseye muhtaç bırakılmamalı ki, takdir buyurursunuz, marifetler iltifata tabidir.

Bugün, buna çok ihtiyaç var diye arz ettim. Biliyorsunuz, memleketimizin şu son yıllarda geçirdiği sıkıntılardan, maddî yönden ıstıraplar, sıkıntılar çekildiği gibi, manevî yönden de büyük sıkıntıların olduğunu kabul etmek lazım. Bu kürsüden söylemek istemem; ama -çok affedersiniz- intiharların olması, hatta satanistler gibi sapık cereyanların çıkması, masum insanları katledecek ve bunu filan adına yaptım diyecek kadar yolunu şaşırmış bahtsızların irşat edilmeye ihtiyacı vardır. Kaldı ki, milletimizin binde 999'u İslamiyete bağlıdır, samimiyetle bağlıdır, örnek olacak şekilde bağlıdır. En ilgisiz gördüğümüz insan bile, İslam denildiği zaman "benim bütün varlığım" diye iftiharla söyler; bunun için ne kadar sevinsek yeridir. O halde, doğru bilgi, sağlam bilgi insanı hakikaten mutluluğa götürecek bilginin, İslamî bilgilerin insanımıza verilmesi lazımdır. Bunun sadece ailede veya bir miktar okullarımızda verilmesi yetmez, ilahiyat fakültelerimiz elbette ihtiyaçları az çok karşılıyor; ama, 65 000 000 insanın her yönüyle dinî bakımdan tenvir edilmesi büyük, geniş kadrolara ihtiyaç arz eder. Bunu yapacak olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Takdir buyurursunuz ki, Diyanet İşleri Başkanlığının değerli görevlileri, milletimize kardeşliği telkin eder, milletimize birliği, bütünlüğü telkin eder. İslamiyetin insanları sevmekten geçtiğini... Hatta, şöyle söyleyelim: İman, sevgi, ümit bir insanın şahsında, nefsinde mutlaka var olmalıdır, bunun da en güzel bir biçimde, en ilmî bir şekilde insanımıza intikal ettirilmesi insanımızın hakkıdır; Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri, eminim ki, bu düşüncede ve bu sorumluluğun içerisindedir.

Sayın Başkanım, vakit alıyor muyum bilmiyorum, bir iki konu daha arz etmek istiyorum.

Bize düşen bir görev de şudur: Türkiyemizde her insanımız İslam ahlakı yönünden şunu kalbine çok iyi yerleştirmelidir.

BAŞKAN - Sayın Doğan, bir dakika...

Efendim, ben, muhterem hocamın lafını kesemem, teeddüp ederim; onun için, sizin kesenizden gidiyor.

Hocam buyurun siz.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Her insanımız, bu milletin evladı olma şerefine eren her insanımız şunu iyi bilmelidir, zihnine iyi yerleştirmelidir: Ben, bu büyük milletin evladıyım. Ben, İslam Dininin şerefli bir mensubuyum. O halde, ben, çevreme, aileme, milletime, hatta insanlığa en hayırlı üyelerden birisi olmalıyım. Onun için, insanları Allah için sevmeli, görevimi eksiksiz yapmalı, hem dinî görevlerimde hem içtimaî görevlerimde hem memleketime, vatanıma karşı borçlu olduğum görevlerimde en ufak bir kusurda bulunmamalıyım düşüncesini, mutlaka, Diyanet İşleri Başkanlığı bütün fertlerimize kazandırmalıdır.

İzin verirseniz, bir konuyu yüksek huzurunuzda arz etmek istiyorum: Dünya Sağlık Teşkilatı sağlığı tarif etmiş. Sağlıklı insan kimdir? Tarifinde şunu söylüyor: Sağlıklı insan, Rabbisiyle, onların ifadesiyle -Türkçemizde yok- Tanrısıyla, yani, Allahüteala ile barış içinde olmalıdır; kendisiyle, kalbiyle, barış içinde olmalıdır, ailesiyle barış içinde olmalıdır, çevresiyle barış içinde olmalıdır, dünyayla barış içinde olmalıdır.

Ben, o teşkilatın üyelerini bilmem, tanımam; ama, bu konu o kadar önemli ki. Bu cümlelerle demek isteniliyor ki, insan, hem Rabbisiyle hem kendisiyle hem ailesiyle hem çevresiyle hem de insanlıkla barış içinde olmalıdır. İşte İslamiyet bu değerli milletvekilleri, aziz arkadaşlarım; işte İslamiyet bu... (Alkışlar) Hem Allah'a karşı samimiyetle bağlı, barış içinde, sulh içinde hem kendisinde, zihni karışık değil, zihni berrak, yeterince bilgi tahsil etmiş, daha da artırmaya çalışıyor, beşikten mezara kadar -bu ne kadar isabetli bir iş- ama, hepsi berrak, yani, hem hendesî ilimler gibi, matematik  ilimler gibi berrak; dinî görevlerini biliyor, dünyevî görevlerini biliyor, vatanına karşı görevlerini biliyor, insanlığa karşı görevlerini biliyor, huzur içerisinde...

Ailesine gelince: Efendimiz, Sallallahü Aleyhi Vesellem "insanların en hayırlısı, aile fertlerine en hayırlı olanıdır..." Bazen, maalesef, üzüntüyle hissediyoruz, efendim, işte, çocuğunu dövdü, yok hanımını dövdü, yok şöyle... Bunların hepsi, cehaletin çok acı, öldürücü meyveleridir. Ne yapmak lazım; aydınlatmak lazım. İnsanın yapısında inanç vardır. O inancı insan yaşayabildiğinde ailesinin gözbebeği olur, cemiyetinin gözbebeği olur, hatta hatta insanlığın gözbebeği haline gelir.

Bugün, hepimiz, terörden çok mustaribiz, üzüntü duyuyoruz, dünya üzüntü duyuyor. Emin olun, eğer İslamiyeti bilse, eğer İslamiyeti kavramış olsa, kim olursa olsun, ciddî olarak, ilmî olarak kavradığı takdirde, akıllı olduğu sürece İslama bağlanacaktır; terör gibi acı, insanlık için felaket olan bir yanlışlığa insan tevessül edemeyecektir. Kandırmak isteyenlerin kandırmalarına da aldırmayacaktır. Tabiî, dinler tarihini inceleyen bilginlerden birisinin şu sözü var; diyor ki: "İnsan, yaradılışı itibarıyla hodkâmdır -bencildir- kendini düşünür; ancak, insanda bu hodkâmlığı besleyen iki duygu var. Birincisi, arzular; ikincisi, ihtiraslar." Herkeste bu vardır. O halde arzular, ihtiraslar da sınırsızdır. Bunları bir ölçüye, bir itidal mecraına koyacak olan tek duygu din duygusudur, Allah korkusudur. O halde, bir insanın kalbinde Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah duygusu hâkim olduğunda, mecburdur insanlara, etrafındakine, hatta canlılara, hatta nebatlara karşı şefkatle, sevgiyle, ilgiyle davranması.

Şunu çok iyi biliyoruz: Evet, Allah, bu âlemi, insanlık için, insanlığın yararı için yaratmıştır ve Kur'an, bunu, bütün insanlığa duyuruyor. Zaten, bütün insanlığın yolunu aydınlatıyor. Böyle olmasına rağmen, bütün insanlık için yaratılmış olmasına rağmen, neden yararlanacaksa, meşru bir şekilde, helal bir biçimde yararlanacaktır. O nimetlerden yararlanıp Allah'a şükredecektir. Zaten İslamiyet bir bütündür; yarısı sabır, yarısı şükür. Demek ki, insan, bir yönüyle çok sabırlıdır. Öfke falan yok. Sabırlı...

BAŞKAN - Efendim, sürenizi fazla aştık.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Biliyorum Sayın Başkanım, müsamahanız için teşekkür ediyorum; birkaç saniyede tamamlayacağım.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim.

Sayın Hocam, konuşmanız, ruhumuzu terbiye ediyor, onun için... Müsamaha değil.

Buyurun efendim.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) - Sabırlıdır, bir de şükürlüdür. Şükür nedir; Allahüteala'nın verdiği nimetleri, Allah'ın razı olacağı işlerde, Allah'ın kullarına faydalı olacak yerlerde kullanmaktır. İşte İslamiyet bu. Diyanet İşlerinin muhterem görevlileri, bu ulvî görevi yerine getirmek, bu büyük millete bu sahada hizmet etmek şerefine ermişlerdir. Bunun sorumluluğu içerisindedirler. Sizlerin de, bu görevi onların yerine getirmesi için en büyük dikkati gösterdiğinizden eminim.

Ben, tekrar, bu bütçenin Türkiyemize, Diyanet camiasına hayırlı olmasını diliyor; şimdiden, sizlerin, bütün Müslümanların, milletimizin hepsinin mübarek Ramazan Bayramını tebrik ediyor; hepinizi Allah'a emanet ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - İstirham ederim efendim, buyurun.

Sayın Polat, buyurun efendim.

Sayın Polat "buyurun" dedim, niye nazlanıyorsunuz?

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Bu konuşmadan sonra Sayın Polat çekilir mi kardeşim!

BAŞKAN - Estağfurullah, estağfurullah efendim. Bazen de din ve ahlak konusunda böyle veciz konuşmayı dinlememizde fayda var, ruhumuz temizleniyor. İstirham ederim. Müsaade edin de, o şey bana ait...

Buyurun efendim siz.

SP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hazine hesapları üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere Saadet Partisi Grubu adına söz almış bunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Öncelikle, burada görüşeceğimiz Hazine hesaplarının doğru ve uygun olup olmadığı hakkındaki Sayıştay raporlarından bahsetmek isterim. Bu konuda, Sayıştay 2001 izleme raporunda aynen şöyle denilmektedir: "Sonuç olarak, 2000 yılı dışborçlar hesabı kamu dışborçlarını tam, doğru ve uygun şekilde göstermediğinden söz konusu hesaplar 8.10.2001 tarih ve 5000 sayılı Sayıştay Genel Kurulu kararıyla reddedilmiştir."

Yine, Sayıştay "2000 yılı sonu itibariyle kullanılacak dışkrediler hesabı ve kredi anlaşmaları hesabı anlaşmalarla temin edilen dışborç miktarını ve bunlardan kullanılan tutarları tam, doğru ve uygun şekilde göstermemektedir. Bu gerekçeyle söz konusu hesaplar uygun görülmeyerek 8.10.2001 tarih ve 5000 sayılı Sayıştay Genel Kurulu kararıyla reddedilmiştir" demektedir.

Yine, Sayıştay bizleri ikaz edip, diyor ki: "1999 yılında; yani, bu hükümetin ilk yılında genel bütçeli kuruluşların 448 trilyon liralık, katma bütçeli kuruluşların da 136 trilyon liralık dışborç kullanımlarının gider kaydedilmediği tespit edilmiştir."

Yine, Sayıştay bizleri ikaz ederek diyor ki: "KİT sermayeleri Hazine Müsteşarlığı tarafından genel bütçe dışındaki dairelere yatırılan sermayeler hesabında takip edilmektedir. Bu hesaplarda, 2000 yılında, hesaba ait olduğu dönemde intikal ettirilmeyen bilgi yıl sonu bakiyesinin yüzde 20'si oranındadır. Bu oranda bir hata, hesabın fonksiyonunu ifa etmesine engel olmaktadır. Bu nedenle, GBDDYS hesabı, Hazinenin KİT'lerdeki sermayesini göstermemektedir."

Yine, Sayıştayın 2000 Yılı Hazine İşlemleri Raporuna bakacak olursak, orada çok daha vahim durumlarla karşılaşırız. Vergi kaçağını kapatalım diye kayıtdışı ekonomiye savaş açacağını söyleyen hükümetin, kendi hesaplarının nasıl kayıtdışı olduğu bu raporda açıklanmaktadır.

Sayıştay aynen şöyle demektedir: "2000 yılındaki toplam giderlerin yüzde 18'i, gelirlerin de yüzde 9'u bütçeyle ilişkilendirilmemiş, kayıtdışı kalmıştır. Kayıtdışı giderlerin tutarı 10,2 katrilyon lira, gelirlerin tutarı da 3,2 katrilyon liradır. Bu işlemlerin tamamı merkezî hükümet kuruluşları tarafından gerçekleştirilmiştir ve bütçede yer almaları gerekmektedir."

Yine, Sayıştay raporunda "2000 yılı uygulamalarını göstermek üzere yayımlanan bütçe finansman tablolarında, yıl içinde 12,8 katrilyon lira açık verildiği ve bu açığın aynı tutardaki kaynakla borçlandığı görülmektedir. Yani, açık ile açığı finanse eden kaynaklar arasında gerekli denge kurulmuş görülmektedir. Oysa, 2000 yılında, kaba bir hesapla, borçlanma, alacak tahsilatı ve diğer unsurlardan elde edilen gerçek kaynak tutarı 20,9 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır. Bu durumda, yıl içinde elde edilen çok büyük miktardaki kaynağın karşılığının bütçe finansman tablolarında gösterilmediği ortaya çıkmaktadır" denilmektedir.

Yine, Sayıştay raporunda aynen "kayıtdışı işlemler genel hatlarıyla 4 sınıfa ayrılabilir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, devlet muhasebesinde hiç kaydı olmayan işlemlerdir. Yıl içinde yapılan giderlerin 4,6 katrilyon lirası, gelirlerin de 3,2 katrilyon lirasıyla ilgili işlemler devlet muhasebesinde hiçbir şekilde yer almamaktadır. Kayıtdışı işlemlerin ikinci türünü, devlet muhasebesine yanlış sonuç verecek şekilde kaydedilen tutarlar oluşturmaktadır. Toplamı az olmakla birlikte, yıl içinde gerçekleştirilen 92 trilyon TL'lik işlem devlet muhasebesine kaydedilmiştir; ancak, ihdas edilen kayıtlar bunların gider olarak görünmesine engel olmaktadır" denilmektedir.

Netice olarak; devletin denetim organı Sayıştay, devletin Hazine hesaplarını ciddî bulmuyor "hatalı, yanlış ve muhasebe ciddiyetine uygun olmayan şekilde kaydedilmiştir" diyor. Biz, bu hesapları nasıl ciddiye alıp da, görüşüp, kabul veya reddedeceğiz? Öncelikle, hükümetin gelip, burada, Sayıştayın bu rapordaki görüşlerine cevap vermesi gerekir. Hazineden sorumlu bakan burada olmadığına göre, orada oturan Sayın Bakanın gelip, bunları, burada izah etmesi lazım.

Yine, Sayıştay raporunda üzerinde çokça durulması gereken iki önemli işlem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, 1993-1994 yıllarında Ziraat Bankası tarafından çiftçiye yapılan kütlü pamuk desteklemesidir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayın Başkan, 4 dakika geçti.

BAŞKAN- Bir dakika Sayın Polat.

Efendim, demin, bütün gruplar adına Hocam konuştu. Onun için, Saadet Partisiyle ilgisi yok.

Siz, lütfen, buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla)- 1993-1994 yıllarında çiftçiye verilen 4,7 trilyon TL için Hazine, Ziraat Bankasına 1997'den 2001 tarihine kadar toplam 13 katrilyon 587 trilyon TL ödeme yapmış. Yanlış anlamadınız; bakın, dinleyin bunu: 1993'den 1994'e kadar çiftçiye verilen 4,7 trilyon TL için Hazine, Ziraat Bankasına tam 13 katrilyon 587 trilyon TL ödeme yapmış. Nasıl hesaplamış derseniz, piyasa faizinin yüzde 20 ilâ yüzde 35 fazlasını alıp, her üç ayda bir anaparaya ilave edip bu faizi bulmuştur; yani, Türk Lirası bazında 1 TL'ye takriben 7 yılda 2 890 kat faiz ödenmiştir.

Peki, 3.12.2001 tarihli -yani, dünkü- Hazine Müsteşarlığı basın bildirisinde belirtildiği üzere, çalışanlardan kesilen "Çalışanları Tasarrufa Teşvik" hesabına 1988'den Ekim 2001 sonuna kadar geçen 13 yılda ödenen kümülatif bazda nema oranı nedir derseniz -bunu da yine, dünkü bildiride Hazine bildiriyor- yüzde 523,85'tir. Yani, çiftçiye verilen destekleme alımlarının faiz hesabı 7 yılda 1'e 2 890 oluyor Türk Lirası olarak; ama, çalışanların nema hesabında, bu kez 13 yılda ödenen, sadece 1'e karşı 5'tir. İşte, bu da, bu hükümetlerin faiz uygulamasında yapmış olduğu adaletin göstergesidir.

Yine Sayıştayın bir önemli, ikazın da ötesinde figanı, İzmit şehri kentsel ve endüstriyel su temini projesi hakkındadır. Burada Sayıştay özetle "İzmit su projesine verilen garantiler sebebiyle, Hazine, sadece 1999 ve 2000 yıllarında 480 milyon dolar tutarında su faturası ödemek zorunda kalmıştır. Üstelik bedeli ödenen su, küçük bir kısmı hariç, herhangi bir şekilde kullanılmamıştır. Söz konusu tesislerin işletme süresi 15 yıldır" demektedir. Yani, bu proje için 13 yıl daha bu ödeme yapılacaktır.

Yine, Sayıştaya göre, projenin her aşamasında, ilgili mevzuatta öngörülen bütün hükümler ihlal edilmiştir ve en önemlilerinden birisi, taraflar arasında 24.8.1995 tarihinde imzalanan uygulama su satış anlaşmasına, uluslararası tahkim, bir sözleşme hükmü olarak konulmuştur. Oysa, 1995 yılındaki mevzuata göre tahkim uygulaması yapılması mümkün değildir. Şimdi, Sayın Bakanın, bu kadar bariz hataları olan bir anlaşmayı onaylayan Hazine yetkilileri hakkında ne gibi bir işlem yapmayı düşündüğünü bilmek isteriz. Yine, belediye hakkında, Yüksek Planlama Kurulunda karar verenler hakkında ne işlem yapılmıştır, öğrenmek isteriz. Bu konuyu, ben, şahsen, üç defa Plan ve Bütçe Komisyonunda, bir defa da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda gündemdışı yaptığım konuşmada dile getirdim. 15 yılda takriben 3,6 milyar dolar zarar oluyor; fakat, ne hikmetse, kimse kılını bile kıpırdatmıyor.

BAŞKAN - Sayın Polat, son 1 dakikanız var.

ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, efendim.

Yine, sizlere en son olarak şu iki rakamı vereyim: 2001 yılında faize 41,2 katrilyon Türk Lirası ayıran bu hükümet, küçük ve orta boy işletmelerin yatırımlarında devlet yardımları hakkındaki karar çerçevesinde 2001 yılı ocak-ekim ayları arasında KOBİ'lere ayrılan toplam kredi miktarı, sadece ve sadece, 6 trilyon 272 milyar liradır. 1997 yılında bile bu 19 trilyon liraydı, nakit olarak. Bunlar, Hazinden sorumlu Devlet Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmada var; bunları orada görebilirsiniz.

Şimdi, burada bir konu daha var ki, buna da vakit kalmıyor. En son, hükümet gelmiş, diyor ki "ben faizleri azalttım; yani, bu sene geçen seneki miktarda tutuyorum." Halbuki, o da bir yanıltmaca. Şöyle yanıltmaca: 2000 tarihinde bütçedeki sabit faizli borçlar yüzde 56 iken yüzde 16'ya düşmüş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Polat, daha evvel ihtar ettim size.

Teşekkür ediyorum efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Borçlarımızın sabit faizlerini dövize bağladınız ve anaparalarını bütçe içinde göstermemek için, faizi düşük göstermeye çalışıyorsunuz; ama, yanıltıyorsunuz milleti. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bunlar zabıtdışı. Hiç, takip etmeleri mümkün değil. Sessiz... Teyp aldı mı bilmiyorum.

Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Partide.

İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Sezgin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA RAHMİ SEZGİN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Başbakanlık bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım.

Başbakanlık teşkilatı, 3056 sayılı Yasayla kendisine verilen bakanlıklar arasında işbirliğini sağlamak, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmek, devlet teşkilatının düzenli ve etkin bir şekilde işlemesini temin etmek, anayasa ve yasalarla Başbakana verilen görevlerin yerine getirilmesinde Başbakana yardımcı olmak gibi görevleri yerine getiren doğrudan Başbakana bağlı bir teşkilattır.

3056 sayılı Yasayla teşkilata verilen bu hizmetler, ana hizmet birimleri, danışma, denetim birimleri ile yardımcı birimlerden oluşan Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından yürütülmektedir.

Merkez ve bağlı kuruluşlardan oluşan Başbakanlık bütçesi, yıl içinde yerine getirilecek hizmetler ile, bu hizmetlerin gerektirdiği mal ve hizmet alımlarında kullanılmak üzere, azamî tasarruf ilkelerine dikkat edilerek hazırlanmış ve 2002 malî yılı merkez teşkilatı için 100 trilyon 548 milyar lira, bağlı kuruluşlar için 554 046 790 000 000 olmak üzere toplam 654 594 790 000 000 lira olarak tahmin edilmiştir.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; devletin ve ekonominin yeniden yapılanması için hazırlıkları sürdürülen reform çalışmaları çerçevesindeki bütün tedbirler, kaynakların etkin kullanımına, sistemin verimli ve süratli çalışmasına, israfın ve kaynak kayıplarının azaltılmasına yöneliktir. Bu çerçevede, Başbakanlık merkez teşkilatı ve bağlı kuruluşların kamu kesiminde tasarrufun ve verimliliğin öncüsü konumunda olmalarını sağlamak üzere gereken her türlü tedbir alınmış olup, bu tedbirler titizlikle uygulanacaktır.

Başbakanlığın teşkilat yapılanmasında, günün ihtiyaçları çerçevesinde, 28.6.2001 tarihinde ve 4698 sayılı Yasayla, Konut Müsteşarlığı kurulmuş olup, bağlı kuruluş olarak, Başbakanlığın koordinatörlüğünde çalışmalarına başlamıştır.

Başbakanlık teşkilatının görevleri arasında yer alan ve güncelliğini her zaman koruyan, Türk devlet ve millet hayatını ilgilendiren tarihî, hukukî, idarî, ekonomik ve ilmî doküman ve belgeleri toplamanın, değerlendirmenin ve düzenlemenin, bunların tahribini önleyecek arşiv laboratuvarları kurmanın, milletlerarası arşivcilikle ilgili hareketleri takip etmenin, önemli arşiv malzemelerini yurt ve dünya bilim çevrelerine sunmanın ulusumuz için büyük önem taşıdığını, son yıllarda yoğunlukla yaşadığımız sözde Ermeni soykırımının nasıl çarpıtıldığını görmekle daha iyi anlamış bulunmaktayız. Bu cümleden olarak, uluslararası siyasî konjonktürde, Osmanlı belgelerinin öneminin gün geçtikçe artmakta olduğu, bu belgelerin yerli ve yabancı tarihçiler tarafından her gün daha da yoğunlaşan bir tempoyla incelenmek arzusunu karşılayabilmek için, olumsuz koşullarda saklanmakta olan bu değerli belgeler için günümüz teknolojisiyle donatılmış iki adet arşiv deposu yapılmıştır.

Kamunun yeniden yapılandırılma projesi olan Kamunet projesinin ilk ayağı olan Başbakanlık Yönetim ve Bilgi Sisteminin Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından kullanımına başlanmış, Devlet Personel Başkanlığı tarafından yapılan personel yerleştirme ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları gibi hizmetler, bu sistem vasıtasıyla, internet üzerinden basınımıza ve halkımıza sunulmuştur.

Kamunet projesi çerçevesinde, önce Başbakanlık merkez teşkilatından başlamak ve daha sonra bütün kamu kurum ve kuruluşlarında uygulanmak üzere, tüm kamu kurumlarının bilgisayar ağlarında çalışmalarının sağlanması amaçlanmaktadır. Bu yöndeki çalışmalarda, diğer kurumların faaliyetleri de izlenmekte ve bu bilişim hizmetlerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması hedeflenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılı Kasım ayından itibaren yaşadığımız ekonomik kriz, 57 nci hükümetin kararlı ve radikal tedbirleriyle kesin olarak aşılacaktır. Tüm tedbirler ve çabalar, bir an önce düze çıkmamız ve yeniden büyüme hedefine ulaşmamız içindir. Ülkemiz gerçeklerinden biri de, iş ve aş bulabilmek için köyden kente göçtür. Bunun sonucu, çarpık ve sağlıksız kentleşmeler, cahil kalan büyük bir kesim ve sonuç olarak, ekonomik kayıplardır. Ülke kalkınmasında en büyük katkılardan biri de, bu göçü durdurarak ve hatta tersine çevirerek, bu kapasiteyi ekonomiye kazandırmaktır. Göçü durdurmanın en etkili yolu, yıllardır hayal olarak görülen ve 2000'li yılların başında hayata geçirilen Ordu İli Mesudiye İlçesi Çavdar Köyü etrafındaki 9 köyle gerçekleştirilen köy-kent modelidir. Bu proje, kalkınmanın köyden ve köylüden başlamasının önemini gözler önüne sermiştir.

Atatürk'ün "Yurdun gerçek efendisi üretici olan köylüdür" sözünü yaşama geçirecek olan köy-kent modeli, Dünya Bankası Türkiye temsilcisi tarafından bir dünya projesi olarak değerlendirilmiş ve bu proje için, gazete haberine göre, 300 milyon dolar ayrılmıştır. Köy-kent uygulamasıyla, artık, köylümüz için üretim planlaması daha kolay yapılacak, bitki deseni daha kolay değişecek, köylü hangi ürünü ne kadar ekebileceğini bilecek, köylünün kurduğu kooperatifler ve birliklerle, küçük sanayii tesisleri olacak, köylü sağlığına kavuşacak, çocuğunu okutacak, hatta, daha çok üretip, daha mutlu olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 18 Nisan 1999 seçimleri yıllardır devam eden geleneği bozmamış ve hiçbir partiye, tek başına hükümet kurma imkânını vermemiştir. Ancak, Sayın Ecevit'in Başkanlığında kurulan 57 nci hükümetin ortakları, bugüne kadar hiçbir yerde görülmemiş bir uzlaşı ve ülke sevgisi içinde bütünleşmiş ve tek başına bir partinin kurduğu hükümetleri aratmayacak şekilde başarı sağlamıştır. Bu arada, muhalefetin de yapıcı desteğine teşekkürü bir borç biliyorum.

Ülkesini enflasyon belasından kurtarmak isteyen birçok ülkenin geçtiği çetin yoldan biz de geçmekteyiz. Bu yolu, hep birlikte, iktidar, muhalefet, basınımız, sivil toplum örgütlerimiz ve halkımızla el ele olduğumuzda ancak aşabiliriz. Biz, bunun örneğini Kurtuluş Savaşında vermiştik. İnanıyorum ki, ekonomimizi de hep birlikte düzlüğe çıkaracağız ve görevini yapabilmişlerin huzurunu bizler de duyacağız. Bunun için, parti kimliklerimiz bir yana, sadece ve sadece, ülkemiz menfaatları için her koşulda bir araya gelmeyi başarmalıyız. Başarılı olacağımıza yürekten inanıyorum.

Ülkemizde yıllardır özlemini çektiğimiz, olmasını istediğimiz siyasî etik ve siyasî kültür, bugün, 57 nci hükümetle birlikte hayata geçirilmiştir. Bu siyasî etik ve kültür toplumda gelişip yerleştikçe, demokrasimiz etkinlik ve işlerlik kazanacak, demokrasi bir yaşam biçimi olacak ve toplumsal barış olumlu etkilenecektir; böylece, Büyük Önder Atatürk'ün "yurtta barış, dünyada barış" sözünün birinci ayağı olan yurtta barış güç kazanacaktır.

Sözlerime son verirken, 2002 malî yılı bütçesinin, ülkemize ve ülkemiz kalkınmasına yararlı olmasını diler, Sayın Başkana ve değerli milletvekili arkadaşlarıma en içten saygılarımı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Yine, Demokratik Sol Parti, tabiî, bizi mahçup ediyor. Onu da söyleyelim, Sezar'ın hakkını Sezar'a verelim. İkaz etmeden...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Doğru söylüyorsunuz efendim, doğru.

BAŞKAN - Ben, hep doğruları söylüyorum. Dokuz köyden de hep onun için kovuldum.

Kastamonu Milletvekili Sayın Hadi Dilekçi, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına, Yüce Meclisi ve Yüce Meclisin değerli milletvekillerini, televizyonları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımızı saygıyla selamlar, Yüce Türk Milletinin ve İslam âleminin ramazan ayını tebrik eder, sağlık ve sıhhat dilerim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasamızın 136 ncı maddesinde ifadesini bulan anayasal bir kuruluş olarak, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek amacıyla 3 Mart 1924 tarihinde kurulmuş, genel bütçeye dahil, Başbakanlığa bağlı bir kuruluştur.

Atatürk, devlet işleri ile din işlerini birbirinden ayırdıktan sonra, dine ayrı bir önem göstermiş, millî mücadele yıllarında büyük hizmetler vererek Atatürk'ün takdirini toplayan, uzun yıllar Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığına getirilmiştir. En yüksek devlet memuru maaşı kendisine verilmiş, bakanlara verilen kırmızı plakalı bir makam aracı tahsis edilerek, protokoldeki yeri bu özelliklere göre belirlenmiştir.

Yurdumuzun en ücra köşesine kadar uzanan bir yapılaşmaya sahip Diyanet İşleri Başkanlığımızda, merkez ve taşra teşkilatında çalışan personel sayısı 77 419'dur. Mevcut cami sayısı ise 74 710'dur. Toplam kadro sayısı olan 88 501 kadronun 12 133'ü münhaldir. Lütfi Doğan Hocamın arz ettikleri gibi, şu anda, bu kadrolar boştur. 2001 yılında münhal bulunan kadrolardan 1 250 adedine, Maliye Bakanlığından izin alınarak, açıktan vekil imam-hatip ataması yapılabilmiştir; geriye kalan diğer atamaların, yine, Lütfi Doğan Hocamın bahsettiği gibi, çok acil yapılması ve Maliye Bakanlığından bu konuda müsaade çıkması gerekmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığının kadro ihtiyacı önemli boyutlara ulaşmıştır. Örneğin, seçim bölgem Kastamonu İlimizde, bucak ve köylerde 317, merkez camilerde 49 olmak üzere toplam 366 camimiz kadrosuzdur.

Münhal bulunan imam-hatip ve müezzin kayyım kadrolarına açıktan atama izni verilmeli; öncelikle, ibadete açılmış, ancak, hiç kadrosu olmayan camilere birer kadro tahsisi yapılmalıdır. Bu müessesenin toplum üzerindeki fonksiyonunu yerine getirebilmesi, özel kanunlarla belirlenen görevlerini icra edebilmesi, hizmet alanlarını genişletebilmesi için, altyapı, kadro ve bütçe imkânları açısından güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, özel kanunla verilen görevlerini, Anayasamızda çerçevesi çizilen anlayış ve düşünce içerisinde yerine getirmekte, bütçe imkânlarını en iyi şekilde değerlendirmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi incelendiğinde, bütçede 2001 yılına göre yüzde 84 artış olduğunu görürüz. Bütçenin yüzde 97,9 oranındaki büyük kısmı personel giderlerine ayrılmasına rağmen, yatırım harcamalarında, bir önceki yıla göre yüzde 109'luk bir artış söz konusudur.

Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülen hizmetlerin istenilen seviyeye yükseltilebilmesi, bilgili, yetenekli ve başarılı eleman istihdamının sağlanabilmesi amacıyla, personelin özlük ve malî haklarının iyileştirilmesinde zaruret bulunmaktadır.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Kanununun yürürlükte olan maddeleri, bugünkü teşkilat yapısına ve yürütülen hizmetlere yetersiz kalmakta olup, teşkilat kanunu en kısa zamanda çıkarılmalıdır.

2000'li yıllarda büyük devlet olmayı arzu eden Türkiye Cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye'nin ihtiyacı olan sosyal uzlaşmayı gerçekleştirecek, barışı ve kardeşliği sağlayacak en büyük müessesedir. Bu müessesemizin sunduğu önemli hizmetlerden bir tanesi de hac organizasyonudur. Her yıl, Suudi Arabistan Krallığı Hac Bakanıyla, hac işleri esasları ve düzenlemeleri hususunda bir görüşme yapılmaktadır. Kota rakamı bu görüşmede müzakere edilerek, karşılıklı mutabakatla belirtilmektedir. 2000 yılında hacca gidenlerin sayısı 65 000 iken, 2001 yılında 106 207 olmuştur. Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, hacı adaylarımızın tamamına yakınını hacca göndermekte, her türlü rehberlik hizmetlerini, sağlık hizmetlerini, ulaşım ve barınmayı sağlamaktadır. Hac organizasyonunda Diyanet İşleri Başkanlığının etkinliğini daha da artırarak, laiklik karşıtı bazı dernek ve vakıfların ve hatta bazı özel şirketlerin faaliyetlerine son verilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; din işlerinin, dinî inanç ve prensiplerine uygun tarzda yerine getirilmesi, dinin taassup ve hurafelerden korunması, Atatürk'ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetinin din hizmetlerinin yetenekli ve ehil kişiler tarafından verilmesi amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığının, devlet teşkilatında yer almasının ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapmasının önemi ortadadır.

Millî birlik ve beraberliğimizin sağlam temeller üzerinde devam edebilmesi, bu birlik ve beraberliğe zarar verebilecek birtakım çalışmaların önlenmesi hususunda Diyanet İşleri Başkanlığına büyük görevler düşmektedir. Özellikle, dinî hayatı düzenleyen İslamın öğretilmesi, din ve vicdan hürriyetine dayalı, gerçekten, inanç hürriyeti içerisinde ibadetlerini en iyi şekilde yapabilecekleri ortamın sağlanması gerektiğine inanıyorum.

Bu amaçla yapılması gerekenlerin başında da, dinimizi iyi öğrenmiş, doğru anlamış, genel kültürle donatılmış din görevlilerinin yetiştirilmesi gerektiği inancındayız. Diyanet İşleri Başkanlığının, bu konuda hizmetiçi eğitim ve mevcut alınacak personelin eğitimi durumuyla ilgili çalışmalarının olduğunu da biliyoruz.

Laik Türkiye Cumhuriyetinin anayasal kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Yüce Atatürk'ün kurduğu önemli kurumlardan biri olarak fonksiyonunu yerine getirmekte, ülkemizde din hayatını düzenleyerek, millî birlik ve beraberliğimize büyük katkı sağlamaktadır. Kuruluşundan bugüne kadar gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki vatandaş, soydaş ve dindaşlarımıza din hizmeti vermekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasada belirtilen ilkeler doğrultusunda üzerine düşen görevleri yerine getirebilmek ve daha iyi bir hizmet sunabilmek için yoğun bir çalışma içerisindedir.

Din, insanların gönlündedir, siyasî görüşlerin tekelinde değildir. Müslümanlık, toplumumuzun bütününün ortak inancıdır. İslam Dini, sevgiye dayalı bir dindir.

Sayın milletvekilleri, sözlerime son verirken, eğer bugün camilerimizin kapısı açıksa, ezan sesleri rahat duyulabiliyor ise, ibadetlerimizi rahat yapabiliyorsak, bunun, Yüce Önder Atatürk ve onun kurduğu laik ve demokratik cumhuriyet devleti sayesinde olduğunu herkesin bilmesi gerektiğine inanıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 yılı bütçesinin Diyanet camiasına, milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Dilekçi, teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, şimdi söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Ziya Aktaş'ta.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli üyeler; 2002 yılı Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, basın görevlilerini ve bizi izleyen halkımızı sevgi ve saygılarla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, genç nüfusa sahiptir. Ülkemiz için önemli bir zenginlik olabilecek böyle bir kaynak, maalesef, eğitim yetersizliği ve yetersiz iş olanakları nedeniyle istenildiği gibi değerlendirilememektedir. Bu nedenle, eğitime ve yatırımlara, bütçede, çok büyük kaynak aktarılmalıdır.

Yine, sağlık, güvenlik ve adalet gibi hizmet alanları yanında, sıkıntı içindeki işçimize, memurumuza, emekli, dul, yetim ve yaşlılarımıza, çiftçi, esnaf ve sanayicimize, kısaca, hem sosyal amaçlı hem de çalışan ve üreten kesimlere de, bütçeden en büyük payın ayrılması, çok ama çok yerinde olacaktır. Bunu, Demokratik Sol Parti olarak, kesinlikle, biz de destekliyoruz. İyi, ama, nasıl diye sormayacak mısınız, hangi kaynakla demeyecek misiniz? Ortada olmayan veya Türkiye için ileride çok daha pahalıya gelebilecek bazı kaynaklar yerine, olabildiğince kendi kaynaklarımızla sıkıntılarımızı atlatmak, ülkemizin yararına ve halkımızın çıkarına değil mi?

Gelin, iktidar ve muhalefet demeden, ortak bir noktada buluşalım. Bugünkü sıkıntıların sadece son birkaç yılın sonucu olmadığı konusunda, sanırım, bir görüş birliği var değerli arkadaşlar. Belirli kişileri ya da belirli parti veya partileri tek başına suçlamak da artık yararsız. Önemli olan, ülkemiz için, halkımız için çözüm üretmek.

İşte, bu dilek ve beklentiyle, gelin, birlikte, Hazine Müsteşarlığının önümüzdeki bütçe döneminde Türkiye'de gerçekleştirmek istediği bazı şeylere kısaca göz atalım. Bunların başarılması halinde, Türkiye'nin sıkıntılarının büyük ölçüde hafifleyebileceği inancındayım.

Önce, bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Dün, çok değerli bir konuşmacı, bu kürsüde şöyle bir ifadede bulundu: "Bir ülkenin gayri safî millî hâsılasının veya gayri safî yurtiçi hâsılasının, dışborcun bu sayıya oranı yüzde 60'ı geçerse, ülke müflis sayılır."

Kamu bankalarının görev zararları ve batan bankaların kamuya yükledikleri zararla beraber, Türkiye'nin iç ve dışborç toplamının, yaklaşık olarak, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 105 oranına ulaştığı söylenilebilir. Bu, doğrudur; ama, ardından "bu ülke batmıştır, bitmiştir" söylemi, doğru değildir, gerçekçi değildir.

Dün burada Maliye Bakanının dağıttığı şu 2001 Yıllık Ekonomik Rapor kitabına bir saniye bir göz atmanızı rica edeceğim. 223 üncü sayfaya bakarsanız, müflis olan ülkeler arasında, batmış, gitmiş ülkeler arasında Japonya'nın, İtalya'nın, Kanada'nın, Belçika'nın ve Yunanistan'ın olduğunu görüyoruz ve bu ülkelere baktığınız zaman, kimisinde bu oran yüzde 130, kimisinde yüzde 103, yüzde 104 gibi.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de Hazine ve Maliye tarafından uygulanan politikaların pek de başarısız olduğu söylenemez kanısındayım. Bakınız, yine burada, çok küçük bir şekil olduğu için göremeyebilirsiniz; ama, önemli olan, mart ayında yüzde 194 olan tahvil faizinin, bu yılın sonuna yakın, yani, kasım ayında yüzde 74'lere düşmesi ve burada dikkatinizi çekmek istediğim şey, burada görülen eğrideki sürekli iniş; öyle umuyoruz ve bekliyoruz ki, bu iniş devam edecektir, faiz oranı düşmeye devam edecektir.

Değerli arkadaşlarım, bu oranlar, bu sayılar bize umut vermektedir; arkadaşlarımızın, bürokratlarımızın çalışmaları için bize umut, güven vermektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları aşabilmek için, Hazine Müsteşarlığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" bununla beraber “Para ve Kur Politikası ve Enflasyonla Mücadele Programı" adlı iki program üzerinde çalışmaktadır. Ayrıca "yapısal reformlar" başlığı altında da, bankacılık sektöründe yeniden yapılanma, ekonomik etkinlik, şeffaflık ve yönetişim, daha doğrusu iyi yönetişim (good governance) çalışmalarını da sürdürmektedir. Şimdi, satırbaşlarıyla Hazine Müsteşarlığımızın yaptığı, yapmakta olduğu bazı çalışmalar üzerinde kısaca durmak istiyorum:

Mayıs ayında uygulamaya konulan güçlendirilmiş ekonomik program kapsamında, istikrar ve reform yolunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Kamu maliyesi alanında gösterilen kuvvetli çabalar sonucu, kamu sektöründe henüz iki yıl öncesindeki yüksek oranlı faizdışı açıkların aksine, büyük bir faizdışı fazla oluşturulmuştur.

Güçlü bütçe uygulamasının yanı sıra, hazine kâğıtlarına olan talebi artırmak için temmuz ayı sonunda alınan tedbirler, önümüzdeki aylarda iç borcun rahatlıkla çevrilmesi imkânını sağlamıştır.

Sonuç olarak; 2001 yılı sonuna kadar, kamunun özel sektör tarafından çevrilmesi gereken borcuna ilişkin yeni borçlanma ve toplam itfa oranı dikkate değer biçimde düşmüştür. Kamu borcunun, herhangi bir aksaklığa yer vermeden çevrilmesini sağlamak için, borçlanma stratejisiyle, kamu bankalarının yeniden yapılandırılması çok yakın bir şekilde koordine edilmeye devam edilmektedir.

2002 yılında, kamu borcunun çevrilebilmesini daha da kolaylaştıracak ek adımlar atılacaktır.

Yukarıda anlatıldığı üzere, kamu bankalarının borcun çevrilmesine katılma potansiyeli, bütçeye gelecek ek dış destekle beraber, 2002 yılında özel sektörden yapılması gerekecek borçlanmayı ulaşılabilir düzeyde tutacaktır. Bu, borç çevrilmesini kolaylaştıracak ve reel faiz oranlarında düşüşe yardımcı olacaktır.

Hazinenin borçlanma stratejisi, bankacılık sisteminden gelen bilgi akışı geliştirilerek daha da güçlendirilmiştir. Bu amaca yönelik olarak her hafta bir araya gelen özel bir komite kurulmuştur. Komite; Hazine, Merkez Bankası, Bankacılık  Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu (TMSF), SPK ve kamu bankaları temsilcilerinden oluşmaktadır.

Ayrıca, bankacılık reformu alanında da, özel bankacılık sisteminin güçlendirilmesi politikası, orta vadeli büyümeye hızlı bir geri dönüşü desteklemek amacıyla izlenmeye devam edilmektedir.

Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu bankalarının yeniden yapılandırılması alanında hızlı ilerlemeler sağlanmaktadır. Kalan 8 TMSF bankasının 2001 yılı sonuna kadar çözümlenmesinin tamamlanması hedefi yönünde planlandığı gibi ilerlenmektedir. Yine, kamu bankalarının özelleştirilmeye hazırlık sürecinde yeniden yapılandırılmasında da yeni ilerlemeler sağlanmaktadır.

Yapısal reformlar olarak, TÜPRAŞ, POAŞ, İsdemir, Erdemir ve Türk Hava Yolları gibi büyük kamu şirketlerinin satışına ilişkin hazırlıklar sürdürülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, yönetişimi iyileştirmek ve doğrudan yabancı yatırımı çekmek için bir dizi adımlar atılmaktadır. Bu kapsamda, önemli bir adım olan, uluslararası standartlarıyla tutarlı yeni kamu ihale kanununun Meclise sunulması beklenmektedir.

Yine, yatırım ortamının iyileştirilmesini sağlayacak diğer tedbirlere ilişkin çalışmalar da sürmektedir. Türk Ticaret Kanunu, Arazi Geliştirme Kanunu, vergi kanunları ve yatırım ortamını etkileyen diğer yasal düzenlemeler gözden geçirilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, binlerce köylümüzü ilgilendiren bir konu da, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı arasında çözüm beklemektedir. Bazı ürünlerle ilgili destekleme primi ödenmesi konusundaki Bakanlar Kurulu kararına göre "2000 yılında kira sözleşmesi yapmayıp ecri misil ödeyerek üretim yapan üreticiler, bu yıla mahsus olmak üzere -sadece 2000 yılına mahsus olmak üzere- "primden yararlanabilirler" hükmü kabul edilmiştir; ama, bu hükmün hâlâ uygulanmadığı bilgisi alınmıştır. Bu konuda gereğinin yapılmasını bekliyoruz ve umuyoruz.

Değerli arkadaşlar, görevlerini tam olarak yapmayan bürokratları uyarmak ve eleştirmek görevimizdir; ama, bunun yanında, görevini iyi yapan, iyi yapmaya her zaman özen gösteren bürokratlarımızı da kutlamak, yüreklendirmek ve onlara destek olmak görevimizdir diye düşünüyorum. Hazine Müsteşarlığının tüm elemanlarını bu nedenle kutluyor ve bu bütçenin Hazine Müsteşarlığımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Bu vesileyle, sizin, hepinizin ve halkımızın ramazanını ve ardından gelen şeker bayramını kutluyor, Yüce Allah'tan, halkımıza ve ülkemize nice mutlu ve barış dolu yeni bir yıl diliyor, hepinizi sevgi ve saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aktaş.

Efendim, şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde.

İçel Milletvekili Sayın Cahit Tekelioğlu söz almıştı; gelemediler; sebebine gelince, İçel'de büyük bir sel felaketi var. Malumunuz, sayın iki bakan da gittiler; ama, iki bölgede de on gün önce yağan yağmurla birlikte 100 000 dönüm arazi sular altında ve bunlar sera toprakları; yaş sebze ve meyve üreticileri perişan. İnşallah diyorum, İçel milletvekili iki sayın bakan da gittiğine göre, bizim Hatay'ın başına geldiği gibi olmaz ve afet kararnamesi kaybolmaz, İçellilerin derdine...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Üç bakan gitti.

BAŞKAN - Üçüncüsü kim?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Bayındırlık ve İskân Bakanı.

BAŞKAN - İçelli bakanlardan bahsediyorum efendim; bizim Hatay'a da Başbakan geldi, o ayrı bir konu, o ayrı bir şey efendim. Ben, Cahit Beyin niye şu anda burada olmadığını söylemek istedim.

Sayın Kaya'nın da arabası geçen günkü afette sele sürüklendi, Cenabı Allah onun hayatını kurtardı; geçmiş olsun diyorum.

Başbakanlık da benim söylediklerimi duyuyor...

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Sait Gönen; buyursunlar efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA SAİT GÖNEN (Konya) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Başbakanlık bütçesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; konuşmama başlarken, Yüksek Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, millet olarak zor bir dönemeçten geçtiğimiz bugünlerde zor bir bütçeyi görüşürken, bazı tespitleri yapmak, geleceğimizi şekillendirmede bize büyük katkılar sağlayacaktır; ancak, bu tespitleri yaparken, iktidarıyla muhalefetiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek kuruluşlarıyla hepimiz, sorumluluğumuzun ve görevlerimizin sınırını iyi çizmek durumundayız; çünkü, bu çatı altındaki mevcudiyetimizin sebebi olan demokrasiye, parlamenter sisteme halkımızın güvenini kaybettirirsek, başka arayışlara itersek, bunda hepimizin ve en fazla da bunları körükleyenlerin sorumluluğu olur diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, Başbakanlık teşkilatı, 3056 sayılı Kanunun kendisine verdiği yetkiyle bakanlıklar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayan, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeten ve devletin tüm mekanizmalarının ahenk içerisinde işlemesini sağlayan, merkez teşkilatı ile buna bağlı ilgili kuruluşlardan meydana gelen, Başbakana bağlı bir teşkilattır.

Bu teşkilatla ilgili şu an  bir durum tespiti yapacak olursak, Başbakanlığa bağlı ilgili kuruluş adedi 52'dir. Konuşmakta olduğumuz Başbakanlık bütçesi içerisinde Başbakanlık merkez teşkilatının bütçe payı ise yüzde 15,3'tür. Görevi koordinasyon olan Başbakanlığın, ilgili kuruluşlarla birlikte ayrı bir hükümet haline geldiğini görmekteyiz.

Özürlü vatandaşımızdan gençliğe, kadının statüsünden emlak sorununa kadar bir dizi problemi Başbakanlıkta çözmeye çalışıyoruz. Sadece merkez teşkilatında 2 700 kadrosu olan hantal, hareket yeteneği de, mevcut yapısından ve izdüşümü sayılabilecek yapıların diğer bakanlıkların da bünyesinde bulunmasından dolayı kısıtlanmış, yönetilemez bir yapıyla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekilleri, uzun yıllardır kadro şişkinliği ve verim düşüklüğünün yanı sıra, kaynak israfıyla da iç içe yaşamakta olan kamu sistemi yönetim anlayışı, yerini, daha verimli, dinamik ve kesintisiz çalışan bir sisteme, sorunların çözümünde kararlı, iç ve dış problemlere çözüm getiren, çağın teknoloji ve bilgisine uygun hareket edebilen etkin bir anlayışa devretmelidir.

Yönetim ve organizasyon literatürü incelendiğinde, son yirmi yılda önemli değişiklikler olduğu ortaya çıkar; hatta, bir paradigmayla karşılaşırız. Bu paradigma değişiklikleri, örgütsel küçülme stratejisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

1990'lara kadar bir anlamda büyüme, bir organizasyon için sağlık göstergesi; küçülme ise, hasta olan bir organizasyonun iyileşmesi için alınan önlem olarak kabul edilmiştir; ancak, 1990'ların başında yönetim ve organizasyon alanında pek çok yeni kavram ve uygulamalar gibi, örgütsel küçülme diye tanımlanabilen  "down sizing" kavramı çok sık kullanılır hale gelmiştir.

Küçülme kavramı daha önce hasta işletme ve organizasyonlar için söylenirken, yeni yaklaşımla artık, iyileşmenin, rekabetçiliği artırmanın bir yolu olarak ele alındığı "örgütsel küçülme" kavramı kabul edilmeye başlanmıştır.

Klasik yönetim anlayışının  uzmanlaşmaya ve birimleşmeye yönelik fikirsel temelleri üzerine odaklanan yapılar, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte değişen beklentilere cevap verememiştir.

Bilgi toplumu sürecinde dünya çok daha küçüldü. Günümüz, hızlı karar alma ve bu kararları süratle uygulamaya koymayı zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca, verimlilik, hizmetin kalitesi, malzeme ve zaman tasarrufu ön plana çıkmıştır. Klasik biçimde yapılanan organizasyonlar, bu süreçte birimlerarası kopuklukların oluşması sonucu, beklentilere kendilerini adapte edememişlerdi. Bilgi toplumu sürecinde beklentilere, ancak bütün departmanların bir araya gelerek toplam kalite yönetimi anlayışı içerisinde çalışmasıyla cevap verilebilir.

Sayın milletvekilleri, bilimsel gerçeklikler bunlar iken, biz ne yapmışız; isterseniz bir de ona bakalım. Birçoğumuzun adını bile yarım yamalak bildiği, Başbakanlığa bağlı olduğundan haberimiz bile olmayan pek çok kurumu Başbakanlığa bağlayarak anormal bir yapı ortaya çıkarmışız.

Örgütsel küçülme, stratejik bir tercihtir, hedefleri olan bir yaklaşımdır; arzulanan hedeflere ulaşmak için ayrıntılı planların yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Kamu sektöründe örgütsel küçülme stratejisi uygulama, sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla artarak kullandıkları önemli bir olgudur. Kamuda örgütsel küçülme, ekonomik politikaların nihaî amacı değildir; ancak, çok önemli katkılar sağlar.

Kamu sektöründe yeniden yapılanma çalışmalarından örgütsel küçülme stratejisi uygulamaları, ABD'de, Reagan'ın iktidara geldiği 1980'li yılların başında başlamıştır ve bu tarihten itibaren bütün sektörlerde uygulama hızla yayılmıştır. 1990'lı yıllardan itibarense, Avrupa Birliği ülkeleri bu süreci başlatmış ve tamamlamışlardır.

Değerli milletvekilleri, peki, ABD 1980'li yılların başında, Avrupa Birliği ülkeleriyse 1990'lı yılların başında, kamu kesiminde yeniden yapılanmayı ve örgüt yapılarını daha küçük ve daha etkin bir hale getirirken bizler ne yapmışız, bu ülkeyi yönetenler neler yapmışlardır.

Dönemlerinde, maalesef, kamuda kadroları şişirmekten öteye gidememişlerdir. Yoksa, kamuda norm kadro uygulamalarına geçildi, kamu personel rejimiyle ilgili düzenlemeler yapıldı ya da kamu personeli arasında, hizmetin niteliğinden kaynaklanmayan farklılıklar düzeltildi de, bizim mi haberimiz yok!

Bugün, Milliyetçi Hareket Partisini, devletin yeniden yapılanmasının karşısında göstermek isteyenler, sadece ve sadece, kendi kaçırdıkları trene bahane arayanlardır.

Değerli arkadaşlar, yönetim biliminde, kamuda örgütsel küçülmenin sosyal yönünü açıklayan iki tane ideolojiden bahsedilir. Bunlar, çalışanın kendine güvenme ideolojisi ve bürokrasiyi azaltma ideolojisidir.

Bürokrasiyi azaltma ideolojisi, örgütsel küçülme stratejisi ile tutarlıdır. Örgütsel küçülme, yönetim hiyerarşisini minimumda tutmak ister ve hiyerarşilerin azaltılmasını önerir. Hiyerarşiler azaltılırken, orta düzey yönetim kadroları, kaçınılmaz olarak elenir.

Ayrıca, kamuda şeffaflık, çağımızın, hiç gözardı edemeyeceğimiz, olmazsa olmaz bir kuralıdır. Şeffaflığın, tüm devlet kademelerine yerleştirilmesi çabalarına, Başbakanlığın büyük katkıları olabileceğini biliyoruz.

Bu çerçevede, Devlet İhale Yasasının da bir an önce çıkarılmasının ve başta Başbakanlıktakiler olmak üzere, ihalelerin, internet ortamında yapılmasının olumlu bir adım olacağını düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki; biz, devletin yeniden yapılanmasına talibiz; devletin örgütsel yapısının küçülmesi konusunda kapsamlı araştırmalar yaptırmaktayız. Biz, bugün, devleti hantal gösteren bürokratik yapılanmanın yeniden düzenlenmesini öneriyoruz. Devlet tarafından yürütülen, değer yaratmayan bütün faaliyet ve görevlerin ortadan kaldırılması için, devlet hizmetlerinin yeniden süreçlendirilmesini, bir nevî reengineering öneriyoruz. Kamuda bürokrasinin ortadan kalkması için, kademelerin azaltılması uygulamalarının başlatılmasını istiyoruz. Halen modern devlet yapısının yürütmesi gerekmeyen faaliyet alanlarından çekilerek, bu alanları özel sektöre bırakmak istiyoruz. Biz, bu alanların yerine, modern devlet kavramının yöneldiği alanlara yönelerek, devleti, daha görünür ve büyük yapmak istiyoruz. Vatandaşlarımızı, yurttaş olmaktan gurur duyacağı bir yapıya kavuşturmak istiyoruz. Bu amaçla, bütün kamuda, bir ve koordineli olarak toplam kalite yönetimi faaliyetlerinin uygulanmasını istiyor ve bu konudaki mevcut uygulamaları destekliyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, Grubum ve şahsım adına, Başbakanlık bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, idrak etmiş olduğumuz ramazanı şerifin ve ramazan bayramının Türk Milletine hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz eder, Yüce Meclise saygılarımı arz ederim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gönen.

Söz sırası, şimdi, Antalya Milletvekili Sayın Osman Müderrisoğlu'nda.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN MÜDERRİSOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım; Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Aziz milletimin, idrak etmekte olduğumuz mübarek ramazanı şeriflerini tebrik eder; insanları karanlıktan aydınlığa çıkaran yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in indirildiği bu mübarek ayın, insanlığın sıkıntılardan kurtulmasına vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ederim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; din hizmeti, tarihin her döneminde var olagelmiş, insanlıkla yaşıt olan bir olgudur. Din, insanlıkla doğmuş, insanlıkla gelişmiş ve tarih boyunca, insanoğlunun kendisinden uzak kalamadığı bir kurum olmuştur. Tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın, dinsiz insanlar bulunsa da, dinsiz bir toplum görülmemiştir; çünkü, din, insanlarda fıtrî bir duygudur, Allah'ın kendilerine bizatihi verdiği bir duygudur. Herhangi bir dine inanan hiçbir toplum, din hizmetine karşı bigâne kalmamıştır, kalamamıştır.

3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı Kanunla kurulan, anayasal bir kuruluş olarak genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığına, 633 sayılı Kanunla, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevleri verilmiştir. Başkanlığımız, yurtiçinde, en ücra yerlere kadar, yaygın bir din hizmeti vermektedir. Ayrıca, yurtdışındaki vatandaşlarımıza, Türk ve Müslüman topluluklarda yaşayan soydaş ve dindaşlarımıza hizmet götürebilmek için büyük çaba sarf edilmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi incelendiğinde, bütçenin 2001 yılına göre yüzde 83 artırılarak 553 trilyon 364 milyar 200 milyon liraya ulaştığı görülmektedir. Ancak, bütçenin yüzde 98'i personel giderlerine, geri kalan kısmı ise diğer cari hizmet giderleriyle, yatırım ve transfer harcamalarına ayrılmıştır. Bu bütçe ödenekleriyle Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetlerini etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmesinin mümkün olmadığı kanaatini taşımaktayız.

Diyanet İşleri Başkanlığının toplam kadro sayısı 88 501'dir. Bu kadroların 12 133'ü münhaldir. 2001 yılında münhal bulunan kadrolardan 1 250 tanesine Maliye Bakanlığından izin alınarak, açıktan vekâleten atama yapılabilmiştir. Münhal bulunan imam hatip, müezzin ve kayyım kadrolarına açıktan atama izni verilmeli ve ibadete açılmış, ancak hiç kadrosu olmayan camilere öncelikle behemehal birer kadro tahsis edilmelidir.

Siz, devlet olarak bu boşluğu doldurmazsanız, birileri mutlaka dolduracaktır. İnanç ise boşluk kabul etmiyor; bunu defaeatle söyledik, sıkıntıyı aziz milletimiz, Müslüman halkımız çekmektedir.

Ayrıca, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, boş kadrolara açıktan vekil imam hatip atanabilmektedir. Bütçe kanununa konulan bir hükümle bu tür atamalar Maliye Bakanlığının izniyle yapılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının vekil imam hatip atamaya ait talepleri öncelikle yerine getirilmeli ve bu kadrolar mutlaka doldurulmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli görevi, toplumu din konusunda aydınlatmaktır. Bu görevin ifasında, Başkanlığın, basılı, sesli, görüntülü ve süreli yayınlarının büyük önemi vardır. Başkanlık yayınlarının sayısının artırılması, vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte, kaliteli, ucuz eser basımı yapabilmesi amacıyla, Dinî Yayınlar Döner Sermaye İşletmesinin sermaye limitinin artırılmasında zaruret vardır.

Bilindiği gibi, 633 sayılı Kanunun 31 inci maddesiyle, Dinî Yayınlar Döner Sermaye İşletmesinin sermaye limiti belirlenmişti. Anayasa Mahkemesi kararıyla bu madde iptal edildiğinden, meydana gelen hukukî boşluğu doldurmak amacıyla, söz konusu kanunun 31 inci maddesinde yeniden düzenleme yapan kanun tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonunda 10.10.2001 tarihinde görüşülmüştür. Komisyonda, döner sermaye işletmesi sermaye limitinin 3 trilyon liraya çıkarılması ve bu miktarın, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 katına kadar artırılması benimsenmiştir. Söz konusu tasarı, öncelikle gündeme alınarak Genel Kurulda görüşülmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı basın ve yayın organlarında, vatandaşlarımıza, temel inançları konusunda tereddütlere ve zihin karışıklığına sebep olan yayınlar yapılması, onları, haddinden fazla huzursuz etmektedir. Bazı İslam kaynaklarında bulunan spekülatif yorum ve istisnaî görüşlerin, bazı kişilerce, dinin esası olarak ortaya atılması, dinî birlik ve beraberliğimizi tehdit etmektedir, bizi günden güne zaafa uğratmaktadır. (MHP sıralarından alkışlar) Bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığınca gerekli açıklamalar yapılmalı, vatandaşlarımızın tereddütleri giderilmeli, Başkanlığın görüşlerine itibar edilmeli, Diyanet, güvenilir bir müessese olarak, bu görevini behemehal yapmalıdır.

633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun bazı maddelerini değiştiren 1982 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından 1979 yılında iptal edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Kanununun yürürlükte kalan maddeleri ise, gerek Başkanlığın bugünkü teşkilat yapısına ve gerekse yürüttüğü hizmetlere cevap veremez durumdadır. Hukukî boşluğun doldurulması ve Başkanlığın bugünkü hizmet alanlarına göre yeniden yapılandırılması amacıyla, teşkilat kanunu en kısa zamanda çıkarılmalıdır; yirmi yıldan bu tarafa Diyanet İşleri Başkanlığı, maalesef kanunsuzdur.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülen hizmetlerin istenilen seviyeye yükseltilebilmesi, bilgili, yetenekli ve başarılı eleman istihdamının sağlanabilmesi amacıyla, personelin özlük ve malî haklarının iyileştirilmesinde zaruret bulunmaktadır. Bu maksatla, din hizmetleri tazminatı oranlarının yükseltilerek, müftü, vaiz, murakıp, imam hatip, müezzin, kayyım ve Kur'an kursu öğreticilerinin durumlarının iyileştirilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatında çalışan personele, Başbakanlık ve bağlı kuruluşlara ödenen fazla çalışma ücreti mutlaka ödenmelidir. 4.7.2001 tarihli ve 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal haklarında hizmetin özelliğine ve gereklerine uygun olarak adaletsizlikleri giderecek düzenlemeler yapılması öngörülmüştür. Bu kararname uyarınca, 2002 yılından itibaren yapılacak düzenlemelerde Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin makam ve görev tazminatları yükseltilerek, uzun yıllardan beri devam eden mağduriyetlerine son verilmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 yılı bütçesinin Diyanet camiasına ve aziz milletimize hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz eder; sizlere saygılar sunarım. (MHP, ANAP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası Uşak Milletvekili Sayın Armağan Yılmaz'da.

Size 7,5 dakika kaldı.

ARMAĞAN YILMAZ (Uşak) - Biraz müsamahanıza sığınacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun.

MHP GRUBU ADINA ARMAĞAN YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi ve bizleri televizyon karşısında seyreden vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

2000 yılında yaşanan ekonomik küçülme sonrası, Türkiye ekonomisi 2001 yılında da yüzde 8,5 oranında daraldı. Ekonomik küçülmenin gerisinde, reel ekonominin içine çekildiği iç talep gerilemesinin yol açtığı ciddî üretimsizlik krizi yatıyor. Reel ekonomiyi, bu istenmeyen güç şartlara muhatap eden gerçeğin arkasında ise, kuşkusuz, malî piyasalarda yaşanan kriz yatmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son olarak, aktiflerinin büyüklüğü itibariyle 18 inci sırada yer alan Toprakbank da, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alındı. Ortak yönetim altında toplanan 3 kamu bankası hariç tutulacak olursa, fon kapsamına alınan banka sayısı 19'a ulaştı.

Bankacılık sektörünün geçmişten getirdiği sorunların, günün birinde böylesi bir istenmeyen durumu yaratacağı kaçınılmazdı. Her önüne gelene sorgusuz sualsiz banka sahibi olma izni verilmesi, denetim mekanizmalarının yeterli seviyede işletilmemesi, bu sonu hazırlayan gerekçelerin ilk sırasında gösterilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruluncaya kadar, Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankası Başkanlığı, bankacılık sektöründe faaliyet gösteren kamusal ve özel malî kurumların, piyasa kuralları içerisinde sağlıklı işletilmesinden sorumlu olan kurumlardı. Sektörde, kötü yönetim sebebiyle faaliyetleri durdurulan bu kadar kuruluş varsa, o zaman, denetim görevini yerine getirmek durumunda olan bu kurumların, kamusal görev ve sorumluluklarını yeterli biçimde yerine getiremedikleri anlaşılmaktadır.

Aynı şekilde, yabancı sermaye ve yatırımları teşvik konusunda da benzer durumlar söz konusu; özellikle reel ekonominin önünün açılmaya büyük ihtiyaç olduğu şu günlerde... Yerli ve yabancı yatırımcılar, fazla bürokrasi ve mevzuattan kaçıyorlar. Özellikle yabancı sermaye, kendisine bu kadar zorluk çıkarılan bir ülkeye niçin gelsin? Hal böyle olunca da gelmiyor. Bu şartlarda da gelmemekte haklı.

Diğer taraftan, yatırım teşvikleri noktasında, gerçek manada yatırımcılara çıkarılan zorluklar karşısında da, teşvike bağlı yatırımların yarım kalması, tamamlanamaması veya hiç başlanılmaması kadar doğal bir şey olamaz.

Değerli arkadaşlarım, mevzuatın sürekli yenilendiği, değiştirildiği bir yerde, yatırımcı, nasıl önünü görerek yatırım kararları alabilir veya alsa da, bunu uygulamaya nasıl dönüştürebilir? Bu şartlar altında, yabancı ve yerli yatırımların harekete geçirilerek sisteme aktif katılımının sağlanması, hiç mümkün görülmüyor. Hal böyle olunca da, yeni teknolojilerin kazanılması, yeni iş imkânlarının yaratılması da gerçekleşemiyor. Reel ekonomiden gelen olumlu katkıyla ekonomik canlanma sağlanamıyor, kriz üstüne kriz yaşanması da kaderimiz oluyor.

Krizden kurtulmak imkânsız değildir. Her ekonomik kriz, yeni finansal terim ve uygulamaların devreye girmesiyle aşılabilir; hisseye dönüşebilir borç senetleri, gelir ortaklığı senetleri ve risk sermayesi yönetimi, yeni enstrümanlar olarak nitelendirilebilir. Bilhassa, TOBB Başkanının açıklaması üzerine kamuoyu gündemine giren risk sermaye yönetimi, önemli fonksiyonlar üstlenebilir. Aksi halde, Türkiye, bu konuda geç kalmanın bedelini daha ağır ödemek zorunda kalabilir.

Şurası bir gerçek ki: Sorunların temelinde, üretim yetersizliği, malî piyasaların derinliği ve hacminin olmaması kadar, içborç yükünün getirdiği açık bütçe politikası da büyük pay sahibidir. Ekonominin bir türlü toparlanamaması ve kötü gidişin, daha çok, içborçların sebep olduğu faiz ödemelerinden kaynaklandığı görülmektedir. Yüksek faiz politikalarının, ülkede gelir dağılımını bozduğu, fakir ve zengin kitleler arasında çok büyük uçurumlar yarattığını görmekteyiz. Zar zor toplanan vergilerin tamamı faiz ödemelerine sarf ediliyor. Geleceğimize yatırım yapmaya kaynak bulamıyoruz veyahut kalmıyor. Faiz ödemelerini gerçekleştireceğiz diye, bütçenin orasından burasından kesiyoruz. "Faizdışı fazla" tanımlaması getirilerek, yaptığımız tasarrufları, yine faiz ödemelerinde kullanıyoruz. Ne yazık ki, tüm bu özverili gayretlere rağmen içborç sarmalından kurtulamıyoruz, bütçe açığını kapatma başarısını sergileyemiyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 17 nci ve 18 inci stand-by düzenlemeleriyle IMF'den sağlanan ek malî krediler de bu sorunun giderilmesinde yetersiz kaldı. Şimdi, IMF ile ek protokol yapılarak yeni malî yardım alma aşamasındayız. Bu kredi, IMF uygulamalarının ötesinde, bütçe finansmanında da kullanılabilecek. Burada açık olan, iç kaynakların artık yetersiz kaldığı, toplanan vergilerin Türkiye'yi taşıyamadığıdır. Öyleyse, yapılması gereken, üretimin önünün açılması ve ekonominin tekrar vergi üreten yapıya kavuşturulması, bunun için de olmazsa olmaz olan iç talebin canlandırılmasıdır. İç talebin canlandırılması için de, öyle zannediyorum ki, vergi politikalarıyla devletin eriştiği kaynak israfına yol açan büyüklüğün tartışmaya açılmasının zamanı gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de vergi oranlarının yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu oranlarla, vergisini düzenli ödeyen kesim de vergi ödemekten caydırılıyor. Kaldı ki, vergi mevzuatımızda harcamaların gider yazılması esası, Batı ile karşılaştırıldığında, ciddî bir biçimde, vergi ödeyenlerin aleyhine. Bunun, öncelikle yeniden ele alınarak düzenlenmesi bir zorunluluktur. Diğer taraftan, gerek Kurumlar, Gelir ve Katma Değer Vergisi oranlarının yüksekliği, tasarruf yapma ve sermaye birikimini engelleyen bir etki oluşturmaktadır. Vergi oranlarının taşınabilir bir düzeye çekilmesi, ekonominin canlandırılması için düşünülmesi gereken ilk husustur.

Özellikle KDV oranlarında yapılacak bir indirimin iç talebin önünü açacağı teknik olarak genel kabul görmektedir. Şüphesiz ki, bu yaklaşım doğru ve üzerinde durmaya değer; bunun, artık, gündeme alınması bir gerekliliktir. Özellikle de Maliye ve Hazine Müsteşarlıklarının bu konunun üzerine eğilme ve fikir üretme zamanı gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borsa, döviz ve faiz üçgenine, diğer bir deyimle, para, kur ve faiz üçgenine sıkışmış bir ekonomi önümüzde tüm görkemiyle durmaktadır. Tamamen spekülasyona dayalı bir ekonomik yapı söz konusu; bu yapının değiştirilmesi gerekiyor. Reel ekonominin sorunları çözümlenerek, ekonomi, üretime ve dış satıma yönlendirilmeli. Reel ekonomi desteklenmeli, bunun için de eldeki tüm imkânlar kullanılmalı. Bu işlemin yolunun Hazine Müsteşarlığı bünyesinde bulunan Yabancı Sermaye ve Teşvik Uygulama Genel Müdürlüklerinden geçtiği de açıktır. Her iki konuda da mevzuat sadeleştirilmesine gidilmeli, yatırımcının önü açılmalı, işleri kolaylaştırılmalı, yeni üretim arterleri ekonomiye kazandırılmalı, yeni iş sahası yaratılmalı; böylece, katma değer ve istihdam üretecek aktiviteler ekonominin hizmetine sokulmalı; ekonomi, büyüme trendine kendi imkân ve dinamikleriyle ulaşmalıdır. Burada, piyasa ekonomisinin kural ve kurumlarıyla işletilmesinin sağlanmasının ne denli önemli olduğu bir kez daha açığa çıkıyor. Kamunun üzerine bu noktada ciddî sorumluluk ve görev düşüyor. Öncelikle, eksik rekabete yol açan müdahaleci olma alışkanlığını terk etmeli, yasal düzenlemelere gidilerek denetleyici, regüle edici bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ancak bundan sonra piyasaların kendi içsel dinamikleri üzerinde gelişme ve serpilmesiyle, dış piyasalar karşısında rekabet gücü kazanması mümkündür.

Hazine Müsteşarlığının garantör olduğu yap-işlet-devret modeli de dahil, çok çeşitli projelerde Hazine zararlarının artma sürecinde olduğu hepimizce malumdur. Yürürlükteki mevzuata uyulmadan, gerekli ve yeterli incelemeler yapılmadan, Hazine garantisiyle gerçekleştirilen projelerden sağlanan fayda, bu projelerin maliyetinin çok altında kalmaktadır. Bu şekilde yürütülen projelerin getirdiği yük, sonuçta, daha fazla vergi yoluyla topluma yansımaktadır.

Hazinenin son on yılda borçlanma miktarı nedir? Hangi şartlarda borçlanmıştır? Bu borçlanmayla hangi projeler kredilendirilmiştir? Kullanılan kredilerin ne kadarı softloan, ne kadarı ticarî kredilerdir? Hazinenin Yankee Bond, Samurai Bond ve Euro Bond piyasalarında tahvil satmak suretiyle sağlanan kaynaklar hangi faizle alınmış ve nerelere kullanılmıştır? Yine, Hazine garantili ve piyasalardan borçlanan, özellikle büyükşehir belediyeleri bu kaynağı nasıl kullanmışlardır ve vadesi geldiğinde de geri ödemelerini aksatmadan gerçekleştirmişler midir; yoksa, bu borçlar da kamuya ilave bir yük getirmiş midir? Bunların da açıklanmasını öncelikle istiyor ve bekliyoruz.

Türkiye'nin son on yılda realize ettiği projelerin öncelik sıralamasında esas alınan kriterlerin hangi iktisadî, malî ve maddî zemine dayandırıldığı hususunu Devlet Planlama Teşkilatı ve Millî Prodüktivite Merkezi kayıtları baz alınarak yeniden değerlendirilmesinin millet huzurunda ahdî bir sorumluluk olduğunu düşünüyor ve bunların ortaya çıkarılmasının gerekli olduğuna inanıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerimle, 2002 yılı Hazine Müsteşarlığı bütçesinin, bu mübarek ramazan günlerinde, milletimize hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ederim. Bizleri şu anda izleyen vatandaşlarımızın mübarek ramazan ayını tebrik eder; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda.

İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş, buyursunlar efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Aziz Başkan, çok değerli milletvekilleri; zannediyorum, bu müşahedemi paylaşacaksınız. Türkiye'de Başbakan olmak herhalde en zor işlerden biri. Türkiye'de Başbakanlık nasıl zorsa, maalesef, gittikçe de Türkiye'de vatandaş olmak da zorlaşıyor. Problemler büyük; insanlar, bu problemlerin karşısında bazen çaresiz kalıyorlar ve muhtelif rakamlar işitiyoruz; şu kadar yüz bin kişi, hatta şu kadar milyon kişi -bu rakamlar şöyle böyle rakamlardır; bunları çok kati olarak bazı arkadaşlar söylüyorlar, biraz sakınmak lazım- yurtdışına gitmek için müracaat etmiştir, vize beklemektedir. Şu kadarı dışarıdadır, gelmemeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, vatandaşları için de Türkiye'de yaşamak zorlaşmış. Dolayısıyla, bu problemler yığını, zannediyorum, üç alanda toparlanabilir. Birisi -burada, devamlı konuşuldu ve konuşulacak- ekonomik problemler; bir diğeri sosyal ve diğeri de dış problemler.

Bu bütçe müzakereleri niçin olur? Sayın Maliye Bakanımızın bir sözü biraz yanlış anlaşıldı. O, bizim fakülte mezunudur; onun yanlış bir şey söylemesi bizi de bağlar; yani, dedi ki :"Meclisler, parlamentolar, bütçe için, vergi için meydana gelmişlerdir."

Arkadaşlar, haddizatında, bu doğru bir sözdür; yani, Maliye Bakanı bir hata yapmış değildir. Krallar, prensler, padişahlar, vesaireler, istedikleri gibi harcamaya, vergi koymaya kalkınca, o zamanın orta sınıf karşı çıkmıştır; hayır, gelin, bir araya gelelim, vergileri beraber koyalım. Bu manada söylemiştir.

Şimdi, bu harcamalar o kadar önemli. Parlamentoların menşei buradan geliyor. Öyleyse, bu harcamaların konuşulduğu bir Mecliste ilgili bakanlarımızın bulunması lazım. Diyanet bütçesi konuşuluyor; zannediyorum, Hüsamettin Beyefendiye bağlı; pek yok. Genç insan, yani, öyle çabuk yorulup, eve gidip istirahat edecek değil...

HASAN AKGÜN (Giresun) - Hocalar var...

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Hocalar var... Eh, hocaları buraya oturtalım; vallahi ben razıyım. Sonunda bunu teklif edeceğim. Revize lazım bu konuda. Ben size katılıyorum, hocalarımız var.

Efendim, Hazine konuşuluyor; o kardeşimiz de yok; çok çalıştığını biliyorum. Başbakanımız için bu sözü pek söyleyemiyorum; çünkü, her şeyden mesul, her yere koş... Şüphesiz ki, her bakanlığın bütçesinde bulunamaz; bunu anlayışla karşılamak lazım.

Burada, ekonomide olan hadisenin ismini koyalım; çünkü, hepimiz olumlu kavramlara alışmışız. Gelişme, kalkınma, zenginleşme, refah, refah devleti; ama, bir başka kavram daha var iktisatta; nedir o; yoksullaşma, fakirleşme denen şey. Meşhur iktisat nobel ödülünü alan Prof. Gunnar Myrdal "Asya Dramı" isimli büyük incelemesinde, iktisat literatürüne bunu getirdi; yoksullaşma diye bir kavram, bir tatbikat. Bunun göstergeleri var. Vakit yok... Bu göstergeler Türkiye'de belirdi; bunu çoğumuz yaşıyoruz. Ekonominin önemli bir veçhesi böyle çıkmaya başladı Türkiye'de. Çoğumuzu üzen bir şey; ama, bu, böyle.

İstanbul'da bir iftarda, zannediyorum Sosyal Demokrat Parti Şişli Belediye Başkanımız...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Demokratik Sol...

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Evet, Demokratik Sol...

... "efendim, ben de açtım iftar çadırı; 3 000 kişiye yediriyorum, içiriyorum -tebrik ettim- burada bitmiyor; evlerine götürmek istiyorum." dedi. Şişli gibi bir yerde. Şişli, İstanbul'un müreffeh sayılabilecek -o aşağıda gecekondular hariç- bir semti. 3 000 kişi...

BAŞKAN - O eskidendi hocam.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Fakirleştik; doğrudur... Doğrudur, aziz üstadım.

Burada bütün göstergeler meydandayken, ne her şey karanlık dememiz doğru olur, onun şairi dahi "pürnur o mevki" demiş; her yer karanlık diyemiyoruz; şüphesiz, aydınlıklar var; ama ne de her şey güzeldir demek oldukça mübalağalı bir tavır olur.

Bunun getirdiği sonuçların nereden neşet ettiği de belli, benim söylememe lüzum yok; Sayın Maliye Bakanımız konuşmasında söyledi. Kamu maliyesinin dengesi bozuldu. Kamu maliyesinin dengesi bozulunca, ucuz bir çareye başvuruldu, keşfedildi güya; dış borçlanma, iç borçlanma... Dış borçlanmayla, iç borçlanmayla ilgili dün rakamlar verildi. Bunları tekrar anlatmaya lüzum yok. Bir şeyi kapatmak demek, bir ihtiyacı gidermek demek, susuz bir insanın deniz suyu içmesine benzer. Bu, klasik bir örnektir. Zanneder ki, deniz suyu içtikçe susuzluğu gidecek. Hayır, daha fazla artar. 10 milyar dolar, 30 milyar dolar, birçok rakamlar veriliyor, önümüzde duruyor. Peki, ilk göstergesi ne; ilk göstergesi, hepimize dağıtılan işte şu grafikler. Yatırımlar, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'sine inmiş; son iki senede tam aşağı vuran bir kalkınma hızı, yüzde eksi 8,5'e iniyor. Bundan önceki 1999 yılında eksi 6,1. 3 200 küsur dolardan 2 000 dolarlara indik. Türk Halkı, fert başına düşen millî gelirin aşağı yukarı yüzde 17'sini kaybetti. Bunlar birkaç senede oldu. Şimdi, burada taliksizlik ne; zannediyorum, ekonomi yönetiminde her şeyi Başbakandan, her şeyi bir kişiden, her şeyi Derviş'ten beklemekte... Ekonomi yönetiminde, Türkiye'de, bir zaaf geldi, oturdu. Bu zaafın ne olduğunu az çok içinde olanlar biliyor. Bu ekonomi yönetimini önce bir revize etmek lazımdır. Bürokratın rahatına gidiyor bu işi iç borçlanmayla çözmeye kalkmak, dışta bir imkân bulup ona sarılmak. Deniz suyu içiliyor ve deniz suyu içmeye devam ediyorlar.

 Sosyal problem işsizliktir ve sosyal problem... Aman, çok az dakikam kalmış; o zaman, bütün bunları atlıyorum.

Efendim, dışpolitika sarmalıyla beraber bir fasit daireye geldik oturduk. Borç, faiz, fakirleşme, işsizlik; dönüyor ve fasit dairenin bütün menfi sonuçları çıkıyor. Çıkılabilir mi; çıkılır. Sayın Bakanımız "çözüm gösterin" dedi. Bu çözümün modeli en son 1996'da verildi. Daha başbakanlık koltuğuna oturmadan, Sayın Necmettin Beyefendi itimat etti, uygulamayla bilinen iktisatçıları çağırdı. Sayın Bakanımız onlardan daha fazlasını biliyor ve sevilen bir insandır; önce, onları bir çağırıp oturtursun. Bir teşhisleri konulsun; teşhisler birleşecektir. Arkasından, çalışma grubu kurması lazım. Planlamanın olduğu, Hazinenin olduğu, Maliyenin olduğu bir administrasyonda, bir idarede, kolaylıkla, uzman arkadaşlar vardır. Bu meseleyi, bu fasit daireyi nasıl çözeceğiz? Fasit dairenin hedefi belli. Borçlanma gereksinmesi deniliyor o Türkçeyle; yani, kamunun borçlanma ihtiyacını azaltma hedefine doğru gitmek lazım; bu da mümkündür.

Sayın Başkan, bütün diğer hususları atlamak mecburiyetinde kalıyorum. Tabiî, bu da, bir millî heyecanla kabinenin tümünün işi. 2 bakana yık, Maliye Bakanına...

Hükümet şanslı bana göre, dün bir arkadaş daha söyledi "Maliye Bakanı, gerçekten, kıymetli bir insan" diye. Biz de şanslıyız, Maliye Bakanı doğruyu söylüyor, getirdiler 98 katrilyon, 100 katrilyona yakın bütçeyi ne yapayım diyor, işte, şu kadarı açıktır, 27 katrilyon; yani, üçte 1'i açık bütçe getiriyor, yalan söylemiyor, yazıyor, çiziyor. Bu bakımdan şanslıyız efendim; ama, bu şans burada kalmamalı, mutlaka, Kabinenin tümü, bunu sırtlanmalıdır, bu şuurla gitmelidir.

Biz, bunu, fasit daireyi kırmalıyız. Borç batağıdır ismi bunun, borç tuzağıdır. Bakan burada olsa söyleyecektim, Londra'daki ataşesine söylesin birkaç tane kitap getirtilip bu uzmanlara dağıtılsın, hepsi İngilizce biliyor. Bu konuda, borç tuzağı konusunda, fevkalade güzel, rahat okunabilir kitaplar da çıktı kaç senedir; çünkü, sadece biz düşmüş değiliz. Bunu, bu şekilde halletmek de, tabiatıyla, mümkün.

Tam tersi olabiliyor mu; oluyor, örnek vereceğim, Başbakanın vazifesi koordinasyon ve uyumu sağlamak, zorla da olmaz, herkes bunu kendi... Yapamayanların gitmesi lazım. Ben, Kabine gitsin demiyorum, bunu söylesem, her muhalifin söylediği sözü söylüyor diyeceksiniz. Kabinenin bir kısmı gitmeli. Yani, böyle bir kaide mi var; bir kabine kurulduğu zaman, bakanların hepsi sonuna kadar gider. Başarısız bakanlar var, siz, benden daha iyi biliyorsunuz. Emanet edilmiş, Türkiye, onların eline verilmiş. Başarısız olanları çektir, selamünaleyküm aleykümselam, istirahat ettir, yerine başkalarını getir; daha taze, yeni bir şeyle alırlar işi. Yani, bunu, biz muhalif olarak söylemiyoruz, Türkiye'nin işlerinin halledilmesi lazımdır, tersi oluyor.

Lütfen, RTÜK'ün, Meclis Bütçe Komisyonuna verdiği raporu okuyun. 1997'de frekans ihalelerinin durdurulması olayı var; bütün ihaleler yapıldı edildi. "O günden bugüne kadar kaybımız yüzlerce trilyona vardı" diyor. Yani, biz, bu büyük holdinglerin, hepimizin tanıdığı patronlarına, beş senedir, kamu imkânını bedava vermiş oluyoruz. Frekans, bir yoldur, bir yolu tahsis ediyorsunuz. Niçin kullanıyorlar bedava? Geriye gelip alabilecek miyiz bu parayı; alamayız ki, hukuken mümkün değil. Peki, onlara, bunu, biz, parasız kullandırmakla hangi kazancı elde ediyoruz?! Yani, bir özel televizyona, vesaire, şimdi, meşhur birtakım münakaşalara  girecek durumumuz yok.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Sağ olun efendim.

Dolayısıyla, Kabinenin tümü, eldeki bütün imkânları... Ben, sadece bir örnek verdim; bu dosyam örneklerle dolu. Açığı, ancak böyle kapatacağız. Herkes, kendi alanındaki gelirin nasıl yükseltileceğini ve borcun nasıl azaltılacağını... Sonra da, bir borç azaltma planı, bir nevi assenisman, bir nevi sağlıklaştırma programı lazımdır; çıkılabilir.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım ve özür diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, 10 dakika ara veriyorum efendim.

 

Kapanma Saati: 20.06

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 20.22

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 30 uncu Birleşimin Altıncı Oturumunu açıyorum.

 

III . - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900, 3/898, 3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam)

E) BAŞBAKANLIK (Devam)

1. -  Başbakanlık  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. -  Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

F)     DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

G)      HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. - Hazine Müsteşarlığı  2002 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı için, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, yurtiçi ve yurtdışında 88 500 kadrosuyla, Aziz Milletimiz ve tüm insanlığa hizmet veren ve eski bir mensubu olmakla iftihar ettiğim Diyanet İşleri Başkanlığı camiasına, Yüce Milletimizin şahsında, mümtaz temsilcileri olan sizlere, şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyor, bütçenin, tümüyle ülkemize hayırlar getirmesini dilerken, özellikle, önümüzdeki günlerde idrak edeceğimiz mübarek Kadir Kandilimizin ve yaklaşan Ramazan Bayramı ile yeni miladî yılımızın, ülkemize ve tüm insanlığa esenlik, huzur, barış ve saadet getirmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlar, tabiî, az önce, değerli iki konuşmacıyı izledim. Nevzat Yalçıntaş Hocamız, çok nazik, çok kibar, saygın üslupla, Sayın Maliye Bakanımızın rakamlarının, beyanlarının doğru olduğunu ifade ettiler. Doğrudur; ancak, nedense, bütçelerde milletin önüne konulan rakamlar yanlış çıkıyor. Yani, yılın sonunda, bakıyoruz, Bakanlığın rakamlarıyla, gerçekler, Bakanın itirafları, ifadeleri çok farklılık arz ediyor. Mesela, şimdi, az önce birçok konuşmacı arkadaşım ifade etti, dediler ki "diyanet bütçesi yüzde 83 oranında büyümüştür."

Değerli arkadaşlar, bakın, ben, size, diyanet bütçesiyle ilgili bir iki ön tablo arz etmek istiyorum. 1999 yılı itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi dolar bazında 834 000 000 dolardır, 2000 yılında 535 000 000 dolar, 2001 yılında 430 000 000 dolar, 2002 yılında 375 000 000 dolardır. Bütçenin dolar bazındaki küçülmesi bu senelere göre 300 000 000, 85 000 000 ve 75 000 000; yani, geçen seneye nispetle bu seneki diyanet bütçesi reel olarak, alım gücü itibariyle 75 000 000 dolar küçülmüştür ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin hemen tamamına yakını da cari harcamalardır; yani, 88 000 küsur personelin giderleri için -tabiî, bunların 12 000'i münhal, açık- cari harcamalar; yatırımlar olarak diyanet bütçesinde sembolik birkaç rakamın dışında veya yatırım programının dışında herhangi bir programa da rastlamak mümkün değildir.

Bir diğer hususu da, yine, konuşmamın başında arz etmek istiyorum. Demin, iktidar partisi milletvekili akademisyen değerli bir hocamız, Türkiye'nin batmayacağını, yüzde 60'ı geçen içborçlanma veya dışborçlanmada bunun iflas olmadığını bu kitabı takdim ederek gösterdiler ve 223 üncü sayfayı da takdim ettiler bize; ama, hocamız, 216 ncı sayfaya baksaydı, mesela, Japonya'nın borçlanmasının miktarının yüzde değil, binde 2 olduğunu göreceklerdi. Binde 2'yle Türkiye'nin de borçlandırın da, 200 milyar değil, 400 milyar dolar borçlandırın; ama, Türkiye’nin, reel faiz karşılığında borçlanma rakamı yüzde 30'lara, yüzde 40'lara ulaşmaktadır; bu, bir gerçektir. Böyle bir faiz karşısında bir ülkenin batmaması elbette mümkün değil.

Bir başka rakamı yine burada ifade ediyorum: Bakın, şu tablo geçen seneki, 2001 yılı bütçesinde sunulan tablodur. 2000'de 2001'in hedefini artı 4,5 olarak göstermiştir Sayın Maliye Bakanı; ne çıkmıştır; eksi 8,5. Oysaki, DPT'nin raporlarına göre eksi 11,2'dir bu ve 2002'nin hedefini artı 4 gösteriyor. Şimdi, burada -kayıtlara girsin diye söylüyorum- artı 4 diye gösterilen bu hedefin -ki, geçen sene 4,5 gösterilmişti- çok büyük ihtimalle   -temenni etmiyoruz ama- bugünkünden daha beter olmasından korkuluyor; çünkü, hükümetin bu anlamda ciddî hiçbir tedbiri yoktur maalesef.

Değerli arkadaşlar, 1982 Anayasasının 136 ncı maddesi "genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmünü ihtiva etmektedir. 1961 Anayasasının 154 üncü maddesinde öngörüldüğü doğrultuda, 1965 tarihinde, diyanetin teşkilat kanunu çıkmıştır. Diyanet bütçesiyle ilgili buraya konuşmaya çıkan her konuşmacı arkadaşım temas etti. Bakın, iktidar partileri, Demokratik Sol Parti aynı şeyi söylüyor, katılmalarını takdirle karşılıyorum; diyorlar ki: "Teşkilat kanunu çıkmalı." 1979'da müteveffa cumhurbaşkanı Fahri Korutürk döneminde, Anayasa Mahkemesi 633 sayılı Kanunun birçok maddesini iptal etti. Yirmiiki yıldır, Diyanet İşleri Başkanlığı, birkaç maddesi kalan bu kanunun boşluklarını genelgelerle doldurarak yürütmeye çalışıyor. Takdir edersiniz ki, dünyada 88 500 nüfuslu olan devlet var; yani, bu kadar küçüçük devletler var. Bir devlet nüfusu rakamına ulaşabilecek sayıda insanı, yani, hizmet eden elemanı bulunan bir teşkilatın kanununun olmaması fevkalade gariptir. Bu gariplik belki siyasîlerin hesabına gelebilir. Şu anlamda diyorum; yani, kanunu olmazsa, herkesin ona görev vermesi, buyurması, emretmesi, hükmetmesi mümkün; çünkü, eğer aksine bir şey olursa, diyanet mensubu diyecek ki "efendim, bana kanunsuz görev veremezsiniz, benden şunu isteyemezsiniz, şu kanuna uygun değil." Diyaneti, her önüne gelenin -tenzih ederim, o camianın içinden birisiyim ama- siyasîlerin oyuncağı haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur; teşkilat kanunu çıkarılmalıdır. Esasen, Diyanet özerk hale getirilmelidir. Siz "Diyanet, Anayasanın 136 ncı maddesine göre siyaset dışı" diyeceksiniz... Ben, bakanların kişiliklerine saygı duyuyorum; ama, o teşkilatta yirmibeş yıldan fazla hizmet veren bir arkadaşınız olarak, her dönemde siyasilerden mutazarrır olan birisiyim, ocak ayının 2'sinde tayini çıkarılan bir müftüyüm. Niye; siyasilerin müdahaleleriyle. Onun için ben diyorum ki, hiçbir gerekçesi olmadan bunlar yapıldı. Niçin söylüyorum; Diyaneti, siyasetçilerin oyuncağı olmaktan çıkarmak zorundasınız. Eğer din, toplum melabei cühelâ olmaktan kurtarılmak isteniyorsa, Diyanetin teşkilat kanunu çıkarılmalı ve behemehal özerkliği de temin ve tesis edilmelidir; bunu ihtiyaç vardır.

Ama, arz ettiğim gibi, bakın, sırayla bütün partiler, şurada grubu bulunan 6 parti, inanıyorum ki, hakikaten "teşkilat kanunu çıksın" diyor. Demin konuşan Sayın Müderrisoğlu ifade ettiler, çok güzel, yani, Diyanetin teşkilat kanunu, aynı zamanda döner sermayesiyle ilgili yayın... Diyanetin vermesi gereken hizmetlerden en önemlilerden birisi dinî yayınlar ve irşat hizmetleridir. Bakın, geçen gün, bir gazetede enteresan bir beyanat var. Şimdi, Türkiye'de birkısım yanlış akımlar, cereyanlar yayılıyor. İsmini vermemin belki mahzuru olabilir. Resmî patrik, Türk Ortodoks Patrikhanesinin Başdanışmanının kızının, bir gazetede açıklaması var, aynen beyanatı şöyle: "Siz, hem Müslümanlara ve İslama bu kadar tahdit koyacaksınız hem de Türk gençliği Hıristiyanlığa meyledince ağlayacaksınız, olmaz böyle şey" diyor. Kim söylüyor bunu; Türk Ortodoks Patrik Basın Başdanışmanının kızı söylüyor. İsmi burada mahfuz; ama, zikretmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, niye bu böyle; bir taraftan, Diyanetin basın yayınla hizmet vermesini engelleyeceksiniz, imkânları tahdit edilecek, yani, limitini, basın yayın organının limitini artırmayacaksınız, teşkilat kanununu çıkarmayacaksınız, olabildiğince baskılar altında tutacaksınız, öbür taraftan...

Bakın, Allah aşkına, şu ramazanlar geliyor, manzarayı yaşıyoruz, hakikaten ürküyorum, bir ilahiyatçı milletvekili, bu milletin vekili olmaktan ürküyorum, televizyonlara bakmaktan istikrah ediyorum, her kanalda echeli cühelâ, yani, cahil değil, cahillerin cahili... Çıkıyor;  alakası yok, bilgisi yok, kültürü yok; sadece reyting adına dini alet ediyorlar; buna kimsenin hakkı yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bunun önüne geçilmesinin yolu var. Bakın anayasal kuruluşlar var, YÖK anayasal kuruluştur, Anayasa Mahkemesi böyle bir kuruluştur, Yargıtay, Sayıştay ve Diyanet de bir anayasal kuruluştur; devlet, Diyanete görev vermiş. İşte, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun mülga olmayan 1 inci maddesi de ona amir. Diyor ki "İslam Dininin inançlar, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek." Din konusunda toplumu kim aydınlatacak; falan televizyondaki şovmen filan değil, falan sanatçı değil!.. Herkes sanatını icra etsin; ama, dinle ilgili ahkâm kesmeye haddi ve hududu olmayanların, liyakati olmayanların, yetkisi olmayanların, salahiyeti olmayanların hüküm vermeye hakkı olmamalıdır.

Hatta bu konu o kadar ileri gitmiş ki, geçtiğimiz günlerde, Parlamentoda kendisine saygı duyduğum çok değerli bir milletvekili arkadaşımın bir açıklamasını hayretle gördüm. Bu, bir milletvekili arkadaşımızın, bir dergideki beyanatıdır "bu arada Kur'an dışı hükümler olarak..." diyor. Dikkat edin "bu arada Kur'an dışı hükümler olarak tanımlanan aşırılıklar; -nedir onlar- türban, yobazlık ve diğer hususlara ilişkin görüntüler..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bakın "Kur'an dışı hükümler" diye bir siyasinin bu dergideki beyanatı "...türban, yobazlık ve diğer hususlara ilişkin görüntüler verilirken, zaman zaman çağdaş Müslümanlık örneği olarak da Türkiye gösteriliyor Amerika'da" diyor.

Değerli arkadaşlar, insanın cehaletini izhar etmek için bu kadar yürekli olmasına gerek yok. Ben bu işi bilmiyorum der biter; ama, burada parlamenter olacaksın, milletin vekaleti omuzunda olacak, Kur'an dışı hüküm olarak, başın örtüsünü, tesettürü; yani, Hicab Ayetine, hadislere rağmen...

Değerli arkadaşlar, bunun hükmünü kim verir; bunun hükmünü de, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna göre kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığının Din İşleri Yüksek Kurulu verir; bu bir kuruldur. İşte, bakınız, 30.12 1980, 77 nolu Diyanet İşleri Başkanlığının fetvası; yani, karar.

Bir başka karar daha verilmiş, o günkü Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam'ın talebi üzerine, Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş'ten, isticvab  amacıyla sorulan suale verilen 7 sayfalık cevaptır, karardır.

Bir diğer karar, yine, 3.2.1993/6 sayılı Başkanlık Din İşleri Yüksek Kurulu kararı; tesettürün; yani, başörtüsünün; yani, bugün türban diye adlandırılan, birçoğumuzun annesinin, bacısının başını örttüğü diye tarif edilen bu vasfın, kimliğin ne olduğunun hükmünü, filan televizyondaki falan veyahut da herhangi bir şekilde titr almış, birilerinden belki birkısım mansıp, makam, gelecek bekleyen, sözümona, makamların hayranı ve düşkünü ilahiyatçı bazı hoca arkadaşları da burada şiddetle kınadığımı söylüyorum. Bunu, inanarak söylemiyorlar, birilerine alet olmak ve dine alet etmek için söylüyorlar. Bu konuda yetkili kurum Diyanettir. Eğer, bu kurumun gerçekten onurunu savunuyorsak...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, teşekkür ediyorum efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Başkanım bitiriyorum, müsaadenizle.

Eğer, milletçe buna gereklilik olduğuna inanıyorsak, Diyanet İşlerine bu onuru iade etmek, bu hakkı -esasen onlarındır- onlara vermek gerekir ve bu hakkı başkalarının kullanmasının önüne geçecek acil yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Bunun teminini umuyor ve dolayısıyla bu konularda ve diğer konularda Diyanet teşkilatına tüm Meclisimizin gösterdiği duyarlılığı takdirle karşıladığımı ifade ediyor, acilen teşkilat kanununun çıkarılmasında katkılarınızı umuyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti, MHP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu'nda.

Buyurun Sayın Karapaşaoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben, konu itibariyle, Hazinemizle ilgili bir konu üzerinde durmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, bütçemizin neredeyse yarıdan fazlasını, yüzde 55'ini, Hazinemizin bütçesi oluşturuyor; yani, devletimizin içeriden ve dışarıdan almış olduğu borçlarla ilgili ödenecek faizler oluşturuyor. Bununla ilgili olarak yapmış olduğumuz bir tespit var; 1986 yılında Bütçe Kanununa  bir madde şöyle: "İç ve dışborç anapara geri ödemeleri, 1975 yılından 1986 yılına kadar bütçeyle birlikte verilmiştir. 1986 yılından itibaren, borç hâsılatını bütçe gelirleri, anapara geri ödemelerini bütçe giderleri dışında tutan yeni bir bütçe sistemi uygulamaya konulduğundan, bütçe gelir ve giderleri arasında bu tutarlara yer verilmemiştir." Yıl 1986, devrin Maliye Bakanı, usta bir maliyeci değil; ama, iyi bir makine mühendisi.

Değerli arkadaşlar, o tarihten sonra, istatistiklere bakıyoruz; bütçe içerisindeki faizin payı şu tabloda kırmızıyla gösterilmiş, 1986'dan bugüne kadar iç ve dışborç faizleri süratle yükseliyor. Dolar cinsinden gösterilmiş; yine süratle yükseliyor. Gayri safî millî hâsıla içerisinde gösterilmiş; aynı periyotla yükseliyor.

Değerli arkadaşlar, buradaki hastalık ne? Buradaki hastalık, borçlarımızın, bütçeyle birlikte, Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Parlamentoda denetlenememesidir. 1986'dan sonra, faiz ödemelerine baktığınız zaman, yine aynı şekilde katlanarak büyüdüğünü, katlanarak arttığını göreceğiz. Mesela, 1986 yılında toplam faiz ödemeleri 648,8 milyar Türk Lirasıyken, hemen ertesi yıl 2 misli, daha ertesi yıl tekrar 2 misli, bu şekilde katlanarak, her sene 1 misli artarak bugüne kadar gelmiş bulunuyor.

Bu, nereden tezahür etti, nereden doğdu, nereden geldi? İşte, Sayıştayımızın 2001 yılı izleme raporu. Bu izleme raporunda, Plan ve Bütçe Komisyonunda, 1995'ten itibaren, Sayıştaya talimat veriliyor ve "Hazinemizin dışborç ve içborç miktarlarını yerinde incelemek üzere size görev veriyoruz" deniliyor. Yerinde incelemek üzere...  Sayıştayda bir grup oluşturuluyor ve yerinde yapılan incelemeler neticesinde, Sayıştayın hesaplarında olumsuzluklar, kayıtdışılıklar ve uygun olmayan kayıtlara rastlanıyor; hiç kayda girmemiş dış krediler, hiç kayda girmemiş iç kredi masrafları tespit ediliyor.

Bunlardan örnek vermek gerekirse, size, şuradan bir örnek vermek istiyorum: Sebeplerini zikrettikten sonra "zira, bu hesaplarda, kamu dışı borçları tam, uygun ve doğru şekilde gösterilmemiştir. Dışborç stoku, eksiksiz bir şekilde tespit edilememiştir. Tahakkukla, saymanlık kayıtları farklıdır. Örneğin, 2000 yılında, saymanlıkta borç olarak görülmeyen 996 trilyon Türk Lirası, tahakkukça borçlanma olarak kaydedilmemiştir" deniliyor. Demek ki, kayıtlarda buna benzer aksaklıklar görülüyor.

Tabiî, bu aksaklıkların arkasından ne geliyor; keyfilik geliyor. Mesela, bakın, şimdi bir olay var; bu olayla ilgili olarak herhangi bir açıklama yok. Hazinede görevli arkadaşlarımızdan alıyoruz bu olayın cereyan şeklini. Diyorlar ki "borç takası; yani, kısa vadeli Türk Lirası borçların, üç yıl vadeli dolar borcuna dönüştürülmesi, çok büyük bir başarı olarak kamuoyuna takdim edilmiştir. 3 katrilyon beklenirken, 9,5 katrilyonluk takas gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, bilahara 850 trilyonluk ek talebin de karşılandığı bildirilmiştir. Bu aşırı talep, aslında, çok büyük bir kamuoyu aldatmacısından başka bir şey değildir;  zira, takasın gerçekleştirildiği kur, kamuoyuna 1 160 000 Türk Lira olarak ilan edilmiş iken, iç ve dış kurumsal yatırımcılara, dolar, yüzde 17 ucuza, yani, 960 000 Türk Lirasına satılmıştır. Net alımı, büyük yatırımcıya verilen faiz miktarı, yüzde 14,8 değil, bu fiyat düşüklüğüyle birlikte yüzde 40'lara ulaşmıştır. Böylelikle, hükümet, bazı büyük kurumsal yatırımcıların, bazı büyük grupların sermayelerini güçlendirmiştir. Böylelikle bir manipülasyon gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, bunun yanı sıra, swap denilen, yani, takas ertesinde bileşik faizlerin de, yüzde 25 artışla yüzde 95 ve yüzde 100'lere varması temin edilmiştir."

Şimdi, Hazinemizin bu kadar büyük denetimsizlik içerisinde, 1986'dan bugüne kadar gelişlerde karşımıza çıkan olumsuzlukların ne olduğunu iyice tespit etmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, bir başka konu, bir başka olay: Bakınız, döviz varlıklarımız -yani, Merkez Bankası döviz ve Türk Lirası bilançosunu açıp baktığınızda- yıla göre,  yılbaşına göre yüzde 106 artış gösteriyor. Yükümlülüklerimiz ise, yüzde 247 artış gösteriyor. Yani, artışımızın çok daha üstünde yükümlülüklerimiz de artıyor. 2000 yılı sonunda, Merkez Bankasının döviz alacakları, döviz borçlarından 3,1 milyar dolar fazla olarak gerçekleşmiş idi, ekim ayı başında ise, Merkez Bankasının döviz alacakları, döviz borçlarından 10 milyar daha fazla rakama inmiş; yani, ters bakiye vermiş; artıdan eksiye iniyor. Demek ki, 13 milyar dolar döviz Merkez Bankasından çıkmış.

Bankalara bakıyoruz, bilançolarına bakıyoruz, bankaların bilançolarında döviz rezervi 40 milyar dolar civarında dolaşıyor, daha fazla artmıyor; yani, ne eksiliyor ne artıyor. O halde, bu 13,5 milyar dolar nereye gitti? İşte, bu 13,5 milyar doların yastık altına değil de, yurtdışına gitmiş olduğunu ekonomistler iddia ediyorlar ve kanıtlıyorlar bunu da.

Bunun yanı sıra, Hazinemizle ilgili olarak, izleme raporunda, çok açık ifadelerle, "Dışborçların tam olarak takip edilmemesinin temel nedeni, kullanım bilgilerinin, kredileri kullanan kuruluşlar tarafından Hazineye bildirilmemesidir. Bu eksikliğin en önemli sonucu, söz konusu kullanımların bütçeye gider kaydedilememesi ve kayıtdışı kalmasıdır"  deniliyor.

Değerli arkadaşlar, buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılan şu:

1. İç ve dışborçlarımızın, mutlaka ve mutlaka, hareketlerinin, bütçeyle birlikte, bütçenin altında, bir bilanço niteliğinde, Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilmesi lazım, Meclisimizde de bu bütçelerin bu şekilde tartışılması lazım.

2. Kurumlar arasındaki denetimlerin "yerindelik" ilkesine göre yapılması lazım; yani, bir grup uzman heyetin ya gidip yerinde inceleme yapması lazım veyahut da bütün devletin unsurlarının, bilgisayar ortamı içerisinde yüzde 100 olarak gerçekleştirilmesi lazım. Neden? Bakınız, 1975 yılından 1986 yılına kadar, hatta, 1995 yılına kadar, Sayıştaya verilen belgeler üzerinden denetimler yapılmış...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen efendim...

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) - ...hiçbir eksiklik bulunamamış ve onaylar verilmiş; ama, 1995 yılında, borç miktarları çok fazla miktarda görüldüğü zaman, faizler yükseldiği zaman, Sayıştayımıza, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun dikkatini çekmiş, "gidin yerinde bakın" denilmiş; Sayıştay, uzmanlarını göndermiş, yerinde tetkik ettirmiş. Yerinde tetkik edilince, farklar bulunmuş, eksiklikler bulunmuş, kayıtdışılıklar bulunmuş ve son beş yıllık raporlar Sayıştay Genel kurulunda onaylanmamış ve halen de onaylanmamıştır.

Demek oluyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, denetimlerini gerçek olarak yapabilmesi için, kurumların şeffaf olması, ayrıca, bu şeffaflık ilkesine dayalı olarak, elektronik devletin, bilgisayar ortamında bütün kurumlarının birbirleriyle irtibat halinde olabilmesi lazım. Bununla ilgili olarak, zaten son zamanlarda, IMF'nin üzerinde en çok durduğu konulardan bir tanesi, şeffaflık ilkesi olduğunu hatırlarsanız, bu konunun, özellikle üzerinde durulması gerektiğini de varsayacağız.

Bu duygu ve temennilerle, devletimizin, elektronik bir devlet haline gelene kadar yatırımlarını sürdürmesi temennisiyle saygılarımı sunuyor ve bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Efendim, şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisinde.

İlk söz, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş'ta.

Buyurun. (DYP sıralarında alkışlar)

Yine, sürenizi üçe bölüyorum efendim.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Hazine bütçesi üzerindeki görüşlerimi paylaşmak üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konu oldukça teknik, süre kısıtlı, Sayın Başkanın birazcık müsamahasıyla, bütünlüğünü bozmadan, Yüce Heyetinizle, Hazine bütçesindeki temel sorunu, ekonomideki temel ilişkileri ve piyasalar ile mevcut yapıyı altüst eden büyükleri konuşmak, paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılı Hazine bütçesinde ve genel bütçede iki temel mesele var. Birincisi, bu bütçeyle, mutlaka, faiz dışı fazla yaratılacak. Devlet, faiz dışında, 15,8 katrilyon lira geliri daha fazla yaratarak, harcamaları kısarak bir artı yaratacak ve bu artıyı da, mevcut borçların düşürülmesinde, indirilmesinde, amortizasyonunda kullanacak.

İkinci önemli mesele, Türkiye, bugün, hem uluslararası piyasalarda hem içpiyasa çevrelerinde mevcut borçlarını döndürüp döndüremeyeceği konusunda, ağır bir sorgulama içindedir. Türkiye'nin iç ve dışborçlarının, ulaştığı düzey itibariyle, 2002 yılında bu borçların ödenebilir olup olmadığı konusu tartışılmaktadır. Bu konuda, hükümet ve Sayın Derviş, bir sorun olmadığını ve sorunun çözümlendiğini, piyasaların ikna edildiğini ifade ediyor. Bu sorun nedir, bütçe konuşulurken, açık ve net rakamlarla ortaya koymak ve paylaşmak ihtiyacındayım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin içborcu, 1999 yılı Aralık ayında, yani, stand-by anlaşmasının yürürlüğe girdiği tarihte, 22.9 katrilyon liradır. Geçen yılın sonunda, yani, Aralık 2001'de, bu yılın başında, 36 katrilyon liradır. Bu yıl; yani, 12 ay sonra, bu rakam, 119,2 katrilyon liradır. Bütün dünya bu rakamı sorguluyor. Türkiye, bir yılda, 36 katrilyon liradan 119 katrilyon lira olarak ilan edilen borcunun anaparasını ve faizini ödeyebilecek güçte ve yapıda mıdır? Sorgulanan hadise budur. Tabiî, bu arada, Türkiye'nin iki yıllık dönemde, 2000 ve 2001 yıllarında da, dış piyasalardan ve IMF-Dünya Bankası grubundan aldığı krediler rekor düzeyde, 31 milyar dolardır.

Bütün bunlarla nereye geldiğimizi işaret edeceğim biraz sonra; ama, bu içborçtaki olağanüstü artış, 119 katrilyon liralık, yani, 80 milyar dolarlık içborç nasıl oluştu, kompozisyonu nedir? Bu borcun 36 katrilyon lirası, Hazinenin, bütçe açıklarını ve mevcut sistemini ayakta tutmak için piyasalardan aldığı borç; geriye kalan 83 katrilyon liralık kısmı değerli arkadaşlarım, kamu içinde, kamu bankaları, fon bankaları, Merkez Bankası sistemi içinde Hazinenin üstlendiği borç; 83 katrilyon lira.

Bu rakamın 57 katrilyon lirası, bankalardan, 3 kamu bankası ile 18 fon bankasından oluşmuş borçlar. Peki, geride kalan rakam ne? Tarihinde ilk defa, Merkez Bankasına, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin 31,2 katrilyon liralık borcu vardır. Bütün bunları alt alta yazıyoruz, Hazine 119 katrilyon lira ödeme yükümlülüğü altındadır.

Burada biraz daha ayrıntıya girelim: Ziraat Bankasına oluşturulan Hazine borcu 15,2 katrilyondur, Halk Bankasına oluşturulan 13,9 katrilyondur, Emlak Bankasına da 0,7'dir. Bu muhteşem, devletleştirilen, Fona alınan 18 banka nedeniyle Hazinenin üstlendiği borç da 19,7 katrilyondur; ayrıca, bunlar için verilmiş 9 milyar dolarlık da döviz cinsinden borç vardır.

Değerli arkadaşlarım, burada bir şeye dikkat etmek istiyorum: Bu kadar borç nasıl oluştu? Diyorlar ki değerli yetkililer “efendim, çiftçiye verilen krediler nedeniyle oluşmuş görev zararları vardır, bu nedenle Hazine bu kadar borçlandırılmıştır, Ziraat Bankası borcu bundan doğmaktadır; Halk Bankasının 14 katrilyonluk borcu da, esnaf kredileri için sağlanan desteklemelerdendir."

Bütün bunlar gerçeğin yüzde 10'unu bile ifade etmiyor değerli arkadaşlarım; çünkü, bu borçlar, varolan borçlar, 2000 yılı kasımında ve 2001 yılı şubatında oluşan derin depremin, yüzde 7 000'lik, yüzde 19 000'lik faizlerin banka bilançolarında yarattığı açıktır, zarardır. Bütün bunları, bir muhasebe kaydıyla yazmanız lazımdı; adını koydunuz, dediniz ki "efendim, bu kadar görev zararı var, bu görev zararları nedeniyle sistem batmıştır, bunları Hazineye aktaralım." Hayır... Böyle dediğiniz zaman, şu anda, toplumun en fazla ezilen kesimi olan çiftçiye, gerçekten vefasızlık ediyoruz, saygısızlık ediyoruz; esnafa saygısızlık ediyoruz. Esnafa kullandırılan kredi 400 trilyon. Çiftçi, 1-2 milyar dolarlık borcu için, bugün, haciz ve icra kıskacında. Ortada onlarca katrilyonluk açık var. Bu açıklar, bu programın çöküşünden doğan hasardır, hasarın kayda alınmasıdır; bunu böyle bilmek lazım.

Değerli arkadaşlarım, bu rakamlar nasıl çevrilecektir? Bu rakamlarla, sonuçta, Türk Hazinesini batırarak ya da borçlandırarak, Türk Hazinesine bu faturayı yükleyerek kamu bankalarını kurtarmaya çalıştık; yapılan operasyonun adı budur. Bu arada, Bankalar Kanununda üç defa değişiklik yapıldı ve bu bankalar, 18 banka devletleştirilerek ve devlet elinde yönetilirken, yine, katrilyonlarca zarar yaratılarak bu noktaya getirildi. Bu bankalar, Fona devredildiği gün, bugün yapıldığı gibi, yükümlülükleri bir bankaya aktarılarak neden tasfiye edilmedi, neden kapatılmadı? Bütün bunlarda çok ciddî yönetim hataları vardır ve maalesef, bu hataların sonucu, fatura olarak, milletin ve hepimizin önündedir.

Geldiğimiz noktaya bakalım: Bu yılın aralık ayı sonu itibariyle rakamlara baktığımızda, gerçekten, hepimiz için üzüntü verici bir tablo. Peki, bu büyük borç batağı içerisinde, Hazine, 2002 yılında nasıl dönecek, borçlarını nasıl döndürecek; çok basit, bütün operasyonu başa döndürüyor. Hazine bunlarla dönemeyeceğine göre, Hazine, bu kadar yükümlülük üstlendiği bankalardan bu defa destek istiyor. Ne yapacak Hazine 2002 yılında? Hazine diyor ki, benim özel sektör bankalarına olan borçlarım için kamu bankalarından borç alacağım; benim nakit borçlanma ihtiyacımın kaynağı, ihya ettiğim kamu bankalarıdır; bunlara başvuracağım, bunların nakit fazlalarını alacağım, bunların 2002 yılında oluşan, yaklaşık 40-45 katrilyon liralık faizini ödemeyeceğim, erteleyeceğim; çünkü, 2002 bütçesinin faiz büyüklüğü 43 katrilyona ancak böyle indirilebilir. Yarısını yok sayacağım, bunların nakit fazlalarını da, bir şekilde ellerinden alıp, Hazineyi fonlayacağım.

Bütün bunları yapacak idiysek, bütün bunları gerçek borç olarak üstlenmediysek, neden Türkiye'yi dünyanın en borçlu ülkesi diye ilan ettik, neden kredibilitesini sıfırladık, neden borç batağında bir ülke diye ilan ettik? Bütün bunları hepimizin sorma hakkı ve görevi vardır değerli arkadaşlarım.

Yapılan iş, teknik açıdan doğru değildir. Bugün, Hazinedeki değerli arkadaşlarımız diyor ki: "Biz, artık, bu kâğıtların yükümlülüklerini taşımak yerine, bu bankaların ne kadar nakit ihtiyacı varsa, Merkez Bankası kaynağını da kullanarak, onlara verelim; ama, bu kâğıtların servisini yapmayalım. Zaten, yapabilmemiz mümkün değil. 119 katrilyon liralık borcun, bugünkü faizlerle, faizi, zaten, 85-90 katrilyon." Böyle yaparsanız, bütçenizi de 140 katrilyon açıklamanız lazım.

Peki, bu hesaplar alt alta yazılırken, bu basit aritmetik ilişkiyi neden görmedi bu yönetim?

BAŞKAN - Efendim, 10 dakikalık süreniz bitti.

KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Birkaç dakika daha izin verirseniz, görüşmemi tamamlayacağım.

BAŞKAN - Hayır... Zaten, Grubunuzun süresinden gidiyor da, ben, 10 dakikada bir hatırlatıyorum efendim.

Buyurun...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Ciddî şeyler konuşuyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Herkes ciddî şeyler konuşuyor Sayın Güven.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, siz demediniz mi "bütçede, bütçe üzerinde konuşun" diye?

BAŞKAN - Tabiî...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sizin dediğiniz, sizin emriniz yerine geliyor, talimatınız yerine geliyor Sayın Başkan; ciddî şeyler konuşuluyor.

BAŞKAN - Hayır... Grubunuzun 30 dakika konuşma hakkı var efendim; onu hatırlattım.

KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu kurumların sahibi olan, bu kurumların yönetim koltuklarında oturan hükümetin, Hazinenin değerli yöneticileri şunu ifade etmelidirler: Bu katrilyonluk açıklar, bu 54 katrilyon liralık açık ne zaman ve hangi şartlarda oluştu, neden müdahale edilmedi? Bu sorun, kâğıt verilerek çözülüyor idiyse, neden, bu rakam 8-10 katrilyondayken, 54 katrilyona gelmeden çözümlenmedi? Bu, gerçekten, yönetim açısından önemli bir sorudur ve mutlaka da cevabı verilmelidir. Madem ki, kâğıt imzalayıp verebiliyordunuz, hiçbir kısıtlamanız yoktu, neden, bu sorun bu kadar büyümeden çözümlenmedi?

Şimdi, çözümlendi dediğimiz noktada gerçekten ne yapıyoruz; yazdığımız kağıtların çok önemli bir kısmını bir kenara koyuyoruz, Merkez Bankası kaynağını kullanıyoruz; diyoruz ki "siz merak etmeyin, kağıtlarınızı ödemeyeceğiz, ihtiyaç duyduğunuz likiditeyi vereceğiz, faizlerin yükselmesine müdahale etmeyeceğiz." Yapılan budur; oyun planı budur; 2002 yılı bütçesi budur; 2002 yılı bütçesinde borçların döndürülebilirliği için bulunan çözüm budur. Bunun yanında, IMF'nin bütün bunlar karşılığında -daha ne karşılığında taahhüt ettiğini bilmediğimiz- bir 10 milyar liralık dış kaynak sağlama taahhüdü vardır.

Değerli arkadaşlarım, burada, şu noktayı sizlerle paylaşmak için, birkaç hususa daha işaret etmek istiyorum. Bu olay; yani, Hazinenin kamu bankalarını kurtarma ve Hazine kasasından olmayan 57 katrilyon lirayı bankacılık sektörüne kâğıt üstünde aktarma operasyonu Hazineyi nefes alamaz hale getirmiştir. Bu, ancak, bu rakamlar, bu büyüklükler ortaya çıktıktan sonra, maalesef, fark edilebilmiştir. Şimdi, operasyon başa döndürülmeye çalışılıyor. Türkiye, bunları, zaten ödeyecek durumda değildir; ama, olayın bir başka boyutu var. Bu büyük kriz, tarihin kaydettiği bu en ağır kriz, kamu bankalarında, fon bankalarında, özel bankalarda yarattığı hasarı, Hazine, yaklaşık, 119 katrilyonluk bir yükümlülük yaratarak yok etti gibi gözüküyor; ama, Türkiye, sadece kamu bankalarından; Türk ekonomisi, sadece fona alınan özel bankalardan ibaret değil. Sistemin geride kalan kısmında, bankacılık sektöründe ağır hasar bütün varlığıyla, bütün derinliğiyle devam ediyor ve bu hasar reel sektörü, ekonominin üreten, yaratan ve istihdam yaratan sektörünü nefes alamaz hale getirmiş. Aradan bir yıl geçti -kasımdan bu yana- nedir bu konuda yapılan? Bu hasarın tespiti; yani, krizin reel sektöre ve bu anlamda özel sektör bankalarına getirdiği büyük tahribatı bilen, bunu ortaya koyan, bunu tartışan birisi var mı; yok; böyle bir hesap var mı; yok değerli arkadaşlarım.

Şimdi, sivil toplum kuruluşları konuşuyor, hükümet biraz müdahil olmaya çalışıyor. IMF'nin açık ve net talimatı şudur: Bu, özel sektör kuruluşları arasında, bankalar arasında konuşulacaktır; bu maksatla hiçbir şekilde kamu kaynağı ayıramazsınız diyor. Bankacılık sektörü için 57 katrilyon ayırdığını ifade eden hükümet, nefesi kesilmiş üretim sektörü için, 1 milyon insanın açıkta olduğu, iş kaybına uğradığı bir bölgede tek kuruş harcamama taahhüdünde bulunuyor, tek kuruş aktaramazsınız diyor.

BAŞKAN- Sayın Kabataş, lütfen...

KEMAL KABATAŞ (Devamla)- Bağlıyorum Sayın Başkan.

Buna işaret etmek istiyorum. Buradaki hasar, buraya müdahale etme ihtiyacı devam ediyor. Ekonomi nefessiz, ortada sadece sloganlar var.

Evet, bunlarla beraber iki küçük noktaya işaret edeceğim. Bu krizin getirdiği hasar, bugün tarımda çalışan 1 milyon aileyi nefessiz hale getirmiştir. Hepsi icralıktır, hacizliktir. Tarım sektörünün 1,2 katrilyon liralık kredi borcu, dokunulmayan, hiçbir şekilde çözümü aranmayan bir sorun halindedir.

Başka bir konu. Tarım kesimi için hazine bütçesine konulmuş bulunan 430 trilyon liralık doğrudan gelir desteği bugüne kadar ödenememiştir. Çiftçi perişandır, daireler arasında bunalmıştır. Bakın, aralık ayının ilk haftasındayız; bu ödeme yapılmadı, muhtemelen tasarruf edilecek.

Bağlıyorum Sayın Başkan.

1,4 katrilyon var doğrudan gelir desteği için 2002 yılında. Bu, 5 milyon aile için 1 yılda 280 milyon lira eder, ayda da sadece 23 milyon lira eder. Bunu ödeyebilecek midir Hazine? Umuyorum ki, ödeyecektir; ama, 23 milyon liradır aile başına ayda verilebilecek rakam ortalaması.

Temennim şudur: Bu program iki yıldır devam ediyor. Yüzde 10 enflasyon hedefi bugün yüzde 85'tir. Bu program gerçekten çökmüştür. 2002 için hedef nedir; yüzde 35 enflasyondur ve gerçekten, yüzde 4 büyümedir, yüzde 8,5 büyümedir...

BAŞKAN - Sayın Kabataş, bağlayın da arkadaşlarımıza 7'şer dakika kalsın.

KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Bağlıyorum.

Bu hedeflerin, hiç değilse üçüncü yılda tutması temennisiyle, Türk Halkının, hiç değilse 2002 yılında bir nebze nefes alabilmesi güzel dileğiyle, bu mübarek akşamda hepinizi saygıyla selamlıyor; 2002 yılı bütçesinin, bu zor şartlarda bile hayırlar getirmesini diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Bedük, 13 dakika var.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Kabataş, güzel şeyler konuşuyordu da, devam etsin diye...

BAŞKAN - Efendim, yani, ne diyeyim ki; ben müşkül durumda kalıyorum.

DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Mersin'de vuku bulan sel felaketi sebebiyle hayatını kaybetmiş olan 2 vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyor, ailelerine ve Mersinlilere de başsağlığı temennisinde bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bu hafta Özürlüler Haftası. Özürlüler Haftası münasebetiyle de, bütün özürlülerimize, daha mutlu yarınlar temenni ediyor ve hükümetin bu konuda alacağı tüm kararları destekleyeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde yapılacak olan değerlendirmeleri de, dün, geneli üzerinde yapılan değerlendirmelerden ayrı mütalaa etmek mümkün değildir. Bu bütçe, gerçekçi değildir. Hükümetin içine sindiremediği bu bütçenin dayandığı geçmiş yılın gerçekleşme oranlarındaki zafiyet ve belirlediği hedefleri tutturmaması, bu bütçede de kendisini gösterecektir.

Dolayısıyla, gerek 2002 yılı bütçesi gerekse 2001 yılında intikal eden göstergeler sebebiyle, ortaya çıkan bir tablo var, gerçekleşen bir nokta var; o da, hükümetin başarısızlığı üzerine kurulmuş olan, siyasetçiye karşı olan güvensizlik ve itimatsızlıktır. İşte, siyasetçiye karşı olan bu güvensizliği ortadan kaldırabilmek için, bütçeyi, daha ciddî anlamda ele almak ve daha ciddî bir şekilde düzenlemek mecburiyeti vardır.

Değerli milletvekilleri, geçmiş yıllarda şu salonda, özellikle hükümet burada oturur, bütün müzakereleri dinler, herkes kendi notunu alır, iktidar olsun, muhalefet olsun bütün milletvekillerinin dile getirdiği, vatandaşın dert ve dileklerini not almak suretiyle ona çözüm çareleri arar, gerektiğinde de cevap verirdi; ama, ne yazık ki, şu anda hükümet sıraları boş; sadece, yasa görüşülsün diye orada hükümet oturuyor. Yine, geçmiş yıllarda gerçekten o kadar geniş bir heyecan ve o kadar üzerinde durulan bir müzakereydi ki, dinleyici locaları bile dolu olurdu; şimdi, görüyorsunuz, orada da yok. Bu, gerçekten, bütçeye karşı olan güvensizliğin bir ifadesi olarak, çok acı bir tablo olarak karşımızdadır.

Değerli milletvekilleri, bir bütçe millete verilen sözlerin teminatıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi ise, millete mal etmenin ifadesidir. Bütçe, hükümetin çalışma karnesidir. Sınavı başarılı geçiyor mu, geçmiyor mu; işte, bu, burada özellikle ortaya çıkmaktadır. Bütçe hedeflerini tutturmuyorsa, hükümet başarısızdır demektir, karnesi de zayıftır; dolayısıyla, çekilmesi lazım.

Değerli milletvekilleri, biraz evvel, Doğru Yol Partisi adına konuşan Sayın Kemal Kabataş'ın Hazine adına yapmış olduğu değerlendirmeleri dikkatle takip ettiğinize inanıyorum. Düşünün, bir ülkede eğer, dargelirli büyük bir sıkıntı içerisindeyse, memur, işçi, emekli açlık sınırının altında, 220 milyonun altında ücret alıyorsa -yine, biliyorsunuz yoksulluk sınırı 680 milyon; ama, biz, açlık sınırının altında ücret veriyoruz- keza, köylü ve çiftçinin ürünü tam anlamıyla değerlendirilmiyorsa -maliyet unsurları artmış; ama, köylü desteklenmiyor- gerek Tarım Kredi Kooperatiflerinden gerekse Ziraat Bankasından verilen kredilerle desteklenmeyen bir köylü çiftçisi varsa ve yine esnaf ve sanatkâr kepenk indiriyorsa, küçük ve orta boy işletmeler özellikle desteklenmiyorsa, yani, dargelirli desteklenmiyorsa, o ülkede ekonomik darboğaz vardır, o ülkede kalkınma hızından bahsetmek mümkün değildir ve dolayısıyla, dargelirliyi desteklemeyen bir hükümetin başarısından bahsetmek mümkün değildir. Yapılması gereken şey, hükümetin istifa etmesidir; ama, ne yazık ki, bunu hiçbir suretle de aklına bile getirmemektedir.

Değerli milletvekilleri, devletin fevkalade önemli hizmetlerini yapan Başbakan, aynı zamanda Başbakanlık Merkez Teşkilatıyla birlikte, bakanlıklar arasındaki koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlık görevi, fevkalade önemli bir görevdir. Bugün, modern idarî yönetimde en önemli husus, koordinasyon ve işbirliğidir. Koordinasyon ve işbirliğini gerçekleştirmeyen ve o konuda başarılı olmayan bir yönetimin başarı şansı yoktur. Bu bağlamda, özellikle koordinasyon ve işbirliğini sağlayan Başbakanın ve onun altındaki Başbakanlık Merkez Teşkilatının fevkalade önemli görevleri vardır. İşte, bu bütçe, bu görevleri yerine getirmek için fevkalade önemlidir.

Değerli milletvekilleri, niyet ve temenni iyi olabilir; ama, bu, gerçekleri asla örtbas edemez. İşte ben, bu bütçeyi, bu bağlamda değerlendiriyorum ve diyorum ki, gerçekler ortada, anlatılanlar meydanda, dolayısıyla üzerinde durulması gereken hususlar da fevkalade önemli.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlık Merkez Teşkilatında, Başbakanın görevlerini destekleyen çok değerli arkadaşlar var; gerçekten, fevkalade dirayetli hizmet yapan arkadaşlar var.

Ben, Başbakanlıkta uzun yıllar çalıştım. Başbakanlık Merkez Teşkilatı, Başbakanın fevkalade önemle üzerinde durduğu ve olması gereken bakanlıklar arasındaki koordinasyonu, ahengi sağlamaktan tutun da, özellikle genel siyaseti yönlendirme açısından da oluşturulacak fikrin ve aynı zamanda projenin üretildiği yerdir; ama, gelin görün ki, şu anda, Başbakanlık Teşkilatında, fevkalade önemli uzmanlar bulunmasına rağmen, Başbakanlık, memur atamalarından tutun da ödeneklerin sarf edilmesine kadar olan her safhada devrede, âdeta kendi bakanlarına güvenmeyen bir Başbakanlık var, bir Başbakan var. Bütün yetkiler Başbakanlıkta toplanmış.

Yine, bir hususu daha altını çizerek belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlık bir koordinasyon makamıdır demiştim. Bakın, orada 52 tane bağlı ve ilgili kuruluş var. Merkez Teşkilatında, özellikle doğrudan doğruya Başbakana bağlı olan 15 tane, kendi içerisindekilerle birlikte genel müdürlükleri veya birimleri var; ama, gelin görün ki, 52 tane bağlı ve ilgili kuruluş, Başbakanlığı âdeta bir icracı kuruluş haline getirmiş, bir icracı bakanlık haline getirmiş.  Devlet bakanları sayısı 18; bunun 3'ü Başbakan Yardımcısı. İcracı bakanlık 17. Düşünüyor musunuz, 17 icracı bakanlığa karşılık, doğrudan doğruya bir siyasî danışman olarak idarî literatüre girmiş olan devlet bakanı sayısı 18'e kadar çıkmış. Özellikle Başbakanlık Teşkilâtının, özellikle bütün hizmetlerinin devlet bakanları eliyle yürütülmesi anlamı çıkıyor ki, devlet bakanları devlet bakanı olmaktan çıkmış devlet bakanlığı konumuna gelmiş; ama, hizmetler yine orada maliyet unsurları bakımından yüksek, verimlilik bakımından, kalite bakımından düşük olmuş oluyor. Eğer, siz, kalite ve standardı yakalamak, verimliliği artırmak istiyorsanız, o zaman yapmanız gereken bir şey var: Başbakanlığa bağlı bulunan ilgili kuruluşları da dahil olmak üzere icracı bakanlıklara devredeceksiniz. İcracı bakanlıklara devretmek suretiyle, özellikle kamu hizmetlerinin daha süratli, daha verimli, daha etkili bir şekilde gerçekleştirilmesini temin etmiş olacaksınız ve yine altını çizerek belirtmek istiyorum: vatandaş "benim işim başka; benim işim iştir, aştır; beklediğim budur" diyor; ama, hem iş bulamıyor, hem aş bulamıyor, hem hizmetlerin süratle yapılmasını gerçekleştiremiyor ve ondan sonra her şeyi Başbakanlıktan bekliyor, Başbakanlık mekanizma itibarıyla çalışamıyor.

İşte, ben, onun için, diyorum ki, Başbakanlığı yeniden ele almak lazım ve Başbakanlığı kendi aslî görevine sokmak lazım, bağlı ve ilgili kuruluşlarını ilgili bakanlıklara göndermek lazım. Her genel müdürlüğün başına bir devlet bakanı koymak kadar yanlış bir anlayış olamaz.

Değerli milletvekilleri, hükümeti destekleyen siyasî partiler "devlette yeniden yapılanma esastır" diye hep söylüyorlar; ama, devlette yeniden yapılanma mümkün olmamaktadır.

Yine, tasarruflara bakıyorsunuz; maalesef, tasarrufları da tam anlamıyla, verimi artırıcı mahiyette, maliyeti düşürücü mahiyette gerçekleştirmek de, keza, aynı şekilde mümkün olmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, gerçekten, sürem çok dar, onun için çok süratli de konuşuyorum; Devlet Personel Dairesi Başkanlığının özellikle memur sınavlarıyla ilgili ortaya çıkarttığı tablodan vatandaş son derece büyük bir sıkıntı içerisindedir. Düşünün, 80 puan almış olan birkısım arkadaşlar, gençler, vatandaşlar işe girememekte; ama, 70 puan almış olan insanlar, maalesef, işe girebilmektedir. Soruyorsunuz, 70 puan alan işe giriyor da niye 80 puan alan giremiyor? Hep size de gelmiştir o vatandaşlar ve "maalesef, istenilen yere göre böyle bir yerleştirme yapılıyor" diye cevap veriliyor; ama, bundan vatandaş şikayetçi, vatandaş tepkili.

BAŞKAN - Sayın Bedük, sizin süreniz olan 10 dakikanız bitti.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununu değiştirmek gerektiği muhakkak. Arşiv Genel Müdürlüğünü mutlak surette desteklemek lazım, tarihî gerçekleri ancak o şekilde dile getirmek mümkün. İstihbarattaki etkinliği, keza, aynı şekilde geliştirmek mümkün.

 Bir hususu altını çizerek belirtmek istiyorum. Türkiye, dışpolitika bakımından yalnızlığa itilen bir ülke durumuna gelmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde vuku bulan 11 Eylül faciasında, maalesef, Türkiye, etkin, aktif, dinamik bir politika izlememiştir ve Türkiye de, maalesef, artık şunu bilmelidir: İttifaklar ve sistemler terörü önleyemeyecek durumdadır. Terör, gerçekleştirilmesi ucuz, ancak engellenmesi pahalıdır; teknolojiden yararlanmaktadır. O halde, yapılması gereken şey, Türkiye, yeni oluşumlarda, mutlaka, üzerine düşen görevi yapmalıdır diyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, yeni oluşumda da Türkiye'nin söz sahibi olması için, mutlaka, üzerine düşen görevi Başbakan olarak yapması gerekmektedir.

Bağlanmakta olan bütçe 654 trilyon 594 milyar 790 milyon liradır. Bunu ben az bile buluyorum, eğer, benim anladığım anlamda Başbakanlık işlev kazanırsa.

Bu duygularla, Başbakanlık bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, size de teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Rica ederim efendim.

Sayın grup başkanvekillerine bir şey söyleyeceğim: Bu bütçelerin uzayacağı belli, bazı bütçeleri yarım saatte bitirmek mümkün, bazı bütçeleri de bir saatte. Danışma Kurulunda bu kararı alırken, bütçe görüşmeleri, on gün yerine onbir günde bitse ne olur; milletvekilleri de sıkışmaz; biz idare eden başkanvekilleri de çok kötü duruma düşüyoruz. (DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Sürenin yetmediği belli, topçu subayı gibi düşünmediğiniz de belli; hesap yapmıyorsunuz, nakliyeci gibi düşünüyorsunuz; bütün mesele bu. Olmuyor yani:

Balıkesir Milletvekili Sayın İlhan Aytekin; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Aytekin, size normal süre veriyorum efendim.

Grup başkanvekillerinin hatasını ben göğüsleyeceğim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bütün grup başkanvekillerini işin içine katmayın.

BAŞKAN - Herkesin efendim... Danışma Kurulunda alınan karar için söylüyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bizim grubumuz süreye uyuyor.

BAŞKAN - Hayır; size bir şey demiyorum, bu tarafa söylüyorum efendim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Süre yarım saat olarak belirlenmişse,  yarım saattir efendim!..

BAŞKAN - Sizden başka diğerleri uydu mu Sayın Üstat?! Rica ederim yani...

Kararı alırken onbir gün alacaksınız. Biz, bu bütçeleri otuz günde görüştük.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Hemşerimin zamanından çalıyorsunuz Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aytekin.

DYP GRUBU ADINA İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi takdim etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ferdin iç huzuru ve toplumsal hayatımızdaki ahengin temininin evvel emirde moral değerlere bağlı olduğu yüksek takdirleriniz içindedir. Ayrıca, müşterek şuurun oluşması da aynı kaynaktan beslendiğine göre, necip milletimizin mensubu bulunduğu dinî mübini İslamı ihmal etmemiz mümkün değildir. Diyanet İşleri Başkanlığımız da, bu gerekçeyle ve bu sebeple müessistir, anayasal bir kuruluştur. Şu anda -benden önce de konuşan arkadaşlarımızın ifade buyurdukları gibi- Diyanet İşleri Başkanlığımızın Yüce Meclisten istediği, ihtiyaca cevap vermeyen 633 sayılı Yasanın ihtiyaca cevap verecek şekle getirilmesidir.

Muhterem arkadaşlarım, 57 nci hükümetin üçüncü iflas bütçesini görüşüyoruz. Anlaşılan o ki, 2002 yılı da, maalesef, kayıptır. Hükümet, hatada ısrar ediyor ve sevdalısı IMF'nin reçeteleriyle, Türkiye, nerede duracağı belli olmayan kaygan bir zemin üzerinde sürükleniyor. 500 000 işyeri kapanmış, milyonlarca insanımız işsiz, ne zaman, nerede ve ne şekilde patlayacağı belli olmayan bomba misali, toplumumuz içerisinde avare dolaşıyor. Yeteneksiz ve beceriksiz ve hâlâ gelinen noktada bile işin vahametini anlayamamış basiretsiz yöneticilerin üç gün daha devletli olma ihtirasına, koca bir ülke ve insanımız, âdeta kurban ediliyor. Birbirini takip eden, şahit olduğumuz elem verici manzaralar dayanılır gibi değil. Her gün, böbreğini ve çocuklarını satanlar, bozulan pazaryerinden yiyecek toplayanlar, cinnet getirenler, cinayet işleyenler, Başbakanlığın önünde "açız"diye bağıranlar, kendilerini yakanlarla birlikte yaşıyor.  Dün, zekat veren, bugün, zekat alanlarla; dün, iftar sofrası kuran, bugün, iftar çadırlarında doyanlarla birlikte yaşıyor. İşsiz, aç, açık, yoksul, yoksulluk sınırı altında kalmış fakir ve sefalet görüntülerinin ürpertici boyuta ulaştığı bir memleket haline getirilmişiz. Olup bitenlerin bu ülkenin çiftçisinden, işçisinden, tüccar ve esnafından, sanayicisinden kaynaklandığını söylemek mümkün değil. Mücrimler bellidir. "Ülke kötü yönetiliyor" diyemeyeceğiz; o bile bir kademedir; ülke, yönetilemiyor.

Teslimiyetçi, sadık müttefik, bölgenin ve dünyanın uslu çocuğu oldukça, arkamızı sıvazlayıp ensemizde boza pişiriyorlar. Gönül istiyor ki, biz de biraz yaramaz çocuk olalım, biz de oyunbozan olalım.

Son Avrupa güvenlik ve savunma politikasıyla ilgili hükümetin aldığı karar düşündürücüdür. Olup bitenlere kayıtsız kalmamız söz konusu değildir. Hepimiz vebal taşıyoruz. Bu ülkenin, bırakın insanının horozundan tavuğundan, tek kertikli kuruşundan sorumluyuz.

Muhterem milletvekilleri, vatana ve millete hayırlı vatandaş olmanın olgunluğuna ancak, millî ve manevî referanslarımıza itibar ederek ulaşabiliriz; ama, çok uzun süredir biz, onlardan uzaklaşma meşguliyeti içerisindeyiz. O sebeple, devlet ile millet barışık değil.

Laik hukuk devleti, vatandaşımızın neye inanıp neye inanmadığına, ne giyip ne giymeyeceğine, neyi sevip neyi sevmeyeceğine karışmaz. Demokratik yönetimde birey, hayat tarzını kendisi seçer; devlet müdahale ederse, laiklik ilkesini çiğnemiş olur; devlet, iç düşman ilan ederse, hakem devlet olmaktan da çıkar.

Halkının ulvî duygularına, millî, manevî değerlerine ve mukaddeslerine müstağni idareciler yanlıştadır ve ayrıca, temsil ettiklerimizin gönlünü hoş etmek, okşamak da hepimizin görevidir.

Muhterem arkadaşlarım, Anayasamızın, din ve vicdan hürriyeti, bilim ve sanat edinme hürriyeti, eğitim ve öğrenim hakkı mahsus maddelerine rağmen, başörtülü kız öğrencilerin okullara alınmaması, fakültelere sokulmaması, çok açık anayasa ihlalidir. Bu zulüm, sona erdirilmelidir. Kışta kıyamette, kendi çocuklarımızı okullarının avlusuna bile sokmuyor, bir saçak altına sığınmalarına engel oluyoruz; bu, ne biçim işkencedir, bu, ne biçim zulümdür?! Taliban, zorla burka giydiriyor; İran, başörtüsüz resme muamele yapmıyor; biz de, zorla baş açtırıyor, başı açık olmayan resmi de işleme koymuyoruz. (AKP, SP ve ANAP sıralarından alkışlar) Aradığımız, yanlış-doğru değildir, üzerinde durduğumuz husus, zor var mı, yok mu? İnsan temel hak ve özgürlüklerinin var olduğu yönetimlerde zor kullanmak yok, dayatma yok. Biz yaparız; doğrudur... Zaten yapıyorsunuz; ancak, yapılanlar haksızlıktır ve işkencedir. Taliban ve İran'ın yaptığını yapıyorsunuz demektir.

Bakın, Hıristiyan misyonerler ülkeyi istila etmiş. Her türlü propagandayı engin bir serbesti içerisinde yapıyorlar, kiliseler kuruyorlar, evler kiralıyorlar, altın haç dağıtıyorlar, burs dağıtıyorlar, ücretsiz eğitim temin ediyorlar; ama, İslamın ve Müslümanın bu hareketlerden ürkmesi ve korkması düşünülmez; ancak, mesele, Hıristiyanlığı müjdelemenin ötesinde, gerçek niyet, kendilerinin kabul ettikleri bu toprakları kurtarmak, vatanı bölmek ve parçalamak ise, buna engel olmanın yolunun, bu ülkenin Müslüman ahalisine aynı müsamahanın ve imkânın tanınmasıyla mümkün kılınacağı bilinmelidir.

1 500 Kur'an Kursu kapattık, 12 yaşını geçmeyene Kur'an okutma yasağı kanunu çıkardık, -imam hatip okullarını bitirdik, ilahiyat fakültelerini ölü hale getirdik diye övünür, administrasyonu temizledik; kamusal alanda İslamı yaşayan memur ve memureyi attık; İslama yakın kabul ettiğimiz işyerlerini, şirketleri, sermayeyi nasıl yeşile boyadık, göç ettirdik; soluğu Romanya'da, Bulgaristan'da aldırdık diye seviniliyorsa, bu ülkenin manevî sütunlarını yıktığınızın farkında olmalısınız. Birilerinin gittikçe iştahını kabartıyor, ekonomik ve kültürel işgale ortam hazırlamış oluyorsunuz. Bakın, Türkiye'yi içerde ekonomik alanda yüzde 8,5 küçültürken, kaçırdığınız Türk işadamının yurtdışına yaptığı yatırım yüzde 10'lara ulaşmış.

Muhterem arkadaşlarım, Hazreti Peygamberin "komşunun aç yattığını bilerek yatağında rahat uyuyan, gerçek iman sahibi değildir" hadisi şerifindeki ikaz ve tembih esprisini kavramadığımız, kadı karşısında eşit muamele isteyen büyük Fatih'in yüksek adalet anlayışını özümlemediğimiz, "Dicle Nehri üzerinde bulunan köprü yarığına ayağı sıkışan keçinin hesabı bizden sorulur" diyen Hazreti Ömer'in yüksek idrakini ve numunei mesuliyet anlayışını ruhumuzda hissetmediğimiz sürece, birilerinin âmaline ve nefsimizin süflî arzularına hizmet etmekten kendimizi kurtaramayız.

Anayasadaki tarifiyle, İslam dininin inançlarını, ibadet ve ahlak esaslarını Müslümanlara öğretmekle yükümlü Diyanet İşleri Başkanlığını bu sebeple önemsiyor ve büyük bir imkân olduğunu kabulleniyoruz. Herkes önemsiyor mu diyorsanız, onu bilemem; ancak, üç bütçeye Sayın Bakanın iştirak etmediğini ve Diyanet İşleri Başkanlığının protokoldeki yerinin genel müdürlük mevkiine indirildiğini de ifade etmeden geçemeyeceğim.

Değerli arkadaşlarım, bütçenin, ülkemize, Diyanet İşleri Başkanlığına hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aytekin.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Abdulbaki Erdoğmuş'ta. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreyi ikiye bölüyorum.

Buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA ABDULBAKİ ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığının 2002 malî yılı bütçesi üzerine Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzda bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Şüphesiz, ülkemiz bu dönemde çok önemli ve derin ekonomik krizler yaşamaktadır. Azınlık bir kesim dışında, istinasız, toplumun bütün kesimleri, bu krizlerin ağır sıkıntısını çekmektedirler. Gerçekten, hükümet, kararlılıkla ve radikal tedbirlerle bu krizi aşmaya çalışmaktadır. Bu samimî gayretin başarıya ulaşacağına olan inancımızı ve umudumuzu ifade etmek istiyorum. Ancak, başta hükümet olmak üzere, herkes çok iyi bilmelidir ki, bu krizlerin bir daha yaşanmaması, sisteme yönelik köklü değişimin gerçekleştirilmesiyle mümkün olacaktır.

Sayın milletvekilleri, bu bütçenin çok kısıtlı imkânlar içerisinde hazırlandığını biliyoruz. Bunun için, detaylar üzerinde durmadan, genel bir bakış çerçevesinde, kısaca, Başbakanlık bütçesini değerlendirmek istiyorum. Aslında, hepimiz biliyoruz ki, Başbakanlık, bütün kurum ve kuruluşların koordinasyon merkezidir. Buna göre, Başbakanın görevi de, tabiî ki koordinasyondur. Başbakanlığın, bütün bakanları koordine eden bir yapının içinde olması gerekirken, tersine, birçok kurumu bünyesinde toplayarak, giderek daha da büyüdüğü, artık, kendi birimlerini dahi koordine edemez bir duruma dönüştüğü açıkça görülmektedir. Böylece, Başbakanlığın ikinci bir hükümet organizasyonu gibi örgütlenmesinin israfa yol açması yanında, devletin katı bir bürokratik yapıya da dönüşmesini beslemektedir. Kaldı ki, bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sayısız memur açığı varken, yüzlerce araç ve gereç atıl durumda iken, Başbakanlık bünyesinde yüzlerce memurun gereksiz varlığını anlamakta da güçlük çekiyorum. Binaenaleyh, Başbakanlık bünyesinde bulunan Konut Müsteşarlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, GAP İdaresi, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri gibi kurumların ivedilikle ilgili bakanlıklara bağlanması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Söylemek zorundayım ki, artık halkımızın bu hantal ve verimsiz devlet yükünü daha fazla çekmeye mecali kalmamıştır. Bu itibarla, hükümetin, alınan tasarruf tedbirlerini ve devleti küçültmeyi, öncelikle Başbakanlıktan başlatmasını tavsiye ve temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerimi de arz ederken, son derece önemli ve varlığı zorunlu görülen bir kurum olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. 88 500 kadroya sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün 76 365 personeliyle, kısıtlı imkânlara rağmen azamî hizmetleri yürüten ve kendisine çok büyük bir önem atfedilen bir kurumumuzdur. Elbette önemi ve gerekliliğiyle paralel, sosyal etkisinin de çok yüksek olması gereken bir kurumdur. Gerçi, Diyanet İşleri Başkanlığının protokolde ellibeşinci sırada temsil edilmesi, Başkanlık bünyesinde oluşturulan Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarının, başörtüsü örneğinde olduğu gibi, dikkate alınmaması ve en önemlisi de hâlâ bir teşkilat kanununun çıkarılmamasını, verilen önemi göstermek bakımından ibret verici buluyorum.

Bugün yaşamakta olduğumuz sosyal sorunların boyutlarını dikkate aldığımızda, toplumun yaşam dünyasında oldukça etkili olan, dolayısıyla da, siyasal sonuçları ve etkileri de olan dinin yönlendiricilik işlevini gören bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığının etkinliğini de mutlaka değerlendirmek durumundayız; çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığının tek görevinin ibadet yerlerini inşa etmek, yönetmek; yani, camilerde namaz kılınması sağlamak değil, toplumsal ve siyasal bir sorunun çıkmaması için bir toplumsal bilinç yaratma işlevi olduğu da gayet açıktır.

Buna müspet örnek olması bakımından, Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Nuri Yılmaz'ın, Amerika Birleşik Devletlerine yönelik 11 Eylül terör eylemleri sonucunda yaptığı konuşmalarda, toplumu aydınlatma, İslamı doğru tanımlama ve doğru anlaşılmasına yönelik açıklama ve çabalarını her türlü takdirin üzerinde görüyor ve kendisini de tebrik ediyorum.

Ülkemizde, dinî alanla bir şekilde ilişkili birçok sorun yaşadığımıza göre, Diyanet İşleri Başkanlığının, kendisinden umulan işlevi hakkıyla yerine getirebilmesi için iki önemli hususu yeniden düzenlemek zorundayız. Birincisi, bu kurumun, diğer kurumlarla olan ilişkisinin, yani, bütünsel olarak devlet aygıtı içindeki yerinin o işlevi yerine getirebilecek bir yer olması gerekir. İkincisi ise, kurumun, öngörülen işlevi yerine getirebilecek yeterli donanıma sahip olması gerekir. Kaldı ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, her türlü ideolojik ve politik yönlendirmeden uzak, toplumun bütün kesimleriyle -mezhep ayırımı gözetilmeksizin- eşit mesafede, birleştirici bir anlayışın merkezi olmalıdır.

 Ayrıca, yeniden yapılanmasına imkân verecek olan teşkilat kanununun ivedilikle çıkarılarak, Diyanet İşleri Başkanının bizzat kendisinin de kurum içinde seçimle işbaşına gelmesi sağlanmalıdır.

Sayın milletvekilleri, bazı değerli bilginlerimizin fikirlerini de ışık alarak, dikkatlerinizi, İslam dinine ve bu alanda yaşanan sorunlara çekmek istiyorum.

Bilindiği gibi, son zamanlarda, İslam, dünya medyasının ve uluslararası siyasetin gündeminde ve ilk sıralarda. Hemen herkes, siyasetçi, sosyal analizci; bilen bilmeyen, inanmış olan muhalif olan hemen herkes İslamiyetle ilgilenmeye başladı ki, bu durum artık bir probleme dönüştü.

Modern hayatın bir özelliği olmalıdır ki, herkes kendi penceresinden dine bakıyor, parçadan bütüne varmaya çalışıyor. Din, parça parça algılanarak hayata geldiğinde de, bir dizi problemin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Halbuki, İslam dini, geldiği ilk dönemde öylesine mucizevî bir başarı ortaya koymuştur ki, bu başarı, insanlığa yüzyıllarca ışık olmuş, tekamül yolculuğunda müthiş bir program olagelmiştir. Bu programıyla, tarihin en büyük değişimini gerçekleştiren, tarihin akışını değiştiren ve sonuç itibariyle de, insanı inanç ve ahlak çizgisinde tutan İslam dini, bütün bunlara rağmen, toplumdaki istikrar unsurunu zedelemedi. Peygamberimizin dini tebliğ ederken büyük bir hikmetle, güler yüzlülükle, tatlı dille meseleyi götürdüğüne bakarsak, hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan istikrarın dikkate alındığını görürüz. İşte, bugün, Türkiye'nin en önemli sorunudur bu; dini nereye koyacağız? Kimilerine göre din, kişinin vicdanındadır; elbette din kişinin vicdanındadır. Eğer, kişinin vicdanında yoksa, din, başka hiçbir yerde din olmaya yakışır tarzda yoktur zaten. Eğer, benim vicdanım onunla şekillenmişse, din, hayatımın her alanında bana etki eden bir kaynak durumuna geçer. Eğer, din alanında yeteri kadar düşünce yoksa, sosyal bilimler alanında da yeterli bir düşünceye sahip olmak mümkün olmaz. Sosyal bilimler alanında yeteri kadar düşünce ve taze bilgi yoksa, siyaset alanında yenileşmeci olmamız da mümkün olmaz. Bu konuda devletin tutumu ve tepkisi son derece önemlidir.

Örneğin, devlet, birçok demokratik ülkede olduğundan farklı bir anlamda Türkiye'de güçlüdür. İsviçre'de devlet güçlüdür; ama, düşünen insana gücünü göstermez; orada vergi vermezseniz, trafik suçu işlerseniz, kaçakçılık, vurgunculuk, vesaire yaparsanız devlet gücünü gösterir; ama, bizde, düşünürseniz ve söyledikleriniz, doğru bile olsa, o anda, eğer o düşünce bazı toplumsal problemler çıkaracaksa, size "düşünme" denir. Halbuki, gerçek hayattan kopuk bir düşünce ise, zaten düşünce sayılmaz.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde bu alanda problemli olan görüşlere göz atarsak, bir tarafta, devletin laikliği bir tutum olarak benimsemesinden çok farklı bir yaklaşım var. "Hayatın tamamını dinin etkisinden kurtarmak istiyorum, dini, sosyal mekânda görmek istemiyorum" görüşü, proje olarak önümüze konmaktadır. Böyle bir laiklik anlayışının dinle hem de en kötü biçimde çatışmaması mümkün mü?! Sanki birileri, bulundukları konumu korumak ve genişletmek için laikliği, asıl tanımından saptırarak, önce devlete sonra devlet ile millete dayatmak istiyorlar.

İkinci problemli görüş ise, dinin fonksiyonel tanımını daha çok siyasî bağlamda yapan görüştür; yani, siyasetin daha fazla önplanda olduğu bir din tanımı var. Siyaset, doğrudan doğruya dinin organik bir parçası gibi düşünülmektedir. Böylece, katı muhafazakârlık ile katı dünyevîleşme engeli, karşımızda bir sorun olarak durmaktadır. Kimileri "hâkimiyet Allah'ındır" hükmünden hareketle, ilahî hükümler ile beşerî hükümler arasında âdeta bir tercih yaparak, ilahî hükümleri, ilahî hâkimiyetin bir tezahürü olarak görürler. Oysa "hâkimiyet Allah'ındır" hükmünü, demokratik bir yönetimin karşıtı olarak sunmak, dinî açıdan temelsiz bir iddiadır. Zaten, metafizik anlamda Allah'ın hâkimiyeti tartışılmaz. Bir insan dinsiz de olsa, ateist de olsa, bütün dinlere karşı çıksa da, Allah'ın hükmü altında olan bir âlemde yaşıyor. Allah'ın hâkimiyetine karşı çıkılmaz; çünkü, insanın böyle bir ontolojik statüsü yok.

Bir diğer farklı konu da, medyada sıkça şahit olduğumuz Türkçe ibadet meselesidir. Dikkat edilirse, zaman zaman kendi diliyle ibadet konusu hararetle ve birdenbire ortaya çıktığında, buna, ilericilik, çağdaşlık diye hemen sahip çıkılıyor. Biz, heyecanlı bir toplumuz. Arkasından doğacak problemleri görmeden hemen sarılırız. Sormak istiyorum: Acaba, bir gün, bu ülkede, bu talep, yani, herkesin ama herkesin kendi anadilinde ibadet etme isteği yerine getirilmek istense, herkesin canı istediği dilde ibadete ilericilerimiz ne ölçüde hazırdırlar, bilmek istiyorum.

Aynı gerilim ve çelişkiyi başörtüsü probleminde de yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bir taraftan siyasî simge gerekçesiyle halkı sarsarak, kafasına vura vura, değerlerini aşağılayarak, o insanları hafife alarak ve inciterek haksızlıklar yapılırken, diğer taraftan başörtüsünü bir avret perdesi, namus şiarı, fitneye tedbir gibi örtünmenin asıl amacından uzaklaştırıldığı bir yaklaşım söz konusudur.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, tarihî olanı ve İslam olanı birbirinden ayırarak işe başlamak, tarihin getirdiği değerleri eleştirel bir bakışla değerli sayarak, onları bütünün içerisinde görüp, gününü doldurmuş olanları da saygıyla tarihe terk etmek gerekir.

Bundan sonra, özgürlükçü bir din anlayışı, özgürlükçü bir laiklik anlayışı, özgürlükçü bir kültür anlayışını geliştirelim ki, bu topraklarda demokrasi gelişsin. Bu ılımlı ve hoşgörülü anlayış, dinî ve mezhebî açıdan ortaya çıkabilecek toplumsal bölünmeyi önler ve bu arada millî bilinci daha da güçlü kılar. Kur'an'ın, hoşgörüsüzlüğe giden yolu kapatan insan ve toplum inancı da bunu gerektirir. Bu konuda, din hizmeti veren Diyanet Teşkilatımıza geniş imkânlar ve yetkiler verirsek, dini hayatımızı bilimsel açıdan inceleyen daha faal bir kurum haline getirebiliriz.

2002 malî yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yöneliş ve kurtuluş ayı olan mübarek ramazanı şerifinizi tebrik ediyorum ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Söz sırası, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli'de.

Sayın Pakdemirli, buyurun.

ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarım; konuşmama başlarken, hepinizin ramazan ayını ve ayın 16'sında idrak edeceğimiz şeker bayramını kutluyorum; bayramla birlikte, yetimlerim, öksüzlerin, yaşlıların, fukaraların sevinmesi ve sevindirilmesi dileklerimi iletiyorum.

Değerli arkadaşlar, Hazine Müsteşarlığı 2002 yılı bütçesi ile 2000 Yılı Kesinhesap Kanunu tasarısı üzerinde, Grubum adına konuşmak için huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, ülkemizin, 2002 yılı konsolide bütçe büyüklüğü 98,1 katrilyon TL'dir. Bunun, 51,7 katrilyon lirası, yani yüzde 52,5'i Hazine Müsteşarlığına aittir. Bir başka deyimle, Hazine Müsteşarlığı, tek başına, ülke bütçesinin yarısından fazlasını yönetmektedir. Bu Müsteşarlık, böyle büyük bir bütçeyi, mütevazı, çalışkan, 1 200 kişiyi aşmayan küçük kadrosuyla götürmektedir. Müsteşarlık bütçesinin yüzde 97,3'ünün transfer bütçe kalemi oluşu, bu oranı yükseltmektedir.

Bu büyük bütçenin sadece 70,5 trilyonu, yani binde 1,4'ü yurtiçi-yurtdışı personel maaşları, sosyal yardımlar, hizmet alımları, yolluklar, tüketim mallarına aittir. Yönetim maliyetinin en düşük olduğu bir teşkilattır.

Yurtdışı giderleri, bazı çevrelerin abarttığı gibi olmayıp, sadece 3 trilyon TL'dir.

Kurumlara katılma payları ve sermaye teşkillerine 1,3 katrilyon TL ayrılmış olup, bunun hemen hemen tamamı iktisadî devlet teşekküllerine genel yatırım ve finansman için yapılacak transferlerden oluşmaktadır.

KİT'lerin konsolide bütçeleri zararla kapandığı gerçeğinden hareketle, bu bütçe kaleminin de yıl içinde buharlaşacak bir gider kalemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlara ayrıca 370 trilyon TL görev zararı transferleri yapılacaktır.

Bu bütçenin çok küçük bir kısmı, 40 trilyon TL'si devlet iştiraklerine, 3 trilyon TL'si de Darphane ve Damga Matbaasına yapılacak transferlerden oluşmaktadır. Madenî para basımı için de 1,1 trilyon TL harcanacaktır.

Değerli arkadaşlar, bütçenin önemli transfer harcamalarından olan, sosyal güvenlik kurumlarından Sosyal Sigortalar Kurumuna 1 katrilyon 670 trilyon lira, Bağ-Kura 1 katrilyon 740 trilyon lira, İşsizlik Sigortası Fonuna 520 trilyon TL transferi yapılacaktır. Emekli Sandığına, Maliye Bakanlığı bütçesinden, finansman açığını kapatmak için ödenecek 2 katrilyon 476 trilyon TL'yi eklerseniz, sosyal güvenlik şemsiyesinin verdiği açığın, bütçenin 5,9 katrilyonuna, yani yüzde 6'sına ulaştığını göreceksiniz. On yıldır devam eden bu kanama, ülkenin ekonomik krizinde önemli rol oynamıştır. On yıllık açık, finansmanıyla birlikte, neredeyse toplam dışborçlarımıza eşit hale gelmiştir.

Hazine Müsteşarlığı bütçesinin en önemli kalemi, 42,8 katrilyonla faiz giderleri olmaktadır. Bunun 36,9 katrilyonluk kısmı içborçlara, 5,9 katrilyonluk kısmı da dışborçların faizlerini karşılamak üzere harcanacaktır. Bu kalem, maalesef, iki sebepten ötürü artma potansiyeline sahiptir. Birincisi, ortalama borçlanma faizi yükselebilir. İkincisi, ortalama döviz kuru ve çapraz kurların değişme ihtimalidir. Merkez Bankasının 29.11.2001 tarihli elektronik verisine göre, Ekim 2001 tarihi itibariyle içborç 109,3 katrilyon olup, bu borçları yüzde 35 ortalama faizle yenilemek zor görünmektedir. Bugün yapılan ihaleyle yüzde 77 ortalama faizle borçlanılmıştır. Euro'nun dolar karşısında değer kazanması halinde, dışborç servisine ayrılan 5,9 katrilyon TL yeterli olmayacaktır.

Bu yılın başında içborç 36 katrilyon iken, bu yılın sonunda 120 katrilyona çıkışının ana sebebi, finansman krizinden sonra kamu bankalarına "görev zararı" adı altında yapılan ödemeler ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna aktarılan bankaların zararını kapatmak için verilen hazine kâğıtlarından doğmaktadır. Türkiye'nin, cumhuriyetin kuruluşundan 2000 yılı sonuna kadar yaptığı içborçlardan daha büyük bir meblağ bu yıl bankalara aktarılmıştır. Bu durum, hazineye 50 katrilyondan fazla ilave borç getirmiştir. Böyle anormal bir hazine ödemesi -ki, hazine kâğıdı verilerek yapılmıştır- borçların katlanmasına yol açmıştır.

Değerli arkadaşlar, mevcut kriz, serbest piyasa ekonomisine aykırı ekonomi yönetiminden kaynaklanmaktadır. 1994 ekonomik kriziyle mevduata sınırsız garanti verilmesi, şimdiki finansman krizinin anasıdır. Böyle bir garanti, birçok küçük bankanın sorumsuz davranmasına, faizlerin tırmanmasına, verimsiz bankacılığın yaygınlaşmasına yol açmıştır. Kamu bankalarının da faiz eskalasyonuna gitmek mecburiyetinde kalması, verimsiz büyümeleri, sağlıksız şartlarda büyük krediler açması ve bunların geriye gelmemesi sonucu kendilerinin büyük açıklarını ortaya çıkarmıştır. Kamu bankalarının zararları "görev zararı" adı altında kapatılmıştır. Hakikî görev zararı, kendilerine aktarılan fonların küçük bir kısmıdır. Bugün, devlet bankalarının batık kredileri, özel sektör bankalarının batıklarından çok fazladır; çünkü, serbest piyasa ekonomisine aykırı bir yönetim ve ekonomik politika güdülmektedir. Yukarıda değindiğim gibi, krizin patlak vermesinde sosyal güvenlik şemsiyesinin son on yılda verdiği açıklar da unutulmamalıdır.

Değerli arkadaşlar, hükümet elini çabuk tutmak mecburiyetindedir. Fonun yönetimindeki bankaları -özelleştirme, kapatma dahil- elden çıkarmalıdır. Halk Bankası esnaf kuruluşlarına devredilmeli, Ziraat Bankası parçalanarak özelleştirilmelidir. Bütçeden esnafa, köylüye yapılacak sübvansiyon programları özel bankalar vasıtasıyla yürütülmelidir. Eğer, bunu yapmazsanız, korkarım, beş yıla varmaz, bu yıl, bu bankalara aktardığınız ve aktaracağınız 60 katrilyondan fazla kaynak, gene yağmalanacaktır.

Ülkenin sağlıklı borçlanması, kamu borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 3'lerin altında olmasına bağlıdır. Bu oran küçüldükçe, Hazine Müsteşarlığı bütçesi göreceli olarak küçülecektir.

Kamu sektörü borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranı 1991 yılından sonra çok yüksek seyretmiştir. 1983-1991 yılları arasında ortalama yüzde 6,9 iken, 1992-2001 yılları arasındaki ortalama yüzde 11'e yaklaşmıştır. 2002 yılı bütçesinde kamu sektörü borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranı, hedef olarak yüzde 8'dir; 2000 yılında yüzde 12,5 olan bu oran, 2001 yılında yüzde 15,4'e çıkmış ve bunun yüzde 8'e gerilemesi öngörülmüştür. Bütçe hazırlanışında yapılan kabuller, büyüme yüzde 4, deflatör yüzde 46, ihracat 32 milyar dolar, ithalat 45,5 milyar dolar, cari işlemler dengesinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 9,6, faizdışı fazla/gayri safî millî hâsıla yüzde 5,7 tutturulduğu takdirde, bu mümkün olacaktır.

Türk ekonomisi mevcut sığ malî sektörü, borsası ve dışticareti dolayısıyla dış ve iç konjonktürden önemli biçimde etkilendiğinden, bütçenin bu kabullerinin öngörüldüğü biçimde gerçekleşmesi kolay görünmemektedir.

Bütçenin başarıyla yürütülmesi, Hazine Müsteşarlığının bütçesinin başarıyla ve öngörüldüğü biçimde yürütülmesine bağlıdır. Bize göre, başarılı olmak için yeniden yapılanmayı ve özelleştirmeyi geciktirmeden yapmalıdır. Hiçbir fonksiyonu olmayan ve yıllarca hizmet yapmadan oturan kurumlar vardır; bunları süratle ortadan kaldırmak durumundayız. Son günlerde Köy Hizmetleriyle ilgili polemik yaşanmaktadır. Anavatan Partisinin isteği, köy hizmetlerinin, bir nevi yerel parlamento olan il genel meclisleri eliyle yürütülmesidir. Kaynak israfının engellenmesinin yegâne yolu budur. Örnek vereyim; 2002 yılı, şu anda görüştüğümüz bütçenin, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bütçesine bakalım: Toplam bütçe 1 katrilyon 291 trilyon liradır; bu miktarın sadece 398 trilyon TL'si köy hizmetlerine -bütçe böyle söylüyor- 887 trilyon TL'si genel yönetim ve destek hizmetlerine gitmektedir; yani, Ankara'da bulunan Genel Müdürlüğünde harcanmaktadır. Köy hizmetleri olarak görülen 399 trilyon TL'nin 100 trilyonunun da bölge müdürlüklerinin personeline ödendiği düşünülürse, 1 katrilyon 291 trilyonluk bütçenin sadece yüzde 23'ü, hakiki köy hizmetlerine, il müdürlükleri vasıtasıyla aktarılmaktadır. İşte, size, güzel bir israf örneği. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. DSİ bölge, Ulaştırma Bakanlığı bölge müdürlükleri, kısaca yatırımcı kuruluşların bölge müdürlükleri işlevlerini yapmış; artık, tarihe kavuşturulması kaçınılmazdır.

Tasarrufa azamî olarak riayet edilerek, içkaynakları harekete geçirerek bu krizden kurtulmak mümkündür. Hükümet, başarısızlığı durumunda, tarihe dönüp "ne yapayım, eteğimden tutanlar vardı" diyemez; yetki kendilerindedir; gözünü kırpmadan yeni kaynakları harekete geçirmek ve hantal idareyi yeniden yapılandırarak tasarrufa gitmek durumundadır. Ekonomi yönetiminde negatif faiz ve kur makası -yani TL'nin revalüasyonu- doğmamasına dikkat etmek durumundadır. Enflasyonun öngörüldüğü biçimde gitmesi halinde, mart ayında, enflasyona paralel bir kur politikası güdülmediği takdirde, kur makası tekrar doğabilecektir.

Bunları yaparsanız, enflasyon hedeflemesi programıyla, gerçek bir enflasyonla mücadele etmiş olursunuz.

Değerli arkadaşlar, toplam 1 200 kişiyle çalışan bu kurum, ülkenin en gözde bir kuruluşudur. Türkiye bütçesinin yarısından fazlasını bizzat kendi kontrolünde harcarken, saymanlar vasıtasıyla, pratikte, tüm bütçe ellerinden geçmektedir. Kamu Finansmanı, Kamu İktisadî Teşebbüsleri, Sigortacılık, Dış Ekonomik İlişkiler, Yabancı Sermaye, Teşvik Uygulama, Banka ve Kambiyo ve Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlükleri ile kendisine bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüklerinden oluşmaktadır. Hazine Kontrolörleri Kurulu ile Sigorta Denetleme Kurulu Başkanlıkları, doğrudan müsteşara bağlı denetim birimleridir. Ayrıca, İdarî, Malî İşler ve Personel Daire Başkanlıkları yanında, yurtiçi taşra ve yurtdışı teşkilatları bulunmaktadır. 30 civarında Hazine uzmanı, gelişmiş ülkeler nezdinde ekonomik ve malî konuları takip edip, Müsteşarlığa bilgi vermektedirler.

Bu teşkilat, 100 katrilyonu aşkın iç borçlanmayı çeviren, yani, ana para ve faiz ödemelerini yapan bir teşkilattır. Dış borçlanmayı yönetmekte, anapara ve faiz ödemelerini aksatmadan götürmektedir. Türkiye'nin iç ve dış borçları toplamının 200 milyar dolara ulaştığı düşünülürse, Hazine Müsteşarlığının ne denli teknik ve bürokratik bir yük altında çalıştığı kolayca anlaşılır.

Bu kadar önemli teşkilatın küçük sayıda personeline ayrıcalık tanımak, verimlilik gereğidir. Uzman ve yöneticileri, lisansüstü, hatta doktora eğitimleriyle daha yararlı ve verimli hale getirmek durumundayız. Yetkili bir Hazine uzmanının yapacağı çok küçük bir hatanın, ülkeye trilyonlara varan bir zarar verebileceği unutulmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, 2000 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısına göre, Hazine Müsteşarlığının 2000 yılı içinde başlangıç ödeneği 25 katrilyon 992 trilyon lira olmuştur. Bir yıl içinde bu ödeneklerden kati harcama 24 katrilyon 653 trilyon lirayı bulmuştur. Bu demektir ki, Hazine Müsteşarlığı kendisine ayrılan bütçeden yüzde 5 tasarruf yapmıştır, hiçbir tasarruf genelgesi olmamasına rağmen. İşte, bütün kuruluşlar bu şuur altında olur da kurumlarını belli ölçülerde tasarrufa yönlendirirlerse, Türkiye, problemlerinin bir kısmını aşma durumuna girecektir.

BAŞKAN - Sayın Hocam...

EKREM PAKDEMİRLİ (Devamla) - Evet, bitireceğim efendim... Daha 30 saniyem var.

BAŞKAN - Kesmedim efendim; hatırlattım sürenizi...

EKREM PAKDEMİRLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, personel ödeneklerinin hepsini kullanmamış olması, kurumun büyümesine karşı çıkmış olduğunu gösteriyor Müsteşarlığın; yani, kendi elemanlarıyla iktifa ediyor, yeni eleman almıyor; ama, bizim de, burada, 1 200'e varan bu teşkilattaki arkadaşlarımızı yeniden ve işbaşında eğitme fırsatını vermemiz lazım.

Hazine Müsteşarlığı bütçesinin, ülkemize, hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Böylece, gruplar adına ikinci tur görüşmeler bitmiştir.

Şahısları adına, aleyhte, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; lehte, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar Canbay ve Eskişehir Milletvekili Sayın Mail Büyükerman söz almışlardır. Ancak, Sayın Yaşar Canbay burada olduğuna göre, Sayın Mail Büyükerman'a söz veremeyeceğimi ifade ediyorum; çünkü, bir lehte, bir aleyhte söz verebiliyorum Sayın Büyükerman. Eğer, Sayın Canbay gelmeseydi, size söz verecektim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, Yaşar Beyden sonra Sayın Bakan konuşursa, Mail Beye söz hakkı doğar...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir imkânımız yok... İstirham ederim...

Aleyhte, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyursunlar efendim.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Efendim, bizi mahrum bırakmayın lütfen...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, Yaşar Canbay'dan sonra Bakan konuşursa...

BAŞKAN - Devretsin efendim Yaşar Canbay Bey... Gayet basit...

Şimdi, Yaşar Canbay saat 6'da gitmiş, 7'de sıraya girmiş; nasıl Mail Beye söz vereyim?! Mail Bey de iki saattir burada bekliyor.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Efendim, Meclisi mahrum bırakmayın... Sayın Büyükerman konuşsunlar...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir usulümüz yok.

Zatıâlileriniz verseydiniz söz sıranızı efendim... İstirham ederim... Siz de konuştunuz... Siz, hâlâ soru soracaksınız. Verin Büyükerman'a sorsun sualini...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Ben sorumu soracağım.

BAŞKAN - Sayın Polat, akıl öğretmek bedava...

MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN (Eskişehir) - Adım adım yaklaştım Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Akın.

MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık bütçesi üzerinde, aleyhte, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bilhassa, Hazine Müsteşarlığıyla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin temel sorunlarını hep birlikte tekrar eder dururuz. Bunlar, yüksek enflasyon, içborç dinamiğinde ve başta kamu bankaları olmak üzere malî sistemdeki yapısal sorunlar ile bunlara bağlı kamunun artan finansman açıkları ve dalgalı büyüme yapısıdır. Kamu açıklarının yurtiçi malî piyasalar üzerinde baskısının yanı sıra, yaşanan dış şokların da etkisiyle, reel faizler yükselmiş; artan faiz oranları kamu açıklarını artırmış, borç-faiz kısır döngüsünü sürdürülemez boyutlara ulaştırmıştır.

Bu amaçla, 2000 yılı başında enflasyonu düşürmek ve ekonomide sürdürülebilir bir büyüme ortamını sağlamak amacıyla, kapsamlı bir ekonomik program uygulamaya konulmuştur. Üç yıllık programın ikinci yılı tamamlanmak üzere. Ne yazık ki, hükümet ve ekonomi yönetimi, tetiklediği faizin ateşini program öncesindeki seviyesine düşürememiştir.

Bu durumda Hazinenin yaptığı nedir; bundan yüz yıl önce Osmanlı idaresinin yaptığını yapamamıştır. Hepinizce malum olduğu üzere, 1 Eylül 1881'de, o zamanın padişahı, ecnebi tahvilat sahiplerini İstanbul'a davet edip, 20 Aralık 1881'de onlarla imzalamış olduğu -28 Muharrem 1299,  Muharrem Kararnamesi olarak bilinen Düyunu Umumiye İdaresinin kurulması -kararname çerçevesinde 252 801 885 lira Osmanlı esas ve faiz borcunu- yani, 5 797 676 500 franka tekabül eden bu Osmanlı borcunu- 252 milyonlardan 106 milyon liralara indirmiştir. Görüldüğü üzere, bundan yüz yıl önce Osmanlı Lirasının frank karşısında ne kadar kıymetli olduğu, bu vesileyle, bu kürsüde ifade edilmiş olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, Hazine Müsteşarlığı, Dünya Bankası ve IMF yetkilileriyle ikiye bir görüşüyor ve IMF yetkilileri, jandarma gibi gelmek suretiyle, Türkiye'nin onlara olan taahhüdünü değişik yollarla, devlet tahvili ve hazine bonosu kullandırmak suretiyle -biraz önce konuşan Sayın Kemal Kabataş'ın ifade ettiği gibi- 36 katrilyon içborç stokunu 56 katrilyon, daha sonra, haziran sonlarına doğru 95 katrilyon, şimdi ise 119 katrilyon liralara baliğ kılmıştır.

Soruyorum size: Acaba, Hazine Müsteşarlığı diye isimlendireceğimize, bunu, yüz yıl önce Osmanlının kurduğu Düyunu Umumiye (Borç İdaresi) olarak ifade etmiş olsak, daha yerinde bir ifade olmaz mı?! Parası olmayan bir hazine, Hazine Müsteşarlığı... Bu, olsa olsa, bir borç idaresi... Devlet kâğıdı basmak suretiyle, içborç stokunu 36 katrilyonlardan, bir yıl içinde -1 Aralık 2001 tarihinden... Bir yıl daha dolmadı- 119 katrilyon liralara ulaştırmış; yine, iç ve dış borç stokunda 90 milyar dolarlardan almış, 111 milyar dolarlara, 119 milyar dolarlara ulaştırmış -2001 yılı içinde ödenenler hariç- ama, adı, Hazine Müsteşarlığı. Tamamen devlet bankalarına ve fon bankalarına vermiş olduğu kâğıt mukabili, tekrar onlardan para almak suretiyle, 2002 yılı içerisinde taahhütlerini yerine getireceğini, yine, bizim, Doğru Yol Partisinin sözcüsü ifade etmiştir.

Değerli milletvekilleri, borç stokunun çevrilebilirliği konusunda, iki ayrı yaklaşım sergileniyor. Bunlardan birincisi, borç stoku dengelerini bozmadan çevrilemeyeceği yönünde; ikincisi ise -Hazine tarafından oluşturulan diğer bir görüş- içborç stokunun bileşimlerinden dolayı sürdürülebilir olduğu yönünde. Özellikle, Hazinenin bu bileşim diye kastettiği, bu borcun 30 katrilyona yakınının, piyasada -yani, Hazineden müsaade alınmadan- tedavülünün mümkün olduğunu; bu 30 katrilyona yakın devlet kâğıdının faizlerinin, bütçeden finanse edilmek suretiyle, ödenek konulmak suretiyle ödenebileceğini; bakiye 70-75 katrilyon borcun ise, kamuya ait olduğunu ve Hazine tarafından kamuya verilen bu devlet kâğıtlarının ise, Hazineyle mutabakat sağlanmadan tedavülünün mümkün olmadığını; ama, sizin kamuya verdiğiniz -bankalar olsun veya diğer kuruluşlara vermiş olduğunuz- bu Hazine kâğıtlarında, mutlak surette, faizinin işleyeceği muhakkaktır. Burada, Hazine -savunduğu görüş- tedavülde bunun dolaşımı serbest kılınmadığı için, Hazinenin görüşü alınmadan serbestçe dolaşamayacağı için, ikinci üçüncü kişilerin eline geçtiğinde, Hazinenin, o şahısların isteği üzerine, istenildiği anda faiz ödeme gibi bir mükellefiyetinin olmadığı tezini savunuyor.

Değerli milletvekilleri, büyümeyen Türkiye bu krizden çıkabilir mi? Son yıllarda, herkes bu sorunun cevabını arıyor. Büyüme olmadan, asla, Türkiye'nin bu krizden çıkması mümkün değildir. Büyüme konusu Türkiye için öncelikli olmalıdır ve gerekirse, yüksek enflasyonu göze alması gerekir. Türkiye, böyle giderse, 2002'de büyüyemeyecek ve krizden çıkamayacaktır. Zaten, asıl kriz, büyümenin olmaması; gerisi, parasal problemler. Ekonomide temel derdimiz, vatandaşın refahının maksimum düzeye gelmesi. Ayrıca, büyüme olmadan kamu maliyesinin düzelmesi de pek mümkün gözükmüyor.

Biz, şu anda, faizdışı fazlayla övünüyoruz ve uzun vadede reel faizi aşağıya çekerek içborç problemimizi çözmeyi planlıyoruz; ama, önümüzdeki seneden itibaren, bu sene yapılan devalüasyon ve yüksek faizlerden doğan zararlar nedeniyle, faizdışı fonlarda da ciddî problemler göreceğiz. Durgunluk ve küçülme nedeniyle, seneye, vergi gelirleri çok düşecek.

Değerli milletvekilleri, bu vergi gelirleriyle ilgili -bilhassa beyana dayalı- ekim sonu itibariyle -Kamu Hesapları Bülteni- Maliye Bakanlığı, kesinhesap neticelerini çıkarmıştır. Beyana dayalı vergilerde, martta eksi 12,3 küçülme, mayısta eksi 6,6 küçülme, haziranda eksi 0,9 ve devam ediyor. Diğer tüm ayları kümülatif olarak aldığımızda, büyüme yüzde 39,6; ama, ülkede enflasyonu yüzde 80, yüzde 90'larda düşündüğümüz zaman, kümülatif, reel manada küçülme, vergilerde, beyana dayalı -bu beyana dayalı vergiler nedir; esnaf, çiftçi, KOBİ statüsündeki 6-7 milyon kişinin, gerçek mükelleflerin beyan ettikleri- vergi ki, eksi olarak çıkmıştır.

Durgunluk ve küçülme nedeniyle, biraz önce de ifade ettiğim gibi, seneye, vergi gelirleri de çok düşük olacak. Büyüme olmadan, vergi öder hale gelmeden, kamu maliyesi de toparlanamaz. Temel problemimiz, önceliklerimizi şaşırmış olmamız.

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

MURAT AKIN (Devamla) - Enflasyon hedeflemesini tartışıyoruz; ama, bence, esas konuşulması gereken, bunu uygulamak için doğru bir zamanda olup olmadığımız.

Şu anda, enflasyonda, içinde bulunduğumuz 70'li seviyelerden 20-25 puan yukarısında dahi sorun yaşamayacağımızı düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akın, toparlar mısınız lütfen.

MURAT AKIN (Devamla) - Tamam.

Zaten, otuz yılı aşkın bir süredir yüksek enflasyonla yaşadığımız için halk buna alışkın.

Şimdi, yeni bir mucize gibi, elde avuçta kalan son çare "her şeyi denedik olmadı, bir de bunu deneyelim" ruhunu yansıtır şekilde, ülkenin hazine idaresini enflasyon hedeflemesine bağlı kılarak, birkaç yıl da bu şekilde, milletin yokluk ve açlık içinde, perişan bir şekilde yaşamasına sebep olursak, bu hükümet üzerinde, bu, büyük bir vebal oluşturur.

Değerli milletvekilleri, Hazine, bir yıl içinde 60-70 katrilyon borç yükünü artırıyor; ama, halen çiftçilerin teslim etmiş olduğu pancarın fiyatı belli değil. Benim yöremde... Sayın Başkan, belki biraz rahatsız olabilir ama...

BAŞKAN - Hiç rahatsız olmam efendim.

MURAT AKIN (Devamla) - Onu kısaca ifade edeyim.

BAŞKAN - Hay hay, tabiî, edin. Bir de şeyi söyleyin lütfen. Bu hükümet, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı imza attığı halde 2001 yılı için, pamuk primleri ve diğer primleri şimdi vermemeye kalkıyor. Onu da söyleyin.

MURAT AKIN (Devamla) - Tamam, onu, zaten, siz ifade etmiş oldunuz. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

Şimdi, hepinize soruyorum. Seçim bölgemde, ramazan... Hakikaten, büyük çiftçi, pancar çiftçisi ayda 5 milyona muhtaç hale geldi. 5 milyonla ne alınabilir; hiçbir şey alınmaz; ama, bu hükümet, bu pancar çiftçisini, hububat çiftçisini...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Hangi hükümet?

MURAT AKIN (Devamla) - Ecevit Hükümeti.

...o hale getirdi ki...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Yalan söylüyorsun!..

MURAT AKIN (Devamla) - ...insanlar perişan halde, teslim ettiği pancarın fiyatını bilmiyor. Pancar müstahsilinin yoğun olduğu Sultanhanı Kasabası, Eskil İlçesi, Yenikent, İncesu ve tamamı hükümetin, bu bütçe dolayısıyla Hazineden sorumlu Devlet Bakanının bu pancar fiyatlarını açıklamasını bekliyor.

Şimdi, arkadaşlar, bir şey söyleyeceğim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MURAT AKIN (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika, bir şey söyleyeceğim.

Şimdi, arkadaş bir laf attı. (Gürültüler)

BAŞKAN - Efendim... Lütfen... Tamam...

MURAT AKIN (Devamla) - İşte, eskiden geldi, eskiden. Ben, o arkadaşa idareden feragat eden bir padişahın sözünü burada ifade etmek suretiyle konuşmama son vereceğim. İttihat ve Terakki Cemiyeti vardı; bilahara fırka oldu,parti oldu; Osmanlı idaresinde de söz sahibi oldu.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Ne padişahı...

MURAT AKIN (Devamla) - O, halledilen, idareden feragat eden padişaha gitmişler, bir şeyler anlatmışlar. Padişah demiş ki: "Eğer, siz bu ülkeyi on sene idare edebilirseniz, bir asır idare ettik diye sevinin." Eğer, siz bu hükümeti -ben şimdi söylüyorum- dört sene, beş sene idare edebilirseniz, kırk elli sene idare ettik diye sevinin.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum...

MURAT AKIN (Devamla) - Daha, üç sene, dört sene idare edemediniz. Hep, geçmiş, geçmiş... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Akın, teşekkür ediyorum efendim.

MURAT AKIN (Devamla) - Geçmişte çiftçi, işçi bu kadar muhtaç mıydı?!

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

FARUK DEMİR (Ardahan) - Siz dört sene idare ettiniz...

BAŞKAN - Sayın Akın, teşekkür ediyorum.

İyi ki Sayın Akın var; biraz hareketlendiniz. Bütçe sönük geçiyor çünkü. Arada lazım...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sayenizde... Sayenizde...

BAŞKAN - Benim sayemde hiç sönük geçmez.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Vallahi uyuttunuz...

BAŞKAN - Sayın Karahan, istirham ederim, ben hiç kimseyi uyutmam.

Efendim, şimdi, söz sırası, lehte, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar Canbay'da.

Buyurun Sayın Canbay. (SP sıralarından alkışlar)

YAŞAR CANBAY (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Günümüzde, ilimlerin ilerlemesiyle dinin insan hayatındaki önemi ve değeri her zamankinden daha fazla artmıştır. Din, insana hem dünya hayatını hem de ölüm sonraki ebedî hayatı kazanmanın yollarını gösterir. İnanç, kainatın ve hayatın en mükemmel tefsirini yapar, bu hususta insanlığı aydınlığa kavuşturur. İnanç, insanın ölümötesi istikbaline ışık tutar, yeniden dirilip, devamlı ve daha mutlu olma ümidiyle yaşatır. İnançsızlık ise, insanın mahvolup kaybolacağı, ölüm yaklaştıkça ebedî karanlığa, yok olmaya doğru adım attığını hissettirir. Mümin, inancının gereği olarak, hayat şartları ne kadar zor olsa da Allah'a dayanır, güç kazanır. Buna karşılık, inançsız toplumlarda intiharların günden güne artmakta olduğu görülmektedir. İnanç, insana, Allah katında sorumluluk hissi vererek dosdoğru yolda gitmesini ve sapıklıktan uzaklaşmasını sağlar. İnanç, insanlara hizmet etme ruhunu aşılar; çünkü, Allah katında insanların en hayırlısı, insanlara en fazla faydalı olanıdır.

İslam inancına göre, insanın aslı birdir. Yüce Allah, insanı üstün bir varlık olarak yarattığını ve insanı şerefli kıldığını belirtmektedir. Yaradılış itibariyle, her insan, diğerleriyle aynı seviyede, muhteremdir ve şereflidir. Hiçbir kimse, soyu veya ırkı itibariyle başkalarından üstün olamaz, üstünlük taslayamaz. Hepiniz, Adem oğullarısınız; Adem de topraktandır. İnsanlar, babalarıyla, soylarıyla övünmeyi bıraksınlar.

Batılı bir yazar, İslamın kardeşlik görüşüyle ilgili şöyle diyor: "Bana en çok tesir eden şey İslam kardeşliğidir. Kendin için sevdiğini, kardeşin için de sevmedikçe mümin sayılmazsın prensibinin nasıl tahakkuk ettirildiğini gözleriyle görmek isteyenlere, bunu İslam kardeşliği gölgesinin dışında göremezsiniz derim."

İslam, hayırlı işlerde yarışı teşvik etmiş, insanları devamlı iyiliğe yöneltmiştir. Bugün, ülkemizde, faiz, haksız kazanç ve israf sebebiyle, çok ciddî sıkıntılar yaşanmaktadır. İşsizlik ve yoksulluk sebebiyle, çok sayıda insanımız yardıma muhtaç hale gelmiştir. Bu sıkıntılara rağmen toplumumuzu ayakta tutan iki önemli faktörden biri, inançlarımızın gereği yapılan yardımlaşma; diğeri sağlam aile yapımızdır. Yardıma muhtaç insanlarımıza sahip çıkmalı, gerektiğinde bu insanlarla ekmeğimizi paylaşmalıyız. Bu millete yakışan budur. Hiç kimsenin onurunu zedelemeden bu insanlara yardımlar ulaştırılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığımızın, bu konuda çok aktif olmasını bekliyoruz. Diyanet camiası, her türlü imkânlarını kullanarak bu hizmetlerde öncü olmalıdır.

Hayırsever ve yardımsever milletimizin infak konusundaki gayretleri yer yer engellenmektedir. Yardım toplama ve yardım dağıtmada sivil toplum örgütlerine destek olunmalıdır.

İslam medeniyeti, insanların mutluluğu için hem maddî hem manevî tekâmülü esas alır. İslam inancı, temizliği imandan saymış, insanlara zarar verecek şeyleri ortadan kaldırmanın bile imandan kabul edilmesiyle insanlığa çok büyük hizmetler getirmiştir.

Yeryüzünün en önemli değeri insandır. İnsanın özlemi ise, saadet içerisinde yaşamaktır. Saadet, ancak sevgi ve kardeşlik, hak ve özgürlük, adalet, refah ve saygınlık ortamında gerçekleşir. İnsanlığın saadeti için, yanlışın değil, doğrunun; kötü ve çirkinin değil, iyinin; zararlının değil, faydalının; zulmün değil, adaletin hâkim olması gerekir. Temeli şefkat ve sevgi, hoşgörüye dayanan toplumlarda huzur ve barış sağlanır.

İslam, birlik ve beraberliği teşvik eden, fitneyi yasaklayan, haksız yere bir insanın öldürülmesini tüm insanlığın öldürülmesi olarak nitelendiren bir dindir. Ne sevgili Peygamberimiz ne de İslam büyükleri, haksızlığa uğramalarına rağmen, hiçbir zaman terörün, anarşinin, kargaşanın içerisinde olmadılar. Bilakis, herkesi bundan uzak tuttular. İnsanlar öyle bir devirde yaşayacaklar ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul niçin öldürüldüğünü bilmeyecek. İşte, bu fitnedir. "Dinini bildiğin müddetçe fitne sana zarar vermez" buyuran Peygamberimiz, hayatı boyunca barışı tercih etmiş, barış yollarını aramıştır. "Ben rahmet Peygamberiyim" sözleri, aynı mana ve mahiyeti vermektedir. O, İslamın gelişinden hicret edene kadar gördüğü her türlü işkencelere rağmen, asla şiddete başvurmadı. "Adaletli olun ve aşırı gitmeyin" emriyle, savaş sırasında dahi tüm insanlığa örnek olacak uygulamalarda bulunmuştur. Kadınların ve çocukların, savaşmayan ve savaşacak durumda olmayanların öldürülmemesi, ağaçların kesilmemesi, hayvanlara zarar verilmemesi dikkatle öğütlenmiştir.

Ülkemizde, birkaç yıldan beri, dindar vatandaşlar üzerinde bir baskı sürdürülmektedir. Âdeta, mütedeyyin insanlarımıza takip, baskı ve sindirme devam ediyor. Çoğu zaman kimden, neden geldiği bilinmeyen; ama, mütedeyyin insanları huzursuz eden, yer yer canından bezdiren bu iş nedir, bunun dayanağı nedir?

Çıkarılan bazı kanunlar, dinini öğrenmek ve yaşamak isteyenlere yasaklar koymuştur. 12 yaşından önce Kur'an öğreniminin, 15 yaşından önce hafızlık eğitiminin yasaklanması, milletimizi yürekten yaralamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri görülmeyen, milletimizin "böyle şey olur mu" diye anlam veremediği bu kanun mutlaka değiştirilmelidir; millet bu sıkıntıdan kurtarılmalıdır. İl, ilçe, belde ve köylerimizde halkın dişinden tırnağından artırıp yaptırdıkları Kur'an kursları kapanmış, binalar çürümeye terk edilmiştir. Bu millete bu haksızlıklar nasıl yapılır, anlamak mümkün değildir.

Mütedeyyin insanlarımızı huzursuz eden anlamsız diğer bir konu başörtüsüyle ilgilidir. Binlerce kız öğrencimiz okullarına alınmamakta, çağın en büyük haksızlığına uğramaktadırlar. Milletine saygısı olan yöneticiler, hiçbir vehme kapılmadan bu haksızlıktan, bu keyfilikten vazgeçmelidirler. Yüzlerce öğrenci,  bu yüzden yurtdışına gitmektedir.

BAŞKAN - Efendim, süreniz dolmak üzere; toparlar mısınız.

YAŞAR CANBAY (Devamla) - Bu fotoğraf Türkiye'ye yakışmıyor. Bu problemlerin çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, bu problemler burada çözülmelidir. Devlet-millet kaynaşmasına hizmet edecek adımlar atılmalıdır; çocuklarımıza ve gençlerimize aydınlık ve parlak gelecekler hazırlanmalıdır. Allah sevgisini, insan sevgisini, vatan ve bayrak sevgisini, millete hizmet şuurunu yeni nesillere kazandırmak, onları iyi insan olarak yetiştirmek ana gayemiz olmalıdır.

Din konularında toplumu aydınlatmak gibi çok önemli görevi olan Diyanet İşleri Başkanlığı, günümüz meselelerine daha etkili bir tarzda yaklaşmalıdır. Ülkemizin gündemine giren dinî meseleler hakkında çekingen davranmadan, bünyesinde bulunan pek çok değerli ilim adamları tarafından ilmî açıklamalar yapılmalıdır. Böylece, konu hakkında yeterli bilgisi olmadığı halde, her gün medyada milletin kafasını karıştırmak isteyenlere fırsat verilmemiş olur. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu birikime, bu imkânlara sahip bir kuruluşumuzdur.

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin Diyanet camiasına ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Canbay.

Sayın milletvekilleri, ikinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, sorulara geçiyorum. Soru-cevap süresi 10 dakikayla kısıtlı, biliyorsunuz.

Ancak, bir şey rica edeceğim efendim, tekrar istirham edeceğim; turların başında hatırlatmıştım: Sorunuzu kısa, öz sorarsanız, gerekçesiz de olursa... Diğer arkadaşlarımızın -25 arkadaşımız söz istemiş- hiç olmazsa yarısının soru sorma imkânı olsun.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Bakan yok, cevap vermeyecek mi?

BAŞKAN - Hangi bakan yok? İki tane bakan var efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Derviş yok, ona soracağız.

BAŞKAN - Efendim, yüz kere söylüyoruz; bu hükümette müteselsiliyet var yani. Ne demek, Derviş'in ayrı bakanlığı mı var? Cumhuriyet hükümeti, size cevap verir.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Peki, o zaman açıkça cevap versin.

BAŞKAN- Cumhuriyet hükümetinin bütün bakanları her konuyu bilir; öyle olmasa o bakanlıklarda oturmazlar. (Gürültüler)

Bir dakika efendim...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır)- Doğrudur da, Sayın Derviş hükümetin yarısıdır.

BAŞKAN- Bir dakika efendim... Rica ederim... Allah Allah... İstirham ederim efendim...

Efendim, Sayın Bıçakçıoğlu'ndan başlayalım.

Sayın Bıçakçıoğlu?.. Yok.

Sayın Nidai Seven'den başlıyoruz.

Sayın Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Sayın Başkanım, delaletinizle, Başbakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığını temsil eden Sayın Bakanıma şu sorularımı sormak istiyorum.

Birinci sorum: Son zamanlarda, bazı televizyon kanallarında, misyonerlik faaliyetleri Türk kamuoyuna sunulmaktadır. Birkısım misyonerlerin kendi evlerinin altında ruhsatsız kiliseler kurdukları, fakir aile çocuklarını misyonerlik faaliyetlerine alet ettikleri hususu kamuoyunu rahatsız etmektedir.

Başbakanlığımızın bu konudaki düşünceleri ve alınması gereken tedbirler nelerdir?

İkinci sorum: Tek bir Protestanın yaşamadığı Diyarbakır İlimizde Sur Belediyesinin 5.6.2001 tarih ve 1 sayılı yazıyla kilise ruhsatı verdiği doğru mudur?

Diyarbakır İlimize Ermeni Protestanların bu şekilde, bazı illerde yerleşme hususunda çalışmalar yaptıkları basınımızda yer almaktadır. Başbakanlığımızın bu konudaki görüşleri ve alınacak tedbirleri nelerdir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Ateş, buyurun efendim. Siz bağımsız milletvekilisiniz. Onun için, ona göre sorun.

AZMİ ATEŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, delaletinizle, önceliği Hazine Müsteşarlığına vererek sorularımı soruyorum.

BAŞKAN- Hiç o girişleri söylemeyin sayın milletvekilleri. Benim delaletimle olduğu malum. 50 saniye kazanırsınız.

Buyurun.

AZMİ ATEŞ (İstanbul)- Birinci sorum: Ulusal Programın açıklandığı 14 Nisandan bugüne kadar, başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarından temin ve taahhüt edilen kredi miktarı toplam olarak kaç ABD Dolarıdır; bu kredinin kuruluşlara göre dokümü nasıldır?

İkinci sorum: Temin edilen bu krediler, ana kalemler olarak nerede ve nasıl kullanılmıştır?

Üçüncü sorum: Bilindiği gibi, ekonomiyi canlandırmak için üretim ve talebin önündeki engelleri kaldırmak gerekmektedir. Temin edilen dışborcun ne kadarı üretimi canlandırmak için kullanılmıştır ve hangi alanlarda kullanılmıştır?

Dördüncü sorum: Bu kredilerden, ülkemizde istihdam ve üretime kaynaklık eden KOBİ'lere ne kadar miktar tahsis edilmiştir?

Şimdi de Başbakanlıkla ilgili sorularımı soruyorum.

Birinci sorum: Başbakan Sayın Ecevit, son zamanlarda Türkiye'de çok fazla özerk kuruluş kurulduğunu ifade ederek "devlet içinde, fakat devletten daha yetkili bazı kuruluşlar kuruldu, onlara söz geçiremiyoruz" demektedir. Sayın Başbakan, özellikle hangi kurulları kastetmektedir ve kastedilen bu kurullarla ilgili olarak neler yapılması düşünülmektedir? Çok yakın denilebilecek geçmişi olan bu kurullardan bu denli şikâyet edilmiş olması, yarınların görülememesi açısından, bir yönetim zaafı değil midir?

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, bu nasıl soru?!

BAŞKAN - Efendim, Sayın Ateş bağımsız milletvekili, yorumlu sorabiliyor.

Buyurun.

AZMİ ATEŞ (İstanbul) - İkinci ve son sorum efendim: Kamu personeli arasında korkunç boyutlardaki ücret dengesizliklerinin giderilmesi için bazı teşebbüsler yapılmışsa da bugüne kadar somut bir adım atılamamıştır, atılmamıştır; neden?..

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Seyda, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sırayla efendim, gelmedi sıra. İstirham ederim Sayın Polat; bunun hilesi yok, hud'ası yok.

Sayın Seyda, buyurun.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Sayın Başkanım, Şırnak İlimiz ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Diyanet personeli açığı had safhadadır. Sadece Şırnak İlimizin genelinde, 452 personel görev yapması gerekirken, 304 personel görev yapıyor. Şu an, 3 müftü, 1 şube müdürü, 1 kur'an kursu müdürü, 4 kur'an kursu öğretmeni, 1 din hizmetleri uzmanı, 120 imam hatip, müezzin, kayyım ve yardımcı hizmetler olmak üzere, toplam 148 personele ihtiyaç vardır. Bu personel ihtiyacını ne zaman gidermeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Oral, buyurun efendim.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Sayın Bakanımdan sorum: Diyanet İşleri Başkanlığının bugün kullanılabilir kaç kadrosu açıktır? Din hizmetlerinin yüce milletimize doğru bir şekilde öğretilebilmesi için kaç imam hatip ve müezzin kadrosuna ihtiyaç vardır?

Gene, yıllardır doldurulamayan bu kadroların boşluğunun ne kadarı, özellikle hassasiyeti bulunan bölgelerde Hizbullah ve benzeri örgütlerce doldurulmuştur? Hükümetimizin ve Bakanlığın bu konuda herhangi bir çalışması var mıdır?

Gene, gerek 57 nci hükümetin ve gerekse daha önceki hükümetlerin, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararları konusunda çok ciddî duyarlılığı varken, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı kadroların doldurulmasından dolayı Millî Güvenlik Kurulunun bu konuda bir kararı var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Polat, siz ne zaman bastınız düğmeye?

ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmadan evvel bastım.

BAŞKAN - Hayır efendim. Ta ortalarda da, onun için soruyorum.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, en başta ben bastım.

BAŞKAN - Sayın Ayrım?.. Yok herhalde.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Sayın Aydın burada efendim.

AHMET AYDIN (Samsun) - Hazineden sorumlu Devlet Bakanlığına sorum...

BAŞKAN - Ayrım dedim efendim; Şamil Ayrım'dan bahsediyorum.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Ayırım yok; biz birliğiz.

BAŞKAN - Biz de biliyoruz olmadığını. İstirham ederim... Aydın başka, Ayrım başka.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Ramazan...

BAŞKAN - Ramazan kaldı mı?! Sahura geliyoruz.

Buyurun.

AHMET AYDIN (Samsun) - 1994 yılında mevduata garanti verildikten sonra, kurulan kamu bankalarının batmasından dolayı, Hazine, bugüne kadar bu bankalara 16,5 katrilyon kaynak aktarmış, yine, bu dönemdeki görev zararlarından dolayı Ziraat Bankasına 23 katrilyon kaynak aktarmıştır. İçborç ve finans piyasalarını yeniden düzenleyen Hazine, yine, bu yıllar arasında, faizleriyle birlikte 2,4 katrilyon kamu kurumlarından borçlanan çiftçilerin borcunun taksitlendirilmesinde neden direniyor?

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Aydar.

ARSLAN AYDAR (Kars) - Mikrofon açılmadı efendim.

BAŞKAN - Açtım efendim... Siz, başka bir yerdesiniz herhalde. Nereden açtıysanız, oraya gelin; silindi, Sayın Aydar silindi...

ARSLAN AYDAR (Kars) - Açtım efendim...

BAŞKAN - Ama, oturduğunuz yerden sormuyorsunuz, ben de mi kabahat?!

Sayın Kaya, buyurun.

YALÇIN KAYA (İçel) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanımıza soruyorum: Son günlerde, birçok çevrelerce, televizyon kanalları başta olmak üzere, programlar yapılmakta. Yüce dinimizle ilgili yapılan bu programlarda, çok tehlikeli ve yanlış görüşler ortaya konulmaktadır. Yüce dinimizle ilgili hiçbir ehliyeti olmayan bu kişilerle ve bu TV kanallarıyla ilgili, Diyanet İşleri Başkanlığımız, acaba, ne gibi bir mücadele ortaya koymak istemektedir?

Başbakanlıktan cevaplanmasını istediğim bir soru da şu: Devlet memurluğu sınavı uygulaması başlayalı ne kadar memur istihdam edildi, yeni yerleştirme var mı? İkinci DMS sınavı ne zaman yapılacak?

Hazineyle ilgili bir sorum da şu: Ülkemizin iç ve dışborç stoku ne kadardır ve yıllara göre dağılımı nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Vursavuş, buyurun.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Diyanet İşlerinden sorumlu Bakanımızdan ricam... Ülkemizde, son yıllarda daha da yoğunlaştırılan Hıristiyan misyonerlerce İncil ve Kitabı Mukaddes Türkçe baskıları Müslüman vatandaşlarımıza parasız dağıtılmaktadır. Bununla da kalınmayıp, Hıristiyanlığın, medyada açıkça yoğun propagandası yapılmakta, ülkemizde açıkça Hıristiyanlaştırma çalışmaları sürmekte, Müslümanlara "imansız" denilmekte, ülkemiz topraklarının bir kısmı Ermenistan olarak gösterilmektedir. İslam ülkesi olan ülkemizde, dinî yayınların Diyanet Vakfınca yapıldığı ve bu yayınların da genelde pahalı yayınlar olduğu, kâr gayesi güdüldüğü bilinmektedir. Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Türkçesinin yayınlanıp, Müslüman insanlarımıza parasız dağıtılmasını düşünüyor musunuz?

Misyoner hareketlere karşı nasıl bir önlem alıyorsunuz?

Dinî yayınlardan ne zaman ticareti kaldıracaksınız?

Teşekkür ederim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Göksu?.. Yok.

Sayın Mahfuz Güler?.. Yok.

Sayın Aykut?.. Burada.

Buyurun Sayın Aykut.

HAKKI OĞUZ AYKUT (Hatay) - Diyanet İşleri Başkanlığı müsaadesi dışında plansız, ruhsatsız ve hiçbir hesaba dayanmayan cami inşaatları yapılmakta, en ufak bir fırtına veya depremde minareler ve camiler yıkılmakta. Cami inşaatlarının bir kontrol sistemi içerisinde yapımını düşünüyor musunuz?

Anadolu'nun birçok yerinde kadrosuzluk nedeniyle kapalı olan camilere kadro vermeyi düşünüyor musunuz?

Komşu İlimiz Mersin'de meydana gelen sel felaketinden dolayı, tüm Mersin halkına geçmiş olsun der, ölenlere rahmet dilerim.

Söz verdiğiniz için sağ olun.

BAŞKAN - Bu sual mi?! Aşk olsun!.. Siz Hatay'ın kararnamesini yakalayın da, sonra Mersin'e gelin!..

Sayın Doğru?.. Yok.

Sayın Taşkın?.. Burada.

Buyurun Sayın Taşkın.

MÜKREMİN TAŞKIN (Nevşehir) - Sayın Bakan, Türkiye'nin her yerinde imam açığı var. Kadro olduğu halde atama yapılamayan 12 000 civarında, bir o kadar da kadro verilmeyen cami, imamsız. 474 cami bulunan Nevşehir'de de 110 kadro boş. İmam ihtiyacı ne zaman karşılanacak? Bu birinci sorum.

İkinci sorum; imam-hatip lisesi mezunları boşta geziyor; ama, devlet kademelerinde de imam açığı var; bu insanlara ihtiyacımız var. Başka mesleklere girmelerini engellediğimiz ve imam olmasını istediğimiz imam-hatip okulu mezunlarını imam yapmaktan da mı vazgeçtik; vazgeçmediysek, ne zaman atamaları yapılacak?

Üçüncü sorum da, yurtdışındaki insanlarımızın ve çocuklarının dinî eğitimini nasıl yaptırmayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Taşkın.

Sayın Uzunkaya, buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Diyanetten sorumlu Sayın Bakana sualim: Bilindiği üzere ilahiyat meslek yüksekokulları var idi ve geçtiğimiz bu yasama döneminde de yüksekokullara sınavsız geçiş hakkı tanındı. Diyanette çalışan 53 361 personel, yani, yüzde 70'i lise mezunu. Bu arkadaşlarımıza ilahiyat yüksekokullarına sınavsız girme imkânı tanınacak mı? Hükümet olarak böyle bir imkânı hazırlamayı ve intibak konusunda, yüksekokul mezunu imamların sayısal olarak çoğalmasını sağlamayı düşünüyor musunuz?

Mihrap denilince akla hafızlık gelmektedir. Hafızlık müessesesi, sekiz yıllık eğitimle katledilmiştir. Bunun önlenmesi için bir tedbir almayı düşünüyor musunuz?

Vaizlerin malî durumu, Sayın Bakanın çalışmasında da var; 1 inci derecenin 4 üncü kademesi ki, çok zor gelinen bir yerdir; 428 milyon lirayı Sayın Başbakan ve kabine içine sindirebiliyor mu? Bunların durumunu iyileştirmeyi ve boş olan vaizlik kadrolarına atama yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Enginyurt, buyurun efendim.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Diyanet İşlerinden sorumlu Sayın Devlet Bakanına soruyorum: Kahve fincanlarında viski içerek İslamı tartışan ve buraya gönderdiğiniz Diyanet görevlilerinin figüran olmaktan öteye geçmediği programlara, bundan sonra, İslamı adam gibi  tartışan Diyanet yetkilileri göndermeyi düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Yılmazyıldız, buyurun.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Hükümet, tasarruf tedbirleri açıklamasında, kolza ve soya fasulyesi dışında destekleme yapmayacağını ifade etti. 2001 yılı zeytinyağı için, pamuk için ve ayçiçeği için prim ödemeyi düşünüyor musunuz, ne kadar ödemeyi düşünüyorsunuz?

Balıkesir'deki 300-350 civarında boş bulunan camiye imam atamayı düşünüyor musunuz? Devlet memurluğu sınavını kazanmış 2 300 imam-hatip lisesi mezununu neden atamıyorsunuz? Misyonerlik faaliyetleri boşlukta son derece hayat bulmaktadır.

Bunun dışında, Başbakanlıkta bir Kamunet Projesi vardı; maalesef, bunun başarısız başkanı, 800 milyon dolar, 1 milyar dolarlık bir başka projenin başına getirilmiştir.

BAŞKAN - Soru efendim, soru...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Soruyu soruyorum: Bu projeyi ne zaman tamamlayacaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Polat, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, 7 799 tane imam kadromuz boş bulunuyor. Ayrıca, en önemlisi, Türkiye genelinde 9 825 tane camide hiçbir din görevlisi yoktur. Bu 9 825 tane camide ibadet yapıldığına göre, bunların nasıl doldurulduğunu düşünüyorsunuz?

Vaiz kadrosu olarak, 650 tane dolu, 716 tane boş vaiz kadrosu varken, bu vaiz kadrolarını dolduracak mısınız? En önemlisi de, cezaevlerinde 6 tane dolu vaiz kadrosu varken, 65 tane boş vaiz kadrosuna atama yapmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Bir dakika Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bitti efendim, yok. İstirham ederim yani... Nasıl sual verdiğimi biliyorsunuz... Sayın Polat, insaf et yahu!

Başkaları bizi affetsin, Allah affetsin beni.

Buyurun Sayın Bakan.

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, önce, Sayın Azmi Ateş'in sorduğu soruyu yanıtlamaya çalışacağım.

14 Nisan ulusal programından bu yana, Uluslararası Para Fonundan 10,2 milyar dolar fiilî kredi girişi olmuştur; bunun 9,6 milyar doları bütçe finansmanında kullanılmıştır, 0,6 milyar doları ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının rezervlerinin güçlendirilmesi amacıyla kullanılmıştır. Buna karşılık, ne kadarı KOBİ'lere ayrılmıştır diye soruyor Sayın Ateş. KOBİ'ler bütçe programı çerçevesinde desteklenmektedir, kredi desteği özel olarak tahsis edilmemiştir.

Sayın Ahmet Aydın, çiftçi borçlarının taksitlendirilmesi konusunu dile getirdi. İstenilen ve beklenilen ölçüde olmasa da, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası çiftçi borçlarının taksitlendirilmesini belli bir programa bağlamıştır ve bunu uygulamaya başlamıştır. Bu konuda ayrıntılı koşullar daha önce duyurulmuştu; her an, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından bu bilgiler alınabilir.

Bunun dışında, kimin sorduğunu tam anlayamadım; ama, ülkemizin iç ve dışborçlarının yıllara göre dağılımı, belki, Sayın Ahmet Aydın'ın sorusuydu.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Yalçın Kaya'nın efendim.

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) - İçel Milletvekilimiz Sayın Yalçın Kaya'nın sorusu.

Ülkemizin iç ve dışborçlarının dağılımında, stok olarak 111,9 milyar dolar dışborç. Bunun 45,8 milyar doları kamunun borcu niteliğinde; 17,7 milyar doları Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının, kalan kısım da özel kesimin borçları. İçborç toplamı ise 109 katrilyon lira.

Hazine Müsteşarlığımızın İnternet sisteminde yıllara göre dağılımı vardır. Sayın Yalçın Kaya bunlara ulaşabilir ya da Hazine Müsteşarlığından kendisine bilgi gönderilebilir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Sayın Başkan, bazı arkadaşlarımızın sordukları sorulara hemen cevap arz edeceğim, bazı sorulara da yazılı cevap arz edeceğiz.

Hemen şöyle ifade edelim: Sayın Azmi Ateş, kamu personeli arasındaki ücret adaletsizliklerini gidermek üzere yetki kanunu çıkarılmış ve bu yetki kanununa dayanılarak da, 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. Bu kanun hükmünde kararnameyle çeşitli düzenlemeler yapılmış ve beş yıllık bir dönemde bu farklılıkların azaltılması hedeflenmiştir. Uygulama, 2002 yılı başından itibaren kademeli olarak başlayacaktır. Buna ilişkin Bakanlar Kurulu kararı üzerindeki çalışmalar halen devam etmektedir. Bu cümleden olarak, din görevlileriyle ilgili, onların da ücretlerindeki farklılıklar giderilecektir. Bunu da, bu vesileyle, ifade etmiş oluyorum.

Devlet memurları sınavıyla ilgili bir sual geldi arkadaşlarımızdan. Devlet memurları sınavıyla bugüne kadar 66 226 adet çeşitli kadrolara atama yapılmıştır. Yeni sınav 2002 yılında planlanmış olup, sınav hazırlık çalışmaları yürütülmektedir.

Sayın Azmi Ateş'in, Sayın Başbakanın kurullarla ilgili görüşüne yazılı cevap verilecektir.

Diğer suallere geçiyorum: Bir kere, pekçok arkadaşımız Diyanet İşleri Başkanlığının boş kadrolarını sordu, onu hemen ifade edeyim. Diyanet İşleri Başkanlığının toplam kadro adeti 88 501'dir. Şu anda dolu kadro adeti 76 365'tir, 12 133 kadro boştur. Bu kadrolara zaman içerisinde atama yapılmaktadır. Nitekim, 1 250 vekil imam, Diyanet İşleri Başkanlığınca ramazan ayından önce atanmıştır, camilere gönderilmiştir. 1 249 imamın atamasıyla ilgili çalışmalar Devlet Personel Dairesi ve Maliye Bakanlığı nezdinde sürdürülmektedir; bürokratik işlemler bitirilir bitirilmez bu atamalar da yapılacaktır. Münhal vaizlik kadroları için açılan sınavı kazanan 176 kişinin atamaları sürdürülmektedir; yani, 176 yeni vaiz atanmıştır. Murakıplık sınavını kazanan 196 adayın atama işlemleri de tamamlanmıştır.

Diyanet İşleri Bakanlığındaki kadroların ataması, aynen diğer bakanlıklardaki atamalar gibi, bütçe imkânları ölçüsünde yapılmaktadır. Herhangi bir şekilde Diyanet İşleri Bakanlığının kadrolarına atamalarda bir gecikme, diğer başkanlıkların gerisinde bırakma veya imam hatip okulu mezunlarını işsiz bırakma gibi bir eylem, kötü niyet, suiniyet kesinlikle söz konusu değildir. Bunun altını özellikle çiziyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye'de yapılan yanlış propagandalara cevap vermesi noktasında, özellikle Hıristiyanlık, misyonerlik faaliyetleri karşısında daha aktif faaliyet göstermesi ve yayımlarını ucuz yapması, ücretsiz yapması noktasında Sayın Vursavuş'un verdiği beyanatlar var, sorduğu sualler var. Hemen onu şöyle ifade edeyim.

BAŞKAN- Sayın Seven'in de var.

DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya)- Benzer birkaç arkadaş da var. Yani, arkadaşlarımızın hepsinin ismini zikretmiyorum. Çok arkadaşımız bu konuyu sordular. Kısaca cevap arz edeyim:

Diyanet İşleri Başkanlığımız, aşağı yukarı, bir yıl içerisinde 4 milyon adet eser bastırmış ve dağıtmıştır. Piyasa şartlarına göre yüzde 40 daha ucuzdur. Diyanet İşleri Başkanlığı marifetiyle dağıtılan kitaplar, broşürler ve risaleler daha ucuzdur.

Ayrıca, 10 000 adet Kuran meali bastırılıp, ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda, sadece Türkçe değil, pek çok dilce; Azerice, Kazakça, Özbekçe, Kırgızca, Türkmence, Tatarca, Arnavutça, Gürcüce ve Rusça yayımlar yapmaktadır. Tabiî, bu yayımlar, mümkün olduğu kadar, bu bölgelerdeki soydaşlarımızın, dindaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını karşılama amacına yöneliktir.

Türkiye üzerinde, öteden beri, bu manada misyonerlik faaliyetleri yürüten dernekler vardır ve asırlardan beri bu dernekler faaliyet göstermektedir, başarılı da olamamışlardır, bundan sonra da başarılı olacakları düşünülmemektedir hükümetimiz tarafından. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuda duyarlıdır.

Bir arkadaşımızın sorduğu "Diyarbakır'da böyle bir kiliseye ruhsat verildi belediye tarafından" ifadesi araştırılacaktır ve yazılı olarak kendilerine cevap arz edilecektir efendim.

BAŞKAN- Sayın Seven sormuştu.

NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Bir de, İstanbul'da Müjde Yayınları var bu işin başını çeken. Lütfen, bunu da araştırın.

BAŞKAN - Müjde Yayınlarını soruyor efendim.

DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - O konudaki cevabımızı yazılı olarak arz edeceğiz; spesifik bir konudur, şu anda cevap veremiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Ancak, şu hususun altını çizelim: Televizyonlarda yapılan ve dinî konuları içeren yayınlara Diyanet İşleri Başkanlığından görevli talep edildiği takdirde, bu görevliler, seve seve bu programlara katılmaktadırlar.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT'yle işbirliği halinde, halkımızın dinî ihtiyaçlarını karşılayacak programlar yapmaktadır ve bunlar, TRT'den yayınlanmaktadır; fakat, programı yapan kuruluş, Diyanet İşleri Başkanlığından herhangi bir talepte bulunmaz ise, oraya katılmak da söz konusu değildir. Türkiye'de, bu tür yayınlar, her şeyden evvel serbesttir, yani, yayın hürriyeti içerisindedir, öyle telakki edilmektedir. Bunlara karşı, Diyanet İşleri Başkanlığımızın elemanları veya bizzat Başkanı, zaman zaman, televizyonlara çıkarak cevaplar arz etmektedirler, vermektedirler; kamuoyu aydınlatılmaya çalışılmaktadır.

Ama, arkadaşlarımız suallerinde haklıdırlar; dinî konularda, uluorta, önüne gelen herkes, kafasından estiği gibi konuşmamalıdır ve bunu, bilen insanların söylemesi lazımdır. Bu konuda da duyarlı olmak, her şeyden evvel, dinleyicilerin ve toplumun görevidir. Hepimiz bu konuda vazifemizi yapmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu konuda üzerine düşeni yapmak için elinden gelen gayretin içerisindedir. Bu konuda Meclisteki arkadaşlarımızın sual sormak suretiyle yapmış oldukları ikazların üzerinde bundan sonra daha da hassasiyetle durulacak ve bu konular üzerinde Diyanet İşleri Başkanlığımızın toplumu aydınlatma görevi ve yanlış yayınlara cevap görevi konusunda biraz daha aktif hareket edilecektir.

Arz ederim, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Enginyurt'un cevabı oldu mu? Sayın Enginyurt?..

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, Sayın Bakan çok güzel cevap verdi. Bu sahtekâr profesörlerin kitaplarını Diyanette satmazlarsa hayırlı olur.

DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Yapmıyoruz, satmıyoruz zaten.

BAŞKAN - "Satmıyoruz" diyor efendim. Zımnen de olsa, kabullenmiş oldu sizin ifadenizi; yeter.

Sayın milletvekilleri, Sayın Açba, Sayın Erbaş, Sayın Alçelik, Sayın Günbey, Sayın Aydar, Sayın Yaşar, Sayın Parlak ve Sayın Ayrım, sual sormuşlar-Sayın Açba, sizi de zikrettim- ancak, vakit dolduğu için suallerinize imkân olmadı; lütfen, yazılı olarak verirseniz Sayın Bakanlığa, biz Meclis Başkanlığı olarak takipçiniz oluruz.

Bu arada Sayın Aydar'ın yazılı sorusunu okuyorum Sayın Bakanım: "Hazineden sorumlu Bakana sorulmak üzere: Çiftçi borçlarının faizlerinin dondurularak üç senede ödenmesi konusunda bir gelişme katettiniz mi? Mübarek ramazan ayında çoğu köyümüz de, Kars İli de aynı durumda imamsızdır; bu konuda ne düşünüyorsunuz" demiş; size gönderiyorum efendim.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Ardahan'da da öyle... Tarım-kredi; Ziraat Bankası değil...

BAŞKAN - Sayın Aydar soruyor efendim, bilmem "Ziraat Bankası" diyor... Yazdığını okuyorum.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Oo...

BAŞKAN - Aa, artık, efendim, onu da ben düzeltemem, o ayrı...

Sayın milletvekilleri, sual sorma da bitti.

Şimdi, sırasıyla, ikinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

Başbakanlık 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

E) BAŞBAKANLIK

1. - Başbakanlık 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

224 651 790 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Bakanlıklararası İşbirliğini Sağlamak ve Hükümetin Genel

 

 

 

Siyasetini İzlemek

25 768 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

112

Millî Güvenlik Hizmetlerinin Yürütülmesi

22 276 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

113

Devlet Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve Geliştirilmesi

3 779 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

114

Enformasyon Kamuoyu Oluşturma ve Halkla İlişkiler Hizmetleri

25 687 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

115

Özürlülere Yönelik Hizmetler

2 449 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

116

Kadın ve Aile Hizmetleri

2 669 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

117

Avrupa Birliği Hizmetleri

1 266 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

 

 

118

Konut Müsteşarlığı Hizmetleri

2 445 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

343 595 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

999

Dış Proje Kredileri

9 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

T O P L A M

654 594 790 000 000

 

               

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Başbakanlık 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Başbakanlık 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Başbakanlık 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

447 653 669 061 000

- Toplam Harcama

:

 

403 385 712 890 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

44 296 637 271 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

28 681 100 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad. ve

 

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

 

  Yıla Devreden

:

 

12 806 331 480 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlık 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

F) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

84 457 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Toplumun Dinî Konularda Aydınlatılması ve

 

 

 

İbadet Yerlerinin Yönetimi

467 757 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

1 150 200 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

 

T O P L A M

553 364 200 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

270 362 931 280 000

- Toplam Harcama

:

 

267 707 095 100 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

4 999 743 770 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

2 343 907 590 000

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

 

Hazine Müsteşarlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1. - Hazine  Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

84 457 000 000 000

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

14 472 200 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Hazine Politikalarının Düzenlenmesi ve Uygulanması

56 047 800 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

910

Kurumlara Katılma Payları ve Sermaye Teşkilleri

1 328 000 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

920

İktisadî Transferler ve Yardımlar

2 795 000 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

930

Malî Transferler

507 500 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

940

Sosyal Transferler

4 200 030 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Program

 

 

 

  Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

950

Borç Ödemeleri

42 800 320 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

999

Dış Proje Kredileri

11 567 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

                                                                                                                                        

 

 

 

 

 

T O P L A M

51 712 937 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Hazine Müsteşarlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Hazine Müsteşarlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

L  i  r  a

 

 

                                                                                                             

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

25 487 244 478 000 000

- Toplam Harcama

:

 

24 653 822 123 950 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

833 422 354 050 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad. ve

 

 

 

   Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

 

   Yıla Devreden

:

 

157 740 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hazine Müsteşarlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, böylece, Başbakanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Hazine Müsteşarlığı 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, ikinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın bakanlara ve bürokrat arkadaşlara teşekkür ediyorum.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 5 Aralık 2001 Çarşamba günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 23.01

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.