DÖNEM
: 21 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 77 29 uncu Birleşim 3 . 12 . 2001 Pazartesi İ
Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü
bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesine ve görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP
Gruplarının müşterek önerisi IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı: 754) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S.
Sayısı: 773) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı:
755) 4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.
Sayısı : 774) 5.-
Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724) V. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Yüksek
Askeri Şûra kararlarına göre görevden alınan subay, astsubay ve askeri
öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun
cevabı (7/4985) 2.- İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz'ün,
Suriye'deki Süleyman Şah'a ait türbeye ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı
İsmail Cem'in cevabı (7/4986) 3.- Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın,
TÜSİAD ve TODAİE tarafından düzenlenen bir konferansta yaptığımız konuşmaya
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/5022) 4.- İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, sigaranın zararlarını önlemek amacıyla mücadele merkezleri açılıp
açılmayacağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/5042) 5.- İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, sigaranın sağlığa etkisine ve bu konuda alınacak tedbirlere
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı
(7/5043) 6.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Kocaeli Vali Yardımcısı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5053) 7.- Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, KÖYSAN A.Ş. ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Kemal Derviş'in cevabı (7/5056) 8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Vakıfbank tarafından verilen kredilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal
Derviş'in cevabı (7/5061) 9.- İstanbul Milletvekili Yücel
Erdener'in, GAP İdaresince bölge çiftçilerine dağıtılan arılı kovanlara ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/5066) 10.- Sakarya Milletvekili Nezir Aydın'ın,
BAĞ-KUR sigortalılarının prim borçlarının taksitlendirilmesine ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/5081) 11.- Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, emeklilerin malî durumlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye
Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/5087) 12.- Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, bütçeden emeklilere ayrılan paya ilişkin Başbakandan sorusu ve
Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/5088) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açıldı. 4719 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı
Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir defa daha
görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. Yumurta üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 596) üzerindeki
genel görüşme, komisyon yetkilileri Genel Kuruda hazır bulunmadıklarından,
ertelendi. İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve
55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve
göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu
eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu
iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin (9/4) öngörüşmeleri tamamlandı;
yapılan gizli oylamadan sonra, Meclis soruşturması açılmasının kabul edildiği
açıklandı. Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince kurulacak 15 kişilik
komisyonun iki aylık çalışma süresinin komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü
ve kâtip seçimi tarihinde başlaması da kabul edildi. Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Ankara
Milletvekili Koray Aydın'ın konuşması sırasında Partisine ve şahsına sataşması
nedeniyle bir konuşma yaptı. Gündemin " Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha
önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından,
ertelendi. İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek 1 bölüm olarak görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı (1/612)
(S. Sayısı : 724) üzerinde bir süre görüşüldü; bir önergenin oylanmasında Genel
Kurulda karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından; Alınan karar gereğince, 2002 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarılarını
görüşmek için, 3 Aralık 2001 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere,
birleşime16.08'de son verildi.
No. :
42 II. – GELEN KÂĞITLAR 30.11.2001 CUMA Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun 1.- Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç
Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun
ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/932, 3/934) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) Rapor 1.- Uydular Aracılığı ile
Haberleşme Uluslararası Teşkilâtı (INTELSAT) Anlaşmasının ve İşletme
Anlaşmasında Yapılan Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/877) (S. Sayısı : 776) (Dağıtma tarihi : 30.11.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergesi 1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, orman ürünleri üretim
tesislerinin sorunlarına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1647)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, bir antrenör ve sporcusu hakkındaki iddialara ilişkin
Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5179)
(Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) 2.- Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, Özelleştirme İdaresinde yapılan bir atamaya ilişkin
Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5180) (Başkanlığa geliş tarihi :
29.11.2001) 3.- Kayseri Milletvekili
Sadık Yakut'un, cinayet zanlısı olarak gösterilen
bir kişiye ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi
(7/5181) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001) 4.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, ders
kitabı hazırlatılan din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmenlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5182) (Başkanlığa
geliş tarihi : 29.11.2001) 5.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun, İlahiyat Fakültelerindeki başörtüsü sorununa ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı soru
önergesi (7/5183) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001) 6.- Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5184) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 7.- Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, F tipi cezaevlerindeki disiplin cezalarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5185) (Başkanlığa geliş tarihi :
29.11.2001) No. : 43 3.12.2001 PAZARTESİ Raporlar 1.- Özürlüler Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları
(1/907) (S. Sayısı : 778) (Dağıtma tarihi : 3.12.2001) (GÜNDEME) 2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında
Azerbaycan Doğal Gazının Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/902) (S. Sayısı: 780) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME) 3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Ticaret, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/909) (S.
Sayısı: 781) (Dağıtma tarihi : 3.12.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergesi 1.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, İstanbul Büyükşehir
Belediyesince kurulan şirketlere ilişkin
İçişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1648) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Yozgat Milletvekili
Mehmet Çiçek'in, ülkemizde bazı kişi ve
kuruluşların misyonerlik yaptığı iddialarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5186) (Başkanlığa
geliş tarihi : 29.11.2001) 2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, turizm yörelerinde
misyonerlik faaliyetleri yürütüldüğü iddialarına ilişkin Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5187) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001) 3.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, ücretsiz dağıtılan Hıristiyanlıkla ilgili bazı yayınların para
kaynağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5188) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29.11.2001) 4.- Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, Türk Telekomünikasyon
A.Ş.nin Avukatlık Kanununa aykırı
anlaşma yaptığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5189) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 5.- Gaziantep Milletvekili
Nurettin Aktaş'ın, OHAL Bölgesinde görev yapan personele yapılan ek ödemelere
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5190) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 6.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankaların yöneticilerinin kamu bankalarında
görevlendirilmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5191) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 7.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, özel harcamaları hakkında
basında çıkan iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5192) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 8.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki taş ve maden
ocaklarının ÇED raporlarına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5193) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 9.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki sel
felaketinden etkilenen okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5194) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 10.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresi
personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi
(7/5195) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 11.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresince
satışı yapılan kuruluşlara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)
yazılı soru önergesi (7/5196) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 12.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, bazı özel harcamalarının
bir kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/5197) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001) 13.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5198) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 14.-
Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, bazı özel harcamalarının bir kamu
bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5199) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) 15.- Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, ABD'nin Irak'a saldıracağı yönündeki
iddialara ve izlenecek politikaya ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5200) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001) Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi 1.- İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları ile müşterek
bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Devlet Bakanına yönelttiği yazılı soru önergesini 3.12.2001
tarihinde geri almıştır (7/5094) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.00 3.12.2001 Pazartesi BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşimini
açıyorum. Toplantı yetersayısı
vardır. Sayın milletvekilleri,
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi
Gruplarının İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır;
önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım efendim. Buyurun. III. –
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel
Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra
çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724
sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısının görüşülmesine ve görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 30
Kasım 2001 Cuma günü yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneri: Genel Kurulun 3.12.2001
Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesi
ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi ve
görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir. BAŞKAN - Önerinin
aleyhinde, Sayın Hatiboğlu; buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; her nedense, biz,
olağandışılığı olağan hale getirdik. Bundan birkaç gün önce, olağanüstü halin,
4 ilde 4 ay daha uzatılmasına mütedair bir tezkere görüştük. O zaman da ifade
ettiler, 46 ncı talep,yirmiüç yıl, dile kolay!.. Olağanüstü hal, olağanüstü
uygulama... İlk olağanüstü halin konuşulduğu sırada, Mehmet'in annesiyle babası
sözlü idi -ilk görüşüldüğünde- sonra evlendiler, Mehmet dünyaya geldi; Mehmet
büyüdü, okudu, Mehmet asker oldu, o bölgede askerliğini yaptı; ama, olağanüstü
hal bitmedi. Sonra; Mehmet'in çocuğu dünyaya geldi, adını Mehmet koydu.
Zannediyorum, endişe ediyorum ki, bu iktidarın sayesinde, bu ikinci Mehmet de
askerliğini olağanüstü hal bölgesinde yapacak. Diyeceksiniz ki, bununla
ne alakası var; evet, alakası şu: Ülkeyi olağan hale ne zaman getireceksiniz?
Uygulamaları, olağan uygulamalar haline ne zaman getireceksiniz? Değerli milletvekilleri,
elbette Danışma Kurulu vardır, elbette Danışma Kurulunun, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündeminde değişiklik yapma hakkı vardır, yetkisi vardır, elbette,
buna kimsenin itirazı yoktur. Bizim itirazımız şuna: Olağan hal, yani, asıl
kural ile istisnayı birbirine karıştırdınız, yer değiştirdiniz, istisnayı kural
haline getirdiniz. İçtüzüğün 19 uncu maddesiyle... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Ceketinizi düzeltin. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Teşekkür ediyorum efendim. Efendim, işte, buna,
iktidar ve muhalefet dayanışması diyorlar, ben de o vesileyle buradayım zaten;
size, İçtüzüğü anlatmaya çalışıyorum; özür dilerim. Değerli milletvekilleri,
İçtüzüğün 19 uncu maddesiyle 54 üncü maddesini birlikte düşünmeye mecburuz.
İçtüzüğün 19 uncu maddesi, istisnai hallerde kullanılmalıdır. 54 üncü maddesi,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun çalışma günlerini belirlemiş;
İçtüzüğün yürürlüğe girdiği günden bu tarafa, hep o günler kullanılır. Sizin,
bir hafta -Allah rızası için, bir hafta olsun-, grup önerisi getirmeden
yaşadığınız, geçirdiğiniz bir hafta var mı; söyleyin bana, Allah için söyleyin!
Değerli kardeşlerim,
eğer, Danışma Kuruluyla gündemimizde değişiklik yapacaksanız, ne olursunuz, bir
aylık bir gündem getirin, iki aylık bir gündem getirin; yani, ben, iki ay
sonraki önümü görebileyim; yani, ben, Grubumdaki değerli arkadaşlarıma,
efendiler, bakın, önümüzde şu hafta şu konu, öteki hafta bu konu, daha sonraki
hafta bu konu görüşülecek, lütfen hazırlıklı olun, araştırmanızı yapın, tetkikatınızı yapın; görüşülecek olan
konuda nasıl katkıda bulunabilecekseniz, bu katkılarınızı torlayın toparlayın
getirin diyebileyim. Siz buna ihtiyaç duymuyorsunuz; çünkü, sağ olsun,
hükümetimiz fevkalade bilinçlidir, başarılıdır, gayretlidir, çalışkandır! Allah
için, hepimiz görüyoruz, millet yaşıyor bunu işin doğrusu. Dolayısıyla, onlar
çalışıyorlar, sizin yerinize onlar çalışıyorlar. Böyle bir araştırma, tetkik
etme, teklif getirme, yenileştirme, yenilik koyma ihtiyaçlarınız yok sizin,
hükümet bunu hazırlıyor; ama, biz muhtacız! İfade ediyorum, biz, bir kanuna,
bir araştırma önergesine, bir genel görüşmeye nasıl katkıda bulunuruz, sizin
getirdiğiniz bu teklifleri ülke yararına nasıl döndürürüz diye gecemizi
gündüzümüze katmak istiyoruz. Bu fırsatı verin bize, sizden başka bir şey
istemiyoruz. Enflasyonu indirin; bunu istemenin bir anlamı yok, yetmiyor
gücünüz. Faizi düşürün; bunu istemenin anlamı yok, yetmiyor gücünüz. Şu çiftçilerin
kapısına yapıştırılan, çiftçi kardeşimizin adresine tebligat yapılamadığı için
muhtara bırakılan icra emirlerini kaldırın; insanlarımız, şimdi, sırayla
hapishaneye girme günlerini bekliyor, bunu kaldırın demiyoruz, buna gücünüz
yetmiyor; ama, hiç olmazsa, görüşeceğimiz konuları, lütfen, önceden söyleyin,
hazırlıklı olalım. Efendiler, mutat bir
çalışma yöntemi vardır. Siz, bugüne kadar hiç gördünüz mü?.. Çok istisnaî,
mesela, diyelim ki -Allah korusun ülkemizi- bir olağanüstü hal olur, yeni, ne bileyim,
fevkalade bir gün olur, Danışma Kurulu elbette toplanır; elbette, yeni
tekliflerle gelirsiniz; elbette, bütçe olmazsa, ne olursa olsun, onun önüne
geçecek meseleler olabilir. Siz, Medenî Kanun... Şu işe bakın!.. 1951'den beri
konuşulmuş, konuşulmuş, konuşulmuş, bundan dolayı kıyamet kopmamış; siz, kendi
bütçe programının içerisine getirip, Medenî Kanunu koyuyorsunuz. Ne olacak
yani, kıyamet mi kopacak beyler; Medeni Kanun bir ay sonra çıkarsa ne olur?
Değirmeni sel götürmüş, siz, şakşakını arıyorsunuz! (SP sıralarından alkışlar)
Ülke batmış, perişan; siz, Medenî Kanunu ille de bu gece çıkarıp bitireceğim
diyorsunuz. Ne olacak?.. Halk arasında bir deyim
vardır, beni bağışlayınız, saygısızlık da saymayınız; yani, bu Medenî Kanun bu
gece çıkarsa, yarın horoz gibi mi ötecek? Ne olacak yani? Siz ne zaman
gördünüz, bir bütçe planı var... Bakın, Parlamentonun itibarına gölge
düşürülüyor, dedikodu edilmesine vesile teşkil ediyor, fırsatçılar var. Hep,
Parlamentonun şahsı manevîsini korumak için -hepimiz ama- saçımızı süpürge
ediyoruz gerektiği zaman; ama, bir taraftan da fırsat veriyoruz. Bu, dedikodu
edilecek. Nerede görülmüş... Biz, geçen hafta program
yapmadık mı değerli milletvekilleri? Bütçenin görüşmelerini programlamadık mı?
Danışma Kurulunun tavsiyesi değil miydi? O Danışma Kurulu tavsiyesini biz
burada oturup oylamadık mı? Yani, siz, iktidar kanatları, siz, iktidar
kanatları, muktedir olup olmadığınızı tartışmıyorum; ama, biliyorum ki, siz,
iktidar kanatlarısınız. İktidar kanatları, soruyorum : Biz, geçen hafta, şöyle
bir çalışma yapalım demedik mi; dedik. BAŞKAN - Dedik. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Burada tartışmadık mı; tartıştık. Burada oylamadık mı; oyladık. Siz, oy
vermediniz mi; verdiniz. Biz, oy vermedik mi; verdik. Şimdi, hangi gerekçeyle bana
gelip diyorsunuz ki?.. Ben, köy çocuğuyum
elhamdülillah. Köyde, oyun oynarken, birisi oyunbozanlık yapmak için, şu lafı
kullanırdı: "Arkadaş, cızdım, oynamıyorum." Bunu diyebilir misiniz:
"Ben, geçen hafta oy verdim; ama, şimdi vazgeçtim, bir kere daha
düşüneceğim." Bu Parlamentonun hali ne olur?! İstikrardan söz ediyorsunuz
beyler; dün aldığınız kararı, hiçbir olağanüstü sebep olmaksızın bugün ortadan
kaldırırsanız, sizin istikrar varlığı iddianıza kim inanır?! Değerli milletvekilleri,
yapmayın!.. Bırakın, Medenî Kanun on gün sonra çıksın, on gün sonra bitsin.
Programımız var bizim; ülkenin derdi, meselesi, planı, programı ve projesidir
bu bütçe. Bırakın, enine boyuna tartışalım, konuşalım. Bakın, bu söylediklerim
sizin hoşunuza gitmiyor olabilir; bu, iktidar psikolojisidir, hoşunuza gitmiyor
olabilir; ama, ben eminim ki, buradan çıktıktan sonra düşüneceksiniz, o
muhterem başınızı iki elinizin arasına alıp, yahu, biz, niye böyle yaptık; biz,
geçen hafta bir karar verdik; yani, kararsız Kasım olmanın ne gereği var diye,
saçınızı başınızı bir gün yolacaksınız. Onun için ben uyarıyorum
bir arkadaşınız olarak, yapmayın, bu programı bozmayın; gelin, bunu çekin,
oylatmayın. Bu bütçenin çıkmasını istiyorsunuz değil mi; soruyorum şimdi size,
bana söyleyin... Asgarî 185 sayın üyeyi, burada, her an hazır bulundurabilecek
misiniz?! İktidar kanatları, size soruyorum. Bakın, bunun bir anlamı var, bir
şey söylüyorum herhalde değil mi; dudağımın domaldığından "omar"
diyeceğimiz anlıyorsunuz. Bakın, uyarıyorum... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Teamül var... YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Uyarıyorum... Teamülü, meamülü yok; Tüzük var, Anayasa var... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Bütçe geleneği de var. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Sayın Başkanım, tabiî, sizin de takdiriniz var; onlar var, sizin de
takdiriniz var efendim. Mikrofonu açtınız mı
efendim? BAŞKAN - Efendim, açtım
da, 185 daima olması gereken bir sayı. Biz nasıl oturuyorsak, onlar da
oturacak; çaresi yok. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Hay ceddine rahmet Sayın Başkanım, ben de bunu söylüyorum. BAŞKAN - Gelmezlerse, ara
veririz efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Bakın, Anayasa... (DSP sıralarından "Elinizden geleni ardınıza
koymayın" sesi) Evet, bu da, zannediyorum
zabıtlara geçti "elinizden geleni ardınıza koymayın" diyor. Muhalefet
Grupları, sizedir bu söz... BAŞKAN - Öyle mi dediniz? YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Evet; öyle diyor değerli milletvekilimiz; öyle diyor... BAŞKAN - Dememiştir
efendim, dememiştir. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Bu, sizedir, muhalefet milletvekilleri. Anayasanın, karar
yetersayısı ile toplantı yetersayısına dair hükmü açıktır, İçtüzüğün buna dair
hükümleri açıktır. Eğer bunu oylayacaksanız, bizi, muhalefeti -herkesi tenzih
ederek ifade ediyorum- bostan korkuluğu gibi görecek; eğer, semi itibara
almayacaksanız, ya bundan sonra asgarî 185 arkadaşımızı, lütfen, burada hazır
bulundurun ya da çekin, birlikte aldığımız kararı uygulayıp devam edelim. Hepinize saygı sunuyorum
efendim. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Lehte söz isteyen yok. Aleyhte, başka söz
isteyen var mı efendim? Sayın Yıldırım, söz
istemişsiniz... Herhalde başka şey için... MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Bütçede soru için istemiştim. BAŞKAN - Soru yok ki
efendim... Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) - Karar yetersayısı... BAŞKAN - İstemediniz
efendim... "Kabul edenler" dedik. Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Düşüncenizi fiiliyata koyacaksınız;
koymadınız; onun için, kabul edilmiştir. Gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına geçiyoruz. Gündemimize göre, 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz. IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (1) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (1) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (1) 4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı:
774) (1) (1) 754, 773, 755, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek
cetvelleri tutanağa eklidir. BAŞKAN - Komisyon ve
hükümet yerlerini aldılar. Sayın milletvekilleri,
komisyon raporları, 754, 755, 773 ve 774 sıra ile bastırılıp dağıtılmıştır. Şimdi, bütçe kanun
tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim. Maliye Bakanımız söz
istemiştir. Buyurun Sayın Bakan.
(ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın başında, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. 17 Ekim 2001 günü Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan 2002 yılı bütçesi ile 2000 yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarıları, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son
şeklini almış ve bugün de Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine sunulmuş
bulunmaktadır. Bu vesileyle, bütçe hazırlıklarını, bütçe dengelerinin korunması
talimatıyla başlatan, beklenmedik zorlukları zaman kaybetmeden aşmamızı
sağlayan Başbakan Sayın Bülent Ecevit'e, program ve bütçe ilkelerinin korunması
pahasına gereken özveriyi göstermekte asla tereddüde düşmeyen sayın bakanlara,
Plan ve Bütçe Komisyonunun çalışkan Başkan ve üyelerine teşekkürlerimi
sunuyorum. Sayın Başkan, demokratik
rejimlerde bütçelerin temelinde bütçe hakkı ve bilme hakkı vardır. Bütçenin
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması, bütçe hakkının Türk
Milleti adına Meclis tarafından kullanılmasının bir sonucudur. Bu çerçevede,
ekonomik istikrarın ve malî disiplinin sağlanmasında, ülkenin ve insanlarının
geleceğe hazırlanmasında etkin bir araç olan bütçeler her zaman ve her zeminde
titizlikle tartışılır. 57 nci hükümet göreve
başladığında, ülke ekonomisinde istikrarsızlığa sebep olan temel nedenleri
kalıcı bir şekilde gidermeyi hedef aldığını, bu Meclis tarafından onaylanan
programında açıkça belirtmişti. Hükümet, huzurunuzdaki
2002 yılı bütçesi de dahil, Parlamentoya sunduğu bütün bütçelerde, kamu
maliyesi başta olmak üzere, ekonomik kurumları sağlıklı bir yapıya
dönüştürmeyi, uzun yıllar yüksek düzeyde seyreden enflasyonu düşürmeyi, ülkede
yatırım şevk ve iklimini yeniden yaratmayı ve yapısal reformların da desteğiyle
ekonomiyi sağlam bir zemin üzerinde istikrarlı ve sürekli bir büyüme ortamına
kavuşturmayı hedeflemiştir. Her zaman ifade ettiğimiz
gibi, insan haklarının korunması, hukukun üstünlüğünün tesisi, demokrasinin
güçlendirilmesi, rekabetçi bir pazar ekonomisi içinde istikrarlı bir büyümenin
sağlanması; sosyal devlet anlayışımızın bir gereği olarak bölgelerarası
gelişmişlik farklarının ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi,
politikalarımızın temel ilkeleri olmaya devam edecektir. Bu çerçevede, ülke
ekonomisinin birbiriyle bağlantılı, birbirinden kaynaklanan sorunları bir bütün
olarak ele alınmıştır. Dünyanın tarihî bir
dönemeçte olduğu bugünlerde, Türkiye'nin küreselleşmenin nimetlerinden daha
fazla yararlanarak refahını artırması ve önder bir dünya devleti olması için,
bu hedefleri gerçekleştirmekten başka bir alternatifi yoktur. Hükümet, hedeflerinde
ısrarlı ve kararlı olduğunu bütün uygulamalarında göstermiştir; 2002 bütçesiyle
bu kararlılığı devam ettirmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 yılı bütçe görüşmelerini, yeni girdiğimiz 21 inci Asrın
daha ilk yıllarında bir suç örgütünün düzenlediği trajik bir saldırının dünyada
yarattığı belirsizlik ve güvensizlik ortamının gündemde olduğu bir süreçte
yapıyoruz. Siyasî sonuçları kadar
ekonomik etkileriyle birlikte tüm ülkeleri, toplumları ve bireyleri
ilgilendiren bu olay, risklerin küreselleşmesi olgusunun, ilerlemenin
küreselleşmesinden daha yavaş olmadığını ortaya çıkarmıştır. Bu konjonktürde ülke
yöneticilerine düşen görev, yeni kaygıların üretilmesine imkân tanımadan,
sağduyu ve iradeyi önplana çıkararak, ekonomik dinamizmi artırmaya yönelmektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; son yirmibir yıldır dünya ekonomisini artan bir ivmeyle
şekillendiren etken, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki büyük atılımların
da katkısıyla, küreselleşme oldu ve çok önemli değişim ve dönüşümler yaşandı. Bu değişim ve dönüşümler
uluslararası ilişkilerde, ulusal ilişkilerde, toplumlararası ilişkilerde ciddî
sonuçlar doğurmaktadır. Dünya ticaretinde
serbestleşme, malî piyasalarda tedrici entegrasyon eğilimleri ve teknolojilerin
ülkeler arasında akışkanlık kazanması, ulusal ekonomilerin üretim yapılarını,
tüketim kalıplarını etkilemekte, dış koşullara duyarlılığını artırmaktadır. Ekonomik alanda
küreselleşmeyle karşılıklı etkileşim içinde bölgesel bütünleşme hareketleri de
gelişmektedir. Küreselleşen bir dünya
düzeninde ekonomik sistem ve politikalar giderek birbirine yakınlaşmaktadır.
Küresel ekonominin daha yoğun gündeme gelmesiyle birlikte, serbestleşme daha
fazla önem kazanmaktadır. Dışticaret, fikrî haklar ve çevre gibi alanlarda yeni
normlar ve standartlar geliştirilmekte; bu alanlardaki uluslararası
kuruluşların etkinliği giderek artmaktadır. Küreselleşmenin
kurumsallaşması yönünde atılan önemli adımlardan biri olan ve serbest ticaret
normlarını bütün dünyada geçerli kılmayı amaçlayan Dünya Ticaret Örgütünün 9-14
Kasım tarihlerinde Doha'da yaptığı ve Çin ile Tayvan'ın örgüte üyeliğinin de
kabul edildiği toplantıda, uluslararası ticareti kolaylaştırıcı ilkelerin
belirleneceği yeni bir müzakere turunun başlatılmasına karar verilmiştir. Küreselleşmenin hız
kazandığı bir ortamda yeterli sosyal gelişme sağlayamayan ülkelerde ekonomik
gelişmenin giderek daha güçleşmesi beklenmektedir. Bu çerçevede, insan hakları
ve demokrasinin geliştirilmesinin ve kurumsallaştırılmasının yanında, eğitim ve
sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, yoksulluğun azaltılması ve çalışma
koşullarının iyileştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Küreselleşme, dünyadaki
toplum ve insanlara yaşam şartlarını sürekli ve kapsamlı biçimde geliştirmeleri
yönünde önemli fırsatlar sağlarken, kuşkusuz, bazı ciddî sorunları da
beraberinde getirmektedir. Herkesin yararına
işleyecek bir küreselleşme sürecini temin edecek doğru sistem ve politikaların
uygulamaya konulması, uluslararası toplumun 21 inci Yüzyılda kilit mücadelesi
olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; oldukça uzun ve istikrarlı bir büyüme sürecinin ardından dünya
ekonomisinde 2000 yılının sonlarına doğru başlayan yavaşlama, 2001 yılında daha
da artmıştır. Küresel ekonomik koşullar
hızla bozulmuş, 1970'li yılların sonlarından beri ilk defa dünya ülkelerinin
çoğunun büyüme hızında eşzamanlı yavaşlamalar kaydedilmiştir. 1999 ve 2000 yıllarında
hızlı bir büyüme kaydeden gelişmekte olan ülkelerde makro ekonomik koşullar
tersine dönmüştür. Son on yıldır küresel büyümenin motoru kabul edilen Amerika
Birleşik Devletleri ekonomisi önemli ölçüde yavaşlamış, Japon ekonomisi durma
noktasına gelmiş, bu ülkelere göre daha iyi konumda olan Euro Bölgesinde bile
ekonomik faaliyetlerdeki yavaşlama beklentilerin üzerinde olmuştur. Gelişmiş ekonomilerdeki
yavaşlama, ticaret ve finansman bağlarıyla dünyanın diğer ülkelerini
etkilemiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik faaliyetler yaygın olarak
azalırken, birçok Asya ve Latin Amerika ülkesi resesyon baskılarıyla karşı
karşı kalmıştır. Küresel ekonomideki
yavaşlamaya paralel olarak dünya ticaret hacmi artışı da yavaşlamış, özellikle
gelişmekte olan ülkelerin ihracat ve ithalat hacimleri artışında önemli
düşüşler kaydedilmiştir. Asya ülkeleri, Amerika Birleşik Devletlerinin bilgi
teknolojisi malları tüketimindeki azalıştan şiddetle etkilenmişlerdir. Petrol
ve hammadde fiyatlarındaki düşüşler, bu ürünlerin ihracatçısı olan gelişmekte
olan ülkelerin ihracat gelirlerini azaltmıştır. Ekonomik faaliyetlerdeki
yavaşlama, gelişmekte olan ülkelere sermaye girişinin azalmasıyla birleşmiştir.
Bazı yükselen piyasa ekonomilerinin uluslararası piyasalara girişleri
azalırken, resmî finansman ihtiyaçları da artmıştır. Amerika Birleşik
Devletlerine 11 Eylülde yapılan terörist saldırı ve sonraki gelişmeler, küresel
ekonomik durumu daha da zorlaştırmış, belirsizlik ortamı yaygınlaşmıştır. Amerika Birleşik
Devletleri ekonomisinin durgunluğa girdiği ve Euro Bölgesinin durgunluğa
girmekte olduğu yönündeki işaretler artmakta, Japonya'nın içinde bulunduğu
ekonomik durgunluk daha da ağırlaşmaktadır. 2000 yılında yüzde 4,7
büyüme gösteren dünya ekonomisinin, 2001 yılında, ancak, yüzde 2'ler düzeyinde
bir büyüme gösterebileceği tahmin edilmektedir. 2002 yılı için de, aynı
seviyede bir büyüme beklenmektedir. Ekonomik faaliyetleri
canlandırmak ve durgunluğun üstesinden gelmek amacıyla gelişmiş ülkelerde para
politikaları esnekleştirilirken, faiz oranları arka arkaya düşürülmektedir. 11 Eylül sonrası hızla
yükselerek 31 dolara kadar ulaşan hampetrol fiyatları, büyük ölçüde küresel
ekonomideki durgunluğa bağlı olarak 20 doların altına inmiştir. Petrol ihraç
eden bazı ülkelerin oluşturduğu OPEC, petrol fiyatlarını 22 ilâ 28 dolar
bandında tutmak için çaba sarf etmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şimdi, sizlere, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz hakkında bilgi
sunmak istiyorum. 10-11 Aralık 1999
tarihlerinde gerçekleşen Helsinki Zirvesinde ülkemize tanınan adaylık
statüsüyle birlikte, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem
başlamıştır. Topluluk müktesebatının
üstlenilmesine ilişkin kısa ve orta vadeli önceliklerin tanımlandığı Katılım
Ortaklığı Belgesi, 8 Mart 2001 tarihinde Avrupa Birliği Konseyince
onaylanmıştır. Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal
Program 19 Mart 2001 tarihinde hükümet tarafından kabul edilmiş ve 24 Mart 2001
tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ulusal Program, aynı
zamanda büyük bir dönüşüm projesidir. Ülkemiz ile Avrupa
Birliği arasında ulusal mevzuatımızın resmî tarama süreci henüz başlamamıştır.
Bilindiği gibi resmî tarama süreci, Kopenhag siyasî kriterlerine uyumla
başlayabilmektedir. Anayasada yapılan değişiklikler, Kopenhag siyasî
kriterlerine ulaşmak konusunda ülkemizin önünü açacak ve Avrupa Birliği tam
üyelik hedefinde bize çok ciddî bir mesafe kazandıracak nitelikte ve önemdedir.
Kasım ayında Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan 2001 yılı ilerleme raporunda
da olumlu ve yapıcı gelişmeler olarak değerlendirilmiştir. Kopenhag ekonomik
kriterlerine uyum, uygulamakta olduğumuz istikrar programının en önemli
hedeflerinden birisidir. 2001 yılı içerisinde, Avrupa Birliği Komisyonunun
Ekonomik ve Malî İşler Konseyi tarafından, aday ülkelerin üyelik öncesinde
gerçekleştirmeleri gereken ekonomik reformların ve üyelik sonrası Ekonomik ve
Parasal Birliğe katılma hazırlıklarının izlenmesi amacıyla, bir "katılım
öncesi malî izleme süreci" başlatılmıştır. Bu süreç, Kopenhag ekonomik
kriterlerine uyum sağlamak amacıyla yapılacak ekonomik reformların ve
kaydedilen gelişmelerin, artık, Avrupa Birliği tarafından da yakından takip
edilmeye başlanması nedeniyle ülkemiz açısından önem taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz yılın
nisan ayında malî izleme sürecinin ilk aşaması olan bildirim yükümlülüğümüzün
yerine getirilmesi amacıyla, ülkemizin borç durumu ve bütçe açığı rakamlarına
ilişkin bilgiler Avrupa Birliğine iletilmiştir. Katılım Öncesi Ekonomik Program 10 Ekim 2001 tarihinde
Yüksek Planlama Kurulunda kabul edilerek, Avrupa Birliği Komisyonuna
sunulmuştur. Avrupa Birliği Komisyonu, söz konusu programı şeffaflık,
hedeflerin sürdürülebilirliği ve istikrarın sağlanması kriterlerine göre
incelemeye tabi tutacak ve yıl sonunda, üye ülkeler ile aday ülkelerin ilgili
bakanlarının katılımıyla, programların değerlendirilebileceği bir toplantı
gerçekleştirecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Avrupa Birliğinin 15 üyesinden 12'sinde 2002 yılı başından
itibaren euro efektif olarak tedavüle başlayacaktır. Yirmiyedi gün sonra, 300
milyonun üzerinde (304 milyon) Avrupalı tek parayı kullanacak. Euro alanı ülkeleri, bu
yıl ilk defa, bütçelerini euro üzerinden düzenlemişlerdir. Bu olay, daha
sağlam, daha güçlü Avrupa hedefine yönelen sürecin önemli bir aşamasıdır. Üç büyük para alanı
olarak, euro'ya dahil 12 Birlik üyesinin dünya ticaret hacmindeki payı yüzde
30, Amerika Birleşik Devletlerinin payı yüzde 14 ve Japonya'nın payı ise yüzde
7 dolayındadır. Euro'nun uygulamaya konulması, dışticaretimizin yaklaşık
yarısının Avrupa Birliği ülkeleriyle olması nedeniyle, ülkemizi de
etkileyecektir. Avrupa Birliği,
Türkiye'nin küreselleşme hareketinde önemli referans noktalarından biridir.
Türkiye, Avrupa Birliğinin standart ve normlarına uyum sağladıkça, uluslararası
norm ve standartlara daha uygun bir yapı kazanma yolunda ilerleyecektir. Türkiye'nin Avrupa
Birliğine tam üye olması, ülkemizi hem dünyayla bütünleştirecek hem bölgesinde
daha da güçlü kılacaktır. Avrupa Birliği sürecinde daha etkin bir devlet
yapısına daha saydam olarak ve her koşulda rasyonel ve hukuksal zeminde kalarak
ulaşmak mecburiyetimiz vardır. Piyasa ekonomimizi daha
serbest bir yatırım ve ticaret iklimi içerisinde, daha yüksek bir standartta
çalışır hale getirmeliyiz. Keza, tüm adaylarda aranan objektif siyasî
kriterlere uyum konusunda, Anayasada yapılan ve yapılması planlanan
değişiklikleri, bunlara ilişkin yasal düzenlemeleri ve kurumsal yenileşmeyi,
ivedilikle hayata geçirmemiz gerekmektedir. Türkiye, önümüzdeki bir yıllık süre
içerisinde, çok çalışarak hızlı adımlar atmak ve resmî tarama sürecini
başlatmak durumundadır. Türkiye, bir taraftan
küreselleşmenin olumsuzluklarını en aza indirmek, bir taraftan da en fazla
faydayı sağlamak üzere gerekli yapıyı oluşturmak zorundadır. Küresel yavaşlama ve 11
Eylül olayları ile sonrası gelişmeler, bizim, her zamankinden daha çok
bütünleşmiş bir dünyada yaşadığımızı göstermektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye'de, 2000 yılından itibaren uygulanan makro ekonomik politikaların
temelini, ekonomideki istikrarsızlıkların asıl nedeni olan kamu finansman
yapısını sağlıklı ve kalıcı bir dengeye kavuşturmayı, kamu açıklarının
piyasalardaki baskısını azaltmayı, reel faizleri makul bir düzeye indirmeyi,
enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmeyi ve yapısal reformları da
gerçekleştirerek ekonomiyi sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturmayı
hedefleyen üç yıllık istikrar programı oluşturmuştu. Bu program çerçevesinde,
2000 yılında, fiyatlardaki artışın düşürülmesi, üretimin yeniden başlatılarak
ekonomide büyüme sağlanması, kamu borç stokunun sabitlenmesi ve konsolide
bütçede faiz hariç fazlanın yükseltilmesi hedef alındı. Para politikaları da buna
göre belirlendi. Merkez Bankası, döviz girişi olmadan para arzını artırmamayı
esas aldı; döviz sepetinin günlük değerleri önceden duyurularak, ekonomik
aktörlerin önlerini görmelerine imkân sağlandı. Programın iç ve dış
çevrede kabul görmesi, dış borçlanmanın yapılabilmesi ve faiz oranlarının hızla
düşmesi, reel ekonominin aslî faaliyetine dönmesini sağladı, üretim arttı ve
gayri safî millî hâsıla yüzde 6,3 oranında büyüdü. 2000 yılında aylık fiyat
artışları, mart ayından itibaren, önceki yıl değerlerinin altında gerçekleşti
ve yıl sonunda, toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış önceki yıla göre 30,2
puan azalarak yüzde 32,7 seviyesinde gerçekleşirken, tüketici fiyatlarındaki
artış da 29,8 puan azalışla yüzde 39 oldu. Bu seviyeler, petrol
fiyatlarında öngörülenin üzerindeki yükseliş, ekonomideki canlanmanın ve
faizlerdeki gerilemenin getirdiği talep artışı nedenleriyle, hedeflenenin bir
miktar üzerinde kaldı. 2000 yılında ihracat,
euro'nun dolar karşısında değer kaybetmesi, ihracat fiyatlarının gerilemesi ve
tarım ürünleri ihracatının azalmasının etkisiyle 27,8 milyar dolar oldu.
İthalat ise 54,5 milyar dolara yükseldi. Cari işlemler dengesi,
ithalattaki yüksek artışın etkisiyle 9,8 milyar dolar açık verdi. Sermaye
hareketleri ise kısa ve uzun vadeli sermaye hareketlerindeki artışın katkısıyla
9,4 milyar dolar fazla verdi. İçborç stoku 2000 yılında
36,4 katrilyon liraya ulaşmıştır. Bu tutarın 34,3 katrilyon lirası tahvil, 2,1
katrilyon lirası bonodur. İç borçlanmada ortalama yıllık basit faiz oranı yüzde
36,4'le önceki yıla göre önemli oranda düşerken, ortalama vade de 386 güne
yükselmiştir. Dışborçlar 117,8 milyar
dolara ulaşmış, 21,9 milyar dolar dışborç ödemesi gerçekleştirilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kesin hesap kanun tasarısı görüşülecek olan 2000 yılı
konsolide bütçesinde, bütçe giderleri 46,7 katrilyon lira, bütçe gelirleri 33,4
katrilyon lira oldu. Bütçe açığı 13,3 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşti.
2000 yılında, konsolide bütçe faiz hariç dengede 7,2 katrilyon lira fazla verdi. Vergi gelirlerinin bütçe
giderlerini karşılama oranı 1999 yılında yüzde 52,7 iken, 2000 yılında yüzde
56,8'e; bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı ise yüzde 67,4'ten
yüzde 71,6'ya yükselmiştir. 2000 yılı bütçe
uygulamasında giderler Bütçe Kanununda öngörüleni aşmadı, gelirler ise
hedeflenenin biraz üzerinde oldu. Bütçe açığı hedefin altında kalırken faiz
dışı fazla hedefin bir miktar üzerinde gerçekleşti. 1999 yılında gayri safî
millî hâsılanın yüzde 15,6'sı düzeyinde olan kamu kesimi borçlanma gereği ise
2000 yılında yüzde 12,5'e geriledi. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2000 yılında, maliye, para ve kur politikalarında programda
öngörülen performans kriterleri gerçekleştirilmiş, faiz oranları hızla
gerilemiş, enflasyon 2001 yılının ocak ayında, son ondört yıldır ilk defa yüzde
30'un altına düşmüştür. Bu süreçte kamu açıklarının azaltılması ve yapısal
reformlar alanında da önemli adımlar atılmıştır. Yaşanan olumlu
gelişmelere rağmen, kasım ayında karşılaşılan dalgalanma ve bu yılın şubat
ayında meydana gelen daha çok finans ve bankacılık sisteminden kaynaklanan
ciddî gelişmeler nedeniyle, uygulanmakta olan programın para ve kur politikası
bölümünde önemli bir değişikliğe gidilmiş; 22 Şubat 2001 tarihinde Türk Lirası
yabancı para birimleri karşısında dalgalanmaya bırakılmıştır. Hedefler yeniden gözden
geçirilmiş ve uygulanmakta olan programın devamı niteliğinde, 14 Nisan 2001
tarihli "Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" açıklanmıştır. Bu programla, Türkiye
ekonomisinde hüküm süren enflasyonla mücadele edilmesi, malî hesapların
güçlendirilmesi, büyümenin istikrarlı bir temele oturtulması ve yapısal
reformların özenle gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Kur rejimindeki
değişiklik karşısında, malî piyasaların işler hale getirilmesi, iç borçlanmanın
yapılarak kamu finansman ihtiyacının giderilmesi ve faizlerin aşağıya çekilmesi
için piyasaların ihtiyacı olan likidite sağlanmış, iç borçlanmada takas
gerçekleştirilmiş, kamu ve fon bankalarına özel tertip devlet iç borçlanma
senetleri ihraç edilmiş, kamu bankalarının görev zararları tahvil ihracı
yoluyla tasfiye edilerek malî piyasalardaki baskı giderilmiş, dışkaynak imkânı
sağlanmıştır. Bunlara ilaveten,
ekonomide kriz yaratan ve istikrarsızlığa sebep olan ekonomik altyapının
tamamen sağlıklı bir hale getirilebilmesi için, Yüce Meclisin yoğun çalışmaları
ve gayretleriyle önemli yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. 57 nci hükümet, göreve
başladığından bugüne kadar, ekonominin sağlıklı bir şekilde gelişmesi için
gerekli olan altyapıyı sağlayacak yapısal nitelikteki değişiklikleri
gerçekleştirme gayretinde olmuştur. Gerçekleştirilen düzenlemeler, malî
disiplin ve malî şeffaflık, piyasa ekonomisin geliştirilmesi, devletin yeniden
yapılandırılması, finans sektörünün güçlendirilmesi ve sosyal amaçlı
kanunlardır. Haziran ayından itibaren
1999 yılında, Bankalar Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu, sosyal güvenlik
reformuyla ilgili kanun hükmünde kararnameler, Gümrük Kanunu, Türk Akreditasyon
Kurumu Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Danıştay Kanununda tahkim yasasıyla
bağdaşmayan maddelerin değiştirilmesine ilişkin kanun ve yap-işlet-devret
modelinin elektrik üretiminde de uygulanmasına dair kanun yürürlüğe konuldu. 2000 yılında, kamu
hizmetleri ve imtiyaz sözleşmelerinde tahkim uygulanması esaslarına ait kanun,
Telekomünikasyon Kanunu, fonların tasfiyesiyle ilgili kanun, Tarım Satış
Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun, üç kamu bankasının yeniden
yapılandırılmasına dair kanun çıkarıldı. 2001 yılında da, Tekel,
KİT'lerin yeniden yapılandırılması, Elektrik Piyasası Kanunu, bireysel
emeklilik, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Türk Sivil Havacılık Kanunu, Kamulaştırma
Kanunu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, Türk Telekom Kanunu, Doğal
Gaz Piyasası Kanunu, Maden Kanunu, Milletlerarası Tahkim Kanunu, bireysel
emeklilikte vergi kolaylığıyla ilgili kanun yürürlüğe konuldu. Bütün bunlar,
Yüce Meclisin, sizlerin büyük destek ve katkılarıyla gerçekleşmiş olan yapısal
ve fevkalade önemli değişikliklerdir. Bu yeni düzenlemelerin
meydana getirdiği sistem, değişen dünya şartlarına Türkiye'nin de, Türk malî
sisteminin de uydurulması ve koordinasyonun sağlanması için gerekli
düzenlemelerdi. Ülke sorunlarında
kesinlikle kötümserliğe yer yoktur. Kötümserlik, çoğunlukla çekingenlik ve yenilgi
nedenidir. Yüksek bir ekonomik
büyüme gerçekleştirmek kolay değildir. İstikrarlı bir büyümeyi yakalamak için
girişim ve kararlılık iradesini ortaya koymak zorundayız. Büyüme hedefinin
tutturulmasında bütçe tatbikatının yeri büyüktür. Hiç şüphesiz, iddialı
olmayan bir hükümet ve iddialı olmayan bir Meclis, bunları yapmazdı, yapamazdı.
Bunlar, hükümetin ve Meclisin iddiasını ortaya koymaktadır. Değişim zaruretinin
gücü o kadar kuvvetli ki, ilk defa, hep birlikte, sivil anayasa değişikliğini
yaptık. Bütün bunlar, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla hazırlamak için yapılan
gelişmelerdir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu açıklamalardan sonra, şimdi sizlere, mevcut ekonomik durum
hakkında bilgi sunmak istiyorum. 2001 yılının ocak-eylül döneminde gayri safî
millî hâsıla yüzde 8,3 oranında gerilemiştir. Sanayi üretim endeksleri
ile kapasite kullanım oranlarına ilişkin veriler, son aylarda ekonomide bir
canlanma olduğuna işaret etmektedir. Şubat ayından itibaren,
döviz kurlarındaki artışın da katkısıyla, ihracattaki artış ve ithalattaki
gerileme devam etmektedir. Yılın ilk dokuz aylık döneminde ihracat 23 milyar
dolara ulaşırken, ithalat 30,5 milyar dolara inmiş ve ihracatın ithalatı
karşılama oranı yüzde 75,4'e yükselmiştir. Aynı dönemde bavul ticareti
yüzde 8,8 ve net turizm gelirleri yüzde 15,8 oranında artmıştır. Bu dönemde
cari işlemler dengesinde 2,5 milyar dolar fazla oluşmuş; sermaye hareketlerinde
10,6 milyar dolar çıkış olmuş ve resmî rezervler 3 milyar dolar azalmıştır. 23 Kasım itibariyle Merkez
Bankasındaki döviz rezervi 17,7 milyar dolardır. Kurların dalgalanmaya
bırakılması mart ayından itibaren fiyatlara da yansımış ve 2001 yılının ekim
ayında toptan eşya fiyatlarındaki on aylık kümülatif artış yüzde 73,8, tüketici
fiyatlarındaki artış oranı ise yüzde 56,6 olmuştur. 2001 yılının haziran ayı
sonu itibariyle dışborç stoku 111,9 milyar dolardır. Bu dönemde 7,6 milyar
doları anapara ve 3,7 milyar doları faiz olmak üzere toplam 11,3 milyar dolar
dışborç ödemesi yapılmıştır. İçborç stoku ekim ayında
109,4 katrilyon lira olmuştur. Bu tutarın yüzde 12,8'i bono, yüzde 87,2'si
tahvildir. 109,4 katrilyon liralık stokun 57 katrilyon lirası bankacılık
kesiminden kaynaklanmaktadır. İçborç stokunun 2000 yılı
sonunda yüzde 80,8'i nakit, yüzde 19,2'si nakitdışı iken, bu yıl yapılan
uygulamalarla ekim ayı itibariyle nakde bağlı borç stoku yüzde 44,7'ye
gerilemiştir. İçborçlanmada yılın on
aylık dönemi itibariyle ortalama vade 144 gün, ortalama basit faiz oranı yüzde
80,3'tür. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
2001 yılı bütçesiyle genel ve katma bütçeli kuruluşlara 48 katrilyon 360
trilyon lira ödenek tahsis edilmişti. Tahsis edilen bu
ödeneklerin, 12 katrilyon lirası personel; 4 katrilyon 750 trilyon lirası diğer
cari; 3,5 katrilyon lirası yatırım; 16,7 katrilyon lirası faiz; 11,5 katrilyon
lirası da diğer transfer harcamalarına ayrılmıştı. Bu ödenekler, hükümetçe
uygulamaya konulan üç yıllık enflasyonla mücadele programının ilk dilimi olan
2000 yılında ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler doğrultusunda belirlenmişti.
Bu gelişmeler, 2001 yılı bütçe hedeflerine de yansımış, faiz ödemelerinin gayri
safî millî hâsıla içindeki payının yüzde 16'lardan yüzde 10'lara indirilmesi
hedeflenmiş ve bütçe büyüklükleri düşük faiz, düşük enflasyon ve programlanmış
döviz kuru politikası üzerine oturtulmuştu. Ancak, yukarıda belirttiğim üzere,
şubat ayında malî piyasalarda yaşanan dalgalanmalar, ekonominin diğer
bölümlerine de sirayet ederek dengelerin bozulmasına neden olmuş ve programın
yeniden gözden geçirilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler, kuşkusuz,
ayrıca 2001 yılı enflasyon ve kur hedefinin revize edilmesini zorunlu kılmış,
bu nedenle bütçede ilave harcama yetkisi alınması gündeme gelmiştir. 2001 yılı
içerisinde 4682 sayılı Kanunla Yüce Meclisten 30,6 katrilyon lira tutarında
ilave ödenek alınmıştır. Bu ödeneklerin 2,6 katrilyon lirası personel
giderleri; 550 trilyon lirası diğer cari harcamalar; 280 trilyon lirası yatırım
harcamaları; 2,6 katrilyon lirası faiz hariç transfer kalemleri; 24,6 katrilyon
lirası ise faiz ödemeleri için alınmıştır. Bilindiği üzere hükümet,
malî sektörün, özellikle bankacılık sektörünün ve kamu bankalarının uzun
yıllara dayalı yapısal sorunlarının çözümü için bir dizi önlemler almıştır.
Alınan eködenek büyük ölçüde bu amaçla kullanılmaktadır. Ödeneğin, 3,3 katrilyon
lirası kamu ve fon bankalarına daha önce verilen tahvillerin yenileriyle
değiştirilmesi sonucu, söz konusu kâğıtların o güne kadar işleyen faiz
giderleri; 8,4 katrilyon lirası kamu bankalarının görev zararları; 5,6
katrilyon lirası fon bankalarının malî yapılarını düzeltmek için ihraç edilen
devlet iç borçlanma senetlerinden kaynaklanan faizleri; 6 katrilyon lirası
Şubat 2001 krizi sonrasında yükselen faiz hadleri ve piyasa koşulları
çerçevesinde kısa vadeli borçlanmaya ağırlık verilmesi nedeniyle, 2001 yılı
bütçesine gelen ilave faiz giderleri; 1,3 katrilyon lirası da dışborç faiz
ödemeleri karşılığını oluşturmaktadır. Faiz ödemeleri için
alınmış olan 24,6 katrilyon liranın 17,3 katrilyon lirası bütçenin finansmanıyla
ilgili borçlanmanın faiz giderleri değildir. Değerli milletvekilleri,
bu fevkalade önemlidir. Bu miktar, bankalar sistemini sağlıksız bir yapıya
dönüştüren, yılların birikimi görev zararlarının tasfiyesi ile kamu ve fon
bankalarının içine düştükleri likidite sıkıntılarını giderecek işlemler
içindir. Bu işlemlere girmemiş olsa, bütçeye 17 katrilyonun üzerinde bir faiz,
faiz ödeneği olarak girmeyebilirdi. "Bu sistem böyle devam etsin"
denilse, bu kadar faiz düşerdi; ama, bankalar sistemini sağlıklı bir yapıya
kavuşturmadan ekonomiyi götürmenin de mümkün olmadığı düşünülerek, bu
düzenlemelerin beraberinde getirdiği faizlerdir. Bunu, geçen yıl faizlerinden
ayırmak lazım; çünkü, geçmiş yıl faizlerinin içinde bu tür bir faiz yoktur.
Aksi takdirde, mukayese bazında ciddî farklılıklar olur. Bilindiği üzere, şubat
ayında karşılaşılan sorunun kaynağında, esas itibariyle bankacılık sistemindeki
zafiyet yatmaktaydı. Böylece, başta kamu ve fon bankaları olmak üzere, sistemin
sağlıklı bir yapıya dönüştürülmesi gereği vardı ve o yapıldı. Faiz ödemeleri dışında
kalan ilave ödenekler ise, enflasyon ve kur hedefinde ciddî sapmalar sonucu
ortaya çıkan ihtiyaçlar nedeniyle alınmıştır. On aylık uygulaması
sonucunda 2001 yılı bütçesinde, giderler 65,2 katrilyon lira, gelirler 41,2
katrilyon lira ve bütçe açığı 24 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiş;
faizdışı bütçe dengesi 12,1 katrilyon lira fazla vermiştir. Faiz ödemeleri 36,1
katrilyon lira olurken, faiz hariç giderler 29,1 katrilyon lira seviyesinde
gerçekleşmiştir. 2001 yılı sonu itibariyle
giderlerin 78 katrilyon lira, gelirlerin 50,2 katrilyon lira olacağını; buna
göre bütçe açığının 27,8 katrilyon lira ile gayri safî millî hâsılanın yüzde
15,1'i düzeyinde gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Programın başarısı
açısından hayatî bir öneme sahip bulunan faiz hariç dengenin ise, gayri safî
millî hâsılanın yüzde 6,9'u oranında, 12,7 katrilyon lira fazla vermesi
beklenmektedir. Yıl sonu itibariyle
faizdışı fazla 11,4 katrilyon lira olarak öngörülmüştü. Uygulanan ekonomik
programın en önemli unsuru olan "faiz dışı bütçe fazlası" baştan beri
devam eden olumlu çizgisini sürdürmüştür. Görüleceği üzere, 2000 ve
2001 yıllarında, iki sene üst üste, yüzde 5,7 ve yüzde 6,9 gibi son derece
yüksek düzeyde ve kamu maliyesi dengelerini kalıcı kılma bakımından fevkalade
olumlu bir sonuç elde edilmiştir. Bütçe dengelerinin
korunması, sağlıklı bir kamu maliyesinin temel boyutudur. Bu, sıkı maliye
politikasını ve kararlı bir uygulamayı gerektirir. Programın uygulamaya konulduğu
2000 yılı başından bugüne dek bütçe sonuçları, öngörülen hedeflerin üzerinde
gerçekleşti. 2001 yılı bütçesi, yaşanan onca zorluğa rağmen yürütülmekte olan
sıkı maliye politikaları sayesinde hedefleri büyük ölçüde tutturulmuş bir bütçe
olacaktır. Hiç şüphe yok ki, bu
sonuçlar, 2002 yılı bütçesine sağlam bir zeminde kararlı bir başlangıç
sağlayacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi, uygulanan ekonomik programın ilke ve
hedefleriyle uyum içinde, kamu kesimi açıkları ve enflasyonun düşürülmesi
konusundaki kararlılığın devamı ile ekonomik canlanma ve büyümenin tekrar
yakalanması temelinde hazırlanmıştır. Değerli
milletvekillerinin görüş ve değerlendirmelerine sunulan 2002 Yılı Bütçe Kanun
Tasarısının büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri de bu çerçevede
benimsenmiştir. 2002 yılı için hedef
alınan temel büyüklükler kısaca şöyledir: 2002 yılında yüzde 4'lük bir büyüme
oranı tespit edilmiştir. Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 46'dır. Toptan
eşya fiyat endeksi, yıllık ortalama, yüzde 45,6; toptan eşya fiyat endeksi, yıl
sonu, yüzde 31; tüketici fiyat endeksi, yıllık ortalama, yüzde 46,4; tüketici
fiyat endeksi, yıl sonu, yüzde 35; gayri safî millî hâsıla da 280,6 katrilyon
lira olarak öngörülmüştür. İhracatımız 32 milyar dolar, ithalatımız da 45,5
milyar dolar olarak öngörülmüştür. Bu büyüklükler dikkate
alınarak hazırlanan ve Plan ve Bütçe Komisyonunda, ödenek tertipleri arasında
yapılan aktarmalar dışında, giderlerdeki 60 trilyon lira ve gelirlerdeki 100
trilyon lira tutarındaki eklemeler sonucu 2002 yılı bütçesinde; 98,1 katrilyon
lira gider ve 71,2 katrilyon lira da gelir öngörülmüştür. Bütçe giderlerinin gayri
safî millî hâsılaya oranı yüzde 35, gelirlerinin oranı ise yüzde 25,4'tür. 2002 bütçesindeki 98,1
katrilyon lira ödeneğin dağılımına baktığımızda temel başlıklar itibariyle şu
tabloyu görürüz: 98,1 katrilyon lira ödeneğin 21,9 katrilyon lirası personel
giderlerine; 5,7 katrilyon lirası yatırımlara; 42,8 katrilyon lirası faiz
ödemelerine; 7,9 katrilyon lirası sosyal güvenlik kuruluşlarına; 3,4 katrilyon
lirası vergi iadeleri için; 2,1 katrilyon lirası tarımsal destekleme için
ayrılmış bulunmaktadır. Ekonominin canlanmasında,
yatırımın, üretimin ve istihdamın artmasında ve dış dengelerin düzelmesinde çok
büyük önemi olan ihracat ve turizme geçen yıllarda verdiğimiz desteği bu yıl da
artırarak devam ettirmekteyiz. Bütçe gelirlerinin
tahmininde, vergi gelirleri 57,9 katrilyon lira, vergidışı normal gelirler 7
katrilyon lira olarak öngörülmüştür. Özel gelirler ve fonlar 6 katrilyon
liradan oluşmaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 bütçesinde, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya
oranı, 2001 yılına göre 5,5 puan azalarak yüzde 9,6'ya gerilemektedir. Faizdışı
bütçe fazlasının oranı ise, sadece 1,2 puan azalarak, yüzde 5,7 düzeyinde
tutulmuştur. Faiz ödemelerinin gayri
safî millî hâsılaya oranı, 2001 yılındaki yüzde 22 seviyesinden 2002 yılında
yüzde 15,3'e; giderler içindeki payı ise, yüzde 52'den yüzde 43,6'ya
inmektedir. Gayri safî millî hâsılaya
oran itibariyle, 2002 bütçesinin gider büyüklüğü, 2001 yılına göre 7,2 puan
küçülmektedir. 2000 yılında vergi
gelirlerinin yüzde 77,1'i; 2001 yılında, bankacılık sisteminin sağlıklı bir
yapıya kavuşturulması amacıyla yapılan düzenlemelerin getirdiği yük de dahil,
yüzde 105,3'ü kadar faiz ödemesi yapılırken, 2002 yılında bu oran yüzde 73,9'a
düşmektedir. Bankacılık sektörünün beraberinde getirdiği faizi de çıkarırsak,
bu oran çok daha aşağıya çekilmektedir ve değerli arkadaşlarımıza dağıttığımız
özel bütçe notunda da bunların oranı grafikler şeklinde sizlerin bilgisine
sunulmuştur. Personel, diğer cari ve
yatırım ödeneklerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, hemen hemen aynı
kalmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yeni bir asrın, yeni bir binyılın henüz eşiğinde bulunuyoruz.
Bugünden, yeni çağın eğitiminin, üniversitelerinin planlarını ortaya koymak
durumundayız. Eğitime ayrılacak kaynaklar, ülkeyi geleceğe hazırlayacaktır. Eğitim kadar önemli bir
alan da, hiç kuşkusuz, sağlıktır. Çevreyi korumak, gözetmek
ve ona değerler katmak, yeni binyılın başında, mutlaka, üzerinde ağırlık
vererek duracağımız alanların başında gelecektir. Adalet ve güvenliği,
yurttaşlarımıza daha yakın olmalarını sağlamak amacıyla güçlendirmemiz
gerekmektedir. Hızlı ve etkin bir yargı, güvenliğin önşartıdır. Tüm ülkelerin, terörizme
karşı bir seferberlik yaklaşımıyla, karaparanın aklanması ve spekülatif
hareketlere, vergi cennetlerine, şeffaf olmayan bütün yapı ve birimlere karşı
mücadele konusunda kesin ve kararlı bir tavır ortaya koymalarını gerektiren bir
ortamdayız. Dünya ekonomisi için daha
saydam ve daha sağlam bir çerçeve oluşturmak, tüm ülkelerin temel amacı
olmalıdır. Daha dengeli ve daha iyi düzenlenmiş bir dünya, küreselleşmenin
yönetimi bakımından hayatî bir önemi haizdir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2002 yılında üç temel faaliyet alanımız olacaktır: 1- Bütçe, çok güçlü ve
bugünün şartlarında en temel politika aracıdır; ama, tek başına da, kuşkusuz,
bütün problemlerin halli için yeterli olamaz. Bu ölçüler içinde, bütçe, tam bir
disiplinle uygulanacaktır. 2- Birinci ve ikinci
ekonomik programların temelini oluşturan yapısal reformlar titizlikle
şekillendirilecek ve kararlılıkla uygulanacaktır. 3- İdarî reform
çalışmaları, Avrupa Birliğine uyum, Dünya Bankası projeleri, OECD ile işbirliği
çerçevelerinde uyumlu bir bütünlük içinde yürütülecek; "hesap
verilebilirlik" ve "saydamlık" ilkeleri "iyi
yönetişimin" yükselticisi olacaktır. Toplam kaliteye yönelen,
performansa dayalı yönetim ve denetim süreçleri geliştirilecektir. Yeni bütçe
kod yapısı ve tahakkuk muhasebesi buna hizmet edecektir. Sonuçlar,
"say2000’i” adlı otomasyon sistemi üzerinden, günlük olarak izlenecektir. Hükmeden değil hizmet
veren; vatandaşın gönülsüz itaatini değil, memnuniyetini ve gönülden katılımını
gözeten bir kamu kültürü yaratılmaya çalışılacaktır. "Sürekli Kalite
Geliştirme ve Kamu Bütçeleme Sisteminin Yeniden Yapılandırılması"
projesini başlattık. Bu çerçevede 2002
yılında; Kamu malî yönetimindeki
girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayış terk edilerek, sonuçların
kontrol edildiği performans bütçeleme anlayışının yerleştirilmesi için altı
kurumda pilot uygulamaya başlanacaktır. Kamu kurumlarınca kullanılan
kaynakların büyüklüğünden ziyade, hedefler ve bu hedeflere ulaşılmasında
gösterilen başarı ve vatandaşın memnuniyeti esas alınacaktır. Harcama reformu
kapsamında konsolide bütçeye dahil altı pilot kuruluşta da uluslararası
standartlara uygun yeni bütçe sınıflandırılması uygulamasına geçilmektir. Pilot
olarak seçilen kurumlar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Hazine
Müsteşarlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü ile
Hacettepe ve Ege Üniversiteleridir. Genel ve katma bütçeli
kuruluşlar yanında mahallî idareler, sosyal güvenlik kuruluşları, döner sermaye
ve fonlar da kapsama alınarak tüm devleti kapsayan, Avrupa Birliği ve
uluslararası malî kuruluşların standartlarına uygun, konsolide edilebilir
bilanço ve malî tablolar üretebilmek amacıyla tahakkuk bazlı muhasebe ve kamuda
muhasebe standartlarının oluşturulması için pilot uygulamaya başlanacak ve 2003
yılı başında da tam uygulamaya geçilecektir. Kamuda insan
kaynaklarının verimli kullanılması ve kamu hizmetlerinde etkinliğin
sağlanabilmesi amacıyla, kuruluşların, memur, işçi ve sözleşmeli personel kadro
ve pozisyonlarına ilişkin norm kadro çalışmaları hızlandırılacaktır. Kamu malî kesiminde
şeffaflığın ve harcamalarda etkinliğin sağlanması, gelir ve giderler ile nakit
durumunun günlük olarak izlenebilmesi, denetlenmesi ve ekonomi yönetimine bilgi
ve karar desteği sağlanması için başlatılmış olan "say200i" projesi,
2002 yılında 81 il ve 850 ilçedeki 1 546 saymanlıkta uygulamaya girecektir. Devlet ihalelerinde
şeffaflık, rekabet ve kamuoyu denetimi gibi unsurları öne çıkaran yeni bir
ihale sistemi kurulmasını öngören tasarı, Maliye, Bayındırlık ve İskân
Bakanlıklarınca bir yılı aşkın bir süredir yapılan çalışmalar sonucu
hazırlanarak Meclise sunulmuştur. Kamu borçlanmasına malî
disiplin getiren, yeni borçlanma araçlarının ve tekniklerinin kullanılmasına
imkân sağlayan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkındaki
Kanun Tasarısı da Meclise sevkedilmiştir. 2001 yılı bütçesinde yer
alan, kamu haznedarlığı, ödeneklerin ayrıntılı harcama programları çerçevesinde
kullandırılması, yeterli ödeneği olmayan yatırım projelerinin başlatılmaması,
memur açıktan atama sayısının sınırlandırılması, taşıt kullanımında israfın
önlenmesi, kurumlar arasında döşeme demirbaş devrinin kolaylaştırılması
uygulamalarına 2002 yılında da özenle devam edilecektir. Zaruret olmadıkça yeni
hizmet binası yapılmayacaktır. Kamu hizmeti için gerekli
olmayan Hazineye ait taşınmaz malların bir an önce satılarak, hem ekonomiye
kazandırılması hem önemli ölçüde iç kaynak sağlanması amacıyla, geçen yasama
döneminde kabul edilen 4706 sayılı Kanunla, satışları hızlandıran,
kolaylaştıran ve teşvik eden yeni düzenlemeler yapılmış; ayrıca, tarım
arazilerinin kullanıcılarına doğrudan satışını düzenleyen kanunlardaki başvuru
süresi de iki yıl uzatılmıştır. 4706 sayılı Kanun kapsamında
Bakanlığımız bünyesinde özel bir yapılanmaya gidilerek, ilgili diğer
kuruluşlarla daha etkin bir eşgüdüm içerisinde, bu tür taşınmazların süratle
ekonomiye kazandırılması çalışmaları sürdürülmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamu kaynaklarının akılcı ve etkin kullanımı yönünde izlenilen
tutuma titizlikle devam edilecektir. Harcamalara gelirler
kadar özen gösterilmesi gerektiğini, altını çizerek belirtmek istiyorum. Aynı
kararlılık 2002 yılında da devam edecektir. Devlet bütçesinin uygulanmasında,
vergi gelirlerinin nereden toplandığı kadar, kaynakların nereye ve nasıl
harcandığı da hayatî öneme sahiptir. Kamu hizmetlerinin
yürütülmesinde israfa kesinlikle izin verilmeyecektir. Toplum, ödediği verginin
nereye ve nasıl kullanıldığına, haklı olarak, büyük duyarlılık göstermektedir.
Bu duyarlılık mutlaka karşılık görmelidir ve görecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; devletin ve devletin yaptığı harcamaların temel kaynağı,
kuşkusuz, vergilerdir. Vergi, gerçekte, meclislerin varoluş nedenidir. Magna
Carta'da, bilindiği gibi, vergi vardır. Vergi ve bütçe, ancak, milletin
temsilcilerinin onayıyla belirlenir. Vergi almayan devlet
olmaz; çünkü, vergi, kamu harcamalarının sürekli ve aslî gelir kaynağıdır.
Borçlanma, makul düzeyde kaldığı sürece, mantığı olan bir bütçe finansman aracı
olarak ele alınabilir. Makul seviyenin üzerinde gerçekleştirilen borçlanma,
kamu maliyesinde ciddî sorunların ortaya çıkmasının ve bütçelerin tıkanmasının
nedeni haline gelir. Vergi alırken adil davranılmalı
ve ekonomik ortama duyarlı olunmalıdır. Bu ilke, gerçekte, vergi sisteminin
fiskal, sosyal ve ekonomik fonksiyonunu ortaya koymaktadır. Sayın Başkan, iyi bir
vergi sisteminin en önemli özelliği, kuvvetli, etkin bir vergi idaresine sahip
olmasıdır. Bu nedenle, vergi idaresinin etkinliğini artırıcı tedbirlere özel
bir önem vermekteyiz. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve planlanan otomasyon
projelerinden kısaca söz etmek istiyorum. 1998 yılı sonunda
başlatılan Vergi Dairesi Tam Otomasyon Projesi (VEDOP-1) kapsamında 22 il ve 10
ilçede toplam 153 büyük vergi dairesi tam otomasyona geçirilmiş; ayrıca, 269
vergi dairesi ve 14 mal müdürlüğü ile intranet ve internet yoluyla bağlantı
kurularak online vergi numarası vermek ve günlük bilgileri toplamak mümkün hale
gelmiştir. Yine, bu proje kapsamında, merkezde, yönetim, bilgi ve karar destek
sistemleri kurulmuştur. Ayrıca, Motorlu Taşıtlar Vergi Dairesi Otomasyon
Projesiyle de, 17 motorlu taşıt vergi dairesi otomasyona geçmiştir. Bu sene sona ermeden,
Vergi Dairesi Tam Otomasyon Projesinin ikinci aşamasına (VEDOP-2) başlamayı
planlamaktayız. Bu kapsamda, her ilde en
az bir vergi dairesi olmak üzere, belli sayının üzerinde mükellefi olan bütün
vergi dairelerinin otomasyona geçmesi; tüm defterdarlık gelir müdürlükleri,
takdir ve uzlaşma komisyonlarının otomasyona geçmesi ve bu birimlerin yönetim
bilgi sistemine erişiminin sağlanması; merkezde bütün bilgilerin toplanıp,
yönetim ve denetim için etkin bir şekilde kullanılacağı bir veri ambarının
kurulması; denetim bilgi sisteminin geliştirilmesi ve sisteme, merkez, bölge ve
il düzeyinde görev yapan bütün denetim elemanlarının erişiminin sağlanması esas
alınmıştır. Vergi idaresinin
otomasyon altyapısının modernize edilmesi, vergi idaresinin uygulamadaki
etkinlik ve verimliliğini artıracağı gibi, çağdaş vergi sistemlerinde uygulanan
araçların kullanılmasına da imkân verecek ve vergi sistemindeki elektronik
ortam gerçekleşmiş olacaktır. Nitekim, yeni proje
kapsamında, 2002 yılında Kurumlar Vergisi mükelleflerinden başlamak üzere,
mükelleflerin beyanname ve bildirimlerini internet üzerinden elektronik ortamda
vermeleri planlanmıştır. Bunu "e-beyanname sistemi" olarak
adlandırmaktayız. Elektronik devlet kavramının hayata geçirilmesinde önemli
adımlardan biri olan bu uygulama ile modern teknolojinin olanakları, idare
yanında, mükelleflere de sunularak işlemlerde zaman ve enerji tasarrufu
sağlanması, hizmet kalitesinin yükseltilmesi ve nihayet vergiye uyumun
artırılması öngörülmektedir. Otomasyon altyapısının
geliştirilmesine bağlı olarak, denetim yapısında da değişmeler olmaktadır.
Denetim, vergi istihbarat bilgileri ile hedefe dönük hale gelmekte ve
bilgisayarlı denetim ön plana çıkmaktadır. Proje kapsamında vergi istihbarat
merkezinin bilgisayar altyapısını güçlendirerek, üçüncü taraflardan gerek vergi
kimlik numarası, gerek diğer kanallardan toplanan bilgilerin güvenli ve süratli
bir şekilde sisteme elektronik ortamda transfer edilmesi ve böylece denetim
bilgi sisteminin geliştirilmesi planlanmıştır. Böylece, çapraz denetimler daha
hızlı ve yaygın bir ölçekte yapılabilecektir. Bütün bu proje ve
çalışmaların hedefi, vergi dairesinin etkinlik ve verimliliğini artırarak vergi
kayıp ve kaçağıyla mücadele, vergi tabanını yaymak ve mükelleflere kaliteli
hizmet sunmaktır. Yapılan proje ve
çalışmaların etkisi, projelerin belli bir yol katetmesi ve uygulamaların
kavranıp benimsenmesiyle, zamanla kendini göstermeye başlayacaktır. Vergi kimlik numarası ve
diğer yollardan toplanan bilgilerin, vergi istihbarat merkezinde toplanması ve
bilgisayarlı kontrollere tabi tutulmasıyla çok sayıda mükellefte vergi kaçağı
tespit edilmiştir. Ekonomik işlemleri kayıt
altına almak amacıyla kullanılan vergi kimlik numarası uygulaması devam
ettirilmektedir. Bu kapsamda, 1999 yılında 2,7 milyon, 2000 yılında 2,2 milyon
vergi numarası verilmişken, 2001 yılı ilk 11 ayında verilen vergi numarası 6,8
milyona yükselmiştir. Kasım 2001 sonu itibariyle vergi kimlik numarası alan
gerçek ve tüzelkişi sayısı 22 milyonu aşmıştır. Vergi kimlik numarasının uygulama
kapsamı, bildiğiniz gibi, eylül ayında genişletilmiştir. Esasen, vergi yükü
açısından Türkiye'nin son on yılda çok önemli yol katettiğini söyleyebiliriz.
Gerçekten, genel bütçe vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı 1991
yılında yüzde 12,4 iken, 1999 yılında yüzde 18,9'a, 2000 yılında yüzde 21,1'e
yükselmiştir. Bu oranın 2001 yılında yüzde 20,9; 2002 yılında ise yüzde 20,6
olarak gerçekleşmesini beklemekteyiz. Genel bütçe vergi gelirlerine mahallî
idarelere ayrılan vergi payları ile vergi benzeri fon ve payları eklediğimizde,
toplam vergi yükü diyebileceğimiz gerçek vergi yüküne daha yakın bir oran elde
edebiliriz. Toplam vergi yükü 1991 yılında yüzde 16 iken, 1999 yılında yüzde
23,1'e, 2000 yılında yüzde 25,6'ya ulaşmıştır. 2001 ve 2002 yıllarında ise,
sırasıyla, yüzde 24,9 ve yüzde 24,1 olacağını tahmin etmekteyiz. Vergi yükü OECD
ortalamasıyla karşılaştırıldığında, halen ortalamanın altında olmakla birlikte,
gelişmekte olan bir ülke açısından küçümsenmeyecek bir düzeyde olduğunu söyleyebiliriz.
Vergi yükü artışında son on yılda OECD ülkeleri arasında rekor düzeyde bir
artışı gerçekleştirdiğimizi de burada vurgulamak istiyorum. Genelde amacımız, vergi
oranlarını yükselterek vergi yükünü daha da artırmak değil; kayıtdışı ekonomiyi
kayıt altına alıp vergi tabanını genişleterek adaletli bir vergi sistemiyle
vergi toplamaktır. Vergi sisteminde basitlik ve sadeliğin sağlanması da bu
kapsamda yer alan amaçlarımız arasındadır. Vergi, ekonomik olaylarla
sıkı sıkıya bağlı bir değişkendir. Ekonomiyi düşünmeden vergiyi düşünmek doğru
olmaz. Bu nedenle, ekonomide yeniden yapılanmaya destek, resesyona son verip
canlanmayı teşvik açılarından, vergi sisteminde 2001 yılında önemli
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemeler, kısaca şöyle sıralanabilir
: Şirket devir, birleşme ve
bölünmelerini kolaylaştırıcı vergi istisnaları. Bireysel emeklilik
sistemini teşvik edici vergi indirim olanakları. Şirketlerin gayrimenkul
satışından doğan istisna kazançlarında stopaj indirilmesi. Birikmiş vergi borcu
bulunanlara, bir defaya mahsus sağlanan düşük faiz ve taksitlerle borcunu ödeme
kolaylığı. Hizmet kalitesinin
artırılması ile mükellef-idare ilişkisinin iyileştirilmesi, üzerinde önemle
durduğumuz diğer bir konudur. Bu kapsamda geliştirilen bazı hizmetlerden,
burada, özet olarak bahsetmek istiyorum. Vergi idaresine ilişkin
internet sitesi 1999 yılında açılmış olup, vergi düzenlemeleri, istatistikler,
tebliğler, genelgeler, vergi takvimi gibi mükelleflerin yararlanabileceği
birçok konuyu kapsayacak şekilde geliştirilmektedir. Katma Değer Vergisi iade
işlemlerini hızlandırarak, mükelleflerin mağduriyetlerinin önlenmesine dönük
çalışmalar son aşamasına gelmiş ve bununla ilgili tebliğ de, geçtiğimiz
haftalarda açıklanmıştır. Ayrıca, bu amaçla yapılan
vergi düzenlemeleri yanında, vergi dairelerinin gümrük çıkış beyannamelerini
manyetik ortamda almaları için, Gümrükler Genel Müdürlüğüyle protokol
yapılmıştır. Mükelleflerin
işlemlerinin kolaylaştırılmasına yönelik çalışmalarımız sürecektir. Amacımız,
mükelleflerin birçok işlemini vergi dairesine gitmeden yapmasına olanak
sağlamak; böylece, mükelleflerin zaman ve enerji kaybını önleyerek verimliliği
artırmaktır. Daha önce bahsettiğimiz elektronik beyanname uygulaması da, buna
hizmet eden diğer bir örnektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; vergi gelirlerinde ve özellikle, yurtiçi katma Değer Vergisi
tahsilatında son aylarda gerçekleşen artışlar, bize, ekonomide bir canlanmanın
başladığını işaret etmektedir. Gerçekten, temmuz ayından itibaren Katma Değer Vergisi
-özellikle dahilde alınan Katma Değer Vergisi- tahsilatı sürekli olarak
artmaktadır. Yurtiçi Katma Değer Vergisi, önceki yılın aynı ayına göre,
temmuzda yüzde 58, ağustosta yüzde 62,4, eylülde yüzde 66,1 ve nihayet ekim
ayında yüzde 70,1 artış göstermiştir. Ekonomide meydana gelen
olumsuz gelişmelere rağmen, vergi gelirlerinde 2001 yılı Ek Bütçe Kanunuyla
konulan hedef aşılacaktır. 2001 yılı Ek Bütçe Kanununda öngörülen vergi geliri,
31,7 katrilyon liradır. İlk on aylık gerçekleşmelere bakıldığında, vergi
gelirlerinin yıl sonunda 38,5 katrilyon liraya ulaşarak, öngörülen hedefi
aşacağını söyleyebiliriz. 2002 yılı vergi
gelirlerinin ise, 2001 yılına göre yüzde 50,3 artarak, 57,9 katrilyon lira
olacağını tahmin etmekteyiz. Bu vergi gelir hedefi de, daha önceki yıllarda
olduğu gibi, gerçekçi bir vergi gelir hedefidir. 2002 yılı için öngörülen
ekonomik göstergeler, bu hedefin arkasındaki ana varsayımlardır. Bunun yanında, vergi
idaresinin etkinlik ve verimliliğini artırma çalışmaları, idarî tedbirler,
denetimler, personelin fedakâr çalışması, her zaman olduğu gibi, hedefin
gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 154
üncü maddesi, devlet memurlarına uygulanacak maaş artış katsayılarının yılın
başında bütçe kanunuyla tespit edilmesini öngörmüştür. Bu nedenle, bütçelerin
hazırlanması süreci ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerek Genel Kurul müzakerelerinde üzerinde en çok durulan,
tartışılan konuların başında kuşkusuz, memur maaşları gelmektedir. Takdir ve tensiplerinize sunulan 2002 yılı
bütçesiyle, ocak ayından geçerli olmak üzere, memur maaşlarında ortalama yüzde
10 oranında artış yapılması öngörülmüştür. Ancak, 2000 ve 2001 yıllarında
uygulandığı üzere, bütçe kanununa konulan özel bir hükümle, memur maaş zamları
fiyat artışlarına endekslenmiştir. Bu sistem içinde memurlarımıza 2002 yılında
da enflasyonun üzerinde bir maaş artışı sağlanması ilkesi benimsenmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bütçe, vatandaşın
beklentilerine ve ülkenin sorunlarına cevap vermek zorundadır. Bu cevap,
inandırıcı ve samimî olmalıdır. Enflasyonun makul
düzeylere çekilebilmesi, üretim ikliminin ve yatırım şevkinin oluşması,
kaynaklarımızın verimli kullanılabilmesi, büyümenin hızlandırılması, ihracatın
ve istihdamın artması ve adil bir gelir dağılımı sağlanmasının temel şartı,
disiplinli bir kamu mali yönetimidir. Son ayında bulunduğumuz
2001 senesi, hem bizim hem dünya için zor bir yıl olmuştur. Huzurlarınızdaki
bütçe tasarısı da, bu ağır şartların çevrelediği bir ortamda hazırlandı. Bu
durum, bütçenin önemini daha da artırdı. Bütçelerde önemli olan,
uygulama ve gerçekleşmelerdir, hedeflerin yakalanmasıdır. İçinde bulunduğumuz
yılda, malî politikalarda olumlu sonuçlar alındı. Bu, kararlı ve disiplinli bir
uygulamanın neticesidir. 2002 yılında da aynı özen ve kararlılık
sürdürülecektir. Türk toplumunun ve Türk
ekonomi ortamının, bir güven toplumu ve güven ortamı olması, endişenin asla
egemen olmayacağı bir iklimin oluşması ve kalıcılığının sağlanması, inancımızın
ilk maddesidir. Bu inanç, kendi bütünlüğü içinde, Türk ekonomi ailesinin tüm
kurumları ve bireyleriyle birlikte hepimizin ortak gayesi ve ortak erdemidir. 2002, malî dengelerin
daha kalıcı bir yapıya dönüştüğü, ekonomik canlanma ve büyümenin tekrar
yakalandığı, iç ve dışborç ödemelerinde herhangi bir sorunun söz konusu
olmayacağı ve toplumumuzun yaşadığı sorunların yavaş yavaş geride kalacağı bir
yıl olacaktır. Bunun umut veren belirtilerini de şimdiden görüyoruz. Siyasî bütünlük,
kararlılık ve disipline dayalı uygulama ve değişim, hiç kuşkusuz, bu sonucun
anahtarı olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 11 Eylül teröründen çıkarılacak birçok ders var. Bunlardan
biri de dünya gündemine büyük bir ağırlıkla yerleşen, ekonomi ile toplumsal
psikolojinin iç içeliğidir. 11 Eylül sonrasında, gelişmiş gelişmemiş birçok
ülkenin ekonomi yönetimi, ciddî ekonomik tedbirler ve dönüşüm kararları almak
zorunda kaldı. Bu gelişimin ortak ivmesi ise şu oldu: Vatanseverlik ve ekonomik
seferberlik heyecanını beyinlere ve yüreklere doldurmak. Böylesi bir süreçte
kuşkuya düşmemek, dönüşüm kararlarına güven duymak, toplumsal bir erdem olarak
öne çıktı. Vatan sevgisi ve ekonomik
seferberlik heyecanı, Türkiye Cumhuriyetinin nice büyük kazanımlarına önderlik
etmiş iki ulusal değerimizdir. Bunun kıymetini bilelim. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sözlerime son verirken, milletimizin özgüvenini bu çatı
altında tazeleyecek ve pekiştirecek çalışmalarınız için teşekkürlerimi sunar,
yurttaşlarımın mübarek ramazanını kutlar, 2002 yılı bütçesinin ülkemize ve
milletimize refah ve huzur getirmesini dilerim. Hepinize saygılar
sunarım. (ANAP, MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Oral,
teşekkür ederim efendim. Sayın milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde alınan karara uygun
olarak, basılıp dağıtılan programa göre yürütülecektir. Sayın milletvekilleri,
başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasî parti grupları ve
hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümet hariç, 1'er saat, kişisel
konuşmalar da 10'ar dakikayla sınırlıdır. Şimdi, bütçenin tümü
üzerinde grupları ve şahısları adına söz alanları okuyacağım: Gruplar adına
konuşma sıraları, Doğru Yol Partisi Grubu, Anavatan Partisi Grubu, Saadet
Partisi Gurubu, Demokratik Sol Parti Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu şeklindedir. Şahısları adına ise,
lehte, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut, aleyhte Aksaray
Milletvekili Sayın Murat Akın. Çalışma süremizin
tamamlanmasına yarım saat kaldı; ben, Sayın Genel Başkanın sözünü kesmek
istemiyorum. Yüksek oylarınızla, tasviplerinizle, bugün için -1 saat öğlen
arası biraz fazla, çoğumuz oruçluyuz- öğlen arasını yarım saate indirmek
istiyorum efendim. Evvela peşin bunun kararını alayım. Sayın Genel Başkanın
konuşması bitene kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılması hususunu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ederim. Söz sırası, Doğru Yol
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Tansu Çiller'de. Buyurun efendim. (DYP
sıralarından ayakta alkışlar) DYP GRUBU ADINA TANSU
ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum ve bugün bizleri televizyonları karşısında
izleyen aziz vatandaşlarımın hem mübarek ramazanlarını kutluyorum hem de sevgi
ve saygılarımı sunuyorum. Bugün, ayrıca, 3 Aralık Dünya
Engelliler Günü. Engellilerin, çağdaş bir toplumda, verimli, katkısı olan
vatandaşlar haline getirilmesi, Mecliste bir siyasî şuurun ve dayanışmanın
sonucu olacaktır. Bu şuurla, bütün engellilerimizi, onların vefakâr ailelerini
bir kez daha kutluyorum. Sayın milletvekilleri,
siyaset, bütçe üzerinden yürütülen bir faaliyettir. Bunu, genelde çağdaş
tanımlamalar böyle algılar ve bunun için de bütçe görüşmelerinde, bütçeyi
hazırlayan iradenin tasarrufları ayrıntılı bir biçimde masaya yatırılır. Bu da,
isabetli bir duruştur. Ancak, bugün, bunu söylediğimiz an, bir çıkmazla karşı
karşıya kalıyoruz; çünkü, bu bütçeyi hazırlayan siyasî irade burada olmalıdır
ki, müzakereler onunla yapılabilsin; bu, mümkün değil. Buna işaret ederken,
sadece, genelde, eskiden, bir bütçe konuşması yapılırken, bunun mesuliyetini ve
sorumluluğunu alan iktidarın başbakanlarının, başbakan yardımcılarının,
bizatihi bu sunuşları yaparak, bu sorumluluğu millet karşısında almaları
geleneğinden vazgeçilmesine işaret etmiyorum. İşaret ettiğim mesele, bundan
daha vahim; çünkü, eğer, bir ülkenin iktidarının ve hükümetinin başkanı,
kendisine ekonomik bütçeyle ilgili sorular sorulduğunda cevap vermiyor,
bekliyor ve dışarıdan bir faks geldiği zaman, o faksı, hemen "işte bizim
iktisadî programımız" diye okuyor ve Bakanlar Kurulunda -duyulduğuna göre-
birtakım telefonlarla birtakım mesajlar gündeme getiriliyor ve 350 milletvekili
olan değerli iktidar partileri "bizim 350 milletvekilimize bakmayın,
cüssemize bakmayın, biz bu işlerden anlamayız" diye, dışarıdan birisinin
getirilerek bu işleri yapmasını içine sindiriyor... (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)... ve sonra, bu atananlar, hiç haberi
olmadan bu Meclisin, dışarıdan "onbeş günde 15 yasa çıkacak, 14 olsa
olmaz..." Nedir bunun bu kadar acele olmasının nedeni; belli değil. Bütün
bunlar oluyorsa ve bütün bunlar olurken, iradeden o kadar çok vazgeçiliyor ki,
kurulan birtakım kurulların yönetim kurullarının ataması sürecinde "o
olur, bu olmaz" diye siyasî güç bölüşümü yapan iktidarlar, bu meselenin
içinden çıkmadan, bu meseleye, dışarıdaki bir irade "hayır, o öyle olmaz,
böyle olur" dedikten sonra, buna "hayır"diyen bakanların başı
alınıyorsa... (DYP sıralarından alkışlar)... ve daha da ileriye giderek,
nihayet, Sayın Başbakan kendi için de ve kendi kelimeleriyle -aynen ifade
edeceğim- "devlet için de devletten daha yetkili kurullar kuruldu, daha
yetkili kuruluşlar var; onlara söz geçiremiyoruz"diyorsa, o zaman bu,
millî egemenliğin peşkeş çekildiğinin resmi değilse, bir devlet krizinin ifadesidir.(DYP
sıralarından alkışlar) Çünkü, bu ülkenin
ekonomisi ve ekonomi yönetimi vesayet altındaysa, bütçesi vesayet altındaysa,
siyaseti vesayet altındaysa ve Başbakanın karşısına birtakım dayatmalar
getiriliyor ve onlar kabul ettiriliyorsa, o zaman, bu mesele artık, bir
iktisadî kriz değildir, hatta, birçok kez ifade ettiğimiz gibi, bir siyasî kriz
de değildir, bu, artık, bir devlet krizi olma aşamasına gelmiştir. Şimdi, birinci
zorluğumuz, bütçeyi tartışırken, bu; ama, çok teknik başka sorunlar da var. Bu
iktidar, bu milletin önüne ne koysa, onu, yüzde 300-400 fark atarak, çok farklı
sonuçlarla bir noktaya getiriyor; bizim söylediğimiz her şey doğru çıkıyor,
iktidarın, uyarmamıza rağmen, söylediği her şey yanlış çıkıyor; ama, o yanlışa
rağmen, ertesi yıl gelip, yeniden, aynı şeyleri, sanki olacakmış gibi milletin
önüne koyuyorlar; eğer, bu bir siyasî pişkinlik değilse, bilgisizliğin ve
cehaletin tescilidir. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, geçen sene, tam bu
sıralarda, yine bütçe konuşmasını yapıyorum; önümüze konulan metin -tam bu
sıralarda- "efendim, yüzde 4,5 büyüme olacak..." Dedim ki, yazın,
yazın... Yazmışsanız, bakın notlarınıza, bakın, bulacaksınız. Öyle, yüzde 4
falan büyüme olmaz, küçülme eksi 8, 8,5 olacak dedim; açın bakın; ne oldu; 8-8,5,
belki de 9. Efendim, geçen sene,
aynen bu saatlerde veya bugünlerde, yine bu Meclis kürsüsünde, bütçe diye
koyduğunuz rakam: "TEFE, yıl sonu yüzde 10 olacak." Efendim,
yapmayın; bu, yüzde 10 olmaz, 80-85 olacak... Gülüşmeler. Buradan tekrar ifade:
Yazın onu, yazın, not alın, gelecek sene bakarsınız... Ne oldu; 80-85 belki de
90. "Efendim, bütçe açığı -katrilyon olarak ifade ediyoruz- 5,2 katrilyon
olacak... Olmuş 29,9, sapma yüzde 475; Sayın Bakan çıkmış "efendim, büyük
ölçüde tutturduk; ama, bundan sonrasını daha iyi yaparız" dediği zaman, bu
ülkenin buna inanması imkânı yok. Şimdi "peki
yapamadık" dediler; bu, ekonomiyi kurtarma programıydı bu kurtarmaydı, bu
kurtarma olmadı, "biz bu işi beceremiyoruz, birisini getireceğiz
dışarıdan..." İçlerine de sindirdiler... Bu defa, kurtardılar ya
ekonomiyi, şimdi güçlendirecekler; ekonomiyi güçlendirme programı!..
Yapamıyoruz diye getirdiler, anlamıyoruz diye getirdiniz; iyi de, getirdiğiniz
kişi de, bir büyük dürüstlükle geldi, onun da anlamadığını ve yapamadığını,
burada itiraf ediverdi. (DYP sıralarından alkışlar) Ne olacak şimdi?! Bunun
bedelini ödeyen, millet! Bakın, şimdi, güçlendirme
programı: İlkönce, yüzde 30'larda olacaktı enflasyon; sonra, değiştirdiniz
yüzde 57... Bir de, böyle buçuklarınız falan var; nasılsa o 57 - 57,5'lar
falan?! Ondan sonra, netice itibariyle, o zaman aynı şeyleri söylüyoruz, ne
dediysek bu kürsüde geçen sene; efendim, olmaz 80-85'tir enflasyon, yukarı
çıkar, aşağı inmez... Neyse, bir daha 57,5'a çıkardılar; bir daha revizyon, bir
daha revizyon... Bütçeden önce, bir iki ay önce bir son revizyon yapıyorlar;
sonra, tutturduk diye gelip bunu okuyorlar. Neyse, netice itibariyle, özelleştirme şöyle olacak, büyüme eksi 3
olacak -güçlenecek ya, eksi 3 olacak- diye ilan edildi ve o zaman da, efendim,
bu olmaz, yüzde 8-8,5'tur en az daralma... Efendim, 15 milyar dolar geliyor
-yine estiriliyor- 15 milyar dolar daha alıyoruz; geçen sene de aldık, bak işte
ne kadar büyük başarı; ışıklar yandı, tünellerin ucunda görüldü falan ve
bankaları kurtaracağız... Şimdi, gerçekten, o para geldi; o paradan, şurada
bizi dinleyen milletimiz, kendi kendine soruyor: Esnafın cebine ne girdi,
buradan üretim için ne oldu, buradan esnaf için, KOBİ için, ihracat için, büyük
sanayi için, tarım için ne oldu?! Hadi, diyelim ki, bunu, bankalar için
getirdiniz; bankalar için ne oldu?! Bankalardaki durum; işte
gittik 15 gün önce bir brifing aldık: Dolarizasyon artmış; sözde, ülkeyi
dolarizasyondan kurtaracaksınız. Döviz tevdiat hesaplarının oranı artmış, döviz
tevdiat hesapları yüzde 60; belki daha yukarı, belki biraz daha aşağı,
dalgalanıyor; ama, yüzde 60; yani, millet artık Türk Lirası tutmuyor. Bir de
sosyalizasyon olmuş; yani, devlet, el koymuş, el koymuş, el koymuş... Bir de
açıklar büyümüş; nerden bu kadar borç oldu diyorsunuz, işte beceriksizliğiniz;
çünkü, o fonlarda, idare ettiğiniz her şeyde daha büyük zarar. Ve daha başka ne
olmuş; bir de batık krediler artmaya devam etmiş. O batık krediler yüzde 25.
Neden; çünkü, üretim yok ki, birisini kapatıyorlar, arkasından bir başkası
iflas ediyor. İflas edince ne oluyor; o da bankaya geliyor ve nitekim, iflas
etmeye devam eden bankalar, işte, iki gün önce, yeniden kapananlar, onunla
birlikte bilmem kaç kişinin işsizliği, onunla birlikte, ona borsada
yatıranların kaç milyar dolar yeniden kaybı... Şimdi, bütün bunlar
böyle. "Ee canım, eskiden; ne yapalım; bize geldi bu işler, eskiden
geldi..." İyi de, ondan önceki 1999 programını hazırlayan siz değil
misiniz?! IMF'ye getiren siz değil misiniz?! IMF'ye gelmeden önce, bu millete,
karşısına çıkarak, kandıran "çok iyi idare ediyoruz, vergi reformlarını
yaptık, ülkede ekonomi iyiye gidiyor" deyip "biz fukaralığı, biz,
bundan böyle yolsuzluğu bitireceğiz" diyerek gelen siz değil misiniz?!
(DYP sıralarından alkışlar) Peki, bu dönemde, yolsuzlukta Türkiye dördüncü
oldu. Waterhouse Coupers "1999-2000 yıllarında bu ülkenin vergilerinin
yüzde 36'sı yolsuzluğa gitti" dedi Türkiye için. Bütün bunlar oldu;
bunları yapan da siz değil misiniz?! Tablita programını
getirdiniz. "Türkiye kurtuluyor" savaşlar, falan filan, bir şeyler...
Bütün Türkiye'yi ayağa kaldırdınız şimdi "seve seve" gibi. Ne dedik o
zaman: Yazın dedim. Bak, yine... Bakın şu notlarınıza. Ne zaman öğreneceksiniz
siz, ne zaman öğreneceksiniz?! (DYP sıralarından alkışlar) Ne zaman
öğreneceksiniz?!. Tablita programıdır bu demedim mi?! 13 ülkeden en az 11'i
battı bundan demedim mi? Bu Tablita programını eğer uygularsanız, ilk birkaç ay
iyiye çıkar, Türkiye düzgün durur; ama, sonra, Türkiye'de faizleri
patlatırsınız, bankaları müthiş bozarsınız ve cari işlemler açığı 2,8 değil
-rakam verdim- en az 10 milyar dolar olur demedim mi?! Almadınız mı şu notları,
öğrenmediniz mi hâlâ?! Onları bozan kim?!. Onları bozan kim?!. (DYP
sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) 2,8 milyar dolar dediler,
10 milyar dolar olacak dedik; 10 milyar çıktı... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sayın Başkan, Genel Kurula hitap etsin. BAŞKAN - Efendim, hatip
Genel Kurula konuşuyor. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Cari işlem açığı böyle, ticaret açığı, ticaret açığı... Ne idi rakamlarınız, ne
idi bütçeniz? Bir evvelki seneye gidiyorum, 13 -14 milyar dolar açıktı; ne
dedik, 24 - 25 milyar dolar olur dedik, 25 - 26 milyar dolar oldu. Bu ülkeyi bozan mı
arıyorsunuz; bu ülkeyi bozan, ne cumhuriyet ne bundan önceki iktidarlar, bizzat
sizsiniz, bizzat siz, bizzat siz!.. (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Efendim şimdi ne oluyor
"yeni bir bütçe hazırlıyoruz, düzelteceğiz." YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) -
Vurgunlar durdu. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Ha, onun için mi, o hortumları durduran o İçişleri Bakanının da kellesini alıp
götürdünüz?! (DYP sıralarından alkışlar) Onun için mi, bütün dünya, Türkiye'yi,
hem şeffaf olmamada hem de bütün yolsuzluklarda üçüncü ilan etti, üçüncü?! Onun
için mi, bütün bunları yaparken de, enflasyonda Sudan'dan sonra başa
güreşiyorsunuz?! Bırakın canım!.. Şimdi, gelmişler, son bir
bütçe... Efendim, bütçe bu defa iyi gidecekmiş... Evet, 2002 yılı bütçesinde
şimdi tahminler... Yine yazın, bak yine yazın, aynen çıkacak. Şimdi "büyüme
yüzde 4 olacak". Efendim, yüzde 4 falan olmaz, sizin böyle bir önleminiz
yok; normal şartlarda mutlaka olurdu da, yani hiç kimse olmasa şuralarda, hiç
kimse olmasa... (DYP sıralarından alkışlar...) bu büyüme yüzde 6 - 7 olurdu;
ama, siz varsınız ya, onun için bu, yüzde 1 - 2 civarı olacak; yazın onu,
yazın. (DSP sıralarından "Allah allah!"sesleri) Şimdi deflatör yüzde 46
olacakmış; yazın, yazın; yüzde 72 olacak en az; yazın bunu, yazın. TEFE, yıl
sonu yüzde 31 olacakmış; yazsınlar; yazsınlar, en az yüzde 60, en az yüzde 60;
yazsınlar. (DYP sıralarından alkışlar) Efendim, ortalama kur,
2002'de 1 800 000 lira olacakmış. Ha, şimdi siz, ocak ve şubattaki
enflasyonlarla birlikte o kur ne olacak göreceksiniz. Yani, efendim, biz faiz
giderlerini... Düşünebiliyor musunuz, faiz giderlerini vergi gelirlerine oran
olarak yüzde 105'lere çıkarmışlar, şimdi indireceklermiş yüzde 73'e. Bu hesap
nasıl yapıldıysa!.. O da, yüzde 100'ün üstünde olacak- yani, bu ülkenin
topladığı bütün vergi- bizim hesabımıza göre yüzde 105,8; yanılmayız, belki
noktası çıkmaz; ama, yüzde 105 civarlarında olacaktır. Şimdi, çok güzel, tünelin
ucundan bir ışık göründü. O görünen ışık ne, biliyor musunuz; o tünelin ucundan
bir tren geliyor, trenin ışıkları milletin üstünden silindir gibi geçecek! O
ışık dediğiniz şey öyle. (DYP sıralarından alkışlar) Zaten, geçenlerde, bir
köşe yazarımız yazmış; benim de dikkatimi çekti, diyor ki; Anadolu'ya gittik,
bir de hocayı yanımızda götürdük... Hakikaten, hocalarla gidilir böyle,
Anadolulunun da hocalara çok büyük bir saygısı vardır; yani, hoca bir şey
söyledi mi, susar. Bu hoca da demiş ki; kriz falan, biz çok krizler gördük,
umutsuzluğa kapılmayın siz, bu iş de geçer, yine bakın iyi bir şeyler oluyor
falan der demez, ekonomi iyiye gidiyor der demez, hepsi kalkıp, hocanın üstüne
yürümeye başlamışlar. Şimdi, siz, milletin ne tepki göstereceğini bilmezsiniz;
ama, sakın çıkıp da milletin arasına, işler iyiye gidiyor falan demeyin; endişe
duyarım sizin adınıza, endişe duyarım, endişe duyarım. (DYP sıralarından
alkışlar) BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli)
- Her gün milletin içindeyiz... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi efendim, 10 milyar dolar gelecek, 10 milyar dolar net gelecek, 4 milyar
dolar da geçen seneden var, 4,2, onlar
da gelecek, 14 milyar dolar gelecek. Aslında, net olarak 10 milyar dolar
gelecek; 5,5 de, bizim anladığımıza göre, bunun içinde. İnşallah öyledir;
çünkü, şu anda 31 milyar dolar geldi iki yılda, Türkiye'nin ne hale geldiğini
gördük; yani, Türkiye'nin, bu borç üstünden ne hale geldiğini gördük. Peki, 10 milyar dolar
geldi, siz, gelecek sene ne ödeyeceğinizi biliyor musunuz? Kamu kesimi 16
milyar dolar ödeyecek gelecek sene, 10 milyar dolar da özel sektörde, etti 26
milyar dolar. Nasıl ödeyeceksiniz bunu? "Ee, niyet mektubu yazdık..."
O niyet mektubu, millet için kötü niyet canım, öyle iyi niyeti falan yok onun!
"Petrol fiyatlarını yükselteceğiz..." Tabiî, ne olacak; dolmuş,
tüpgaz, gübre, ilaç, hepsi yükselecek. "Doğalgaz kullananlar metreküp
başına vergi verecek, KİT ürünlerine zam yapacağız, Tekel ürünlerine, şekere,
Telekom hizmetlerine, yetmedi, daha fazla zam yapacağız." Sonra ne
yapacaksınız; "çiftçi, artık bundan böyle, soya fasülyesi ve kanola
ekmesin..." Çünkü, ekerse, artık hiçbir şey yok; yani, bu ülkenin yüzde 40
nüfusu, bir anda üzerinden silindir geçilmiş gibi, çizilmiş, yok, böyle birisi
yok, böyle bir nüfus yok. Emekliler, sigortalılar, bundan sonra katılım payı
ödeyerek ilaç alacaklar, taneyle ilaç alacaklar; bunlar da yazılıp çizildi.
Memur maaş artışları; eh enflasyon yüzde 31 olacak; ama, memura gelince, o bile
yok. Yüzde 31 olmayacak zaten o, biraz önce ifade ettiğim gibi yüzde 60 küsur
olacak. O nedir; o, ilkönce yüzde 10, temmuzdan sonra yüzde 5. Ziraat ve Halk
Bankaları artık, katiyen; öyle, Halk Bankası esnafa, Ziraat Bankası çiftçiye...
Bunlar da yok. Ee, başka ne olacak;
başka "SSK ve Bağ-Kur primlerini daha iyi toplayacağız..." Siz
farkında mısınız ki, aftan sonra boşalttığınız, hani o hepsini dışarı
çıkardınız ya, hani ne bir iş ne bir aş, eğitim yok, bütün suçlular dışarıda,
milletin anası, kızı korkudan dışarılarda dolaşamaz hale geldi; ama, şimdi o
hapishanelerin hepsini doldurdunuz; kiminle, biliyor musunuz; o zavallı, bu
milletin bütün geleneklerinin ve sağduyusunun temeli olan o esnaf, Bağ-Kur
primini mi ödeyemiyor; SSK primini mi ödeyemiyor, çiftçi, borcunu mu
ödeyemiyor; onları hapse sokuyorsunuz. Haklarını arıyorum; haklarını arıyorum!
(DYP sıralarından alkışlar) Ha, yetmedi bunlar
"özel işlem vergilerini artıracağız..." Vergi beyannameleri;
belediyelere verilenler, SSK'ya verilenler, gümrük beyannameleri, taşıt
kayıtları, avcılık ruhsatları, cep telefonu, ne varsa, hepsine ayrıca özel
işlem vergileri koyacağız. Bakmayın bir an düştüğüne, Motorlu Taşıtlar Vergisi
artacak, Taşıt Alım Vergileri artacak. Cep telefonlarının vergisi yüzde 65;
ama, biraz daha artıracağız. Eğer, ola ki, mahallî idareler reformunu yaparsak
-hani, geldiklerinin ilk bir yılında yapacaklardı; ikibuçuk yılı geçti, hâlâ
böyle bir reform yok- o zaman, daha
fazla vergi alacağız. Ne alacağız? Buna "cinnet vergileri" diyor
millet. Telefondan, aboneli doğalgazdan, SSK'dan, motorlu araçlardan, uçak
biletlerinden, tapudan, borsadan ayrı vergiler alacağız ve birileri diyor ki:
"Tünelin ucunda ışık gözüktü." Bir başka Başbakan Yardımcısı da
çıkmış, diyor ki: "Bu sene oruç tutacağız; milletten fedakârlık
istiyoruz." (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, milletin fedakârlık yapacak
hali kalmadı. Bakın, şu mübarek günde, şu millet, iki şey için dua ediyor:
Birincisi, şu tahsildar olarak gönderilen bakan görevine geri iade edilse;
ikincisi de, şu hükümetten bir kurtulsak. Başka bir şey istemiyor. (DYP
sıralarından alkışlar) Başka hiçbir şey istemiyor. Bırakın da, şu fedakârlığı
bir defa da siz yapın da, şu milletin yüzünü güldürün. Efendim, bunu o kadar çok
söylediniz ki, üzerinde durmaya devam edeceğim; ama, sonra da çözümleri çok
ayrıntılarıyla ele alacağım, belki öğrenirsiniz umuduyla. Eğer burada yetmezse,
öbür konuşmamda da o çözümleri açarak devam edeceğim. "Efendim, siz
bozdunuz..." Bakın, şimdi, size neyi bıraktık, ne hale getirildik,
rakamları okuyacağım. Eğer biraz siyasî akıl varsa, bu rakamlar sizi çarpar. Şimdi bakın: Bıraktığımız
Türkiye'de içborç, Haziran 1997'de 4,2 katrilyon. Bu nereye kadar çıkabilir
dersiniz? 119 katrilyon. Şimdi, diyecekler ki; efendim, Türk Lirası şöyle oldu,
böyle oldu. Hay hay, dövizle başlayalım. Biz, 1993'te 23 milyar
dolarlık bir içborç alıyoruz; beş yıl sonra 28 milyar -5 milyar artırıyoruz, 5
milyar- olarak teslim ediyoruz. Bu 28 milyar, devri iktidarınızda, dört yılda
ne kadar artabilir dersiniz; yani, biz, beş yılda 5 milyar artırmışız, siz dört
yılda ne artırabilirsiniz; olsa olsa 4 milyar olması lazım değil mi? Hayır; 28
milyardan 96,7 milyar dolara... Nasıl vereceksiniz bunun hesabını? Nasıl
vereceksiniz bunun hesabını?! (DYP sıralarından alkışlar) Batırırsanız
bankaları, fonlara, hortumlara, borç üstüne borç, o yükselen faizler, tablita
programlarından açılan cari işlemler; işte gelinen nokta bu. Dışborç: Dışborcu 82
milyar dolarda bırakmışız; 111,9 milyar dolar... Dışborç stokunun gayri safî
millî hâsılaya olan oranı -bu çok önemli; çünkü, üretime olan oranını; yani,
üretim değil ama, hiç olmazsa millî gelire oranı bir göstergedir- bıraktığımız
Türkiye'de, bu 42,4. Ayrıca, cumhuriyet tarihinin almış olduğu bütün, toplam iç
ve dışborç stokunu şimdi söylüyorum; o da yüzde 57; yani, Türkiye'nin,
1920'lerden beri, cumhuriyetten beri almış olduğu toplam dışborcun millî gelire
olan oranı yüzde 42. Bu, dört yıllık iktidarınızdan sonra yüzde 76,7; yani,
katlıyor. Düşünebiliyor musunuz, katlıyor. Toplam iç ve dışborcu, millî gelire
olan yüzde 57 oranla bırakıyoruz; devri iktidarınızda yüzde 141, bir
hesaplamaya göre, DPT'nin bir hesaplamasına göre de yüzde 165, o rakamları
kullanırsanız. Yani, 2 katı, 3 katı. Bu, sizin mi; size bırakılan bu durumun mu
sonucu? Biz üzülürdük, vergi
gelirleri faize gidiyor diye; bıraktığımız Türkiye'de yarısı gidiyordu, yüzde
48... Gelinen noktada, bunu, yüzde 105'e çıkarmışlar. Vahameti düşünebiliyor
musunuz?! Bu kadar borç alınıyor; bir üretim olacak, bir vergi toplanacak, bir
şey olacak, yüzde 105... Vergi, sadece faize yetmiyor, yetmiyor!.. Durum bu. Netice itibariyle,
bıraktığımız Türkiye yüzde 8 büyüyor üç yıl üst üste ve bıraktığımız Türkiye'de
kişi başına gelir az, 3 000 küsur dolar; ama, şimdi 2 000 küsur dolar civarında
ve neticede, her şeyde bir geriye dönüş var. Geçen sene, bu kürsüden
şunu söyledim: "Biz de bir istikrar programı uyguladık; ama, o istikrar
programını bir yılda aştık, eksi 6 olan büyüme yüzde 8 oldu; üç yıl, Türkiye,
yüzde 8 civarında büyüdü ve ihracat da, yüzde 15 - 16 arttı; gümrük birliğine
girdik, ona rağmen rekabet etti Türkiye ve 1 dolar borç almadık, kimsenin önüne
gidip 1 dolar borç almadık. (DYP sıralarından alkışlar) Ona rağmen, terör
mücadelesini de yaptık, Türk cumhuriyetlerine de yetiştik." Şuralardan,
şöyle, bir başbakan yardımcısı, bir eda ve hışımla geldi buraya "efendim,
siz, ihracatı büyütmüşsünüz, büyümeyi yüzde 8'e çıkarmışsınız; elbette
yaparsınız. Onca devalüasyondan sonra, az bile bu. Biz, devalüasyon yapmadık,
yapmayacağız da" dedi. Hepinizde alkışlar, ayağa... (DYP sıralarından
alkışlar) Şimdi, o değerli Genel Başkanı, o değerli Başbakan Yardımcısını, aynı
eda ve hışımla şuraya gelmesi için davet ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Gelsin ve söylesin bakalım; onca devalüasyona rağmen, bıraktığımız ihracat 32
milyar dolar; halen, onu yakalayacak mısınız, yakalamayacak mısınız belli
değil. Büyüme, değil yüzde 8, eksi 8,5-9 ve de aldığınız borçlar 31 milyar
dolar. Gelin de, bunun, şurada bir hesabını verin bakalım; kimmiş başarılı,
kimmiş başarısız, o bir ortaya çıksın. (DYP sıralarından alkışlar) 56 yılın en
büyük küçülme rekoru, 31 milyar dolar borç; bu millet ödeyecek bunu. Netice itibariyle,
işsizlik oranları büyümüş, her şey büyümüş; ama, bugün gelinen noktada
"iktidar haksız mı?.." Şimdi, bunlara tek tek cevap vereceğim; çünkü,
şu söylediğim rakamları duyanlar, aslında, bunları yüzüne çarpılmış gibi
hissederler; ama, ben, tek tek, millet aldatılmasın diye... Bunlar tükenmiş;
zaten, bu iktidar tükenmiş; endişem o değil; ancak, bunu söyleye söyleye
cumhuriyeti hırpalıyorlar, demokrasiyi tahrip ediyorlar. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Ülkenin, kendi siyasetçisine ve becerinin
olabileceğine olan umudunu kırıyorlar. Baktım; çünkü, ara sıra, Başbakan hemen
kaçıverir bizim burada her konuşmamızda; yine aynı şey oluyor mu diye geriye
baktım; izahat vereyim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Ayıp oluyor... Ayıp oluyor... Lütfen... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi, netice itibariyle, efendim, erken emeklilik olmuş 1992 yılında -şimdi
bakın, bakın- onun için Türkiye bu hale gelmiş. Bir kere, eğer o erken
emekliliği siz yanlış görüyor idiyseniz ve popülizm diyor idiyseniz, o
değiştirilerek 50-55 yaşlarına çıkarılırken, niye komisyonlarda bir not
düşmediniz, niye buralarda muhalefet etmediniz, niye Anayasa Mahkemesine
götürmediniz? Hadi, diyelim ki bunu atladık. Şimdi, zorunlu emekliliği niye
getiriyorsunuz tasarruf diye? Niye getiriyorsunuz tasarruf diye? (DYP
sıralarından alkışlar) Onlar emekli olmasa, memur olarak maaş alacaklar. Şimdi,
bu emeklilik 40'larda olsun demiyoruz; bu, uzun vadede hesapları bozar. Onun
için, 1995 yılında, iktidarımızda dedik ki, gelin, şunu değiştirelim; 50-55
yıla getirelim, kadın ve erkek için. Hemen, o "popülizm yapmayız"
diyenler mezarlara gittiler, mezar taşlarına "yaptırmayız" diye
yazdılar, broşürler çıkardılar. Şu, Anavatan Partisinin: "Mezarda
emekliliğe hayır." (DYP sıralarından alkışlar) Bununla kalmadılar. Mezar başlarına
gittiler. "Efendim, buna katiyen hayır deriz" dediler. Sonra,
geldiler, 58 ve 60 yaşını çıkardılar; iyi mi?! Şimdi, dönmüşler, popülizmden,
zikzaktan bahsediyorlar. Efendim, gümrük
birliği... "Gümrük birliği oldu, onun için Türkiye bu hale geldi..."
Milletimiz falan biliyor, sanayici de biliyor da, ben, yine söyleyeceğim.
Canım, sizin, kendi Dışişleri Bakanınız buraya gelip "gümrük birliği
olmasaydı Avrupa Birliği hayaldi" demedi mi?! Siz, Avrupa Birliğine
gitmek, yolunu açmak falan istemiyor musunuz? O gümrük birliğinde Kıbrıs mıbrıs
dediniz. İşte, metin burada; o Kıbrıs'a bir tek atıf yoktur; ama, Helsinki'de,
maalesef, o Kıbrıs meselesini bir Avrupa Birliği meselesi haline getirdiniz; o
da antrparentez. Şimdi "efendim,
gümrük birliği Türkiye'yi bu hale getirdi..." İyi de ondan sonra ne cari
işlemler açığı bozuldu... İhracat yüzde 16 büyüdü. Krizi siz getirdiniz.
Krizden sonra... Farkında değilsiniz, bir 60 ıncı madde var gümrük birliğinde;
yani, bunları da anlamak için, acaba, sizin, birisini, dışarıdan bir tane daha
ithal birilerini falan mı getirmeniz lazım?! 60 ıncı madde ne diyor biliyor
musunuz atıfta; diyor ki: "Eğer -tabiî, bunu söylemiyor da, birtakım
beceriksizler gelir de yeni bir kriz çıkarsa; ola ki, hatta, bırakın bir
sektörde kriz çıkarsa- bir kriz çıkarsa, ülkenin kendi kendini korumaya hakkı
vardır; Ortaklık Konseyine de, bunu, gelir, bildirir." Bunu yapmak için
de, size birisini mi getirmek lazım dışarıdan?! (DYP sıralarından alkışlar) Efendim, çok büyük
dalkavukluk yaptılar. Çiftçiye ve esnafa verdiler, kaynak aktardılar; Türkiye,
bu hale geldi. Efendim, kütlü pamuğa 300 milyon dolar vermişiz; bu 300 milyon
dolar, olmuş 10 milyar dolar... Bak, bak, bak, sen şu işe!.. 700 milyon doları
da Hazine ödemiş 1997'de; ama, o 300 milyon doların üzerinden yüzde 25 reel
faiz çalıştırmışlarmış, onun için de, 1997'de 700 milyon dolar da ödenmiş
olmasına rağmen, Türkiye'nin sıkıntısı buymuş; bu da, dalkavuklukmuş!.. Ha, şimdi, beyler... Ha,
niye hanımlar demiyorum, söyleyeyim; çünkü, bir hanım bile şu iktidarın içinde
yok da, ondan... (DYP sıralarından alkışlar) GÖNÜL SARAY ALPHAN
(Amasya) - Onları da gördük Sayın Çiller. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Evet, şimdi, bakın, beyler, eğer, o yapılan dalkavukluksa, biz, gelip, yine
çiftçiye, yine esnafa onu vereceğiz, yine vereceğiz... (DYP sıralarından
alkışlar) O zaman Halk Bankasının ve Ziraat Bankasının -ha, eğer bunu
konuşuyorsanız, gelecek seferki konuşmalarımda yine getirir, yine, sizin
önünüze koyarım- o dönemlerdeki bütün kredileri patlarken, o dönemlerdeki görev
zararları, devri iktidarınızda bütün kısıtlamalarınıza rağmen, oluşturduğunuz
görev zararlarının onda 1'i bile değil. İşte, hem millete vereceksiniz hem de
beceriyle görev zararını asgarîde tutacaksınız; mesele burada. Şimdi, eğer bu
dalkavukluksa, biz, bunu, şerefle taşırız da, çiftçi adına, esnaf adına,
KOBİ'ler adına, ihracat adına, siz, şu aldığınız 31 milyar doları, üstüne bir
de yüzde 25 faizle hesaplayın ve yok olup giden... Bundan 1 sent, 1 dolar
çiftçiye, esnafa, emekliye, işçiye gitmemiş,. 1 dolar... Peki, siz, beyler,
kimin dalkavukluğunu yaptınız?! Gelin, şunun bir hesabını verin! Kimin
dalkavukluğunu yaptınız?!.. (DYP sıralarından alkışlar) MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Dalkavukluk, bize yakışmıyor, söyleyene yakışıyor!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi, bakın, eğer, en büyük hatayı arıyorsanız, bunun altında hepinizin imzası
var. Yüzyılda bir Türkiye'nin önüne gelecek bir fırsatı kaçırttınız: Telekom
davası... Türk Telekom'un değeri 40 milyar dolardı. Arşivlerinizde var. Hazine
Bakanınız da bakabilir, eğer buradaysa!.. Görüyorum ki, o da kaçmış! Şimdi,
arşivlerde var. O arşivlerde Morgan Stanley, Limen Brothers, 40 milyar dolar
-üstü var, 41, 42- değer biçiyor. Yarısını özelleştirsek, 20 milyar dolar; ne
iç borç kalıyor ne enflasyon kalıyor ne büyüme sıkıntısı kalıyor. Hiçbir şey
kalmıyor. "Efendim, bu Türkiye'nin bağımsızlığıyla bağdaşmaz..."
Anayasa Mahkemesine götürüyorsunuz. Bakın, imzalara bakın: Sayın Çağan, Sayın
Yılmaz, Sayın Ecevit, Sayın Rüştü Kâzım Yücelen, Sayın Mehmet Keçeciler, Sayın
İsmail Cem, Sayın Hüsamettin Özkan... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bakanlar bunlar! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Bütün bunların hepsi, Türkiye'yi bu fırsattan mahrum ediyor. Bitmiyor,
bitmiyor; sonra gidiyor, hani o Kurtuluş Savaşı var ya "Türkiye'yi
kurtaracağız" falan-bunun değeri düşmüş 3,5 milyar dolara-
"Türkiye'nin kurtuluş reçetesi bu" diye çıkıyorlar ve milletin önünde
diyorlar ki: "Hiç üzülmeyin; biz, artık, özelleştirme yapıyoruz; Türk
Telekomdan da 3,5 milyar dolar gelecek." Daha halen de o para gelmiyor! Efendim, geçmişte hiçbir
sıkıntı yok. Geçmişte sıkıntı varsa, aslında, 18 yıldır iktidarda olanlar, 18
yılın hesabını veremediği gibi, üstelik de geldiler, bu ülkede... Enflasyondan
başka hiçbir sıkıntısı olmayan bir ülke; yüzde 8 büyüyen, yüzde 16 ihracatı
büyüyen, Gümrük Birliğinde herkesi sollayıp geçmiş bir yıldız ülke... Bir
yıldız ülke... İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Sayın Çiller, siz de iktidardınız! BAŞKAN - Efendim, hatibin
sözünü kesmeyelim lütfen... Tahammül edin... TANSU ÇİLLER (Devamla) - "Enflasyonu
düşüreceğiz" dediler ve bakın, enflasyon yüzde 85-90 olacak bu yıl sonu.
Ekmekteki artış yüzde 122. Efendim, sütteki artış yüzde 160. Üreticiye gitse
neyse; yani, bunların hiçbir tanesinin üreticiye de gittiği yok. Margarin yüzde
150, şeker yüzde 167, kurşunsuz benzin yüzde 106, tüpgaz yüzde 148 ve elektrik
ürünleri, alüminyum ürünleri, yine, böyle yüzde 100'ler civarında. Otoyol
geçişleri yüzde 250, belediye otobüsü, metrolar vesaire; onlar da yüzde 100
civarında. Şimdi, bütün bundan
sonra, artık, bizim, geçmiş haksızdır falan, bunu siz yaptınız dememize gerek
kalmadı. İkinci mektubu açtılar. Eskiyi suçlama bitti, şimdi ikinci mektubu
açtılar; saç saça, baş başa. İktidar partileri birbirlerine, efendim, siz böyle
yaptınız, siz şöyle yaptınız, biz olsak böyle yapardık... Ne yaparlardı diye
bakıyoruz; bizim beş yıl önce ikinci demokrasi programında ilan ettiklerimiz...
Hani, o zamanlar demokrasinin adı falan yoktu buralarda, jandarma kapıya
gelince "demokrasi, demokrasi" demeye falan başladılar. (DYP
sıralarından alkışlar) Neyse, oradan paragraflar ve kurtuluş reçeteleri... 280 000 tane yeni kadro
aldınız, 1 tane daha kadro alın da, o size hatırlatsın her sabah, beyler, siz
iktidarsınız iktidar, muhalefet değil... Yapın şunları canım, gelin de yapın
şunları. (DYP sıralarından alkışlar) Beş yıldır iktidardasınız. Halen gelip, o
bu değil; gelin de şu meseleleri yapın. Şimdi, en önemli mesele:
Nasıl ödeyeceksiniz bunları, nasıl çıkacaksınız bu işin içinden? Bugün, belki
çözüm önerilerine gelemeyeceğim, yetişemeyeceğim; ama, zannetmeyin, gelecek
seferki 1 saat sadece onları konuşacağız. Belki anlarsınız diye... Belki
anlarsınız diye... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Hiçbir zaman söylemediniz ki... YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) -
Feyz aldık... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
İsterseniz iki saat yapalım; onları da ayrıntılı bir biçimde açalım; çünkü,
size üç beş dakika anlatmakla anlamanız falan mümkün değil. Şimdi, bakın, bugün,
bunları ödeyecek milletin halini bir görmek lazım. Kim ödeyecek bu 31 milyar
doları; bir de 14 milyar dolar daha geliyor, 45 milyar doları. IMF'nin en fazla
borçlu ülkesi. Kim ödeyecek?.. Başlayalım köylüden...
Köylü ne durumda; köylü ne yapacak da ödeyecek bunu acaba? Nasıl ödemeyecek
diyemezsiniz; bu ülkenin yüzde 40'ı bunlar; yani, nüfusun, dolaylı olarak
bakarsanız daha da fazlası belki; ama, yüzde 40'ı. Şimdi, traktör üretiminde
yüzde 54 azalma olmuş. Traktör alan, üreten, ürettikçe de çıkarıp bir şeyleri
ödeyebilen tarım kesimi, traktörünü, toprağını, her şeyini satıyor. Şekerpancarı... Ne
yapıyorsunuz siz biliyor musunuz; ne yapıyorsunuz? MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Fiyatı belli değil; fiyatı... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Yani, bir kere, şu şekerpancarında üreticiler, 600 000 kişi ekici, 2 milyon
insan taşımacılığı, hayvancılıkla uğraşanları vesaire... Ne yapacaksınız
bunları siz? Bu ne biçim milliyetçilik? Bunların gençlerini toplayıp kamyonlara
koyup varoşlara mı bırakacaksınız siz? Ne yapacaksınız? Ne alternatif
veriyorsunuz bunlara; ne alternatif?.. (DYP sıralarından alkışlar) Bunlar, bizim
zamanımızda, 6,5 kilogram pancar verirlerdi 1 litre mazot alırlardı. Şimdi, 25
kilogram verseler, alamıyorlar. Onu bırakın, geleceği yok, ne olacağını
bilmiyor. 13 milyon ton
fabrikaların işletme kapasitesi, bunu 11 milyon tona indirmişler.
Tatlandırıcıların oranları Avrupa Birliği normları yüzde 2 olması lazım, yüzde
10'a çıkarmışsınız. O yetmiyor, 2004'te açıyoruz diyorsunuz; yani, 2004'ten
itibaren artık pancarın üreticisi yok. Peki, ne olacak bu 2 milyon insan; ne
olacak?.. Nasıl ödeyeceksiniz o borçları? Kim üretecek; ne yapacak?.. O yetmedi tütün; yani,
tütün de az değil; 500 000 aileyi, 2-2,5 milyon insanı ilgilendiriyor
dolayısıyla. Bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogram tütünle 12 litre mazot
alınıyordu; şimdi, 1 kilogram tütünle 2,4 litre... O da ne olacağı belli değil. Şimdi bir kanun
çıkardınız, geri döndü; aynen çıkarıyorsunuz ve aynen çıkardığınız zaman bütün
tütüncüler bağırıyor, diyor ki: "Bizi üreticinin eline teslim ediyorsunuz.
Hiçbir üretici gücü kalmıyor. Bizi yabancıların ırgatı haline
getirirsiniz." Şimdi, hani şu milliyetçilikten dem vuranlar nerede;
nerede?.. (DYP sıralarından alkışlar) Şu Polonya bile, şu Polonya bile düzgün
yaptı bu işi. Özelleştirmeye karşı değiliz; yabancı sermayeye de karşı değiliz;
ama, korudular üreticilerini, korudular. Kendi içinde sattılar, şartlar
koydular, bizim fabrikalarımızda üretilecek dediler, bu fabrikalar kapanamaz
dediler, üretimde kullanılacak tütünün en az şu kadarı bizden olacak dediler.
Bizde bunların hiçbiri yok. Fındık... Türkiye'nin,
yüzde 80-85'ine sahip olduğu nadir ürün; hem dünya üretiminin hem de
ticaretinin; yani, eğer, bir tek fiyatı ayarlayabileceğimiz ürün varsa bu;
öbürlerini yapamazsınız. 2 dolardan 1 dolara düşürdünüz; maliyet altı ve
Türkiye'nin ihracatı 1 milyar dolara yaklaşmıştı; onu düşürdünüz. Milleti
fakirleştirdiniz, ülkenin gelirini düşürdünüz ve bunun adına da reform falan
diyorsunuz. Pamuk... İnanılır gibi
değil. Pamuğu besleyen nedir; pamuğu besleyen aslında çok büyük ölçüde
konfeksiyon; konfeksiyonu besleyen de pamuk. Birbirlerini tamamlayan iki yer.
Bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogram pamukla 2 litre mazot alınıyordu; bugün, 1
litre alınamıyor; onun da yarısı gitmiş. Peki, ne olacak; efendim,
prim vermeyeceğiz, hiç kimseye, hiçbir şeye prim vermeyeceğiz ve ne oluyor;
üretim düşüyor, Türkiye'nin ihtiyacı olanın altına düşüyor. Kim üretiyor
biliyor musunuz; Yunanistan üretimi fazlalaştırıyor ve Yunanistan, Türk
tekstilinin açığını, pamuk olarak kapıyor. Neden; çünkü, Yunanistan sübvansiyon
alıyor; siz, kendi çiftçinize vermiyorsunuz, o veriyor, o satıyor, o katmadeğer
yaratıyor. Ayçiçeği aynı şekilde,
gümrükler inmiş; zeytinyağı bu sene yok yılı, gelecek sene prim vermezlerse ne
olacağı belli değil; zeytin keza öyle; kayısı öyle. Yaş sebze ve meyve önemli
bir konudur; buralarda -özellikle ifade etmek istiyorum- bunlar istihdam yeri,
bacasız fabrika bunlar. Bunlara, gereken ilgi gösterilemiyor. Tariş... Tariş, işte
elinde geldiğince kuru üzümü, inciri falan bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Tarişbankı alıyorsunuz, Atatürk'ün, yegâne üreticiye verdiği bankayı
alıyorsunuz; 120 000 üyesi var, Allah'tan yanlış hesap Bağdat'tan dönüyor,
Danıştaydan dönüyor. Şimdi, bari gidin, çıkın özür dileyin 120 000 üreticiden.
O bankayı kuvvetlendirerek geri verin; çünkü, siz yapmazsanız, biz gelip, biz
yapacağız. (DYP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hayvancılığı öldürdüler. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Netice itibariyle, bugün, bütün yapılan sübvansiyonlar, ciddî bir biçimde
erozyona uğruyor. Bakın, size, Avrupa
Birliği normlarını... Çünkü, ne yapacağımızı söyleyeceğim, şimdi, tarımda ne
yapacağımızı söyleyeceğim... Toprak Mahsulleri Ofisi, dışarıya 250 milyondan
buğday satarken, 300-350 milyon dünya fiyatları ve buğdayın fiyatını
indirmişler, gübre yok, aynı zamanda tohum yok, üreticinin ilacı yok,
üretebileceği belli değil ve görüyorum ki, netice itibariyle, burada, ekmeğin
içindeki buğday oranı, yüzde 10-yüzde 15 civarı. Niye; çünkü, bütün diğer
masraflar yükselmiş. Avrupa Birliği Komisyonunun raporunda "gıda maddeleri
içinde, ham üretimin yeri çok azdır zaten" deniliyor ve siz, doğrudan
destek vereceğiz derken, onu da vermiyorsunuz; 10 000 000 verilecekti, o da 6
000 000 iniyor... Ama, şimdi, şunu söyleyeceğim: Yüzde 92 faiz uyguluyorsunuz
-bu, Ziraat Bankasının uyguladığı faiz- ve netice itibariyle, Tarım Bakanlığına
bağlı -yani, MHP'ye bağlı Tarım Bakanlığı- tarım kredi kooperatiflerinin
uyguladığı faiz, bunun da üstünde... Bunun da üstünde... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O,
sizin döneminizden beri öyle; 1991'den beri... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...ve, değerli arkadaşlarım... BAŞKAN - Hatibin sözünü
kesmeyin efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Çiftçiyi mahvettiniz... BAŞKAN - Tahammül
buyuracaksınız. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...bunlara, siz, reform diyorsunuz. Bakın, şimdi, biz ne
yapacağız, size söyleyeyim: Biz geldiğimiz zaman, yeniden üretecek, dünyada ne
kadar sübvansiyon veriliyorsa... 350 milyar dolar, tarıma sübvansiyon
veriliyor; Avrupa Birliğinde de veriliyor, ABD'de de veriliyor. Onların,
ayrıca, tarımda kullandıkları enerji fiyatları daha düşük, faizleri daha düşük,
her türlü gen teknolojisi onlarda ve siz, diyorsunuz ki, bunun adı reform.
Beyler, bunun adı, piyasa ekonomisi değildir. Eğer diyorsanız, cehalettir;
çünkü, piyasa ekonomisi, haklı rekabeti getirir. Onlar ne yapıyorsa, siz de onu
yapacaksınız. (DYP sıralarından alkışlar) Biz geleceğiz, yine,
çiftçi rahat etsin. Bakın söylüyorum, çiftçi rahat etsin. (DYP sıralarından
alkışlar) Dünya ne yapıyorsa, haklı rekabet çerçevesinde ve piyasa ekonomisi
çerçevesinde, üretebileceği fiyatı vereceğiz, yeniden prim vereceğiz, yeniden
tohumunu vereceğiz... NECATİ ALBAY (Eskişehir)
- Niye yapmadınız zamanında?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
...yeniden Ziraat Bankasını onların bankası yapacağız (DYP sıralarından alkışlar)
ve bunun adı da, dünya ne yapıyorsa odur; başka hiçbir şey değildir. NECATİ ALBAY (Eskişehir)
- Daha önce niye yapmadınız?! TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Şimdi, memur maaşları... Bir kere, anlamadığınız
şey şu: Üretim olmadan, bu işi düzeltemezsiniz. Üretimin maliyetlerini düşürmek
için de tüketim olması lazım. Tüketim olmazsa eğer içeride, o maliyetler
yükselir, rekabet gücünü kaybedersiniz. Size, iktisat 1'in, birinci sınıfının
ilk satır dersi... (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler)
Tüketim artmadan içeride, o üreticinin maliyetleri rekabet gücünün üzerinde
kalır. "Efendim, biz,
herkesin tüketim imkânını bitireceğiz." Dediğiniz bu. Ne yapacağız; memur
maaşlarını indireceğiz ve asgarî ücreti eriteceğiz -eritiyorsunuz zaten- Emekli
Sandığı, SSK, Bağ-Kur emeklilerinin hepsini eriteceğiz -erittik de zaten-
asgarî ücretten yüzde 65 kesinti alacağız -bu, Dünya OECD ortalamalarını
katlıyor- bu yetmeyecek, bunu biraz daha sıkacağız... Şimdi diyecekler ki,
efendim, siz de bir 5 Nisan kararları uygulamaya koydunuz, o zaman da işçi
ücretlerini ne hale koyduğunuzu biz biliyoruz. Öyle diyeceksiniz, değil mi?!
(DSP sıralarından "Demeyeceğiz" sesleri) Deyin canım!.. Deyin de, ben
de cevap vereyim. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, bakın... Bunu
söyleyen, o zamanlar sokağa inen Bayram Meral. Bayram Meral'in ağzından, bir
sivil platformda söylediğini aynen ifade ediyorum. Türk-İş'in Başkanı diyor ki:
"1994 yılında da bir kriz oldu. O zaman, işçinin ücreti ortalama 22 milyon
lira idi ve o parayla 568 dolar alıyorduk sizin krizinizde -1994 krizi- bu yıl,
işçimiz ortalama 680 milyon lira alıyor ve bununla da, sizin kriz döneminizde
işçinin ortalama 568 dolar olan ücreti 400 dolara düşmüştür." Evet,
herhalde, bu kadar açık diye düşünüyorum. Kim tüketecek; yani, bu ülkede kimi
bırakıyorsunuz siz? Kim tüketecek, kim üretecek en önemlisi o? Kamu-Sen
açıklıyor "ülkemizde çalışanların yüzde 74'ü açlık sınırının altına indi
280 500 000 liranın altına- yüzde 96'sı da yoksulluk sınırının..."Temel
ihtiyaçlarını karşılayamıyor 853 milyon liranın altına indi" diyor; biri
280 milyon, öbürü 853 milyon... Böyle bir ortamda esnaf
kepenk kapatıyor -açık- hayat standardı vergisi diye adam kepengini kapatıyor,
zarar ediyor, yüzde 9 küçülüyor; yani, normal bir zaman değil. Yüzde 9 küçülen
Türkiye'de "hayır, olmaz" diyorsunuz. Nedir; sen, illa 1 800 000 000
lirayı başta bir kere bir öde. E, canım, ben kâr etmiyorum, küçülüyorum, kepenk
kapatıyorum, zararım var. Hayır, hayır... Ne olur; eğer, bir de bunu ödemezsen,
bir de hapis var. Yani, bu, aslında bir polis devletidir. Esnaf ve KOBİ'lerin
durumuna hiç değinmiyorum, yüzde 55 diyorlar faizleri, böyle bir olay yok. Eğer
takipteyse, yüzde 82,5... Enflasyon yüzde 31 olacak diyorlar bak şimdi.(!)
Yüzde 31 enflasyon olacak; ama, takiptekiler yüzde 82,5; böyle bir ortam ve
netice itibariyle, seve seve katlanırız kampanyaları.(!) Bir de şu koltuğu siz
seve seve bir bırakabilseniz ah! (DYP sıralarından alkışlar) Resimler... 102 yaşında
açlık telaşındaki insanlar... En içimi acıtan, Manisa'da 7 tane çocuğun en
küçüğü Merve Efe açlıktan ölüyor, doktor raporuyla; böyle bir şey var mıydı?!
102 yıllık dedeleri, bu sıralarda bekletip patates kavgalarına sokmak sizin
törelerinizde var mıydı?! Var mıydı sizin törelerinizde?! (DYP sıralarından
alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Nihayet binlerce emekçi,
binlerce ilanlar... BAŞKAN - Lütfen
efendim... Lütfen efendim... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
İlk defa, esnaf sokaklarda. Cumartesi günü, binlerce emekçi, Türkiye'nin her
yerinde ilanlar vermiş, olmamış ve üzgünler; çünkü, hak ettikleri yankıyı
bulamamış. Bakın, şimdi, size,
önemli bir adamın, önemli bir İngiliz parlamenterin, Richard Sheridan'ın
söylediği bir şeyi okuyacağım; diyor ki: "Bana, dejenere bir Lordlar
Kamarasını verin, o, iktidarın olsun. Sefil bir Avam Kamarası da iktidarın
olsun. Dalkavuk bir mahkeme de iktidarın emrinde olsun. Halktan kopuk bir
hükümdar da iktidarın olsun. Siz, bana, zincire vurulmamış bir basın verin
yeter. Ben, o zaman, İngiliz vatandaşlarının hürriyetlerinin ve haklarının
nasıl korunacağını gösteririm." (DYP sıralarından alkışlar) Tabiî, değerli
arkadaşlarım, bu İngiltere, Türkiye değil; ama, Türkiye'de de, ezilmiş halk
kitleleri, ellialtı yılın en büyük sıkıntısını yaşarken ve bütün Türkiye'ye
dağılmışlarsa eğer, o haykırışın derinliğinin Türk medyasında aksettirilmesini
beklemektedir. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, buradan nasıl çıkacağımıza geleceğiz; ama, farkındayım ki, 1 dakikamız
var. Bunu, bilinçli yaptım; çünkü, bu önlemler ve ne yapılması o kadar önemli
ki, yine, bütçenin bitiş konuşmasını yaparak, bu bir saati, sizin
yanlışlarınıza ve tek tek onların çözümlerine ayırmak istiyorum; çünkü,
milletimiz şuradan bilmelidir ki, bu işin çözümü var ve hiç kimse umutsuzluğa
kapılmamalı; çünkü -bakın, burada, herkesin önünde söylüyorum- Doğru Yol
Partisi bir yıllık iktidarında yüzde 7 büyümeyi yeniden yakalar ve yeniden
yıkılan o ortadirek ayağa kalkar. Bakın bir yılda diyorum, bir yılda... (DYP
sıralarından alkışlar) Bugün yapılması gerekli
olan şey, aslında, bir büyük devlet gibi yeniden yapılanan dünyada yerini
alması, Türkiye'nin. Bütün bunlara, dışpolitikaya da gelecek sefer geleceğim;
ama, bugün, ne yapıp yapıp, bütün Türkiye, meseleye milletin el koymasını
bekliyor. Bir Siyasî Partiler Yasasını değiştirelim, Seçim Yasasını
değiştirelim, millet önseçimi yapsın, tercih sistemini getirelim; herkes bunu
bekliyor; ama, biz, bunu, götürürken, bir bakıyoruz ki, iktidar partileri,
yüzde 10 barajını düşürmeye kalkıyorlar. Korkunun ecele faydası yok değerli
arkadaşlarım, yok, yok; yok da, Türkiye'yi, beşli, altılı koalisyonlarla idare
edilemez hale getirmeye de kimsenin hakkı yok. (DYP sıralarından alkışlar) YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) -
Siz de iktidara gelemezsiniz. BAŞKAN - Lütfen
efendim... Lütfen... Kimin gelip kimin
gelemeyeceği daha sonra belli olur. Hatibin sözünü kesmeyin. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kesildi) BAŞKAN - Buyurun efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) -
Buna, eninde sonunda millet el koyacaktır. O sandık gelecektir ve millet bunun
hesabını mutlaka soracaktır; ama, o sandık, bu karanlık dönemi kapatacaktır.
Yeniden üreten bir Türkiye, yeniden bir büyük Türkiye; yeniden ihracat yapan
bir Türkiye, yeniden köylüsü ayağa kalkmış, onların ihracatı olan; esnafı ayağa
kalkmış, yeniden bir eli Avrupa Birliğinde, bir eli Türk cumhuriyetlerinde,
yeniden yapılanan dünyada bir hasta adam görüntüsünde değil; büyükler arasında
büyük Türkiye olan bir Türkiye. (DYP sıralarından alkışlar) Yeniden başlayacağız; hiç
kimse umutsuzluğa kapılmasın; bu zaman yakındır. Siyaset, vizyonla tecrübeyi
birleştirme sanatıdır. Ben, bu vizyon ve tecrübeyle diyorum ki, Türkiye'nin
aydınlık günleri sandıkla yeniden başlayacaktır. Bütün vatandaşlarıma bir
kez daha saygılarımı sunuyorum. Mübarek ramazanlarını kutluyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çiller. Sayın milletvekilleri,
oturama 14.00'e kadar ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.33 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.05 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (Devam) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam) 4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı:
774) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar. Çalışmalarımıza, bütçe
üzerindeki genel görüşmeye, kaldığımız yerden devam ediyoruz. Toplantı yetersayısını
ben isteyebilirim; ama, hadi, istemiyorum... Şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan ile
İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas'ta; ama, Nesrin Nas yok. Onun için,
Nesrin Nas'ın süresinden biraz Sayın Aslan'a kaydırayım. Az daha toplantı
yetersayısı yok diyecektim; Sayın Köse geldiği için, demiyorum... Ama, Doğru Yol
Partisinden kimse yok, Saadet Partisi var... Sayın Aslan, buyurun.
(ANAP sıralarından alkışlar) BEYHAN ASLAN (Denizli)-
Efendim, olmazsa 3-5 dakika bekleyelim. BAŞKAN- Yok efendim; siz
buyurun. ANAP GRUBU ADINA BEYHAN
ASLAN (Denizli)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu
ve şahsım adına Meclisi saygıyla selamlıyorum. Siz milletvekili arkadaşlarımın
ve vatandaşlarımızın idrak edeceğimiz ramazan bayramlarını ve yeni yıllarını
kutluyorum. Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, devletin malî portresinin çıkarıldığı, geçmişin
muhasebesinin yapıldığı, sonraki yıllara ilişkin hedeflerin ortaya konulduğu
faaliyetlerdir. Bütçe görüşmelerinde, iktidarıyla muhalefetiyle tüm parlamento,
ülkenin ve milletin sorunlarıyla ilgili görüşlerini, artısıyla eksisiyle
hükümetin çalışmalarını ortaya koyar ve tartışır. Siyasî parti
temsilcilerimizin bütçe vesilesiyle görüş belirtmeleri, eksik ve taraflı olarak
gerçeklere aykırı tablolar çizmeleri demek değildir. Bu kürsüye çıkan herkesin,
ülkenin ve milletin sorunlarını sadece tespit etmek değil, bununla birlikte
teklifler getirmek mecburiyeti vardır. Teklifle tamamlanmayan tenkitler,
ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkmasına katkı sağlamadığı gibi,
insanımızın karamsarlığını ve umutsuzluğunu artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Siyaset kurumu, negatif yüklü mesajlarla donanmış, inançsızlık ve karamsarlığa
dayalı siyaset yönetiminden, artık, vazgeçmek zorundadır. Bu yöntem, sadece
karşı tarafa değil, söylem sahiplerini de içine alacak şekilde, topyekûn
siyaset kurumuna zarar vermektedir. Bugün yaşanan
sıkıntılardan dolayı, iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasetçilere yönelik bir
tepkinin varlığını inkâr etmek mümkün değildir. Bunun için, bütçe
görüşmelerinin, suçlama, savunma ikileminden çıkarılıp, ülke sorunlarının,
çözüm odaklı ve objektif bir şekilde tartışıldığı bir platform haline
dönüştürülmesini temenni ediyorum. Ne yazık ki, Anamuhalefet Partimizin Sayın
Lideri, gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım anlayışıyla, eski
alışkanlıklarıyla, yine demagojik ve abartılı beyanlarla felaket tellallığına
soyunmuş, yine bol kepçe popülizm ve ucuz kahramanlığa soyunmuş -dinledik
kendisini- geleceğe ilişkin hiç ama hiçbir öneriyi şu kürsüden ortaya koyamadı.
Bu siyaset anlayışı sizlere hayırlı olsun; ama, insanımız, artık, bitmez
tükenmez polemiklerden ve kavgalardan bıkmıştır. Artık, insanımız, tespit
edilen problemlerin çözümüne ilişkin önerileri ortaya koymanızı istiyor. Bu
çerçevede, Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, geleceğin dünyasının güçlü bir ülkesi olmak istiyorsa, insan hakları
ve hukukun üstünlüğü temelinde, çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü bir demokrasi
doğrultusunda kendini yeniden yapılandırmak zorundadır. Bu hedeften herhangi
bir sapmaya gidilmesi veya gecikmelere yol açılması, ikiyüz yıllık Batılılaşma
mücadelesi sonunda elde ettiğimiz birikimin tümüyle heba edilmesine yol açacaktır.
Modernleşme sürecinde yaşadığımız en önemli sorun, bu projenin, bireye değil
kurum odaklı olarak yürütülmüş olmasıdır. Devlet, her şeye mutlak anlamda hâkim
olmak adına bireyi ve toplumu kendine köle etmeye çalışmayacaktır; tam tersine,
bireyin ve toplumun enerjisini ülke yararına seferber edebilen devlet
demokratik devlet olacaktır. Türkiye, dışa kapalı bir
üçüncü dünya ülkesi konumuna düşmek istemiyorsa, demokrasi ve özgürlükler
alanında gerekli adımları bir an evvel atmak zorundadır. Çağımızda devletin
uygarlık ve çağdaşlaşma ölçüsü, hukukun üstünlüğü ve insan haklarıyla ilgili
sözleşmelere uyum ve insan haklarının korunmasında gösterdiği özendir. Geçtiğimiz onbeş yılda,
Avrupa İnsan Hakları Adalet Divanına ferdî başvuru hakkının tanınmasından İşkenceyi
Önleme Sözleşmesinin imzalanmasına, Paris Şartının kabulünden Meclis İnsan
Hakları Komisyonunun kurulmasına kadar çok önemli adımlar atılmıştır. Yıllarca
tabu görülüp değiştirilemez sanılan Türk Ceza Kanununun 141, 142, 163 üncü
maddelerinin kaldırılması bile Türkiye bakımından önemli bir ilerlemedir. Anavatan iktidarlarının
yaptığı bu atılımlar, söylemde demokrasi diyenlerle, demokrasiyi slogan olarak
alanlarla, içi boş kavram olarak paket hazırlayanlarla eylemde demokrasiyi
ülkeye yerleştirenler arasındaki önemli farkı gösterir. Anavatan Partisinin
düşünce, inanç ve teşebbüs hürriyetlerini esas alan siyasal yaklaşımı, evrensel
demokrasinin asgarî standartlarını oluşturmaktadır. 1999 yılı aralık ayında
yapılan Helsinki Zirvesinden sonra girilen Avrupa Birliği aday üyelik sürecini,
Türkiye'nin demokratikleşme ve yeniden yapılanma çalışmalarına ivme kazandıran
bir gelişme olarak görüyoruz. Kopenhag kriterlerinin hayata geçirilmesi
konusunda yeterli olmasa da ciddî bir çaba gösteren Türkiye, son anayasa
değişikliğiyle bu konuda iradesini ortaya koymuştur. Anayasanın değiştirilen
hükümleri doğrultusunda, uyum yasaları, gecikmeden görüşülüp hayata
geçirilmelidir. Anayasa değişiklikleri önemlidir; ama, uyum yasaları ve
uygulamayla desteklenmedikçe, anlamlı değildir. Uyum yasaları
çıkarılırken, anayasa değişikliğinde olduğu gibi, geçmişin korkuları değil,
geleceğe ilişkin hedefler ölçü olarak alınmalıdır. Hak ve özgürlükler
genişledikçe, toplumsal barış kökleşir; toplumsal barış kökleştikçe, üniter
yapı sağlamlaşır. Bu çerçevede, öncelikle, Ceza Kanunu, Terörle Mücadele
Kanunu, Polis Vazife ve Yetki Kanunu ile Ceza, Hukuk ve İdare Muhakeme Usulü
Kanunlarında gerekli düzenlemelerin cesur bir şekilde ve süratle çıkarılması
gerekmektedir. Bir yanda, ülkenin,
ekonomik kriz, yatırım, istihdam, altyapı, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi
çözüm bekleyen sorunları yığılmış beklemektedir; diğer tarafta ise, irticaı
dinden, mürtecii dindardan ayıramayan, vatandaşının, çalışanının, öğrencisinin
yüzünün sakalı, başının örtüsü, sermayesinin rengiyle uğraşan bir anlayış ve
çaba vardır. Bu çarpık görüntünün ayıbından kurtulmak zorundayız. Türkiye
Cumhuriyetini, kendi vatandaşını hasım gören, kendi insanının değerlerine karşı
mücadele veren, kendi haklarına rağmen ve hatta ona karşı yön tayin etmeye
çalışan bir devlet olarak göstermek isteyenleri haklı çıkaracak tavır ve
uygulamalardan uzak durmalıyız. İdeal devlet, milletin tüm bireylerini
kucaklayan devlettir. Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliği üyeliği, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve Atatürk'ün
geleceğe bakışıdır, Türk Ulusunun çağdaşlaşma tasarısıdır. Avrupa Birliği
üyeliği, ikiyüz yıllık modernleşme mücadelemizin ve Atatürk'ün muasır medeniyet
olarak ifade ettiği hedefin, bugün, somut biçimidir. Bizim, Türkiye'nin, Avrupa
Birliği üyeliği konusunda en küçük bir tereddütümüz yoktur. Ülkemizde büyük bir
çoğunluk, Avrupa Birliğine üyeliği istediğini söylemekte, en azından, karşı
çıkmamaktadır. Görünüşteki bu büyük mutabakata karşılık, alttan alta, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine üyeliği konusunda ciddi direnişin varlığını görmemek de mümkün
değildir. Aynı durum, Avrupa Birliği içinde de müşahede edilmektedir.
Avrupa'da, görünüşte, Türkiye'nin üyeliğine çok fazla itiraz görünmemesine
karşılık, güçlü bir istemezlik havası da hissedilmektedir. Biz, Türkiye'nin
Avrupa Birliği üyeliğinin sıkıntılı ve zorunlu bir süreç olduğunu kabul
ediyoruz; ama, bu süreci, Kıbrıs ve Ege başta olmak üzere, millî politikamızdan
taviz vermeden başaracağımız görüşündeyiz. Türkiye, hem Avrupa Birliği üyeliği
sürecinin devamı hem de Kıbrıs üzerindeki hak ve çıkarlarını korumak noktasında
kararlıdır. Birini diğerine feda edemeyiz; ya Avrupa Birliği ya Kıbrıs değil,
hem Avrupa Birliği hem Kıbrıs; her iki hedeften de taviz vermeyiz. (ANAP, DSP
ve MHP sıralarından alkışlar) Avrupa Birliği üyeliği,
bizi biz yapan değerler sisteminin yaşatılmasına, topluma, ruh, canlılık, renk
ve zevk veren kültür dünyamızın gelişimine, Türk kültürünün çağdaş kültürler
dünyasındaki varlığını sürdürmesine mâni değildir. Millî kültürümüzün temel
taşları ve harçları olan Ahmet Yesevî'yi, Hacı Bektaş Veli'yi, Yunus'u,
Mevlana'yı Avrupa kültürüne taşımak fırsatını kaçırmamalıyız. Kültür
zenginliğimizi dünyaya açmak, insanlığın hizmetine sunmak, ülkemizi ve insanı yücelten
bir olgudur. Kimse endişe etmesin, bizi ayakta tutan değerleri nesilden nesile
taşıma sorumluluğu, Avrupa Birliğine girsek de girmesek de devam edecektir. Türkiye'nin bölge ve
dünya barışı bakımından sahip olduğu stratejik önem ile birçok alandaki tezlerinin
haklılığı, Amerika'da yaşanan 11 Eylül saldırılarından sonra, bir kez daha,
açıkça ortaya çıkmıştır. 11 Eylül saldırısı uygar dünyaya, barış ve huzura
yapılmış bir saldırıdır. Terörden çok çekmiş, 40 000 evladını kaybetmiş, maddî,
manevî gücünü teröre harcamış bir ülke olarak, teröre karşı verilen mücadeleyi
destekliyoruz; ancak, Avrupalı bazı dostlarımızın çifte standardını kınıyor,
onları da, terörle mücadelede samimî olmaya davet ediyoruz. Anavatan Partisi olarak,
talebimiz, terör suçlularının otomatik iadesinin sağlanması konusunda
uluslararası hukuk çerçevesinde girişimlerde bulunulması, hükümetin öncelikleri
arasında yer almasıdır. Terörizme karşı uluslararası işbirliğinin ve
dayanışmanın zorunlu olduğu her fırsatta dostlarımıza anlatılmalıdır. Teröre
karşı ortak tutum ve kararlılıkla, daha etkili yöntemlerle savaşılması
gerektiğine inanıyoruz. Hoşgörü dini İslam, asla
masum ve çaresizlerin öldürülmesine izin vermez, masum insanlara karşı
saldırıyı ağır bir günah kabul eder. Kimsenin, din adına, hele hoşgörü dini
İslam adına, amaçları ne olursa olsun, cinayete hakkı yoktur. Bize göre, Usame
Bin Ladin de, Carlos da, Öcalan da adi birer teröristtir. Adi terör olaylarının
medeniyetler çatışması formatına dökülmeye çalışıldığı bir dönemde, hoşgörü,
barış, sevgi, uzlaşma temaları üzerinde yoğunlaşılması, bu değerlerin
evrenselleşmesi, sadece bizim değil, tüm insanlığın hayrınadır. Terörle
mücadelede, Avrupa Birliği üyeliği sürecinden kopmuş bir Türkiye için, bu tür
sorunlar çok daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk Milleti, tarih boyunca pek çok defa sıkıntılı dönemler
geçirmiştir; şartların en kötü olduğu, her şeyin olumsuz göründüğü dönemlerde
bile yaşadığı sıkıntılı dönemlerden çıkış yolu bulmayı başarmıştır. Bugün, Türk
Milleti ve Devleti, potansiyelinin ve gücünün pek azını kullanabilmektedir.
Halbuki, bu potansiyel ve güçle, bugünden çok daha iyi bir durumda olmamız
gerekiyordu. Yapmamız gereken, Türk insanına, gerçek potansiyelini ve gücünü
kullanabileceği bir ortamı oluşturmaktır; ona, bu imkân ve fırsatı tanımaktır.
Bunu sağlayacak olan da, siyasette, yönetimde ve ekonomide; yani, tüm alanları
kapsayan eşzamanlı ve birbiriyle uyumlu bir yeniden yapılanma hamlesidir. Bu şekilde insanımızın
önündeki engelleri kaldırdığımızda, Türkiye'nin, sadece sorunlarından
kurtulmakla kalmayıp, büyük bir sıçrama yapabileceğine inanıyoruz. Yakın
tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. 1950'de, 1960'ların sonu, 1970'lerin başı
ve 1980'lerde yaşadığımız atılımlar, hep, fevkalade sıkıntılı dönemlerin
ardından gelmiştir. Türkiye, bir fetret döneminden daha çıkmanın sancılarını
çekmektedir. Yeniden yapılanma arayışları, bunun tezahürüdür. Hantallaştığı, eskidiği,
verimsizleştiği, vatandaşından koptuğu için artık yürümeyen bu sistemi, sadece
hükümet değil, tüm Parlamento ve topyekûn siyaset kurumu olarak, elbirliğiyle
yeniden yapılandırmak zorundayız. Mecliste grubu olsun olmasın tüm siyasî
partilerimize ve hangi partiye üye olurlarsa olsunlar tüm milletvekillerimize,
birlikte bu şerefi paylaşmayı teklif ediyoruz. Umarım, 2002 yılı bütçe dönemi,
bu büyük atılımın gerçekleştiği dönem olacaktır. Değerli milletvekilleri,
2002 yılı bütçesi, ekonomik krizden çıkış mantığıyla hazırlanmış bir bütçedir;
bütçe hedefleri de bu amaca göre tespit edilmiştir. Ancak, Anavatan Partisi
olarak, yalnız bütçede öngörülen hedeflere ulaşmakla krizin sona ermesini
mümkün görmüyoruz; çünkü, Türkiye'de, bugün, tek boyutlu ve tek alanlı değil,
çok alanlı ve çok boyutlu, her alanda derinlemesine yaşanan bir kriz vardır.
Ekonomi alanında yaşadığımız krizle birlikte, idarî ve siyasî yapımızda da
derin bir krizle karşı karşıyayız. Eğer, krizden çıkmak istiyorsak, birbirini
tetikleyen veya biri diğerini ağırlaştıran bütün bu kriz alanlarında gereken tedbirleri,
aynı anda almak ve uygulamak zorundayız. Nitekim, bütçe hedefleri, bilhassa
ekonomik ve idarî yapımızda köklü tedbirler almamızı gerektirmektedir. Bu
tedbirler siyasî alandaki düzenlemelerle bütünleştirilmediğinde başarı şansı
yine yoktur. Ancak, tüm bu alanlardaki düzenlemeleri zamanında ve amaca uygun
bir tarzda hayata geçirebilirsek bütçe hedeflerine ulaşabiliriz. Sadece bütçe
hedeflerine ulaşmakla kalmaz, krizden çıkış için gerekli güven ortamının
oluşmasını ve en temel sorun olan kamu açıklarının kapanmasını da sağlarız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Partisi olarak, bu çerçevede, krizden çıkışı
sağlayacak şekilde, ekonomik, idarî ve siyasî alanlarda kapsamlı bir yeniden
yapılanma programı hazırladık. Yaşadığımız krizin çokalanlılığı ve
çokboyutluluğu karşısında, herhangi bir alanda sorunları erteleme ve geleceğe
bırakma gibi bir imkânımız bulunmamaktadır. Sorunları çözmek için
gerekli kararlılığı gösteremeyenler, sürekli, çözümü zamana bırakmayı veya
ileriye ertelemeyi tercih etmişlerdir. Mevcut düzeni sürdürme gayretleri ile
ülkenin ve toplumun önünü açma çabaları birlikte yürümemektedir. Kimi zaman
üzeri örtülerek, kimi zaman ileriye ertelenerek, kimi zaman da göstermelik
düzenlemelerle çözülmüş gibi takdim etmekle, sorunlar büyümektedir. Halbuki,
doğru olan, sorunları örtmek yerine, açıkça tartışmak ve çözümü yönünde gayret
göstermektir. Sorunların yüksek sesle
dile getirilmesinin ve tartışılmasının amacı, çözümü konusunda bir kamuoyu
oluşturmak ve toplumdan destek almaktır; çünkü, toplumun destek vermediği,
inanmadığı, güvenmediği hiçbir çabanın sonuca ulaşması mümkün değildir.
Anavatan Partisi olarak, ülkenin, felaketlerden demokrasiye, yönetimden
ekonomiye tüm sorunlarını ısrarla gündeme getirip, tartışmaya açmamızın sebebi
budur. Nitekim, başlattığımız
tartışmalar, Türkiye'nin demokratikleşme ve Avrupa Birliği üyeliği sürecinin
sağlıklı bir çizgide ve kesintisiz devam etmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Aynı şekilde, koordinasyon eksikliği ve girişimcilerin ürkütülmesi başta olmak
üzere, ekonomide yaşanan tüm sorunlara ve sıkıntılara defalarca dikkat çeken
yine Anavatan Partisi olmuştur. Krizler ortaya çıktığında, bunları, derhal, en
ciddî, kapsamlı ve çözüm üretme amacına dönük olarak değerlendirip, teşhis ve
tekliflerini süratle ortaya koyduk. Anavatan Partisi olarak eleştiri
getirdiğimiz hiçbir konuda ve hiçbir alanda kendimizi dışarıda tutmadık,
özeleştiri yapabilme erdemini de gösterdik. Bu doğrultuda gerçekleştirdiğimiz
çalışmalardan biri de hazırladığımız çözüm için yeniden yapılanma programıdır. Değerli milletvekilleri,
bugün, Türkiye'de yalnızca ekonomik, siyasî ve ahlakî krizden ya da idarî
krizden bahsetmek, problemi eksik algılamaktır, problemin peşinen çözümsüzlüğe
mahkûm edilmesi demektir. Bütün bu alanlarda, çoğu
yapısal nitelikli ağır sorunlar, krizin boyutuna ulaşmış, çözüm girişimlerinin
eksik teşhis ve tedavi nedeniyle sonuç vermemesi, toplum psikolojisini de
etkileyerek genel bir güvensizlik havası yaratmıştır. Kabul edilmelidir ki,
krizden çıkışın psikolojik boyutu en az idarî ve yasal tedbirler kısmı kadar
önemlidir. Hükümetin krizden çıkış
için yapacağı çalışmaların hedefine ulaşması, ancak, kamuoyunun ve
Parlamentonun topyekûn ve samimî desteğiyle mümkündür. Bu doğrultuda
gösterilecek kararlılık ve oluşacak mutabakat, sadece krizin psikolojik
eşiğinin aşılmasını değil, Türkiye'nin yepyeni bir dünyaya adım atmasını da
sağlayacaktır. Demokratik sistemde
sorunların çözüm merciinin siyaset kurumu ve Parlamento olduğuna inanıyorsak,
hepinizin bu çalışmalarımıza destek vermesi, ülke menfaati gereğidir. Çözüm
için yeniden yapılanma programını, sırf muhalefet olsun diye itiraz ve eleştiri
perspektifinden değil, Türkiye'yi taşımak istediğimiz ortak hedefler
doğrultusunda sağlayabileceğiniz katkılar açısından değerlendirmenizi önem
atfediyoruz. İnsanımız, artık, içi boş
tartışmalardan ve polemiklerden, kavgalardan bıkmıştır. Herkes "ayinesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz" sözüne uygun olarak, akılcı ve uygulanabilir
çözüm tekliflerini ortaya koymak zorundadır. Böylesinin, hem ülkemiz hem
milletimiz ve hem de Parlamentomuz açısından çok daha hayırlı olacağına
inanıyoruz. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de insanların sadece hükümete, Parlamentoya ve siyaset kurumuna değil,
genel anlamda devlete ve idareye karşı bir güvensizliği söz konusudur.
Güvensizlik sorununun çözümü için en başta yapılması gereken, her alanda
şeffaflığın sağlanmasıdır. Toplumun Parlamentoya güvenini sağlamadan burada
alınacak hiçbir kararın vatandaşlarımız tarafından benimsenmesini ve saygı
duyulmasını temin edemeyiz. Bunun için de, Meclis üyelerinin ve bakanların,
seçildikten sonra edindikleri mal varlıklarının, Parlamento harcamalarının ve
ihalelerinin ilan edilmesi gibi, açıklığı sağlayıcı mekanizmaların kurulması
gerekmektedir. Devlet İhale Kanunu,
ihalelerin, sadece kamunun değil, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinin de katılımıyla, topluma ve basına açık yapılmasını sağlayacak
şekilde düzenlenmelidir. Kamu alımları kurulu oluşturulmalıdır. Kamunun ekonomik alandan
çekilmesi ilkesi çerçevesinde özelleştirmeye yeni bir anlayış ve mevzuata hız
kazandırılmalıdır. Vatandaşların, idarenin
gizli nitelikte olmayan tüm işlemleri hakkında sistematik ve sağlıklı bilgi
almasına imkân vererek, yönetimde şeffaflığı sağlayacak olan gün ışığında
yönetim yasası bir an evvel çıkarılmalıdır. Bu çerçevede, bütçe uygulamaları,
ilgili tüm kesimlerin denetimine ve toplumun gözetimine açık şekilde
gerçekleştirilmelidir. Değerli milletvekilleri,
siyaset kurumunun güven tazelemeye ihtiyacı vardır. Demokratik siyasal sisteme
hayat veren siyasî partiler, demokratik kuralları kendi bünyelerinde etkili ve
geçerli kılmazlarsa demokratik yaşamın unsuru olamazlar. Siyasî partilerin,
eleştiriye açık, seçmeniyle doğrudan ilişki kurabilen, talep ve beklentilere
göre kendisini yenileyebilen yapılar haline gelmesi şarttır. Bu çerçevede, siyasî
partilerin karar alma, uygulama ve denetim süreçleri ve mekanizmaları bütünüyle
yeniden oluşturulmalıdır. Siyasî parti üyeliği hukukî teminat altına alınmalı,
üyelik sicilleri il ve ilçe seçim kurulları nezdinde tutulmalıdır. Partilerin
bağış kabulleri bir disipline bağlanmalı, seçim kurulları, partilerin
gelir-gider hesaplarını belirli periyotlarla kamuoyuna ilan etmelidir. Hangi kademede olursa olsun,
parti yönetiminde görev alan herkes mal beyanında bulunmalıdır. Parti yöneticileri,
KİT'lerin yönetim kurullarında görev almamalıdır. Milletvekillerine, iradî
yargılanma talebinde bulunma hakkı verilmelidir. Ayrıca, parti yetkili
organlarına, milletvekillerinin, kendi partisine mensup milletvekillerinin
yargılanması yönünde düzenlemeler sağlanmalıdır. Seçim sistemi mutlaka
değiştirilmelidir. İstikrarın sağlanabilmesi için ülke barajı korunmalı -tekrar
ediyorum, ülke barajı korunmalı- ama, daraltılmış seçim çevresi uygulamasına
geçilmelidir. Seçmenlere, partilere
birlikte aday tercihi yapabilme imkânı sağlanmalıdır. Adaylar, önseçimle
belirlenmeli, belediye başkanlığı seçimi iki turlu olmalıdır. Böylece,
demokrasinin katılımcılık unsuru güçlendirilecek, demokrasimiz, daha sağlıklı
hale gelecektir. Değerli milletvekilleri,
Parlamento tarihimize baktığımızda, Siyasî Partiler Yasası ve özellikle, seçim
yasaları, seçimlere az bir zaman kala tartışılmış ve değiştirilmiştir.
Konjonktürel değişikliklerle, sağlıklı ve kalıcı seçim yasaları bugüne kadar
çıkarılamamıştır. Döne döne düşünmeli,
uzlaşma sağlamalı, siyasî partiler ve seçim yasaları, seçim ufukta yokken
değiştirilmelidir; sağlıklı, kalıcı seçim yasalarına ulaşmanın yolu budur. Anavatan Partisi olarak
açıkça ifade etmek istiyoruz; bugünkü şartlarda, Türkiye'nin, bir erken seçime
ihtiyacı yoktur; ancak, siyasî partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesine
ise, her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Önerimiz, tüm siyasî
partiler, görüş ve düşüncelerini Uzlaşma Komisyonuna bildirmeli ve ortak bir
metin üzerinde uzlaşma sağlanmalıdır. Komisyona verilecek bir süre içerisinde,
siyasî partiler ve seçim yasaları mutlaka değiştirilmelidir. Çağdaş toplumlarda
toplumsal yaşam ilkeleri arasında etik değerlerin önemi tartışılmaz. Siyasal
yaşamın da etik kuralları vardır. Siyasetle uğraşanlar bu kurallara uymak ve
saygı göstermek zorundadır. Siyasal etik değerlerin kurallarını belirleyen ve
kurallara aykırı davranışlara karşı yaptırımı olan siyasî ahlak yasası mutlaka
çıkarılmalıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; basın özgürlüğüyle donatılan basın-yayın organlarımız,
görevlerini yaparken, kişilik haklarına, özel yaşama, hayatın gizliliği
ilkesine, masumiyet karinesine, meslekî ve ticarî saygınlığa özen
göstermelidirler. Basın özgürlüğü ile kişilik haklarının çatışması, günümüzün
en önemli ve çözülmesi en acil olan sorunudur. Basın özgürlüğünün sınırının,
Avrupa Birliği standartlarında, gelişmiş ülkeler çizgisinde bir düzenlemeye
ihtiyacı vardır. Yine, basın özgürlüğünün korunması için, basın-yayın tekeline
karşı yasal boşluklar doldurulmalıdır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, 1983 Anavatan iktidarıyla başlayıp, 1991 yılına kadar devam eden
dönemde, dünyanın en süratli ve en radikal değişimlerini gerçekleştiren ülke
olmuştur. Bu başarının ardında, mevcut sistemi kökten değiştirerek, sorunlara
köklü, yapısal, çağdaş çözümler getirme anlayışı vardır. Siyasetten ekonomiye,
üretme yerine mevcudu tüketme olgusu ve popülist siyaset anlayışı, ülkeyi
gerileme dönemine taşımıştır. Bugün, 1983'teki gibi yeniden yapılanma ve
radikal değişimleri gerçekleştirmek zorundayız. Anavatan Partisi olarak,
her zaman söylediğimiz gibi, bugün aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla,
Türkiye'nin, yoluna devam etmesi mümkün değildir. Bu yapı eskimiş, bu yapı
verimsizdir. Bu nedenledir ki, ekonomiden siyasete, idareden hukuka, eğitimden
güvenliğe kadar her alanda köklü değişime ihtiyaç vardır. Gerekli açılımları,
daha fazla zaman kaybetmeden gerçekleştirmek zorundayız. İlke olarak, merkezî
yönetimin, mahallî nitelikteki tüm görev, yetki ve imkânları yerel yönetimlere
devredilmelidir. Kamu yönetiminin mutlak merkeziyetçi anlayışa göre tasarlanmış
yapısı, bu ilke doğrultusunda verimlilik ve etkinlik unsurları da gözetilerek,
yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü, mevcut sistem içerisinde diğer bütün
sıkıntılar bir yana, bütçenin dahi sağlıklı bir şekilde hazırlanıp uygulama
imkânı olamamaktadır. Bugün, burada, sadece 5,7
katrilyon lirası yatırım harcamalarına ayrılmış bir bütçeyi müzakere etmekten
biz de memnun değiliz; ama, hükümette kim bulunursa bulunsun, mevcut yapı
içerisinde başka türlüsünün olması mümkün değildir. Bir yandan bütçenin gelir
ve giderlerini denkleştirmeye çalışırken, diğer yandan da mevcudu en verimli şekilde
kullanmanın yollarını aramak zorundayız. Bunun yolu da, idarî organizasyonun ve
işleyişin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu çarpık yapıyı sürdürmekte ısrar
etmenin anlamı yoktur. Bu çerçevede, öncelikle,
yapılması gereken işlerin başında bakanlıkların sayısı, yapısı, görev ve
yetkilerinin yeniden düzenlenmesi gelmektedir. Başbakan ve Başbakan
Yardımcıları gerçek anlamda koordinasyon görevini üstlenmelidirler. Devlet Bakanlarının
sayısı makul düzeye, örneğin 8'e düşürülmelidir. Bunlar da, icraî birimler
yerine, Avrupa Birliği, Türk cumhuriyetleri ve sektörlerin birbiriyle ve yurt
dışıyla olan ilişkileri gibi, farklı kuruluşların koordinasyonunu gerektiren
alanlarda görev yapmalıdır. Mevcut bakanlıkların bir
kısmı tümüyle tasfiye edilmeli, bir kısmı birleştirilmeli, bazı yeni
bakanlıklar ihdas edilmeli, bağlı ve ilgili kuruluşlar yeniden dağıtılmalıdır. Yetki karmaşası ve hatta
çatışmasından kaynaklanan bürokratik kilitlenmelerin önüne geçmek için
bakanlıklar, hiyerarşik değil, proje bazı çalışma grupları şeklinde
örgütlenmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aslan,
süreniz bitti. BEYHAN ASLAN (Devamla) -
Toparlayacağım Sayın Başkan, az kaldı. BAŞKAN - Borç yiyen
kesesinden yer. Buyurun. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Ayrıca,
mevcut sistemde, farklı bakanlıklarda bulunan birçok birim, ayrı ayrı veya
birleştirilerek aslî görev alanlarıyla ilgili bakanlıklara bağlanmalıdır. Hızlı karar almayı,
süratli ve disiplinli uygulamayı sağlamak için ekonomiyle ilgili tüm birimleri
bünyesinde toplayacak bir ekonomi bakanlığı kurulmalıdır. Ülkemizde, kentleşme hızı
ve çarpık kentleşme sorunu göz önünde bulundurularak bir kentleşme ve millî
emlak bakanlığı oluşturulmalıdır. Turizm ve Kültür, Tarım
ve Orman, Bayındırlık ve Ulaştırma bakanlıkları birleştirilmeli, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı, sanayi ve teknoloji bakanlığı haline dönüştürülmelidir. Köy Hizmetleri, Gençlik
ve Spor, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlükleri başta olmak
üzere, mahallî nitelikli hizmet yürüten kuruluşlar, genel ilkeleri belirleyen
ve planları yapan birimler dışında, tüm personel ve imkânlarıyla yerel
idarelere devredilmelidir. Yerel yönetimlerde karar
ve icra birimleri, merkez yönetimde olduğu gibi birbirinden ayrılmalıdır. Böyle
bir idarî yapı içinde, bütçe hazırlamanın da hazırlanan bütçeyi uygulamanın da
bütçe hedeflerine ulaşmanın da çok daha kolay olacağı açıktır. Değerli milletvekilleri,
sorunların kaynağı haline gelmiş bir devlet ve kriz içindeki ekonomiyle,
toplumu tehlike gören sistemle, vatandaşı hiçe sayan, adam yerine koymayan
bürokrasiyle ve tüm bunlar karşısında acze düşmüş siyaset mekanizmasıyla
Türkiye'yi yeni çağa taşıyamayız. 1980'li yıllardaki gibi, toplum dinamizmini
harekete geçirerek, bir hürriyet havasının esmesine, sindirilmiş insanları
tekrar ayağa kaldırmaya ve bununla birlikte her alanda eşzamanlı ve köklü
yapısal değişikliklere olan ihtiyacımız elzemdir. BAŞKAN - Sayın Aslan,
iktidar adına konuşuyor; ama, yeni bakanlıklar kurdurmaya çalışıyor, onu
anlayamadım. Buyurun. BEYHAN ASLAN (Devamla) -
Bir kez daha belirtmek istiyorum, bu düzenlemeler ancak eşzamanlı ve tüm
alanlarda birden gerçekleştirildiği zaman amacına ulaşabilir. Yine, bir kez daha,
önerileri, sadece tenkit nazarıyla değil, katkı sağlama niyetiyle değerlendirmenizi
temenni ediyorum ve bu yeniden yapılanmayı, iktidarımızla, muhalefetimizle, tüm
Parlamentonun, tüm sivil toplum örgütlerinin bir görevi olduğunu ifade etmek
istiyorum ve 2002 yılı bütçesinin ülkeye hayırlı olmasını diliyorum, Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Buyurun Sayın
Nas. (ANAP sıralarından alkışlar) Siz de yeni bakanlık
istemezseniz belki müsamaha edebilirim. Bunu anlayamadım ben.
Maliye Bakanlığı lağv mı oluyor?! ANAP GRUBU ADINA NESRİN
NAS (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu
ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle,
vatandaşlarımızın mübarek ramazanını da kutluyorum. Sayın
milletvekilleri, Sayın Çiller'i
dikkatle dinledim. Şunu belirtmek istiyorum: Hepimizin bildiği gibi, ekonomi
tarihi, tarihin diğer bütün alanları gibi, düşmanlık üretmek ve başkalarını
suçlamak için kullanılacak malzemeleri vermekte son derece cömerttir. Hele
mevcut siyasî kadroların hemen hemen hepsinin iktidar mevkiinde bir şekilde
bulunduğu yakın tarihimizde, bu konuda malzeme bulmak çok kolaydır; ancak,
istersek, biz, bu tarihten, yapıcı malzemeler de toplayabiliriz. Geçmiş, bizim
için ders çıkaracağımız bir ayna olmalıdır. Ancak böyle yaparak zamanın maliyetini
azaltabiliriz; çünkü, hiçbir bedel, su, köprüyü böldükten ve iş işten geçtikten
sonra neler olup bittiğinin farkına varanların ödediği bedel kadar yüksek
değildir. Biz, yapılması gerekli
değişimi zamanında yapamadığımız için tarih boyunca ağır bedeller ödedik.
Koskoca bir cihan imparatorluğunu, değişime ayak uyduramadığımız için
kaybettik. Bu noktada, Yüce Atatürk ve merhum Özal dönemleri, çağı kavramak ve
değişimi yakalamak bakımından yakın tarihimizde ciddî iki istisnai dönemdir. Bugün itibariyle, Türkiye
ve Türkiye ekonomisi için zaman dardır; ancak, henüz vakit geçmiş değildir.
Bunu söylerken, bade harabül Basra olmadan karar alabileceğimiz çizgileri hızla
geçmekte olduğumuzu hatırlatmayı bir görev bilirim. Evet, sıkıntılı geçen bir
yıldan sonra, yine sıkıntılı, ama, pek çok konuda ümit veren 2002 yılı
bütçesinin, Türkiye'yi, doğru yörüngeye girip hızla büyüyeceği 2003 yılına
hazırlayacak bir doküman olacağı inancıyla, sözlerime devam etmek istiyorum. Sayın milletvekilleri,
her şeyden önce, bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum : Geride
bıraktığımız on yıllık istikrarsız dönem bize göstermiştir ki, içinde
bulunduğumuz şartları ve sorunları gerçekçi bir şekilde tespit edip, onlarla
yüzleşmeyi beceremediğimiz sürece, hele hele canımızı sıkan gerçekleri halının
altına süpürdüğümüz sürece, başımız dertten kurtulmuyor, bir krizden diğerine
yuvarlanıp duruyoruz. Oysa, Türkiye, mevcut coğrafyası, insanı ve diğer
zenginlikleriyle, sürekli pembe tablolarla kendini avutacak ve sürekli dış dünyanın
uyarılarıyla bir şeyler yapacak bir zavallılığa mahkûm edilmeyecek kadar güçlü
bir ülkedir. Bu nedenle, ümitli olmak için nedenlerimizin çok olduğunu
belirtmek istiyorum. Bakınız, dış açığımız
kapandı ve yıl sonu itibariyle 4 milyar dolara yakın cari fazla vereceğiz.
Önümüzdeki yıl için iç ve dış borçlarımızı geri ödeme problemimiz kalmamıştır.
İç açığımızı da kapatma yolunda önemli adımlar attık. Reel faizler düşüyor ve
kamu borçlanma gereği giderek azalıyor ve daha da önemlisi, öncelikle, 1994'ten
beri var olan ve "birikmiş görev zararları" adı altındaki gizli
bütçeyi tasfiye ettik. Artık, her şey, daha şeffaf, daha öngörülebilir ve hesap
sorulabilir bir halde. Bütün bunlar, ekonomide düzelmenin öncü işaretleri
olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisi, dünya ekonomisinden
daha önce toparlanacaktır. Bunu, sadece biz söylemiyoruz, uluslararası
kuruluşlar da aynı şeyi söylüyor. Özetle, makro dengeler
yerine oturmaya başlamış bulunuyor. Önümüzdeki yıl, millî gelirin ve istihdamın
yavaş da olsa arttığını göreceğiz ve daha da önemlisi, artık, Arjantin'le de
yollarımız tamamen ayrılıyor. İki yıldan beri aynı risk kategorisinde
izlendiğimiz ve bir anlamda kader arkadaşlığı yaptığımız Arjantin, ne yazık ki,
bizim gösterdiğimiz kararlılığı gösteremedi, bizim yaptığımız fedakârlığı
yapamadı ve iflasın eşiğine geldi. Biz ise, bugün, günün aydınlanmaya başladığı
anı yakaladık; bu, son derece önemli. IMF'den gelen ek destek açıklaması da,
kredi derecelendirme kuruluşu olan Standart.and Poors'un Türkiye'yi negatif
izlemeden çıkarması da, Türkiye'nin geleceğine duyulan güvenin bir ifadesidir.
Türkiye, yeniden yatırım yapılabilir ülke olma yolunda hızla ilerlemektedir.
ABD ve Avrupa'daki ekonomik durgunluk nedeniyle faizlerin düşmüş olması da, çok
düşmüş olması da, Türkiye'yi, yabancılar için, riske alınabilir bir ülke
kategorisine sokmuştur. Ancak, burada bir uyarıya
da dikkatinizi çekmek istiyorum: IMF'den gelecek ek kaynağın yol açtığı
iyimserliğin piyasalarda yarattığı rüzgar, yapısal değişikliklerle şayet
desteklenmezse, bu olumlu hava, her an tersine dönebilir. Döviz kurunun,
faizlerin istikrar kazanması ve son haftalarda piyasalarda yaşanan gelişmelerin
kalıcı olabilmesi için yapısal reformlara hız verilmelidir. Biraz önce çok
değerli arkadaşım Beyhan Bey, bütün detaylarıyla bu programın ana hatlarını
verdi. Bu çerçevede, kamu
idaresinin yeniden yapılandırılması, ekonominin verimlilik temeline
oturtulması, malî sektörün güçlendirilmesi ve reel olarak büyütülmesi,
yatırımcılar için hukukî ve idarî güvenliğin sağlanması gibi önlemler, en kısa
sürede hayata geçirilmelidir. Sayın milletvekilleri,
Türkiye'nin IMF'den sağladığı ek destekle sadece 11 Eylül sonrası oluşan
konjonktürün etkili olduğunu söylemek haksızlık olur. Bu desteğin sağlanmasında
hükümetin kararlılığı ve bugün görüşmeye başladığımız 2002 yılı bütçe hedefleri
kilit rol oynamıştır Bakınız, Arjantin yüzde 2
faiz dışı fazlayla yetinirken, Türkiye, 2002 yılı bütçesiyle yüzde 6,5'luk bir
faiz dışı fazlayı hedeflemiştir. Başta, IMF olmak üzere, uluslararası
kuruluşların, Türkiye'yle güven tazelemesinin ve Türkiye'nin Arjantin'den
ayrılmasının temelinde bu ve tabiî ki, sıcak para aldanmasına son veren dalgalı
kur vardır. Kimi çevrelerin, önemini fazla abarttığımızı iddia ettikleri yüzde
6,5 faiz dışı fazla hedefine sıkı bağlılığın altında, bu kritik gerçek
yatmaktadır. Bu hedef, Türkiye'nin, borcunu geri ödeyebileceğinin; yani,
gelirinin, hiç değilse bir bölümüyle borçlarını ödeyerek, borçları tehlikeli
derecede yüksek ülkeler kategorisinden çıkmaya kararlı olduğunun en açık
göstergesidir. Sayın milletvekilleri,
2002 yılının, son zor yıl olması ve 2003'ün, yeni ve fakat, sağlam başlangıçlar
yılı olması için bu bütçe hedeflerinin kararlılıkla uygulanmasının yanı sıra,
daha işin başında inandırıcılığımızı sağlayacak radikal önlemlere ihtiyaç
vardır. Bu nedenle, bir yandan ekonomik büyümeyi sağlayacak önlemleri alırken,
diğer yandan da, idarî reforma giderek, kamu harcamalarını kısmak ve faiz dışı
harcamalarda ciddî bir daralmaya gitmek zorundayız. Her ne kadar, 2002 bütçesi,
toplam bütçe harcamasının, 2001 yılı fiyatlarıyla yüzde 14,8 daralmasını, hatta
giderleri, beklenen enflasyon kadar dahi artırmayarak, devletin, ekonomideki
büyüklüğünün reel olarak küçülmesini öngörmüşse de, bu adım, idarî olarak,
yeniden yapılanma hamlesiyle mutlaka desteklenmelidir. Yani, devlet
organizasyonu, öncelikle hizmetin verimliliği ve yerinden verilmesi temelinde
yeniden biçimlendirilmelidir. Bakanlık ve teşkilat sayısının azaltılması da bu
çerçevede ele alınmalıdır. Sayın milletvekilleri,
bürokrasinin artmasına, kaynak ve zaman israfına sebep olan ve aslında yerel
olarak verilmesi gereken hizmetlerin ve bu hizmetleri veren bazı yatırımcı kamu
kuruluşlarının ve artık ömrünü tamamlamış Köy Hizmetleri gibi kuruluşların
bölge müdürlüklerinin kapatılmasını; bu kuruluşların, yerinden hizmet anlayışı
çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını da bu açıdan değerlendirmeliyiz. Ve özelleştirme...
Özelleştirme, yeni bir anlayışla ele alınmalıdır. Türkiye, artık, özelleştirmeyi,
gelir elde eden bir faaliyet olarak görmekten vazgeçmelidir. Amaç, verimli bir
ekonomik yapının tesisi olmalıdır. Dolayısıyla, hiçbir verimliliği kalmamış
kuruluşların yükünü tüm topluma taşıtmaktan vazgeçmemiz lazım. Bu nedenle,
çoktan, ekonomik olmaktan çıkmış, işletme giderlerini dahi karşılayamayan ve
Edirne'den Ardahan'a kadar tüm Türkiye'nin daha da fakirleşmesi pahasına
yaşatılmaya çalışılan kamu kuruluşlarını, bir an önce, bedelsiz de olsa, ya
elden çıkarmalı ya da kapatmalıyız. Bakınız, bu kuruluşlarda çalışanların
ücretlerini ve tüm sosyal haklarını ilânihaye ödesek bile, bu kuruluşların
topluma maliyeti yarı yarıya azalacaktır. Bu da, artan kaynakla yeni yatırım
yapılması demektir, yeni iş demektir, aş demektir. Türkiye'nin bu adımı
atmaktan kaçması, artık, mümkün değildir; çünkü, idarî yapımız karmaşıklaşmış,
hantallaşmış, yarım yamalak yerine getirdiği hizmet ve görevleri aşırı pahalı
üretir hale gelmiştir. Devlet, olması gereken
alanlarda oldukça yetersizdir; eğitimde yetersizdir, sağlıkta yetersizdir.
Oysa, nüfusunun yüzde 65'ini gençlerin oluşturduğu, 30 yaşının altındakilerin
oluşturduğu bir toplumda, önceliğimiz eğitimdir, önceliğimiz sağlıktır. Bugün,
ekonomi dahil, her alanda, toplumun önünde en büyük engel olduğunu herkesin
kabul ettiği güven ortamının tesisinde, adalet sistemimizin, altyapıdan
başlayan sayısız sorununun ve yetersizliğinin darboğaz teşkil ettiği de
hepimizin malumudur. Buna karşılık, devlet, en ufak şahıs işletmesinin bile
yapabileceği işlere soyunmakta ve bu işleri yapabilmek için çok büyük
harcamalar yapmaktadır. Sonuç ise, yüksek bütçe açıkları, artan borçlar,
enflasyon, yetmeyen vergiler ve verimlilik sıralamasında sürekli gerileyen bir
Türkiye manzarasıdır. Bakınız, 1992-2000
yılları arasında kamu tasarruf açığı, özel sektör tasarruf fazlasını yaklaşık
45 milyar dolar geçmiştir. Kamu tüketimi ise, 1987-1999 yılları arasında yüzde
200 artmıştır. Bu artışın içerisinde faiz ödemeleri yoktur, sübvansiyonlar
yoktur, yatırım harcamaları yoktur; bu artış, yalnızca cari giderleri ve
personel harcamalarını, ücretleri kapsamaktadır. Aynı dönemde, millî gelirimiz
sadece yüzde 100 artmıştır. Yüzde 100'lük bir millî gelir artışına karşılık,
yüzde 200 artan bir kamu tüketimi karşısında, hiçbir ekonomi ayakta kalamaz. Değerli milletvekilleri,
her uluslararası karşılaştırmalı araştırma, Türkiye'de devletin ve ekonominin
yeniden yapılanması gereğini açıkça ortaya koymaktadır zaten. Örneğin, Türkiye,
serbest piyasanın gelişmişliği ve iktisadî özgürlükleri yansıtan dünya sıralamasında,
156 ülke arasında, 105 inci durumdadır. Türkiye'nin iktisadî özgürlük puanı
geçen yıla göre kötüleşme gösterirken, uluslararası sıralamadaki yeri de tam 42
basamak aşağıya inmiştir. Türkiye'nin olumsuz puanlarını artıran faktörlerin
başında gayri safî yurtiçi hâsılasının yüzde 35'ini aşan devlet harcamalarının
büyüklüğü ve yüksek enflasyon geliyor. Evet, artık, millete
sadece gerçeği söylemeliyiz. Ne kadar acı olsalar da, tüm çıplaklığıyla,
gerçekleri dile getirmeliyiz. Yaşadığımız; ama, kökleri geçmişte olan iki
ekonomik krizin bize maliyeti 127 milyar dolardır. Bu iki ekonomik kriz, millî
gelirde 57 milyar dolar küçülmeye yol açmıştır ve bugün, dışborcumuz 116 milyar
dolara, içborcumuz 70 milyar dolara, toplam borcumuz da 186 milyar dolara
ulaşmıştır. Bir diğer önemli husus, sosyal güvenlik kurumları açıklarının,
enerji sektörü açıklarının ve özelleştirme kapsamındaki KİT açıklarının,
toplam, yaklaşık 13 katrilyon liraya ulaşmış olmasıdır. Bu yük, ne kadar
yadsırsak yadsıyalım, 1992'de başlayan genç emeklilik, kamu bankalarına
yüklenen gizli bütçe açıkları gibi popülist politikaların sonucunda
birikmiştir. İşte, katmadeğer üretmeyen hiçbir politika, görüyorsunuz, başta
halktan yana görünse bile, sonunda halka yaramıyor. Aksine, bu popülizmin ceremesini
de, patlayan krizlerle, yine, halk çekiyor. 2002 yılında, yatırımlara sadece
5.7 katrilyon ayrılmasının nedeni de; bizim, sürekli, yeniden yapılanma,
yeniden yapılanma diye üzerinde durmamızın nedeni de budur. Değerli milletvekilleri,
yaşadığımız iki krizden aslında geriye çok önemli sorular kalmıştır. Biz, acaba
kasım ve aralık ve ardından gelen şubat krizlerinden gerekli dersleri çıkardık
mı? Değişime direnerek, sadece daha da fakirleştiğimizi, sorunları erteleyerek,
daha da ağırlaştırdığımızı, dünyada oluşan olumlu konjonktürü dahi tam
değerlendiremediğimizi; bugün yapmadığımız her şeyin çocuklarımızın ekmeğini,
işini çalmak olduğu anlayabildik mi? Biz siyasetçiler, önemsiz gibi duran
hataların, sürekli eleştirinin dayanılmaz cazibesine kapılmanın, karşımızdakinin
bileğini büktüğümüzde duyduğumuz anlık hazzın, ekonomiye ve topluma nasıl büyük
bedeller getirebileceğini anladık mı acaba? Atalarımızın "iki kıbleye
tapanda din olmaz" dedikleri gibi, hem değişimden yana gözüküp, hem de
değişimi engellemenin tam da bu tanıma uyduğunu fark ettik mi acaba? Bürokrasi,
küçük hesapların vahim hatalara yol açabileceğini acaba kavradı mı?
Vatandaşlarımız, müşterek sorunlara bireysel çözüm olmadığına ikna oldu mu? İş
dünyası, kısa vadeli bakışların, uzun dönemde en büyük hasarları getireceğini
gördü mü? İş dünyası, kişisel kazanç ve servetin, işletmesini kârlı
çalıştırmakla ve serbest piyasa ekonomisiyle mutlaka çakışmadığını anladı mı?
İşletmesi batarken, kendisinin zenginleşmesinin, Türkiye'yi, gelişmiş dünyadan ve
rekabetçi piyasalardan kopardığının bilincine vardı mı? Şahsî mal varlığının
değerinin borçlarından fazla olmasının hiçbir ekonomik değeri olmadığını
kavradı mı? Kısaca, hepimiz, gerçek
kurtuluşun, birbirimizi ütmekte değil, katma değer üretmekte olduğunu artık
fark ettik mi? Ben, bu sorulara
verilecek cevapların olumlu olduğunu ummak istiyorum. Aksi halde tarihin
çöplüğünde kendimizi buluruz. Bakınız, bundan sadece
altı, yedi yıl önce, bizden çok daha kötü ekonomik ve sosyal koşullara sahip
olan Doğu Avrupa ülkeleri, bazı Asya ülkeleri, bugün bizden çok daha iyi
koşullara sahiplerse, tüm bu soruları acımasızca kendilerine sordukları ve
hoşlarına gitmese de, doğru cevabı verip, gereğini yaptıkları içindir. Sayın milletvekilleri,
krizin aşılması ya da krizler kısır döngüsünün son bulması için, aynı zamanda,
toplumda pozitif bir yaklaşımın da hâkim olması gerekiyor. Bunun için, bazı
psikolojik faktörlerin de dikkate alınması lazım. Hürriyet alanına
getirilen kısıtlamalar ile üretim gücünün azalışı arasında çok sıkı bir bağ
vardır. Bunu, İbni Haldun söylemiş. Bunu söylerken, âdeta, asırlar öncesinden,
bugünün Türkiyesine mesaj yollamış. Gerçekten de, hürriyetler, birbirini
destekleyen ve büyüten yapıdadırlar. Her bir hürriyet alanının genişlemesi,
diğer alandaki genişlemeyi zorunlu kılar. Teşebbüs hürriyetini, diğer
hürriyetlerden soyutlamak mümkün değildir, hele hele, inanç ve fikir
hürriyetinden soyutlamak asla mümkün değildir. Son yıllardaki tüm
çabalara rağmen, bir türlü gerçekleştirilemeyen ve kimi uygulamalarla alanı
sürekli daraltılan hürriyetlerin, sonuçta psikolojik açıdan bile olsa,
yaşadığımız krize derinlik kazandırdığını görmek zorundayız. Başta teşebbüs hürriyeti
olmak üzere, her alanda hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırmak, kriz psikolojisinden
çıkışta, inanılmaz derecede olumlu bir etki yapacaktır. Bu noktada, Anayasa
değişikliğine paralel olarak, uyum yasalarını bir an evvel çıkarmalıyız. Değerli milletvekilleri,
yaşadıklarımızın bize söylediği bir başka şey de, mutlaka ve mutlaka güveni
sağlamamız gerektiğidir. Güven ortamı sağlanmadan gerçek çözümlere ulaşılamaz;
çünkü, istikrar programları, sadece ekonomik reçetelerle başarı kazanmaz.
Toplumun, o programa destek vermesi, hatta, onu sahiplenmesi gerekir. Bu
nedenle, güvenin tesisi, bundan sonra da, yine, anahtar olmaya devam edecektir
ve güvenin tesisi de, ancak, şeffaf, hesap verebilen ve öngörülebilen bir
idarî, siyasî ve ekonomik yapıyı tesis etmekle mümkündür. Özlediğimiz dürüst
yönetimin de özü budur. Çağdaş dünyada dürüstlük,
bazılarının söylediği gibi, romantik idealler ve söylemlerle değil, saydamlık,
hesap verme sorumluluğu, fırsat eşitliği ve hukuk güvencesine dayanan gerçek
bir serbest piyasa ekonomisiyle tesis edilir. Bu da bize, kamu yönetimi başta
olmak üzere, ekonomide ve siyasette eşanlı olarak yeniden yapılanmanın zorunlu
olduğunu açıkça söylemektedir. Bu zorunluluk ortada iken, işin sosyal ve
siyasal maliyetlerinden korkarak, tıpkı geçmişte olduğu gibi, gerekli adımları
atmamak ve daha da kötüsü, adım atar gibi yapmak ve sürekli geçmişe özlemi
canlı tutmak, bu ülkenin geleceğine yapılacak en büyük kötülüktür; çünkü,
bugün, sorunların ya da ekonomik felaketin sebebi, özlediğimiz o eski günlerde
yatmaktadır. Eski sistemin iflas ettiğini ve herkesin hesabını buna göre
yapması gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Hükümet değişse bile, yeni gelen
hükümet, herkese, her istediğini veremeyecektir, vermemelidir. Değerli milletvekilleri,
ekonomi, ne ulusal ne de uluslararası anlamda, birbirinden bağımsız adalardan
oluşan bir cumhuriyet değildir; ortak bir hayat alanıdır ekonomi ve hiçbir
parçasını diğerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu nedenle, biz, ısrarla,
ekonomi yönetiminin tek elde toplanmasını savunuyoruz; çünkü, dağınıklık,
resmin bütününün görünmesini engellediği gibi, her ekonomik birimin önceliği
kendi bilanço hedeflerine vermesi sonucunu doğurmaktadır. Sayın milletvekilleri,
devlet idaresini ve siyaset kurumunu gerçekten güçlendirmek, onun sorun çözücü
kabiliyetini artırarak toplum nezdinde güven ve itibar kazanmasını istiyorsak,
Parlamento olarak bir şeyi mutlaka başarmalıyız; o da şudur: Bu milletin refahı
ve devletin bekası için elzem olan düzenlemeleri geciktirmeden, zamanında,
hiçbir kurum ve kuruluşun tavsiyesine gerek bırakmadan ve onları devreye sokmadan
kendimiz alma cesaretini göstermeliyiz. Bu konuda siyaset kurumu öncü rolü
üstlenmek durumundadır. Gelişmeler tehlike boyutuna ulaşmadan gerekli kararları
alabilecek bir anlayışı siyasete mutlaka hâkim kılmalıyız; çünkü, işler çıkmaz
noktaya geldiğinde, işin tabiatı gereği, alınan kararlarda sivil siyasetin
kaygı ve endişeleri değil, duygulardan ve hassasiyetlerden arınmış,
matematiksel bir yaklaşımın egemen olması, maalesef, kaçınılmazdır. Ekonomi
batma noktasına gelip, kurtuluş için dışkaynak gerekli olduğunda ne gibi
durumlarla karşılaştığımız, 1990'lı yılların başından beri, hepimizin
aklındadır. Bu durumda, IMF ve Dünya Bankasının, ülke hassasiyetlerini, iç
dengeleri, kamuoyunun beklentilerini bir kenara bırakarak, Türk ekonomisini,
sadece ve sadece malî tablolardan ibaret görmeleri ve verebilecekleri kredinin
geri ödenip ödenmeyeceğini sorgulamaları, bizim katlanacağımız bedellerden,
inanın, en hafifidir. Sonuçta, acı reçete önümüze konur, sosyal ve siyasal
bakımdan çok sıkıntı doğuracak kararları almak zorunlu hale gelir. O nedenle,
siyaset kurumu olarak, biz, kendimiz
için başkalarından önce yapmalıyız. Bunu başkaları yaptı, biz neden yapmayalım?
Bakınız, 1959 yılında,
İrlandalılar için sadece iki seçenek vardı; ya Amerika'ya göç edecekler ya da
İngiltere'de kömür madenlerinde çalışacaklardı. Onlar, milletçe bir karar
aldılar. "Biz, artık bir üçüncü dünya ülkesi olmak istemiyoruz"
dediler ve tüm siyasî partileriyle, sendikalarıyla, meslek odalarıyla,
işadamları örgütleriyle, üniversiteleriyle ve hatta kilisesiyle bir araya
geldiler ve ekonomiyi siyaset üzerinde bir yapıya kavuşturma anlayışında
birleştiler ve gereğini yaptılar. Bir zamanlar Avrupa'nın en fakir ülkesi olan
İrlanda, bugün, sadece Avrupa'nın değil dünyanın parlayan yıldızı. Bakınız, Türkiye'de kişi
başına, yıllık sabit sermaye girişi, yabancı sermaye girişi sadece 12 dolardır;
İrlanda'da, bunun 300 katıdır. Bizim bugünkü Fransa'nın altyapısına sahip
olabilmemiz için -ki, Fransa, eskidiğini söylüyor ve yavaş yavaş değiştirmeye
başladı, onu bir tarafa bırakıyorum- en az 500 milyar dolarlık yatırım yapmamız
lazım. Dolayısıyla, yapısal reformları yapmaktan, dünyanın saygın bir ülkesi
olmaktan başka çıkar bir yolumuz yoktur. Bu, aynı zamanda, bizim, Avrupa
Birliğine tam üyelik hedefimiz için de olmazsa olmazdır. Değerli milletvekilleri,
biraz önce de söyledim, İrlanda'nın yapabildiğini biz neden yapmayalım?
Türkiye'yi dünyanın saygın ülkeleri arasına sokacak yeniden yapılanma programı
üzerinde bir millî mutabakat metnini biz neden oluşturmayalım, oluşturamayalım?
Neden yeni bir başlangıç yapmayalım? Biz de, 2003'ün, yeni başlangıçların yılı
olması için bu yılı çok iyi değerlendirerek ve "Türkiye için seve
seve" diyerek, aslında hepimizin özünde hemfikir olduğu; ama, detaylarda
ayrıldığı yeniden yapılanma projesini hayata geçirebiliriz. Türkiye'yi tekrar
yatırım yapılabilir ülke haline getirebiliriz. Bunun için, hukukî güvenliğe
sahip yatırım ortamı ve sağlıklı işleyen hukuk sistemini tesis edebiliriz.
Sürdürülebilir makro ekonomik dengeleri kurabiliriz. İki yıl çok ciddî bedeller
ödedik, çok ciddî sıkıntılara katlandık. Vergi ve teşvikler gibi temel
politikalarda idarî istikrarı sağlayabiliriz. Değerli milletvekilleri,
aslında, yapmamız gereken bellidir. Birbirimizden hangi konularda ayrıldığımızı
değil, hangi konularda birleştiğimizi açığa çıkarmak için masaya oturmak.
Ayrıldığımız noktaları değil, birleştiğimiz noktaları esas alırsak, sadece
nüanslarda ayrıldığımız ve ortak kaygımızın Türkiye olduğu açıkça görülecektir.
Bunu başkaları yaptı.
Doğu Avrupa ülkeleri yaptı, Asya ülkeleri yaptı, İrlanda yaptı. Bizim
yapmamamız için hiçbir neden olmadığı inancıyla, Yüce Heyetinize saygılarımı
sunuyorum. Bu bütçenin ülkemize
hayırlı olmasını diliyor; yeni başlangıçların bütçesi olmasını diliyorum.
(ANAP, DSP, MHP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sürenizden erken
bitirdiğiniz için özellikle teşekkür ediyorum. Çok teşekkür ederim Sayın Nas,
nazlanmadınız. Efendim, şimdi, söz
sırası Saadet Partisinde. Saadet Partisi Genel
Başkanı ve Malatya Milletvekili Sayın Recai Kutan; buyurun efendim. (SP
sıralarından ayakta alkışlar) Bir dakika Sayın Kutan. Sayın milletvekilleri,
sabahtan olan süre sarkması devam ediyor. Şu anda saat 15.10, Sayın Kutan'ın 1
saati var ve saat 16.00'da ara verme kararı almıştık; ama, Sayın Kutan'ın
konuşması bitene kadar süre uzatımını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Buyurun Sayın Kutan. SP GRUBU ADINA MEHMET
RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı
bütçesi üzerinde düşüncelerimizi açıklamak için karşınızda bulunuyorum; sizleri
ve televizyonları başında bu müzakereleri izleyen aziz milletimizi, şahsım ve
Saadet Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Bu arada, ramazanınızı ve
yaklaşmakta olan bayramınızı tebrik ediyorum. Haklı olarak, Meclis
çalışmalarında, bütçe müzakerelerinin özel bir yeri ve önemi vardır. Bugün ve
bugünden itibaren on gün süreyle, burada, bütçe kanunu üzerinden, ülkemizin
nerede durduğunu ve nereye gittiğini müzakere edeceğiz. Elimizde, 2002 Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı diye bir belge var. Elbette, bu belge üzerinde
konuşacağız. Hiç kuşku yok ki, bu belge, 57 nci Ecevit Hükümetinin, Türkiye'yi,
2002 yılında nereye götüreceğini görmek için yeterlidir; ancak, olup biteni
bütün olarak anlayabilmek için, biraz gerilere gitmek zorundayız. Değerli milletvekilleri,
2002 bütçesi, yıl ortasında hazırlanan 1999 bütçesini de sayarsak, 57 nci
hükümetin dördüncü bütçesidir. Bu tespiti yaparak başlıyorum; çünkü, hükümet
ortakları, Türkiye'nin yaşamakta olduğu derin ekonomik krizi, hep eski
yönetimlerin yanlışlarıyla açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu, 57 nci hükümetin
dördüncü bütçesidir; ama, 57 nci hükümet, ikibuçuk yıllık bir hükümet değildir;
57 nci hükümet, ortakları ve uyguladığı programlarıyla, 55 ve 56 ncı
hükümetlerin devamıdır. Hatırlanacağı gibi, 55 inci Yılmaz Hükümeti, 54 üncü
Erbakan Hükümetinin hazırladığı bütçeyi, ödenekleri ve uygulamalarıyla bozmuş,
yeni bir bütçeye dönüştürmüştü, yani, siz, dörtbuçuk yıldır kesintisiz
iktidardasınız ve 2000 yılı bütçesi, sizin 6 ncı bütçenizdir. Bu nedenle, topu
taca atmaya, kötü tabloya başka sorumlu aramaya hakkınız yok. Şimdi, burada,
Türkiye'nin nerede durduğunu tartışacağız. Çıkacak sonucun sevapları da,
günahları da sizindir; bu sonuca sahiplenme yürekliliğini göstermek
durumundasınız; elbette, hesabını da vermek zorundasınız. Değerli milletvekilleri,
yeni rakamlarla da anlatacağım; ama, önce, 2001 Türkiyesinin gazete
manşetlerini okumak istiyorum: "Çaresiz esnaf Başbakana kasa fırlattı",
"Simitçi, Meclisin önünde kendini astı", "Başbakanlığın önünde
kendini yakmaya kalktı", "Pazar yeri artıkları topluyorlar",
"Sanayi SOS veriyor", "Memurlar da zekâtlık oldu",
"300 000 çiftçiye haciz... Hapse girecekler", "Başbakanlığın
önüne barikatlar konuldu, telörgü çekildi", "Afrikalılaşıyoruz",
"Manisa'da Berivan isminde bir bebek öldü. Doktor raporu: Ölüm sebebi
açlık..." İşte, 2001 Türkiye manzaraları... Evet, gazeteleri gösteriyorum
: "Berivan açlıktan öldü..." Gazete manşetlerinden... "Memleket
sokakta..." Herkes sokakta; işçisi, memuru, emeklisi, çiftçisi sokakta.
"Afrikalılaşıyoruz..." ve işte, Meclisin bahçesinde kendini asan bir
vatandaşımız, açlıktan dolayı ve kuyruklar... "Utanın bu kuyruktan"
diye manşet atıyor gazeteler. BAŞKAN - Müsavi
yapmışsınız efendim; bütün gazetelerden almışsınız. Reklama girmiyor o zaman! MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla) - Elbette, rakamlar üzerinde de konuşacağım; ama, bu manzaralardan
sonra benim burada sizlere vereceğim rakamların, tabloların ne anlamı olabilir?!
Size hangi rakamları vereyim ki, sizde bulunmasın?! Size hangi tabloyu sunayım
ki, ondan sizin haberiniz olmasın?! Kendimizi niçin rakamlarla aldatıyoruz?!
İşte, gerçekleri açıklayan bir beyan: Sayın Mesut Yılmaz "2002 yılında da
oruç tutacağız" diyor. Sayın Kemal Derviş de "biz de üzülüyoruz, ne
yapalım; bütün bunları isteyerek yapmıyoruz ki" diyor. Değerli milletvekilleri,
Berivan bebe öldü. Kayıtlara, ölüm sebebi açlık diye düşüldü. Peki, bize ne
oluyor? Biz, niye sus pus oturuyoruz? Ne oldu o kutlu söze? Bir beldede bir
insan açlıktan ölürse, o beldede yaşayan herkes sorumludur. Ekim ayı sonu
itibariyle, 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 307 milyon lira, yoksulluk
sınırı ise 912 milyon liradır. Bu ülkede 27 milyon yoksul, açlık çeken 12 milyon
insan var. Toplumun en yoksul yüzde 10'luk kesimi millî gelirden ancak yüzde
1,8 pay alarak açlıkla boğuşurken, en zengin yüzde 10'luk kesim millî gelirin
yüzde 45'ini paylaşıyor. Gelir dağılımı, uçurumu giderek derinleşiyor. Türkiye,
iki konuda Avrupa şampiyonu oluyor; biri, gelir dağılımı uçurumu; diğeri ise
yolsuzluk. Boş yere sosyal patlama beklemeyin. Toplumsal olaylar için panzer,
cop, hardal gazı, polis köpeği, robokop elbisesi almak için para harcamayın.
Toplum, içe doğru patlıyor, tükeniyor. Değerli arkadaşlarım,
biz, bu milletin temsilcileriyiz; iyi yönetelim. Ülkenin sorunlarına çareler
bulalım, refahı ve güvenliği sağlayalım, hak ve özgürlüklere sahip çıkalım diye
buradayız. Millet, bizi, bunları yapalım diye buraya gönderdi. Evine ekmek götüremeyen
baba, çocuğunun açlık iniltilerine dayanamayan anne çaresizlikten kendini
yakıyor. Peki, bu manzara bizim yüreklerimizi yakıyor mu? Eğer, bunları
görmemek için etrafımızı koruma duvarlarıyla örüyorsak, Başbakanlığa giden
yolları kesiyor, tel örgülerle çeviriyorsak, yüreklerimiz taşlaşmış demektir.
(SP sıralarından alkışlar) O zaman, burada, bütçeden, rakamlardan, siyasetten
konuşmanın bir anlamı kalmıyor. Bırakınız siyaseti, en basit, en temel insanî
değerleri yitirmişsiniz demektir ki, o zaman, vah halimize. Tarih "açız, ekmek
yok" diye bağıran halkına "pasta yiyin" diyen yöneticilere de
tanıklık etmiştir; ama, aynı tarih Hz. Ali'yi de görmüştür. Bakınız, bir
valisini uyarırken ne diyor Hz. Ali: "Dilersem, ben de yağlar, ballar
bulurum; buğday ekmeğinin halisini yerim; ipek elbiseler giyerim; fakat, ben,
nasıl doya doya yemek yiyebilirim ki, Hicaz'da, Yemen'de belki yoksullar
vardır; günler geçmiştir de tokluk nedir görmemişlerdir. Gecemi karnı tok
olarak nasıl geçirebilirim ki, ülkemde aç karınlar, yanmış, susuzluktan
kavrulmuş ciğerler varken." Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de yoksullar var, açlık var. Tüm veriler, ekonomik
tablonun giderek kötüleştiğini gösteriyor. Bu tablonun sorumlusu, elbette 57
nci hükümet ve onu ve yaptıklarını hazırlayan 55 ve 56 ncı hükümetlerdir. Bu
hükümetlerin görev yaptığı dönemin bir temel özelliği var ki, bunun üzerinde
konuşmazsak, yapacağımız değerlendirmeler temelsiz kalır. "Niçin böyle
oldu?" sorusunu sorarız da, vereceğimiz cevap yetersiz olur. Bakınız, 54 üncü
hükümetten sonra gelen bütün hükümetlerin alternatifsiz olduğu ilan edilmiştir.
Sayın Başbakan "yanlış yapıyorsunuz, beceremiyorsunuz" suçlamaları ve
"istifa edin" isteklerine "peki, ama, alternatif yok; kim gelecek"
diyor; yani, yanlışlığı, beceriksizliği kabul ediyor; ama, Türkiye'nin başka
çaresi yoktur mazeretini ortaya sürüyor. İşte, Türkiye
ekonomisinin tahrip edildiği, geniş halk kitlelerinin açlığa mahkûm edildiği,
kaynakların ve değerlerin yok edildiği bu dönemin en temel özelliği,
alternatiflerin ortadan kaldırılmış olmasıdır. Evet, 28 Şubat sürecinden söz
ediyorum. Bu hükümet ve bundan önceki iki hükümet, alternatiflerin yok
sayıldığı bir dönemde görev yapmışlardır. Bu dönemde, demokratik denetim
yolları bütünüyle tıkanmıştır; olup bitenler serbest bir ortamda
tartışılamamıştır; yani, önce demokrasi zedelenmiştir, hak ve özgürlükler
kısıtlanmıştır; siyasî partiler kapatılmış, siyasetçiler yasaklanmış;
demokratik kitle örgütleri, sendikalar, dernekler ve vakıflar baskı altına alınmıştır;
toplumsal muhalefet bütünüyle susturulmuş, etkisiz hale getirilmiştir. Bugün,
gönüllü kuruluşların muhtaç insanlara yardım dağıtmaları bile zaman zaman
yasaklanıyor. Bu dönemde, sadece siyasî
iktidarların değil, uygulanan programların da alternatifsiz olduğu
söylenmiştir. Türkiye'nin gelişmesini, sanayileşmesini, üretmesini durduran;
buğdayı, tütünü, pancarıyla tarımı bitiren; esnafını perişan eden; memurunu,
işçisini ve emeklisini aç bırakan ekonomik kararlar, âdeta bilim olarak
sunulmuştur. Uygulanan programlara karşı çıkanlar, bilimdışı, geri, hatta hain
ilan edilmiştir. Bu kürsüden, ben ve
arkadaşlarım defalarca ifade ettik; bir daha söylüyorum: Demokrasi ile ekonomik
refah ve ekmek, birbirine bağımlı kavramlardır. Bakınız, bugün, toplam nüfusları
5 milyarı aşan güney ülkeleri fakirdir, halkları yoksul ve açtır. Bu ülkelerin
ortak özellikleri, sadece yoksul olmaları değil, aynı zamanda, demokrasiyle,
haklar ve özgürlükler konusunda sorunlu olmalarıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Devlet Bakanı Sayın
Derviş "2002 baharında büyümeye geçeceğiz" diyor; ama, Sayın Yılmaz
hemen onu yalanladı, 2002'yi de oruç yılı ilan etti; yani, şimdi üzerinde
konuştuğumuz bütçenin milleti aç bırakacağını itiraf etti. Sayın Derviş, hakkında
verilen gensorunun görüşmelerinde, olgun, Batılı edasıyla, bazı hatalarını
itiraf etti; geldiğinde, sorunun vahametini, krizin derinliğini ölçememiş! Bu,
inandırıcı değil. Bize göre, Sayın Derviş, geldiğinde, önce, krizin derinleşmesini
bekledi; dolar iyice yükseldikten ve ülkeden 20 milyar dolara yakın para
kaçtıktan sonra, sözde, güçlü ekonomiye geçiş programını açıkladı; ama,
programı altı ayda kadük kaldı, öngördüğü hedeflerden hiçbirisi de tutmadı. "Ankara'da sözümüzü
geçiremediğimiz kurullar oluştu" diyen Sayın Başbakanı anlamamız mümkün
değil. Ankara'da siyasî iktidarların sözlerini geçiremediği yeteri kadar kurum,
kurul, kuruluş ve sekreterlik zaten vardı. Devri iktidarlarında, bir de, üst
kurul diye biten ve sayılarını, artık, hükümetin bile bilmediği, ayrıcalıklı
bürokratların başında bulunduğu özel bürokratik kurullar oluşturulmuştur. Sayın Derviş siyaseti
ekonomiden ayırma iddiasıyla görevine başlamıştı. Bu amaçla, ekonomiyle ilgili
tüm kuruluşları kendisine bağladıktan sonra, diğer bakanlıkların alanlarına da
girmiş, direnen bakanlar istifade etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi "bu iş
tamam" diyor; yani, bundan böyle siyasî iktidarlar ülkeyi yönetemeyecekler
demek istiyor. Evet, bu bütçeyi Sayın
Maliye Bakanımız sunuyor, savunuyor; ama, herkes biliyor ki, bu bütçe, IMF,
Dünya Bankası ve Amerikan Maliye Bakanlığının istediği gibi hazırlanmıştır.
Buna şaşmıyoruz; çünkü, ülke ekonomisi, çoktan, bu yabancı kuruluşlara teslim
edilmiştir. Evet, bu bütçe, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş; şimdi
de, Meclis Genel Kurulunda müzakere ediliyor; ama, esasında temel yapımcısı
IMF'dir. Daha doğrusu, üzerinde konuştuğumuz bu bütçe, yeni IMF programının
gelecek yıl nasıl uygulanacağına dair göstermelik bir belgedir. Aslında, işin
doğrusunun bu olmadığını herkes biliyor. Nitekim, daha bütçe kabul edilmeden,
ek borç paketi ve yeni stand-by gerektirdiği, yeni paketler konuşulmaya
başlandı bile. Demem o ki, bu bütçe, gerçekçi bir bütçe değildir. Bu bütçe bir
tek gerçeği işaret ediyor, millet için 2002 yılı, 2001'den daha da zor
geçecektir. Değerli milletvekilleri,
43 katrilyonu faiz olmak üzere, toplam 98 katrilyon gideri olan 2002
bütçesinde, 71 katrilyon gelir öngörülmekte ve 58 katrilyon vergi gelirinden
söz ediliyor; ama, üretimin durduğu, görülmemiş bir durgunluğun yaşandığı bir
ekonomide, bu kadar vergi toplanması hayalden başka bir şey değildir. Belli ki
açıklar, yeni borçlar alınarak karşılanacaktır. Sözde 5,5 katrilyon liralık
yatırım öngörülüyor; ama, yeni stand-by sonucunda bu rakama ulaşılamayacağı da
açıktır. Bu haliyle bu bütçe, bir borç-faiz-tekrar borç; yani, iflas
bütçesidir. Olmaz ya, bütün hedeflerinin tuttuğunu kabul edelim; o zaman bu
bütçe, bir borç çevirme bütçesidir. Sizin ne yapacağınızı
görmek için, ne yaptığınıza bakmak gerekir. Burada yeri gelmişken, devri
iktidarınızda nelerin olduğunu bir kere daha anlatmak durumundayım. Bu şekilde,
millet, sizin ve akıl ve öneri aldığınız çevrelerin güvenilirliği konusunda bir
fikir sahibi olacaktır. Bunu, üç aşamada yapmak istiyorum; önce, 2001 yılı
karnenize bir bakalım: 2001 bütçesinde yüzde 4,5 büyüme öngörmüştünüz; olmadı.
Ülkemiz 2001 yılında tarihinin en büyük küçülmesini yaptı; eksi yüzde 9; sapma
ne kadar; yüzde 280. Enflasyonu TEFE'de yüzde 10 öngörmüştünüz; yıl sonunda
yüzde 80 olacak; sapma, yüzde 200. TÜFE yüzde 12 demiştiniz; yıl sonunda yüzde
70 olacak; sapma, yüzde 420. Ortalama dolar kurunun 712 000 lira olacağını
söylemiştiniz; tutmadı. 2001 yılında 1 doların ortalama fiyatı 1 250 000 lira;
sapma ise yüzde 75. 2001 yılı bütçesinde 5,2 katrilyon açık öngörmüştünüz, 28
katrilyon açık verdiniz; sapma ise yüzde 430. 2000 yılında topladığınız
vergilerin yüzde 52'sini faiz ödemeleri için kullandınız. 2001 yılında
topladığınız vergilerin tamamı faiz ödemelerine yetmedi; faiz/vergi oranı yüzde
110 oldu. 2000 yılında gayri safî millî hâsıla 200 milyar dolardı. Yanlış
politikalarınızla ülkeyi perişan ettiniz. 2001 yılı gayri safî millî hâsılası
140 milyar dolar civarında gerçekleşiyor. 2001 yılı başında içborç stoku 54
milyar dolardı; yıl sonu itibariyle içborç stoku 80 milyar dolar olacak. Toplam
borç, 192 milyar dolara ulaştı gayri safî millî hâsılayı çoktan geçti. Toplam
borç stoku gayri safî millî hâsıla oranı şu anda yüzde 136'dır; bunun anlamı,
yıkımdır, iflastır. Siz, ülkeyi iflas ettirdiniz. (SP sıralarından alkışlar) Peki, sizin devri
iktidarınızda; yani, 1999-2001 yıllarında neler oldu birkaç göstergeyle
anlatayım: Kendi enkazınızı devraldığınız 1999 yılında, gayri safî millî hâsıla
205 milyar dolardı -aslına bakarsanız, tarafsız gözle bakanlar, 1998'deki
büyümenin, 1997'de alınan tedbirler sonucunda olduğunu teslim edeceklerdir-
2001 sonunda 140 milyar dolara düştü. Siz, 2,5 yılda bu farkı, iç ve dış
rantiye çevrelerine aktardınız. 1999'da 57 nci hükümet
göreve gelirken, TEFE yüzde 54, TÜFE yüzde 60; bu mertebede bir enflasyon
vardı. Enflasyonla mücadele adı altında uyguladığınız, sözde istikrar ve güçlü
ekonomiye geçiş programları için, millet ağır bedeller ödedi, ülkemiz, açlıktan
insanların öldüğü Afrika ülkelerine döndü; ama, şimdi, 2,5 yıl sonra, yüksek
enflasyon devam ediyor, TEFE yüzde 80, TÜFE yüzde 70. 1999'da 57 nci hükümet
kurulurken içborç stoku 37 milyar dolardı, şimdi, 80 milyar dolar. Dışborç
stoku 95 milyar dolardı, şimdi 112 milyar dolar oldu. Toplam borç stoku 112
milyar dolardan 192 milyar dolara çıktı; 90 milyar doların üzerinde borç ve
faiz ödendikten sonra ulaşılan rakamdır. Bunun anlamı, 2,5 yılda rantiye
çevrelerine 100 milyar dolara yakın parayı aktardınız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamın başında 28 Şubat sürecinden söz etmiştim. Siyaset
bilimcilerin "postmodern darbe" dedikleri bu dönemde yaşanan
baskılar, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda ödenen bedeller,
elbette, ayrı bir tartışmanın konusudur. Ben, burada, bu dönemde, yani
1997-2001 yılları arasında, Türkiye ekonomisinin nereden nereye geldiğini, hak
ve özgürlükler konusunda büyük bedel ödeyen insanımızın, toplum kesimlerinin
ödedikleri ekonomik bedelin boyutlarına dikkat çekmek istiyorum. Hemen ifade
edeyim; bu dönemin siyasî sorumluları, Sayın Ecevit, Sayın Yılmaz ve son
ikibuçuk yılda ise, Sayın Bahçeli ve onların partileridir. 54 üncü Erbakan
Hükümetinin iktidarı bıraktığı 1997 yılında, büyüme yüzde 8,3 idi; hatta,
ikinci üç ay içerisinde, büyüme yüzde 9,1 idi. Bugün, Türkiye, yüzde 9 oranında
küçülen bir ülkedir. Refahyol hükümeti, 1994 krizinin etkilerini ortadan
kaldırmış, 1997 yılında, gayri safî millî hâsılayı 185 milyar dolara
çıkarmıştı. 2001 sonunda, gayri safî millî hâsıla, 140 milyar dolardır. 1997
yılında, kişi başına düşen millî gelir 3 085 dolardı; bugün, 2 000 dolara
düşmüştür. 1997'de, 30 milyar dolar içborç devraldınız; bugün, 80 milyar dolar
içborç var. İşte, içborcun gidişi... Evet, şu anda, 74 milyar dolar görünüyor;
ancak, yıl sonunda 80 milyar dolar olacağı açıkça bilinmektedir. Evet, şöyle,
çok süratli bir artış... 1997'de 80 milyar dolar
olan dışborç stoku, bu dönemde 112 milyar dolara çıkmıştır. 1997 yılında, faiz
ödemelerinin vergiye oranı yüzde 48 idi; bugün, bu oran yüzde 110'dur. 1997'de,
faizlerin bütçeye oranı yüzde 28 idi; bugün, bu oran yüzde 52'dir. 1997'de,
faizlerin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 7,7 idi; bugün, bu oran yüzde
22'dir. 1997'de, toplam borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 58
idi; yani, 1994 krizine rağmen, borç stoku kritik seviyenin altında tutulmuştu.
Bugün, borç stoku, çoktan gayri safî millî hâsılayı aşmış durumdadır ve oran
yüzde 136'dır. Değerli milletvekilleri,
bu örnekleri artırabiliriz. Rakamlarla kafaları karıştırmak istemiyorum; ama,
halkımızın geçimi açısından çarpıcı bir gösterge olan asgarî ücreti zikretmeden
geçmek yanlış olur. 1997 yılında, Erbakan Hükümeti görevi bırakırken, asgarî
ücret 210 dolardı; bugün, bu rakam içler acısıdır ve 80 dolardır. Evet, asgarî
ücretin gidişi... 1997'de en yüksek seviyede, şu anda da tam dibe vurmuş
durumdadır. Yine, Erbakan Hükümeti
görevi bırakırken, 9 uncu derecenin 1 inci kademesindeki öğretmenin maaşı 450
dolardı; bu maaş, şimdi 200 dolardır. Bu seriden son bir örnek
daha: 1997 yılında reel faiz yüzde 7 civarındaydı; bugün reel faiz yüzde 75
civarındadır. Değerli arkadaşlarım,
bütün bunların anlamı şudur: 1997'de, bütün sıkıntılarına rağmen,
özkaynaklarını harekete geçirerek büyüyen bir ekonomi vardı. Bütün baskılara
rağmen, içborç stoku azalıyordu. Faizler düşüyordu. Enflasyon düşüyordu. Üretim
vardı, piyasalar canlıydı. İşçiye, memura, emekliye hakları verilmişti. Türk
çiftçisi, altın yılını yaşıyordu. 28 Şubat müdahalesiyle, bütün bunları
sağlayan bir hükümet düşürülmüştür; sonrasında 55, 56 ve 57 nci hükümetler işin
başına geçtiler. Yani, Sayın Yılmaz, Sayın Ecevit ve son ikibuçuk yıl da Sayın
Bahçeli. Tablo ortada; üreten ekonomi yok edildi, yerine rant ekonomisi ikame
edildi. Evet, iddia ediyorum:
Siz, Türkiye'nin ve Türk halkının değil, uluslararası finans çevrelerinin, bir
avuç rantiye sınıfının isteklerini yerine getirdiniz. (SP sıralarından
alkışlar) Şimdi, millet aç ve açıkta. 54 üncü hükümet döneminde işçisi, memuru,
emeklisi, esnafı, çiftçisi ve işadamlarıyla tüm toplum altın yılını yaşıyordu;
siz geldiniz, milletin 100 milyar dolarını rantiye kesimlerine aktardınız.
Şimdi, rantiye, altın yıllarını yaşıyor. (SP sıralarından alkışlar) Şimdi,
söyleyin bana: Karnesi böyle olan bir siyasî ekibe niçin güveneceğiz?! Bu
millet, bu bütçeye, bu hükümete niçin inanacaktır?! Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, genç bir nüfusa sahiptir. İnsanlarımız dünyada olup
bitenleri izlemektedir. Türk halkı, gelişmiş ülkelerde var olan zenginliklerin,
imkânların Türkiye'de de olmasını istiyor. Haklı olarak milletimizin gözü
yukarılardadır. Türkiye'yi yönetenler görmezlikten gelseler de, insanımız bu
ülkede eşit yurttaşlar olarak yaşamayı, hak ve özgürlükleri ve muhtaç olmadan
belli bir refahı paylaşmayı istiyor. Türk halkı, bunu, ancak kendi kendini
yönetmekle; yani, demokrasi içinde elde edebileceğini bilmektedir. Bu millet,
ekmek ve demokrasinin birbiriyle doğrudan ilişkili kavramlar olduğunun fena
halde farkındadır. Bu nedenle, kimseyle inatlaşmıyor; ama, tüm müdahalelerden
sonra ilk fırsatta demokrasiden yana tavrını koyuyor. Hiç kimsenin kuşkusu
olmasın, şimdi de, bu aziz millet, en kısa zamanda sandığı zorlayacak ve
demokrasiyi zedeleyen, hak ve özgürlükleri budayan, ekmeği ufaltan sizleri ve
sizleri getiren şartları sandığa gömecek, tasfiye edecektir. (SP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
üzerinde konuştuğumuz 2002 bütçesinin bir borç-faiz-borç bütçesi olduğunu
söyledim. Aslında, 57 nci hükümet de, onu hazırlayan 55 ve 56 ncı hükümetler
de, 2000 yılında uygulanan sözde istikrar programı da, şimdi uygulanmakta olan,
sözde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı da, hepsi, ama hepsi bir projenin
parçalarıdır. Proje, finans kapitalizminin önündeki engelleri kaldırma, çakıl
taşlarını temizleme, sermayenin rahat dolaşımı için dünyayı düzenleme
projesidir. Önce, dünyanın sonunun geldiğini, kuzeydeki zenginler ve güneydeki
fakirler ayırımının nihaî olduğunu ilan ettiler; sonra da, her şeyin,
spekülatif amaçla dolaşacak olan sermayeye uygun olması için kolları sıvadılar.
Burada, uluslararası sermayenin bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum. Artık,
sermaye, yatırım anlamına gelen "yabancı sermaye" şeklinde dolaşmıyor
ya da bu şekilde az dolaşıyor; yani, gittiği ülkede üretime, istihdama,
büyümeye dönüşmüyor. Bugün, dünyada dolaşan sermayenin yüzde 95'i sıcak
paradır; yani, ülkelere, spekülatif amaçlı giriyor, orada kısa süreli kâğıtlar
şeklinde bir süre kalıyor ve başka bir serüven için başka bir merkeze gitmek
üzere yola çıkıyor; yola çıkarken de, ayrıldığı ülkede krizler ekiyor. IMF ve Dünya Bankası gibi
kuruluşlar, önceden de, gelişmiş ülkelerin, uluslararası sermaye çevrelerinin
ve çokuluslu şirketlerin denetimindeydi; yani, onların çıkarlarını korurlardı.
Bu nedenle, gittikleri ülkelerin ekonomilerini, bu çevrelerin daha iyi yatırım
ve ticaret yapabileceği, daha çok kâr edebileceği şekilde düzenlerlerdi; yani,
mal ve hizmet dolaşımına uygun hale getirmeye çalışırlardı. Bu arada, uygun
olan ülkelerde, temel sanayi alanlarında olmasa bile yatırımlar, üretim,
ekonomik canlanma, istihdam, büyüme olabilirdi. Şimdi, işin mahiyeti
değişmiştir. Bugün, mal ve hizmetlerin dolaşımı elbette devam ediyor; bu
nedenle, IMF, müdahale ederek, Türkiye şeker pazarını çokuluslu şeker
şirketlerine uygun hale getiriyor; ama, asıl sorun sermaye piyasasıdır, sıcak
para anlamında sermayenin en tatlı kârları sağlayacağı şekilde malî piyasanın
oluşturulmasıdır. O nedenle, Sayın Derviş "ille de malî sektör"
diyor. Bankaların üzerinde bunun için titriyorlar" bu nedenle bankacılık
sektörü önce başıboş bırakılarak şişirildi, sonra, milletin milyarlarca doları
batırıldıktan, Türkiye her denileni yapacak şekilde zayıflatıldıktan sonra sıkı
uygulamalar getirildi. Şimdi, sistemin zayıfları ayıklanıyor, kalanlar
birleştiriliyor, toparlanıyor, devlet bankalarının tüm zararları ve batan
kredileri Hazineye ödettirildikten sonra işler yoluna girmiş olacak, sonunda
uluslararası sermaye gelecek ve bunları yok pahasına satın alacaktır; ancak,
her şeye rağmen, tüm destekler ve yönetimin bütün önceliğine rağmen malî
sektörde, bankalarda beklenen henüz yapılabilmiş değil. Öyle anlaşılıyor ki,
sistemin yumuşak karnı olan bankalar bir süre daha böyle tutulacak; çünkü,
Türkiye, her şeye rağmen bütünüyle teslim olmuş değil. Sayın Derviş, göreve başladığı
günden beri, takıldığı noktaları hep krizler oluşturarak aşmıştır. Değerli milletvekilleri,
bu yapılanlar projenin son safhasıdır. Asıl operasyon 1980'lerin sonundan bu
yana sürdürülen borçlanma politikalarıdır. Tekrar bazı rakamlara dönmek
zorundayım, onun için özür diliyorum. Ama, bugün yaşadığımız felaketin,
milletimizin bugün çektiği yoksulluk ve açlığın temelinde borçlanma
politikalarıyla soygunlar vardır. İçborç-faiz sarmalına 1980'li yılların
ortalarında girilmiştir. Bu yıllarda alınan borçlar nispeten uzun vadelidir ve
devletin açıkları, otoyollar gibi temel yatırımlardan kaynaklanmaktadır, yani,
alınan borçlarla temel yatırımlar yapılmaktadır. Ancak, sermaye çevreleri,
devlete para satarak para kazanma alışkanlığına bu dönemde başlamışlardır.
1980'den itibaren, dönemin iktidarlarının, seçimleri kazanmak için popülizme
kaymaları ve paradan para kazanmanın tadına varanların teşvikiyle borçlanma
politikaları devam etmiş, 1990'a gelindiğinde içborç stoku 20 milyar dolara
ulaşmıştır. Sonra içborç stokunda lineer artış devam etmiş, 1994 krizine 24
milyar stokla girilmiştir. 1994'te devalüasyon dolayısıyla döviz bazında bir
miktar azalma olmuş; ama, sonrasında artış devam etmiştir. 1990'dan 2000 yılına
kadar içborç stoku dolar bazında yüzde 100'ün üzerinde artarak, 20 milyar
dolardan 42 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, burada dikkat çeken iki konu var:
1994 kriz yılı ve krizin etkisinin devam ettiği 1995 yılının birinci üç ayı
hariç, Türkiye ekonomisi sürekli büyümeye devam etmiştir, ta ki, 57 nci hükümetin
göreve geldiği 1999 yılına kadar. 1990'da 150 milyar dolar
olan gayrî safî millî hâsıla, 1998 yılı sonu itibarıyla 200 milyar dolara
ulaşmıştır. Bu dönemde dikkat çeken ikinci konu, 54 üncü Erbakan Hükümetinin
görev yaptığı 1996 ve 1997 yıllarında, o zamana kadar düzenli artan içborç
stokunun değişmemesidir; Haziran 1996'da içborç 29,1 milyar dolar,
Aralık-1996'da 30,2 milyar dolar, Haziran 1997'de 29,6 milyar dolarda
kalmıştır; yani, içborç stoku artmamıştır. Bu dönemde, içborç stoku
değişmemesine rağmen, büyüme büyük bir hızla devam etmiş ve Erbakan, hükümeti
devrederken, yine, 1997'de, ikinci üç ayın büyüme oranı yüzde 9,1'dir. Aslında,
bu durumun, 54 üncü Erbakan Hükümetinin niçin düşürüldüğünü anlatması açısından
ayrıca bir önemi vardır. (SP sıralarından alkışlar) İplerin kopması Sayın
Ecevit'in Başbakanlığıyla başlıyor. 57 nci hükümetle uçurumun kenarına gelinir;
Şubat 2001 ise tam bir felakettir. 1999'da borçlanma bütün hızıyla devam
ederken ekonomi küçülmektedir. Küçülme oranı 1999 sonunda eksi 6,1 olmuştur.
İçborç stoku ise Aralık 1998'de 42 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye'nin iflası
2000 yılında olmuştur. 2000 yılı IMF programının uygulandığı yıldır. Aslında,
2000 yılı bir deneme yılıdır; IMF ve Dünya Bankası, Türkiye ekonomisini sıcak para
girişiyle test etmektedir. Sonuç bizim için felaket olmuştur; ama, IMF ve Dünya
Bankası için istenen sonuçtur. İçborç stoku 54 milyar dolara ulaşmıştır; yani,
2000 yılında IMF programı sayesinde içborç stoku son on yıldaki kadar
artmıştır. 2000 yılında büyümeden
söz ediliyor. Bu büyüme yanıltıcıdır değerli arkadaşlarım. Tarım ve sanayi
üretimi düşmüştür; artış IMF'nin test programından kaynaklanmıştır.
Dışticarette verilen 27 milyar dolarlık artış büyümenin sebebidir. İşte, bu 27
milyar dolarlık dışticaret açığı ve rekor olan 10 milyar dolarlık cari açık,
şubat krizini getirmiştir. Değerli milletvekilleri,
iddia ediyorum, bütün bunlar bir projenin adım adım uygulanmasıdır. Bizim için
felaket, IMF ve Dünya Bankası için ise projenin bir aşaması olan 2001 Şubat
krizine böyle bir ortamda girilmiştir. İçborç serüveni devam
ediyor. Sayın Kemal Devriş'in göreve geldiği 2001 Mart ile 2001 Ağustos
arasındaki altı aylık dönem, içborç tarihinin rekorudur, stok 54 milyar
dolardan 74 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakamın yıl sonunda 80 milyar dolar
olacağı tahmin edilmektedir. Bu arada, ekonomi yüzde
11,8 oranında küçülmüştür. Ekonomi küçülüyor, millet olarak fakirleşiyoruz,
gayri safî millî hâsıla 200 milyar dolardan 140 milyar dolara düşüyor, borç
stokları ise katlanarak artıyor. Neye rağmen; ödenen bunca anapara ve faize
rağmen. Bu arada, bütün bunlar olup biterken, 1997'de 15 milyar dolar, 1998'de
24 milyar dolar, 1999'da 25 milyar dolar, 2000'de 33 milyar dolar, 2001'de 35
milyar dolar olmak üzere, toplam 132 milyar dolar borç anaparası ve faizi
ödenmiştir. Değerli arkadaşlarım,
sizlerin burada seyrettiğiniz, bir ülkenin nasıl borç-faiz sarmalına
düşürülerek, iflas ettirildiğidir. Direniş noktaları tek tek kırılarak, bir
koca millet çökertilmektedir. Yıllarca verilen emekler, ödenen bedeller heba
edilmektedir. Üretimin, sanayileşmenin, büyümenin, Türkiye reel sektörünün
ocağına incir ağacı dikilmekte; ülke ekonomisi rantiye ekonomisi yapılmakta;
Türkiye, finans kapitalizminin çevre ülkesine dönüştürülmektedir. Bu ülkenin gerçek
işadamları âdeta düşman ilan edilmiştir, tehdit olarak gösterilmektedir.
İşadamları yerine rantiye sınıfı yaratılmaktadır. Bu sınıfa, on yılda, sadece
içborç faizi yoluyla 100 milyar doların üzerinde para aktarılmıştır. Ülkede
işadamı bırakılmadı, en büyük 500 firmanın kârının yüzde 90'ını faiz gelirleri
oluşturmaktadır. Yetmezmiş gibi, şimdi,
Sayın Derviş "takas" diye yeni bir yasal soygun yöntemi icat
etmiştir. Ekonominin bu noktaya gelmesinde, krizlerin çıkmasında hiçbir günahı
olmayın tüm toplum kesimleri bedel ödemektedir. Evine 2 ekmek götürebilen
asgarî ücretlinin elinden 1 ekmeği alınmıştır; ama, ülkenin felakete
sürüklenmesinin bir numaralı sorumluları olan rantiye sınıfı, bedel ödemek
şöyle dursun, ödüllendirilmektedir. İlk takas ihalesinde, 7,4
milyar dolarlık içborç dövize çevrilerek, ertelenmiştir. Rantiye sınıfı için bu
çok tatlı bir işlemdir, faizi dolar bazında yüzde 20'lere ulaşmaktadır. Sadece
faiz değil, bir de kur farkı var; dolar kurunun her 100 000 lira artışında, bu
rantiye sınıfının cebine 300 trilyon lira girmektedir. Aralık 2000'de içborç
toplamının ancak yüzde 8'i -4 milyar dolar- dövize endeksliydi. Sayın Derviş'in
takas icadı sayesinde, bugün bu oran, yüzde 32'dir; yani, 24 milyar dolara
ulaşmıştır. Demek ki, her ay tatlı takaslar devam ediyor. Değerli milletvekilleri,
bu hükümetin ve 97 yılından bu yana yaşanan baskı döneminin karnesi budur.
Geçtiğimiz dört yılda hükümet ortakları bunları yapmış. IMF ve Dünya Bankasının
hazırladığı programlar ve bu programlardan hareketle hazırlanan bütçelerin
sonucu, bu içler acısı tablodur. Şimdi, ben, önümüzde
bütçe adıyla duran bu iflas belgesinin nesi üzerinde konuşayım?! (SP
sıralarından alkışlar) Sanayiden mi, tarımdan mı, eğitimden mi, sağlıktan mı,
sosyal güvenlikten mi, millî savunmadan mı, bu bütçenin hangi kaleminden söz
edeyim?!.. Bütçeyi takdim edenler
faizdışı harcamaların azlığı; yani, faiz dışı fazlanın yüksekliğiyle
övünüyorlar. Sayın Maliye Bakanımız, bütçeyi takdim ederken bunu öne çıkardı.
2002 yılında faizdışı bütçe harcamalarının payının gayri safî millî hâsılanın
yüzde 20'sinin altında olması öngörülüyor. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran
yüzde 40'ların üstünde, Amerika'da ise yüzde 35'tir. Peki, şimdi soruyorum:
Faizdışı bütçe harcamaları bu seviyelerde tutulacaksa, durgunluktan nasıl
kurtulacağız? Ekonomiden sorumlu bakan,
2001 yılında ihracatın yüzde 12 artmasını büyük bir başarı olarak gösteriyor.
Bu doğru değildir. Bu artış 2000 yılına göredir. Bildiğiniz gibi, 2000 yılında
ihracat bir önceki yıla göre azalmış, ithalat patlaması yaşanmış ve dışticaret
açığı 27 milyar dolara ulaşmıştı. Nitekim, bu artış sonucunda ekonomide bir
canlanma olmamıştır. Ayrıca, 2002 yılında
ihracattaki artışın devam edeceğine dair bir işaret de yoktur; aksine, son aylarda
ihracatta azalma eğilimi vardır. Türkiye üretmiyor ki, devalüasyonun dışında
ihracatı teşvik edici bir tedbir alınmamıştır ki, ihracat artsın. İhracatın
durumu budur. Böyle bir krizde
ekonominin büyümeye geçmesi, ancak içtalebin uyarılmasıyla mümkündür. Bu da,
ancak çarpan etkisi yüksek kamu harcamalarıyla sağlanır; ama, bu bütçeyi
hazırlayanlar faizdışı harcamaları azaltmakla övünüyor. Kaldı ki, bu bütçe,
2002 yılında neler olacağını bütünüyle ortaya koyan bir belge değildir. 2002
yılında olacakları, daha çok, IMF'ye verilen yeni niyet mektubu ve yeni
stand-by tayin edecektir. IMF'ye yeni verilen niyet mektubu, yeni vergilerden
söz ediyor; Akaryakıt Tüketim ve Motorlu Taşıtlar Vergileri artırılıyor;
personel maliyeti kısıtlanacak, tarım desteği tamamen ortadan kaldırılacak, KİT
ürünlerine yeni zamlar yapılacak. Peki, girdi fiyatlarının bu kadar arttığı,
faiz oranlarının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, kim, nasıl üretim yapacak;
kim, nasıl ihracat yapacak?! Sayın Derviş'in 70'li yıllardan beri bildiği bir
tek yöntem var, o da devalüasyon; ama, sadece devalüasyonla rekabetin mümkün
olmayacağı, sadece devalüasyonun sürgit ihracata olumlu katkı sağlayamayacağı,
artık, basit bir iktisat bilgisidir. "Yabancı
yatırımcılar gelecek, üretecekler, ihracat yapacaklar" mı diyorsunuz.
Biliyoruz, "15 günde 15 kanun" diyerek, özellikle, Türk çiftçisini
tarlasından kovdunuz. Şimdi, tarım ürünleri piyasasına yabancılar geliyor;
doğru, onlar, en azından paketleme ve pazarlama için bazı yatırımlar yaparlar.
Belki de, sadece bunlar için; ama, yabancı sermayenin gelmesini kolaylaştıracak
bazı hazırlıklar içinde olduğunuzu da izliyoruz. İhale Yasası, Yabancı Sermaye
Yasası üzerinde çalışıyorsunuz. Hemen şunu ifade edeyim: Biz, gerçek yatırım
yapacak yabancı sermayenin ülkeye gelmesinden yanayız. Bunun için var olan
bürokratik engellerin kaldırılmasını destekleriz; ama, burada samimî olunmadığı
endişesini taşıyoruz. Ayrıca, ülkenin sanayicileri, yatırımcıları perişan
edildikten, bazıları düşman muamelesi gördükten ve hatırı sayılır bir yerli
yatırımcı yurtdışına kaçırıldıktan, birçoğu iflas ettirildikten sonra, bu
yabancı yatırımcı sevdasını endişeyle karşılamamıza herhalde şaşmazsınız.
Hiçbir yurtsever yönetim, rekabeti yabancıların lehine bozacak düzenlemelere
imza atamaz (SP sıralarından alkışlar) ama, maalesef, siz, öyle anlaşılıyor ki,
Türk çiftçisini yabancı çiftçi karşısında perişan ettiğiniz gibi, Türk
sanayicisinin başına da yeni çoraplar örmeye hazırlanıyorsunuz. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de, âdeta, her şey, yatırım yapılmaması, üretimin olmaması için
düzenleniyor. Ülkemizde, üretimi baltalayan en önemli engellerden biri vergi
sistemidir. İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Malî Müşavirler Odası Başkanı,
herkes gibi vergi sisteminden yakındığı konuşmasında, kayıtdışının kayda
alınmasıyla Türkiye'nin 100 milyar dolar kazanç sağlayabileceğini söylüyor;
doğrudur. Türkiye'nin ciddî bir vergi reformuna ihtiyacı var; vergi oranlarını
düşürecek, kalemlerini azaltacak, tahsilini kolaylaştıracak ve tabana yayacak
bir vergi reformu derhal yapılmalıdır. Yapılacak vergi reformunun temel
felsefesi "devlet daha çok vergiyi nasıl alır"dan çok "üretimi
nasıl artırırız" olmalıdır. Vergi kalemlerinin bu kadar çok ve oranlarının
bu kadar yüksek olduğu bir ülkede yatırım her babayiğidin harcı değildir. Öte
yandan, yatırımcı, yüksek enflasyon nedeniyle ayrıca vergi ödemektedir. Bir de,
yüksek faizle borç alan bir devlet var; üstelik, faiz gelirleri de vergiden
muaf. Böyle bir ortamda yatırım yapmak akıl kârı olmasa gerek. Nitekim öyle oluyor.
Sermayedarlarımızın büyük çoğunluğu tefeci olmuş durumdadır. Her şeye rağmen
yatırım yapmak isteyenler Romanya'ya, Bulgaristan'a, Ortaasya cumhuriyetlerine
kaçmaktadırlar. İnat edip ülkede kalanlar ise bir bir iflas etmektedirler.
Sizin, nasıl bir Türkiye ekonomisi istediğinizin en çarpıcı örneği, bankasına
el konulan Toprak Holdingin başına gelenlerdir. Toprak Holdingin sahibi Halis
Toprak'ın itiraf ve isyan niteliğindeki açıklaması, ülkeyi nereye
getirdiğinizin özetidir. İşte Halis Toprak'ın feryadı: "Benim 23 fabrika
neyime, bir fabrikam olsaydı yeterdi; kârını alır, yüzde 100 faizle hazine
bonosuna yatırır, alacağım milyonlarca dolarla, dünyanın en müreffeh ülkesinde
yaşardım; hiç değilse, ağır ithamlara da maruz kalmazdım, borcum falan da
olmazdı." Bugün bu yolu seçenler akıllı, üretim yapanlar da akılsız duruma
düşürüldü. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) İşte 1997-2001, dört yıllık
baskı döneminizin özeti budur. Değerli milletvekilleri,
1997 Temmuzundan bu yana iktidarda bulunan hükümet ortakları, ülke ekonomisini
bitirmişlerdir; devlet, artık, hizmet veremez durumdadır. Bu bütçe açıkça
göstermektedir ki, 2002 yılında, eğitim, sağlık, adalet, güvenlik hizmetleri
gerektiği gibi verilemeyecektir; herhangi bir yatırım da yapılmayacaktır. "Memura,
emekliye, işçiye, öngörülen enflasyona göre zam yapılacak" deniliyor; ama,
sizin, hiçbir zaman, enflasyon hedefiniz tutmamıştır. Sayın Yılmaz'ın dediği
doğrudur, 2002 yılında halkımız oruç tutacaktır. Hükümetin uyguladığı
programlar, bir avuç rantiyeci sınıfın dışında, toplumun her kesimini
vurmuştur. Fabrikaların kapanması ve yüzbinlerce esnafın kepenk indirmesi
sonucu, milyonlarca olan işsizlere yeni milyonlar katılmıştır. İnsanlarımızın,
ucuz ekmek, yardım paketi kuyruklarında onurları kırılmaktadır. Memurlarımız,
işçilerimiz, öğretmenlerimiz, çoluk çocuklarının geçimini sağlayamamaktadırlar.
Bunları, bütçenin bölümleri üzerinde arkadaşlarımız konuşurken dile
getireceklerdir. Ben, sadece bir örnek olsun diye, Türk çiftçisinin durumunu,
tarım sektörünün durumunu size anlatmak istiyorum. Değerli milletvekilleri,
ekonomi, bildiğiniz gibi, üç temel sektörün üzerine Kurulmuştur: Tarım, sanayi
ve hizmet sektörleri. Her ülke için bunların önem sırası değişiktir. Sektörler,
istihdama, millî gelire ve ihracata katkıları bakımından derecelendirilirler. Tarım, Türkiye'de nüfusun
yüzde 45'inin geçimini sağlıyor, millî gelire ancak yüzde 15 katkı sağlıyor;
ihracattaki payı ise, yüzde 12, tarımsal sanayi ürünleri dahil edilirse yüzde
20'dir. Hangi açıdan bakarsanız bakın, ülkemizde lokomotif sektör, tarımdır;
üstelik, sanayii de büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarım sektörü, dünyanın
hiçbir yerinde kârlı bir sektör değildir; üstelik, risklidir de. İstediğiniz
kadar riski azaltın, yine de yaptığınız üretim programı veya kârını
tutturamazsınız. Tarım, tıpkı savunma gibi, stratejik bir öneme sahiptir;
çünkü, doğrudan halkın beslenmesiyle ilgilidir. Bu yüzden, kârlılığına
bakılmaksızın, bütün dünya ülkeleri, tarım sektörünü ayakta tutmak için çaba
sarf ederler; gerek bütçelerinden doğrudan gerekse çeşitli fonlar yoluyla,
tarım sektörünü desteklerler. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, ülkemizde
de bu destekler, çeşitli yollarla sürdürülegelmiştir. Geçen zaman zarfında, bu
amaçla, birlikler kurulmuş, bankalar görevlendirilmiş, kooperatifler
oluşturulmuştur; ayrıca, tarımsal kamu iktisadî teşekkülleri kurulmuştur. Bu
kurum ve kuruluşların değişik görevleri vardır; ama, hepsinin amacı, Türk
tarımını ayakta tutmaktır. Şüphesiz ki, bu kurumlar kusursuz değiller, ideal kuruluşlar
olmayabilirler. Varsa aksayan ya da günün şartlarına uymayan yönleri,
düzeltilmelidir; ama, hepsini birden yok etmek, haraç mezat satmak hangi
mantığa sığıyor? 57 nci hükümet, görevi devraldığından bu
yana, Türk ekonomisini tarım sektörüne yapılan desteğin batırdığını iddia
etmektedir. Bunu, IMF'ye verdiği niyet mektuplarında da dile getirdiler. Bu
düşünce ve uygulamalar, tarihte tarım sektörüne yapılan en büyük haksızlıktır;
bize göre, ayrıca, nankörlüktür. Dünyanın neresinde görülmüş değerli arkadaşlar,
hem nüfusun yarısını bu sektörde istihdam edeceksiniz hem bu sektörde istihdam
edilenler millî gelirin ancak yüzde 15'ini alacaklar, bir başka deyişle,
haklarının üçte 1'ini alacaklar hem de bunlar ekonomiye yük oluyor diye şikâyet
edeceksiniz. Niyet mektubunda, tarımsal destek kuruluşları ülke ekonomisini
batırıyor, bunları tasfiye edelim denildi; bunun adını da tarım reformu
koydular. Nasıl bir reformsa, iki yıl içinde Türk tarımını çökerttiler. Devleti küçültüyoruz diye
tarımsal destekleme müesseseleri birer birer yok edilmeye başlandı. Tarımın
hizmetini gören bu müesseselerin yerine, sadece buyurganlık yapacak olan,
siyasî iradenin de söz geçiremediği astronomik maaşlı üyelerden oluşan kurullar
oluşturuldu. Çıkardıkları her kanunun içine bir de kurul koyan bu hükümetin
Sayın Başkanı şimdilerde uyanmış olacak ki "bir hata mı yaptık, kurullara
söz geçiremiyoruz" demeye başladı. Ülkenin her köşesinde
örgütlenmiş, çalışan müesseselerin yerine, başkentte buyurgan kurullar
oluşturmak devleti küçültmek mi oluyor, yoksa, siyasî iradenin ve Meclisin
denetimi dışında, daha bürokratik daha büyük daha merkezî bir yapı mı
oluşturuluyor? Tarımsal kuruluşlarımız
birer birer yok ediliyorlar; Tekel, Toprak Mahsulleri Ofisi, Şeker Şirketi,
Çay-Kur, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, tarım satış kooperatifleri
vesaire. Bunlar, çiftçiye destek veriyordu, en önemlisi, cesaret veriyorlardı;
çiftçinin kara gün dostuydular. İddia ediyorum, bu
kuruluşların tasfiye edilmesinin hiçbir ekonomik gerekçesi yoktur. Bu
kuruluşlar, uluslararası gıda devlerinin Türkiye'ye girmesini kolaylaştırmak
için tasfiye edilmek isteniyor. (SP sıralarından alkışlar) Bu müesseseler
çiftçinin yanında durduğu sürece, tarımsal ürün fazlası olan gelişmiş
ülkelerdeki gıda devleri ülkemize elini kolunu sallaya sallaya giremiyorlardı.
Hükümet, IMF'ye, Dünya Bankasına avuç
açınca, bu gıda devlerinin güdümünde olan IMF ve Dünya Bankası da, doğal
olarak, emirlerini sıraladılar. "Tarımsal ürünleri
artırıcı, özendirici destekleri kesin." Evet, verilen talimat bu. Bu emre
göre, gübre desteği sıfırlandı, fiyat alım desteği en aza indirildi, 2002
yılında da sıfırlanacak. Tohum Yardımı Yasası kaldırıldı. Tarımsal ürün
destekleme alımı yapan müesseseler yok ediliyor. Türkiye Şeker Fabrikaları özelleştiriliyor,
2002 yılında alım desteği yapmayacak. Tekel özelleştiriliyor, 2002 yılında alım
desteği yapmayacak. Sırada, Toprak Mahsulleri Ofisi, Çaykur ve diğerleri var.
Yok edemediğinin gücünü kır, fabrikalarını ve yan kuruluşlarını elinden al.
Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Yasasıyla bu müesseselerin fabrikaları
elinden alınıp peşkeş çekilmeye başlandı; Tariş gibi, Trakya Birlik gibi. Bu istek, emirler
doğrultusunda, dünyada söz sahibi olduğumuz ürünlerin üretiminden nasıl
vazgeçtiğimizi, bunun için çıkarılan kanunlardan birkaç örnek vereceğim: Şeker
Kanunu. En az 400 000 aile şekerpancarı tarımı yapıyor. Öncelikle, şekerpancarı
üreticileri kotalarla sıkıştırıldı, ekim alanları kısıldı, üç yıl üst üste
tabanfiyatları enflasyonun altında verildi, tabanfiyatlarının açıklanması yıl
sonuna ertelendi; çiftçi, borçlularının karşısında ezildi. Bu sene bu oyunun
son perdesi oynanıyor; girdilerde yüzde 100 fiyat artışı olduğu bir zamanda,
pancara yüzde 35 artış verilmek isteniliyor. Zaten, çiftçiyi ektiğine pişman
ettirdiler. Hububata fiyat verirken dünya fiyatlarını baz alan bu hükümet,
şekerpancarında aynı şeyi aklından bile geçirmiyor. Avrupa Birliği ülkelerinde
şekerpancarı fiyatı şu
anda 68 000 liradır; bizde düşünülen fiyat, bu korkunç girdi fiyatlarına
rağmen, kilo başına 45 000 lira. Bu, insafsızlıktır. Bu arada, bu çiftçiyi bu
kadar ezdik; ama, yine de inat eder, pancar eker, ne olur ne olmaz, bu işin
yasasını da hazırlayalım dediler ve bir de Şeker Yasası çıkardılar. IMF
yasalarından olan Şeker Yasasına göre, tabanfiyatını, bundan sonra, piyasa ve
Şeker Kurulu belirleyecek. Bundan sonra, ülke, şeker ihtiyacını, dış ülkelerden
ithal edilecek olan mısır glikozuyla karşılayacak. Zaten, kanunun amacı da,
Türkiye'deki birkaç çokuluslu şirketin tatlandırıcı fabrikalarına iş üretmek,
Amerika mısırına pazar açmaktı. Şeker fabrikaları, güya,
özelleştirilecek. Artık, nasıl yapacaklar, ona da bir formül bulurlar.
Müşterileri, herhalde, önceden hazırdır. Ancak, altını çizerek şunu ifade
ediyorum değerli arkadaşlarım: Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi başlar
ise, özellikle doğu bölgelerimizde fevkalade büyük önem taşıyan şeker
fabrikaları, Kars... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Bir dakika
efendim, bir dakika... Çok önemli bir şey söylüyorsunuz, onun için... Buyurun. MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla) - Böyle bir uygulamayla, Kars, Ağrı, Muş, Erzurum, Erciş şeker
fabrikaları kapanacaktır; çünkü, bu tesisleri, sadece ekonomik karakterli
tesisler olarak düşünemezsiniz, sosyal yanları, sosyal karakterleri daha da
önde gelir. Onun için, hükümete sesleniyorum: Anayasanın 2 nci maddesinde,
Türkiye Devletinin sosyal bir devlet olduğunu, özellikle, okuyun ve öğrenin.
(SP sıralarından alkışlar) Pancar çiftçisi, işçisi,
taşıyıcısı ne olacak; bunun çözümü kanunda yok. Herkesin sorununu da bu hükümet
mi çözecek; onlar da başlarının çaresine baksınlar. Çaya gelince: Çay
üreticisi perişandır. 2001 yılında, tarihinin en düşük alım fiyatıyla karşı
karşıyadır. Yıl sonu gelmesine rağmen, hâlâ, ürün bedellerini alamadılar.
Pancar ekicileri gibi, çay ekicileri de alıştırılıyor. "Çayla geçim olmaz,
kiviye geçin" diyorlar. Sonra, çay piyasası yasası çıkarılacak ve 600
milyon dolarlık Türkiye çay piyasası, çokuluslu şirketlere bırakılacak; Doğu
Karadeniz Bölgesinde çay üretimi yapan 200 000 aile ise, yerlerinden,
yurtlarından edilecek. Tütün : 600 000 aile
tütün tarımı yapıyor. IMF'nin "olmazsa olmaz" dediği, IMF teknik
görevlisinin 15 günde 15 kanun diye dayattığı Tütün Kanunu başlıbaşına bir
yıkım, bize göre bir ihanettir. Bu kanuna göre, devletin kâr eden nadir
kuruluşlarından TEKEL özelleştirme bahanesiyle yok edilecek. Tütün ve mamulleri
ithalatı önündeki bütün engeller kaldırılacak. Piyasaya çokuluslu firmalar ve
onların Türkiye'deki ortakları hâkim olacak. Bu firmalar mamullerinde Türk
tütünü kullanmadığından, tütün ithal edecekler; çünkü, bu tütünler, bizim
ülkemizde, özellikle tütün üretilen yörelerimizde üretilemiyor. Devletin bu
kanundaki görevi kolculuk yapmak olacak; tütün ekenleri kovalayacak,
kavuşturacak, tutuklayacak, cezalandıracaktır. Bu bir nevi eski reji
idaresidir. Bu arada hatırlatmak
istiyorum. Bir araştırmaya göre yüzyılın başında yabancı tütün şirketleri adına
çalışan tütün kolcuları 1000'e yakın yurttaşımızı öldürmüşlerdi. Cumhuriyetin
ilanıyla birlikte reji idaresi kaldırılmış, bu düyunu umumiyenin tasfiyesi ve
bağımsızlığının işareti sayılmıştı. Şimdi, 78 yıl sonra, yeniden reji idaresine
geçiliyor. Dünyada, toplam fındık
üretiminin yüzde 70'i ülkemizdedir. Ayrıca, dünyanın en kaliteli fındığı bizim
ülkemizde üretiliyor. Dünya ihracatının yüzde 80'i ülkemizden yapılıyor. Fındık
ihracatından ülkeye yılda 600 ilâ 700 milyon dolar döviz giriyor. Şimdi,
düşünün. Bu ürünün ülkeye ne zararı var? 24 Kasım 2001 tarihinde bu hükümet, bir
kararnameyle fındık üretim alanlarını daraltmaya karar verdi. Kararnamede
fındık ağaçlarını sökün deniyor, üstelik söküm masraflarını Dünya Bankası
kredisiyle devlet karşılıyor. Niçin; devlet bu kadar zengin mi? Fındığınız ne
zaman elinizde kaldı? Fiskobirlik devreye girmese dahi, vatandaş, ürününü
piyasada satabiliyor. Bitkisel yağa gelince :
Türkiye, bitkisel yağ hammaddesi için her yıl dışarıya 500 milyon dolar döviz
ödüyor. Bu ürünlerde dışa bağımlıyız. Aslında, Türkiye'nin her yerinde ayçiçeği
tarımı yapılabilir; ama, nerede bunu teşvik edici zihniyet! Bu hükümet, üretimi
artıracağı yerde, engellemeye çalışıyor. Böyle bir ürün için hükümetin aldığı
karara bakınız: 2002 yılı için ayçiçeği, pamuk ve zeytinyağına verilen primler
kaldırılıyor. Alternatif ürünler, evet, onlar desteklenecekmiş. Fındık, tütün
ve şekerpancarı üretimini engelleyen hükümet, bu ürünlerin yerine, Türk
çiftçisinin adını bile bilmediği ürünleri alternatif ürün olarak sunuyor.
Alternatif ürün, Sayın Ecevit'in köy-kent projesi gibi, sadece ham hayal ve
Türk çiftçisiyle alay etmektir. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Efendim, toparlar
mısınız. MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla)- Alternatif ürün dedikleri, soya fasulyesi ve kanoladır. Bunun için
prim verilecekmiş. Diyorum ki: Ayçiçeğine niye vermiyorsunuz? Şimdi hükümet
sıralarına sesleniyorum: Kanolanın ne olduğunu aranızda bileniniz var mı? MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa)- Bilmiyorlar. MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla)- Olsa olsa, belki, Tarım Bakanı bilebilir. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa)-
Bilmiyorlar... Bilmiyorlar... MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla)- Buğdaya gelince : Hiçbir ülkede hiçbir zaman hiçbir hükümet, eğer
gaflet, dalalet ya da hıyanet içinde değilse, vatandaşın ekmeğiyle oynamaz,
ekmeğiyle oynayan varsa onunla mücadele eder; böyle bir tehlike varsa, önceden
görür; göremiyorsa, görenleri dinler. Üstelik, böyle bir tehlike durumu için
müdahale kuruluşları oluşturulmuştur. Ekmek bu. Ekmekle oynanmasın diye Toprak
Mahsulleri Ofisi diye bir kurum var. Üç yıldır bu kuruluşu yok etmenin yolunu
arıyor bu hükümet. Önce kurumu işlevsiz hale getiriyor; buğday üreticisine
destek vermiyor, yeterli alım yaptırmıyor, sonra da, dışarıdan buğday ithalatı
yapıyor. 57 nci hükümet, üç yıldır, âdeta, buğday üreticisini ürettiğine pişman
edercesine enflasyonun çok altında fiyat vererek, enflasyona ezdirmiştir.
Önümüzdeki yıl, buğdayda tamamen dışa bağımlı hale getiriliyoruz. Bu amaçla,
hükümet, elinden geleni yapmış, görevini tamamlamıştır. Destekleri tamamen
ortadan kaldırdıktan sonra, ödünç tohumluk verilmesi kanunu da kaldırıldı.
Çiftçi, iyi tohum da kullanamadı. Gelecek yıl, ekmek sorunu yine kapıda. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederiz. MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla) - 1 dakikanızı rica ediyorum efendim. BAŞKAN - Tabiî, efendim.
Hayır, iftar vakti yaklaştığı için... MEHMET RECAİ KUTAN
(Devamla) - Evet efendim. Tarımsal ürünlerin
desteklenmesiyle, güya, ürün fiyatları artıyormuş, tüketici bundan zarar
görüyormuş; tüketiciyi korumak amacıyla desteklemeleri kısıyorlarmış. Şimdi,
gıdada dışa bağımlı oldunuz ve piyasa, spekülatörlerin eline düştü. Gıda
fiyatları birkaç ay içerisinde yüzde 120 arttı. Tüketiciyi böyle mi
koruyacaksınız?! Evet, 165 000 lira
tabanfiyatı açıkladığınız buğdaya, ancak, 130 000 lira ödediniz. Şimdi, buğday
250 000 lira oldu. Aradaki 120 000 liralık fark, güneşin altında pişen
çiftçilerimizin cebine mi girdi?! Yine soruyorum: Tüketiciyi böyle mi
koruyacaksınız? Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bu açıklamalardan sonra gelinen yer, iflas değil mi? Dört yılda
100 milyar doları rantiyeye, 30 milyar doları soygunculara, hortumculara
verdiniz. 30 milyar dolar dışarıya kaçtı. Buna rağmen borç toplamı, 200 milyar
dolara yaklaşıyor. Ülke küçülüyor, tükeniyor. Gayri safî millî hâsıla, 205
milyar dolardan 140 milyar dolara düştü. Milyonlarca işsiz insan var.
İnsanlarımız aç ve perişan durumda. Sosyal güvenlik sistemlerimiz çökmüş.
Devlet, adalet, eğitim, sağlık ve güvenlik gibi temel görevlerini yapamıyor.
Üretim durmuş, ülke fakirleşmiş, ele güne muhtaç hale gelmiştir. Sabit değerlerimiz,
büyük fedakârlıklarla ürettiğimiz zenginliklerimiz, haraç mezat satılma
durumundadır. Tüm varlığımız yabancıların eline geçmek üzeredir. 2002 yılının
başında, tüm iddialarını kaybetmiş, tüm imkânlarını yitirmiş, dolar için her
denileni yapmak zorunda kalan, asker gönderen bir Türkiye var; fakir, güveni
olmayan, gururu kırılmış bir halk var; ama, bu millet, bunun da kötüsünü
görmüştür. Ben, bütün kalbimle inanıyorum ki, bu ülkede bu makûs talihi
yenecek, silkinip, üzerine çöreklenenleri atacak bir gizli potansiyel vardır.
Göreceksiniz, herkes görecek; bu millet bunu yapacaktır. Bundan hiç kimsenin
şüphesi olmasın. Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (SP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN - Sayın Kutan,
teşekkür ediyorum. Saat 18.00'de toplanmak
üzere, oturumu kapatıyorum efendim. Kapanma Saati : 16.19 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN- Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz. IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu(1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam) 2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı: 773) (Devam) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam) 4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.
Sayısı: 774) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar. Şimdi söz sırası,
Demokratik Sol Parti Grubunda. DSP Grubu adına ilk
konuşmacı, Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu. Buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi
üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüş ve değerlendirmelerimizi ifade
etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, bugün,
Türkiye'nin ciddî bir prosesten, süreçten geçmekte olduğu muhakkaktır. Burada,
hadiseleri ve gelişmeleri değerlendirirken "kim kötü, kim iyiydi; kim
güzel, kim çirkin" münakaşasının ve tartışmasının artık ötesine geçmenin
zamanı gelmiştir. Bugün, Türkiye'de sorun
"nerede yanlış yaptık, neden yanlış yaptık ve çaresi ne" sorusunun
cevabını aramaktır. Kimin yanlış yaptığı hususu, çok, ama çok daha tali
derecede kalır. Bu sualin cevabını ararken, evvela, tarihe kısaca bir göz
atmakta yarar görüyorum. Bugün içinde bulunduğumuz
sürecin başlangıç noktası 1999 Aralığıdır, Türkiye'nin bir istikrar ve yeniden
yapılanma programına karar verip uygulamaya geçtiği tarihtir. Böyle bir
istikrar ve yeniden yapılanma programına, günün hükümeti niçin gereksinim
duymuştu, Türkiye'de ne eksikti, Türkiye'de ne yanlıştı, Türkiye'de bizleri ne
tatmin etmiyordu; bunu kısaca ifade edeyim. 1999 Aralığında
Türkiye'de fert başına millî gelir 3 000 dolar civarındaydı ve dünya
standartlarına göre bunun tek adı, tek değerlendirmesi vardı, bu, fukaralık
sınırıydı. Halbuki, bizim, 1999'dan yirmi yirmibeş yıl önce birlikte yola
çıktığımız ve aynı fert başına gelirden hareket ettiğimiz, benzer sosyoekonomik
göstergelerden hareket ettiğimiz, aşağı yukarı aynı endüstrileşme seviyesinde
olduğumuz üç batılı ülke vardı; bunlar, sırasıyla, Yunanistan, İspanya ve
Portekiz'di ve millî gelirlerimiz 1970'li yıllarda hemen hemen eşitti,
sosyoekonomik durumumuz da eşitti. 1999'a geldiğimizde, Yunanistan'ın millî
geliri 11 000-12 000 dolar, Portekiz'in millî geliri 9 000 dolar ve İspanya'nın
millî geliri 14 000-15 000 14 000-15 000 dolardı. Dolayısıyla, biz, geride
bıraktığımız yirmi, otuz, kırk yıl içinde bir şeyleri yanlış yapmıştık veyahut
da onlar doğru yapmış, biz onların doğrularını yakalayamamıştık veyahut da biz
bir şeyleri yanlış yapmış, onlar bizim yanlışlarımızı tekrar etmemişti. İşte,
bugün, araştırılması gereken, cevaplandırılması gereken sorun budur; biz,
bugün-bundan üç sene önce ve bundan beş sene önce- niçin ötekilere nazaran daha
az geliştik ve daha fukara kaldık? Burada, hadiseleri, ayrıntıda inceleyip,
ayrıntıda cevaplandırmak mümkün ve detaya inmek de mümkün; fakat, bunun için
zamanımız yeterli değil. Onun için, ben, dikkatlerinizi, birkaç noktada sistem
sorununa çekmek istiyorum. Eğer, sistem sorununu gündeme getiremezsek,
sistemdeki yanlışları teşhis edip, doğru modellerle doğru istikamette hareket
edemezsek, bugün yapmış olduğumuz tartışmaları yapmaya devam eder, fakat,
ekonomiyi bir yerlere götüremeyiz. Bu gelişmelerden hareket
ederek, size bir iki rakam daha vermek istiyorum: Türkiye, 1980'li yıllarda,
yüzde 5'in biraz üzerinde büyüdü, ortalama -on yıl ortalaması- yüzde 44
enflasyonla; 1990'lı yıllarda, yüzde 4'ün altında -3,9- büyüdü, ortalama -on
yılda- yüzde 76 enflasyonla. Halbuki, Türkiye, 1960'lı ve zor olan 1970'li
yıllarda, yüzde 6'nın üzerinde büyüme tutturmuştu. Demek ki, son otuz kırk
senede, sürekli olarak, büyüme hızımızda bir gerileme var ve de enflasyonda
yükselme var. Bunun ilginç yönü, bunun bir başka hususu da şu: 1990'lı
yıllarda, enflasyon artarken, büyüme hızı düşüyor; 1980'lere nazaran enflasyon
artıyor, büyüme hızı düşüyor. Bu da şu gerçeği gösteriyor ki: Enflasyonla
büyüme kabili telif değildir veya başka bir deyişle, enflasyona güvenerek
büyüme aranamaz; çünkü, bu rölasyon, bu ilişki, doğru orantılı değildir. O
zaman, Türkiye'nin, evvela, enflasyonu düşürme arayışına girmesi gerekiyordu,
bu çerçevede yeniden yapılanma arayışına girmesi gerekiyordu ve 1999 Aralığında
gündeme gelen ve uygulamaya konulan, bilahara da bu senenin mayıs ayında
yenilenen programın temel amacı buydu. Şimdi, sistem meselesine
geliyoruz... "Nerede yanlış yaptık, kim yaptı?"sualine cevap
vermiyorum, aramıyorum da. Türkiye'de kaynak tahsis sistemi, 1980 yılında çok
köklü bir değişikliğe uğradı. O tarihe kadar, karma ekonomi tercihine dayalı,
merkezî planlama anlayışıyla yönetilen ve kaynak tahsisini, esas olarak bir
merkezden ve plan disiplini içerisinde gerçekleştiren Türkiye, 24 Ocak
Kararlarıyla, serbest piyasa modeline doğru keskin bir dönüş yaptı ve ekonomide
devletin yol göstericilik rolü geniş çapta azaldı. Bu durumda, etkin kaynak
tahsisinin, iyi kötü aracı olan planlama kavramının yerini kim alacaktı ve bu
misyonu kim üstlenecekti; liberal ekonominin temel mekanizmalarına ve modelin
gelişmiş dünyadaki başarılı örneklerine bakıldığında, doğal olarak, finans
sisteminin veya daha dar bir tanımla bankacılık sektörünün, bu fonksiyonu, bu
misyonu üstlenmesi gerekiyordu. Bilindiği gibi,
bankacılık kesiminin üç ana işlevi vardır; müşterilerine bankacılık hizmeti vermek,
risk yönetimi yapmak ve ekonomik ajanlar, sektörler ve projeler arasında etkin
ve verimli kaynak tahsisini gerçekleştirmek. Ancak, 1980 sonrası, Türk
bankacılık sektörü, birinci işleviyle ilgili olarak çok önemli gelişmeler
göstermesine, çağı hemen hemen yakalamış olmasına rağmen, diğer iki alanda
maalesef yeterince başarılı olamadı. Bugün, ülke ekonomisini rasyonelleştirme
çabaları karşısında, büyüklü küçüklü pek çok banka, Türk Tasarruf Mevduat
Fonunun kucağına düşmüşse; bu, risk yönetimi işlevindeki başarısızlığın
işaretidir ve bugün Türkiye'de, krizin odaklandığı nokta olarak finans
kesiminin yer alması, işte, bu yanlışlığın veyahut da bu etkin ve verimli
sistemin kurulamayışının bir sonucudur.
Bu noktada uzunca bir
süredir, bankacılık sistemini yeniden yapılandırmak, bankacılık sistemindeki
çöküntüyü önlemek, bankacılık sistemini sağlığına kavuşturmak için büyük
mücadele veriyoruz; fakat, bir noktaya bu aşamada işaret etmek istiyorum:
Türkiye'de, bankacılıkta mülkiyet sorununa doğru ve sağlıklı cevap
veremediğimiz ve bunun doğru dengesini kuramadığımız takdirde, bankacılık
sektörü bizim başımızı ağrıtmaya devam edecektir. Bugün, Türk bankacılık
sistemi, boğazına kadar devlet kâğıdına gömülmüş; reel sektör, ayakta kalması
için gerekli asgarî kaynağı finans sektöründen sağlayamıyorsa ve sonuçta ülke
ekonomisi, yetersiz likit girdabında çırpınıyorsa, bu, sistemin kaynak tahsisi
misyonunu sağlıklı algılayamamış ve yorumlayamamış olmasının bir sonucudur.
Türk bankacılık sistemi, bu işlevi sağlıklı bir biçimde yerine getirmek üzere
yeniden yapılandırılacaktır, bundan kaçış yoktur. Olaya bu açıdan bakıldığında,
hükümetin, bir süredir, genelde finans sektörünü, özelde bankacılık kesimini
rasyonelleştirme ve sağlıklı ve kalıcı bir zemine oturtma konusundaki zorlu
mücadelesini takdir etmemek mümkün değildir; ancak, bu hususta, reel faiz
hadlerinin düşürülmesi kadar, mevduat vadelerinin uzatılması boyutuna da
gerekli ağırlık ve önemin verilmesi gerekmektedir; zira, yatırım, vade
demektir. Orta ve uzun vadeli kaynak yoksa, yatırım da olmaz; yatırım olmazsa,
büyüme mümkün değildir. Şimdi, burada
"acaba, konuşmacı, liberal sisteme karşı mıdır" diye akıllara sual
gelebilir. Bu konudaki değerlendirmelerime tekrar açıklık getirmek istiyorum.
Artık bugün tekrar, planlı ekonomiye dönüş, ne söz konusudur ne de mümkündür.
Burada söylemek istediğim şudur: Eğer bir sistemi, bir modeli alıp, kendi
ihtiyaçlarınıza göre ve kendi uygulamanız içine monte etmek istiyorsanız, o
sistemi, o modeli bütün kurumlarıyla ve kurallarıyla getireceksiniz. Orasından,
burasından parça bölük getirdiğiniz takdirde, sistem sağlıklı çalışmıyor. Bunun
ilginç örneklerinden biri, Medenî Kanundur. Medenî Kanun, Türk kültürüne ve
-zamanında- Türk yaşam tarzına aykırı gibi görünse de, unutmayalım ki, 76 yıl
ayakta kalmıştır. Neden kalmıştır; çünkü, sistem, bütün kurum ve kurallarıyla
getirilmiş ve uygulamaya sokulmuştur ve bu sebeple de, 76 yıl yaşayabilmiştir.
Onun için, ekonomik alanda da model arayışlarına, sistem arayışlarına
geçtiğimiz vakit, bu hususa dikkat etmek durumundayız ve nitekim son bir yıldır
özellikle bankacılık sektöründe verilen savaş, bu iddiaya dayanmakta, bu hedefi
gözetmektedir. O bakımdan, ne kadar zorlu olursa olsun, ne kadar yıpratıcı
olursa olsun, faturası ne kadar yüksek olursa olsun, bu düzeltmenin ve
düzenlemenin muhakkak yapılması gerekir ve bu konuda, hükümet de, elinden gelen
gayreti göstermektedir. Şimdi, bu konuda, başka
bir alanda da size bazı rakamlar vermek istiyorum. Bugün, Türkiye'de, konsolide
bütçeye dahil kuruluşlarda, döner sermayeler dahil, memur, sürekli işçi, geçici
işçi ve sözleşmeli personel statüsünde çalışan insan sayısı 2 260 000'dir; il
özel idarelerinde ve belediyelerde çalışanların sayısı 500 000'dir -ki, buna,
belediyelere ve il özel idarelerine dahil iktisadî kuruluşlar ve iştirakleri
dahil değildir- KİT'lerde 785 000 kişi, özelleştirme kapsamındaki KİT'lerde 37
000 kişi olmak üzere, 3 582 000 kişi çalışmaktadır. Bu rakamlara, Millî
Prodüktivite Merkezi, Türk Standartları Enstitüsü, Özelleştirme İdaresi, BDDK,
SPK, İMKB, Rekabet Kurulu gibi pek çok kurum da dahil değildir; çünkü, devletin
istatistik sistemi, maalesef, bu rakamları üst üste koyup tutarlı bir şekilde
muhafaza edemiyor. Şimdi, bunun dışında bir de emeklilere bakalım; emekli,
malul, dul ve yetim aylığı alanlar, Emekli Sandığından 1 335 000 kişi, SSK'dan
3 027 000 kişi, Bağ-Kurdan 1 190 000 kişi, toplam 5 552 000 kişi. Çalışanlarla
birlikte her ay devletin eline bakan insan sayısı 9 134 000 kişi. Bu, her
çalışanın 1 kişiye, her 2 emeklinin de 1 kişiye bakmak durumunda olduğunu, onun
geçiminden sorumlu olduğunu düşünsek, böylece her ay başında devletin
kendilerine vereceği maaşla geçinmek durumunda olan insan sayısı 13 700 000'e
çıkıyor. Bu arada, bir de, 2022 sayılı Kanun kapsamında, yaşlılık, malullük,
sakatlık aylığı alan 959 000 kişi var. Bir de Türkiye'de, yeşil kart sahibi 9
700 000 kişi var değerli milletvekilleri. Burada bitti mi; hayır, burada
bitmedi. Bir de Türkiye'de, önlisans, lisans, master ve doktora öğrencisi olup,
Kredi ve Yurtlar Kurumundan kredi alanlar 1 480 000 kişi, bu kapsamda harç
kredisi alanlar 360 000 kişi, Başbakanlık bursu alanlar 220 000 kişi; yani, sadece burs alanlar 2
060 000 kişi. Bu rakamlara, bir de, devletin her gün yedirmek, giydirmek,
barındırmak, hastalığında tedavi ettirmek durumunda olduğu şu kadar yüzbin,
silah altındaki eratı ekleyelim; devlet, bugün Türkiye'de, 25 000 000 ile 30
000 000 kişi arasındaki bir büyüklüğün geçiminden sorumludur. Şimdi, burada bitiyor mu;
burada bitmiyor. Hepimiz zannediyoruz ki, eczacılar serbest meslek sahibidir;
fakat, Türkiye'deki eczacıların yıllık cirosunun resmî kayıtlara göre yüzde
75'i, rivayete göre de yüzde 90'ı kamu kurumlarından yapılmaktadır. Onlar da,
bizim gibi, her ay değil de, gecikmeli olarak, üç ayda bir, altı ayda bir
"efendim, o ita amiri senin, bu sayman benim" dolaşıp, geçimlerini
temin etmeye çalışıyorlar; nereden; devletin üzerinden. Şimdi, bu noktaya
gelindiğinde, bu kadar büyük bir insan kitlesini ayakta tutmak mükellefiyetiyle
karşı karşıya olan devletin, nasıl doğruyu bulabileceğini ve bu işin içinden
nasıl çıkabileceğini, sistem sorununu çözmeden cevaplayamayız. (DSP
sıralarından alkışlar) Efendim, Tariş'i
sahiplerine tekrar iade etmek veyahut da o bakanlığı kapatıp, şu şu kurumları
bu bakanlığa bağlamak veyahut da hanımların başını açıp kapatması meselesi,
bunların karşısında çok tali düzeyde kalır ve o sorunları çözerek bu sorunları
çözemiyorsunuz. Ne yapmamız lazım; hep beraber oturup, sistem analizini yapıp,
parti ayrışmasına düşmeden, çözümler üzerinde mutabık kalmamız lazım. Şimdi, üçüncü bir konuya
temas edeceğim; çok detaya girmemek için böyle atlayarak gidiyorum. Geçenlerde, Köy
Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanımız Mustafa Yılmaz'la konuşuyorduk, kendisi
şöyle diyor : "Ben dörtbuçuk yıldır Bakanım; Bakanlığa başladığım günden
itibaren hiçbir gölet projesini programa almadım ve başlatmadım; ama, dörtbuçuk
senede, başlanmış, temeli atılmış göletlerin ancak yüzde 50'sini
tamamlayabildim." Şimdi, devletin üzerine
öyle bir yük yüklemişiz ve devleti öyle bir ipotek altına almışız ki, bu işin
içinden çıkmak için, yine de, biraz önce söylediğim gibi "sen kötüsün, ben
daha iyiydim; sen çirkinsin, ben güzelim" tartışmalarıyla bu işin içinden
çıkılmaz. Burada gerçekçi olmak, burada samimî olmak, burada iyi niyetli olmak
ve meselelere böyle sahip çıkarak çözüm aramak lazım. Çözüm var mı; var, çözüm
her zaman olmuştur. Şimdi, mesele buraya
geldiğinde ve tablo bu kadar karamsar olduğunda "efendim, bir çıkış yolu
yok mu" diye düşünülebilir. Biraz önce söylediğim gibi, çıkış yolları
vardır. Nasıl vardır; doğru politikaları izlemek ve bunda ısrar etmek suretiyle
çıkış yolu bulunabilir ve bu hükümet de, iki- buçuk senedir, büyük zorlamalara,
büyük sıkıntılara, büyük siyasî riskler altına girmesine rağmen, bu işi yapmaya
çalışmaktadır ve belli bir noktada da bir yerlere gelinmiştir. Nereye
gelinmiştir... MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Şanlıurfa) - Dibe vurmuştur. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - Bazı doğruları yaparsanız, bazı olumlu sonuçlar alıyorsunuz; mesela
SSK'da. Biz, burada bir sosyal güvenlik reformu yaptık; sosyal güvenlik reformu
yaptıktan sonra, sosyal güvenlik kurumlarına devlet bütçesinden yapılan
katkıları bir sene içinde yüzde 13'ten yüzde 9'lara ve bunun gayri safî millî
hâsılaya olan oranını yüzde 5'lerden yüzde 2'lere indirebildik. Demek ki, doğru
politikalar izlenir, doğru tedbirler alınırsa, olumlu sonuçlar alınabiliyor.
Bunu da, bir misal olarak araya sokuyorum. Şimdi, gündemimizdeki
bütçenin istihdaf ettiği 2002 yılına çok yaklaştığımız şu günlerde "Türk
ekonomisinin genel durumu veya en azından genel görünümü nedir" sorusuna
yanıt aramak istiyorum. Bu suretle, yakın gelecekle ilgili beklentilerimizi de
biçimlendirmiş oluruz diye düşünüyorum. Nitekim, son birkaç ay
içinde, Türkiye'de, içinde bulunduğumuz bütün sıkıntılara ve kriz sürecine
rağmen, neler olmuş, bir bakalım: Bir kere, Amerika Birleşik Devletlerinin
teröre karşı açtığı savaş, Türkiye için, birbirine zıt iki etki yapıyor; resmin
olumsuz yönü şu: Amerika'nın, Afganistan'dan sonra Irak'a saldırma olasılığı,
özel yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisini frenliyor; ama, aynı zamanda,
Türkiye'nin jeopolitik öneminin bir kere daha önplana çıkması, hem iç hem dış
malî çevrelerin moralini yükseltmiş bulunuyor. Bunu da, son zamanlarda
gazetelerden görüyoruz. Nitekim, Standart and Poors, cumartesi günü,
Türkiye'nin notunu, negatiften durağana çevirdi. Son iki ay boyunca
Türkiye'de işler istikrar yönünde gelişirken, Arjantin'de durumun giderek
kötüleşmesi, uluslararası basının ve finans çevrelerinin iki ülkeyi birlikte
değerlendirmelerini önledi, Türkiye'nin zamanla krizden çıkacağı beklentilerini
artırdı. Türkiye'nin, son birkaç senedir en büyük sıkıntılarından birisi,
Arjantin'le aynı sepete konulmaktı ve aynı muameleye tabi olmaktı. Şimdi,
Türkiye, bu handikapını ciddî surette aşmış görünüyor. Tabiî, bu iyimserliğin
arkasında, hükümetin gerekli malî ve idarî önlemleri alma konusundaki kararlığı
-Anayasa değişikliği dahil de- G-7 ülkelerinin IMF'yi Türkiye'ye yardım
konusunda yüreklendirmesi bulunuyor. Bir başka faktör, bütçenin temel
parametrelerinin istikrar amaçlı belirlenmiş olması; ki, en çok şikâyet
ettiğimiz konu bu; yani, bütçe sıkı, bütçe katı, bütçe dar; ama, bu tavır,
faizdışı fazla konusundaki ısrar ve kararlılık, devlet borçlarının
döndürülmesine olan inancı pekiştiriyor ki, bu nokta da çok önemli bir husus. Şimdi, devlet borçlarına
gelince, bir noktaya dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. "Bizim zamanımızda daha iyiydi, sizin zamanınızda daha
çok..." Evet, kartopunun ilk 10 metredeki hızı ve büyüklüğü ile 90 ilâ 100
üncü metrelerdeki hızı ve büyüklüğü birbirinden ciddî surette farklıdır.
Marifet, kartopunu yerinden koparmamak veya mümkünse, kopar kopmaz kontrol
altına almaktır; alamazsanız bu durum oluyor. Bunun ötesinde, IMF'nin
verdiği yeni ekkaynak önümüzü bir kere daha önemli ölçüde açıyor. Şubat
devalüasyonu etkisi, nihayet yılın üçüncü çeyreğinde belirgin hale geldi. 12
aylık ihracat tutarı, ilk defa, 30 milyar doları aştı; geçen sene ekim sonu -bu
sene ekim sonu itibariyle, ilk defa 30 milyar dolar eşiğini aştı. 2000 yılının
son çeyreğinde, yüzde 55'e kadar genişleyen ihracatın ithalatı karşılama oranı
yüzde 80'leri aştı. Şimdi, burada bir
düzeltme yapmak istiyorum, sadece zabıtları tashih etmek açısından. Sabahleyin,
saygıdeğer bir siyasî partimizin saygıdeğer Genel Başkanı "biz iktidarı bıraktığımızda, ihracat
30 milyar doları aştı" demişti. Tahmin ediyorum, o konudaki rakamlar
yanlış, bir kasıt olmadığı kanaatindeyim; ama, burada düzeltmekte de yarar
görüyorum. Rakamlar şöyle: 1994 yılında ihracatımız 18 milyar 106 milyon dolar,
1995'te 21 milyar 637 milyon dolar, 1996'da 23 milyar 224 milyon dolar. Biraz
önce söylediğim gibi... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
1997'de ne kadar? ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - 1997'yi de vereyim efendim; özür dilerim, atlamışım. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
30 Haziran itibariyle oku. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - Hayır, hayır efendim; bunlar yıllık. 26 milyar 261 milyon
dolar. Biraz önce... MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Söyle; rakam o idi işte. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
30 Haziranda gittik biz. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - Münakaşa için demiyorum, zabıtları düzeltiyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Üzerine bavul ticaretini de koyarsanız 30 milyar doları geçer. BAŞKAN - Bırakın efendim...
İyi ki Ali Rıza Bey var; yoksa, rehavet çöktü biliyorsunuz... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - Daha önce söylediğim gibi, Türk ekonomisinde ihracat, ilk defa,
Ekim 2001 sonu itibariyle, 12 ay itibariyle, 30 milyar doları aşmıştır. Yeterli
midir; keşke 40 milyarı, keşke 50 milyarı aşsaydı; ama, bu kadar olmuş. Şimdi, Türkiye'de
güçlenen olumlu havanın etkisiyle, yıllık bileşik faiz hadleri, yüzde
85-90'lardan yüzde yüzde 70'lere düşerken, aylardır ilk defa, dolar
paritesindeki yukarı doğu hareketlilik durulma noktasına gelmiştir ve bu
kapsamda, Türkiye'nin ihraç etmiş olduğu euro/dolar tahvillerinin getirisi,
yüzde 15'ten yüzde 12'ye düşmüştür; yani, Türkiye, yüzde 15 verirken, yüzde 12
vermeye başlıyor. Bu arada, Hazine,
özellikle dış piyasalarda oluşan olumlu havayı değerlendirerek, 500 milyon
dolarlık euro bazında, yine 500 milyon dolarlık da dolar bazında tahvil ihraç
etmeyi başardı. Bu arada, büyük özel
bankalarımız da bir yıllık sendikasyon kredilerini yenileme imkânını buldular. Biliyorsunuz, yine, son
aylarda, Katma Değer Vergisinde yapılan bir indirimle, belli mallarda olan
talepte ciddî bir hareketlilik sağlandı. Özel teşebbüsün kendi
inisiyatifiyle, önce İstanbul'da başlatılan sonra yurt sathına yayılma
eğilimine giren indirim kampanyasıyla piyasada çarklar dönmeye başladı. Yine, Telekomünikasyon
Yüksek Kurulunun bir yıl aradan sonra nihayet göreve başlaması, bu sektörün
sağlıklı bir düzenlemeye tabi tutulması umutlarını artırdı. Ayrıca, Telekom
özelleştirmesine yönelik yeniden yapılandırma çalışmalarının da hızlandığı
gözleniyor. Türk ekonomisi açısından
daima önemli bir unsur olan petrol fiyatları, 11 Eylül şokunun etkisiyle önce
fırladı; fakat, daha sonra, son birkaç yılın en düşük düzeyine geriledi. Bu
konuda Rusya ile OPEC arasındaki anlaşmazlık devam edeceğe benziyor. Bu da,
petrol fiyatlarında yakın bir gelecekte önemli bir artış olasılığını bertaraf
ediyor. Bu arada, hâlâ
istikrarsız ve mütereddit görünmesine rağmen, İMKB'de de genel eğilim, yükselme
yönünde. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüldüğü gibi, geçirmiş olduğumuz dönemdeki sıkıntılara ve
kriz sürecine rağmen, şimdi, 2002 yılı bütçesiyle birlikte, yeni bir aşamaya
gelmiş bulunuyoruz. Bu aşama da, bir benzetmeyle şu şekilde ifade edilebilir:
Uçak; yani, Türk ekonomisi pist başında bekliyor. Havaalanının üzerinden sisler
yavaş yavaş kalkmaya, görüş mesafesi uzamaya başlamış. Pist uzamış, gerekli
yakıt ikmalini yapmışsınız. Şimdi, iki şey gerekiyor: Birincisi, uçağı kaldırma
kararlılığı -ki, hükümetin bunu göstereceğinden herhangi bir şüphem yok-
ikincisi, kokpitteki pilotlar arasında ve kokpitteki pilotlar ile yer personeli
arasında gerekli işbirliğini ve dayanışmayı sağlamak. Benim kanaatim odur ki,
bu hükümet, bugüne kadar çok ciddî siyasî ve ekonomik riskler almıştır, bu
riski de almamak için hiçbir sebep yoktur. Şu noktada, şu hususu unutmayalım
ki, Çincede "tehlike" ile "şans" aynı işaretlerle ifade
edilmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu durumda, önümüzdeki yakın gelecek için gerçekçi, ama
kötümser olmamak, hayalperest değil, ama iyimser olmak gerekiyor. Sözlerime son vermeden
önce, son mesajımı da Yüce Milletimize vermek istiyorum ve bu vesileyle
hepinizin mübarek ramazan ayını kutluyorum. Ergin her Türk vatandaşı,
akşam başını yastığa koyduğunda, kendisine "ben, bugün, bu ülke için, bu
halkın yararına, insanlığın hayrına ne yaptım, ne ürettim" diye
sorabiliyor ve aldığı cevaptan tatmin olmuş olarak, huzur içinde uykuya
dalabiliyorsa, tünelin ucunda ışık görünmüş demektir. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kumcuoğlu. Şimdi, söz sırası,
İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'de; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA MASUM
TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyonları
başında izleyen değerli vatandaşlarım; 2002 malî yılı bütçesi üzerinde,
Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama başlarken, sizleri, şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle,
ulusumuzun ve tüm Müslüman dünyasının kutsal ramazan ayını kutluyor, bütçemizin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasın diliyorum. Değerli milletvekilleri,
geçmişte bütçe görüşülürken, Türkiye'nin ekonomisi, sosyal yapısı ve geçmişte
yapılan ile gelecekte yapılacak olanlar tartışılırdı; bir nevi hesaplaşma,
burada görülürdü. Ne var ki, 1980'den sonra, bütçe görüşmeleri -demokratik
teamüllerin dışına çıkılarak- daha çok, belirli suçlamaların yapıldığı ya da
belirli savunmaların yapıldığı tartışma günleri haline geldi. Ben, burada, konuyu, üç
temel noktada ele alarak bütçenin tartışılması gerektiğini düşünüyorum:
Birincisi, geçmişten bugüne nasıl geldiğimizi; ikincisi, bu bütçeyle ve bu
bütçenin bir parçası olduğu -geçtiğimiz, yani içerisinde bulunduğumuz yıl
başlayan- beş yıllık kalkınma planı ile uygulamakta olduğumuz istikrar programı
çerçevesinde nasıl bir geleceğin Türkiyesini şekillendireceğimizi ve vakit
kalırsa, Demokratik Sol Parti olarak biz, tek başımıza iktidar olduğumuz
takdirde, başka neleri bu bütçede görüşebileceğimizi size sunmak istiyorum.
(DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, şu
kitap, Hürriyet gazetesinin tarihi ve Hürriyet gazetesinde, çıktığı günden
bugüne kadar "artık herkes milyoner" sloganı, biliyorsunuz, siyasî
bir slogandı; yani, toplumun tümünü değil, bir mahallede bir ferdi düşünen bir
düşünceden başlayarak, bugüne bizi getiren kitaptır. Bu kürsüye çıktığımız
zaman, eğer yarın biz yine bu kürsüye çıkacaksak, bugünlerde bu kitabın benzerinde
yazılacak kitaplarda bu konuşmalarımız, manşetlere geçen haberler yer
alacaktır. Şimdi, buraya çıkıp
suçlama yapılırken, ben, bu kitap üzerinde fazla durmak istemiyorum; ama,
birkaç başlığa dikkat çekmek istiyorum: "Çiftçinin Traktörlü
İsyanı..." Ne zaman olmuş bu; 20 Nisan 1997... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Öyle mi?! Şimdi icrada satılıyor... İsyan edecek hali kalmadı. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Yakacak traktör mü koydunuz?! MASUM TÜRKER (Devamla) -
28 Kasım 1996... "IMF Denk Bütçeyi Şaka Sandı..." NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Yani, gülünç oluyor hakikaten... MASUM TÜRKER (Devamla) -
" 'T' satışında büyük kavga... Başbakan 1 milyar dolar diyor, Ulaştırma
Bakanı 3 katrilyonun altında olursa istifa ederim diyor." AHMET SÜNNETÇİOĞLU
(Bursa) - "Açım" diye bağıranlar var mıymış "açım" diye!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bunu geriye doğru götürebilirim. Bunu, birilerini suçlamak
için yapmıyorum. Ne için yaptığımı söyleyeyim; bu Parlamentonun sınırları
içinde, bu çatının altında biz çalışıyorsak, hükümeti ya da buraya getirilen
bir olguyu tartışabilmek için, önce, o konudaki maziyi bilmek lazım. Şimdi, ne
diyoruz : "IMF dayattı." Neyi dayatmış IMF bize?! Değerli arkadaşlar, şu
kitaplar, Devlet Planlama Teşkilatında hazırlanıyor. Bu kitapların içine
baktığımız zaman, alt komisyonlar var, muhtelif kesimlerden geliyor. Yani, bir
örnek vereyim; son günlerin tartışma konusu: Kamu yönetiminin
yapılandırılmasıyla ilgili, bütün kurumların bölge müdürlüklerinin lağvedilerek
yalnız şube müdürlüğü yapılması bu çalışmada var. Biz bu çalışmanın dayandığı
beş yıllık kalkınma planını 2023 yılına kadar olan cumhuriyetin yüzyılında
görmek istediğimiz Türkiye'nin stratejisine koyduk. Şimdi, birbirimize, çıkıp
da, hiçbir zaman, ben bunu yarattım, buldum diyemeyiz. Bunu Türk toplumu
bulmuştur. Burada emeği geçenler çalışmış, getirmiş; en son, Yüksek Planlama
Kurulunda onay görmüş; Plan ve Bütçe Komisyonunun görüşüne sunulmuş,
Parlamentoda tartışılıp son şeklini almıştır. Değerli arkadaşlar, Gelir
Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Programının arkasına
bakıldığı zaman, bugünlerde yapılmak istenenlerin bir bölümünün burada yer
aldığı görülür. Şimdi, bunu uzatabiliriz; ama, yalnız bir tanesini -çok
önemlidir- söylemek istiyorum. Hani, burada, gelip de, ilerde birbirimizi
dayatmayla suçlamadan evvel "Küreselleşme" kitabını okumalıyız.
Küreselleşmeye karşılık, Türkiye Cumhuriyetinde neler yapılması gerektiğine
ilişkin, alternatifleriyle birlikte öneriler vardır burada. Şimdi, bunu niye
söylüyorum değerli arkadaşlar? Forum Dergisi, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinin yayın organı. 15 Nisan... Kapak: "1994'ü Hatırla, Bugünü
Anla" Şimdi, bunu kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Başlığın altı:
"1994'teki kriz yapısal sorunların üzerine gidilerek aşılamadığı için,
sadece halının altına süpürüldüğü için, ertelenmiş sorunlar 2000'lerde
patladı." Şimdi, bu gerçeği, ben, iktidar grubunun, Demokratik Sol
Partinin bir üyesi olarak sindirip, geleceğe baktığım zaman şu sorumluluğum
var: Geçmişte yapılanların bugüne gelmesi gibi, ben, yarına vergiyi
erteleyerek, erken vergi tahsil ederek, borç bırakarak sorunları halının altına
süpürerek mi davranmalıyım; yoksa, buraya seçilmiş olduktan sonra, taşımam
gereken devlet adamı ciddiyeti içinde, gerekirse risk alarak, seçim uğruna
popülizm yapmadan ve korkmadan ve her gün atılacak seçim naralarına kulaklarımı
tıkayarak yarını mı şekillendirmeliyim, çocuğuma mutlu bir gelecek mi
bırakmalıyım, yoksa, geçmişte, burada oturup, şimdi bana laf atanlar gibi
geleceğe mi süpürmeliyim?! Bu, benim sorumluluğum olmalı. (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Bunu tokken söyle... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Eğer, ben bu sorumluluğu taşıyamıyorsam, yarın, muhalefette oturur, iki üç yıl
beklemesini bilirim ve laf atmaya başlarım. İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Halk da laf atıyor! BAŞKAN - Sayın
Yılmazyıldız, lütfen efendim. Sayın Yılmazyıldız,
lütfen hatibin sözünü kesmeyelim. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yolsuzluk bu dönem ortaya çıktı. Evet, doğrudur.
Yolsuzluk bu dönem ortaya çıktı. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ayıp sana, ayıp!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Rahatsız olmayın, bu dönem yolsuzluk ortaya çıktı; ama, çıkan yolsuzluk,
1997-1998 yılı öncesi yolsuzluklara dayanan ve o zamanki hortumları ortaya
çıkaran yolsuzluktur. (DSP sıralarından alkışlar) NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Ayıp!.. Ayıp!.. MASUM TÜRKER (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, biraz evvel,
burada, Price Water Hause'un raporu söylendi. Price Water Hause'un raporu neyi
söylüyor... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Ayıp!.. Ayıp!..
Yolsuzluktan istifa etti. O dönemin Başbakanı, bir bakanı gensoruyla
düşürüldü yolsuzluktan. Konuşuyorsun daha, hangi yüzle?.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Price Water Hause'un raporu 1999 yılında hazırlanmıştır; ama, geçmişe
yöneliktir. İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Kaç bakan daha istifa edecek yolsuzluktan? MASUM TÜRKER (Devamla) -
Şimdi, ben, bu yolsuzlukla ilgili olarak kimseyi suçlamak istemiyorum. Biz,
burada, bu Parlamentonun çatısı altında beraber yarını hazırlamak üzere
aldığımız kararlara, muhalefette bile olsak, sahip çıkmalıyız. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Beş yıl sonra mı aklınıza geldi?! MASUM TÜRKER (Devamla) -
Ne yaptık; birlikte ne yaptık? Yıllardır, adı muvakkat; yani, geçici olan,
Osmanlı'dan devreden Memurin Muhakematı Hakkında Kanununu değiştirerek
yolsuzlukların üstüne gidebilmenin kapısını birlikte araladık. Bunu, bu
Parlamento araladı. Biz, yaptıklarımıza yarınlar için sahip çıkarsak, yarınlara
iyi bir Türkiye bırakırız. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bu söylediklerine kendin bile inanmıyorsun. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yıllarca konuşuldu; denildi ki:
"Demokratikleşme istiyoruz, insan hakları istiyoruz, zincire bağlanmamış
basın istiyoruz; konuşan Türkiye istiyoruz." Bunun bütün altyapısı bu
dönemde gerçekleştirildi... NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Allah Allah!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Bugün, burada, konuşurken, hep birlikte, beraber kararlaştırdık; beraber karar
verdik demokratikleşmeyle ilgili olgulara. Anayasayı birlikte değiştirdik.
Konuşma hakkını birlikte verdik. Birlikte, burada, yargının daha iyi çalışması
için birçok işlem yaptık ve en önemli işi yaptık. Türkiye'de cumhuriyetin
kuruluşundan beri, Türkiye'yi, çağdaş ve en önemli noktalara taşıyan,
çağdaşlığa taşıyan medenî hukuku, cesaretle hep birlikte bu dönem değiştirdik.
Bu konuda, eğer böyle yaklaşırsak, o zaman, değerli arkadaşlar, gelin,
Türkiye'yi yarına nasıl taşıyalım; taşımak için birlikte... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Af Yasası da bu dönemde geçti! SALİH DAYIOĞLU (İzmir) -
Dinlemesini öğren! EROL AL (İstanbul) -
Dinle! BAŞKAN - Sayın Al...
Sayın Al, lütfen efendim...Lütfen.. EROL AL (İstanbul) -
Onları neden ikaz etmiyorsunuz? BAŞKAN - Efendim, ben
etmiyorum; çünkü, bir heyecan fırtınası lazım; tekdüze gidiyor işler. Hiç
heyecansız bütçe gördünüz mü siz?.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, çıkan Af Yasasından, burada oy vermiş bir kişi olarak
gocunmuyorum Bu, bir görevdir; ama, bu arada bir şeyi de hatırlatıyoruz. İçine
girilmeyen cezaevlerine bu dönemde girildi. (DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Bu ülkede cezaevlerine girilemiyordu. Terör, cezaevlerinde
besleniyordu. Belki de, bu, başkalarının hesabına geliyordu. İtiraz
ediyorlardı; ama, her şeyi burada birlikte yaparken, eğer, suçlanacak şeyleri
suçlayıp iyilikleri gözardı edersek, değerli arkadaşlar, o zaman, biz,
verdiğimiz oylara da sahip çıkmasını bilmiyoruz demektir. Oysa, burada, millî
irade, verdiğimiz her oyun arkasında -bize vekâlet verenlere karşı-
durabilmek... Vekâlet veren beğenmiyorsa vekâleti kullanmamızı, gereğini, günü
gelince kendisi yapar; onun adına çıkıp biz konuşamayız; kimse konuşamaz. Onun
hesaplaşma günü vardır; bu ülkede bunun teamülü kurulmuştur, her zaman
yapılmıştır. Değerli arkadaşlar,
İstanbul Sanayi Odasının 14 Eylül 1991 tarihli raporunda deniliyor ki: "Bu
yöntemle büyümek, yani borçlanarak büyümek iflas etmiştir." MAHMUT ERDİR (Eskişehir)
- Başbakan kim o zaman, bir de onu söyle. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar "borçlanarak
büyümek iflas etmiştir" deniliyor. İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Şimdi büyüme devri değil, borçlanarak küçülme devri!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Biz, borçlanarak büyümekten bahsetmiyoruz değerli milletvekilleri... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Borçlanarak küçülme devam ediyor!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Biz, İstanbul Sanayi Odasının söylediği önemli bir şeyi söylüyoruz ve bakın,
burada, elimdeki kitapta, İstanbul Sanayi Odasının "500 Şirket"
yayınında -1994 yılında- deniliyor ki: "Artık bizim kazançlarımız
repodan..." ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sen 2000'lere gel!.. 2001'e gel... Bugüne gel!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Yani, bunun başlama tarihine bakalım, bankacılık sektörünün düzeltilmediği
tarihe bakalım, bugüne gelelim. Şimdi, biz, geçmişi
tartışamayız. Geçmişin ne varsa faturasını biz de beraber yaşıyoruz, yalnız
yönetenler değil. Eğer bu ülkede sıkıntı varsa, siyaseten varsa, siyaseten
çözmek üzere soyunmuşsak, bunun riskine karşı her şeyimizle varız diyorsak, o
zaman, biz, geçmişin bu hatalarından yararlanarak, geleceği nasıl iyi inşa
edebiliriz; ona bakmalıyız değerli arkadaşlar. Sayın Kutan çok güzel bir
şey söyledi; İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Malî Müşavirler Odasının evvelki
gün yayımlanan raporunu gündeme getirerek, 100 milyar dolarlık kayıtdışının
vergi olarak alınabileceğine ilişkin talebi seslendirdi; doğrudur. Türkiye'nin
problemi, yıllardır hükmedilemeyen, kayıt altına alınamayan ekonomik
faaliyetlerden vergi alınmamasıdır. Bu, zaten, son yirmi yılda, geldiğimiz bu
döneme kadar, vergi alma, memnun et; borç al, ekonomiyi büyüt... Değerli arkadaşlar, işte,
İstanbul Sanayi Odasının da söylediği bu "ekonomimizi borç alarak
büyüttük, bugünden sonra büyütemeyiz büyümeyecek" diyor. Üretime yönelmek
zorundayız. Değerli arkadaşlar, işte,
sabırlı olursak, bu bütçenin içeriğini iyi okursak, burada açılış konuşmasında
Sayın Maliye Bakanının verdiği rakamlar arasındaki bağlantıyı çıkarırsak ve üç
gün önce yayımlanan reel sektöre yönelik programa da bakarsak, Türkiye'nin
yarınını şekillendirecek adımlar, esas bu programdan sonra atılmaya
başlayacaktır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Oruç tutarız hep beraber. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Türkiye'de bu mübarek günde, insanların birbirine oruç tutarak tahammül etmeyi
bildiği günde, geleceği şekillendirirken de, geçmişte fazla yediğini düşünüp,
fazla uğraştığını düşünüp oruç tutmayı bilmelidir. (DSP sıralarından
gülüşmeler, alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bazılarını yediriyorsunuz, bazılarını doyuruyorsunuz, millete oruç tutturuyorsunuz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi bu hale iki türlü kapitalizm getirdi; birisi,
"crony kapitalizm"; yani, ahbap çavuş, komşu, yalı komşusu
kapitalizmi ile... (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)...
diğeri, Türkiye'yi borçlandırarak, buna yabancılar "casino
kapitalizmi" diyorlar... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Soydurmadan... Hortumlatmadan... MASUM TÜRKER (Devamla) -
...Türkçesine "kumarhane kapitalizmi" diyorlar; yani, kumarhanede
oynarken nasıl adamın parası yokken önce onu borçlandır, kumarda parasını al,
sonra o paraya karşı malını al var ya, geçtiğimiz 20 yıl içinde, özellikle son
10 yılda bu kapitalizm kuruldu bu ülkede. Bu, serbest piyasa ekonomisi modeli
değildir değerli arkadaşlar. Serbest piyasa ekonomisi modeli, rekabetin tam
sağlandığı, birlikteliğin, eşitliğin, fırsat eşitliğinin sağlandığı, denetimin
gerçekleştirildiği bir kapitalizmdir. Değerli arkadaşlar, eğer
vergi alma noktasında doğruyu yapabilirsek, doğruyu söyleyebilirsek, risk
alabilirsek, risk alırken de rakibimizin, ben buraya geldiğim zaman alınanların
hepsini iade edeceğim demesine rağmen yapabiliyorsak, ne mutlu bize ki, biz, bu
ülkede aldığımız vekâleti gereği gibi yerine getirmeye hazır bir ekibiz
demektir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hortumlamadan... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, kimler hortumlamış? Gelin hortumlayanların adresine
bakalım. Bu hortumlayanlar sahneye ne zaman çıktı; hortumladıkları malları,
mülkleri ne zaman edindiler? Bunları denetlemek için 56 ncı hükümet döneminde,
Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan, Başbakan Yardımcısı Sayın Hikmet
Uluğbay, kapı kapı dolaştılar "tek bir kanun istiyoruz; Bankacılık
Kanununu çıkaralım" dediler. Ne dediniz: "Hayır, seçimden sonraya
kalsın." 56 ncı hükümette, istenilen tek kanuna bile "hayır"
denildi; 1997 yılına varmadan önce, 1996'nın sonlarına doğru, iyi hatırlayın.
Burada bir bankacılık araştırma önergesi verildi. Denildi ki: "Bankacılık
sistemi hortumlama sistemidir." Dikkat edin, o tarihte verenler, bu
sıralarda oturan Demokratik Sol Partili arkadaşlarımdır. Dönemin Hazineden
sorumlu Devlet Bakanı çıktı "hayır, bankacılık mahremdir; tartışmayalım,
görüşmeyelim" dedi. Bunları ben söylemiyorum; bu konudaki zabıtlarda, şu
anda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tutanak dergisinde yazılıdır. Değerli arkadaşlar,
birbirimizi niye kırmaya çalışıyoruz ki?! Yani, bu hükümet döneminde
hortumcuları yakaladık diye, biz mi hortumcu olduk?! (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Allah Allah... Hem hortumu biz tutacağız hem de hortumun kendisi biz
olacağız; olur mu?! (DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, biz,
hortumcuyu yakaladık; ama, en önemlisi bundan sonra hortumculuk yapmanın yolunu
kestik, yolunu kestik... Şimdi, değerli arkadaşlar, buraya çıkılır hep
söylenilir, yolsuzluktan bahsedilir. Uluslararası arenada yolsuzluğun tarifi
şudur: Yolsuzluk, devleti teslim almaktır; yani, bir gecelik terlik için
kararname çıkarmaktır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ortağınıza sorun, ortağınıza... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Ortağınıza sorun... NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Nevri dönmüş bunun!.. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bu bir örnektir; örnekleri geliştirebiliriz. Değerli arkadaşlar,
yolsuzluk demek, bu ülkenin yasalarını bu ülke vatandaşı için yapmamak
demektir. Ben, bu Parlamentonun çatısı altında ister muhalefette olsun ister
iktidarda olsun, ülkesinin aleyhinde, ülkesini teslim etmeye hazır bir
milletvekili olduğuna inanmıyorum. Buna yer vermemeliyiz. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Beyhan Bey cevap verecek şimdi. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Terlik meselesi için... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, şu anda, önemli bir şey yaptık, bu Parlamento önemli bir
iş yaptı. Siz de beraberdiniz canım kızmayın! (DSP sıralarından gülüşmeler) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Karıştırıyorsunuz. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Yaptığımız önemli iş neydi; kamu bankalarının, görev zararı olarak, artık, 1
lirayı bile yazmalarını engelledik. Birlikte yaptık, bu Parlamento, bu dönem
yaptı. Bu ne demektir; devlet, artık, kamu bankalarında görev zararları
oluşmasına neden olamayacak; yani, geçmişte olduğu gibi, veresiye defterine
yazamayacak. Değerli arkadaşlar,
geçmişte kimin yazdığı önemli değil, şahıs olarak suçlamak istemiyorum; ancak,
bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Veresiye defterine yaza yaza yaza, görev
zararlarını, fonları, döner sermayeleri bugünlere getirdik, şimdi ise, borcumuz
birden bire artıysa neden arttı; eskiden veresiye defterine yazılanları hep
birlikte açığa çıkardık. NECATİ ALBAY (Eskişehir)
- Biz mi hortumladık yoksa (!) MASUM TÜRKER (Devamla) -
Yani, bunları kimin yaptığını; niçin yaptığını; neden yaptığını araştırmak
önemli değil. Sözlerime başlarken dikkat ederseniz, bir önemli söz söyledim,
dedim ki, eğer, biz geçmişin, yapılanların benzerini yarına taşıyacak olursak,
o zaman, verilen vekâleti, millî iradeyi kullanmamış oluruz; ama, biz, artık
geleceğe veresiye yazma imkânını yasaklamışsak, o zaman, huzur içinde "bir
görev yaptık" diyebiliriz. Değerli arkadaşlar, bizim
bu bütçe çatısı altında yapacak çok işimiz var. Yapılacak bu işlerin içinde,
acaba, biz, özellikle geleceğe yönelik neler yapmalıyız ki, Türkiye önemli bir
yolda adım atabilsin. Birinci hedefimiz, bu
bütçeyle birlikte, kayıtdışı ekonominin, kayıt içine alınması için yürüten
mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir; bundan, vazgeçilmemelidir. Kamuoyuna
yansıdığı gibi, işte "malî milat geldi, ülkeyi öldürdü" gibi laflara
kulak verilmemelidir. Malî milat, 1994 yılı temmuz ayından beri vardır; önemli
olan, oradaki vatandaşın hakkını koruyacak bir sıfırlama noktasının
belirlenmemiş olmasıdır. Geçtiğimiz dönem belirlendi; kamuoyuna yanlış
anlatıldı, seçim dönemine denk geldi, ertelendi. İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Yaz boz, yaz boz... Nereye kadar?!. MASUM TÜRKER (Devamla) -
Şimdi, altyapısını yaparak... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - 100 milyar dolar dışarıya kaçtı. Bu kanunu siz çıkarmadınız mı?! BAŞKAN - Sayın
Yılmazyıldız, lütfen... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Altyapısını yaparak, ciddî bir şekilde, biz, kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına
almalıyız; ama, alırken, bir sorumluluğumuz var: Sermaye birikimi olmayan genç
müteşebbislere, yeni işe başlayanlara da, sermaye birikimini oluşturabilecek
imkânlar tanımak zorundayız. Eğer bu imkânları tanımadığımız sürece, biz, kayıt
içine alma sistemiyle, aslında, güçlü olanları daha güçlü kılar, güçsüz
olanların da sermaye sahibi olmalarını engelleriz. Bunun altyapısını iyi
yapabilirsek, yarınları iyi hazırlayabiliriz. Değerli arkadaşlar,
genellikle, çıkılır, denilir ki; esnafı ezdin vergi aldın, tüccarı ezdin vergi
aldın, şunu ezdin vergi aldın... Peki, vergi almayın... Almayınca ne olmuş;
istatistikler ortada. Bu dönem de, bakın, geçmişteki rakamlara hafif geldik.
Dolaylı vergi oranı, doğrudan verginin üstüne çıktı. 1997 yılından sonra, bu
oran, yavaş yavaş düşmeye başlamıştı geçen seneye kadar. Şimdi, tekrar, bu
seslenişler, bu bağırtılardan dolayı, hafif, tersine dönmeye başladı. Dolaylı
vergi arttığı zaman, aslında, birilerine, senden vergi almıyorum derken,
sabahleyin bir sözcünün söylediği gibi, tüketimin kısılmasına neden olan
dolaylı vergiyi artırdık hep. Türkiye'nin geçmişine bakın; 1990'dan 2000 yılına
gelene kadarki vergi serileri, bunları açık seçik ortaya koyuyor. Değerli arkadaşlar, bunu
gerçekleştirmek bizim sorumluluğumuz olmalıdır; ama, buradan da söylemeliyim;
sermayenin ürkmesine gerek yok, iş adamını ürkütmeye gerek yok. Denetim
sağlıklı olacak. Denetleyen, denetimini yanlış yapmışsa, son çıkardığımız
anayasa değişikliği çerçevesinde, zaten, kişisel olarak da kendisi, aynı
tazminatı ödemek konumundadır. Bu dengeyi kurduğumuz zaman, bu ülkede kayıtdışı
ekonomi kontrol altına alınmış olur. Bakın, ikinci önemli bir
husus; bankalardan siyasî rant sağlama imkânına son verildi. Bunun kalıcı
olması gerekir. İşte, bunun için, kamu bankalarındaki reformun geliştirilmesi
ve devam etmesi gerekir. Değerli arkadaşlar, iç ve
dışborç yükünü azaltmak için, ciddî önlemler almak zorundayız. Nedir bu
önlemler? Geçtiğimiz yıla kadar, bu önlemler için "özelleştirmeden gelecek
gelirler" denilirdi ve hatırlarsanız, geçmişte satılan bankalar, satılan
fabrikalar, maliyeti yüksek diye satıldı; bunun sosyal politikası gözetilmedi,
buradaki işçinin hakları korunamadı. Yine, fatura, geldi devletin sırtına
bindi. Şimdi, biz, iç ve dışkaynağı yaratırken, vergi kaynağı yaratabilecek
şekilde özelleştirme olgusunu ele almak zorundayız. Özelleştirmeyi, fazla para
alıyoruz diye, bugün sevinip, aslında, yarına, gizil bir şekilde, vergi
eksiğiyle ve borçlanarak yürümemeliyiz. Bu, ciddî olarak ele alınıp
tartışılması gereken ve hep beraber, birlik olmamız, uzlaşmamız gereken bir
konudur. Bu konuda bir uzlaşma sağlanamadığı zaman, geleceğine, sağlıklı bir iç
ve dışborç yükünün azaltılması konusunu getiremeyiz. Değerli arkadaşlar, ülke
ekonomisini tıkayan, işsizliğe yol açan rant ekonomisini, artık üretime yönelir
hale getirmek zorundayız. Yani, bugüne kadar yapılanların tümünde, bu işlemler
doğru ya da yanlış... Geçmişte, borsa alım satımlarının vergi oranları farklı
alındı, faiz gelirleri sürekli vergiden muaf tutuldu. NECATİ YÖNDAR (Bingöl) -
50 milyar... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Çeşitli şekillerde yapılan bütün bu talepleri ciddî olarak gözden geçirip, bu
Parlamento, yamama usulü vergi kanunu değil, hep birlikte; ama, konsensüs
içinde... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Mani olan mı var?! İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Çıktı o kanun... MASUM TÜRKER (Devamla) -
Yani, yalnız iktidarın değil, muhalefetin de içinde olduğu, tıpkı anayasayı
hazırlar gibi uzlaşılmış, gelecekte üç yıl sonra, iki yıl sonra, dört yıl sonra
başlama tarihi belirlenmiş ciddî bir vergi reformu yapmak zorundayız. Bu konuda
ciddî bir vergi reformunu yapmazsak... İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) - Sayın Türker, daha geçen dönem vergi kanunu çıkarıldı. BAŞKAN - Sayın
Yılmazyıldız, lütfen efendim... MASUM TÜRKER (Devamla) -
...buraya gelen tüm kanunlar -kim getirirse getirsin- yama usulü olur, bir
tarafı düzeltirken diğer tarafı ise bozar. Değerli arkadaşlar,
gençlerimizin dinamizmini ve enerjisini ekonominin, siyasetin, aklımıza gelecek
her toplumsal faaliyetin içine sokabilecek yöntemleri, artık, bu bütçeden sonra
getirmek zorundayız, geliştirmek zorundayız. Bu, istenirse, ileride, nasıl ki,
siyasî partilere üye olma yaşını 21'den 18'e 21 inci Dönem Meclisi indirdiyse,
gerekirse seçilme yaşını da 25 yaşına bu Parlamento indirmelidir. (DSP
sıralarından alkışlar) Bunu, biz, hep birlikte getirmeliyiz. Değerli arkadaşlar, çok
önemli bir şey söylemek istiyorum. Türkiye'nin dışpolitikasıyla ilgili bu
bütçeyi görüşürken bazı konuları birlikte tartışmak zorundayız. Bu kürsüde ya
da demeç veren bütün siyasîlerin gündeme getirmediği iki önemli kararı
hatırlatmak istiyorum. Türkiye için Avrupa Birliği bir hedeftir, bir projedir;
ama, asıl hedef olan, Avrupalının yaşadığı standartları yaratmaktır; çağdaşlığı
getirmektir. Şimdi, Avrupa Birliği hedefiyle birlikte Türkiye için hem
stratejik hem ekonomik hem ilişkilerin düzenlenmesi açısından önemli olan
Kıbrıs olayını, birileri, sahip olduğu fabrikasını, hisse senedini satar gibi
"ver, kurtul" diye gündeme getirirse kendisine bir şey hatırlatmalıyız
"Kıbrıs, senin ortak olduğun fabrika değildir." (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu,
sorumluluk isteyen, ulusallık bilinci isteyen bir konudur değerli arkadaşlar.
Bunda hepimiz mutabıkız ve bu konuda kamuoyunun bilmesi gerekir. Lütfen,
uzmanlarınız var, danışmanlarınız var; siz, işinizden çok bizi yönetmeye
kalkıyorsunuz, her konuda konuşuyorsunuz, o zaman, söyleyin o uzmanlarınıza,
1997 yılının ocak ayında -yani, bunu, tek tarafa mal etmek istemiyorum- o
dönemin yönetimi tarafından Meclise getirilip Kıbrıs'la ilgili alınmış
"gerekirse bütünleşiriz" kararı ile 1999 yılı temmuz ayında, bu
dönem, birlikte aldığımız kararları da okutun onlara. O kararlar, yalnız şunun,
yalnız bunun değil; yalnız, kapı arkasında alınmadı; millî iradeyi elinde
bulunduran Parlamentonun oy çoğunluğuyla değil, oybirliğiyle aldığı bir
karardır. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, millî iradenin aldığı bir kararın
üzerinde, sen, mensup olduğun meslek örgütlerinin -kamuya açık odalar birliği
yoluyla bile seçilemiyorsun- egemen sermayeyle oluşturduğun, yalnız, kendi dar
kadronla oluşturduğun dernekler adına bunu talep edeceksin; bu, ülkede,
milletvekillerine, siyasîlere yapılmış bir baskı değildir, millî iradeye bir
baskıdır. Bu millî iradeye bu
baskının önemi nedendir? Türkiye, şu anda, Avrupa ordusunun oluşturulmasıyla
ilgili önemli bir stratejik yoldan geçiyor. Dışpolitika sokakta konuşulmaz.
Dışpolitikayla ilgili think tank'ler kürsülerde yapılmaz. Dışpolitika
oluşturulurken, bu ülkenin kurduğu en önemli kurumu vardır -bazen, sıkışınca,
Dışişleri Bakanlığı kadrolarını yerden yere vururuz; bu, yanlıştır- oradan
neşet bularak, siyasetimizle, buradaki siyasetin her türlüsüyle... Yani, bugün,
mevcut olan partilerin 6'sı da iktidarda bulunmuştur ve dışpolitikanın
oluşmasında rol almıştır; geçmişte, iktidarken rol aldılar. O zamanki iktidar,
muhalefetti; bugünkü iktidara karşılık, geçmişin iktidarı muhalefettir.
Dışpolitikanın oluşmasında, lütfen, sizden rica ediyorum, gelin, elbirliği
yapalım. Konuşmak isteyen, komisyonlarımız var, parlamenterlerimiz var...
Kuşkusuz, yeni öneri gelecek, önerilere açığız; ama, bu önerilerin neden
olmadığını o kişiler de öğrendikleri gün, zaten, bu söylemleri dile getirmekten
vazgeçeceklerdir. Değerli
arkadaşlar,Türkiye'nin, özellikle 11 Eylülden sonra dünyadaki değişen
stratejiler içindeki konumu, tavrı, yeri değişmiştir. Dikkat edin, gazetelerde
yer alan manşetler, çeşitli söylemler, acelecilikler yavaş yavaş ortaya çıktığı
zaman herkes şaşırıyor; önce deniliyor ki "bu Afganistan'a asker gönderme
kararını niye aldık?" Alındı; ardından, onu diyenler "niye
göndermiyoruz?" Ardından diyorsunuz "ne olacak?.." Değerli arkadaşlar,
nasıl, bizi, millet, millî irade konusunda yetki kullanmak üzere buraya gönderdiyse,
bugün, millî iradenin çoğunlukla üzerinde mutabık kaldığı bir hükümet de
gereğini yapmaktadır. Bu konuya biz dikkat etmeden, dış politikanın varlığını
düşünmeden, savunmanın önemini ortaya koymadan, savunmanın, özellikle
bugünlerde çok önemli olduğunu göz önünde bulundurmadan söyleyeceğimiz her söz,
bizi Avrupa Birliğine de girmekten ciddî bir şekilde pazarlığa sokar, başka
yerlere de. Değerli arkadaşlar,
sözlerime son verirken Demokratik Sol Parti ve şahsım adına, yaklaşmakta olan
Ramazan Bayramını kutlarken, saygılarımı sunarken, Allah, milletimize, ülkemize
ve en önemlisi hepimize yardımcı olsun ki, bu söylediklerimin ve sizin
söylediklerinizin doğrusuna birlikte ulaşalım. Teşekkür ederim. (DSP,
MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker,
teşekkür ediyorum. Sayın Türker, ikazınıza
da ayrıca teşekkür ediyorum. 1997 ve 1999 kararları unutulamaz, unutturulamaz;
çünkü, bu kararların arkasında Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Ancak, onlar
okusalar da, döne döne de okusalar, işlerine gelmediği için o kararları yok
sayıyorlar. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Söz sırası, Milliyetçi
Hareket Partisinde efendim. Hatay Milletvekili Sayın
Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları
karşısında bizleri izleyen değerli vatandaşlar; hepinizi şahsım ve Milliyetçi
Hareket Partisi adına saygılarımla selamlıyorum. 2002 malî yılı bütçesi
üzerinde partimin görüşlerini arz edeceğim. Toplantımızın başarılı ve
bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum. Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, idrak edeceğimiz yılın malî programından, hükümetin ortaya
koyduğu hedeflerin sayılarla ifadesinden ve bunların tartışılmasından ibaret
kalmamalıdır. Bu görüşmelerde, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi
"bütçe hakkı, bilmek hakkı" temelinde, yaşadığı günü, bugüne ulaşan
süreci ve geleceği tüm yönleriyle sorgulamalıdır ve tartışmalıdır. Yeni bir
yıla yeni heyecanlarla, yeni kararlarla girmeliyiz. Millî hedefleri öne
çıkararak toplumumuza ümit vermeliyiz. Ülkemizi kuşatan iç ve dış şartların
siyasî, sosyal ve ekonomik yönlerini, sebeplerini, sonuçlarını, yaptıklarımızı,
yapamadıklarımızı, yanlışlarımızı, mecburiyetlerimizi, kısacası, halimizin bir
muhasebesini yapmalıyız. Türkiye'yi konuşmalıyız, Türkiye'yi kuşatan dünyayı
konuşmalıyız. Toplumun bir anlamda
kendi kendisiyle yüzleşmesi, hesaplaşması olan bu konuşmaların, öncelikle
samimiyet ve sorumluluk şuuru içerisinde yapılması asgarîde bizlerin topluma
karşı bir saygısının gereğidir. Hepimiz, açık yüreklilikle, komplekssiz,
dürüstçe ve samimiyetle sorgulamaya kendimizden başlayarak, ülkemizin,
milletimizin sorunlarını tartışmalıyız, burada sonuna kadar konuşmalıyız;
kısacası, siyasetin muhasebesini yapmalıyız, sonucunda da mutlaka toplumun
önüne bir vizyon koymalıyız. Buradaki samimî özeleştirimiz, ben inanıyorum,
halkın geleceğe yönelik ümitlerini artıracak ve kendilerine olan güvenlerini
geliştirecektir. Değerli milletvekilleri,
burada her bütçe görüşmesinde, her konuda alıştığımız üsluplarla her şey
konuşuluyor; müsaade ederseniz, ben biraz farklı şeyler söylemek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
kabul etmemiz gerekir ki, gerçekten ülkemiz sıkıntılı bir dönemden geçmektedir.
Ekonomide yaşanılan hayal kırıklıkları toplumu kuşatmış bulunmaktadır.
Toplumsal çözülme gibi çok ağır bir sonuçla karşı karşıyayız. İnsanlarımız,
heyecanlarını, özgüvenlerini ve gelecek ümitlerini yitirmek üzereler. Yıllardır
yaşadığımız ekonomik, siyasî ve sosyal boyuttaki problemlerden bir türlü
kurtulamadık, yerinde patinaj yapan araç gibi, çırpındıkça batan bir insan gibi
krizden krize sürüklendik. Çözüm arayışlarından, ortaya konan programlardan,
kurtarıcılardan, medet umulan siyasetlerden ve siyasî kadrolardan birinden
diğerine savrulan milletimiz, bir çırpınış içinde, canhıraş bir gayretle
bizlerden bir çözüm beklemektedir, başarı beklemektedir ve başarmak
istemektedir. Türk Milleti, Türk
insanı, çağın getirdiği imkânlardan faydalanmak ve çağın değerlerini evrensel
normlarda yaşamak istemektedir; ileri toplumların yaşadığı hayatın
olgunluklarını, güzelliklerini, huzurunu görmek istemektedir. Gelecek korkusu,
belirsizlik endişesi, başarısızlık kompleksi bizim kaderimiz olmamalıdır.
Kendimizi böyle bir makus talihin esiri göremeyiz. Artık, yapılması gereken
neyse onu yapmak, onu başarmak mecburiyetindeyiz. Büyük Atatürk'ün gösterdiği
çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve onu aşmak hedefine inanmalıyız ve
gereğini yapmalıyız; aksi halde, değişimin hızına yetişemeyiz, dönüşümü sağlayamayız,
çağın dışında kalırız; Allah korusun, gelişmiş ülkelerin ayakları altında
kalırız. Değerli milletvekilleri,
günümüzü anlamak, geleceği doğru tahmin etmek ve gerekeni yapmak için,
bugünlerin geçmişteki izdüşümlerini bilmek ve doğru değerlendirmek, doğru bir
metottur. Tarih, geleceği arayanlar için bir deniz feneri gibidir. Yakın
tarihimize baktığımızda, ulaşılan sonuçlarda, yönetenlerin sorumluluklarının
büyük olduğunu görürüz. Bizlerin de davranışları, kararları, gayretleri,
eksiklik ve yanlışlıkları geleceği şekillendirecektir. Bugün dünün sonucudur,
yarın da bugünün sonucu olacaktır. Sorumluluklarımızın idrakinde olalım,
yaptığımız işin önemine ve anlamına inanalım. Milletimizin geleceğini hep
beraber inşa ettiğimizin bilincinde, kendimize önem verelim, kendimize saygı
duyalım, kendimize güvenelim ve açıkyüreklilikle, komplekssiz, suçlamadan,
övünmeden, kendimize de pay çıkarmadan, samimiyetle bir durum muhakemesi
yapalım. Değerli milletvekilleri,
yeni bir yüzyılın başlangıcında, Türkiye ve Türk Milleti olarak, bulunduğumuz
yerden memnun olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Milletlerarası yarışta çok
gerilere düştük. Bu sonuçta herkesin sorumluluğu bulunmaktadır. Geliniz, bir özeleştiri
yapalım. Bugüne kadar: Sorumlu ve seviyeli bir
siyaset anlayışını ve siyaset yapılanmasını yeterince sağlayamadık. Farklılıklarını zenginlik
kabul ederek, birlikte yaşamayı ve ortak paydanın onur ve heyecanını duymayı
temin edecek bir toplumsal yapı oluşturamadık. Nimet ve külfet dengesini
kuramadık. Sefaletle sefahatın birbirinden duyarsız birlikteliğinin tehlikesini
önemsemeden yaşıyoruz. Soygun, talan ve
yolsuzlukları, haram helal zemininde, adalet terazisinde ve toplumsal vicdanda
mahkûm edemedik. Bu yöndeki teşebbüsler gün geçtikçe boyutunu ve cüretini
artırmaktadır. İnsanımızı, hak ve
sorumluluk çizgisinde üreten, emek veren ve hakkına sahip çıkan bir anlayış
yerine, verimli çalışmayan, israf eden, yalnız tüketen, ürettiğinden çok
tüketen bir aygıt haline getirdik. Toplumumuza demokratik
şuuru yeterince aşılayamadık. Kendi yönetimine, kendi kaderine sahip çıkma
vasıtası olarak demokrasi ve siyaset kurumuna ve bunların önemine yeterince
inandıramadık. Devlet yönetimini
kurumsal ve hukukî olarak çağın değişimi yönünde yenileyemedik. Çocuklarımızı
besleyemedik, çağın değerleri doğrultusunda eğitemedik. Tarihimizle barışarak,
gelecekle ilgili, toplumun ve insanlığın önüne yeni medeniyet projeleri
koyamadık, kültür ve medeniyet değerlerimizi günümüze taşıyamadık. Sevgiyi, saygıyı, hakkı,
sorumluluğu, adaleti, hukukun üstünlüğünü, emeği, sanatı hayatımızda önemli ve
anlamlı kılamadık. Birtakım korkuların ve komplekslerin kuşatmasında sürekli
mazeretler ürettik. Veren el olamadık. Alan
el olmanın, borçlu yaşamanın ezikliğiyle kendimize saygı ve özgüveni kaybettik.
Tarihimizin ve
coğrafyamızın bize yüklediği büyük devlet olma misyonuna, adalet dağıtıcılık
görevimize sahip çıkamadık. Bu idrakte olamadık, bu güce, maalesef, ulaşamadık.
Bilgi ve teknoloji
çağını, bilgi toplumu olma yönünde değişimi yakalamayı bir tarafa bırakalım,
sanayileşmemizi bile tamamlayamadık. Ekonomik ve siyasî
istikrarı temin edecek, zaruret haline gelen yeniden ve yeni yapılanmaları
zamanında ve yeterince gerçekleştiremedik. Sonuçta, 21 inci
Yüzyıldaki hızlı değişim ve gelişimi doğru algılayarak, kendini ve izdüşümü
olan kurum ve kuruluşları çağın gereklerine uygun olarak yenilemeyen, güven ve
saygı bunalımına düşmüş bir siyasî yapı oluşturduk. Zenginlikleri kendi
parasıyla ifade edemeyen, yıllık gayri safî millî hâsılası kadar borcu bulunan
ve gelirleri, borcunun faizine bile yetmeyen bir ekonomik ve malî yapıyla
boğuşuyoruz. Karar vermede, uygulamada ve denetlemede zamanın gerisinde,
şeffaflıktan uzak, yolsuzluklardan arındırılamamış bir kamu yönetimiyle
boğuşuyoruz. Kendini topluma karşı
sorumlu tutmayan bir aydın aymazlığı, doğruların ve gerçeklerin ilminin
yapılması gerekirken, ideoloji ve menfaat kaynaklı siyasetin yapıldığı bir ilim
dünyası ve sanat dünyası medenî hayatımızı tanzim ediyor. Ve nihayet, temel ihtiyaçları
karşılanmakta zorlanılan, barış, huzur ve refaha susamış bir toplumsal yapı... Kısacası, karanlıkta
fenerini kaybetmiş bir insanın çaresizliği içinde geleceğe yürüyen Büyük Türk
Milleti, bizden, hepimizden, tüm yönetenlerden yapılması gereken ne ise onu
yapacak bir iradeyi mutlaka ortaya koymamızı istemektedir. Ben inanıyorum ki,
bu Meclis ve 57 nci cumhuriyet hükümeti bu iradeyi koyacaktır ve bunu
başaracaktır. Değerli milletvekilleri,
sabahtan bu yana dinliyoruz, her bütçede konuşuyoruz, bu söylediğim hususlara
itiraz edeniniz yoksa, önce kendimizden sorgulayarak, biz bugüne kadar ne
yaptık da ülkeyi bu noktaya getirdik sorgulamasını, gerçekten, milletin
huzurunda ve vicdanımızı halkımıza açarak değerlendirmemiz gerekiyor. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
- Nasıl geldi anlamadık, bir anlat!.. MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, yeni yüzyılla sözleşme yapmaya, bilgi çağını, çağın
ötesini, ufkun ötesini yakalamak için yapılması gerekeni cesaretle ve birlikte
yapmaya cehdedelim, karar verelim, irade gösterelim. Yegâne ihtiyacımız,
kendimize, birbirimize, milletimize güvenmemizdir. Büyük Atatürk diyor ki:
"Muhtaç olduğun kudret damlarındaki asil kanda mevcuttur." İstiklal
Harbini bu güven ve bu imanla başarmış ve cumhuriyetimizi kurmuştur. Bizim için
bundan daha büyük örneğe ihtiyaç var mı? Bugün ulaştığımız sonucun birçok
sebebi olabilir; ancak, öncelikli sebep, siyaset kurumunun, anlayış ve
yapılanmasındaki çarpıklıklara bağlı olarak, sorunları doğru algılamada ve
doğru çözümler üretmekte yetersiz kalmasında görüyorum. Demokrasi tarihimiz,
siyasî partilerimizin ve parti genel başkanlarının birbirleriyle olan amansız
kavgalarının hikâyesidir. Bu toz duman arasında ülke sorunları doğru
algılanamamış ve çözümler sürekli ertelenmiştir. Siyasetin, toplumdan alınan
yetkiyle, toplum adına ve toplumun yararı için yapıldığı keyfiyetini, maalesef,
siyaset kurumu ve siyasetçilerimiz samimiyetle kabullenememişlerdir. Böylece,
toplumun siyasete katılımı yeterince sağlanamamış, bu durum, siyasetin dar ve
elit bir kadronun elinde kalması sonucunu doğurmuştur. Bu yapı, ülke
kaynaklarının talan edilmesini ve israf edilmesini engelleyememiş, yolsuzluk
ekonomisi, hortum ekonomisi olarak da adlandırılan bugünkü ekonomik düzenin
oluşmasında öncelikli rol oynamıştır. Maalesef, böylece, ülkenin geleceği,
âdeta, ipotek altına sokulmuştur. Ülkemizin bugün içinde bulunduğu bu sonuçta
milletimizin hiçbir kusuru yoktur. Ayrıca, şunu da ifade
etmemiz lazım: Artık, devletin ve devleti yönetenlerin yanlış yapma hakları da
yoktur; kalmamıştır. Doğruyu yapmak, gerekeni yapmak sorumluluğu biz
siyasetçilere düşmektedir. Sayın Kumcuoğlu'nun ifade ettiği gibi,
açıkyüreklilikle, hep beraber, elbirliğiyle sistem analizi yaparak nerede
yanlış yapıldığını tespit etmek sorumluluğundayız. Sayın milletvekilleri,
günümüze kadar ulaşan bu siyaset anlayışı ve siyaset yapılanmasıyla toplumun
sorunlarını çözmek ve onu geleceğe taşımak mümkün olamamıştır, bundan sonra da
olamayacaktır. Dolayısıyla, bu siyasî anlayış ve bugünkü siyaset yapılanması
mutlaka değişmelidir. Kısacası, siyaset kendini yenilemelidir. Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, sorumlu, ciddî, seviyeli, ilkeli, dürüst, uzlaşmacı ve
ülke menfaatlarını parti menfaatlarının önüne çıkarabilen bir siyaset
anlayışını ve toplumun katılımına imkân veren, kendi içinde demokrasiyi
uygulayan bir siyasî yapılanmayı hayata geçirmek zorunda olduğumuza inanıyoruz.
Yeni yüzyılın başında, ülkemizi geleceğe taşıyacak değişim ve dönüşümlerin bize
göre olmazsa olmaz temel şartı, siyasete bu standardı, bu seviyeyi
kazandırmaktır. "Bir şey değişecek, her şey değişecek" derken, işte,
kastettiğimiz budur. Değerli milletvekilleri,
müsaade ederseniz, bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisinin "önce ülkem,
sonra partim, sonra ben" anlayışını hatırlatmak istiyorum. Bu sorumlu
yaklaşımın ve uzlaşmacı tavrın siyasî hayatımıza getirdiği istikrar ve
seviyeyi, lütfen, kabul etmeliyiz. Bu siyasî istikrar ve uzlaşmacı tavır
olmasaydı, ülkemizin, yaşadığı bu ekonomik krizler karşısında nasıl bir kaosa
sürükleneceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Değerli milletvekilleri,
ülkemizi bugünlere getiren şartları irdelerken, bizi kuşatan dış şartları ve
özellikle küreselleşme sürecini de dikkate almak mecburiyetindeyiz. Ülkemize,
21 inci Yüzyılda, doğru, gerçekçi hedefler çizmek için, bu sürecin ana
unsurlarını ve kilometre taşlarını hatırlatmakta yarar görmekteyim. İlk ve en önemli küresel
süreç, çevre sorunlarının ortaya çıkışı ve çözüm arayışlarıyla başlamıştır.
Çevre duyarlılığıyla ilgili birçok küresel süreç "Ortak Geleceğimiz"
raporuyla hayata geçirilmiştir. 1950'li yıllarda,
insanoğlu, bilgisayarı keşfetti; böylece, sanayileşmiş ülkelerin gayri safî
millî hâsılalarındaki hizmet sektörünün payı yükselmeye başladı. 1977 yılı,
bilgi toplumuna geçilen yıl olarak kabul edilmektedir. 1970'li yıllarda yaşanan
iki petrol şokundan sonra, tüm ekonomilerde tüm tanımlar değişti, sanayi devri
tamamlanma aşamasına geldi. Özellikle Batı bankalarında biriken artan petrol
fiyatlarının oluşturduğu büyük parasal kaynaklar, küresel sermaye olarak,
uluslararası belirleyici bir güç haline geldi. Küreselleşmenin bir diğer
sonucu ise, öncelikle ekonomik işbirliği kapsamında düşünülen, ancak, zamanla
ve siyasî kültürel bloklaşmalara dönüşen bir takım NAFTA, ASEAN, APEC ve Avrupa
Birliği gibi, günümüzde de ulus devletleri kuşatan siyasal küreselleşme
birliktelikleri oluştu. Sermayenin küreselleşmesi, dışticareti, ekonominin
temel unsuru haline getirdi. Teknoloji üreten zengin ülkelerin kültürleri ve
özellikle Amerikan kültürü ve İngilizce, tüm dünyayı ve diğer kültürleri etkisi
altına almıştır. Küreselleşme süreçleri, bilgi toplumunun dinamikleri
tarafından yönlendirilmektedir. Kısacası, insanlık, kurumların ve maddî
değerlerin önplanda olduğu, sanayi çağının mekanik evreninden, insanın ve
insanî değerlerin önplanda olduğu bilgi çağının mikroelektronik, mikrobiyolojik
evrenine doğru bir sıçrama yapmaktadır. Gelinen noktada, küreselleşme,
kurumlar, aktörler ve zihniyet bazında bir değişim ve dönüşümü zorunlu kılması
nedeniyle, ciddiye alınması gereken ve toplumların her kesimini düşünmeye
zorlayan ve henüz tamamlanamamış bir süreç olarak, çağımıza damgasını
vurmaktadır. Ancak, zenginin daha zengin ve yoksulun daha yoksul olması
sonucunu doğuran küreselleşmeye insanî bir boyut kazandırılmasını, zorunlu
görmekteyiz. Dünyamızın bir tarafında teknoloji patlaması ve tüketim
çılgınlığı, diğer tarafında ise nüfus patlaması ve açlık varken, kalıcı bir
huzurun sağlanmasını mümkün görmemekteyiz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; her ülke gibi bizi de kuşatan küreselleşme süreçlerinden
sonra, şimdi de, bu süreçlerden büyük ölçüde etkilenen ekonomik durumumuzu,
genel bir perspektiften, mukayeseli olarak değerlendirmek istiyorum. Türk toplumu krizlerle
1970'li yıllarda tanıştı. Yaşanan petrol krizleri, demokrasiye yapılan
müdahaleler ve siyasetteki popülist uygulamalar krizleri derinleştirdi ve
kalıcı hale getirdi. 1980'li yıllardan itibaren kronikleşen yüksek enflasyon,
faiz hadlerindeki dalgalanmalar ve giderek büyüyen kamu açıkları, ekonomik
büyümede iniş çıkışlar yaratmış ve böylece, bir anlamda, istikrarsızlık,
istikrar kazanmıştır. Bu dönemin bariz
özelliği, popülist politikaların ülke yönetiminde egemen olması ve kavgaya
dayalı siyasetin toplumu kamplara ayırması, millî bütünlüğümüzü tehlikeye
düşürecek büyüklükte bir içsavaş tehlikesinin başgöstermesidir. 1990'lı yıllar krizlerle
geçmiştir. Krizleri tahlil ederken yaptığımız temel bir yanlış vardır; her
krizi, dar anlamlı iktisat enstrümanlarının kullanılış biçimine bakarak irdelemek
âdet haline gelmiştir; siyasal, sosyal ve ekonomik iklim, doğru analiz
edilememiştir. Bu krizleri, bütüncül bir yaklaşımla doğru algılamak ve gerçekçi
çözümler üretmek durumunda olan ekonomik ve siyasî aktörlerin yaptıkları
hatalarsa, krizleri daha da derinleştirerek günümüze kadar taşımıştır. 1990'lı yılların başına
gelindiğinde, her ileri endüstri toplumu, bilgi çağına adım atmış ve bilgi
toplumu normları ve kurumlarıyla tanışmıştı. Bu aşamada Türkiye, sürdürdüğü
sanayileşme çabalarını bu normlarla bağdaştırma ve senkronize etme gibi bir
sorumlulukla yüz yüze gelmişti; ancak, yeniden yapılanmalar tam anlamıyla
gerçekleştirilememiş ve geçmişin eskimiş kurumlarıyla, kurumsal yapılarıyla
ekonominin çarklarının daha fazla döndürülmesi mümkün olamamıştı. 1990'lı yılların başında
bu ülkeye yön veren siyaset adamları, kavgaya ve gerginliğe dayalı bir siyaset
anlayışıyla, ekonomik gerçeklere ters düşen fiyat uygulamalarıyla, üretime,
verimliliğe dayanmayan ücret politikalarıyla ve sosyal güvenlik sistemini
temelden sarsan erken emeklilik uygulamalarıyla, zaten zafiyet içinde olan kamu
maliyesi dengelerini altüst ettiler. Kamu maliyesi zafiyetinin, kamu finansman
açığı olarak, son otuz yıllık dönemde sistematik kazandığı gözlenmektedir.
1980-2000 dönemi bütçe açıkları toplamı 130 milyar dolarlara ulaşmıştır. Bu
dönemdeki bütçe açıklarının, bir önceki yıla göre artışları korkutucudur;
1991'de yüzde 76; 1996'da yüzde 120; 2001 yılında ise bir önceki yıla göre
bütçe açığı yüzde 27 artmıştır. Bütçe açığının gayri safi millî hâsılaya oranı
1990'da yüzde 2,97 iken, muntazam bir şekilde artarak 1999'da yüzde 11,7'ye
ulaşmıştır. Bugün Avrupa Birliğine girilmesini herkesten fazla istiyor
görünenlerin, uyguladıkları malî politikalarla, 1990'da, bütçe açığı itibariyle,
Avrupa Birliği kriterlerine uygun olan ülkemiz ekonomisini nereden nereye
getirdiklerini Yüce Heyetinizin ve büyük milletimizin dikkatlerine sunuyorum. Yine, 1990'lı yılların
hükümetleri, uyguladıkları politikalarla, kamu finansman açığını yaratan ve
besleyen beş kara deliğin büyümesini engelleyecek tedbirleri zamanında ve
yeterince alamamışlardır. Bu arada, kamu malî yapısındaki zafiyete rağmen malî
kesimin liberalize edilmesi, kamu finansman yükünü artırmıştır. Ayrıca,
1983-1997 döneminde yılda yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak bütçe dışında
sarf edilmiştir. 1992-1993 uygulamaları 1995 krizini hazırlamıştır. 5 Nisan
kararları, bozulan makro ekonomik dengelerin kurulması ve piyasa ekonomisinin
daha iyi işleyebilmesi için yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesini
hedeflemişti. Bu dönemde, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ekonomide devam
eden istikrarsızlığı göz önüne alarak, 20 adet yapısal dönüşüm projesi üzerine
oturtulmuş ve yön verici bir eylem planı hazırlanmıştı. Maalesef, bugüne
kadarki hükümetlerin hiçbiri, bu yapısal dönüşüm projelerinin hiçbirini
gerçekleştirmemiştir, kurumsal ve hukukî olarak bu dönüşüm projelerine
eğilmemiştir. Dolayısıyla, zamanında yapılamayan dönüşüm, maalesef, bugünleri
hazırlamıştır. İçinde yaşadığımız
ekonomik krizlerin bir diğer önemli sebebi, bankacılık sistemindeki
yetersizliklerdir. 1987-1998 döneminde, malî yapıları ve özkaynakları zayıf
birkaç şubeli bankaların açılması teşvik edilmiştir. Bu bankaların içlerinin
boşaltıldığına dair murakıp raporları, 1995 yılı ikinci yarısından itibaren
yetkililerin önüne getirildiği halde, maalesef, gelişmelere seyirci
kalınmıştır. Kamu finansman açıkları, bir yandan yatırım harcamalarının
kısılması sonucunu getirirken, diğer yandan, rantiyer tipi davranışları
özendirerek, gelir dağılımının bozulmasına neden olmuştur. Özel sektörün
faaliyet dışı gelirleri artmış, bu durum, istihdamı daraltıcı etki yaratmıştır.
Ülkemizin ilk 500 firmasının gelirleri içerisindeki faaliyet dışı gelir
oranları giderek artmış ve yüzde 90'lara ulaşmıştır. Bunu, birtakım insanlara
arz ediyorum. Hortum ekonomisi, bu
dönemde, gelir dağılımını, en zengin ile en fakir yüzde 1'lik kesimler
arasındaki farkı 236 kata çıkarmıştır. 1992-1993 yıllarında kamu kesiminin
gelir ve giderlerinde oluşan olumsuzluklar, kamu kesimi borçlanma gereğini
artırmış ve bugünkü içborç batağına yol açılmıştır. 1990'larda içborç faizinin
gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 2 iken, 2000 yılında bu oran yüzde 14,9'a
ve 2001 yılında, maalesef, yüzde 22'ye ulaşmıştır. Değerli milletvekilleri,
aslında, temel sorunumuz, ahlak zemininde sorumluluk kültüründen yoksun olmak
sorunudur. Kendi bankasını boşaltan bankacı; devlete borç vermeyi yatırım
yapmaya tercih eden işadamı; kendini, yapmak değil, konuşmak sorumluluğunda
gören siyasetçi ve tüm bunları alkışlayanların bugünkü durumdan şikâyet etmeye
hakları var mıdır?! Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, 2000-2001 yıllarına ilişkin ekonomik
gelişmelerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. 2000 yılı başında,
hükümetimiz, enflasyonu ve reel faizleri hızla aşağı çekmek, kamu finansman
dengesini sağlıklı bir yapıya kavuşturmak ve ekonomide sürdürülebilir bir
büyüme ortamını tesis etmek amacıyla, kapsamlı bir ekonomik istikrar programını
uygulamaya koymuştur. Para politikası,
hedeflenen enflasyonla uyumlu ve önceden belirlenerek açıklanan döviz kuruna
bağlanmış ve Merkez Bankasının kısa vadeli faiz oranları üzerindeki etkisi
sınırlandırılmıştır. Programda kamu kesimi
borç stokunun hızla artış eğilimini durduracak sıkı maliye politikasının yanı
sıra, gelirler politikasının da, hedeflenen enflasyonla uyumlu olmasına özen
gösterilmiştir. 2000 yılında enflasyonla
mücadelede başarılı olunmuş, yurtiçi talepteki canlanmayla birlikte üretimde
artış gerçekleşmiş, gelirler ve maliye politikası kapsamında belirlenen
hedeflere varılmış, kamu açıklarının azaltılması ve yapısal reformlar alanında
önemli gelişmeler sağlanmıştır. Ancak, Türk Lirasının
beklenenin üzerinde reel değer kazanması, yılın ilk yarısında, faiz
oranlarının, beklentilerin üzerinde düşmesiyle birlikte iç talebin hızla
artması, uluslararası petrol fiyatları ve buna bağlı olarak enerji
fiyatlarındaki artış ve Euro-dolar paritesindeki gelişmeler sonucunda, 2000
yılının ikinci yarısında cari işlemler açığı artmıştır. Bu gelişmeler iç ve dış
piyasalarda mevcut kur sisteminin sürdürülebilirliliği ve cari işlemler
açığının finansmanı konusundaki endişeleri artırmıştır. Uluslararası piyasalarda
programa olan güven azalmış, ağustos ayından sonra faiz oranlarının artış
eğilimine girmiş olmasına rağmen, yeterli sermaye girişi olmamış ve ciddî bir
likidite sorunuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu süreçle gelinen kasım ayının
ikinci yarısında, kısa vadeli faizler hızla yükselirken, menkul kıymet
fiyatları önemli ölçüde düşmüştür. Yurt dışına önemli miktarda sermaye çıkışı
olurken, döviz rezervleri azalmıştır. Bu gelişmeler döviz kuru
üzerinde de baskı oluşturmuştur. Kasım krizi sonrasında alınan önlemler ve IMF
ile varılan anlaşma sonucunda, malî piyasalardaki dalgalanmalar kısmen
giderilmiş, Merkez Bankasının döviz rezervleri kısmen artmış ve faiz oranları
kriz ortamına göre önemli ölçüde gerilemiştir; ancak, malî kesimin riskleri ve
ekonominin krize karşı duyarlılığı bu ortamda daha da artmıştır. 2001 yılı şubat ayında
yaşanan kriz ekonomik programda radikal değişikliklerin yapılmasını zorunlu
kılmıştır. Ekonomide yaşanan
finansal krizlerin ardından makroekonomik dengelerin tekrar oluşturulması
amacıyla yeni bir program uygulamaya konulmuştur. Bu programın temel amaçları
şunlardır: Bankacılık sektörüne ilişkin tedbirlerin süratle alınarak, malî
piyasalardaki belirsizliğin azaltılması ve böylece, faiz-döviz kuruna belli bir
istikrarın kazandırılması; iktisadî etkinliği sağlayacak yapısal reformların
gerçekleştirilmesi; makroekonomik politikaların, enflasyonla mücadelede etkin
bir şekilde kullanılması; sürdürülebilir büyüme ortamının temin edilmesi ve
bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesine yönelik tedbirlerin alınmasıdır
yeni ortaya konulan programın hedefleri. Program çerçevesinde,
kamu kesiminin artan borç yükünün sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması
amacıyla, maliye politikası hedefleri daha da sıkılaştırılmış, para
politikasında, Merkez Bankasının kısa vadeli faiz oranları üzerindeki etkisi artırılmış
ve dalgalı kur sistemine geçilmiştir. Ekonomik programın öncelikleri, esas
olarak, ekonomideki yapısal zayıflıkları giderici önlemler ve bankacılık
kesiminin rehabilitasyonu üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple, yeni programa
"Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı verilmiştir. 2000 yılı kasım ayında ve
2001 yılı şubat ayında yaşanan krizler sonrası faiz oranlarının önemli ölçüde
yükselmesi ve bankacılık kesiminde yaşanan olumsuz gelişmelerin kamu kesimine
getirdiği ek yük, kamu kesiminin borç stokunun hızla artmasına yol açmıştır.
Kamu kesiminin içborç stokundaki bu artış, borcun sürdürülebilmesi açısından
dışkaynağın sağlanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu kapsamda hazırlanan yeni
ekonomik program için, IMF ve Dünya Bankasından toplam 16,5 milyar dolar
dışkaynak sağlanmıştır. 2000 yılı kasım ayında
yaşanan krizden sonra artan faiz oranları ve belirsizlik ortamı, iç talep ve
üretimin düşme eğilimine girmesine neden olmuştur. Şubat ayı sonunda yaşanan
krizden sonra dalgalı kur rejimine geçilmesiyle birlikte bu eğilim, artarak
devam etmiştir. Türk Lirasının değer kaybı, faiz oranlarının artması ve döviz
kuruna bağlı olarak, kamu kesimi petrol ve enerji fiyatlarında yapılan
ayarlamalar nedeniyle üretim maliyetlerinin artması sonucunda genel fiyat seviyesi
artış eğilimine girmiştir. Bununla birlikte, şubat krizi sonrasında, döviz
kurunun dalgalanmaya bırakılmasının ve yurtiçi talepteki daralmanın dışticarete
etkileri ve turizm gelirlerindeki artış sonucunda, cari işlemler fazlası
oluşmuştur. Enflasyon, faiz oranları
ve döviz kurundaki yükselmelere, içborçlanma vade yapısındaki kısalmaya rağmen,
alınan önlemlerle, konsolide bütçe faizdışı fazlası, öngörülen hedeflerin
üzerinde gerçekleşmiştir. Değerli milletvekilleri,
hükümetimizin tüm iyiniyetli gayretlerine, uluslararası piyasalardan temin
edilen güçlü dışkaynaklara ve yeniden yapılanma anlamında ihtiyaç duyulan
kanunların çıkarılmasında Meclisimizin fedakar çalışmalarına rağmen, maalesef,
2001 yılında ekonominin tüm alanlarında bir daralma ve küçülme yaşanmıştır. Bu
daralma ve küçülme rakamlarını, Sayın Maliye Bakanımız açıkyüreklilikle burada
ifade ettiler. Benden önceki konuşmacılar da bunları anlattılar. Onun için, bu
rakamlara uzun uzun girmek istemiyorum. Ancak, burada, şunu ifade
etmem lazım: 2001 yılında olumlu gelişmeler de olmuştur. Bunların başında,
ihracatın bir önceki yıla göre yüzde 9,8 oranında artarak 30,5 milyar dolara
ulaşması, ithalatın, yüzde 32,9 oranında azalarak, 41 milyar dolar olması
beklenilmektedir. Bu, ekonomimizin geleceği açısından önemli bir gelişmedir.
Buna bağlı olarak cari işlemler hesabının, 2001 yılında 2,9 milyar dolar fazla
vermesi beklenilmektedir. Yine, burada, bir rakam
ifade etmeme, lütfen, müsaade ediniz. 2001 yılında memur maaşlarındaki nominal
artış yüzde 48,2, işçi ücretlerinde beklenilen yıllık ortalama artış ise, yüzde
36,6'dır. 2001 yılı sonunda TEFE ve TÜFE'nin oniki aylık artış hızlarının yüzde
80 ve yüzde 65 olması beklenilmektedir. Değerli milletvekilleri,
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sonrasında güven bunalımı ve malî
istikrarsızlığı önlemek amacıyla, 15 Mayıs 2001 tarihinde yürürlüğe konulan
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kapsamında malî sektörün yeniden
yapılandırılmasına, devlette şeffaflığın artırılması ve kamu finansmanının
güçlendirilmesine, ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılmasına ve sosyal
dayanışmanın güçlendirilmesine yönelik, 57 nci cumhuriyet hükümetinin yapmış
olduğu çok önemli yapısal reformları burada ifade etmem gerekmektedir. Öncelikle, bu kapsamda
yapılan en önemli düzenleme, bankacılık sektöründe yeniden yapılandırma ve
rehabilitasyon programı olmuştur. Sosyal güvenlik reformu yapılmış ve İşsizlik
Sigortası Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Malî yönetim ve uygulamada şeffaflık
getirilmiştir. Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimine İlişkin Kanun Tasarısı
Meclisimize sevk edilmiştir. Kamu ihaleleriyle ilgili kanun tasarısı, Meclise
sevk edilmiştir. Tüm bütçe içi fonlar kapatılmıştır. Elektrik Piyasası Kanunu,
Şeker Kanunu, Doğalgaz Piyasası Kanunu çıkarılmıştır. Yeni Tütün Yasası
hazırlanmıştır. Tekel, Özelleştirme İdaresine devredilmiştir. Değerli milletvekilleri,
burada, özelleştirmede başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Ancak,
müsaade ederseniz, Milliyetçi Hareket Partili eski Ulaştırma Bakanı Sayın Enis
Öksüz'ün üstün gayretleriyle gerçekleştirdiği Telekom lisans özelleştirmesini
dikkatlerinize sunmak istiyorum. Çok düşük maliyetle, bir defada en yüksek
özelleştirme gelirine Sayın Öksüz'le ulaşılmıştır. Yaklaşık 3 milyar dolar
gelir elde edilmiştir. Sayın Enis Öksüz'e, Grubum adına teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 4702 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle, meslekî ve teknik
ortaöğretimi bitiren öğrencilere, istedikleri takdirde, bitirdikleri programın
devamı niteliğinde veya en yakın programların uygulandığı meslek
yüksekokullarına sınavsız olarak devam etmesi ve bu meslek yüksekokullarının
vakıflar tarafından da kurulması, hükümetimiz tarafından kanunlaştırılmıştır ve
çok önemli bir gelişmedir. Meslekî ve teknik eğitimin, iş hayatının ihtiyaçlarını
daha iyi karşılayacak şekilde geliştirilmesi, bu kanunumuzla daha mümkün hale
gelecektir. Sağlık Bakanlığının etkin
çalışmaları sonucunda 81 ilde 112 acil sistem kurularak 544 ambülansla hizmet
verir hale getirilmiştir. 39 ildeki 75 hastanemizde, saat 24.00'e kadar hizmet
sunumu sağlanmış ve 25 ilimizde de mobil sağlık hizmeti uygulaması
başlatılmıştır. Sağlık sigortası
kapsamındaki nüfusumuz, Temmuz 2001 itibariyle 10,9 milyona ulaşmıştır. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığınca, yıllardır planlanıp yapılamayan çiftçi kayıt sistemi ve
alternatif ürün projesi uygulamalarına geçilmiştir. Yine, bu çerçevede,
doğrudan gelir desteği ödemelerine önümüzdeki günlerde başlanacaktır. Toprak Mahsulleri Ofisi,
yeni uygulamalarıyla, çiftçimizin alınterinin karşılığını, değerinde ve
zamanında vermiştir. 2000 yılında, sabit kur
uygulamasına rağmen, yüzde 4,5 oranında artarak 27.8 milyar dolara ulaşan
ihracatımızın, 2001 yılında, iç ve dış piyasalardaki tüm olumsuzluklara rağmen,
yüzde 15 oranında artarak, 30 milyar doları aşacağını ümit etmekteyiz. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de 1990'larda daha belirgin hale gelen gelir eşitsizliği, özellikle
2001 yılında yaşanan ciddî ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkan refah kaybıyla
birlikte, tüm hane halkları üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. İktisadî
faaliyet koluna göre, yoksulluk, en yaygın olarak tarım sektöründe, daha sonra
inşaat ve ulaştırma sektörlerinde izlenmektedir. Enflasyon, gelir
dağılımını bozan ve yoksulluğu artıran en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Ekonomik kriz ve
enflasyon karşısında toplumun en alt kesimini oluşturan ve en savunmasız
durumda bulunan yoksul kesimleri koruyan mekanizmalar yeterince
geliştirilememiştir. Böylece, işsizlik ve eksik istihdam nedeniyle atıl işgücü
oranı yüzde 13,8 olarak gerçekleşmiştir. Yine, bu dönemde, Kamu
Görevlileri Sendikaları Kanunu yürürlüğe girmiştir. Esnaf ve
sanatkârlarımızın kayıtlı işletme sayıları 3,5 milyona ulaşmıştır. Olumsuz
şartlar altında faaliyetlerini sürdüren küçük ve orta ölçekli işletmeler, 2001
yılındaki ekonomik kriz sonucunda en çok etkilenen kesimlerden biri olmuştur.
Bu dönemde, esnaf ve sanatkârlarımıza, küçük işletmelerimize dönük olarak 13
adet organize sanayi bölgesi ve toplam 12 335 işyerine sahip 39 adet küçük
sanayi sitesi tamamlanarak hizmete sunulmuştur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; buraya kadar, bugün yaşadığımız ekonomik krizleri hazırlayan
ve hepinizin bildiği gerçekleri anlatmaya çalıştım. 57 nci cumhuriyet
hükümetinin, ekonomi yönetiminde hataları, eksiklikleri olmamış mıdır;
olmuştur; ancak, elbette şunu da bilmemiz gerekir: Bu hükümetin kurulduğu 1999
ortalarına gelindiğinde ekonomide birçok kritik eşik aşılmış durumdaydı,
arabanın freni patlamıştı; buna rağmen, uygulamaya konulan ekonomik istikrar ve
enflasyonla mücadele programıyla, enflasyon, son yirmi yılda ilk defa yüzde
30'un altına çekilebilmiş ve bunun aşılabileceği topluma gösterilmişti. 57 nci
cumhuriyet hükümeti döneminde, daha önce, oy kaygısı veya diğer çeşitli
nedenlerle el atılmayarak ihmal edilen, ertelenen birçok konuda reform
niteliğinde çalışmalar yapılmış ve ülkemizin kanayan yarası haline gelen birçok
sorununa kalıcı çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Haziran 1999-Kasım 2001
döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 331 kanun kabul edilerek yürürlüğe
konulmuştur. Temel hak ve özgürlüklerin üzerindeki sınırlamaların kaldırılması
ve demokratikleşme yönünde iyileştirmeler yapılması amacıyla Anayasanın birçok
maddesinde düzenleme yapılmış, bu ölçüde geniş kapsamlı bir Anayasa
değişikliği, ilk defa, seçilmiş bir Meclis olarak sizler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, bu
dönemde, insan hakları, basın, adalet, malî piyasalar ve bankacılık, örgütlü
suçlar, kamu yönetiminde kayırmacılığın önlenmesi, çalışma hayatı, sosyal
güvenlik sistemi, tarım, gümrük, telekomünikasyon, özelleştirme, eğitim,
teknoloji, doğal afetler, konut ve Avrupa Birliği gibi konularda, birçok temel
konuda yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sürecin gerçekleştirilmesi, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin etkin ve verimli bir şekilde çalıştırılmasıyla mümkün
olmuştur. Yapılan tüm bu çalışmalar, hükümetin, günübirlik siyasî kaygılarla
hareket etmediğini, uzun vadeli ve kalıcı çözümlere yönelik bir anlayış
içerisinde olduğunu göstermektedir. Değerli milletvekilleri,
57 nci cumhuriyet hükümeti, özellikle iki konuda, daha önceki hükümetlere,
dönemlere göre çok başarılı olmuştur. Deprem yaralarının, mümkün olan en kısa
zamanda sarılmasında ve yolsuzluklarla etkin mücadelede olağanüstü gayret sarf
edilmiş ve başarı sağlanmıştır. Yaklaşık 20 000 insanı yitirdiğimiz ve toplam
olarak 376 685 adet konut ve işyerinin hasar gördüğü Marmara depreminin izleri
silinmek üzeredir. Bölgede 162 adet çadırkent kurulmuş, 44 107 geçici konut
yapılmış, hedeflenen 42 587 kalıcı konutun büyük kısmı tamamlanmıştır. Yolsuzluklarla mücadele
bağlamında maddî boyutlu 5,4 katrilyona ulaşan 22 operasyon yapılmış, bu
operasyonlarda, ilgili olarak, yakalanan 806 kişiden 333'ü tutuklanmıştır.
Yolsuzluklarla mücadeleye kararlılıkla devam edilecektir. Yolsuzluk yapan,
dünyanın neresinde olursa olsun, kulağından tutulup getirilip, Türk
mahkemelerine teslim edilecektir. (MHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz 2002 malî yılı bütçesiyle, hükümetimiz, 2001 Şubat krizi
sonucunda tekrar yükselme eğilimine girmiş olan enflasyonu düşürmeyi, hızla
artan borç stokunu sürdürülebilir bir seviyeye indirmeyi, daralan ekonomiyi
tekrar büyüme ortamına kavuşturmayı, faizdışı kamu dengesinde sağlanan fazlayı
daha da artırmayı amaçlamaktadır. Bunun için, bütçeyle ve programla
hükümetimizin ortaya koyduğu hedefleri Sayın Maliye Bakanımız, sabahleyin
burada uzun uzun anlattılar; ben, tekrar o konuya dönmek istemiyorum; ancak, bu
hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için, bir hassasiyetimizi de ifade etmek
istiyorum: Tüm bu gerçekler, bu
amaçlar ve bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için, bürokrasinin disiplini,
heyecanı ve kontrolü çok önemlidir diye ifade ediyorum. Bu sebeple,
hükümetimizin istikrarı ve tutarlılığı çok önemlidir; öne çıkararak, dikkatlerinize
sunmak istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özetleyecek olursak: Görüşmekte olduğumuz 2002 bütçesi, güçlü
ekonomiye geçiş programının hedeflerine uygun olarak hazırlandığı iddiasıyla
Yüce Heyetinizin huzuruna getirilmiştir; ancak, ne yaparsak yapalım, şu
gerçekleri de gözardı edemeyiz: İç borcumuz 105,8 katrilyona, dış borcumuz ise
117,8 milyar dolara ulaşmıştır; toplam içborç içindeki döviz ve dövize endeksli
borçların oranı yüzde 30'a, değişken faizli borçların payı ise yüzde 53'e
çıkmıştır. Bu durumda, devletimiz, elindeki borç yönetim araçlarını büyük
ölçüde kaybetmiştir. Ekonomik daralma nedeniyle vergi gelirlerinde de bir düşme
beklenilebilir. Bütçemiz, 1999'da 7,2 katrilyon, 2000'de 12,7 katrilyon
faizdışı fazla vermiştir. Bu yıl ve önümüzdeki 2002 yılında da fazla vermesini
beklemekteyiz; ancak, bütçenin, üzerindeki yükleri, bu fazlalıkla
göğüsleyebilmesinin de çok mümkün olduğunu söylemek mümkün değil. Değerli milletvekilleri,
önümüzdeki tablo gayet açık; son on yılda, bütçe giderleri düzenli bir şekilde
artmaktadır; faiz ödemeleri düzenli bir şekilde artmaktadır; bunlara paralel
olarak, konsolide bütçe açıkları, 2000 yılındaki küçük bir azalma dışında hep
artmaktadır. Çok kritik bir dönemeçten geçerken, ülkemiz kılıcın sırtındayken,
son günlerde, eskinin siyaset anlayışının yeniden hortladığına şahit
olmaktayız. Ekonomik krizin tüm toplumu bunalttığı bir dönemde, hiçbir çözüm ve
değer üretmeden seçim çığırtkanlığı yapanların fırsatçı ve kolaycı siyaset
anlayışını, halkımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bugün yaşadığımız açmazların
müsebbibi olanların, yaşanan olumsuzlukları istismar etmelerini ve mucize
tüccarlığına soyunmalarını, halkımızın sağduyusuna havale ediyoruz. 21 inci Dönem
Meclisimizin ve 57 nci cumhuriyet hükümetinin yeniden yapılanma bağlamında
yaptıklarını ve geçmişin ihmallerini unutarak, yeni bir şeyler söylüyor
görüntüsü oluşturmaya çalışmanın da hiçbir anlam ve önemi yoktur; milleti
yeniden kandıramayacaklardır. Böyle zamanlarda, Milliyetçi Hareket Partisi,
çizdiği sorumlu yönetim anlayışıyla, bunun getireceği siyasî maliyeti de göze
alarak, siyasî ikbal ve hesaplarına
iltifat etmeden icraatına devam edecektir. Değerli milletvekilleri,
insanlığın bilgi toplumuna geçişiyle birlikte yaşanan çok hızlı değişimler,
uluslararası ilişkilerde de güç dengelerinin ve hesapların sürekli değişmesi
sonucunu doğurmaktadır. Soğuk savaş döneminin klasik ideolojik kavgaları sona
ermekle birlikte, kültürler, dinler ve medeniyetler arasında bir çatışmanın
gündeme getirildiği bir süreci yaşıyoruz.
Küresel yoksulluk olarak kendini gösteren uluslararası gayri adil
ekonomik düzen acımasızca işlemekte ve her geçen gün, zengin ve yoksullar
arasındaki makas açılmaktadır; ancak, ne küresel yoksulluk ne de başka hiçbir
sebep, terörü mazur gösteremez. 11 Eylül olayı karşısında
Yüce Meclisimiz ve hükümetimiz, terör belasından çok çekmiş ve bedel ödemiş bir
milletin Meclisi olarak, hükümeti olarak, alınması gereken vaziyeti almıştır;
kendi sıkıntılı günlerinde aynı anlayışı görmediği müttefiklerinin yanında,
kararlı bir duruş sergilemiştir; ancak, Afganistan operasyonunun ulaştığı
aşama, sebebi ne kadar makul olursa olsun, masum insanların, özellikle, kadın
ve çocukların zarar görmesi sonucunu doğurmamalıdır; bunu, kabul edemeyiz. Ayrıca, terörizmin uluslararası tanımı yeniden
yapılırken, Türkiye, kendisini hedef alan terörizmi ve terör örgütlerini
müttefiklerine, uluslararası camiaya kabul ettirmelidir. Değerli milletvekilleri,
Türk tarihinin en kritik süreçlerinden birini yaşıyoruz. Türkiye, bir taraftan
cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik kriziyle boğuşurken, diğer taraftan
ülkenin geleceği açısından hayatî önem taşıyan dış politika meseleleriyle çok
yakından ilgilenmek zorundadır. Ülke sorunlarını, birbirlerinden soyutlayamayız;
Kıbrıs konusu, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz ve 11 Eylül sonrası gelişmeleri,
yalnız, Türkiye için değil, bütün Türk dünyasının geleceği ve kaderi açısından
büyük önem taşımaktadır. Bu meseleleri, millî mesele ölçeğinde ve millî
politika bütünlüğü çerçevesinde değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Değerli milletvekilleri,
ülkemizin içinde bulunduğu tüm iç ve dış sorunların değerlendirilmesi
sonucunda, sözümün başına dönüyorum. Tüm bu sonuçlara rağmen, karamsarlığa
düşmeye hakkımız yok; karamsarlık, korkaklıktır, sorumluluktan kaçmaktır; bu,
bizlere yakışmaz, bu millete yakışmaz. Yeni yüzyılla sözleşme yapmaya, bilgi
çağını yakalamaya, ufkun ötesini yakalamak için, cesaretle yapılması gerekeni,
birlikte, elbirliğiyle yapmaya cehd edelim, irade gösterelim, karar verelim.
Yegâne ihtiyacımız, kendimize, birbirimize, milletimize güvenmemizdir. Büyük
Atatürk'ün sözünü tekrar hatırlatıyorum: "Muhtaç olduğunuz kudret,
damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur" İstiklal Harbini, bu güven ve bu
imanla başarmış olan ve cumhuriyetimizi kurmuş olan Atatürk'ten daha büyük bir
örnek yoktur, bunu, dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bu vesileyle,
milletimizin ve sizlerin mübarek ramazanını ve bayramını yürekten kutluyor,
Muhterem Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Şandır,
teşekkür ediyorum. Birleşime 10 dakika ara
veriyorum. Kapanma Saati : 20.00 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 20.20 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN- Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe görüşmelerine
kaldığınız yerden devam ediyoruz. IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam) 2.- 2000 Malî Yılı
Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900,
3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı: 773) (Devam) 3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı : 755) (Devam) 4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı :
774) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini aldılar. Şimdi, söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisinde. İstanbul Milletvekili
Sayın Ali Coşkun, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ
COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 bütçesi
hakkında, AK Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan
önce, hepinizi saygıyla selamlarken, izninizle, bir üzüntümü belirtmek
istiyorum. Bu bütçeye, iktidar kanadının bile, sabahtan beri, hiç önem
vermediğinin üzüntüsünü çekiyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Şu anda, salonda, iktidara mensup 25 milletvekili var; bu,
bir üzüntüdür. Demek ki, bu bütçeye gerekli önemi vermiyorlar. BAŞKAN - Yok, biraz fazla
canım; 25 değil. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Kaç efendim?.. BAŞKAN - 45 kişi var
efendim. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Peki... Değerli arkadaşlarım,
bütçeler, geleceğe dönük ekonomik politikaların belirlendiği, halktan toplanan
vergilerle halka sunulacak refah seviyesinin reçeteleri durumundadır. Ne yazık
ki, bu bütçe, refah yerine, halka çile, sıkıntı, yoksulluk, bunalım vaat
etmektedir. Yoksullukla birlikte, yolsuzluklar da alabildiğine devam
edegelmektedir. Bu bütçe, sanal bir bütçe olup, güven vermemekte, âdeta,
iflasın belgesi durumundadır. Bu bütçeyle, ülke, para babalarına, yani,
faizcilere rehnedilmiştir. Bu bütçe, borcu borçla bile ödeyememe bütçesidir. Bu
bütçe, yatırım, üretim, istihdamdan tamamen arındırılmıştır. Bu bütçede halk
yoktur. Kişi başına gelir 2 000 dolarlar seviyesine düşmüştür. İşsizlik, hayat
pahalılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik halkı tamamen bezdirmiştir. Sayın Kemal Derviş'in
gensorusu sırasında ekonominin durumuyla ilgili olarak yapmış olduğum
tespitleri tekrar etmek istemiyorum; ama, gelir dağılımındaki bozukluğu bir kez
daha vurgulamak istiyorum. Nüfusun en zengin yüzde 1'i, yani, 650 000 kişisi
gayri safî millî hâsıladan yüzde 16 pay alırken, en fakir yüzde 1'i, yani, 650
000 fakir insan onbinde 7 pay almaktadır; aradaki uçurum 270 kattır. Değerli arkadaşlarım,
kriz sebebiyle yüzbinlerce çiftçi, esnaf, serbest meslek erbabı, tüccar ve
küçük sanayici ya iflas etmiştir ya da icra kapılarında sürünmektedir. Çok değer verdiğim Sümer
Oral Beyin, Maliye Bakanı olarak mesleğini Bakanlar Kurulunda bilen bir bakan
olarak bu görevde olması ne kadar şanssa, bu sanal bütçenin altında imzasının
olmasını bir talihsizlik olarak görüyorum; kendisinden özür dilerim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bütçede hedeflenen temel
ekonomik büyüklüklere özetle bakacak olursak, bütçenin uzun vadeli olmayacağı
açıkça görülür. Değerli arkadaşlarım,
rakamlara girecek değilim, sabahtan beri rakam dinliyorsunuz; ancak, bütçe 26
katrilyon lira açık verecektir. Bu açık nasıl kapanacak? Bu bütçe hiçbir ışık
yok. Planda, programda da yok; çünkü, geçmiş dönemlerde bütçe açıkları ya para
basılarak kapatılırdı; ama Merkez Bankasının yeni kanunu dolayısıyla para
basamayacaksınız, sonra, tasarruf genelgeleriyle tasarrufa yönelinirdi; ama,
bugüne kadar, devlet, israf batağından kurtulamadı; herhangi bir belirti de
yok. Üçüncüsü, borçlanma.
Borçlanmayı sabahtan beri arkadaşlar söylüyorlar, gayri safî millî hasılayı
geçti. Geçen gün de söyledik, uluslararası finans kurumlarında belirlenen
kriterler ve özellikle kapısında yıllardır teslimiyetçi bir zihniyetle
beklediğimiz Avrupa Birliğinin Maastrich kriterlerinde diyor ki, eğer, bir
ülkenin toplam borcu gayri safî millî hasılasının yüzde 60'ını geçerse o ülke
müflis durumundadır. Şimdi, biz yüzde 100'ü geçtik arkadaşlar! Bunun bir
ciddiyeti var, bunun bir sorumluluğu var; gelecek nesillere karşı vebal
altındayız. Bu programda bunu düzeltecek hiçbir şey yok. Bakınız, biz ekonometrik
hesap yaptık; eğer, yüzde 5 kalkınma ve yüzde 5 reel faiz öngörülürse, ancak
2000 yılındaki sınıra, yani, yüzde 60'ın altına 2014 yılında gelebiliyoruz.
Eğer reel faiz yüzde 10 olursa, 2040 yılı çıkıyor; yüzde 10'u geçen reel faizde
ülke tamamen iflas durumunda oluyor; borçlarını ödeyemiyor ve felaketle karşı
karşıya kalıyor. Değerli arkadaşlarım, şu
anda reel faiz yüzde 27 ile 30 arasında oynuyor, 40'lara kadar çıktı. Böyle bir
faiz, ancak, kaçakçılıkta, eroinde, beyaz kadın ticaretinde oluyor! Şimdi,
böyle bir ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşması mümkün mü?! Gelecek sene, 2002
yılında, reel faiz yüzde 16 gözüküyor. Demin söylediğim ekonometrik hesaba
göre, reel faiz yüzde 10 üzerinde olduğu için, 2002 yılı da bir felaket işareti
olarak karşımızda. Türkiye'de, yıllardır,
bütçe hedefleri ile gerçekleşen harcama ve gelirler gerçekçi olarak
belirlenmediği için sonuç alınamamaktadır. Bu sebeple, yapılan değerlendirmeler
de sağlıklı olmamaktadır. Bakınız, 2001 yılı
bütçesi ödenekleri 48,3 katrilyon lira olarak öngörülmüştü; ancak,
biliyorsunuz, geçirmiş olduğumuz Şubat 2001 depreminden sonra revize edildi, bu
Mecliste çoğunluk oylarıyla kabul edildi, 79 katrilyon lira olarak düzenlendi.
Böyle bir sapma, hiçbir ciddî ülkenin bütçesinde üç dört ay sonra olmaz. Bu,
yeterli bir cevap değil mi bu programın başarısızlığı için?! Değerli arkadaşlarım, bu
krizi köylü, işçi, çiftçi, esnaf, tüccar yapmadı, çileyi neden onlara
çektiriyorsunuz?! Müsebbibi sizsiniz; yani, İktidar kanadı; yani, siyasî
çoğunluk yerine sayısal çoğunluğuyla Plan ve Bütçe Komisyonundan ve Meclisten
bunu dayatmacılıkla geçiren sizlersiniz. Yüreğiniz sızlamıyor mu?! (AK Parti ve
SP sıralarından alkışlar) Yazık değil mi bu millete arkadaşlar! Yine altını çizerek
belirtiyorum, bugünkü bütçe rakamları karşısında, 2002 yılı bütçesi de, kısa zamanda
revize edilmeye mahkûmdur. Değerli arkadaşlarım,
şimdi soruyorum: Bu samimî olmayan bütçeyle kimi aldatmak istiyoruz ya da,
sonuçta kim aldanıyor?! Ama, faturasını hep halk ödüyor. Değerli arkadaşlarım, bu
tespitimizi doğrulayan sadece birkaç örneğe değinmek istiyorum. 2002 bütçesini,
2001 yılı bütçesiyle mukayese edecek olursak, 2002 bütçesi, 2001 başlangıç
bütçesine göre yüzde 103, revize bütçeye göre yüzde 24 büyümüş görülüyor,
yanlış! Yanlış arkadaşlar. Neden; çünkü, tahvili ve hazine bonosunu enflasyondan
arındırma hesabı yapan hükümetimiz, bütçede bunu yapmıyor. İşte, Sayın Maliye
Bakanımızın bütçeye koyduğu yüzde 46 TEFE ortalama enflasyonuyla bunu
enflasyondan arındırdığınız zaman, 2002 yılı bütçesinin 2001 yılından yüzde 15
daha küçük olduğunu görürsünüz. Ne demektir bu? Bugünkü fakirliği daha da
artırmak demektir. Arkadaşlar, ramazan
ayında bulunuyoruz ve DSP'li kardeşlerim -gurur duydum- bu mikrofondan halkın
ramazanını kutladı... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne
oldu ki?! ALİ COŞKUN (Devamla) -
Bunu bir başka parti yapsaydı, belki de "dini siyasete alet ediyor"
derlerdi; ama, çok memnun oldum, tebrik ediyorum kendilerini. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Hayret bir şey yahu! ALİ COŞKUN (Devamla) -
Ama, şu anda evinde sıcak çorba içemeyen halkı düşünün. Sadece tebrikle bu
işler düzelmez. HASAN AKGÜN (Giresun) -
Ne demek istiyorsun?! ALİ COŞKUN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bizim başlangıç... Gidin, bir fakirin sofrasına oturun,
sosyal demokratsınız. Gelin, beraber bir Samapazarı'na, esnafın arasına
çıkalım... HASAN AKGÜN (Giresun) -
Biz, sosyal demokrat değiliz, demokratız. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Gelin, buyurun, beraber gidelim, yüreğiniz tutuyorsa, şurada, Samanpazarı'nda
esnafın yanına çıkalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Millet kan ağlıyor...
Evet, lafla sosyal demokratlık olmaz. YÜCEL ERDENER (İstanbul)
- Beraber gidelim. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Biz, geçen sene, başlangıç bütçesinin, 2001 yılı bütçesinin yanlışlıkla
yapıldığını kabul ediyoruz ve revize edilen bütçeyi ele alıyoruz. Bu bütçenin
de, söylediğim gibi, 2002 yılıyla mukayesesini kısaca sizlere bildirdim. Şimdi, arkadaşlar,
geliyoruz bütçenin rakamlarındaki çarpıklıklara. Bakın, verginin cari
fiyatlarla yüzde 53,6 reel, olarak yüzde 5,5 artacağı öngörülmüştü. Oysaki, son
yıllarda, tahakkuk ile tahsilat arasındaki makas giderek açılmaktadır. Ayrıca,
ocak-ağustos vergi gelirlerine baktığımızda, bütçe vergi gelirlerinde
gerçekleşmenin geri kaldığını görüyoruz. Bu durumda, yıl sonu öngörülen 37,7
katrilyon lira vergi gelirinin gerçekleştirilemeyeceği ortadadır. Hal böyleyken,
olumsuzlukların önemli bir kaynağı da ekonomi yönetimindeki çokbaşlılıktır. Yılın üçüncü çeyreğinde
bütün sektörlerde ve ekonominin tümünde küçülmeler devam etmektedir. Bakın,
kısaca arz edeyim size: Yatırımlar yüzde 28,2; özel tüketim yüzde 8,2; kamu
tüketimi yüzde 7,8; ticaret yüzde 7,8; inşaat yüzde 7,5; sanayi yüzde 6,7;
tarım yüzde 3,2 son üçünçü çeyrekte de küçülmüştür. Ekonomi ise, yüzde 8,3
büzülmüştür. Yıl sonunda bu, yüzde 10'u geçecektir. Planlama'nın öngördüğü
küçülme yüzde 11,3'tür. Son elli yılın en felaket küçülmesidir. Değerli arkadaşlarım, bir
taraftan yüksek enflasyon ve işsizlik, durgunluk, ekonomimizi stagflasyon
sürecine sokmuş durumdadır. Kaldı ki, son elli yılın yüzde 10'u aşacak gözüken
küçülmesiyle, iç talebin daralması, sanayi ve tarımdaki küçülmeler ve
istihdamın azalması sonucu, müesseseler kapanırken, esnaf zarar içinde
kıvranırken, 2002 yılı vergi tahsilatının daha da zor olacağı açıkça
görülmektedir. Vergi gelirlerindeki artış, fiyat artış hedefleriyle de tutarlı
değildir. Bütçede hedeflenen düşük enflasyona göre belirlenen değerler,
enflasyonun yüksek seyretmesi sonucu, kısmen vergi hedefleri fiktif olarak
gerçekleşmiş gibi görülmektedir. Zira, hedeflenen yıl sonu yüzde 31 TEFE'ye
göre, verginin yüzde 56 artması mümkün değildir. Verginin yüzde 56 olarak
artması demek, çok daha yüksek enflasyon yaşanacağının işaretidir. Değerli arkadaşlarım,
böylece, enflasyon hedefleri de gerçekçi değildir. Tabiî, çok detaya
inilebilir; ama, ana kalemlerini hatırlatmak istiyorum. Bütçenin, IMF
öngörülerine uygun hale getirilebilmesi için, bütçe içi dengeler bozularak,
samimiyetten uzak bir bütçe hazırlanmıştır. 2001 yılında, içborçların
31,4 katrilyon liradan, yüzde 230 artarak, 100 katrilyon liranın üzerine
çıkması bir talihsizliktir. Tabiî, iktidar kanadından arkadaşlar, bunu
"efendim, bankalardan geldi" dediler. Kamu bankalarının görev
zararlarını, 1999 yılı haziran ayında, burada, ben dile getirdiğim zaman
-zabıtları açın, okuyun- o günkü ekonomiden sorumlu bakan "böyle bir şey
yok, Bankalar Kanununa aykırıdır sizin sözleriniz" demişti ve görev
zararlarının içborç sayılmayacağını iddia ediyordu bu iktidar. Şimdi ise,
içborcun bunlardan kaynaklandığını söylüyor. Doğrudur tabiî; ama, arkadaşlar,
iktidarlar mazeret aramaz; iktidar çözüm arar, çözüm getirir; çünkü, bu
şartları bilerek iktidar oldunuz, bu şartları bilerek koalisyonu kurdunuz, bu
şartları bilerek istikrar sağlayacağız dediniz, yoksullukta istikrar
sağladınız, hükümete devamda istikrar sağlıyorsunuz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunun yanında,
içborçların vadesi -ocak-eylül itibariyle- 143 güne inmiş ve faiz ortalaması
yüzde 104 seviyesine yükselmiştir. Bu durumda, nasıl olacak da, 2002 yılında
hedeflenen faiz ödemeleri o seviyede kalacak?! 2001 yılı sabit fiyatlarıyla
hesap ettiğimizde, 2002 yılında ödenecek faizin yüzde 26,5 daha az olacağı
iddia edilmektedir, öyle öngörülmüş. Borçlar korkunç seviyelere çıkmış, faizler
düşmemiş; buna rağmen, nasıl olacak da, daha az faiz ödenecek?! Buna rağmen,
2002 yılında, 43 katrilyon lira faiz ödenmesi bile, bu ülke için fevkalade kötü
bir tablodur. Değerli arkadaşlarım, bir
de, büyük bir başarı olarak takdim edilen takas olayı var; çünkü, bu faizin
2002 yılı bütçesinde düşük gözükmesinin bir sebebi var. İçborçlar takas
yapıldı, dövize çevrildi; ondan sonra da, iç borçlanmalar dövizle yapıldı. Ne
oldu: Tabiî, dövizin faizi küçük olduğu için bütçeye konuldu; ama, yüzde 130'u
aşan devalüasyondan meydana gelen kur farkları bütçede yer almadı, hazinedeki
hesaplara bindirildi. Yani, borcumuz arttı, faizi küçük gösterdiler. Bu, bütçe
samimiyetine yakışıyor mu?! Değerli arkadaşlarım,
2002 yılı bütçe harcamaları arasında, yine de en büyük pay, demin söylediğim
gibi faizdir ve Türk ekonomisi, faiz ve döviz kıskacından kurtulamamıştır.
Geçen konuşmamda da belirttiğim gibi, bugün, ekonomi, hâlâ, üç kâğıt arasında
bocalamaktadır. Menkul kıymetler borsası, hazine kâğıtları ve döviz. Ekonominin
bundan kurtulması, ancak ve ancak, cesaretle, rant ekonomisinden üretim
ekonomisine geçmekle olur. Bu cesareti hükümetten bekliyoruz. Bu memleketin insanları
olarak bizim gidecek bir yerimiz yok. Biz, muhalefet partisi olarak, doğru olan
her şeye destek vereceğiz, burada söz veriyorum; ama, sizden de rica ediyorum,
lütfen, Genel Kuruldan, kanunları ve maddelerini, dayatmacı zihniyetle,
çoğunluğunuza güvenerek geçirmeyin, muhalefetin sesini dinleyin, sivil toplum
örgütlerinin sesini dinleyin, halkın sesini dinleyin. Anadolu'dan geliyoruz,
Marmara Bölgesinde, Çanakkale gibi bir yerde, Balıkesir'de, insanlar
"açız" diye ağlıyor "açız" diye bağırıyor
"hastayız" diye bağırıyor; ama, Sağlık Bakanımız yeni program
getirdi: "Taneyle ilaç, taksitle
ölüm programı... ( AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlar,
doğruları görelim, buna göre tedbir alalım. 1940'lı yıllarda ben çocuktum,
sıtma salgını vardı; takvimden bir yaprak koparırdı doktor, şöyle külah
yapardı, içine üç tane kinin koyardı; o günlere döndük. Zaten, Millî Eğitim
Bakanımız 1940'lı yılları yaşatıyor Türkiye'de; gayri millî bir eğitim
tarzıyla, geleceğimizi karartan bir gençlik yetiştirmeye çalışıyor; bir de
sağlıktan vuruyoruz... Toplumu ayakta tutan iki unsur, sağlık ve eğitimdir,
ondan sonra adalet gelir. HASAN AKGÜN (Giresun) - Türkiye'deki
millî eğitimin temel taşlarını koyuyoruz biz; siz, onu bilmiyorsunuz. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Vallahi, temel taşları mı koyuyorsunuz, yoksa, temeli mi çürütüyorsunuz, halka
bir sorun onu, halka... Gidin, Anadolu'yu gezin bakalım, devlet okulları ne
halde. Okulları devletleştirdiniz, bankaları devletleştirdiniz. Yani, 40'lı
yıllardaki düşünce yerleşmedi; ama, siz bunu gerçekleştirdiniz; tebrik ederim. HASAN AKGÜN (Giresun) -
1940'larda Türk millî eğitiminin temel taşlarını attık biz. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Bugün, ekonomi, güven bunalımından dolayı, fevkalade sıkıntılı bir darboğazdan
geçmektedir. Bir husus da, bankalar
meselesidir. Arkadaşlar, 15 defa, bu Mecliste Bankalar Yasası değişmiş; iki
defa 1999 yılında değişti. Lütfen, vakit ayırın, açın bakalım, orada muhalefet
ne demiş. Hani, malî piyasaların düzenlenmesi için, bankalar böylece,
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu tarafından sağlıklı bir yapıya
kavuşturulacaktı; hani, o gün ancak 5 tane banka zor durumdaydı. Buradan
"16 banka" dediğimiz zaman itiraz etti. Ekonomi Bakanımız
"efendim, böyle şey yok" diye. Şimdi kaça çıktı?! Birkaç gün önce de
Toprakbank'ı aldınız, mübarek olsun. Canım, bunlar tasfiye edilecekse, o sırada
tasfiye etsenize!.. Bunu bu hale getiren kim; Hazine. Sonra; siz, BDDK kurulana
kadar yetkiyi kime verdiniz; Hazineye... Neden, kanun çıktığı halde, üç ay
içinde BDDK kurulunu atayamadınız; çünkü, ortaklar anlaşamadı. Orada da vuran
vurdu, gecekondu bankacılığı aldı gitti. Adamlar bankaları hortumladı; şimdi, garip vatandaşın üzerine yük üzerine
yük... Fona aktarılan 12 bankaya 19,2 milyar dolar aktardınız. Şimdi, bu sene
de 2,7 milyar dolar zararı var. Sayın Kemal Derviş açıkladı. IMF'ciler de öyle
söylüyor. Gelen 10 milyar dolarla, yine, malî piyasayı kurtarmak için bankalar
kurtarılacak. Yazıktır arkadaşlar!.. Şimdi, banka sayısı da arttı. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - İhlas da var mı? ALİ COŞKUN (Devamla) -
Efendim, hepsi öyle. Beni ilgilendiren bir tarafı yok. Kim, bu memleketin bir
kuruşuna tenezzül ettiyse Allah belasını versin. ("Bravo" sesleri,
alkışlar) Ben, hayatımda bir kuruş haram yemedim, bir kuruş da çocuklarıma
yedirmedim. Onun için, arkadaşlar,
Anadolu'dan geldiğim için, belki, heyecanlıyım. Binlerce kişiyle konuştuk;
esnafla, tüccarla, işçiyle, çiftçiyle; yani, şu kürsüde ağlamamak için kendimi
zor tutuyorum. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, birbirimizi yıpratarak, burada birbirimize laf atarak doğruları
bulamayız. Önümüzdeki günlerde, tabiî, halka yeni yükler geliyor. Nedir bu
yükler; zam ve vergiler. "Efendim, yeni vergi çıkarmayacağız..."
Vergileri artıracaksınız tabiî. İsmi yeni isim olmayacak. Zaten, esnaf vergiden
bunalmış vaziyette. 13 çeşit vergi ödüyor, prim ödüyor. 17 müesseseyle de
bürokratik ilişkileri var. Vergileri sadeleştirecek yerde, vergileri azaltacak
yerde "efendim, vergi koymayacağız; ama, vergileri artıracağız..." Ne
kadar; bakıyoruz, yüzde 85 ile yüzde 100 arasında bir artış bekleniyor. Şimdiye
kadar enflasyonu kontrol altına alabilmek için baskı altında tuttuğunuz KİT
zamları da başlayacak. Zam... Zam... Zam... Bunlar ara maldır, hammaddedir ve
hâlâ, devlet, en büyük işverendir; hâlâ, devlet, toplusözleşme masasına
oturuyor; hâlâ, devlet, katmadeğer olarak, istihdam olarak yüzde 60'lar
seviyesinde. Dolayısıyla, bir gecede zamlar patlayacak. Değerli arkadaşlarım,
devlet vergide de adil değildir. Bir taraftan, 122 000 000 lira asgarî ücretten
-ki, orada da zarurî ihtiyacını aldığı için KDV ödeyecek; 100 milyon liraya
düşer- büyük vergiler alan devlet, öbür taraftan ekim ayında çıkardığınız,
dayatarak çıkardığınız kanunla "tahvil ve bono alanlara söz verdik"
-aynen böyle söylediniz- makabline şamil olarak kanun çıkardınız ve dediniz ki:
"Efendim, bu bono ve tahvil faizlerini alanlar, önce enflasyondan arındıracaklar,
sonra da 50 milyar lirası vergiden muaf." Ne demek; yani, demek ki, 500
milyar lira, 700 milyar lira faiz alan enflasyon altında ezildiği için onu
koruyorsunuz; ama, esnafı, tüccarı, sanayiciyi, halkı enflasyondan
arındıramıyorsunuz. Bir enflasyon muhasebesini çıkaramadınız. Neden; efendim,
vergi matrahları düşer. Peki, siz, 43 katrilyon lira faiz ödemek istiyorsunuz
faizcilere; ondan herhangi bir stopaj yok. Bankaya da, mevduat faizi alırsa,
yüzde 19,8 stopaj ve fon kesiyorsunuz, repo yaparsa, yüzde 22 kesiyorsunuz, her
yerden kesiyorsunuz. Bunlarda adalet var mı?! Çalışanın yakasına yapışıyoruz;
memurdan, işçiden vergileri kesiyoruz. Sonra, arkadaşlarım çıkıyor, yıllarca
saygı duyduğum arkadaşlarım burada hamaset yapıyorlar ve bunları müdafaa
ediyorlar. Arkadaşlar, yanlışı müdafaa etmeyin. Gelin, hep beraber bu
yanlışları düzeltelim, düzeltmeye çalışalım. Getirin şuraya yasaları. Bir yerel
yönetimler yasasını getiremediniz. Yerel yönetim yasası para istemiyor ve
burada iddia ediyorum, bütçede tasarruf sağlayacak. Artık, Türkiye, merkezî
yönetimle gidemez; ademimerkeziyete gitmesi lazım. Getirin şu yerel yönetimler
yasasını. Değerli arkadaşlarım...
Evet, vakit yok; onun için bazı şeyleri söylemek mümkün değil; ama, geçmiş
tecrübeler gösteriyor ki, ekonominin çarkları durmuştur; bu çarkların dönmesi
için içtalebin artması lazım. İçtalep neyle artar; kamu harcamalarıyla, israf
dışındaki harcamalarla, yoksa israf etmekle değil. Devlet adil mi
davranıyor? Devlet, bankalar aracılığıyla aldığı borçları zamanında ödemek için,
faizi faizle artırarak, yüksek faizle, büyük faizlerle yeniden borçlanıyor;
borçla borcu ödüyor. İşte, yüzde 104 ortalama faizle bunların karşılığını
ödüyor. Peki, 8 milyon çalışandan kestiğimiz zorunlu tasarruflar ne oldu?!
Efendim, burada münakaşa, münakaşa; nihayet yeni kesintiler durduruldu. Peki,
neden iade edilmez bunlar?! O borç değil mi?! Zavallı çalışandan aldığımız para
borç değil mi?! Nerede bu hesap; Ziraat Bankasında. Orada çalıştırılıyor. 3
trilyon lirayı geçince Merkez Bankasına aktarılıyor; Merkez Bankası tahvile
yatırıyor. Ona göz koydunuz, iç ettiniz. Şimdi, Sayın Okuyan açıkladı; diyor
ki: "Benim paralarıma da göz diktiler." Nedir o paralar?.. (AK Parti
sıralarından "işsizlik fonu" sesi) İşsizlik sigortası. Bilmiyorum,
Sayın Maliye Bakanımız da aynı kanaatte mi? Şimdi, onlara da el konmak
isteniyormuş. Bilmiyorum, Yaşar Okuyan'ın ifadesi. Ben okumadım, o okumuş.
Kemal Derviş Beyle siz tartışıyormuşsunuz, ben alacağım, onlar alacak; o da
"yedirmem" diyor; onun tabiri. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bunu, işçi size hiç yedirmeyecek! Söyleyeyim size. Bakın, gergin ortam;
sosyal patlamaya doğru gidiyor. Emek platformunda söylenenlere kulağınızı açın.
Yüreğinizin mührünü çözün. Sadece IMF'yi ve Dünya Bankasını dinlemeyin
arkadaşlar. Allah korusun!.. Şu parayı bir ödemeye başlasanız, ekonomi çarkları
dönmeye başlar; millet nefes alır. Bununla enflasyon artmaz; çünkü, para
basmayacaksınız. Daha önceden alınmış borcunuz bu; duran para. Ziraat
Bankasında bunu görev zararlarında kullandınız. Ondan sonra, şimdi, hazineden
kâğıt aktardınız, 30 katrilyon lira. Hazine de Merkez Bankasına verdi; bunu
aldı, cari hesabında gösteriyor. Ödeyin bunu arkadaşlar... "Bir plan
dahilinde ödüyoruz" deseniz, birazcık düzelir. Bakın, size muhalefet
olarak yol gösteriyoruz. Değerli arkadaşlar,
devletin, her şeyden önce, adil olması lazım. Devletin, her şeyden önce,
milletiyle barışık olması lazım. Yasakçı bir Türkiye'yle bir yere gidemeyiz. BAŞKAN - Efendim, son 2
dakikanız... ALİ COŞKUN (Devamla) -
Efendim, çok teşekkür ederim, sağ olun... Şimdi, 2002 programını
inceledim. Kısa zamanda... Değerli arkadaşlar, 2002
yılı programına göre, 1985 yılından bu yana süregelmekte olan -1990 yılına
kadar bunlar birkaç tane, 1992 yılına kadar bir iki tane daha gelmi; yani,
yüzde 10'u civarında- esas 1992'den sonra biriken projeler 5 047 adet. 5 047
adet projenin 100 katrilyonun üzerinde cari fiyatlarla bedeli var. Şimdi, siz,
5-6 katrilyon lira bütçeden pay ayırarak, bunu kaç senede yapmayı
düşünüyorsunuz acaba?! Değerli arkadaşlar, yani,
bu yatırımlar olmazsa, Türkiye'nin altyapısı felce uğrayacak. Nerede
meydanlarda vaat edilen yatırımlar?! Hani, nerede GAP'ın tamamlanması? Nerede
DAP, Doğu Anadolu Projesi?! Nerede DOKAP, Doğu Karadeniz Bölgesel Gelişme
Projesi?! Bunlar hep meydanlarda söz verildi... Benim eski partimin lideri
Sayın Mesut Yılmaz, bunları hep gerçekleştireceğiz diye söz verdi; ben yaşadım
o günleri. Değerli arkadaşlar,
nerede, rüşveti, yolsuzluğu önleyecek şeffaf ihale yasası?! Koalisyon ortakları
anlaşamadı; kimi diyor 2002 yılı, kimi diyor 2003 yılı, kimi diyor 2004 yılı...
Yazıktır arkadaşlar; bakın, bir bakanın başını yaktınız. Değerli arkadaşlar, bu
yasaları getirin buraya. Öyle yasalar getirdiniz ki, ülke için hiç aciliyeti
yoktu; ama, acil olan yasaları getirmiyorsunuz. İçinize sinmiyor, biliyorum,
bana kızgın bakıyorsunuz; ama, dost acı söyler. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Sizi seviyoruz... ALİ COŞKUN (Devamla) - Bu
bütçede bunları söyleme durumundayız. Değerli arkadaşlarım,
bakın, bir şey daha söyleyeyim size. Bu ayrılan payla, aşağı yukarı, yani,
ödenen faizin yüzde 15'i civarında yatırıma pay ayırıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım,
bununla, bırakın altyapı yatırımlarını yapmayı, bakımını ve idamesini devam
ettiremeyiz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, bir
dakika... ALİ COŞKUN (Devamla) -
Toparlıyorum Başkanım... BAŞKAN - Zaten sizin
kesenizden gidiyor... ALİ COŞKUN (Devamla) -
Ekonomik kriz, altyapının çökmesiyle felakete doğru iyice gider. Şimdi, bir de, bakın
bakalım, 81 ilimiz var. 81 ilin yarısından fazlası köy; yani, kalkınmada
öncelikli yöreler. Bu, geri kalmışlığın bir ölçüsü değil mi? Nasıl bir program
bu?! Hani, ekonomiyi güçlendirme programıydı? Sapmaları gördük; geçen gün konuşmamda
hepsini belirttim. Değerli arkadaşlarım,
sözlerime son verirken, her şeyden önce, güvenin sarsılmış olduğunu belirtmek
istiyorum. Gelin, baharda seçime gidelim. (AK Parti ve DYP sıralarından
alkışlar) Millete dayanmayan, halktan gücünü almayan hiçbir program muvaffak
olamaz. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - Biz dimdik ayaktayız. BAŞKAN - Sayın Karahan... ALİ COŞKUN (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, lütfen, bu mübarek ramazan gününde, zulüm haline gelen bu
dayatmacı zihniyetten vazgeçin. Bu duygularla, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Adalet ve Kalkınma
Partisinin ikinci sözcüsü, Sivas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener; buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve aziz
milletimiz; AK Parti adına hepinizi saygıyla selamlıyorum; hayırlı ramazanlar
diliyorum; kandillerinizi ve bayramlarınızı şimdiden tebrik ediyorum. Burada, 2002 yılı bütçesi
üzerinde konuşuyoruz, tartışıyoruz; ama, açıkça söylemek gerekirse, bu bütçenin
nesini tartışacağız; nesini tartışacağız bu bütçenin?! Tartışılacak, üzerinde
konuşulacak fazla bir şey yok. Değerli hatipler sabahtan beri bütçeye ilişkin rakamları
veriyorlar. Bütçeye benzer bir tarafı yok; mübarek, sanki, hocanın türbesi
gibi, kapısı var, dört duvarı yok; bunun nesini tartışacağız?! Sonra, bu bütçe
mevcut hükümetin ilk bütçesi değil. 1999 bütçesi bu hükümetin ilk bütçesidir;
bu bütçeyi siz hazırladınız, siz uyguladınız; ama, beceremediniz. 2000 yılı
bütçesi bu hükümet tarafından hazırlandı, bu hükümet tarafından uygulandı; ama,
beceremediniz. 2001 yılı bütçesini yine bu hükümet hazırladı, yine bu hükümet
uyguladı ve her şeyi mahvetti. Türkiye'yi bir yangın yerine çevirdi; ülkeyi bir
felaket yığını haline getirdi. Şimdi, gelmiş, 2002 yılı bütçesiyle halkı ezmeye
devam edeceğiz, vatandaşa kan kusturmaya devam edeceğiz diyorsunuz ve bunları
söylerken, ilgisi alakası yokken, sürekli devraldıkları enkazdan bahsediyorlar.
Bu dördüncü bütçesi olan bir hükümetin hiçbir mazereti olamaz; eğer mazeret
aramaya başlarsa, sadece ve sadece beceriksizliğini ifade etmiş olur. Onun
için, değerli milletvekilleri, sorunun bir bütçe sorunu olduğu kanaatinde değilim.
Evet, bir sorun vardır; ama, bu sorun, hükümet sorunudur, mevcut hükümetin
sorunudur. Bu hükümet, üç yıldır
memuru, işçiyi, emekliyi ezmiş bitirmiştir; şimdi gelmiş diyor ki, bir yıl daha
ezmeye devam edeceğiz, bize yetki verin. Bu hükümet, üç yıl içerisinde çiftçiyi
yok etmiştir. Şimdi gelmiş bir yıl daha bu ezmeye, bitirmeye devam edeceğiz;
bize yetki verin diyor ve bu hükümet, esnafı, sanatkârı, geçen üç yıllık süre
zarfında perişan etmiştir; çiftçiye bir yıl daha çile çektirmek için bize yetki
verin diyor ve makinelerini, tezgâhlarını işlemez hale getirdiğiniz
işadamlarımızı tasfiye etmek için bir yıl daha yetki istemektedir. Açlığa
mahkûm ettiğiniz milyonlarca işsizimize kan kusturmak için yetki istemektesiniz
ve sizin, böyle bir yetki talebine hakkınız yoktur. Böyle zulmetme hakkını,
aslına bakarsanız, gerçekçi olarak düşünecek olursak, yeryüzünde, hiç kimse hiç
kimseye vermez. Bir kez sandıktan çıktık diye, bu aziz millete zulmetme yetkisi
almadınız; böyle bir demokrasi anlayışı da dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bir yıl, bilemediniz iki
yıl içerisinde beceremeyen hükümet çeker gider; ama, maalesef, mevcut hükümet,
üç yıldır vatandaşa kan kusturduğu halde, beceremediği açık seçik bir şekilde
ortaya çıktığı halde, maalesef, sandığa gitmekten kaçıyor, seçime gitmekten
kaçıyor. Tek becerikli olduğu şey de, seçimden kaçmaktır. (AK Parti
sıralarından alkışlar) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Gitmeyi de beceremiyor. ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu hükümetin de, iktidarın da buna hakkı
yoktur. Bırakın artık, bırakın, perişan insanlarımız ağzının tadıyla bir bayram
yapsın. Önümüzde bayram var, bayram düğüne dönsün, yas bayramı yapmasın; çekin
gidin. Şimdi, bütçeyle ilgili
rakamları tartışıyoruz. Tartışacak hiçbir tarafı yok; bu hükümet, daha önceki
bütçenin, yani, 2001 bütçesinin hesabını verdi mi ki, 2002 bütçesini tartışalım
burada. Bakın, geçen yıl
bugünlerde 2001 bütçesini tartışmıştık. Ne dediniz; dediniz ki: "Giderler
48 katrilyon olacak." Yıl sonu itibariyle giderler 78 katrilyon lira
olmuştur; yani, 2 kata yakın bir fark var arada; ama, sayın hükümet gelmiş
diyor ki: "Biz, 2001 yılında hedeflerimizi tutturduk." Yani, hedef
tutturmak dediğiniz bu mudur?! Siz, karavana atmayı hedef tutturmak
sayıyorsanız, işiniz zor demektir. (AK Parti sıralarından alkışlar) "Faiz ödemeleri 16
katrilyon olacak" dediniz, 41 katrilyon çıktı. 2001 yılı için "bütçe
açığı 5 katrilyon olacak" dediniz, 28 katrilyon çıktı; yüzde 550 yanılma
payı dünyanın neresinde görülmüş bir hadisedir?! MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Türkiye'de görülüyor! ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Ekonomiden anlayan bir şahıs "enflasyon yüzde 10 olacak"
dese; sonra, yıl sonunda, enflasyon yüzde 86 çıksa "sen dayak yememişsin,
ne söylediğini bilmiyorsun" denilir; ama, maalesef, mevcut iktidar, 2001
bütçesinde enflasyon hesabını yüzde 10 olarak yapmıştır; yıl sonu itibariyle
yüzde 86 çıkacağı da açık seçik görülmektedir. Böylesine hedefleri
şaşmış, ne söylediği belli olmayan, bütçe diye getirdiği rakamların hiçbiri
tutmayan, isabet kaydetmeyen bir hükümetin, 2002 bütçesi üzerindeki rakamlarını
tartışmaya gerek olmadığı kanaatindeyim. Sonra, bu hükümet ne
söylediyse, sürekli tersi çıkmıştır. Bakın, üç yılda, iki ayrı ekonomik program
hazırladınız. Önce, istikrar programı dediniz ve Türkiye'de istikrarı yok
ettiniz; ülkeyi, iki ayda iki büyük krize soktunuz. Arkasından, güçlü ekonomiye
geçiş programı dediniz; Türk ekonomisini tasfiye ettiniz. Birinci program,
döviz çıpasına dayanıyordu; dövizi fırlattınız. İkinci program, faizleri belli
bir noktada tutma üzerine kuruluydu; faizleri fırlattınız. Böylesine bir
anlayış, böylesine bir iktidar, yeryüzüne gelmiş değildir. Maalesef, bir adım
önünü göremeyen bir hükümetle, bir iktidarla karşı karşıyayız. Şimdi, 2002 yılında, 98
katrilyon harcayacağız, 71 katrilyon toplayacağız, 27 katrilyon açığımız var
diyorsunuz. Buna inanmak, güvenmek, bunda bir isabet görebilmek mümkün
değildir. Ayrıca, bu getirdiğiniz rakamların ötesinde, bir de görünmeyen bütçe
var. 100 katrilyon civarında, borç anapara ödemesi yapacaksınız 2002 yılı
içerisinde; 27 katrilyon da, görünen bütçeden açığınız var. Bu 127 katrilyon
lirayı nereden finanse edeceksiniz; nerede finansman programınız?! İlk defa,
bir hükümet, bütçeyi Meclise getirirken, finansman programını getirmemiştir.
Bütçe hakkı, milletvekillerine aittir, Meclise aittir. Meclis, kendisine
duyduğu saygıdan dolayı, inanıyorum ki, bu bütçeye ret oyu verecektir. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
bakın, 2001, 2000 ve 1999 yıllarına ait, yani üç yıla ait olarak, toplam bütçe
gelirleri 104 katrilyon liradır; içborç stokundaki artış ve hükümete ait
dışborç stokundaki artış da 120 katrilyon liradır. Yani, bu hükümet, üç yıldır,
aşağı yukarı, 224 katrilyon para harcamıştır; ama, bunun sadece 80 katrilyon
lirasını tüm personel harcamalarına, cari harcamalara, yatırım harcamalarına,
sosyal güvenlik, tarım, esnaf sübvansiyonlarına ayırmıştır. O halde, aradaki
144 katrilyon lirayı ne yaptınız? Bu hükümet, bu 144 katrilyon lirayı nereye
harcadı? Bunun hesabını vermeden, 2002 yılı bütçesinin konuşulması bir zaideden
ibarettir. Bunca kaynağa rağmen,
bunca imkâna rağmen, basiretli bir hükümetin, böylesine devasa kaynakları
kullanırken, ekonomik sorunları çözmek bir yana, ülkeyi geliştirmesi ve
kalkındırması gerekirken, maalesef, bu hükümetin yaptığı ortadadır; topyekûn,
onurlu, şerefli Türk Milletini yoksullaştırmıştır, ekmeğe muhtaç hale
getirmiştir. Şu DSP-MHP-ANAP iktidarı göreve gelmeden önce, Türkiye'de kişi
başına millî gelir 3 247 dolar iken, üç yıl sonra, bu hükümetin elinde, kişi
başına gelir 2 180 dolara düşmüştür. Yani, bu ülkede yaşayan herkes, ortalama 1
000 dolar yoksullaşmıştır. Büyük işadamlarımız bile, gelirinin yüzde 75'ini
kaybettiğinden bahsetmektedir bu ülkede. Türkiye'nin uluslararası
gücünü, bu hükümet zayıflatmıştır. Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan,
Polonya, İrlanda, Portekiz, Yunanistan, Güney Kore, Çin, Malezya gibi
gelişmekte olan ülkeler, kişi başına millî gelirlerini son on yılda 2 kat
artırmışlardır; ama, maalesef, bu ülkelerden çoğu, son üç yılda Türkiye'yi
geçmiştir. Bu hükümet işbaşına gelmeden önce, Orta Avrupa'dan Ortaasya'ya,
hatta, Kore'ye kadar olan coğrafyada en yüksek kişi başına millî gelir ve
büyüme hızına sahip Türkiye, son üç yılda çökmüştür değerli arkadaşlarım; Slovakya'nın,
Bulgaristan'ın, Romanya'nın, Rusya'nın, Kazakistan ve Azerbaycan'ın gerisine
düşmüştür. Türkiye'yi 57 nci Ecevit Hükümetinin ne hale getirdiği, açık seçik,
bu rakamlardan anlaşılmaktadır; ama, hâlâ koltukta kalmaya devam etme azmine ve
iradesine hiçbir anlam verebilmek mümkün değildir. Maalesef, bu hükümete
duyulan güvensizlik sebebiyledir ki, bu hükümetin izlemiş olduğu yanlış
politikalar sebebiyledir ki, halkımız, Türk parasına da güven duymaz hale
gelmiştir, Türk Lirasından korkunç bir kaçış başlamıştır. Devlet egemenliğinin üç
temel kuralı vardır; bunlardan biri yoksa egemenlik yok demektir. Bir, kendi
kanununu koyma; iki, kendi ordusunu kurma; üç, kendi parasını basma ve kullanma
yetkisidir. Tarih kitaplarından okuduğumuza göre, Osmanlı şehzadeleri
padişahlığını ilan ettiği zaman, hemen adına hutbe okutur ve adına sikke
bastırırdı, yani, para bastırırdı; ama, bu üç mefhum da, bu iktidarın elinde,
maalesef, tasfiye olmuş vaziyettedir. Kendi kanununu koyma hakkını bir tarafa
bırakıyorum; ama, kendi ordusunu kurma ve millî menfaatları doğrultusunda
kullanma noktasında zaaf içerisinde olduğu da açıkça görülmektedir. Dün, Avrupa güvenlik ve
savunma politikasıyla ilgili gelişmeleri ibretle izledik. Avrupa ordusu
kuruluyor, bu orduya Türkiye'yi almıyorlar ve Avrupa güvenlik ve savunma
politikası gereği, Türkiye NATO'nun üyesi olduğu için, NATO'nun imkânlarını
kullanacaklar, ordumuzu kullanacaklar; ama, Türkiye karar mekanizmalarında
bulunmayacaktır. Maalesef, durum bu iken, hükümet, dün açıklama yapmıştır;
Avrupa güvenlik ve savunma politikalarını desteklediğini ifade etmiştir. Bu,
bir skandaldır. Değerli arkadaşlarım,
şimdiye kadar Türkiye'nin haklı tutumunu sonuna kadar savunduk; ama, bu hafta
içerisinde neyin değiştiğini anlayabilmek mümkün değildir. Kıbrıs'ta
yaşananlar, şimdi, Avrupa güvenlik ve savunma politikasında da yaşanmak
üzeredir. Bakanlar Kurulunda konu tartışılmamıştır, Meclisin Dışişleri
Komisyonunda konu tartışılmamıştır, Meclisin konudan haberi yoktur ve bu ne
biçim demokrasidir, anlayabilmek mümkün değildir. Hükümet basiretsizlik
içerisindedir, demokrasiyi askıya almış vaziyettedir. Diğer taraftan, kendi
parasını basma ve kullanma hakkı... Korkunç bir şekilde TL'den kaçış
yaşanmaktadır. Türk Lirası, bu hükümet döneminde cumhuriyet tarihinin en büyük
değer kaybına uğramıştır. Dolar hükümetle mi oynuyor, yoksa, hükümet dolarla mı
oynuyor, belli değil. Doları 600 000 liradan 1 300 000 liraya çıkardılar,
sonra, 1 150 000'e düşürmeyi başarı saydılar; arkasından, dolar 1 500 000'e çıktı,
1 400 000'e indirmeyi başarı saydılar; sonra, 1 600 000'e çıktı, 1 500 000'e
indirmeyi başarı saydılar. Böyle bir anlayış olamaz. Kendi kötü rekorlarını
egale etmekle öğünüp duran tek iktidar, tek hükümet, mevcut iktidar, mevcut
hükümettir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Türk Lirasından kaçış o
kadar belirgindir ki, bankalardaki toplam tasarrufun ocak ayında yüzde 61'i
Türk Lirasıyken, ekimde yüzde 38'e düşmüştür; ama, bir taraftan da, ülkedeki
mevcut sermaye dışarıya kaçmaktadır. Ocak ayında Merkez Bankasının döviz
alacakları döviz borçlarından 3 milyar dolar fazlayken, tersine dönmüştür ve
şimdi, ekim ayında döviz alacakları döviz borçlarından 10 milyar dolar daha az
olmuştur. Bunun anlamı şudur: Merkez Bankasından 13 milyar dolar döviz ya
dışarı çıkmıştır ya sistemden kaçmıştır. Bu ne demektir; bankalardaki toplam 40
milyar dolarlık mevduat değişmediğine göre, açıkçası, IMF'den aldığınız para
miktarı kadar para, döviz, sermaye, yurtdışına gitmiştir. Diğer taraftan, bu
hükümetin elinde, maalesef, kötü bir finans yönetimi sergilenmektedir. İktidar
döneminizde fona devredilen, batan banka sayısı 20'yi aşmıştır. Mevcut
devraldığınız 4 bankadan 1'ini batırdınız. Cumhuriyet tarihinin en kötü finans
yönetimini sergiliyorsunuz. Değil Türkiye'de, dünyada 20 banka batıran tek
iktidar, tek hükümet, mevcut iktidardır. Dünyanın bir başka yerinde olsa,
mesela, böyle bir olay Japonya'da meydana gelseydi, cereyan etseydi, hazine
bakanı değil, mevcut bakanlar kurulu üyelerinin tamamı harakiri yapardı. En son
yaptığım konuşmada, bu Bakanlar Kurulu üyelerini düşürmek yetmez, hepsine
meydan dayağı çekmek lazımdır dedim diye tepki göstermiştiniz; ama, şimdi
farklı bir şey söylüyorum: Elindeki mevcut bankaların dörtte 1'ini batıran bir
hükümetin, bir bakanlar kurulunun, bir kabinenin tamamının harakiri yapması
lazım. Bunun başka çözümü yok. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ayakta kalan bankaların
durumu da iyi değil; daha altı ay önce özsermayeleri 11 milyar dolarken, şu
anda 5 milyar dolara düşmüştür. Böyle bir durum, Türkiye'nin açıkça iflasa
sürüklendiğinin resmî belgesidir. Değerli arkadaşlarım,
iflas göstergelerinin temelinde kapanan işyerleri var. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının hazırladığı bir rapora göre, bu yılın ilk sekiz ayında 15
000 işyeri kapanmıştır. Özellikle, esnaf ve sanatkârlarımız çok zor durumdadır.
Kapısına kilit vurmayan çoğu esnafımız da, dükkânını siftahsız kapatmaktadır.
Esnaf ve sanatkârlarımız, yüksek SSK ve Bağ-Kur primlerinin, haksız vergilerin
altında ezilmektedirler. 4 milyon esnafımız var; aileleriyle birlikte 20 milyon
demektir. Toplam üretimin yüzde 36'sını, toplam istihdamın yüzde 40'nı
sağlıyor; ama, toplam kredilerin sadece yüzde 3'nü, 5'ni kullanıyor. Şu anda
esnafın kredi kullanımı sıfır noktaya gelmiştir; çünkü, bu hükümet, Halk
Bankası kaynaklarını kurutmuştur; çünkü, bu hükümet, kredi faiz ve giderlerini
yüzde 100'ün üzerine çıkarmıştır. Esnaf ve sanatkârlarımız
sadece ekonomik bir kavram değildir, aynı zamanda sosyal dokumuzdur. Esnafın
çöküşü demek, tüm sosyal dokumuzun çürümesi demektir. Sayın Başbakan, bütçeye
konulacak bir 200 trilyon lirayla esnaf ve sanatkârlarımızın kredi sorunu
çözülebilirdi. 98 katrilyonluk bütçe içerisinde 200 trilyonun büyük bir yük
getirmeyeceği de açıktır; ama, maalesef, bu 200 trilyonu, esnaf ve sanatkârımız
için çok görmüştür bu hükümet. Fabrikalar da diğer
taraftan kapanıyor. Kapanmayan fabrikalarda kapasite düşüyor. Yüzde 80 olan
kapasite kullanımı son verilere göre yüzde 67'ye düşmüştür; otomotiv, kimya,
inşaat sektöründe ise, yüzde 50'nin altına inmiştir. Bu ne demektir; ülkedeki
her üç fabrikadan biri çalışmıyor veya her üç birimlik üretim kapasitesinin
ancak bu ülkede biri kullanılıyor demektir. Türkiye'yi mevcut iktidarın
getirdiği nokta budur; çünkü, iç talebi düşürmüştür bu hükümet. Bu yetmezmiş
gibi, ilk 10 ayda yüzde 130 devalüasyona rağmen ihracatımız artmamıştır ve dış
talep de tıkanma noktasındadır. Hükümetin bunun üzerinde düşünmesi lazım.
Alınacak tedbirlerin reel sektörü canlandırmaya yönelik olarak
gerçekleştirilmesi gerekir, yoksa, ekonominin düzelmesi mümkün değil; ama,
maalesef, Sayın Başbakan ve Kabine üyeleri, bu konudaki tereddütleri bir türlü
üzerinden atamıyor. Diğer taraftan, işsizlik
ve geçim sıkıntısı, Türkiye'nin şu andaki en büyük derdidir. Halkını işsizliğe
ve yoksulluğa mahkûm eden bir iktidar, halkına en büyük kötülüğü yapmış
demektir; ülkemizin geleceğini karartmış demektir, milliyetçiliğe en büyük
kötülüğü yapmış demektir. Çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan
anaların babaların halini bir düşünün; Türkiye'nin geleceği olan o gencecik
çocukların istikbalini bir düşünün. Bu iktidar, maalesef, işsizliği
patlatmıştır. İşi olmayanlar, iş bulma umudunu, bu iktidarın yanlış
politikaları yüzünden kaybetmiştir. İşi olanlar bile, her gün, işsiz kalma korkusu
yaşamaktadırlar mevcut iktidarın yanlış politikaları yüzünden. Çalışma Bakanlığı
verilerine göre, ilk 9 ayda, maalesef, 1 000 000 kişi işi olduğu halde işsiz
kalmıştır, işini kaybetmiştir. Kayıtsız işçiler ve işyerini kapatan esnafla
birlikte işsiz kalanların sayısı, maalesef, 1 500 000'i bulmuştur. Bunun
anlamı, bu hükümet, aileleriyle birlikte dört beş milyon insanımızı açlığa
mahkûm etmiştir; ama, aslında açlığa mahkûm ettikleriniz yalnızca işsizler
değildir; esnafımız zor durumdadır, çiftçimiz zor durumdadır, ücretliler zor
durumdadır. Verilen rakamlara göre 25 000 000 insanımız, bu hükümetin yanlış
politikaları yüzünden açlık sınırının altında bir gelire sahiptir. Yılın ilk 9
ayında 9 000 000 vatandaşımız Sosyal Yardımlaşma Fonundan destek istemiştir.
Hükümetin, mevcut Ecevit Hükümetinin Türkiye'yi getirdiği nokta budur. Aylık zorunlu mutfak
harcamaları, 4 kişilik bir aile için, farklı rakamlar veriliyor; ama, 280 000
000 Türk Lirası olarak kabul edilebilir. Kira, elektrik, su, okul ve giyim masraflarını
eklerseniz, yaşamak için, bu ülkede insanca yaşamak için, açlık sınırının
üzerinde yaşamak için kaç lira gelire ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir. Asgarî ücretliler,
izlediğiniz yanlış politikalar yüzünden hayat pahalılığının altında ezilmektedir;
işçi emeklileri hayat pahalılığının altında ezilmektedir; memur emeklileri
hayat pahalılığının altında ezilmektedir; Bağ-Kurlular hayat pahalılığının
altında ezilmektedir. Yetmiyor; çalışanların ekonomik durumunu geliştirmek
yerine, bu hükümet, sürekli olarak çalışanların kazanılmış haklarını
kısıtlamaya yönelmiştir. Genel ücret seviyesinin 2001 yılında yüzde 30
azaldığını düşünecek olursanız, çalışanların da ne zor durumda olduğu açıkça
görülmektedir. Tüm çalışanlar feryat
ediyor, yürüyor, mitingler düzenliyor, genel greve hazırlanıyor, hükümetin
kulağı hâlâ IMF'de. Şu çalışanları ne zaman dinleyeceksiniz; çalışanların
feryadına ne zaman kulak vereceksiniz?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Çalışanları dinlemediği
yetmezmiş gibi, susturmak için, bazı memur sendikalarına üye olanlara baskılar
yapılıyor ve sürülüyorlar. Sayın hükümet, açıkça söylüyorum: IMF'den
dinledikleriniz sizi kurtarmaz. Ülkeyi de, çalışanların feryadına kulak
vermediğiniz takdirde, hiçbir olumlu noktaya götüremezsiniz. Diğer taraftan,
çiftçilerimiz de zor durumdadır. Yanlış politikalarınız bu ülkede tarım ve
hayvancılığı öldürmüş, çiftçiyi mahvetmiştir. Ziraat Odaları, yayımladığı bir
bildiride "mevcut hükümet çiftçiye savaş açmış, tüm üretim araçlarımızı
elimizden almıştır" diye feryat etmektedir. Bir taraftan, çiftçiyi, tarım
girdilerine yaptığınız zamlarla vuruyorsunuz; diğer taraftan, ürün bedellerini
düşük belirlemek suretiyle çiftçiyi vuruyorsunuz, mahvediyorsunuz. Buğday
üreticisi bu hükümetin elinde perişan olmuştur; pancar üreticisi bu hükümetin
elinde perişan olmuştur; tütün üreticisi, çay üreticisi, fındık üreticisi,
hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız bu hükümetin elinde perişan olmuşlardır.
Bu hükümet işbaşına gelinceye kadar, 1998 yılına kadar, tarımsal üretim bakımından
kendine yeterli ülkeler arasında bulunan Türkiye, maalesef, bu iktidarın
uyguladığı yanlış politikalar sebebiyle, bu özelliğini kaybetmiştir ve
sattığından daha fazla tarımsal ürün ithal eden bir ülke durumuna düşmüştür. Bu yıl, 55 tarım ürününün
üretim miktarı azalmıştır; hububat üretimi bile 30 milyon tondan 20 milyon tona
düşmüştür. Çiftçi, tarlasını ekemez, gübre atamaz, sulama yapamaz duruma
düşmüştür; üstelik, Ziraat Bankasına, Tarım Kredi Kooperatiflerine olan
borçları, enerji borçları ve yüksek faizler altında ezilmiştir. Yüzbinlerce
çiftçi, borç ve faizlerini ödeyemediği için, icra ve ceza takibi altındadır.
Sıkıntıların önemli bir kaynağı, belirttiğim gibi, tarımsal üretim
masraflarının korkunç bir şekilde artışıdır. Ham petrolün fiyatı, 25 dolardan,
dünya piyasalarında, 18 dolara kadar düşmüştür; ama, siz, her gün akaryakıta,
mazota zam yapmakla meşgulsünüz. Gübre üretimi de, kullanımı da 1999, 2000,
2001 yıllarında sürekli düşmüştür, azalmıştır. Bu yetmezmiş gibi, çiftçiler,
kendi imkânlarıyla tarlalarında açtıkları kuyulardan sulama yapmaktadırlar;
maalesef, bu sulamalarla ilgili enerji bedellerini ödeyemez duruma
düşmüşlerdir. Bu yüzden, imkânı olan çiftçilerimiz bile kuru tarıma yönelmiş
vaziyettedir. Diğer taraftan, ürün
bedellerini sürekli düşük belirlemektesiniz ve hedef enflasyon diye bir kavram
icat ettiniz ve hak ettiği ürüne düşük bedel ödemeyi bir politika haline
getirdiniz; sonra, doğrudan gelir desteği diye, küçük bir kısmını vereceğiz
diye, çiftçiyi oyalamaktasınız. Bu sene hedef enflasyonu yüzde 10 belirlediniz,
ürün bedellerini buna göre ayarladınız; ama, enflasyon yüzde 90 çıktı,
çiftçinin cebinden yüzde 80 aldınız. Bunun hesabını nasıl vereceksiniz?! Madem,
bu hedef enflasyon hesabı doğruysa değerli arkadaşlarım, niçin, ziraî kredi
faizlerini, gübre ve mazot fiyatlarını hedef enflasyona göre belirlemiyorsunuz;
niçin, çiftçinin ürün bedellerini hedef enflasyona göre belirliyoruz diye,
çiftçinin hak ettiği parayı vermiyorsunuz? Özet itibariyle, şunları
açıkça, net bir şekilde ifade edebiliriz: Bu hükümet başarısızdır. Bu hükümet,
cumhuriyet tarihinin en başarısız hükümetidir. Halkımız hiçbir hükümet
döneminde bu hükümet dönemindeki kadar yoksullaşmamıştır, işsizlik ve geçim
sıkıntısı içerisine düşmemiştir. Bu halkı böylesine bir yoksulluğun içerisine
atmaya ne bu hükümetin ne de kimsenin hakkı yoktur. Diğer taraftan, üç yıl
içerisinde Türkiye'yi küçülten tek iktidar, işte, bu DSP, MHP ve ANAP
iktidarıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca, üç yıllık periyotlar itibariyle,
toplam, Türkiye ekonomisinin bu derece küçüldüğü hiçbir dönem görülmemiştir. Üç
yılda Türkiye'yi küçülten tek hükümettir. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler,
AK Parti sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Celallenmeyin efendim,
bir dakika... Buyurun efendim. ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - 1999'da yüzde 6 küçülme. 2001'de yüzde 9 küçülme. Üç yıllık periyot
itibariyle Türkiye'yi küçülten tek hükümet sizsiniz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Üstelik, Avrupa Birliğine aday ülkeler içerisinde küçülen tek ülke de
Türkiye'dir. Nasıl gireceksiniz Avrupa Birliğine?! KEMAL ALBAYRAK
(Kırıkkale) - Giremezler zaten, giremezler. ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Başka... Bu hükümet, banka batırmada Türkiye ve dünya rekoru
kırmıştır. Banka batırmada Türkiye ve dünya rekoru kıran tek hükümet de bu
hükümettir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ne kadar başarılı olduğunuza da
bir bakın. Aynanın karşısına geçip de kendi halinize hiç bakmaz mısınız?! MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Bakamazlar. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Başbakan bakmıyor... ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Bu halinizle, hâlâ, nasıl yürüme cüreti gösterirsiniz!.. Cumhuriyet tarihinin en
yüksek bütçe açığını gerçekleştiren yine bu hükümettir; gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 15,1. Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek bütçe açığı bu
hükümete aittir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Yazıklar olsun, yazıklar olsun! ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Borç stokunu en fazla artıran yine bu hükümettir. Bu ülkede doğan
her çocuk 5 milyar lira borçla doğmaktadır sayenizde. Sürekli vergileri
artıran, buna rağmen, faize ödediği para, vergi gelirlerini aşan tek hükümet
de, yine bu hükümettir. Büyüme, enflasyon, borç stoku ve benzeri kriterler
itibariyle Avrupa Birliği standartlarından en fazla uzaklaşan yine bu hükümettir.
Bütçesi ve bütçe hedefleri en fazla sapma gösteren hükümet bu hükümettir.
"Bütçe açığı 5 katrilyon olacak" diyeceksiniz, arkasından 28
katrilyon bütçe açığı çıkaracaksınız. Sizden başka yok böyle bir iktidar. ABDÜLKADİR AKSU
(İstanbul) - Hesap bilmiyorlar. ABDÜLLATİF ŞENER
(Devamla) - Sizden başka böyle bir hükümet yok. Seçim öncesi ne
söyledilerse hep tersini yapan tek iktidar da bu iktidar. Seçim öncesi ne
söylediyseniz -DSP, MHP, ANAP- hep tersini yapan sizsiniz. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Böyle demokrasi olmaz! Bu
haliyle kimsenin güvenmediği bir iktidar! Hangi iktidar; DSP, MHP, ANAP
iktidarı. 57 nci Ecevit Hükümeti, kimsenin güvenmediği bir hükümet. Halk
güvenmiyor, kamuoyu yoklamaları ortada; iş çevreleri güvenmiyor... Halkın ve iş
çevrelerinin güvenmediği bir ortamda bir hükümetin işbaşında bulunduğu bir
dönemde ekonominin iyiye gitmesi mümkün değildir. Ekonominin abc'si budur
değerli arkadaşlarım; bilmiyorsanız, öğrenin. O halde, Türkiye'nin kurtuluşunun
bir tek yolu vardır, bu hükümetin çekip gitmesidir; başka yolu yok! (AK Parti
sıralarından alkışlar) Türkiye'nin kurtulması için, ülkenin bayram yapması için
tek çözüm var, tek bir çözüm var; seçim, seçim, seçim. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Bütçenin tümü üzerinde
gruplar adına görüşmeler bitti. Şimdi, şahısları adına,
Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut, lehinde; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde
kişisel olarak söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi ve Aziz Milletimi, bu
vesileyle saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri,
dünya, 21 inci Yüzyıla hızlı bir değişim süreci içinde girdi. Milyonlarca
insanı birbirine bağlayan bilgisayarlar, internet sistemleri, yüzlerce ulusal
ve uluslararası televizyon yayınları iletişim alanında bir devrim yarattı.
Teknolojinin boyutları ve etki alanları, akıl almaz bir hızla arttı. Bu
gelişmelerle, uluslararası ilişkilerin, ticaretin ve insanların güncel yaşam
boyutları değişti. Küreselleşme olgusu, birçok alanda, mesafeleri ve sınırları
anlamsız kılıyor. Dünya, artık, küresel bir köy sayılıyor ve küreselleşme
tartışılıyor. Artık, hiçbir şey eskisi gibi değil. Devletler de, yapılarını ve
çalışma yöntemlerini çağın gereklerine uydurmak için yoğun bir çaba içindeler.
Her ülkede, kapsamlı reformlar yapılıyor, köklü değişimlere imza atılıyor. Ulus
devletin yeniden yapılanmasından söz ediliyor. Bütün uluslar çağı yakalamaya
çalışıyor. Uluslararası alanda, âdeta, adı konmamış bir yarış yaşanıyor. Bu
yarışı kazananlar, 21 inci Yüzyılın ileri, modern ve müreffeh devletleri
olacak; geride kalanlar, çağı yakalamayanlar ise, yarıştan kopacaklar, üçüncü
dünya ülkesi olarak, halkı mutsuz, devleti güçsüz, ülkesi fakir olacaktır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirdiği reformlarla, inkılaplarla,
yeniliklere açık ve dünyanın en ileri gelişmelerini benimseyen bir toplum
olduğunu kanıtlayan Türk Milletinin, 21 inci Yüzyılda da, çağının en ileri
toplumları arasında yer almak istediğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve hedefi, daima, dünyanın en ileri,
en çağdaş ülkeleri arasında yer almak, hiçbir alanda geri kalmamaktır. Değişen dünya
koşullarında, cumhuriyetin kurucularının bu tutkularını ve heyecanlarını
hatırlatmakta ve unutturmamakta yarar var. Bu tutku ve heyecanı, 1950'li ve
1980'li yıllarda, milletle bütünleşerek, kalkınma hamlesiyle, Menderes ve Özal
dönemlerinde milletçe yaşadık. Rahmetli Menderes'e, idamından 25 yıl sonra,
devlet töreniyle, itibarını iade ettik. Rahmetli Özal'ı ise, her kesim çok
eleştirdi; lakin, ölümünden sonra, her parti, onu ve fikirlerini, az veya çok,
taklit etmeye, uygulamaya çalıştı. Ülkeye hizmet eden siyasî önderlere hakiki
değerlerini verebilmek için, acaba, ölmelerini mi beklemek gerekir diye
soruyorum. Değerli milletvekilleri,
çağı yakalamak çok önemli bir olay; ama, çağı yakalamak için, önce, çağı
öğrenmek ve anlamak gerekir. Bunun için de, medenî bir kafanın gerekli olduğu,
herkes için malumdur. Her ülke, çağın gereklerinin yanı sıra, kendi toplumunun
özelliklerini, iç ve dış koşullarını, güvenlik ihtiyaçlarını dikkate alarak,
çağdaşlaşmaya çalışıyor. Bu hedefe ulaşmak için, devleti, çağın şartlarına
uygun biçimde yeniden yapılandırarak hem dünyadaki gelişmelere uyum sağlamak
hem de halka daha iyi hizmet vermek mecburiyetindeyiz. Bugünkü dünya
şartlarında, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için, öncelikle, çağdaş bir
demokratik yapıya sahip olmak gerekiyor. Demokratik düzene sahip olmayan
devletler, ekonomik alanda bazı başarılı sonuçlar alsalar da, maalesef, çağdaş
ülke sayılamıyor. Buna karşılık, demokratik düzene sahip olmak da, tek başına,
çağdaş olmak için yeterli değil. Ekonomik kalkınmayı, demokratikleşmeyi ve
temel insan hak ve özgürlüklerini bir bütün olarak değerlendirmek zorundayız.
Ülkemizde şimdiye değin yapılan hata, bu değerleri bir bütün halinde
değerlendirmeden, genellikle, kalkınmayı öncelikle ele alarak, diğerlerini
gözardı edip, çağdaşlaşmaya çalışmak olmuştur. İhmal edilen değerler pahasına
kalkındığımızı da fazla iddia edemeyiz. Oysa, tam rekabet ortamı olmadan
kalkınma olmaz. Açık ve şeffaf bir ortamı sağlayacak hukuk düzeni olmadan da
rekabeti sağlayamayız. Oysa, demokratik düzen olmadan hukuk düzenini,
özgürlükler olmadan demokratik düzeni sağlayamayacağımız herkesin bildiği bir
gerçektir. Öyleyse, çağdaşlaşmanın temeli, hukuk düzeni ve özgürlüklerdir;
çünkü, ifade ve düşünce özgürlüğü, yaratıcılığı; din ve vicdan hürriyeti
insanların mutluluğunu, teşebbüs hürriyeti de kalkınmayı sağlamaktadır.
Bunların tümü bir bütündür ve biri diğerine tercih edilemez. Biz, işimize
geleni kabul ederek, işimize gelmeyeni reddederek çağı yakalamaya çalıştık. Değerli milletvekilleri,
Batı ülkelerinde, artık, rejim tartışması geride kaldı; devletler, ideolojik
yaklaşımlardan çok, pratik, sonuç verici çözümlere yönelmiş bulunuyorlar. Her
ülke, bir taraftan çağın gereklerini, bir taraftan da kendi tarihinden,
toplumsal ve coğrafî özelliklerinden kaynaklanan koşulları dikkate alarak,
reform ve değişim sürecine yön veriyor. Türkiye'nin, kendine özgü toplumsal,
coğrafî ve stratejik özelliklerini dikkate alan bir reform ve değişim çalışması
içinde olması yadırganmamalıdır. Bütün bu sebepler göz
önüne alınırsa, Anavatan Partisinin kamuoyunun dikkatine sunduğu çözüm için
yeniden yapılanma önerilerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisince, hükümetimizce
ve sivil toplum örgütlerince ele alınmasında, irdelenmesinde, yorumlanmasında
fayda umuyorum. Gelişmiş dünya devletlerinin gereklerine uygun olarak, devlet
yerine toplum-halk endeksli, kamu hizmetlerinde etkinlik, yerellik,
rasyonellik, verimlilik, demokratlık, katılımcılık ve şeffaflık esas alınarak,
görev, yetki ve kaynak paylaşımı yapılmalıdır. Değerli milletvekilleri,
tenkit etmenin dayanılmaz ağırlığına kapılmak, her zaman kolaycı bir yoldur;
asıl olan, tenkitin yanında çözüm yollarını ve proje projeksiyonlarını ortaya
koymaktır. Ekonomik krizlerin halkımızda oluşturduğu öfkeyi istismar ederek
"ülkeyi iki ayda, altı ayda düze çıkaracağım" iddialarına, artık
kimse inanmıyor. Bütün parti gruplarının
değerli hatiplerinin 2002 yılı bütçesi üzerindeki konuşmalarını ve
görüşmelerini birlikte izledik. Şu hususu dikkatinize arz etmek isterim: Doğru
Yol Partisinin Sayın Genel Başkanı, konuşmalarında, Genel Başkanımız Sayın
Mesut Yılmaz'ın, 2001 yılı bütçesinde, kendisine cevaben, ihracat ile
devalüasyon arasında bağlantı kurarak, hışımla karşılık verdiğini iddia
etmiştir. Oysa, tutanaklara baktığımızda, 2001 yılı bütçesinde böylesine bir
hareket ve konuşmanın olmadığını müşahede edeceğiz. Olmayan bir beyanı, kamuoyu
ve Meclis önünde hilafı hakikat biçiminde açıklamanın, siyasal gelenekleri olan
bir partinin genel başkanına yakışıp yakışmayacağını da siz değerli
milletvekillerinin takdirlerine arz ediyorum. Değerli milletvekilleri,
acımasızca tenkit edilen 57 nci hükümet ve 21 inci Yasama Dönemi, sessiz
sedasız ve nümayişsiz bir yapısal reforma imza atmıştır. Dikkat ederseniz,
yapılan yapısal reformlar neticesinde, artık, hiçbir kimse hazineyi kasası gibi
kullanamayacak; artık, ulufe dağıtır gibi kimse para dağıtamayacak; artık,
tabanfiyatı verirken, ne verirlerse ben 5 fazlasını vereceğim demeyecek; artık,
siyasetçinin kamu bankası da yok; artık, siyasetçi devlet ihalelerine de
karışmayacak; artık, seçim öncesi siyasetçiye destek verenler desteklerinin
karşılığını devletten alamayacak; artık, siyasetçiler, bütçe dışı fonlardan,
seçim bölgelerine verimsiz yatırım yapamayacaklar. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlarsanız minnettar kalırım. NİHAT GÖKBULUT (Devamla)
- Tabiî. Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bundan böyle, her şey,
bütçe disiplini içerisinde, verimlilik esaslarına göre, şeffaf bir ortamda
yapılacak. Acaba, bazı sektörlerden ve partilerden öfke dolu seslerin çıkması,
yapılan bu reformlar neticesinde, eski alışkanlıklarının ve menfaatlarının
artık olamayacağı endişesinden mi kaynaklanıyor? 57 nci hükümet, sessiz sedasız
yaptığı bu reformları devam ettirmek zorunda. Hükümet, Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve bakanlıklar, yeniden yapılanma konusunda alınacak tedbir ve
çözümleri önce kendi bünyesi içinde icra etmeli, halktan talep edilen tasarruf
ve özveriyi öncelikle kendisinde tatbik etmelidir. Bu hareket, güven ve umut
için başlangıç olacaktır, toplumu olumlu yönde tetikleyecektir. Değerli milletvekilleri,
bir dönemeç noktasındayız. Eleştirilen, sorgulanan ve tepki duyulan, sadece
hükümet, icraat ve Meclis değil, topyekûn siyasetçiler ve siyaset kurumları
yargılanıyor ve sorgulanıyor. Siyaset kurumlarının alternatiflerinin yine
siyaset kurumları olduğunu kamuoyuna anlatamaz ve ikna edemezsek, ülkemiz,
sürükleneceği macera neticesinde, sonu belli olmayan akıbete kurban olabilir.
Görev, bütün milletvekillerine, partilere ve Yüce Meclise düşmektedir; çünkü,
sorunun kaynağı siyasetse, bilinmesi lazım ki, çözümün kaynağı da siyasettir. 2002 yılı bütçemizin,
ülkemize, büyük Türk Milletine hayırlı olmasını dilerken, insanımızın mutlu,
devletimizin güçlü, ülkemizin zengin olması temennisiyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi, Hükümet söz istedi
efendim. Sayın Hükümet, buyurun.
(ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Maliye Bakanımız da, hem
cevap verecek hem de bizim Hatay ile ilgili afet kararnamesinin, Osmaniye
kararnamesinin akıbetini inşallah kendileri bulurlar. Şimdi, Rize'den sonra,
İçel de böyle bir sel felaketiyle karşı karşıya. Artık, hükümet, bu sefer,
inşallah, toptan bir kararname çıkarır diyorum ve İçellilere geçmiş olsun
dileklerimi iletiyorum efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sağ
olun Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakanım. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde Genel Kurulumuzun müzakereleri sabah 11.00'de başlamış ve
halen devam etmektedir. Şu ana kadar Meclisimizde temsil edilen siyasî
partilerin değerli genel başkanları, kıymetli sözcüleri görüşlerini
belirtmişler ve kişisel, şahsı adına konuşan arkadaşımla birlikte, şu ana kadar
10 arkadaşımız bütçeyle ilgili görüşlerini, değerlendirmelerini ve
eleştirilerini dile getirmişlerdir. Gerçekten, bütçe
müzakereleri, kendine özgü birtakım yönleri olan müzakerelerdir. Her şeyden
evvel, senede bir defa yapılır ve bu görüşmelerde, üzerinde tartışılan bütçenin
sadece büyüklükleri, ödeneklerin dağılımı, onun finansman şekli, malî
politikadaki etkisi, ekonomiye etkisi yanında, ülkenin genel meseleleri, bütün
sorunları, enine boyuna, farklı boyutlardan ele alınarak tartışılır ve çok da
hararetli tartışmalar olur. Zaman zaman dozaj artar; ama, dozaj ne kadar
artarsa artsın, bütün milletvekillerimizin, bütün arkadaşlarımızın amacı,
görüşülen bütçenin ait olduğu yılın, yani gelecek yılın daha iyi şartlara sahip
olması, daha iyi ortama vesile yaratması ve Türk insanının daha rahat, daha
huzur içerisinde, daha refahı yükselmiş bir şekilde yaşamasını amaçlar; yani,
daha iyiyi yakalama hedefidir. Bütün arkadaşlarımızın hedefi budur. Gayet tabiî, bu
tartışmalar, nezaket ölçüsünde kaldığı sürece, çok yüksek dozajlı da olsa,
zevkli tartışmalar olur, gerçekten, insanların zaman zaman onu yaşama özlemi de
vardır. Şimdi, bu bütçe
müzakerelerini, vatandaşlarımız da can kulağıyla izler; böyle televizyondan
izler, radyodan izler, bunları takip eder; kendi temsilcileri, bütçe
görüşülürken senede bir defa, ne diyor, hangi çareyi getiriyor, kendi
durumlarıyla ilgili nelere sahip, onları nasıl ortalığa vaz ediyor, bunları can
kulağıyla dinler ve kendi sıkıntısı eğer dile getiriliyorsa, bundan da hoşnut
olur. Hele hele çeşitli sıkıntılar içerisinde kıvranıyor ise, kendi
meselelerinin dile getirilmesinden de fevkalade hoşlanır; ama, vatandaşımız can
kulağıyla dinlerken bir şeye daha bakar; bunlar söyleniyor da, benim meselem
söyleniyor da; ama, benim meselemi sadece söylemek yetmez; o güzel bir şey de,
benim meselemin nasıl halledileceğini de bekler; yani, nasıl çözülüyor... Şimdi, getirilmiş bir
bütçe, 98 katrilyonluk. Herkes, mevcut sıkıntıları ve mevcut bütçeyi farklı
şekilde izah edebilir; ama, mesele o değil ki. Mesele, daha iyiye gitmek için,
bu böyle değil de, bu şöyle olacak; bunu, şunu şunu şuradan kısıp, buraya
buraya vermeniz lazım gibi eleştirileri de beraber getirmek lazım. 98 katrilyonluk bütçe.
Efendim, bu 98 katrilyon değil de, 110 katrilyon olmalıydı. Niçin olmalıydı;
şundan şundan olmalıydı. Peki, güzel de, bu öyle olduğu zaman bunun finansmanı
nasıl olacaktı?.. Bakın, biraz evvel burada değerli sözcüler konuştular:
"2002 yılı bütçesinde 27 katrilyon açık var, bu nereden karşılanacak"
dedi. Tabiî, ben cevapları sonra vereceğim; ama, bu arada Sayın Coşkun'a da
cevabını vermiş olayım. O 27 katrilyonluk bütçe açığı, borç idaresi tarafından
karşılanacak. Bunun ne kadarının iç, ne kadarının dışborçtan olacağı, sizlere
sabahleyin dağıttığım, sanıyorum faydalı olan özet içerisinde çok net bir
şekilde gösterilmiş durumdadır. O zaman, daha fazla ödenek olsun dediğiniz
zaman, onun finansmanını da beraber getirmek lazım veya şuraya şuraya biraz
daha az verip buraya daha az vermek veya diğer formül... Yani, vatandaşımız,
kendi meselesinden bahsedilmesinden, hele Mecliste temsilcileri tarafından
bahsedilmesinden hoşlanır; ama, onu değerleyip, ha, bu güzel bir şey, bu
doğrudur diyebilmesi için, onun nasılının da izahını beraberinde görmek ister;
aksi taktirde, fotoğraf eksik olur. Yani, bu açıdan, can kulağıyla dinleyen
vatandaşımız, köyde dinleyen vatandaşımız çok şey yapar. Ben de, yıllarca, o
köyde, o köylü vatandaşlarla televizyonda, onların meselelerini dinleyip
geldim, yani, onlarla beraber meselelerin içerisinde hamur olup geldik, bunlar
doğru; ama, vatandaş, artık, bir de bu yönüne çok dikkatli olarak bakmaktadır
ve böyle bir bakışı da, son derece sağlıklı görürüz; çünkü, böyle bir bakış,
hazırlıkları da daha etkin yapar. Eğer, bunlar yok, sade eleştiri olursa, ee, o
da zahmetli bir iş sayılmaz yani; çünkü, birazda zahmeti olması lazım. Değerli Başkan, sayın
milletvekilleri; yeni bir çağa girerken, 21 inci Asra girerken, Türkiye'nin
malî yapısı son derece sağlıksızdı. Yine, çok değerli arkadaşlarım, gayet işi
bilerek burada dile getirdiler, vergiyle mukayese ettiler; çok da doğal bir
orandır, rasyodur. Şimdi, 2000 yılında,
yani, 21 inci Asra ayak basarken -gerçi, 21 inci Asır 2000 yılında mı başladı,
2001 yılında mı başladı diye tartışmalar da var; ama, esası 2000 yılıdır- vergi
gelirlerinin yüzde 78'i faize gidiyordu. Ee, böyle bir yapıyla, Türkiye'nin, 21
inci Asra... Nasıl bir asır; iletişim, bilişim, teknoloji çağı ve bir küresel
dünya, amansız rekabet var. Ee, buraya sağlıklı bir malî yapıyla gitmek lazım;
bu şekliyle götürülemezdi ve her 100 lira verginin 78 lirasının faize gitmesi
de, 2000 yılında karşılaşılan bir tabloydu; ama, 1999'da meydana gelmedi;
yılların birikimi. Kesinlikle suçlamak için değil ve bütçe müzakerelerinde
"sen şunu yaptıydın, ben bunu yaptıydım, şu yılda bak benim oranım daha
iyiydi, seninki biraz daha kötüydü"yü de, ben, çok yararlı bir tartışma
ortamı olarak da görmüyorum. Mühim olan, bundan sonra ne yapmak lazım,
meseleleri, mevcut imkânlarla nasıl aşalım; milletimiz de bizden bunu
beklemektedir. Bu şartlarla, Türkiye 21
inci Asra gidemezdi; bir program yapıldı, kamu maliyesini sağlıklı hale
getirmek için. Ekonomileri iyi olan ülkelerin hiçbirisinin kamu maliyesi bozuk
değildir veya kamu maliyesi düzgün olmadan hiçbir ekonomi, üreten, sağlıklı bir
ekonomi olmaz; bu, bilimsel bir gerçek. Önce, bu yapılacak... Bugün, Değerli
Arkadaşımız Kumcuoğlu da söyledi; zemin sağlam olmadan fırlayamazsınız. Şimdi, bugün, hep
köylülerden bahsedildi. Değerli Genel Başkan Recai Kutan Beyefendi de bir
isimden bahsetti "bunu bilmezsiniz; bunu bilse bilse, Tarım Bakanı
bilir" dedi. Şimdi, zeminin düzgün olması, son derece iyi, şart. Bugün,
eğer, bir tarla, son derece iyi bakılmamışsa, ekime uygun hale getirilmemişse,
yabancı otlar temizlenmemişse, hele hele kanyaşotundan kurtarılmamışsa...
Herhalde, kanyaşotunu bilen vardır içimizde arkadaşlar; çünkü, o, bir toprağa
girdi mi, yıllarca çıkmaz. Sayın Arınç çok iyi bilir; Manisa ve İzmir'de çoktur
o kanyaşotu, bağlarda. Şimdi, zemini çok iyi temizleyeceksiniz, süreceksiniz,
gübresini atacaksınız, düzgün hale gelecek, ondan sonra iyi tohumu atarsanız,
netice verir; ama, iyi tohumu, iyi işlenmemiş toprağa atarsanız, sonuç vermez. Şimdi, Türk ekonomisinde
sizlerin büyük desteğiyle iki yıl buradan çok güzel kanunlar çıktı; hepsi ayrı
ayrı yapısal değişiklikler; bunlar oluştu. Ciddî bir malî politikayla, bu malî
yapımızı düzeltmek mecburiyetindeyiz. Bunu düzeltmediğimiz zaman, hiçbir siyasî
parti bundan istifade etmez. Yani, bizim zamanımızda hallolmadı diye, bir başka
partiye bundan bir artı gelmez, gelir gibi görünür de gelmez o. Mühim olan,
bunun düzelmesi; siyaseti başka zeminlerde yapma imkânı vardır hepimizin. Şimdi, bunun tedbirlerini
aldık; bu tedbirler gidiyor; ama, 2001 yılında bankacılık ve finans sektöründen
kaynaklanan bir sıkıntıyla karşılaştık. Ee, karşılaştık; karşılaşılmasa daha
iyi olmaz mıydı; şüphesiz ki, iyi olurdu; olmuş, dengeler bozulmuş. Şimdi, bazı
arkadaşlarımız diyor ki "efendim,." 2001 için bütçe rakamları
öngördünüz, yıl sonunda gerçekleşmedi." Biz, 2001 yılı bütçesinin
rakamlarını 2000'in kasım ve aralığında konuşurken, bir bankacılık krizinin
meydana geleceğini bilemeyiz ki... Birtakım krizler meydana
geldiği zaman, rakamlar tutmaz. 1994 yılındaki rakamlara bakın, 1993 bütçe
hazırlıkları sırasında -onları biraz sonra rakam olarak da söyleyeceğim-
öngörülen rakamlar, 1994 sonunda çok büyük farklarla, ekarlarla gerçekleşti. Çünkü,
bu tür olaylar meydana geldiği zaman, gayet tabiî, millî paranın dış paraya
değeri değişir; enflasyon değişir, makro büyüklükler revize edilir. Bakınız
1999 yılı, 2000 yılı -kriz yılıdır- 2001 yılının rakamlarında... 2000 yılında bütçe rakamlarında tam bir
denge vardır. Zaten bütçe tahmindir, ille birbiriyle üst üste örtüşecek diye
bir şey yok; makul bir farkla götürmek gerekiyor. 2001'in sonuna gelirken,
ekonominin tekrar canlanması, büyümenin tekrar yakalanması ve malî dengelerin
kalıcı bir hale gelmesi konusunda
-çok samimî söylüyorum, bir siyasetçi olarak değil, bir teknisyen olarak
yıllarca bu işin içerisinde bulunmuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum- olumlu
gelişmeler var. Bunlara sahip çıkmamız lazım ve 2002 yılı bütçesinin
hedeflerine uygun bir uygulamayı yakaladığımız zaman -ki, yakalamamamız için
hiçbir sebep yok- Türkiye bu sıkıntılarını geride bırakacaktır ve bundan sonra
yapacağı bütçeyi çok daha iyi şartlarda yapacak, bu kadar zor şartlarda
yapmayacak. Milletimizin de beklediği bu. Milletimiz çok büyük fedakârlıklarda
bulunuyor; ama, diyor ki: "Güzel de, ne olur bir neticeye varın. Biz
fedakârlık edip zahmete katlanıyoruz ama, ne olur sonuca..." Evet, onu,
işte hep birlikte... Çünkü, bu tür programlarla hep birlikte, bir millî şuurla
-bizim, tarihimizde çok büyük kazanımlarımız bu duygu ve düşüncelerle
sağlanmıştır- bunu da aşıp düzgün bir noktaya geleceğiz. Sayın Başkan, sabahki
konuşmamda, bütçeyle, ekonomiyle ilgili birçok konuya değindiğim için,
vaktinizi fazla almak istemiyorum, o noktalara girmeyeceğim; yalnız,
arkadaşlarımın değindiği, bilinmesinde yarar olacağını düşündüğüm birkaç konuya
değinerek sözlerime son vermek istiyorum. "Siyaset, bütçe
üzerinden yürütülen bir faaliyettir." Doğrudur, yani ben de aynen
katılırım. "Hazırlayan idarenin tasarrufları ayrıntılı bir biçimde masaya
yatırılır ve bu irade mutlaka ortada olmalıdır." Doğrudur; bütçeler,
Bakanlar Kurulu kararıyla Parlamentoya gelir; bu görüştüğümüz bütçe de 17 Ekim
günü Parlamentoya sunulmuş, 25 Ekimde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye
başlanmış, 14 Kasım gününe kadar da görüşülmüş, işte bugün de burada
görüşülmeye başlandı; tamamen masaya yatırılmış durumda. Bütçenin arkasındaki
irade, hükümet, bütün üyeleriyle buradadır, yani olmayan birisi yok, mevcut; masaya
da yatırılmış, bütün ayrıntılarına kadar konuşmaya amade bir şekilde; hangi
konuya değinilirse, memnuniyetle o konular üzerinde de görüşlerimizi ve
bütçedeki yapıyı anlatmak görevimizdir. "2000 ve 2001 yılı bütçe hedefleri tutturulamadı"
denildi. O konuda bir miktar izahatta bulundum. Şimdi, bakınız, 1999 yılı
gelirleri 18 katrilyon olarak düşünülmüş 18,9 katrilyon, yani, 900 trilyon
fazlasıyla tahakkuk etmiş; olumlu bir şey bu. Vergi gelirleri 14,2 katrilyon
denmiş, 14,8 katrilyon olarak tahakkuk etmiş. Devletin rakamlarında, internette
de bulunan bölüm. Faizdışı fazla 1,2 katrilyon denmiş, 1,6 katrilyon olmuş; 400
trilyon fazla. Şimdi, 2000 yılına
baktığımızda, giderler 46,7 katrilyon demişiz; gerçekleşme de 46,7 olmuş; hatta
bir miktar, böyle 7-8 trilyon da düşük gerçekleşmiş. Gelirler 32,6 katrilyon
demişiz, 33,440 katrilyon olarak gerçekleşmiş; bunda da olumlu gelişme var.
Vergi gelirleri 24 katrilyon demişiz, 26,5 katrilyon olarak gerçekleşmiş.
Bilemiyorum yani, arkadaşlarımızın söylediği bütçe rakamları, bunların dışında
hangi rakamlar! Faizdışı fazla 7
katrilyon demişiz, 7,100 olarak gerçekleşmiş. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Her şey normal de, o zaman, bu millet niye sıkıntı çekiyor?! BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın lütfen. Muhabbet yok. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Efendim, iş, bir tek bütçeyle bitmiyor; ama, bütçe çok önemli.
Eğer, bütçedeki bu dengeler olmasa -çok haklısınız, sorulabilir- bu sıkıntının
çok daha ağırıyla karşı karşıya kalırdık. Bunu önemli bir temel olarak mütalaa
etmemiz gerekir. 2001 yılında -biraz evvel
ifade ettim- meydana gelen kriz, haliyle dengeleri revize etti. Sevgili arkadaşlarım
"2001'de bu hedefler tutmadı" dediler; vatandaşlarımız bizi dinliyor;
biz, kalkıyoruz "bütçe rakamları düzgün gidiyor" diyoruz, değerli
sözcüler de "düzgün gitmiyor" deyince kafa karışır; onu netliğe
kavuşturmak lazım. Onun için bu bilgiyi veriyorum. 2001'de ciddî bir
ekonomik dalgalanma yaşadık; belki bu dozajda olmayabilir, 1994'te de bir
dalgalanma yaşandı. Bakın, 1994'te büyümeyi yüzde 4,5 olarak düşünmüşüz, ama
gerçekleşme eksi yüzde 6,1 olmuş; tabiî, o dalgalanmadan, krizden dolayı
tutmayabilir, bu doğaldır; yani, 2001'de tutmadı derken, bunu dikkate almak
lazım. Enflasyon oranı -TEFE-
yüzde 48,2 olarak öngörülmüş, yüzde 149'a çıkmış. Bunlar olabilir; bunları da
şartlarıyla birlikte mütalaa edersek, sanıyorum, bazlarda daha rahat
tartışırız. Sayın Başkan, bana göre
bir diğer önemli konu "tüm dünya tarımda sübvansiyon uygularken, siz
sübvansiyonları kaldırdınız..." Hayır, kesinlikle sübvansiyonları
kaldırmadık; ama, tarıma kaynak gidecek, katkıda bulunacak kanalları daha
düzgün hale getirdik; çünkü, bugün, tarıma, esnafa herhangi bir sübvansiyon
yapma imkânı var; ama, nasıl yapacaksınız; bunun hesabını ortaya koyacaksınız;
bütçeye ödenek konulup, bütçeden yapılacak; yani, herhangi bir banka üzerinden
yapılmayacak. Bifarz; biz, 2002'de tarıma 2,1 katrilyonluk sübvansiyon
düşünüyorsak, bütçeye ödeneğini koymamız lazım; ki, koyduk. Şimdi, bu, bu
sistemde götürülecek. Öyle tahmin ediyorum, yarın, hangi iktidar olursa olsun,
yine böyle yapmak durumundadır. Ya bu kanunu değiştirir, tekrar bankalar
kanalıyla yapar -ki, bu, sağlıklı olmaz; çünkü hepimizin amacı sağlıklı bir
kamu maliyeti- veya aynen bunu yapar; ama, kesinlikle, tarıma sübvansiyon
kalkmış değil; doğrudan üretime, üretimle ilgili çiftçiye yapılacak ve bu
kanalların çok daha düzgün bu katkıyı yapmasını sağlayacak düzenleme
getirilmiştir. Bugün, Avrupa Birliğinin de en önemli projelerinden birisi tarım
projesidir; gayet tabiî yardım yapılacaktır. Şimdi, bir tartışılan
konu da, hayat standardı sisteminin ortada olması ve bunun, biraz da çok
sakıncalı olduğu, hatta, bir polis devleti gibi değerlendirildiği... Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bu uygulama -yani hayat standardı- bizim getirdiğimiz,
2001'de getirip "alın bakalım bu vergiyi" dediğimiz bir vergi değil.
Bu vergi 1982'de kanunla yürürlüğe girmiş; 1999'a kadar-yani, 17 yıl-
yürürlükte olmuş bir kanun ve ona göre de alınmış; yalnız, 4369'la -bildiğiniz
gibi- 1988 yılında kaldırılmış; bir tek 2000'de uygulanmadı. Biz, iki yıl için
getirdik. Şimdi, sanki biz getirmişiz gibi... 17 yıl bu uygulandı ve bu
verginin yabancı olduğu hiçbir parti de yok; belki, bir tek MHP olabilir; onun
dışındaki bütün partiler bu uygulamayı biliyor... MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Biz de yokuz... Biz üç aylık partiyiz... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Bu vergi de onları biliyor, o partileri biliyor. HÜSEYİN ÇELİK (Van)- Biz
de yeni bir partiyiz Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla)- Şimdi, hiçbir... Ben de
dahil, bakın, ben de dahil. Esasında, hayat standardı, benimsenecek bir
uygulama değil. ALİ COŞKUN (İstanbul)-
Nispetler düştü. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla)-. Gerçek vergide götürü usul uygulanıyor, kaldırılması lazım; onu
kabul ediyorum. Biz de zaten bu yılın sonunda kaldıracağız; ama, sanki
anlatılırken hiç bu kanunla, bununla yaşamamış gibi bir havada gördüm
arkadaşlarımı da -mazur görsünler- onun için söyledim. Hiçbirimiz de -ben de
dahil- geçmişte bunu kaldıracak, ne bir tasarı getirdik ne bir proje getirdik;
ama, bu yılın sonunda kalkacak. Birtakım sakıncaları var; gerçek usul de götürü
usul gibidir, mutlaka kalkması.lazım; ama, bir zorunluluk olarak gelmiştir, bu
yılın sonunda inşallah kalkacak;.zaten, otomatikman kalkma durumundadır. Sayın Başkan, sözlerimin
sonuna doğru gelmek üzereyim. Büyüme oranı, yani "2002 için yüzde 4 büyüme
oranı gerçekçi değildir"dendi. Her yılın büyüme oranı hangi usule göre
tespit edildiyse, gene ona göre edildi.
Şimdi, ben, bunun sanayie, hizmetlere, falan, bunları verebilirim; ama, vaktin
gecikmesi nedeniyle de fazla zamanınızı almak istemiyorum; ancak, bunun 2002
yılında, işte, talebin gayri safî millî hâsıla içindeki katkısının yüzde 5...
Birtakım hesapları var; ben, değerli arkadaşlarıma, Sayın Coşkun'a, onların
dokümanını açık bir şekilde veririm; Sayın Çiller de bahsettiler; ama, geçmiş
dönemde büyüme hızı nasıl tespit edilmişse bu defa da öyle ve bu makro
rakamların, makro büyüklüklerin arkasındaki varsayımlar, her zaman ne ise, o
varsayımlardır, farklı bir varsayım değil. Nitekim, Sayın Coşkun
dediler ki: "Siz, TÜFE' yi yıl sonu itibariyle yüzde 35 gördünüz; ama,
vergi gelirlerini yüzde 50,3 öngörüyorsunuz." Tabiî, vergi gelirlerinin
artırılmasında, sade enflasyon oranını değil, aynı zamanda büyümeyi de,
deflatörü de dikkate alıyoruz, onlarla yüzde 50,3... "Bu 2002'de
öngördüğünüz yüzde 57,9'u bulamazsınız"dediniz. Vakit olsa, geçen sene bu
tarihte, belki de bugünde konuşulanlara baksak, gene aynı şeyler söylenmişti;
söylenmesi de doğal; ama, biz, 2001 hedeflerini revize hedeflerinin de üzerinde
gerçekleştirdik, 2002'de de bir problem olacağını sanmıyoruz. 2002 yılında borç
ödemesinde de -gerek iç gerek dışta- bir problem olmayacak. İnşallah, mübarek
ramazan günü, Cenabı Allah'tan da niyazımız odur, 2002 yılı, sıkıntıların son
yılı olması lazımdır, elbirliğiyle yapacağımız gayret budur. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ramazana
sığındık!.. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Hayır, o anlamda kesinlikle değil Sayın Başkanım. BAŞKAN - Yok, bir şey
demedim efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Hayır, yani... Kur farklarıyla ilgili,
Sayın Coşkun'un suali oldu. Bilindiği gibi, borç anaparaları, bütçe dışında
izlenmektedir devlet muhasebesine göre. Dolayısıyla, anaparanın kur farkları
da, bütçe dışında izlenmekte; ama, faizle ilgili kur farkı, faizle birlikte ve
ödeme dönemine göre hesap edilmektedir, onun da ayrıntıları vardır. Şunu çok
net söyleyeyim; 2002 yılı bütçesinde yer alan 42 katrilyonluk faiz ödemesinde
herhangi bir rakamın saklandığı veya normal büyüklüğünün altında gösterildiği
gibi bir durum yok, bunu, çok samimî olarak ifade ediyorum. Tamamen gerçekçi
bir bütçe olarak... MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Sayın Bakan, şu grafik gerçekleşmezse ne yapacaksınız? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Efendim, onu... BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayın lütfen... İstirham ederim efendim, böyle bir usulümüz
yok. Ne güzel gidiyordu. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Şimdi, çok haklı söylüyorsunuz; ama, biz de, gerçekleşeceği
esasından hareket ediyoruz. Gerçekleşmezse... MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Ama, bakanların sözü yerine gelir Sayın Bakan! BAŞKAN - Siz,
gerçekleşmezse sorarsınız efendim, zamanı gelince... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Gerçekleşmiyor!..
Soruyoruz, soruyoruz gerçekleşmiyor. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Hayır, Sayın Başkan, gerçekleşmesi için bütün tedbirler Hazinemiz
tarafından düşünülüyor. Gayet tabiî, bütün şartlar dikkate alınarak yapılıyor;
ama, gerçekleşme ihtimali tamamen olan bir büyüklük olarak görüyorum. MUSA UZUNKAYA (Samsun) -
Gerçekleri istiyoruz Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL
(Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktinizi daha fazla almak
istemiyorum; tekrar hepinize en içten saygılarımı sunuyor, bütçemizin ülkemize
ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ediyorum. Şimdi, şahısı adına,
aleyhinde Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın, buyurun. (DYP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakika. MURAT AKIN (Aksaray) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına
aleyhte söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından sunulan 2002 yılı bütçesi,
konuşmacıların ekseriyeti tarafından gerçekçi bulunmadı; herhalde Sayın Bakanın
da içine sinmeyen bu bütçe, 2002 yılında ekbütçeyle geçirileceğinin
sinyallerini vermektedir. Değerli milletvekilleri,
2000 yılında, konsolide bütçe giderleri, bir önceki yıla göre yüzde 66,3
oranında artarak 46,7 katrilyon lira; bütçe gelirleri, yüzde 76,6 oranında
artarak 33,4 katrilyon lira ve bütçe açığı da, yüzde 44,9 artışla 13,3
katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir. 2001 yılının dokuz aylık uygulama
sonucunda, bütçe giderleri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 56,6 artarak
54,8 katrilyon lira olurken, bütçe gelirleri, yüzde 45,7 artışla 36,4 katrilyon
lira düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde, bütçe açığı, yüzde 83,7 artışla 18,4
katrilyon lira düzeyinde gerçekleşirken, faiz dışı bütçe dengesi, yüzde 46,7
artışla 11,1 katrilyon lira fazla verdi. 2001 yılı dokuz aylık dönemde, bütçe
giderleri, bir önceki yıla göre yüzde 56,6 oranında arttı; 2002 yılı
bütçesindeyse, giderler, bir önceki yıl gerçekleşme tahmininden, sadece yüzde
24 artışı ifade ediyor. 2001 yılında faiz ödemelerinin 40 katrilyon 578 trilyon
lira olarak gerçekleşmesi tahmin ediliyordu; 2002 yılında, bütçeden faiz
ödemeleri için ayrılan miktar ise 42 katrilyon 795 trilyon lira; yani, faiz
harcamalarının sadece yüzde 5,4 artış sağlayacağı tahmin ediliyor. 2000
bütçesinde, bir önceki yıla kıyaslandığında, faiz ödemeleri için yüzde
105,2'lik bir artış öngörülmüştü. 2001 yılında ise, bir önceki yıla göre,
başlangıçta yüzde 21,1 artış öngörülmesine karşın, 16 katrilyon 680 trilyon
lira revize edilerek 40 katrilyon 578 trilyon liraya yükseltildi. 2002
bütçesindeki yüzde 5,4'lük faiz ödemelerindeki artış oranı da, bir önceki yıl
bütçesi gibi, şimdiden revize edilmeye mahkûmdur. Hazine tarafından bu
eleştiriye verilen cevap ise, muhasebe sisteminden kaynaklı bir artış, gerçekçi
olduğu noktasında. Hazine, 2001 yılında, nakit ödeme yapılmadan bütçeye faiz
gideri olarak kaydedilen 8,5 katrilyon Türk Liralık bütçe içborç faiz
harcamalarının 2002 yılında, 2001 yılına göre, nominal artmadığı izlenimini
vermektedir. Oysa, nakit faiz ödemeleri, 2001 yılındaki 28,3 katrilyon Türk
Lirası seviyesinden 2002 yılında 36,7 katrilyon Türk Lirası seviyesine yükselmiştir.
Hazinenin bu yaklaşımı da, bütçe rakamlarına ayrı bir tartışma noktası açmanın
yanı sıra, gerçekçi bir artış olup olmadığı noktasındaki eleştiriye de cevap
verememektedir. Değerli milletvekilleri,
detaya inilerek, gider kalemlerindeki artışın gerçekçi olmadığı ortaya
konulabilir; ancak, en büyük kademedeki bu gerçekleşmesi imkânsız tahmin bile
2002 bütçesinin fotoğrafını sergilemeye yetiyor. 2002 bütçesi gelir hedeflerine
baktığımızda da tablo fazla değişmiyor. Giderleri kısıp gelirleri artırmayı hedefleyen
bütçe gelir artış oranı yüzde 41,8 olarak hedeflendi. Vergi gelirlerindeki
yüzde 50,3'lük bir artış öngörülerek, 57 katrilyon 911 trilyon lira hedeflendi.
2002 yılı bir önceki yılla kıyaslandığında, gelirden alınan vergilerde yüzde
27,9'luk, servetten alınan vergilerde ise yüzde 74,2'lik, mal ve hizmetlerden
alınan vergilerde ise yüzde 63,5'lik ve dışticaretten alınan vergilerde ise
yüzde 66,7'lik bir artış hedeflendi. 2001 yılı ilk on aylık
gerçekleşmelere baktığımızda, gelirlerde yüzde 45,7'lik bir artış ortaya
çıkıyor. Ancak, reel olarak bu artış yerini yüzde 9,9'luk bir gerilemeye
bırakıyor. Gelir tahminleri içerisinde en yüksek artış yüzde 90,2 ile Akaryakıt
Tüketim Vergisi, yüzde 82,8 ile Taşıt Alım Vergisi, yüzde 75,6 ile Motorlu
Taşıtlar Vergisi artışları oluşturuyor. Kriz içerisindeki bir ekonomide bu
artış oranlarının gerçekçi olup olmadığının değerlendirilmesini Sayın Maliye
Bakanımıza bırakıyorum. Değerli milletvekilleri,
20 inci yüzyılın son çeyreğini istikrar ve güven arayışları içerisinde geçiren
Türkiye maalesef hedeflerine ulaşamamıştır. Ekonomik olarak küçülmüş, üretim
ihmal edilmiş, yatırım ve istihdam kabiliyetini yitirmiş, rekabet gücü iyice
zayıflamıştır. Son on yılda dünya ekonomisi büyürken, gelişmiş ülkeler ve
gelişmekte olan ülkelerde kişi başına oluşturulan millî gelir önemli boyutlarda
artarken, Türkiye'de 1970 yılında 2 710 dolar olan millî gelir, 1995, 1996 ve
1997 yıllarında DYP'nin hükümette olduğu dönemde 3 250 dolara kadar çıkmış;
ancak, 1998, 1999 ve 2000 yıllarında 2 300-2 400 dolarlar seviyesine düşerken,
son on yılda, bu yılın üçüncü çeyreğinde, eksi 11,4 oranında küçülme olmuştur. Değerli milletvekilleri,
ekonomik dengelerdeki bozukluklar ile siyasetteki çalkantıların birbirini
körüklediği ve giderek ağırlaşan bu süreç içinde yaşanan son krizler, üretimi
ihmal eden yöntemlere dayalı büyüme çabalarının iflas ettiğini açıkça ortaya
koymuştur. Kriz, ekonomiyi bütünüyle
etkisi altına alırken, en ağır darbeyi sanayi sektörüne vurmuş ve sanayimiz
durma noktasına gelmiştir. Türkiye genelinde, işletmeler, kaynaklarının önemli
bir bölümünü yitirmiş, borçları artmış, daralan iç talep sonucunda da satış
gelirleri düşmüş ve düşük kapasiteyle üretim yapılan bir ortamda, birçok
çalışan, işini kaybetmiştir. Bu yılın ilk başında
yaşanan ağır kriz ortamında, işletmelerin çoğunlukla başvurdukları öncelikli
önlem, vadeli satışları durdurmak olmuştur. Krize karşı çoğunlukla uygulanan
önlemlerin ikinci ve üçüncü safhasında, istihdamı azaltmak ile ödemeleri
ertelemek yer almıştır. Değerli milletvekilleri,
üretimin canlandırılması için, öncelikle, piyasalardaki belirsizliğin ortadan
kaldırılması, döviz kurlarının istikrara kavuşturulması ve güven ortamının
yeniden tesis edilmesi şarttır. Ayrıca, özellikle iç talebin çöküşünde, vergi uygulamalarının
büyük etkisi olmuştur. Bu uygulamaların, belirli vadeler için de olsa, gözden
geçirilmesi gerçeği açıktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vergi politikaları, bir ülkenin temel politikalarından biridir
ve ekonomiyi dengeli geliştirmek ve ülkeyi büyütmek adına uygundur. Kâğıt
üzerinde yazılı vergilerin karşılığında hâsılat yoksa, o vergi oranlarının
hiçbir manası yoktur. Türkiye'nin, toplayabildiğinden vergi alarak kamu
açıklarını kapatma düşüncesinden sıyrılıp, tabana yayılan ve vergiden kaçışı
özendirmeyen ciddî bir vergi politikası oluşturması zorunludur. Değerli milletvekilleri,
üretimi olmayan bir ülkenin kalkınamayacağını, işsizliğin çığ gibi büyüdüğünü,
yolsuzlukla birlikte yoksulluğun arttığını, gelir dağılımındaki uçurumların derinleştiğini,
tarım ve hayvancılığın, tarihin en kötü dönemini yaşadığını, yeni yatırımların
olmadığını, her gün işyerlerinin kapandığını, üreten ve çalışanın
cezalandırıldığını, parası olanın çalışmadan para kazandığını ve Türkiye
kaynaklarının yurt dışına aktığı bir gerçektir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de dört yıldır istihdamı ve üretimi yok sayan bir ekonomik anlayışın
egemen olduğu, paradan para kazanma anlayışının öne çıktığı... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın
efendim. MURAT AKIN (Devamla) -
Türkiye'nin demokrasi alanındaki eksikliklerinin de bugün önemli sıkıntılar
oluşturduğu, krizin sıkıntılar meydana getirdiği, krizin en önemli iki sorunu
olan işsizlik ve yolsuzluğu önemli ölçüde artırdığı ve sosyal dokuyu tahrip
ettiği Türkiye'de, bu temel problemleri ortadan kaldırmayı amaçlamayan hiçbir
ekonomik programın başarılı sayılması mümkün değildir. Belki kısa vadeli
politikalarla para ve sermaye piyasalarına nefes aldırılabilir; ama, toplumun
geniş bir kesiminin ihtiyaç duyduğu istihdam, sosyal refah ve gelir artışı gibi
hedeflere yönelik adımlar atılmadıkça, krizin sosyal etkileri ortadan
kaldırılamaz. Bu amaçla, ulusal bir istihdam politikası oluşturulması
zorunludur. İşyeri sayısı artırılmadan, millî gelirin artırılmayacağını, güven
meselesinin çok önemli olduğunu, halka güven verilmezse pazarların önünün
açılmasının mümkün olmayacağı açıktır. Yaşanan krizlerin en
belirleyici nedenleri, içborç stokunun artık sürdürülemez hale gelmesi, buna
bağlı olarak ortaya çıkan aşırı faiz ödemeleridir. Krizlerin yoğun etkisi ve
talepteki daralma, gayri safî millî hâsılanın rekor düzeyde küçülmesine neden
olmuştur. Türkiye ekonomisi, İkinci Dünya Savaşından sonra, 56 yılın en büyük
daralmasını yaşamıştır. Güçlü ekonomiye geçiş
programı, daha çok yapısal reformlar ve finansal piyasalar üzerinde
yoğunlaşmış, bu konuda sağlanacak olan iyileşmeler ile reel sektörün de
canlanması hedeflenmiştir; ancak, bu varsayım sağlam desteklere ve etkili
temellere oturtulmadığından reel sektörde beklenen sonuçlara ulaşılmamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, eksüre
verdim 2 dakika... 10 dakikaya 2 dakika
eksüre verdim. İstirham edeyim efendim... Buyurun. MURAT AKIN (Devamla) -
Aksine, hareket alanı bulamayan, destek ve teşvik görmeyen reel kesim, kendi
kaderine bırakılarak, uçuruma terk edilmiştir. Siyasal yozlaşma ve denetim
eksikliğinin, yolsuzlukları ve kayıtdışı ekonomiyi büyüttüğü bellidir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, üreten, tasarruf eden, tasarruflarıyla borçlarını ödeyebilen, yeni
üretim ve istihdam imkânlarını geliştirebilen bir yeni yapıyı zaman
yitirmeksizin oluşturmak zorundadır. Ekonomik ve sosyal açıdan yaşamakta
olduğumuz bu zor dönem, her açıdan çağdaş bir yapılanmayla, kamunun
yönetilebilir borç yapısına kavuşturulmasıyla, şeffaf bir kamu maliyesiyle
sağlanacak güven ortamında ekonominin üretir hali gelmesiyle aşılabilir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
lüften... Hepsini okumanız mümkün değil. Ben, gruplara 2'şer dakika eksüre
verdim; zatıâlinize de 3 dakika verdim.
Teşekkür ederseniz,
memnun olurum. MURAT AKIN (Devamla) -
Daha fazla zaman kaybetmeden bu hükümetin çekip gitmesi ve yerine, güven
sağlayıcı ve seçime en kısa zamanda götürecek bir oluşumun, yeni bir hükümetin
kurulmasıyla mümkün olacağı düşüncesiyle, 2002 yılı bütçesinin hayırlı olması
dileğiyle; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Akın,
teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, 2002 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım. 1. - 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Bir dakika Sayın Başkan, bize bakmadan... BAŞKAN - Nasıl bakmadım
efendim?.. İstirham ederim... MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Evet, bu tarafa bakmıyorsunuz. BAŞKAN - Aman efendim,
ben, gözlüğümün altından bakıyorum; ama, size bakarak oylarım, o tarafın ne
olduğu belli. İstirham ederim... 2.- 2000 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3. - 2002 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4. - 2000 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın Mehmet Ali Şahin,
yanlış oy kullandınız, haberiniz olsun... Gözüm üzerinizde... Sayın milletvekilleri,
böylece, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi
kabul edilmiştir. Şimdi, sırasıyla, 4
tasarının 1 inci maddelerini okutacağım. 2002 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum: 2002 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI BİRİNCİ KISIM Genel Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM Gider, Gelir ve Denge Gider bütçesi MADDE 1.- Genel Bütçeye
dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği
üzere 97 831 000 000 000 000 liralık ödenek verilmiştir. BAŞKAN - 2000 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum: 2000 MALÎ YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI Gider Bütçesi MADDE 1. - Genel bütçeli
idarelerin 2000 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği
üzere, (46 384 290 611 650 000.-) lira olarak gerçekleşmiştir. BAŞKAN - 2002 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum: 2002 MALÎ YILI KATMA
BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI BİRİNCİ KISIM Genel Hükümler Ödenekler, öz gelirler,
Hazine yardımı MADDE 1.- a) Katma
bütçeli idarelerin 2002 yılında
yapacakları hizmetler için 8 064 690 610 000 000 lira ödenek
verilmiştir. b) Katma bütçeli
idarelerin 2002 yılı gelirleri 300 000 000 000 000 lirası öz gelir, 5 965 350 810 000 000 lirası
Hazine yardımı, 1 799 339 800 000 000 lirası yükseköğretim kurumlarının cari
hizmet giderlerine yapılacak Devlet
katkısı olmak üzere toplam 8 064 690 610 000 000 lira olarak tahmin
edilmiştir. BAŞKAN - 2000 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini
okutuyorum: 2000 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI Gider Bütçesi MADDE 1. - Katma bütçeli
idarelerin 2000 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği
üzere, (4 208 950 654 280 000.-) lira olarak gerçekleştirilmiştir. BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanun tasarıları
ile kesinhesap kanun tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş
bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2002 malî yılı bütçeleri
ile 2000 malî yılı kesinhesap kanun tasarılarının görüşmelerine yarınki
birleşimde başlanılacaktır. Şimdi, alınan karar
gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz. Türk Medenî Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporunun müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz. 5. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Sayın milletvekilleri,
İçel Milletvekili Turhan Güven ve arkadaşları tarafından verilen önerge
okutulmuştu malumları olmak üzere. İstanbul Milletvekili Yücer Erdener ve
arkadaşlarının önergesi de, bu önergeyle aynı mahiyetteydi. Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi
hatırlatmak için tekrar okutup, oylarınıza sunacağım: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724
sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısının 10 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla.
"Madde 10- Türk
Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış
olan eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka
bir mal rejimi seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere
yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal
birliği rejimini seçmiş olan eşler altı ay içinde başka bir mal rejimini
seçemedikleri takdirde, kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar. Kanunun
yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları
sonuçlanıncaya kadar, eşler arasında, tabi oldukları mal rejimi devam eder.
Dava boşanma ya da iptal kararlarıyla sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların
tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması
halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen altı ay içinde başka bir mal
rejimini seçmedikleri takdirde evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal
rejimini seçmiş sayılırlar. Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin yasal mal
rejimine dönüştüğü hallerde, Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona ermesine
ilişkin hükümleri uygulanır." BAŞKAN - Komisyonun ve
hükümetin katılmadığı bu önergeyi oylarınıza sunacağım. Oylamayı elektronik
cihazla yapacağım ve 2 dakika süre vereceğim; karar yetersayısını arayacağım. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Efendim, önerge
reddedilmiştir. Sayın Işılay Saygın ve
arkadaşlarının önergesini okutuyorum: (1) 724 S. Sayılı Basmayazı 28.11.2001 tarihli 27 nci
Birleşim Tutanağına eklidir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu
maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Sefer Ekşi Burhan İsen Kocaeli Batman Türk Medenî Kanununun
yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş ve mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan
eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir
mal rejimi seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal
mal rejimini seçmiş sayılırlar. BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Saygın,
konuşacak mısınız efendim? IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Gerekçe
okunsun Sayın Başkan. BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Türk Medenî Kanunu ile
getirilen yasal mal rejimi Türk Kanunu Medenisinde yasal mal rejimi olan mal
ayrılığı rejiminin ülkemizde eşler arasında yol açtığı büyük haksızlıkların,
özellikle kadınların mağduriyetinin giderilmesi amacını taşımaktadır. Yapılan
değişiklikten beklenen amacın bir an önce gerçekleşmesi için, Türk Medenî
Kanununun yasal mal rejimiyle ilgili hükümlerinin geçmişe etkili olarak eşlerin
evlenme tarihinden itibaren uygulanması gerekir. Tasarıyı hazırlayan
komisyon yukarıdaki gerekçeyle yeni mal rejiminin mevcut evlilikler için
eşlerin evlenme tarihinden itibaren geçerli olmasını kabul etmişti. Hükümetin
teklif ettiği metinde de 10 uncu madde bu şekliyle yer almıştı. Kaynak İsviçre
Medenî Kanununda 1984 mal rejimlerinde yapılan değişiklikte de yasal mal
rejiminin mevcut evlilikleri evlenme tarihinden itibaren kapsayacağı hükmü
getirilmiştir. Yürürlük Kanunu 9/A-B Yasal mal rejimi aynen
İsviçre Medenî Kanunundan alındığına göre, Yürürlük Kanunu açısından da aynı
yol izlenmeli ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda yapılan
değişiklikten geri dönülerek 10 uncu maddenin birinci fıkrası yukarıda
önerdiğimiz şekliyle kabul edilmelidir. BAŞKAN - Efendim, hükümetin
ve komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir; yani, reddedilmiştir efendim. Hükümetin önergesini
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724 sıra
sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasından sonra aşağıdaki fıkranın
eklenmesini saygılarımla arz ve teklif ederim. Prof. Dr. Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı "Şu kadar ki, eşler,
yukarıdaki fıkralarda öngörülen bir yıllık süre içinde mal rejimi sözleşmesiyle
yasal mal rejiminin evlenme tarihinden geçerli olacağını kabul
edebilirler." BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Takdire bırakıyoruz efendim. BAŞKAN - Komisyonun
takdire bıraktığı hükümetin önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. Son önergeyi, Sayın Orhan
Bıçakçıoğlu ve arkadaşlarının önergesini okutuyorum efendim: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724
sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısının 20 nci maddesinin ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"Ancak söz konusu
süreler Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu kanunun
yürürlüğe girmesinden sonra bu kanununda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş
olur." BAŞKAN - Efendim, bu
zaten bir nevi Komisyonun önergesi... Takdire bırakıyorsunuz herhalde... ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim, Komisyonun
önergesi bu... BAŞKAN - Evet, ama,
çoğunluğunuz yok; takdire bırakıyorsunuz... ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - İmzalarımız var efendim... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Hükümete soralım... ADALET KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - İmza çoğunluğu var Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika
efendim... İmzalara bakalım. Evet, Komisyonun önergesi
olarak kabul ediyorum, 9 tane imza var efendim. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Sayın Başkan, önergenin mahiyeti nedir? 1 000 küsur maddelik bir tasarı
üzerinde... BAŞKAN - Gerekçesini
okutayım efendim, müsaade eder misiniz... CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Verilen bilgi kâfi değil; neyi değiştiriyor, neyi kısaltıyor?.. BAŞKAN - Efendim, istirham
edeceğim, daha belli değil ki... Gerekçesini okutup, hükümete sorayım... CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Gerekçesini hükümete soralım. BAŞKAN - Daha sormadım
efendim, gerekçeyi de okutmadım. Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz... BAŞKAN - Hükümet
katılıyor efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Neye katılıyor efendim, neye?.. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Mahiyetini bilmiyoruz, bir bilgi istiyoruz. BAŞKAN - Efendim,
gerekçeyi okuyorum: "Türk Kanunu
Medenîsinin belirlediği sürelerin, bu kanunun belirlediği sürelerden uzun
olması durumunda, söz konusu sürelerin yeni Medenî Kanunun yürürlüğe
girmesinden sonra bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olacağını
açıklığa kavuşturmak için hazırlanmıştır." TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, bu gerekçe ne ifade ediyor? SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Ne anlaşılıyor Sayın Başkan? BAŞKAN - Arif olan
anlar... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Anlamadık efendim... Sayın Bakan çıksın anlatsın... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Hayret!.. Kanun yapıyorsunuz!.. Ayıp!.. Ayıp!.. BAŞKAN - Sayın Bakan,
kısa bir şekilde izah eder misiniz lütfen... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, bu kadarı fazla doğrusu... Böyle kanun mu yapılır?!. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Mevcuttan hiçbir farkı yok. BAŞKAN - Efendim, niye
telaş buyuruyorsunuz? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, Sayın Bakan tetkik buyuruyorlar; tetkik etmediği konuya nasıl
katılıyorlar? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge, hükümetin
katıldığı önerge, zamanaşımı süreleriyle ilgili, hak düşürücü sürelerle ilgili
bir hüküm. Bu hüküm, Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun Tasarısının 20 inci maddesinin ikinci cümlesi olarak yer almaktadır. Önce, birinci cümleyi
hatırlatmakta yarar görüyorum. Buna göre, "Türk
Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak
düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tabi
olmaya devam ederler; ancak -şimdi, bu hükümde değişiklik var- söz konusu
sürelerin geri kalan kısmı, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise,
yürürlüğe girmesinden başlayarak, süreler, bu kanunda belirlenen sürenin
geçmesiyle dolmuş olur." Şimdi, bu ifadeyi daha düzgün bir ifadeyle; ama,
hükümde hiçbir değişiklik yapmaksızın, önergeyle, Komisyon değiştirmeyi
önermiştir. Önergeye göre yeni hüküm
"ancak, söz konusu süreler, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun
ise, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu kanunda belirlenen sürenin
geçmesiyle dolmuş olur." Bir örnek vereyim: Eski kanun zamanında otuz
yıllık bir zamanaşımı süresi gerekiyor; ama, yeni kanunda yirmi yıl öngörülmüş
ise, yirmi yılın dolmasıyla bu zamanaşımı süresi dolmuş olacaktır. Önerge, bu düşünceyi, bu
hükmü daha açık bir şekilde ifade etmektedir. O nedenle, Hükümet olarak, bu
önergeye katılıyoruz. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
yalnız, böyle bir usulümüz yok önergeyi anlamamak diye. Başkanlık olarak, daha
evvel, biz önergeyi dağıtıyoruz. Onu kendiniz bulacaksınız; ama, Medenî Kanun
çok önemli bir hadise olduğu için, biraz da karışık olduğu için, ben, sıradışı
bir iş yaptım; haberiniz olsun. Efendim, Hükümetin kabul
ettiği Komisyonun önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
kabul edilen önerge doğrultusunda, alınan karar gereğince, tasarının 1 ilâ 25
inci maddelerinden oluşan bölümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Şimdi, İçtüzüğün 86 ncı
maddesine göre, son söz milletvekilinin efendim. Aleyhte, Çorum Milletvekili
Sayın Yasin Hatiboğlu; lehte, İzmir Milletvekili Sayın Işılay Saygın
konuşacaklar. Buyurun Sayın Hatiboğlu. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, 1
030 maddelik bir kanunu; yani, Kanunu Medenî diye takdim ettiğiniz kanunu
müzakere ettik, bitirdik; Allah kabul etsin, buna müzakere denirse. Daha şimdi,
bir şeyin tartışmasını yaptık. Sayın Bakan, bir süre okuduktan sonra ancak, bu
önergeyle zaman aşımının, sukutu hak sürelerinin tartışıldığını ifade
buyurdular. Değerli milletvekilleri,
sukutu hak, hak düşürücü süredir; yani, bir hakkı ortadan kaldırır, biter;
itirazı yoktur, temyizi yoktur. Bu kadar çok önemli bir konuyu, ayaküstü bir
önerge yazıyoruz ve Sayın Bakan da, hemen orada, daha bakmadan, imzalara
bakarak, evet, biz katılıyoruz diyor. Yapmayın, beyler, gelecek nesillerin
vebalinden kurtulamazsınız. Yani, evet, kanunun adı Medenî Kanun... Çok açık
ifade ediyorum, bedevi düzenlemeler var içerisinde, medenî olmayan düzenlemeler
var içerisinde. Ne yapmayı düşünüyorsunuz; aileye huzur mu getireceksiniz;
kavgayı genişletiyorsunuz. Mal taksimatı diyorsunuz, mal mı koydunuz millette,
neyi taksim edecek?! (SP sıralarından alkışlar) Miras kavgasına sokuyorsunuz; neyin taksimini yapacak?
Yapmayın... Bakınız, beyler, lütfen,
hepimiz, şu particiliği bir kenara bırakalım. Yarınlarımız için çok önemli
şeylerdir. OĞUZ AYGÜN (Ankara) -
Doğru, doğru... YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Ben otuz yıl avukatlık yaptım. Korkuyorum, üzülerek ifade ediyorum; ama,
mecburum ifade etmeye. Lütfen, şu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra
mahkemelerin önüne gidin, listelere bir bakın, davaların hangi türü nereden
nereye geldi... Yapmayın, bizim sorumluluğumuz var; hepimizin var. Hepimiz
aileyi seviyoruz. Eğer, milletimiz, bütün bu badirelere rağmen hâlâ ayaktaysa,
sağlam bir aile yapısının varlığından dolayı ayaktadır. Bu yapıyı sarsarsak, bu
yapıyı bozarsak, inanın, bu badirelere devletimiz ve milletimiz tahammül
edemez, katlanamaz. Bu düzenlemeyle, bana
diyorlar ki: "Yahu, Hatiboğlu, dile taktın." Hayır, bir dil olarak
görmüyorum, bu, bir kültürdür. Yapmayın, maziyle ilgimizi bozuyorlar, gelecekle
irtibatımızı bozuyorlar. Bu, bir dildir, sanat... Siz dili reddederseniz, böyle
bir dille, bir özgüleme diliyle, hicazkârı nasıl anlayacaksınız, rastı nasıl
anlayacaksınız, hüzzamın yerine ne koyacaksınız, karcığarı neyle ifade
edeceksiniz?.. "Mâni oluyor halimi
takrire hicabım; üzme yetişir, üzme, firakınla harabım." Şu çok
sevdiğinizi söylediğiniz, Gazi Mustafa Kemal'in çok sevdiği bu şarkıyı nasıl
ifade edeceksiniz, yüreğinize nasıl akıtacaksınız; bundan boşalttıktan sonra...
Evet, mâni oluyor halimi takrire hicabım. İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Arapçayla değil. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Beyefendi, bu, sanattır. Sayın Aydınlı, bu, sanat; bunu, sana anlatamam;
keşke anlatabilsem, bunu sana anlatamam. Bakınız, bunun sözleri
meşhur bir şair hanıma aittir, Nigâr Hanıma aittir; güftesi onun, beste kimin
biliyor musunuz; Tatyos Efendinin. Bu sözlerden Tatyos Efendi rahatsız olmamış,
İsmail Efendi rahatsız oluyor; bu ne iştir ya Rabbi!.. (SP sıralarından
alkışlar) Bu ne iştir ya Rabbi!.. Evet, beyler, yapmayın... Bakınız, Sayın Başkanım,
bu, hani, idama çekilen bir insanın son dileği var ya... BAŞKAN - Son arzusu... YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Son arzusu var ya, benim son arzumdur. BAŞKAN - Estağfurullah...
Allah korusun... YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- İzin veriniz... BAŞKAN - Hayır, siz hiç
son olamazsınız. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Bir dakika... Atatürk, Nutuk'ta diyor
ki: "Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine
kavuşturulması, hepimizin görevidir." Kendi benliğindeki güzelliğe... Sizin
getirdiğiniz şu uydurma kelimenin, Türk kelimelerinin, Türkçenin kendi
benliğiyle ne alakası var?! Siz, kullandığınız bu kelimeyi hangi Türk
cumhuriyetinde bulacaksınız?! Bak, Sovyetler Birliği, bir taktik uyguladı. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, 3 dakika veriyordum; zatıâlilerinize 6 dakika
verdim; takdir sizin... Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Sayın Başkanım, lütfen... Sovyetler Birliği, yani,
zalim Stalin, bir taktik uyguladı; bütün Türk cumhuriyetlerinde, ayrı diller,
ayrı üslûplar, ayrı ölçüler kullandırdı, birlik ve beraberliği dağılsın,
bozulsun diye. Yapmayın, bak, bunlar acıdır. Ben, bir cümleyle,
isterseniz... Sayın Bahçeli burada mı
acaba?.. BAŞKAN - Hayır efendim,
yok... Buyurun siz. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- O yok. Ben, şunu okuyayım efendim. Buyuruyor ki... BAŞKAN - Vekilleri burada
efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Sayın Bahçeli buyuruyor ki... BAŞKAN - Evet,
televizyondan izler sizi. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Hemen bununla bitiriyorum. Sayın Bahçeli buyuruyor ki: "Dil Garabeti:
Tasarı oluşturulurken, gerek kullanılan dil ve gerekse yapılan yeni
düzenlemeyle, hukuk kültürümüz bir çırpıda yok edilmiştir. Hazırlanan tasarıda,
söz ve anlam bozuklukları o kadar fazladır ki, tek tek saymak, göstermek mümkün
değildir. Tasarıda, Türkçe tamamen kısırlaştırılmış ve fakirleştirilmiştir.
Öztürkçe olması adına yapılan değişiklikler, bir dil garabetidir. Medenî Kanunu
bu hale getirmeye, Meclis dahil, kimsenin gücü yetmez" diyor. Sayın
Bahçeli, siz yoksunuz; ne olursunuz, telepatik yolla olsun, şu Grubunuza bir
haber gönderin; şu Grubunuza, telepatik yolla bir haber gönderin, şuna ret oyu
versinler, eğer sözünüzde sadıksanız. Kusura bakmayın, beni
bağışlayın; dile karşı olan hassasiyetimi anlayışla karşılayacağınızı
biliyorum... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Çünkü, hepiniz, işaretlerinizle, beni tasdik ediyordunuz; ama, ne yapalım ki,
bizim, 21 inci Asrın Adliye Vekili, meşhur bir Adliye Vekili olma peşine düştü
ve hepimize zarar veriyor bu düzenlemeyle. Hepinize saygı sunuyorum
efendim. (SP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, özür
diliyorum. BAŞKAN - Estağfurullah
efendim, rica ederim. Efendim, şimdi, söz sırası,
lehte, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, İzmir Milletvekili Sayın Işılay
Saygın'da. (ANAP sıralarından alkışlar) İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Sayın Başkan, şahsıma sataşıldı... BAŞKAN - Kim efendim? İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Sayın Hatiboğlu... BAŞKAN - Ne dedi efendim? İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- "İsmail Efendi" dedi. BAŞKAN - Zatıâlinize
sataşmadı... Zannetmiyorum... İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, bir
dakika... Bir dakika... Işılay Hanım konuşsun da... "İsmail Efendi"
dediğini duydum; ama, size mi söyledi, bilmiyorum. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Bu salonda "İsmail Efendi" var mı efendim?! BAŞKAN - Başka
"İsmail Efendi" var mı?! Neyse efendim...
Lütfen... Sayın Saygın, buyurun
efendim. IŞILAY SAYGIN (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk hukuk devriminin simgesi olan 17
Şubat 1926 tarihli Türk Kanunu Medenîsinin yerini almak üzere, günün gelişen
sosyal ve ekonomik koşullarına uygun olarak hazırlanmış olan Türk Medenî
Kanunu, 22 Kasım 2001 tarihinde Meclisimizde kabul edilmiştir. Yeni Medenî Kanun 1 Ocak
2002 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu tarihten önceki olayların hukukî
sonuçlarının hangi Medenî Kanuna tabi olacağına açıklık getiren Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu da bugün kabul etmiş
bulunuyoruz. Böylece, uzun yıllardır Medenî Kanun değişikliği için sürdürülen
çalışmalar tamamlanmış bulunmakta, dili de sadeleştirilerek çağın koşullarına
uygun hale getirilmiş bulunmakta. Bugün, tarihî bir gün. Bu tarihî günde şahsım
adına söz almış olmaktan büyük mutluluk duymaktayım; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Atatürk'ün önderliğinde
gerçekleştirilen hukuk devriminin temel yasası olan 1926 tarihli Medenî
Kanunumuzun aile hukuku bölümünde, kadınlara devrim niteliğinde haklar
tanınmıştı. Yeni Medenî Kanunda da en köklü değişiklikler yine aile hukukunda
yer almaktadır. Yasal güvenceye kavuşturulurken üzerinde en tartışılan bölüm
de, bildiğiniz gibi mal rejimleri olmuştur. Hem yasal mal rejiminin hangisi olacağı
hem de yasal mal rejiminin mevcut evlilikler açısından hangi tarihten itibaren
uygulanacağı üzerinde görüş aykırılıkları olmuştur. Adalet Bakanı Sayın Türk'ün
de geçen akşam bir televizyon kanalında ifade ettikleri gibi, yeni mal rejimi
olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma, yeni bir altyapı gerektiriyor;
çünkü, eşler, hesap tutmak zorunda kalacaklar ve ailelerimiz de buna hazırlıklı
değiller. Sayın Türk, yasal mal rejiminin, mevcut evlilikler bakımından,
evlilik tarihinden itibaren uygulaması için, eşler bu konuda mal rejimi
sözleşmesi yapabilirler, dedi. Aslında, tasarıyı hazırlayan komisyonun ve
üniversitelerimizin medenî hukuk öğretim üyelerinin öngördüğü gibi, yine, eşit
paylaşım esasına dayanan paylaşmalı mal ayrılığı yasal mal rejimi olarak kabul
edilmiş olsaydı, hesap tutma, fatura biriktirme gibi zorluklar olmayacak ve mal
varlığının tasfiyesi de daha kolay ve daha çabuk yapılabilecekti. Böylece, yeni
kanun yürürlüğe girdiği tarihten önceki evlilikler için evlenme tarihinden
itibaren daha kolay uygulanabilecekti. Geçmişe etkili olma
durumunu eşlerin mal rejimi sözleşmesi yaparak kabul etmeleri koşuluna bağlayan
yürürlük maddesi amaca uygun değildir; çünkü, yetmişbeş yıllık uygulama da
göstermiştir ki, ülkemizde eşler arasında mal rejimi sözleşmesi yapma
alışkanlığı yoktur. Bu bakımdan, milyonlarca kadının beklentileri boşa gitmiş
ve Medenî Kanun değişikliği için yapılan bu özverili çalışmaya, ne yazık ki,
gölge düşmüştür. Bilindiği gibi, 55 inci
Mesut Yılmaz Hükümeti zamanında, Medenî Kanun Tasarısı 17 Şubat 1998 tarihinde
ilk defa Meclise sunulduğunda yasal mal rejimi olarak paylaşmalı mal ayrılığına
yer verilmişti; ancak, 22 Kasım 2001 tarihinde, Medenî Kanun Tasarısının
görüşülmesi tamamlandıktan sonra, Sayın Adalet Bakanı ve Adalet Komisyonunun
Sayın Başkanı yaptıkları teşekkür konuşmalarında tasarıya emeği geçen herkese
ayrı ayrı teşekkür ederlerken, Medenî Kanun Tasarısını ilk defa 1998 yılında
Meclise getiren 55 inci Mesut Yılmaz Hükümetinin Adalet Bakanı Sayın Oltan
Sungurlu'dan bir tek kelime bile söz edilmemiş olmasını üzülerek karşıladığımı
belirtmek istiyorum. Oysa ki, altmışbeş milyon Türk Halkı, Medenî Kanun
Tasarısının, ilk defa 55 inci Mesut Yılmaz Hükümeti tarafından Meclise
getirildiğini çok iyi bilmekte. Bununla birlikte, uzun yıllar beklenen Medenî
Kanun değişikliğinin tamamlanmış olmasını memnuniyetle karşılıyorum. Oyum
kanunun lehinedir. Sözüyle ve özüyle çağın
koşullarına uygun hale getirilmiş ve 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girecek olan yeni
Medenî Kanunun hazırlanmasında ve çıkarılmasında emeği geçen herkese teşekkür
ediyor; milletimize hayırlı ve uğurlu olması temennisiyle hepinize saygılar
sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Saygın. Sayın Aydınlı, özür
dilerim efendim, bu Mecliste birçok İsmail Bey var; İsmail Köse Bey var, İsmail
Bozdağ var, İsmail Cem var... İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Burayı gösterdi... BAŞKAN - Efendim, orayı
göstermedi... İsmail Bozdağ da buradaydı, arkanızdaydı... İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Hayır efendim; "İsmail Efendi" diyerek burayı gösterdi. Bir dakika efendim;
sorayım. Sayın Hatiboğlu, İsmail
Aydınlı'yı mı gösterdiniz? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, herhangi bir şahsı, yani, herhangi bir üyeyi işaretle belirlemedim.
"İsmail Efendi" tabirini kullandım. Eğer arkadaşımız, bu
"efendi" sözünden alınganlık gösteriyorsa, onu geri alırım. BAŞKAN - Efendim
"ben kimseyi kastetmedim; ama, arkadaşımız bu sözden alınmışlarsa sözümü
geri alırım" diyorlar. Çok teşekkür ediyorum. İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Takıyye yapıyor yalnız. BAŞKAN - Efendim, takıyye
makıyye... Artık, bitti efendim... İstirham ediyorum... Efendim, tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir;
Allah hayırlı etsin. Sayın milletvekilleri, bir
dakika... Sayın Bakan teşekkür konuşması yapacak; nezaket buyurun. 1 030 madde öbür kanun,
25 madde de bu; yedi sene süren bir macera, değil mi... İstirham ederim...
Bırakın, bu eser, Sayın Bakanın büyük dirayetiyle... Hele bugün böyle bir şeyi,
Sayın Bakan olmasa zor çıkarırdı diğer bakanlar. Sayın Bakanım, buyurun.
(DSP sıralarından alkışlar) Konuşmanızın kısa
olacağını ümit ediyorum. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, gerçekten,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 17 Şubat 1926'dan sonra ikinci kez, medenî hukuk
alanında tarihî bir gün yaşıyor. 17 şubat 1926'da Türk Kanunu Medenîsi kabul
edilmişti, 22 Kasım 2001 günü yeni Türk Medenî Kanunu kabul edildi; bugün de,
Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun oylarınızla
kabul edildi. Ancak, 1926 ile bugün
arasındaki bir farka işaret etmekten kendimi alamıyorum. 17 Şubat 1926 günü,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, dönemin Adliye Vekili rahmetli Mahmut Esat
Bozkurt ve Komisyon Mazbata Muharriri rahmetli Şükrü Kaya dahil olmak üzere,
yalnız 5 hatip söz almıştı ve Türk Kanunu Medenisi oybirliğiyle kabul
edilmişti. Şimdi, yeni Türk Medenî Kanunu, beş haftayı aşan bir süre içinde
yapılan görüşmeler sonucunda, oybirliğiyle değil; ama, Yüce Meclisin
desteğiyle, bütün partilerimizin katkısıyla kabul edildi. Gerçekten, her iki kanun
tasarısının temel kanun olarak görüşülmesi konusunda bütün partilerimiz
desteklerini esirgemediler. Burada herkes görüşlerini açıkça söyledi. Zaman
zaman çok insafsız ve haksız eleştiriler yapıldı, zaman zaman kanun
tasarılarının getirdiği yenilikler çok açık bir biçimde anlatıldı. Bazı
arkadaşlarımız, hâlâ, eski dönemlerin düşüncelerinde kaldı, bazı arkadaşlarımız
1920'lerin ifade tarzı içinde kaldı, bazıları 55 inci hükümet döneminde kaldı;
ama, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin
ihtiyaçlarına ve 21 inci Yüzyılın anlayışına uygun yeni bir Türk Medenî
Kanununu yürürlüğe koymaktadır. Her iki kanun, 1 Ocak
2002'den itibaren yürürlüğe girecektir. Bu kanunların hazırlanmasında emeği
geçen bütün Adalet Bakanlarına, bilim adamlarına ve yüksek yargı mensuplarına,
bu kanun tasarılarını Türkiye Büyük Millet Meclisine sunan 57 nci hükümetin
Başbakanına ve Bakanlar Kurulu üyelerine, bu kanun tasarısını madde madde,
ayrıntılı olarak görüşen Adalet Komisyonunun Sayın Başkan ve üyelerine, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Başkan ve Başkanvekillerine ve bu kanun tasarılarının
çıkmasında katkısı olan bütün partilerimize içtenlikle teşekkür ediyorum. Bu, gerçekten büyük bir
olaydır. Üç partili bir koalisyon hükümetinin Yüce Meclise sunduğu bir kanun
tasarısı ve onun yürürlük ve uygulama şekliyle ilgili kanun tasarısı, altı
partili bir Meclisten, bu Meclisin eseri olarak, 21 inci Yasama Dönemi Türkiye Büyük
Millet Meclisinin eseri olarak çıkmıştır. Her iki kanunun Yüce Milletimize
hayırlı olmasını diliyorum. Bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Bakanım, Başkanlık
Divanında Kâtip Üyeleri unuttunuz. Kâtip Üyeler olmazsa Divan olmaz. Ben,
adınıza teşekkür ediyorum. Özellikle grup
başkanvekillerine teşekkür ediyorum. Bir uzlaşma kültürüyle, böylesine devasa
bir kanunu çıkardınız, reform yaptınız. Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerine
teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 4 Aralık
2001 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Hayırlı geceler efendim. Kapanma Saati : 22.56 |
|