Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 77

 

29 uncu Birleşim

3 . 12 . 2001 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesine ve görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı: 754)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı: 773)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755)

4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774)

5.-  Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724)

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Yüksek Askeri Şûra kararlarına göre görevden alınan subay, astsubay ve askeri öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/4985)

2.- İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz'ün, Suriye'deki Süleyman Şah'a ait türbeye ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4986)

3.- Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın, TÜSİAD ve TODAİE tarafından düzenlenen bir konferansta yaptığımız konuşmaya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/5022)

4.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, sigaranın zararlarını önlemek amacıyla mücadele merkezleri açılıp açılmayacağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/5042)

5.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, sigaranın sağlığa etkisine ve bu konuda alınacak tedbirlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/5043)

6.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Kocaeli Vali Yardımcısı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5053)

7.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, KÖYSAN A.Ş. ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/5056)

8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Vakıfbank tarafından verilen kredilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/5061)

9.- İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in, GAP İdaresince bölge çiftçilerine dağıtılan arılı kovanlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/5066)

10.- Sakarya Milletvekili Nezir Aydın'ın, BAĞ-KUR sigortalılarının prim borçlarının taksitlendirilmesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/5081)

11.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, emeklilerin malî durumlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/5087)

12.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, bütçeden emeklilere ayrılan paya ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/5088)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açıldı.

4719 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir defa daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 596) üzerindeki genel görüşme, komisyon yetkilileri Genel Kuruda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin (9/4) öngörüşmeleri tamamlandı; yapılan gizli oylamadan sonra, Meclis soruşturması açılmasının kabul edildiği açıklandı. Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince kurulacak 15 kişilik komisyonun iki aylık çalışma süresinin komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi tarihinde başlaması da kabul edildi.

Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın konuşması sırasında Partisine ve şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

Gündemin " Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, ertelendi.

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek 1 bölüm olarak görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı (1/612) (S. Sayısı : 724) üzerinde bir süre görüşüldü; bir önergenin oylanmasında Genel Kurulda karar yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;

Alınan karar gereğince, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarılarını görüşmek için, 3 Aralık 2001 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime16.08'de son verildi.

                                                       

Ali Ilıksoy

 

 

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Mehmet Batuk

 

 Melda Bayer

 

Kocaeli

 

Ankara

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye


                                                                                                           No. : 42

II. – GELEN KÂĞITLAR

30.11.2001 CUMA

Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun

1.- Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/932, 3/934) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

Rapor

1.- Uydular Aracılığı ile Haberleşme Uluslararası Teşkilâtı (INTELSAT) Anlaşmasının ve İşletme Anlaşmasında Yapılan Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/877) (S. Sayısı : 776) (Dağıtma tarihi : 30.11.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, orman ürünleri üretim tesislerinin sorunlarına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1647) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, bir antrenör ve sporcusu hakkındaki iddialara  ilişkin   Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5179) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

2.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Özelleştirme İdaresinde yapılan bir atamaya  ilişkin  Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi  (7/5180) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

3.- Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un,  cinayet zanlısı olarak gösterilen bir kişiye ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/5181) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

4.-  Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, ders kitabı hazırlatılan din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmenlerine  ilişkin Millî Eğitim Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5182) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

5.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İlahiyat Fakültelerindeki başörtüsü sorununa  ilişkin  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı soru önergesi (7/5183) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

6.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin Başbakandan  yazılı soru önergesi (7/5184) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

7.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, F tipi cezaevlerindeki disiplin cezalarına ilişkin  Adalet Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5185) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

 

                                                                                                           No. : 43

3.12.2001 PAZARTESİ

Raporlar

1.- Özürlüler Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/907) (S. Sayısı : 778) (Dağıtma tarihi : 3.12.2001) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Azerbaycan Doğal Gazının Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 780) (Dağıtma tarihi: 3.12.2001) (GÜNDEME)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/909) (S. Sayısı: 781) (Dağıtma tarihi : 3.12.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1.- İstanbul  Milletvekili  Ahmet Güzel'in, İstanbul Büyükşehir Belediyesince kurulan şirketlere ilişkin  İçişleri  Bakanından sözlü soru önergesi (6/1648) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,  ülkemizde bazı kişi ve kuruluşların misyonerlik yaptığı iddialarına  ilişkin  İçişleri Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5186) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2001)

2.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, turizm yörelerinde misyonerlik faaliyetleri yürütüldüğü iddialarına ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5187) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

3.- Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,  ücretsiz dağıtılan Hıristiyanlıkla ilgili bazı yayınların para kaynağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5188) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2001)

4.- Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin Avukatlık Kanununa aykırı  anlaşma yaptığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5189) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

5.- Gaziantep  Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, OHAL Bölgesinde görev yapan personele yapılan ek ödemelere ilişkin İçişleri  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5190) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

6.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankaların yöneticilerinin kamu bankalarında görevlendirilmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5191) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

7.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, özel harcamaları hakkında basında çıkan iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5192) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

8.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki taş ve maden ocaklarının ÇED raporlarına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/5193) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

9.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'deki sel felaketinden etkilenen okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5194) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

10.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresi personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5195) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

11.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Özelleştirme İdaresince satışı yapılan kuruluşlara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5196) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

12.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, bazı özel harcamalarının bir kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5197) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.11.2001)

13.- Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,  Tasarruf  Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5198) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

  14.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, bazı özel harcamalarının bir kamu bankasınca ödendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5199) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)

15.- Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, ABD'nin Irak'a saldıracağı yönündeki iddialara ve izlenecek politikaya ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5200) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.11.2001)   

Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi

1.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Devlet Bakanına  yönelttiği yazılı soru önergesini 3.12.2001 tarihinde geri almıştır (7/5094)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

3.12.2001 Pazartesi

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım efendim.

Buyurun.

III. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesine ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesine ve görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 30 Kasım 2001 Cuma günü yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                      

Aydın Tümen

İsmail Köse

Nihat Gökbulut

 

 

DSP Grup Başkanvekili

MHP Grup Başkanvekili

ANAP Grup Başkanvekili

Öneri:

Genel Kurulun 3.12.2001 Pazartesi günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını sürdürmesi ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Önerinin aleyhinde, Sayın Hatiboğlu; buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; her nedense, biz, olağandışılığı olağan hale getirdik. Bundan birkaç gün önce, olağanüstü halin, 4 ilde 4 ay daha uzatılmasına mütedair bir tezkere görüştük. O zaman da ifade ettiler, 46 ncı talep,yirmiüç yıl, dile kolay!.. Olağanüstü hal, olağanüstü uygulama... İlk olağanüstü halin konuşulduğu sırada, Mehmet'in annesiyle babası sözlü idi -ilk görüşüldüğünde- sonra evlendiler, Mehmet dünyaya geldi; Mehmet büyüdü, okudu, Mehmet asker oldu, o bölgede askerliğini yaptı; ama, olağanüstü hal bitmedi. Sonra; Mehmet'in çocuğu dünyaya geldi, adını Mehmet koydu. Zannediyorum, endişe ediyorum ki, bu iktidarın sayesinde, bu ikinci Mehmet de askerliğini olağanüstü hal bölgesinde yapacak.

Diyeceksiniz ki, bununla ne alakası var; evet, alakası şu: Ülkeyi olağan hale ne zaman getireceksiniz? Uygulamaları, olağan uygulamalar haline ne zaman getireceksiniz?

Değerli milletvekilleri, elbette Danışma Kurulu vardır, elbette Danışma Kurulunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde değişiklik yapma hakkı vardır, yetkisi vardır, elbette, buna kimsenin itirazı yoktur. Bizim itirazımız şuna: Olağan hal, yani, asıl kural ile istisnayı birbirine karıştırdınız, yer değiştirdiniz, istisnayı kural haline getirdiniz. İçtüzüğün 19 uncu maddesiyle...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ceketinizi düzeltin.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, işte, buna, iktidar ve muhalefet dayanışması diyorlar, ben de o vesileyle buradayım zaten; size, İçtüzüğü anlatmaya çalışıyorum; özür dilerim.

Değerli milletvekilleri, İçtüzüğün 19 uncu maddesiyle 54 üncü maddesini birlikte düşünmeye mecburuz. İçtüzüğün 19 uncu maddesi, istisnai hallerde kullanılmalıdır. 54 üncü maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun çalışma günlerini belirlemiş; İçtüzüğün yürürlüğe girdiği günden bu tarafa, hep o günler kullanılır. Sizin, bir hafta -Allah rızası için, bir hafta olsun-, grup önerisi getirmeden yaşadığınız, geçirdiğiniz bir hafta var mı; söyleyin bana, Allah için söyleyin!

Değerli kardeşlerim, eğer, Danışma Kuruluyla gündemimizde değişiklik yapacaksanız, ne olursunuz, bir aylık bir gündem getirin, iki aylık bir gündem getirin; yani, ben, iki ay sonraki önümü görebileyim; yani, ben, Grubumdaki değerli arkadaşlarıma, efendiler, bakın, önümüzde şu hafta şu konu, öteki hafta bu konu, daha sonraki hafta bu konu görüşülecek, lütfen hazırlıklı olun, araştırmanızı  yapın, tetkikatınızı yapın; görüşülecek olan konuda nasıl katkıda bulunabilecekseniz, bu katkılarınızı torlayın toparlayın getirin diyebileyim. Siz buna ihtiyaç duymuyorsunuz; çünkü, sağ olsun, hükümetimiz fevkalade bilinçlidir, başarılıdır, gayretlidir, çalışkandır! Allah için, hepimiz görüyoruz, millet yaşıyor bunu işin doğrusu. Dolayısıyla, onlar çalışıyorlar, sizin yerinize onlar çalışıyorlar. Böyle bir araştırma, tetkik etme, teklif getirme, yenileştirme, yenilik koyma ihtiyaçlarınız yok sizin, hükümet bunu hazırlıyor; ama, biz muhtacız! İfade ediyorum, biz, bir kanuna, bir araştırma önergesine, bir genel görüşmeye nasıl katkıda bulunuruz, sizin getirdiğiniz bu teklifleri ülke yararına nasıl döndürürüz diye gecemizi gündüzümüze katmak istiyoruz. Bu fırsatı verin bize, sizden başka bir şey istemiyoruz. Enflasyonu indirin; bunu istemenin bir anlamı yok, yetmiyor gücünüz. Faizi düşürün; bunu istemenin anlamı yok, yetmiyor gücünüz. Şu çiftçilerin kapısına yapıştırılan, çiftçi kardeşimizin adresine tebligat yapılamadığı için muhtara bırakılan icra emirlerini kaldırın; insanlarımız, şimdi, sırayla hapishaneye girme günlerini bekliyor, bunu kaldırın demiyoruz, buna gücünüz yetmiyor; ama, hiç olmazsa, görüşeceğimiz konuları, lütfen, önceden söyleyin, hazırlıklı olalım.

Efendiler, mutat bir çalışma yöntemi vardır. Siz, bugüne kadar hiç gördünüz mü?.. Çok istisnaî, mesela, diyelim ki -Allah korusun ülkemizi- bir olağanüstü hal olur, yeni, ne bileyim, fevkalade bir gün olur, Danışma Kurulu elbette toplanır; elbette, yeni tekliflerle gelirsiniz; elbette, bütçe olmazsa, ne olursa olsun, onun önüne geçecek meseleler olabilir. Siz, Medenî Kanun... Şu işe bakın!.. 1951'den beri konuşulmuş, konuşulmuş, konuşulmuş, bundan dolayı kıyamet kopmamış; siz, kendi bütçe programının içerisine getirip, Medenî Kanunu koyuyorsunuz. Ne olacak yani, kıyamet mi kopacak beyler; Medeni Kanun bir ay sonra çıkarsa ne olur? Değirmeni sel götürmüş, siz, şakşakını arıyorsunuz! (SP sıralarından alkışlar) Ülke batmış, perişan; siz, Medenî Kanunu ille de bu gece çıkarıp bitireceğim diyorsunuz. Ne olacak?..

Halk arasında bir deyim vardır, beni bağışlayınız, saygısızlık da saymayınız; yani, bu Medenî Kanun bu gece çıkarsa, yarın horoz gibi mi ötecek? Ne olacak yani? Siz ne zaman gördünüz, bir bütçe planı var... Bakın, Parlamentonun itibarına gölge düşürülüyor, dedikodu edilmesine vesile teşkil ediyor, fırsatçılar var. Hep, Parlamentonun şahsı manevîsini korumak için -hepimiz ama- saçımızı süpürge ediyoruz gerektiği zaman; ama, bir taraftan da fırsat veriyoruz. Bu, dedikodu edilecek. Nerede görülmüş...

Biz, geçen hafta program yapmadık mı değerli milletvekilleri? Bütçenin görüşmelerini programlamadık mı? Danışma Kurulunun tavsiyesi değil miydi? O Danışma Kurulu tavsiyesini biz burada oturup oylamadık mı? Yani, siz, iktidar kanatları, siz, iktidar kanatları, muktedir olup olmadığınızı tartışmıyorum; ama, biliyorum ki, siz, iktidar kanatlarısınız. İktidar kanatları, soruyorum : Biz, geçen hafta, şöyle bir çalışma yapalım demedik mi; dedik.

BAŞKAN - Dedik.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Burada tartışmadık mı; tartıştık. Burada oylamadık mı; oyladık. Siz, oy vermediniz mi; verdiniz. Biz, oy vermedik mi; verdik. Şimdi, hangi gerekçeyle bana gelip diyorsunuz ki?..

Ben, köy çocuğuyum elhamdülillah. Köyde, oyun oynarken, birisi oyunbozanlık yapmak için, şu lafı kullanırdı: "Arkadaş, cızdım, oynamıyorum." Bunu diyebilir misiniz: "Ben, geçen hafta oy verdim; ama, şimdi vazgeçtim, bir kere daha düşüneceğim." Bu Parlamentonun hali ne olur?! İstikrardan söz ediyorsunuz beyler; dün aldığınız kararı, hiçbir olağanüstü sebep olmaksızın bugün ortadan kaldırırsanız, sizin istikrar varlığı iddianıza kim inanır?!

Değerli milletvekilleri, yapmayın!.. Bırakın, Medenî Kanun on gün sonra çıksın, on gün sonra bitsin. Programımız var bizim; ülkenin derdi, meselesi, planı, programı ve projesidir bu bütçe. Bırakın, enine boyuna tartışalım, konuşalım.

Bakın, bu söylediklerim sizin hoşunuza gitmiyor olabilir; bu, iktidar psikolojisidir, hoşunuza gitmiyor olabilir; ama, ben eminim ki, buradan çıktıktan sonra düşüneceksiniz, o muhterem başınızı iki elinizin arasına alıp, yahu, biz, niye böyle yaptık; biz, geçen hafta bir karar verdik; yani, kararsız Kasım olmanın ne gereği var diye, saçınızı başınızı bir gün yolacaksınız.

Onun için ben uyarıyorum bir arkadaşınız olarak, yapmayın, bu programı bozmayın; gelin, bunu çekin, oylatmayın. Bu bütçenin çıkmasını istiyorsunuz değil mi; soruyorum şimdi size, bana söyleyin... Asgarî 185 sayın üyeyi, burada, her an hazır bulundurabilecek misiniz?! İktidar kanatları, size soruyorum. Bakın, bunun bir anlamı var, bir şey söylüyorum herhalde değil mi; dudağımın domaldığından "omar" diyeceğimiz anlıyorsunuz. Bakın, uyarıyorum...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Teamül var...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Uyarıyorum... Teamülü, meamülü yok; Tüzük var, Anayasa var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Bütçe geleneği de var.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, tabiî, sizin de takdiriniz var; onlar var, sizin de takdiriniz var efendim.

Mikrofonu açtınız mı efendim?

BAŞKAN - Efendim, açtım da, 185 daima olması gereken bir sayı. Biz nasıl oturuyorsak, onlar da oturacak; çaresi yok.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Hay ceddine rahmet Sayın Başkanım, ben de bunu söylüyorum.

BAŞKAN - Gelmezlerse, ara veririz efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bakın, Anayasa... (DSP sıralarından "Elinizden geleni ardınıza koymayın" sesi)

Evet, bu da, zannediyorum zabıtlara geçti "elinizden geleni ardınıza koymayın" diyor. Muhalefet Grupları, sizedir bu söz...

BAŞKAN - Öyle mi dediniz?

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Evet; öyle diyor değerli milletvekilimiz; öyle diyor...

BAŞKAN - Dememiştir efendim, dememiştir.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bu, sizedir, muhalefet milletvekilleri.

Anayasanın, karar yetersayısı ile toplantı yetersayısına dair hükmü açıktır, İçtüzüğün buna dair hükümleri açıktır. Eğer bunu oylayacaksanız, bizi, muhalefeti -herkesi tenzih ederek ifade ediyorum- bostan korkuluğu gibi görecek; eğer, semi itibara almayacaksanız, ya bundan sonra asgarî 185 arkadaşımızı, lütfen, burada hazır bulundurun ya da çekin, birlikte aldığımız kararı uygulayıp devam edelim.

Hepinize saygı sunuyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Lehte söz isteyen yok.

Aleyhte, başka söz isteyen var mı efendim?

Sayın Yıldırım, söz istemişsiniz... Herhalde başka şey için...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Bütçede soru için istemiştim.

BAŞKAN - Soru yok ki efendim...

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Karar yetersayısı...

BAŞKAN - İstemediniz efendim... "Kabul edenler" dedik.

Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Düşüncenizi fiiliyata koyacaksınız; koymadınız; onun için, kabul edilmiştir.

Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına geçiyoruz.

Gündemimize göre, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (1)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (1)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (1)

4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı: 774) (1)

                                        

(1) 754, 773, 755, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri tutanağa eklidir.

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerlerini aldılar.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporları, 754, 755, 773 ve 774 sıra ile bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, bütçe kanun tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim.

Maliye Bakanımız söz istemiştir.

Buyurun Sayın Bakan. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın başında, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

17 Ekim 2001 günü Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2002 yılı bütçesi ile 2000 yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son şeklini almış ve bugün de Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine sunulmuş bulunmaktadır. Bu vesileyle, bütçe hazırlıklarını, bütçe dengelerinin korunması talimatıyla başlatan, beklenmedik zorlukları zaman kaybetmeden aşmamızı sağlayan Başbakan Sayın Bülent Ecevit'e, program ve bütçe ilkelerinin korunması pahasına gereken özveriyi göstermekte asla tereddüde düşmeyen sayın bakanlara, Plan ve Bütçe Komisyonunun çalışkan Başkan ve üyelerine teşekkürlerimi sunuyorum.

Sayın Başkan, demokratik rejimlerde bütçelerin temelinde bütçe hakkı ve bilme hakkı vardır. Bütçenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması, bütçe hakkının Türk Milleti adına Meclis tarafından kullanılmasının bir sonucudur. Bu çerçevede, ekonomik istikrarın ve malî disiplinin sağlanmasında, ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir araç olan bütçeler her zaman ve her zeminde titizlikle tartışılır.

57 nci hükümet göreve başladığında, ülke ekonomisinde istikrarsızlığa sebep olan temel nedenleri kalıcı bir şekilde gidermeyi hedef aldığını, bu Meclis tarafından onaylanan programında açıkça belirtmişti.

Hükümet, huzurunuzdaki 2002 yılı bütçesi de dahil, Parlamentoya sunduğu bütün bütçelerde, kamu maliyesi başta olmak üzere, ekonomik kurumları sağlıklı bir yapıya dönüştürmeyi, uzun yıllar yüksek düzeyde seyreden enflasyonu düşürmeyi, ülkede yatırım şevk ve iklimini yeniden yaratmayı ve yapısal reformların da desteğiyle ekonomiyi sağlam bir zemin üzerinde istikrarlı ve sürekli bir büyüme ortamına kavuşturmayı hedeflemiştir.

Her zaman ifade ettiğimiz gibi, insan haklarının korunması, hukukun üstünlüğünün tesisi, demokrasinin güçlendirilmesi, rekabetçi bir pazar ekonomisi içinde istikrarlı bir büyümenin sağlanması; sosyal devlet anlayışımızın bir gereği olarak bölgelerarası gelişmişlik farklarının ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, politikalarımızın temel ilkeleri olmaya devam edecektir. Bu çerçevede, ülke ekonomisinin birbiriyle bağlantılı, birbirinden kaynaklanan sorunları bir bütün olarak ele alınmıştır.

Dünyanın tarihî bir dönemeçte olduğu bugünlerde, Türkiye'nin küreselleşmenin nimetlerinden daha fazla yararlanarak refahını artırması ve önder bir dünya devleti olması için, bu hedefleri gerçekleştirmekten başka bir alternatifi yoktur.

Hükümet, hedeflerinde ısrarlı ve kararlı olduğunu bütün uygulamalarında göstermiştir; 2002 bütçesiyle bu kararlılığı devam ettirmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı bütçe görüşmelerini, yeni girdiğimiz 21 inci Asrın daha ilk yıllarında bir suç örgütünün düzenlediği trajik bir saldırının dünyada yarattığı belirsizlik ve güvensizlik ortamının gündemde olduğu bir süreçte yapıyoruz.

Siyasî sonuçları kadar ekonomik etkileriyle birlikte tüm ülkeleri, toplumları ve bireyleri ilgilendiren bu olay, risklerin küreselleşmesi olgusunun, ilerlemenin küreselleşmesinden daha yavaş olmadığını ortaya çıkarmıştır.

Bu konjonktürde ülke yöneticilerine düşen görev, yeni kaygıların üretilmesine imkân tanımadan, sağduyu ve iradeyi önplana çıkararak, ekonomik dinamizmi artırmaya yönelmektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son yirmibir yıldır dünya ekonomisini artan bir ivmeyle şekillendiren etken, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki büyük atılımların da katkısıyla, küreselleşme oldu ve çok önemli değişim ve dönüşümler yaşandı.

Bu değişim ve dönüşümler uluslararası ilişkilerde, ulusal ilişkilerde, toplumlararası ilişkilerde ciddî sonuçlar doğurmaktadır.

Dünya ticaretinde serbestleşme, malî piyasalarda tedrici entegrasyon eğilimleri ve teknolojilerin ülkeler arasında akışkanlık kazanması, ulusal ekonomilerin üretim yapılarını, tüketim kalıplarını etkilemekte, dış koşullara duyarlılığını artırmaktadır.

Ekonomik alanda küreselleşmeyle karşılıklı etkileşim içinde bölgesel bütünleşme hareketleri de gelişmektedir.

Küreselleşen bir dünya düzeninde ekonomik sistem ve politikalar giderek birbirine yakınlaşmaktadır. Küresel ekonominin daha yoğun gündeme gelmesiyle birlikte, serbestleşme daha fazla önem kazanmaktadır. Dışticaret, fikrî haklar ve çevre gibi alanlarda yeni normlar ve standartlar geliştirilmekte; bu alanlardaki uluslararası kuruluşların etkinliği giderek artmaktadır.

Küreselleşmenin kurumsallaşması yönünde atılan önemli adımlardan biri olan ve serbest ticaret normlarını bütün dünyada geçerli kılmayı amaçlayan Dünya Ticaret Örgütünün 9-14 Kasım tarihlerinde Doha'da yaptığı ve Çin ile Tayvan'ın örgüte üyeliğinin de kabul edildiği toplantıda, uluslararası ticareti kolaylaştırıcı ilkelerin belirleneceği yeni bir müzakere turunun başlatılmasına karar verilmiştir.

Küreselleşmenin hız kazandığı bir ortamda yeterli sosyal gelişme sağlayamayan ülkelerde ekonomik gelişmenin giderek daha güçleşmesi beklenmektedir. Bu çerçevede, insan hakları ve demokrasinin geliştirilmesinin ve kurumsallaştırılmasının yanında, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, yoksulluğun azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Küreselleşme, dünyadaki toplum ve insanlara yaşam şartlarını sürekli ve kapsamlı biçimde geliştirmeleri yönünde önemli fırsatlar sağlarken, kuşkusuz, bazı ciddî sorunları da beraberinde getirmektedir.

Herkesin yararına işleyecek bir küreselleşme sürecini temin edecek doğru sistem ve politikaların uygulamaya konulması, uluslararası toplumun 21 inci Yüzyılda kilit mücadelesi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; oldukça uzun ve istikrarlı bir büyüme sürecinin ardından dünya ekonomisinde 2000 yılının sonlarına doğru başlayan yavaşlama, 2001 yılında daha da artmıştır.

Küresel ekonomik koşullar hızla bozulmuş, 1970'li yılların sonlarından beri ilk defa dünya ülkelerinin çoğunun büyüme hızında eşzamanlı yavaşlamalar kaydedilmiştir.

1999 ve 2000 yıllarında hızlı bir büyüme kaydeden gelişmekte olan ülkelerde makro ekonomik koşullar tersine dönmüştür. Son on yıldır küresel büyümenin motoru kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi önemli ölçüde yavaşlamış, Japon ekonomisi durma noktasına gelmiş, bu ülkelere göre daha iyi konumda olan Euro Bölgesinde bile ekonomik faaliyetlerdeki yavaşlama beklentilerin üzerinde olmuştur.

Gelişmiş ekonomilerdeki yavaşlama, ticaret ve finansman bağlarıyla dünyanın diğer ülkelerini etkilemiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik faaliyetler yaygın olarak azalırken, birçok Asya ve Latin Amerika ülkesi resesyon baskılarıyla karşı karşı kalmıştır.

Küresel ekonomideki yavaşlamaya paralel olarak dünya ticaret hacmi artışı da yavaşlamış, özellikle gelişmekte olan ülkelerin ihracat ve ithalat hacimleri artışında önemli düşüşler kaydedilmiştir. Asya ülkeleri, Amerika Birleşik Devletlerinin bilgi teknolojisi malları tüketimindeki azalıştan şiddetle etkilenmişlerdir. Petrol ve hammadde fiyatlarındaki düşüşler, bu ürünlerin ihracatçısı olan gelişmekte olan ülkelerin ihracat gelirlerini azaltmıştır.

Ekonomik faaliyetlerdeki yavaşlama, gelişmekte olan ülkelere sermaye girişinin azalmasıyla birleşmiştir. Bazı yükselen piyasa ekonomilerinin uluslararası piyasalara girişleri azalırken, resmî finansman ihtiyaçları da artmıştır.

Amerika Birleşik Devletlerine 11 Eylülde yapılan terörist saldırı ve sonraki gelişmeler, küresel ekonomik durumu daha da zorlaştırmış, belirsizlik ortamı yaygınlaşmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin durgunluğa girdiği ve Euro Bölgesinin durgunluğa girmekte olduğu yönündeki işaretler artmakta, Japonya'nın içinde bulunduğu ekonomik durgunluk daha da ağırlaşmaktadır.

2000 yılında yüzde 4,7 büyüme gösteren dünya ekonomisinin, 2001 yılında, ancak, yüzde 2'ler düzeyinde bir büyüme gösterebileceği tahmin edilmektedir. 2002 yılı için de, aynı seviyede bir büyüme beklenmektedir.

Ekonomik faaliyetleri canlandırmak ve durgunluğun üstesinden gelmek amacıyla gelişmiş ülkelerde para politikaları esnekleştirilirken, faiz oranları arka arkaya düşürülmektedir.

11 Eylül sonrası hızla yükselerek 31 dolara kadar ulaşan hampetrol fiyatları, büyük ölçüde küresel ekonomideki durgunluğa bağlı olarak 20 doların altına inmiştir. Petrol ihraç eden bazı ülkelerin oluşturduğu OPEC, petrol fiyatlarını 22 ilâ 28 dolar bandında tutmak için çaba sarf etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, sizlere, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz hakkında bilgi sunmak istiyorum.

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleşen Helsinki Zirvesinde ülkemize tanınan adaylık statüsüyle birlikte, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır.

Topluluk müktesebatının üstlenilmesine ilişkin kısa ve orta vadeli önceliklerin tanımlandığı Katılım Ortaklığı Belgesi, 8 Mart 2001 tarihinde Avrupa Birliği Konseyince onaylanmıştır. Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Program 19 Mart 2001 tarihinde hükümet tarafından kabul edilmiş ve 24 Mart 2001 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ulusal Program, aynı zamanda büyük bir dönüşüm projesidir.

Ülkemiz ile Avrupa Birliği arasında ulusal mevzuatımızın resmî tarama süreci henüz başlamamıştır. Bilindiği gibi resmî tarama süreci, Kopenhag siyasî kriterlerine uyumla başlayabilmektedir. Anayasada yapılan değişiklikler, Kopenhag siyasî kriterlerine ulaşmak konusunda ülkemizin önünü açacak ve Avrupa Birliği tam üyelik hedefinde bize çok ciddî bir mesafe kazandıracak nitelikte ve önemdedir. Kasım ayında Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan 2001 yılı ilerleme raporunda da olumlu ve yapıcı gelişmeler olarak değerlendirilmiştir.

Kopenhag ekonomik kriterlerine uyum, uygulamakta olduğumuz istikrar programının en önemli hedeflerinden birisidir. 2001 yılı içerisinde, Avrupa Birliği Komisyonunun Ekonomik ve Malî İşler Konseyi tarafından, aday ülkelerin üyelik öncesinde gerçekleştirmeleri gereken ekonomik reformların ve üyelik sonrası Ekonomik ve Parasal Birliğe katılma hazırlıklarının izlenmesi amacıyla, bir "katılım öncesi malî izleme süreci" başlatılmıştır. Bu süreç, Kopenhag ekonomik kriterlerine uyum sağlamak amacıyla yapılacak ekonomik reformların ve kaydedilen gelişmelerin, artık, Avrupa Birliği tarafından da yakından takip edilmeye başlanması nedeniyle ülkemiz açısından önem taşımaktadır.

İçinde bulunduğumuz yılın nisan ayında malî izleme sürecinin ilk aşaması olan bildirim yükümlülüğümüzün yerine getirilmesi amacıyla, ülkemizin borç durumu ve bütçe açığı rakamlarına ilişkin bilgiler Avrupa Birliğine iletilmiştir.

Katılım Öncesi  Ekonomik Program 10 Ekim 2001 tarihinde Yüksek Planlama Kurulunda kabul edilerek, Avrupa Birliği Komisyonuna sunulmuştur. Avrupa Birliği Komisyonu, söz konusu programı şeffaflık, hedeflerin sürdürülebilirliği ve istikrarın sağlanması kriterlerine göre incelemeye tabi tutacak ve yıl sonunda, üye ülkeler ile aday ülkelerin ilgili bakanlarının katılımıyla, programların değerlendirilebileceği bir toplantı gerçekleştirecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliğinin 15 üyesinden 12'sinde 2002 yılı başından itibaren euro efektif olarak tedavüle başlayacaktır. Yirmiyedi gün sonra, 300 milyonun üzerinde (304 milyon) Avrupalı tek parayı kullanacak.

Euro alanı ülkeleri, bu yıl ilk defa, bütçelerini euro üzerinden düzenlemişlerdir. Bu olay, daha sağlam, daha güçlü Avrupa hedefine yönelen sürecin önemli bir aşamasıdır.

Üç büyük para alanı olarak, euro'ya dahil 12 Birlik üyesinin dünya ticaret hacmindeki payı yüzde 30, Amerika Birleşik Devletlerinin payı yüzde 14 ve Japonya'nın payı ise yüzde 7 dolayındadır. Euro'nun uygulamaya konulması, dışticaretimizin yaklaşık yarısının Avrupa Birliği ülkeleriyle olması nedeniyle, ülkemizi de etkileyecektir.

Avrupa Birliği, Türkiye'nin küreselleşme hareketinde önemli referans noktalarından biridir. Türkiye, Avrupa Birliğinin standart ve normlarına uyum sağladıkça, uluslararası norm ve standartlara daha uygun bir yapı kazanma yolunda ilerleyecektir.

Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olması, ülkemizi hem dünyayla bütünleştirecek hem bölgesinde daha da güçlü kılacaktır. Avrupa Birliği sürecinde daha etkin bir devlet yapısına daha saydam olarak ve her koşulda rasyonel ve hukuksal zeminde kalarak ulaşmak mecburiyetimiz vardır.

Piyasa ekonomimizi daha serbest bir yatırım ve ticaret iklimi içerisinde, daha yüksek bir standartta çalışır hale getirmeliyiz. Keza, tüm adaylarda aranan objektif siyasî kriterlere uyum konusunda, Anayasada yapılan ve yapılması planlanan değişiklikleri, bunlara ilişkin yasal düzenlemeleri ve kurumsal yenileşmeyi, ivedilikle hayata geçirmemiz gerekmektedir. Türkiye, önümüzdeki bir yıllık süre içerisinde, çok çalışarak hızlı adımlar atmak ve resmî tarama sürecini başlatmak durumundadır.

Türkiye, bir taraftan küreselleşmenin olumsuzluklarını en aza indirmek, bir taraftan da en fazla faydayı sağlamak üzere gerekli yapıyı oluşturmak zorundadır.

Küresel yavaşlama ve 11 Eylül olayları ile sonrası gelişmeler, bizim, her zamankinden daha çok bütünleşmiş bir dünyada yaşadığımızı göstermektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de, 2000 yılından itibaren uygulanan makro ekonomik politikaların temelini, ekonomideki istikrarsızlıkların asıl nedeni olan kamu finansman yapısını sağlıklı ve kalıcı bir dengeye kavuşturmayı, kamu açıklarının piyasalardaki baskısını azaltmayı, reel faizleri makul bir düzeye indirmeyi, enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmeyi ve yapısal reformları da gerçekleştirerek ekonomiyi sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturmayı hedefleyen üç yıllık istikrar programı oluşturmuştu.

Bu program çerçevesinde, 2000 yılında, fiyatlardaki artışın düşürülmesi, üretimin yeniden başlatılarak ekonomide büyüme sağlanması, kamu borç stokunun sabitlenmesi ve konsolide bütçede faiz hariç fazlanın yükseltilmesi hedef alındı.

Para politikaları da buna göre belirlendi. Merkez Bankası, döviz girişi olmadan para arzını artırmamayı esas aldı; döviz sepetinin günlük değerleri önceden duyurularak, ekonomik aktörlerin önlerini görmelerine imkân sağlandı.

Programın iç ve dış çevrede kabul görmesi, dış borçlanmanın yapılabilmesi ve faiz oranlarının hızla düşmesi, reel ekonominin aslî faaliyetine dönmesini sağladı, üretim arttı ve gayri safî millî hâsıla yüzde 6,3 oranında büyüdü.

2000 yılında aylık fiyat artışları, mart ayından itibaren, önceki yıl değerlerinin altında gerçekleşti ve yıl sonunda, toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış önceki yıla göre 30,2 puan azalarak yüzde 32,7 seviyesinde gerçekleşirken, tüketici fiyatlarındaki artış da 29,8 puan azalışla yüzde 39 oldu.

Bu seviyeler, petrol fiyatlarında öngörülenin üzerindeki yükseliş, ekonomideki canlanmanın ve faizlerdeki gerilemenin getirdiği talep artışı nedenleriyle, hedeflenenin bir miktar üzerinde kaldı.

2000 yılında ihracat, euro'nun dolar karşısında değer kaybetmesi, ihracat fiyatlarının gerilemesi ve tarım ürünleri ihracatının azalmasının etkisiyle 27,8 milyar dolar oldu. İthalat ise 54,5 milyar dolara yükseldi.

Cari işlemler dengesi, ithalattaki yüksek artışın etkisiyle 9,8 milyar dolar açık verdi. Sermaye hareketleri ise kısa ve uzun vadeli sermaye hareketlerindeki artışın katkısıyla 9,4 milyar dolar fazla verdi.

İçborç stoku 2000 yılında 36,4 katrilyon liraya ulaşmıştır. Bu tutarın 34,3 katrilyon lirası tahvil, 2,1 katrilyon lirası bonodur. İç borçlanmada ortalama yıllık basit faiz oranı yüzde 36,4'le önceki yıla göre önemli oranda düşerken, ortalama vade de 386 güne yükselmiştir.

Dışborçlar 117,8 milyar dolara ulaşmış, 21,9 milyar dolar dışborç ödemesi gerçekleştirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kesin hesap kanun tasarısı görüşülecek olan 2000 yılı konsolide bütçesinde, bütçe giderleri 46,7 katrilyon lira, bütçe gelirleri 33,4 katrilyon lira oldu. Bütçe açığı 13,3 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşti. 2000 yılında, konsolide bütçe faiz hariç dengede 7,2 katrilyon lira fazla verdi.

Vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı 1999 yılında yüzde 52,7 iken, 2000 yılında yüzde 56,8'e; bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı ise yüzde 67,4'ten yüzde 71,6'ya yükselmiştir.

2000 yılı bütçe uygulamasında giderler Bütçe Kanununda öngörüleni aşmadı, gelirler ise hedeflenenin biraz üzerinde oldu. Bütçe açığı hedefin altında kalırken faiz dışı fazla hedefin bir miktar üzerinde gerçekleşti.

1999 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 15,6'sı düzeyinde olan kamu kesimi borçlanma gereği ise 2000 yılında yüzde 12,5'e geriledi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılında, maliye, para ve kur politikalarında programda öngörülen performans kriterleri gerçekleştirilmiş, faiz oranları hızla gerilemiş, enflasyon 2001 yılının ocak ayında, son ondört yıldır ilk defa yüzde 30'un altına düşmüştür. Bu süreçte kamu açıklarının azaltılması ve yapısal reformlar alanında da önemli adımlar atılmıştır.

Yaşanan olumlu gelişmelere rağmen, kasım ayında karşılaşılan dalgalanma ve bu yılın şubat ayında meydana gelen daha çok finans ve bankacılık sisteminden kaynaklanan ciddî gelişmeler nedeniyle, uygulanmakta olan programın para ve kur politikası bölümünde önemli bir değişikliğe gidilmiş; 22 Şubat 2001 tarihinde Türk Lirası yabancı para birimleri karşısında dalgalanmaya bırakılmıştır.

Hedefler yeniden gözden geçirilmiş ve uygulanmakta olan programın devamı niteliğinde, 14 Nisan 2001 tarihli "Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" açıklanmıştır.

Bu programla, Türkiye ekonomisinde hüküm süren enflasyonla mücadele edilmesi, malî hesapların güçlendirilmesi, büyümenin istikrarlı bir temele oturtulması ve yapısal reformların özenle gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.

Kur rejimindeki değişiklik karşısında, malî piyasaların işler hale getirilmesi, iç borçlanmanın yapılarak kamu finansman ihtiyacının giderilmesi ve faizlerin aşağıya çekilmesi için piyasaların ihtiyacı olan likidite sağlanmış, iç borçlanmada takas gerçekleştirilmiş, kamu ve fon bankalarına özel tertip devlet iç borçlanma senetleri ihraç edilmiş, kamu bankalarının görev zararları tahvil ihracı yoluyla tasfiye edilerek malî piyasalardaki baskı giderilmiş, dışkaynak imkânı sağlanmıştır.

Bunlara ilaveten, ekonomide kriz yaratan ve istikrarsızlığa sebep olan ekonomik altyapının tamamen sağlıklı bir hale getirilebilmesi için, Yüce Meclisin yoğun çalışmaları ve gayretleriyle önemli yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.

57 nci hükümet, göreve başladığından bugüne kadar, ekonominin sağlıklı bir şekilde gelişmesi için gerekli olan altyapıyı sağlayacak yapısal nitelikteki değişiklikleri gerçekleştirme gayretinde olmuştur. Gerçekleştirilen düzenlemeler, malî disiplin ve malî şeffaflık, piyasa ekonomisin geliştirilmesi, devletin yeniden yapılandırılması, finans sektörünün güçlendirilmesi ve sosyal amaçlı kanunlardır.

Haziran ayından itibaren 1999 yılında, Bankalar Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu, sosyal güvenlik reformuyla ilgili kanun hükmünde kararnameler, Gümrük Kanunu, Türk Akreditasyon Kurumu Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Danıştay Kanununda tahkim yasasıyla bağdaşmayan maddelerin değiştirilmesine ilişkin kanun ve yap-işlet-devret modelinin elektrik üretiminde de uygulanmasına dair kanun yürürlüğe konuldu.

2000 yılında, kamu hizmetleri ve imtiyaz sözleşmelerinde tahkim uygulanması esaslarına ait kanun, Telekomünikasyon Kanunu, fonların tasfiyesiyle ilgili kanun, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun, üç kamu bankasının yeniden yapılandırılmasına dair kanun çıkarıldı.

2001 yılında da, Tekel, KİT'lerin yeniden yapılandırılması, Elektrik Piyasası Kanunu, bireysel emeklilik, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Türk Sivil Havacılık Kanunu, Kamulaştırma Kanunu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, Türk Telekom Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu, Maden Kanunu, Milletlerarası Tahkim Kanunu, bireysel emeklilikte vergi kolaylığıyla ilgili kanun yürürlüğe konuldu. Bütün bunlar, Yüce Meclisin, sizlerin büyük destek ve katkılarıyla gerçekleşmiş olan yapısal ve fevkalade önemli değişikliklerdir.

Bu yeni düzenlemelerin meydana getirdiği sistem, değişen dünya şartlarına Türkiye'nin de, Türk malî sisteminin de uydurulması ve koordinasyonun sağlanması için gerekli düzenlemelerdi.

Ülke sorunlarında kesinlikle kötümserliğe yer yoktur. Kötümserlik, çoğunlukla çekingenlik ve yenilgi nedenidir.

Yüksek bir ekonomik büyüme gerçekleştirmek kolay değildir. İstikrarlı bir büyümeyi yakalamak için girişim ve kararlılık iradesini ortaya koymak zorundayız.

Büyüme hedefinin tutturulmasında bütçe tatbikatının yeri büyüktür.

Hiç şüphesiz, iddialı olmayan bir hükümet ve iddialı olmayan bir Meclis, bunları yapmazdı, yapamazdı. Bunlar, hükümetin ve Meclisin iddiasını ortaya koymaktadır. Değişim zaruretinin gücü o kadar kuvvetli ki, ilk defa, hep birlikte, sivil anayasa değişikliğini yaptık. Bütün bunlar, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla hazırlamak için yapılan gelişmelerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu açıklamalardan sonra, şimdi sizlere, mevcut ekonomik durum hakkında bilgi sunmak istiyorum. 2001 yılının ocak-eylül döneminde gayri safî millî hâsıla yüzde 8,3 oranında gerilemiştir.

Sanayi üretim endeksleri ile kapasite kullanım oranlarına ilişkin veriler, son aylarda ekonomide bir canlanma olduğuna işaret etmektedir.

Şubat ayından itibaren, döviz kurlarındaki artışın da katkısıyla, ihracattaki artış ve ithalattaki gerileme devam etmektedir. Yılın ilk dokuz aylık döneminde ihracat 23 milyar dolara ulaşırken, ithalat 30,5 milyar dolara inmiş ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 75,4'e yükselmiştir.

Aynı dönemde bavul ticareti yüzde 8,8 ve net turizm gelirleri yüzde 15,8 oranında artmıştır. Bu dönemde cari işlemler dengesinde 2,5 milyar dolar fazla oluşmuş; sermaye hareketlerinde 10,6 milyar dolar çıkış olmuş ve resmî rezervler 3 milyar dolar azalmıştır.

23 Kasım itibariyle Merkez Bankasındaki döviz rezervi 17,7 milyar dolardır.

Kurların dalgalanmaya bırakılması mart ayından itibaren fiyatlara da yansımış ve 2001 yılının ekim ayında toptan eşya fiyatlarındaki on aylık kümülatif artış yüzde 73,8, tüketici fiyatlarındaki artış oranı ise yüzde 56,6 olmuştur.

2001 yılının haziran ayı sonu itibariyle dışborç stoku 111,9 milyar dolardır. Bu dönemde 7,6 milyar doları anapara ve 3,7 milyar doları faiz olmak üzere toplam 11,3 milyar dolar dışborç ödemesi yapılmıştır.

İçborç stoku ekim ayında 109,4 katrilyon lira olmuştur. Bu tutarın yüzde 12,8'i bono, yüzde 87,2'si tahvildir. 109,4 katrilyon liralık stokun 57 katrilyon lirası bankacılık kesiminden kaynaklanmaktadır.

İçborç stokunun 2000 yılı sonunda yüzde 80,8'i nakit, yüzde 19,2'si nakitdışı iken, bu yıl yapılan uygulamalarla ekim ayı itibariyle nakde bağlı borç stoku yüzde 44,7'ye gerilemiştir.

İçborçlanmada yılın on aylık dönemi itibariyle ortalama vade 144 gün, ortalama basit faiz oranı yüzde 80,3'tür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı bütçesiyle genel ve katma bütçeli kuruluşlara 48 katrilyon 360 trilyon lira ödenek tahsis edilmişti.

Tahsis edilen bu ödeneklerin, 12 katrilyon lirası personel; 4 katrilyon 750 trilyon lirası diğer cari; 3,5 katrilyon lirası yatırım; 16,7 katrilyon lirası faiz; 11,5 katrilyon lirası da diğer transfer harcamalarına ayrılmıştı.

Bu ödenekler, hükümetçe uygulamaya konulan üç yıllık enflasyonla mücadele programının ilk dilimi olan 2000 yılında ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler doğrultusunda belirlenmişti. Bu gelişmeler, 2001 yılı bütçe hedeflerine de yansımış, faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsıla içindeki payının yüzde 16'lardan yüzde 10'lara indirilmesi hedeflenmiş ve bütçe büyüklükleri düşük faiz, düşük enflasyon ve programlanmış döviz kuru politikası üzerine oturtulmuştu. Ancak, yukarıda belirttiğim üzere, şubat ayında malî piyasalarda yaşanan dalgalanmalar, ekonominin diğer bölümlerine de sirayet ederek dengelerin bozulmasına neden olmuş ve programın yeniden gözden geçirilmesi gereği ortaya çıkmıştır.

Bu gelişmeler, kuşkusuz, ayrıca 2001 yılı enflasyon ve kur hedefinin revize edilmesini zorunlu kılmış, bu nedenle bütçede ilave harcama yetkisi alınması gündeme gelmiştir. 2001 yılı içerisinde 4682 sayılı Kanunla Yüce Meclisten 30,6 katrilyon lira tutarında ilave ödenek alınmıştır. Bu ödeneklerin 2,6 katrilyon lirası personel giderleri; 550 trilyon lirası diğer cari harcamalar; 280 trilyon lirası yatırım harcamaları; 2,6 katrilyon lirası faiz hariç transfer kalemleri; 24,6 katrilyon lirası ise faiz ödemeleri için alınmıştır.

Bilindiği üzere hükümet, malî sektörün, özellikle bankacılık sektörünün ve kamu bankalarının uzun yıllara dayalı yapısal sorunlarının çözümü için bir dizi önlemler almıştır. Alınan eködenek büyük ölçüde bu amaçla kullanılmaktadır.

Ödeneğin, 3,3 katrilyon lirası kamu ve fon bankalarına daha önce verilen tahvillerin yenileriyle değiştirilmesi sonucu, söz konusu kâğıtların o güne kadar işleyen faiz giderleri; 8,4 katrilyon lirası kamu bankalarının görev zararları; 5,6 katrilyon lirası fon bankalarının malî yapılarını düzeltmek için ihraç edilen devlet iç borçlanma senetlerinden kaynaklanan faizleri; 6 katrilyon lirası Şubat 2001 krizi sonrasında yükselen faiz hadleri ve piyasa koşulları çerçevesinde kısa vadeli borçlanmaya ağırlık verilmesi nedeniyle, 2001 yılı bütçesine gelen ilave faiz giderleri; 1,3 katrilyon lirası da dışborç faiz ödemeleri karşılığını oluşturmaktadır.

Faiz ödemeleri için alınmış olan 24,6 katrilyon liranın 17,3 katrilyon lirası bütçenin finansmanıyla ilgili borçlanmanın faiz giderleri değildir.

Değerli milletvekilleri, bu fevkalade önemlidir. Bu miktar, bankalar sistemini sağlıksız bir yapıya dönüştüren, yılların birikimi görev zararlarının tasfiyesi ile kamu ve fon bankalarının içine düştükleri likidite sıkıntılarını giderecek işlemler içindir. Bu işlemlere girmemiş olsa, bütçeye 17 katrilyonun üzerinde bir faiz, faiz ödeneği olarak girmeyebilirdi. "Bu sistem böyle devam etsin" denilse, bu kadar faiz düşerdi; ama, bankalar sistemini sağlıklı bir yapıya kavuşturmadan ekonomiyi götürmenin de mümkün olmadığı düşünülerek, bu düzenlemelerin beraberinde getirdiği faizlerdir. Bunu, geçen yıl faizlerinden ayırmak lazım; çünkü, geçmiş yıl faizlerinin içinde bu tür bir faiz yoktur. Aksi takdirde, mukayese bazında ciddî farklılıklar olur.

Bilindiği üzere, şubat ayında karşılaşılan sorunun kaynağında, esas itibariyle bankacılık sistemindeki zafiyet yatmaktaydı. Böylece, başta kamu ve fon bankaları olmak üzere, sistemin sağlıklı bir yapıya dönüştürülmesi gereği vardı ve o yapıldı.

Faiz ödemeleri dışında kalan ilave ödenekler ise, enflasyon ve kur hedefinde ciddî sapmalar sonucu ortaya çıkan ihtiyaçlar nedeniyle alınmıştır.

On aylık uygulaması sonucunda 2001 yılı bütçesinde, giderler 65,2 katrilyon lira, gelirler 41,2 katrilyon lira ve bütçe açığı 24 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiş; faizdışı bütçe dengesi 12,1 katrilyon lira fazla vermiştir.

Faiz ödemeleri 36,1 katrilyon lira olurken, faiz hariç giderler 29,1 katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmiştir.

2001 yılı sonu itibariyle giderlerin 78 katrilyon lira, gelirlerin 50,2 katrilyon lira olacağını; buna göre bütçe açığının 27,8 katrilyon lira ile gayri safî millî hâsılanın yüzde 15,1'i düzeyinde gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz.

Programın başarısı açısından hayatî bir öneme sahip bulunan faiz hariç dengenin ise, gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,9'u oranında, 12,7 katrilyon lira fazla vermesi beklenmektedir.

Yıl sonu itibariyle faizdışı fazla 11,4 katrilyon lira olarak öngörülmüştü. Uygulanan ekonomik programın en önemli unsuru olan "faiz dışı bütçe fazlası" baştan beri devam eden olumlu çizgisini sürdürmüştür.

Görüleceği üzere, 2000 ve 2001 yıllarında, iki sene üst üste, yüzde 5,7 ve yüzde 6,9 gibi son derece yüksek düzeyde ve kamu maliyesi dengelerini kalıcı kılma bakımından fevkalade olumlu bir sonuç elde edilmiştir.

Bütçe dengelerinin korunması, sağlıklı bir kamu maliyesinin temel boyutudur. Bu, sıkı maliye politikasını ve kararlı bir uygulamayı gerektirir. Programın uygulamaya konulduğu 2000 yılı başından bugüne dek bütçe sonuçları, öngörülen hedeflerin üzerinde gerçekleşti. 2001 yılı bütçesi, yaşanan onca zorluğa rağmen yürütülmekte olan sıkı maliye politikaları sayesinde hedefleri büyük ölçüde tutturulmuş bir bütçe olacaktır.

Hiç şüphe yok ki, bu sonuçlar, 2002 yılı bütçesine sağlam bir zeminde kararlı bir başlangıç sağlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi, uygulanan ekonomik programın ilke ve hedefleriyle uyum içinde, kamu kesimi açıkları ve enflasyonun düşürülmesi konusundaki kararlılığın devamı ile ekonomik canlanma ve büyümenin tekrar yakalanması temelinde hazırlanmıştır.

Değerli milletvekillerinin görüş ve değerlendirmelerine sunulan 2002 Yılı Bütçe Kanun Tasarısının büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri de bu çerçevede benimsenmiştir.

2002 yılı için hedef alınan temel büyüklükler kısaca şöyledir: 2002 yılında yüzde 4'lük bir büyüme oranı tespit edilmiştir. Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 46'dır. Toptan eşya fiyat endeksi, yıllık ortalama, yüzde 45,6; toptan eşya fiyat endeksi, yıl sonu, yüzde 31; tüketici fiyat endeksi, yıllık ortalama, yüzde 46,4; tüketici fiyat endeksi, yıl sonu, yüzde 35; gayri safî millî hâsıla da 280,6 katrilyon lira olarak öngörülmüştür. İhracatımız 32 milyar dolar, ithalatımız da 45,5 milyar dolar olarak öngörülmüştür.

Bu büyüklükler dikkate alınarak hazırlanan ve Plan ve Bütçe Komisyonunda, ödenek tertipleri arasında yapılan aktarmalar dışında, giderlerdeki 60 trilyon lira ve gelirlerdeki 100 trilyon lira tutarındaki eklemeler sonucu 2002 yılı bütçesinde; 98,1 katrilyon lira gider ve 71,2 katrilyon lira da gelir öngörülmüştür.

Bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 35, gelirlerinin oranı ise yüzde 25,4'tür.

2002 bütçesindeki 98,1 katrilyon lira ödeneğin dağılımına baktığımızda temel başlıklar itibariyle şu tabloyu görürüz: 98,1 katrilyon lira ödeneğin 21,9 katrilyon lirası personel giderlerine; 5,7 katrilyon lirası yatırımlara; 42,8 katrilyon lirası faiz ödemelerine; 7,9 katrilyon lirası sosyal güvenlik kuruluşlarına; 3,4 katrilyon lirası vergi iadeleri için; 2,1 katrilyon lirası tarımsal destekleme için ayrılmış bulunmaktadır.

Ekonominin canlanmasında, yatırımın, üretimin ve istihdamın artmasında ve dış dengelerin düzelmesinde çok büyük önemi olan ihracat ve turizme geçen yıllarda verdiğimiz desteği bu yıl da artırarak devam ettirmekteyiz.

Bütçe gelirlerinin tahmininde, vergi gelirleri 57,9 katrilyon lira, vergidışı normal gelirler 7 katrilyon lira olarak öngörülmüştür. Özel gelirler ve fonlar 6 katrilyon liradan oluşmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 bütçesinde, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı, 2001 yılına göre 5,5 puan azalarak yüzde 9,6'ya gerilemektedir. Faizdışı bütçe fazlasının oranı ise, sadece 1,2 puan azalarak, yüzde 5,7 düzeyinde tutulmuştur.

Faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2001 yılındaki yüzde 22 seviyesinden 2002 yılında yüzde 15,3'e; giderler içindeki payı ise, yüzde 52'den yüzde 43,6'ya inmektedir.

Gayri safî millî hâsılaya oran itibariyle, 2002 bütçesinin gider büyüklüğü, 2001 yılına göre 7,2 puan küçülmektedir.

2000 yılında vergi gelirlerinin yüzde 77,1'i; 2001 yılında, bankacılık sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması amacıyla yapılan düzenlemelerin getirdiği yük de dahil, yüzde 105,3'ü kadar faiz ödemesi yapılırken, 2002 yılında bu oran yüzde 73,9'a düşmektedir. Bankacılık sektörünün beraberinde getirdiği faizi de çıkarırsak, bu oran çok daha aşağıya çekilmektedir ve değerli arkadaşlarımıza dağıttığımız özel bütçe notunda da bunların oranı grafikler şeklinde sizlerin bilgisine sunulmuştur.

Personel, diğer cari ve yatırım ödeneklerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, hemen hemen aynı kalmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir asrın, yeni bir binyılın henüz eşiğinde bulunuyoruz. Bugünden, yeni çağın eğitiminin, üniversitelerinin planlarını ortaya koymak durumundayız. Eğitime ayrılacak kaynaklar, ülkeyi geleceğe hazırlayacaktır.

Eğitim kadar önemli bir alan da, hiç kuşkusuz, sağlıktır.

Çevreyi korumak, gözetmek ve ona değerler katmak, yeni binyılın başında, mutlaka, üzerinde ağırlık vererek duracağımız alanların başında gelecektir.

Adalet ve güvenliği, yurttaşlarımıza daha yakın olmalarını sağlamak amacıyla güçlendirmemiz gerekmektedir. Hızlı ve etkin bir yargı, güvenliğin önşartıdır.

Tüm ülkelerin, terörizme karşı bir seferberlik yaklaşımıyla, karaparanın aklanması ve spekülatif hareketlere, vergi cennetlerine, şeffaf olmayan bütün yapı ve birimlere karşı mücadele konusunda kesin ve kararlı bir tavır ortaya koymalarını gerektiren bir ortamdayız.

Dünya ekonomisi için daha saydam ve daha sağlam bir çerçeve oluşturmak, tüm ülkelerin temel amacı olmalıdır. Daha dengeli ve daha iyi düzenlenmiş bir dünya, küreselleşmenin yönetimi bakımından hayatî bir önemi haizdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılında üç temel faaliyet alanımız olacaktır:

1- Bütçe, çok güçlü ve bugünün şartlarında en temel politika aracıdır; ama, tek başına da, kuşkusuz, bütün problemlerin halli için yeterli olamaz. Bu ölçüler içinde, bütçe, tam bir disiplinle uygulanacaktır.

2- Birinci ve ikinci ekonomik programların temelini oluşturan yapısal reformlar titizlikle şekillendirilecek ve kararlılıkla uygulanacaktır.

3- İdarî reform çalışmaları, Avrupa Birliğine uyum, Dünya Bankası projeleri, OECD ile işbirliği çerçevelerinde uyumlu bir bütünlük içinde yürütülecek; "hesap verilebilirlik" ve "saydamlık" ilkeleri "iyi yönetişimin" yükselticisi olacaktır.

Toplam kaliteye yönelen, performansa dayalı yönetim ve denetim süreçleri geliştirilecektir. Yeni bütçe kod yapısı ve tahakkuk muhasebesi buna hizmet edecektir. Sonuçlar, "say2000’i” adlı otomasyon sistemi üzerinden, günlük olarak izlenecektir.

Hükmeden değil hizmet veren; vatandaşın gönülsüz itaatini değil, memnuniyetini ve gönülden katılımını gözeten bir kamu kültürü yaratılmaya çalışılacaktır. "Sürekli Kalite Geliştirme ve Kamu Bütçeleme Sisteminin Yeniden Yapılandırılması" projesini başlattık.

Bu çerçevede 2002 yılında;

Kamu malî yönetimindeki girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayış terk edilerek, sonuçların kontrol edildiği performans bütçeleme anlayışının yerleştirilmesi için altı kurumda pilot uygulamaya başlanacaktır. Kamu kurumlarınca kullanılan kaynakların büyüklüğünden ziyade, hedefler ve bu hedeflere ulaşılmasında gösterilen başarı ve vatandaşın memnuniyeti esas alınacaktır.

Harcama reformu kapsamında konsolide bütçeye dahil altı pilot kuruluşta da uluslararası standartlara uygun yeni bütçe sınıflandırılması uygulamasına geçilmektir. Pilot olarak seçilen kurumlar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü ile Hacettepe ve Ege Üniversiteleridir.

Genel ve katma bütçeli kuruluşlar yanında mahallî idareler, sosyal güvenlik kuruluşları, döner sermaye ve fonlar da kapsama alınarak tüm devleti kapsayan, Avrupa Birliği ve uluslararası malî kuruluşların standartlarına uygun, konsolide edilebilir bilanço ve malî tablolar üretebilmek amacıyla tahakkuk bazlı muhasebe ve kamuda muhasebe standartlarının oluşturulması için pilot uygulamaya başlanacak ve 2003 yılı başında da tam uygulamaya geçilecektir.

Kamuda insan kaynaklarının verimli kullanılması ve kamu hizmetlerinde etkinliğin sağlanabilmesi amacıyla, kuruluşların, memur, işçi ve sözleşmeli personel kadro ve pozisyonlarına ilişkin norm kadro çalışmaları hızlandırılacaktır.

Kamu malî kesiminde şeffaflığın ve harcamalarda etkinliğin sağlanması, gelir ve giderler ile nakit durumunun günlük olarak izlenebilmesi, denetlenmesi ve ekonomi yönetimine bilgi ve karar desteği sağlanması için başlatılmış olan "say200i" projesi, 2002 yılında 81 il ve 850 ilçedeki 1 546 saymanlıkta uygulamaya girecektir.

Devlet ihalelerinde şeffaflık, rekabet ve kamuoyu denetimi gibi unsurları öne çıkaran yeni bir ihale sistemi kurulmasını öngören tasarı, Maliye, Bayındırlık ve İskân Bakanlıklarınca bir yılı aşkın bir süredir yapılan çalışmalar sonucu hazırlanarak Meclise sunulmuştur.

Kamu borçlanmasına malî disiplin getiren, yeni borçlanma araçlarının ve tekniklerinin kullanılmasına imkân sağlayan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı da Meclise sevkedilmiştir.

2001 yılı bütçesinde yer alan, kamu haznedarlığı, ödeneklerin ayrıntılı harcama programları çerçevesinde kullandırılması, yeterli ödeneği olmayan yatırım projelerinin başlatılmaması, memur açıktan atama sayısının sınırlandırılması, taşıt kullanımında israfın önlenmesi, kurumlar arasında döşeme demirbaş devrinin kolaylaştırılması uygulamalarına 2002 yılında da özenle devam edilecektir. Zaruret olmadıkça yeni hizmet binası yapılmayacaktır.

Kamu hizmeti için gerekli olmayan Hazineye ait taşınmaz malların bir an önce satılarak, hem ekonomiye kazandırılması hem önemli ölçüde iç kaynak sağlanması amacıyla, geçen yasama döneminde kabul edilen 4706 sayılı Kanunla, satışları hızlandıran, kolaylaştıran ve teşvik eden yeni düzenlemeler yapılmış; ayrıca, tarım arazilerinin kullanıcılarına doğrudan satışını düzenleyen kanunlardaki başvuru süresi de iki yıl uzatılmıştır.

4706 sayılı Kanun kapsamında Bakanlığımız bünyesinde özel bir yapılanmaya gidilerek, ilgili diğer kuruluşlarla daha etkin bir eşgüdüm içerisinde, bu tür taşınmazların süratle ekonomiye kazandırılması çalışmaları sürdürülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu kaynaklarının akılcı ve etkin kullanımı yönünde izlenilen tutuma titizlikle devam edilecektir.

Harcamalara gelirler kadar özen gösterilmesi gerektiğini, altını çizerek belirtmek istiyorum. Aynı kararlılık 2002 yılında da devam edecektir.

Devlet bütçesinin uygulanmasında, vergi gelirlerinin nereden toplandığı kadar, kaynakların nereye ve nasıl harcandığı da hayatî öneme sahiptir.

Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde israfa kesinlikle izin verilmeyecektir.

Toplum, ödediği verginin nereye ve nasıl kullanıldığına, haklı olarak, büyük duyarlılık göstermektedir. Bu duyarlılık mutlaka karşılık görmelidir ve görecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin ve devletin yaptığı harcamaların temel kaynağı, kuşkusuz, vergilerdir. Vergi, gerçekte, meclislerin varoluş nedenidir. Magna Carta'da, bilindiği gibi, vergi vardır. Vergi ve bütçe, ancak, milletin temsilcilerinin onayıyla belirlenir.

Vergi almayan devlet olmaz; çünkü, vergi, kamu harcamalarının sürekli ve aslî gelir kaynağıdır. Borçlanma, makul düzeyde kaldığı sürece, mantığı olan bir bütçe finansman aracı olarak ele alınabilir. Makul seviyenin üzerinde gerçekleştirilen borçlanma, kamu maliyesinde ciddî sorunların ortaya çıkmasının ve bütçelerin tıkanmasının nedeni haline gelir.

Vergi alırken adil davranılmalı ve ekonomik ortama duyarlı olunmalıdır. Bu ilke, gerçekte, vergi sisteminin fiskal, sosyal ve ekonomik fonksiyonunu ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, iyi bir vergi sisteminin en önemli özelliği, kuvvetli, etkin bir vergi idaresine sahip olmasıdır. Bu nedenle, vergi idaresinin etkinliğini artırıcı tedbirlere özel bir önem vermekteyiz. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve planlanan otomasyon projelerinden kısaca söz etmek istiyorum.

1998 yılı sonunda başlatılan Vergi Dairesi Tam Otomasyon Projesi (VEDOP-1) kapsamında 22 il ve 10 ilçede toplam 153 büyük vergi dairesi tam otomasyona geçirilmiş; ayrıca, 269 vergi dairesi ve 14 mal müdürlüğü ile intranet ve internet yoluyla bağlantı kurularak online vergi numarası vermek ve günlük bilgileri toplamak mümkün hale gelmiştir. Yine, bu proje kapsamında, merkezde, yönetim, bilgi ve karar destek sistemleri kurulmuştur. Ayrıca, Motorlu Taşıtlar Vergi Dairesi Otomasyon Projesiyle de, 17 motorlu taşıt vergi dairesi otomasyona geçmiştir.

Bu sene sona ermeden, Vergi Dairesi Tam Otomasyon Projesinin ikinci aşamasına (VEDOP-2) başlamayı planlamaktayız.

Bu kapsamda, her ilde en az bir vergi dairesi olmak üzere, belli sayının üzerinde mükellefi olan bütün vergi dairelerinin otomasyona geçmesi; tüm defterdarlık gelir müdürlükleri, takdir ve uzlaşma komisyonlarının otomasyona geçmesi ve bu birimlerin yönetim bilgi sistemine erişiminin sağlanması; merkezde bütün bilgilerin toplanıp, yönetim ve denetim için etkin bir şekilde kullanılacağı bir veri ambarının kurulması; denetim bilgi sisteminin geliştirilmesi ve sisteme, merkez, bölge ve il düzeyinde görev yapan bütün denetim elemanlarının erişiminin sağlanması esas alınmıştır.

Vergi idaresinin otomasyon altyapısının modernize edilmesi, vergi idaresinin uygulamadaki etkinlik ve verimliliğini artıracağı gibi, çağdaş vergi sistemlerinde uygulanan araçların kullanılmasına da imkân verecek ve vergi sistemindeki elektronik ortam gerçekleşmiş olacaktır.

Nitekim, yeni proje kapsamında, 2002 yılında Kurumlar Vergisi mükelleflerinden başlamak üzere, mükelleflerin beyanname ve bildirimlerini internet üzerinden elektronik ortamda vermeleri planlanmıştır. Bunu "e-beyanname sistemi" olarak adlandırmaktayız. Elektronik devlet kavramının hayata geçirilmesinde önemli adımlardan biri olan bu uygulama ile modern teknolojinin olanakları, idare yanında, mükelleflere de sunularak işlemlerde zaman ve enerji tasarrufu sağlanması, hizmet kalitesinin yükseltilmesi ve nihayet vergiye uyumun artırılması öngörülmektedir.

Otomasyon altyapısının geliştirilmesine bağlı olarak, denetim yapısında da değişmeler olmaktadır. Denetim, vergi istihbarat bilgileri ile hedefe dönük hale gelmekte ve bilgisayarlı denetim ön plana çıkmaktadır. Proje kapsamında vergi istihbarat merkezinin bilgisayar altyapısını güçlendirerek, üçüncü taraflardan gerek vergi kimlik numarası, gerek diğer kanallardan toplanan bilgilerin güvenli ve süratli bir şekilde sisteme elektronik ortamda transfer edilmesi ve böylece denetim bilgi sisteminin geliştirilmesi planlanmıştır. Böylece, çapraz denetimler daha hızlı ve yaygın bir ölçekte yapılabilecektir.

Bütün bu proje ve çalışmaların hedefi, vergi dairesinin etkinlik ve verimliliğini artırarak vergi kayıp ve kaçağıyla mücadele, vergi tabanını yaymak ve mükelleflere kaliteli hizmet sunmaktır.

Yapılan proje ve çalışmaların etkisi, projelerin belli bir yol katetmesi ve uygulamaların kavranıp benimsenmesiyle, zamanla kendini göstermeye başlayacaktır.

Vergi kimlik numarası ve diğer yollardan toplanan bilgilerin, vergi istihbarat merkezinde toplanması ve bilgisayarlı kontrollere tabi tutulmasıyla çok sayıda mükellefte vergi kaçağı tespit edilmiştir.

Ekonomik işlemleri kayıt altına almak amacıyla kullanılan vergi kimlik numarası uygulaması devam ettirilmektedir. Bu kapsamda, 1999 yılında 2,7 milyon, 2000 yılında 2,2 milyon vergi numarası verilmişken, 2001 yılı ilk 11 ayında verilen vergi numarası 6,8 milyona yükselmiştir. Kasım 2001 sonu itibariyle vergi kimlik numarası alan gerçek ve tüzelkişi sayısı 22 milyonu aşmıştır. Vergi kimlik numarasının uygulama kapsamı, bildiğiniz gibi, eylül ayında genişletilmiştir.

Esasen, vergi yükü açısından Türkiye'nin son on yılda çok önemli yol katettiğini söyleyebiliriz. Gerçekten, genel bütçe vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı 1991 yılında yüzde 12,4 iken, 1999 yılında yüzde 18,9'a, 2000 yılında yüzde 21,1'e yükselmiştir. Bu oranın 2001 yılında yüzde 20,9; 2002 yılında ise yüzde 20,6 olarak gerçekleşmesini beklemekteyiz. Genel bütçe vergi gelirlerine mahallî idarelere ayrılan vergi payları ile vergi benzeri fon ve payları eklediğimizde, toplam vergi yükü diyebileceğimiz gerçek vergi yüküne daha yakın bir oran elde edebiliriz. Toplam vergi yükü 1991 yılında yüzde 16 iken, 1999 yılında yüzde 23,1'e, 2000 yılında yüzde 25,6'ya ulaşmıştır. 2001 ve 2002 yıllarında ise, sırasıyla, yüzde 24,9 ve yüzde 24,1 olacağını tahmin etmekteyiz.

Vergi yükü OECD ortalamasıyla karşılaştırıldığında, halen ortalamanın altında olmakla birlikte, gelişmekte olan bir ülke açısından küçümsenmeyecek bir düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Vergi yükü artışında son on yılda OECD ülkeleri arasında rekor düzeyde bir artışı gerçekleştirdiğimizi de burada vurgulamak istiyorum.

Genelde amacımız, vergi oranlarını yükselterek vergi yükünü daha da artırmak değil; kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alıp vergi tabanını genişleterek adaletli bir vergi sistemiyle vergi toplamaktır. Vergi sisteminde basitlik ve sadeliğin sağlanması da bu kapsamda yer alan amaçlarımız arasındadır.

Vergi, ekonomik olaylarla sıkı sıkıya bağlı bir değişkendir. Ekonomiyi düşünmeden vergiyi düşünmek doğru olmaz. Bu nedenle, ekonomide yeniden yapılanmaya destek, resesyona son verip canlanmayı teşvik açılarından, vergi sisteminde 2001 yılında önemli düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemeler, kısaca şöyle sıralanabilir :

Şirket devir, birleşme ve bölünmelerini kolaylaştırıcı vergi istisnaları.

Bireysel emeklilik sistemini teşvik edici vergi indirim olanakları.

Şirketlerin gayrimenkul satışından doğan istisna kazançlarında stopaj indirilmesi.

Birikmiş vergi borcu bulunanlara, bir defaya mahsus sağlanan düşük faiz ve taksitlerle borcunu ödeme kolaylığı.

Hizmet kalitesinin artırılması ile mükellef-idare ilişkisinin iyileştirilmesi, üzerinde önemle durduğumuz diğer bir konudur. Bu kapsamda geliştirilen bazı hizmetlerden, burada, özet olarak bahsetmek istiyorum.

Vergi idaresine ilişkin internet sitesi 1999 yılında açılmış olup, vergi düzenlemeleri, istatistikler, tebliğler, genelgeler, vergi takvimi gibi mükelleflerin yararlanabileceği birçok konuyu kapsayacak şekilde geliştirilmektedir.

Katma Değer Vergisi iade işlemlerini hızlandırarak, mükelleflerin mağduriyetlerinin önlenmesine dönük çalışmalar son aşamasına gelmiş ve bununla ilgili tebliğ de, geçtiğimiz haftalarda açıklanmıştır.

Ayrıca, bu amaçla yapılan vergi düzenlemeleri yanında, vergi dairelerinin gümrük çıkış beyannamelerini manyetik ortamda almaları için, Gümrükler Genel Müdürlüğüyle protokol yapılmıştır.

Mükelleflerin işlemlerinin kolaylaştırılmasına yönelik çalışmalarımız sürecektir. Amacımız, mükelleflerin birçok işlemini vergi dairesine gitmeden yapmasına olanak sağlamak; böylece, mükelleflerin zaman ve enerji kaybını önleyerek verimliliği artırmaktır. Daha önce bahsettiğimiz elektronik beyanname uygulaması da, buna hizmet eden diğer bir örnektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vergi gelirlerinde ve özellikle, yurtiçi katma Değer Vergisi tahsilatında son aylarda gerçekleşen artışlar, bize, ekonomide bir canlanmanın başladığını işaret etmektedir. Gerçekten, temmuz ayından itibaren Katma Değer Vergisi -özellikle dahilde alınan Katma Değer Vergisi- tahsilatı sürekli olarak artmaktadır. Yurtiçi Katma Değer Vergisi, önceki yılın aynı ayına göre, temmuzda yüzde 58, ağustosta yüzde 62,4, eylülde yüzde 66,1 ve nihayet ekim ayında yüzde 70,1 artış göstermiştir.

Ekonomide meydana gelen olumsuz gelişmelere rağmen, vergi gelirlerinde 2001 yılı Ek Bütçe Kanunuyla konulan hedef aşılacaktır. 2001 yılı Ek Bütçe Kanununda öngörülen vergi geliri, 31,7 katrilyon liradır. İlk on aylık gerçekleşmelere bakıldığında, vergi gelirlerinin yıl sonunda 38,5 katrilyon liraya ulaşarak, öngörülen hedefi aşacağını söyleyebiliriz.

2002 yılı vergi gelirlerinin ise, 2001 yılına göre yüzde 50,3 artarak, 57,9 katrilyon lira olacağını tahmin etmekteyiz. Bu vergi gelir hedefi de, daha önceki yıllarda olduğu gibi, gerçekçi bir vergi gelir hedefidir. 2002 yılı için öngörülen ekonomik göstergeler, bu hedefin arkasındaki ana varsayımlardır.

Bunun yanında, vergi idaresinin etkinlik ve verimliliğini artırma çalışmaları, idarî tedbirler, denetimler, personelin fedakâr çalışması, her zaman olduğu gibi, hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 154 üncü maddesi, devlet memurlarına uygulanacak maaş artış katsayılarının yılın başında bütçe kanunuyla tespit edilmesini öngörmüştür.

Bu nedenle, bütçelerin hazırlanması süreci ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerek Genel Kurul müzakerelerinde üzerinde en çok durulan, tartışılan konuların başında kuşkusuz, memur maaşları gelmektedir.

Takdir  ve tensiplerinize sunulan 2002 yılı bütçesiyle, ocak ayından geçerli olmak üzere, memur maaşlarında ortalama yüzde 10 oranında artış yapılması öngörülmüştür. Ancak, 2000 ve 2001 yıllarında uygulandığı üzere, bütçe kanununa konulan özel bir hükümle, memur maaş zamları fiyat artışlarına endekslenmiştir. Bu sistem içinde memurlarımıza 2002 yılında da enflasyonun üzerinde bir maaş artışı sağlanması ilkesi benimsenmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bütçe, vatandaşın beklentilerine ve ülkenin sorunlarına cevap vermek zorundadır. Bu cevap, inandırıcı ve samimî olmalıdır.

Enflasyonun makul düzeylere çekilebilmesi, üretim ikliminin ve yatırım şevkinin oluşması, kaynaklarımızın verimli kullanılabilmesi, büyümenin hızlandırılması, ihracatın ve istihdamın artması ve adil bir gelir dağılımı sağlanmasının temel şartı, disiplinli bir kamu mali yönetimidir.

Son ayında bulunduğumuz 2001 senesi, hem bizim hem dünya için zor bir yıl olmuştur. Huzurlarınızdaki bütçe tasarısı da, bu ağır şartların çevrelediği bir ortamda hazırlandı. Bu durum, bütçenin önemini daha da artırdı.

Bütçelerde önemli olan, uygulama ve gerçekleşmelerdir, hedeflerin yakalanmasıdır.

İçinde bulunduğumuz yılda, malî politikalarda olumlu sonuçlar alındı. Bu, kararlı ve disiplinli bir uygulamanın neticesidir. 2002 yılında da aynı özen ve kararlılık sürdürülecektir.

Türk toplumunun ve Türk ekonomi ortamının, bir güven toplumu ve güven ortamı olması, endişenin asla egemen olmayacağı bir iklimin oluşması ve kalıcılığının sağlanması, inancımızın ilk maddesidir. Bu inanç, kendi bütünlüğü içinde, Türk ekonomi ailesinin tüm kurumları ve bireyleriyle birlikte hepimizin ortak gayesi ve ortak erdemidir.

2002, malî dengelerin daha kalıcı bir yapıya dönüştüğü, ekonomik canlanma ve büyümenin tekrar yakalandığı, iç ve dışborç ödemelerinde herhangi bir sorunun söz konusu olmayacağı ve toplumumuzun yaşadığı sorunların yavaş yavaş geride kalacağı bir yıl olacaktır. Bunun umut veren belirtilerini de şimdiden görüyoruz.

Siyasî bütünlük, kararlılık ve disipline dayalı uygulama ve değişim, hiç kuşkusuz, bu sonucun anahtarı olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 11 Eylül teröründen çıkarılacak birçok ders var. Bunlardan biri de dünya gündemine büyük bir ağırlıkla yerleşen, ekonomi ile toplumsal psikolojinin iç içeliğidir. 11 Eylül sonrasında, gelişmiş gelişmemiş birçok ülkenin ekonomi yönetimi, ciddî ekonomik tedbirler ve dönüşüm kararları almak zorunda kaldı. Bu gelişimin ortak ivmesi ise şu oldu: Vatanseverlik ve ekonomik seferberlik heyecanını beyinlere ve yüreklere doldurmak. Böylesi bir süreçte kuşkuya düşmemek, dönüşüm kararlarına güven duymak, toplumsal bir erdem olarak öne çıktı.

Vatan sevgisi ve ekonomik seferberlik heyecanı, Türkiye Cumhuriyetinin nice büyük kazanımlarına önderlik etmiş iki ulusal değerimizdir. Bunun kıymetini bilelim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime son verirken, milletimizin özgüvenini bu çatı altında tazeleyecek ve pekiştirecek çalışmalarınız için teşekkürlerimi sunar, yurttaşlarımın mübarek ramazanını kutlar, 2002 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize refah ve huzur getirmesini dilerim.

Hepinize saygılar sunarım.

(ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Oral, teşekkür ederim efendim.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 22.11.2001 tarihli 24 üncü Birleşimde alınan karara uygun olarak, basılıp dağıtılan programa göre yürütülecektir.

Sayın milletvekilleri, başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümet hariç, 1'er saat, kişisel konuşmalar da 10'ar dakikayla sınırlıdır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alanları okuyacağım: Gruplar adına konuşma sıraları, Doğru Yol Partisi Grubu, Anavatan Partisi Grubu, Saadet Partisi Gurubu, Demokratik Sol Parti Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu şeklindedir.

Şahısları adına ise, lehte, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut, aleyhte Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın.

Çalışma süremizin tamamlanmasına yarım saat kaldı; ben, Sayın Genel Başkanın sözünü kesmek istemiyorum. Yüksek oylarınızla, tasviplerinizle, bugün için -1 saat öğlen arası biraz fazla, çoğumuz oruçluyuz- öğlen arasını yarım saate indirmek istiyorum efendim. Evvela peşin bunun kararını alayım.

Sayın Genel Başkanın konuşması bitene kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teşekkür ederim.

Söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Tansu Çiller'de.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum ve bugün bizleri televizyonları karşısında izleyen aziz vatandaşlarımın hem mübarek ramazanlarını kutluyorum hem de sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bugün, ayrıca, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Engellilerin, çağdaş bir toplumda, verimli, katkısı olan vatandaşlar haline getirilmesi, Mecliste bir siyasî şuurun ve dayanışmanın sonucu olacaktır. Bu şuurla, bütün engellilerimizi, onların vefakâr ailelerini bir kez daha kutluyorum.

Sayın milletvekilleri, siyaset, bütçe üzerinden yürütülen bir faaliyettir. Bunu, genelde çağdaş tanımlamalar böyle algılar ve bunun için de bütçe görüşmelerinde, bütçeyi hazırlayan iradenin tasarrufları ayrıntılı bir biçimde masaya yatırılır. Bu da, isabetli bir duruştur. Ancak, bugün, bunu söylediğimiz an, bir çıkmazla karşı karşıya kalıyoruz; çünkü, bu bütçeyi hazırlayan siyasî irade burada olmalıdır ki, müzakereler onunla yapılabilsin; bu, mümkün değil.

Buna işaret ederken, sadece, genelde, eskiden, bir bütçe konuşması yapılırken, bunun mesuliyetini ve sorumluluğunu alan iktidarın başbakanlarının, başbakan yardımcılarının, bizatihi bu sunuşları yaparak, bu sorumluluğu millet karşısında almaları geleneğinden vazgeçilmesine işaret etmiyorum. İşaret ettiğim mesele, bundan daha vahim; çünkü, eğer, bir ülkenin iktidarının ve hükümetinin başkanı, kendisine ekonomik bütçeyle ilgili sorular sorulduğunda cevap vermiyor, bekliyor ve dışarıdan bir faks geldiği zaman, o faksı, hemen "işte bizim iktisadî programımız" diye okuyor ve Bakanlar Kurulunda -duyulduğuna göre- birtakım telefonlarla birtakım mesajlar gündeme getiriliyor ve 350 milletvekili olan değerli iktidar partileri "bizim 350 milletvekilimize bakmayın, cüssemize bakmayın, biz bu işlerden anlamayız" diye, dışarıdan birisinin getirilerek bu işleri yapmasını içine sindiriyor... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)... ve sonra, bu atananlar, hiç haberi olmadan bu Meclisin, dışarıdan "onbeş günde 15 yasa çıkacak, 14 olsa olmaz..." Nedir bunun bu kadar acele olmasının nedeni; belli değil. Bütün bunlar oluyorsa ve bütün bunlar olurken, iradeden o kadar çok vazgeçiliyor ki, kurulan birtakım kurulların yönetim kurullarının ataması sürecinde "o olur, bu olmaz" diye siyasî güç bölüşümü yapan iktidarlar, bu meselenin içinden çıkmadan, bu meseleye, dışarıdaki bir irade "hayır, o öyle olmaz, böyle olur" dedikten sonra, buna "hayır"diyen bakanların başı alınıyorsa... (DYP sıralarından alkışlar)... ve daha da ileriye giderek, nihayet, Sayın Başbakan kendi için de ve kendi kelimeleriyle -aynen ifade edeceğim- "devlet için de devletten daha yetkili kurullar kuruldu, daha yetkili kuruluşlar var; onlara söz geçiremiyoruz"diyorsa, o zaman bu, millî egemenliğin peşkeş çekildiğinin resmi değilse, bir devlet krizinin ifadesidir.(DYP sıralarından alkışlar)

Çünkü, bu ülkenin ekonomisi ve ekonomi yönetimi vesayet altındaysa, bütçesi vesayet altındaysa, siyaseti vesayet altındaysa ve Başbakanın karşısına birtakım dayatmalar getiriliyor ve onlar kabul ettiriliyorsa, o zaman, bu mesele artık, bir iktisadî kriz değildir, hatta, birçok kez ifade ettiğimiz gibi, bir siyasî kriz de değildir, bu, artık, bir devlet krizi olma aşamasına gelmiştir.

Şimdi, birinci zorluğumuz, bütçeyi tartışırken, bu; ama, çok teknik başka sorunlar da var. Bu iktidar, bu milletin önüne ne koysa, onu, yüzde 300-400 fark atarak, çok farklı sonuçlarla bir noktaya getiriyor; bizim söylediğimiz her şey doğru çıkıyor, iktidarın, uyarmamıza rağmen, söylediği her şey yanlış çıkıyor; ama, o yanlışa rağmen, ertesi yıl gelip, yeniden, aynı şeyleri, sanki olacakmış gibi milletin önüne koyuyorlar; eğer, bu bir siyasî pişkinlik değilse, bilgisizliğin ve cehaletin tescilidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, geçen sene, tam bu sıralarda, yine bütçe konuşmasını yapıyorum; önümüze konulan metin -tam bu sıralarda- "efendim, yüzde 4,5 büyüme olacak..." Dedim ki, yazın, yazın... Yazmışsanız, bakın notlarınıza, bakın, bulacaksınız. Öyle, yüzde 4 falan büyüme olmaz, küçülme eksi 8, 8,5 olacak dedim; açın bakın; ne oldu; 8-8,5, belki de 9.

Efendim, geçen sene, aynen bu saatlerde veya bugünlerde, yine bu Meclis kürsüsünde, bütçe diye koyduğunuz rakam: "TEFE, yıl sonu yüzde 10 olacak." Efendim, yapmayın; bu, yüzde 10 olmaz, 80-85 olacak... Gülüşmeler. Buradan tekrar ifade: Yazın onu, yazın, not alın, gelecek sene bakarsınız... Ne oldu; 80-85 belki de 90. "Efendim, bütçe açığı -katrilyon olarak ifade ediyoruz- 5,2 katrilyon olacak... Olmuş 29,9, sapma yüzde 475; Sayın Bakan çıkmış "efendim, büyük ölçüde tutturduk; ama, bundan sonrasını daha iyi yaparız" dediği zaman, bu ülkenin buna inanması imkânı yok.

Şimdi "peki yapamadık" dediler; bu, ekonomiyi kurtarma programıydı bu kurtarmaydı, bu kurtarma olmadı, "biz bu işi beceremiyoruz, birisini getireceğiz dışarıdan..." İçlerine de sindirdiler... Bu defa, kurtardılar ya ekonomiyi, şimdi güçlendirecekler; ekonomiyi güçlendirme programı!.. Yapamıyoruz diye getirdiler, anlamıyoruz diye getirdiniz; iyi de, getirdiğiniz kişi de, bir büyük dürüstlükle geldi, onun da anlamadığını ve yapamadığını, burada itiraf ediverdi. (DYP sıralarından alkışlar) Ne olacak şimdi?! Bunun bedelini ödeyen, millet!

Bakın, şimdi, güçlendirme programı: İlkönce, yüzde 30'larda olacaktı enflasyon; sonra, değiştirdiniz yüzde 57... Bir de, böyle buçuklarınız falan var; nasılsa o 57 - 57,5'lar falan?! Ondan sonra, netice itibariyle, o zaman aynı şeyleri söylüyoruz, ne dediysek bu kürsüde geçen sene; efendim, olmaz 80-85'tir enflasyon, yukarı çıkar, aşağı inmez... Neyse, bir daha 57,5'a çıkardılar; bir daha revizyon, bir daha revizyon... Bütçeden önce, bir iki ay önce bir son revizyon yapıyorlar; sonra, tutturduk diye gelip bunu okuyorlar. Neyse, netice itibariyle,  özelleştirme şöyle olacak, büyüme eksi 3 olacak -güçlenecek ya, eksi 3 olacak- diye ilan edildi ve o zaman da, efendim, bu olmaz, yüzde 8-8,5'tur en az daralma... Efendim, 15 milyar dolar geliyor -yine estiriliyor- 15 milyar dolar daha alıyoruz; geçen sene de aldık, bak işte ne kadar büyük başarı; ışıklar yandı, tünellerin ucunda görüldü falan ve bankaları kurtaracağız... Şimdi, gerçekten, o para geldi; o paradan, şurada bizi dinleyen milletimiz, kendi kendine soruyor: Esnafın cebine ne girdi, buradan üretim için ne oldu, buradan esnaf için, KOBİ için, ihracat için, büyük sanayi için, tarım için ne oldu?! Hadi, diyelim ki, bunu, bankalar için getirdiniz; bankalar için ne oldu?!

Bankalardaki durum; işte gittik 15 gün önce bir brifing aldık: Dolarizasyon artmış; sözde, ülkeyi dolarizasyondan kurtaracaksınız. Döviz tevdiat hesaplarının oranı artmış, döviz tevdiat hesapları yüzde 60; belki daha yukarı, belki biraz daha aşağı, dalgalanıyor; ama, yüzde 60; yani, millet artık Türk Lirası tutmuyor. Bir de sosyalizasyon olmuş; yani, devlet, el koymuş, el koymuş, el koymuş... Bir de açıklar büyümüş; nerden bu kadar borç oldu diyorsunuz, işte beceriksizliğiniz; çünkü, o fonlarda, idare ettiğiniz her şeyde daha büyük zarar. Ve daha başka ne olmuş; bir de batık krediler artmaya devam etmiş. O batık krediler yüzde 25. Neden; çünkü, üretim yok ki, birisini kapatıyorlar, arkasından bir başkası iflas ediyor. İflas edince ne oluyor; o da bankaya geliyor ve nitekim, iflas etmeye devam eden bankalar, işte, iki gün önce, yeniden kapananlar, onunla birlikte bilmem kaç kişinin işsizliği, onunla birlikte, ona borsada yatıranların kaç milyar dolar yeniden kaybı...

Şimdi, bütün bunlar böyle. "Ee canım, eskiden; ne yapalım; bize geldi bu işler, eskiden geldi..." İyi de, ondan önceki 1999 programını hazırlayan siz değil misiniz?! IMF'ye getiren siz değil misiniz?! IMF'ye gelmeden önce, bu millete, karşısına çıkarak, kandıran "çok iyi idare ediyoruz, vergi reformlarını yaptık, ülkede ekonomi iyiye gidiyor" deyip "biz fukaralığı, biz, bundan böyle yolsuzluğu bitireceğiz" diyerek gelen siz değil misiniz?! (DYP sıralarından alkışlar) Peki, bu dönemde, yolsuzlukta Türkiye dördüncü oldu. Waterhouse Coupers "1999-2000 yıllarında bu ülkenin vergilerinin yüzde 36'sı yolsuzluğa gitti" dedi Türkiye için. Bütün bunlar oldu; bunları yapan da siz değil misiniz?!

Tablita programını getirdiniz. "Türkiye kurtuluyor" savaşlar, falan filan, bir şeyler... Bütün Türkiye'yi ayağa kaldırdınız şimdi "seve seve" gibi. Ne dedik o zaman: Yazın dedim. Bak, yine... Bakın şu notlarınıza. Ne zaman öğreneceksiniz siz, ne zaman öğreneceksiniz?! (DYP sıralarından alkışlar) Ne zaman öğreneceksiniz?!. Tablita programıdır bu demedim mi?! 13 ülkeden en az 11'i battı bundan demedim mi? Bu Tablita programını eğer uygularsanız, ilk birkaç ay iyiye çıkar, Türkiye düzgün durur; ama, sonra, Türkiye'de faizleri patlatırsınız, bankaları müthiş bozarsınız ve cari işlemler açığı 2,8 değil -rakam verdim- en az 10 milyar dolar olur demedim mi?! Almadınız mı şu notları, öğrenmediniz mi hâlâ?! Onları bozan kim?!. Onları bozan kim?!. (DYP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) 2,8 milyar dolar dediler, 10 milyar dolar olacak dedik; 10 milyar çıktı...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, Genel Kurula hitap etsin.

BAŞKAN - Efendim, hatip Genel Kurula konuşuyor.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Cari işlem açığı böyle, ticaret açığı, ticaret açığı... Ne idi rakamlarınız, ne idi bütçeniz? Bir evvelki seneye gidiyorum, 13 -14 milyar dolar açıktı; ne dedik, 24 - 25 milyar dolar olur dedik, 25 - 26 milyar dolar oldu.

Bu ülkeyi bozan mı arıyorsunuz; bu ülkeyi bozan, ne cumhuriyet ne bundan önceki iktidarlar, bizzat sizsiniz, bizzat siz, bizzat siz!.. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Efendim şimdi ne oluyor "yeni bir bütçe hazırlıyoruz, düzelteceğiz."

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Vurgunlar durdu.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ha, onun için mi, o hortumları durduran o İçişleri Bakanının da kellesini alıp götürdünüz?! (DYP sıralarından alkışlar) Onun için mi, bütün dünya, Türkiye'yi, hem şeffaf olmamada hem de bütün yolsuzluklarda üçüncü ilan etti, üçüncü?! Onun için mi, bütün bunları yaparken de, enflasyonda Sudan'dan sonra başa güreşiyorsunuz?! Bırakın canım!..

Şimdi, gelmişler, son bir bütçe... Efendim, bütçe bu defa iyi gidecekmiş... Evet, 2002 yılı bütçesinde şimdi tahminler... Yine yazın, bak yine yazın, aynen çıkacak. Şimdi "büyüme yüzde 4 olacak". Efendim, yüzde 4 falan olmaz, sizin böyle bir önleminiz yok; normal şartlarda mutlaka olurdu da, yani hiç kimse olmasa şuralarda, hiç kimse olmasa... (DYP sıralarından alkışlar...) bu büyüme yüzde 6 - 7 olurdu; ama, siz varsınız ya, onun için bu, yüzde 1 - 2 civarı olacak; yazın onu, yazın. (DSP sıralarından "Allah allah!"sesleri)

Şimdi deflatör yüzde 46 olacakmış; yazın, yazın; yüzde 72 olacak en az; yazın bunu, yazın. TEFE, yıl sonu yüzde 31 olacakmış; yazsınlar; yazsınlar, en az yüzde 60, en az yüzde 60; yazsınlar. (DYP sıralarından alkışlar)

Efendim, ortalama kur, 2002'de 1 800 000 lira olacakmış. Ha, şimdi siz, ocak ve şubattaki enflasyonlarla birlikte o kur ne olacak göreceksiniz.

Yani, efendim, biz faiz giderlerini... Düşünebiliyor musunuz, faiz giderlerini vergi gelirlerine oran olarak yüzde 105'lere çıkarmışlar, şimdi indireceklermiş yüzde 73'e. Bu hesap nasıl yapıldıysa!.. O da, yüzde 100'ün üstünde olacak- yani, bu ülkenin topladığı bütün vergi- bizim hesabımıza göre yüzde 105,8; yanılmayız, belki noktası çıkmaz; ama, yüzde 105 civarlarında olacaktır.

Şimdi, çok güzel, tünelin ucundan bir ışık göründü. O görünen ışık ne, biliyor musunuz; o tünelin ucundan bir tren geliyor, trenin ışıkları milletin üstünden silindir gibi geçecek! O ışık dediğiniz şey öyle. (DYP sıralarından alkışlar)

Zaten, geçenlerde, bir köşe yazarımız yazmış; benim de dikkatimi çekti, diyor ki; Anadolu'ya gittik, bir de hocayı yanımızda götürdük... Hakikaten, hocalarla gidilir böyle, Anadolulunun da hocalara çok büyük bir saygısı vardır; yani, hoca bir şey söyledi mi, susar. Bu hoca da demiş ki; kriz falan, biz çok krizler gördük, umutsuzluğa kapılmayın siz, bu iş de geçer, yine bakın iyi bir şeyler oluyor falan der demez, ekonomi iyiye gidiyor der demez, hepsi kalkıp, hocanın üstüne yürümeye başlamışlar. Şimdi, siz, milletin ne tepki göstereceğini bilmezsiniz; ama, sakın çıkıp da milletin arasına, işler iyiye gidiyor falan demeyin; endişe duyarım sizin adınıza, endişe duyarım, endişe duyarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Her gün milletin içindeyiz...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi efendim, 10 milyar dolar gelecek, 10 milyar dolar net gelecek, 4 milyar dolar da geçen seneden var, 4,2,  onlar da gelecek, 14 milyar dolar gelecek. Aslında, net olarak 10 milyar dolar gelecek; 5,5 de, bizim anladığımıza göre, bunun içinde. İnşallah öyledir; çünkü, şu anda 31 milyar dolar geldi iki yılda, Türkiye'nin ne hale geldiğini gördük; yani, Türkiye'nin, bu borç üstünden ne hale geldiğini gördük.

Peki, 10 milyar dolar geldi, siz, gelecek sene ne ödeyeceğinizi biliyor musunuz? Kamu kesimi 16 milyar dolar ödeyecek gelecek sene, 10 milyar dolar da özel sektörde, etti 26 milyar dolar. Nasıl ödeyeceksiniz bunu? "Ee, niyet mektubu yazdık..." O niyet mektubu, millet için kötü niyet canım, öyle iyi niyeti falan yok onun! "Petrol fiyatlarını yükselteceğiz..." Tabiî, ne olacak; dolmuş, tüpgaz, gübre, ilaç, hepsi yükselecek. "Doğalgaz kullananlar metreküp başına vergi verecek, KİT ürünlerine zam yapacağız, Tekel ürünlerine, şekere, Telekom hizmetlerine, yetmedi, daha fazla zam yapacağız." Sonra ne yapacaksınız; "çiftçi, artık bundan böyle, soya fasülyesi ve kanola ekmesin..." Çünkü, ekerse, artık hiçbir şey yok; yani, bu ülkenin yüzde 40 nüfusu, bir anda üzerinden silindir geçilmiş gibi, çizilmiş, yok, böyle birisi yok, böyle bir nüfus yok. Emekliler, sigortalılar, bundan sonra katılım payı ödeyerek ilaç alacaklar, taneyle ilaç alacaklar; bunlar da yazılıp çizildi. Memur maaş artışları; eh enflasyon yüzde 31 olacak; ama, memura gelince, o bile yok. Yüzde 31 olmayacak zaten o, biraz önce ifade ettiğim gibi yüzde 60 küsur olacak. O nedir; o, ilkönce yüzde 10, temmuzdan sonra yüzde 5. Ziraat ve Halk Bankaları artık, katiyen; öyle, Halk Bankası esnafa, Ziraat Bankası çiftçiye... Bunlar da yok.

Ee, başka ne olacak; başka "SSK ve Bağ-Kur primlerini daha iyi toplayacağız..." Siz farkında mısınız ki, aftan sonra boşalttığınız, hani o hepsini dışarı çıkardınız ya, hani ne bir iş ne bir aş, eğitim yok, bütün suçlular dışarıda, milletin anası, kızı korkudan dışarılarda dolaşamaz hale geldi; ama, şimdi o hapishanelerin hepsini doldurdunuz; kiminle, biliyor musunuz; o zavallı, bu milletin bütün geleneklerinin ve sağduyusunun temeli olan o esnaf, Bağ-Kur primini mi ödeyemiyor; SSK primini mi ödeyemiyor, çiftçi, borcunu mu ödeyemiyor; onları hapse sokuyorsunuz. Haklarını arıyorum; haklarını arıyorum! (DYP sıralarından alkışlar)

Ha, yetmedi bunlar "özel işlem vergilerini artıracağız..." Vergi beyannameleri; belediyelere verilenler, SSK'ya verilenler, gümrük beyannameleri, taşıt kayıtları, avcılık ruhsatları, cep telefonu, ne varsa, hepsine ayrıca özel işlem vergileri koyacağız. Bakmayın bir an düştüğüne, Motorlu Taşıtlar Vergisi artacak, Taşıt Alım Vergileri artacak. Cep telefonlarının vergisi yüzde 65; ama, biraz daha artıracağız. Eğer, ola ki, mahallî idareler reformunu yaparsak -hani, geldiklerinin ilk bir yılında yapacaklardı; ikibuçuk yılı geçti, hâlâ böyle bir reform yok-  o zaman, daha fazla vergi alacağız. Ne alacağız? Buna "cinnet vergileri" diyor millet. Telefondan, aboneli doğalgazdan, SSK'dan, motorlu araçlardan, uçak biletlerinden, tapudan, borsadan ayrı vergiler alacağız ve birileri diyor ki: "Tünelin ucunda ışık gözüktü." Bir başka Başbakan Yardımcısı da çıkmış, diyor ki: "Bu sene oruç tutacağız; milletten fedakârlık istiyoruz." (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, milletin fedakârlık yapacak hali kalmadı. Bakın, şu mübarek günde, şu millet, iki şey için dua ediyor: Birincisi, şu tahsildar olarak gönderilen bakan görevine geri iade edilse; ikincisi de, şu hükümetten bir kurtulsak. Başka bir şey istemiyor. (DYP sıralarından alkışlar) Başka hiçbir şey istemiyor. Bırakın da, şu fedakârlığı bir defa da siz yapın da, şu milletin yüzünü güldürün.

Efendim, bunu o kadar çok söylediniz ki, üzerinde durmaya devam edeceğim; ama, sonra da çözümleri çok ayrıntılarıyla ele alacağım, belki öğrenirsiniz umuduyla. Eğer burada yetmezse, öbür konuşmamda da o çözümleri açarak devam edeceğim.

"Efendim, siz bozdunuz..." Bakın, şimdi, size neyi bıraktık, ne hale getirildik, rakamları okuyacağım. Eğer biraz siyasî akıl varsa, bu rakamlar sizi çarpar.

Şimdi bakın: Bıraktığımız Türkiye'de içborç, Haziran 1997'de 4,2 katrilyon. Bu nereye kadar çıkabilir dersiniz? 119 katrilyon. Şimdi, diyecekler ki; efendim, Türk Lirası şöyle oldu, böyle oldu. Hay hay, dövizle başlayalım.

Biz, 1993'te 23 milyar dolarlık bir içborç alıyoruz; beş yıl sonra 28 milyar -5 milyar artırıyoruz, 5 milyar- olarak teslim ediyoruz. Bu 28 milyar, devri iktidarınızda, dört yılda ne kadar artabilir dersiniz; yani, biz, beş yılda 5 milyar artırmışız, siz dört yılda ne artırabilirsiniz; olsa olsa 4 milyar olması lazım değil mi? Hayır; 28 milyardan 96,7 milyar dolara... Nasıl vereceksiniz bunun hesabını? Nasıl vereceksiniz bunun hesabını?! (DYP sıralarından alkışlar) Batırırsanız bankaları, fonlara, hortumlara, borç üstüne borç, o yükselen faizler, tablita programlarından açılan cari işlemler; işte gelinen nokta bu.

Dışborç: Dışborcu 82 milyar dolarda bırakmışız; 111,9 milyar dolar... Dışborç stokunun gayri safî millî hâsılaya olan oranı -bu çok önemli; çünkü, üretime olan oranını; yani, üretim değil ama, hiç olmazsa millî gelire oranı bir göstergedir- bıraktığımız Türkiye'de, bu 42,4. Ayrıca, cumhuriyet tarihinin almış olduğu bütün, toplam iç ve dışborç stokunu şimdi söylüyorum; o da yüzde 57; yani, Türkiye'nin, 1920'lerden beri, cumhuriyetten beri almış olduğu toplam dışborcun millî gelire olan oranı yüzde 42. Bu, dört yıllık iktidarınızdan sonra yüzde 76,7; yani, katlıyor. Düşünebiliyor musunuz, katlıyor. Toplam iç ve dışborcu, millî gelire olan yüzde 57 oranla bırakıyoruz; devri iktidarınızda yüzde 141, bir hesaplamaya göre, DPT'nin bir hesaplamasına göre de yüzde 165, o rakamları kullanırsanız. Yani, 2 katı, 3 katı. Bu, sizin mi; size bırakılan bu durumun mu sonucu?

Biz üzülürdük, vergi gelirleri faize gidiyor diye; bıraktığımız Türkiye'de yarısı gidiyordu, yüzde 48... Gelinen noktada, bunu, yüzde 105'e çıkarmışlar. Vahameti düşünebiliyor musunuz?! Bu kadar borç alınıyor; bir üretim olacak, bir vergi toplanacak, bir şey olacak, yüzde 105... Vergi, sadece faize yetmiyor, yetmiyor!.. Durum bu.

Netice itibariyle, bıraktığımız Türkiye yüzde 8 büyüyor üç yıl üst üste ve bıraktığımız Türkiye'de kişi başına gelir az, 3 000 küsur dolar; ama, şimdi 2 000 küsur dolar civarında ve neticede, her şeyde bir geriye dönüş var.

Geçen sene, bu kürsüden şunu söyledim: "Biz de bir istikrar programı uyguladık; ama, o istikrar programını bir yılda aştık, eksi 6 olan büyüme yüzde 8 oldu; üç yıl, Türkiye, yüzde 8 civarında büyüdü ve ihracat da, yüzde 15 - 16 arttı; gümrük birliğine girdik, ona rağmen rekabet etti Türkiye ve 1 dolar borç almadık, kimsenin önüne gidip 1 dolar borç almadık. (DYP sıralarından alkışlar) Ona rağmen, terör mücadelesini de yaptık, Türk cumhuriyetlerine de yetiştik." Şuralardan, şöyle, bir başbakan yardımcısı, bir eda ve hışımla geldi buraya "efendim, siz, ihracatı büyütmüşsünüz, büyümeyi yüzde 8'e çıkarmışsınız; elbette yaparsınız. Onca devalüasyondan sonra, az bile bu. Biz, devalüasyon yapmadık, yapmayacağız da" dedi. Hepinizde alkışlar, ayağa... (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, o değerli Genel Başkanı, o değerli Başbakan Yardımcısını, aynı eda ve hışımla şuraya gelmesi için davet ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Gelsin ve söylesin bakalım; onca devalüasyona rağmen, bıraktığımız ihracat 32 milyar dolar; halen, onu yakalayacak mısınız, yakalamayacak mısınız belli değil. Büyüme, değil yüzde 8, eksi 8,5-9 ve de aldığınız borçlar 31 milyar dolar. Gelin de, bunun, şurada bir hesabını verin bakalım; kimmiş başarılı, kimmiş başarısız, o bir ortaya çıksın. (DYP sıralarından alkışlar) 56 yılın en büyük küçülme rekoru, 31 milyar dolar borç; bu millet ödeyecek bunu.

Netice itibariyle, işsizlik oranları büyümüş, her şey büyümüş; ama, bugün gelinen noktada "iktidar haksız mı?.." Şimdi, bunlara tek tek cevap vereceğim; çünkü, şu söylediğim rakamları duyanlar, aslında, bunları yüzüne çarpılmış gibi hissederler; ama, ben, tek tek, millet aldatılmasın diye... Bunlar tükenmiş; zaten, bu iktidar tükenmiş; endişem o değil; ancak, bunu söyleye söyleye cumhuriyeti hırpalıyorlar, demokrasiyi tahrip ediyorlar. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ülkenin, kendi siyasetçisine ve becerinin olabileceğine olan umudunu kırıyorlar. Baktım; çünkü, ara sıra, Başbakan hemen kaçıverir bizim burada her konuşmamızda; yine aynı şey oluyor mu diye geriye baktım; izahat vereyim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ayıp oluyor... Ayıp oluyor... Lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, netice itibariyle, efendim, erken emeklilik olmuş 1992 yılında -şimdi bakın, bakın- onun için Türkiye bu hale gelmiş. Bir kere, eğer o erken emekliliği siz yanlış görüyor idiyseniz ve popülizm diyor idiyseniz, o değiştirilerek 50-55 yaşlarına çıkarılırken, niye komisyonlarda bir not düşmediniz, niye buralarda muhalefet etmediniz, niye Anayasa Mahkemesine götürmediniz? Hadi, diyelim ki bunu atladık. Şimdi, zorunlu emekliliği niye getiriyorsunuz tasarruf diye? Niye getiriyorsunuz tasarruf diye? (DYP sıralarından alkışlar) Onlar emekli olmasa, memur olarak maaş alacaklar. Şimdi, bu emeklilik 40'larda olsun demiyoruz; bu, uzun vadede hesapları bozar. Onun için, 1995 yılında, iktidarımızda dedik ki, gelin, şunu değiştirelim; 50-55 yıla getirelim, kadın ve erkek için. Hemen, o "popülizm yapmayız" diyenler mezarlara gittiler, mezar taşlarına "yaptırmayız" diye yazdılar, broşürler çıkardılar. Şu, Anavatan Partisinin: "Mezarda emekliliğe hayır." (DYP sıralarından alkışlar) Bununla kalmadılar. Mezar başlarına gittiler. "Efendim, buna katiyen hayır deriz" dediler. Sonra, geldiler, 58 ve 60 yaşını çıkardılar; iyi mi?! Şimdi, dönmüşler, popülizmden, zikzaktan bahsediyorlar.

Efendim, gümrük birliği... "Gümrük birliği oldu, onun için Türkiye bu hale geldi..." Milletimiz falan biliyor, sanayici de biliyor da, ben, yine söyleyeceğim. Canım, sizin, kendi Dışişleri Bakanınız buraya gelip "gümrük birliği olmasaydı Avrupa Birliği hayaldi" demedi mi?! Siz, Avrupa Birliğine gitmek, yolunu açmak falan istemiyor musunuz? O gümrük birliğinde Kıbrıs mıbrıs dediniz. İşte, metin burada; o Kıbrıs'a bir tek atıf yoktur; ama, Helsinki'de, maalesef, o Kıbrıs meselesini bir Avrupa Birliği meselesi haline getirdiniz; o da antrparentez.

Şimdi "efendim, gümrük birliği Türkiye'yi bu hale getirdi..." İyi de ondan sonra ne cari işlemler açığı bozuldu... İhracat yüzde 16 büyüdü. Krizi siz getirdiniz. Krizden sonra... Farkında değilsiniz, bir 60 ıncı madde var gümrük birliğinde; yani, bunları da anlamak için, acaba, sizin, birisini, dışarıdan bir tane daha ithal birilerini falan mı getirmeniz lazım?! 60 ıncı madde ne diyor biliyor musunuz atıfta; diyor ki: "Eğer -tabiî, bunu söylemiyor da, birtakım beceriksizler gelir de yeni bir kriz çıkarsa; ola ki, hatta, bırakın bir sektörde kriz çıkarsa- bir kriz çıkarsa, ülkenin kendi kendini korumaya hakkı vardır; Ortaklık Konseyine de, bunu, gelir, bildirir." Bunu yapmak için de, size birisini mi getirmek lazım dışarıdan?! (DYP sıralarından alkışlar)

Efendim, çok büyük dalkavukluk yaptılar. Çiftçiye ve esnafa verdiler, kaynak aktardılar; Türkiye, bu hale geldi. Efendim, kütlü pamuğa 300 milyon dolar vermişiz; bu 300 milyon dolar, olmuş 10 milyar dolar... Bak, bak, bak, sen şu işe!.. 700 milyon doları da Hazine ödemiş 1997'de; ama, o 300 milyon doların üzerinden yüzde 25 reel faiz çalıştırmışlarmış, onun için de, 1997'de 700 milyon dolar da ödenmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin sıkıntısı buymuş; bu da, dalkavuklukmuş!..

Ha, şimdi, beyler... Ha, niye hanımlar demiyorum, söyleyeyim; çünkü, bir hanım bile şu iktidarın içinde yok da, ondan... (DYP sıralarından alkışlar)

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Onları da gördük Sayın Çiller.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, şimdi, bakın, beyler, eğer, o yapılan dalkavukluksa, biz, gelip, yine çiftçiye, yine esnafa onu vereceğiz, yine vereceğiz... (DYP sıralarından alkışlar) O zaman Halk Bankasının ve Ziraat Bankasının -ha, eğer bunu konuşuyorsanız, gelecek seferki konuşmalarımda yine getirir, yine, sizin önünüze koyarım- o dönemlerdeki bütün kredileri patlarken, o dönemlerdeki görev zararları, devri iktidarınızda bütün kısıtlamalarınıza rağmen, oluşturduğunuz görev zararlarının onda 1'i bile değil. İşte, hem millete vereceksiniz hem de beceriyle görev zararını asgarîde tutacaksınız; mesele burada.

Şimdi, eğer bu dalkavukluksa, biz, bunu, şerefle taşırız da, çiftçi adına, esnaf adına, KOBİ'ler adına, ihracat adına, siz, şu aldığınız 31 milyar doları, üstüne bir de yüzde 25 faizle hesaplayın ve yok olup giden... Bundan 1 sent, 1 dolar çiftçiye, esnafa, emekliye, işçiye gitmemiş,. 1 dolar... Peki, siz, beyler, kimin dalkavukluğunu yaptınız?! Gelin, şunun bir hesabını verin! Kimin dalkavukluğunu yaptınız?!.. (DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Dalkavukluk, bize yakışmıyor, söyleyene yakışıyor!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, bakın, eğer, en büyük hatayı arıyorsanız, bunun altında hepinizin imzası var. Yüzyılda bir Türkiye'nin önüne gelecek bir fırsatı kaçırttınız: Telekom davası... Türk Telekom'un değeri 40 milyar dolardı. Arşivlerinizde var. Hazine Bakanınız da bakabilir, eğer buradaysa!.. Görüyorum ki, o da kaçmış! Şimdi, arşivlerde var. O arşivlerde Morgan Stanley, Limen Brothers, 40 milyar dolar -üstü var, 41, 42- değer biçiyor. Yarısını özelleştirsek, 20 milyar dolar; ne iç borç kalıyor ne enflasyon kalıyor ne büyüme sıkıntısı kalıyor. Hiçbir şey kalmıyor. "Efendim, bu Türkiye'nin bağımsızlığıyla bağdaşmaz..." Anayasa Mahkemesine götürüyorsunuz. Bakın, imzalara bakın: Sayın Çağan, Sayın Yılmaz, Sayın Ecevit, Sayın Rüştü Kâzım Yücelen, Sayın Mehmet Keçeciler, Sayın İsmail Cem, Sayın Hüsamettin Özkan...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bakanlar bunlar!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bütün bunların hepsi, Türkiye'yi bu fırsattan mahrum ediyor. Bitmiyor, bitmiyor; sonra gidiyor, hani o Kurtuluş Savaşı var ya "Türkiye'yi kurtaracağız" falan-bunun değeri düşmüş 3,5 milyar dolara- "Türkiye'nin kurtuluş reçetesi bu" diye çıkıyorlar ve milletin önünde diyorlar ki: "Hiç üzülmeyin; biz, artık, özelleştirme yapıyoruz; Türk Telekomdan da 3,5 milyar dolar gelecek." Daha halen de o para gelmiyor!

Efendim, geçmişte hiçbir sıkıntı yok. Geçmişte sıkıntı varsa, aslında, 18 yıldır iktidarda olanlar, 18 yılın hesabını veremediği gibi, üstelik de geldiler, bu ülkede... Enflasyondan başka hiçbir sıkıntısı olmayan bir ülke; yüzde 8 büyüyen, yüzde 16 ihracatı büyüyen, Gümrük Birliğinde herkesi sollayıp geçmiş bir yıldız ülke... Bir yıldız ülke...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Çiller, siz de iktidardınız!

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyelim lütfen... Tahammül edin...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - "Enflasyonu düşüreceğiz" dediler ve bakın, enflasyon yüzde 85-90 olacak bu yıl sonu. Ekmekteki artış yüzde 122. Efendim, sütteki artış yüzde 160. Üreticiye gitse neyse; yani, bunların hiçbir tanesinin üreticiye de gittiği yok. Margarin yüzde 150, şeker yüzde 167, kurşunsuz benzin yüzde 106, tüpgaz yüzde 148 ve elektrik ürünleri, alüminyum ürünleri, yine, böyle yüzde 100'ler civarında. Otoyol geçişleri yüzde 250, belediye otobüsü, metrolar vesaire; onlar da yüzde 100 civarında.

Şimdi, bütün bundan sonra, artık, bizim, geçmiş haksızdır falan, bunu siz yaptınız dememize gerek kalmadı. İkinci mektubu açtılar. Eskiyi suçlama bitti, şimdi ikinci mektubu açtılar; saç saça, baş başa. İktidar partileri birbirlerine, efendim, siz böyle yaptınız, siz şöyle yaptınız, biz olsak böyle yapardık... Ne yaparlardı diye bakıyoruz; bizim beş yıl önce ikinci demokrasi programında ilan ettiklerimiz... Hani, o zamanlar demokrasinin adı falan yoktu buralarda, jandarma kapıya gelince "demokrasi, demokrasi" demeye falan başladılar. (DYP sıralarından alkışlar) Neyse, oradan paragraflar ve kurtuluş reçeteleri...

280 000 tane yeni kadro aldınız, 1 tane daha kadro alın da, o size hatırlatsın her sabah, beyler, siz iktidarsınız iktidar, muhalefet değil... Yapın şunları canım, gelin de yapın şunları. (DYP sıralarından alkışlar) Beş yıldır iktidardasınız. Halen gelip, o bu değil; gelin de şu meseleleri yapın.

Şimdi, en önemli mesele: Nasıl ödeyeceksiniz bunları, nasıl çıkacaksınız bu işin içinden? Bugün, belki çözüm önerilerine gelemeyeceğim, yetişemeyeceğim; ama, zannetmeyin, gelecek seferki 1 saat sadece onları konuşacağız. Belki anlarsınız diye... Belki anlarsınız diye...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hiçbir zaman söylemediniz ki...

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Feyz aldık...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - İsterseniz iki saat yapalım; onları da ayrıntılı bir biçimde açalım; çünkü, size üç beş dakika anlatmakla anlamanız falan mümkün değil.

Şimdi, bakın, bugün, bunları ödeyecek milletin halini bir görmek lazım. Kim ödeyecek bu 31 milyar doları; bir de 14 milyar dolar daha geliyor, 45 milyar doları. IMF'nin en fazla borçlu ülkesi. Kim ödeyecek?..

Başlayalım köylüden... Köylü ne durumda; köylü ne yapacak da ödeyecek bunu acaba? Nasıl ödemeyecek diyemezsiniz; bu ülkenin yüzde 40'ı bunlar; yani, nüfusun, dolaylı olarak bakarsanız daha da fazlası belki; ama, yüzde 40'ı. Şimdi, traktör üretiminde yüzde 54 azalma olmuş. Traktör alan, üreten, ürettikçe de çıkarıp bir şeyleri ödeyebilen tarım kesimi, traktörünü, toprağını, her şeyini satıyor.

Şekerpancarı... Ne yapıyorsunuz siz biliyor musunuz; ne yapıyorsunuz?

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Fiyatı belli değil; fiyatı...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Yani, bir kere, şu şekerpancarında üreticiler, 600 000 kişi ekici, 2 milyon insan taşımacılığı, hayvancılıkla uğraşanları vesaire... Ne yapacaksınız bunları siz? Bu ne biçim milliyetçilik? Bunların gençlerini toplayıp kamyonlara koyup varoşlara mı bırakacaksınız siz? Ne yapacaksınız? Ne alternatif veriyorsunuz bunlara; ne alternatif?.. (DYP sıralarından alkışlar)

Bunlar, bizim zamanımızda, 6,5 kilogram pancar verirlerdi 1 litre mazot alırlardı. Şimdi, 25 kilogram verseler, alamıyorlar. Onu bırakın, geleceği yok, ne olacağını bilmiyor.

13 milyon ton fabrikaların işletme kapasitesi, bunu 11 milyon tona indirmişler. Tatlandırıcıların oranları Avrupa Birliği normları yüzde 2 olması lazım, yüzde 10'a çıkarmışsınız. O yetmiyor, 2004'te açıyoruz diyorsunuz; yani, 2004'ten itibaren artık pancarın üreticisi yok. Peki, ne olacak bu 2 milyon insan; ne olacak?.. Nasıl ödeyeceksiniz o borçları? Kim üretecek; ne yapacak?..

O yetmedi tütün; yani, tütün de az değil; 500 000 aileyi, 2-2,5 milyon insanı ilgilendiriyor dolayısıyla. Bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogram tütünle 12 litre mazot alınıyordu; şimdi, 1 kilogram tütünle 2,4 litre... O da ne olacağı belli değil.

Şimdi bir kanun çıkardınız, geri döndü; aynen çıkarıyorsunuz ve aynen çıkardığınız zaman bütün tütüncüler bağırıyor, diyor ki: "Bizi üreticinin eline teslim ediyorsunuz. Hiçbir üretici gücü kalmıyor. Bizi yabancıların ırgatı haline getirirsiniz." Şimdi, hani şu milliyetçilikten dem vuranlar nerede; nerede?.. (DYP sıralarından alkışlar) Şu Polonya bile, şu Polonya bile düzgün yaptı bu işi. Özelleştirmeye karşı değiliz; yabancı sermayeye de karşı değiliz; ama, korudular üreticilerini, korudular. Kendi içinde sattılar, şartlar koydular, bizim fabrikalarımızda üretilecek dediler, bu fabrikalar kapanamaz dediler, üretimde kullanılacak tütünün en az şu kadarı bizden olacak dediler. Bizde bunların hiçbiri yok.

Fındık... Türkiye'nin, yüzde 80-85'ine sahip olduğu nadir ürün; hem dünya üretiminin hem de ticaretinin; yani, eğer, bir tek fiyatı ayarlayabileceğimiz ürün varsa bu; öbürlerini yapamazsınız. 2 dolardan 1 dolara düşürdünüz; maliyet altı ve Türkiye'nin ihracatı 1 milyar dolara yaklaşmıştı; onu düşürdünüz. Milleti fakirleştirdiniz, ülkenin gelirini düşürdünüz ve bunun adına da reform falan diyorsunuz.

Pamuk... İnanılır gibi değil. Pamuğu besleyen nedir; pamuğu besleyen aslında çok büyük ölçüde konfeksiyon; konfeksiyonu besleyen de pamuk. Birbirlerini tamamlayan iki yer. Bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogram pamukla 2 litre mazot alınıyordu; bugün, 1 litre alınamıyor; onun da yarısı gitmiş.

Peki, ne olacak; efendim, prim vermeyeceğiz, hiç kimseye, hiçbir şeye prim vermeyeceğiz ve ne oluyor; üretim düşüyor, Türkiye'nin ihtiyacı olanın altına düşüyor. Kim üretiyor biliyor musunuz; Yunanistan üretimi fazlalaştırıyor ve Yunanistan, Türk tekstilinin açığını, pamuk olarak kapıyor. Neden; çünkü, Yunanistan sübvansiyon alıyor; siz, kendi çiftçinize vermiyorsunuz, o veriyor, o satıyor, o katmadeğer yaratıyor.

Ayçiçeği aynı şekilde, gümrükler inmiş; zeytinyağı bu sene yok yılı, gelecek sene prim vermezlerse ne olacağı belli değil; zeytin keza öyle; kayısı öyle. Yaş sebze ve meyve önemli bir konudur; buralarda -özellikle ifade etmek istiyorum- bunlar istihdam yeri, bacasız fabrika bunlar. Bunlara, gereken ilgi gösterilemiyor.

Tariş... Tariş, işte elinde geldiğince kuru üzümü, inciri falan bir şeyler yapmaya çalışıyor. Tarişbankı alıyorsunuz, Atatürk'ün, yegâne üreticiye verdiği bankayı alıyorsunuz; 120 000 üyesi var, Allah'tan yanlış hesap Bağdat'tan dönüyor, Danıştaydan dönüyor. Şimdi, bari gidin, çıkın özür dileyin 120 000 üreticiden. O bankayı kuvvetlendirerek geri verin; çünkü, siz yapmazsanız, biz gelip, biz yapacağız. (DYP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hayvancılığı öldürdüler.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Netice itibariyle, bugün, bütün yapılan sübvansiyonlar, ciddî bir biçimde erozyona uğruyor.

Bakın, size, Avrupa Birliği normlarını... Çünkü, ne yapacağımızı söyleyeceğim, şimdi, tarımda ne yapacağımızı söyleyeceğim... Toprak Mahsulleri Ofisi, dışarıya 250 milyondan buğday satarken, 300-350 milyon dünya fiyatları ve buğdayın fiyatını indirmişler, gübre yok, aynı zamanda tohum yok, üreticinin ilacı yok, üretebileceği belli değil ve görüyorum ki, netice itibariyle, burada, ekmeğin içindeki buğday oranı, yüzde 10-yüzde 15 civarı. Niye; çünkü, bütün diğer masraflar yükselmiş. Avrupa Birliği Komisyonunun raporunda "gıda maddeleri içinde, ham üretimin yeri çok azdır zaten" deniliyor ve siz, doğrudan destek vereceğiz derken, onu da vermiyorsunuz; 10 000 000 verilecekti, o da 6 000 000 iniyor... Ama, şimdi, şunu söyleyeceğim: Yüzde 92 faiz uyguluyorsunuz -bu, Ziraat Bankasının uyguladığı faiz- ve netice itibariyle, Tarım Bakanlığına bağlı -yani, MHP'ye bağlı Tarım Bakanlığı- tarım kredi kooperatiflerinin uyguladığı faiz, bunun da üstünde... Bunun da üstünde...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O, sizin döneminizden beri öyle; 1991'den beri...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...ve, değerli arkadaşlarım...

BAŞKAN - Hatibin sözünü kesmeyin efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Çiftçiyi mahvettiniz...

BAŞKAN - Tahammül buyuracaksınız.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...bunlara, siz, reform diyorsunuz.

Bakın, şimdi, biz ne yapacağız, size söyleyeyim: Biz geldiğimiz zaman, yeniden üretecek, dünyada ne kadar sübvansiyon veriliyorsa... 350 milyar dolar, tarıma sübvansiyon veriliyor; Avrupa Birliğinde de veriliyor, ABD'de de veriliyor. Onların, ayrıca, tarımda kullandıkları enerji fiyatları daha düşük, faizleri daha düşük, her türlü gen teknolojisi onlarda ve siz, diyorsunuz ki, bunun adı reform. Beyler, bunun adı, piyasa ekonomisi değildir. Eğer diyorsanız, cehalettir; çünkü, piyasa ekonomisi, haklı rekabeti getirir. Onlar ne yapıyorsa, siz de onu yapacaksınız. (DYP sıralarından alkışlar)

Biz geleceğiz, yine, çiftçi rahat etsin. Bakın söylüyorum, çiftçi rahat etsin. (DYP sıralarından alkışlar) Dünya ne yapıyorsa, haklı rekabet çerçevesinde ve piyasa ekonomisi çerçevesinde, üretebileceği fiyatı vereceğiz, yeniden prim vereceğiz, yeniden tohumunu vereceğiz...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Niye yapmadınız zamanında?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...yeniden Ziraat Bankasını onların bankası yapacağız (DYP sıralarından alkışlar) ve bunun adı da, dünya ne yapıyorsa odur; başka hiçbir şey değildir.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Daha önce niye yapmadınız?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, memur maaşları...

Bir kere, anlamadığınız şey şu: Üretim olmadan, bu işi düzeltemezsiniz. Üretimin maliyetlerini düşürmek için de tüketim olması lazım. Tüketim olmazsa eğer içeride, o maliyetler yükselir, rekabet gücünü kaybedersiniz. Size, iktisat 1'in, birinci sınıfının ilk satır dersi... (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gülüşmeler) Tüketim artmadan içeride, o üreticinin maliyetleri rekabet gücünün üzerinde kalır.

"Efendim, biz, herkesin tüketim imkânını bitireceğiz." Dediğiniz bu. Ne yapacağız; memur maaşlarını indireceğiz ve asgarî ücreti eriteceğiz -eritiyorsunuz zaten- Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur emeklilerinin hepsini eriteceğiz -erittik de zaten- asgarî ücretten yüzde 65 kesinti alacağız -bu, Dünya OECD ortalamalarını katlıyor- bu yetmeyecek, bunu biraz daha sıkacağız... Şimdi diyecekler ki, efendim, siz de bir 5 Nisan kararları uygulamaya koydunuz, o zaman da işçi ücretlerini ne hale koyduğunuzu biz biliyoruz. Öyle diyeceksiniz, değil mi?! (DSP sıralarından "Demeyeceğiz" sesleri) Deyin canım!.. Deyin de, ben de cevap vereyim. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakın... Bunu söyleyen, o zamanlar sokağa inen Bayram Meral. Bayram Meral'in ağzından, bir sivil platformda söylediğini aynen ifade ediyorum. Türk-İş'in Başkanı diyor ki: "1994 yılında da bir kriz oldu. O zaman, işçinin ücreti ortalama 22 milyon lira idi ve o parayla 568 dolar alıyorduk sizin krizinizde -1994 krizi- bu yıl, işçimiz ortalama 680 milyon lira alıyor ve bununla da, sizin kriz döneminizde işçinin ortalama 568 dolar olan ücreti 400 dolara düşmüştür." Evet, herhalde, bu kadar açık diye düşünüyorum. Kim tüketecek; yani, bu ülkede kimi bırakıyorsunuz siz? Kim tüketecek, kim üretecek en önemlisi o? Kamu-Sen açıklıyor "ülkemizde çalışanların yüzde 74'ü açlık sınırının altına indi 280 500 000 liranın altına- yüzde 96'sı da yoksulluk sınırının..."Temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor 853 milyon liranın altına indi" diyor; biri 280 milyon, öbürü 853 milyon...

Böyle bir ortamda esnaf kepenk kapatıyor -açık- hayat standardı vergisi diye adam kepengini kapatıyor, zarar ediyor, yüzde 9 küçülüyor; yani, normal bir zaman değil. Yüzde 9 küçülen Türkiye'de "hayır, olmaz" diyorsunuz. Nedir; sen, illa 1 800 000 000 lirayı başta bir kere bir öde. E, canım, ben kâr etmiyorum, küçülüyorum, kepenk kapatıyorum, zararım var. Hayır, hayır... Ne olur; eğer, bir de bunu ödemezsen, bir de hapis var. Yani, bu, aslında bir polis devletidir.

Esnaf ve KOBİ'lerin durumuna hiç değinmiyorum, yüzde 55 diyorlar faizleri, böyle bir olay yok. Eğer takipteyse, yüzde 82,5... Enflasyon yüzde 31 olacak diyorlar bak şimdi.(!) Yüzde 31 enflasyon olacak; ama, takiptekiler yüzde 82,5; böyle bir ortam ve netice itibariyle, seve seve katlanırız kampanyaları.(!) Bir de şu koltuğu siz seve seve bir bırakabilseniz ah! (DYP sıralarından alkışlar)

Resimler... 102 yaşında açlık telaşındaki insanlar... En içimi acıtan, Manisa'da 7 tane çocuğun en küçüğü Merve Efe açlıktan ölüyor, doktor raporuyla; böyle bir şey var mıydı?! 102 yıllık dedeleri, bu sıralarda bekletip patates kavgalarına sokmak sizin törelerinizde var mıydı?! Var mıydı sizin törelerinizde?! (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

Nihayet binlerce emekçi, binlerce ilanlar...

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - İlk defa, esnaf sokaklarda. Cumartesi günü, binlerce emekçi, Türkiye'nin her yerinde ilanlar vermiş, olmamış ve üzgünler; çünkü, hak ettikleri yankıyı bulamamış.

Bakın, şimdi, size, önemli bir adamın, önemli bir İngiliz parlamenterin, Richard Sheridan'ın söylediği bir şeyi okuyacağım; diyor ki: "Bana, dejenere bir Lordlar Kamarasını verin, o, iktidarın olsun. Sefil bir Avam Kamarası da iktidarın olsun. Dalkavuk bir mahkeme de iktidarın emrinde olsun. Halktan kopuk bir hükümdar da iktidarın olsun. Siz, bana, zincire vurulmamış bir basın verin yeter. Ben, o zaman, İngiliz vatandaşlarının hürriyetlerinin ve haklarının nasıl korunacağını gösteririm." (DYP sıralarından alkışlar)

Tabiî, değerli arkadaşlarım, bu İngiltere, Türkiye değil; ama, Türkiye'de de, ezilmiş halk kitleleri, ellialtı yılın en büyük sıkıntısını yaşarken ve bütün Türkiye'ye dağılmışlarsa eğer, o haykırışın derinliğinin Türk medyasında aksettirilmesini beklemektedir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, buradan nasıl çıkacağımıza geleceğiz; ama, farkındayım ki, 1 dakikamız var. Bunu, bilinçli yaptım; çünkü, bu önlemler ve ne yapılması o kadar önemli ki, yine, bütçenin bitiş konuşmasını yaparak, bu bir saati, sizin yanlışlarınıza ve tek tek onların çözümlerine ayırmak istiyorum; çünkü, milletimiz şuradan bilmelidir ki, bu işin çözümü var ve hiç kimse umutsuzluğa kapılmamalı; çünkü -bakın, burada, herkesin önünde söylüyorum- Doğru Yol Partisi bir yıllık iktidarında yüzde 7 büyümeyi yeniden yakalar ve yeniden yıkılan o ortadirek ayağa kalkar. Bakın bir yılda diyorum, bir yılda... (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün yapılması gerekli olan şey, aslında, bir büyük devlet gibi yeniden yapılanan dünyada yerini alması, Türkiye'nin. Bütün bunlara, dışpolitikaya da gelecek sefer geleceğim; ama, bugün, ne yapıp yapıp, bütün Türkiye, meseleye milletin el koymasını bekliyor. Bir Siyasî Partiler Yasasını değiştirelim, Seçim Yasasını değiştirelim, millet önseçimi yapsın, tercih sistemini getirelim; herkes bunu bekliyor; ama, biz, bunu, götürürken, bir bakıyoruz ki, iktidar partileri, yüzde 10 barajını düşürmeye kalkıyorlar. Korkunun ecele faydası yok değerli arkadaşlarım, yok, yok; yok da, Türkiye'yi, beşli, altılı koalisyonlarla idare edilemez hale getirmeye de kimsenin hakkı yok. (DYP sıralarından alkışlar)

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Siz de iktidara gelemezsiniz.

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen...

Kimin gelip kimin gelemeyeceği daha sonra belli olur. Hatibin sözünü kesmeyin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Buna, eninde sonunda millet el koyacaktır. O sandık gelecektir ve millet bunun hesabını mutlaka soracaktır; ama, o sandık, bu karanlık dönemi kapatacaktır. Yeniden üreten bir Türkiye, yeniden bir büyük Türkiye; yeniden ihracat yapan bir Türkiye, yeniden köylüsü ayağa kalkmış, onların ihracatı olan; esnafı ayağa kalkmış, yeniden bir eli Avrupa Birliğinde, bir eli Türk cumhuriyetlerinde, yeniden yapılanan dünyada bir hasta adam görüntüsünde değil; büyükler arasında büyük Türkiye olan bir Türkiye. (DYP sıralarından alkışlar)

Yeniden başlayacağız; hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın; bu zaman yakındır. Siyaset, vizyonla tecrübeyi birleştirme sanatıdır. Ben, bu vizyon ve tecrübeyle diyorum ki, Türkiye'nin aydınlık günleri sandıkla yeniden başlayacaktır.

Bütün vatandaşlarıma bir kez daha saygılarımı sunuyorum. Mübarek ramazanlarını kutluyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çiller.

Sayın milletvekilleri, oturama 14.00'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 13.33

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.05

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

 

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (Devam)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam)

4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı: 774) (Devam)        

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Çalışmalarımıza, bütçe üzerindeki genel görüşmeye, kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Toplantı yetersayısını ben isteyebilirim; ama, hadi, istemiyorum...

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan ile İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas'ta; ama, Nesrin Nas yok. Onun için, Nesrin Nas'ın süresinden biraz Sayın Aslan'a kaydırayım.

Az daha toplantı yetersayısı yok diyecektim; Sayın Köse geldiği için, demiyorum...

Ama, Doğru Yol Partisinden kimse yok, Saadet Partisi var...

Sayın Aslan, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

BEYHAN ASLAN (Denizli)- Efendim, olmazsa 3-5 dakika bekleyelim.

BAŞKAN- Yok efendim; siz buyurun.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına Meclisi saygıyla selamlıyorum. Siz milletvekili arkadaşlarımın ve vatandaşlarımızın idrak edeceğimiz ramazan bayramlarını ve yeni yıllarını kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, devletin malî portresinin çıkarıldığı, geçmişin muhasebesinin yapıldığı, sonraki yıllara ilişkin hedeflerin ortaya konulduğu faaliyetlerdir. Bütçe görüşmelerinde, iktidarıyla muhalefetiyle tüm parlamento, ülkenin ve milletin sorunlarıyla ilgili görüşlerini, artısıyla eksisiyle hükümetin çalışmalarını ortaya koyar ve tartışır.

Siyasî parti temsilcilerimizin bütçe vesilesiyle görüş belirtmeleri, eksik ve taraflı olarak gerçeklere aykırı tablolar çizmeleri demek değildir. Bu kürsüye çıkan herkesin, ülkenin ve milletin sorunlarını sadece tespit etmek değil, bununla birlikte teklifler getirmek mecburiyeti vardır. Teklifle tamamlanmayan tenkitler, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkmasına katkı sağlamadığı gibi, insanımızın karamsarlığını ve umutsuzluğunu artırmaktan başka bir işe yaramaz. Siyaset kurumu, negatif yüklü mesajlarla donanmış, inançsızlık ve karamsarlığa dayalı siyaset yönetiminden, artık, vazgeçmek zorundadır. Bu yöntem, sadece karşı tarafa değil, söylem sahiplerini de içine alacak şekilde, topyekûn siyaset kurumuna zarar vermektedir.

Bugün yaşanan sıkıntılardan dolayı, iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasetçilere yönelik bir tepkinin varlığını inkâr etmek mümkün değildir. Bunun için, bütçe görüşmelerinin, suçlama, savunma ikileminden çıkarılıp, ülke sorunlarının, çözüm odaklı ve objektif bir şekilde tartışıldığı bir platform haline dönüştürülmesini temenni ediyorum. Ne yazık ki, Anamuhalefet Partimizin Sayın Lideri, gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım anlayışıyla, eski alışkanlıklarıyla, yine demagojik ve abartılı beyanlarla felaket tellallığına soyunmuş, yine bol kepçe popülizm ve ucuz kahramanlığa soyunmuş -dinledik kendisini- geleceğe ilişkin hiç ama hiçbir öneriyi şu kürsüden ortaya koyamadı. Bu siyaset anlayışı sizlere hayırlı olsun; ama, insanımız, artık, bitmez tükenmez polemiklerden ve kavgalardan bıkmıştır. Artık, insanımız, tespit edilen problemlerin çözümüne ilişkin önerileri ortaya koymanızı istiyor. Bu çerçevede, Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, geleceğin dünyasının güçlü bir ülkesi olmak istiyorsa, insan hakları ve hukukun üstünlüğü temelinde, çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü bir demokrasi doğrultusunda kendini yeniden yapılandırmak zorundadır. Bu hedeften herhangi bir sapmaya gidilmesi veya gecikmelere yol açılması, ikiyüz yıllık Batılılaşma mücadelesi sonunda elde ettiğimiz birikimin tümüyle heba edilmesine yol açacaktır. Modernleşme sürecinde yaşadığımız en önemli sorun, bu projenin, bireye değil kurum odaklı olarak yürütülmüş olmasıdır. Devlet, her şeye mutlak anlamda hâkim olmak adına bireyi ve toplumu kendine köle etmeye çalışmayacaktır; tam tersine, bireyin ve toplumun enerjisini ülke yararına seferber edebilen devlet demokratik devlet olacaktır.

Türkiye, dışa kapalı bir üçüncü dünya ülkesi konumuna düşmek istemiyorsa, demokrasi ve özgürlükler alanında gerekli adımları bir an evvel atmak zorundadır.

Çağımızda devletin uygarlık ve çağdaşlaşma ölçüsü, hukukun üstünlüğü ve insan haklarıyla ilgili sözleşmelere uyum ve insan haklarının korunmasında gösterdiği özendir.

Geçtiğimiz onbeş yılda, Avrupa İnsan Hakları Adalet Divanına ferdî başvuru hakkının tanınmasından İşkenceyi Önleme Sözleşmesinin imzalanmasına, Paris Şartının kabulünden Meclis İnsan Hakları Komisyonunun kurulmasına kadar çok önemli adımlar atılmıştır. Yıllarca tabu görülüp değiştirilemez sanılan Türk Ceza Kanununun 141, 142, 163 üncü maddelerinin kaldırılması bile Türkiye bakımından önemli bir ilerlemedir.

Anavatan iktidarlarının yaptığı bu atılımlar, söylemde demokrasi diyenlerle, demokrasiyi slogan olarak alanlarla, içi boş kavram olarak paket hazırlayanlarla eylemde demokrasiyi ülkeye yerleştirenler arasındaki önemli farkı gösterir. Anavatan Partisinin düşünce, inanç ve teşebbüs hürriyetlerini esas alan siyasal yaklaşımı, evrensel demokrasinin asgarî standartlarını oluşturmaktadır.

1999 yılı aralık ayında yapılan Helsinki Zirvesinden sonra girilen Avrupa Birliği aday üyelik sürecini, Türkiye'nin demokratikleşme ve yeniden yapılanma çalışmalarına ivme kazandıran bir gelişme olarak görüyoruz. Kopenhag kriterlerinin hayata geçirilmesi konusunda yeterli olmasa da ciddî bir çaba gösteren Türkiye, son anayasa değişikliğiyle bu konuda iradesini ortaya koymuştur. Anayasanın değiştirilen hükümleri doğrultusunda, uyum yasaları, gecikmeden görüşülüp hayata geçirilmelidir. Anayasa değişiklikleri önemlidir; ama, uyum yasaları ve uygulamayla desteklenmedikçe, anlamlı değildir.

Uyum yasaları çıkarılırken, anayasa değişikliğinde olduğu gibi, geçmişin korkuları değil, geleceğe ilişkin hedefler ölçü olarak alınmalıdır. Hak ve özgürlükler genişledikçe, toplumsal barış kökleşir; toplumsal barış kökleştikçe, üniter yapı sağlamlaşır. Bu çerçevede, öncelikle, Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve Yetki Kanunu ile Ceza, Hukuk ve İdare Muhakeme Usulü Kanunlarında gerekli düzenlemelerin cesur bir şekilde ve süratle çıkarılması gerekmektedir.

Bir yanda, ülkenin, ekonomik kriz, yatırım, istihdam, altyapı, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi çözüm bekleyen sorunları yığılmış beklemektedir; diğer tarafta ise, irticaı dinden, mürtecii dindardan ayıramayan, vatandaşının, çalışanının, öğrencisinin yüzünün sakalı, başının örtüsü, sermayesinin rengiyle uğraşan bir anlayış ve çaba vardır. Bu çarpık görüntünün ayıbından kurtulmak zorundayız. Türkiye Cumhuriyetini, kendi vatandaşını hasım gören, kendi insanının değerlerine karşı mücadele veren, kendi haklarına rağmen ve hatta ona karşı yön tayin etmeye çalışan bir devlet olarak göstermek isteyenleri haklı çıkaracak tavır ve uygulamalardan uzak durmalıyız. İdeal devlet, milletin tüm bireylerini kucaklayan devlettir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği üyeliği, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve Atatürk'ün geleceğe bakışıdır, Türk Ulusunun çağdaşlaşma tasarısıdır. Avrupa Birliği üyeliği, ikiyüz yıllık modernleşme mücadelemizin ve Atatürk'ün muasır medeniyet olarak ifade ettiği hedefin, bugün, somut biçimidir. Bizim, Türkiye'nin, Avrupa Birliği üyeliği konusunda en küçük bir tereddütümüz yoktur. Ülkemizde büyük bir çoğunluk, Avrupa Birliğine üyeliği istediğini söylemekte, en azından, karşı çıkmamaktadır. Görünüşteki bu büyük mutabakata karşılık, alttan alta, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konusunda ciddi direnişin varlığını görmemek de mümkün değildir. Aynı durum, Avrupa Birliği içinde de müşahede edilmektedir. Avrupa'da, görünüşte, Türkiye'nin üyeliğine çok fazla itiraz görünmemesine karşılık, güçlü bir istemezlik havası da hissedilmektedir. Biz, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin sıkıntılı ve zorunlu bir süreç olduğunu kabul ediyoruz; ama, bu süreci, Kıbrıs ve Ege başta olmak üzere, millî politikamızdan taviz vermeden başaracağımız görüşündeyiz. Türkiye, hem Avrupa Birliği üyeliği sürecinin devamı hem de Kıbrıs üzerindeki hak ve çıkarlarını korumak noktasında kararlıdır. Birini diğerine feda edemeyiz; ya Avrupa Birliği ya Kıbrıs değil, hem Avrupa Birliği hem Kıbrıs; her iki hedeften de taviz vermeyiz. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Avrupa Birliği üyeliği, bizi biz yapan değerler sisteminin yaşatılmasına, topluma, ruh, canlılık, renk ve zevk veren kültür dünyamızın gelişimine, Türk kültürünün çağdaş kültürler dünyasındaki varlığını sürdürmesine mâni değildir. Millî kültürümüzün temel taşları ve harçları olan Ahmet Yesevî'yi, Hacı Bektaş Veli'yi, Yunus'u, Mevlana'yı Avrupa kültürüne taşımak fırsatını kaçırmamalıyız. Kültür zenginliğimizi dünyaya açmak, insanlığın hizmetine sunmak, ülkemizi ve insanı yücelten bir olgudur. Kimse endişe etmesin, bizi ayakta tutan değerleri nesilden nesile taşıma sorumluluğu, Avrupa Birliğine girsek de girmesek de devam edecektir.

Türkiye'nin bölge ve dünya barışı bakımından sahip olduğu stratejik önem ile birçok alandaki tezlerinin haklılığı, Amerika'da yaşanan 11 Eylül saldırılarından sonra, bir kez daha, açıkça ortaya çıkmıştır. 11 Eylül saldırısı uygar dünyaya, barış ve huzura yapılmış bir saldırıdır. Terörden çok çekmiş, 40 000 evladını kaybetmiş, maddî, manevî gücünü teröre harcamış bir ülke olarak, teröre karşı verilen mücadeleyi destekliyoruz; ancak, Avrupalı bazı dostlarımızın çifte standardını kınıyor, onları da, terörle mücadelede samimî olmaya davet ediyoruz.

Anavatan Partisi olarak, talebimiz, terör suçlularının otomatik iadesinin sağlanması konusunda uluslararası hukuk çerçevesinde girişimlerde bulunulması, hükümetin öncelikleri arasında yer almasıdır. Terörizme karşı uluslararası işbirliğinin ve dayanışmanın zorunlu olduğu her fırsatta dostlarımıza anlatılmalıdır. Teröre karşı ortak tutum ve kararlılıkla, daha etkili yöntemlerle savaşılması gerektiğine inanıyoruz.

Hoşgörü dini İslam, asla masum ve çaresizlerin öldürülmesine izin vermez, masum insanlara karşı saldırıyı ağır bir günah kabul eder. Kimsenin, din adına, hele hoşgörü dini İslam adına, amaçları ne olursa olsun, cinayete hakkı yoktur. Bize göre, Usame Bin Ladin de, Carlos da, Öcalan da adi birer teröristtir. Adi terör olaylarının medeniyetler çatışması formatına dökülmeye çalışıldığı bir dönemde, hoşgörü, barış, sevgi, uzlaşma temaları üzerinde yoğunlaşılması, bu değerlerin evrenselleşmesi, sadece bizim değil, tüm insanlığın hayrınadır. Terörle mücadelede, Avrupa Birliği üyeliği sürecinden kopmuş bir Türkiye için, bu tür sorunlar çok daha büyük sıkıntılara yol açabilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Milleti, tarih boyunca pek çok defa sıkıntılı dönemler geçirmiştir; şartların en kötü olduğu, her şeyin olumsuz göründüğü dönemlerde bile yaşadığı sıkıntılı dönemlerden çıkış yolu bulmayı başarmıştır. Bugün, Türk Milleti ve Devleti, potansiyelinin ve gücünün pek azını kullanabilmektedir. Halbuki, bu potansiyel ve güçle, bugünden çok daha iyi bir durumda olmamız gerekiyordu. Yapmamız gereken, Türk insanına, gerçek potansiyelini ve gücünü kullanabileceği bir ortamı oluşturmaktır; ona, bu imkân ve fırsatı tanımaktır. Bunu sağlayacak olan da, siyasette, yönetimde ve ekonomide; yani, tüm alanları kapsayan eşzamanlı ve birbiriyle uyumlu bir yeniden yapılanma hamlesidir.

Bu şekilde insanımızın önündeki engelleri kaldırdığımızda, Türkiye'nin, sadece sorunlarından kurtulmakla kalmayıp, büyük bir sıçrama yapabileceğine inanıyoruz. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. 1950'de, 1960'ların sonu, 1970'lerin başı ve 1980'lerde yaşadığımız atılımlar, hep, fevkalade sıkıntılı dönemlerin ardından gelmiştir. Türkiye, bir fetret döneminden daha çıkmanın sancılarını çekmektedir. Yeniden yapılanma arayışları, bunun tezahürüdür.

Hantallaştığı, eskidiği, verimsizleştiği, vatandaşından koptuğu için artık yürümeyen bu sistemi, sadece hükümet değil, tüm Parlamento ve topyekûn siyaset kurumu olarak, elbirliğiyle yeniden yapılandırmak zorundayız. Mecliste grubu olsun olmasın tüm siyasî partilerimize ve hangi partiye üye olurlarsa olsunlar tüm milletvekillerimize, birlikte bu şerefi paylaşmayı teklif ediyoruz. Umarım, 2002 yılı bütçe dönemi, bu büyük atılımın gerçekleştiği dönem olacaktır.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılı bütçesi, ekonomik krizden çıkış mantığıyla hazırlanmış bir bütçedir; bütçe hedefleri de bu amaca göre tespit edilmiştir. Ancak, Anavatan Partisi olarak, yalnız bütçede öngörülen hedeflere ulaşmakla krizin sona ermesini mümkün görmüyoruz; çünkü, Türkiye'de, bugün, tek boyutlu ve tek alanlı değil, çok alanlı ve çok boyutlu, her alanda derinlemesine yaşanan bir kriz vardır. Ekonomi alanında yaşadığımız krizle birlikte, idarî ve siyasî yapımızda da derin bir krizle karşı karşıyayız. Eğer, krizden çıkmak istiyorsak, birbirini tetikleyen veya biri diğerini ağırlaştıran bütün bu kriz alanlarında gereken tedbirleri, aynı anda almak ve uygulamak zorundayız. Nitekim, bütçe hedefleri, bilhassa ekonomik ve idarî yapımızda köklü tedbirler almamızı gerektirmektedir. Bu tedbirler siyasî alandaki düzenlemelerle bütünleştirilmediğinde başarı şansı yine yoktur. Ancak, tüm bu alanlardaki düzenlemeleri zamanında ve amaca uygun bir tarzda hayata geçirebilirsek bütçe hedeflerine ulaşabiliriz. Sadece bütçe hedeflerine ulaşmakla kalmaz, krizden çıkış için gerekli güven ortamının oluşmasını ve en temel sorun olan kamu açıklarının kapanmasını da sağlarız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi olarak, bu çerçevede, krizden çıkışı sağlayacak şekilde, ekonomik, idarî ve siyasî alanlarda kapsamlı bir yeniden yapılanma programı hazırladık. Yaşadığımız krizin çokalanlılığı ve çokboyutluluğu karşısında, herhangi bir alanda sorunları erteleme ve geleceğe bırakma gibi bir imkânımız bulunmamaktadır.

Sorunları çözmek için gerekli kararlılığı gösteremeyenler, sürekli, çözümü zamana bırakmayı veya ileriye ertelemeyi tercih etmişlerdir. Mevcut düzeni sürdürme gayretleri ile ülkenin ve toplumun önünü açma çabaları birlikte yürümemektedir. Kimi zaman üzeri örtülerek, kimi zaman ileriye ertelenerek, kimi zaman da göstermelik düzenlemelerle çözülmüş gibi takdim etmekle, sorunlar büyümektedir. Halbuki, doğru olan, sorunları örtmek yerine, açıkça tartışmak ve çözümü yönünde gayret göstermektir.

Sorunların yüksek sesle dile getirilmesinin ve tartışılmasının amacı, çözümü konusunda bir kamuoyu oluşturmak ve toplumdan destek almaktır; çünkü, toplumun destek vermediği, inanmadığı, güvenmediği hiçbir çabanın sonuca ulaşması mümkün değildir. Anavatan Partisi olarak, ülkenin, felaketlerden demokrasiye, yönetimden ekonomiye tüm sorunlarını ısrarla gündeme getirip, tartışmaya açmamızın sebebi budur.

Nitekim, başlattığımız tartışmalar, Türkiye'nin demokratikleşme ve Avrupa Birliği üyeliği sürecinin sağlıklı bir çizgide ve kesintisiz devam etmesine büyük katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde, koordinasyon eksikliği ve girişimcilerin ürkütülmesi başta olmak üzere, ekonomide yaşanan tüm sorunlara ve sıkıntılara defalarca dikkat çeken yine Anavatan Partisi olmuştur. Krizler ortaya çıktığında, bunları, derhal, en ciddî, kapsamlı ve çözüm üretme amacına dönük olarak değerlendirip, teşhis ve tekliflerini süratle ortaya koyduk. Anavatan Partisi olarak eleştiri getirdiğimiz hiçbir konuda ve hiçbir alanda kendimizi dışarıda tutmadık, özeleştiri yapabilme erdemini de gösterdik. Bu doğrultuda gerçekleştirdiğimiz çalışmalardan biri de hazırladığımız çözüm için yeniden yapılanma programıdır.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'de yalnızca ekonomik, siyasî ve ahlakî krizden ya da idarî krizden bahsetmek, problemi eksik algılamaktır, problemin peşinen çözümsüzlüğe mahkûm edilmesi demektir.

Bütün bu alanlarda, çoğu yapısal nitelikli ağır sorunlar, krizin boyutuna ulaşmış, çözüm girişimlerinin eksik teşhis ve tedavi nedeniyle sonuç vermemesi, toplum psikolojisini de etkileyerek genel bir güvensizlik havası yaratmıştır. Kabul edilmelidir ki, krizden çıkışın psikolojik boyutu en az idarî ve yasal tedbirler kısmı kadar önemlidir.

Hükümetin krizden çıkış için yapacağı çalışmaların hedefine ulaşması, ancak, kamuoyunun ve Parlamentonun topyekûn ve samimî desteğiyle mümkündür. Bu doğrultuda gösterilecek kararlılık ve oluşacak mutabakat, sadece krizin psikolojik eşiğinin aşılmasını değil, Türkiye'nin yepyeni bir dünyaya adım atmasını da sağlayacaktır.

Demokratik sistemde sorunların çözüm merciinin siyaset kurumu ve Parlamento olduğuna inanıyorsak, hepinizin bu çalışmalarımıza destek vermesi, ülke menfaati gereğidir. Çözüm için yeniden yapılanma programını, sırf muhalefet olsun diye itiraz ve eleştiri perspektifinden değil, Türkiye'yi taşımak istediğimiz ortak hedefler doğrultusunda sağlayabileceğiniz katkılar açısından değerlendirmenizi önem atfediyoruz.

İnsanımız, artık, içi boş tartışmalardan ve polemiklerden, kavgalardan bıkmıştır. Herkes "ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" sözüne uygun olarak, akılcı ve uygulanabilir çözüm tekliflerini ortaya koymak zorundadır. Böylesinin, hem ülkemiz hem milletimiz ve hem de Parlamentomuz açısından çok daha hayırlı olacağına inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de insanların sadece hükümete, Parlamentoya ve siyaset kurumuna değil, genel anlamda devlete ve idareye karşı bir güvensizliği söz konusudur. Güvensizlik sorununun çözümü için en başta yapılması gereken, her alanda şeffaflığın sağlanmasıdır. Toplumun Parlamentoya güvenini sağlamadan burada alınacak hiçbir kararın vatandaşlarımız tarafından benimsenmesini ve saygı duyulmasını temin edemeyiz. Bunun için de, Meclis üyelerinin ve bakanların, seçildikten sonra edindikleri mal varlıklarının, Parlamento harcamalarının ve ihalelerinin ilan edilmesi gibi, açıklığı sağlayıcı mekanizmaların kurulması gerekmektedir.

Devlet İhale Kanunu, ihalelerin, sadece kamunun değil, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de katılımıyla, topluma ve basına açık yapılmasını sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Kamu alımları kurulu oluşturulmalıdır.

Kamunun ekonomik alandan çekilmesi ilkesi çerçevesinde özelleştirmeye yeni bir anlayış ve mevzuata hız kazandırılmalıdır.

Vatandaşların, idarenin gizli nitelikte olmayan tüm işlemleri hakkında sistematik ve sağlıklı bilgi almasına imkân vererek, yönetimde şeffaflığı sağlayacak olan gün ışığında yönetim yasası bir an evvel çıkarılmalıdır. Bu çerçevede, bütçe uygulamaları, ilgili tüm kesimlerin denetimine ve toplumun gözetimine açık şekilde gerçekleştirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, siyaset kurumunun güven tazelemeye ihtiyacı vardır. Demokratik siyasal sisteme hayat veren siyasî partiler, demokratik kuralları kendi bünyelerinde etkili ve geçerli kılmazlarsa demokratik yaşamın unsuru olamazlar. Siyasî partilerin, eleştiriye açık, seçmeniyle doğrudan ilişki kurabilen, talep ve beklentilere göre kendisini yenileyebilen yapılar haline gelmesi şarttır.

Bu çerçevede, siyasî partilerin karar alma, uygulama ve denetim süreçleri ve mekanizmaları bütünüyle yeniden oluşturulmalıdır. Siyasî parti üyeliği hukukî teminat altına alınmalı, üyelik sicilleri il ve ilçe seçim kurulları nezdinde tutulmalıdır. Partilerin bağış kabulleri bir disipline bağlanmalı, seçim kurulları, partilerin gelir-gider hesaplarını belirli periyotlarla kamuoyuna ilan etmelidir.

Hangi kademede olursa olsun, parti yönetiminde görev alan herkes mal beyanında bulunmalıdır.

Parti yöneticileri, KİT'lerin yönetim kurullarında görev almamalıdır.

Milletvekillerine, iradî yargılanma talebinde bulunma hakkı verilmelidir. Ayrıca, parti yetkili organlarına, milletvekillerinin, kendi partisine mensup milletvekillerinin yargılanması yönünde düzenlemeler sağlanmalıdır.

Seçim sistemi mutlaka değiştirilmelidir. İstikrarın sağlanabilmesi için ülke barajı korunmalı -tekrar ediyorum, ülke barajı korunmalı- ama, daraltılmış seçim çevresi uygulamasına geçilmelidir.

Seçmenlere, partilere birlikte aday tercihi yapabilme imkânı sağlanmalıdır.

Adaylar, önseçimle belirlenmeli, belediye başkanlığı seçimi iki turlu olmalıdır. Böylece, demokrasinin katılımcılık unsuru güçlendirilecek, demokrasimiz, daha sağlıklı hale gelecektir.

Değerli milletvekilleri, Parlamento tarihimize baktığımızda, Siyasî Partiler Yasası ve özellikle, seçim yasaları, seçimlere az bir zaman kala tartışılmış ve değiştirilmiştir. Konjonktürel değişikliklerle, sağlıklı ve kalıcı seçim yasaları bugüne kadar çıkarılamamıştır.

Döne döne düşünmeli, uzlaşma sağlamalı, siyasî partiler ve seçim yasaları, seçim ufukta yokken değiştirilmelidir; sağlıklı, kalıcı seçim yasalarına ulaşmanın yolu budur.

Anavatan Partisi olarak açıkça ifade etmek istiyoruz; bugünkü şartlarda, Türkiye'nin, bir erken seçime ihtiyacı yoktur; ancak, siyasî partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesine ise, her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Önerimiz, tüm siyasî partiler, görüş ve düşüncelerini Uzlaşma Komisyonuna bildirmeli ve ortak bir metin üzerinde uzlaşma sağlanmalıdır. Komisyona verilecek bir süre içerisinde, siyasî partiler ve seçim yasaları mutlaka değiştirilmelidir.

Çağdaş toplumlarda toplumsal yaşam ilkeleri arasında etik değerlerin önemi tartışılmaz. Siyasal yaşamın da etik kuralları vardır. Siyasetle uğraşanlar bu kurallara uymak ve saygı göstermek zorundadır. Siyasal etik değerlerin kurallarını belirleyen ve kurallara aykırı davranışlara karşı yaptırımı olan siyasî ahlak yasası mutlaka çıkarılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basın özgürlüğüyle donatılan basın-yayın organlarımız, görevlerini yaparken, kişilik haklarına, özel yaşama, hayatın gizliliği ilkesine, masumiyet karinesine, meslekî ve ticarî saygınlığa özen göstermelidirler. Basın özgürlüğü ile kişilik haklarının çatışması, günümüzün en önemli ve çözülmesi en acil olan sorunudur. Basın özgürlüğünün sınırının, Avrupa Birliği standartlarında, gelişmiş ülkeler çizgisinde bir düzenlemeye ihtiyacı vardır. Yine, basın özgürlüğünün korunması için, basın-yayın tekeline karşı yasal boşluklar doldurulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, 1983 Anavatan iktidarıyla başlayıp, 1991 yılına kadar devam eden dönemde, dünyanın en süratli ve en radikal değişimlerini gerçekleştiren ülke olmuştur. Bu başarının ardında, mevcut sistemi kökten değiştirerek, sorunlara köklü, yapısal, çağdaş çözümler getirme anlayışı vardır. Siyasetten ekonomiye, üretme yerine mevcudu tüketme olgusu ve popülist siyaset anlayışı, ülkeyi gerileme dönemine taşımıştır. Bugün, 1983'teki gibi yeniden yapılanma ve radikal değişimleri gerçekleştirmek zorundayız.

Anavatan Partisi olarak, her zaman söylediğimiz gibi, bugün aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla, Türkiye'nin, yoluna devam etmesi mümkün değildir. Bu yapı eskimiş, bu yapı verimsizdir. Bu nedenledir ki, ekonomiden siyasete, idareden hukuka, eğitimden güvenliğe kadar her alanda köklü değişime ihtiyaç vardır. Gerekli açılımları, daha fazla zaman kaybetmeden gerçekleştirmek zorundayız. İlke olarak, merkezî yönetimin, mahallî nitelikteki tüm görev, yetki ve imkânları yerel yönetimlere devredilmelidir. Kamu yönetiminin mutlak merkeziyetçi anlayışa göre tasarlanmış yapısı, bu ilke doğrultusunda verimlilik ve etkinlik unsurları da gözetilerek, yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü, mevcut sistem içerisinde diğer bütün sıkıntılar bir yana, bütçenin dahi sağlıklı bir şekilde hazırlanıp uygulama imkânı olamamaktadır.

Bugün, burada, sadece 5,7 katrilyon lirası yatırım harcamalarına ayrılmış bir bütçeyi müzakere etmekten biz de memnun değiliz; ama, hükümette kim bulunursa bulunsun, mevcut yapı içerisinde başka türlüsünün olması mümkün değildir. Bir yandan bütçenin gelir ve giderlerini denkleştirmeye çalışırken, diğer yandan da mevcudu en verimli şekilde kullanmanın yollarını aramak zorundayız. Bunun yolu da, idarî organizasyonun ve işleyişin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu çarpık yapıyı sürdürmekte ısrar etmenin anlamı yoktur.

Bu çerçevede, öncelikle, yapılması gereken işlerin başında bakanlıkların sayısı, yapısı, görev ve yetkilerinin yeniden düzenlenmesi gelmektedir.

Başbakan ve Başbakan Yardımcıları gerçek anlamda koordinasyon görevini üstlenmelidirler.

Devlet Bakanlarının sayısı makul düzeye, örneğin 8'e düşürülmelidir. Bunlar da, icraî birimler yerine, Avrupa Birliği, Türk cumhuriyetleri ve sektörlerin birbiriyle ve yurt dışıyla olan ilişkileri gibi, farklı kuruluşların koordinasyonunu gerektiren alanlarda görev yapmalıdır.

Mevcut bakanlıkların bir kısmı tümüyle tasfiye edilmeli, bir kısmı birleştirilmeli, bazı yeni bakanlıklar ihdas edilmeli, bağlı ve ilgili kuruluşlar yeniden dağıtılmalıdır.

Yetki karmaşası ve hatta çatışmasından kaynaklanan bürokratik kilitlenmelerin önüne geçmek için bakanlıklar, hiyerarşik değil, proje bazı çalışma grupları şeklinde örgütlenmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan, süreniz bitti.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Toparlayacağım Sayın Başkan, az kaldı.

BAŞKAN - Borç yiyen kesesinden yer.

Buyurun.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Ayrıca, mevcut sistemde, farklı bakanlıklarda bulunan birçok birim, ayrı ayrı veya birleştirilerek aslî görev alanlarıyla ilgili bakanlıklara bağlanmalıdır.

Hızlı karar almayı, süratli ve disiplinli uygulamayı sağlamak için ekonomiyle ilgili tüm birimleri bünyesinde toplayacak bir ekonomi bakanlığı kurulmalıdır.

Ülkemizde, kentleşme hızı ve çarpık kentleşme sorunu göz önünde bulundurularak bir kentleşme ve millî emlak bakanlığı oluşturulmalıdır.

Turizm ve Kültür, Tarım ve Orman, Bayındırlık ve Ulaştırma bakanlıkları birleştirilmeli, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sanayi ve teknoloji bakanlığı haline dönüştürülmelidir.

Köy Hizmetleri, Gençlik ve Spor, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlükleri başta olmak üzere, mahallî nitelikli hizmet yürüten kuruluşlar, genel ilkeleri belirleyen ve planları yapan birimler dışında, tüm personel ve imkânlarıyla yerel idarelere devredilmelidir.

Yerel yönetimlerde karar ve icra birimleri, merkez yönetimde olduğu gibi birbirinden ayrılmalıdır. Böyle bir idarî yapı içinde, bütçe hazırlamanın da hazırlanan bütçeyi uygulamanın da bütçe hedeflerine ulaşmanın da çok daha kolay olacağı açıktır.

Değerli milletvekilleri, sorunların kaynağı haline gelmiş bir devlet ve kriz içindeki ekonomiyle, toplumu tehlike gören sistemle, vatandaşı hiçe sayan, adam yerine koymayan bürokrasiyle ve tüm bunlar karşısında acze düşmüş siyaset mekanizmasıyla Türkiye'yi yeni çağa taşıyamayız. 1980'li yıllardaki gibi, toplum dinamizmini harekete geçirerek, bir hürriyet havasının esmesine, sindirilmiş insanları tekrar ayağa kaldırmaya ve bununla birlikte her alanda eşzamanlı ve köklü yapısal değişikliklere olan ihtiyacımız elzemdir.

BAŞKAN - Sayın Aslan, iktidar adına konuşuyor; ama, yeni bakanlıklar kurdurmaya çalışıyor, onu anlayamadım.

Buyurun.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bir kez daha belirtmek istiyorum, bu düzenlemeler ancak eşzamanlı ve tüm alanlarda birden gerçekleştirildiği zaman amacına ulaşabilir.

Yine, bir kez daha, önerileri, sadece tenkit nazarıyla değil, katkı sağlama niyetiyle değerlendirmenizi temenni ediyorum ve bu yeniden yapılanmayı, iktidarımızla, muhalefetimizle, tüm Parlamentonun, tüm sivil toplum örgütlerinin bir görevi olduğunu ifade etmek istiyorum ve 2002 yılı bütçesinin ülkeye hayırlı olmasını diliyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Nas. (ANAP sıralarından alkışlar)

Siz de yeni bakanlık istemezseniz belki müsamaha edebilirim.

Bunu anlayamadım ben. Maliye Bakanlığı lağv mı oluyor?!

ANAP GRUBU ADINA NESRİN NAS (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, vatandaşlarımızın mübarek ramazanını da kutluyorum.

Sayın milletvekilleri,  Sayın Çiller'i dikkatle dinledim. Şunu belirtmek istiyorum: Hepimizin bildiği gibi, ekonomi tarihi, tarihin diğer bütün alanları gibi, düşmanlık üretmek ve başkalarını suçlamak için kullanılacak malzemeleri vermekte son derece cömerttir. Hele mevcut siyasî kadroların hemen hemen hepsinin iktidar mevkiinde bir şekilde bulunduğu yakın tarihimizde, bu konuda malzeme bulmak çok kolaydır; ancak, istersek, biz, bu tarihten, yapıcı malzemeler de toplayabiliriz. Geçmiş, bizim için ders çıkaracağımız bir ayna olmalıdır. Ancak böyle yaparak zamanın maliyetini azaltabiliriz; çünkü, hiçbir bedel, su, köprüyü böldükten ve iş işten geçtikten sonra neler olup bittiğinin farkına varanların ödediği bedel kadar yüksek değildir.

Biz, yapılması gerekli değişimi zamanında yapamadığımız için tarih boyunca ağır bedeller ödedik. Koskoca bir cihan imparatorluğunu, değişime ayak uyduramadığımız için kaybettik. Bu noktada, Yüce Atatürk ve merhum Özal dönemleri, çağı kavramak ve değişimi yakalamak bakımından yakın tarihimizde ciddî iki istisnai dönemdir.

Bugün itibariyle, Türkiye ve Türkiye ekonomisi için zaman dardır; ancak, henüz vakit geçmiş değildir. Bunu söylerken, bade harabül Basra olmadan karar alabileceğimiz çizgileri hızla geçmekte olduğumuzu hatırlatmayı bir görev bilirim.

Evet, sıkıntılı geçen bir yıldan sonra, yine sıkıntılı, ama, pek çok konuda ümit veren 2002 yılı bütçesinin, Türkiye'yi, doğru yörüngeye girip hızla büyüyeceği 2003 yılına hazırlayacak bir doküman olacağı inancıyla, sözlerime devam etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, her şeyden önce, bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum : Geride bıraktığımız on yıllık istikrarsız dönem bize göstermiştir ki, içinde bulunduğumuz şartları ve sorunları gerçekçi bir şekilde tespit edip, onlarla yüzleşmeyi beceremediğimiz sürece, hele hele canımızı sıkan gerçekleri halının altına süpürdüğümüz sürece, başımız dertten kurtulmuyor, bir krizden diğerine yuvarlanıp duruyoruz. Oysa, Türkiye, mevcut coğrafyası, insanı ve diğer zenginlikleriyle, sürekli pembe tablolarla kendini avutacak ve sürekli dış dünyanın uyarılarıyla bir şeyler yapacak bir zavallılığa mahkûm edilmeyecek kadar güçlü bir ülkedir. Bu nedenle, ümitli olmak için nedenlerimizin çok olduğunu belirtmek istiyorum.

Bakınız, dış açığımız kapandı ve yıl sonu itibariyle 4 milyar dolara yakın cari fazla vereceğiz. Önümüzdeki yıl için iç ve dış borçlarımızı geri ödeme problemimiz kalmamıştır. İç açığımızı da kapatma yolunda önemli adımlar attık. Reel faizler düşüyor ve kamu borçlanma gereği giderek azalıyor ve daha da önemlisi, öncelikle, 1994'ten beri var olan ve "birikmiş görev zararları" adı altındaki gizli bütçeyi tasfiye ettik. Artık, her şey, daha şeffaf, daha öngörülebilir ve hesap sorulabilir bir halde. Bütün bunlar, ekonomide düzelmenin öncü işaretleri olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisi, dünya ekonomisinden daha önce toparlanacaktır. Bunu, sadece biz söylemiyoruz, uluslararası kuruluşlar da aynı şeyi söylüyor.

Özetle, makro dengeler yerine oturmaya başlamış bulunuyor. Önümüzdeki yıl, millî gelirin ve istihdamın yavaş da olsa arttığını göreceğiz ve daha da önemlisi, artık, Arjantin'le de yollarımız tamamen ayrılıyor. İki yıldan beri aynı risk kategorisinde izlendiğimiz ve bir anlamda kader arkadaşlığı yaptığımız Arjantin, ne yazık ki, bizim gösterdiğimiz kararlılığı gösteremedi, bizim yaptığımız fedakârlığı yapamadı ve iflasın eşiğine geldi. Biz ise, bugün, günün aydınlanmaya başladığı anı yakaladık; bu, son derece önemli. IMF'den gelen ek destek açıklaması da, kredi derecelendirme kuruluşu olan Standart.and Poors'un Türkiye'yi negatif izlemeden çıkarması da, Türkiye'nin geleceğine duyulan güvenin bir ifadesidir. Türkiye, yeniden yatırım yapılabilir ülke olma yolunda hızla ilerlemektedir. ABD ve Avrupa'daki ekonomik durgunluk nedeniyle faizlerin düşmüş olması da, çok düşmüş olması da, Türkiye'yi, yabancılar için, riske alınabilir bir ülke kategorisine sokmuştur.

Ancak, burada bir uyarıya da dikkatinizi çekmek istiyorum: IMF'den gelecek ek kaynağın yol açtığı iyimserliğin piyasalarda yarattığı rüzgar, yapısal değişikliklerle şayet desteklenmezse, bu olumlu hava, her an tersine dönebilir. Döviz kurunun, faizlerin istikrar kazanması ve son haftalarda piyasalarda yaşanan gelişmelerin kalıcı olabilmesi için yapısal reformlara hız verilmelidir. Biraz önce çok değerli arkadaşım Beyhan Bey, bütün detaylarıyla bu programın ana hatlarını verdi.

Bu çerçevede, kamu idaresinin yeniden yapılandırılması, ekonominin verimlilik temeline oturtulması, malî sektörün güçlendirilmesi ve reel olarak büyütülmesi, yatırımcılar için hukukî ve idarî güvenliğin sağlanması gibi önlemler, en kısa sürede hayata geçirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin IMF'den sağladığı ek destekle sadece 11 Eylül sonrası oluşan konjonktürün etkili olduğunu söylemek haksızlık olur. Bu desteğin sağlanmasında hükümetin kararlılığı ve bugün görüşmeye başladığımız 2002 yılı bütçe hedefleri kilit rol oynamıştır

Bakınız, Arjantin yüzde 2 faiz dışı fazlayla yetinirken, Türkiye, 2002 yılı bütçesiyle yüzde 6,5'luk bir faiz dışı fazlayı hedeflemiştir. Başta, IMF olmak üzere, uluslararası kuruluşların, Türkiye'yle güven tazelemesinin ve Türkiye'nin Arjantin'den ayrılmasının temelinde bu ve tabiî ki, sıcak para aldanmasına son veren dalgalı kur vardır. Kimi çevrelerin, önemini fazla abarttığımızı iddia ettikleri yüzde 6,5 faiz dışı fazla hedefine sıkı bağlılığın altında, bu kritik gerçek yatmaktadır. Bu hedef, Türkiye'nin, borcunu geri ödeyebileceğinin; yani, gelirinin, hiç değilse bir bölümüyle borçlarını ödeyerek, borçları tehlikeli derecede yüksek ülkeler kategorisinden çıkmaya kararlı olduğunun en açık göstergesidir.

Sayın milletvekilleri, 2002 yılının, son zor yıl olması ve 2003'ün, yeni ve fakat, sağlam başlangıçlar yılı olması için bu bütçe hedeflerinin kararlılıkla uygulanmasının yanı sıra, daha işin başında inandırıcılığımızı sağlayacak radikal önlemlere ihtiyaç vardır. Bu nedenle, bir yandan ekonomik büyümeyi sağlayacak önlemleri alırken, diğer yandan da, idarî reforma giderek, kamu harcamalarını kısmak ve faiz dışı harcamalarda ciddî bir daralmaya gitmek zorundayız. Her ne kadar, 2002 bütçesi, toplam bütçe harcamasının, 2001 yılı fiyatlarıyla yüzde 14,8 daralmasını, hatta giderleri, beklenen enflasyon kadar dahi artırmayarak, devletin, ekonomideki büyüklüğünün reel olarak küçülmesini öngörmüşse de, bu adım, idarî olarak, yeniden yapılanma hamlesiyle mutlaka desteklenmelidir. Yani, devlet organizasyonu, öncelikle hizmetin verimliliği ve yerinden verilmesi temelinde yeniden biçimlendirilmelidir. Bakanlık ve teşkilat sayısının azaltılması da bu çerçevede ele alınmalıdır.

Sayın milletvekilleri, bürokrasinin artmasına, kaynak ve zaman israfına sebep olan ve aslında yerel olarak verilmesi gereken hizmetlerin ve bu hizmetleri veren bazı yatırımcı kamu kuruluşlarının ve artık ömrünü tamamlamış Köy Hizmetleri gibi kuruluşların bölge müdürlüklerinin kapatılmasını; bu kuruluşların, yerinden hizmet anlayışı çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını da bu açıdan değerlendirmeliyiz.

Ve özelleştirme... Özelleştirme, yeni bir anlayışla ele alınmalıdır. Türkiye, artık, özelleştirmeyi, gelir elde eden bir faaliyet olarak görmekten vazgeçmelidir. Amaç, verimli bir ekonomik yapının tesisi olmalıdır. Dolayısıyla, hiçbir verimliliği kalmamış kuruluşların yükünü tüm topluma taşıtmaktan vazgeçmemiz lazım. Bu nedenle, çoktan, ekonomik olmaktan çıkmış, işletme giderlerini dahi karşılayamayan ve Edirne'den Ardahan'a kadar tüm Türkiye'nin daha da fakirleşmesi pahasına yaşatılmaya çalışılan kamu kuruluşlarını, bir an önce, bedelsiz de olsa, ya elden çıkarmalı ya da kapatmalıyız. Bakınız, bu kuruluşlarda çalışanların ücretlerini ve tüm sosyal haklarını ilânihaye ödesek bile, bu kuruluşların topluma maliyeti yarı yarıya azalacaktır. Bu da, artan kaynakla yeni yatırım yapılması demektir, yeni iş demektir, aş demektir. Türkiye'nin bu adımı atmaktan kaçması, artık, mümkün değildir; çünkü, idarî yapımız karmaşıklaşmış, hantallaşmış, yarım yamalak yerine getirdiği hizmet ve görevleri aşırı pahalı üretir hale gelmiştir.

Devlet, olması gereken alanlarda oldukça yetersizdir; eğitimde yetersizdir, sağlıkta yetersizdir. Oysa, nüfusunun yüzde 65'ini gençlerin oluşturduğu, 30 yaşının altındakilerin oluşturduğu bir toplumda, önceliğimiz eğitimdir, önceliğimiz sağlıktır. Bugün, ekonomi dahil, her alanda, toplumun önünde en büyük engel olduğunu herkesin kabul ettiği güven ortamının tesisinde, adalet sistemimizin, altyapıdan başlayan sayısız sorununun ve yetersizliğinin darboğaz teşkil ettiği de hepimizin malumudur. Buna karşılık, devlet, en ufak şahıs işletmesinin bile yapabileceği işlere soyunmakta ve bu işleri yapabilmek için çok büyük harcamalar yapmaktadır. Sonuç ise, yüksek bütçe açıkları, artan borçlar, enflasyon, yetmeyen vergiler ve verimlilik sıralamasında sürekli gerileyen bir Türkiye manzarasıdır.

Bakınız, 1992-2000 yılları arasında kamu tasarruf açığı, özel sektör tasarruf fazlasını yaklaşık 45 milyar dolar geçmiştir. Kamu tüketimi ise, 1987-1999 yılları arasında yüzde 200 artmıştır. Bu artışın içerisinde faiz ödemeleri yoktur, sübvansiyonlar yoktur, yatırım harcamaları yoktur; bu artış, yalnızca cari giderleri ve personel harcamalarını, ücretleri kapsamaktadır. Aynı dönemde, millî gelirimiz sadece yüzde 100 artmıştır. Yüzde 100'lük bir millî gelir artışına karşılık, yüzde 200 artan bir kamu tüketimi karşısında, hiçbir ekonomi ayakta kalamaz.

Değerli milletvekilleri, her uluslararası karşılaştırmalı araştırma, Türkiye'de devletin ve ekonominin yeniden yapılanması gereğini açıkça ortaya koymaktadır zaten. Örneğin, Türkiye, serbest piyasanın gelişmişliği ve iktisadî özgürlükleri yansıtan dünya sıralamasında, 156 ülke arasında, 105 inci durumdadır. Türkiye'nin iktisadî özgürlük puanı geçen yıla göre kötüleşme gösterirken, uluslararası sıralamadaki yeri de tam 42 basamak aşağıya inmiştir. Türkiye'nin olumsuz puanlarını artıran faktörlerin başında gayri safî yurtiçi hâsılasının yüzde 35'ini aşan devlet harcamalarının büyüklüğü ve yüksek enflasyon geliyor.

Evet, artık, millete sadece gerçeği söylemeliyiz. Ne kadar acı olsalar da, tüm çıplaklığıyla, gerçekleri dile getirmeliyiz. Yaşadığımız; ama, kökleri geçmişte olan iki ekonomik krizin bize maliyeti 127 milyar dolardır. Bu iki ekonomik kriz, millî gelirde 57 milyar dolar küçülmeye yol açmıştır ve bugün, dışborcumuz 116 milyar dolara, içborcumuz 70 milyar dolara, toplam borcumuz da 186 milyar dolara ulaşmıştır. Bir diğer önemli husus, sosyal güvenlik kurumları açıklarının, enerji sektörü açıklarının ve özelleştirme kapsamındaki KİT açıklarının, toplam, yaklaşık 13 katrilyon liraya ulaşmış olmasıdır.

Bu yük, ne kadar yadsırsak yadsıyalım, 1992'de başlayan genç emeklilik, kamu bankalarına yüklenen gizli bütçe açıkları gibi popülist politikaların sonucunda birikmiştir. İşte, katmadeğer üretmeyen hiçbir politika, görüyorsunuz, başta halktan yana görünse bile, sonunda halka yaramıyor. Aksine, bu popülizmin ceremesini de, patlayan krizlerle, yine, halk çekiyor. 2002 yılında, yatırımlara sadece 5.7 katrilyon ayrılmasının nedeni de; bizim, sürekli, yeniden yapılanma, yeniden yapılanma diye üzerinde durmamızın nedeni de budur.

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız iki krizden aslında geriye çok önemli sorular kalmıştır. Biz, acaba kasım ve aralık ve ardından gelen şubat krizlerinden gerekli dersleri çıkardık mı? Değişime direnerek, sadece daha da fakirleştiğimizi, sorunları erteleyerek, daha da ağırlaştırdığımızı, dünyada oluşan olumlu konjonktürü dahi tam değerlendiremediğimizi; bugün yapmadığımız her şeyin çocuklarımızın ekmeğini, işini çalmak olduğu anlayabildik mi? Biz siyasetçiler, önemsiz gibi duran hataların, sürekli eleştirinin dayanılmaz cazibesine kapılmanın, karşımızdakinin bileğini büktüğümüzde duyduğumuz anlık hazzın, ekonomiye ve topluma nasıl büyük bedeller getirebileceğini anladık mı acaba? Atalarımızın "iki kıbleye tapanda din olmaz" dedikleri gibi, hem değişimden yana gözüküp, hem de değişimi engellemenin tam da bu tanıma uyduğunu fark ettik mi acaba? Bürokrasi, küçük hesapların vahim hatalara yol açabileceğini acaba kavradı mı? Vatandaşlarımız, müşterek sorunlara bireysel çözüm olmadığına ikna oldu mu? İş dünyası, kısa vadeli bakışların, uzun dönemde en büyük hasarları getireceğini gördü mü? İş dünyası, kişisel kazanç ve servetin, işletmesini kârlı çalıştırmakla ve serbest piyasa ekonomisiyle mutlaka çakışmadığını anladı mı? İşletmesi batarken, kendisinin zenginleşmesinin, Türkiye'yi, gelişmiş dünyadan ve rekabetçi piyasalardan kopardığının bilincine vardı mı? Şahsî mal varlığının değerinin borçlarından fazla olmasının hiçbir ekonomik değeri olmadığını kavradı mı?

Kısaca, hepimiz, gerçek kurtuluşun, birbirimizi ütmekte değil, katma değer üretmekte olduğunu artık fark ettik mi?

Ben, bu sorulara verilecek cevapların olumlu olduğunu ummak istiyorum. Aksi halde tarihin çöplüğünde kendimizi buluruz.

Bakınız, bundan sadece altı, yedi yıl önce, bizden çok daha kötü ekonomik ve sosyal koşullara sahip olan Doğu Avrupa ülkeleri, bazı Asya ülkeleri, bugün bizden çok daha iyi koşullara sahiplerse, tüm bu soruları acımasızca kendilerine sordukları ve hoşlarına gitmese de, doğru cevabı verip, gereğini yaptıkları içindir.

Sayın milletvekilleri, krizin aşılması ya da krizler kısır döngüsünün son bulması için, aynı zamanda, toplumda pozitif bir yaklaşımın da hâkim olması gerekiyor. Bunun için, bazı psikolojik faktörlerin de dikkate alınması lazım.

Hürriyet alanına getirilen kısıtlamalar ile üretim gücünün azalışı arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bunu, İbni Haldun söylemiş. Bunu söylerken, âdeta, asırlar öncesinden, bugünün Türkiyesine mesaj yollamış. Gerçekten de, hürriyetler, birbirini destekleyen ve büyüten yapıdadırlar. Her bir hürriyet alanının genişlemesi, diğer alandaki genişlemeyi zorunlu kılar. Teşebbüs hürriyetini, diğer hürriyetlerden soyutlamak mümkün değildir, hele hele, inanç ve fikir hürriyetinden soyutlamak asla mümkün değildir.

Son yıllardaki tüm çabalara rağmen, bir türlü gerçekleştirilemeyen ve kimi uygulamalarla alanı sürekli daraltılan hürriyetlerin, sonuçta psikolojik açıdan bile olsa, yaşadığımız krize derinlik kazandırdığını görmek zorundayız.

Başta teşebbüs hürriyeti olmak üzere, her alanda hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırmak, kriz psikolojisinden çıkışta, inanılmaz derecede olumlu bir etki yapacaktır. Bu noktada, Anayasa değişikliğine paralel olarak, uyum yasalarını bir an evvel çıkarmalıyız.

Değerli milletvekilleri, yaşadıklarımızın bize söylediği bir başka şey de, mutlaka ve mutlaka güveni sağlamamız gerektiğidir. Güven ortamı sağlanmadan gerçek çözümlere ulaşılamaz; çünkü, istikrar programları, sadece ekonomik reçetelerle başarı kazanmaz. Toplumun, o programa destek vermesi, hatta, onu sahiplenmesi gerekir. Bu nedenle, güvenin tesisi, bundan sonra da, yine, anahtar olmaya devam edecektir ve güvenin tesisi de, ancak, şeffaf, hesap verebilen ve öngörülebilen bir idarî, siyasî ve ekonomik yapıyı tesis etmekle mümkündür. Özlediğimiz dürüst yönetimin de özü budur.

Çağdaş dünyada dürüstlük, bazılarının söylediği gibi, romantik idealler ve söylemlerle değil, saydamlık, hesap verme sorumluluğu, fırsat eşitliği ve hukuk güvencesine dayanan gerçek bir serbest piyasa ekonomisiyle tesis edilir. Bu da bize, kamu yönetimi başta olmak üzere, ekonomide ve siyasette eşanlı olarak yeniden yapılanmanın zorunlu olduğunu açıkça söylemektedir. Bu zorunluluk ortada iken, işin sosyal ve siyasal maliyetlerinden korkarak, tıpkı geçmişte olduğu gibi, gerekli adımları atmamak ve daha da kötüsü, adım atar gibi yapmak ve sürekli geçmişe özlemi canlı tutmak, bu ülkenin geleceğine yapılacak en büyük kötülüktür; çünkü, bugün, sorunların ya da ekonomik felaketin sebebi, özlediğimiz o eski günlerde yatmaktadır. Eski sistemin iflas ettiğini ve herkesin hesabını buna göre yapması gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Hükümet değişse bile, yeni gelen hükümet, herkese, her istediğini veremeyecektir, vermemelidir.

Değerli milletvekilleri, ekonomi, ne ulusal ne de uluslararası anlamda, birbirinden bağımsız adalardan oluşan bir cumhuriyet değildir; ortak bir hayat alanıdır ekonomi ve hiçbir parçasını diğerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu nedenle, biz, ısrarla, ekonomi yönetiminin tek elde toplanmasını savunuyoruz; çünkü, dağınıklık, resmin bütününün görünmesini engellediği gibi, her ekonomik birimin önceliği kendi bilanço hedeflerine vermesi sonucunu doğurmaktadır.

Sayın milletvekilleri, devlet idaresini ve siyaset kurumunu gerçekten güçlendirmek, onun sorun çözücü kabiliyetini artırarak toplum nezdinde güven ve itibar kazanmasını istiyorsak, Parlamento olarak bir şeyi mutlaka başarmalıyız; o da şudur: Bu milletin refahı ve devletin bekası için elzem olan düzenlemeleri geciktirmeden, zamanında, hiçbir kurum ve kuruluşun tavsiyesine gerek bırakmadan ve onları devreye sokmadan kendimiz alma cesaretini göstermeliyiz. Bu konuda siyaset kurumu öncü rolü üstlenmek durumundadır. Gelişmeler tehlike boyutuna ulaşmadan gerekli kararları alabilecek bir anlayışı siyasete mutlaka hâkim kılmalıyız; çünkü, işler çıkmaz noktaya geldiğinde, işin tabiatı gereği, alınan kararlarda sivil siyasetin kaygı ve endişeleri değil, duygulardan ve hassasiyetlerden arınmış, matematiksel bir yaklaşımın egemen olması, maalesef, kaçınılmazdır. Ekonomi batma noktasına gelip, kurtuluş için dışkaynak gerekli olduğunda ne gibi durumlarla karşılaştığımız, 1990'lı yılların başından beri, hepimizin aklındadır. Bu durumda, IMF ve Dünya Bankasının, ülke hassasiyetlerini, iç dengeleri, kamuoyunun beklentilerini bir kenara bırakarak, Türk ekonomisini, sadece ve sadece malî tablolardan ibaret görmeleri ve verebilecekleri kredinin geri ödenip ödenmeyeceğini sorgulamaları, bizim katlanacağımız bedellerden, inanın, en hafifidir. Sonuçta, acı reçete önümüze konur, sosyal ve siyasal bakımdan çok sıkıntı doğuracak kararları almak zorunlu hale gelir. O nedenle, siyaset kurumu olarak,  biz, kendimiz için başkalarından önce yapmalıyız. Bunu başkaları yaptı, biz neden yapmayalım?

Bakınız, 1959 yılında, İrlandalılar için sadece iki seçenek vardı; ya Amerika'ya göç edecekler ya da İngiltere'de kömür madenlerinde çalışacaklardı. Onlar, milletçe bir karar aldılar. "Biz, artık bir üçüncü dünya ülkesi olmak istemiyoruz" dediler ve tüm siyasî partileriyle, sendikalarıyla, meslek odalarıyla, işadamları örgütleriyle, üniversiteleriyle ve hatta kilisesiyle bir araya geldiler ve ekonomiyi siyaset üzerinde bir yapıya kavuşturma anlayışında birleştiler ve gereğini yaptılar. Bir zamanlar Avrupa'nın en fakir ülkesi olan İrlanda, bugün, sadece Avrupa'nın değil dünyanın parlayan yıldızı.

Bakınız, Türkiye'de kişi başına, yıllık sabit sermaye girişi, yabancı sermaye girişi sadece 12 dolardır; İrlanda'da, bunun 300 katıdır. Bizim bugünkü Fransa'nın altyapısına sahip olabilmemiz için -ki, Fransa, eskidiğini söylüyor ve yavaş yavaş değiştirmeye başladı, onu bir tarafa bırakıyorum- en az 500 milyar dolarlık yatırım yapmamız lazım. Dolayısıyla, yapısal reformları yapmaktan, dünyanın saygın bir ülkesi olmaktan başka çıkar bir yolumuz yoktur. Bu, aynı zamanda, bizim, Avrupa Birliğine tam üyelik hedefimiz için de olmazsa olmazdır.

Değerli milletvekilleri, biraz önce de söyledim, İrlanda'nın yapabildiğini biz neden yapmayalım? Türkiye'yi dünyanın saygın ülkeleri arasına sokacak yeniden yapılanma programı üzerinde bir millî mutabakat metnini biz neden oluşturmayalım, oluşturamayalım? Neden yeni bir başlangıç yapmayalım? Biz de, 2003'ün, yeni başlangıçların yılı olması için bu yılı çok iyi değerlendirerek ve "Türkiye için seve seve" diyerek, aslında hepimizin özünde hemfikir olduğu; ama, detaylarda ayrıldığı yeniden yapılanma projesini hayata geçirebiliriz. Türkiye'yi tekrar yatırım yapılabilir ülke haline getirebiliriz. Bunun için, hukukî güvenliğe sahip yatırım ortamı ve sağlıklı işleyen hukuk sistemini tesis edebiliriz. Sürdürülebilir makro ekonomik dengeleri kurabiliriz. İki yıl çok ciddî bedeller ödedik, çok ciddî sıkıntılara katlandık. Vergi ve teşvikler gibi temel politikalarda idarî istikrarı sağlayabiliriz.

Değerli milletvekilleri, aslında, yapmamız gereken bellidir. Birbirimizden hangi konularda ayrıldığımızı değil, hangi konularda birleştiğimizi açığa çıkarmak için masaya oturmak. Ayrıldığımız noktaları değil, birleştiğimiz noktaları esas alırsak, sadece nüanslarda ayrıldığımız ve ortak kaygımızın Türkiye olduğu açıkça görülecektir.

Bunu başkaları yaptı. Doğu Avrupa ülkeleri yaptı, Asya ülkeleri yaptı, İrlanda yaptı. Bizim yapmamamız için hiçbir neden olmadığı inancıyla, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor; yeni başlangıçların bütçesi olmasını diliyorum. (ANAP, DSP, MHP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sürenizden erken bitirdiğiniz için özellikle teşekkür ediyorum. Çok teşekkür ederim Sayın Nas, nazlanmadınız.

Efendim, şimdi, söz sırası Saadet Partisinde.

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Sayın Recai Kutan; buyurun efendim. (SP sıralarından ayakta alkışlar)

Bir dakika Sayın Kutan.

Sayın milletvekilleri, sabahtan olan süre sarkması devam ediyor. Şu anda saat 15.10, Sayın Kutan'ın 1 saati var ve saat 16.00'da ara verme kararı almıştık; ama, Sayın Kutan'ın konuşması bitene kadar süre uzatımını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Kutan.

SP GRUBU ADINA MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde düşüncelerimizi açıklamak için karşınızda bulunuyorum; sizleri ve televizyonları başında bu müzakereleri izleyen aziz milletimizi, şahsım ve Saadet Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Bu arada, ramazanınızı ve yaklaşmakta olan bayramınızı tebrik ediyorum.

Haklı olarak, Meclis çalışmalarında, bütçe müzakerelerinin özel bir yeri ve önemi vardır. Bugün ve bugünden itibaren on gün süreyle, burada, bütçe kanunu üzerinden, ülkemizin nerede durduğunu ve nereye gittiğini müzakere edeceğiz. Elimizde, 2002 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı diye bir belge var. Elbette, bu belge üzerinde konuşacağız. Hiç kuşku yok ki, bu belge, 57 nci Ecevit Hükümetinin, Türkiye'yi, 2002 yılında nereye götüreceğini görmek için yeterlidir; ancak, olup biteni bütün olarak anlayabilmek için, biraz gerilere gitmek zorundayız.

Değerli milletvekilleri, 2002 bütçesi, yıl ortasında hazırlanan 1999 bütçesini de sayarsak, 57 nci hükümetin dördüncü bütçesidir. Bu tespiti yaparak başlıyorum; çünkü, hükümet ortakları, Türkiye'nin yaşamakta olduğu derin ekonomik krizi, hep eski yönetimlerin yanlışlarıyla açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu, 57 nci hükümetin dördüncü bütçesidir; ama, 57 nci hükümet, ikibuçuk yıllık bir hükümet değildir; 57 nci hükümet, ortakları ve uyguladığı programlarıyla, 55 ve 56 ncı hükümetlerin devamıdır. Hatırlanacağı gibi, 55 inci Yılmaz Hükümeti, 54 üncü Erbakan Hükümetinin hazırladığı bütçeyi, ödenekleri ve uygulamalarıyla bozmuş, yeni bir bütçeye dönüştürmüştü, yani, siz, dörtbuçuk yıldır kesintisiz iktidardasınız ve 2000 yılı bütçesi, sizin 6 ncı bütçenizdir. Bu nedenle, topu taca atmaya, kötü tabloya başka sorumlu aramaya hakkınız yok. Şimdi, burada, Türkiye'nin nerede durduğunu tartışacağız. Çıkacak sonucun sevapları da, günahları da sizindir; bu sonuca sahiplenme yürekliliğini göstermek durumundasınız; elbette, hesabını da vermek zorundasınız.

Değerli milletvekilleri, yeni rakamlarla da anlatacağım; ama, önce, 2001 Türkiyesinin gazete manşetlerini okumak istiyorum: "Çaresiz esnaf Başbakana kasa fırlattı", "Simitçi, Meclisin önünde kendini astı", "Başbakanlığın önünde kendini yakmaya kalktı", "Pazar yeri artıkları topluyorlar", "Sanayi SOS veriyor", "Memurlar da zekâtlık oldu", "300 000 çiftçiye haciz... Hapse girecekler", "Başbakanlığın önüne barikatlar konuldu, telörgü çekildi", "Afrikalılaşıyoruz", "Manisa'da Berivan isminde bir bebek öldü. Doktor raporu: Ölüm sebebi açlık..." İşte, 2001 Türkiye manzaraları... Evet, gazeteleri gösteriyorum : "Berivan açlıktan öldü..." Gazete manşetlerinden... "Memleket sokakta..." Herkes sokakta; işçisi, memuru, emeklisi, çiftçisi sokakta. "Afrikalılaşıyoruz..." ve işte, Meclisin bahçesinde kendini asan bir vatandaşımız, açlıktan dolayı ve kuyruklar... "Utanın bu kuyruktan" diye manşet atıyor gazeteler.

BAŞKAN - Müsavi yapmışsınız efendim; bütün gazetelerden almışsınız. Reklama girmiyor o zaman!

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Elbette, rakamlar üzerinde de konuşacağım; ama, bu manzaralardan sonra benim burada sizlere vereceğim rakamların, tabloların ne anlamı olabilir?! Size hangi rakamları vereyim ki, sizde bulunmasın?! Size hangi tabloyu sunayım ki, ondan sizin haberiniz olmasın?! Kendimizi niçin rakamlarla aldatıyoruz?! İşte, gerçekleri açıklayan bir beyan: Sayın Mesut Yılmaz "2002 yılında da oruç tutacağız" diyor. Sayın Kemal Derviş de "biz de üzülüyoruz, ne yapalım; bütün bunları isteyerek yapmıyoruz ki" diyor.

Değerli milletvekilleri, Berivan bebe öldü. Kayıtlara, ölüm sebebi açlık diye düşüldü. Peki, bize ne oluyor? Biz, niye sus pus oturuyoruz? Ne oldu o kutlu söze? Bir beldede bir insan açlıktan ölürse, o beldede yaşayan herkes sorumludur. Ekim ayı sonu itibariyle, 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 307 milyon lira, yoksulluk sınırı ise 912 milyon liradır. Bu ülkede 27 milyon yoksul, açlık çeken 12 milyon insan var. Toplumun en yoksul yüzde 10'luk kesimi millî gelirden ancak yüzde 1,8 pay alarak açlıkla boğuşurken, en zengin yüzde 10'luk kesim millî gelirin yüzde 45'ini paylaşıyor. Gelir dağılımı, uçurumu giderek derinleşiyor. Türkiye, iki konuda Avrupa şampiyonu oluyor; biri, gelir dağılımı uçurumu; diğeri ise yolsuzluk. Boş yere sosyal patlama beklemeyin. Toplumsal olaylar için panzer, cop, hardal gazı, polis köpeği, robokop elbisesi almak için para harcamayın. Toplum, içe doğru patlıyor, tükeniyor.

Değerli arkadaşlarım, biz, bu milletin temsilcileriyiz; iyi yönetelim. Ülkenin sorunlarına çareler bulalım, refahı ve güvenliği sağlayalım, hak ve özgürlüklere sahip çıkalım diye buradayız. Millet, bizi, bunları yapalım diye buraya gönderdi. Evine ekmek götüremeyen baba, çocuğunun açlık iniltilerine dayanamayan anne çaresizlikten kendini yakıyor. Peki, bu manzara bizim yüreklerimizi yakıyor mu? Eğer, bunları görmemek için etrafımızı koruma duvarlarıyla örüyorsak, Başbakanlığa giden yolları kesiyor, tel örgülerle çeviriyorsak, yüreklerimiz taşlaşmış demektir. (SP sıralarından alkışlar) O zaman, burada, bütçeden, rakamlardan, siyasetten konuşmanın bir anlamı kalmıyor. Bırakınız siyaseti, en basit, en temel insanî değerleri yitirmişsiniz demektir ki, o zaman, vah halimize.

Tarih "açız, ekmek yok" diye bağıran halkına "pasta yiyin" diyen yöneticilere de tanıklık etmiştir; ama, aynı tarih Hz. Ali'yi de görmüştür. Bakınız, bir valisini uyarırken ne diyor Hz. Ali: "Dilersem, ben de yağlar, ballar bulurum; buğday ekmeğinin halisini yerim; ipek elbiseler giyerim; fakat, ben, nasıl doya doya yemek yiyebilirim ki, Hicaz'da, Yemen'de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir de tokluk nedir görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl geçirebilirim ki, ülkemde aç karınlar, yanmış, susuzluktan kavrulmuş ciğerler varken."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de yoksullar var, açlık var. Tüm veriler, ekonomik tablonun giderek kötüleştiğini gösteriyor. Bu tablonun sorumlusu, elbette 57 nci hükümet ve onu ve yaptıklarını hazırlayan 55 ve 56 ncı hükümetlerdir. Bu hükümetlerin görev yaptığı dönemin bir temel özelliği var ki, bunun üzerinde konuşmazsak, yapacağımız değerlendirmeler temelsiz kalır. "Niçin böyle oldu?" sorusunu sorarız da, vereceğimiz cevap yetersiz olur.

Bakınız, 54 üncü hükümetten sonra gelen bütün hükümetlerin alternatifsiz olduğu ilan edilmiştir. Sayın Başbakan "yanlış yapıyorsunuz, beceremiyorsunuz" suçlamaları ve "istifa edin" isteklerine "peki, ama, alternatif yok; kim gelecek" diyor; yani, yanlışlığı, beceriksizliği kabul ediyor; ama, Türkiye'nin başka çaresi yoktur mazeretini ortaya sürüyor.

İşte, Türkiye ekonomisinin tahrip edildiği, geniş halk kitlelerinin açlığa mahkûm edildiği, kaynakların ve değerlerin yok edildiği bu dönemin en temel özelliği, alternatiflerin ortadan kaldırılmış olmasıdır. Evet, 28 Şubat sürecinden söz ediyorum. Bu hükümet ve bundan önceki iki hükümet, alternatiflerin yok sayıldığı bir dönemde görev yapmışlardır. Bu dönemde, demokratik denetim yolları bütünüyle tıkanmıştır; olup bitenler serbest bir ortamda tartışılamamıştır; yani, önce demokrasi zedelenmiştir, hak ve özgürlükler kısıtlanmıştır; siyasî partiler kapatılmış, siyasetçiler yasaklanmış; demokratik kitle örgütleri, sendikalar, dernekler ve vakıflar baskı altına alınmıştır; toplumsal muhalefet bütünüyle susturulmuş, etkisiz hale getirilmiştir. Bugün, gönüllü kuruluşların muhtaç insanlara yardım dağıtmaları bile zaman zaman yasaklanıyor.

Bu dönemde, sadece siyasî iktidarların değil, uygulanan programların da alternatifsiz olduğu söylenmiştir. Türkiye'nin gelişmesini, sanayileşmesini, üretmesini durduran; buğdayı, tütünü, pancarıyla tarımı bitiren; esnafını perişan eden; memurunu, işçisini ve emeklisini aç bırakan ekonomik kararlar, âdeta bilim olarak sunulmuştur. Uygulanan programlara karşı çıkanlar, bilimdışı, geri, hatta hain ilan edilmiştir.

Bu kürsüden, ben ve arkadaşlarım defalarca ifade ettik; bir daha söylüyorum: Demokrasi ile ekonomik refah ve ekmek, birbirine bağımlı kavramlardır. Bakınız, bugün, toplam nüfusları 5 milyarı aşan güney ülkeleri fakirdir, halkları yoksul ve açtır. Bu ülkelerin ortak özellikleri, sadece yoksul olmaları değil, aynı zamanda, demokrasiyle, haklar ve özgürlükler konusunda sorunlu olmalarıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Devlet Bakanı Sayın Derviş "2002 baharında büyümeye geçeceğiz" diyor; ama, Sayın Yılmaz hemen onu yalanladı, 2002'yi de oruç yılı ilan etti; yani, şimdi üzerinde konuştuğumuz bütçenin milleti aç bırakacağını itiraf etti.

Sayın Derviş, hakkında verilen gensorunun görüşmelerinde, olgun, Batılı edasıyla, bazı hatalarını itiraf etti; geldiğinde, sorunun vahametini, krizin derinliğini ölçememiş! Bu, inandırıcı değil. Bize göre, Sayın Derviş, geldiğinde, önce, krizin derinleşmesini bekledi; dolar iyice yükseldikten ve ülkeden 20 milyar dolara yakın para kaçtıktan sonra, sözde, güçlü ekonomiye geçiş programını açıkladı; ama, programı altı ayda kadük kaldı, öngördüğü hedeflerden hiçbirisi de tutmadı.

"Ankara'da sözümüzü geçiremediğimiz kurullar oluştu" diyen Sayın Başbakanı anlamamız mümkün değil. Ankara'da siyasî iktidarların sözlerini geçiremediği yeteri kadar kurum, kurul, kuruluş ve sekreterlik zaten vardı. Devri iktidarlarında, bir de, üst kurul diye biten ve sayılarını, artık, hükümetin bile bilmediği, ayrıcalıklı bürokratların başında bulunduğu özel bürokratik kurullar oluşturulmuştur.

Sayın Derviş siyaseti ekonomiden ayırma iddiasıyla görevine başlamıştı. Bu amaçla, ekonomiyle ilgili tüm kuruluşları kendisine bağladıktan sonra, diğer bakanlıkların alanlarına da girmiş, direnen bakanlar istifade etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi "bu iş tamam" diyor; yani, bundan böyle siyasî iktidarlar ülkeyi yönetemeyecekler demek istiyor.

Evet, bu bütçeyi Sayın Maliye Bakanımız sunuyor, savunuyor; ama, herkes biliyor ki, bu bütçe, IMF, Dünya Bankası ve Amerikan Maliye Bakanlığının istediği gibi hazırlanmıştır. Buna şaşmıyoruz; çünkü, ülke ekonomisi, çoktan, bu yabancı kuruluşlara teslim edilmiştir. Evet, bu bütçe, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş; şimdi de, Meclis Genel Kurulunda müzakere ediliyor; ama, esasında temel yapımcısı IMF'dir. Daha doğrusu, üzerinde konuştuğumuz bu bütçe, yeni IMF programının gelecek yıl nasıl uygulanacağına dair göstermelik bir belgedir. Aslında, işin doğrusunun bu olmadığını herkes biliyor. Nitekim, daha bütçe kabul edilmeden, ek borç paketi ve yeni stand-by gerektirdiği, yeni paketler konuşulmaya başlandı bile. Demem o ki, bu bütçe, gerçekçi bir bütçe değildir. Bu bütçe bir tek gerçeği işaret ediyor, millet için 2002 yılı, 2001'den daha da zor geçecektir.

Değerli milletvekilleri, 43 katrilyonu faiz olmak üzere, toplam 98 katrilyon gideri olan 2002 bütçesinde, 71 katrilyon gelir öngörülmekte ve 58 katrilyon vergi gelirinden söz ediliyor; ama, üretimin durduğu, görülmemiş bir durgunluğun yaşandığı bir ekonomide, bu kadar vergi toplanması hayalden başka bir şey değildir. Belli ki açıklar, yeni borçlar alınarak karşılanacaktır. Sözde 5,5 katrilyon liralık yatırım öngörülüyor; ama, yeni stand-by sonucunda bu rakama ulaşılamayacağı da açıktır. Bu haliyle bu bütçe, bir borç-faiz-tekrar borç; yani, iflas bütçesidir. Olmaz ya, bütün hedeflerinin tuttuğunu kabul edelim; o zaman bu bütçe, bir borç çevirme bütçesidir.

Sizin ne yapacağınızı görmek için, ne yaptığınıza bakmak gerekir. Burada yeri gelmişken, devri iktidarınızda nelerin olduğunu bir kere daha anlatmak durumundayım. Bu şekilde, millet, sizin ve akıl ve öneri aldığınız çevrelerin güvenilirliği konusunda bir fikir sahibi olacaktır. Bunu, üç aşamada yapmak istiyorum; önce, 2001 yılı karnenize bir bakalım: 2001 bütçesinde yüzde 4,5 büyüme öngörmüştünüz; olmadı. Ülkemiz 2001 yılında tarihinin en büyük küçülmesini yaptı; eksi yüzde 9; sapma ne kadar; yüzde 280. Enflasyonu TEFE'de yüzde 10 öngörmüştünüz; yıl sonunda yüzde 80 olacak; sapma, yüzde 200. TÜFE yüzde 12 demiştiniz; yıl sonunda yüzde 70 olacak; sapma, yüzde 420. Ortalama dolar kurunun 712 000 lira olacağını söylemiştiniz; tutmadı. 2001 yılında 1 doların ortalama fiyatı 1 250 000 lira; sapma ise yüzde 75. 2001 yılı bütçesinde 5,2 katrilyon açık öngörmüştünüz, 28 katrilyon açık verdiniz; sapma ise yüzde 430. 2000 yılında topladığınız vergilerin yüzde 52'sini faiz ödemeleri için kullandınız. 2001 yılında topladığınız vergilerin tamamı faiz ödemelerine yetmedi; faiz/vergi oranı yüzde 110 oldu. 2000 yılında gayri safî millî hâsıla 200 milyar dolardı. Yanlış politikalarınızla ülkeyi perişan ettiniz. 2001 yılı gayri safî millî hâsılası 140 milyar dolar civarında gerçekleşiyor. 2001 yılı başında içborç stoku 54 milyar dolardı; yıl sonu itibariyle içborç stoku 80 milyar dolar olacak. Toplam borç, 192 milyar dolara ulaştı gayri safî millî hâsılayı çoktan geçti. Toplam borç stoku gayri safî millî hâsıla oranı şu anda yüzde 136'dır; bunun anlamı, yıkımdır, iflastır. Siz, ülkeyi iflas ettirdiniz. (SP sıralarından alkışlar)

Peki, sizin devri iktidarınızda; yani, 1999-2001 yıllarında neler oldu birkaç göstergeyle anlatayım: Kendi enkazınızı devraldığınız 1999 yılında, gayri safî millî hâsıla 205 milyar dolardı -aslına bakarsanız, tarafsız gözle bakanlar, 1998'deki büyümenin, 1997'de alınan tedbirler sonucunda olduğunu teslim edeceklerdir- 2001 sonunda 140 milyar dolara düştü. Siz, 2,5 yılda bu farkı, iç ve dış rantiye çevrelerine aktardınız.

1999'da 57 nci hükümet göreve gelirken, TEFE yüzde 54, TÜFE yüzde 60; bu mertebede bir enflasyon vardı. Enflasyonla mücadele adı altında uyguladığınız, sözde istikrar ve güçlü ekonomiye geçiş programları için, millet ağır bedeller ödedi, ülkemiz, açlıktan insanların öldüğü Afrika ülkelerine döndü; ama, şimdi, 2,5 yıl sonra, yüksek enflasyon devam ediyor, TEFE yüzde 80, TÜFE yüzde 70.

1999'da 57 nci hükümet kurulurken içborç stoku 37 milyar dolardı, şimdi, 80 milyar dolar. Dışborç stoku 95 milyar dolardı, şimdi 112 milyar dolar oldu. Toplam borç stoku 112 milyar dolardan 192 milyar dolara çıktı; 90 milyar doların üzerinde borç ve faiz ödendikten sonra ulaşılan rakamdır. Bunun anlamı, 2,5 yılda rantiye çevrelerine 100 milyar dolara yakın parayı aktardınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında 28 Şubat sürecinden söz etmiştim. Siyaset bilimcilerin "postmodern darbe" dedikleri bu dönemde yaşanan baskılar, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda ödenen bedeller, elbette, ayrı bir tartışmanın konusudur. Ben, burada, bu dönemde, yani 1997-2001 yılları arasında, Türkiye ekonomisinin nereden nereye geldiğini, hak ve özgürlükler konusunda büyük bedel ödeyen insanımızın, toplum kesimlerinin ödedikleri ekonomik bedelin boyutlarına dikkat çekmek istiyorum. Hemen ifade edeyim; bu dönemin siyasî sorumluları, Sayın Ecevit, Sayın Yılmaz ve son ikibuçuk yılda ise, Sayın Bahçeli ve onların partileridir.

54 üncü Erbakan Hükümetinin iktidarı bıraktığı 1997 yılında, büyüme yüzde 8,3 idi; hatta, ikinci üç ay içerisinde, büyüme yüzde 9,1 idi. Bugün, Türkiye, yüzde 9 oranında küçülen bir ülkedir. Refahyol hükümeti, 1994 krizinin etkilerini ortadan kaldırmış, 1997 yılında, gayri safî millî hâsılayı 185 milyar dolara çıkarmıştı. 2001 sonunda, gayri safî millî hâsıla, 140 milyar dolardır. 1997 yılında, kişi başına düşen millî gelir 3 085 dolardı; bugün, 2 000 dolara düşmüştür. 1997'de, 30 milyar dolar içborç devraldınız; bugün, 80 milyar dolar içborç var. İşte, içborcun gidişi... Evet, şu anda, 74 milyar dolar görünüyor; ancak, yıl sonunda 80 milyar dolar olacağı açıkça bilinmektedir. Evet, şöyle, çok süratli bir artış...

1997'de 80 milyar dolar olan dışborç stoku, bu dönemde 112 milyar dolara çıkmıştır. 1997 yılında, faiz ödemelerinin vergiye oranı yüzde 48 idi; bugün, bu oran yüzde 110'dur. 1997'de, faizlerin bütçeye oranı yüzde 28 idi; bugün, bu oran yüzde 52'dir. 1997'de, faizlerin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 7,7 idi; bugün, bu oran yüzde 22'dir. 1997'de, toplam borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 58 idi; yani, 1994 krizine rağmen, borç stoku kritik seviyenin altında tutulmuştu. Bugün, borç stoku, çoktan gayri safî millî hâsılayı aşmış durumdadır ve oran yüzde 136'dır.

Değerli milletvekilleri, bu örnekleri artırabiliriz. Rakamlarla kafaları karıştırmak istemiyorum; ama, halkımızın geçimi açısından çarpıcı bir gösterge olan asgarî ücreti zikretmeden geçmek yanlış olur. 1997 yılında, Erbakan Hükümeti görevi bırakırken, asgarî ücret 210 dolardı; bugün, bu rakam içler acısıdır ve 80 dolardır. Evet, asgarî ücretin gidişi... 1997'de en yüksek seviyede, şu anda da tam dibe vurmuş durumdadır.

Yine, Erbakan Hükümeti görevi bırakırken, 9 uncu derecenin 1 inci kademesindeki öğretmenin maaşı 450 dolardı; bu maaş, şimdi 200 dolardır.

Bu seriden son bir örnek daha: 1997 yılında reel faiz yüzde 7 civarındaydı; bugün reel faiz yüzde 75 civarındadır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların anlamı şudur: 1997'de, bütün sıkıntılarına rağmen, özkaynaklarını harekete geçirerek büyüyen bir ekonomi vardı. Bütün baskılara rağmen, içborç stoku azalıyordu. Faizler düşüyordu. Enflasyon düşüyordu. Üretim vardı, piyasalar canlıydı. İşçiye, memura, emekliye hakları verilmişti. Türk çiftçisi, altın yılını yaşıyordu. 28 Şubat müdahalesiyle, bütün bunları sağlayan bir hükümet düşürülmüştür; sonrasında 55, 56 ve 57 nci hükümetler işin başına geçtiler. Yani, Sayın Yılmaz, Sayın Ecevit ve son ikibuçuk yıl da Sayın Bahçeli. Tablo ortada; üreten ekonomi yok edildi, yerine rant ekonomisi ikame edildi.

Evet, iddia ediyorum: Siz, Türkiye'nin ve Türk halkının değil, uluslararası finans çevrelerinin, bir avuç rantiye sınıfının isteklerini yerine getirdiniz. (SP sıralarından alkışlar) Şimdi, millet aç ve açıkta. 54 üncü hükümet döneminde işçisi, memuru, emeklisi, esnafı, çiftçisi ve işadamlarıyla tüm toplum altın yılını yaşıyordu; siz geldiniz, milletin 100 milyar dolarını rantiye kesimlerine aktardınız. Şimdi, rantiye, altın yıllarını yaşıyor. (SP sıralarından alkışlar) Şimdi, söyleyin bana: Karnesi böyle olan bir siyasî ekibe niçin güveneceğiz?! Bu millet, bu bütçeye, bu hükümete niçin inanacaktır?!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, genç bir nüfusa sahiptir. İnsanlarımız dünyada olup bitenleri izlemektedir. Türk halkı, gelişmiş ülkelerde var olan zenginliklerin, imkânların Türkiye'de de olmasını istiyor. Haklı olarak milletimizin gözü yukarılardadır. Türkiye'yi yönetenler görmezlikten gelseler de, insanımız bu ülkede eşit yurttaşlar olarak yaşamayı, hak ve özgürlükleri ve muhtaç olmadan belli bir refahı paylaşmayı istiyor. Türk halkı, bunu, ancak kendi kendini yönetmekle; yani, demokrasi içinde elde edebileceğini bilmektedir. Bu millet, ekmek ve demokrasinin birbiriyle doğrudan ilişkili kavramlar olduğunun fena halde farkındadır. Bu nedenle, kimseyle inatlaşmıyor; ama, tüm müdahalelerden sonra ilk fırsatta demokrasiden yana tavrını koyuyor. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, şimdi de, bu aziz millet, en kısa zamanda sandığı zorlayacak ve demokrasiyi zedeleyen, hak ve özgürlükleri budayan, ekmeği ufaltan sizleri ve sizleri getiren şartları sandığa gömecek, tasfiye edecektir. (SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üzerinde konuştuğumuz 2002 bütçesinin bir borç-faiz-borç bütçesi olduğunu söyledim. Aslında, 57 nci hükümet de, onu hazırlayan 55 ve 56 ncı hükümetler de, 2000 yılında uygulanan sözde istikrar programı da, şimdi uygulanmakta olan, sözde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı da, hepsi, ama hepsi bir projenin parçalarıdır. Proje, finans kapitalizminin önündeki engelleri kaldırma, çakıl taşlarını temizleme, sermayenin rahat dolaşımı için dünyayı düzenleme projesidir. Önce, dünyanın sonunun geldiğini, kuzeydeki zenginler ve güneydeki fakirler ayırımının nihaî olduğunu ilan ettiler; sonra da, her şeyin, spekülatif amaçla dolaşacak olan sermayeye uygun olması için kolları sıvadılar. Burada, uluslararası sermayenin bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum. Artık, sermaye, yatırım anlamına gelen "yabancı sermaye" şeklinde dolaşmıyor ya da bu şekilde az dolaşıyor; yani, gittiği ülkede üretime, istihdama, büyümeye dönüşmüyor. Bugün, dünyada dolaşan sermayenin yüzde 95'i sıcak paradır; yani, ülkelere, spekülatif amaçlı giriyor, orada kısa süreli kâğıtlar şeklinde bir süre kalıyor ve başka bir serüven için başka bir merkeze gitmek üzere yola çıkıyor; yola çıkarken de, ayrıldığı ülkede krizler ekiyor.

IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, önceden de, gelişmiş ülkelerin, uluslararası sermaye çevrelerinin ve çokuluslu şirketlerin denetimindeydi; yani, onların çıkarlarını korurlardı. Bu nedenle, gittikleri ülkelerin ekonomilerini, bu çevrelerin daha iyi yatırım ve ticaret yapabileceği, daha çok kâr edebileceği şekilde düzenlerlerdi; yani, mal ve hizmet dolaşımına uygun hale getirmeye çalışırlardı. Bu arada, uygun olan ülkelerde, temel sanayi alanlarında olmasa bile yatırımlar, üretim, ekonomik canlanma, istihdam, büyüme olabilirdi. Şimdi, işin mahiyeti değişmiştir. Bugün, mal ve hizmetlerin dolaşımı elbette devam ediyor; bu nedenle, IMF, müdahale ederek, Türkiye şeker pazarını çokuluslu şeker şirketlerine uygun hale getiriyor; ama, asıl sorun sermaye piyasasıdır, sıcak para anlamında sermayenin en tatlı kârları sağlayacağı şekilde malî piyasanın oluşturulmasıdır. O nedenle, Sayın Derviş "ille de malî sektör" diyor. Bankaların üzerinde bunun için titriyorlar" bu nedenle bankacılık sektörü önce başıboş bırakılarak şişirildi, sonra, milletin milyarlarca doları batırıldıktan, Türkiye her denileni yapacak şekilde zayıflatıldıktan sonra sıkı uygulamalar getirildi. Şimdi, sistemin zayıfları ayıklanıyor, kalanlar birleştiriliyor, toparlanıyor, devlet bankalarının tüm zararları ve batan kredileri Hazineye ödettirildikten sonra işler yoluna girmiş olacak, sonunda uluslararası sermaye gelecek ve bunları yok pahasına satın alacaktır; ancak, her şeye rağmen, tüm destekler ve yönetimin bütün önceliğine rağmen malî sektörde, bankalarda beklenen henüz yapılabilmiş değil. Öyle anlaşılıyor ki, sistemin yumuşak karnı olan bankalar bir süre daha böyle tutulacak; çünkü, Türkiye, her şeye rağmen bütünüyle teslim olmuş değil. Sayın Derviş, göreve başladığı günden beri, takıldığı noktaları hep krizler oluşturarak aşmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu yapılanlar projenin son safhasıdır. Asıl operasyon 1980'lerin sonundan bu yana sürdürülen borçlanma politikalarıdır. Tekrar bazı rakamlara dönmek zorundayım, onun için özür diliyorum. Ama, bugün yaşadığımız felaketin, milletimizin bugün çektiği yoksulluk ve açlığın temelinde borçlanma politikalarıyla soygunlar vardır. İçborç-faiz sarmalına 1980'li yılların ortalarında girilmiştir. Bu yıllarda alınan borçlar nispeten uzun vadelidir ve devletin açıkları, otoyollar gibi temel yatırımlardan kaynaklanmaktadır, yani, alınan borçlarla temel yatırımlar yapılmaktadır. Ancak, sermaye çevreleri, devlete para satarak para kazanma alışkanlığına bu dönemde başlamışlardır. 1980'den itibaren, dönemin iktidarlarının, seçimleri kazanmak için popülizme kaymaları ve paradan para kazanmanın tadına varanların teşvikiyle borçlanma politikaları devam etmiş, 1990'a gelindiğinde içborç stoku 20 milyar dolara ulaşmıştır. Sonra içborç stokunda lineer artış devam etmiş, 1994 krizine 24 milyar stokla girilmiştir. 1994'te devalüasyon dolayısıyla döviz bazında bir miktar azalma olmuş; ama, sonrasında artış devam etmiştir.

1990'dan 2000 yılına kadar içborç stoku dolar bazında yüzde 100'ün üzerinde artarak, 20 milyar dolardan 42 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, burada dikkat çeken iki konu var: 1994 kriz yılı ve krizin etkisinin devam ettiği 1995 yılının birinci üç ayı hariç, Türkiye ekonomisi sürekli büyümeye devam etmiştir, ta ki, 57 nci hükümetin göreve geldiği 1999 yılına kadar.

1990'da 150 milyar dolar olan gayrî safî millî hâsıla, 1998 yılı sonu itibarıyla 200 milyar dolara ulaşmıştır. Bu dönemde dikkat çeken ikinci konu, 54 üncü Erbakan Hükümetinin görev yaptığı 1996 ve 1997 yıllarında, o zamana kadar düzenli artan içborç stokunun değişmemesidir; Haziran 1996'da içborç 29,1 milyar dolar, Aralık-1996'da 30,2 milyar dolar, Haziran 1997'de 29,6 milyar dolarda kalmıştır; yani, içborç stoku artmamıştır. Bu dönemde, içborç stoku değişmemesine rağmen, büyüme büyük bir hızla devam etmiş ve Erbakan, hükümeti devrederken, yine, 1997'de, ikinci üç ayın büyüme oranı yüzde 9,1'dir. Aslında, bu durumun, 54 üncü Erbakan Hükümetinin niçin düşürüldüğünü anlatması açısından ayrıca bir önemi vardır. (SP sıralarından alkışlar)

İplerin kopması Sayın Ecevit'in Başbakanlığıyla başlıyor. 57 nci hükümetle uçurumun kenarına gelinir; Şubat 2001 ise tam bir felakettir. 1999'da borçlanma bütün hızıyla devam ederken ekonomi küçülmektedir. Küçülme oranı 1999 sonunda eksi 6,1 olmuştur. İçborç stoku ise Aralık 1998'de 42 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye'nin iflası 2000 yılında olmuştur. 2000 yılı IMF programının uygulandığı yıldır. Aslında, 2000 yılı bir deneme yılıdır; IMF ve Dünya Bankası, Türkiye ekonomisini sıcak para girişiyle test etmektedir. Sonuç bizim için felaket olmuştur; ama, IMF ve Dünya Bankası için istenen sonuçtur. İçborç stoku 54 milyar dolara ulaşmıştır; yani, 2000 yılında IMF programı sayesinde içborç stoku son on yıldaki kadar artmıştır.

2000 yılında büyümeden söz ediliyor. Bu büyüme yanıltıcıdır değerli arkadaşlarım. Tarım ve sanayi üretimi düşmüştür; artış IMF'nin test programından kaynaklanmıştır. Dışticarette verilen 27 milyar dolarlık artış büyümenin sebebidir. İşte, bu 27 milyar dolarlık dışticaret açığı ve rekor olan 10 milyar dolarlık cari açık, şubat krizini getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, iddia ediyorum, bütün bunlar bir projenin adım adım uygulanmasıdır. Bizim için felaket, IMF ve Dünya Bankası için ise projenin bir aşaması olan 2001 Şubat krizine böyle bir ortamda girilmiştir.

İçborç serüveni devam ediyor. Sayın Kemal Devriş'in göreve geldiği 2001 Mart ile 2001 Ağustos arasındaki altı aylık dönem, içborç tarihinin rekorudur, stok 54 milyar dolardan 74 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakamın yıl sonunda 80 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.

Bu arada, ekonomi yüzde 11,8 oranında küçülmüştür. Ekonomi küçülüyor, millet olarak fakirleşiyoruz, gayri safî millî hâsıla 200 milyar dolardan 140 milyar dolara düşüyor, borç stokları ise katlanarak artıyor. Neye rağmen; ödenen bunca anapara ve faize rağmen. Bu arada, bütün bunlar olup biterken, 1997'de 15 milyar dolar, 1998'de 24 milyar dolar, 1999'da 25 milyar dolar, 2000'de 33 milyar dolar, 2001'de 35 milyar dolar olmak üzere, toplam 132 milyar dolar borç anaparası ve faizi ödenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, sizlerin burada seyrettiğiniz, bir ülkenin nasıl borç-faiz sarmalına düşürülerek, iflas ettirildiğidir. Direniş noktaları tek tek kırılarak, bir koca millet çökertilmektedir. Yıllarca verilen emekler, ödenen bedeller heba edilmektedir. Üretimin, sanayileşmenin, büyümenin, Türkiye reel sektörünün ocağına incir ağacı dikilmekte; ülke ekonomisi rantiye ekonomisi yapılmakta; Türkiye, finans kapitalizminin çevre ülkesine dönüştürülmektedir.

Bu ülkenin gerçek işadamları âdeta düşman ilan edilmiştir, tehdit olarak gösterilmektedir. İşadamları yerine rantiye sınıfı yaratılmaktadır. Bu sınıfa, on yılda, sadece içborç faizi yoluyla 100 milyar doların üzerinde para aktarılmıştır. Ülkede işadamı bırakılmadı, en büyük 500 firmanın kârının yüzde 90'ını faiz gelirleri oluşturmaktadır.

Yetmezmiş gibi, şimdi, Sayın Derviş "takas" diye yeni bir yasal soygun yöntemi icat etmiştir. Ekonominin bu noktaya gelmesinde, krizlerin çıkmasında hiçbir günahı olmayın tüm toplum kesimleri bedel ödemektedir. Evine 2 ekmek götürebilen asgarî ücretlinin elinden 1 ekmeği alınmıştır; ama, ülkenin felakete sürüklenmesinin bir numaralı sorumluları olan rantiye sınıfı, bedel ödemek şöyle dursun, ödüllendirilmektedir.

İlk takas ihalesinde, 7,4 milyar dolarlık içborç dövize çevrilerek, ertelenmiştir. Rantiye sınıfı için bu çok tatlı bir işlemdir, faizi dolar bazında yüzde 20'lere ulaşmaktadır. Sadece faiz değil, bir de kur farkı var; dolar kurunun her 100 000 lira artışında, bu rantiye sınıfının cebine 300 trilyon lira girmektedir. Aralık 2000'de içborç toplamının ancak yüzde 8'i -4 milyar dolar- dövize endeksliydi. Sayın Derviş'in takas icadı sayesinde, bugün bu oran, yüzde 32'dir; yani, 24 milyar dolara ulaşmıştır. Demek ki, her ay tatlı takaslar devam ediyor.

Değerli milletvekilleri, bu hükümetin ve 97 yılından bu yana yaşanan baskı döneminin karnesi budur. Geçtiğimiz dört yılda hükümet ortakları bunları yapmış. IMF ve Dünya Bankasının hazırladığı programlar ve bu programlardan hareketle hazırlanan bütçelerin sonucu, bu içler acısı tablodur.

Şimdi, ben, önümüzde bütçe adıyla duran bu iflas belgesinin nesi üzerinde konuşayım?! (SP sıralarından alkışlar) Sanayiden mi, tarımdan mı, eğitimden mi, sağlıktan mı, sosyal güvenlikten mi, millî savunmadan mı, bu bütçenin hangi kaleminden söz edeyim?!..

Bütçeyi takdim edenler faizdışı harcamaların azlığı; yani, faiz dışı fazlanın yüksekliğiyle övünüyorlar. Sayın Maliye Bakanımız, bütçeyi takdim ederken bunu öne çıkardı. 2002 yılında faizdışı bütçe harcamalarının payının gayri safî millî hâsılanın yüzde 20'sinin altında olması öngörülüyor. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran yüzde 40'ların üstünde, Amerika'da ise yüzde 35'tir. Peki, şimdi soruyorum: Faizdışı bütçe harcamaları bu seviyelerde tutulacaksa, durgunluktan nasıl kurtulacağız?

Ekonomiden sorumlu bakan, 2001 yılında ihracatın yüzde 12 artmasını büyük bir başarı olarak gösteriyor. Bu doğru değildir. Bu artış 2000 yılına göredir. Bildiğiniz gibi, 2000 yılında ihracat bir önceki yıla göre azalmış, ithalat patlaması yaşanmış ve dışticaret açığı 27 milyar dolara ulaşmıştı. Nitekim, bu artış sonucunda ekonomide bir canlanma olmamıştır.

Ayrıca, 2002 yılında ihracattaki artışın devam edeceğine dair bir işaret de yoktur; aksine, son aylarda ihracatta azalma eğilimi vardır. Türkiye üretmiyor ki, devalüasyonun dışında ihracatı teşvik edici bir tedbir alınmamıştır ki, ihracat artsın. İhracatın durumu budur.

Böyle bir krizde ekonominin büyümeye geçmesi, ancak içtalebin uyarılmasıyla mümkündür. Bu da, ancak çarpan etkisi yüksek kamu harcamalarıyla sağlanır; ama, bu bütçeyi hazırlayanlar faizdışı harcamaları azaltmakla övünüyor. Kaldı ki, bu bütçe, 2002 yılında neler olacağını bütünüyle ortaya koyan bir belge değildir. 2002 yılında olacakları, daha çok, IMF'ye verilen yeni niyet mektubu ve yeni stand-by tayin edecektir. IMF'ye yeni verilen niyet mektubu, yeni vergilerden söz ediyor; Akaryakıt Tüketim ve Motorlu Taşıtlar Vergileri artırılıyor; personel maliyeti kısıtlanacak, tarım desteği tamamen ortadan kaldırılacak, KİT ürünlerine yeni zamlar yapılacak. Peki, girdi fiyatlarının bu kadar arttığı, faiz oranlarının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, kim, nasıl üretim yapacak; kim, nasıl ihracat yapacak?! Sayın Derviş'in 70'li yıllardan beri bildiği bir tek yöntem var, o da devalüasyon; ama, sadece devalüasyonla rekabetin mümkün olmayacağı, sadece devalüasyonun sürgit ihracata olumlu katkı sağlayamayacağı, artık, basit bir iktisat bilgisidir.

"Yabancı yatırımcılar gelecek, üretecekler, ihracat yapacaklar" mı diyorsunuz. Biliyoruz, "15 günde 15 kanun" diyerek, özellikle, Türk çiftçisini tarlasından kovdunuz. Şimdi, tarım ürünleri piyasasına yabancılar geliyor; doğru, onlar, en azından paketleme ve pazarlama için bazı yatırımlar yaparlar. Belki de, sadece bunlar için; ama, yabancı sermayenin gelmesini kolaylaştıracak bazı hazırlıklar içinde olduğunuzu da izliyoruz. İhale Yasası, Yabancı Sermaye Yasası üzerinde çalışıyorsunuz. Hemen şunu ifade edeyim: Biz, gerçek yatırım yapacak yabancı sermayenin ülkeye gelmesinden yanayız. Bunun için var olan bürokratik engellerin kaldırılmasını destekleriz; ama, burada samimî olunmadığı endişesini taşıyoruz. Ayrıca, ülkenin sanayicileri, yatırımcıları perişan edildikten, bazıları düşman muamelesi gördükten ve hatırı sayılır bir yerli yatırımcı yurtdışına kaçırıldıktan, birçoğu iflas ettirildikten sonra, bu yabancı yatırımcı sevdasını endişeyle karşılamamıza herhalde şaşmazsınız. Hiçbir yurtsever yönetim, rekabeti yabancıların lehine bozacak düzenlemelere imza atamaz (SP sıralarından alkışlar) ama, maalesef, siz, öyle anlaşılıyor ki, Türk çiftçisini yabancı çiftçi karşısında perişan ettiğiniz gibi, Türk sanayicisinin başına da yeni çoraplar örmeye hazırlanıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, âdeta, her şey, yatırım yapılmaması, üretimin olmaması için düzenleniyor. Ülkemizde, üretimi baltalayan en önemli engellerden biri vergi sistemidir. İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Malî Müşavirler Odası Başkanı, herkes gibi vergi sisteminden yakındığı konuşmasında, kayıtdışının kayda alınmasıyla Türkiye'nin 100 milyar dolar kazanç sağlayabileceğini söylüyor; doğrudur. Türkiye'nin ciddî bir vergi reformuna ihtiyacı var; vergi oranlarını düşürecek, kalemlerini azaltacak, tahsilini kolaylaştıracak ve tabana yayacak bir vergi reformu derhal yapılmalıdır. Yapılacak vergi reformunun temel felsefesi "devlet daha çok vergiyi nasıl alır"dan çok "üretimi nasıl artırırız" olmalıdır. Vergi kalemlerinin bu kadar çok ve oranlarının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede yatırım her babayiğidin harcı değildir. Öte yandan, yatırımcı, yüksek enflasyon nedeniyle ayrıca vergi ödemektedir. Bir de, yüksek faizle borç alan bir devlet var; üstelik, faiz gelirleri de vergiden muaf. Böyle bir ortamda yatırım yapmak akıl kârı olmasa gerek. Nitekim öyle oluyor. Sermayedarlarımızın büyük çoğunluğu tefeci olmuş durumdadır. Her şeye rağmen yatırım yapmak isteyenler Romanya'ya, Bulgaristan'a, Ortaasya cumhuriyetlerine kaçmaktadırlar. İnat edip ülkede kalanlar ise bir bir iflas etmektedirler. Sizin, nasıl bir Türkiye ekonomisi istediğinizin en çarpıcı örneği, bankasına el konulan Toprak Holdingin başına gelenlerdir. Toprak Holdingin sahibi Halis Toprak'ın itiraf ve isyan niteliğindeki açıklaması, ülkeyi nereye getirdiğinizin özetidir. İşte Halis Toprak'ın feryadı: "Benim 23 fabrika neyime, bir fabrikam olsaydı yeterdi; kârını alır, yüzde 100 faizle hazine bonosuna yatırır, alacağım milyonlarca dolarla, dünyanın en müreffeh ülkesinde yaşardım; hiç değilse, ağır ithamlara da maruz kalmazdım, borcum falan da olmazdı." Bugün bu yolu seçenler akıllı, üretim yapanlar da akılsız duruma düşürüldü. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) İşte 1997-2001, dört yıllık baskı döneminizin özeti budur.

Değerli milletvekilleri, 1997 Temmuzundan bu yana iktidarda bulunan hükümet ortakları, ülke ekonomisini bitirmişlerdir; devlet, artık, hizmet veremez durumdadır. Bu bütçe açıkça göstermektedir ki, 2002 yılında, eğitim, sağlık, adalet, güvenlik hizmetleri gerektiği gibi verilemeyecektir; herhangi bir yatırım da yapılmayacaktır. "Memura, emekliye, işçiye, öngörülen enflasyona göre zam yapılacak" deniliyor; ama, sizin, hiçbir zaman, enflasyon hedefiniz tutmamıştır. Sayın Yılmaz'ın dediği doğrudur, 2002 yılında halkımız oruç tutacaktır. Hükümetin uyguladığı programlar, bir avuç rantiyeci sınıfın dışında, toplumun her kesimini vurmuştur. Fabrikaların kapanması ve yüzbinlerce esnafın kepenk indirmesi sonucu, milyonlarca olan işsizlere yeni milyonlar katılmıştır. İnsanlarımızın, ucuz ekmek, yardım paketi kuyruklarında onurları kırılmaktadır. Memurlarımız, işçilerimiz, öğretmenlerimiz, çoluk çocuklarının geçimini sağlayamamaktadırlar. Bunları, bütçenin bölümleri üzerinde arkadaşlarımız konuşurken dile getireceklerdir. Ben, sadece bir örnek olsun diye, Türk çiftçisinin durumunu, tarım sektörünün durumunu size anlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ekonomi, bildiğiniz gibi, üç temel sektörün üzerine Kurulmuştur: Tarım, sanayi ve hizmet sektörleri. Her ülke için bunların önem sırası değişiktir. Sektörler, istihdama, millî gelire ve ihracata katkıları bakımından derecelendirilirler.

Tarım, Türkiye'de nüfusun yüzde 45'inin geçimini sağlıyor, millî gelire ancak yüzde 15 katkı sağlıyor; ihracattaki payı ise, yüzde 12, tarımsal sanayi ürünleri dahil edilirse yüzde 20'dir. Hangi açıdan bakarsanız bakın, ülkemizde lokomotif sektör, tarımdır; üstelik, sanayii de büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarım sektörü, dünyanın hiçbir yerinde kârlı bir sektör değildir; üstelik, risklidir de. İstediğiniz kadar riski azaltın, yine de yaptığınız üretim programı veya kârını tutturamazsınız. Tarım, tıpkı savunma gibi, stratejik bir öneme sahiptir; çünkü, doğrudan halkın beslenmesiyle ilgilidir. Bu yüzden, kârlılığına bakılmaksızın, bütün dünya ülkeleri, tarım sektörünü ayakta tutmak için çaba sarf ederler; gerek bütçelerinden doğrudan gerekse çeşitli fonlar yoluyla, tarım sektörünü desteklerler. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, ülkemizde de bu destekler, çeşitli yollarla sürdürülegelmiştir. Geçen zaman zarfında, bu amaçla, birlikler kurulmuş, bankalar görevlendirilmiş, kooperatifler oluşturulmuştur; ayrıca, tarımsal kamu iktisadî teşekkülleri kurulmuştur. Bu kurum ve kuruluşların değişik görevleri vardır; ama, hepsinin amacı, Türk tarımını ayakta tutmaktır. Şüphesiz ki, bu kurumlar kusursuz değiller, ideal kuruluşlar olmayabilirler. Varsa aksayan ya da günün şartlarına uymayan yönleri, düzeltilmelidir; ama, hepsini birden yok etmek, haraç mezat satmak hangi mantığa sığıyor?

 57 nci hükümet, görevi devraldığından bu yana, Türk ekonomisini tarım sektörüne yapılan desteğin batırdığını iddia etmektedir. Bunu, IMF'ye verdiği niyet mektuplarında da dile getirdiler. Bu düşünce ve uygulamalar, tarihte tarım sektörüne yapılan en büyük haksızlıktır; bize göre, ayrıca, nankörlüktür. Dünyanın neresinde görülmüş değerli arkadaşlar, hem nüfusun yarısını bu sektörde istihdam edeceksiniz hem bu sektörde istihdam edilenler millî gelirin ancak yüzde 15'ini alacaklar, bir başka deyişle, haklarının üçte 1'ini alacaklar hem de bunlar ekonomiye yük oluyor diye şikâyet edeceksiniz. Niyet mektubunda, tarımsal destek kuruluşları ülke ekonomisini batırıyor, bunları tasfiye edelim denildi; bunun adını da tarım reformu koydular. Nasıl bir reformsa, iki yıl içinde Türk tarımını çökerttiler.

Devleti küçültüyoruz diye tarımsal destekleme müesseseleri birer birer yok edilmeye başlandı. Tarımın hizmetini gören bu müesseselerin yerine, sadece buyurganlık yapacak olan, siyasî iradenin de söz geçiremediği astronomik maaşlı üyelerden oluşan kurullar oluşturuldu. Çıkardıkları her kanunun içine bir de kurul koyan bu hükümetin Sayın Başkanı şimdilerde uyanmış olacak ki "bir hata mı yaptık, kurullara söz geçiremiyoruz" demeye başladı.

Ülkenin her köşesinde örgütlenmiş, çalışan müesseselerin yerine, başkentte buyurgan kurullar oluşturmak devleti küçültmek mi oluyor, yoksa, siyasî iradenin ve Meclisin denetimi dışında, daha bürokratik daha büyük daha merkezî bir yapı mı oluşturuluyor?

Tarımsal kuruluşlarımız birer birer yok ediliyorlar; Tekel, Toprak Mahsulleri Ofisi, Şeker Şirketi, Çay-Kur, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, tarım satış kooperatifleri vesaire. Bunlar, çiftçiye destek veriyordu, en önemlisi, cesaret veriyorlardı; çiftçinin kara gün dostuydular.

İddia ediyorum, bu kuruluşların tasfiye edilmesinin hiçbir ekonomik gerekçesi yoktur. Bu kuruluşlar, uluslararası gıda devlerinin Türkiye'ye girmesini kolaylaştırmak için tasfiye edilmek isteniyor. (SP sıralarından alkışlar) Bu müesseseler çiftçinin yanında durduğu sürece, tarımsal ürün fazlası olan gelişmiş ülkelerdeki gıda devleri ülkemize elini kolunu sallaya sallaya giremiyorlardı. Hükümet, IMF'ye,  Dünya Bankasına avuç açınca, bu gıda devlerinin güdümünde olan IMF ve Dünya Bankası da, doğal olarak, emirlerini sıraladılar.

"Tarımsal ürünleri artırıcı, özendirici destekleri kesin." Evet, verilen talimat bu. Bu emre göre, gübre desteği sıfırlandı, fiyat alım desteği en aza indirildi, 2002 yılında da sıfırlanacak. Tohum Yardımı Yasası kaldırıldı. Tarımsal ürün destekleme alımı yapan müesseseler yok ediliyor. Türkiye Şeker Fabrikaları özelleştiriliyor, 2002 yılında alım desteği yapmayacak. Tekel özelleştiriliyor, 2002 yılında alım desteği yapmayacak. Sırada, Toprak Mahsulleri Ofisi, Çaykur ve diğerleri var. Yok edemediğinin gücünü kır, fabrikalarını ve yan kuruluşlarını elinden al. Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Yasasıyla bu müesseselerin fabrikaları elinden alınıp peşkeş çekilmeye başlandı; Tariş gibi, Trakya Birlik gibi.

Bu istek, emirler doğrultusunda, dünyada söz sahibi olduğumuz ürünlerin üretiminden nasıl vazgeçtiğimizi, bunun için çıkarılan kanunlardan birkaç örnek vereceğim: Şeker Kanunu. En az 400 000 aile şekerpancarı tarımı yapıyor. Öncelikle, şekerpancarı üreticileri kotalarla sıkıştırıldı, ekim alanları kısıldı, üç yıl üst üste tabanfiyatları enflasyonun altında verildi, tabanfiyatlarının açıklanması yıl sonuna ertelendi; çiftçi, borçlularının karşısında ezildi. Bu sene bu oyunun son perdesi oynanıyor; girdilerde yüzde 100 fiyat artışı olduğu bir zamanda, pancara yüzde 35 artış verilmek isteniliyor. Zaten, çiftçiyi ektiğine pişman ettirdiler. Hububata fiyat verirken dünya fiyatlarını baz alan bu hükümet, şekerpancarında aynı şeyi aklından bile geçirmiyor.  Avrupa  Birliği  ülkelerinde  şekerpancarı  fiyatı  şu  anda 68 000 liradır; bizde düşünülen fiyat, bu korkunç girdi fiyatlarına rağmen, kilo başına 45 000 lira. Bu, insafsızlıktır. Bu arada, bu çiftçiyi bu kadar ezdik; ama, yine de inat eder, pancar eker, ne olur ne olmaz, bu işin yasasını da hazırlayalım dediler ve bir de Şeker Yasası çıkardılar. IMF yasalarından olan Şeker Yasasına göre, tabanfiyatını, bundan sonra, piyasa ve Şeker Kurulu belirleyecek. Bundan sonra, ülke, şeker ihtiyacını, dış ülkelerden ithal edilecek olan mısır glikozuyla karşılayacak. Zaten, kanunun amacı da, Türkiye'deki birkaç çokuluslu şirketin tatlandırıcı fabrikalarına iş üretmek, Amerika mısırına pazar açmaktı.

Şeker fabrikaları, güya, özelleştirilecek. Artık, nasıl yapacaklar, ona da bir formül bulurlar. Müşterileri, herhalde, önceden hazırdır. Ancak, altını çizerek şunu ifade ediyorum değerli arkadaşlarım: Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi başlar ise, özellikle doğu bölgelerimizde fevkalade büyük önem taşıyan şeker fabrikaları, Kars...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim, bir dakika... Çok önemli bir şey söylüyorsunuz, onun için...

Buyurun.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Böyle bir uygulamayla, Kars, Ağrı, Muş, Erzurum, Erciş şeker fabrikaları kapanacaktır; çünkü, bu tesisleri, sadece ekonomik karakterli tesisler olarak düşünemezsiniz, sosyal yanları, sosyal karakterleri daha da önde gelir. Onun için, hükümete sesleniyorum: Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Devletinin sosyal bir devlet olduğunu, özellikle, okuyun ve öğrenin. (SP sıralarından alkışlar)

Pancar çiftçisi, işçisi, taşıyıcısı ne olacak; bunun çözümü kanunda yok. Herkesin sorununu da bu hükümet mi çözecek; onlar da başlarının çaresine baksınlar.

Çaya gelince: Çay üreticisi perişandır. 2001 yılında, tarihinin en düşük alım fiyatıyla karşı karşıyadır. Yıl sonu gelmesine rağmen, hâlâ, ürün bedellerini alamadılar. Pancar ekicileri gibi, çay ekicileri de alıştırılıyor. "Çayla geçim olmaz, kiviye geçin" diyorlar. Sonra, çay piyasası yasası çıkarılacak ve 600 milyon dolarlık Türkiye çay piyasası, çokuluslu şirketlere bırakılacak; Doğu Karadeniz Bölgesinde çay üretimi yapan 200 000 aile ise, yerlerinden, yurtlarından edilecek.

Tütün : 600 000 aile tütün tarımı yapıyor. IMF'nin "olmazsa olmaz" dediği, IMF teknik görevlisinin 15 günde 15 kanun diye dayattığı Tütün Kanunu başlıbaşına bir yıkım, bize göre bir ihanettir. Bu kanuna göre, devletin kâr eden nadir kuruluşlarından TEKEL özelleştirme bahanesiyle yok edilecek. Tütün ve mamulleri ithalatı önündeki bütün engeller kaldırılacak. Piyasaya çokuluslu firmalar ve onların Türkiye'deki ortakları hâkim olacak. Bu firmalar mamullerinde Türk tütünü kullanmadığından, tütün ithal edecekler; çünkü, bu tütünler, bizim ülkemizde, özellikle tütün üretilen yörelerimizde üretilemiyor. Devletin bu kanundaki görevi kolculuk yapmak olacak; tütün ekenleri kovalayacak, kavuşturacak, tutuklayacak, cezalandıracaktır. Bu bir nevi eski reji idaresidir.

Bu arada hatırlatmak istiyorum. Bir araştırmaya göre yüzyılın başında yabancı tütün şirketleri adına çalışan tütün kolcuları 1000'e yakın yurttaşımızı öldürmüşlerdi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte reji idaresi kaldırılmış, bu düyunu umumiyenin tasfiyesi ve bağımsızlığının işareti sayılmıştı. Şimdi, 78 yıl sonra, yeniden reji idaresine geçiliyor.

Dünyada, toplam fındık üretiminin yüzde 70'i ülkemizdedir. Ayrıca, dünyanın en kaliteli fındığı bizim ülkemizde üretiliyor. Dünya ihracatının yüzde 80'i ülkemizden yapılıyor. Fındık ihracatından ülkeye yılda 600 ilâ 700 milyon dolar döviz giriyor. Şimdi, düşünün. Bu ürünün ülkeye ne zararı var? 24 Kasım 2001 tarihinde bu hükümet, bir kararnameyle fındık üretim alanlarını daraltmaya karar verdi. Kararnamede fındık ağaçlarını sökün deniyor, üstelik söküm masraflarını Dünya Bankası kredisiyle devlet karşılıyor. Niçin; devlet bu kadar zengin mi? Fındığınız ne zaman elinizde kaldı? Fiskobirlik devreye girmese dahi, vatandaş, ürününü piyasada satabiliyor.

Bitkisel yağa gelince : Türkiye, bitkisel yağ hammaddesi için her yıl dışarıya 500 milyon dolar döviz ödüyor. Bu ürünlerde dışa bağımlıyız. Aslında, Türkiye'nin her yerinde ayçiçeği tarımı yapılabilir; ama, nerede bunu teşvik edici zihniyet! Bu hükümet, üretimi artıracağı yerde, engellemeye çalışıyor. Böyle bir ürün için hükümetin aldığı karara bakınız: 2002 yılı için ayçiçeği, pamuk ve zeytinyağına verilen primler kaldırılıyor. Alternatif ürünler, evet, onlar desteklenecekmiş. Fındık, tütün ve şekerpancarı üretimini engelleyen hükümet, bu ürünlerin yerine, Türk çiftçisinin adını bile bilmediği ürünleri alternatif ürün olarak sunuyor. Alternatif ürün, Sayın Ecevit'in köy-kent projesi gibi, sadece ham hayal ve Türk çiftçisiyle alay etmektir. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Efendim, toparlar mısınız.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla)- Alternatif ürün dedikleri, soya fasulyesi ve kanoladır. Bunun için prim verilecekmiş. Diyorum ki: Ayçiçeğine niye vermiyorsunuz? Şimdi hükümet sıralarına sesleniyorum: Kanolanın ne olduğunu aranızda bileniniz var mı?

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa)- Bilmiyorlar.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla)- Olsa olsa, belki, Tarım Bakanı bilebilir.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa)- Bilmiyorlar... Bilmiyorlar...

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla)- Buğdaya gelince : Hiçbir ülkede hiçbir zaman hiçbir hükümet, eğer gaflet, dalalet ya da hıyanet içinde değilse, vatandaşın ekmeğiyle oynamaz, ekmeğiyle oynayan varsa onunla mücadele eder; böyle bir tehlike varsa, önceden görür; göremiyorsa, görenleri dinler. Üstelik, böyle bir tehlike durumu için müdahale kuruluşları oluşturulmuştur. Ekmek bu. Ekmekle oynanmasın diye Toprak Mahsulleri Ofisi diye bir kurum var. Üç yıldır bu kuruluşu yok etmenin yolunu arıyor bu hükümet. Önce kurumu işlevsiz hale getiriyor; buğday üreticisine destek vermiyor, yeterli alım yaptırmıyor, sonra da, dışarıdan buğday ithalatı yapıyor. 57 nci hükümet, üç yıldır, âdeta, buğday üreticisini ürettiğine pişman edercesine enflasyonun çok altında fiyat vererek, enflasyona ezdirmiştir. Önümüzdeki yıl, buğdayda tamamen dışa bağımlı hale getiriliyoruz. Bu amaçla, hükümet, elinden geleni yapmış, görevini tamamlamıştır. Destekleri tamamen ortadan kaldırdıktan sonra, ödünç tohumluk verilmesi kanunu da kaldırıldı. Çiftçi, iyi tohum da kullanamadı. Gelecek yıl, ekmek sorunu yine kapıda.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederiz.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - 1 dakikanızı rica ediyorum efendim.

BAŞKAN - Tabiî, efendim. Hayır, iftar vakti yaklaştığı için...

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Evet efendim.

Tarımsal ürünlerin desteklenmesiyle, güya, ürün fiyatları artıyormuş, tüketici bundan zarar görüyormuş; tüketiciyi korumak amacıyla desteklemeleri kısıyorlarmış. Şimdi, gıdada dışa bağımlı oldunuz ve piyasa, spekülatörlerin eline düştü. Gıda fiyatları birkaç ay içerisinde yüzde 120 arttı. Tüketiciyi böyle mi koruyacaksınız?!

Evet, 165 000 lira tabanfiyatı açıkladığınız buğdaya, ancak, 130 000 lira ödediniz. Şimdi, buğday 250 000 lira oldu. Aradaki 120 000 liralık fark, güneşin altında pişen çiftçilerimizin cebine mi girdi?! Yine soruyorum: Tüketiciyi böyle mi koruyacaksınız?

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu açıklamalardan sonra gelinen yer, iflas değil mi? Dört yılda 100 milyar doları rantiyeye, 30 milyar doları soygunculara, hortumculara verdiniz. 30 milyar dolar dışarıya kaçtı. Buna rağmen borç toplamı, 200 milyar dolara yaklaşıyor. Ülke küçülüyor, tükeniyor. Gayri safî millî hâsıla, 205 milyar dolardan 140 milyar dolara düştü. Milyonlarca işsiz insan var. İnsanlarımız aç ve perişan durumda. Sosyal güvenlik sistemlerimiz çökmüş. Devlet, adalet, eğitim, sağlık ve güvenlik gibi temel görevlerini yapamıyor. Üretim durmuş, ülke fakirleşmiş, ele güne muhtaç hale gelmiştir. Sabit değerlerimiz, büyük fedakârlıklarla ürettiğimiz zenginliklerimiz, haraç mezat satılma durumundadır. Tüm varlığımız yabancıların eline geçmek üzeredir. 2002 yılının başında, tüm iddialarını kaybetmiş, tüm imkânlarını yitirmiş, dolar için her denileni yapmak zorunda kalan, asker gönderen bir Türkiye var; fakir, güveni olmayan, gururu kırılmış bir halk var; ama, bu millet, bunun da kötüsünü görmüştür. Ben, bütün kalbimle inanıyorum ki, bu ülkede bu makûs talihi yenecek, silkinip, üzerine çöreklenenleri atacak bir gizli potansiyel vardır. Göreceksiniz, herkes görecek; bu millet bunu yapacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (SP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kutan, teşekkür ediyorum.

Saat 18.00'de toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum efendim.

 

Kapanma Saati : 16.19


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu(1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam)

2.- 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı: 773) (Devam)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Devam)

4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı: 774) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda.

DSP Grubu adına ilk konuşmacı, Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüş ve değerlendirmelerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bugün, Türkiye'nin ciddî bir prosesten, süreçten geçmekte olduğu muhakkaktır. Burada, hadiseleri ve gelişmeleri değerlendirirken "kim kötü, kim iyiydi; kim güzel, kim çirkin" münakaşasının ve tartışmasının artık ötesine geçmenin zamanı gelmiştir.

Bugün, Türkiye'de sorun "nerede yanlış yaptık, neden yanlış yaptık ve çaresi ne" sorusunun cevabını aramaktır. Kimin yanlış yaptığı hususu, çok, ama çok daha tali derecede kalır. Bu sualin cevabını ararken, evvela, tarihe kısaca bir göz atmakta yarar görüyorum.

Bugün içinde bulunduğumuz sürecin başlangıç noktası 1999 Aralığıdır, Türkiye'nin bir istikrar ve yeniden yapılanma programına karar verip uygulamaya geçtiği tarihtir. Böyle bir istikrar ve yeniden yapılanma programına, günün hükümeti niçin gereksinim duymuştu, Türkiye'de ne eksikti, Türkiye'de ne yanlıştı, Türkiye'de bizleri ne tatmin etmiyordu; bunu kısaca ifade edeyim.

1999 Aralığında Türkiye'de fert başına millî gelir 3 000 dolar civarındaydı ve dünya standartlarına göre bunun tek adı, tek değerlendirmesi vardı, bu, fukaralık sınırıydı. Halbuki, bizim, 1999'dan yirmi yirmibeş yıl önce birlikte yola çıktığımız ve aynı fert başına gelirden hareket ettiğimiz, benzer sosyoekonomik göstergelerden hareket ettiğimiz, aşağı yukarı aynı endüstrileşme seviyesinde olduğumuz üç batılı ülke vardı; bunlar, sırasıyla, Yunanistan, İspanya ve Portekiz'di ve millî gelirlerimiz 1970'li yıllarda hemen hemen eşitti, sosyoekonomik durumumuz da eşitti. 1999'a geldiğimizde, Yunanistan'ın millî geliri 11 000-12 000 dolar, Portekiz'in millî geliri 9 000 dolar ve İspanya'nın millî geliri 14 000-15 000 14 000-15 000 dolardı. Dolayısıyla, biz, geride bıraktığımız yirmi, otuz, kırk yıl içinde bir şeyleri yanlış yapmıştık veyahut da onlar doğru yapmış, biz onların doğrularını yakalayamamıştık veyahut da biz bir şeyleri yanlış yapmış, onlar bizim yanlışlarımızı tekrar etmemişti. İşte, bugün, araştırılması gereken, cevaplandırılması gereken sorun budur; biz, bugün-bundan üç sene önce ve bundan beş sene önce- niçin ötekilere nazaran daha az geliştik ve daha fukara kaldık? Burada, hadiseleri, ayrıntıda inceleyip, ayrıntıda cevaplandırmak mümkün ve detaya inmek de mümkün; fakat, bunun için zamanımız yeterli değil. Onun için, ben, dikkatlerinizi, birkaç noktada sistem sorununa çekmek istiyorum. Eğer, sistem sorununu gündeme getiremezsek, sistemdeki yanlışları teşhis edip, doğru modellerle doğru istikamette hareket edemezsek, bugün yapmış olduğumuz tartışmaları yapmaya devam eder, fakat, ekonomiyi bir yerlere götüremeyiz.

Bu gelişmelerden hareket ederek, size bir iki rakam daha vermek istiyorum: Türkiye, 1980'li yıllarda, yüzde 5'in biraz üzerinde büyüdü, ortalama -on yıl ortalaması- yüzde 44 enflasyonla; 1990'lı yıllarda, yüzde 4'ün altında -3,9- büyüdü, ortalama -on yılda- yüzde 76 enflasyonla. Halbuki, Türkiye, 1960'lı ve zor olan 1970'li yıllarda, yüzde 6'nın üzerinde büyüme tutturmuştu. Demek ki, son otuz kırk senede, sürekli olarak, büyüme hızımızda bir gerileme var ve de enflasyonda yükselme var. Bunun ilginç yönü, bunun bir başka hususu da şu: 1990'lı yıllarda, enflasyon artarken, büyüme hızı düşüyor; 1980'lere nazaran enflasyon artıyor, büyüme hızı düşüyor. Bu da şu gerçeği gösteriyor ki: Enflasyonla büyüme kabili telif değildir veya başka bir deyişle, enflasyona güvenerek büyüme aranamaz; çünkü, bu rölasyon, bu ilişki, doğru orantılı değildir. O zaman, Türkiye'nin, evvela, enflasyonu düşürme arayışına girmesi gerekiyordu, bu çerçevede yeniden yapılanma arayışına girmesi gerekiyordu ve 1999 Aralığında gündeme gelen ve uygulamaya konulan, bilahara da bu senenin mayıs ayında yenilenen programın temel amacı buydu.

Şimdi, sistem meselesine geliyoruz... "Nerede yanlış yaptık, kim yaptı?"sualine cevap vermiyorum, aramıyorum da. Türkiye'de kaynak tahsis sistemi, 1980 yılında çok köklü bir değişikliğe uğradı. O tarihe kadar, karma ekonomi tercihine dayalı, merkezî planlama anlayışıyla yönetilen ve kaynak tahsisini, esas olarak bir merkezden ve plan disiplini içerisinde gerçekleştiren Türkiye, 24 Ocak Kararlarıyla, serbest piyasa modeline doğru keskin bir dönüş yaptı ve ekonomide devletin yol göstericilik rolü geniş çapta azaldı. Bu durumda, etkin kaynak tahsisinin, iyi kötü aracı olan planlama kavramının yerini kim alacaktı ve bu misyonu kim üstlenecekti; liberal ekonominin temel mekanizmalarına ve modelin gelişmiş dünyadaki başarılı örneklerine bakıldığında, doğal olarak, finans sisteminin veya daha dar bir tanımla bankacılık sektörünün, bu fonksiyonu, bu misyonu üstlenmesi gerekiyordu.

Bilindiği gibi, bankacılık kesiminin üç ana işlevi vardır; müşterilerine bankacılık hizmeti vermek, risk yönetimi yapmak ve ekonomik ajanlar, sektörler ve projeler arasında etkin ve verimli kaynak tahsisini gerçekleştirmek. Ancak, 1980 sonrası, Türk bankacılık sektörü, birinci işleviyle ilgili olarak çok önemli gelişmeler göstermesine, çağı hemen hemen yakalamış olmasına rağmen, diğer iki alanda maalesef yeterince başarılı olamadı. Bugün, ülke ekonomisini rasyonelleştirme çabaları karşısında, büyüklü küçüklü pek çok banka, Türk Tasarruf Mevduat Fonunun kucağına düşmüşse; bu, risk yönetimi işlevindeki başarısızlığın işaretidir ve bugün Türkiye'de, krizin odaklandığı nokta olarak finans kesiminin yer alması, işte, bu yanlışlığın veyahut da bu etkin ve verimli sistemin  kurulamayışının bir sonucudur.

Bu noktada uzunca bir süredir, bankacılık sistemini yeniden yapılandırmak, bankacılık sistemindeki çöküntüyü önlemek, bankacılık sistemini sağlığına kavuşturmak için büyük mücadele veriyoruz; fakat, bir noktaya bu aşamada işaret etmek istiyorum: Türkiye'de, bankacılıkta mülkiyet sorununa doğru ve sağlıklı cevap veremediğimiz ve bunun doğru dengesini kuramadığımız takdirde, bankacılık sektörü bizim başımızı ağrıtmaya devam edecektir.

Bugün, Türk bankacılık sistemi, boğazına kadar devlet kâğıdına gömülmüş; reel sektör, ayakta kalması için gerekli asgarî kaynağı finans sektöründen sağlayamıyorsa ve sonuçta ülke ekonomisi, yetersiz likit girdabında çırpınıyorsa, bu, sistemin kaynak tahsisi misyonunu sağlıklı algılayamamış ve yorumlayamamış olmasının bir sonucudur. Türk bankacılık sistemi, bu işlevi sağlıklı bir biçimde yerine getirmek üzere yeniden yapılandırılacaktır, bundan kaçış yoktur. Olaya bu açıdan bakıldığında, hükümetin, bir süredir, genelde finans sektörünü, özelde bankacılık kesimini rasyonelleştirme ve sağlıklı ve kalıcı bir zemine oturtma konusundaki zorlu mücadelesini takdir etmemek mümkün değildir; ancak, bu hususta, reel faiz hadlerinin düşürülmesi kadar, mevduat vadelerinin uzatılması boyutuna da gerekli ağırlık ve önemin verilmesi gerekmektedir; zira, yatırım, vade demektir. Orta ve uzun vadeli kaynak yoksa, yatırım da olmaz; yatırım olmazsa, büyüme mümkün değildir.

Şimdi, burada "acaba, konuşmacı, liberal sisteme karşı mıdır" diye akıllara sual gelebilir. Bu konudaki değerlendirmelerime tekrar açıklık getirmek istiyorum. Artık bugün tekrar, planlı ekonomiye dönüş, ne söz konusudur ne de mümkündür. Burada söylemek istediğim şudur: Eğer bir sistemi, bir modeli alıp, kendi ihtiyaçlarınıza göre ve kendi uygulamanız içine monte etmek istiyorsanız, o sistemi, o modeli bütün kurumlarıyla ve kurallarıyla getireceksiniz. Orasından, burasından parça bölük getirdiğiniz takdirde, sistem sağlıklı çalışmıyor. Bunun ilginç örneklerinden biri, Medenî Kanundur. Medenî Kanun, Türk kültürüne ve -zamanında- Türk yaşam tarzına aykırı gibi görünse de, unutmayalım ki, 76 yıl ayakta kalmıştır. Neden kalmıştır; çünkü, sistem, bütün kurum ve kurallarıyla getirilmiş ve uygulamaya sokulmuştur ve bu sebeple de, 76 yıl yaşayabilmiştir. Onun için, ekonomik alanda da model arayışlarına, sistem arayışlarına geçtiğimiz vakit, bu hususa dikkat etmek durumundayız ve nitekim son bir yıldır özellikle bankacılık sektöründe verilen savaş, bu iddiaya dayanmakta, bu hedefi gözetmektedir. O bakımdan, ne kadar zorlu olursa olsun, ne kadar yıpratıcı olursa olsun, faturası ne kadar yüksek olursa olsun, bu düzeltmenin ve düzenlemenin muhakkak yapılması gerekir ve bu konuda, hükümet de, elinden gelen gayreti göstermektedir.

Şimdi, bu konuda, başka bir alanda da size bazı rakamlar vermek istiyorum. Bugün, Türkiye'de, konsolide bütçeye dahil kuruluşlarda, döner sermayeler dahil, memur, sürekli işçi, geçici işçi ve sözleşmeli personel statüsünde çalışan insan sayısı 2 260 000'dir; il özel idarelerinde ve belediyelerde çalışanların sayısı 500 000'dir -ki, buna, belediyelere ve il özel idarelerine dahil iktisadî kuruluşlar ve iştirakleri dahil değildir- KİT'lerde 785 000 kişi, özelleştirme kapsamındaki KİT'lerde 37 000 kişi olmak üzere, 3 582 000 kişi çalışmaktadır. Bu rakamlara, Millî Prodüktivite Merkezi, Türk Standartları Enstitüsü, Özelleştirme İdaresi, BDDK, SPK, İMKB, Rekabet Kurulu gibi pek çok kurum da dahil değildir; çünkü, devletin istatistik sistemi, maalesef, bu rakamları üst üste koyup tutarlı bir şekilde muhafaza edemiyor. Şimdi, bunun dışında bir de emeklilere bakalım; emekli, malul, dul ve yetim aylığı alanlar, Emekli Sandığından 1 335 000 kişi, SSK'dan 3 027 000 kişi, Bağ-Kurdan 1 190 000 kişi, toplam 5 552 000 kişi. Çalışanlarla birlikte her ay devletin eline bakan insan sayısı 9 134 000 kişi. Bu, her çalışanın 1 kişiye, her 2 emeklinin de 1 kişiye bakmak durumunda olduğunu, onun geçiminden sorumlu olduğunu düşünsek, böylece her ay başında devletin kendilerine vereceği maaşla geçinmek durumunda olan insan sayısı 13 700 000'e çıkıyor. Bu arada, bir de, 2022 sayılı Kanun kapsamında, yaşlılık, malullük, sakatlık aylığı alan 959 000 kişi var. Bir de Türkiye'de, yeşil kart sahibi 9 700 000 kişi var değerli milletvekilleri. Burada bitti mi; hayır, burada bitmedi. Bir de Türkiye'de, önlisans, lisans, master ve doktora öğrencisi olup, Kredi ve Yurtlar Kurumundan kredi alanlar 1 480 000 kişi, bu kapsamda harç kredisi alanlar 360 000 kişi, Başbakanlık bursu alanlar  220 000 kişi; yani, sadece burs alanlar 2 060 000 kişi. Bu rakamlara, bir de, devletin her gün yedirmek, giydirmek, barındırmak, hastalığında tedavi ettirmek durumunda olduğu şu kadar yüzbin, silah altındaki eratı ekleyelim; devlet, bugün Türkiye'de, 25 000 000 ile 30 000 000 kişi arasındaki bir büyüklüğün geçiminden sorumludur.

Şimdi, burada bitiyor mu; burada bitmiyor. Hepimiz zannediyoruz ki, eczacılar serbest meslek sahibidir; fakat, Türkiye'deki eczacıların yıllık cirosunun resmî kayıtlara göre yüzde 75'i, rivayete göre de yüzde 90'ı kamu kurumlarından yapılmaktadır. Onlar da, bizim gibi, her ay değil de, gecikmeli olarak, üç ayda bir, altı ayda bir "efendim, o ita amiri senin, bu sayman benim" dolaşıp, geçimlerini temin etmeye çalışıyorlar; nereden; devletin üzerinden. Şimdi, bu noktaya gelindiğinde, bu kadar büyük bir insan kitlesini ayakta tutmak mükellefiyetiyle karşı karşıya olan devletin, nasıl doğruyu bulabileceğini ve bu işin içinden nasıl çıkabileceğini, sistem sorununu çözmeden cevaplayamayız. (DSP sıralarından alkışlar)

Efendim, Tariş'i sahiplerine tekrar iade etmek veyahut da o bakanlığı kapatıp, şu şu kurumları bu bakanlığa bağlamak veyahut da hanımların başını açıp kapatması meselesi, bunların karşısında çok tali düzeyde kalır ve o sorunları çözerek bu sorunları çözemiyorsunuz. Ne yapmamız lazım; hep beraber oturup, sistem analizini yapıp, parti ayrışmasına düşmeden, çözümler üzerinde mutabık kalmamız lazım.

Şimdi, üçüncü bir konuya temas edeceğim; çok detaya girmemek için böyle atlayarak gidiyorum.

Geçenlerde, Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanımız Mustafa Yılmaz'la konuşuyorduk, kendisi şöyle diyor : "Ben dörtbuçuk yıldır Bakanım; Bakanlığa başladığım günden itibaren hiçbir gölet projesini programa almadım ve başlatmadım; ama, dörtbuçuk senede, başlanmış, temeli atılmış göletlerin ancak yüzde 50'sini tamamlayabildim."

Şimdi, devletin üzerine öyle bir yük yüklemişiz ve devleti öyle bir ipotek altına almışız ki, bu işin içinden çıkmak için, yine de, biraz önce söylediğim gibi "sen kötüsün, ben daha iyiydim; sen çirkinsin, ben güzelim" tartışmalarıyla bu işin içinden çıkılmaz. Burada gerçekçi olmak, burada samimî olmak, burada iyi niyetli olmak ve meselelere böyle sahip çıkarak çözüm aramak lazım. Çözüm var mı; var, çözüm her zaman olmuştur.

Şimdi, mesele buraya geldiğinde ve tablo bu kadar karamsar olduğunda "efendim, bir çıkış yolu yok mu" diye düşünülebilir. Biraz önce söylediğim gibi, çıkış yolları vardır. Nasıl vardır; doğru politikaları izlemek ve bunda ısrar etmek suretiyle çıkış yolu bulunabilir ve bu hükümet de, iki- buçuk senedir, büyük zorlamalara, büyük sıkıntılara, büyük siyasî riskler altına girmesine rağmen, bu işi yapmaya çalışmaktadır ve belli bir noktada da bir yerlere gelinmiştir. Nereye gelinmiştir...

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Dibe vurmuştur.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bazı doğruları yaparsanız, bazı olumlu sonuçlar alıyorsunuz; mesela SSK'da. Biz, burada bir sosyal güvenlik reformu yaptık; sosyal güvenlik reformu yaptıktan sonra, sosyal güvenlik kurumlarına devlet bütçesinden yapılan katkıları bir sene içinde yüzde 13'ten yüzde 9'lara ve bunun gayri safî millî hâsılaya olan oranını yüzde 5'lerden yüzde 2'lere indirebildik. Demek ki, doğru politikalar izlenir, doğru tedbirler alınırsa, olumlu sonuçlar alınabiliyor. Bunu da, bir misal olarak araya sokuyorum.

Şimdi, gündemimizdeki bütçenin istihdaf ettiği 2002 yılına çok yaklaştığımız şu günlerde "Türk ekonomisinin genel durumu veya en azından genel görünümü nedir" sorusuna yanıt aramak istiyorum. Bu suretle, yakın gelecekle ilgili beklentilerimizi de biçimlendirmiş oluruz diye düşünüyorum.

Nitekim, son birkaç ay içinde, Türkiye'de, içinde bulunduğumuz bütün sıkıntılara ve kriz sürecine rağmen, neler olmuş, bir bakalım: Bir kere, Amerika Birleşik Devletlerinin teröre karşı açtığı savaş, Türkiye için, birbirine zıt iki etki yapıyor; resmin olumsuz yönü şu: Amerika'nın, Afganistan'dan sonra Irak'a saldırma olasılığı, özel yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisini frenliyor; ama, aynı zamanda, Türkiye'nin jeopolitik öneminin bir kere daha önplana çıkması, hem iç hem dış malî çevrelerin moralini yükseltmiş bulunuyor. Bunu da, son zamanlarda gazetelerden görüyoruz. Nitekim, Standart and Poors, cumartesi günü, Türkiye'nin notunu, negatiften durağana çevirdi.

Son iki ay boyunca Türkiye'de işler istikrar yönünde gelişirken, Arjantin'de durumun giderek kötüleşmesi, uluslararası basının ve finans çevrelerinin iki ülkeyi birlikte değerlendirmelerini önledi, Türkiye'nin zamanla krizden çıkacağı beklentilerini artırdı. Türkiye'nin, son birkaç senedir en büyük sıkıntılarından birisi, Arjantin'le aynı sepete konulmaktı ve aynı muameleye tabi olmaktı. Şimdi, Türkiye, bu handikapını ciddî surette aşmış görünüyor.

Tabiî, bu iyimserliğin arkasında, hükümetin gerekli malî ve idarî önlemleri alma konusundaki kararlığı -Anayasa değişikliği dahil de- G-7 ülkelerinin IMF'yi Türkiye'ye yardım konusunda yüreklendirmesi bulunuyor. Bir başka faktör, bütçenin temel parametrelerinin istikrar amaçlı belirlenmiş olması; ki, en çok şikâyet ettiğimiz konu bu; yani, bütçe sıkı, bütçe katı, bütçe dar; ama, bu tavır, faizdışı fazla konusundaki ısrar ve kararlılık, devlet borçlarının döndürülmesine olan inancı pekiştiriyor ki, bu nokta da çok önemli bir husus.

Şimdi, devlet borçlarına gelince, bir noktaya dikkatlerinizi çekmek  istiyorum. "Bizim zamanımızda daha iyiydi, sizin zamanınızda daha çok..." Evet, kartopunun ilk 10 metredeki hızı ve büyüklüğü ile 90 ilâ 100 üncü metrelerdeki hızı ve büyüklüğü birbirinden ciddî surette farklıdır. Marifet, kartopunu yerinden koparmamak veya mümkünse, kopar kopmaz kontrol altına almaktır; alamazsanız bu durum oluyor.

Bunun ötesinde, IMF'nin verdiği yeni ekkaynak önümüzü bir kere daha önemli ölçüde açıyor. Şubat devalüasyonu etkisi, nihayet yılın üçüncü çeyreğinde belirgin hale geldi. 12 aylık ihracat tutarı, ilk defa, 30 milyar doları aştı; geçen sene ekim sonu -bu sene ekim sonu itibariyle, ilk defa 30 milyar dolar eşiğini aştı. 2000 yılının son çeyreğinde, yüzde 55'e kadar genişleyen ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 80'leri aştı.

Şimdi, burada bir düzeltme yapmak istiyorum, sadece zabıtları tashih etmek açısından. Sabahleyin, saygıdeğer bir siyasî partimizin saygıdeğer Genel Başkanı  "biz iktidarı bıraktığımızda, ihracat 30 milyar doları aştı" demişti. Tahmin ediyorum, o konudaki rakamlar yanlış, bir kasıt olmadığı kanaatindeyim; ama, burada düzeltmekte de yarar görüyorum. Rakamlar şöyle: 1994 yılında ihracatımız 18 milyar 106 milyon dolar, 1995'te 21 milyar 637 milyon dolar, 1996'da 23 milyar 224 milyon dolar. Biraz önce söylediğim gibi...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 1997'de ne kadar?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - 1997'yi de vereyim efendim; özür dilerim, atlamışım.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 30 Haziran itibariyle oku.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Hayır, hayır efendim; bunlar yıllık.

26 milyar 261 milyon dolar. Biraz önce...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Söyle; rakam o idi işte.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 30 Haziranda gittik biz.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Münakaşa için demiyorum, zabıtları düzeltiyorum.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Üzerine bavul ticaretini de koyarsanız 30 milyar doları geçer.

BAŞKAN - Bırakın efendim... İyi ki Ali Rıza Bey var; yoksa, rehavet çöktü biliyorsunuz...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Daha önce söylediğim gibi, Türk ekonomisinde ihracat, ilk defa, Ekim 2001 sonu itibariyle, 12 ay itibariyle, 30 milyar doları aşmıştır. Yeterli midir; keşke 40 milyarı, keşke 50 milyarı aşsaydı; ama, bu kadar olmuş.

Şimdi, Türkiye'de güçlenen olumlu havanın etkisiyle, yıllık bileşik faiz hadleri, yüzde 85-90'lardan yüzde yüzde 70'lere düşerken, aylardır ilk defa, dolar paritesindeki yukarı doğu hareketlilik durulma noktasına gelmiştir ve bu kapsamda, Türkiye'nin ihraç etmiş olduğu euro/dolar tahvillerinin getirisi, yüzde 15'ten yüzde 12'ye düşmüştür; yani, Türkiye, yüzde 15 verirken, yüzde 12 vermeye başlıyor.

Bu arada, Hazine, özellikle dış piyasalarda oluşan olumlu havayı değerlendirerek, 500 milyon dolarlık euro bazında, yine 500 milyon dolarlık da dolar bazında tahvil ihraç etmeyi başardı.

Bu arada, büyük özel bankalarımız da bir yıllık sendikasyon kredilerini yenileme imkânını buldular.

Biliyorsunuz, yine, son aylarda, Katma Değer Vergisinde yapılan bir indirimle, belli mallarda olan talepte ciddî bir hareketlilik sağlandı.

Özel teşebbüsün kendi inisiyatifiyle, önce İstanbul'da başlatılan sonra yurt sathına yayılma eğilimine giren indirim kampanyasıyla piyasada çarklar dönmeye başladı.

Yine, Telekomünikasyon Yüksek Kurulunun bir yıl aradan sonra nihayet göreve başlaması, bu sektörün sağlıklı bir düzenlemeye tabi tutulması umutlarını artırdı. Ayrıca, Telekom özelleştirmesine yönelik yeniden yapılandırma çalışmalarının da hızlandığı gözleniyor.

Türk ekonomisi açısından daima önemli bir unsur olan petrol fiyatları, 11 Eylül şokunun etkisiyle önce fırladı; fakat, daha sonra, son birkaç yılın en düşük düzeyine geriledi. Bu konuda Rusya ile OPEC arasındaki anlaşmazlık devam edeceğe benziyor. Bu da, petrol fiyatlarında yakın bir gelecekte önemli bir artış olasılığını bertaraf ediyor.

Bu arada, hâlâ istikrarsız ve mütereddit görünmesine rağmen, İMKB'de de genel eğilim, yükselme yönünde.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, geçirmiş olduğumuz dönemdeki sıkıntılara ve kriz sürecine rağmen, şimdi, 2002 yılı bütçesiyle birlikte, yeni bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Bu aşama da, bir benzetmeyle şu şekilde ifade edilebilir: Uçak; yani, Türk ekonomisi pist başında bekliyor. Havaalanının üzerinden sisler yavaş yavaş kalkmaya, görüş mesafesi uzamaya başlamış. Pist uzamış, gerekli yakıt ikmalini yapmışsınız. Şimdi, iki şey gerekiyor: Birincisi, uçağı kaldırma kararlılığı -ki, hükümetin bunu göstereceğinden herhangi bir şüphem yok- ikincisi, kokpitteki pilotlar arasında ve kokpitteki pilotlar ile yer personeli arasında gerekli işbirliğini ve dayanışmayı sağlamak.

Benim kanaatim odur ki, bu hükümet, bugüne kadar çok ciddî siyasî ve ekonomik riskler almıştır, bu riski de almamak için hiçbir sebep yoktur. Şu noktada, şu hususu unutmayalım ki, Çincede "tehlike" ile "şans" aynı işaretlerle ifade edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu durumda, önümüzdeki yakın gelecek için gerçekçi, ama kötümser olmamak, hayalperest değil, ama iyimser olmak gerekiyor.

Sözlerime son vermeden önce, son mesajımı da Yüce Milletimize vermek istiyorum ve bu vesileyle hepinizin mübarek ramazan ayını kutluyorum.

Ergin her Türk vatandaşı, akşam başını yastığa koyduğunda, kendisine "ben, bugün, bu ülke için, bu halkın yararına, insanlığın hayrına ne yaptım, ne ürettim" diye sorabiliyor ve aldığı cevaptan tatmin olmuş olarak, huzur içinde uykuya dalabiliyorsa, tünelin ucunda ışık görünmüş demektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumcuoğlu.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'de; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarım; 2002 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama başlarken, sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle, ulusumuzun ve tüm Müslüman dünyasının kutsal ramazan ayını kutluyor, bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasın diliyorum.

Değerli milletvekilleri, geçmişte bütçe görüşülürken, Türkiye'nin ekonomisi, sosyal yapısı ve geçmişte yapılan ile gelecekte yapılacak olanlar tartışılırdı; bir nevi hesaplaşma, burada görülürdü. Ne var ki, 1980'den sonra, bütçe görüşmeleri -demokratik teamüllerin dışına çıkılarak- daha çok, belirli suçlamaların yapıldığı ya da belirli savunmaların yapıldığı tartışma günleri haline geldi.

Ben, burada, konuyu, üç temel noktada ele alarak bütçenin tartışılması gerektiğini düşünüyorum: Birincisi, geçmişten bugüne nasıl geldiğimizi; ikincisi, bu bütçeyle ve bu bütçenin bir parçası olduğu -geçtiğimiz, yani içerisinde bulunduğumuz yıl başlayan- beş yıllık kalkınma planı ile uygulamakta olduğumuz istikrar programı çerçevesinde nasıl bir geleceğin Türkiyesini şekillendireceğimizi ve vakit kalırsa, Demokratik Sol Parti olarak biz, tek başımıza iktidar olduğumuz takdirde, başka neleri bu bütçede görüşebileceğimizi size sunmak istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, şu kitap, Hürriyet gazetesinin tarihi ve Hürriyet gazetesinde, çıktığı günden bugüne kadar "artık herkes milyoner" sloganı, biliyorsunuz, siyasî bir slogandı; yani, toplumun tümünü değil, bir mahallede bir ferdi düşünen bir düşünceden başlayarak, bugüne bizi getiren kitaptır.

Bu kürsüye çıktığımız zaman, eğer yarın biz yine bu kürsüye çıkacaksak, bugünlerde bu kitabın benzerinde yazılacak kitaplarda bu konuşmalarımız, manşetlere geçen haberler yer alacaktır.

Şimdi, buraya çıkıp suçlama yapılırken, ben, bu kitap üzerinde fazla durmak istemiyorum; ama, birkaç başlığa dikkat çekmek istiyorum: "Çiftçinin Traktörlü İsyanı..." Ne zaman olmuş bu; 20 Nisan 1997...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Öyle mi?! Şimdi icrada satılıyor... İsyan edecek hali kalmadı.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yakacak traktör mü koydunuz?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - 28 Kasım 1996... "IMF Denk Bütçeyi Şaka Sandı..."

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yani, gülünç oluyor hakikaten...

MASUM TÜRKER (Devamla) - " 'T' satışında büyük kavga... Başbakan 1 milyar dolar diyor, Ulaştırma Bakanı 3 katrilyonun altında olursa istifa ederim diyor."

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - "Açım" diye bağıranlar var mıymış "açım" diye!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bunu geriye doğru götürebilirim. Bunu, birilerini suçlamak için yapmıyorum. Ne için yaptığımı söyleyeyim; bu Parlamentonun sınırları içinde, bu çatının altında biz çalışıyorsak, hükümeti ya da buraya getirilen bir olguyu tartışabilmek için, önce, o konudaki maziyi bilmek lazım. Şimdi, ne diyoruz : "IMF dayattı." Neyi dayatmış IMF bize?!

Değerli arkadaşlar, şu kitaplar, Devlet Planlama Teşkilatında hazırlanıyor. Bu kitapların içine baktığımız zaman, alt komisyonlar var, muhtelif kesimlerden geliyor. Yani, bir örnek vereyim; son günlerin tartışma konusu: Kamu yönetiminin yapılandırılmasıyla ilgili, bütün kurumların bölge müdürlüklerinin lağvedilerek yalnız şube müdürlüğü yapılması bu çalışmada var. Biz bu çalışmanın dayandığı beş yıllık kalkınma planını 2023 yılına kadar olan cumhuriyetin yüzyılında görmek istediğimiz Türkiye'nin stratejisine koyduk. Şimdi, birbirimize, çıkıp da, hiçbir zaman, ben bunu yarattım, buldum diyemeyiz. Bunu Türk toplumu bulmuştur. Burada emeği geçenler çalışmış, getirmiş; en son, Yüksek Planlama Kurulunda onay görmüş; Plan ve Bütçe Komisyonunun görüşüne sunulmuş, Parlamentoda tartışılıp son şeklini almıştır.

Değerli arkadaşlar, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Programının arkasına bakıldığı zaman, bugünlerde yapılmak istenenlerin bir bölümünün burada yer aldığı görülür. Şimdi, bunu uzatabiliriz; ama, yalnız bir tanesini -çok önemlidir- söylemek istiyorum. Hani, burada, gelip de, ilerde birbirimizi dayatmayla suçlamadan evvel "Küreselleşme" kitabını okumalıyız. Küreselleşmeye karşılık, Türkiye Cumhuriyetinde neler yapılması gerektiğine ilişkin, alternatifleriyle birlikte öneriler vardır burada. Şimdi, bunu niye söylüyorum değerli arkadaşlar? Forum Dergisi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin yayın organı. 15 Nisan... Kapak: "1994'ü Hatırla, Bugünü Anla" Şimdi, bunu kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Başlığın altı: "1994'teki kriz yapısal sorunların üzerine gidilerek aşılamadığı için, sadece halının altına süpürüldüğü için, ertelenmiş sorunlar 2000'lerde patladı." Şimdi, bu gerçeği, ben, iktidar grubunun, Demokratik Sol Partinin bir üyesi olarak sindirip, geleceğe baktığım zaman şu sorumluluğum var: Geçmişte yapılanların bugüne gelmesi gibi, ben, yarına vergiyi erteleyerek, erken vergi tahsil ederek, borç bırakarak sorunları halının altına süpürerek mi davranmalıyım; yoksa, buraya seçilmiş olduktan sonra, taşımam gereken devlet adamı ciddiyeti içinde, gerekirse risk alarak, seçim uğruna popülizm yapmadan ve korkmadan ve her gün atılacak seçim naralarına kulaklarımı tıkayarak yarını mı şekillendirmeliyim, çocuğuma mutlu bir gelecek mi bırakmalıyım, yoksa, geçmişte, burada oturup, şimdi bana laf atanlar gibi geleceğe mi süpürmeliyim?! Bu, benim sorumluluğum olmalı. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bunu tokken söyle...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Eğer, ben bu sorumluluğu taşıyamıyorsam, yarın, muhalefette oturur, iki üç yıl beklemesini bilirim ve laf atmaya başlarım.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Halk da laf atıyor!

BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız, lütfen efendim.

Sayın Yılmazyıldız, lütfen hatibin sözünü kesmeyelim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yolsuzluk bu dönem ortaya çıktı. Evet, doğrudur. Yolsuzluk bu dönem ortaya çıktı.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ayıp sana, ayıp!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Rahatsız olmayın, bu dönem yolsuzluk ortaya çıktı; ama, çıkan yolsuzluk, 1997-1998 yılı öncesi yolsuzluklara dayanan ve o zamanki hortumları ortaya çıkaran yolsuzluktur. (DSP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Ayıp!.. Ayıp!..

MASUM TÜRKER (Devamla) -  Değerli arkadaşlar, biraz evvel, burada, Price Water Hause'un raporu söylendi. Price Water Hause'un raporu neyi söylüyor...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ayıp!.. Ayıp!..  Yolsuzluktan istifa etti. O dönemin Başbakanı, bir bakanı gensoruyla düşürüldü yolsuzluktan. Konuşuyorsun daha, hangi yüzle?..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Price Water Hause'un raporu 1999 yılında hazırlanmıştır; ama, geçmişe yöneliktir.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Kaç bakan daha istifa edecek yolsuzluktan?

MASUM TÜRKER (Devamla) - Şimdi, ben, bu yolsuzlukla ilgili olarak kimseyi suçlamak istemiyorum. Biz, burada, bu Parlamentonun çatısı altında beraber yarını hazırlamak üzere aldığımız kararlara, muhalefette bile olsak, sahip çıkmalıyız.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Beş yıl sonra mı aklınıza geldi?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Ne yaptık; birlikte ne yaptık? Yıllardır, adı muvakkat; yani, geçici olan, Osmanlı'dan devreden Memurin Muhakematı Hakkında Kanununu değiştirerek yolsuzlukların üstüne gidebilmenin kapısını birlikte araladık. Bunu, bu Parlamento araladı. Biz, yaptıklarımıza yarınlar için sahip çıkarsak, yarınlara iyi bir Türkiye bırakırız.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bu söylediklerine kendin bile inanmıyorsun.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yıllarca konuşuldu; denildi ki: "Demokratikleşme istiyoruz, insan hakları istiyoruz, zincire bağlanmamış basın istiyoruz; konuşan Türkiye istiyoruz." Bunun bütün altyapısı bu dönemde gerçekleştirildi...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Allah Allah!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Bugün, burada, konuşurken, hep birlikte, beraber kararlaştırdık; beraber karar verdik demokratikleşmeyle ilgili olgulara. Anayasayı birlikte değiştirdik. Konuşma hakkını birlikte verdik. Birlikte, burada, yargının daha iyi çalışması için birçok işlem yaptık ve en önemli işi yaptık. Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan beri, Türkiye'yi, çağdaş ve en önemli noktalara taşıyan, çağdaşlığa taşıyan medenî hukuku, cesaretle hep birlikte bu dönem değiştirdik. Bu konuda, eğer böyle yaklaşırsak, o zaman, değerli arkadaşlar, gelin, Türkiye'yi yarına nasıl taşıyalım; taşımak için birlikte...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Af Yasası da bu dönemde geçti!

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Dinlemesini öğren!

EROL AL (İstanbul) - Dinle!

BAŞKAN - Sayın Al... Sayın Al, lütfen efendim...Lütfen..

EROL AL (İstanbul) - Onları neden ikaz etmiyorsunuz?

BAŞKAN - Efendim, ben etmiyorum; çünkü, bir heyecan fırtınası lazım; tekdüze gidiyor işler. Hiç heyecansız bütçe gördünüz mü siz?..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, çıkan Af Yasasından, burada oy vermiş bir kişi olarak gocunmuyorum Bu, bir görevdir; ama, bu arada bir şeyi de hatırlatıyoruz. İçine girilmeyen cezaevlerine bu dönemde girildi. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu ülkede cezaevlerine girilemiyordu. Terör, cezaevlerinde besleniyordu. Belki de, bu, başkalarının hesabına geliyordu. İtiraz ediyorlardı; ama, her şeyi burada birlikte yaparken, eğer, suçlanacak şeyleri suçlayıp iyilikleri gözardı edersek, değerli arkadaşlar, o zaman, biz, verdiğimiz oylara da sahip çıkmasını bilmiyoruz demektir. Oysa, burada, millî irade, verdiğimiz her oyun arkasında -bize vekâlet verenlere karşı- durabilmek... Vekâlet veren beğenmiyorsa vekâleti kullanmamızı, gereğini, günü gelince kendisi yapar; onun adına çıkıp biz konuşamayız; kimse konuşamaz. Onun hesaplaşma günü vardır; bu ülkede bunun teamülü kurulmuştur, her zaman yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, İstanbul Sanayi Odasının 14 Eylül 1991 tarihli raporunda deniliyor ki: "Bu yöntemle büyümek, yani borçlanarak büyümek iflas etmiştir."

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Başbakan kim o zaman, bir de onu söyle.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar  "borçlanarak büyümek iflas etmiştir" deniliyor.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Şimdi büyüme devri değil, borçlanarak küçülme devri!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Biz, borçlanarak büyümekten bahsetmiyoruz değerli milletvekilleri...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Borçlanarak küçülme devam ediyor!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Biz, İstanbul Sanayi Odasının söylediği önemli bir şeyi söylüyoruz ve bakın, burada, elimdeki kitapta, İstanbul Sanayi Odasının "500 Şirket" yayınında -1994 yılında- deniliyor ki: "Artık bizim kazançlarımız repodan..."

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen 2000'lere gel!.. 2001'e gel... Bugüne gel!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Yani, bunun başlama tarihine bakalım, bankacılık sektörünün düzeltilmediği tarihe bakalım, bugüne gelelim.

Şimdi, biz, geçmişi tartışamayız. Geçmişin ne varsa faturasını biz de beraber yaşıyoruz, yalnız yönetenler değil. Eğer bu ülkede sıkıntı varsa, siyaseten varsa, siyaseten çözmek üzere soyunmuşsak, bunun riskine karşı her şeyimizle varız diyorsak, o zaman, biz, geçmişin bu hatalarından yararlanarak, geleceği nasıl iyi inşa edebiliriz; ona bakmalıyız değerli arkadaşlar.

Sayın Kutan çok güzel bir şey söyledi; İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Malî Müşavirler Odasının evvelki gün yayımlanan raporunu gündeme getirerek, 100 milyar dolarlık kayıtdışının vergi olarak alınabileceğine ilişkin talebi seslendirdi; doğrudur. Türkiye'nin problemi, yıllardır hükmedilemeyen, kayıt altına alınamayan ekonomik faaliyetlerden vergi alınmamasıdır. Bu, zaten, son yirmi yılda, geldiğimiz bu döneme kadar, vergi alma, memnun et; borç al, ekonomiyi büyüt...

Değerli arkadaşlar, işte, İstanbul Sanayi Odasının da söylediği bu "ekonomimizi borç alarak büyüttük, bugünden sonra büyütemeyiz büyümeyecek" diyor. Üretime yönelmek zorundayız.

Değerli arkadaşlar, işte, sabırlı olursak, bu bütçenin içeriğini iyi okursak, burada açılış konuşmasında Sayın Maliye Bakanının verdiği rakamlar arasındaki bağlantıyı çıkarırsak ve üç gün önce yayımlanan reel sektöre yönelik programa da bakarsak, Türkiye'nin yarınını şekillendirecek adımlar, esas bu programdan sonra atılmaya başlayacaktır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Oruç tutarız hep beraber.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Türkiye'de bu mübarek günde, insanların birbirine oruç tutarak tahammül etmeyi bildiği günde, geleceği şekillendirirken de, geçmişte fazla yediğini düşünüp, fazla uğraştığını düşünüp oruç tutmayı bilmelidir. (DSP sıralarından gülüşmeler, alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bazılarını yediriyorsunuz, bazılarını doyuruyorsunuz, millete oruç tutturuyorsunuz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi bu hale iki türlü kapitalizm getirdi; birisi, "crony kapitalizm"; yani, ahbap çavuş, komşu, yalı komşusu kapitalizmi ile... (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)... diğeri, Türkiye'yi borçlandırarak, buna yabancılar "casino kapitalizmi" diyorlar...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Soydurmadan... Hortumlatmadan...

MASUM TÜRKER (Devamla) - ...Türkçesine "kumarhane kapitalizmi" diyorlar; yani, kumarhanede oynarken nasıl adamın parası yokken önce onu borçlandır, kumarda parasını al, sonra o paraya karşı malını al var ya, geçtiğimiz 20 yıl içinde, özellikle son 10 yılda bu kapitalizm kuruldu bu ülkede. Bu, serbest piyasa ekonomisi modeli değildir değerli arkadaşlar. Serbest piyasa ekonomisi modeli, rekabetin tam sağlandığı, birlikteliğin, eşitliğin, fırsat eşitliğinin sağlandığı, denetimin gerçekleştirildiği bir kapitalizmdir.

Değerli arkadaşlar, eğer vergi alma noktasında doğruyu yapabilirsek, doğruyu söyleyebilirsek, risk alabilirsek, risk alırken de rakibimizin, ben buraya geldiğim zaman alınanların hepsini iade edeceğim demesine rağmen yapabiliyorsak, ne mutlu bize ki, biz, bu ülkede aldığımız vekâleti gereği gibi yerine getirmeye hazır bir ekibiz demektir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hortumlamadan...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, kimler hortumlamış? Gelin hortumlayanların adresine bakalım. Bu hortumlayanlar sahneye ne zaman çıktı; hortumladıkları malları, mülkleri ne zaman edindiler? Bunları denetlemek için 56 ncı hükümet döneminde, Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan, Başbakan Yardımcısı Sayın Hikmet Uluğbay, kapı kapı dolaştılar "tek bir kanun istiyoruz; Bankacılık Kanununu çıkaralım" dediler. Ne dediniz: "Hayır, seçimden sonraya kalsın." 56 ncı hükümette, istenilen tek kanuna bile "hayır" denildi; 1997 yılına varmadan önce, 1996'nın sonlarına doğru, iyi hatırlayın. Burada bir bankacılık araştırma önergesi verildi. Denildi ki: "Bankacılık sistemi hortumlama sistemidir." Dikkat edin, o tarihte verenler, bu sıralarda oturan Demokratik Sol Partili arkadaşlarımdır. Dönemin Hazineden sorumlu Devlet Bakanı çıktı "hayır, bankacılık mahremdir; tartışmayalım, görüşmeyelim" dedi. Bunları ben söylemiyorum; bu konudaki zabıtlarda, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tutanak dergisinde yazılıdır.

Değerli arkadaşlar, birbirimizi niye kırmaya çalışıyoruz ki?! Yani, bu hükümet döneminde hortumcuları yakaladık diye, biz mi hortumcu olduk?! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Allah Allah... Hem hortumu biz tutacağız hem de hortumun kendisi biz olacağız; olur mu?! (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, biz, hortumcuyu yakaladık; ama, en önemlisi bundan sonra hortumculuk yapmanın yolunu kestik, yolunu kestik... Şimdi, değerli arkadaşlar, buraya çıkılır hep söylenilir, yolsuzluktan bahsedilir. Uluslararası arenada yolsuzluğun tarifi şudur: Yolsuzluk, devleti teslim almaktır; yani, bir gecelik terlik için kararname çıkarmaktır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ortağınıza sorun, ortağınıza...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ortağınıza sorun...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Nevri dönmüş bunun!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu bir örnektir; örnekleri geliştirebiliriz.

Değerli arkadaşlar, yolsuzluk demek, bu ülkenin yasalarını bu ülke vatandaşı için yapmamak demektir. Ben, bu Parlamentonun çatısı altında ister muhalefette olsun ister iktidarda olsun, ülkesinin aleyhinde, ülkesini teslim etmeye hazır bir milletvekili olduğuna inanmıyorum. Buna yer vermemeliyiz.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Beyhan Bey cevap verecek şimdi.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Terlik meselesi için...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şu anda, önemli bir şey yaptık, bu Parlamento önemli bir iş yaptı. Siz de beraberdiniz canım kızmayın! (DSP sıralarından gülüşmeler)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Karıştırıyorsunuz.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Yaptığımız önemli iş neydi; kamu bankalarının, görev zararı olarak, artık, 1 lirayı bile yazmalarını engelledik. Birlikte yaptık, bu Parlamento, bu dönem yaptı. Bu ne demektir; devlet, artık, kamu bankalarında görev zararları oluşmasına neden olamayacak; yani, geçmişte olduğu gibi, veresiye defterine yazamayacak.

Değerli arkadaşlar, geçmişte kimin yazdığı önemli değil, şahıs olarak suçlamak istemiyorum; ancak, bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Veresiye defterine yaza yaza yaza, görev zararlarını, fonları, döner sermayeleri bugünlere getirdik, şimdi ise, borcumuz birden bire artıysa neden arttı; eskiden veresiye defterine yazılanları hep birlikte açığa çıkardık.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Biz mi hortumladık yoksa (!)

MASUM TÜRKER (Devamla) - Yani, bunları kimin yaptığını; niçin yaptığını; neden yaptığını araştırmak önemli değil. Sözlerime başlarken dikkat ederseniz, bir önemli söz söyledim, dedim ki, eğer, biz geçmişin, yapılanların benzerini yarına taşıyacak olursak, o zaman, verilen vekâleti, millî iradeyi kullanmamış oluruz; ama, biz, artık geleceğe veresiye yazma imkânını yasaklamışsak, o zaman, huzur içinde "bir görev yaptık" diyebiliriz.

Değerli arkadaşlar, bizim bu bütçe çatısı altında yapacak çok işimiz var. Yapılacak bu işlerin içinde, acaba, biz, özellikle geleceğe yönelik neler yapmalıyız ki, Türkiye önemli bir yolda adım atabilsin.

Birinci hedefimiz, bu bütçeyle birlikte, kayıtdışı ekonominin, kayıt içine alınması için yürüten mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir; bundan, vazgeçilmemelidir. Kamuoyuna yansıdığı gibi, işte "malî milat geldi, ülkeyi öldürdü" gibi laflara kulak verilmemelidir. Malî milat, 1994 yılı temmuz ayından beri vardır; önemli olan, oradaki vatandaşın hakkını koruyacak bir sıfırlama noktasının belirlenmemiş olmasıdır. Geçtiğimiz dönem belirlendi; kamuoyuna yanlış anlatıldı, seçim dönemine denk geldi, ertelendi.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Yaz boz, yaz boz... Nereye kadar?!.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Şimdi, altyapısını yaparak...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - 100 milyar dolar dışarıya kaçtı. Bu kanunu siz çıkarmadınız mı?!

BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız, lütfen...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Altyapısını yaparak, ciddî bir şekilde, biz, kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almalıyız; ama, alırken, bir sorumluluğumuz var: Sermaye birikimi olmayan genç müteşebbislere, yeni işe başlayanlara da, sermaye birikimini oluşturabilecek imkânlar tanımak zorundayız. Eğer bu imkânları tanımadığımız sürece, biz, kayıt içine alma sistemiyle, aslında, güçlü olanları daha güçlü kılar, güçsüz olanların da sermaye sahibi olmalarını engelleriz. Bunun altyapısını iyi yapabilirsek, yarınları iyi hazırlayabiliriz.

Değerli arkadaşlar, genellikle, çıkılır, denilir ki; esnafı ezdin vergi aldın, tüccarı ezdin vergi aldın, şunu ezdin vergi aldın... Peki, vergi almayın... Almayınca ne olmuş; istatistikler ortada. Bu dönem de, bakın, geçmişteki rakamlara hafif geldik. Dolaylı vergi oranı, doğrudan verginin üstüne çıktı. 1997 yılından sonra, bu oran, yavaş yavaş düşmeye başlamıştı geçen seneye kadar. Şimdi, tekrar, bu seslenişler, bu bağırtılardan dolayı, hafif, tersine dönmeye başladı. Dolaylı vergi arttığı zaman, aslında, birilerine, senden vergi almıyorum derken, sabahleyin bir sözcünün söylediği gibi, tüketimin kısılmasına neden olan dolaylı vergiyi artırdık hep. Türkiye'nin geçmişine bakın; 1990'dan 2000 yılına gelene kadarki vergi serileri, bunları açık seçik ortaya koyuyor.

Değerli arkadaşlar, bunu gerçekleştirmek bizim sorumluluğumuz olmalıdır; ama, buradan da söylemeliyim; sermayenin ürkmesine gerek yok, iş adamını ürkütmeye gerek yok. Denetim sağlıklı olacak. Denetleyen, denetimini yanlış yapmışsa, son çıkardığımız anayasa değişikliği çerçevesinde, zaten, kişisel olarak da kendisi, aynı tazminatı ödemek konumundadır. Bu dengeyi kurduğumuz zaman, bu ülkede kayıtdışı ekonomi kontrol altına alınmış olur.

Bakın, ikinci önemli bir husus; bankalardan siyasî rant sağlama imkânına son verildi. Bunun kalıcı olması gerekir. İşte, bunun için, kamu bankalarındaki reformun geliştirilmesi ve devam etmesi gerekir.

Değerli arkadaşlar, iç ve dışborç yükünü azaltmak için, ciddî önlemler almak zorundayız. Nedir bu önlemler? Geçtiğimiz yıla kadar, bu önlemler için "özelleştirmeden gelecek gelirler" denilirdi ve hatırlarsanız, geçmişte satılan bankalar, satılan fabrikalar, maliyeti yüksek diye satıldı; bunun sosyal politikası gözetilmedi, buradaki işçinin hakları korunamadı. Yine, fatura, geldi devletin sırtına bindi. Şimdi, biz, iç ve dışkaynağı yaratırken, vergi kaynağı yaratabilecek şekilde özelleştirme olgusunu ele almak zorundayız. Özelleştirmeyi, fazla para alıyoruz diye, bugün sevinip, aslında, yarına, gizil bir şekilde, vergi eksiğiyle ve borçlanarak yürümemeliyiz. Bu, ciddî olarak ele alınıp tartışılması gereken ve hep beraber, birlik olmamız, uzlaşmamız gereken bir konudur. Bu konuda bir uzlaşma sağlanamadığı zaman, geleceğine, sağlıklı bir iç ve dışborç yükünün azaltılması konusunu getiremeyiz.

Değerli arkadaşlar, ülke ekonomisini tıkayan, işsizliğe yol açan rant ekonomisini, artık üretime yönelir hale getirmek zorundayız. Yani, bugüne kadar yapılanların tümünde, bu işlemler doğru ya da yanlış... Geçmişte, borsa alım satımlarının vergi oranları farklı alındı, faiz gelirleri sürekli vergiden muaf tutuldu.

NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - 50 milyar...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Çeşitli şekillerde yapılan bütün bu talepleri ciddî olarak gözden geçirip, bu Parlamento, yamama usulü vergi kanunu değil, hep birlikte; ama, konsensüs içinde...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Mani olan mı var?!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Çıktı o kanun...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Yani, yalnız iktidarın değil, muhalefetin de içinde olduğu, tıpkı anayasayı hazırlar gibi uzlaşılmış, gelecekte üç yıl sonra, iki yıl sonra, dört yıl sonra başlama tarihi belirlenmiş ciddî bir vergi reformu yapmak zorundayız. Bu konuda ciddî bir vergi reformunu yapmazsak...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Türker, daha geçen dönem vergi kanunu çıkarıldı.

BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız, lütfen efendim...

MASUM TÜRKER (Devamla) - ...buraya gelen tüm kanunlar -kim getirirse getirsin- yama usulü olur, bir tarafı düzeltirken diğer tarafı ise bozar.

Değerli arkadaşlar, gençlerimizin dinamizmini ve enerjisini ekonominin, siyasetin, aklımıza gelecek her toplumsal faaliyetin içine sokabilecek yöntemleri, artık, bu bütçeden sonra getirmek zorundayız, geliştirmek zorundayız. Bu, istenirse, ileride, nasıl ki, siyasî partilere üye olma yaşını 21'den 18'e 21 inci Dönem Meclisi indirdiyse, gerekirse seçilme yaşını da 25 yaşına bu Parlamento indirmelidir. (DSP sıralarından alkışlar) Bunu, biz, hep birlikte getirmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Türkiye'nin dışpolitikasıyla ilgili bu bütçeyi görüşürken bazı konuları birlikte tartışmak zorundayız. Bu kürsüde ya da demeç veren bütün siyasîlerin gündeme getirmediği iki önemli kararı hatırlatmak istiyorum. Türkiye için Avrupa Birliği bir hedeftir, bir projedir; ama, asıl hedef olan, Avrupalının yaşadığı standartları yaratmaktır; çağdaşlığı getirmektir. Şimdi, Avrupa Birliği hedefiyle birlikte Türkiye için hem stratejik hem ekonomik hem ilişkilerin düzenlenmesi açısından önemli olan Kıbrıs olayını, birileri, sahip olduğu fabrikasını, hisse senedini satar gibi "ver, kurtul" diye gündeme getirirse kendisine bir şey hatırlatmalıyız "Kıbrıs, senin ortak olduğun fabrika değildir." (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu, sorumluluk isteyen, ulusallık bilinci isteyen bir konudur değerli arkadaşlar. Bunda hepimiz mutabıkız ve bu konuda kamuoyunun bilmesi gerekir. Lütfen, uzmanlarınız var, danışmanlarınız var; siz, işinizden çok bizi yönetmeye kalkıyorsunuz, her konuda konuşuyorsunuz, o zaman, söyleyin o uzmanlarınıza, 1997 yılının ocak ayında -yani, bunu, tek tarafa mal etmek istemiyorum- o dönemin yönetimi tarafından Meclise getirilip Kıbrıs'la ilgili alınmış "gerekirse bütünleşiriz" kararı ile 1999 yılı temmuz ayında, bu dönem, birlikte aldığımız kararları da okutun onlara. O kararlar, yalnız şunun, yalnız bunun değil; yalnız, kapı arkasında alınmadı; millî iradeyi elinde bulunduran Parlamentonun oy çoğunluğuyla değil, oybirliğiyle aldığı bir karardır. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, millî iradenin aldığı bir kararın üzerinde, sen, mensup olduğun meslek örgütlerinin -kamuya açık odalar birliği yoluyla bile seçilemiyorsun- egemen sermayeyle oluşturduğun, yalnız, kendi dar kadronla oluşturduğun dernekler adına bunu talep edeceksin; bu, ülkede, milletvekillerine, siyasîlere yapılmış bir baskı değildir, millî iradeye bir baskıdır.

Bu millî iradeye bu baskının önemi nedendir? Türkiye, şu anda, Avrupa ordusunun oluşturulmasıyla ilgili önemli bir stratejik yoldan geçiyor. Dışpolitika sokakta konuşulmaz. Dışpolitikayla ilgili think tank'ler kürsülerde yapılmaz. Dışpolitika oluşturulurken, bu ülkenin kurduğu en önemli kurumu vardır -bazen, sıkışınca, Dışişleri Bakanlığı kadrolarını yerden yere vururuz; bu, yanlıştır- oradan neşet bularak, siyasetimizle, buradaki siyasetin her türlüsüyle... Yani, bugün, mevcut olan partilerin 6'sı da iktidarda bulunmuştur ve dışpolitikanın oluşmasında rol almıştır; geçmişte, iktidarken rol aldılar. O zamanki iktidar, muhalefetti; bugünkü iktidara karşılık, geçmişin iktidarı muhalefettir. Dışpolitikanın oluşmasında, lütfen, sizden rica ediyorum, gelin, elbirliği yapalım. Konuşmak isteyen, komisyonlarımız var, parlamenterlerimiz var... Kuşkusuz, yeni öneri gelecek, önerilere açığız; ama, bu önerilerin neden olmadığını o kişiler de öğrendikleri gün, zaten, bu söylemleri dile getirmekten vazgeçeceklerdir.

Değerli arkadaşlar,Türkiye'nin, özellikle 11 Eylülden sonra dünyadaki değişen stratejiler içindeki konumu, tavrı, yeri değişmiştir. Dikkat edin, gazetelerde yer alan manşetler, çeşitli söylemler, acelecilikler yavaş yavaş ortaya çıktığı zaman herkes şaşırıyor; önce deniliyor ki "bu Afganistan'a asker gönderme kararını niye aldık?" Alındı; ardından, onu diyenler "niye göndermiyoruz?" Ardından diyorsunuz "ne olacak?.."

Değerli arkadaşlar, nasıl, bizi, millet, millî irade konusunda yetki kullanmak üzere buraya gönderdiyse, bugün, millî iradenin çoğunlukla üzerinde mutabık kaldığı bir hükümet de gereğini yapmaktadır. Bu konuya biz dikkat etmeden, dış politikanın varlığını düşünmeden, savunmanın önemini ortaya koymadan, savunmanın, özellikle bugünlerde çok önemli olduğunu göz önünde bulundurmadan söyleyeceğimiz her söz, bizi Avrupa Birliğine de girmekten ciddî bir şekilde pazarlığa sokar, başka yerlere de.

Değerli arkadaşlar, sözlerime son verirken Demokratik Sol Parti ve şahsım adına, yaklaşmakta olan Ramazan Bayramını kutlarken, saygılarımı sunarken, Allah, milletimize, ülkemize ve en önemlisi hepimize yardımcı olsun ki, bu söylediklerimin ve sizin söylediklerinizin doğrusuna birlikte ulaşalım.

Teşekkür ederim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker, teşekkür ediyorum.

Sayın Türker, ikazınıza da ayrıca teşekkür ediyorum. 1997 ve 1999 kararları unutulamaz, unutturulamaz; çünkü, bu kararların arkasında Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Ancak, onlar okusalar da, döne döne de okusalar, işlerine gelmediği için o kararları yok sayıyorlar. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde efendim.

Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları karşısında bizleri izleyen değerli vatandaşlar; hepinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi adına saygılarımla selamlıyorum.

2002 malî yılı bütçesi üzerinde partimin görüşlerini arz edeceğim. Toplantımızın başarılı ve bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, idrak edeceğimiz yılın malî programından, hükümetin ortaya koyduğu hedeflerin sayılarla ifadesinden ve bunların tartışılmasından ibaret kalmamalıdır. Bu görüşmelerde, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi "bütçe hakkı, bilmek hakkı" temelinde, yaşadığı günü, bugüne ulaşan süreci ve geleceği tüm yönleriyle sorgulamalıdır ve tartışmalıdır. Yeni bir yıla yeni heyecanlarla, yeni kararlarla girmeliyiz. Millî hedefleri öne çıkararak toplumumuza ümit vermeliyiz. Ülkemizi kuşatan iç ve dış şartların siyasî, sosyal ve ekonomik yönlerini, sebeplerini, sonuçlarını, yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı, yanlışlarımızı, mecburiyetlerimizi, kısacası, halimizin bir muhasebesini yapmalıyız. Türkiye'yi konuşmalıyız, Türkiye'yi kuşatan dünyayı konuşmalıyız.

Toplumun bir anlamda kendi kendisiyle yüzleşmesi, hesaplaşması olan bu konuşmaların, öncelikle samimiyet ve sorumluluk şuuru içerisinde yapılması asgarîde bizlerin topluma karşı bir saygısının gereğidir. Hepimiz, açık yüreklilikle, komplekssiz, dürüstçe ve samimiyetle sorgulamaya kendimizden başlayarak, ülkemizin, milletimizin sorunlarını tartışmalıyız, burada sonuna kadar konuşmalıyız; kısacası, siyasetin muhasebesini yapmalıyız, sonucunda da mutlaka toplumun önüne bir vizyon koymalıyız. Buradaki samimî özeleştirimiz, ben inanıyorum, halkın geleceğe yönelik ümitlerini artıracak ve kendilerine olan güvenlerini geliştirecektir.

Değerli milletvekilleri, burada her bütçe görüşmesinde, her konuda alıştığımız üsluplarla her şey konuşuluyor; müsaade ederseniz, ben biraz farklı şeyler söylemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, kabul etmemiz gerekir ki, gerçekten ülkemiz sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. Ekonomide yaşanılan hayal kırıklıkları toplumu kuşatmış bulunmaktadır. Toplumsal çözülme gibi çok ağır bir sonuçla karşı karşıyayız. İnsanlarımız, heyecanlarını, özgüvenlerini ve gelecek ümitlerini yitirmek üzereler. Yıllardır yaşadığımız ekonomik, siyasî ve sosyal boyuttaki problemlerden bir türlü kurtulamadık, yerinde patinaj yapan araç gibi, çırpındıkça batan bir insan gibi krizden krize sürüklendik. Çözüm arayışlarından, ortaya konan programlardan, kurtarıcılardan, medet umulan siyasetlerden ve siyasî kadrolardan birinden diğerine savrulan milletimiz, bir çırpınış içinde, canhıraş bir gayretle bizlerden bir çözüm beklemektedir, başarı beklemektedir ve başarmak istemektedir.

Türk Milleti, Türk insanı, çağın getirdiği imkânlardan faydalanmak ve çağın değerlerini evrensel normlarda yaşamak istemektedir; ileri toplumların yaşadığı hayatın olgunluklarını, güzelliklerini, huzurunu görmek istemektedir. Gelecek korkusu, belirsizlik endişesi, başarısızlık kompleksi bizim kaderimiz olmamalıdır. Kendimizi böyle bir makus talihin esiri göremeyiz. Artık, yapılması gereken neyse onu yapmak, onu başarmak mecburiyetindeyiz. Büyük Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve onu aşmak hedefine inanmalıyız ve gereğini yapmalıyız; aksi halde, değişimin hızına yetişemeyiz, dönüşümü sağlayamayız, çağın dışında kalırız; Allah korusun, gelişmiş ülkelerin ayakları altında kalırız.

Değerli milletvekilleri, günümüzü anlamak, geleceği doğru tahmin etmek ve gerekeni yapmak için, bugünlerin geçmişteki izdüşümlerini bilmek ve doğru değerlendirmek, doğru bir metottur. Tarih, geleceği arayanlar için bir deniz feneri gibidir. Yakın tarihimize baktığımızda, ulaşılan sonuçlarda, yönetenlerin sorumluluklarının büyük olduğunu görürüz. Bizlerin de davranışları, kararları, gayretleri, eksiklik ve yanlışlıkları geleceği şekillendirecektir. Bugün dünün sonucudur, yarın da bugünün sonucu olacaktır. Sorumluluklarımızın idrakinde olalım, yaptığımız işin önemine ve anlamına inanalım. Milletimizin geleceğini hep beraber inşa ettiğimizin bilincinde, kendimize önem verelim, kendimize saygı duyalım, kendimize güvenelim ve açıkyüreklilikle, komplekssiz, suçlamadan, övünmeden, kendimize de pay çıkarmadan, samimiyetle bir durum muhakemesi yapalım.

Değerli milletvekilleri, yeni bir yüzyılın başlangıcında, Türkiye ve Türk Milleti olarak, bulunduğumuz yerden memnun olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Milletlerarası yarışta çok gerilere düştük. Bu sonuçta herkesin sorumluluğu bulunmaktadır.

Geliniz, bir özeleştiri yapalım. Bugüne kadar:

Sorumlu ve seviyeli bir siyaset anlayışını ve siyaset yapılanmasını yeterince sağlayamadık.

Farklılıklarını zenginlik kabul ederek, birlikte yaşamayı ve ortak paydanın onur ve heyecanını duymayı temin edecek bir toplumsal yapı oluşturamadık.

Nimet ve külfet dengesini kuramadık. Sefaletle sefahatın birbirinden duyarsız birlikteliğinin tehlikesini önemsemeden yaşıyoruz.

Soygun, talan ve yolsuzlukları, haram helal zemininde, adalet terazisinde ve toplumsal vicdanda mahkûm edemedik. Bu yöndeki teşebbüsler gün geçtikçe boyutunu ve cüretini artırmaktadır.

İnsanımızı, hak ve sorumluluk çizgisinde üreten, emek veren ve hakkına sahip çıkan bir anlayış yerine, verimli çalışmayan, israf eden, yalnız tüketen, ürettiğinden çok tüketen bir aygıt haline getirdik.

Toplumumuza demokratik şuuru yeterince aşılayamadık. Kendi yönetimine, kendi kaderine sahip çıkma vasıtası olarak demokrasi ve siyaset kurumuna ve bunların önemine yeterince inandıramadık.

Devlet yönetimini kurumsal ve hukukî olarak çağın değişimi yönünde yenileyemedik.

Çocuklarımızı besleyemedik, çağın değerleri doğrultusunda eğitemedik.

Tarihimizle barışarak, gelecekle ilgili, toplumun ve insanlığın önüne yeni medeniyet projeleri koyamadık, kültür ve medeniyet değerlerimizi günümüze taşıyamadık.

Sevgiyi, saygıyı, hakkı, sorumluluğu, adaleti, hukukun üstünlüğünü, emeği, sanatı hayatımızda önemli ve anlamlı kılamadık. Birtakım korkuların ve komplekslerin kuşatmasında sürekli mazeretler ürettik.

Veren el olamadık. Alan el olmanın, borçlu yaşamanın ezikliğiyle kendimize saygı ve özgüveni kaybettik.

Tarihimizin ve coğrafyamızın bize yüklediği büyük devlet olma misyonuna, adalet dağıtıcılık görevimize sahip çıkamadık. Bu idrakte olamadık, bu güce, maalesef, ulaşamadık.

Bilgi ve teknoloji çağını, bilgi toplumu olma yönünde değişimi yakalamayı bir tarafa bırakalım, sanayileşmemizi bile tamamlayamadık.

Ekonomik ve siyasî istikrarı temin edecek, zaruret haline gelen yeniden ve yeni yapılanmaları zamanında ve yeterince gerçekleştiremedik.

Sonuçta, 21 inci Yüzyıldaki hızlı değişim ve gelişimi doğru algılayarak, kendini ve izdüşümü olan kurum ve kuruluşları çağın gereklerine uygun olarak yenilemeyen, güven ve saygı bunalımına düşmüş bir siyasî yapı oluşturduk.

Zenginlikleri kendi parasıyla ifade edemeyen, yıllık gayri safî millî hâsılası kadar borcu bulunan ve gelirleri, borcunun faizine bile yetmeyen bir ekonomik ve malî yapıyla boğuşuyoruz. Karar vermede, uygulamada ve denetlemede zamanın gerisinde, şeffaflıktan uzak, yolsuzluklardan arındırılamamış bir kamu yönetimiyle boğuşuyoruz.

Kendini topluma karşı sorumlu tutmayan bir aydın aymazlığı, doğruların ve gerçeklerin ilminin yapılması gerekirken, ideoloji ve menfaat kaynaklı siyasetin yapıldığı bir ilim dünyası ve sanat dünyası medenî hayatımızı tanzim ediyor. Ve nihayet, temel ihtiyaçları karşılanmakta zorlanılan, barış, huzur ve refaha susamış bir toplumsal yapı...

Kısacası, karanlıkta fenerini kaybetmiş bir insanın çaresizliği içinde geleceğe yürüyen Büyük Türk Milleti, bizden, hepimizden, tüm yönetenlerden yapılması gereken ne ise onu yapacak bir iradeyi mutlaka ortaya koymamızı istemektedir. Ben inanıyorum ki, bu Meclis ve 57 nci cumhuriyet hükümeti bu iradeyi koyacaktır ve bunu başaracaktır.

Değerli milletvekilleri, sabahtan bu yana dinliyoruz, her bütçede konuşuyoruz, bu söylediğim hususlara itiraz edeniniz yoksa, önce kendimizden sorgulayarak, biz bugüne kadar ne yaptık da ülkeyi bu noktaya getirdik sorgulamasını, gerçekten, milletin huzurunda ve vicdanımızı halkımıza açarak değerlendirmemiz gerekiyor.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Nasıl geldi anlamadık, bir anlat!..

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Değerli milletvekilleri, yeni yüzyılla sözleşme yapmaya, bilgi çağını, çağın ötesini, ufkun ötesini yakalamak için yapılması gerekeni cesaretle ve birlikte yapmaya cehdedelim, karar verelim, irade gösterelim. Yegâne ihtiyacımız, kendimize, birbirimize, milletimize güvenmemizdir. Büyük Atatürk diyor ki: "Muhtaç olduğun kudret damlarındaki asil kanda mevcuttur." İstiklal Harbini bu güven ve bu imanla başarmış ve cumhuriyetimizi kurmuştur. Bizim için bundan daha büyük örneğe ihtiyaç var mı? Bugün ulaştığımız sonucun birçok sebebi olabilir; ancak, öncelikli sebep, siyaset kurumunun, anlayış ve yapılanmasındaki çarpıklıklara bağlı olarak, sorunları doğru algılamada ve doğru çözümler üretmekte yetersiz kalmasında görüyorum. Demokrasi tarihimiz, siyasî partilerimizin ve parti genel başkanlarının birbirleriyle olan amansız kavgalarının hikâyesidir. Bu toz duman arasında ülke sorunları doğru algılanamamış ve çözümler sürekli ertelenmiştir. Siyasetin, toplumdan alınan yetkiyle, toplum adına ve toplumun yararı için yapıldığı keyfiyetini, maalesef, siyaset kurumu ve siyasetçilerimiz samimiyetle kabullenememişlerdir. Böylece, toplumun siyasete katılımı yeterince sağlanamamış, bu durum, siyasetin dar ve elit bir kadronun elinde kalması sonucunu doğurmuştur. Bu yapı, ülke kaynaklarının talan edilmesini ve israf edilmesini engelleyememiş, yolsuzluk ekonomisi, hortum ekonomisi olarak da adlandırılan bugünkü ekonomik düzenin oluşmasında öncelikli rol oynamıştır. Maalesef, böylece, ülkenin geleceği, âdeta, ipotek altına sokulmuştur. Ülkemizin bugün içinde bulunduğu bu sonuçta milletimizin hiçbir kusuru yoktur.

Ayrıca, şunu da ifade etmemiz lazım: Artık, devletin ve devleti yönetenlerin yanlış yapma hakları da yoktur; kalmamıştır. Doğruyu yapmak, gerekeni yapmak sorumluluğu biz siyasetçilere düşmektedir. Sayın Kumcuoğlu'nun ifade ettiği gibi, açıkyüreklilikle, hep beraber, elbirliğiyle sistem analizi yaparak nerede yanlış yapıldığını tespit etmek sorumluluğundayız.

Sayın milletvekilleri, günümüze kadar ulaşan bu siyaset anlayışı ve siyaset yapılanmasıyla toplumun sorunlarını çözmek ve onu geleceğe taşımak mümkün olamamıştır, bundan sonra da olamayacaktır. Dolayısıyla, bu siyasî anlayış ve bugünkü siyaset yapılanması mutlaka değişmelidir. Kısacası, siyaset kendini yenilemelidir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, sorumlu, ciddî, seviyeli, ilkeli, dürüst, uzlaşmacı ve ülke menfaatlarını parti menfaatlarının önüne çıkarabilen bir siyaset anlayışını ve toplumun katılımına imkân veren, kendi içinde demokrasiyi uygulayan bir siyasî yapılanmayı hayata geçirmek zorunda olduğumuza inanıyoruz. Yeni yüzyılın başında, ülkemizi geleceğe taşıyacak değişim ve dönüşümlerin bize göre olmazsa olmaz temel şartı, siyasete bu standardı, bu seviyeyi kazandırmaktır. "Bir şey değişecek, her şey değişecek" derken, işte, kastettiğimiz budur.

Değerli milletvekilleri, müsaade ederseniz, bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisinin "önce ülkem, sonra partim, sonra ben" anlayışını hatırlatmak istiyorum. Bu sorumlu yaklaşımın ve uzlaşmacı tavrın siyasî hayatımıza getirdiği istikrar ve seviyeyi, lütfen, kabul etmeliyiz. Bu siyasî istikrar ve uzlaşmacı tavır olmasaydı, ülkemizin, yaşadığı bu ekonomik krizler karşısında nasıl bir kaosa sürükleneceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek.

Değerli milletvekilleri, ülkemizi bugünlere getiren şartları irdelerken, bizi kuşatan dış şartları ve özellikle küreselleşme sürecini de dikkate almak mecburiyetindeyiz. Ülkemize, 21 inci Yüzyılda, doğru, gerçekçi hedefler çizmek için, bu sürecin ana unsurlarını ve kilometre taşlarını hatırlatmakta yarar görmekteyim.

İlk ve en önemli küresel süreç, çevre sorunlarının ortaya çıkışı ve çözüm arayışlarıyla başlamıştır. Çevre duyarlılığıyla ilgili birçok küresel süreç "Ortak Geleceğimiz" raporuyla hayata geçirilmiştir.

1950'li yıllarda, insanoğlu, bilgisayarı keşfetti; böylece, sanayileşmiş ülkelerin gayri safî millî hâsılalarındaki hizmet sektörünün payı yükselmeye başladı. 1977 yılı, bilgi toplumuna geçilen yıl olarak kabul edilmektedir.

1970'li yıllarda yaşanan iki petrol şokundan sonra, tüm ekonomilerde tüm tanımlar değişti, sanayi devri tamamlanma aşamasına geldi. Özellikle Batı bankalarında biriken artan petrol fiyatlarının oluşturduğu büyük parasal kaynaklar, küresel sermaye olarak, uluslararası belirleyici bir güç haline geldi.

Küreselleşmenin bir diğer sonucu ise, öncelikle ekonomik işbirliği kapsamında düşünülen, ancak, zamanla ve siyasî kültürel bloklaşmalara dönüşen bir takım NAFTA, ASEAN, APEC ve Avrupa Birliği gibi, günümüzde de ulus devletleri kuşatan siyasal küreselleşme birliktelikleri oluştu. Sermayenin küreselleşmesi, dışticareti, ekonominin temel unsuru haline getirdi. Teknoloji üreten zengin ülkelerin kültürleri ve özellikle Amerikan kültürü ve İngilizce, tüm dünyayı ve diğer kültürleri etkisi altına almıştır. Küreselleşme süreçleri, bilgi toplumunun dinamikleri tarafından yönlendirilmektedir. Kısacası, insanlık, kurumların ve maddî değerlerin önplanda olduğu, sanayi çağının mekanik evreninden, insanın ve insanî değerlerin önplanda olduğu bilgi çağının mikroelektronik, mikrobiyolojik evrenine doğru bir sıçrama yapmaktadır. Gelinen noktada, küreselleşme, kurumlar, aktörler ve zihniyet bazında bir değişim ve dönüşümü zorunlu kılması nedeniyle, ciddiye alınması gereken ve toplumların her kesimini düşünmeye zorlayan ve henüz tamamlanamamış bir süreç olarak, çağımıza damgasını vurmaktadır. Ancak, zenginin daha zengin ve yoksulun daha yoksul olması sonucunu doğuran küreselleşmeye insanî bir boyut kazandırılmasını, zorunlu görmekteyiz. Dünyamızın bir tarafında teknoloji patlaması ve tüketim çılgınlığı, diğer tarafında ise nüfus patlaması ve açlık varken, kalıcı bir huzurun sağlanmasını mümkün görmemekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her ülke gibi bizi de kuşatan küreselleşme süreçlerinden sonra, şimdi de, bu süreçlerden büyük ölçüde etkilenen ekonomik durumumuzu, genel bir perspektiften, mukayeseli olarak değerlendirmek istiyorum.

Türk toplumu krizlerle 1970'li yıllarda tanıştı. Yaşanan petrol krizleri, demokrasiye yapılan müdahaleler ve siyasetteki popülist uygulamalar krizleri derinleştirdi ve kalıcı hale getirdi. 1980'li yıllardan itibaren kronikleşen yüksek enflasyon, faiz hadlerindeki dalgalanmalar ve giderek büyüyen kamu açıkları, ekonomik büyümede iniş çıkışlar yaratmış ve böylece, bir anlamda, istikrarsızlık, istikrar kazanmıştır.

Bu dönemin bariz özelliği, popülist politikaların ülke yönetiminde egemen olması ve kavgaya dayalı siyasetin toplumu kamplara ayırması, millî bütünlüğümüzü tehlikeye düşürecek büyüklükte bir içsavaş tehlikesinin başgöstermesidir.

1990'lı yıllar krizlerle geçmiştir. Krizleri tahlil ederken yaptığımız temel bir yanlış vardır; her krizi, dar anlamlı iktisat enstrümanlarının kullanılış biçimine bakarak irdelemek âdet haline gelmiştir; siyasal, sosyal ve ekonomik iklim, doğru analiz edilememiştir. Bu krizleri, bütüncül bir yaklaşımla doğru algılamak ve gerçekçi çözümler üretmek durumunda olan ekonomik ve siyasî aktörlerin yaptıkları hatalarsa, krizleri daha da derinleştirerek günümüze kadar taşımıştır.

1990'lı yılların başına gelindiğinde, her ileri endüstri toplumu, bilgi çağına adım atmış ve bilgi toplumu normları ve kurumlarıyla tanışmıştı. Bu aşamada Türkiye, sürdürdüğü sanayileşme çabalarını bu normlarla bağdaştırma ve senkronize etme gibi bir sorumlulukla yüz yüze gelmişti; ancak, yeniden yapılanmalar tam anlamıyla gerçekleştirilememiş ve geçmişin eskimiş kurumlarıyla, kurumsal yapılarıyla ekonominin çarklarının daha fazla döndürülmesi mümkün olamamıştı.

1990'lı yılların başında bu ülkeye yön veren siyaset adamları, kavgaya ve gerginliğe dayalı bir siyaset anlayışıyla, ekonomik gerçeklere ters düşen fiyat uygulamalarıyla, üretime, verimliliğe dayanmayan ücret politikalarıyla ve sosyal güvenlik sistemini temelden sarsan erken emeklilik uygulamalarıyla, zaten zafiyet içinde olan kamu maliyesi dengelerini altüst ettiler. Kamu maliyesi zafiyetinin, kamu finansman açığı olarak, son otuz yıllık dönemde sistematik kazandığı gözlenmektedir. 1980-2000 dönemi bütçe açıkları toplamı 130 milyar dolarlara ulaşmıştır. Bu dönemdeki bütçe açıklarının, bir önceki yıla göre artışları korkutucudur; 1991'de yüzde 76; 1996'da yüzde 120; 2001 yılında ise bir önceki yıla göre bütçe açığı yüzde 27 artmıştır. Bütçe açığının gayri safi millî hâsılaya oranı 1990'da yüzde 2,97 iken, muntazam bir şekilde artarak 1999'da yüzde 11,7'ye ulaşmıştır. Bugün Avrupa Birliğine girilmesini herkesten fazla istiyor görünenlerin, uyguladıkları malî politikalarla, 1990'da, bütçe açığı itibariyle, Avrupa Birliği kriterlerine uygun olan ülkemiz ekonomisini nereden nereye getirdiklerini Yüce Heyetinizin ve büyük milletimizin dikkatlerine sunuyorum.

Yine, 1990'lı yılların hükümetleri, uyguladıkları politikalarla, kamu finansman açığını yaratan ve besleyen beş kara deliğin büyümesini engelleyecek tedbirleri zamanında ve yeterince alamamışlardır. Bu arada, kamu malî yapısındaki zafiyete rağmen malî kesimin liberalize edilmesi, kamu finansman yükünü artırmıştır. Ayrıca, 1983-1997 döneminde yılda yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak bütçe dışında sarf edilmiştir. 1992-1993 uygulamaları 1995 krizini hazırlamıştır. 5 Nisan kararları, bozulan makro ekonomik dengelerin kurulması ve piyasa ekonomisinin daha iyi işleyebilmesi için yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesini hedeflemişti. Bu dönemde, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ekonomide devam eden istikrarsızlığı göz önüne alarak, 20 adet yapısal dönüşüm projesi üzerine oturtulmuş ve yön verici bir eylem planı hazırlanmıştı. Maalesef, bugüne kadarki hükümetlerin hiçbiri, bu yapısal dönüşüm projelerinin hiçbirini gerçekleştirmemiştir, kurumsal ve hukukî olarak bu dönüşüm projelerine eğilmemiştir. Dolayısıyla, zamanında yapılamayan dönüşüm, maalesef, bugünleri hazırlamıştır.

İçinde yaşadığımız ekonomik krizlerin bir diğer önemli sebebi, bankacılık sistemindeki yetersizliklerdir. 1987-1998 döneminde, malî yapıları ve özkaynakları zayıf birkaç şubeli bankaların açılması teşvik edilmiştir. Bu bankaların içlerinin boşaltıldığına dair murakıp raporları, 1995 yılı ikinci yarısından itibaren yetkililerin önüne getirildiği halde, maalesef, gelişmelere seyirci kalınmıştır. Kamu finansman açıkları, bir yandan yatırım harcamalarının kısılması sonucunu getirirken, diğer yandan, rantiyer tipi davranışları özendirerek, gelir dağılımının bozulmasına neden olmuştur. Özel sektörün faaliyet dışı gelirleri artmış, bu durum, istihdamı daraltıcı etki yaratmıştır. Ülkemizin ilk 500 firmasının gelirleri içerisindeki faaliyet dışı gelir oranları giderek artmış ve yüzde 90'lara ulaşmıştır. Bunu, birtakım insanlara arz ediyorum.

Hortum ekonomisi, bu dönemde, gelir dağılımını, en zengin ile en fakir yüzde 1'lik kesimler arasındaki farkı 236 kata çıkarmıştır. 1992-1993 yıllarında kamu kesiminin gelir ve giderlerinde oluşan olumsuzluklar, kamu kesimi borçlanma gereğini artırmış ve bugünkü içborç batağına yol açılmıştır. 1990'larda içborç faizinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 2 iken, 2000 yılında bu oran yüzde 14,9'a ve 2001 yılında, maalesef, yüzde 22'ye ulaşmıştır.

Değerli milletvekilleri, aslında, temel sorunumuz, ahlak zemininde sorumluluk kültüründen yoksun olmak sorunudur. Kendi bankasını boşaltan bankacı; devlete borç vermeyi yatırım yapmaya tercih eden işadamı; kendini, yapmak değil, konuşmak sorumluluğunda gören siyasetçi ve tüm bunları alkışlayanların bugünkü durumdan şikâyet etmeye hakları var mıdır?!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, 2000-2001 yıllarına ilişkin ekonomik gelişmelerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyorum.

2000 yılı başında, hükümetimiz, enflasyonu ve reel faizleri hızla aşağı çekmek, kamu finansman dengesini sağlıklı bir yapıya kavuşturmak ve ekonomide sürdürülebilir bir büyüme ortamını tesis etmek amacıyla, kapsamlı bir ekonomik istikrar programını uygulamaya koymuştur. 

Para politikası, hedeflenen enflasyonla uyumlu ve önceden belirlenerek açıklanan döviz kuruna bağlanmış ve Merkez Bankasının kısa vadeli faiz oranları üzerindeki etkisi sınırlandırılmıştır.

Programda kamu kesimi borç stokunun hızla artış eğilimini durduracak sıkı maliye politikasının yanı sıra, gelirler politikasının da, hedeflenen enflasyonla uyumlu olmasına özen gösterilmiştir.

2000 yılında enflasyonla mücadelede başarılı olunmuş, yurtiçi talepteki canlanmayla birlikte üretimde artış gerçekleşmiş, gelirler ve maliye politikası kapsamında belirlenen hedeflere varılmış, kamu açıklarının azaltılması ve yapısal reformlar alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır.

Ancak, Türk Lirasının beklenenin üzerinde reel değer kazanması, yılın ilk yarısında, faiz oranlarının, beklentilerin üzerinde düşmesiyle birlikte iç talebin hızla artması, uluslararası petrol fiyatları ve buna bağlı olarak enerji fiyatlarındaki artış ve Euro-dolar paritesindeki gelişmeler sonucunda, 2000 yılının ikinci yarısında cari işlemler açığı artmıştır. Bu gelişmeler iç ve dış piyasalarda mevcut kur sisteminin sürdürülebilirliliği ve cari işlemler açığının finansmanı konusundaki endişeleri artırmıştır.

Uluslararası piyasalarda programa olan güven azalmış, ağustos ayından sonra faiz oranlarının artış eğilimine girmiş olmasına rağmen, yeterli sermaye girişi olmamış ve ciddî bir likidite sorunuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu süreçle gelinen kasım ayının ikinci yarısında, kısa vadeli faizler hızla yükselirken, menkul kıymet fiyatları önemli ölçüde düşmüştür. Yurt dışına önemli miktarda sermaye çıkışı olurken, döviz rezervleri azalmıştır.

Bu gelişmeler döviz kuru üzerinde de baskı oluşturmuştur. Kasım krizi sonrasında alınan önlemler ve IMF ile varılan anlaşma sonucunda, malî piyasalardaki dalgalanmalar kısmen giderilmiş, Merkez Bankasının döviz rezervleri kısmen artmış ve faiz oranları kriz ortamına göre önemli ölçüde gerilemiştir; ancak, malî kesimin riskleri ve ekonominin krize karşı duyarlılığı bu ortamda daha da artmıştır.

2001 yılı şubat ayında yaşanan kriz ekonomik programda radikal değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılmıştır.

Ekonomide yaşanan finansal krizlerin ardından makroekonomik dengelerin tekrar oluşturulması amacıyla yeni bir program uygulamaya konulmuştur. Bu programın temel amaçları şunlardır: Bankacılık sektörüne ilişkin tedbirlerin süratle alınarak, malî piyasalardaki belirsizliğin azaltılması ve böylece, faiz-döviz kuruna belli bir istikrarın kazandırılması; iktisadî etkinliği sağlayacak yapısal reformların gerçekleştirilmesi; makroekonomik politikaların, enflasyonla mücadelede etkin bir şekilde kullanılması; sürdürülebilir büyüme ortamının temin edilmesi ve bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesine yönelik tedbirlerin alınmasıdır yeni ortaya konulan programın hedefleri.

Program çerçevesinde, kamu kesiminin artan borç yükünün sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması amacıyla, maliye politikası hedefleri daha da sıkılaştırılmış, para politikasında, Merkez Bankasının kısa vadeli faiz oranları üzerindeki etkisi artırılmış ve dalgalı kur sistemine geçilmiştir. Ekonomik programın öncelikleri, esas olarak, ekonomideki yapısal zayıflıkları giderici önlemler ve bankacılık kesiminin rehabilitasyonu üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple, yeni programa "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı verilmiştir.

2000 yılı kasım ayında ve 2001 yılı şubat ayında yaşanan krizler sonrası faiz oranlarının önemli ölçüde yükselmesi ve bankacılık kesiminde yaşanan olumsuz gelişmelerin kamu kesimine getirdiği ek yük, kamu kesiminin borç stokunun hızla artmasına yol açmıştır. Kamu kesiminin içborç stokundaki bu artış, borcun sürdürülebilmesi açısından dışkaynağın sağlanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu kapsamda hazırlanan yeni ekonomik program için, IMF ve Dünya Bankasından toplam 16,5 milyar dolar dışkaynak sağlanmıştır.

2000 yılı kasım ayında yaşanan krizden sonra artan faiz oranları ve belirsizlik ortamı, iç talep ve üretimin düşme eğilimine girmesine neden olmuştur. Şubat ayı sonunda yaşanan krizden sonra dalgalı kur rejimine geçilmesiyle birlikte bu eğilim, artarak devam etmiştir. Türk Lirasının değer kaybı, faiz oranlarının artması ve döviz kuruna bağlı olarak, kamu kesimi petrol ve enerji fiyatlarında yapılan ayarlamalar nedeniyle üretim maliyetlerinin artması sonucunda genel fiyat seviyesi artış eğilimine girmiştir. Bununla birlikte, şubat krizi sonrasında, döviz kurunun dalgalanmaya bırakılmasının ve yurtiçi talepteki daralmanın dışticarete etkileri ve turizm gelirlerindeki artış sonucunda, cari işlemler fazlası oluşmuştur.

Enflasyon, faiz oranları ve döviz kurundaki yükselmelere, içborçlanma vade yapısındaki kısalmaya rağmen, alınan önlemlerle, konsolide bütçe faizdışı fazlası, öngörülen hedeflerin üzerinde gerçekleşmiştir.

Değerli milletvekilleri, hükümetimizin tüm iyiniyetli gayretlerine, uluslararası piyasalardan temin edilen güçlü dışkaynaklara ve yeniden yapılanma anlamında ihtiyaç duyulan kanunların çıkarılmasında Meclisimizin fedakar çalışmalarına rağmen, maalesef, 2001 yılında ekonominin tüm alanlarında bir daralma ve küçülme yaşanmıştır. Bu daralma ve küçülme rakamlarını, Sayın Maliye Bakanımız açıkyüreklilikle burada ifade ettiler. Benden önceki konuşmacılar da bunları anlattılar. Onun için, bu rakamlara uzun uzun girmek istemiyorum.

Ancak, burada, şunu ifade etmem lazım: 2001 yılında olumlu gelişmeler de olmuştur. Bunların başında, ihracatın bir önceki yıla göre yüzde 9,8 oranında artarak 30,5 milyar dolara ulaşması, ithalatın, yüzde 32,9 oranında azalarak, 41 milyar dolar olması beklenilmektedir. Bu, ekonomimizin geleceği açısından önemli bir gelişmedir. Buna bağlı olarak cari işlemler hesabının, 2001 yılında 2,9 milyar dolar fazla vermesi beklenilmektedir.

Yine, burada, bir rakam ifade etmeme, lütfen, müsaade ediniz. 2001 yılında memur maaşlarındaki nominal artış yüzde 48,2, işçi ücretlerinde beklenilen yıllık ortalama artış ise, yüzde 36,6'dır. 2001 yılı sonunda TEFE ve TÜFE'nin oniki aylık artış hızlarının yüzde 80 ve yüzde 65 olması beklenilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sonrasında güven bunalımı ve malî istikrarsızlığı önlemek amacıyla, 15 Mayıs 2001 tarihinde yürürlüğe konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kapsamında malî sektörün yeniden yapılandırılmasına, devlette şeffaflığın artırılması ve kamu finansmanının güçlendirilmesine, ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılmasına ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesine yönelik, 57 nci cumhuriyet hükümetinin yapmış olduğu çok önemli yapısal reformları burada ifade etmem gerekmektedir.

Öncelikle, bu kapsamda yapılan en önemli düzenleme, bankacılık sektöründe yeniden yapılandırma ve rehabilitasyon programı olmuştur. Sosyal güvenlik reformu yapılmış ve İşsizlik Sigortası Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Malî yönetim ve uygulamada şeffaflık getirilmiştir. Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimine İlişkin Kanun Tasarısı Meclisimize sevk edilmiştir. Kamu ihaleleriyle ilgili kanun tasarısı, Meclise sevk edilmiştir. Tüm bütçe içi fonlar kapatılmıştır. Elektrik Piyasası Kanunu, Şeker Kanunu, Doğalgaz Piyasası Kanunu çıkarılmıştır. Yeni Tütün Yasası hazırlanmıştır. Tekel, Özelleştirme İdaresine devredilmiştir.

Değerli milletvekilleri, burada, özelleştirmede başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Ancak, müsaade ederseniz, Milliyetçi Hareket Partili eski Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz'ün üstün gayretleriyle gerçekleştirdiği Telekom lisans özelleştirmesini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Çok düşük maliyetle, bir defada en yüksek özelleştirme gelirine Sayın Öksüz'le ulaşılmıştır. Yaklaşık 3 milyar dolar gelir elde edilmiştir. Sayın Enis Öksüz'e, Grubum adına teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4702 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle, meslekî ve teknik ortaöğretimi bitiren öğrencilere, istedikleri takdirde, bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya en yakın programların uygulandığı meslek yüksekokullarına sınavsız olarak devam etmesi ve bu meslek yüksekokullarının vakıflar tarafından da kurulması, hükümetimiz tarafından kanunlaştırılmıştır ve çok önemli bir gelişmedir. Meslekî ve teknik eğitimin, iş hayatının ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak şekilde geliştirilmesi, bu kanunumuzla daha mümkün hale gelecektir.

Sağlık Bakanlığının etkin çalışmaları sonucunda 81 ilde 112 acil sistem kurularak 544 ambülansla hizmet verir hale getirilmiştir. 39 ildeki 75 hastanemizde, saat 24.00'e kadar hizmet sunumu sağlanmış ve 25 ilimizde de mobil sağlık hizmeti uygulaması başlatılmıştır.

Sağlık sigortası kapsamındaki nüfusumuz, Temmuz 2001 itibariyle 10,9 milyona ulaşmıştır.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca, yıllardır planlanıp yapılamayan çiftçi kayıt sistemi ve alternatif ürün projesi uygulamalarına geçilmiştir. Yine, bu çerçevede, doğrudan gelir desteği ödemelerine önümüzdeki günlerde başlanacaktır.

Toprak Mahsulleri Ofisi, yeni uygulamalarıyla, çiftçimizin alınterinin karşılığını, değerinde ve zamanında vermiştir.

2000 yılında, sabit kur uygulamasına rağmen, yüzde 4,5 oranında artarak 27.8 milyar dolara ulaşan ihracatımızın, 2001 yılında, iç ve dış piyasalardaki tüm olumsuzluklara rağmen, yüzde 15 oranında artarak, 30 milyar doları aşacağını ümit etmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de 1990'larda daha belirgin hale gelen gelir eşitsizliği, özellikle 2001 yılında yaşanan ciddî ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkan refah kaybıyla birlikte, tüm hane halkları üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. İktisadî faaliyet koluna göre, yoksulluk, en yaygın olarak tarım sektöründe, daha sonra inşaat ve ulaştırma sektörlerinde izlenmektedir.

Enflasyon, gelir dağılımını bozan ve yoksulluğu artıran en önemli faktörlerin başında gelmektedir.

Ekonomik kriz ve enflasyon karşısında toplumun en alt kesimini oluşturan ve en savunmasız durumda bulunan yoksul kesimleri koruyan mekanizmalar yeterince geliştirilememiştir. Böylece, işsizlik ve eksik istihdam nedeniyle atıl işgücü oranı yüzde 13,8 olarak gerçekleşmiştir.

Yine, bu dönemde, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu yürürlüğe girmiştir.

Esnaf ve sanatkârlarımızın kayıtlı işletme sayıları 3,5 milyona ulaşmıştır. Olumsuz şartlar altında faaliyetlerini sürdüren küçük ve orta ölçekli işletmeler, 2001 yılındaki ekonomik kriz sonucunda en çok etkilenen kesimlerden biri olmuştur. Bu dönemde, esnaf ve sanatkârlarımıza, küçük işletmelerimize dönük olarak 13 adet organize sanayi bölgesi ve toplam 12 335 işyerine sahip 39 adet küçük sanayi sitesi tamamlanarak hizmete sunulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buraya kadar, bugün yaşadığımız ekonomik krizleri hazırlayan ve hepinizin bildiği gerçekleri anlatmaya çalıştım. 57 nci cumhuriyet hükümetinin, ekonomi yönetiminde hataları, eksiklikleri olmamış mıdır; olmuştur; ancak, elbette şunu da bilmemiz gerekir: Bu hükümetin kurulduğu 1999 ortalarına gelindiğinde ekonomide birçok kritik eşik aşılmış durumdaydı, arabanın freni patlamıştı; buna rağmen, uygulamaya konulan ekonomik istikrar ve enflasyonla mücadele programıyla, enflasyon, son yirmi yılda ilk defa yüzde 30'un altına çekilebilmiş ve bunun aşılabileceği topluma gösterilmişti. 57 nci cumhuriyet hükümeti döneminde, daha önce, oy kaygısı veya diğer çeşitli nedenlerle el atılmayarak ihmal edilen, ertelenen birçok konuda reform niteliğinde çalışmalar yapılmış ve ülkemizin kanayan yarası haline gelen birçok sorununa kalıcı çözümler üretilmeye çalışılmıştır.

Haziran 1999-Kasım 2001 döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 331 kanun kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Temel hak ve özgürlüklerin üzerindeki sınırlamaların kaldırılması ve demokratikleşme yönünde iyileştirmeler yapılması amacıyla Anayasanın birçok maddesinde düzenleme yapılmış, bu ölçüde geniş kapsamlı bir Anayasa değişikliği, ilk defa, seçilmiş bir Meclis olarak sizler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Diğer taraftan, bu dönemde, insan hakları, basın, adalet, malî piyasalar ve bankacılık, örgütlü suçlar, kamu yönetiminde kayırmacılığın önlenmesi, çalışma hayatı, sosyal güvenlik sistemi, tarım, gümrük, telekomünikasyon, özelleştirme, eğitim, teknoloji, doğal afetler, konut ve Avrupa Birliği gibi konularda, birçok temel konuda yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sürecin gerçekleştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin etkin ve verimli bir şekilde çalıştırılmasıyla mümkün olmuştur. Yapılan tüm bu çalışmalar, hükümetin, günübirlik siyasî kaygılarla hareket etmediğini, uzun vadeli ve kalıcı çözümlere yönelik bir anlayış içerisinde olduğunu göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, 57 nci cumhuriyet hükümeti, özellikle iki konuda, daha önceki hükümetlere, dönemlere göre çok başarılı olmuştur. Deprem yaralarının, mümkün olan en kısa zamanda sarılmasında ve yolsuzluklarla etkin mücadelede olağanüstü gayret sarf edilmiş ve başarı sağlanmıştır. Yaklaşık 20 000 insanı yitirdiğimiz ve toplam olarak 376 685 adet konut ve işyerinin hasar gördüğü Marmara depreminin izleri silinmek üzeredir. Bölgede 162 adet çadırkent kurulmuş, 44 107 geçici konut yapılmış, hedeflenen 42 587 kalıcı konutun büyük kısmı tamamlanmıştır.

Yolsuzluklarla mücadele bağlamında maddî boyutlu 5,4 katrilyona ulaşan 22 operasyon yapılmış, bu operasyonlarda, ilgili olarak, yakalanan 806 kişiden 333'ü tutuklanmıştır. Yolsuzluklarla mücadeleye kararlılıkla devam edilecektir. Yolsuzluk yapan, dünyanın neresinde olursa olsun, kulağından tutulup getirilip, Türk mahkemelerine teslim edilecektir. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 2002 malî yılı bütçesiyle, hükümetimiz, 2001 Şubat krizi sonucunda tekrar yükselme eğilimine girmiş olan enflasyonu düşürmeyi, hızla artan borç stokunu sürdürülebilir bir seviyeye indirmeyi, daralan ekonomiyi tekrar büyüme ortamına kavuşturmayı, faizdışı kamu dengesinde sağlanan fazlayı daha da artırmayı amaçlamaktadır. Bunun için, bütçeyle ve programla hükümetimizin ortaya koyduğu hedefleri Sayın Maliye Bakanımız, sabahleyin burada uzun uzun anlattılar; ben, tekrar o konuya dönmek istemiyorum; ancak, bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için, bir hassasiyetimizi de ifade etmek istiyorum:

Tüm bu gerçekler, bu amaçlar ve bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için, bürokrasinin disiplini, heyecanı ve kontrolü çok önemlidir diye ifade ediyorum. Bu sebeple, hükümetimizin istikrarı ve tutarlılığı çok önemlidir; öne çıkararak, dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetleyecek olursak: Görüşmekte olduğumuz 2002 bütçesi, güçlü ekonomiye geçiş programının hedeflerine uygun olarak hazırlandığı iddiasıyla Yüce Heyetinizin huzuruna getirilmiştir; ancak, ne yaparsak yapalım, şu gerçekleri de gözardı edemeyiz: İç borcumuz 105,8 katrilyona, dış borcumuz ise 117,8 milyar dolara ulaşmıştır; toplam içborç içindeki döviz ve dövize endeksli borçların oranı yüzde 30'a, değişken faizli borçların payı ise yüzde 53'e çıkmıştır. Bu durumda, devletimiz, elindeki borç yönetim araçlarını büyük ölçüde kaybetmiştir. Ekonomik daralma nedeniyle vergi gelirlerinde de bir düşme beklenilebilir. Bütçemiz, 1999'da 7,2 katrilyon, 2000'de 12,7 katrilyon faizdışı fazla vermiştir. Bu yıl ve önümüzdeki 2002 yılında da fazla vermesini beklemekteyiz; ancak, bütçenin, üzerindeki yükleri, bu fazlalıkla göğüsleyebilmesinin de çok mümkün olduğunu söylemek mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tablo gayet açık; son on yılda, bütçe giderleri düzenli bir şekilde artmaktadır; faiz ödemeleri düzenli bir şekilde artmaktadır; bunlara paralel olarak, konsolide bütçe açıkları, 2000 yılındaki küçük bir azalma dışında hep artmaktadır. Çok kritik bir dönemeçten geçerken, ülkemiz kılıcın sırtındayken, son günlerde, eskinin siyaset anlayışının yeniden hortladığına şahit olmaktayız. Ekonomik krizin tüm toplumu bunalttığı bir dönemde, hiçbir çözüm ve değer üretmeden seçim çığırtkanlığı yapanların fırsatçı ve kolaycı siyaset anlayışını, halkımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bugün yaşadığımız açmazların müsebbibi olanların, yaşanan olumsuzlukları istismar etmelerini ve mucize tüccarlığına soyunmalarını, halkımızın sağduyusuna havale ediyoruz.

21 inci Dönem Meclisimizin ve 57 nci cumhuriyet hükümetinin yeniden yapılanma bağlamında yaptıklarını ve geçmişin ihmallerini unutarak, yeni bir şeyler söylüyor görüntüsü oluşturmaya çalışmanın da hiçbir anlam ve önemi yoktur; milleti yeniden kandıramayacaklardır. Böyle zamanlarda, Milliyetçi Hareket Partisi, çizdiği sorumlu yönetim anlayışıyla, bunun getireceği siyasî maliyeti de göze alarak, siyasî  ikbal ve hesaplarına iltifat etmeden icraatına devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, insanlığın bilgi toplumuna geçişiyle birlikte yaşanan çok hızlı değişimler, uluslararası ilişkilerde de güç dengelerinin ve hesapların sürekli değişmesi sonucunu doğurmaktadır. Soğuk savaş döneminin klasik ideolojik kavgaları sona ermekle birlikte, kültürler, dinler ve medeniyetler arasında bir çatışmanın gündeme getirildiği bir süreci yaşıyoruz.  Küresel yoksulluk olarak kendini gösteren uluslararası gayri adil ekonomik düzen acımasızca işlemekte ve her geçen gün, zengin ve yoksullar arasındaki makas açılmaktadır; ancak, ne küresel yoksulluk ne de başka hiçbir sebep, terörü mazur gösteremez.

11 Eylül olayı karşısında Yüce Meclisimiz ve hükümetimiz, terör belasından çok çekmiş ve bedel ödemiş bir milletin Meclisi olarak, hükümeti olarak, alınması gereken vaziyeti almıştır; kendi sıkıntılı günlerinde aynı anlayışı görmediği müttefiklerinin yanında, kararlı bir duruş sergilemiştir; ancak, Afganistan operasyonunun ulaştığı aşama, sebebi ne kadar makul olursa olsun, masum insanların, özellikle, kadın ve çocukların zarar görmesi sonucunu doğurmamalıdır; bunu, kabul edemeyiz. Ayrıca,  terörizmin uluslararası tanımı yeniden yapılırken, Türkiye, kendisini hedef alan terörizmi ve terör örgütlerini müttefiklerine, uluslararası camiaya kabul ettirmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türk tarihinin en kritik süreçlerinden birini yaşıyoruz. Türkiye, bir taraftan cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik kriziyle boğuşurken, diğer taraftan ülkenin geleceği açısından hayatî önem taşıyan dış politika meseleleriyle çok yakından ilgilenmek zorundadır. Ülke sorunlarını, birbirlerinden soyutlayamayız; Kıbrıs konusu, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz ve 11 Eylül sonrası gelişmeleri, yalnız, Türkiye için değil, bütün Türk dünyasının geleceği ve kaderi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu meseleleri, millî mesele ölçeğinde ve millî politika bütünlüğü çerçevesinde değerlendirmek mecburiyetindeyiz.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin içinde bulunduğu tüm iç ve dış sorunların değerlendirilmesi sonucunda, sözümün başına dönüyorum. Tüm bu sonuçlara rağmen, karamsarlığa düşmeye hakkımız yok; karamsarlık, korkaklıktır, sorumluluktan kaçmaktır; bu, bizlere yakışmaz, bu millete yakışmaz. Yeni yüzyılla sözleşme yapmaya, bilgi çağını yakalamaya, ufkun ötesini yakalamak için, cesaretle yapılması gerekeni, birlikte, elbirliğiyle yapmaya cehd edelim, irade gösterelim, karar verelim. Yegâne ihtiyacımız, kendimize, birbirimize, milletimize güvenmemizdir. Büyük Atatürk'ün sözünü tekrar hatırlatıyorum: "Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur" İstiklal Harbini, bu güven ve bu imanla başarmış olan ve cumhuriyetimizi kurmuş olan Atatürk'ten daha büyük bir örnek yoktur, bunu, dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Bu vesileyle, milletimizin ve sizlerin mübarek ramazanını ve bayramını yürekten kutluyor, Muhterem Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şandır, teşekkür ediyorum.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

 

Kapanma Saati : 20.00


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.20

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığınız yerden devam ediyoruz.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Devam)

2.-  2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı: 773) (Devam)

3.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı : 755) (Devam)

4.- 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde.

İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 bütçesi hakkında, AK Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlarken, izninizle, bir üzüntümü belirtmek istiyorum. Bu bütçeye, iktidar kanadının bile, sabahtan beri, hiç önem vermediğinin üzüntüsünü çekiyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şu anda, salonda, iktidara mensup 25 milletvekili var; bu, bir üzüntüdür. Demek ki, bu bütçeye gerekli önemi vermiyorlar.

BAŞKAN - Yok, biraz fazla canım; 25 değil.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Kaç efendim?..

BAŞKAN - 45 kişi var efendim.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Peki...

Değerli arkadaşlarım, bütçeler, geleceğe dönük ekonomik politikaların belirlendiği, halktan toplanan vergilerle halka sunulacak refah seviyesinin reçeteleri durumundadır. Ne yazık ki, bu bütçe, refah yerine, halka çile, sıkıntı, yoksulluk, bunalım vaat etmektedir. Yoksullukla birlikte, yolsuzluklar da alabildiğine devam edegelmektedir. Bu bütçe, sanal bir bütçe olup, güven vermemekte, âdeta, iflasın belgesi durumundadır. Bu bütçeyle, ülke, para babalarına, yani, faizcilere rehnedilmiştir. Bu bütçe, borcu borçla bile ödeyememe bütçesidir. Bu bütçe, yatırım, üretim, istihdamdan tamamen arındırılmıştır. Bu bütçede halk yoktur. Kişi başına gelir 2 000 dolarlar seviyesine düşmüştür. İşsizlik, hayat pahalılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik halkı tamamen bezdirmiştir.

Sayın Kemal Derviş'in gensorusu sırasında ekonominin durumuyla ilgili olarak yapmış olduğum tespitleri tekrar etmek istemiyorum; ama, gelir dağılımındaki bozukluğu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Nüfusun en zengin yüzde 1'i, yani, 650 000 kişisi gayri safî millî hâsıladan yüzde 16 pay alırken, en fakir yüzde 1'i, yani, 650 000 fakir insan onbinde 7 pay almaktadır; aradaki uçurum 270 kattır.

Değerli arkadaşlarım, kriz sebebiyle yüzbinlerce çiftçi, esnaf, serbest meslek erbabı, tüccar ve küçük sanayici ya iflas etmiştir ya da icra kapılarında sürünmektedir.

Çok değer verdiğim Sümer Oral Beyin, Maliye Bakanı olarak mesleğini Bakanlar Kurulunda bilen bir bakan olarak bu görevde olması ne kadar şanssa, bu sanal bütçenin altında imzasının olmasını bir talihsizlik olarak görüyorum; kendisinden özür dilerim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bütçede hedeflenen temel ekonomik büyüklüklere özetle bakacak olursak, bütçenin uzun vadeli olmayacağı açıkça görülür.

Değerli arkadaşlarım, rakamlara girecek değilim, sabahtan beri rakam dinliyorsunuz; ancak, bütçe 26 katrilyon lira açık verecektir. Bu açık nasıl kapanacak? Bu bütçe hiçbir ışık yok. Planda, programda da yok; çünkü, geçmiş dönemlerde bütçe açıkları ya para basılarak kapatılırdı; ama Merkez Bankasının yeni kanunu dolayısıyla para basamayacaksınız, sonra, tasarruf genelgeleriyle tasarrufa yönelinirdi; ama, bugüne kadar, devlet, israf batağından kurtulamadı; herhangi bir belirti de yok.

Üçüncüsü, borçlanma. Borçlanmayı sabahtan beri arkadaşlar söylüyorlar, gayri safî millî hasılayı geçti. Geçen gün de söyledik, uluslararası finans kurumlarında belirlenen kriterler ve özellikle kapısında yıllardır teslimiyetçi bir zihniyetle beklediğimiz Avrupa Birliğinin Maastrich kriterlerinde diyor ki, eğer, bir ülkenin toplam borcu gayri safî millî hasılasının yüzde 60'ını geçerse o ülke müflis durumundadır. Şimdi, biz yüzde 100'ü geçtik arkadaşlar! Bunun bir ciddiyeti var, bunun bir sorumluluğu var; gelecek nesillere karşı vebal altındayız. Bu programda bunu düzeltecek hiçbir şey yok.

Bakınız, biz ekonometrik hesap yaptık; eğer, yüzde 5 kalkınma ve yüzde 5 reel faiz öngörülürse, ancak 2000 yılındaki sınıra, yani, yüzde 60'ın altına 2014 yılında gelebiliyoruz. Eğer reel faiz yüzde 10 olursa, 2040 yılı çıkıyor; yüzde 10'u geçen reel faizde ülke tamamen iflas durumunda oluyor; borçlarını ödeyemiyor ve felaketle karşı karşıya kalıyor.

Değerli arkadaşlarım, şu anda reel faiz yüzde 27 ile 30 arasında oynuyor, 40'lara kadar çıktı. Böyle bir faiz, ancak, kaçakçılıkta, eroinde, beyaz kadın ticaretinde oluyor! Şimdi, böyle bir ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşması mümkün mü?!

Gelecek sene, 2002 yılında, reel faiz yüzde 16 gözüküyor. Demin söylediğim ekonometrik hesaba göre, reel faiz yüzde 10 üzerinde olduğu için, 2002 yılı da bir felaket işareti olarak karşımızda.

Türkiye'de, yıllardır, bütçe hedefleri ile gerçekleşen harcama ve gelirler gerçekçi olarak belirlenmediği için sonuç alınamamaktadır. Bu sebeple, yapılan değerlendirmeler de sağlıklı olmamaktadır.

Bakınız, 2001 yılı bütçesi ödenekleri 48,3 katrilyon lira olarak öngörülmüştü; ancak, biliyorsunuz, geçirmiş olduğumuz Şubat 2001 depreminden sonra revize edildi, bu Mecliste çoğunluk oylarıyla kabul edildi, 79 katrilyon lira olarak düzenlendi. Böyle bir sapma, hiçbir ciddî ülkenin bütçesinde üç dört ay sonra olmaz. Bu, yeterli bir cevap değil mi bu programın başarısızlığı için?!

Değerli arkadaşlarım, bu krizi köylü, işçi, çiftçi, esnaf, tüccar yapmadı, çileyi neden onlara çektiriyorsunuz?! Müsebbibi sizsiniz; yani, İktidar kanadı; yani, siyasî çoğunluk yerine sayısal çoğunluğuyla Plan ve Bütçe Komisyonundan ve Meclisten bunu dayatmacılıkla geçiren sizlersiniz. Yüreğiniz sızlamıyor mu?! (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) Yazık değil mi bu millete arkadaşlar!

Yine altını çizerek belirtiyorum, bugünkü bütçe rakamları karşısında, 2002 yılı bütçesi de, kısa zamanda revize edilmeye mahkûmdur.

Değerli arkadaşlarım, şimdi soruyorum: Bu samimî olmayan bütçeyle kimi aldatmak istiyoruz ya da, sonuçta kim aldanıyor?! Ama, faturasını hep halk ödüyor.

Değerli arkadaşlarım, bu tespitimizi doğrulayan sadece birkaç örneğe değinmek istiyorum. 2002 bütçesini, 2001 yılı bütçesiyle mukayese edecek olursak, 2002 bütçesi, 2001 başlangıç bütçesine göre yüzde 103, revize bütçeye göre yüzde 24 büyümüş görülüyor, yanlış! Yanlış arkadaşlar. Neden; çünkü, tahvili ve hazine bonosunu enflasyondan arındırma hesabı yapan hükümetimiz, bütçede bunu yapmıyor. İşte, Sayın Maliye Bakanımızın bütçeye koyduğu yüzde 46 TEFE ortalama enflasyonuyla bunu enflasyondan arındırdığınız zaman, 2002 yılı bütçesinin 2001 yılından yüzde 15 daha küçük olduğunu görürsünüz. Ne demektir bu? Bugünkü fakirliği daha da artırmak demektir.

Arkadaşlar, ramazan ayında bulunuyoruz ve DSP'li kardeşlerim -gurur duydum- bu mikrofondan halkın ramazanını kutladı...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ne oldu ki?!

ALİ COŞKUN (Devamla) - Bunu bir başka parti yapsaydı, belki de "dini siyasete alet ediyor" derlerdi; ama, çok memnun oldum, tebrik ediyorum kendilerini.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hayret bir şey yahu!

ALİ COŞKUN (Devamla) - Ama, şu anda evinde sıcak çorba içemeyen halkı düşünün. Sadece tebrikle bu işler düzelmez.

HASAN AKGÜN (Giresun) - Ne demek istiyorsun?!

ALİ COŞKUN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bizim başlangıç... Gidin, bir fakirin sofrasına oturun, sosyal demokratsınız. Gelin, beraber bir Samapazarı'na, esnafın arasına çıkalım...

HASAN AKGÜN (Giresun) - Biz, sosyal demokrat değiliz, demokratız.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Gelin, buyurun, beraber gidelim, yüreğiniz tutuyorsa, şurada, Samanpazarı'nda esnafın yanına çıkalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Millet kan ağlıyor... Evet, lafla sosyal demokratlık olmaz.

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Beraber gidelim.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Biz, geçen sene, başlangıç bütçesinin, 2001 yılı bütçesinin yanlışlıkla yapıldığını kabul ediyoruz ve revize edilen bütçeyi ele alıyoruz. Bu bütçenin de, söylediğim gibi, 2002 yılıyla mukayesesini kısaca sizlere bildirdim.

Şimdi, arkadaşlar, geliyoruz bütçenin rakamlarındaki çarpıklıklara. Bakın, verginin cari fiyatlarla yüzde 53,6 reel, olarak yüzde 5,5 artacağı öngörülmüştü. Oysaki, son yıllarda, tahakkuk ile tahsilat arasındaki makas giderek açılmaktadır. Ayrıca, ocak-ağustos vergi gelirlerine baktığımızda, bütçe vergi gelirlerinde gerçekleşmenin geri kaldığını görüyoruz. Bu durumda, yıl sonu öngörülen 37,7 katrilyon lira vergi gelirinin gerçekleştirilemeyeceği ortadadır. 

Hal böyleyken, olumsuzlukların önemli bir kaynağı da ekonomi yönetimindeki çokbaşlılıktır.

Yılın üçüncü çeyreğinde bütün sektörlerde ve ekonominin tümünde küçülmeler devam etmektedir. Bakın, kısaca arz edeyim size: Yatırımlar yüzde 28,2; özel tüketim yüzde 8,2; kamu tüketimi yüzde 7,8; ticaret yüzde 7,8; inşaat yüzde 7,5; sanayi yüzde 6,7; tarım yüzde 3,2 son üçünçü çeyrekte de küçülmüştür. Ekonomi ise, yüzde 8,3 büzülmüştür. Yıl sonunda bu, yüzde 10'u geçecektir. Planlama'nın öngördüğü küçülme yüzde 11,3'tür. Son elli yılın en felaket küçülmesidir.

Değerli arkadaşlarım, bir taraftan yüksek enflasyon ve işsizlik, durgunluk, ekonomimizi stagflasyon sürecine sokmuş durumdadır. Kaldı ki, son elli yılın yüzde 10'u aşacak gözüken küçülmesiyle, iç talebin daralması, sanayi ve tarımdaki küçülmeler ve istihdamın azalması sonucu, müesseseler kapanırken, esnaf zarar içinde kıvranırken, 2002 yılı vergi tahsilatının daha da zor olacağı açıkça görülmektedir. Vergi gelirlerindeki artış, fiyat artış hedefleriyle de tutarlı değildir. Bütçede hedeflenen düşük enflasyona göre belirlenen değerler, enflasyonun yüksek seyretmesi sonucu, kısmen vergi hedefleri fiktif olarak gerçekleşmiş gibi görülmektedir. Zira, hedeflenen yıl sonu yüzde 31 TEFE'ye göre, verginin yüzde 56 artması mümkün değildir. Verginin yüzde 56 olarak artması demek, çok daha yüksek enflasyon yaşanacağının işaretidir.

Değerli arkadaşlarım, böylece, enflasyon hedefleri de gerçekçi değildir. Tabiî, çok detaya inilebilir; ama, ana kalemlerini hatırlatmak istiyorum. Bütçenin, IMF öngörülerine uygun hale getirilebilmesi için, bütçe içi dengeler bozularak, samimiyetten uzak bir bütçe hazırlanmıştır.

2001 yılında, içborçların 31,4 katrilyon liradan, yüzde 230 artarak, 100 katrilyon liranın üzerine çıkması bir talihsizliktir. Tabiî, iktidar kanadından arkadaşlar, bunu "efendim, bankalardan geldi" dediler. Kamu bankalarının görev zararlarını, 1999 yılı haziran ayında, burada, ben dile getirdiğim zaman -zabıtları açın, okuyun- o günkü ekonomiden sorumlu bakan "böyle bir şey yok, Bankalar Kanununa aykırıdır sizin sözleriniz" demişti ve görev zararlarının içborç sayılmayacağını iddia ediyordu bu iktidar. Şimdi ise, içborcun bunlardan kaynaklandığını söylüyor. Doğrudur tabiî; ama, arkadaşlar, iktidarlar mazeret aramaz; iktidar çözüm arar, çözüm getirir; çünkü, bu şartları bilerek iktidar oldunuz, bu şartları bilerek koalisyonu kurdunuz, bu şartları bilerek istikrar sağlayacağız dediniz, yoksullukta istikrar sağladınız, hükümete devamda istikrar sağlıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bunun yanında, içborçların vadesi -ocak-eylül itibariyle- 143 güne inmiş ve faiz ortalaması yüzde 104 seviyesine yükselmiştir. Bu durumda, nasıl olacak da, 2002 yılında hedeflenen faiz ödemeleri o seviyede kalacak?! 2001 yılı sabit fiyatlarıyla hesap ettiğimizde, 2002 yılında ödenecek faizin yüzde 26,5 daha az olacağı iddia edilmektedir, öyle öngörülmüş. Borçlar korkunç seviyelere çıkmış, faizler düşmemiş; buna rağmen, nasıl olacak da, daha az faiz ödenecek?! Buna rağmen, 2002 yılında, 43 katrilyon lira faiz ödenmesi bile, bu ülke için fevkalade kötü bir tablodur.

Değerli arkadaşlarım, bir de, büyük bir başarı olarak takdim edilen takas olayı var; çünkü, bu faizin 2002 yılı bütçesinde düşük gözükmesinin bir sebebi var. İçborçlar takas yapıldı, dövize çevrildi; ondan sonra da, iç borçlanmalar dövizle yapıldı. Ne oldu: Tabiî, dövizin faizi küçük olduğu için bütçeye konuldu; ama, yüzde 130'u aşan devalüasyondan meydana gelen kur farkları bütçede yer almadı, hazinedeki hesaplara bindirildi. Yani, borcumuz arttı, faizi küçük gösterdiler. Bu, bütçe samimiyetine yakışıyor mu?!

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılı bütçe harcamaları arasında, yine de en büyük pay, demin söylediğim gibi faizdir ve Türk ekonomisi, faiz ve döviz kıskacından kurtulamamıştır. Geçen konuşmamda da belirttiğim gibi, bugün, ekonomi, hâlâ, üç kâğıt arasında bocalamaktadır. Menkul kıymetler borsası, hazine kâğıtları ve döviz. Ekonominin bundan kurtulması, ancak ve ancak, cesaretle, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçmekle olur. Bu cesareti hükümetten bekliyoruz.

Bu memleketin insanları olarak bizim gidecek bir yerimiz yok. Biz, muhalefet partisi olarak, doğru olan her şeye destek vereceğiz, burada söz veriyorum; ama, sizden de rica ediyorum, lütfen, Genel Kuruldan, kanunları ve maddelerini, dayatmacı zihniyetle, çoğunluğunuza güvenerek geçirmeyin, muhalefetin sesini dinleyin, sivil toplum örgütlerinin sesini dinleyin, halkın sesini dinleyin. Anadolu'dan geliyoruz, Marmara Bölgesinde, Çanakkale gibi bir yerde, Balıkesir'de, insanlar "açız" diye ağlıyor "açız" diye bağırıyor "hastayız" diye bağırıyor; ama, Sağlık Bakanımız yeni program getirdi: "Taneyle ilaç,  taksitle ölüm programı... ( AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, doğruları görelim, buna göre tedbir alalım. 1940'lı yıllarda ben çocuktum, sıtma salgını vardı; takvimden bir yaprak koparırdı doktor, şöyle külah yapardı, içine üç tane kinin koyardı; o günlere döndük. Zaten, Millî Eğitim Bakanımız 1940'lı yılları yaşatıyor Türkiye'de; gayri millî bir eğitim tarzıyla, geleceğimizi karartan bir gençlik yetiştirmeye çalışıyor; bir de sağlıktan vuruyoruz... Toplumu ayakta tutan iki unsur, sağlık ve eğitimdir, ondan sonra adalet gelir.

HASAN AKGÜN (Giresun) - Türkiye'deki millî eğitimin temel taşlarını koyuyoruz biz; siz, onu bilmiyorsunuz.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Vallahi, temel taşları mı koyuyorsunuz, yoksa, temeli mi çürütüyorsunuz, halka bir sorun onu, halka... Gidin, Anadolu'yu gezin bakalım, devlet okulları ne halde. Okulları devletleştirdiniz, bankaları devletleştirdiniz. Yani, 40'lı yıllardaki düşünce yerleşmedi; ama, siz bunu gerçekleştirdiniz; tebrik ederim.

HASAN AKGÜN (Giresun) - 1940'larda Türk millî eğitiminin temel taşlarını attık biz.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Bugün, ekonomi, güven bunalımından dolayı, fevkalade sıkıntılı bir darboğazdan geçmektedir.

Bir husus da, bankalar meselesidir. Arkadaşlar, 15 defa, bu Mecliste Bankalar Yasası değişmiş; iki defa 1999 yılında değişti. Lütfen, vakit ayırın, açın bakalım, orada muhalefet ne demiş. Hani, malî piyasaların düzenlenmesi için, bankalar böylece, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu tarafından sağlıklı bir yapıya kavuşturulacaktı; hani, o gün ancak 5 tane banka zor durumdaydı. Buradan "16 banka" dediğimiz zaman itiraz etti. Ekonomi Bakanımız "efendim, böyle şey yok" diye. Şimdi kaça çıktı?! Birkaç gün önce de Toprakbank'ı aldınız, mübarek olsun. Canım, bunlar tasfiye edilecekse, o sırada tasfiye etsenize!.. Bunu bu hale getiren kim; Hazine. Sonra; siz, BDDK kurulana kadar yetkiyi kime verdiniz; Hazineye... Neden, kanun çıktığı halde, üç ay içinde BDDK kurulunu atayamadınız; çünkü, ortaklar anlaşamadı. Orada da vuran vurdu, gecekondu bankacılığı aldı gitti. Adamlar bankaları hortumladı;  şimdi, garip vatandaşın üzerine yük üzerine yük... Fona aktarılan 12 bankaya 19,2 milyar dolar aktardınız. Şimdi, bu sene de 2,7 milyar dolar zararı var. Sayın Kemal Derviş açıkladı. IMF'ciler de öyle söylüyor. Gelen 10 milyar dolarla, yine, malî piyasayı kurtarmak için bankalar kurtarılacak. Yazıktır arkadaşlar!.. Şimdi, banka sayısı da arttı.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - İhlas da var mı?

ALİ COŞKUN (Devamla) - Efendim, hepsi öyle. Beni ilgilendiren bir tarafı yok. Kim, bu memleketin bir kuruşuna tenezzül ettiyse Allah belasını versin. ("Bravo" sesleri, alkışlar) Ben, hayatımda bir kuruş haram yemedim, bir kuruş da çocuklarıma yedirmedim.

Onun için, arkadaşlar, Anadolu'dan geldiğim için, belki, heyecanlıyım. Binlerce kişiyle konuştuk; esnafla, tüccarla, işçiyle, çiftçiyle; yani, şu kürsüde ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, birbirimizi yıpratarak, burada birbirimize laf atarak doğruları bulamayız. Önümüzdeki günlerde, tabiî, halka yeni yükler geliyor. Nedir bu yükler; zam ve vergiler. "Efendim, yeni vergi çıkarmayacağız..." Vergileri artıracaksınız tabiî. İsmi yeni isim olmayacak. Zaten, esnaf vergiden bunalmış vaziyette. 13 çeşit vergi ödüyor, prim ödüyor. 17 müesseseyle de bürokratik ilişkileri var. Vergileri sadeleştirecek yerde, vergileri azaltacak yerde "efendim, vergi koymayacağız; ama, vergileri artıracağız..." Ne kadar; bakıyoruz, yüzde 85 ile yüzde 100 arasında bir artış bekleniyor. Şimdiye kadar enflasyonu kontrol altına alabilmek için baskı altında tuttuğunuz KİT zamları da başlayacak. Zam... Zam... Zam... Bunlar ara maldır, hammaddedir ve hâlâ, devlet, en büyük işverendir; hâlâ, devlet, toplusözleşme masasına oturuyor; hâlâ, devlet, katmadeğer olarak, istihdam olarak yüzde 60'lar seviyesinde. Dolayısıyla, bir gecede zamlar patlayacak.

Değerli arkadaşlarım, devlet vergide de adil değildir. Bir taraftan, 122 000 000 lira asgarî ücretten -ki, orada da zarurî ihtiyacını aldığı için KDV ödeyecek; 100 milyon liraya düşer- büyük vergiler alan devlet, öbür taraftan ekim ayında çıkardığınız, dayatarak çıkardığınız kanunla "tahvil ve bono alanlara söz verdik" -aynen böyle söylediniz- makabline şamil olarak kanun çıkardınız ve dediniz ki: "Efendim, bu bono ve tahvil faizlerini alanlar, önce enflasyondan arındıracaklar, sonra da 50 milyar lirası vergiden muaf." Ne demek; yani, demek ki, 500 milyar lira, 700 milyar lira faiz alan enflasyon altında ezildiği için onu koruyorsunuz; ama, esnafı, tüccarı, sanayiciyi, halkı enflasyondan arındıramıyorsunuz. Bir enflasyon muhasebesini çıkaramadınız. Neden; efendim, vergi matrahları düşer. Peki, siz, 43 katrilyon lira faiz ödemek istiyorsunuz faizcilere; ondan herhangi bir stopaj yok. Bankaya da, mevduat faizi alırsa, yüzde 19,8 stopaj ve fon kesiyorsunuz, repo yaparsa, yüzde 22 kesiyorsunuz, her yerden kesiyorsunuz. Bunlarda adalet var mı?! Çalışanın yakasına yapışıyoruz; memurdan, işçiden vergileri kesiyoruz. Sonra, arkadaşlarım çıkıyor, yıllarca saygı duyduğum arkadaşlarım burada hamaset yapıyorlar ve bunları müdafaa ediyorlar. Arkadaşlar, yanlışı müdafaa etmeyin. Gelin, hep beraber bu yanlışları düzeltelim, düzeltmeye çalışalım. Getirin şuraya yasaları. Bir yerel yönetimler yasasını getiremediniz. Yerel yönetim yasası para istemiyor ve burada iddia ediyorum, bütçede tasarruf sağlayacak. Artık, Türkiye, merkezî yönetimle gidemez; ademimerkeziyete gitmesi lazım. Getirin şu yerel yönetimler yasasını.

Değerli arkadaşlarım... Evet, vakit yok; onun için bazı şeyleri söylemek mümkün değil; ama, geçmiş tecrübeler gösteriyor ki, ekonominin çarkları durmuştur; bu çarkların dönmesi için içtalebin artması lazım. İçtalep neyle artar; kamu harcamalarıyla, israf dışındaki harcamalarla, yoksa israf etmekle değil.

Devlet adil mi davranıyor? Devlet, bankalar aracılığıyla aldığı borçları zamanında ödemek için, faizi faizle artırarak, yüksek faizle, büyük faizlerle yeniden borçlanıyor; borçla borcu ödüyor. İşte, yüzde 104 ortalama faizle bunların karşılığını ödüyor. Peki, 8 milyon çalışandan kestiğimiz zorunlu tasarruflar ne oldu?! Efendim, burada münakaşa, münakaşa; nihayet yeni kesintiler durduruldu. Peki, neden iade edilmez bunlar?! O borç değil mi?! Zavallı çalışandan aldığımız para borç değil mi?! Nerede bu hesap; Ziraat Bankasında. Orada çalıştırılıyor. 3 trilyon lirayı geçince Merkez Bankasına aktarılıyor; Merkez Bankası tahvile yatırıyor. Ona göz koydunuz, iç ettiniz. Şimdi, Sayın Okuyan açıkladı; diyor ki: "Benim paralarıma da göz diktiler." Nedir o paralar?.. (AK Parti sıralarından "işsizlik fonu" sesi) İşsizlik sigortası. Bilmiyorum, Sayın Maliye Bakanımız da aynı kanaatte mi? Şimdi, onlara da el konmak isteniyormuş. Bilmiyorum, Yaşar Okuyan'ın ifadesi. Ben okumadım, o okumuş. Kemal Derviş Beyle siz tartışıyormuşsunuz, ben alacağım, onlar alacak; o da "yedirmem" diyor; onun tabiri. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bunu, işçi size hiç yedirmeyecek! Söyleyeyim size.

Bakın, gergin ortam; sosyal patlamaya doğru gidiyor. Emek platformunda söylenenlere kulağınızı açın. Yüreğinizin mührünü çözün. Sadece IMF'yi ve Dünya Bankasını dinlemeyin arkadaşlar. Allah korusun!.. Şu parayı bir ödemeye başlasanız, ekonomi çarkları dönmeye başlar; millet nefes alır. Bununla enflasyon artmaz; çünkü, para basmayacaksınız. Daha önceden alınmış borcunuz bu; duran para. Ziraat Bankasında bunu görev zararlarında kullandınız. Ondan sonra, şimdi, hazineden kâğıt aktardınız, 30 katrilyon lira. Hazine de Merkez Bankasına verdi; bunu aldı, cari hesabında gösteriyor. Ödeyin bunu arkadaşlar... "Bir plan dahilinde ödüyoruz" deseniz, birazcık düzelir. Bakın, size muhalefet olarak yol gösteriyoruz.

Değerli arkadaşlar, devletin, her şeyden önce, adil olması lazım. Devletin, her şeyden önce, milletiyle barışık olması lazım. Yasakçı bir Türkiye'yle bir yere gidemeyiz.

BAŞKAN - Efendim, son 2 dakikanız...

ALİ COŞKUN (Devamla) - Efendim, çok teşekkür ederim, sağ olun...

Şimdi, 2002 programını inceledim. Kısa zamanda...

Değerli arkadaşlar, 2002 yılı programına göre, 1985 yılından bu yana süregelmekte olan -1990 yılına kadar bunlar birkaç tane, 1992 yılına kadar bir iki tane daha gelmi; yani, yüzde 10'u civarında- esas 1992'den sonra biriken projeler 5 047 adet. 5 047 adet projenin 100 katrilyonun üzerinde cari fiyatlarla bedeli var. Şimdi, siz, 5-6 katrilyon lira bütçeden pay ayırarak, bunu kaç senede yapmayı düşünüyorsunuz acaba?!

Değerli arkadaşlar, yani, bu yatırımlar olmazsa, Türkiye'nin altyapısı felce uğrayacak. Nerede meydanlarda vaat edilen yatırımlar?! Hani, nerede GAP'ın tamamlanması? Nerede DAP, Doğu Anadolu Projesi?! Nerede DOKAP, Doğu Karadeniz Bölgesel Gelişme Projesi?! Bunlar hep meydanlarda söz verildi... Benim eski partimin lideri Sayın Mesut Yılmaz, bunları hep gerçekleştireceğiz diye söz verdi; ben yaşadım o günleri.

Değerli arkadaşlar, nerede, rüşveti, yolsuzluğu önleyecek şeffaf ihale yasası?! Koalisyon ortakları anlaşamadı; kimi diyor 2002 yılı, kimi diyor 2003 yılı, kimi diyor 2004 yılı... Yazıktır arkadaşlar; bakın, bir bakanın başını yaktınız.

Değerli arkadaşlar, bu yasaları getirin buraya. Öyle yasalar getirdiniz ki, ülke için hiç aciliyeti yoktu; ama, acil olan yasaları getirmiyorsunuz. İçinize sinmiyor, biliyorum, bana kızgın bakıyorsunuz; ama, dost acı söyler.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sizi seviyoruz...

ALİ COŞKUN (Devamla) - Bu bütçede bunları söyleme durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bir şey daha söyleyeyim size. Bu ayrılan payla, aşağı yukarı, yani, ödenen faizin yüzde 15'i civarında yatırıma pay ayırıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bununla, bırakın altyapı yatırımlarını yapmayı, bakımını ve idamesini devam ettiremeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, bir dakika...

ALİ COŞKUN (Devamla) - Toparlıyorum Başkanım...

BAŞKAN - Zaten sizin kesenizden gidiyor...

ALİ COŞKUN (Devamla) - Ekonomik kriz, altyapının çökmesiyle felakete doğru iyice gider.

Şimdi, bir de, bakın bakalım, 81 ilimiz var. 81 ilin yarısından fazlası köy; yani, kalkınmada öncelikli yöreler. Bu, geri kalmışlığın bir ölçüsü değil mi? Nasıl bir program bu?! Hani, ekonomiyi güçlendirme programıydı? Sapmaları gördük; geçen gün konuşmamda hepsini belirttim.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime son verirken, her şeyden önce, güvenin sarsılmış olduğunu belirtmek istiyorum. Gelin, baharda seçime gidelim. (AK Parti ve DYP sıralarından alkışlar) Millete dayanmayan, halktan gücünü almayan hiçbir program muvaffak olamaz.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Biz dimdik ayaktayız.

BAŞKAN - Sayın Karahan...

ALİ COŞKUN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, lütfen, bu mübarek ramazan gününde, zulüm haline gelen bu dayatmacı zihniyetten vazgeçin.

Bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Adalet ve Kalkınma Partisinin ikinci sözcüsü, Sivas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve aziz milletimiz; AK Parti adına hepinizi saygıyla selamlıyorum; hayırlı ramazanlar diliyorum; kandillerinizi ve bayramlarınızı şimdiden tebrik ediyorum.

Burada, 2002 yılı bütçesi üzerinde konuşuyoruz, tartışıyoruz; ama, açıkça söylemek gerekirse, bu bütçenin nesini tartışacağız; nesini tartışacağız bu bütçenin?! Tartışılacak, üzerinde konuşulacak fazla bir şey yok. Değerli hatipler sabahtan beri bütçeye ilişkin rakamları veriyorlar. Bütçeye benzer bir tarafı yok; mübarek, sanki, hocanın türbesi gibi, kapısı var, dört duvarı yok; bunun nesini tartışacağız?! Sonra, bu bütçe mevcut hükümetin ilk bütçesi değil. 1999 bütçesi bu hükümetin ilk bütçesidir; bu bütçeyi siz hazırladınız, siz uyguladınız; ama, beceremediniz. 2000 yılı bütçesi bu hükümet tarafından hazırlandı, bu hükümet tarafından uygulandı; ama, beceremediniz. 2001 yılı bütçesini yine bu hükümet hazırladı, yine bu hükümet uyguladı ve her şeyi mahvetti. Türkiye'yi bir yangın yerine çevirdi; ülkeyi bir felaket yığını haline getirdi. Şimdi, gelmiş, 2002 yılı bütçesiyle halkı ezmeye devam edeceğiz, vatandaşa kan kusturmaya devam edeceğiz diyorsunuz ve bunları söylerken, ilgisi alakası yokken, sürekli devraldıkları enkazdan bahsediyorlar. Bu dördüncü bütçesi olan bir hükümetin hiçbir mazereti olamaz; eğer mazeret aramaya başlarsa, sadece ve sadece beceriksizliğini ifade etmiş olur. Onun için, değerli milletvekilleri, sorunun bir bütçe sorunu olduğu kanaatinde değilim. Evet, bir sorun vardır; ama, bu sorun, hükümet sorunudur, mevcut hükümetin sorunudur.

Bu hükümet, üç yıldır memuru, işçiyi, emekliyi ezmiş bitirmiştir; şimdi gelmiş diyor ki, bir yıl daha ezmeye devam edeceğiz, bize yetki verin. Bu hükümet, üç yıl içerisinde çiftçiyi yok etmiştir. Şimdi gelmiş bir yıl daha bu ezmeye, bitirmeye devam edeceğiz; bize yetki verin diyor ve bu hükümet, esnafı, sanatkârı, geçen üç yıllık süre zarfında perişan etmiştir; çiftçiye bir yıl daha çile çektirmek için bize yetki verin diyor ve makinelerini, tezgâhlarını işlemez hale getirdiğiniz işadamlarımızı tasfiye etmek için bir yıl daha yetki istemektedir. Açlığa mahkûm ettiğiniz milyonlarca işsizimize kan kusturmak için yetki istemektesiniz ve sizin, böyle bir yetki talebine hakkınız yoktur. Böyle zulmetme hakkını, aslına bakarsanız, gerçekçi olarak düşünecek olursak, yeryüzünde, hiç kimse hiç kimseye vermez. Bir kez sandıktan çıktık diye, bu aziz millete zulmetme yetkisi almadınız; böyle bir demokrasi anlayışı da dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

Bir yıl, bilemediniz iki yıl içerisinde beceremeyen hükümet çeker gider; ama, maalesef, mevcut hükümet, üç yıldır vatandaşa kan kusturduğu halde, beceremediği açık seçik bir şekilde ortaya çıktığı halde, maalesef, sandığa gitmekten kaçıyor, seçime gitmekten kaçıyor. Tek becerikli olduğu şey de, seçimden kaçmaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Gitmeyi de beceremiyor.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu hükümetin de, iktidarın da buna hakkı yoktur. Bırakın artık, bırakın, perişan insanlarımız ağzının tadıyla bir bayram yapsın. Önümüzde bayram var, bayram düğüne dönsün, yas bayramı yapmasın; çekin gidin.

Şimdi, bütçeyle ilgili rakamları tartışıyoruz. Tartışacak hiçbir tarafı yok; bu hükümet, daha önceki bütçenin, yani, 2001 bütçesinin hesabını verdi mi ki, 2002 bütçesini tartışalım burada.

Bakın, geçen yıl bugünlerde 2001 bütçesini tartışmıştık. Ne dediniz; dediniz ki: "Giderler 48 katrilyon olacak." Yıl sonu itibariyle giderler 78 katrilyon lira olmuştur; yani, 2 kata yakın bir fark var arada; ama, sayın hükümet gelmiş diyor ki: "Biz, 2001 yılında hedeflerimizi tutturduk." Yani, hedef tutturmak dediğiniz bu mudur?! Siz, karavana atmayı hedef tutturmak sayıyorsanız, işiniz zor demektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

"Faiz ödemeleri 16 katrilyon olacak" dediniz, 41 katrilyon çıktı. 2001 yılı için "bütçe açığı 5 katrilyon olacak" dediniz, 28 katrilyon çıktı; yüzde 550 yanılma payı dünyanın neresinde görülmüş bir hadisedir?!

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Türkiye'de görülüyor!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Ekonomiden anlayan bir şahıs "enflasyon yüzde 10 olacak" dese; sonra, yıl sonunda, enflasyon yüzde 86 çıksa "sen dayak yememişsin, ne söylediğini bilmiyorsun" denilir; ama, maalesef, mevcut iktidar, 2001 bütçesinde enflasyon hesabını yüzde 10 olarak yapmıştır; yıl sonu itibariyle yüzde 86 çıkacağı da açık seçik görülmektedir.

Böylesine hedefleri şaşmış, ne söylediği belli olmayan, bütçe diye getirdiği rakamların hiçbiri tutmayan, isabet kaydetmeyen bir hükümetin, 2002 bütçesi üzerindeki rakamlarını tartışmaya gerek olmadığı kanaatindeyim.

Sonra, bu hükümet ne söylediyse, sürekli tersi çıkmıştır. Bakın, üç yılda, iki ayrı ekonomik program hazırladınız. Önce, istikrar programı dediniz ve Türkiye'de istikrarı yok ettiniz; ülkeyi, iki ayda iki büyük krize soktunuz. Arkasından, güçlü ekonomiye geçiş programı dediniz; Türk ekonomisini tasfiye ettiniz. Birinci program, döviz çıpasına dayanıyordu; dövizi fırlattınız. İkinci program, faizleri belli bir noktada tutma üzerine kuruluydu; faizleri fırlattınız. Böylesine bir anlayış, böylesine bir iktidar, yeryüzüne gelmiş değildir. Maalesef, bir adım önünü göremeyen bir hükümetle, bir iktidarla karşı karşıyayız.

Şimdi, 2002 yılında, 98 katrilyon harcayacağız, 71 katrilyon toplayacağız, 27 katrilyon açığımız var diyorsunuz. Buna inanmak, güvenmek, bunda bir isabet görebilmek mümkün değildir. Ayrıca, bu getirdiğiniz rakamların ötesinde, bir de görünmeyen bütçe var. 100 katrilyon civarında, borç anapara ödemesi yapacaksınız 2002 yılı içerisinde; 27 katrilyon da, görünen bütçeden açığınız var. Bu 127 katrilyon lirayı nereden finanse edeceksiniz; nerede finansman programınız?! İlk defa, bir hükümet, bütçeyi Meclise getirirken, finansman programını getirmemiştir. Bütçe hakkı, milletvekillerine aittir, Meclise aittir. Meclis, kendisine duyduğu saygıdan dolayı, inanıyorum ki, bu bütçeye ret oyu verecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bakın, 2001, 2000 ve 1999 yıllarına ait, yani üç yıla ait olarak, toplam bütçe gelirleri 104 katrilyon liradır; içborç stokundaki artış ve hükümete ait dışborç stokundaki artış da 120 katrilyon liradır. Yani, bu hükümet, üç yıldır, aşağı yukarı, 224 katrilyon para harcamıştır; ama, bunun sadece 80 katrilyon lirasını tüm personel harcamalarına, cari harcamalara, yatırım harcamalarına, sosyal güvenlik, tarım, esnaf sübvansiyonlarına ayırmıştır. O halde, aradaki 144 katrilyon lirayı ne yaptınız? Bu hükümet, bu 144 katrilyon lirayı nereye harcadı? Bunun hesabını vermeden, 2002 yılı bütçesinin konuşulması bir zaideden ibarettir.

Bunca kaynağa rağmen, bunca imkâna rağmen, basiretli bir hükümetin, böylesine devasa kaynakları kullanırken, ekonomik sorunları çözmek bir yana, ülkeyi geliştirmesi ve kalkındırması gerekirken, maalesef, bu hükümetin yaptığı ortadadır; topyekûn, onurlu, şerefli Türk Milletini yoksullaştırmıştır, ekmeğe muhtaç hale getirmiştir. Şu DSP-MHP-ANAP iktidarı göreve gelmeden önce, Türkiye'de kişi başına millî gelir 3 247 dolar iken, üç yıl sonra, bu hükümetin elinde, kişi başına gelir 2 180 dolara düşmüştür. Yani, bu ülkede yaşayan herkes, ortalama 1 000 dolar yoksullaşmıştır. Büyük işadamlarımız bile, gelirinin yüzde 75'ini kaybettiğinden bahsetmektedir bu ülkede.

Türkiye'nin uluslararası gücünü, bu hükümet zayıflatmıştır. Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Polonya, İrlanda, Portekiz, Yunanistan, Güney Kore, Çin, Malezya gibi gelişmekte olan ülkeler, kişi başına millî gelirlerini son on yılda 2 kat artırmışlardır; ama, maalesef, bu ülkelerden çoğu, son üç yılda Türkiye'yi geçmiştir. Bu hükümet işbaşına gelmeden önce, Orta Avrupa'dan Ortaasya'ya, hatta, Kore'ye kadar olan coğrafyada en yüksek kişi başına millî gelir ve büyüme hızına sahip Türkiye, son üç yılda çökmüştür değerli arkadaşlarım; Slovakya'nın, Bulgaristan'ın, Romanya'nın, Rusya'nın, Kazakistan ve Azerbaycan'ın gerisine düşmüştür. Türkiye'yi 57 nci Ecevit Hükümetinin ne hale getirdiği, açık seçik, bu rakamlardan anlaşılmaktadır; ama, hâlâ koltukta kalmaya devam etme azmine ve iradesine hiçbir anlam verebilmek mümkün değildir. Maalesef, bu hükümete duyulan güvensizlik sebebiyledir ki, bu hükümetin izlemiş olduğu yanlış politikalar sebebiyledir ki, halkımız, Türk parasına da güven duymaz hale gelmiştir, Türk Lirasından korkunç bir kaçış başlamıştır.

Devlet egemenliğinin üç temel kuralı vardır; bunlardan biri yoksa egemenlik yok demektir. Bir, kendi kanununu koyma; iki, kendi ordusunu kurma; üç, kendi parasını basma ve kullanma yetkisidir. Tarih kitaplarından okuduğumuza göre, Osmanlı şehzadeleri padişahlığını ilan ettiği zaman, hemen adına hutbe okutur ve adına sikke bastırırdı, yani, para bastırırdı; ama, bu üç mefhum da, bu iktidarın elinde, maalesef, tasfiye olmuş vaziyettedir. Kendi kanununu koyma hakkını bir tarafa bırakıyorum; ama, kendi ordusunu kurma ve millî menfaatları doğrultusunda kullanma noktasında zaaf içerisinde olduğu da açıkça görülmektedir.

Dün, Avrupa güvenlik ve savunma politikasıyla ilgili gelişmeleri ibretle izledik. Avrupa ordusu kuruluyor, bu orduya Türkiye'yi almıyorlar ve Avrupa güvenlik ve savunma politikası gereği, Türkiye NATO'nun üyesi olduğu için, NATO'nun imkânlarını kullanacaklar, ordumuzu kullanacaklar; ama, Türkiye karar mekanizmalarında bulunmayacaktır. Maalesef, durum bu iken, hükümet, dün açıklama yapmıştır; Avrupa güvenlik ve savunma politikalarını desteklediğini ifade etmiştir. Bu, bir skandaldır.

Değerli arkadaşlarım, şimdiye kadar Türkiye'nin haklı tutumunu sonuna kadar savunduk; ama, bu hafta içerisinde neyin değiştiğini anlayabilmek mümkün değildir. Kıbrıs'ta yaşananlar, şimdi, Avrupa güvenlik ve savunma politikasında da yaşanmak üzeredir. Bakanlar Kurulunda konu tartışılmamıştır, Meclisin Dışişleri Komisyonunda konu tartışılmamıştır, Meclisin konudan haberi yoktur ve bu ne biçim demokrasidir, anlayabilmek mümkün değildir. Hükümet basiretsizlik içerisindedir, demokrasiyi askıya almış vaziyettedir.

Diğer taraftan, kendi parasını basma ve kullanma hakkı... Korkunç bir şekilde TL'den kaçış yaşanmaktadır. Türk Lirası, bu hükümet döneminde cumhuriyet tarihinin en büyük değer kaybına uğramıştır. Dolar hükümetle mi oynuyor, yoksa, hükümet dolarla mı oynuyor, belli değil. Doları 600 000 liradan 1 300 000 liraya çıkardılar, sonra, 1 150 000'e düşürmeyi başarı saydılar; arkasından, dolar 1 500 000'e çıktı, 1 400 000'e indirmeyi başarı saydılar; sonra, 1 600 000'e çıktı, 1 500 000'e indirmeyi başarı saydılar. Böyle bir anlayış olamaz. Kendi kötü rekorlarını egale etmekle öğünüp duran tek iktidar, tek hükümet, mevcut iktidar, mevcut hükümettir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türk Lirasından kaçış o kadar belirgindir ki, bankalardaki toplam tasarrufun ocak ayında yüzde 61'i Türk Lirasıyken, ekimde yüzde 38'e düşmüştür; ama, bir taraftan da, ülkedeki mevcut sermaye dışarıya kaçmaktadır. Ocak ayında Merkez Bankasının döviz alacakları döviz borçlarından 3 milyar dolar fazlayken, tersine dönmüştür ve şimdi, ekim ayında döviz alacakları döviz borçlarından 10 milyar dolar daha az olmuştur. Bunun anlamı şudur: Merkez Bankasından 13 milyar dolar döviz ya dışarı çıkmıştır ya sistemden kaçmıştır. Bu ne demektir; bankalardaki toplam 40 milyar dolarlık mevduat değişmediğine göre, açıkçası, IMF'den aldığınız para miktarı kadar para, döviz, sermaye, yurtdışına gitmiştir.

Diğer taraftan, bu hükümetin elinde, maalesef, kötü bir finans yönetimi sergilenmektedir. İktidar döneminizde fona devredilen, batan banka sayısı 20'yi aşmıştır. Mevcut devraldığınız 4 bankadan 1'ini batırdınız. Cumhuriyet tarihinin en kötü finans yönetimini sergiliyorsunuz. Değil Türkiye'de, dünyada 20 banka batıran tek iktidar, tek hükümet, mevcut iktidardır. Dünyanın bir başka yerinde olsa, mesela, böyle bir olay Japonya'da meydana gelseydi, cereyan etseydi, hazine bakanı değil, mevcut bakanlar kurulu üyelerinin tamamı harakiri yapardı. En son yaptığım konuşmada, bu Bakanlar Kurulu üyelerini düşürmek yetmez, hepsine meydan dayağı çekmek lazımdır dedim diye tepki göstermiştiniz; ama, şimdi farklı bir şey söylüyorum: Elindeki mevcut bankaların dörtte 1'ini batıran bir hükümetin, bir bakanlar kurulunun, bir kabinenin tamamının harakiri yapması lazım. Bunun başka çözümü yok. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ayakta kalan bankaların durumu da iyi değil; daha altı ay önce özsermayeleri 11 milyar dolarken, şu anda 5 milyar dolara düşmüştür. Böyle bir durum, Türkiye'nin açıkça iflasa sürüklendiğinin resmî belgesidir.

Değerli arkadaşlarım, iflas göstergelerinin temelinde kapanan işyerleri var. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hazırladığı bir rapora göre, bu yılın ilk sekiz ayında 15 000 işyeri kapanmıştır. Özellikle, esnaf ve sanatkârlarımız çok zor durumdadır. Kapısına kilit vurmayan çoğu esnafımız da, dükkânını siftahsız kapatmaktadır. Esnaf ve sanatkârlarımız, yüksek SSK ve Bağ-Kur primlerinin, haksız vergilerin altında ezilmektedirler. 4 milyon esnafımız var; aileleriyle birlikte 20 milyon demektir. Toplam üretimin yüzde 36'sını, toplam istihdamın yüzde 40'nı sağlıyor; ama, toplam kredilerin sadece yüzde 3'nü, 5'ni kullanıyor. Şu anda esnafın kredi kullanımı sıfır noktaya gelmiştir; çünkü, bu hükümet, Halk Bankası kaynaklarını kurutmuştur; çünkü, bu hükümet, kredi faiz ve giderlerini yüzde 100'ün üzerine çıkarmıştır.

Esnaf ve sanatkârlarımız sadece ekonomik bir kavram değildir, aynı zamanda sosyal dokumuzdur. Esnafın çöküşü demek, tüm sosyal dokumuzun çürümesi demektir. Sayın Başbakan, bütçeye konulacak bir 200 trilyon lirayla esnaf ve sanatkârlarımızın kredi sorunu çözülebilirdi. 98 katrilyonluk bütçe içerisinde 200 trilyonun büyük bir yük getirmeyeceği de açıktır; ama, maalesef, bu 200 trilyonu, esnaf ve sanatkârımız için çok görmüştür bu hükümet.

Fabrikalar da diğer taraftan kapanıyor. Kapanmayan fabrikalarda kapasite düşüyor. Yüzde 80 olan kapasite kullanımı son verilere göre yüzde 67'ye düşmüştür; otomotiv, kimya, inşaat sektöründe ise, yüzde 50'nin altına inmiştir. Bu ne demektir; ülkedeki her üç fabrikadan biri çalışmıyor veya her üç birimlik üretim kapasitesinin ancak bu ülkede biri kullanılıyor demektir. Türkiye'yi mevcut iktidarın getirdiği nokta budur; çünkü, iç talebi düşürmüştür bu hükümet. Bu yetmezmiş gibi, ilk 10 ayda yüzde 130 devalüasyona rağmen ihracatımız artmamıştır ve dış talep de tıkanma noktasındadır. Hükümetin bunun üzerinde düşünmesi lazım. Alınacak tedbirlerin reel sektörü canlandırmaya yönelik olarak gerçekleştirilmesi gerekir, yoksa, ekonominin düzelmesi mümkün değil; ama, maalesef, Sayın Başbakan ve Kabine üyeleri, bu konudaki tereddütleri bir türlü üzerinden atamıyor.

Diğer taraftan, işsizlik ve geçim sıkıntısı, Türkiye'nin şu andaki en büyük derdidir. Halkını işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm eden bir iktidar, halkına en büyük kötülüğü yapmış demektir; ülkemizin geleceğini karartmış demektir, milliyetçiliğe en büyük kötülüğü yapmış demektir. Çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan anaların babaların halini bir düşünün; Türkiye'nin geleceği olan o gencecik çocukların istikbalini bir düşünün. Bu iktidar, maalesef, işsizliği patlatmıştır. İşi olmayanlar, iş bulma umudunu, bu iktidarın yanlış politikaları yüzünden kaybetmiştir. İşi olanlar bile, her gün, işsiz kalma korkusu yaşamaktadırlar mevcut iktidarın yanlış politikaları yüzünden.

Çalışma Bakanlığı verilerine göre, ilk 9 ayda, maalesef, 1 000 000 kişi işi olduğu halde işsiz kalmıştır, işini kaybetmiştir. Kayıtsız işçiler ve işyerini kapatan esnafla birlikte işsiz kalanların sayısı, maalesef, 1 500 000'i bulmuştur. Bunun anlamı, bu hükümet, aileleriyle birlikte dört beş milyon insanımızı açlığa mahkûm etmiştir; ama, aslında açlığa mahkûm ettikleriniz yalnızca işsizler değildir; esnafımız zor durumdadır, çiftçimiz zor durumdadır, ücretliler zor durumdadır. Verilen rakamlara göre 25 000 000 insanımız, bu hükümetin yanlış politikaları yüzünden açlık sınırının altında bir gelire sahiptir. Yılın ilk 9 ayında 9 000 000 vatandaşımız Sosyal Yardımlaşma Fonundan destek istemiştir. Hükümetin, mevcut Ecevit Hükümetinin Türkiye'yi getirdiği nokta budur.

Aylık zorunlu mutfak harcamaları, 4 kişilik bir aile için, farklı rakamlar veriliyor; ama, 280 000 000 Türk Lirası olarak kabul edilebilir. Kira, elektrik, su, okul ve giyim masraflarını eklerseniz, yaşamak için, bu ülkede insanca yaşamak için, açlık sınırının üzerinde yaşamak için kaç lira gelire ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir.

Asgarî ücretliler, izlediğiniz yanlış politikalar yüzünden hayat pahalılığının altında ezilmektedir; işçi emeklileri hayat pahalılığının altında ezilmektedir; memur emeklileri hayat pahalılığının altında ezilmektedir; Bağ-Kurlular hayat pahalılığının altında ezilmektedir. Yetmiyor; çalışanların ekonomik durumunu geliştirmek yerine, bu hükümet, sürekli olarak çalışanların kazanılmış haklarını kısıtlamaya yönelmiştir. Genel ücret seviyesinin 2001 yılında yüzde 30 azaldığını düşünecek olursanız, çalışanların da ne zor durumda olduğu açıkça görülmektedir.

Tüm çalışanlar feryat ediyor, yürüyor, mitingler düzenliyor, genel greve hazırlanıyor, hükümetin kulağı hâlâ IMF'de. Şu çalışanları ne zaman dinleyeceksiniz; çalışanların feryadına ne zaman kulak vereceksiniz?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çalışanları dinlemediği yetmezmiş gibi, susturmak için, bazı memur sendikalarına üye olanlara baskılar yapılıyor ve sürülüyorlar. Sayın hükümet, açıkça söylüyorum: IMF'den dinledikleriniz sizi kurtarmaz. Ülkeyi de, çalışanların feryadına kulak vermediğiniz takdirde, hiçbir olumlu noktaya götüremezsiniz.

Diğer taraftan, çiftçilerimiz de zor durumdadır. Yanlış politikalarınız bu ülkede tarım ve hayvancılığı öldürmüş, çiftçiyi mahvetmiştir. Ziraat Odaları, yayımladığı bir bildiride "mevcut hükümet çiftçiye savaş açmış, tüm üretim araçlarımızı elimizden almıştır" diye feryat etmektedir. Bir taraftan, çiftçiyi, tarım girdilerine yaptığınız zamlarla vuruyorsunuz; diğer taraftan, ürün bedellerini düşük belirlemek suretiyle çiftçiyi vuruyorsunuz, mahvediyorsunuz. Buğday üreticisi bu hükümetin elinde perişan olmuştur; pancar üreticisi bu hükümetin elinde perişan olmuştur; tütün üreticisi, çay üreticisi, fındık üreticisi, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız bu hükümetin elinde perişan olmuşlardır. Bu hükümet işbaşına gelinceye kadar, 1998 yılına kadar, tarımsal üretim bakımından kendine yeterli ülkeler arasında bulunan Türkiye, maalesef, bu iktidarın uyguladığı yanlış politikalar sebebiyle, bu özelliğini kaybetmiştir ve sattığından daha fazla tarımsal ürün ithal eden bir ülke durumuna düşmüştür.

Bu yıl, 55 tarım ürününün üretim miktarı azalmıştır; hububat üretimi bile 30 milyon tondan 20 milyon tona düşmüştür. Çiftçi, tarlasını ekemez, gübre atamaz, sulama yapamaz duruma düşmüştür; üstelik, Ziraat Bankasına, Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları, enerji borçları ve yüksek faizler altında ezilmiştir. Yüzbinlerce çiftçi, borç ve faizlerini ödeyemediği için, icra ve ceza takibi altındadır. Sıkıntıların önemli bir kaynağı, belirttiğim gibi, tarımsal üretim masraflarının korkunç bir şekilde artışıdır. Ham petrolün fiyatı, 25 dolardan, dünya piyasalarında, 18 dolara kadar düşmüştür; ama, siz, her gün akaryakıta, mazota zam yapmakla meşgulsünüz. Gübre üretimi de, kullanımı da 1999, 2000, 2001 yıllarında sürekli düşmüştür, azalmıştır. Bu yetmezmiş gibi, çiftçiler, kendi imkânlarıyla tarlalarında açtıkları kuyulardan sulama yapmaktadırlar; maalesef, bu sulamalarla ilgili enerji bedellerini ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Bu yüzden, imkânı olan çiftçilerimiz bile kuru tarıma yönelmiş vaziyettedir.

Diğer taraftan, ürün bedellerini sürekli düşük belirlemektesiniz ve hedef enflasyon diye bir kavram icat ettiniz ve hak ettiği ürüne düşük bedel ödemeyi bir politika haline getirdiniz; sonra, doğrudan gelir desteği diye, küçük bir kısmını vereceğiz diye, çiftçiyi oyalamaktasınız. Bu sene hedef enflasyonu yüzde 10 belirlediniz, ürün bedellerini buna göre ayarladınız; ama, enflasyon yüzde 90 çıktı, çiftçinin cebinden yüzde 80 aldınız. Bunun hesabını nasıl vereceksiniz?! Madem, bu hedef enflasyon hesabı doğruysa değerli arkadaşlarım, niçin, ziraî kredi faizlerini, gübre ve mazot fiyatlarını hedef enflasyona göre belirlemiyorsunuz; niçin, çiftçinin ürün bedellerini hedef enflasyona göre belirliyoruz diye, çiftçinin hak ettiği parayı vermiyorsunuz?

Özet itibariyle, şunları açıkça, net bir şekilde ifade edebiliriz: Bu hükümet başarısızdır. Bu hükümet, cumhuriyet tarihinin en başarısız hükümetidir. Halkımız hiçbir hükümet döneminde bu hükümet dönemindeki kadar yoksullaşmamıştır, işsizlik ve geçim sıkıntısı içerisine düşmemiştir. Bu halkı böylesine bir yoksulluğun içerisine atmaya ne bu hükümetin ne de kimsenin hakkı yoktur.

Diğer taraftan, üç yıl içerisinde Türkiye'yi küçülten tek iktidar, işte, bu DSP, MHP ve ANAP iktidarıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca, üç yıllık periyotlar itibariyle, toplam, Türkiye ekonomisinin bu derece küçüldüğü hiçbir dönem görülmemiştir. Üç yılda Türkiye'yi küçülten tek hükümettir. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler, AK Parti sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Celallenmeyin efendim, bir dakika...

Buyurun efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - 1999'da yüzde 6 küçülme. 2001'de yüzde 9 küçülme. Üç yıllık periyot itibariyle Türkiye'yi küçülten tek hükümet sizsiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Üstelik, Avrupa Birliğine aday ülkeler içerisinde küçülen tek ülke de Türkiye'dir. Nasıl gireceksiniz Avrupa Birliğine?!

KEMAL ALBAYRAK (Kırıkkale) - Giremezler zaten, giremezler.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Başka... Bu hükümet, banka batırmada Türkiye ve dünya rekoru kırmıştır. Banka batırmada Türkiye ve dünya rekoru kıran tek hükümet de bu hükümettir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ne kadar başarılı olduğunuza da bir bakın. Aynanın karşısına geçip de kendi halinize hiç bakmaz mısınız?!

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Bakamazlar.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Başbakan bakmıyor...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bu halinizle, hâlâ, nasıl yürüme cüreti gösterirsiniz!..

Cumhuriyet tarihinin en yüksek bütçe açığını gerçekleştiren yine bu hükümettir; gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 15,1. Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek bütçe açığı bu hükümete aittir.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Yazıklar olsun, yazıklar olsun!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Borç stokunu en fazla artıran yine bu hükümettir. Bu ülkede doğan her çocuk 5 milyar lira borçla doğmaktadır sayenizde. Sürekli vergileri artıran, buna rağmen, faize ödediği para, vergi gelirlerini aşan tek hükümet de, yine bu hükümettir. Büyüme, enflasyon, borç stoku ve benzeri kriterler itibariyle Avrupa Birliği standartlarından en fazla uzaklaşan yine bu hükümettir. Bütçesi ve bütçe hedefleri en fazla sapma gösteren hükümet bu hükümettir. "Bütçe açığı 5 katrilyon olacak" diyeceksiniz, arkasından 28 katrilyon bütçe açığı çıkaracaksınız. Sizden başka yok böyle bir iktidar.

ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Hesap bilmiyorlar.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Sizden başka böyle bir hükümet yok.

Seçim öncesi ne söyledilerse hep tersini yapan tek iktidar da bu iktidar. Seçim öncesi ne söylediyseniz -DSP, MHP, ANAP- hep tersini yapan sizsiniz. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Böyle demokrasi olmaz! Bu haliyle kimsenin güvenmediği bir iktidar! Hangi iktidar; DSP, MHP, ANAP iktidarı. 57 nci Ecevit Hükümeti, kimsenin güvenmediği bir hükümet. Halk güvenmiyor, kamuoyu yoklamaları ortada; iş çevreleri güvenmiyor... Halkın ve iş çevrelerinin güvenmediği bir ortamda bir hükümetin işbaşında bulunduğu bir dönemde ekonominin iyiye gitmesi mümkün değildir. Ekonominin abc'si budur değerli arkadaşlarım; bilmiyorsanız, öğrenin. O halde, Türkiye'nin kurtuluşunun bir tek yolu vardır, bu hükümetin çekip gitmesidir; başka yolu yok! (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye'nin kurtulması için, ülkenin bayram yapması için tek çözüm var, tek bir çözüm var; seçim, seçim, seçim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Bütçenin tümü üzerinde gruplar adına görüşmeler bitti.

Şimdi, şahısları adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut, lehinde; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde kişisel olarak söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi ve Aziz Milletimi, bu vesileyle saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, dünya, 21 inci Yüzyıla hızlı bir değişim süreci içinde girdi. Milyonlarca insanı birbirine bağlayan bilgisayarlar, internet sistemleri, yüzlerce ulusal ve uluslararası televizyon yayınları iletişim alanında bir devrim yarattı. Teknolojinin boyutları ve etki alanları, akıl almaz bir hızla arttı. Bu gelişmelerle, uluslararası ilişkilerin, ticaretin ve insanların güncel yaşam boyutları değişti. Küreselleşme olgusu, birçok alanda, mesafeleri ve sınırları anlamsız kılıyor. Dünya, artık, küresel bir köy sayılıyor ve küreselleşme tartışılıyor. Artık, hiçbir şey eskisi gibi değil. Devletler de, yapılarını ve çalışma yöntemlerini çağın gereklerine uydurmak için yoğun bir çaba içindeler. Her ülkede, kapsamlı reformlar yapılıyor, köklü değişimlere imza atılıyor. Ulus devletin yeniden yapılanmasından söz ediliyor. Bütün uluslar çağı yakalamaya çalışıyor. Uluslararası alanda, âdeta, adı konmamış bir yarış yaşanıyor. Bu yarışı kazananlar, 21 inci Yüzyılın ileri, modern ve müreffeh devletleri olacak; geride kalanlar, çağı yakalamayanlar ise, yarıştan kopacaklar, üçüncü dünya ülkesi olarak, halkı mutsuz, devleti güçsüz, ülkesi fakir olacaktır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirdiği reformlarla, inkılaplarla, yeniliklere açık ve dünyanın en ileri gelişmelerini benimseyen bir toplum olduğunu kanıtlayan Türk Milletinin, 21 inci Yüzyılda da, çağının en ileri toplumları arasında yer almak istediğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve hedefi, daima, dünyanın en ileri, en çağdaş ülkeleri arasında yer almak, hiçbir alanda geri kalmamaktır.

Değişen dünya koşullarında, cumhuriyetin kurucularının bu tutkularını ve heyecanlarını hatırlatmakta ve unutturmamakta yarar var. Bu tutku ve heyecanı, 1950'li ve 1980'li yıllarda, milletle bütünleşerek, kalkınma hamlesiyle, Menderes ve Özal dönemlerinde milletçe yaşadık. Rahmetli Menderes'e, idamından 25 yıl sonra, devlet töreniyle, itibarını iade ettik. Rahmetli Özal'ı ise, her kesim çok eleştirdi; lakin, ölümünden sonra, her parti, onu ve fikirlerini, az veya çok, taklit etmeye, uygulamaya çalıştı. Ülkeye hizmet eden siyasî önderlere hakiki değerlerini verebilmek için, acaba, ölmelerini mi beklemek gerekir diye soruyorum.

Değerli milletvekilleri, çağı yakalamak çok önemli bir olay; ama, çağı yakalamak için, önce, çağı öğrenmek ve anlamak gerekir. Bunun için de, medenî bir kafanın gerekli olduğu, herkes için malumdur. Her ülke, çağın gereklerinin yanı sıra, kendi toplumunun özelliklerini, iç ve dış koşullarını, güvenlik ihtiyaçlarını dikkate alarak, çağdaşlaşmaya çalışıyor. Bu hedefe ulaşmak için, devleti, çağın şartlarına uygun biçimde yeniden yapılandırarak hem dünyadaki gelişmelere uyum sağlamak hem de halka daha iyi hizmet vermek mecburiyetindeyiz. Bugünkü dünya şartlarında, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için, öncelikle, çağdaş bir demokratik yapıya sahip olmak gerekiyor. Demokratik düzene sahip olmayan devletler, ekonomik alanda bazı başarılı sonuçlar alsalar da, maalesef, çağdaş ülke sayılamıyor. Buna karşılık, demokratik düzene sahip olmak da, tek başına, çağdaş olmak için yeterli değil. Ekonomik kalkınmayı, demokratikleşmeyi ve temel insan hak ve özgürlüklerini bir bütün olarak değerlendirmek zorundayız. Ülkemizde şimdiye değin yapılan hata, bu değerleri bir bütün halinde değerlendirmeden, genellikle, kalkınmayı öncelikle ele alarak, diğerlerini gözardı edip, çağdaşlaşmaya çalışmak olmuştur. İhmal edilen değerler pahasına kalkındığımızı da fazla iddia edemeyiz. Oysa, tam rekabet ortamı olmadan kalkınma olmaz. Açık ve şeffaf bir ortamı sağlayacak hukuk düzeni olmadan da rekabeti sağlayamayız. Oysa, demokratik düzen olmadan hukuk düzenini, özgürlükler olmadan demokratik düzeni sağlayamayacağımız herkesin bildiği bir gerçektir. Öyleyse, çağdaşlaşmanın temeli, hukuk düzeni ve özgürlüklerdir; çünkü, ifade ve düşünce özgürlüğü, yaratıcılığı; din ve vicdan hürriyeti insanların mutluluğunu, teşebbüs hürriyeti de kalkınmayı sağlamaktadır. Bunların tümü bir bütündür ve biri diğerine tercih edilemez. Biz, işimize geleni kabul ederek, işimize gelmeyeni reddederek çağı yakalamaya çalıştık.

Değerli milletvekilleri, Batı ülkelerinde, artık, rejim tartışması geride kaldı; devletler, ideolojik yaklaşımlardan çok, pratik, sonuç verici çözümlere yönelmiş bulunuyorlar. Her ülke, bir taraftan çağın gereklerini, bir taraftan da kendi tarihinden, toplumsal ve coğrafî özelliklerinden kaynaklanan koşulları dikkate alarak, reform ve değişim sürecine yön veriyor. Türkiye'nin, kendine özgü toplumsal, coğrafî ve stratejik özelliklerini dikkate alan bir reform ve değişim çalışması içinde olması yadırganmamalıdır.

Bütün bu sebepler göz önüne alınırsa, Anavatan Partisinin kamuoyunun dikkatine sunduğu çözüm için yeniden yapılanma önerilerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisince, hükümetimizce ve sivil toplum örgütlerince ele alınmasında, irdelenmesinde, yorumlanmasında fayda umuyorum. Gelişmiş dünya devletlerinin gereklerine uygun olarak, devlet yerine toplum-halk endeksli, kamu hizmetlerinde etkinlik, yerellik, rasyonellik, verimlilik, demokratlık, katılımcılık ve şeffaflık esas alınarak, görev, yetki ve kaynak paylaşımı yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, tenkit etmenin dayanılmaz ağırlığına kapılmak, her zaman kolaycı bir yoldur; asıl olan, tenkitin yanında çözüm yollarını ve proje projeksiyonlarını ortaya koymaktır. Ekonomik krizlerin halkımızda oluşturduğu öfkeyi istismar ederek "ülkeyi iki ayda, altı ayda düze çıkaracağım" iddialarına, artık kimse inanmıyor.

Bütün parti gruplarının değerli hatiplerinin 2002 yılı bütçesi üzerindeki konuşmalarını ve görüşmelerini birlikte izledik. Şu hususu dikkatinize arz etmek isterim: Doğru Yol Partisinin Sayın Genel Başkanı, konuşmalarında, Genel Başkanımız Sayın Mesut Yılmaz'ın, 2001 yılı bütçesinde, kendisine cevaben, ihracat ile devalüasyon arasında bağlantı kurarak, hışımla karşılık verdiğini iddia etmiştir. Oysa, tutanaklara baktığımızda, 2001 yılı bütçesinde böylesine bir hareket ve konuşmanın olmadığını müşahede edeceğiz. Olmayan bir beyanı, kamuoyu ve Meclis önünde hilafı hakikat biçiminde açıklamanın, siyasal gelenekleri olan bir partinin genel başkanına yakışıp yakışmayacağını da siz değerli milletvekillerinin takdirlerine arz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, acımasızca tenkit edilen 57 nci hükümet ve 21 inci Yasama Dönemi, sessiz sedasız ve nümayişsiz bir yapısal reforma imza atmıştır. Dikkat ederseniz, yapılan yapısal reformlar neticesinde, artık, hiçbir kimse hazineyi kasası gibi kullanamayacak; artık, ulufe dağıtır gibi kimse para dağıtamayacak; artık, tabanfiyatı verirken, ne verirlerse ben 5 fazlasını vereceğim demeyecek; artık, siyasetçinin kamu bankası da yok; artık, siyasetçi devlet ihalelerine de karışmayacak; artık, seçim öncesi siyasetçiye destek verenler desteklerinin karşılığını devletten alamayacak; artık, siyasetçiler, bütçe dışı fonlardan, seçim bölgelerine verimsiz yatırım yapamayacaklar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlarsanız minnettar kalırım.

NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Tabiî. Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bundan böyle, her şey, bütçe disiplini içerisinde, verimlilik esaslarına göre, şeffaf bir ortamda yapılacak. Acaba, bazı sektörlerden ve partilerden öfke dolu seslerin çıkması, yapılan bu reformlar neticesinde, eski alışkanlıklarının ve menfaatlarının artık olamayacağı endişesinden mi kaynaklanıyor? 57 nci hükümet, sessiz sedasız yaptığı bu reformları devam ettirmek zorunda. Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bakanlıklar, yeniden yapılanma konusunda alınacak tedbir ve çözümleri önce kendi bünyesi içinde icra etmeli, halktan talep edilen tasarruf ve özveriyi öncelikle kendisinde tatbik etmelidir. Bu hareket, güven ve umut için başlangıç olacaktır, toplumu olumlu yönde tetikleyecektir.

Değerli milletvekilleri, bir dönemeç noktasındayız. Eleştirilen, sorgulanan ve tepki duyulan, sadece hükümet, icraat ve Meclis değil, topyekûn siyasetçiler ve siyaset kurumları yargılanıyor ve sorgulanıyor. Siyaset kurumlarının alternatiflerinin yine siyaset kurumları olduğunu kamuoyuna anlatamaz ve ikna edemezsek, ülkemiz, sürükleneceği macera neticesinde, sonu belli olmayan akıbete kurban olabilir. Görev, bütün milletvekillerine, partilere ve Yüce Meclise düşmektedir; çünkü, sorunun kaynağı siyasetse, bilinmesi lazım ki, çözümün kaynağı da siyasettir.

2002 yılı bütçemizin, ülkemize, büyük Türk Milletine hayırlı olmasını dilerken, insanımızın mutlu, devletimizin güçlü, ülkemizin zengin olması temennisiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, Hükümet söz istedi efendim.

Sayın Hükümet, buyurun. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Maliye Bakanımız da, hem cevap verecek hem de bizim Hatay ile ilgili afet kararnamesinin, Osmaniye kararnamesinin akıbetini inşallah kendileri bulurlar.

Şimdi, Rize'den sonra, İçel de böyle bir sel felaketiyle karşı karşıya. Artık, hükümet, bu sefer, inşallah, toptan bir kararname çıkarır diyorum ve İçellilere geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sağ olun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Genel Kurulumuzun müzakereleri sabah 11.00'de başlamış ve halen devam etmektedir. Şu ana kadar Meclisimizde temsil edilen siyasî partilerin değerli genel başkanları, kıymetli sözcüleri görüşlerini belirtmişler ve kişisel, şahsı adına konuşan arkadaşımla birlikte, şu ana kadar 10 arkadaşımız bütçeyle ilgili görüşlerini, değerlendirmelerini ve eleştirilerini dile getirmişlerdir.

Gerçekten, bütçe müzakereleri, kendine özgü birtakım yönleri olan müzakerelerdir. Her şeyden evvel, senede bir defa yapılır ve bu görüşmelerde, üzerinde tartışılan bütçenin sadece büyüklükleri, ödeneklerin dağılımı, onun finansman şekli, malî politikadaki etkisi, ekonomiye etkisi yanında, ülkenin genel meseleleri, bütün sorunları, enine boyuna, farklı boyutlardan ele alınarak tartışılır ve çok da hararetli tartışmalar olur. Zaman zaman dozaj artar; ama, dozaj ne kadar artarsa artsın, bütün milletvekillerimizin, bütün arkadaşlarımızın amacı, görüşülen bütçenin ait olduğu yılın, yani gelecek yılın daha iyi şartlara sahip olması, daha iyi ortama vesile yaratması ve Türk insanının daha rahat, daha huzur içerisinde, daha refahı yükselmiş bir şekilde yaşamasını amaçlar; yani, daha iyiyi yakalama hedefidir. Bütün arkadaşlarımızın hedefi budur.

Gayet tabiî, bu tartışmalar, nezaket ölçüsünde kaldığı sürece, çok yüksek dozajlı da olsa, zevkli tartışmalar olur, gerçekten, insanların zaman zaman onu yaşama özlemi de vardır.

Şimdi, bu bütçe müzakerelerini, vatandaşlarımız da can kulağıyla izler; böyle televizyondan izler, radyodan izler, bunları takip eder; kendi temsilcileri, bütçe görüşülürken senede bir defa, ne diyor, hangi çareyi getiriyor, kendi durumlarıyla ilgili nelere sahip, onları nasıl ortalığa vaz ediyor, bunları can kulağıyla dinler ve kendi sıkıntısı eğer dile getiriliyorsa, bundan da hoşnut olur. Hele hele çeşitli sıkıntılar içerisinde kıvranıyor ise, kendi meselelerinin dile getirilmesinden de fevkalade hoşlanır; ama, vatandaşımız can kulağıyla dinlerken bir şeye daha bakar; bunlar söyleniyor da, benim meselem söyleniyor da; ama, benim meselemi sadece söylemek yetmez; o güzel bir şey de, benim meselemin nasıl halledileceğini de bekler; yani, nasıl çözülüyor...

Şimdi, getirilmiş bir bütçe, 98 katrilyonluk. Herkes, mevcut sıkıntıları ve mevcut bütçeyi farklı şekilde izah edebilir; ama, mesele o değil ki. Mesele, daha iyiye gitmek için, bu böyle değil de, bu şöyle olacak; bunu, şunu şunu şuradan kısıp, buraya buraya vermeniz lazım gibi eleştirileri de beraber getirmek lazım.

98 katrilyonluk bütçe. Efendim, bu 98 katrilyon değil de, 110 katrilyon olmalıydı. Niçin olmalıydı; şundan şundan olmalıydı. Peki, güzel de, bu öyle olduğu zaman bunun finansmanı nasıl olacaktı?.. Bakın, biraz evvel burada değerli sözcüler konuştular: "2002 yılı bütçesinde 27 katrilyon açık var, bu nereden karşılanacak" dedi. Tabiî, ben cevapları sonra vereceğim; ama, bu arada Sayın Coşkun'a da cevabını vermiş olayım. O 27 katrilyonluk bütçe açığı, borç idaresi tarafından karşılanacak. Bunun ne kadarının iç, ne kadarının dışborçtan olacağı, sizlere sabahleyin dağıttığım, sanıyorum faydalı olan özet içerisinde çok net bir şekilde gösterilmiş durumdadır. O zaman, daha fazla ödenek olsun dediğiniz zaman, onun finansmanını da beraber getirmek lazım veya şuraya şuraya biraz daha az verip buraya daha az vermek veya diğer formül... Yani, vatandaşımız, kendi meselesinden bahsedilmesinden, hele Mecliste temsilcileri tarafından bahsedilmesinden hoşlanır; ama, onu değerleyip, ha, bu güzel bir şey, bu doğrudur diyebilmesi için, onun nasılının da izahını beraberinde görmek ister; aksi taktirde, fotoğraf eksik olur. Yani, bu açıdan, can kulağıyla dinleyen vatandaşımız, köyde dinleyen vatandaşımız çok şey yapar. Ben de, yıllarca, o köyde, o köylü vatandaşlarla televizyonda, onların meselelerini dinleyip geldim, yani, onlarla beraber meselelerin içerisinde hamur olup geldik, bunlar doğru; ama, vatandaş, artık, bir de bu yönüne çok dikkatli olarak bakmaktadır ve böyle bir bakışı da, son derece sağlıklı görürüz; çünkü, böyle bir bakış, hazırlıkları da daha etkin yapar. Eğer, bunlar yok, sade eleştiri olursa, ee, o da zahmetli bir iş sayılmaz yani; çünkü, birazda zahmeti olması lazım.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yeni bir çağa girerken, 21 inci Asra girerken, Türkiye'nin malî yapısı son derece sağlıksızdı. Yine, çok değerli arkadaşlarım, gayet işi bilerek burada dile getirdiler, vergiyle mukayese ettiler; çok da doğal bir orandır, rasyodur.

Şimdi, 2000 yılında, yani, 21 inci Asra ayak basarken -gerçi, 21 inci Asır 2000 yılında mı başladı, 2001 yılında mı başladı diye tartışmalar da var; ama, esası 2000 yılıdır- vergi gelirlerinin yüzde 78'i faize gidiyordu. Ee, böyle bir yapıyla, Türkiye'nin, 21 inci Asra... Nasıl bir asır; iletişim, bilişim, teknoloji çağı ve bir küresel dünya, amansız rekabet var. Ee, buraya sağlıklı bir malî yapıyla gitmek lazım; bu şekliyle götürülemezdi ve her 100 lira verginin 78 lirasının faize gitmesi de, 2000 yılında karşılaşılan bir tabloydu; ama, 1999'da meydana gelmedi; yılların birikimi. Kesinlikle suçlamak için değil ve bütçe müzakerelerinde "sen şunu yaptıydın, ben bunu yaptıydım, şu yılda bak benim oranım daha iyiydi, seninki biraz daha kötüydü"yü de, ben, çok yararlı bir tartışma ortamı olarak da görmüyorum. Mühim olan, bundan sonra ne yapmak lazım, meseleleri, mevcut imkânlarla nasıl aşalım; milletimiz de bizden bunu beklemektedir.

Bu şartlarla, Türkiye 21 inci Asra gidemezdi; bir program yapıldı, kamu maliyesini sağlıklı hale getirmek için. Ekonomileri iyi olan ülkelerin hiçbirisinin kamu maliyesi bozuk değildir veya kamu maliyesi düzgün olmadan hiçbir ekonomi, üreten, sağlıklı bir ekonomi olmaz; bu, bilimsel bir gerçek. Önce, bu yapılacak... Bugün, Değerli Arkadaşımız Kumcuoğlu da söyledi; zemin sağlam olmadan fırlayamazsınız.

Şimdi, bugün, hep köylülerden bahsedildi. Değerli Genel Başkan Recai Kutan Beyefendi de bir isimden bahsetti "bunu bilmezsiniz; bunu bilse bilse, Tarım Bakanı bilir" dedi. Şimdi, zeminin düzgün olması, son derece iyi, şart. Bugün, eğer, bir tarla, son derece iyi bakılmamışsa, ekime uygun hale getirilmemişse, yabancı otlar temizlenmemişse, hele hele kanyaşotundan kurtarılmamışsa... Herhalde, kanyaşotunu bilen vardır içimizde arkadaşlar; çünkü, o, bir toprağa girdi mi, yıllarca çıkmaz. Sayın Arınç çok iyi bilir; Manisa ve İzmir'de çoktur o kanyaşotu, bağlarda. Şimdi, zemini çok iyi temizleyeceksiniz, süreceksiniz, gübresini atacaksınız, düzgün hale gelecek, ondan sonra iyi tohumu atarsanız, netice verir; ama, iyi tohumu, iyi işlenmemiş toprağa atarsanız, sonuç vermez.

Şimdi, Türk ekonomisinde sizlerin büyük desteğiyle iki yıl buradan çok güzel kanunlar çıktı; hepsi ayrı ayrı yapısal değişiklikler; bunlar oluştu. Ciddî bir malî politikayla, bu malî yapımızı düzeltmek mecburiyetindeyiz. Bunu düzeltmediğimiz zaman, hiçbir siyasî parti bundan istifade etmez. Yani, bizim zamanımızda hallolmadı diye, bir başka partiye bundan bir artı gelmez, gelir gibi görünür de gelmez o. Mühim olan, bunun düzelmesi; siyaseti başka zeminlerde yapma imkânı vardır hepimizin.

Şimdi, bunun tedbirlerini aldık; bu tedbirler gidiyor; ama, 2001 yılında bankacılık ve finans sektöründen kaynaklanan bir sıkıntıyla karşılaştık. Ee, karşılaştık; karşılaşılmasa daha iyi olmaz mıydı; şüphesiz ki, iyi olurdu; olmuş, dengeler bozulmuş. Şimdi, bazı arkadaşlarımız diyor ki "efendim,." 2001 için bütçe rakamları öngördünüz, yıl sonunda gerçekleşmedi." Biz, 2001 yılı bütçesinin rakamlarını 2000'in kasım ve aralığında konuşurken, bir bankacılık krizinin meydana geleceğini bilemeyiz ki...

Birtakım krizler meydana geldiği zaman, rakamlar tutmaz. 1994 yılındaki rakamlara bakın, 1993 bütçe hazırlıkları sırasında -onları biraz sonra rakam olarak da söyleyeceğim- öngörülen rakamlar, 1994 sonunda çok büyük farklarla, ekarlarla gerçekleşti. Çünkü, bu tür olaylar meydana geldiği zaman, gayet tabiî, millî paranın dış paraya değeri değişir; enflasyon değişir, makro büyüklükler revize edilir. Bakınız 1999 yılı, 2000 yılı -kriz yılıdır- 2001 yılının rakamlarında...  2000 yılında bütçe rakamlarında tam bir denge vardır. Zaten bütçe tahmindir, ille birbiriyle üst üste örtüşecek diye bir şey yok; makul bir farkla götürmek gerekiyor.

2001'in sonuna gelirken, ekonominin tekrar canlanması, büyümenin tekrar yakalanması ve malî dengelerin kalıcı bir hale gelmesi konusunda     -çok samimî söylüyorum, bir siyasetçi olarak değil, bir teknisyen olarak yıllarca bu işin içerisinde bulunmuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum- olumlu gelişmeler var. Bunlara sahip çıkmamız lazım ve 2002 yılı bütçesinin hedeflerine uygun bir uygulamayı yakaladığımız zaman -ki, yakalamamamız için hiçbir sebep yok- Türkiye bu sıkıntılarını geride bırakacaktır ve bundan sonra yapacağı bütçeyi çok daha iyi şartlarda yapacak, bu kadar zor şartlarda yapmayacak. Milletimizin de beklediği bu. Milletimiz çok büyük fedakârlıklarda bulunuyor; ama, diyor ki: "Güzel de, ne olur bir neticeye varın. Biz fedakârlık edip zahmete katlanıyoruz ama, ne olur sonuca..." Evet, onu, işte hep birlikte... Çünkü, bu tür programlarla hep birlikte, bir millî şuurla -bizim, tarihimizde çok büyük kazanımlarımız bu duygu ve düşüncelerle sağlanmıştır- bunu da aşıp düzgün bir noktaya geleceğiz.

Sayın Başkan, sabahki konuşmamda, bütçeyle, ekonomiyle ilgili birçok konuya değindiğim için, vaktinizi fazla almak istemiyorum, o noktalara girmeyeceğim; yalnız, arkadaşlarımın değindiği, bilinmesinde yarar olacağını düşündüğüm birkaç konuya değinerek sözlerime son vermek istiyorum.

"Siyaset, bütçe üzerinden yürütülen bir faaliyettir." Doğrudur, yani ben de aynen katılırım. "Hazırlayan idarenin tasarrufları ayrıntılı bir biçimde masaya yatırılır ve bu irade mutlaka ortada olmalıdır." Doğrudur; bütçeler, Bakanlar Kurulu kararıyla Parlamentoya gelir; bu görüştüğümüz bütçe de 17 Ekim günü Parlamentoya sunulmuş, 25 Ekimde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye başlanmış, 14 Kasım gününe kadar da görüşülmüş, işte bugün de burada görüşülmeye başlandı; tamamen masaya yatırılmış durumda. Bütçenin arkasındaki irade, hükümet, bütün üyeleriyle buradadır, yani olmayan birisi yok, mevcut; masaya da yatırılmış, bütün ayrıntılarına kadar konuşmaya amade bir şekilde; hangi konuya değinilirse, memnuniyetle o konular üzerinde de görüşlerimizi ve bütçedeki yapıyı anlatmak görevimizdir.

"2000 ve 2001  yılı bütçe hedefleri tutturulamadı" denildi. O konuda bir miktar izahatta bulundum.

Şimdi, bakınız, 1999 yılı gelirleri 18 katrilyon olarak düşünülmüş 18,9 katrilyon, yani, 900 trilyon fazlasıyla tahakkuk etmiş; olumlu bir şey bu. Vergi gelirleri 14,2 katrilyon denmiş, 14,8 katrilyon olarak tahakkuk etmiş. Devletin rakamlarında, internette de bulunan bölüm. Faizdışı fazla 1,2 katrilyon denmiş, 1,6 katrilyon olmuş; 400 trilyon fazla.

Şimdi, 2000 yılına baktığımızda, giderler 46,7 katrilyon demişiz; gerçekleşme de 46,7 olmuş; hatta bir miktar, böyle 7-8 trilyon da düşük gerçekleşmiş. Gelirler 32,6 katrilyon demişiz, 33,440 katrilyon olarak gerçekleşmiş; bunda da olumlu gelişme var. Vergi gelirleri 24 katrilyon demişiz, 26,5 katrilyon olarak gerçekleşmiş. Bilemiyorum yani, arkadaşlarımızın söylediği bütçe rakamları, bunların dışında hangi rakamlar!

Faizdışı fazla 7 katrilyon demişiz, 7,100 olarak gerçekleşmiş.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Her şey normal de, o zaman, bu millet niye sıkıntı çekiyor?!

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın lütfen. Muhabbet yok.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Efendim, iş, bir tek bütçeyle bitmiyor; ama, bütçe çok önemli. Eğer, bütçedeki bu dengeler olmasa -çok haklısınız, sorulabilir- bu sıkıntının çok daha ağırıyla karşı karşıya kalırdık. Bunu önemli bir temel olarak mütalaa etmemiz gerekir.

2001 yılında -biraz evvel ifade ettim- meydana gelen kriz, haliyle dengeleri revize etti.

Sevgili arkadaşlarım "2001'de bu hedefler tutmadı" dediler; vatandaşlarımız bizi dinliyor; biz, kalkıyoruz "bütçe rakamları düzgün gidiyor" diyoruz, değerli sözcüler de "düzgün gitmiyor" deyince kafa karışır; onu netliğe kavuşturmak lazım. Onun için bu bilgiyi veriyorum.

2001'de ciddî bir ekonomik dalgalanma yaşadık; belki bu dozajda olmayabilir, 1994'te de bir dalgalanma yaşandı. Bakın, 1994'te büyümeyi yüzde 4,5 olarak düşünmüşüz, ama gerçekleşme eksi yüzde 6,1 olmuş; tabiî, o dalgalanmadan, krizden dolayı tutmayabilir, bu doğaldır; yani, 2001'de tutmadı derken, bunu dikkate almak lazım.

Enflasyon oranı -TEFE- yüzde 48,2 olarak öngörülmüş, yüzde 149'a çıkmış. Bunlar olabilir; bunları da şartlarıyla birlikte mütalaa edersek, sanıyorum, bazlarda daha rahat tartışırız.

Sayın Başkan, bana göre bir diğer önemli konu "tüm dünya tarımda sübvansiyon uygularken, siz sübvansiyonları kaldırdınız..." Hayır, kesinlikle sübvansiyonları kaldırmadık; ama, tarıma kaynak gidecek, katkıda bulunacak kanalları daha düzgün hale getirdik; çünkü, bugün, tarıma, esnafa herhangi bir sübvansiyon yapma imkânı var; ama, nasıl yapacaksınız; bunun hesabını ortaya koyacaksınız; bütçeye ödenek konulup, bütçeden yapılacak; yani, herhangi bir banka üzerinden yapılmayacak. Bifarz; biz, 2002'de tarıma 2,1 katrilyonluk sübvansiyon düşünüyorsak, bütçeye ödeneğini koymamız lazım; ki, koyduk. Şimdi, bu, bu sistemde götürülecek. Öyle tahmin ediyorum, yarın, hangi iktidar olursa olsun, yine böyle yapmak durumundadır. Ya bu kanunu değiştirir, tekrar bankalar kanalıyla yapar -ki, bu, sağlıklı olmaz; çünkü hepimizin amacı sağlıklı bir kamu maliyeti- veya aynen bunu yapar; ama, kesinlikle, tarıma sübvansiyon kalkmış değil; doğrudan üretime, üretimle ilgili çiftçiye yapılacak ve bu kanalların çok daha düzgün bu katkıyı yapmasını sağlayacak düzenleme getirilmiştir. Bugün, Avrupa Birliğinin de en önemli projelerinden birisi tarım projesidir; gayet tabiî yardım yapılacaktır.

Şimdi, bir tartışılan konu da, hayat standardı sisteminin ortada olması ve bunun, biraz da çok sakıncalı olduğu, hatta, bir polis devleti gibi değerlendirildiği... Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu uygulama -yani hayat standardı- bizim getirdiğimiz, 2001'de getirip "alın bakalım bu vergiyi" dediğimiz bir vergi değil. Bu vergi 1982'de kanunla yürürlüğe girmiş; 1999'a kadar-yani, 17 yıl- yürürlükte olmuş bir kanun ve ona göre de alınmış; yalnız, 4369'la -bildiğiniz gibi- 1988 yılında kaldırılmış; bir tek 2000'de uygulanmadı. Biz, iki yıl için getirdik. Şimdi, sanki biz getirmişiz gibi... 17 yıl bu uygulandı ve bu verginin yabancı olduğu hiçbir parti de yok; belki, bir tek MHP olabilir; onun dışındaki bütün partiler bu uygulamayı biliyor...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Biz de yokuz... Biz üç aylık partiyiz...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Bu vergi de onları biliyor, o partileri biliyor.

HÜSEYİN ÇELİK (Van)- Biz de yeni bir partiyiz Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla)- Şimdi, hiçbir...  Ben de dahil, bakın, ben de dahil. Esasında, hayat standardı, benimsenecek bir uygulama değil.

ALİ COŞKUN (İstanbul)- Nispetler düştü.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla)-. Gerçek vergide götürü usul uygulanıyor, kaldırılması lazım; onu kabul ediyorum. Biz de zaten bu yılın sonunda kaldıracağız; ama, sanki anlatılırken hiç bu kanunla, bununla yaşamamış gibi bir havada gördüm arkadaşlarımı da -mazur görsünler- onun için söyledim.

Hiçbirimiz de -ben de dahil- geçmişte bunu kaldıracak, ne bir tasarı getirdik ne bir proje getirdik; ama, bu yılın sonunda kalkacak. Birtakım sakıncaları var; gerçek usul de götürü usul gibidir, mutlaka kalkması.lazım; ama, bir zorunluluk olarak gelmiştir, bu yılın sonunda inşallah kalkacak;.zaten, otomatikman kalkma durumundadır.

Sayın Başkan, sözlerimin sonuna doğru gelmek üzereyim. Büyüme oranı, yani "2002 için yüzde 4 büyüme oranı gerçekçi değildir"dendi. Her yılın büyüme oranı hangi usule göre tespit edildiyse, gene ona göre  edildi. Şimdi, ben, bunun sanayie, hizmetlere, falan, bunları verebilirim; ama, vaktin gecikmesi nedeniyle de fazla zamanınızı almak istemiyorum; ancak, bunun 2002 yılında, işte, talebin gayri safî millî hâsıla içindeki katkısının yüzde 5... Birtakım hesapları var; ben, değerli arkadaşlarıma, Sayın Coşkun'a, onların dokümanını açık bir şekilde veririm; Sayın Çiller de bahsettiler; ama, geçmiş dönemde büyüme hızı nasıl tespit edilmişse bu defa da öyle ve bu makro rakamların, makro büyüklüklerin arkasındaki varsayımlar, her zaman ne ise, o varsayımlardır, farklı bir varsayım değil.

Nitekim, Sayın Coşkun dediler ki: "Siz, TÜFE' yi yıl sonu itibariyle yüzde 35 gördünüz; ama, vergi gelirlerini yüzde 50,3 öngörüyorsunuz." Tabiî, vergi gelirlerinin artırılmasında, sade enflasyon oranını değil, aynı zamanda büyümeyi de, deflatörü de dikkate alıyoruz, onlarla yüzde 50,3...

"Bu 2002'de öngördüğünüz yüzde 57,9'u bulamazsınız"dediniz. Vakit olsa, geçen sene bu tarihte, belki de bugünde konuşulanlara baksak, gene aynı şeyler söylenmişti; söylenmesi de doğal; ama, biz, 2001 hedeflerini revize hedeflerinin de üzerinde gerçekleştirdik, 2002'de de bir problem olacağını sanmıyoruz. 2002 yılında borç ödemesinde de -gerek iç gerek dışta- bir problem olmayacak. İnşallah, mübarek ramazan günü, Cenabı Allah'tan da niyazımız odur, 2002 yılı, sıkıntıların son yılı olması lazımdır, elbirliğiyle yapacağımız gayret budur. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ramazana sığındık!..

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Hayır, o anlamda kesinlikle değil Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Yok, bir şey demedim efendim.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Hayır, yani...

Kur farklarıyla ilgili, Sayın Coşkun'un suali oldu. Bilindiği gibi, borç anaparaları, bütçe dışında izlenmektedir devlet muhasebesine göre. Dolayısıyla, anaparanın kur farkları da, bütçe dışında izlenmekte; ama, faizle ilgili kur farkı, faizle birlikte ve ödeme dönemine göre hesap edilmektedir, onun da ayrıntıları vardır. Şunu çok net söyleyeyim; 2002 yılı bütçesinde yer alan 42 katrilyonluk faiz ödemesinde herhangi bir rakamın saklandığı veya normal büyüklüğünün altında gösterildiği gibi bir durum yok, bunu, çok samimî olarak ifade ediyorum. Tamamen gerçekçi bir bütçe olarak...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Bakan, şu grafik gerçekleşmezse ne yapacaksınız?

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Efendim, onu...

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın lütfen... İstirham ederim efendim, böyle bir usulümüz yok. Ne güzel gidiyordu.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Şimdi, çok haklı söylüyorsunuz; ama, biz de, gerçekleşeceği esasından hareket ediyoruz. Gerçekleşmezse...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ama, bakanların sözü yerine gelir Sayın Bakan!

BAŞKAN - Siz, gerçekleşmezse sorarsınız efendim, zamanı gelince...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Gerçekleşmiyor!.. Soruyoruz, soruyoruz gerçekleşmiyor.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Hayır, Sayın Başkan, gerçekleşmesi için bütün tedbirler Hazinemiz tarafından düşünülüyor. Gayet tabiî, bütün şartlar dikkate alınarak yapılıyor; ama, gerçekleşme ihtimali tamamen olan bir büyüklük olarak görüyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Gerçekleri istiyoruz Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktinizi daha fazla almak istemiyorum; tekrar hepinize en içten saygılarımı sunuyor, bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Şimdi, şahısı adına, aleyhinde Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına aleyhte söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından sunulan 2002 yılı bütçesi, konuşmacıların ekseriyeti tarafından gerçekçi bulunmadı; herhalde Sayın Bakanın da içine sinmeyen bu bütçe, 2002 yılında ekbütçeyle geçirileceğinin sinyallerini vermektedir.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılında, konsolide bütçe giderleri, bir önceki yıla göre yüzde 66,3 oranında artarak 46,7 katrilyon lira; bütçe gelirleri, yüzde 76,6 oranında artarak 33,4 katrilyon lira ve bütçe açığı da, yüzde 44,9 artışla 13,3 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir. 2001 yılının dokuz aylık uygulama sonucunda, bütçe giderleri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 56,6 artarak 54,8 katrilyon lira olurken, bütçe gelirleri, yüzde 45,7 artışla 36,4 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde, bütçe açığı, yüzde 83,7 artışla 18,4 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşirken, faiz dışı bütçe dengesi, yüzde 46,7 artışla 11,1 katrilyon lira fazla verdi. 2001 yılı dokuz aylık dönemde, bütçe giderleri, bir önceki yıla göre yüzde 56,6 oranında arttı; 2002 yılı bütçesindeyse, giderler, bir önceki yıl gerçekleşme tahmininden, sadece yüzde 24 artışı ifade ediyor. 2001 yılında faiz ödemelerinin 40 katrilyon 578 trilyon lira olarak gerçekleşmesi tahmin ediliyordu; 2002 yılında, bütçeden faiz ödemeleri için ayrılan miktar ise 42 katrilyon 795 trilyon lira; yani, faiz harcamalarının sadece yüzde 5,4 artış sağlayacağı tahmin ediliyor. 2000 bütçesinde, bir önceki yıla kıyaslandığında, faiz ödemeleri için yüzde 105,2'lik bir artış öngörülmüştü. 2001 yılında ise, bir önceki yıla göre, başlangıçta yüzde 21,1 artış öngörülmesine karşın, 16 katrilyon 680 trilyon lira revize edilerek 40 katrilyon 578 trilyon liraya yükseltildi. 2002 bütçesindeki yüzde 5,4'lük faiz ödemelerindeki artış oranı da, bir önceki yıl bütçesi gibi, şimdiden revize edilmeye mahkûmdur. Hazine tarafından bu eleştiriye verilen cevap ise, muhasebe sisteminden kaynaklı bir artış, gerçekçi olduğu noktasında. Hazine, 2001 yılında, nakit ödeme yapılmadan bütçeye faiz gideri olarak kaydedilen 8,5 katrilyon Türk Liralık bütçe içborç faiz harcamalarının 2002 yılında, 2001 yılına göre, nominal artmadığı izlenimini vermektedir. Oysa, nakit faiz ödemeleri, 2001 yılındaki 28,3 katrilyon Türk Lirası seviyesinden 2002 yılında 36,7 katrilyon Türk Lirası seviyesine yükselmiştir. Hazinenin bu yaklaşımı da, bütçe rakamlarına ayrı bir tartışma noktası açmanın yanı sıra, gerçekçi bir artış olup olmadığı noktasındaki eleştiriye de cevap verememektedir.

Değerli milletvekilleri, detaya inilerek, gider kalemlerindeki artışın gerçekçi olmadığı ortaya konulabilir; ancak, en büyük kademedeki bu gerçekleşmesi imkânsız tahmin bile 2002 bütçesinin fotoğrafını sergilemeye yetiyor. 2002 bütçesi gelir hedeflerine baktığımızda da tablo fazla değişmiyor. Giderleri kısıp gelirleri artırmayı hedefleyen bütçe gelir artış oranı yüzde 41,8 olarak hedeflendi. Vergi gelirlerindeki yüzde 50,3'lük bir artış öngörülerek, 57 katrilyon 911 trilyon lira hedeflendi. 2002 yılı bir önceki yılla kıyaslandığında, gelirden alınan vergilerde yüzde 27,9'luk, servetten alınan vergilerde ise yüzde 74,2'lik, mal ve hizmetlerden alınan vergilerde ise yüzde 63,5'lik ve dışticaretten alınan vergilerde ise yüzde 66,7'lik bir artış hedeflendi.

2001 yılı ilk on aylık gerçekleşmelere baktığımızda, gelirlerde yüzde 45,7'lik bir artış ortaya çıkıyor. Ancak, reel olarak bu artış yerini yüzde 9,9'luk bir gerilemeye bırakıyor. Gelir tahminleri içerisinde en yüksek artış yüzde 90,2 ile Akaryakıt Tüketim Vergisi, yüzde 82,8 ile Taşıt Alım Vergisi, yüzde 75,6 ile Motorlu Taşıtlar Vergisi artışları oluşturuyor. Kriz içerisindeki bir ekonomide bu artış oranlarının gerçekçi olup olmadığının değerlendirilmesini Sayın Maliye Bakanımıza bırakıyorum.

Değerli milletvekilleri, 20 inci yüzyılın son çeyreğini istikrar ve güven arayışları içerisinde geçiren Türkiye maalesef hedeflerine ulaşamamıştır. Ekonomik olarak küçülmüş, üretim ihmal edilmiş, yatırım ve istihdam kabiliyetini yitirmiş, rekabet gücü iyice zayıflamıştır. Son on yılda dünya ekonomisi büyürken, gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde kişi başına oluşturulan millî gelir önemli boyutlarda artarken, Türkiye'de 1970 yılında 2 710 dolar olan millî gelir, 1995, 1996 ve 1997 yıllarında DYP'nin hükümette olduğu dönemde 3 250 dolara kadar çıkmış; ancak, 1998, 1999 ve 2000 yıllarında 2 300-2 400 dolarlar seviyesine düşerken, son on yılda, bu yılın üçüncü çeyreğinde, eksi 11,4 oranında küçülme olmuştur.

Değerli milletvekilleri, ekonomik dengelerdeki bozukluklar ile siyasetteki çalkantıların birbirini körüklediği ve giderek ağırlaşan bu süreç içinde yaşanan son krizler, üretimi ihmal eden yöntemlere dayalı büyüme çabalarının iflas ettiğini açıkça ortaya koymuştur.

Kriz, ekonomiyi bütünüyle etkisi altına alırken, en ağır darbeyi sanayi sektörüne vurmuş ve sanayimiz durma noktasına gelmiştir. Türkiye genelinde, işletmeler, kaynaklarının önemli bir bölümünü yitirmiş, borçları artmış, daralan iç talep sonucunda da satış gelirleri düşmüş ve düşük kapasiteyle üretim yapılan bir ortamda, birçok çalışan, işini kaybetmiştir.

Bu yılın ilk başında yaşanan ağır kriz ortamında, işletmelerin çoğunlukla başvurdukları öncelikli önlem, vadeli satışları durdurmak olmuştur. Krize karşı çoğunlukla uygulanan önlemlerin ikinci ve üçüncü safhasında, istihdamı azaltmak ile ödemeleri ertelemek yer almıştır.

Değerli milletvekilleri, üretimin canlandırılması için, öncelikle, piyasalardaki belirsizliğin ortadan kaldırılması, döviz kurlarının istikrara kavuşturulması ve güven ortamının yeniden tesis edilmesi şarttır. Ayrıca, özellikle iç talebin çöküşünde, vergi uygulamalarının büyük etkisi olmuştur. Bu uygulamaların, belirli vadeler için de olsa, gözden geçirilmesi gerçeği açıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi politikaları, bir ülkenin temel politikalarından biridir ve ekonomiyi dengeli geliştirmek ve ülkeyi büyütmek adına uygundur. Kâğıt üzerinde yazılı vergilerin karşılığında hâsılat yoksa, o vergi oranlarının hiçbir manası yoktur. Türkiye'nin, toplayabildiğinden vergi alarak kamu açıklarını kapatma düşüncesinden sıyrılıp, tabana yayılan ve vergiden kaçışı özendirmeyen ciddî bir vergi politikası oluşturması zorunludur.

Değerli milletvekilleri, üretimi olmayan bir ülkenin kalkınamayacağını, işsizliğin çığ gibi büyüdüğünü, yolsuzlukla birlikte yoksulluğun arttığını, gelir dağılımındaki uçurumların derinleştiğini, tarım ve hayvancılığın, tarihin en kötü dönemini yaşadığını, yeni yatırımların olmadığını, her gün işyerlerinin kapandığını, üreten ve çalışanın cezalandırıldığını, parası olanın çalışmadan para kazandığını ve Türkiye kaynaklarının yurt dışına aktığı bir gerçektir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de dört yıldır istihdamı ve üretimi yok sayan bir ekonomik anlayışın egemen olduğu, paradan para kazanma anlayışının öne çıktığı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın efendim.

MURAT AKIN (Devamla) - Türkiye'nin demokrasi alanındaki eksikliklerinin de bugün önemli sıkıntılar oluşturduğu, krizin sıkıntılar meydana getirdiği, krizin en önemli iki sorunu olan işsizlik ve yolsuzluğu önemli ölçüde artırdığı ve sosyal dokuyu tahrip ettiği Türkiye'de, bu temel problemleri ortadan kaldırmayı amaçlamayan hiçbir ekonomik programın başarılı sayılması mümkün değildir. Belki kısa vadeli politikalarla para ve sermaye piyasalarına nefes aldırılabilir; ama, toplumun geniş bir kesiminin ihtiyaç duyduğu istihdam, sosyal refah ve gelir artışı gibi hedeflere yönelik adımlar atılmadıkça, krizin sosyal etkileri ortadan kaldırılamaz. Bu amaçla, ulusal bir istihdam politikası oluşturulması zorunludur. İşyeri sayısı artırılmadan, millî gelirin artırılmayacağını, güven meselesinin çok önemli olduğunu, halka güven verilmezse pazarların önünün açılmasının mümkün olmayacağı açıktır.

Yaşanan krizlerin en belirleyici nedenleri, içborç stokunun artık sürdürülemez hale gelmesi, buna bağlı olarak ortaya çıkan aşırı faiz ödemeleridir. Krizlerin yoğun etkisi ve talepteki daralma, gayri safî millî hâsılanın rekor düzeyde küçülmesine neden olmuştur. Türkiye ekonomisi, İkinci Dünya Savaşından sonra, 56 yılın en büyük daralmasını yaşamıştır.

Güçlü ekonomiye geçiş programı, daha çok yapısal reformlar ve finansal piyasalar üzerinde yoğunlaşmış, bu konuda sağlanacak olan iyileşmeler ile reel sektörün de canlanması hedeflenmiştir; ancak, bu varsayım sağlam desteklere ve etkili temellere oturtulmadığından reel sektörde beklenen sonuçlara ulaşılmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, eksüre verdim 2 dakika...  10 dakikaya 2 dakika eksüre verdim. İstirham edeyim efendim...

Buyurun.

MURAT AKIN (Devamla) - Aksine, hareket alanı bulamayan, destek ve teşvik görmeyen reel kesim, kendi kaderine bırakılarak, uçuruma terk edilmiştir. Siyasal yozlaşma ve denetim eksikliğinin, yolsuzlukları ve kayıtdışı ekonomiyi büyüttüğü bellidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, üreten, tasarruf eden, tasarruflarıyla borçlarını ödeyebilen, yeni üretim ve istihdam imkânlarını geliştirebilen bir yeni yapıyı zaman yitirmeksizin oluşturmak zorundadır. Ekonomik ve sosyal açıdan yaşamakta olduğumuz bu zor dönem, her açıdan çağdaş bir yapılanmayla, kamunun yönetilebilir borç yapısına kavuşturulmasıyla, şeffaf bir kamu maliyesiyle sağlanacak güven ortamında ekonominin üretir hali gelmesiyle aşılabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, lüften... Hepsini okumanız mümkün değil. Ben, gruplara 2'şer dakika eksüre verdim; zatıâlinize  de 3 dakika verdim.

Teşekkür ederseniz, memnun olurum.

MURAT AKIN (Devamla) - Daha fazla zaman kaybetmeden bu hükümetin çekip gitmesi ve yerine, güven sağlayıcı ve seçime en kısa zamanda götürecek bir oluşumun, yeni bir hükümetin kurulmasıyla mümkün olacağı düşüncesiyle, 2002 yılı bütçesinin hayırlı olması dileğiyle; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Akın, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile  2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

1. - 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Bir dakika Sayın Başkan, bize bakmadan...

BAŞKAN - Nasıl bakmadım efendim?.. İstirham ederim...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Evet, bu tarafa bakmıyorsunuz.

BAŞKAN - Aman efendim, ben, gözlüğümün altından bakıyorum; ama, size bakarak oylarım, o tarafın ne olduğu belli. İstirham ederim...

2.- 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3. - 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4. - 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Mehmet Ali Şahin, yanlış oy kullandınız, haberiniz olsun... Gözüm üzerinizde...

Sayın milletvekilleri, böylece, 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, 4 tasarının 1 inci maddelerini okutacağım.

2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum:

2002 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir ve Denge

Gider bütçesi

MADDE 1.- Genel Bütçeye dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere 97 831 000 000 000 000 liralık ödenek verilmiştir.

BAŞKAN - 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum:

2000 MALÎ YILI KESİNHESAP

KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 2000 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (46 384 290 611 650 000.-) lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN - 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum:

2002 MALΠ YILI  KATMA  BÜTÇELİ  İDARELER

BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

Ödenekler, öz gelirler, Hazine yardımı

MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2002 yılında  yapacakları  hizmetler  için 8 064 690 610 000 000 lira ödenek verilmiştir.

b) Katma bütçeli idarelerin 2002 yılı gelirleri 300 000 000 000 000 lirası  öz gelir, 5 965 350 810 000 000 lirası Hazine yardımı, 1 799 339 800 000 000 lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet   katkısı olmak üzere toplam 8 064 690 610 000 000 lira olarak tahmin edilmiştir.

BAŞKAN - 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının 1 inci maddesini okutuyorum:

2000 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER

KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Katma bütçeli idarelerin 2000 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (4 208 950 654 280 000.-) lira olarak gerçekleştirilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanun tasarıları ile kesinhesap kanun tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesap kanun tasarılarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır.

Şimdi, alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

5. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, İçel Milletvekili Turhan Güven ve arkadaşları tarafından verilen önerge okutulmuştu malumları olmak üzere. İstanbul Milletvekili Yücer Erdener ve arkadaşlarının önergesi de, bu önergeyle aynı mahiyetteydi.

 Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi hatırlatmak için tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                       

Turhan Güven

Hasan Ekinci

Celal Adan

 

 

 

 

İçel

Artvin

İstanbul

 

 

 

Saffet Arıkan Bedük

İbrahim Konukoğlu

Erdoğan Sezgin

 

 

 

Ankara

Gaziantep

Samsun

 

 

"Madde 10- Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka bir mal rejimi seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal birliği rejimini seçmiş olan eşler altı ay içinde başka bir mal rejimini seçemedikleri takdirde, kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar, eşler arasında, tabi oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma ya da iptal kararlarıyla sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin yasal mal rejimine dönüştüğü hallerde, Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona ermesine ilişkin hükümleri uygulanır."

BAŞKAN - Komisyonun ve hükümetin katılmadığı bu önergeyi oylarınıza sunacağım.

Oylamayı elektronik cihazla yapacağım ve 2 dakika süre vereceğim; karar yetersayısını arayacağım.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Efendim, önerge reddedilmiştir.

Sayın Işılay Saygın ve arkadaşlarının önergesini okutuyorum:

                                           

(1) 724 S. Sayılı Basmayazı 28.11.2001 tarihli 27 nci Birleşim Tutanağına eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                       

Işılay Saygın

Ersin Taranoğlu

Nesrin Nas

 

 

İzmir

Sakarya

İstanbul

Sefer Ekşi                                             Burhan İsen

            Kocaeli                                                    Batman

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş ve mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Saygın, konuşacak mısınız efendim?

IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Türk Medenî Kanunu ile getirilen yasal mal rejimi Türk Kanunu Medenisinde yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejiminin ülkemizde eşler arasında yol açtığı büyük haksızlıkların, özellikle kadınların mağduriyetinin giderilmesi amacını taşımaktadır. Yapılan değişiklikten beklenen amacın bir an önce gerçekleşmesi için, Türk Medenî Kanununun yasal mal rejimiyle ilgili hükümlerinin geçmişe etkili olarak eşlerin evlenme tarihinden itibaren uygulanması gerekir.

Tasarıyı hazırlayan komisyon yukarıdaki gerekçeyle yeni mal rejiminin mevcut evlilikler için eşlerin evlenme tarihinden itibaren geçerli olmasını kabul etmişti. Hükümetin teklif ettiği metinde de 10 uncu madde bu şekliyle yer almıştı. Kaynak İsviçre Medenî Kanununda 1984 mal rejimlerinde yapılan değişiklikte de yasal mal rejiminin mevcut evlilikleri evlenme tarihinden itibaren kapsayacağı hükmü getirilmiştir. Yürürlük Kanunu 9/A-B

Yasal mal rejimi aynen İsviçre Medenî Kanunundan alındığına göre, Yürürlük Kanunu açısından da aynı yol izlenmeli ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda yapılan değişiklikten geri dönülerek 10 uncu maddenin birinci fıkrası yukarıda önerdiğimiz şekliyle kabul edilmelidir.

BAŞKAN - Efendim, hükümetin ve komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir; yani, reddedilmiştir efendim.

Hükümetin önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasından sonra aşağıdaki fıkranın eklenmesini saygılarımla arz ve teklif ederim.

                                                        Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

                                                                 Adalet Bakanı

"Şu kadar ki, eşler, yukarıdaki fıkralarda öngörülen bir yıllık süre içinde mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal rejiminin evlenme tarihinden geçerli olacağını kabul edebilirler."

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı hükümetin önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Son önergeyi, Sayın Orhan Bıçakçıoğlu ve arkadaşlarının önergesini okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 20 nci maddesinin ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                       

Orhan Bıçakçıoğlu

Erol Al

Emin Karaa

 

 

Trabzon

İstanbul

Kütahya

 

Yekta Açıkgöz

Ali Günay

Salih Erbeyin

 

Samsun

Hatay

Denizli

 

İsmail Aydınlı

Işılay Saygın

Sevgi Esen

 

İstanbul

İzmir

Kayseri

"Ancak söz konusu süreler Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu kanununda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur."

BAŞKAN - Efendim, bu zaten bir nevi Komisyonun önergesi... Takdire bırakıyorsunuz herhalde...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim, Komisyonun önergesi bu...

BAŞKAN - Evet, ama, çoğunluğunuz yok; takdire bırakıyorsunuz...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - İmzalarımız var efendim...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Hükümete soralım...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - İmza çoğunluğu var Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İmzalara bakalım.

Evet, Komisyonun önergesi olarak kabul ediyorum, 9 tane imza var efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Sayın Başkan, önergenin mahiyeti nedir? 1 000 küsur maddelik bir tasarı üzerinde...

BAŞKAN - Gerekçesini okutayım efendim, müsaade eder misiniz...

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Verilen bilgi kâfi değil; neyi değiştiriyor, neyi kısaltıyor?..

BAŞKAN - Efendim, istirham edeceğim, daha belli değil ki... Gerekçesini okutup, hükümete sorayım...

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Gerekçesini hükümete soralım.

BAŞKAN - Daha sormadım efendim, gerekçeyi de okutmadım.

Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz...

BAŞKAN - Hükümet katılıyor efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Neye katılıyor efendim, neye?..

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Mahiyetini bilmiyoruz, bir bilgi istiyoruz.

BAŞKAN - Efendim, gerekçeyi okuyorum:

"Türk Kanunu Medenîsinin belirlediği sürelerin, bu kanunun belirlediği sürelerden uzun olması durumunda, söz konusu sürelerin yeni Medenî Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olacağını açıklığa kavuşturmak için hazırlanmıştır."

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, bu gerekçe ne ifade ediyor?

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Ne anlaşılıyor Sayın Başkan?

BAŞKAN - Arif olan anlar...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Anlamadık efendim... Sayın Bakan çıksın anlatsın...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Hayret!.. Kanun yapıyorsunuz!.. Ayıp!.. Ayıp!..

BAŞKAN - Sayın Bakan, kısa bir şekilde izah eder misiniz lütfen...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan, bu kadarı fazla doğrusu... Böyle kanun mu yapılır?!.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Mevcuttan hiçbir farkı yok.

BAŞKAN - Efendim, niye telaş buyuruyorsunuz?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, Sayın Bakan tetkik buyuruyorlar; tetkik etmediği konuya nasıl katılıyorlar?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge, hükümetin katıldığı önerge, zamanaşımı süreleriyle ilgili, hak düşürücü sürelerle ilgili bir hüküm. Bu hüküm, Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 20 inci maddesinin ikinci cümlesi olarak yer almaktadır.

Önce, birinci cümleyi hatırlatmakta yarar görüyorum.

Buna göre, "Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tabi olmaya devam ederler; ancak -şimdi, bu hükümde değişiklik var- söz konusu sürelerin geri kalan kısmı, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, yürürlüğe girmesinden başlayarak, süreler, bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur." Şimdi, bu ifadeyi daha düzgün bir ifadeyle; ama, hükümde hiçbir değişiklik yapmaksızın, önergeyle, Komisyon değiştirmeyi önermiştir.

Önergeye göre yeni hüküm "ancak, söz konusu süreler, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur." Bir örnek vereyim: Eski kanun zamanında otuz yıllık bir zamanaşımı süresi gerekiyor; ama, yeni kanunda yirmi yıl öngörülmüş ise, yirmi yılın dolmasıyla bu zamanaşımı süresi dolmuş olacaktır.

Önerge, bu düşünceyi, bu hükmü daha açık bir şekilde ifade etmektedir. O nedenle, Hükümet olarak, bu önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, yalnız, böyle bir usulümüz yok önergeyi anlamamak diye. Başkanlık olarak, daha evvel, biz önergeyi dağıtıyoruz. Onu kendiniz bulacaksınız; ama, Medenî Kanun çok önemli bir hadise olduğu için, biraz da karışık olduğu için, ben, sıradışı bir iş yaptım; haberiniz olsun.

Efendim, Hükümetin kabul ettiği Komisyonun önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önerge doğrultusunda, alınan karar gereğince, tasarının 1 ilâ 25 inci maddelerinden oluşan bölümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, son söz milletvekilinin efendim. Aleyhte, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu; lehte, İzmir Milletvekili Sayın Işılay Saygın konuşacaklar.

Buyurun Sayın Hatiboğlu.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1 030 maddelik bir kanunu; yani, Kanunu Medenî diye takdim ettiğiniz kanunu müzakere ettik, bitirdik; Allah kabul etsin, buna müzakere denirse. Daha şimdi, bir şeyin tartışmasını yaptık. Sayın Bakan, bir süre okuduktan sonra ancak, bu önergeyle zaman aşımının, sukutu hak sürelerinin tartışıldığını ifade buyurdular.

Değerli milletvekilleri, sukutu hak, hak düşürücü süredir; yani, bir hakkı ortadan kaldırır, biter; itirazı yoktur, temyizi yoktur. Bu kadar çok önemli bir konuyu, ayaküstü bir önerge yazıyoruz ve Sayın Bakan da, hemen orada, daha bakmadan, imzalara bakarak, evet, biz katılıyoruz diyor. Yapmayın, beyler, gelecek nesillerin vebalinden kurtulamazsınız. Yani, evet, kanunun adı Medenî Kanun... Çok açık ifade ediyorum, bedevi düzenlemeler var içerisinde, medenî olmayan düzenlemeler var içerisinde. Ne yapmayı düşünüyorsunuz; aileye huzur mu getireceksiniz; kavgayı genişletiyorsunuz. Mal taksimatı diyorsunuz, mal mı koydunuz millette, neyi taksim edecek?! (SP sıralarından alkışlar)  Miras kavgasına sokuyorsunuz; neyin taksimini yapacak? Yapmayın...

Bakınız, beyler, lütfen, hepimiz, şu particiliği bir kenara bırakalım. Yarınlarımız için çok önemli şeylerdir.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) - Doğru, doğru...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Ben otuz yıl avukatlık yaptım. Korkuyorum, üzülerek ifade ediyorum; ama, mecburum ifade etmeye. Lütfen, şu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra mahkemelerin önüne gidin, listelere bir bakın, davaların hangi türü nereden nereye geldi... Yapmayın, bizim sorumluluğumuz var; hepimizin var. Hepimiz aileyi seviyoruz. Eğer, milletimiz, bütün bu badirelere rağmen hâlâ ayaktaysa, sağlam bir aile yapısının varlığından dolayı ayaktadır. Bu yapıyı sarsarsak, bu yapıyı bozarsak, inanın, bu badirelere devletimiz ve milletimiz tahammül edemez, katlanamaz.

Bu düzenlemeyle, bana diyorlar ki: "Yahu, Hatiboğlu, dile taktın." Hayır, bir dil olarak görmüyorum, bu, bir kültürdür. Yapmayın, maziyle ilgimizi bozuyorlar, gelecekle irtibatımızı bozuyorlar. Bu, bir dildir, sanat... Siz dili reddederseniz, böyle bir dille, bir özgüleme diliyle, hicazkârı nasıl anlayacaksınız, rastı nasıl anlayacaksınız, hüzzamın yerine ne koyacaksınız, karcığarı neyle ifade edeceksiniz?..

"Mâni oluyor halimi takrire hicabım; üzme yetişir, üzme, firakınla harabım." Şu çok sevdiğinizi söylediğiniz, Gazi Mustafa Kemal'in çok sevdiği bu şarkıyı nasıl ifade edeceksiniz, yüreğinize nasıl akıtacaksınız; bundan boşalttıktan sonra... Evet, mâni oluyor halimi takrire hicabım.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Arapçayla değil.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Beyefendi, bu, sanattır. Sayın Aydınlı, bu, sanat; bunu, sana anlatamam; keşke anlatabilsem, bunu sana anlatamam.

Bakınız, bunun sözleri meşhur bir şair hanıma aittir, Nigâr Hanıma aittir; güftesi onun, beste kimin biliyor musunuz; Tatyos Efendinin. Bu sözlerden Tatyos Efendi rahatsız olmamış, İsmail Efendi rahatsız oluyor; bu ne iştir ya Rabbi!.. (SP sıralarından alkışlar) Bu ne iştir ya Rabbi!.. Evet, beyler, yapmayın...

Bakınız, Sayın Başkanım, bu, hani, idama çekilen bir insanın son dileği var ya...

BAŞKAN - Son arzusu...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Son arzusu var ya, benim son arzumdur.

BAŞKAN - Estağfurullah... Allah korusun...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - İzin veriniz...

BAŞKAN - Hayır, siz hiç son olamazsınız.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bir dakika...

Atatürk, Nutuk'ta diyor ki: "Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşturulması, hepimizin görevidir." Kendi benliğindeki güzelliğe... Sizin getirdiğiniz şu uydurma kelimenin, Türk kelimelerinin, Türkçenin kendi benliğiyle ne alakası var?! Siz, kullandığınız bu kelimeyi hangi Türk cumhuriyetinde bulacaksınız?! Bak, Sovyetler Birliği, bir taktik uyguladı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, 3 dakika veriyordum; zatıâlilerinize 6 dakika verdim; takdir sizin...

Buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, lütfen...

Sovyetler Birliği, yani, zalim Stalin, bir taktik uyguladı; bütün Türk cumhuriyetlerinde, ayrı diller, ayrı üslûplar, ayrı ölçüler kullandırdı, birlik ve beraberliği dağılsın, bozulsun diye. Yapmayın, bak, bunlar acıdır.

Ben, bir cümleyle, isterseniz...

Sayın Bahçeli burada mı acaba?..

BAŞKAN - Hayır efendim, yok...

Buyurun siz.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - O yok. Ben, şunu okuyayım efendim.

Buyuruyor ki...

BAŞKAN - Vekilleri burada efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Bahçeli buyuruyor ki...

BAŞKAN - Evet, televizyondan izler sizi.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Hemen bununla bitiriyorum. Sayın Bahçeli buyuruyor ki: "Dil Garabeti: Tasarı oluşturulurken, gerek kullanılan dil ve gerekse yapılan yeni düzenlemeyle, hukuk kültürümüz bir çırpıda yok edilmiştir. Hazırlanan tasarıda, söz ve anlam bozuklukları o kadar fazladır ki, tek tek saymak, göstermek mümkün değildir. Tasarıda, Türkçe tamamen kısırlaştırılmış ve fakirleştirilmiştir. Öztürkçe olması adına yapılan değişiklikler, bir dil garabetidir. Medenî Kanunu bu hale getirmeye, Meclis dahil, kimsenin gücü yetmez" diyor. Sayın Bahçeli, siz yoksunuz; ne olursunuz, telepatik yolla olsun, şu Grubunuza bir haber gönderin; şu Grubunuza, telepatik yolla bir haber gönderin, şuna ret oyu versinler, eğer sözünüzde sadıksanız.

Kusura bakmayın, beni bağışlayın; dile karşı olan hassasiyetimi anlayışla karşılayacağınızı biliyorum...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Çünkü, hepiniz, işaretlerinizle, beni tasdik ediyordunuz; ama, ne yapalım ki, bizim, 21 inci Asrın Adliye Vekili, meşhur bir Adliye Vekili olma peşine düştü ve hepimize zarar veriyor bu düzenlemeyle.

Hepinize saygı sunuyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, özür diliyorum.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim, rica ederim.

Efendim, şimdi, söz sırası, lehte, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, İzmir Milletvekili Sayın Işılay Saygın'da. (ANAP sıralarından alkışlar)

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, şahsıma sataşıldı...

BAŞKAN - Kim efendim?

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Hatiboğlu...

BAŞKAN - Ne dedi efendim?

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - "İsmail Efendi" dedi.

BAŞKAN - Zatıâlinize sataşmadı... Zannetmiyorum...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, bir dakika... Bir dakika... Işılay Hanım konuşsun da...

"İsmail Efendi" dediğini duydum; ama, size mi söyledi, bilmiyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bu salonda "İsmail Efendi" var mı efendim?!

BAŞKAN - Başka "İsmail Efendi" var mı?!

Neyse efendim... Lütfen...

Sayın Saygın, buyurun efendim.

IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk hukuk devriminin simgesi olan 17 Şubat 1926 tarihli Türk Kanunu Medenîsinin yerini almak üzere, günün gelişen sosyal ve ekonomik koşullarına uygun olarak hazırlanmış olan Türk Medenî Kanunu, 22 Kasım 2001 tarihinde Meclisimizde kabul edilmiştir.

Yeni Medenî Kanun 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarının hangi Medenî Kanuna tabi olacağına açıklık getiren Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu da bugün kabul etmiş bulunuyoruz. Böylece, uzun yıllardır Medenî Kanun değişikliği için sürdürülen çalışmalar tamamlanmış bulunmakta, dili de sadeleştirilerek çağın koşullarına uygun hale getirilmiş bulunmakta. Bugün, tarihî bir gün. Bu tarihî günde şahsım adına söz almış olmaktan büyük mutluluk duymaktayım; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen hukuk devriminin temel yasası olan 1926 tarihli Medenî Kanunumuzun aile hukuku bölümünde, kadınlara devrim niteliğinde haklar tanınmıştı. Yeni Medenî Kanunda da en köklü değişiklikler yine aile hukukunda yer almaktadır. Yasal güvenceye kavuşturulurken üzerinde en tartışılan bölüm de, bildiğiniz gibi mal rejimleri olmuştur. Hem yasal mal rejiminin hangisi olacağı hem de yasal mal rejiminin mevcut evlilikler açısından hangi tarihten itibaren uygulanacağı üzerinde görüş aykırılıkları olmuştur. Adalet Bakanı Sayın Türk'ün de geçen akşam bir televizyon kanalında ifade ettikleri gibi, yeni mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma, yeni bir altyapı gerektiriyor; çünkü, eşler, hesap tutmak zorunda kalacaklar ve ailelerimiz de buna hazırlıklı değiller. Sayın Türk, yasal mal rejiminin, mevcut evlilikler bakımından, evlilik tarihinden itibaren uygulaması için, eşler bu konuda mal rejimi sözleşmesi yapabilirler, dedi. Aslında, tasarıyı hazırlayan komisyonun ve üniversitelerimizin medenî hukuk öğretim üyelerinin öngördüğü gibi, yine, eşit paylaşım esasına dayanan paylaşmalı mal ayrılığı yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş olsaydı, hesap tutma, fatura biriktirme gibi zorluklar olmayacak ve mal varlığının tasfiyesi de daha kolay ve daha çabuk yapılabilecekti. Böylece, yeni kanun yürürlüğe girdiği tarihten önceki evlilikler için evlenme tarihinden itibaren daha kolay uygulanabilecekti.

Geçmişe etkili olma durumunu eşlerin mal rejimi sözleşmesi yaparak kabul etmeleri koşuluna bağlayan yürürlük maddesi amaca uygun değildir; çünkü, yetmişbeş yıllık uygulama da göstermiştir ki, ülkemizde eşler arasında mal rejimi sözleşmesi yapma alışkanlığı yoktur. Bu bakımdan, milyonlarca kadının beklentileri boşa gitmiş ve Medenî Kanun değişikliği için yapılan bu özverili çalışmaya, ne yazık ki, gölge düşmüştür.

Bilindiği gibi, 55 inci Mesut Yılmaz Hükümeti zamanında, Medenî Kanun Tasarısı 17 Şubat 1998 tarihinde ilk defa Meclise sunulduğunda yasal mal rejimi olarak paylaşmalı mal ayrılığına yer verilmişti; ancak, 22 Kasım 2001 tarihinde, Medenî Kanun Tasarısının görüşülmesi tamamlandıktan sonra, Sayın Adalet Bakanı ve Adalet Komisyonunun Sayın Başkanı yaptıkları teşekkür konuşmalarında tasarıya emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ederlerken, Medenî Kanun Tasarısını ilk defa 1998 yılında Meclise getiren 55 inci Mesut Yılmaz Hükümetinin Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu'dan bir tek kelime bile söz edilmemiş olmasını üzülerek karşıladığımı belirtmek istiyorum. Oysa ki, altmışbeş milyon Türk Halkı, Medenî Kanun Tasarısının, ilk defa 55 inci Mesut Yılmaz Hükümeti tarafından Meclise getirildiğini çok iyi bilmekte. Bununla birlikte, uzun yıllar beklenen Medenî Kanun değişikliğinin tamamlanmış olmasını memnuniyetle karşılıyorum. Oyum kanunun lehinedir.

Sözüyle ve özüyle çağın koşullarına uygun hale getirilmiş ve 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girecek olan yeni Medenî Kanunun hazırlanmasında ve çıkarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyor; milletimize hayırlı ve uğurlu olması temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Saygın.

Sayın Aydınlı, özür dilerim efendim, bu Mecliste birçok İsmail Bey var; İsmail Köse Bey var, İsmail Bozdağ var, İsmail Cem var...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Burayı gösterdi...

BAŞKAN - Efendim, orayı göstermedi... İsmail Bozdağ da buradaydı, arkanızdaydı...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Hayır efendim; "İsmail Efendi" diyerek burayı gösterdi.

Bir dakika efendim; sorayım.

Sayın Hatiboğlu, İsmail Aydınlı'yı mı gösterdiniz?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, herhangi bir şahsı, yani, herhangi bir üyeyi işaretle belirlemedim. "İsmail Efendi" tabirini kullandım. Eğer arkadaşımız, bu "efendi" sözünden alınganlık gösteriyorsa, onu geri alırım.

BAŞKAN - Efendim "ben kimseyi kastetmedim; ama, arkadaşımız bu sözden alınmışlarsa sözümü geri alırım" diyorlar.

Çok teşekkür ediyorum.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Takıyye yapıyor yalnız.

BAŞKAN - Efendim, takıyye makıyye... Artık, bitti efendim... İstirham ediyorum...

Efendim, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; Allah hayırlı etsin.

Sayın milletvekilleri, bir dakika... Sayın Bakan teşekkür konuşması yapacak; nezaket buyurun.

1 030 madde öbür kanun, 25 madde de bu; yedi sene süren bir macera, değil mi... İstirham ederim... Bırakın, bu eser, Sayın Bakanın büyük dirayetiyle... Hele bugün böyle bir şeyi, Sayın Bakan olmasa zor çıkarırdı diğer bakanlar.

Sayın Bakanım, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Konuşmanızın kısa olacağını ümit ediyorum.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 17 Şubat 1926'dan sonra ikinci kez, medenî hukuk alanında tarihî bir gün yaşıyor. 17 şubat 1926'da Türk Kanunu Medenîsi kabul edilmişti, 22 Kasım 2001 günü yeni Türk Medenî Kanunu kabul edildi; bugün de, Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun oylarınızla kabul edildi.

Ancak, 1926 ile bugün arasındaki bir farka işaret etmekten kendimi alamıyorum. 17 Şubat 1926 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, dönemin Adliye Vekili rahmetli Mahmut Esat Bozkurt ve Komisyon Mazbata Muharriri rahmetli Şükrü Kaya dahil olmak üzere, yalnız 5 hatip söz almıştı ve Türk Kanunu Medenisi oybirliğiyle kabul edilmişti. Şimdi, yeni Türk Medenî Kanunu, beş haftayı aşan bir süre içinde yapılan görüşmeler sonucunda, oybirliğiyle değil; ama, Yüce Meclisin desteğiyle, bütün partilerimizin katkısıyla kabul edildi.

Gerçekten, her iki kanun tasarısının temel kanun olarak görüşülmesi konusunda bütün partilerimiz desteklerini esirgemediler. Burada herkes görüşlerini açıkça söyledi. Zaman zaman çok insafsız ve haksız eleştiriler yapıldı, zaman zaman kanun tasarılarının getirdiği yenilikler çok açık bir biçimde anlatıldı. Bazı arkadaşlarımız, hâlâ, eski dönemlerin düşüncelerinde kaldı, bazı arkadaşlarımız 1920'lerin ifade tarzı içinde kaldı, bazıları 55 inci hükümet döneminde kaldı; ama, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin ihtiyaçlarına ve 21 inci Yüzyılın anlayışına uygun yeni bir Türk Medenî Kanununu yürürlüğe koymaktadır.

Her iki kanun, 1 Ocak 2002'den itibaren yürürlüğe girecektir. Bu kanunların hazırlanmasında emeği geçen bütün Adalet Bakanlarına, bilim adamlarına ve yüksek yargı mensuplarına, bu kanun tasarılarını Türkiye Büyük Millet Meclisine sunan 57 nci hükümetin Başbakanına ve Bakanlar Kurulu üyelerine, bu kanun tasarısını madde madde, ayrıntılı olarak görüşen Adalet Komisyonunun Sayın Başkan ve üyelerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkan ve Başkanvekillerine ve bu kanun tasarılarının çıkmasında katkısı olan bütün partilerimize içtenlikle teşekkür ediyorum.

Bu, gerçekten büyük bir olaydır. Üç partili bir koalisyon hükümetinin Yüce Meclise sunduğu bir kanun tasarısı ve onun yürürlük ve uygulama şekliyle ilgili kanun tasarısı, altı partili bir Meclisten, bu Meclisin eseri olarak, 21 inci Yasama Dönemi Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri olarak çıkmıştır. Her iki kanunun Yüce Milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakanım, Başkanlık Divanında Kâtip Üyeleri unuttunuz. Kâtip Üyeler olmazsa Divan olmaz. Ben, adınıza teşekkür ediyorum.

Özellikle grup başkanvekillerine teşekkür ediyorum. Bir uzlaşma kültürüyle, böylesine devasa bir kanunu çıkardınız, reform yaptınız. Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerine teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 4 Aralık 2001 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler efendim.

 

Kapanma Saati : 22.56

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.