DÖNEM
: 21 CİLT : 76 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 28 inci Birleşim 29 . 11 . 2001 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler ve Önergeler 1.– 4719 sayılı Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli
ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir defa
daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/934) IV.–
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) Görüşmeler 1.– Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı : 596) B) öngörüşmeler 1.– İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin
ve 55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı
ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu
eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu
iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4) V.–
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.– Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın,
Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın konuşması sırasında Partisine ve şahsına
sataşması nedeniyle konuşması VI.– KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.– İzmir Milletvekili Rıfat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2.– Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S.
Sayısı : 724) VII.–
SORULAR VE CEVAPLAR A)YazIlI Sorular ve CevaplarI 1.– Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in,
Safranbolu Köprülü Camiinin kütüphanesinden çalınan kitaplara ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/4624) 2.– Balıkesir Milletvekili İlhan
Aytekin'in, günlük bir gazetenin bir ay süre ile kapatılmasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/4780) 3.– Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın,
bakanlıkça başlatılan bazı operasyonlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/4999) 4.– Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporuna göre gözetim altındayken
öldüğü iddia edilen vatandaşlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım
Yücelen'in cevabı (7/5019) 5.– Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Ağrı Doğubeyazıt İlçesinde düzenlenen bir operasyonda ölen şahsa
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5026) 6.– Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/5060) 7.– Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
İstanbul'da hıristiyanlık propagandası yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5062) 8.– İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in,
Alaçalı Barajı ve Melen Suyu Projeleri ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın
yazılı cevabı (7/5101) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açılarak
iki oturum yaptı. Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol,
taşkömürü ithalatına, İçel Milletvekili Hidayet Kılınç, İçel
İlinde meydana gelen sel baskınlarına, Erzurum Milletvekili Aslan Polat da,
Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna; İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil
edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu
oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın DYP Grubu Başkanlığınca
aday gösterilmiş olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu. 12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda
yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı
Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına, soruşturma açılıp
açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisinin görüşmesiz, Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 285 inci sırasında yer alan
747 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına; 299 uncu sırasında
yer alan 777 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına; 241 inci sırasında
yer alan 670 sıra sayılı kanun tasarısının da 11 inci sırasına alınmasına
ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden
sonra; Kabul edildikleri açıklandı. Yumurta üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu (S.Sayısı: 596) üzerindeki
genel görüşme, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,
ertelendi. Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi
yönetiminde başarılı olamayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik
ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet
Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/23)
görüşmeleri tamamlandı; gündeme alınmasının kabul edilmediği bildirildi. Gündemin " Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha
önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53)
(S.Sayısı: 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı: 666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye İlişkin (1/756, 1/691) (S.Sayısı: 676), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu
(1/753, 1/690) (S.Sayısı: 685); Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından; Ertelendi. İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek 1 bölüm olarak görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk
Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının (1/612)
(S.Sayısı: 724) tümü üzerinde bir süre görüşüldü. 29 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 16.00' da son verildi.
No. : 41 II. – GELEN
KAĞITLAR 29. 11.
2001 Perşembe Raporlar 1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Dağıtma tarihi :
28.11.2001) (GÜNDEME) 2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S.
Sayısı : 773) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME) 3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı:
755) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME) 4.– 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S.
Sayısı : 774) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME) Yazılı Soru
Önergeleri 1.– İstanbul Milletvekili İsmail
Aydınlı'nın, Manisa Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kuruluna ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5174) (Başkanlığa geliş tarihi :
27.11.2001) 2.– Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın,
maaşları kesilen BAĞ–KUR'lu dul ve yetimlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5175) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) 3.– İstanbul Milletvekili Ali Coşkun'un,
Tasarrufu Teşvik Fonunda biriken paraya ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5176) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) 4.– Niğde Milletvekili Doğan Baran'ın,
TÜRKSEV Vakfına para aktarılıp aktarılmadığına
ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5177)
(Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) 5.– Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize'de heyelanlara neden olduğu iddia edilen taş ve maden
ocaklarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5178) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati : 12.00 29 Kasım
2001 Perşembe BAŞKAN :
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP
ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayımız vardır, gündeme
geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının, 4719 sayılı Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun,
18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geri gönderildiğine
ilişkin bir tezkeresi vardır; okutuyorum: III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler ve Önergeler 1.– 4719
sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç
Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın
89 uncu maddesine göre bir defa daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/934) 28.11.2001 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İLGİ: 15 Kasım 2001 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-28558/11946 sayılı yazınız. Türkiye Büyük Millet Meclisince 14.11.2001
gününde kabul edilen, 4719 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun
ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun" incelenmiştir: 1 - 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesinde,
16.06.1983 günlü, 2845 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendinde geçen "313, 314 üncü maddelerinde;" ibaresinin metinden
çıkarılması öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle, Türk Ceza Yasasının 313
ve 314 üncü maddelerinde yazılı suçlarla ilgili davalara bakmak, devlet
güvenlik mahkemelerinin görevleri arasından çıkarılmaktadır. a- Türk Ceza Yasasının 313 üncü
maddesinde, her ne suretle olursa olsun cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak
ya da bu teşekküllere katılmak; 314 üncü maddesinde de, bu teşekküllere yardım
ve yataklık suçu düzenlenmiştir. İncelenen Yasanın 1 inci maddesinin
gerekçesinde "Türk Ceza Kanununun 313 ve 314 üncü maddeler kapsamındaki
teşekküllerin gerçekleştirdikleri amaç, suçların devlet güvenlik mahkemelerinde
ve asıl suç ile birlikte görülmesi konusunda uygulamada farklılık arz eden
yargı kararları bulunması nedeniyle bu durumun ortadan kaldırılması, 313 ve 314
üncü maddeler kapsamındaki teşekkül suçları ile amaç suçların aynı mahkemelerde
görülmesini sağlamak amacıyla söz konusu suçlar devlet güvenlik mahkemelerinin
görev alanından çıkarılmıştır" denilmektedir. Gerçekten, Türk Ceza Yasasının 313 üncü
maddesi ile 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasının 1 inci
maddesinde öngörülen teşekkül ya da örgüt kurma suçlarına ilişkin kurallar aynı
alanı düzenlemektedir. Bununla birlikte, anılan yasalarla
düzenlenen iki suç türü arasındaki farklılık, 4422 sayılı Yasanın 1 inci madde
gerekçesinde, "...Örgütün Türk Ceza Kanununun 313 üncü maddesinde yer
almış bulunan teşekkülden farkı, birkısım haksız menfaatları, çıkarları elde
etmek amacıyla oluşturulmuş bulunmasıdır. Bu bakımdan suçun faillerinde maddede
belirtilen özel kast aranacaktır..." denilerek, vurgulayıcı biçimde
açıklanmıştır. Buna göre, "yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü
kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlar" hakkında 4422 sayılı Yasa
kurallarının uygulanacağı açıktır. Ayrıca, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bir
kararında, "Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesinde düzenlenen suç işlemek
amacıyla 'teşekkül oluşturmak' suçun maddî öğesidir, teşekkül ise iki veya daha
çok kişinin birlikte cürüm işlemek amacıyla birleşmeleridir. Maddede öngörülen suç, hazırlık
hareketlerinin cezalandırıldığı bir tehlike suçu olup, düzenlemeyle müstakbel
suçları önleme amacı güdülmüştür. Yasanın amacı basit bir birleşme olmayıp kamu
için tehlike yaratacak birleşmeyi cezalandırmaktır, suçu basit birleşmeden
ayıran devamlılık, birden fazla suç için bir araya gelme ve sürekliliktir"
denilerek, Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesinde düzenlenen suçun niteliği
açıklanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki, Türk Ceza
Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren suçlara ilişkin davaların,
iş yükünün yoğunluğu nedeniyle devlet güvenlik mahkemelerinin görev kapsamından
çıkarılmak istenilmesi haklı görülemez. Çünkü, bu davaların görüleceği diğer
adlî yargı yerlerinin iş yükü, devlet güvenlik mahkemelerinin iş yükünden daha
az değildir. Ayrıca, devlet güvenlik mahkemelerinin iş yükü sorununun, yeni
mahkemeler açılarak çözümlenebileceği de kuşkusuzdur. Bu nedenle, kapsama giren suçların özel
uzmanlık mahkemelerinde yargılanmasındaki hukuksal ve kamusal yarar da
gözetilerek, Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddelerinde yazılı suçlara
ilişkin davaların devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanından
çıkarılmamasının uygun olacağı düşünülmektedir. b- Öte yandan, Türk Ceza Yasasının 313
üncü maddesi, belirli suçları işlemek için teşekkül oluşturanları değil, her
tür suçu işlemek üzere teşekkül oluşturanları kapsamaktadır. Kapsam alanının bu
sınırsızlığı nedeniyle anılan maddenin, devlet güvenlik mahkemelerinin görev
alanı dışında kalan suçların yanı sıra, bu mahkemelerin görev alanına giren ve
Anayasanın 143 üncü maddesinde açıkça sayılan suçları da kapsadığı ortadadır. Anayasanın 143 üncü maddesinde, devlet
güvenlik mahkemelerinin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü,
özgür demokratik düzeni ve nitelikleri Anayasada belirtilen cumhuriyet aleyhine
işlenen ve doğrudan devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili
davalara bakmakla görevlendirildiği belirtilmiştir. 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasanın 9 uncu maddesinde, Anayasaya
göre devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren konular yönünden bir
ayırım gözetilmeden düzenleme yapılması hukuka aykırı sonuçlar doğurabilecek
niteliktedir. Laik devlet düzenine karşı çalışmalar yapmayı
temel amaç edinen teşekküllerin varlığı yadsınamaz bir gerçek olduğu gibi; kimi
örgütlenmelerin, örneğin, kamuoyunda "Susurluk davası" diye anılan
davanın, devletin iç güvenliğini ve kamu düzenini yakından ve doğrudan
ilgilendirdiğini gözardı etmek de olanaksızdır. Bu tür suçların Türk Ceza Yasasının 313
üncü maddesi kapsamında olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, Yargıtay 8.
Ceza Dairesince, laik düzeni yıkmak amacıyla örgütlenmenin Türk Ceza Yasasının
313 üncü maddesindeki suçu oluşturacağı kabul edilmiş; buna direnen yerel
mahkeme kararı da Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bozulmuştur. Yine, Yargıtayın aynı ceza dairesinin bir
onama kararında, Atatürk'ü anma törenlerini sabote etmek amacıyla örgütlenmenin
Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesindeki suçu oluşturacağı belirtilmiştir. Susurluk'la ilgili dava da Türk Ceza
Yasasının 313 üncü maddesine göre açılmış ve yargılama bu maddeye göre
yapılmıştır. Yukarıda belirtilen eylemler, Anayasanın
143 üncü maddesiyle özel uzmanlık mahkemelerinin görev alanına alınarak,
korunmaya çalışılan demokratik cumhuriyetin temel ilkesi olan laiklik, kamu
düzeni ve iç güvenlikle doğrudan ilgilidir. Bu eylemlerin oluşturduğu suçları
işleyenlerin devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanmaları Anayasanın 143 üncü maddesinin
gereğidir. Buna karşın, 4719 sayılı Yasanın 1 inci
maddesiyle, herhangi bir ayırım yapılmadan ya da ayrık kural konulmadan Türk
Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddelerinin 2845 sayılı Yasanın 9 uncu
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi metninden çıkarılması, kamu düzenine ve
hukuka uygun düşmemekte ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. 2- 4719 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle,
18.11.1992 günlü, 3842 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 31 inci maddesinin
birinci fıkrasının birinci tümcesindeki "4" sayısının metinden
çıkarılması öngörülmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisince 21.5.1992
gününde kabul edilen, 3801 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına, Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun,
Terörle Mücadele Kanununun Bazı Hükümlerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair
Kanun"un 4 üncü maddesiyle, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının
"tutuklama nedenleri"ne ilişkin 104 üncü maddesinde değişiklik
öngörülmüştür. Ancak, bu Yasa, Cumhurbaşkanınca,
Anayasanın 89 uncu maddesi uyarınca bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisine geri gönderilmiştir. Geri gönderme gerekçelerinin yer aldığı
08.06.1992 günlü yazıda, 3801 sayılı Yasanın 4 üncü maddesine ilişkin olarak, "İncelenen Kanunun çerçeve dördüncü
maddesiyle 1412 sayılı Ceza Muhakeme(leri) Usulü Kanununun 104 üncü maddesi
bütünüyle değiştirilerek; sanığın tutuklanmasını gerektiren sebepler arasında
yer alan 'suç devlet veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini
bozan fiillerden bulunur veyahut adabı umumiye aleyhine olursa' şeklindeki
hüküm madde metninden çıkarılmış, ayrıca 'tahkikatın mevzuu olan suçun ağır
cezalı cürümlerden olması' keyfiyeti, sanığın daima kaçacak sayılmasının nedeni
kabul edildiği halde, bu bent dahi madde metninden çıkarılmış; ancak,
soruşturma konusu olan suçun, kanunda öngörülen cezasının üst sınırı yedi
yıldan az olmayan hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi, tutuklama nedeni
sayılabileceği hüküm altına alınmıştır. Bilindiği gibi, 765 sayılı Türk Ceza
Kanununun 13 üncü maddesinde, muvakkat ağır hapis cezası, kanunda tasrih
edilmeyen yerlerde bir seneden yirmidört seneye kadar cezaları kapsamaktadır. Yapılan değişiklikle işlenen suç; devlet
veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini bozan veyahut adabı
umumiye aleyhine işlenmiş olsa dahi, işlenen bu tür suçların kanundaki
cezasının üst sınırı yedi yıldan az olması halinde; sanığın ikametgâhının ve
meskeninin bulunması ve kim olduğunu ispat etmesi durumunda, hâkim tutuklama
yoluna gitmeyecektir. Ayrıca, bu hükmün kanun metninden
çıkarılmış olması, çeşitli yorumlarla takdir hakkının çok değişik bir şekilde
kullanılmasına yol açabilecek ve yakalanmış muhtemel suçlunun tutuklanmaması,
özellikle terörle ilgili suçlarda bir daha yakalanmamasına neden olabilecektir. Bu halde de Türk Ceza Kanununun İkinci
Kitabının Birinci Babını oluşturan 'Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler'
arasında yer almakla beraber, casuslukla ilgili 134 üncü madde, askerî
bölgelere girme, devlet güvenliği ile ilgili belgeleri bulundurmaya ilişkin 135
inci madde, harp zamanında devlet buyruklarına uymamakla ilgili 139 uncu madde,
yabancı hizmetine asker yazmak veya silahlandırmakla ilgili 148 inci madde,
askerî zabıtayı itaatsizliğe teşvik suçunu düzenleyen 153 üncü madde ve
Türklüğü, cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisini, hükümetin, devletin,
adliyenin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif ile ilgili 159 uncu maddesi
kapsamına giren suçları işleyenler, tutuklanmayacaklardır. Bütün bu durum nazara alınarak, 104 üncü
maddede yapılması istenilen değişikliğin değerlendirilmesi ve en az bugün
olduğu gibi (suç devlet veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini
bozan fiillerden bulunur veyahut adabı umumiye aleyhine olursa) bendinin
uygulanması hallerinde, yedi yıllık tahdidin kaldırılmasının yerinde olacağı
düşünülmektedir" denilmiştir. 3801 sayılı Yasanın Türkiye Büyük Millet
Meclisince yeniden görüşülmesi sonucunda 18.11.1992 gününde kabul edilen 3842
sayılı Yasaya, Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçeleri gözetilerek, 31 inci
madde eklenmiş ve madde bugünkü biçimiyle 01.12.1992 günlü Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin
getirilme amacı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu raporunda, "Bilindiği gibi, ülkemizin güneydoğu
ve kısmen doğu bölgelerinde devletimizin hâkimiyeti altında bulunan toprakların
bir kısmını devlet idaresinden ayırmak isteyen terör örgütü, amacına ulaşmak
için her türlü faaliyeti göstermekte; büyük şehirlerimizin bir kısmında da aynı
amaca yönelik muhtelif suçlar işlenmektedir. Ayrıca, yine büyük şehirlerimizde, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasını cebren tağyir ve tebdil ederek, yerine kendi ideolojik
sistemlerini hâkim kılmak için birtakım terör örgütleri faaliyette
bulunmaktadır. Bu suçlar bakımından, görüşülmekte olan kanunla değişik Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun tüm maddelerinin uygulanması bu suçlarla ilgili
mücadeleyi son derece zayıf hale sokacak ve mücadelede başarısızlık, âdeta,
beklenen bir sonuç haline gelecektir. Bu nedenle, Kanuna eklenen 31 inci
maddeyle, tutuklamaya, gözaltında bulundurmaya, sorgulamaya, müdafi yardımından
yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik ve sıkıyönetim
mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında bu
Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20, 22, 24 ve 30 uncu maddeleri ile
değişiklik yapılmadan önceki Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerinin
uygulanacağı hükme bağlanmıştır" biçiminde açıklanmıştır. İncelenen 4719 sayılı Yasanın 2 nci
maddesiyle öngörülen değişiklik ise, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 3842
sayılı Yasayla değişik 104 üncü maddesinin, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa kapsamına giren suçlar yönünden de
uygulanmasını öngörmekte ve genel hükümlerle koşutluk sağlanmasını
amaçlamaktadır. Ancak, 11 Eylül 2001 günü Amerika Birleşik
Devletlerinde yaşanan terör olayları, bütün dünyayı, uluslararası terörizm
konusunda yeni tanımlamalar yapmaya ve terörle savaşımda ortak yeni
düzenlemeler geliştirmeye yöneltmiş, bilgi ve teknoloji çağını yaşayan dünya
düzenine yönelik öncelikli tehdidin terörizm olduğunun kabulünü zorunlu
kılmıştır. 3801 sayılı Yasanın, Anayasanın 89 uncu
maddesi uyarınca bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine
geri gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığınca ortaya konulan gerekçeler ile
3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin amacını açıklayan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Adalet Komisyonu raporunda yer verilen gerekçeler, haklılığını ve
geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla, 3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin
getiriliş amacının ortadan kalktığından söz etmek olanaklı değildir. Ayrıca, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri
Usulü Yasasının 104 üncü maddesinin, 3842 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten
önceki biçimiyle uygulanması, devlet güvenliğiyle doğrudan ilgilidir.
Uluslararası kurallarda devlet güvenliğine tanınan özel konum, özgürlükçü
demokrasilerin bu konudaki duyarlılığını göstermesi yönünden önemlidir.
Dolayısıyla, bir yandan özgürlükçü demokratik rejimi savunurken, öte yandan
devlet güvenliği konusuna duyarlı yaklaşmak bir çelişki olmayacaktır. Kaldı ki, 1412 sayılı Yasanın 104 üncü
maddesinin değişik biçimiyle uygulanması, yolsuzlukla savaşımı zayıflatacak
niteliktedir. Bu nedenle, incelenen 4719 sayılı Yasanın
2 nci maddesiyle getirilen değişikliğin, terörizmle savaşım ve devlet güvenliği
yönünden olumsuz etkiler, eksiklikler ve yetersizlikler yaratabileceği göz
önüne alınarak yeniden değerlendirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. 3- 4719 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde,
30.07.1999 günlü, 4422 sayılı "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele
Kanunu"nun 1 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "veya kişileri
kendilerine tabi kılmaya zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle
olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak" ibaresinin metinden
çıkarılması öngörülmüştür. 4422 sayılı Yasanın genel gerekçesinde de
belirtildiği gibi, çağımızda terörizm ve ekonomik suç yanında çıkar sağlamaya
yönelik suç örgütleri türemiştir. Bu suç örgütleri, kamu otoritesini
uğraştıran, devletleri maddî ceza hukuku ve usul hukuku yönünden yeni, ayrık
kurallar ve kurumlar oluşturmaya zorlayan hukuk ihlalleri ortaya çıkmış
bulunmaktadır. Batı ülkelerinde "organize örgütlü suçluluk" olarak da
adlandırılan bu suçu cezalandırmak ve kişileri bu gibi eylemlerden caydırmak
için özel düzenlemeler yapılmaktadır. Çıkar sağlamaya yönelik suç örgütlerinin
ülkemizde de ortaya çıkması, özellikle kamusal ve özel bankalarla kamu
ihalelerini hedef alan çıkar amaçlı suç örgütlerinin toplumun huzurunu bozacak
boyuta ulaşması ve kamu kaynaklarının bu suç örgütlerince yağmalanması, konunun
özel olarak düzenlenmesini gerektirmiştir. Haksız çıkar sağlamak amacıyla ve
yıldırma, korkutma ya da sindirme gücü çeşitli biçimlerde kullanılarak kurulan
örgütü oluşturan kişiler arasındaki ilişkiler, teknolojik olanaklardan da
yararlandıkları için oldukça karmaşık ve kanıtlanması güç duruma gelmiştir. Bu
nedenle, söz konusu ilişkilerin açığa çıkarılması özel usul kuralları
gerektirmektedir. Üstelik, çıkar amaçlı suç örgütlerinin
ilişkileri her zaman cebir, şiddet ya da zorbalık kullanılarak da
yürütülmemektedir. Örneğin, banka kaynaklarının kurutulmasında, bu kaynakları
kendi özel çıkarları için kullananlar arasında cebir, şiddet ya da tehdit
değil, karşılıklı çıkar birliğine dayalı anlaşmalar söz konusudur. Ülkemizde son yıllarda yaşanan gelişmeler
karşısında çıkar amaçlı suç örgütlerinin ortaya çıkarılması ve cezalandırılması
için özel yöntemler öngörülen 4422 sayılı Yasa kabul edilmiş ve yaklaşık üç yıl
önce yürürlüğe konulmuştur. Aradan çok kısa bir süre geçmiş olmasına
ve toplumumuzda yaşanan, düzenlemeyi haklı kılacak olumsuz gelişmelere karşın,
incelenen 4719 sayılı Yasanın 3 üncü maddesiyle, 4422 sayılı Yasanın 1 inci
maddesinin birinci fıkrasındaki "veya kişileri kendilerine tabi kılmaya
zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli
işbirliği yapmak" ibaresinin metinden çıkarılması, bu tür suçları
işleyenlerin devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanmalarını önleyecektir. Öngörülen değişikliğe göre, söz konusu
suçları işleyenler, yasal öğelerin oluşması durumunda genel kurallara göre ve
genel yetkili adlî yargı yerlerinde yargılanabilecektir. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta,
genel yetkili adlî yargı yerlerinde görev yapan yargıç ve savcıların 4422
sayılı Yasada öngörülen yetkilerle donatılmamış olmalarıdır. Dolayısıyla, bu
tür suçların genel yetkili adlî yargı yerlerinde görülmesi durumunda, sanıklar
arasındaki ilişkilerin niteliği, derinliği ve karmaşıklığı nedeniyle olayın
gerçek faillerinin ortaya çıkarılması her zaman olanaklı olmayabilecektir. Bu nedenle, kamu düzeninin ve toplum
huzurunun ağır biçimde ihlal edileceği de göz önünde tutularak 3 üncü maddenin
ilgili bölümünün yeniden değerlendirilmesinde kamu yararı bulunduğu
düşünülmektedir. 4- 4719 sayılı Yasanın geçici 1 inci
maddesiyle, bu Yasanın 1 inci maddesinde yapılan değişikliğe koşut olarak, Türk
Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren suçlarla ilgili
soruşturma, yargılama ya da temyiz aşamasında bulunan dosyalara ilişkin
yapılacak işlemler düzenlenmiştir. a- İncelenen 4719 sayılı Yasanın 1 inci
maddesinin yeniden görüşülmesi sonucunda Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü
maddeleri kapsamındaki suçlara ilişkin davaların devlet güvenlik mahkemelerinin
görev alanında bırakılmasının kabul edilmesi durumunda, Yasanın geçici 1 inci
maddesine gerek kalmayacağı açıktır. b- Mahkemelerin görevlerini belirleyen
usul hukukuna ilişkin kurallar, kamu düzeninden sayılırlar. Sanık yararına olan
usul hukuku kurallarının geriye yürümesi ise, hukukun genel ilkelerindendir. Dolayısıyla, 4719 sayılı Yasanın 1 inci
maddesindeki düzenleme karşısında, Türk Ceza Yasanının 313 ve 314 üncü
maddeleri kapsamındaki suçlarla ilgili soruşturma, yargılama ya da temyiz aşamasında bulunan dosyalarının
yetkili cumhuriyet başsavcılıklarına ya da yetkili yargı yerlerine
gönderilmelerini öngören geçici 1 inci madde düzenlemesinin, hukukun genel
ilkelerine uygun olduğu söylenebilir. Ancak, bu devir işlemlerinin ve bu işlemlerden sonra yetkili ve
görevli mahkemelerde yeni baştan yargılamaya başlanmasının uzun süre alacağı,
davaların sürüncemede kalacağı ve hatta zamanaşımına uğrayacağı, mahkemelerin
iş yükü de gözetildiğinde, yaygın ve haklı bir toplumsal kanıdır. Öte yandan, Türk Ceza Yasasının 313 üncü
ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren ve devlet güvenlik mahkemelerinde
görülmekte olan davalardan kimilerinin konuları ve sanıklarının durumu, temiz
toplum düzenine duyulan derin özlem nedeniyle, toplumda büyük bir duyarlılık yaratmıştır.
4719 sayılı Yasanın geçici 1 inci
maddesinin yürürlüğe girmesi durumunda, kamuoyunun bunu, kimi kişilerin
korunması amacıyla özel nitelikte yasa çıkarıldığı biçiminde algılaması güçlü
bir olasılıktır. Bu durum ise, hem kamu vicdanını derinden yaralayacak hem
hukuk devleti ilkesine gölge düşürecek hem de devlete ve yargıya olan güveni
sarsacaktır. Yukarıda (1/a) sayılı bölümde açıklandığı
gibi, Anayasanın 143 üncü maddesi gözetilerek, 4719 sayılı Yasanın 1 inci
maddesinde yeni düzenleme yapılması durumunda önceki paragraflarda belirtilen
olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü
maddeleri kapsamına giren ve halen devlet güvenlik mahkemelerinde görülmekte
olan davaların, yine bu mahkemelerde sonuçlandırılacağı yolunda bir düzenleme
yapılması, üstün kamu yararının bir gereği olarak değerlendirilmiştir. Açıklanan gerekçelerle, yayımlanması
kısmen uygun bulunmayan 4719 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı
Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun" 1, 2 ve 3
üncü maddeleri ile geçici 1 inci maddesinin, Anayasanın 4709 sayılı Yasa ile
değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir
kez daha görüşülmesi için ekte geri gönderilmiştir. Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmına geçiyoruz. Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22
arkadaşının, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan
(10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 596 sıra sayılı raporu
üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız. IV.– GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) Görüşmeler 1.– Yumurta
Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin
Belirlenmesi Amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S.
Sayısı : 596) BAŞKAN - Komisyon?..Yok. Ertelenmiştir. Sayın Milletvekilleri, Genel Kurulun
28.11.2001 tarihli 27 nci Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 2 nci
sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının,
bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu,
gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı
maddelerine uyduğu iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın
hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin görüşmelerine başlıyoruz. B)
ÖNGÖRÜŞMELER 1.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 Arkadaşının, Bakanlığı Döneminde
Usulsüzlük ve Suiistimallere Yol Açtığı ve Göz Yumduğu, Gerekli Tedbirleri
Almayarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun
228, 230, 240 ve 346 ncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Bayındırlık ve İskân
eski Bakanı Koray Aydın Hakkında Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi (9/4) BAŞKAN - Bu görüşmede, sırasıyla, önergeyi
verenlerden ilk imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine,
şahısları adına üç üyeye ve son olarak da, hakkında soruşturma istenmiş bulunan
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın'a söz verilecektir. Konuşma süreleri 10'ar dakikadır. Meclis soruşturması önergesi, Genel
Kurulun 15.11.2001 tarihli 21 inci Birleşiminde okunmuş ve bastırılarak, sayın
üyelere dağıtılmıştır; bu nedenle, soruşturma önergesini tekrar okutmuyorum. Şahısları adına söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş,
Konya Milletvekili Veysel Candan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç. Tabiî, Sayın Arınç, aynı zamanda, önerge
sahibi sıfatıyla başlangıçta konuşma yapacak. Birleştirme şansımız yok; çünkü,
bir başlangıçta, bir sonda, artık öyle gideceğiz. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Önemli değil, tamam. BAŞKAN - Önerge sahibi sıfatıyla, Manisa
Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun. (AKP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı
olmasını diliyorum. 56 milletvekilimizin imzasıyla, bakanlığı
döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli
tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla, Bayındırlık
eski Bakanı Sayın Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasını talep
ettik. Bu konuyla ilgili olarak, imza sahibi sıfatıyla söz almış bulunuyorum. Ayrıca, şahsım adına söz talebim de var;
ama, arada başka arkadaşlarımız olduğu için, bunu birleştirmek mümkün olmadı.
İki defa kürsüye geleceğim, huzurlarınızı işgal edeceğim. Bu sebeple, Sayın
Aydın hakkında söylenebilecekleri iki bölüm halinde toplamak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan,
9.6.1999'da güvenoyu alan 57 nci Ecevit Hükümetinde 5 Eylül tarihine kadar
aralıksız, takriben ikibuçuk yıl Bayındırlık Bakanlığında bulunmuştur. Bu
ikibuçuk yıllık süre içerisinde, Bayındırlık Bakanlığıyla ilgili olarak çok
şeyler söylendi ve yazıldı; ama, Meclisimiz açısından önemli olan husus,
bunlardan Sayın Bakanla ilgili olarak verilen iki önergedir. Birisi, 27 Şubat 2001 tarihinde, Fazilet
Partisi adına, deprem konutlarıyla ilgili ihalelerin yapılış şekli ve altyapı
hizmetlerinde uyguladığı yanlış politikalarla devlete zarara uğrattığı ve afet
kararnameleriyle belediyeler arasında partizanlık yaptığı iddiasıyla Sayın
Bakan hakkında verilen gensoru önergesidir, reddedilmiştir. Bir diğeri de, 10 Ekim 2001 tarihinde,
Doğru Yol Partisi adına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili
yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Ecevit hakkında verilmiş
olan gensoru önergesidir. Her iki önerge de görüşülmüştür ve reddedilmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu gensoru
önergelerinde dikkati çeken birkaç konuyu, sözlerimin başında, tekrar ifade
etmek istiyorum. Sayın Sökmenoğlu, Sayın Çakmaklı'yı rahat
bırakırsanız, belki kendisiyle ilgili konuşacaklarım da olabilir, dikkatini
dağıtmayın lütfen. Değerli arkadaşlarım, 27 Şubat 2001
tarihinde konuşulurken, Fazilet Partisi adına konuşan Sayın Candan, sözünün
başında bir şey ifade ediyor, diyor ki:"Arkadaşlar, şimdi, size, bir bilgi
arz edeceğim. Bu bilgide, bugün, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan
zatla ilgili olarak Ankara Valiliğine bir yazı yazılmış; aynen deniliyor ki:
'Teftiş Kurulu ve Bakan onayı var. Bu, yukarıda adı verilen şahıs, birtakım
usulsüzlüklere ve yolsuzluklara neden olduğu anlaşıldığından, adı geçene,
bundan böyle malî işlemlerle ilgili hiçbir görev verilmemesi gerekmektedir.
Kadir Yıldırım, Personel Daire Başkanı.' Bu, Ankara Valiliğinin yazdığı
yazıdır. Peki, Sayın Bakan ne yaptı; Sayın Bakan, aldı bu kişiyi, müsteşar
yardımcısı yaptı. Değerli arkadaşlar, basına bu nasıl
intikal etti: 'Kedi yine geri döndü.' Nasıl intikal etti: 'Skandal atama.' Değerli arkadaşlarım, bakın, insaflı bir
MHP milletvekili, bu bürokrat hakkında ne söylüyor: 'İhalelerde yüzde alıyor
diye iddialar var.' Söyleyen bir MHP'li milletvekili. Basında tekzip edilmedi.
O açıdan, Bayındırlık Bakanlığındaki usulsüzlük ve yolsuzlukların çıkış
noktası, milat olarak kabul edilebilir" diyor. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, uzun
bir konuşma yapıyor, kendisini savunuyor, deprem ihaleleriyle ilgili olarak çok
iyi çalışıldığından, süresinden önce de bunların bittiğinden bahsediyor. MHP
adına konuşan Kocaeli Milletvekili de "el hak bütün bunlar doğrudur,
vallahi de billahi de tallahi de bütün bunlar iftiradır, Sayın Bakan çok
tertemiz bir insandır" diyor. Ben, buradan okuyorum. Sayın Bakan da, son cümlesinde,
Hucûrat Suresi 12 nci ayeti okumak suretiyle "zannın çoğundan sakının;
zira, zannın bazısı vardır ki, günahtır. Cenabı Allah, bizi, bilerek insanları
zan altında bırakan kullarından eylemesin" diyor. Burada yazmıyor; ama,
pek çok arkadaşımızın "amin" dediğini biliyorum. Değerli arkadaşlarım, 10 Ekim 2001
tarihinde, Sayın Mehmet Sağlam ve arkadaşları, Grubumuzdan da Mehmet Ali Şahin
Beyle konuşmuşlar; tabiî, o tarihte, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun
operasyonu başlamış; konuşulanlar var, şirketler var, 7 trilyon ciro yapan
şirketlerdeki ortaklıklar var vesaire; ama, burada, enteresan bir açıklama var.
Sekiz ay evvel Sayın Veysel Candan'ın ortaya koyduğu belgeye karşı, Sayın Bakan
ve MHP sözcüsü hiçbir şey söylememişken, sekiz ay sonra, Sayın Bakanın değerli
hemşerisi Orhan Bıçakçıoğlu arkadaşımız çok önemli bir açıklama yapmış;
açıklamasında diyor ki: "Sizin o bahsettiğiniz müsteşar yardımcısı var ya,
bu tutuklanan adam o değil." Ne hikmetse, aklıma Nasreddin Hoca geldi.
Nasrettin Hoca çok kızmış birisine, sokağın içerisinde bağırıyor:
"Hırsızlar!.. Uğursuzlar!.. Edepsizler!.." Herkes, bakmaya başlamış.
Kimisi balkondan, kimisi pencereden, kimisi sokak kapısından; Hoca'yı bu kadar
kızdıran ne acaba?.. Şimdi, yüzlerce insan başı pencerelerden, bacalardan,
balkonlardan sarkınca, Hoca kendi kendine söylenmiş "Allah Allah, ne kadar
da çoklarmış" demiş. Sayın Veysel Candan bir kişiden
bahsetmişti; meğer, bir kişi daha varmış herhalde. Başkaları da var mı, yok mu
bilmiyorum; ama, şu anda, iddianameye sıra geldiğinde, kaç kişi olduğunu -en
azından, şimdilik- İller Bankası Operasyonu bitmediği için şimdilik kaç kişi
olduğunu, en azından iddianameden öğrenmiş olacağız. Değerli arkadaşlarım, 1995'te Parlamentoya
girdim. Birisi bana şu öğüdü verdi: "Bak, 1983'te, 1987'de ANAP tek başına
geldi; hatta, 1987'de 292 milletvekili vardı. Bu parti bitti, bitiyor. Neden;
çünkü, müteahhitlerle ilişkileri o kadar kötü oldu ki, sıfırlanıyor" dedi.
Arkasından 1989'da SHP rüzgarı vardı. SHP'de inişe geçti. "Bak, o da müteahhitlerle
ilişkiler yüzünden inişe geçti; aman, siz, dikkat edin, adam olun da, kendi
partileriniz bu tür ilişkilerin içerisine girmesin" dediler. Müteahhitler de ticaret erbabı, içimizde
de pek çok değerli arkadaşımız var; ama, ne hikmetse, kamu ihalesi alan öyle
müteahhitlerin adı çıkıyor ki, hele hele çok netameli olan Bayındırlık ve İskân
Bakanlığında öyle kirli ilişkilere giriyorlar ki, bana verilen öğüdü pek
çoğunuzun paylaştığına inanıyorum. Demek ki, Bayındırlık ve İskân Bakanlığını
alan bir parti ve özellikle, orada bakanlık noktasında çalışmaya başlayan bir
değerli bakanın, çok inançlı, çok kararlı, sözünün eri, etrafını gözeten,
kollayan, nerede ne oluyor bitiyor diye merak eden birisi olması lazım. Yoksa,
eğer kamu ihalesi alan bir müteahhit, bir partide ön sıraya gelebilmek için,
hatta seçilme garantisi olan bir yere gelebilmek için 500 milyar lirayı gözden
çıkarıyorsa, yetmedi, az bile söyledim, bir başkası 1 trilyonluk masraf yapmayı
göze alabilmişse, bu iş netameli bir iştir. Bunun için, çok dikkatli, çok
anlayışlı, milletin menfaatını gözeten, hakikaten vazifesi başında hiçbir şeyi
kaçırmamaya çalışan insanların olması lazım. Bunların en güzel örneği Sayın
Mustafa Yılmaz'dır. Burada mı kendisi bilmiyorum; ama, SHP döneminde
Bayındırlık Bakanlığına getirilmişti, sanıyorum bir kaç ay sonra "bana
allahaısmarladık, ben bu yapıyı düzeltemiyorum" diye istifa etmişti. Değerli arkadaşlarım, "beratı zimmet
asıldır" biz buna inanıyoruz, insanın suçsuzluğu esastır. Hiçbir delil
olmadan, kimse hakkında konuşmak ve hele hele onu alabildiğine suçlamak namuslu
bir insanın işi değildir, doğru bir iş değildir; yanlış bir iştir. Bizim
burada, bu önergeyi vermemizin tek sebebi, gerçeklerin ortaya çıkmasıdır, bir
sayın bakanın, onun çok önemli bir partisinin ve Türkiye'de dürüstlük paydasını
esas alan bütün milletvekillerinin yapacağı bir iş olduğu için huzurlarınıza
getirmiş bulunuyorum. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi bu
olayları kısaca bir tahlil etmekte fayda var. Bunlardan bir tanesi, bildiğiniz gibi,
vurgun operasyonu başladığında, Sayın Bakanla, onun şirketleriyle ilgili bazı konular önce görüşüldü.
Düşünebiliyor musunuz, deprem tarihinin en büyük felaketini yaşamış Türkiye ve
Bayındırlık Bakanlığı bu konuyla çok yakından ilgili, bu bakanlığın başında da,
özellikle serbest ticaret hayatından gelen bir arkadaşımız var. İnşaat
ihaleleri açısından devletin en önemli bakanlık koltuğuna oturan, hem inşaat
işi yapan hem bakanlık koltuğuna oturduktan sonra da ve hele hele, deprem
felaketine uğradıktan sonra Türkiye, babasıyla birlikte ortak inşaat şirketi
kuran, hem de bu şirkette, kendisinin bakanlığından deprem ihalesi alan
şirketlerle alışveriş yapan, bunlar konuşulmaya başlandığında,
"Bakanlığımdaki Marksistler bunları tezgâhlıyor" bahanesine sığınan,
sonunda da "ne yapayım canım, 7 trilyonluk ciro yapmışım, bu fazla bir kâr
sayılmaz... " (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içinde
toparlayınız. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hesap levhasına
bakıldığı zaman, 7 trilyonlukla kesinlikle mukayese edilmeyecek ölçüde ve
düzeyde bir vergi ödediği belli olan, bunun karşılığı, makam odasından
şirketlerini yürüten bir sayın bakanla karşı karşıyayız. "Ne yapayım, aç mı kalayım, ticaret
yapmayıp da; yani, bu şirketlerdeki ortaklıklarımı bıraksa mıydım?! İhale
işlerini yaparken, benim de, orada, tesisat malzemeleri satan dükkânım varsa,
bu müteahhitlerin birkaç tanesi de buradan alışveriş etmişse -ne gariptir ki,
birkaç alışveriş, 7 trilyon lira tutuyor ciro itibariyle- bunlar masum
şeylerdir" demeye getiriyor; ama, bunların hiçbirisi siyasî ahlaka
sığmıyor; çünkü, kendi resmî işiyle özel çıkarları arasında, gerçekten önemli
bir çatışma var. Değerli arkadaşlarım, bu operasyon
başladıktan sonra, hem kendisi hem de MHP, kamuoyunda çok önemli puanlar
kaybetti. Şirketleriyle ilgili iddialar ve bunun yanında, Bakanlıkta olup
bitenler örtülmeye çalışıldı; ama, örtülemedi. Biraz sonra devam edeceğim konuşmama. Çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Arınç. Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Nazif
Okumuş; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin ve 55
arkadaşının imzasını taşıyan, Bayındırlık eski bakanı Sayın Koray Aydın'ın,
bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı iddiasını kapsayan
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge üzerinde kişisel görüşlerimi
açıklamak üzere söz almış ve huzurlarınıza çıkmış bulunmaktayım; öncelikle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem arkadaşlar, hepimizin malumu ki,
cumhuriyet tarihimizin en ciddî ekonomik ve sosyal süreçlerinden birini
yaşamaktayız. Bir taraftan, 57 nci hükümetle, Türk Milletinin yıllardır arzu
ettiği, ancak hiçbir dönemde gereği yerine getirilemeyen yolsuzlukla mücadele
edilmekte; diğer yandan, dünyadaki gelişmelere paralel yaşanan ekonomik
krizlerin açtığı sosyal depremlerin ortadan kaldırılmasına çalışılmaktadır.
Böylesine bir süreçte, yaklaşık ikibuçuk yıldır Bayındırlık Bakanlığını yürüten
ve sadece cumhuriyet tarihimizin değil, dünyanın da geride kalan 20 nci Asırda
yaşadığı en büyük felaketlerden biri olan Marmara Bölgesinde yaşanan dramların
ortadan kaldırılmasında büyük başarılara imza atmış Sayın Koray Aydın hakkında
verilen böylesine bir önergenin tartışmasında yer almaktan oldukça üzüntülüyüz;
çünkü, bu önerge, daha baştan, anayasal ve yasal zeminlere tamamen ters
düşmektedir. Gönlümüz arzu ederdi ki, az önce burada konuşan ve değerli bir
hukukçu olduğuna inandığımız AKP Grup Başkanı Sayın Arınç, meselenin bu
tarafına da baksın ve meslekî performansını da dikkate alarak, asıl yasal ve
anayasal zeminde bugünkü bu önergenin altını beslemeye çalışsın. Çünkü, Türk
Ceza Kanununun çeşitli maddelerine dayanılarak Sayın Aydın hakkında bu
önergeyle soruşturma açılmasını isteyebilen, bilerek veya bilmeyerek bu
önergeye imza atmış sayın milletvekilleri, üstelik, Anayasanın 100 üncü maddesi
uyarınca, bu eylemlerini Yüce Meclis gündemine taşırlarken, hem yasalara hem de
Anayasaya ters düşmüşler, hatta yasal ve anayasal suç işlemekle karşı karşıya
kalmışlardır. Özellikle, önergede imzası olan sayın
milletvekillerine hatırlatmak isteriz ki, bu kürsüden daha iki yıl önce yapılan
bir savunmada, imzası bulunan sayın milletvekillerinin çoğunun grup arkadaşı
olan bir eski bakan, kendisini savunurken ve bu arkadaşlarımız da onun
sözlerini alkışlarla destekleyip hak verirken, çok daha farklı bir atmosferde
idiler. Hafızalarda bütün tazeliğiyle yerini tutan, Türk Milletinin gözleri
önünde cereyan eden o konuşmada, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmış ve
hakkındaki iddialar üzerine, bu kürsüden kendisini savunmuş olan eski Sayın
Bakan şöyle diyordu: "Anayasanın 138 inci maddesinin, 'Mahkemelerin
Bağımsızlığı' başlıklı maddesinin bir cümlesi aynen şöyledir: Görülmekte olan
bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili
soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz"
ve o bakan, devamında şöyle diyordu: "Yasama ve yürütme organları ile
idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez." Dolayısıyla, bugün, bu soruşturma
önergesine imza atan arkadaşlarımıza, o dönemde, aranızdan çıkan ve
komisyonlarda yapılan çalışmaların ardından, Yüce Mecliste kendini savunan bu
eski bakana verdikleri desteği hatırlatmak isteriz. Ya o gün yasaları
çiğnediler, Anayasayı dikkate almadılar ya da bugün; ya o gün, her zaman olduğu
gibi, takiyye yaptılar ya da bugün, aynı takiyyenin versiyonunu
geliştirdiler... Söylesinler bakalım... ASLAN POLAT (Erzurum) - Takiyyeyi sen
yapıyorsun. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Konuşma!..
Konuşma!.. NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Söyleyin bakalım,
yaptıklarınızın, söylediklerinizin ve davranışlarınızın hangisi doğru;
hangisine sahip çıkarsınız bugün burada?! Sayın milletvekilleri, hepimizin yürekten
arzu ettiği şeffaf devlet anlayışını, ancak, hepimiz yürekten sahiplendiğimizde
gerçekleştirebiliriz. Hepimiz, bu inancı, millet adına taşıdığımızda hayata
geçirebiliriz. Anayasayı ve yasaları kendimize göre yorumlamadan, kendimiz için
doğru kabul ettiklerimizi karşımızdakiler için de doğru kabul ettiğimizde, demokratik
platformu sağlam temeller üzerine oturtabiliriz. Oysa, üzülerek ifade etmek
gerekir ki, bugün, bu Yüce Mecliste görüştüğümüz soruşturma önergesine imza
atan sayın milletvekillerinin önemli bir kısmı, daha vahim ve daha ileri,
üstelik belgeleri ve bilgileri açıkça ortaya konmuş meselelerde tam tersi tavır
ve davranış sergilemişlerdir; bugün de sergilemektedirler. İşte, İstanbul Büyük Şehir Belediyesindeki
gelişmeler bütün canlılığıyla önümüzdedir. Türk Milleti, hemen her gün, yeni
bilgilerle ve belgelerle âdeta şok olmaktadır. Bazıları, bu gelişmeleri,
devekuşu misali, kafalarını gömerek yok ettiklerini sanıyorlarsa, koskoca
vücutları onları apaçık ele vermektedir. Türk Milleti "getirdik, diktik,
kurudu" mantıklarıyla savunulmaya çalışılan milyonlarca dolar para
pompalama yollarını, ibretle ve dehşetle izlemektedir. Türk Milleti, hesabını
sorduğu milyonlarca dolarların kaynağını, bir bisküvi fabrikasının bayiliğiyle
açıklayan ve zenginliğinin adresi olarak gösterenleri ve bu sözleri
destekleyenleri hafızalarına kaydetmektedir. Açıkça ifade ediyoruz "hadi canım sen
de" üslup ve vurdumduymazlığıyla, çıkarcılığıyla bu meseleyi
geçiştirenler, vicdanî ve cezaî hiçbir bilgi ve belgesi olmayan bugün
görüştüğümüz konularda ise, sadece gündemi değiştirme yarışındadırlar. Herkesin
bir hesabı vardır; ama, Yüce Allah'ın da bir hesabı vardır. Bayındırlık Bakanlığında yaşanan ve
başlatılan soruşturmanın, daha ilk günü koro oluşturup yüksek sesle
"istifa" daveti çıkaranlar, acaba nelere figüranlık yaptılar, nelerin
yaşanmasına imza attılar? Bu ülkede öyle siyasetçiler var ki,
haklarında, günlerce değil, haftalarca; haftalarca değil, aylarca; hatta,
aylarca değil, yıl boyunca envai çeşit iddialar, üstelik belgeleriyle
getirildi, kondu da, hiçbiri, milletin arzu ve isteğini göze alarak, o
koltukları bırakıp milletin arasına dönme cesaretini gösteremedi. Bugün, devletimiz, bakanlığımız ve
hükümetimiz yaralanmasın diyerek, kendini, kamu vicdanına, kamunun emrine
havale etmiş bir bakanın soruşturmasıyla karşı karşıyayız. Türk siyasî
tarihinde, böylesine ilkeli ve tutarlı davranışların sayısının ne kadar
olduğunu da Yüce Meclisin sağduyusuna havale ediyoruz. Bugün, Bayındırlık Bakanlığındaki
soruşturma kapsamında yaşananları, insan hakları, demokrasi ve hukuk üçgeninde
değerlendirmeyi akıllarından bile geçirmeyenler, hemen ardından, İstanbul'da
başlayan büyükşehir operasyonunda, bu kavramların ardına sığınarak tacirlik
şampiyonu oldular. İstanbul'daki operasyon kapsamında
yaşananlar, birileri için hayalî senaryodur; ama, Bayındırlık
Bakanlığındakiler, belge ve ifade dahi olmadan gerçektir, öyle mi?!. İstanbul'da işkence vardır, bu bir
terördür, hatta alçakça bir eylemdir ve insanlık suçudur; ama, Ankara'da alınan
ifadeler, tamamen gönül rızasına dayanmaktadır, öyle mi?!. Bakın, burada, Milliyetçi Hareket
Partisinin bir genel başkan yardımcısının, Partinin, ilkeli ve tutarlı
siyasetine uygun, millet ve ülke için nasıl kendi menfaatlarını öne çıkarmadan
bir tavrı ortaya koyduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbul'daki
operasyonlar devam ederken, İstanbul emniyetinde, birtakım vatandaşlarımızın,
büyükşehir operasyonu çerçevesinde gözaltına alınıp, işkence iddialarıyla karşı
karşıya kalmalarını basına vermelerini ve kamuoyunun bir kısmının buradaki
hassasiyetini dikkate alan Milliyetçi Hareket Partisinin bir genel başkan
yardımcısı, Sayın İçişleri Bakanına, önerge vererek, bunun akıbetini
sorabilecek kadar erdemli davranıyor; ama, hiç biriniz, özellikle, önergeyi
takip eden siyasî partimizin sayın temsilcileri, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığında, aynı şekilde yürütülen soruşturma çerçevesinde, Ankara
emniyetindeki ifadelerde, işkence yapıldığına dair iddialar karşısında
sırtlarını dönüyor, gözlerini kapatıyor, böyle bir erdemli tavrı bile ortaya
koyamıyor. Gözü kör olsun siyasetin!.. (MHP sıralarından alkışlar) MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Siz
iktidardasınız; bunları yaptırmamak sizin göreviniz. NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, yolsuzlukla mücadele adına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında
yaşananları sorgulamaya kalkışanlar, önce kendilerini sorgulasınlar.
İstanbul'daki operasyon karşısında paniğe kapılıp, devletin çeşitli kademelerindeki temsilcilerini
"ayağınızı denk alın" sözleriyle tehdit edenler, ortaya konulan
belgeler karşısında özür dileme erdemini dahi gösteremeyenlerden başkası
maalesef, değildir. Bugün "ispatlayamazlarsa ahlaksızdırlar,
iftiracıdırlar" diyenler, daha hangi belgeleri bekliyorlar, daha hangi
ispat yolları karşısında şeref ve haysiyet cellatlığının adını koymaya çalışıyorlar?..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Okumuş, 1 dakika içerisinde
toparlayın. NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım. İstanbul'daki gelişmeler tezgah olacak,
Bayındırlıktakiler ise, belgesi dahi olmadan, üstelik yalan, iftira ve çarpıtma
üzerine bina edilecek; sonra, onun adına da siyaset denilecek, öyle mi?!. Bu siyaset, maalesef, olsa olsa nebbaş
siyasetidir; yani, ölü soyuculuktan farklı bir şey değildir. Bu siyaset, kendi
gerçeklerini gözardı ettirmeye çalışıp, başkalarının üzerinden "cambaza
bak" mantığıyla, anlayışıyla yapılmaya çalışılan, en iyimser ifadeyle,
etik olmayan siyasettir. Değerli milletvekilleri, güneşin balçıkla
sıvanamayacağı kadar gerçeklerin ortada olduğu Bayındırlık Bakanlığında, her
şeyin yasal ve anayasal zeminde gerçekleştiğini ve millete hizmet için, bütün
çalışanların insanüstü bir gayrette olduğunu Türk Milleti biliyor ve Türk
Milleti bu konuda, 57 nci hükümete de teşekkürlerini ifade ediyor. Türk
Milletine hizmet için, gecesini gündüzüne katarak çalışan ve başlattığı hizmet
seferberliğiyle, deprem bölgesi başta olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanına
kalıcı eserler götüren Sayın Koray Aydın'a... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - ... aslında, millet
adına teşekkürlerimizi sunmak vazifemizdir. Bu itibarla, Yüce Heyetinize saygılar
sunuyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Okumuş. Sayın Veysel Candan, Konya Milletvekili... Süreniz 10 dakika Sayın Candan; buyurun.
(SP sıralarından alkışlar) VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bakanlığı döneminde Sayın Koray Aydın'ın, usulsüzlük
ve suiistimallere yol açtığı gerekçesiyle, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Şahin ve arkadaşları tarafından verilen soruşturma önergesi hakkında kişisel
görüşlerimi açıklayacağım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Biraz önceki konuşmacıyı doğrusu çok
yadırgadım. Eğer bir soruşturma yapılacaksa, sesinizin tonunu çok yükselterek,
bağırarak işi çözmeye çalışıyorsanız, bu, suçluluk psikolojisidir. (SP
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Evet... Evet... Evet... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ne belgen
var?! VEYSEL CANDAN (Devamla) - Belge
istiyorsanız, belgeyle geldik; müsaade edin şimdi. Sayın Bakan Koray Aydın döneminde... (MHP
sıralarından gürültüler) Bakın, değerli arkadaşlar, bu
konuştuklarımız tutanaklara geçecek ve tarih tanıklık yapacak. Sayın Koray
Aydın'ın hukuku, benim kendi hukukum kadar önemlidir; evvela, konuşmamı
dinleyin. Değerli arkadaşlar, ilgili Bakanlıktaki
iddiaları özetle toplarsak, usulsüz, şaibeli atama yapıldığı; rüşvet karşılığı
hakediş artırımına gidildiği, özel fiyat uygulamalarıyla devletin zarara
sokulduğu; ihale almak için paravan şirket kurmak suretiyle değişik şirketlere
ihale verildiği imajının yayılmaya çalışıldığı; bürokrat yakınlarının
müteahhitlerle rüşvet ilişkisine girdiği, para karşılığı sahte iş bitirme
belgeleri verildiği; ayrıca, Sayın Bakanın doğrudan müsteşara, genel müdüre ve
danışmanına talimat vererek bazı ihaleleri yönlendirdiği yönündedir; iddialar
bunlar. (MHP sıralarından "nerede yazıyor bunlar" sesleri) Dinleyin
şimdi. Bu iddialar üzerine 13.2.2001'de gensoru verildi. Dedik ki, bunları bir
müzakereye açalım. Sayın Bakan o gensoru konuşmasında şöyle dedi,
tutanaklardan: "Bu gensoru, alelacele, sıra savmak için hazırlanmış bir
gensorudur; hatalarla doludur. Bu gensoruya kocaman bir çarpı işareti
koyuyorum." Sayın Bakan söylüyor. Biraz önce konuşmacı da adına konuştu; ama,
Bakanı güya savundu ve çok enteresan tespitler yaptı; ancak, bu iddialar
yaygınlaşınca, Ankara DGM dava açıyor; yani, Sayın Bakanın çarpısına da bir
çarpı koyuyor, "bu söylenilenleri araştırmamız lazım" diyor.
31.10.2001'de vurgun operasyonu... Sanık adedi 361. Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin en büyük sanıklı davası ve müsteşar yardımcısı, şu anda,
suiistimalden tutuklu. Vurgun operasyonu sırasında Sayın Bakan
diyor ki: "Araştırdım; bizde bu işleri yürüten Marksistlermiş -yani, bir
yerde, Sayın Bakan biliyor, vâkıf olmuş- komisyon olan müteahhit de solcu
çıktı; korkacak, kaçacak yanımız yok; kim, Bakanlığımla ilgili ne biliyorsa
getirsin." Şimdi, getirdik arkadaşlar; Sayın Bakanın talebini yerine
getirelim dedik ve getirdik. Ankara Valiliğine yazılan bir yazı var,
Turizm Bakanı adına Personel Daire Başkanı yazıyor; diyor ki: "Bu müsteşar
yardımcısı yaptığınız..." İşte, elimdeki belge de Resmî Gazete; herhalde,
bunu da inkâr edemezsiniz. Burada, müfettiş raporlarında, Turizm Bakanlığının "bu
adama malî işlerde görev vermeyin" demesine rağmen -işte burada- Sayın
Bakanın onayıyla ve talebiyle, üçlü kararnameyle müsteşar yardımcısı yapılıyor
ve şu anda, bu zat, tutuklu olan değil; doğrudur, emekli olmuştur. Yani, emekli
olunca suç bitiyorsa, mesele yok. Değerli arkadaşlarım, şimdi, ne diyor
burada; Sayın Bakan diyor ki: "Belgeniz varsa, getirin,
soruşturalım." Peki, biz de bu istek üzerine getirdik, soruşturalım
diyoruz. Belgeyi de buraya takdim ettim. Şimdi, herkesin sözünde durması lazım.
Böyle konuştuktan sonra aksi oy verirseniz; yani "getirin belgeleri,
bakalım, soruşturalım" dedikten sonra aksi oy verirseniz, size kim inanır. Şimdi, savcı ne diyor iddianamesinde
Ankara DGM: "Bakanlıkta çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, alım satımda
ihaleye fesat, görevi kötüye kullanma." Nitekim, müsteşar yardımcısı, DGM
Savcısına verdiği ifadede, mahkemedeki özel kalemde verdiği ifadede "Sayın
Bakan, bana, genel müdüre ve danışmanına firma adı vererek, bu firmaları
değerlendirin diyordu; biz de bunu yapıyorduk -yani, bir ilişkiyi tespit
ediyor- davet usulü ihale adedi 52'dir; 4'ü, doğrudan Sayın Bakan bana talimat
verdi, 18'inde danışman aracılığıyla devreye girdi" diyor. Tutanaklardaki
ifadeyi okuduk. Şimdi, konuşmacı biraz önce dedi ki
"konu yargıda; niye buraya getirdiniz?" Halbuki, yargıç tam tersini
söylüyor; bakın, diyor ki: "Anayasanın 110 uncu maddesine göre, ben, sizin
bakanınız hakkında işlem yapamıyorum; adını da yazamıyorum; bu görev
Meclisin." İşte, biz onu yapıyoruz burada; yani, yargıya intikal etme
konusu bu. Değerli arkadaşlar, şimdi, en çok
tartışılan konu, bakanın adının neden burada geçmediği konusudur. İfade ettim;
bu, Meclisin görevidir bakanla ilgili soruşturma açmak. Yine, Anayasa, madde
112: "Her bakan, kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin
eylem ve işlemlerinden sorumludur." Demek ki, bakanlıktaki bütün
yolsuzluklardan Sayın Bakan da sorumlu; Anayasa, madde 112. Ayrıca, ilgili bakanlığın, Bayındırlık ve
İskân Bakanlığının teşkilat ve görevleri hakkında kanun hükmünde kararname,
madde 5, fıkra iki: "Bakan emri altındakiler faaliyet ve işlemlerinden
sorumlu olup, bakanlık, merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı kuruluşların
faaliyetlerini denetlemekle yükümlüdür." Yani, Sayın Bakana, hem
Anayasanın 100 üncü maddesi hem 112 nci maddesi hem Bakanlığın teşkilat
görevlileri yetki veriyor ve sorumluluk tanıyor. Değerli arkadaşlar, bu sebeple, soruşturma
gerekçesinde -Bakanlıkta vurgun olduğu kesin- vurgun meydana gelmemesi için
Bakanın üzerine düşeni yapıp yapmadığının soruşturulması, bir; iki,
yapılanlardan kendi açıklamasına göre -vardır- bilgisi varsa, ne yaptığı veya
yapmadığının soruşturulması; üç, Sayın Bakan göreve geldikten sonra, beş ay
sonra, ikinci bir inşaat şirketi kuruyor, babasının adını taşıyan bu şirketin
deprem bölgesinde iş alan müteahhit firmalara malzeme temin edip etmediğinin,
yani alışveriş yapıp yapmadığının, menfaat ilişkisinin olup olmadığının
araştırılması; dört, davet usulü ihalelerde, Müsteşar Yardımcısının dediği
gibi, yönlendirmenin olup olmadığının, olduysa ne karşılığı yapıldığının;
ayrıca, davet usulü yapılan İller Bankası altyapı ihalelerinin soruşturulması;
ayrıca, Karayolları otoyol ihalelerinin soruşturulması; ayrıca, yargılanma
gerekçesiyle savcı taleplerinin, üst düzey bürokratlara neden izin verilmediğinin
mutlaka araştırılması gerekmektedir. Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi,
sizler için iki tane yol var: Birinci yol, bu soruşturma siyasîdir
diyebilirsiniz; biraz önce konuşmacıların dediği gibi, biraz sonra Bakanın da
diyeceği gibi, ya temelli hepsini reddedersiniz, bu siyasîdir dersiniz veya
hükümet ortakları da aynı düşünceyle, eğer, burada soruşturma açılırsa,
koalisyon zarar görür de diyebilirsiniz -daha önce örneklerini yaşadık- böylece
soruşturmaya hiç gerek yok dersiniz, bütün iddiaların üzerini örtmeye
çalışırsınız; ama, bu durum, Sayın Bakanı kamu vicdanında rahatlatmaz; yani, bu
birinci yol çözüm değil. İkinci yol, yapılan yanlış, yolsuzluk ve
usulsüzlük varsa ortaya çıksın dersiniz; eğer söylenenler doğru değilse, Sayın
Bakan aklansın dersiniz; komisyon kurulur, Sayın Bakan da aklanır ve böylece
temize çıkmış olur. Değerli arkadaşlar, bana sorarsanız,
ikincisinin yapılması, Sayın Bakanın, aslında, lehinedir. Peki, böyle yapmazsak
ne olur veya ne oldu? Değerli arkadaşlar, bakınız, bir kamuoyu
araştırması var önümüzde. Kamuoyu araştırmasında "sorunların çözümünde
hangi kuruma daha çok güveniyorsunuz" sorusuna karşılık, Türkiye Büyük
Millet Meclisine güvenenlerin oranı kaç olsa beğenirsiniz; yüzde 3,8... Yüzde
3,8... SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Sayenizde o!..
Sayenizde!.. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bakanlığı ben
yapmadım ki... İhalelere ben davet etmedim ki... Benim müsteşar yardımcım
tutuklu değil ki... (SP sıralarından alkışlar) Yani, oradan, oturduğun yerden
ahkâm kesiyorsun. Benim bürokratlarım savcılıkta ifade vermiyor. Vurgun
operasyonu benimle ilgili değil. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İçeride kaç
tane belediye başkanınız var?!. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın, öfkeyle bu işlere yaklaştığınız zaman... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Konya'daki
kendi mahkemelerinizden bahsedin... VEYSEL CANDAN (Devamla) - İyi ya, işte,
mahkemede... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Buyurun Sayın Candan. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, Parlamentonun itibarını sarsmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Efendim, şimdi, burada, birtakım
belediyeler verildi, emsaller gösterildi, orada yapılan birtakım uygulamalardan
söz edildi. Bu kürsüden açık ve net ifade ediyorum, bu milletin fakir fukara... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Candan, 1 dakika içerisinde
toparlayınız efendim. Buyurun. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bu milletin hak
ve hukukuna, hangi belediye başkanı, hangi partili olursa olsun, eğer öyle bir
tecavüz ettiyse, öyle bir adilik, öyle bir namussuzluk yaptıysa, Sayın Bakanla
beraber hepsi hesap vermelidir. Teşekkür ediyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Candan. Şahsı adına, Sayın Bülent Arınç; buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partili bir arkadaşımız
konuşmalarını yaptılar bazı konularda; cevap vermemiz gereken şeyler
söylediler; ama, öncelikle şuna temas etmek İstiyorum: Ben, bir hukukçuyum,
yirmialtı yıl avukatlık yaptım. Davalarımın büyük kısmı ceza davasıydı. Bu
konuyu bilenlerden birisiyim. Benim, siyasette, dürüst ve ahlaklı olmak gibi
bir ilkem ve bildiğimi savunmak gibi bir düşüncem var. Şu iddianameyi satırı
satırına okuyan bir arkadaşınız olarak, eğer, burada olanları bir ceza
hukukçusu olarak tahlil etsem, tanık ifadelerine, sanık ifadelerine, bunlarla
ilgili bütün maddî delilleri tek tek önünüze koysam, burada kararımı vermem
mümkün. Bu, hiçbir zaman beraat olmazdı; ama, benim sizden istediğim bir tek
şey var sözümün sonunda; lütfen, Sayın Bakan hakkında Meclis soruşturması
açılması için oy verin ki, kendisinin aklanmasına fırsat verilsin. Eğer, bu
mahkemede yargılanacak olan 361 sanık içerisinde Sayın Bakan yoksa -bunun
sebeplerini biraz sonra söyleyeceğim- en azından bu davayla ilgisi olması
hasebiyle, biz yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmek için kurulmuş bir
partiyiz, yüzde 18 oyu bunun için aldık, bir bakanımız bile olsa, gerçeklerin
ortaya çıkması için bize düşen onun aklanmasıdır diyebilmeliyiz. Hiç burada bağırıp çağırmaya, şiddetli,
fevrî hareket etmeye gerek yok. Ne hikmetse, MHP'li arkadaşlarımız bu konularda
konuşurlarken, Kemal Kösesi de dahil olmak üzere, Sayın Okumuşu da dahil olmak
üzere, iddialara cevap verecekleri yerde hamaset konuşuyorlar. Ben onların
yerinde olsaydım şunun üzerinde konuşurdum, çok daha gerçekçi olurdu... (AK
Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından "konuya gel" sesleri) Değerli arkadaşlarım, konuşacağım, merak
etmeyin... Bakınız, önemli olan, Anayasanın 138 inci
maddesini biz iyi biliyoruz. Bu maddede, henüz yargılama devam ederken, o
kişiyle ilgili bir görüşme yapılamaz deniyor. Siz, Sayın Bakanı 100 üncü madde
zırhına büründürürseniz, o, yargılanmıyor demektir. Bunun emsali, burada pek
çok bakan hakkında Meclis soruşturması önergesi verildi ve bu tartışmalar
yapıldı. Dolayısıyla, hiç bağırıp çağırmadan, üzülmeden, sıkılmadan, Genel
Başkanınız bile olsa, bizim Genel Başkanımız bile olsa, yargının önünde aklanma
fırsatını herkese tanımalıyız. Lütfen, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarım,
Salkım Hanımın Tanelerine gösterdiğiniz fevriyeti hiç olmazsa şu konuda
gösterseniz daha ahlaklı bir iş yapmış olurdunuz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Edepli konuş,
edepli... BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Okumuş bize
diyor ki, Anayasanın 138 inci maddesine bir bakın... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Demagojiden
başka bir şey yapmıyorsun. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Demagoji yok.
Sen, özel görevli olarak oraya oturdun, biliyorum! Sadettin Dinçer'le olan yakınlığını da
biliyorum. İkincisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle... (MHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ne demek?.. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bir saniye... Bir
saniye... BAŞKAN - Sayın Arınç, lütfen, sataşmaya
sebebiyet vermeyin. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Her davanın
altında onu diyorsun, onun kadar başına taş düşsün senin. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sakin ol... Sakin
ol... Sakin ol... Değerli arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinde her gün ortaya iddialar... BAŞKAN - Sayın Arınç, bir dakikanızı rica
edeceğim... (MHP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri lütfen... Sayın Arınç, siz de sataşmaya sebebiyet
vermeyin efendim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İşkence
raporu var... BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sabırlı ol...
Sabırlı ol... Sabırlı ol... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Niye sabırlı
olacakmışım?! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Buyurun Sayın Arınç. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle ilgili her gün yeni iddialar
ortaya atılıyormuş, gözler faltaşı gibi açılıyormuş... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yalan mı?! BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu operasyonlar
sonucunda... Esas bunlarla uğraşmak ilgilenmek gerekirken, AK Partili
arkadaşlarımız, pirüpak olan, sütten çıkmış ak kaşık olan -inşallah öyledir;
buna inanmak zorundayız- bir bakan hakkında böyle bir önergeyle Meclis
soruşturması getirmenin yanlış olduğunu söylüyorlar. AK Partinin Genel Başkanı
ve hakkında iddialar olduğu söylenilen Tayyip Erdoğan milletvekili değil,
dokunulmazlık zırhı yok. Sayın Bakan gibi bakan da değil; Meclis soruşturması
zırhı da yok. Adam gibi bir adam. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hakkında
iddianız varsa, davasını açarsınız, kendisini yargılarsınız, mahkûm
edebiliyorsanız, edersiniz. Tayyip Erdoğan, başkalarının yapmadığını yaptı,
alnı açık başı dik olarak cezaevine girdi ve çıktı; ama, hırsızlıktan değil,
banka boşaltmaktan değil, hortumlamaktan değil, ahlaksızlıktan değil. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Düşündüğünü ifade ettiği için
cezaevine girdi ve başı dik olarak cezaevinden çıktı. Şimdi, kendi döneminde
yolsuzluklar var diyorsanız, İçişleri Bakanlığı zaten görevini fazlasıyla
yapıyor. Hangi dava açıldı hakkında; buna mukabil, Danıştay İkinci Dairesinden
kaç tane davası reddedildi bunları da ayrı bir gün tartışalım; ama, hodri
meydan diyorum size. Dokunulmazlığı yok. Koray Aydın gibi 100 üncü maddeye de
sığınmıyor. Elinizden geleni ardınıza koymayın. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Ne yapabiliyorsanız yapın. Elinizde hangi
belge varsa getirin; Tayyip Erdoğan bunu hesabını verecek. Halkın önünde
söyledi: "Hakkımdaki iddiaları ispat edemeyen müfteridir, alçaktır,
şerefsizdir." Daha ne istiyorsunuz? ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Terbiyesizlik
yapıyorsun!.. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, yok, boş laf yok. Her şeyin cevabını veririm; konuştuğunuz şeye
dikkat edin. Ben, burada, Sayın Bakanla ilgili iddiaları söylüyorum. Bakınız, Sayın Bahçeli, iddianamede ismi
yok diye buyurdular ki: "Kendisine itibarını iade ediyorum ve grup
başkanvekili olarak göreve başlayacak." Bu, ilk defa karşılaştığımız bir
olay; göreve iade ediyor ve itibarını da iade ediyor. Ne olmuş peki;
iddianamede ismi yokmuş. Peki, iddianamede isminin olmaması, bu soruşturmada
tamamen temizlendiği anlamına gelir mi; siz, kimi enayi zannediyorsunuz!
Anayasanın 100 üncü maddesinde, bakan veya Başbakan hakkında, ancak, Meclis
soruşturması yoluyla yargıya gidilebileceğini siz bilmiyor musunuz; bu
arkadaşlarım bilmiyor mu; kamuoyu bilmiyor mu?! Savcı, iddianamesini tanzim ederken, 100 üncü
madde sebebiyle, Sayın Bakan hakkında, bir sanık sıfatıyla isim kullanmadı;
ama, sanıkların pek çoğunun sorgularında, ne gerekiyorsa, Sayın Bakanın ismi
geçiyor. Değerli arkadaşlarım, birincisi, Meclis
soruşturması engeldir ki, iddianamede ismi yoktur; ikincisi, bu sayın savcı
biraz ibret almışa benziyor. Daha önce, Talat Şalk diye bir savcı vardı, başına
gelmeyeni herhalde kimse duymamış olmalı! Şimdi, onun isminden kimse
bahsetmiyor. Ola ki, böyle bir ibretlik hadise sebebiyle de "niye başımı
derde sokayım canım, 100 üncü maddenin gereğini Meclis yapsın" diye de
düşünmüş olabilir; ama, şu iddianamede bakın neler var: Bu iddianamede 361 sanık var. Burada,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığının tam 24 personeli sanık durumunda. 1 müsteşar
yardımcısı var; 1 müşavir danışmanı var, çok marifetli; 2 genel müdür
yardımcısı var, yapı işlerinde görevli, birisini Sayın Bakan atamış, Erdal
Kaya'yı, öbürü İlkutlu Gönülal; 1 daire başkanı var; 2 şube müdürü var; 12 -en
önemlisi bu- yeterlilik komisyonu üyesi var, 6 üyesini de, çok garip, Sayın
Bakan atamışlar; 4 memur var; 1 de hizmetli var, müsteşar yardımcısının
hizmetlisi, ama, ne hizmetli, 10 müsteşara bedel! (AK Parti sıralarından
gülüşmeler) Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir
bakanlıkla ilgili vurgun operasyonu sonucunda, 361 sanıklı dava açılacak,
hatta, bazı sanıklar hakkında da soruşturmanın devam ettiği belirtilecek,
bunların 24'ü, Bayındırlık Bakanlığının, üst düzeyden alt düzeye kadar
personeli olacak "biz, bu işte yokuz arkadaş" diyeceksiniz! Eh, pes
vallahi! Diyebiliyorsak diyelim; ama, o zaman, Anayasanın 112 nci maddesini
nereye koyacağız; Bakanlığın sorumluluğundan bahsediliyor. 112 nci maddenin
Danışma Kurulundaki görüşmeleriyle ilgili notları çıkardım. Soruyorlar o zaman,
Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı'ya: "Bakanın buradaki sorumluluğu hangi
sorumluluktur" diyorlar "Efendim, denetim sorumluluğudur;
maiyetindeki memurların yaptığı işlemlerden sorumludur" diyor. Aynı
zamanda, 1983 tarihli, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı kanun hükmünde
kararnamesinin de, zaten, bakana yüklediği bir sorumluluk var. Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu kadar
bürokratın yargılandığı bir davada, Sayın Ersümer aklımıza geliyor. O zaman da,
Sayın Bakanın dışında, Müsteşar Yardımcıları da dahil olmak üzere, açılan bir
dava vardı. Bugün, ondan çok fazla farkı olmayan bir olayla karşı karşıyayız.
Orada gösterilmiş olan hassasiyeti, elbette, burada göstermemek mümkün değil.
Bakınız, burada, iddianameden, sadece bir ibare okuyayım size, tüylerimiz diken
diken olsun: "İlan edilen ihaleyi almak isteyen şirket yetkilisinin, Sedat
Aban'la görüşerek, keşif bedelinin yüzde 5'i oranındaki miktarı kurum içi
organizasyona vermek koşuluyla anlaştığı; bazen, yapılan görüşmelerde, ihalenin
istenilmesine karşın, fiyat konuşulmadığı; ancak, her iki tarafın da, yapılan
konuşma sonucu ihalenin verilmesinin kabul edildiği takdirde, Bakanlık içinde
yerleşmiş teamül gereği ne kadar para ödeneceğinin belirlendiği
belirtilmiştir." Bakanlık içinde teamüller belirmiş... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kim diyor bunu? BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ...yani, bu işte,
iki taraf kafa salladığı zaman ne anlama geliyor, ne alınacak, ne verilecek,
sanık ifadelerinde geçiyor. Bu sanık ifadeleri, polis ifadesi değil;
ya savcı ifadesi ya yedek hâkimlikte verilen ifadeler. Avukatlar bunu bilirler;
sanık karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar diye bir şey biliriz. Mahkemede,
karakol ifadesini inkâr eder "dövdüler, sövdüler, ayağımı bağladılar,
falakaya yatırdılar; vallahi doğru değil hâkim bey..." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içerisinde
toparlayınız; buyurun. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama, siz, savcı
önünde ifadeyi vermişseniz, hâkim sıfatıyla ifadenizi alan birisine bunları
konuşmuşsanız, dövülmekten, sövülmekten bahsedemezsiniz. Bu ifadelerin tahlilini yapmaya vaktim
yok; ama, şuna dikkat edin arkadaşlar. Burada, pek çok konuşmalar var,
ifadelerde geçen pek çok sözler var. Bunların, hatta, tekrar edilmesinde...
Bazı milletvekili arkadaşlarımın da isminin geçmesi sebebiyle, meselenin
anlaşılmış olabileceğine binaen, şunu söylemek istiyorum: Bayındırlık ve İskân
Bakanlığındaki vurgun, suiistimal, ihale yolsuzluklarıyla ilgili olarak DGM
savcılığının açtığı dava derdesttir. Bu davada Sayın Bakanın olmaması,
Anayasanın 100 üncü maddesinin gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Sayın Bakanın
yargılanması suretiyle aklanmasına yol açmanın tek yolu, 100 üncü madde
sebebiyle Meclis soruşturmasına imkân vermektir. Hukuktan kimse korkmasın. Sayın Bakanı da,
Milliyetçi Hareket Partisini de, bu Parlamentoyu da, bizi ve bizden sonra
gelecek milletvekillerini de, paydası dürüstlük olan bir yerde
buluşturabileceksek, bu soruşturmaya hepimizin "evet" demesi lazım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Aksi takdirde,
bugün, bu soruşturma açılması talebi reddedilirse, Sayın Bakan, bırakınız bakan
veya grup başkanvekili olarak kalmayı, partisine genel başkan olsa, halkın,
kendisi üzerindeki şaibesinden kurtulamaz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geç o
işleri... BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Bakana bu
fırsatı verelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arınç. Önerge sahibi ve şahısların konuşmaları
tamamlanmıştır. Şimdi, son söz, hakkında soruşturma
açılması istenilen Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Sayın Koray Aydın'da. (MHP
sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Aydın. KORAY AYDIN (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55
arkadaşının hakkımda vermiş oldukları önerge sebebiyle huzurlarınızdayım; önce,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, Sayın Şahin ve 55
arkadaşı 6.11.2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş
oldukları önergeyle, Bakanlığım döneminde usulsüzlüklere, suiistimallere yol
açtığım ve göz yumduğum, bu hususlarla ilgili gerekli tedbirleri almayarak
görevi kötüye kullandığım belirtilerek, hakkımda Meclis soruşturması açılması
istenmiştir; ancak, bu önergenin gerekçesinde ise, Bayındırlık Bakanlığında
meydana gelen ve yargıya intikal eden olayların içinde bulunduğum
belirtilmektedir. Öncelikle, görevi kötüye kullanmak, usulsüzlüklere ve
suiistimallere yol açmakla, bizzat çıkar amaçlı suç örgütü kurmak veya bu
örgütle beraber hareket etmek çok farklıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilen önergenin özüyle, bu önergenin gerekçesi arasındaki bu farklılık bile
bu önergenin siyasî amaçlı bir önerge olduğunu göstermektedir; çünkü, bir
önerge verilirken, konu, bütün yönleriyle incelenir, irdelenir ve net bir
şekilde ortaya konur ve buna göre talepte bulunulur; ama, önerge siyasî amaçlı
olursa, masa başında çalakalem yazarsınız. Maksat, bir önerge vermek ve
propaganda yapmak olduğundan dolayı, iyi bir araştırmaya bile gerek
duymazsınız; çünkü, iyi bir inceleme ve araştırma yapılmış olsaydı, bu 56
milletvekili arkadaşımız, bırakın bu önergeyi vermek, benim karşılaştığım
haksızlıklar karşısında bile sadece üzülürlerdi. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben,
bütün iddiaları tek tek cevaplayacağım; ama, bu önergenin tamamen siyasî amaçlı
bir önerge olduğunu öncelikle ve özellikle belirtmek istiyorum; çünkü, Yüce
Meclisin kürsüsünde söylenilenlerin hiçbiri gazete haberlerinden öteye
geçmemiştir. Halbuki, bu önergeyi verenlerin; yani, Meclis soruşturması isteyenlerin,
hiç olmazsa bir parça araştırma ve inceleme yapmış olmaları gerekirdi; fakat,
gazete haberlerinden öteye ortaya koydukları bir şey olmamıştır. Bu gazete
haberlerinin hepsinin yanlış, yalan olduğunu sizlere birazdan açıklayacağım;
ama "gazeteler niçin yazdı?" sorusuna da bir hatırlatma ve cevap
vermek gerekir diye düşünüyorum. Ben, zaman zaman çoğumuzun rahatsız olduğu,
hatta bu Meclis kürsüsünden bile dile getirdiği siyasetçi-medya ilişkilerindeki
çarpıklıkları ve medyanın siyasetçilere bazen yapmış olduğu haksızlıkları dile
getirmeyeceğim. Gerçi, basın, yani dördüncü kuvvet, çok ciddî manada ve tek bir
gündemle muhakkak ele alınmak durumundadır; ancak, böyle bir durumu anlatarak
konu başka yerlere çekilsin istemiyorum; ancak, basının neden bazı şeyleri
yazdığını anlatmak istiyorum. Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel
Müdürlüğüne polisler DGM savcısının emriyle girene kadar, basında, ne benim
ticaretimle ne de iş yerlerimle ilgili tek bir satır yer almamıştı. Ne zamanki,
DGM savcılığı Bayındırlık Bakanlığından bazı bürokratları tutuklamaya başladı,
ben hedef oldum; hedef olunca da, hakkımda kim ne demişse, kim ne bilgi
vermişse gazetelerde yer almaya başladı. Tabiî, gündem müsait olunca, gazeteler
de, kendi haber merkezlerine gelen haberlerin doğru olup olmadığına bakmaya
bile gerek duymadılar, incelemediler, araştırmadılar. O zaman, Koray Aydın
hakkında ne yazılırsa gittiği için, ne geldiyse yazdılar. Burada, ben, basını
suçlamıyorum; basının, bundan sonra da bir siyasetçi tarafından suçlanmasını da
doğru bulmuyorum; çünkü, biz, her şeyi kendimize göre uyarlamaya çalışıyoruz.
Şimdi, benim, bu Meclis çatısı altında beraber çalıştığım 56 milletvekili
arkadaşım, hiçbir şeyi incelemeden, araştırmadan öylesine önerge verebiliyorsa,
bu aksaklıklar bu kutsal çatının altında yapılabiliyorsa, basına kızmaya kimin
hakkı var. Hakkımda önerge veren milletvekillerimizin
çoğu AK Partili. AK Partiyi destekleyen Yeni Şafak Gazetesinin sahipleri
tutuklandığında veya gözaltına alındığında, bir medya patronuna ve yayın
organlarına ateş püsküren, bunları tetikçilikle suçlayanlar, yani siz AK
Partili arkadaşlarım, şimdi, bu suçladığınız kişinin sahibi olduğu gazetelerin
haberlerini, üstelik, biraz önce izah ettiğim bir dönemdeki haberlerini esas
alarak hakkımda soruşturma açılmasını istiyorsunuz. Ben, basını, basın
mensuplarını niye suçlayayım ki, onlara niye sitem edeyim ki; aynı çatı altında
beraber çalıştığımız arkadaşlarımız, böyle, çok adil olduktan sonra. Sayın milletvekilleri, bu önerge, devletin
yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olmuş olsaydı, ihale sistemleriyle ilgili
olmuş olsaydı, mevcut sistemimizle ilgili olmuş olsaydı ve Bayındırlık ve İskân
Bakanlığındaki olaylar, diğer bakanlıklardaki ve kurumlardaki yolsuzluklar
örnek olarak gösterilmiş olsaydı, bu önerge, benim de altına imza atabileceğim
bir önerge olurdu; çünkü, bugün, ülkemizde meydana gelen bazı yolsuzluk
olayları, sistemin meydana getirdiği olaylardır ve yöneticilerin bunlara
müdahale etmesi çok zordur. Bazı olaylar ise, tamamen yöneticilerden
kaynaklanan olaylardır. Bugün, ülkemizde, sistemden kaynaklanan yolsuzluk
olayları çok önde gelmektedir. Onun içindir ki, sorgulamamız gereken, öncelikle
sistem olmalıdır. Sistemin aksaklıklarını gidermeden,
sistemi oturtmadan, yolsuzluklarla mücadele etmek, yöneticilerin eksikliklerini
ve aksaklıklarını tam olarak belirlemek çok zordur. Şimdi, AK Partililere ve
hakkımda bu önergeyi veren sayın milletvekillerine soruyorum: İstanbul
Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen yolsuzluklar, AK Parti Genel Başkanı
Sayın Tayyip Erdoğan'ın eseri midir, yoksa, sistemin eseri midir? Bunun da bir
cevabının verilmesi lazımdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
soruşturma önergesinin gerekçesinde "Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki
vurgun operasyonu" diye anılan davayla ilgili olarak hazırlanan
iddianamede ismimim geçmemesi, Anayasanın 100 üncü maddesine bağlanmaktadır,
yani, önerge sahipleri demektedirler ki; "aslında Koray Aydın suçludur;
ancak, DGM Savcılığı, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyle hazırlamış olduğu
iddianamede ismine yer vermemiştir" Sayın milletvekilleri, Anayasanın 100 üncü
maddesinde "Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile, soruşturma açılması
istenebilir" denilmektedir. Ancak, Anayasanın hiçbir maddesi, savcılık,
bir bakan hakkında suç duyurusunda bulunamaz, bir bakan hakkında Meclisten
dokunulmazlığının kaldırılması için talepte bulunamaz, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına dosya gönderemez diye bir madde yoktur; yani, iddianamede
ismimin geçmemesinin 100 üncü maddeyle bir ilgisi yoktur. Benim çıkar amaçlı
bir çeteyle ilişkim görülmüş olsaydı, savcılık, bunu, tespit eder, bu tespite
iddianamede yer verir ve arkasından da önerge sahibi 56 arkadaşımızın istediğini
DGM savcılığı isterdi. Hatırlayınız, hiçbir mahkeme konusu
olmadığı halde, DGM savcılığı, bir başbakan yardımcımız hakkında suç
duyurusunda bulunmadı mı? Ortada hiçbir şey yokken suç duyurusunda bulunan
savcılık, yüzlerce kişinin çağrılıp ifadesinin alındığı bir davada, beni suçlu
bulacak ve benim hakkımda suç duyurusunda bulunmayacak, Meclise bir müracaatta
bulunmayacak, böyle bir şey olur mu?! Yoksa, çoğu AK Partili olan bu 56
arkadaşımız, Ankara DGM Savcılığının Türkiye Büyük Millet Meclisi şubesi midir
de, biz, bunu, bilmiyoruz; bu arkadaşlarımız, DGM'yle birlikte mi
çalışıyorlar?! Bakınız önergedeki cümlelerine: "İddianamede eski Bakan
Koray Aydın'ın isminin geçmemesi Anayasanın 100 üncü maddesi
sebebiyledir." Ne ilgisi var 100 üncü maddenin iddianamede ismimin
geçmemesiyle?! İsmim iddianamede yoktur; çünkü, şu anda muhakemesi yapılan
olaylarla hiçbir ilgim ve alakam yoktur da ondan. 361 sanıklı davada benimle bir çıkar
ilişkisi içerisinde olduğunu söyleyen, iddia eden tek bir kimse yoktur, tek bir
ifade yoktur; olamaz da zaten. Özetle, iddianamede benim ismimin yer
almamasının sebebi Anayasanın 100 üncü maddesi değil, benim olaylarla hiçbir
ilişkimin olmamasındandır. Başta önerge sahipleri olmak üzere, sayın
milletvekillerimizin ve bütün kamuoyunun bunu böyle bilmesi gerekmektedir. (MHP
sıralarından alkışlar) Garip olan şudur ki, hukukun üstünlüğünü
esas alan ülkelerde, yargılanan insanlar bile, yargı neticeleninceye kadar
suçsuz kabul edilirken, bizde, iddianamede ismi geçmeyenler bile suçlu ilan
edilebiliyor. Sayın milletvekilleri, önce suçlu,
suçlularla irtibatlı bir anlayışı sergileyen; ancak, arkasından da suçlu olmasa
da maiyetindekilerin işlediği suçlardan sorumludur mantığını ortaya koyup
propaganda taktiklerini iyi kullanmak isteyen önerge sahipleri, Anayasanın 112
nci maddesine göre benim işlenen suçlardan sorumlu olduğumu belirtmektedirler;
bu, doğru değildir. Anayasanın 112 nci maddesinde söz konusu
olan sorumluluk, bakanların siyasî, cezaî ve hukukî sorumluluklarından sadece
siyasî sorumluluğu kapsamaktadır; çünkü, bilindiği gibi, ceza hukukunda şahsî
sorumluluk esastır. Bir kişinin başka kişilerin eylemlerinden dolayı itham
edilmesi ancak ilkel toplumlarda söz konusu olabilir ve böyle bir itham veya
yaklaşım Anayasamızın ve ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu açıdan,
önerge sahiplerinin, hem Anayasanın 100 üncü maddesine göre yargılamayla ilgili
bir vasıtayı kullanmak isteyip, arkasından da sadece ferdî siyasî sorumluluğu
işaret eden Anayasanın 112 nci maddesine dayanması çok büyük bir çelişkidir. Ayrıca, önerge sahipleri, önergelerindeki
gerekçe sebebiyle de, bu önergeleriyle Anayasanın 138 inci maddesinin de
çiğnenmesine sebep olmuşlardır; çünkü, Anayasamızın 138 inci maddesinin üçüncü
fıkrası aynen şöyledir: "Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama
Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme
yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz." Bu hususu da özellikle
belirtmekte Anayasaya uygunluk açısından yarar vardır. Sayın milletvekilleri, savcılık,
iddianameyi hazırladıktan sonra ve Yüce Mecliste oylarınızla istifamın kabul
edilmemesi, aslında Bayındırlık Bakanlığında yürütülen operasyon sırasındaki
tavrıma Yüce Meclisin katılması anlamını taşımaktayken, bu önergeyle bir
partizanlık örneği verildiği kanaatindeyim. Operasyon sırasında tavrımız neydi;
Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki operasyon
sırasındaki tavrımız, her şeyden önce, 57 nci hükümetin protokolüne, 57 nci
hükümetin ilkelerine uygundu; çünkü, 57 nci cumhuriyet hükümeti, önerge
sahiplerinin iddialarının aksine, yolsuzluklarla mücadelede en başarılı bir
hükümettir. 57 nci hükümet, yolsuzluklarla mücadeleyi ilke edinmiş, bu ilkesini
yaptığı hükümet protokolüne koymuş, açıklıktan, şeffaflıktan yana bir
hükümettir. 57 nci hükümet, hiçbir yolsuzluk olayını örtbas etmek durumuna
girmemiştir. Bilakis, yolsuzlukların üzerine gidilmiştir. Bu hükümet zamanında, yaklaşık 38 ciddî
operasyon düzenlenmiştir ve bu operasyonlar hükümetin direktifleri doğrultusunda,
ilgili birimlerin aylar süren çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu
yolsuzluklar, eşlerinin, sekreterlerinin itiraflarıyla tesadüfen ortaya çıkmış
yolsuzluklar değildir; takiple, incelemeyle, araştırmayla ortaya çıkmış
yolsuzluklardır. Bayındırlık Bakanlığındaki operasyon da uzun süre yapılan
takipler sonunda gerçekleştirilmiştir. Bu hükümeti, ekonomik krizler sebebiyle
tenkit edebilirsiniz, başka meselelerden dolayı da tenkit edebilirsiniz; ancak,
yolsuzluklar konusunda bu hükümeti, Başbakanı ve kabineyi tenkit etmek çok
büyük bir haksızlık olur. Özetle, bu hükümet, yolsuzluklarla
mücadeleyi ilke edinmiş bir hükümettir. Ben de, hem bu hükümetin bir üyesi
olarak hem de yolsuzluklarla mücadele konusunda kamuoyuna taahhütte bulunmuş
partimin mensubu olarak, soruşturma sırasında bakanlıktan ve
milletvekilliğinden istifa ettim. İstifa ettim; çünkü, yargı ve emniyet
mensuplarının baskı altında oldukları şeklinde, kamuoyunda bir intiba olsun
istemedim. Hukukun önünün açık olduğunu, olması gerektiğine inanıldığını
anlatmak istedim. Ayrıca, milletvekili dokunulmazlık zırhına girmeyeceğimi
belirttim ve en önemlisi, kamu vicdanını rahatlatmak istedim. Şimdi, bir düşünelim: Ben istifa etmemiş
olsaydım, yine, iddianamede ismim
olmayacaktı; ancak, o zaman, bir sürü şey söylenecekti. Yargıya baskıdan
bahsedilecekti, emniyet mensuplarına baskıdan söz edilecekti; ancak, ben bu
istifayla, hem bu söylentileri ortadan kaldırmak istedim hem de yolsuzluklara
muhatap oldukları halde koltuklarına yapışanlara bir örnek teşkil etmek
istedim. Kendinden emin olanlar, suçsuz olanlar, bu tür olaylar karşısında
hemen koltuklarını terk etmelidirler. Bu, gelenek haline gelmelidir. Bundan
sonra da, bütün siyasetçilerin izleyecekleri bir yol olmalıdır. Sayın milletvekilleri, Bayındırlık
Bakanlığı ve ihalelerle ilgili bazı bilgileri de sizlere arz etmek istiyorum:
Bayındırlık Bakanlığı, en çok ihalenin yapıldığı bir bakanlık. Türkiye'nin en
gelişmiş sektörlerinden biri olan müteahhitlik sektörünün en çok iş yaptığı bir
bakanlık. Kazanç elde etmek isteyenlerin en çok aşındırdığı bir kapı; yani,
kazanç elde etmek isteyenlerin çok yönlü gayretleri ve bu gayretlerin zorladığı
hepimizin az çok bildiği bir sistem ve yapı mevcut. Kazanç elde etmek
isteyenlerin çok yönlü gayretleri, mesela, Kültür Bakanlığını belli bir oranda
zorlarken, bu zorlama, Bayındırlık Bakanlığında kat be kat fazla olmaktadır.
Siyaset tarihimizde, Bayındırlık Bakanlığının en çok gensoruya muhatap bir
bakanlık olması da, bu bakanlık üzerinde nasıl bir mücadelenin olduğunun ayrı
bir göstergesidir. Yine, Bayındırlık Bakanlığına
yönelenlerin, her zaman kötüleyen ve kötülenen gruplardan oluşmuş olduğu
gerçeği de, belki, liberal ve kapitalist felsefenin bir ayrı ürünü olmaktadır. İşte, sistem bu açılardan önemli olmaktadır.
Ben, bakanlık koltuğuna oturduğum ilk gün "ilk yapacağım şey İhale
Yasasını değiştirmek olacaktır" dedim. 26 Haziran 2000 tarihinde Maliye
Bakanımız Sayın Sümer Oral'la birlikte kamuoyuna yeni ihale yasasını takdim
ettik. 21 Şubat 2001 tarihinde de yeni ihale yasasının taslağını sivil toplum
örgütleriyle tartıştık. Daha sonra, yasanın Avrupa Birliği normlarına
uygunluğunu sağlamak için, Avrupa Birliği Komiserliğine gönderdik. Bilahara da,
Bakanlar Kurulu tarafından imzalanıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk
edilmiş oldu; şu an Mecliste. Bu yeni ihale yasası Meclisten geçip
kanunlaştıktan sonra, Yüce Meclisimizin gerçekleştirdiği en büyük yapısal
reformlardan biri olarak tarihteki yerini alacaktır. Bu şekilde, bugüne kadar
sistemden kaynaklanan yolsuzluklar çok büyük ölçüde ortadan kalkmış olacak ve
böylelikle şaibesiz bir ihale sistemi bundan sonra işlemiş olacaktır. Bu da,
ülke olarak, en büyük kazancımız olacaktık. Sayın milletvekilleri, mevcut ihale
sisteminde tartışma konusu yapılan iki ihale usulü vardır. Bunlardan birincisi,
ilanla yapılan açık ihale sistemidir. Bu sistemde, ihale ilan ediliyor, ihaleye
girmek isteyen firmalar müracaat ediyor, ilgili makam, müracaat eden firmaların
bir bölümüne yeterlilik veriyor, bir bölümüne yeterlilik belgesi vermiyor.
Yeterlilik belgesi alan firmalar, ihaleye girip fiyat teklifi veriyor. Bu
teklifi verenlerden ortalama kırımı tutturan ihaleyi kazanmış oluyor. Bu ihale
usulünde bazı durumlarda firmalar, ortalama kırımı tutturmak için, 50'li,
60'lı, 70'li gruplar haline geliyorlar ve bu şekilde ortalama kırımı tutturmaya
çalışıyorlar. Firmaların bu gruplaşmalarını organize edenler de, genelde,
yeterlilik veren makamlarla özel irtibat kurmak istemektedirler. İşte, bugün,
Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğünde sürdürülen soruşturmalara
esas olan ihaleler, bu usulle yapılan ihalelerdir. Bu tip ihalelerde bakanın
hiçbir yetkisi olmaz; çünkü, ortalama kırım denilen şey, bütün firmaların
verdikleri tekliflerin toplanıp, firma sayısına bölünerek tespit edilmektedir.
Burada firmalar kendi aralarında anlaşıp fiyat vermeden bir ihalenin başka
birine verilmesi mümkün olmaz. İşte, bunun içindir ki, Bayındırlık Bakanı Koray
Aydın iddianamede yer almadı, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyle değil. İhalelerde ikinci usul ise, davet usulüyle
yapılan ihalelerdir. Bu ihale usulünde, kanun, bakana ve yetkililere geniş
haklar vermektedir. Bu usulde, ihaleye girmek isteyen firmalar arasında, en az
üç olmak üzere belli sayıda firma seçilmekte ve bu seçilen firmalar ihaleye
davet edilmektedir. İhaleye çağrılan firmalar arasında en yüksek kırımı veren
firma ihaleyi almaktadır. Bu sistemde bakanın ve ilgili bürokratların geniş
yetkilerini bilenler, bakanları ziyaret etmekte ve firmalarının ne kadar
kuvvetli, tecrübeli firma olduğunu anlatmakta ve kendilerine de davetiye
çıkarılması talebinde bulunmaktadırlar. Bana da bu şekilde yüzlerce firma
yetkilisi gelmiştir; ben de "bunlara bir bakın, bunları bir
değerlendirin" demişimdir. Yani -önergede de bahsedilen- müsteşar
yardımcısının bahsedilen sözü, biraz önce anlattığın değerlendirmeleri
kapsamaktadır. Yoksa "şu firmaya ihaleyi verin" diye bir talimatı ne
yazılı ne de sözlü olarak verdiğimi hiç kimse ifadelerde söylememektedir. Yani,
benim, müsteşar yardımcısına veya müsteşara veya bir genel müdüre verebileceğim
talimat "şu firmayı bir inceleyin, durumu uygunsa ihaleye davet edin"
talimatıdır. Bu konuda verilmiş olan bütün ifadeler de bu şekildedir; zaten,
başka şekilde olması da mümkün değildir. Davet usulü ihale şekli en çok AK Partili
belediyelerce yürütülmektedir; bu önergede imzası bulunan milletvekillerinin
mensup olduğu siyasî partiye bağlı belediyelerce. Önergede ismi bulunan
arkadaşlar ve özellikle AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, bu ihale
usulündeki talepleri çok iyi bilirler. Onlara da yüzlerce firma "bizi de
değerlendirin ve ihaleye davet edin" diye talepte bulunmuşlardır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şu
anda yargıda bulunan -Bayındırlık Bakanlığının birkısım bürokratının tutuklu
bulunduğu- 361 sanıklı davanın konusu nedir; bunu size arz ederek, bu önergenin
boş bir önerge olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel
Müdürlüğündeki ihalelerde menfaat temin etmek için bir çete oluşturulduğu
iddiası var. DGM savcılığı, bu iddiayla ilgili olarak 500 civarında müteahhidi
çağırmış, bunların ifadesini almış ve çok kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Şu
anda 361 sanık vardır, bunlardan bir kısmı da tutukludur. İddia nedir? İddia şudur: Dışarıda
müteahhitleri organize eden bir büro vardır. Bu büro, ihalede, ortalama kırımı
tutturacak ve dolayısıyla, ihaleyi alacak firmayı tespit ediyor ve bu firmanın
kazanması için de diğer firmaları organize ediyor. Bu arada, organizesi içine
girmeyen firma olursa, bunu da Bayındırlık ve İskân Bakanlığında ilişkiye
girdiği bürokratlar vasıtasıyla yeterlilik verdirtmeyerek, devredışı
bıraktırıyor. İddiaya göre, ortada bir çete var. Çetenin organizatörü, dışarıda
bürosu olan bir işadamı. Bunun yardımcıları da birkaç bürokrat. İddia bu. Bu iddiayla ilgili yapılan soruşturma
sırasında, ifadesi alınan kişiler, bir kısmı da işkence altında olduğunu
söylemelerine rağmen, bakan olarak benim adımın geçtiği tek bir ifade dahi
vermemişlerdir. Bu durum da, olayın bizim dışımızda cereyan ettiğini göstermektedir.
Onun içindir ki, Koray Aydın iddianamede yer almamıştır, Anayasanın 100 üncü
maddesi sebebiyle değil. Sayın milletvekilleri, ben, dün istifa
ederken ne söylemişsem, şimdi de aynı şeyi söyleyeceğim: "Bir yolsuzluk mu
var, sonuna kadar gidilsin." Ama, bu önergeyi veren milletvekili
arkadaşlarımız ve AK Partili arkadaşlarımız, siz, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığında meydana geldiği iddia edilen olaylarla ilgili benim söylediğimi
söyleyebiliyor musunuz? Bakınız, bu önergede imzası bulunan AK Parti
Grup Başkanı Sayın Bülent Arınç, İstanbul Belediyesindeki yolsuzluk iddiaları
üzerine neler söylemiş: "Bu hareket, siyasî linç girişimidir."
"Ayağınızı denk alın." "Sayın Rüştü Kâzım Yücelen, İstanbul
Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve İstanbul DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, bu
kişiler takibimiz altındadır." "Hükümet içerisinde bir ismi de
özellikle telaffuz edeyim" diyor Sayın Arınç: "Başbakan Yardımcısı
Mesut Yılmaz." "Bütün bu olayları, kişileri takip ediyoruz" diyor.
Sanki dedektiflik bürosu kurmuş. (MHP sıralarından alkışlar) "Bu
olaylardan, başta hükümeti, ikinci derecede de ismi geçenleri hedef
alıyoruz" diyor. Dikkat edin: "Hedef alıyoruz." Yani, tehdit
ediyor, korkutmaya çalışıyor. Şimdi, değerli arkadaşlar, evet, büyük bir
telaşla savrulan bu tehditler söz konusu olmuştur; ama "bir yolsuzluk
iddiası mı var, sonuna kadar gidilsin" diyememiştir, söyleyememiştir. Ya
da İstanbul Büyükşehir Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen yolsuzluklar
sebebiyle, AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, genel başkanlıktan
istifa edebiliyor mu?! (MHP sıralarından alkışlar) MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Niye istifa
etsin, dokunulmazlığı mı var?! KORAY AYDIN (Devamla) - Sayın Erdoğan'ın
genel sekreteri kayıp, bir türlü bulunamıyor, yer yarıldı yerin içine girdi,
hâlâ kayıp. VEYSEL CANDAN (Konya) - Bulun, bulun... KORAY AYDIN (Devamla) - Bu durumda, Sayın
Tayyip Erdoğan'ın yapması gereken, genel başkanlıktan istifa ederek, bu kayıp
ve kaçak kişilerin önünü açmaktır. Belki o zaman çok kimse polise teslim olur
ve bu kaçak kişilerle de çok şey aydınlanır. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Belediye
başkanı değil ki kardeşim; dört yıl önce belediye başkanıydı. KORAY AYDIN (Devamla) - Belki adamcağız
teslim olacak; ama, bir siyasî partinin genel başkanından korkuyor; ama, genel
başkanlıktan istifa ederse, o zaman çok kimse polise teslim olacak, olabilecek
ve inanıyorum ki, çok şey de aydınlanacak. Ne gariptir ki, ben bakanlıktan ve
milletvekilliğinden istifa ettiğim sırada ilk tepkiyi Sayın Erdoğan vermişti. O
zaman, ilk anda bu menfi tepkinin sebebini anlayamamıştım; ama, sonraları
anladım ki, benim istifamdan Sayın Erdoğan rahatsız; çünkü, kendisinin yapması
gereken de istifaydı. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Siz
kendinizi savunun, kendi yaptıklarınızı savunun. KORAY AYDIN (Devamla) - Kendi yapmadığını,
yapamadığını başkası yapınca rahatsız oldu ve bizi şov yapmakla suçladı. Haydi
bir de sen şov yap da görelim Sayın Erdoğan! (MHP sıralarından alkışlar) Ya da
marifetleri ta Singapur'a kadar uzanan eski genel sekreterini buldur ve adalete
teslim et, o zaman anlayalım şu meseleleri. Genel sekreter yardımcısının
poliste verdiği ifadeler ile bunlar bütünleştiğinde neler meydana gelebilecek,
belki o zaman çok daha iyi anlaşılacak. Sayın milletvekilleri, hakkımda en çok
konuşulan ve yıpratılmak istendiğim husus kendi işyerimle ilgili olmuştur.
Verilen soruşturma önergesinde de bu hususa değinilmiştir. Şimdi, bu konudaki
gerçekleri açıklayayım: Sayın milletvekilleri, ben, ticarete 26
Mayıs 1982'de başladım. 1987 yılına kadar beş yıl petrol işi ve nakliyecilik
yaptım. 1987 yılında, mülkiyetini 1985 yılında aldığım, şahsıma ait Ulus
Rüzgârlı Sokaktaki işyerinde inşaat malzemeleri satıcılığı ve kat karşılığı
konut yapım işine başladım. 1995 yılında, inşaat malzemeleri satan işyerimin
Sincan'da bir şubesini açtım; 1998 yılında da, Büyük Sanayide fayans ve seramik
toptancılığı yaptığım ikinci bir şubesini açtım. Sonra, bu fayans ve seramik
toptancılığı yapan şube 2000 yılında şirket haline dönüştürüldü. İşte "bakan
olduktan sonra şirket kurdu" haberlerinin aslı astarı budur. Ne şirketi
kuracağım?! Benim zaten işyerlerim var; bu da gizli saklı değil, mal beyanıma
kadar yazılmış... Yeni kuruldu denilen şirket de, 1998 yılında; yani, bakan
olmadan önce şube olarak kurduğum işyeridir. Özetle, ticarî hayatımla ilgili olan
tarihleri tekrar ediyorum: 1982, 1987, 1995, 1998. Sayın milletvekilleri "bakan olduktan
sonra makamında iş bitirdi" haberleri de şirket kurma işinden daha
enteresandır, daha trajikomiktir. Bakın, makamımda bitirdiğim iş nedir: Ben, 9
Aralık 1993 tarihinde, tekrar ediyorum, 9 Aralık 1993 tarihinde kat karşılığı
olarak arsa sahipleriyle bir anlaşma yaptım. 1997 yılında da, 9 parsel arsadan
6 parsel üzerinde inşaata başladım. Bakan olduktan sonra, bu işlerle artık
uğraşamayacağım kararıyla, kalan parselleri arsa sahiplerine iade etmek
istedim. Bu talebimi ilettim. Bu devir işlemi için, noter, Bakanlık makamına
geldi. Ben de imzamı attım ve kalan arsaları, arsa sahiplerine iade ettim. Yani
"Bakan, makamında iş bitirdi" haberi, aslında, benim Bakan makamında
iş yapmama işini bitirmiş olduğumdan dolayı doğdu. Şimdi böyle şöyle olur mu sayın
milletvekilleri?! Ben, Bakan olduğumdan dolayı, inşaat yapamayacağım sebebiyle,
daha önce almış olduğum arsaları arsa sahiplerine devrediyorum, bu devir işlemi
için noter Bakanlığa geliyor, 1 dakikayı bulmayan bir imza atıyorum, bu durum
"Bakan, makamında iş bitirdi"ye dönüyor. Yani, bir kere hedef olmaya
gör, her şey tersine çevrilebiliyor. Aslında, benim o fırtınalı dönemde
yaşadığım bu olaylar, sadece siyasete atılmak isteyenler için değil, hepimiz
için de bir ibret vesikası olmalıdır. Sayın milletvekilleri, ben, çok açıkkalple
hareket ettim ve bu orta dereceli işyerlerimi ve şirketteki payımı devretmeyi
düşünmedim. Hisselerimi devretmedim; ama, hiçbir mesaim de söz konusu olmadı;
yani, durum, kâğıt üzerinde bir ticaret haliydi. Hisselerimi devretseydim, kime
devredecektim; yakınlarıma. O zaman da, yine, söylenti çıkaran çıkaracaktı. Aslında, bu konuda, Meclis olarak, milletvekillerinin
yapacakları yapamayacakları, kanunen ortak olup olamayacakları, fiilen
çalışabilecekleri çalışamayacakları gibi konuları belirlememiz gerekiyor;
çünkü, sanmayın ki, bir siyasî, rakip siyasî partiden diye yıpratılınca, bu
size ulaşmayacak. Siyasetçinin gereksiz yere yıpranmasını önlemek için, bu
bakımdan hepimize düşen görevler vardır. Yüce Meclise bir hususu da anlatmak
istiyorum. Şimdi, benim işyerlerimle ilgili olarak niçin daha önce bir şey
yazılmadı? Yani, Bayındırlık Bakanlığındaki soruşturma gündeme geldi, ondan
sonra alabildiğine yazıldı, çizildi, konuşuldu. Bunlar doğru şeyler değil.
Bakınız, bu iddialar basında yer alınca, ben bir inceleme yaptım. Deprem
bölgesinde 200 civarında firma iş yapmış. Bu 200 civarındaki firmanın sadece
6'sı benim işyerimden alış veriş yapmış. Bu 6 firmadan da 3 tanesi, zaten benim
yıllardan beri, çok eskiden beri işyerimizin müşterisi. Geriye 3 firma kalıyor,
bu 3 firma, 200 firmanın yaklaşık yüzde 1,2'sini teşkil ediyor. Değerli arkadaşlar, şimdi, bu mu deprem
bölgesi müteahhitlerinden zengin olma?! Benim gözüm gibi koruduğum ve yaptığım
işle, yürüttüğüm işi birbirinden ayırt etmek için, kılı kırk yararak yürütmeye
çalıştığım konuda, o dönemin fırtınalı ortamında her şey söylendi ve çizildi.
Aslında, biz siyasîler bunlara çokça muhatap oluyoruz. Dönem dönem hepimizin
başına böyle şeyler gelebiliyor; ama, bu konuda, bu konunun etik açıdan
sorgulanıp, gereğinin yapılmasının da yine bizlere, hepinize düştüğüne
inanıyorum. Değerli arkadaşlar, bu deprem bölgesi
müteahhitleri niçin işin içine karıştırıldı? Maksadın bu bölgede bizim yapmış
olduğumuz büyük hizmetleri gölgelemek olduğu kanaatindeyim; çünkü, biz, deprem
bölgesinde gerçekten büyük işler yaptık. Dünya tarihinin en büyük imar ve konut
hareketini yürüttük ve bütün bu işleri -başlanması ve bitirilmesiyle- bir yıl
içerisinde yaptık. Bu yapılan işler, 57 nci cumhuriyet hükümetinin en büyük
hizmetlerinden biridir. Şimdi, bu bölgelerde yepyeni şehirler yükseliyor, dünya
izliyor, dünya takdir ediyor. Tarihe geçecek bu büyük başarıyı, bu çirkin
sözler ve ithamlarla kimsenin gölgelemeye hakkı yoktur değerli arkadaşlarım. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
gelin, soruşturma, araştırma önergelerini, gensoru açma haklarını yerinde
kullanalım. Yoksa, Meclisimiz, gelmiş geçmiş bütün bakanlar hakkında önergeler
verilen, kısır çatışmaların yer aldığı bir Meclis haline gelir. Bu durumdan da,
siyasetçi olarak hepimiz yara alırız; demokrasi, siyaset, Meclis yara alır. İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve
55 arkadaşının vermiş bulunduğu soruşturma önergesinin reddini Yüce Meclisten
talep ediyor ve ayrıca, Başkanlıktan, Anayasanın 138 inci maddesine göre bu
önergenin değerlendirilmesi uyarısıyla hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
(MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederiz Sayın Aydın. Sayın Arınç, buyurun. BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Sayın Bakan,
konuşması sırasında ismimi de zikretmek suretiyle... Müsaade ederseniz, 2
dakika içerisinde bir açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN- Buyurun efendim. KORAY AYDIN (Ankara)- Böyle bir usul yok. BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Var, var!.. BAŞKAN- 3 dakika içerisinde toparlayınız
Sayın Arınç. V. –
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Manisa
Milletvekili Bülent Arınç’ın, Ankara Milletvekili Koray Aydın’ın konuşması
sırasında Partisine ve şahsına sataşması nedeniyle konuşması BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; önce şu konuyu arz edeyim: Sayın Bakan 35 dakika konuştu,
savunma yaptı. Savunma hakkı kutsaldır; ancak, konuşma süresi açısından bu ilk
görüşmede ben 10 dakika konuşuyorsam, Sayın Bakanın da 10 dakika konuşması icap
eder. (MHP sıralarından gürültüler) Okuyacaksınız... İçtüzüğün 112 inci
maddesinin ikinci fıkrasındaki "süre sınırlandırılamaz" konusu,
soruşturma komisyonu raporunun görüşülmesi sırasındadır. MHP'li
arkadaşlarımızın İçtüzük üzerinde biraz daha eğitim yapmalarında yarar var.
(MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN- Sayın Arınç, lütfen... Buyurun. BÜLENT ARINÇ (Devamla)- Ancak, Sayın
Başkan, çok da haklı olarak, Sayın Bakanın sözünün kesilmemesi noktasında bir
davranış gösterdi, ben de buna hak veriyorum. Keşke ben de 35 dakika
konuşabilsem ve bazı şeyleri size daha rahat söyleyebilseydim. Değerli arkadaşlarım, şimdi Sayın
Bakanımız, ismimi de zikretmek suretiyle, "AK Partili
milletvekilleri" demek suretiyle, "bu 56 arkadaşımız, gazete
kupürlerine dayalı olarak önerge verdiler, vah vah yazık oldu" diyor. Ben
gazete kupürlerini önünüze getirmedim, kocaman bir iddianameyi, dava dosyasını
getirdim, buna göre de konuşmaya çalıştım. Değerli arkadaşlarım, onun için, AK
Partili milletvekillerinin çoğunluğu böyle bir önerge vermişse, bu, iftihar
verici bir olaydır; ben de iftihar ediyorum. Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Bakanın
konuşmasından sonra, hiç konuşulan konulara temas etmediği için, bir savunma
yaptığını da düşünmüyorum; ama, siyasette temizlik ve dürüstlük lafları varsa,
Sayın Bahçeli'nin ya siyaset ya ticaret ikilemi varsa, Sayın Bakanın, en
sonunda "benim hakkımda soruşturma açın, gereğini yapın" demesini
beklerdim; o, aksini yaptı. Bakın, sadece Tayyip Erdoğan'a, sadece
İstanbul Büyükşehir Belediyesine atfederek bir yere gidemezsiniz. Buraya her
çıkan arkadaşımız Tayyip Erdoğan'dan bahsediyorsa, o zaman, ben, şunu
söyleyeceğim: Milliyetçi Hareket Partisini, Tayyip Erdoğan ve AK Parti korkusu
iyice sarmış. (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, Sayın Tayyip
Erdoğan'ın "yer yarıldı da içine girdi" diye bahseden Sayın Bakan
için söylüyorum. Başkanımız kaçıyormuş, yer yarılmış içine girmiş,
bulunamıyormuş... Siz bu dünyada yaşamıyor musunuz; siz uzayda mısınız?! Daha
üç gün evvel, Trabzon meydanında onbin kişiye konuşuyordu, Rize meydanında
konuşuyordu. (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yalan!..
Yalan!.. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Daha dün
Çankırı'da konuştu, daha önce Artvin'de konuştu. Siz bu dünyada değil misiniz?!
Yani, yakalama zorluğu mu var Tayyip Erdoğan'ı?! (MHP sıralarından gürültüler)
Adres mi istiyorsunuz? Trabzon meydanına sizin çıkmaya yüzünüz olsaydı, Tayyip
Erdoğan'ı orada görecektiniz, kendisini dinleyecektiniz. (MHP sıralarından
gürültüler) Değerli arkadaşlarım, benim basın
toplantımdan bahsediyor da, İçişleri Bakanı hakkında şunları şunları
söylemişim. Ne söylediysem, tutanaklara ne geçtiyse, altında hangi imzam varsa,
onların sahibiyim. Biz, bu siyasî partiler konusunda,
Mecliste, denetim mekanizmasının sulandırılmasına karşıyız; ancak, hakkında
soruşturma açılması istenilen bakan Koray Aydın... (MHP sıralarından
gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arınç, teşekkür ediyoruz. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, sinirlenmenize gerek yok. Gereğini yapın, Milliyetçi Hareket Partisinin
seçimlerde halkın önüne çıkacak gücü olsun. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Arınç. İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Genel
sekreteriniz... BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Çık da, orada
konuş gücün yetiyorsa! (MHP sıralarından gürültüler) Mikrofonlar hasret kaldı
size. IV. – GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
(Devam) B) öngörüşmeler (Devam) 1.–
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde
usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri
almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun
228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân
eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergesi (9/4) (Devam) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Meclis
soruşturma önergesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı
Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunacağım. Anayasanın 100 üncü maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle,
oylamayı, gizli oylama şeklinde yapacağız. Oylamaya başlamadan önce, oylama
yöntemiyle ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunacağım. Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını
arz ediyorum: Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan Kâtip Üyelerden komisyon
sırasındaki Kâtip Üye, Adana'dan başlayarak İstanbul'a kadar, hükümet
sırasındaki Kâtip Üye ise, İstanbul'dan Zonguldak'a kadar ad okuyacaktır. Adı
okunan milletvekiline, biri beyaz, biri
yeşil, biri de kırmızı olmak üzere 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarf
verilecek ve pul ve zarf verilen milletvekili ad defterine işaretlenecektir. Milletvekilleri
belirlenmiş bulunan bu yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak bakanlar da,
yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını
kullanacaklardır. Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı
kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimserdir. Oyunu kullanacak sayın üye, Kâtip Üyeden 3
yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan
ve adını ad defterine işaretlettikten sonra oy hücresine girecek, oy
kullanacağı pulu hücrede zarfın içerisine koyacak, diğer 2 pulu ise hücre
içerisinde bulunan ıskarta kutularına atacaktır. Bilahara, hücreden çıkacak
olan üye, oy pusulasını, pulunun bulunduğu zarfı, Başkanlık Divanı kürsüsünün
önüne konulan oy kutusuna atacaktır. Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul
ve zarf verilmeyecektir. Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun
yerine Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan, Turizm Bakanı Mustafa
Taşar'ın yerine Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı, Çevre Bakanı Fevzi
Aytekin'in yerine Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz, Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun yerine Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Devlet Bakanı Şükrü
Sina Gürel'in yerine Maliye Bakanı Sümer Oral, Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez'in
yerine Ulaştırma Bakanı Oktay Vural oy kullanacaklardır. Şimdi, gizli oylamaya Adana İlinden
başlıyoruz. (Oyların toplanmasına başlanıldı) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı?.. Yok. Oylama işlemi sona ermiştir. Oy kupaları kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Bakanlığı
döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli
tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve
İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergenin gizli oylamasının sonucunu açıklıyorum: Katılan üye: 443 Kabul: 231 Ret: 196 Çekimser: 11 Boş: 1 Geçersiz: 4 Bu sonuca göre, Meclis soruşturması
açılması kabul edilmiştir. Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince,
soruşturma, siyasî partilerin güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye
sayısının 3 katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı
ayrı ad çekme suretiyle kurulacak 15 kişilik bir komisyon tarafından
yürütülecektir. Soruşturma komisyonunun görev süresi iki aydır. Bu sürenin, komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi tarihinden başlamasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız. VI. –KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – İzmir
Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S.Sayısı: 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen
maddeleriyle ilgili Komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini
erteliyoruz. Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun
görüşmelerine başlıyoruz. 2. – Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı : 724)(1) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Tasarı üzerinde Adalet ve Kalkınma
Partisi, Saadet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Doğru Yol Partisi
Grupları adına konuşmalar yapılmıştı. Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti
Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Perihan Yılmaz'a aittir. Buyurun Sayın Yılmaz. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA PERİHAN YILMAZ (İstanbul)
- Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Türk Medenî Kanununun yürürlük
maddesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk
Medenî Kanununun yerini almak üzere hazırlanan Türk Medenî Kanunu Meclisimizden
geçmiştir. Kadın erkek ayırımı yapmadan, bu kanunda emeği geçen herkesin
mücadeleleri önünde eğiliyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Eski Medenî Kanunumuzu yetmişbeş yılda
ancak değiştirebildik. Türkiye Büyük Millet Meclisimizden geçen, Türk kadınının
epeyce erozyona uğramış toplumsal statüsünü değiştirecek olan yeni Medenî
Kanunumuz belki de yüz yıl uygulanacak; eskisine göre daha adil, önemli, daha
çağdaş bir kanun; her ne kadar, bugün görüştüğümüz yürürlük maddesi içimize
sinmese de. Bilindiği gibi, kabul edildiği dönemde
çağının toplumsal ve kültürel koşullarında çok ilerici bir nitelik taşıyan Türk
Medenî Kanununun, Türk toplumu ve Türk kadını için çok özel bir anlamı vardır;
ancak, aradan geçen uzun yıllardan sonra, günümüzde ortaya çıkmış olan
gereksinimleri karşılamada yetersiz kalmıştır. Bu nedenle, Medenî Kanunun,
özellikle aile hukuku bölümünde eşlerin eşit haklara sahip olması ilkesi
çerçevesinde değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu zorunluluk, başta,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi olmak üzere
uluslararası taahhütlerimizden ve hem de Anayasamızın kanun önünde eşitlik
ilkesinden kaynaklanmaktadır; bu doğrultuda, Medenî Kanunda en önemli
değişiklikler aile hukuku bölümünde yapılmıştır. Bunlardan bazılarına, örneğin
186 ncı maddeye değinecek olursak, burada "birliği eşler beraberce
yönetir, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla
katılırlar ve eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler" denilmektedir.
Bu düzenlemeyle, konutun seçimini kocaya tanıyan hüküm, eşlerin seçimi birlikte
yapacakları şeklinde değiştirilmiş ve tek başına erkeğin konutu seçme olanağı
ortadan kaldırılmıştır. Bütünüyle yapılan değişiklikler çok
önemlidir. Ancak, bizce, kanunun içerik açısından en önemli düzenlemesi, eşler
arasındaki mal rejimini düzenleyen 202 nci maddesidir. Bilindiği üzere, 1926
tarihli kanunda, yasal mal rejimi olarak, mal ayrılığı rejimi kabul edilmişti;
bu rejim, kısaca, evlilik birliği içerisinde elde edilen malların kimin
tarafından alındığına bakılmaksızın, evlilik sona erdiğinde mal kimin üzerine
kayıtlıysa onda kalmasını öngören bir rejimdi. Sayın milletvekilleri, bu yeni mal
rejiminin boşanmaları artıracağı söylenmektedir. İddiaların tam aksine, yeni
kanunî mal rejimi yürürlüğe girdiğinde, boşanmalar ve davalar azalacak,
yargının yükü de hafifleyecektir. Zira, erkek "çık, git" derken,
kadının, en doğal hakkı olan, evlilik birliği (1) 724 S. Sayılı
Basmayazı 28.11.2001 tarihli 27 nci Birleşim Tutanağına eklidir. içinde edinilen tüm malların, birikimlerin yarısını
alacağını düşünecektir, ikinci hayatını bugünkü kadar rahat kuramayacaktır.
Üstelik, kadınları da, erkekleri de zengin koca ya da zengin kadın bulmaya
itmeyecektir. Boşanma sonucu, çocukların, genellikle
annede kaldığı da bilinen bir gerçektir. Maddî anlamda problem yaşamayan,
ayaklarının üzerinde kalabilen, haklarını alan kadınların, çocuklarını daha
sağlıklı yetiştirdiklerini biliyoruz; bu çocukları, maddî sıkıntıları olan bir
anneye bıraktığınız zaman, çocuklarda anne-baba ayrılığının verdiği psikolojik
bunalımların yanı sıra, maddî sıkıntıların yarattığı bunalımlar da
problemlerini daha çok artıracaktır. Boşanma sonucu kadının olduğu kadar
çocukların da mağdur edilmemesi, yeni Medenî Kanundaki edinilmiş mallara
katılma rejimiyle sağlanacaktır. Daha önceki Medenî Kanunda, eşlere,
evlenirken, başka mal rejimi seçme imkânı verildiği halde, hemen hemen hiç
kimsenin, hatta, hukukçu kadınların bile, mal rejimlerini seçmek için sözleşme
yapmadıklarını ve otomatik olarak kanunî rejime tabi olduklarını biliyoruz.
Bizde, ananelerimizin bir sonucu, öyle bir kurumdur ki evlilik, maldan ziyade,
sevgi ve saygıya, en önemlisi de güvene dayanır. Talepte bulunmak, bana şu mal
yapılsın demek ayıp sayılır ve erkeğe hürmetten, alınan şeyler, kadın çalışsa
bile, erkeğin üzerine kayıtlı olur; çünkü, hiçbir kadın boşanmak için evlenmez.
Değerli arkadaşlar, bu yasanın arkasında,
evli olan milyonlarca kadının mücadelesi ve emeği vardır; fakat, bu emek ve
mücadele, yürürlük maddesiyle yok sayılmıştır. Biz kadınlar, sevinçleri,
kederleri, çocukların sorumluluklarını evlilik birliği içerisinde paylaştığımız
gibi, elde edilen malları da paylaşmak istiyoruz. Bu, bizim en doğal
hakkımızdır. Kimseden, fazladan bir şey talep etmiyoruz; hele hele, servet
avcılığı gibi bir düşüncemiz asla söz konusu olamaz. Ailesinden kalan mirası
istemiyoruz; sadece, emeğimizin karşılığını istiyoruz. Bunu da, aslında, yine
ailemiz adına, çocuklarımız adına istiyoruz. İşte bu nedenle, Medenî Kanunun bu
maddesi gündeme geldiğinde, tüm kadın kuruluşları ve kadınlar, yeni yasaya
sahip çıkmışlardır. Bu konuyu düşünerek, ben ve arkadaşlarım, hükümetten
geldiği biçimde çıkmasını istediğimiz için, bir önerge verdik. Esasında, yasaların düzenlenmiş olması da,
sorunları çözmeye yetmiyor. Tam tersi, bundan sonra yapacağımız işler daha
önemli. Örneğin, eğitimsizlikten kaynaklanan cehaletin yok edilmesi, öncelikli
görevimiz olmalıdır. Eğitimle, insan hakları ve demokrasi kriterleri anlaşılır.
Toplumsal, kültürel, kurumsal ve yasal alanlarda engeller ortadan kalkar. Kadın
ve erkek, sahip olduğu kapasiteyi tam anlamıyla kullanır. Yaşamını, insan
onuruna yaraşır bir şekilde sürdürür. Değerli milletvekilleri, sözlerimi
bitirirken, kadının özgürlüğü gerçekleşmeden, erkeğin özgürlüğünün de olası
olmayacağını; Atatürk'ün çok sevdiği, Tevfik Fikret'in "Elbette değil
nasibi mezellet kadınlığın/Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer"
dizelerini, kadın, erkek herkesin aklından çıkarmamasını; tüm insanlığın özgürlüğünün
biricik teminatının yine laiklik olduğu bilincinin bir an bile unutulmamasını;
özellikle, tarih duyarlılığı yüksek siyaset arkadaşlarımızdan bekliyorum. Kadın ve erkeğin el ele yaşamın
güzelliklerini paylaşacağı umuduyla, yasanın hayırlı olmasını diliyor,
önergemizin kabulü dileklerimizle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP
ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz. Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli
Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yetmişbeş yıllık Türk Medenî Kanununun
elli yıldır değişimi konusunu tartıştık ve Türk Medenî Kanununu, 21 inci
Yüzyılın değerleri ve şartlarına uygun hale getirdik, Türk Medenî Kanununun
özüne dokunmaksızın, 21 inci Yüzyıl koşullarına göre daha çağdaş bir noktaya
taşıdık. Türk Medenî Kanunu kabul edildi ve tabiî
ki, bu kanun, kabul edildikten altı ay sonra yürürlüğe girecek. Şimdi, bu
kanunun uygulanmasının ve yürütülebilmesinin sağlanabilmesi için, şu anda
görüştüğümüz tasarının da yasalaşması gerekiyor. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe
girmesinden önceki olayları hangi kanunla irdeleyeceğiz; bu sualin cevabını,
görüştüğümüz bu kanun tasarısı veriyor. Hukukî sonuca hangi kanunla ulaşacağız?
Yürürlükten kaldırılan Türk Kanunu Medenisi, nereye kadar, nasıl, hangi hukukî
sonuçları etkileyecek? Vatandaşın, ihtilafını hangi kanunla çözeceğini, hangi
kanuna tabi olacağını bilmesi gerekecek ve bilmek durumundadır. Tabiî ki, hâkimlerimiz
hangi olaya, hangi yasayı uygulayacak konusunda da anahtarı bizim yasa koyucusu
olarak hâkimlerimize vermemiz gerekiyordu. İşte, bu soruların cevabı olan 6
bölüm ve 25 maddeden oluşan Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun Tasarısını görüşüyoruz. İşin hukukî boyutu ve uygulama pratiği
ve ihtilafın çözümlenmesi için bu tasarının Türk Medenî Kanunuyla birlikte
yürürlüğe girmesi zorunluluğu vardır. Tasarının 1 inci bölümü 4 maddeden
oluşmakta ve hukukun genel kurallarındaki uygulama şekli burada dile
getirilmektedir. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki
olaylar, hangi kanun zamanında meydana gelmişse o kanun uygulanacaktır; bu,
genel kuraldır. Yine, bir diğer genel kural: Kamu düzeni ve genel ahlaka yönelik
kurallar bütün olaylarda uygulanacaktır; yani, olayın, eski kanunun ya da yeni
kanunun uygulanması konusunda bir problem olmayacak, kamu düzeni ve genel
ahlakı ilgilendirdiği için olay ne zaman meydana gelirse gelsin, bu kamu düzeni
ve genel ahlak kuralları uygulanacaktır. Yine, içerikleri tarafların
iradelerine bağlı olmayan, kanunun doğrudan hüküm koyduğu konularda Türk Medenî
Kanunu uygulanacaktır. Eski hukuk zamanında meydana gelip de henüz bir hak
doğurmamış olaylar hakkında da Türk Medenî Kanunu uygulanacaktır. Değerli arkadaşlar, şimdi, tasarıda bir
eski kanundan bahsediliyor -Türk Kanunu Medenîsinden- bir de Türk Medenî
Kanunundan. Şimdi, bunu halkın anlaması gerçekten zor. Şimdi, eski kanun
deyince, biz, 1926'dan önceki kanunu kastediyoruz; yani, Mecelleyi
kastediyoruz. Türk Kanunu Medenîsi deyince; yani, 1926'da yürürlüğe giren ve
geçenlerde değiştirdiğimiz yasayı, Türk Medenî Kanunu deyince de şimdi
yürürlükte olan yasayı kastediyoruz. Bu terimler birbirine yakın olduğu için,
bizi dinleyen halkımız da karıştırabilir; bu yüzden, bunu açıklama zarureti
hissettim. Bu tasarının ikinci bölümü, fiil
ehliyetine, gaipliğe, derneklere ve vakıflara ilişkin hükümleri düzenliyor.
Fiil ehliyetinde, her durumda, Türk Medenî Kanunu uygulanacaktır; ancak, eski
kanuna göre fiil ehliyetine sahip olup da, yeni kanuna göre fiil ehliyetinde
olmayanlar, eski kanun döneminde kazandıkları fiil ehliyetini devam
ettireceklerdir. Örneğin, eğer 16 yaşında evlenmişse ve evlilikle bu ehliyeti
kazanmışsa, yeni kanunla evlenme yaşını değiştirmiş olmamız burada etkili
olmayacak ve eski kazandığı fiil ehliyeti devam edecektir. Eski kanuna göre verilen gaiplik
kararları, yine, yeni Türk Medenî Kanununa göre aynı sonuçları doğuracaktır;
ancak, gaiplik nedeniyle açılan evliliğin feshi davalarında durum değişik
olacak ve bu nedenle uygulanacak hükümler yeni Türk Medenî Kanunu hükümleri
olacaktır. Gerek dernekler gerekse vakıflar eski Türk
Kanunî Medenîsine göre kimlik kazanmışsa, bu, Türk Medenî Kanuna göre de, yani,
yeni kabul ettiğimiz kanuna göre de devam edecektir; ancak, kamu hukuku
nitelikli hükümler, derneğin kurulma zamanı ne zaman olursa olsun, bütün
dernekler ve vakıflar hakkında uygulanacaktır. Yani, kamu hukuku nitelikli
hükümler dernek ve vakıflarda, derneğin kurulma zamanına bakılmaksızın
uygulanacak hükümlerdir. Üçüncü bölüm, aile hukukuna ilişkin
konuları, evlenme, boşanma, evlenmenin genel hükümleri, mal rejimleri, soy
bağı, velayet, vesayet konularını ele alır. Türk Kanunu Medenisine göre verilen
kesinleşmiş velayet, vesayet kararları
aynen geçerlidir. Kesinleşmiş boşanmalar ve onların hükümleri yine aynen
geçerlidir. Bu bölümde -gerek komisyonda gerek kamu oyunda gerekse kulislerde-
arkadaşlarımızın en çok tartıştığı konu, 10 uncu maddedeki mal rejimleridir. Yeni
kabul ettiğimiz Türk Medenî Kanununda, edinilmiş mallara katılma, yasal mal
rejimi olarak kabul edilmiştir. Eski kanunda, yani -eski kanun deyince yanlış
tabir kullanıyorum- Türk Kanunu Medenisinde ise, mal ayrılığı rejimi yasal
rejimdi. Şimdi, bu kanunda edinilmiş mallara katılma, yasal mal rejimidir. Bunun yanında, yine bu kanunda, mal
ayrılığı, mal ortaklığı, paylaşımlı mal ayrılığı rejimleri de ayrıca
düzenlenmiştir. Edinilmiş mallara katılma rejiminde iki
türlü mal vardır. Bir, eşlerin kendi şahıslarına ilişkin olan mallar, bir de
evlilik birliği içerisinde edinilmiş mallardır. Yasa koyucu, bu her iki konuyu
da ayrı ayrı düzenlemiştir. Tabiî, bu kanun, Türk Medenî Kanunu
yürürlüğe girdikten sonra yasal rejim, artık edinilmiş mallara katılma rejimidir,
bir problem yoktur; ancak, eşlere şu imkân verilmiştir: Bu kanun yürürlüğe
girdikten sonra, bir yıl içerisinde, eşler, dilerlerse, diğer mal rejimlerini
seçebilecekler, yani, evlilik akdinde, akit sırasında, akitten sonra, biz, edinilmiş mallara katılma rejimini
seçmiyoruz, mal ayrılığı, mal ortaklığı ya da paylaşımlı mal ayrılığı
rejimlerini seçiyoruz diyebilecekler. Şimdi, burada problem nedir: Burada
problem, bu kanun yürürlüğe girmeden önce ki -Türk Medenî Kanunu yürürlüğe
girmeden önceki- evlilikleri ilgilendiriyor olmasıdır. Tasarıda en çok
tartışılan konu da bu. Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girmeden önceki evlilikler,
bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde bir başka mal
rejimini seçmezlerse; yani, mal ayrılığını, mal ortaklığını ya da paylaşımlı
mal rejimini seçmezlerse, o zaman eski evlilikler, bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacaklar. Burada
tartışılan konu nedir: Burada tartışılan "eski evliliklerin edinilmiş
mallara katılması kanunun yürürlüğe girmesinden sonra olmasın da, evlilik
tarihinden başlasın" şeklindeki düşüncedir "edinilmiş mallara
katılım, hiçbir sözleşmeye, tarafların iradesine bakılmaksızın, evlilik
tarihinde başlamalıdır; eşler 30 yıl önce evlenmişlerse, bu kanun yürürlüğe
girdikten sonra, tarafların iradesine bakılmaksızın, 30 yıldan bu yana
edinilmiş mallara ortak olmalıdırlar; yani, edinilmiş mallara katılma rejimi
uygulansın" demektedirler. Şimdi, aksi görüşte olanlar da "bunun
altyapısı yoktur, evlilik tarihinden başlayarak edinilmiş mallara katılma
olamaz; ancak, yürürlük tarihinden itibaren sözleşme yapmaları halinde
edinilmiş mallara katılma rejimi uygulansın" demektedir. Tabiî,
zannediyorum, bu konuda, her partiden arkadaşlarımız önerge verdiler; yani, bu
üçüncü bölümün 10 uncu maddesiyle ilgili edinilmiş mallara katılmanın, hiçbir
sözleşmeye gerek kalmaksızın, evlenme tarihinden başlamasına ilişkin önerge
verdiler. Tahmin ediyorum, önerge sahipleri bu konuda görüşecekler, görüşlerini
açıklayacaklar. Kamuoyundaki sivil toplum örgütleri, özellikle kadın
kuruluşlarımız da bu konuda çok hassaslar ve bu konunun desteklenmesi halinde,
edinilmiş mallara katılma evlilik tarihinden başlayacaktır. Tabiî ki, bu, Yüce
Meclisin iradesiyle ortaya konacak bir konudur. Dördüncü Bölüm, mirasçılık ve mirasın
geçiş şeklini açıklıyor. Beşinci Bölümde eşya hukukuna ilişkin
hükümlerin uygulanması düzenleniyor. Burada, eski kanun zamanında; yani, 1926
tarihinden önceki kanun zamanında kurulmuş olan ve Türk Kanunu Medenîsi
yürürlüğe girdiğinde varlıklarını korumuş olanlar Türk Medenî Kanunu yürürlüğe
girdikten sonra da varlıklarını sürdürecekler; yani, aynî haklar yönünden daha
önce Türk Kanunu Medenîsi eski kanunu korumuş, biz de Türk Kanunu Medenîsi
döneminde korunan aynî hakları yeni Türk Medenî Kanununda da koruyacağız. Bu tasarının son bölümü, işlemeye başlayan
hak düşürücü süreler ile zamanaşımı sürelerini düzenlemektedir. Türk Medenî
Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlayan süreler var, bir de Türk
Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra işleyen süreler var. Türk Medenî
Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra işleyen sürelerde problem yok, zaten
açıkça hükümler ortada. Türk Kanunu Medenîsi zamanında işlemeye başlayan
süreler, bu kanun yürürlüğe girdiğinde süre bitmemişse, o zaman hukukun genel
kuralı işleyecek ve Türk Medenî Kanunundaki süre daha uzun ise, Türk Medenî
Kanunundaki süre geçerli olacak, burada süre yönünden, hak düşürücü süre ve
zamanaşımını önleme yönünden, vatandaşın lehine olan hüküm uygulanmış olacak.
Bu da çok yerinde bir düzenlemedir. Yine, Türk Medenî Kanununu kabul ettik, bu
tasarıyı da kabul ettikten sonra, çıkarılması gereken tüzük ve yönetmelikler
olacak. Bu tüzük ve yönetmeliklerin, bu kanunun kabul edildiği tarihten
itibaren bir yıl içinde çıkarılması da, görüştüğümüz ve biraz sonra inşallah
oylarımızla kabul edeceğimiz bu tasarının amir hükmüdür. Ben, tekrar, Türk Medenî Kanununun ve şu
anda görüştüğümüz Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun Tasarısının yasalaştıktan sonra hayırlı olmasını diliyorum. Bu konuda,
mutlaka, Adalet Bakanlığımız eğitim seminerleri düzenleyecek, hâkimlerimizin
eğitimini sağlayacaktır; çünkü, önümüzde bir geçiş dönemi vardır. Hakkın,
hukukun gerçekleştirildiği ve halkın tatmin olduğu bir kanunu inşallah
çıkarmışızdır diye düşünüyorum. Arkasından gelecek olan, Aile Mahkemeleri
Kanunu Tasarısının da bu kanunla bütünleşeceğini düşünüyorum. Bu kanundaki
düzenlemelerin, çağın standartlarını yakalayacağı konusundaki kanaatimi
belirtiyorum. Tekrar, bu kanunun hayırlı olmasını dileyerek, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aslan. Buyurun Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)-
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun, Ticaret Kanunu, Ceza
Kanunu gibi geniş bir hukuk alanını tümüyle düzenleyen kanunların yürürlük ve
uygulama şeklini ayrıca düzenleyen kanunlar yapılması, yerleşmiş bir yasama
geleneğidir. Bu tür kanunlar, özellikle hukuk sisteminde köklü değişiklikler
yapıldığı zaman önem kazanır; çünkü, eski hukukla yeni hukukun zaman itibariyle
uygulama sınırlarını çizmek, değişiklikle ortaya çıkacak sorunları çözecek
geçiş hükümleri koymak gerekir. Nitekim, 17 Şubat 1926 tarih ve 743 sayılı Türk
Kanunu Medenisi için de 29 Mayıs 1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medenînin
Sureti Merîyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun çıkarılmıştı. Şimdi görüşmekte olduğumuz Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısıyla, yeni Kanunun
yürürlüğe girmesinden önceki olayların hukukî sonuçlarının hangi kanuna tabi
olacağı; başka bir deyişle, bu olayların hukukî sonuçlarının yürürlükten
kalkmış bulunan Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine göre mi, yoksa yürürlüğe
girecek yeni Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mi belirleneceği konularına
açıklık getirilmektedir. Büyük ölçüde 864 sayılı Kanunun
sistematiği ve bugün de önemlerini koruyan hükümleri gözönünde bulundurularak
hazırlanan tasarı, 6 bölüm içinde 25 maddeden oluşmaktadır. Genel Hükümler başlığını taşıyan birinci
bölümde, geçmişe etkili olmama ilkesiyle, bu ilkenin uygulanamayacağı ayrık
durumlar açıklanmıştır. Geçmişe etkili olmama, eski terimle makabline şamil
olmama ilkesi hukukî istikrarın gereğidir. Tasarının ikinci bölümü "Kişiler
Hukuku" başlığı altında fiil ehliyeti, gaiplik, dernek ve vakıflar
konularını düzenlemektedir. Üçüncü bölümde, aile hukukuna ilişkin
konular, özellikle, evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ile mal
rejimleri, soybağı, velayet ve vesayet konuları ele alınarak, hangi kanun
hükümlerinin uygulanacağı gösterilmiştir. Üçüncü bölümde yer alan ve kamuoyunda
tartışmalara yol açan 10 uncu maddede, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe
girmesinden önce evlenmiş olan eşler arasında, bu tarihe kadar tabi oldukları
mal rejiminin devam edeceği; eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu
tarihten geçerli olmak üzere, kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan
boşanma ve iptal davalarının retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın
kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri
takdirde, kanunun yürürlük tarihinden geçerli olmak üzere, yasal mal rejimini,
yani, edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılacakları belirtilmiştir. Eşlerin
aynı süre içinde yapacakları bir mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal rejiminin
evlenme tarihinden geçerli olmak üzere hüküm ifade edeceğini kabul etmelerine
yönelik bir önerge, bu konuda ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeyi
amaçlamaktadır. Kayda değer ki, 1926'da 864 sayılı Kanunu
Medenînin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanunun, karı koca
mallarının idaresine ilişkin 10 uncu maddesi de, eski ve yeni hükümlerin
uygulama sınırlarının belirlenmesi bakımından aynı ilkelere dayalı bir düzenleme
getirmiştir. Başka ülkelerden örnek vermek gerekirse,
evlilikten sonra edinilmiş mallarda katılmayı, paylaşmayı öngören sistemlerin
öncüsü sayılabilecek olan, evlilikten sonra kazanılmış mal ortaklığı sistemini
getiren Eşit Haklar Kanunu da 1957'de, Almanya'da, aynı ilkelere dayalı bir
düzenleme getirmişti. İsviçre'de, mal birliği rejiminden edinilmiş mallara
katılma rejimine ise dört yıla yaklaşan bir geçiş süresi tanınmıştı. Şüphesiz,
Yüce Meclis, bu konuda en isabetli kararı verecektir. Bu arada, benim kişisel tutumum hakkında
bazı eleştiriler yapıldı. Hemen şunu ifade etmek isterim ki, başlangıçtan beri,
Adalet Bakanı olarak, ülkemizde, evlilik birliğinde çağın anlayışına en uygun,
ülkemizin yararlarına en uygun, kadın-erkek eşitliğine en uygun mal rejiminin
yasal mal rejimi olarak kabul edilmesi konusunda çaba gösterdim. Kişisel olarak
öteden beri taşıdığım düşünceler de bu merkezdedir; bu doğrultudan ayrılmadım.
Sonuç itibariyle, Türk Medenî Kanunu, bu sistemi, çağdaş sistemi benimsemiştir;
bunu görmekten mutluluk duyuyorum. Ancak, parlamenter rejimlerde, demokratik
uzlaşma da, bazen yasal düzenlemelerin yaşama geçirilmesi bakımından önem
taşımaktadır. O nedenle, böyle bir demokratik uzlaşma çerçevesinde kabul
edilen, ulaşılan çözümü de savunmak yine Adalet Bakanı olarak benim görevimdir. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının
Dördüncü Bölümünde "Miras Hukuku" başlığı altında mirasçılık ve
mirasın geçişi açıklanmaktadır. Eşya hukukuna ayrılmış bulunan Beşinci Bölümde
aynî haklarla ilgili hükümler getirilmiştir. "Diğer Hükümler"
başlıklı Altıncı Bölümde ise hak düşürücü ve zamanaşımı süreleriyle kanunlara
yapılan yollamalara ilişkin hükümlere yer verilmiştir. 22 Kasım 2001 tarih ve 4721 sayılı Türk
Medenî Kanunuyla birlikte bir bütün teşkil eden bu tasarının hazırlanmasında da
özveriyle çalışan değerli bilim adamlarımıza, yüksek yargı mensuplarına, meslek
kuruluşları temsilcilerine, Bakanlığımız elemanlarına ve emeği geçen herkese
içten teşekkürlerimizi ifade etmeyi, yerine getirilmesi zevkli bir görev
sayıyorum. Her iki kanunla ilgili tasarıları Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunan 57 nci hükümetin Başbakanına ve sayın üyelerine,
Yüce Meclisin Başkan ve başkanvekilleri ile tasarıyı büyük bir titizlikle
görüşen Adalet Komisyonunun Sayın Başkan ve değerli üyelerine, her iki
tasarının bir Medenî Kanunun gerektirdiği uzlaşma anlayışı içinde yasalaşması
yolundaki katkı ve destekleri için bütün siyasî partilerin gruplarına
içtenlikle teşekkür etmeyi de, yine, zevkli bir görev sayıyorum. Her iki tasarının Yüce Meclisçe bir
bütünlük içinde ele alınarak yasalaştırılmasıyla, Türkiye, 1926'da
gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı niteliğinde ve 21 inci Yüzyıl
koşullarına uygun yeni bir Medenî Kanun kazanmış bulunmaktadır. Her iki kanunun ülkemize hayırlı olmasını
diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Şahsı adına, Sayın Şadan Şimşek?.. Yok. Sayın Melek Denli Karaca?.. Burada. Buyurun Sayın Karaca. (MHP sıralarından
alkışlar) MELEK DENLİ KARACA (Çorum) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilen Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ile Adalet
Komisyonu raporu üzerinde şahsım adına görüş ve düşüncelerimi bildirmek üzere
huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, Türk hukuk
hayatında önemli bir devrim sayılan Türk Kanunu Medenîsi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî
Gazetede yayımlanmış ve 4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girmişti. İsviçre Medenî Kanunundan örnek alınarak
hazırlanan; ancak, Türk toplumunun sosyal, kültürel, töresel yapısı göz önünde
bulundurularak bünyemize adaptasyonu yapıldıktan sonra meriyete sokulan Türk
Kanunu Medenîsi, millet hayatımızda yetmişbeş yıllık bir uygulama alanı
bulmuştu; ancak, kabul etmek gerekir ki, yaşayan her şey, zamanla değişen ve
gelişen dünya şartlarına, çağın gereklerine, uygarlığa uymak ve kendini
yenilemek zorundadır. Tıpkı canlı varlıkların ve hücrelerin zamanla yaşlandığı
ve aynı hayatiyeti idame ettirmelerinin mümkün olmadığı gibi, sosyal hayatımızı
tanzim eden kanunların da, zamanın ve günün sosyal akışı içerisinde, çağın ve
teknolojinin gereklerine uygun yeni düzenlemelere ihtiyacı vardır. Nitekim,
birçok ülkede, örneğin, İsviçre'de, Almanya'da bu yola gidilmiştir. İşte, arz olunan nedenlerle Türk Kanunu
Medenîsi, Adalet Bakanlığı nezdinde bilim adamları ve uzman uygulayıcılardan
oluşan bir Medenî Kanun Komisyonu tarafından incelenmiş ve yeni bir tasarı
olarak Meclise sunulmuştu. Yüce Meclis bünyesi içerisindeki Adalet
Komisyonunda, Anayasamızda yapılan değişikliklerde olduğu gibi, toplumsal
hayatımızı tanzim eden, edecek önemli bir yasa olan Medenî Kanun değişikliğinde
de tasarının toplumsal ihtiyacı karşılaması yönünde önemli kararlar alınmıştı.
Burada bir parantez açarak, büyük bir özveri ve uzlaşma kültürü çerçevesindeki
olumlu çalışmalarından dolayı başta Sayın Bakanımız olmak üzere, Komisyon üyesi
bütün arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cumhuriyetimizin kurulduğu günden bugüne değin, demokratik yaşam tarzımızda
Türk Devletinin ve milletinin muasır medeniyetler seviyesine yükseltilmesi için
çıkarılan yasaların başında herhalde Türk Medenî Kanunu gelir. Beşer
ilişkilerini en medenî şekilde düzenleyen Türk Medenî Kanunu, temel bir
kanundur ve kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku olmak üzere
dört bölümden oluşmuştur. Özellikle aile hukuku bölümünde önemli ve köklü
değişiklikler getirilmiş, kadın-erkek eşitliği önplana çıkarılmıştır.
Toplumumuzda, aileyi cemiyetimizin çekirdeği ve biyolojik hücresi kabul eden
temel bir felsefe hâkimdir ve bu felsefe doğrudur da. Türk Milletinin, birliği, dirliği, düzeni
ve geleceği, çekirdek sayılan aile yapılarının her konuda, sağlıkta, eğitimde,
varlıkta ve yoklukta sağlam bir temele oturtulmasıyla kaimdir ve unutulmaması
lazımdır ki, devletimizin ve milletimizin bekası, güçlü devlet idealini
gerçekleştirecek, millî şuurla bezenmiş, imanlı gençlerimizin mimarı olacak
olan ve ailenin iki temel direğinden birini teşkil eden anaların elindedir. Bu
itibarla, Türk Medenî Kanununun kabulünde ailenin esasını teşkil eden kadın ve
erkeğin eşit haklarda sayılması, kadınlara karşı olan haksızlığın giderilmesi
olumlu bir gelişmedir. Kadın-erkek arasında yaşamın her safhasında ve
birlikteliğin devamı süresince eşitlik ilkesinin korunmasına özen gösterilmesi
insan hakları açısından da olumlu bir gelişme olmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kamuoyunda üzerinde hassasiyetle durulan ve eşlerden özellikle kadınlarımızı
ilgilendiren en önemli yeniliklerinden birisi de, hiç şüphesiz ki, Medenî
Kanunun "Mal Rejimi" bölümüdür. Yeni Medenî Kanuna göre, İsviçre Kanunundan
da mülhem olarak, edinilmiş mallara katılım, yasal mal rejimi olarak kabul
edilmiştir. Kanunen, yasal mal rejiminin yanında, akdî rejim olarak, mal
ortaklığı, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı rejimleri de seçime tabi
tutulmuştur. Yani, kabul edilen Medenî Kanuna göre, eşler, evlenmeden önce veya
evlilik devam ederken, kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini evlenme
memuruna bildirerek ve noter huzurunda seçebileceklerdir. Şayet, bir seçim
yapmazlar ise, aralarında, yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılım
rejimi geçerli olacaktır. Burada önemli bir hususa da parmak basmak
istiyorum. Bu kanuna göre, kanunen yasal olarak kabul edilen edinilmiş mallara
katılım rejiminin kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki evliliklerde geçerli
olması hedeflenmiştir. Oysaki, şehirlerde erkeğiyle omuz omuza çalışarak hayat
mücadelesi veren, köylerde ise nasırlı elleriyle hem tarlasında hem de evinde
uğraşarak ailesinin geçimini temine çalışan Anadolu kadınının bihakkın hak
ettiği hakları nasıl korunacaktır? İşte, burada, her ne kadar, kanunların
geriye işleyişi zor görülüyor ise de, kanunun kabulü ve yayımlanmasından evvel
başlayıp bugüne kadar evliliği süregelen, sayıları tahminen 17 000 000'u bulan
evli kadınlarımızın durumu da büyük önem arz etmektedir. Ben şahsen, mademki,
bu yasanın çıkarılmasında toplumun temel öğesi olan ailenin mal varlığının
yapısındaki eşitsizliklerin giderilmesi amaçlanmıştır, o halde, bu amaca uygun
hareket edilmeli ve tahminen 17 000 000'u bulan evli kadınlarımızın
mağduriyetinin giderilmesi ve netice olarak da, yeni mal rejiminin, evliliğin
başlangıç tarihinden itibaren değerlendirilmesi ve yürürlüğe girmesi gerekirdi
diye düşüncemi ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yeni Medenî Kanunla, bunların dışında, velayet, vesayet, nesebin tashihi,
vakıflar, miras hukukuyla ilgili çok önemli, yenilikçi ve reformist karakterli
hükümler de getirilmiştir. Bu itibarla, yetmişbeş yıldan beri uygulanmakta olan
Türk Kanunu Medenîsi ve Uygulama Tasarısını büyük ölçüde değiştirerek yürürlüğe
koyan 57 nci hükümetimizi bu başarısından dolayı tebrik etmeyi ve şükranlarımı
sunmayı bir borç biliyorum; zira, gelmiş geçmiş iktidarların başaramadıkları
bir ilki Türkiye Cumhuriyetinin 57 nci hükümeti gerçekleştirmiş, Türk medenî
hukukunu yenilemek suretiyle, büyük bir reformist yapılanmaya imza atmıştır.
Hiç şüphesiz ki, değişen, gelişen ve globalleşen dünyada çağdaş uygarlığa uyum
sağlamak ve benimsemek kararıyla yürüyen ve büyüyen büyük Türk Milleti, güçlü
devlet idealini gerçekleştirmeye kesenkes kararlıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk Medenî Kanununun getirmiş olduğu yenilikler ve düzenlemelerin her biri
ayrı ayrı birer reform niteliğindedir. Nüfusumuzun yüzde 52,5'ini kadınların
teşkil ettiği ülkemizde, bu kadınlarımızın büyük çoğunluğunun da kırsal
kesimlerde yaşadıkları göz önüne alınırsa, erkeklerden çok daha fazla yaşam
mücadelesi verdikleri, sosyal, kültürel ve ekonomik olumsuz şartlardan ve de
karı koca arasındaki eşitsizliklerden fazlasıyla etkilendikleri bilinen bir
gerçektir. İşte bu edinimler nedeniyle,
kadınlarımızın yeni Medenî Kanunun kabulü ile sahip oldukları haklar çok büyük
önem arz etmektedir ve hiç şüphe yok ki, kadınlarımız bu edinimlerin çok daha
fazlasına layıktırlar ve hak etmişlerdir. Tarihimizin derinliklerinde hakanın
yanında hatun olarak hükmeden, İstiklal Harbimizde erkeği ile omuz omuza
mücadele veren, mermi taşıyan Türk kadını, bugün, artık, göklerde savaşan
şahinlerin korkusuz pilotları, vatanı için şehit düşen şehitlerimizin ve gazilerimizin
annesidir, Büyük Atatürk'ün de annesidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
netice itibariyle, konumuz olan Türk Medenî Kanununun Yürürlülüğü ve Uygulama
Şekli Hakkındaki Kanun Tasarısı, bu kanunun şümulü ve uygulanması alanındaki
düzenlemelerin nasıl ve ne şekilde tatbik edileceğini göstermektedir. Örneğin,
Türk Medenî Kanununun yasalaşarak yürürlüğe girmesinden sonra, bu kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarının hangi kanuna
tabi olacağı veyahut bu olayların hukukî sonuçlarının yürürlükten kalkmış olan
Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine mi yoksa yeni yürürlüğe girmiş olan Türk
Medenî Kanunu hükümlerine göre mi belirleneceği sorunlarına açıklık getirmesi
amacıyla tasarı hazırlanmıştır. Tasarı, genel hükümler, kişiler hukuku,
aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve diğer hükümler adı altında 6 bölümden
oluşmuştur. İlgili bölümlerde belirlenen maddelerin uygulama alanları tespit
edilip, izah edilmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MELEK DENLİ KARACA (Devamla) - Sayın
Başkan, bir dakika rica ediyorum. BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayınız
efendim; zaten uzatmıyoruz. MELEK DENLİ KARACA (Devamla) - Buna göre,
her hukukî olaya, yürürlükte olduğu dönemdeki kanun hükmümün uygulanması ilke
olarak benimsenmiştir. Keza, Türk Medenî Kanunundan önce yürürlüğe girmiş olan
dernekler ve tüzel kişiliklerini kazanmış olan vakıflar da varlıklarını
sürdürebileceklerdir. Hükümet tasarısı olarak Meclise ve oradan
da Adalet Komisyonuna sunulan bu tasarı, komisyon tarafından aynen
benimsenmiştir. Tasarı, ileride doğması melhuz ihtilaf ve
çelişkili konuların hiçbir iltimasa mahal verilmeyecek şekilde çözüm yollarını
ve mercilerini göstermiştir. Gerekli tüzük ve yönetmelikler de hazırlandıktan
sonra, uygulama alanı daha bariz olarak anlaşılacaktır. Yeni Medenî Kanunun yürürlüğü ve uygulama
şekli hakkında kanunlaşmasını istediğimiz tasarı, Türk toplumunun ihtiyaçlarına
rahatlıkla cevap verebilecek bir kanun olarak anılacaktır. Diğer ülkeler
camiasında da makes bulacağından eminiz. Konuşmama burada son verirken, şahsım
adına tasarıya olumlu oy kullanacağımızı arz ediyor, yeni Medenî Kanunumuzun,
nüfusumuzun yüzde 52,5'ini teşkil eden hanımlarımıza ve bütün milletimize
hayırlı olmasını Cenabı Allah'tan diliyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Karaca. Adana Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek...
(DSP sıralarından alkışlar) Sayın Gülek, bu yasa, özellikle hanımlar
tarafından bayağı ilgiyle karşılandı. Hocamız da yasanın bir an önce çıkmasını
istiyor. Hocanın o isteğine herhalde itibar edersiniz konuşmanızda. Buyurun efendim. TAYYİBE GÜLEK (Adana)- Edeceğim efendim.
Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 724
sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu hakkında konuşmak üzere şahsım adına söz
almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. 17 Şubat 1926'da kabul edilen Medenî
Kanunumuz, Ulu Önder Atatürk'ün devrim niteliğindeki kanunlarının en
önemlilerinden biridir. Toplumun her bireyini yakından ilgilendiren Medenî
Kanun, çıkarıldığı yıllarda, hem hukuk tekniği hem stili açısından o zamanın en
yeni, devrimci ve halkçı olarak nitelendirilen İsviçre Medenî Kanunundan
esinlenerek çıkarılmıştır. Cumhuriyet Türkiyesinin, laik hukuk
sistemini benimseyerek, bu kadar kapsamlı ve ileri görüşlü bir kanunu
çıkarması, Türkiye'nin çağdaşlaşmasında, medenî dünyada yer almasında önemli
bir rol oynamıştır. Bu kanun tasarısının yürürlüğe girmesinden birkaç yıl
sonra, 1933 ve 1934 yıllarında, Türk kadınına, önce yerel, sonra ulusal
seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmesi de, halen, bugün, dünyanın her
yerinde, gururla, övünerek hatırlattığımız bir konudur. Zira, birçok Avrupa
ülkesinde, kadınların oy kullanma hakkı bizden çok sonra, Fransa'da 1944,
İtalya'da 1945, Belçika'da 1960 ve hatta, İsviçre'de 1971 gibi geç bir tarihte
ancak gerçekleşebilmiştir. Çıkarıldığı yıllarda çok kapsamlı ve
reform niteliğinde olan bu kanun, tabiî ki, o günün ihtiyaçlarına en iyi
şekilde cevap verebilmiştir. Ancak, sosyal hayatın sürekli değişimine paralel
olarak hukukî sistemlerin de yeniliklere ve toplumdaki değişimlere ayak
uydurması, toplumun hukuk ihtiyaçlarının tam olarak karşılanması bakımından
gereklidir. Zamanla, toplumsal gelişmeler ve değişen
dünya koşulları karşısında günümüzün ihtiyaçlarına daha yeterli bir şekilde
cevap verilebilmesi için, Medenî Kanunda yapılması gereken değişikliklerin,
gereken biçimde, en kapsamlı bir şekilde ele alınması, son elli yıldan beri
süregelen teşebbüslerin ve son birkaç yılın yoğun çalışmaları sonucunda bu
hükümete nasip olmuştur. Gerek bu tasarının hazırlanması aşamasında
gerekse Genel Kurul görüşmelerinde, toplumun da memnuniyetle karşıladığı,
partilerarası uzlaşmanın da tasarıya katkıya yol açmış olması, memnuniyet
vericidir. Gelişen demokrasi kültürümüzün bir temel
taşı olan uzlaşma örneklerine sık sık rastladığımız bu son dönemlerde,
uzlaşmanın, bu kadar önemli bir tasarıya da yansıması çok önemlidir. Toplumun sabırsızlıkla beklediği bu
kapsamlı değişikliklerin, toplumumuzun değişen ihtiyaçlarına cevap verirken,
Türk aile yapısının gerçeklerini de dikkate aldığı bir gerçektir. Tabiî, bu tasarıyla gelen değişiklikler,
son yıllarda ve de özellikle bu Meclisin, cumhuriyet tarihinin en çalışkanı
olan bu Meclisin, çalışmaları sırasında yaptığı diğer gerekli değişikliklerle,
çıkardığı yasalarla ve de takip ettiği reformlarla bir bütün oluşturduğu
unutulmamalıdır. Çıktığından beri kırsal kesimde kız
çocuklarının okula gitme oranlarında yüzde 167'lik bir artışa sebep olan sekiz
yıllık eğitim reformu gibi yenilikler, Medenî Kanunumuzla kadınlara tanınan çok
taraflı eşitlik ilkeleriyle de bütünleşince, kadınlara her alanda -eğitimde, sosyal
alanda, iş hayatında, aile hayatında- hakları olan eşitlikten en iyi şekilde
faydalanma olanağını getirecektir. Geçen haftalarda Anayasamıza da dahil
ederek, artık, cumhuriyetin bir temeli haline getirdiğimiz kadın-erkek eşitlik
ilkesi, artık, en temel kanunumuzda da yerini alacaktır. Bu ilkeye itiraz etmek
zaten mümkün değildir, düşünülemez. Bu tasarının en önemli özelliklerinden
biri, tasarının dilinin sadeleştirilerek, anlaşılabilir hale getirilmiş
olmasıdır. Türk Dilinde son yetmişbeş yıldan beri yaşanan değişikliklere
paralel olarak, Anayasamızda kullanılan dil esas alınarak, tasarıda, bu
doğrultuda değişiklikler olmuştur. Değerli milletvekilleri, unutmamak gerekir
ki, burada yaptığımız, devrim niteliğinde bir çalışmadır; çok kapsamlı, günümüzün
şartlarına uygun ve kamuoyunda da olumlu değerlendirilen değişiklikleri
içermektedir. Biraz evvel bahsettiğimiz uzlaşı ve çok yoğun çalışmalar
sayesinde yapılan bu değişiklikler, özellikle, mal rejimi konusunda, evlilikte
edinilen mallara inkâr edilemez katkısı olan kadınların haklarını korumaya ve
de bugüne kadar meydana gelen haksızlıkları önlemeye yönelik, çok gerçekçi ve
adil düzenlemeler getirmektedir. Şu anda görüşmekte olduğumuz Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı da "Genel
Hükümler", "Kişiler Hukuku", "Aile Hukuku",
"Miras Hukuku", "Eşya Hukuku" ve "Diğer Hükümler"
başlıkları altında altı bölümden oluşmaktadır. Ancak, şüphesizdir ki, kamuoyunda en çok
tartışılan ve en çok üzerinde durulan Üçüncü Bölümdeki 10 uncu maddedir; yani,
tasarının, mal rejimine ilişkin maddenin yürürlüğüyle ilgili olan. Bu tasarının
10 uncu maddesine yönelik olarak, uygulamada aksaklıklara ve karışıklıklara
neden olacağı şeklinde farklı görüşler ileri sürülmektedir, tartışmalar yaşanmaktadır.
Bu tür görüşler, siz sayın milletvekillerine de çeşitli yollardan ulaşmıştır.
Bu konuyla ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli husus, bu tür
tartışmaların, yapılan bu çok kapsamlı ve önemli değişikliklere gölge
düşürmemesidir. Takdir tabiî ki, siz sayın milletvekillerinindir; ancak, bu
kadar emek ve tartışmadan sonra varılan uzlaşı ve nihaî şekil, mevcut olan, var
olan evlilikleri ve bu doğrultuda beklentileri olan kadınlarımızı da kapsayacak
şekilde uygulanabilmelidir, uygulanmalıdır. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bravo. TAYYİBE GÜLEK (Devamla) - Bunu sağlamak
amacıyla yapılan bazı öneriler doğrultusunda, ümit ederim ki, toplumumuzun
beklentileri, yanlış anlaşılmalara ve gereksiz tartışmalara yol açmadan ve de
tekrar vurgulamak gerekir ki, yapılan bu çok kapsamlı değişiklikleri
etkileyemeden en iyi şekilde karşılanacaktır. Bu doğrultuda, mevcut
evliliklerin de bu yasada yer alan bu olumlu değişikliklerden faydalanması
yönünde arkadaşlarımızın verdiği önergeyi destekleyeceğimi belirtmek isterim. Medenî Kanun değişiklikleri, toplumumuzda
son yetmişbeş yıldan beri yaşanan değişimi yansıttığı için, günün ihtiyaçlarına
en iyi şekilde cevap verecektir. Bu değişikliklere paralel olarak, toplumun her
yerinde daha eşit bir yapıda temsil edilen kadınların, Meclis çatısı altında
da, demokratik Sol Partinin örneği doğrultusunda, daha yüksek sayılarda temsil
edilmelerini dilemek yerinde olacaktır. Bu vesileyle de, bu tasarının, Genel
Kurula gelene kadar, gerek tasarının hazırlanmasında gerek alt komisyon ve
komisyon çalışmaları esnasında yoğun emeği geçen ve özveriyle çalışan Sayın
Bakanımıza, değerli milletvekili arkadaşlarımıza, katkılarından dolayı değerli
profesörlerimize, yüksek yargı mensuplarına, sivil toplum örgütlerine ve diğer
kuruluşlara şükranlarımızı dile getirmek isterim. Bu yasanın, ülkemize, milletimize hayırlı
olması dileklerimle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. Teşekkür ederim (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gülek. Konuşmalar tamamlanmıştır. Tasarı üzerinde, hükümetçe 1, komisyonca 1
ve sayın milletvekillerince 4 olmak üzere verilmiş toplam 6 önerge vardır. Bu
önergelerden 5'ini işleme alacağım. Ancak, son gelen 2 önerge aynı saatte
verilmiş. Aslında, Sayın Turhan Güven ve arkadaşları tarafından verilen önerge ile
Sayın Mehmet Ali Şahin ve arkadaşları ile Sayın Yücel Erdener ve arkadaşlarının
verdiği önergeler, aynı saatte Başkanlığa ulaşmış ve motamo aynıdır, hiçbir
farklılık yoktur. Beşinci ve altıncı önergelerle ilgili olarak arkadaşlarımızın
konuşma istekleri vardır. Ben şimdi önergeleri okutacağım. Beşinci ve altıncı
sıralardaki önergelerle ilgili olarak hangi arkadaşımızın konuşacağı konusunda
eğer, Sayın Mehmet Ali Şahin, hanımefendiler lehine feragat ederse kabul
edeceğiz, yoksa kura çekeceğiz. Önergeleri okutuyorum, o arada düşünün
efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Kiminle
konuşacağız? BAŞKAN - Sayın Yücel Erdener ve Sayın
Turhan Güven'le. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - O zaman kura
çekeceksiniz. BAŞKAN - Tamam. Buyurun. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasından sonra
aşağıdaki fıkranın eklenmesini saygılarımla arz ve teklif ederim. Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı "Şu kadar ki eşler, yukarıdaki
fıkralarda öngörülen bir yıllık süre içinde mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal
rejiminin evlenme tarihinden geçerli olacağını kabul edebilirler." BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 20 nci
maddesinin ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
"Ancak söz konusu süreler, Türk
Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra, bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur." BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin
birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği
tarihten önce evlenmiş ve mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi
seçmedikleri takdirde , evlenme tarihinden geçerli olmak üzere, yasal mal
rejimini seçmiş sayılırlar." BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum: Bu önergeyi okuttuktan sonra, diğer
önergelerde sadece imza sahiplerinin isimlerini okuyacağım; çünkü, motamo aynı
dedim. Şimdi önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724 Sıra Sayılı Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Madde 10.- Türk Medenî Kanununun yürürlüğe
girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka bir mal rejimi
seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini
seçmiş sayılırlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal
birliği rejimini seçmemiş olan eşler, altı ay içinde başka bir mal rejimini
seçmedikleri takdirde kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış
olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar eşler arasında tabi
oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma ya da iptal kararlarıyla
sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine
göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini
izleyen altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde evlenme
tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin
yasal mal rejimine dönüştüğü hallerde, Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona
ermesine ilişkin hükümleri uygulanır. BAŞKAN - Şimdi ismini okuyacağım
arkadaşlarımızın verdiği önergelerle biraz önce okunan önerge birbirinin
aynısıdır. İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali
Şahin, Bolu Milletvekili Sayın İsmail Alptekin, Kocaeli Milletvekili Sayın
Osman Pepe, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya, Van Milletvekili Sayın
Hüseyin Çelik, Diyarbakır Milletvekili Sayın Osman Aslan. Diğer önergedeki imzası olan
arkadaşlarımın isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener,
İzmir Milletvekili Sayın Güler Aslan, İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye
Serbest, İstanbul Milletvekili Sayın Perihan Yılmaz, Amasya Milletvekili Sayın
Gönül Saray, Ankara Milletvekili Sayın Melda Bayer, Ankara Milletvekili Sayın
Esvet Özdoğu, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gürocak. Şimdi, bu iki önerge için kura çekeceğiz
ve hangi arkadaşımızın konuşacağını belirleyeceğiz; çünkü, anlaşma sağlanmadı. İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener
konuşacak; kura ona çıktı; onu işleme alacağız; yani, o önergeleri
birleştirdik. Aslında, işleme almamıza gerek yok; çünkü, diğer önerge de aynı;
o önergede, sadece arkadaşımız konuşacak ve oylama yapılmayacak; çünkü, biraz
sonra oylanmış olacak. Şimdi, en aykırı önergeden başlıyoruz: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk
Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Turhan Güven (İçel) ve arkadaşları Madde 10- Türk Medenî Kanununun yürürlüğe
girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka bir mal rejimi
seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini
seçmiş sayılırlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal
birliği rejimini seçmiş olan eşler, altı ay içinde başka bir mal rejimini
seçmedikleri takdirde, kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış
olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar eşler arasında tabi
oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma ya da iptal kararıyla
sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine
göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini
izleyen altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde evlenme
tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar. Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin
yasal mal rejimine dönüştüğü hallerde
Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona ermesine ilişkin hükümleri
uygulanır. BAŞKAN -Sayın Komisyon önergeye katılıyor
mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA
(Kütahya)- Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN -Sayın Hükümet ?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)-
Katılmıyoruz. BAŞKAN -Sayın Güven, gerekçeyi mi okuyalım
? TURHAN GÜVEN (İçel)- Evet. BAŞKAN - Evet efendim, önergenin
gerekçesini okutuyorum : ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon)- Önergeyi
oylamadan önce karar yetersayısı aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Efendim, önergenin gerekçesini
okutayım, karar yetersayısını arayacağım. " Gerekçe : Türk Medenî Kanunu, mal rejimleriyle ilgili eşler arasında tam eşitliği
sağlayan, eşleri mağdur etmeyen farklı ve yeni hükümler getirmektedir.
Maddeyle, yeni düzenlemelerin Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte olduğu dönemde
yapılan evlilikler için geçerli olup olmadığı konusu açıklığa kavuşmaktadır. Maddenin birinci fıkrasında, eşlere,
kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde mal rejimlerinden birini
seçme imkânı verilmiş ve herhangi bir seçim yapılmazsa bu sürenin sonunda evlendikleri
tarihten geçerli olmak üzere eşlerin yasal mal rejimine tabi olacakları
öngörülmüştür Yasal mal rejiminin, mevcut evliliklere
evliliğin başlangıç tarihinden itibaren uygulanmaması sonucunu doğuran
düzenleme, boşanma olsa da olmasa da, milyonlarca evli kadının geçmiş
emeklerinin, bu yasanın yasalaşması için yaptıkları mücadelenin boşa gitmesini
sağlar. Mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi
olarak uygulandığı ülkemizde elde edilen mallar çok büyük bir nispette erkeğin
üzerine kayıtlıdır. Kadını mağdur eden yasal mal rejiminde yapılan değişiklik
bu haksız uygulamanın sona erdirilmesini amaçlamıştır. Buna rağmen Türk Medenî
Kanunu yürürlüğe girmeden önceki evlilikleri eski Madenî Yasaya tabi tutmak
hukukun genel prensiplerine ve kanunî mal rejiminin değişmesinin amacına uygun
düşmemektedir. Kanunun yayımı tarihinden altı ay sonra
yürürlüğe gireceği göz önüne alınınca, verilen yürürlük tarihinden itibaren
altı aylık süre de eklenince, bir yıl, eşlere istedikleri mal rejimini seçmek
üzere düşünmek için yeterli bir süredir. Tasarıdaki gibi, yürürlük tarihinden
itibaren bir yıl süre verilmesi süreyi bir yıl altı aya uzatmaktadır ki, bu da
çok uzun bir süredir. Maddenin ikinci fıkrasında, Türk Medenî
Kanununun kaldırmış olduğu mal birliği rejimini eskiden seçmiş olan eşlere de,
kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay, mal rejimi seçmeleri için
süre verilmiş ve seçmedikleri takdirde yasal mal rejimine tabi olmaları
öngörülmüştür. Maddenin üçüncü fıkrasında, Türk Medeni
Kanunu yürürlüğe girdiği sırada boşanma veya iptal davaları devam eden eşlerin
boşanmalarına veya evliliklerinin iptaline karar verildiği takdirde, eşlerin
eski kanuna tabi olacakları, davaları reddedildiği takdirde ise kararın
kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde eşler mal rejimlerinden birini
seçmezlerse evlilik tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasal mal rejimine
tabi olurlar. BAŞKAN - Diğer önerge ile bu aynı olduğu
için, Sayın Yücel Erdener'in görüşlerini de aldıktan sonra -sanıyorum, önergesi
üzerinde konuşacak- önergeleri birleştirmek suretiyle, oylarınıza sunacağım ve
karar yetersayısını elbette ki arayacağım. Bu önergenin oylamasının bitimine kadar
sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Buyurun Sayın Erdener. (DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 5 dakikadır. YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; üyeleri olmaktan onur duyduğumuz Türkiye Büyük Millet
Meclisi, tarihî bir dönemi yaşıyor. Cumhuriyet devrimimizin en önemli yapıtlarından
olan Medenî Yasa Tasarısı, kadın, erkek tüm üyelerin katkısıyla daha ileri ve
çağdaş bir yapıya kavuşturuluyor. Şu ana kadar tasarının üzerinde hemfikir
olduğumuz biçimde Genel Kurulumuzda kabul edilmiş olması sevinç vericidir;
ancak, yürürlüğe ilişkin yasa tasarısının 10 uncu maddesi, bu sevincimize gölge
düşürüyor. Bu tasarı, tek tek hepimizin, gruplarımızın, tüm kadınlarımızın ve
onların kuruluşlarının çabasını boşa çıkarıyor. Bildiğiniz gibi, tasarının ruhunu ve
belkemiğini oluşturan maddelerden biri, edinilmiş mallara katılma rejimidir.
Yasal mal rejimi olarak da bu kabul edilmiştir. Medenî Yasa Tasarımızın
gerekçesinde, edinilmiş mallara katılma rejiminin kabul edilmiş olması şu
sözlerle açıklanmaktadır: "Evlilik birliği sona erdiğinde, mal ayrılığı
rejiminin eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı, özellikle meslek
sahibi kocanın lehine işlediği ve ev işlerini yapan, hatta, kocasına,
mesleğinin icrasında yardımcı olan kadının durumunun hiç nazara alınmadığı,
meslek çevrelerinde ve kamuoyunda ağır eleştiriliyor ve edinilmiş mallara
katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak da kabul ediliyor." Genel Kurulumuz, edinilmiş mallara katılma
rejimini kabul ederek, öncelikle, evlilik birliğinin, eşler arasındaki
demokratik bir birlik olduğunu kabul etmiştir. Meclisimizin altını çizdiği
diğer önemli kabul, kadının emeğini görünür kılmak ve layık olduğu hakkı teslim
etmektir. Bu kabuller, son derece önemlidir. Böylece, Türkiye Büyük Millet
Meclisimiz "dünya yüzünde gördüğünüz her şey, kadının eseridir."
diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün, yüksek bilincini özümsediğini kanıtlamış
olacaktır. Ancak, yürürlükle ilgili 10 uncu maddenin
birinci fıkrasına göre, kadının emeğini teslim eden bu düzenleme, halen evli
olan eşler yönünden geçmişe etkili olacak biçimde uygulanmayacaktır. Eşler,
ancak yasanın yürürlüğe girişinden sonra edindikleri malları eşit
paylaşabileceklerdir. Bu durumu, açıkça bir haksızlık olarak görmekteyiz. Biz, bu rejimi, yukarıda sunduğum
gerekçede de görüldüğü gibi, mevcut yasal düzenlemeyi, özellikle kadınların
mağdur olduğu düşüncesiyle onların bu mağduriyetini ortadan kaldırmak amacıyla
gerçekleştirmek istiyoruz. Çünkü, ülkemizde tapulu malların ancak yüzde 8'inin
kadınlar üzerinde olduğunu ve yüzde 92'sine de erkeklerin sahip olduğunu çok
iyi biliyoruz. Şu anda orta yaşlı binlerce kadının da, salt ev düzeni ve
evliliğinin huzuru için, meslek sahibi olmalarına karşın, evlerini tercih
ettiklerini, böylece kişisel kazançtan yoksun olan kadınlarımızın da ne durumda
olduğunu çok iyi biliyoruz. Erkek eşin sahip olduğu tüm maddî ve
manevî değerlerde kadının emeğinin olduğunu ve bu emeğin, bir boşanma halinde
yok sayıldığını, sıfırlandığını da çok iyi biliyoruz. Edinilmiş mallara katılma rejimi,
evliliğin, birlikte kazanılmış ortak başarısından, tarafların eşit oranda
yararlanma hakkını güvenceye aldığı için tercih edilmiş bir rejimdir. Bilindiği
gibi, aile hukuku alanına giren ilişkilere, süreklilik ve birlik ilkesi
egemendir. Egemen olan diğer anlayış, zayıfın korunması ilkesidir. İlişkilerdeki
süreklilik, evlilik birliğinin ahlakî bir birlik olmasından kaynaklanmaktadır.
Mevcut yasamızda aile hukukuna ilişkin hükümler, tümüyle emredici hükümlerdir.
Bu emredici özellik, aile hukuku ilişkilerinde ahlak ve kamu düzeni
düşüncelerinin egemen olmasından kaynaklanmaktadır. Meclisimiz, yeni
düzenlemeleri de ayrı bir anlayışla oluşturmuştur. O halde, aile birliği
içindeki ilişkilerin, şimdi de ahlaka ve kamu yararına uygun düzenlenmesi
zorunludur. Aile hukuku ilişkileri, kamu yararı ilkesinden hareketle oluşturulduğu
için, hukuk tekniği açısından da yasanın geriye yürümemesi, açıkça bir hukuk
ihlalidir. Bu konuda son sözlerim şudur: Bizler,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, hukukçu olmayabiliriz; hangi
meslekten olursak olalım, hepimizin bildiği gibi, bir hukuk kavramı vardır:
Adalet. Adaletsizliği görmek için, vicdanımızı ve aklımızı dinlemek yeterlidir.
Yürürlük maddesi, şu andaki yapısıyla, adaletli değildir. Yapılan araştırmalara
göre, kamuoyunun yüzde 86'sı, bu maddenin geriye doğru yürümesi gerektiği
görüşündedir. Ulusumuzun temsilcileri olarak, hepinizin, bu sese kulak vererek,
adaletli olarak çalışmanızı ve oylarınızı adaletli vermenizi diliyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Birleştirilen önergeleri
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı
birleştirilen önergeleri kabul edenler... Etmeyenler... Karar yetersayısı
bulunamamıştır. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Bu kararınızla bütün
aileleri kurtardınız Sayın Başkan. BAŞKAN - İlk defa, hükümet tarafından
böyle bir oy çıktı, ama... Alınan karar gereğince, 2002 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını
görüşmek için, 3 Aralık 2001 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati: 16.08 |
|