Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 76       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

28 inci Birleşim

29 . 11 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler ve Önergeler

1.– 4719 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir defa daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/934)

IV.– GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1.– Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı : 596)

B) öngörüşmeler

1.– İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4)

V.– AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.– Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın konuşması sırasında Partisine ve şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VI.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.– İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2.– Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı : 724)

VII.– SORULAR VE CEVAPLAR

A)YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.– Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Safranbolu Köprülü Camiinin kütüphanesinden çalınan kitaplara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/4624)

2.– Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin'in, günlük bir gazetenin bir ay süre ile kapatılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/4780)

3.– Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, bakanlıkça başlatılan bazı operasyonlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/4999)

4.– Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporuna göre gözetim altındayken öldüğü iddia edilen vatandaşlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5019)

5.– Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Ağrı Doğubeyazıt İlçesinde düzenlenen bir operasyonda ölen şahsa ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5026)

6.– Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/5060)

7.– Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, İstanbul'da hıristiyanlık propagandası yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/5062)

8.– İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in, Alaçalı Barajı ve Melen Suyu Projeleri ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın  yazılı cevabı (7/5101)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açılarak iki oturum yaptı.

Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol, taşkömürü ithalatına,

İçel Milletvekili Hidayet Kılınç, İçel İlinde meydana gelen sel baskınlarına,

Erzurum Milletvekili Aslan Polat da, Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın DYP Grubu Başkanlığınca aday gösterilmiş olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına, soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisinin görüşmesiz,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 285 inci sırasında yer alan 747 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına; 299 uncu sırasında yer alan 777 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına; 241 inci sırasında yer alan 670 sıra sayılı kanun tasarısının da 11 inci sırasına alınmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra;

Kabul edildikleri açıklandı.

Yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu (S.Sayısı: 596) üzerindeki genel görüşme, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olamayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/23) görüşmeleri tamamlandı; gündeme alınmasının kabul edilmediği bildirildi.

Gündemin " Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından,

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.Sayısı: 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı: 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675),

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/756, 1/691) (S.Sayısı: 676),

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S.Sayısı: 685);

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi.

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek 1 bölüm olarak görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının (1/612) (S.Sayısı: 724) tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

29 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 16.00' da son verildi.

 

 

 

Ali Ilıksoy

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Mehmet Batuk

 

Melda Bayer

 

Kocaeli

 

Ankara

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye


              No. : 41

II. – GELEN KAĞITLAR

29. 11. 2001 Perşembe

Raporlar

 

1.– 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/921) (S. Sayısı : 754) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME)

2.– 2000 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/900, 3/900, 3/898, 3/899) (S. Sayısı : 773) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME)

3.– 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/922) (S. Sayısı: 755) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME)

4.– 2000 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/901, 3/901) (S. Sayısı : 774) (Dağıtma tarihi : 28.11.2001) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1.– İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın, Manisa Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kuruluna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5174) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001)

2.– Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın, maaşları kesilen BAĞ–KUR'lu dul ve yetimlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5175) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

3.– İstanbul Milletvekili Ali Coşkun'un, Tasarrufu Teşvik Fonunda biriken paraya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5176) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

4.– Niğde Milletvekili Doğan Baran'ın, TÜRKSEV Vakfına para aktarılıp aktarılmadığına  ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5177) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

5.– Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize'de heyelanlara neden olduğu iddia edilen taş ve maden ocaklarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5178) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2001)

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 12.00

29 Kasım 2001 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığının, 4719 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geri gönderildiğine ilişkin bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler ve Önergeler

1.– 4719 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir defa daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/934)

     28.11.2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İLGİ: 15 Kasım 2001 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-28558/11946 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisince 14.11.2001 gününde kabul edilen, 4719 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" incelenmiştir:

1 - 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesinde, 16.06.1983 günlü, 2845 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde geçen "313, 314 üncü maddelerinde;" ibaresinin metinden çıkarılması öngörülmüştür.

Bu düzenlemeyle, Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddelerinde yazılı suçlarla ilgili davalara bakmak, devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri arasından çıkarılmaktadır.

a- Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesinde, her ne suretle olursa olsun cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ya da bu teşekküllere katılmak; 314 üncü maddesinde de, bu teşekküllere yardım ve yataklık suçu düzenlenmiştir.

İncelenen Yasanın 1 inci maddesinin gerekçesinde "Türk Ceza Kanununun 313 ve 314 üncü maddeler kapsamındaki teşekküllerin gerçekleştirdikleri amaç, suçların devlet güvenlik mahkemelerinde ve asıl suç ile birlikte görülmesi konusunda uygulamada farklılık arz eden yargı kararları bulunması nedeniyle bu durumun ortadan kaldırılması, 313 ve 314 üncü maddeler kapsamındaki teşekkül suçları ile amaç suçların aynı mahkemelerde görülmesini sağlamak amacıyla söz konusu suçlar devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanından çıkarılmıştır" denilmektedir.

Gerçekten, Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesi ile 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasının 1 inci maddesinde öngörülen teşekkül ya da örgüt kurma suçlarına ilişkin kurallar aynı alanı düzenlemektedir.

Bununla birlikte, anılan yasalarla düzenlenen iki suç türü arasındaki farklılık, 4422 sayılı Yasanın 1 inci madde gerekçesinde, "...Örgütün Türk Ceza Kanununun 313 üncü maddesinde yer almış bulunan teşekkülden farkı, birkısım haksız menfaatları, çıkarları elde etmek amacıyla oluşturulmuş bulunmasıdır. Bu bakımdan suçun faillerinde maddede belirtilen özel kast aranacaktır..." denilerek, vurgulayıcı biçimde açıklanmıştır. Buna göre, "yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlar" hakkında 4422 sayılı Yasa kurallarının uygulanacağı açıktır.

Ayrıca, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bir kararında, "Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla 'teşekkül oluşturmak' suçun maddî öğesidir, teşekkül ise iki veya daha çok kişinin birlikte cürüm işlemek amacıyla birleşmeleridir.

Maddede öngörülen suç, hazırlık hareketlerinin cezalandırıldığı bir tehlike suçu olup, düzenlemeyle müstakbel suçları önleme amacı güdülmüştür. Yasanın amacı basit bir birleşme olmayıp kamu için tehlike yaratacak birleşmeyi cezalandırmaktır, suçu basit birleşmeden ayıran devamlılık, birden fazla suç için bir araya gelme ve sürekliliktir" denilerek, Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesinde düzenlenen suçun niteliği açıklanmıştır.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren suçlara ilişkin davaların, iş yükünün yoğunluğu nedeniyle devlet güvenlik mahkemelerinin görev kapsamından çıkarılmak istenilmesi haklı görülemez. Çünkü, bu davaların görüleceği diğer adlî yargı yerlerinin iş yükü, devlet güvenlik mahkemelerinin iş yükünden daha az değildir. Ayrıca, devlet güvenlik mahkemelerinin iş yükü sorununun, yeni mahkemeler açılarak çözümlenebileceği de kuşkusuzdur.

Bu nedenle, kapsama giren suçların özel uzmanlık mahkemelerinde yargılanmasındaki hukuksal ve kamusal yarar da gözetilerek, Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddelerinde yazılı suçlara ilişkin davaların devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanından çıkarılmamasının uygun olacağı düşünülmektedir.

b- Öte yandan, Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesi, belirli suçları işlemek için teşekkül oluşturanları değil, her tür suçu işlemek üzere teşekkül oluşturanları kapsamaktadır. Kapsam alanının bu sınırsızlığı nedeniyle anılan maddenin, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanı dışında kalan suçların yanı sıra, bu mahkemelerin görev alanına giren ve Anayasanın 143 üncü maddesinde açıkça sayılan suçları da kapsadığı ortadadır.

Anayasanın 143 üncü maddesinde, devlet güvenlik mahkemelerinin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü, özgür demokratik düzeni ve nitelikleri Anayasada belirtilen cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlendirildiği belirtilmiştir.

2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasanın 9 uncu maddesinde, Anayasaya göre devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren konular yönünden bir ayırım gözetilmeden düzenleme yapılması hukuka aykırı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.

Laik devlet düzenine karşı çalışmalar yapmayı temel amaç edinen teşekküllerin varlığı yadsınamaz bir gerçek olduğu gibi; kimi örgütlenmelerin, örneğin, kamuoyunda "Susurluk davası" diye anılan davanın, devletin iç güvenliğini ve kamu düzenini yakından ve doğrudan ilgilendirdiğini gözardı etmek de olanaksızdır.

Bu tür suçların Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesi kapsamında olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, Yargıtay 8. Ceza Dairesince, laik düzeni yıkmak amacıyla örgütlenmenin Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesindeki suçu oluşturacağı kabul edilmiş; buna direnen yerel mahkeme kararı da Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bozulmuştur.

Yine, Yargıtayın aynı ceza dairesinin bir onama kararında, Atatürk'ü anma törenlerini sabote etmek amacıyla örgütlenmenin Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesindeki suçu oluşturacağı belirtilmiştir.

Susurluk'la ilgili dava da Türk Ceza Yasasının 313 üncü maddesine göre açılmış ve yargılama bu maddeye göre yapılmıştır.

Yukarıda belirtilen eylemler, Anayasanın 143 üncü maddesiyle özel uzmanlık mahkemelerinin görev alanına alınarak, korunmaya çalışılan demokratik cumhuriyetin temel ilkesi olan laiklik, kamu düzeni ve iç güvenlikle doğrudan ilgilidir. Bu eylemlerin oluşturduğu suçları işleyenlerin devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanmaları Anayasanın 143 üncü maddesinin gereğidir.

Buna karşın, 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesiyle, herhangi bir ayırım yapılmadan ya da ayrık kural konulmadan Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddelerinin 2845 sayılı Yasanın 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi metninden çıkarılması, kamu düzenine ve hukuka uygun düşmemekte ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

2- 4719 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle, 18.11.1992 günlü, 3842 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 31 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci tümcesindeki "4" sayısının metinden çıkarılması öngörülmüştür.

Türkiye Büyük Millet Meclisince 21.5.1992 gününde kabul edilen, 3801 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına, Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun, Terörle Mücadele Kanununun Bazı Hükümlerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun"un 4 üncü maddesiyle, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının "tutuklama nedenleri"ne ilişkin 104 üncü maddesinde değişiklik öngörülmüştür.

Ancak, bu Yasa, Cumhurbaşkanınca, Anayasanın 89 uncu maddesi uyarınca bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir. Geri gönderme gerekçelerinin yer aldığı 08.06.1992 günlü yazıda, 3801 sayılı Yasanın 4 üncü maddesine ilişkin olarak,

"İncelenen Kanunun çerçeve dördüncü maddesiyle 1412 sayılı Ceza Muhakeme(leri) Usulü Kanununun 104 üncü maddesi bütünüyle değiştirilerek; sanığın tutuklanmasını gerektiren sebepler arasında yer alan 'suç devlet veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini bozan fiillerden bulunur veyahut adabı umumiye aleyhine olursa' şeklindeki hüküm madde metninden çıkarılmış, ayrıca 'tahkikatın mevzuu olan suçun ağır cezalı cürümlerden olması' keyfiyeti, sanığın daima kaçacak sayılmasının nedeni kabul edildiği halde, bu bent dahi madde metninden çıkarılmış; ancak, soruşturma konusu olan suçun, kanunda öngörülen cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi, tutuklama nedeni sayılabileceği hüküm altına alınmıştır.

Bilindiği gibi, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesinde, muvakkat ağır hapis cezası, kanunda tasrih edilmeyen yerlerde bir seneden yirmidört seneye kadar cezaları kapsamaktadır.

Yapılan değişiklikle işlenen suç; devlet veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini bozan veyahut adabı umumiye aleyhine işlenmiş olsa dahi, işlenen bu tür suçların kanundaki cezasının üst sınırı yedi yıldan az olması halinde; sanığın ikametgâhının ve meskeninin bulunması ve kim olduğunu ispat etmesi durumunda, hâkim tutuklama yoluna gitmeyecektir.

Ayrıca, bu hükmün kanun metninden çıkarılmış olması, çeşitli yorumlarla takdir hakkının çok değişik bir şekilde kullanılmasına yol açabilecek ve yakalanmış muhtemel suçlunun tutuklanmaması, özellikle terörle ilgili suçlarda bir daha yakalanmamasına neden olabilecektir.

Bu halde de Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının Birinci Babını oluşturan 'Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler' arasında yer almakla beraber, casuslukla ilgili 134 üncü madde, askerî bölgelere girme, devlet güvenliği ile ilgili belgeleri bulundurmaya ilişkin 135 inci madde, harp zamanında devlet buyruklarına uymamakla ilgili 139 uncu madde, yabancı hizmetine asker yazmak veya silahlandırmakla ilgili 148 inci madde, askerî zabıtayı itaatsizliğe teşvik suçunu düzenleyen 153 üncü madde ve Türklüğü, cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisini, hükümetin, devletin, adliyenin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif ile ilgili 159 uncu maddesi kapsamına giren suçları işleyenler, tutuklanmayacaklardır.

Bütün bu durum nazara alınarak, 104 üncü maddede yapılması istenilen değişikliğin değerlendirilmesi ve en az bugün olduğu gibi (suç devlet veya hükümet nüfuzunu kıran veya memleketin asayişini bozan fiillerden bulunur veyahut adabı umumiye aleyhine olursa) bendinin uygulanması hallerinde, yedi yıllık tahdidin kaldırılmasının yerinde olacağı düşünülmektedir"

denilmiştir.

3801 sayılı Yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisince yeniden görüşülmesi sonucunda 18.11.1992 gününde kabul edilen 3842 sayılı Yasaya, Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçeleri gözetilerek, 31 inci madde eklenmiş ve madde bugünkü biçimiyle 01.12.1992 günlü Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin getirilme amacı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu raporunda,

"Bilindiği gibi, ülkemizin güneydoğu ve kısmen doğu bölgelerinde devletimizin hâkimiyeti altında bulunan toprakların bir kısmını devlet idaresinden ayırmak isteyen terör örgütü, amacına ulaşmak için her türlü faaliyeti göstermekte; büyük şehirlerimizin bir kısmında da aynı amaca yönelik muhtelif suçlar işlenmektedir.

Ayrıca, yine büyük şehirlerimizde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebren tağyir ve tebdil ederek, yerine kendi ideolojik sistemlerini hâkim kılmak için birtakım terör örgütleri faaliyette bulunmaktadır. Bu suçlar bakımından, görüşülmekte olan kanunla değişik Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun tüm maddelerinin uygulanması bu suçlarla ilgili mücadeleyi son derece zayıf hale sokacak ve mücadelede başarısızlık, âdeta, beklenen bir sonuç haline gelecektir.

Bu nedenle, Kanuna eklenen 31 inci maddeyle, tutuklamaya, gözaltında bulundurmaya, sorgulamaya, müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik ve sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20, 22, 24 ve 30 uncu maddeleri ile değişiklik yapılmadan önceki Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır" biçiminde açıklanmıştır.

İncelenen 4719 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle öngörülen değişiklik ise, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 3842 sayılı Yasayla değişik 104 üncü maddesinin, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa kapsamına giren suçlar yönünden de uygulanmasını öngörmekte ve genel hükümlerle koşutluk sağlanmasını amaçlamaktadır.

Ancak, 11 Eylül 2001 günü Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan terör olayları, bütün dünyayı, uluslararası terörizm konusunda yeni tanımlamalar yapmaya ve terörle savaşımda ortak yeni düzenlemeler geliştirmeye yöneltmiş, bilgi ve teknoloji çağını yaşayan dünya düzenine yönelik öncelikli tehdidin terörizm olduğunun kabulünü zorunlu kılmıştır.

3801 sayılı Yasanın, Anayasanın 89 uncu maddesi uyarınca bir kez daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığınca ortaya konulan gerekçeler ile 3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin amacını açıklayan Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu raporunda yer verilen gerekçeler, haklılığını ve geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla, 3842 sayılı Yasanın 31 inci maddesinin getiriliş amacının ortadan kalktığından söz etmek olanaklı değildir.

Ayrıca, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 104 üncü maddesinin, 3842 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten önceki biçimiyle uygulanması, devlet güvenliğiyle doğrudan ilgilidir. Uluslararası kurallarda devlet güvenliğine tanınan özel konum, özgürlükçü demokrasilerin bu konudaki duyarlılığını göstermesi yönünden önemlidir. Dolayısıyla, bir yandan özgürlükçü demokratik rejimi savunurken, öte yandan devlet güvenliği konusuna duyarlı yaklaşmak bir çelişki olmayacaktır.

Kaldı ki, 1412 sayılı Yasanın 104 üncü maddesinin değişik biçimiyle uygulanması, yolsuzlukla savaşımı zayıflatacak niteliktedir.

Bu nedenle, incelenen 4719 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle getirilen değişikliğin, terörizmle savaşım ve devlet güvenliği yönünden olumsuz etkiler, eksiklikler ve yetersizlikler yaratabileceği göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.

3- 4719 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde, 30.07.1999 günlü, 4422 sayılı "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu"nun 1 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "veya kişileri kendilerine tabi kılmaya zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak" ibaresinin metinden çıkarılması öngörülmüştür.

4422 sayılı Yasanın genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, çağımızda terörizm ve ekonomik suç yanında çıkar sağlamaya yönelik suç örgütleri türemiştir. Bu suç örgütleri, kamu otoritesini uğraştıran, devletleri maddî ceza hukuku ve usul hukuku yönünden yeni, ayrık kurallar ve kurumlar oluşturmaya zorlayan hukuk ihlalleri ortaya çıkmış bulunmaktadır. Batı ülkelerinde "organize örgütlü suçluluk" olarak da adlandırılan bu suçu cezalandırmak ve kişileri bu gibi eylemlerden caydırmak için özel düzenlemeler yapılmaktadır.

Çıkar sağlamaya yönelik suç örgütlerinin ülkemizde de ortaya çıkması, özellikle kamusal ve özel bankalarla kamu ihalelerini hedef alan çıkar amaçlı suç örgütlerinin toplumun huzurunu bozacak boyuta ulaşması ve kamu kaynaklarının bu suç örgütlerince yağmalanması, konunun özel olarak düzenlenmesini gerektirmiştir.

Haksız çıkar sağlamak amacıyla ve yıldırma, korkutma ya da sindirme gücü çeşitli biçimlerde kullanılarak kurulan örgütü oluşturan kişiler arasındaki ilişkiler, teknolojik olanaklardan da yararlandıkları için oldukça karmaşık ve kanıtlanması güç duruma gelmiştir. Bu nedenle, söz konusu ilişkilerin açığa çıkarılması özel usul kuralları gerektirmektedir.

Üstelik, çıkar amaçlı suç örgütlerinin ilişkileri her zaman cebir, şiddet ya da zorbalık kullanılarak da yürütülmemektedir. Örneğin, banka kaynaklarının kurutulmasında, bu kaynakları kendi özel çıkarları için kullananlar arasında cebir, şiddet ya da tehdit değil, karşılıklı çıkar birliğine dayalı anlaşmalar söz konusudur.

Ülkemizde son yıllarda yaşanan gelişmeler karşısında çıkar amaçlı suç örgütlerinin ortaya çıkarılması ve cezalandırılması için özel yöntemler öngörülen 4422 sayılı Yasa kabul edilmiş ve yaklaşık üç yıl önce yürürlüğe konulmuştur.

Aradan çok kısa bir süre geçmiş olmasına ve toplumumuzda yaşanan, düzenlemeyi haklı kılacak olumsuz gelişmelere karşın, incelenen 4719 sayılı Yasanın 3 üncü maddesiyle, 4422 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "veya kişileri kendilerine tabi kılmaya zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak" ibaresinin metinden çıkarılması, bu tür suçları işleyenlerin devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanmalarını önleyecektir.

Öngörülen değişikliğe göre, söz konusu suçları işleyenler, yasal öğelerin oluşması durumunda genel kurallara göre ve genel yetkili adlî yargı yerlerinde yargılanabilecektir.

Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, genel yetkili adlî yargı yerlerinde görev yapan yargıç ve savcıların 4422 sayılı Yasada öngörülen yetkilerle donatılmamış olmalarıdır. Dolayısıyla, bu tür suçların genel yetkili adlî yargı yerlerinde görülmesi durumunda, sanıklar arasındaki ilişkilerin niteliği, derinliği ve karmaşıklığı nedeniyle olayın gerçek faillerinin ortaya çıkarılması her zaman olanaklı olmayabilecektir.

Bu nedenle, kamu düzeninin ve toplum huzurunun ağır biçimde ihlal edileceği de göz önünde tutularak 3 üncü maddenin ilgili bölümünün yeniden değerlendirilmesinde kamu yararı bulunduğu düşünülmektedir.

4- 4719 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesiyle, bu Yasanın 1 inci maddesinde yapılan değişikliğe koşut olarak, Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren suçlarla ilgili soruşturma, yargılama ya da temyiz aşamasında bulunan dosyalara ilişkin yapılacak işlemler düzenlenmiştir.

a- İncelenen 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin yeniden görüşülmesi sonucunda Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamındaki suçlara ilişkin davaların devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanında bırakılmasının kabul edilmesi durumunda, Yasanın geçici 1 inci maddesine gerek kalmayacağı açıktır.

b- Mahkemelerin görevlerini belirleyen usul hukukuna ilişkin kurallar, kamu düzeninden sayılırlar. Sanık yararına olan usul hukuku kurallarının geriye yürümesi ise, hukukun genel ilkelerindendir.

Dolayısıyla, 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesindeki düzenleme karşısında, Türk Ceza Yasanının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamındaki suçlarla ilgili soruşturma, yargılama  ya da temyiz aşamasında bulunan dosyalarının yetkili cumhuriyet başsavcılıklarına ya da yetkili yargı yerlerine gönderilmelerini öngören geçici 1 inci madde düzenlemesinin, hukukun genel ilkelerine uygun olduğu söylenebilir.

 Ancak, bu devir işlemlerinin ve bu işlemlerden sonra yetkili ve görevli mahkemelerde yeni baştan yargılamaya başlanmasının uzun süre alacağı, davaların sürüncemede kalacağı ve hatta zamanaşımına uğrayacağı, mahkemelerin iş yükü de gözetildiğinde, yaygın ve haklı bir toplumsal kanıdır.

Öte yandan, Türk Ceza Yasasının 313 üncü ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren ve devlet güvenlik mahkemelerinde görülmekte olan davalardan kimilerinin konuları ve sanıklarının durumu, temiz toplum düzenine duyulan derin özlem nedeniyle, toplumda büyük bir duyarlılık yaratmıştır.

4719 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesinin yürürlüğe girmesi durumunda, kamuoyunun bunu, kimi kişilerin korunması amacıyla özel nitelikte yasa çıkarıldığı biçiminde algılaması güçlü bir olasılıktır. Bu durum ise, hem kamu vicdanını derinden yaralayacak hem hukuk devleti ilkesine gölge düşürecek hem de devlete ve yargıya olan güveni sarsacaktır.

Yukarıda (1/a) sayılı bölümde açıklandığı gibi, Anayasanın 143 üncü maddesi gözetilerek, 4719 sayılı Yasanın 1 inci maddesinde yeni düzenleme yapılması durumunda önceki paragraflarda belirtilen olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için Türk Ceza Yasasının 313 ve 314 üncü maddeleri kapsamına giren ve halen devlet güvenlik mahkemelerinde görülmekte olan davaların, yine bu mahkemelerde sonuçlandırılacağı yolunda bir düzenleme yapılması, üstün kamu yararının bir gereği olarak değerlendirilmiştir.

Açıklanan gerekçelerle, yayımlanması kısmen uygun bulunmayan 4719 sayılı "Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"  1, 2 ve 3 üncü maddeleri ile geçici 1 inci maddesinin, Anayasanın 4709 sayılı Yasa ile değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için ekte geri gönderilmiştir.

Ahmet Necdet Sezer

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan,  Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca  kurulmuş bulunan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 596 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız.

IV.– GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1.– Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı : 596)

BAŞKAN - Komisyon?..Yok.

Ertelenmiştir.

Sayın Milletvekilleri, Genel Kurulun 28.11.2001 tarihli 27 nci Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 2 nci sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin  Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin görüşmelerine başlıyoruz.

B) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 Arkadaşının, Bakanlığı Döneminde Usulsüzlük ve Suiistimallere Yol Açtığı ve Göz Yumduğu, Gerekli Tedbirleri Almayarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın Hakkında Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi (9/4)

BAŞKAN - Bu görüşmede, sırasıyla, önergeyi verenlerden ilk imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine, şahısları adına üç üyeye ve son olarak da, hakkında soruşturma istenmiş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın'a söz verilecektir.

Konuşma süreleri 10'ar dakikadır.

Meclis soruşturması önergesi, Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli 21 inci Birleşiminde okunmuş ve bastırılarak, sayın üyelere dağıtılmıştır; bu nedenle, soruşturma önergesini tekrar okutmuyorum.

Şahısları adına söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş, Konya Milletvekili Veysel Candan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç.

Tabiî, Sayın Arınç, aynı zamanda, önerge sahibi sıfatıyla başlangıçta konuşma yapacak. Birleştirme şansımız yok; çünkü, bir başlangıçta, bir sonda, artık öyle gideceğiz.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Önemli değil, tamam.

BAŞKAN - Önerge sahibi sıfatıyla, Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun. (AKP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

56 milletvekilimizin imzasıyla, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla, Bayındırlık eski Bakanı Sayın Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasını talep ettik. Bu konuyla ilgili olarak, imza sahibi sıfatıyla söz almış bulunuyorum.

Ayrıca, şahsım adına söz talebim de var; ama, arada başka arkadaşlarımız olduğu için, bunu birleştirmek mümkün olmadı. İki defa kürsüye geleceğim, huzurlarınızı işgal edeceğim. Bu sebeple, Sayın Aydın hakkında söylenebilecekleri iki bölüm halinde toplamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, 9.6.1999'da güvenoyu alan 57 nci Ecevit Hükümetinde 5 Eylül tarihine kadar aralıksız, takriben ikibuçuk yıl Bayındırlık Bakanlığında bulunmuştur. Bu ikibuçuk yıllık süre içerisinde, Bayındırlık Bakanlığıyla ilgili olarak çok şeyler söylendi ve yazıldı; ama, Meclisimiz açısından önemli olan husus, bunlardan Sayın Bakanla ilgili olarak verilen iki önergedir.

Birisi, 27 Şubat 2001 tarihinde, Fazilet Partisi adına, deprem konutlarıyla ilgili ihalelerin yapılış şekli ve altyapı hizmetlerinde uyguladığı yanlış politikalarla devlete zarara uğrattığı ve afet kararnameleriyle belediyeler arasında partizanlık yaptığı iddiasıyla Sayın Bakan hakkında verilen gensoru önergesidir, reddedilmiştir.

Bir diğeri de, 10 Ekim 2001 tarihinde, Doğru Yol Partisi adına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Ecevit hakkında verilmiş olan gensoru önergesidir. Her iki önerge de görüşülmüştür ve reddedilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu gensoru önergelerinde dikkati çeken birkaç konuyu, sözlerimin başında, tekrar ifade etmek istiyorum.

Sayın Sökmenoğlu, Sayın Çakmaklı'yı rahat bırakırsanız, belki kendisiyle ilgili konuşacaklarım da olabilir, dikkatini dağıtmayın lütfen.

Değerli arkadaşlarım, 27 Şubat 2001 tarihinde konuşulurken, Fazilet Partisi adına konuşan Sayın Candan, sözünün başında bir şey ifade ediyor, diyor ki:"Arkadaşlar, şimdi, size, bir bilgi arz edeceğim. Bu bilgide, bugün, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan zatla ilgili olarak Ankara Valiliğine bir yazı yazılmış; aynen deniliyor ki: 'Teftiş Kurulu ve Bakan onayı var. Bu, yukarıda adı verilen şahıs, birtakım usulsüzlüklere ve yolsuzluklara neden olduğu anlaşıldığından, adı geçene, bundan böyle malî işlemlerle ilgili hiçbir görev verilmemesi gerekmektedir. Kadir Yıldırım, Personel Daire Başkanı.' Bu, Ankara Valiliğinin yazdığı yazıdır. Peki, Sayın Bakan ne yaptı; Sayın Bakan, aldı bu kişiyi, müsteşar yardımcısı yaptı.

Değerli arkadaşlar, basına bu nasıl intikal etti: 'Kedi yine geri döndü.' Nasıl intikal etti: 'Skandal atama.'

Değerli arkadaşlarım, bakın, insaflı bir MHP milletvekili, bu bürokrat hakkında ne söylüyor: 'İhalelerde yüzde alıyor diye iddialar var.' Söyleyen bir MHP'li milletvekili. Basında tekzip edilmedi. O açıdan, Bayındırlık Bakanlığındaki usulsüzlük ve yolsuzlukların çıkış noktası, milat olarak kabul edilebilir" diyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, uzun bir konuşma yapıyor, kendisini savunuyor, deprem ihaleleriyle ilgili olarak çok iyi çalışıldığından, süresinden önce de bunların bittiğinden bahsediyor. MHP adına konuşan Kocaeli Milletvekili de "el hak bütün bunlar doğrudur, vallahi de billahi de tallahi de bütün bunlar iftiradır, Sayın Bakan çok tertemiz bir insandır" diyor. Ben, buradan okuyorum. Sayın Bakan da, son cümlesinde, Hucûrat Suresi 12 nci ayeti okumak suretiyle "zannın çoğundan sakının; zira, zannın bazısı vardır ki, günahtır. Cenabı Allah, bizi, bilerek insanları zan altında bırakan kullarından eylemesin" diyor. Burada yazmıyor; ama, pek çok arkadaşımızın "amin" dediğini biliyorum.

Değerli arkadaşlarım, 10 Ekim 2001 tarihinde, Sayın Mehmet Sağlam ve arkadaşları, Grubumuzdan da Mehmet Ali Şahin Beyle konuşmuşlar; tabiî, o tarihte, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun operasyonu başlamış; konuşulanlar var, şirketler var, 7 trilyon ciro yapan şirketlerdeki ortaklıklar var vesaire; ama, burada, enteresan bir açıklama var. Sekiz ay evvel Sayın Veysel Candan'ın ortaya koyduğu belgeye karşı, Sayın Bakan ve MHP sözcüsü hiçbir şey söylememişken, sekiz ay sonra, Sayın Bakanın değerli hemşerisi Orhan Bıçakçıoğlu arkadaşımız çok önemli bir açıklama yapmış; açıklamasında diyor ki: "Sizin o bahsettiğiniz müsteşar yardımcısı var ya, bu tutuklanan adam o değil."

Ne hikmetse, aklıma Nasreddin Hoca geldi. Nasrettin Hoca çok kızmış birisine, sokağın içerisinde bağırıyor: "Hırsızlar!.. Uğursuzlar!.. Edepsizler!.." Herkes, bakmaya başlamış. Kimisi balkondan, kimisi pencereden, kimisi sokak kapısından; Hoca'yı bu kadar kızdıran ne acaba?.. Şimdi, yüzlerce insan başı pencerelerden, bacalardan, balkonlardan sarkınca, Hoca kendi kendine söylenmiş "Allah Allah, ne kadar da çoklarmış" demiş.

Sayın Veysel Candan bir kişiden bahsetmişti; meğer, bir kişi daha varmış herhalde. Başkaları da var mı, yok mu bilmiyorum; ama, şu anda, iddianameye sıra geldiğinde, kaç kişi olduğunu -en azından, şimdilik- İller Bankası Operasyonu bitmediği için şimdilik kaç kişi olduğunu, en azından iddianameden öğrenmiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, 1995'te Parlamentoya girdim. Birisi bana şu öğüdü verdi: "Bak, 1983'te, 1987'de ANAP tek başına geldi; hatta, 1987'de 292 milletvekili vardı. Bu parti bitti, bitiyor. Neden; çünkü, müteahhitlerle ilişkileri o kadar kötü oldu ki, sıfırlanıyor" dedi. Arkasından 1989'da SHP rüzgarı vardı. SHP'de inişe geçti. "Bak, o da müteahhitlerle ilişkiler yüzünden inişe geçti; aman, siz, dikkat edin, adam olun da, kendi partileriniz bu tür ilişkilerin içerisine girmesin" dediler.

Müteahhitler de ticaret erbabı, içimizde de pek çok değerli arkadaşımız var; ama, ne hikmetse, kamu ihalesi alan öyle müteahhitlerin adı çıkıyor ki, hele hele çok netameli olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığında öyle kirli ilişkilere giriyorlar ki, bana verilen öğüdü pek çoğunuzun paylaştığına inanıyorum. Demek ki, Bayındırlık ve İskân Bakanlığını alan bir parti ve özellikle, orada bakanlık noktasında çalışmaya başlayan bir değerli bakanın, çok inançlı, çok kararlı, sözünün eri, etrafını gözeten, kollayan, nerede ne oluyor bitiyor diye merak eden birisi olması lazım. Yoksa, eğer kamu ihalesi alan bir müteahhit, bir partide ön sıraya gelebilmek için, hatta seçilme garantisi olan bir yere gelebilmek için 500 milyar lirayı gözden çıkarıyorsa, yetmedi, az bile söyledim, bir başkası 1 trilyonluk masraf yapmayı göze alabilmişse, bu iş netameli bir iştir. Bunun için, çok dikkatli, çok anlayışlı, milletin menfaatını gözeten, hakikaten vazifesi başında hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışan insanların olması lazım. Bunların en güzel örneği Sayın Mustafa Yılmaz'dır. Burada mı kendisi bilmiyorum; ama, SHP döneminde Bayındırlık Bakanlığına getirilmişti, sanıyorum bir kaç ay sonra "bana allahaısmarladık, ben bu yapıyı düzeltemiyorum" diye istifa etmişti.

Değerli arkadaşlarım, "beratı zimmet asıldır" biz buna inanıyoruz, insanın suçsuzluğu esastır. Hiçbir delil olmadan, kimse hakkında konuşmak ve hele hele onu alabildiğine suçlamak namuslu bir insanın işi değildir, doğru bir iş değildir; yanlış bir iştir. Bizim burada, bu önergeyi vermemizin tek sebebi, gerçeklerin ortaya çıkmasıdır, bir sayın bakanın, onun çok önemli bir partisinin ve Türkiye'de dürüstlük paydasını esas alan bütün milletvekillerinin yapacağı bir iş olduğu için huzurlarınıza getirmiş bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi bu olayları kısaca bir tahlil etmekte fayda var. Bunlardan bir tanesi, bildiğiniz gibi, vurgun operasyonu başladığında, Sayın Bakanla, onun şirketleriyle  ilgili bazı konular önce görüşüldü. Düşünebiliyor musunuz, deprem tarihinin en büyük felaketini yaşamış Türkiye ve Bayındırlık Bakanlığı bu konuyla çok yakından ilgili, bu bakanlığın başında da, özellikle serbest ticaret hayatından gelen bir arkadaşımız var. İnşaat ihaleleri açısından devletin en önemli bakanlık koltuğuna oturan, hem inşaat işi yapan hem bakanlık koltuğuna oturduktan sonra da ve hele hele, deprem felaketine uğradıktan sonra Türkiye, babasıyla birlikte ortak inşaat şirketi kuran, hem de bu şirkette, kendisinin bakanlığından deprem ihalesi alan şirketlerle alışveriş yapan, bunlar konuşulmaya başlandığında, "Bakanlığımdaki Marksistler bunları tezgâhlıyor" bahanesine sığınan, sonunda da "ne yapayım canım, 7 trilyonluk ciro yapmışım, bu fazla bir kâr sayılmaz... "

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içinde toparlayınız.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hesap levhasına bakıldığı zaman, 7 trilyonlukla kesinlikle mukayese edilmeyecek ölçüde ve düzeyde bir vergi ödediği belli olan, bunun karşılığı, makam odasından şirketlerini yürüten bir sayın bakanla karşı karşıyayız.

"Ne yapayım, aç mı kalayım, ticaret yapmayıp da; yani, bu şirketlerdeki ortaklıklarımı bıraksa mıydım?! İhale işlerini yaparken, benim de, orada, tesisat malzemeleri satan dükkânım varsa, bu müteahhitlerin birkaç tanesi de buradan alışveriş etmişse -ne gariptir ki, birkaç alışveriş, 7 trilyon lira tutuyor ciro itibariyle- bunlar masum şeylerdir" demeye getiriyor; ama, bunların hiçbirisi siyasî ahlaka sığmıyor; çünkü, kendi resmî işiyle özel çıkarları arasında, gerçekten önemli bir çatışma var.

Değerli arkadaşlarım, bu operasyon başladıktan sonra, hem kendisi hem de MHP, kamuoyunda çok önemli puanlar kaybetti. Şirketleriyle ilgili iddialar ve bunun yanında, Bakanlıkta olup bitenler örtülmeye çalışıldı; ama, örtülemedi.

Biraz sonra devam edeceğim konuşmama.

Çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Arınç.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının imzasını taşıyan, Bayındırlık eski bakanı Sayın Koray Aydın'ın, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı iddiasını kapsayan Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış ve huzurlarınıza çıkmış bulunmaktayım; öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem arkadaşlar, hepimizin malumu ki, cumhuriyet tarihimizin en ciddî ekonomik ve sosyal süreçlerinden birini yaşamaktayız. Bir taraftan, 57 nci hükümetle, Türk Milletinin yıllardır arzu ettiği, ancak hiçbir dönemde gereği yerine getirilemeyen yolsuzlukla mücadele edilmekte; diğer yandan, dünyadaki gelişmelere paralel yaşanan ekonomik krizlerin açtığı sosyal depremlerin ortadan kaldırılmasına çalışılmaktadır. Böylesine bir süreçte, yaklaşık ikibuçuk yıldır Bayındırlık Bakanlığını yürüten ve sadece cumhuriyet tarihimizin değil, dünyanın da geride kalan 20 nci Asırda yaşadığı en büyük felaketlerden biri olan Marmara Bölgesinde yaşanan dramların ortadan kaldırılmasında büyük başarılara imza atmış Sayın Koray Aydın hakkında verilen böylesine bir önergenin tartışmasında yer almaktan oldukça üzüntülüyüz; çünkü, bu önerge, daha baştan, anayasal ve yasal zeminlere tamamen ters düşmektedir. Gönlümüz arzu ederdi ki, az önce burada konuşan ve değerli bir hukukçu olduğuna inandığımız AKP Grup Başkanı Sayın Arınç, meselenin bu tarafına da baksın ve meslekî performansını da dikkate alarak, asıl yasal ve anayasal zeminde bugünkü bu önergenin altını beslemeye çalışsın. Çünkü, Türk Ceza Kanununun çeşitli maddelerine dayanılarak Sayın Aydın hakkında bu önergeyle soruşturma açılmasını isteyebilen, bilerek veya bilmeyerek bu önergeye imza atmış sayın milletvekilleri, üstelik, Anayasanın 100 üncü maddesi uyarınca, bu eylemlerini Yüce Meclis gündemine taşırlarken, hem yasalara hem de Anayasaya ters düşmüşler, hatta yasal ve anayasal suç işlemekle karşı karşıya kalmışlardır.

Özellikle, önergede imzası olan sayın milletvekillerine hatırlatmak isteriz ki, bu kürsüden daha iki yıl önce yapılan bir savunmada, imzası bulunan sayın milletvekillerinin çoğunun grup arkadaşı olan bir eski bakan, kendisini savunurken ve bu arkadaşlarımız da onun sözlerini alkışlarla destekleyip hak verirken, çok daha farklı bir atmosferde idiler. Hafızalarda bütün tazeliğiyle yerini tutan, Türk Milletinin gözleri önünde cereyan eden o konuşmada, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmış ve hakkındaki iddialar üzerine, bu kürsüden kendisini savunmuş olan eski Sayın Bakan şöyle diyordu: "Anayasanın 138 inci maddesinin, 'Mahkemelerin Bağımsızlığı' başlıklı maddesinin bir cümlesi aynen şöyledir: Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz" ve o bakan, devamında şöyle diyordu: "Yasama ve yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

Dolayısıyla, bugün, bu soruşturma önergesine imza atan arkadaşlarımıza, o dönemde, aranızdan çıkan ve komisyonlarda yapılan çalışmaların ardından, Yüce Mecliste kendini savunan bu eski bakana verdikleri desteği hatırlatmak isteriz. Ya o gün yasaları çiğnediler, Anayasayı dikkate almadılar ya da bugün; ya o gün, her zaman olduğu gibi, takiyye yaptılar ya da bugün, aynı takiyyenin versiyonunu geliştirdiler... Söylesinler bakalım...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Takiyyeyi sen yapıyorsun.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Konuşma!.. Konuşma!..

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Söyleyin bakalım, yaptıklarınızın, söylediklerinizin ve davranışlarınızın hangisi doğru; hangisine sahip çıkarsınız bugün burada?!

Sayın milletvekilleri, hepimizin yürekten arzu ettiği şeffaf devlet anlayışını, ancak, hepimiz yürekten sahiplendiğimizde gerçekleştirebiliriz. Hepimiz, bu inancı, millet adına taşıdığımızda hayata geçirebiliriz. Anayasayı ve yasaları kendimize göre yorumlamadan, kendimiz için doğru kabul ettiklerimizi karşımızdakiler için de doğru kabul ettiğimizde, demokratik platformu sağlam temeller üzerine oturtabiliriz. Oysa, üzülerek ifade etmek gerekir ki, bugün, bu Yüce Mecliste görüştüğümüz soruşturma önergesine imza atan sayın milletvekillerinin önemli bir kısmı, daha vahim ve daha ileri, üstelik belgeleri ve bilgileri açıkça ortaya konmuş meselelerde tam tersi tavır ve davranış sergilemişlerdir; bugün de sergilemektedirler.

İşte, İstanbul Büyük Şehir Belediyesindeki gelişmeler bütün canlılığıyla önümüzdedir. Türk Milleti, hemen her gün, yeni bilgilerle ve belgelerle âdeta şok olmaktadır. Bazıları, bu gelişmeleri, devekuşu misali, kafalarını gömerek yok ettiklerini sanıyorlarsa, koskoca vücutları onları apaçık ele vermektedir.

Türk Milleti "getirdik, diktik, kurudu" mantıklarıyla savunulmaya çalışılan milyonlarca dolar para pompalama yollarını, ibretle ve dehşetle izlemektedir. Türk Milleti, hesabını sorduğu milyonlarca dolarların kaynağını, bir bisküvi fabrikasının bayiliğiyle açıklayan ve zenginliğinin adresi olarak gösterenleri ve bu sözleri destekleyenleri hafızalarına kaydetmektedir.

Açıkça ifade ediyoruz "hadi canım sen de" üslup ve vurdumduymazlığıyla, çıkarcılığıyla bu meseleyi geçiştirenler, vicdanî ve cezaî hiçbir bilgi ve belgesi olmayan bugün görüştüğümüz konularda ise, sadece gündemi değiştirme yarışındadırlar. Herkesin bir hesabı vardır; ama, Yüce Allah'ın da bir hesabı vardır.

Bayındırlık Bakanlığında yaşanan ve başlatılan soruşturmanın, daha ilk günü koro oluşturup yüksek sesle "istifa" daveti çıkaranlar, acaba nelere figüranlık yaptılar, nelerin yaşanmasına imza attılar?

Bu ülkede öyle siyasetçiler var ki, haklarında, günlerce değil, haftalarca; haftalarca değil, aylarca; hatta, aylarca değil, yıl boyunca envai çeşit iddialar, üstelik belgeleriyle getirildi, kondu da, hiçbiri, milletin arzu ve isteğini göze alarak, o koltukları bırakıp milletin arasına dönme cesaretini gösteremedi.

Bugün, devletimiz, bakanlığımız ve hükümetimiz yaralanmasın diyerek, kendini, kamu vicdanına, kamunun emrine havale etmiş bir bakanın soruşturmasıyla karşı karşıyayız. Türk siyasî tarihinde, böylesine ilkeli ve tutarlı davranışların sayısının ne kadar olduğunu da Yüce Meclisin sağduyusuna havale ediyoruz.

Bugün, Bayındırlık Bakanlığındaki soruşturma kapsamında yaşananları, insan hakları, demokrasi ve hukuk üçgeninde değerlendirmeyi akıllarından bile geçirmeyenler, hemen ardından, İstanbul'da başlayan büyükşehir operasyonunda, bu kavramların ardına sığınarak tacirlik şampiyonu oldular.

İstanbul'daki operasyon kapsamında yaşananlar, birileri için hayalî senaryodur; ama, Bayındırlık Bakanlığındakiler, belge ve ifade dahi olmadan gerçektir, öyle mi?!.

İstanbul'da işkence vardır, bu bir terördür, hatta alçakça bir eylemdir ve insanlık suçudur; ama, Ankara'da alınan ifadeler, tamamen gönül rızasına dayanmaktadır, öyle mi?!.

Bakın, burada, Milliyetçi Hareket Partisinin bir genel başkan yardımcısının, Partinin, ilkeli ve tutarlı siyasetine uygun, millet ve ülke için nasıl kendi menfaatlarını öne çıkarmadan bir tavrı ortaya koyduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbul'daki operasyonlar devam ederken, İstanbul emniyetinde, birtakım vatandaşlarımızın, büyükşehir operasyonu çerçevesinde gözaltına alınıp, işkence iddialarıyla karşı karşıya kalmalarını basına vermelerini ve kamuoyunun bir kısmının buradaki hassasiyetini dikkate alan Milliyetçi Hareket Partisinin bir genel başkan yardımcısı, Sayın İçişleri Bakanına, önerge vererek, bunun akıbetini sorabilecek kadar erdemli davranıyor; ama, hiç biriniz, özellikle, önergeyi takip eden siyasî partimizin sayın temsilcileri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında, aynı şekilde yürütülen soruşturma çerçevesinde, Ankara emniyetindeki ifadelerde, işkence yapıldığına dair iddialar karşısında sırtlarını dönüyor, gözlerini kapatıyor, böyle bir erdemli tavrı bile ortaya koyamıyor. Gözü kör olsun siyasetin!.. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Siz iktidardasınız; bunları yaptırmamak sizin göreviniz.

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yolsuzlukla mücadele adına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında yaşananları sorgulamaya kalkışanlar, önce kendilerini sorgulasınlar. İstanbul'daki operasyon karşısında paniğe kapılıp, devletin çeşitli  kademelerindeki temsilcilerini "ayağınızı denk alın" sözleriyle tehdit edenler, ortaya konulan belgeler karşısında özür dileme erdemini dahi gösteremeyenlerden başkası maalesef, değildir. Bugün "ispatlayamazlarsa ahlaksızdırlar, iftiracıdırlar" diyenler, daha hangi belgeleri bekliyorlar, daha hangi ispat yolları karşısında şeref ve haysiyet cellatlığının adını koymaya çalışıyorlar?..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Okumuş, 1 dakika içerisinde toparlayın.

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

İstanbul'daki gelişmeler tezgah olacak, Bayındırlıktakiler ise, belgesi dahi olmadan, üstelik yalan, iftira ve çarpıtma üzerine bina edilecek; sonra, onun adına da siyaset denilecek, öyle mi?!.

Bu siyaset, maalesef, olsa olsa nebbaş siyasetidir; yani, ölü soyuculuktan farklı bir şey değildir. Bu siyaset, kendi gerçeklerini gözardı ettirmeye çalışıp, başkalarının üzerinden "cambaza bak" mantığıyla, anlayışıyla yapılmaya çalışılan, en iyimser ifadeyle, etik olmayan siyasettir.

Değerli milletvekilleri, güneşin balçıkla sıvanamayacağı kadar gerçeklerin ortada olduğu Bayındırlık Bakanlığında, her şeyin yasal ve anayasal zeminde gerçekleştiğini ve millete hizmet için, bütün çalışanların insanüstü bir gayrette olduğunu Türk Milleti biliyor ve Türk Milleti bu konuda, 57 nci hükümete de teşekkürlerini ifade ediyor. Türk Milletine hizmet için, gecesini gündüzüne katarak çalışan ve başlattığı hizmet seferberliğiyle, deprem bölgesi başta olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanına kalıcı eserler götüren Sayın Koray Aydın'a...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NAZİF OKUMUŞ (Devamla) - ... aslında, millet adına teşekkürlerimizi sunmak vazifemizdir.

Bu itibarla, Yüce Heyetinize saygılar sunuyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Okumuş.

Sayın Veysel Candan, Konya Milletvekili...

Süreniz 10 dakika Sayın Candan; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığı döneminde Sayın Koray Aydın'ın, usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı gerekçesiyle, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve arkadaşları tarafından verilen soruşturma önergesi hakkında kişisel görüşlerimi açıklayacağım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önceki konuşmacıyı doğrusu çok yadırgadım. Eğer bir soruşturma yapılacaksa, sesinizin tonunu çok yükselterek, bağırarak işi çözmeye çalışıyorsanız, bu, suçluluk psikolojisidir. (SP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Evet... Evet... Evet...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ne belgen var?!

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Belge istiyorsanız, belgeyle geldik; müsaade edin şimdi.

Sayın Bakan Koray Aydın döneminde... (MHP sıralarından gürültüler)

Bakın, değerli arkadaşlar, bu konuştuklarımız tutanaklara geçecek ve tarih tanıklık yapacak. Sayın Koray Aydın'ın hukuku, benim kendi hukukum kadar önemlidir; evvela, konuşmamı dinleyin.

Değerli arkadaşlar, ilgili Bakanlıktaki iddiaları özetle toplarsak, usulsüz, şaibeli atama yapıldığı; rüşvet karşılığı hakediş artırımına gidildiği, özel fiyat uygulamalarıyla devletin zarara sokulduğu; ihale almak için paravan şirket kurmak suretiyle değişik şirketlere ihale verildiği imajının yayılmaya çalışıldığı; bürokrat yakınlarının müteahhitlerle rüşvet ilişkisine girdiği, para karşılığı sahte iş bitirme belgeleri verildiği; ayrıca, Sayın Bakanın doğrudan müsteşara, genel müdüre ve danışmanına talimat vererek bazı ihaleleri yönlendirdiği yönündedir; iddialar bunlar. (MHP sıralarından "nerede yazıyor bunlar" sesleri) Dinleyin şimdi. Bu iddialar üzerine 13.2.2001'de gensoru verildi. Dedik ki, bunları bir müzakereye açalım. Sayın Bakan o gensoru konuşmasında şöyle dedi, tutanaklardan: "Bu gensoru, alelacele, sıra savmak için hazırlanmış bir gensorudur; hatalarla doludur. Bu gensoruya kocaman bir çarpı işareti koyuyorum." Sayın Bakan söylüyor. Biraz önce konuşmacı da adına konuştu; ama, Bakanı güya savundu ve çok enteresan tespitler yaptı; ancak, bu iddialar yaygınlaşınca, Ankara DGM dava açıyor; yani, Sayın Bakanın çarpısına da bir çarpı koyuyor, "bu söylenilenleri araştırmamız lazım" diyor. 31.10.2001'de vurgun operasyonu... Sanık adedi 361. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük sanıklı davası ve müsteşar yardımcısı, şu anda, suiistimalden tutuklu.

Vurgun operasyonu sırasında Sayın Bakan diyor ki: "Araştırdım; bizde bu işleri yürüten Marksistlermiş -yani, bir yerde, Sayın Bakan biliyor, vâkıf olmuş- komisyon olan müteahhit de solcu çıktı; korkacak, kaçacak yanımız yok; kim, Bakanlığımla ilgili ne biliyorsa getirsin." Şimdi, getirdik arkadaşlar; Sayın Bakanın talebini yerine getirelim dedik ve getirdik.

Ankara Valiliğine yazılan bir yazı var, Turizm Bakanı adına Personel Daire Başkanı yazıyor; diyor ki: "Bu müsteşar yardımcısı yaptığınız..." İşte, elimdeki belge de Resmî Gazete; herhalde, bunu da inkâr edemezsiniz. Burada, müfettiş raporlarında, Turizm Bakanlığının "bu adama malî işlerde görev vermeyin" demesine rağmen -işte burada- Sayın Bakanın onayıyla ve talebiyle, üçlü kararnameyle müsteşar yardımcısı yapılıyor ve şu anda, bu zat, tutuklu olan değil; doğrudur, emekli olmuştur. Yani, emekli olunca suç bitiyorsa, mesele yok.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ne diyor burada; Sayın Bakan diyor ki: "Belgeniz varsa, getirin, soruşturalım." Peki, biz de bu istek üzerine getirdik, soruşturalım diyoruz. Belgeyi de buraya takdim ettim. Şimdi, herkesin sözünde durması lazım. Böyle konuştuktan sonra aksi oy verirseniz; yani "getirin belgeleri, bakalım, soruşturalım" dedikten sonra aksi oy verirseniz, size kim inanır.

Şimdi, savcı ne diyor iddianamesinde Ankara DGM: "Bakanlıkta çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, alım satımda ihaleye fesat, görevi kötüye kullanma." Nitekim, müsteşar yardımcısı, DGM Savcısına verdiği ifadede, mahkemedeki özel kalemde verdiği ifadede "Sayın Bakan, bana, genel müdüre ve danışmanına firma adı vererek, bu firmaları değerlendirin diyordu; biz de bunu yapıyorduk -yani, bir ilişkiyi tespit ediyor- davet usulü ihale adedi 52'dir; 4'ü, doğrudan Sayın Bakan bana talimat verdi, 18'inde danışman aracılığıyla devreye girdi" diyor. Tutanaklardaki ifadeyi okuduk.

Şimdi, konuşmacı biraz önce dedi ki "konu yargıda; niye buraya getirdiniz?" Halbuki, yargıç tam tersini söylüyor; bakın, diyor ki: "Anayasanın 110 uncu maddesine göre, ben, sizin bakanınız hakkında işlem yapamıyorum; adını da yazamıyorum; bu görev Meclisin." İşte, biz onu yapıyoruz burada; yani, yargıya intikal etme konusu bu.

Değerli arkadaşlar, şimdi, en çok tartışılan konu, bakanın adının neden burada geçmediği konusudur. İfade ettim; bu, Meclisin görevidir bakanla ilgili soruşturma açmak. Yine, Anayasa, madde 112: "Her bakan, kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden sorumludur." Demek ki, bakanlıktaki bütün yolsuzluklardan Sayın Bakan da sorumlu; Anayasa, madde 112.

Ayrıca, ilgili bakanlığın, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının teşkilat ve görevleri hakkında kanun hükmünde kararname, madde 5, fıkra iki: "Bakan emri altındakiler faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, bakanlık, merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı kuruluşların faaliyetlerini denetlemekle yükümlüdür." Yani, Sayın Bakana, hem Anayasanın 100 üncü maddesi hem 112 nci maddesi hem Bakanlığın teşkilat görevlileri yetki veriyor ve sorumluluk tanıyor.

Değerli arkadaşlar, bu sebeple, soruşturma gerekçesinde -Bakanlıkta vurgun olduğu kesin- vurgun meydana gelmemesi için Bakanın üzerine düşeni yapıp yapmadığının soruşturulması, bir; iki, yapılanlardan kendi açıklamasına göre -vardır- bilgisi varsa, ne yaptığı veya yapmadığının soruşturulması; üç, Sayın Bakan göreve geldikten sonra, beş ay sonra, ikinci bir inşaat şirketi kuruyor, babasının adını taşıyan bu şirketin deprem bölgesinde iş alan müteahhit firmalara malzeme temin edip etmediğinin, yani alışveriş yapıp yapmadığının, menfaat ilişkisinin olup olmadığının araştırılması; dört, davet usulü ihalelerde, Müsteşar Yardımcısının dediği gibi, yönlendirmenin olup olmadığının, olduysa ne karşılığı yapıldığının; ayrıca, davet usulü yapılan İller Bankası altyapı ihalelerinin soruşturulması; ayrıca, Karayolları otoyol ihalelerinin soruşturulması; ayrıca, yargılanma gerekçesiyle savcı taleplerinin, üst düzey bürokratlara neden izin verilmediğinin mutlaka araştırılması gerekmektedir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi, sizler için iki tane yol var: Birinci yol, bu soruşturma siyasîdir diyebilirsiniz; biraz önce konuşmacıların dediği gibi, biraz sonra Bakanın da diyeceği gibi, ya temelli hepsini reddedersiniz, bu siyasîdir dersiniz veya hükümet ortakları da aynı düşünceyle, eğer, burada soruşturma açılırsa, koalisyon zarar görür de diyebilirsiniz -daha önce örneklerini yaşadık- böylece soruşturmaya hiç gerek yok dersiniz, bütün iddiaların üzerini örtmeye çalışırsınız; ama, bu durum, Sayın Bakanı kamu vicdanında rahatlatmaz; yani, bu birinci yol çözüm değil.

İkinci yol, yapılan yanlış, yolsuzluk ve usulsüzlük varsa ortaya çıksın dersiniz; eğer söylenenler doğru değilse, Sayın Bakan aklansın dersiniz; komisyon kurulur, Sayın Bakan da aklanır ve böylece temize çıkmış olur.

Değerli arkadaşlar, bana sorarsanız, ikincisinin yapılması, Sayın Bakanın, aslında, lehinedir. Peki, böyle yapmazsak ne olur veya ne oldu?

Değerli arkadaşlar, bakınız, bir kamuoyu araştırması var önümüzde. Kamuoyu araştırmasında "sorunların çözümünde hangi kuruma daha çok güveniyorsunuz" sorusuna karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisine güvenenlerin oranı kaç olsa beğenirsiniz; yüzde 3,8... Yüzde 3,8...

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Sayenizde o!.. Sayenizde!..

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bakanlığı ben yapmadım ki... İhalelere ben davet etmedim ki... Benim müsteşar yardımcım tutuklu değil ki... (SP sıralarından alkışlar) Yani, oradan, oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun. Benim bürokratlarım savcılıkta ifade vermiyor. Vurgun operasyonu benimle ilgili değil.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İçeride kaç tane belediye başkanınız var?!.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, öfkeyle bu işlere yaklaştığınız zaman...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Konya'daki kendi mahkemelerinizden bahsedin...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - İyi ya, işte, mahkemede...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

Buyurun Sayın Candan.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Parlamentonun itibarını sarsmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Efendim, şimdi, burada, birtakım belediyeler verildi, emsaller gösterildi, orada yapılan birtakım uygulamalardan söz edildi. Bu kürsüden açık ve net ifade ediyorum, bu milletin fakir fukara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Candan, 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim.

Buyurun.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bu milletin hak ve hukukuna, hangi belediye başkanı, hangi partili olursa olsun, eğer öyle bir tecavüz ettiyse, öyle bir adilik, öyle bir namussuzluk yaptıysa, Sayın Bakanla beraber hepsi hesap vermelidir.

Teşekkür ediyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Candan.

Şahsı adına, Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partili bir arkadaşımız konuşmalarını yaptılar bazı konularda; cevap vermemiz gereken şeyler söylediler; ama, öncelikle şuna temas etmek İstiyorum: Ben, bir hukukçuyum, yirmialtı yıl avukatlık yaptım. Davalarımın büyük kısmı ceza davasıydı. Bu konuyu bilenlerden birisiyim. Benim, siyasette, dürüst ve ahlaklı olmak gibi bir ilkem ve bildiğimi savunmak gibi bir düşüncem var. Şu iddianameyi satırı satırına okuyan bir arkadaşınız olarak, eğer, burada olanları bir ceza hukukçusu olarak tahlil etsem, tanık ifadelerine, sanık ifadelerine, bunlarla ilgili bütün maddî delilleri tek tek önünüze koysam, burada kararımı vermem mümkün. Bu, hiçbir zaman beraat olmazdı; ama, benim sizden istediğim bir tek şey var sözümün sonunda; lütfen, Sayın Bakan hakkında Meclis soruşturması açılması için oy verin ki, kendisinin aklanmasına fırsat verilsin. Eğer, bu mahkemede yargılanacak olan 361 sanık içerisinde Sayın Bakan yoksa -bunun sebeplerini biraz sonra söyleyeceğim- en azından bu davayla ilgisi olması hasebiyle, biz yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmek için kurulmuş bir partiyiz, yüzde 18 oyu bunun için aldık, bir bakanımız bile olsa, gerçeklerin ortaya çıkması için bize düşen onun aklanmasıdır diyebilmeliyiz.

Hiç burada bağırıp çağırmaya, şiddetli, fevrî hareket etmeye gerek yok. Ne hikmetse, MHP'li arkadaşlarımız bu konularda konuşurlarken, Kemal Kösesi de dahil olmak üzere, Sayın Okumuşu da dahil olmak üzere, iddialara cevap verecekleri yerde hamaset konuşuyorlar. Ben onların yerinde olsaydım şunun üzerinde konuşurdum, çok daha gerçekçi olurdu... (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından "konuya gel" sesleri)

Değerli arkadaşlarım, konuşacağım, merak etmeyin...

Bakınız, önemli olan, Anayasanın 138 inci maddesini biz iyi biliyoruz. Bu maddede, henüz yargılama devam ederken, o kişiyle ilgili bir görüşme yapılamaz deniyor. Siz, Sayın Bakanı 100 üncü madde zırhına büründürürseniz, o, yargılanmıyor demektir. Bunun emsali, burada pek çok bakan hakkında Meclis soruşturması önergesi verildi ve bu tartışmalar yapıldı. Dolayısıyla, hiç bağırıp çağırmadan, üzülmeden, sıkılmadan, Genel Başkanınız bile olsa, bizim Genel Başkanımız bile olsa, yargının önünde aklanma fırsatını herkese tanımalıyız. Lütfen, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarım, Salkım Hanımın Tanelerine gösterdiğiniz fevriyeti hiç olmazsa şu konuda gösterseniz daha ahlaklı bir iş yapmış olurdunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Edepli konuş, edepli...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Okumuş bize diyor ki, Anayasanın 138 inci maddesine bir bakın...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Demagojiden başka bir şey yapmıyorsun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Demagoji yok. Sen, özel görevli olarak oraya oturdun, biliyorum!

Sadettin Dinçer'le olan yakınlığını da biliyorum. İkincisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ne demek?..

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bir saniye... Bir saniye...

BAŞKAN - Sayın Arınç, lütfen, sataşmaya sebebiyet vermeyin.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Her davanın altında onu diyorsun, onun kadar başına taş düşsün senin.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sakin ol... Sakin ol... Sakin ol...

Değerli arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde her gün ortaya iddialar...

BAŞKAN - Sayın Arınç, bir dakikanızı rica edeceğim... (MHP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri lütfen...

Sayın Arınç, siz de sataşmaya sebebiyet vermeyin efendim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İşkence raporu var...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sabırlı ol... Sabırlı ol... Sabırlı ol...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Niye sabırlı olacakmışım?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

Buyurun Sayın Arınç.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle ilgili her gün yeni iddialar ortaya atılıyormuş, gözler faltaşı gibi açılıyormuş...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yalan mı?!

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu operasyonlar sonucunda... Esas bunlarla uğraşmak ilgilenmek gerekirken, AK Partili arkadaşlarımız, pirüpak olan, sütten çıkmış ak kaşık olan -inşallah öyledir; buna inanmak zorundayız- bir bakan hakkında böyle bir önergeyle Meclis soruşturması getirmenin yanlış olduğunu söylüyorlar. AK Partinin Genel Başkanı ve hakkında iddialar olduğu söylenilen Tayyip Erdoğan milletvekili değil, dokunulmazlık zırhı yok. Sayın Bakan gibi bakan da değil; Meclis soruşturması zırhı da yok. Adam gibi bir adam. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hakkında iddianız varsa, davasını açarsınız, kendisini yargılarsınız, mahkûm edebiliyorsanız, edersiniz. Tayyip Erdoğan, başkalarının yapmadığını yaptı, alnı açık başı dik olarak cezaevine girdi ve çıktı; ama, hırsızlıktan değil, banka boşaltmaktan değil, hortumlamaktan değil, ahlaksızlıktan değil. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Düşündüğünü ifade ettiği için cezaevine girdi ve başı dik olarak cezaevinden çıktı. Şimdi, kendi döneminde yolsuzluklar var diyorsanız, İçişleri Bakanlığı zaten görevini fazlasıyla yapıyor. Hangi dava açıldı hakkında; buna mukabil, Danıştay İkinci Dairesinden kaç tane davası reddedildi bunları da ayrı bir gün tartışalım; ama, hodri meydan diyorum size. Dokunulmazlığı yok. Koray Aydın gibi 100 üncü maddeye de sığınmıyor. Elinizden geleni ardınıza koymayın. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ne yapabiliyorsanız yapın. Elinizde hangi belge varsa getirin; Tayyip Erdoğan bunu hesabını verecek. Halkın önünde söyledi: "Hakkımdaki iddiaları ispat edemeyen müfteridir, alçaktır, şerefsizdir." Daha ne istiyorsunuz?

ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Terbiyesizlik yapıyorsun!..

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yok, boş laf yok. Her şeyin cevabını veririm; konuştuğunuz şeye dikkat edin. Ben, burada, Sayın Bakanla ilgili iddiaları söylüyorum.

Bakınız, Sayın Bahçeli, iddianamede ismi yok diye buyurdular ki: "Kendisine itibarını iade ediyorum ve grup başkanvekili olarak göreve başlayacak." Bu, ilk defa karşılaştığımız bir olay; göreve iade ediyor ve itibarını da iade ediyor. Ne olmuş peki; iddianamede ismi yokmuş. Peki, iddianamede isminin olmaması, bu soruşturmada tamamen temizlendiği anlamına gelir mi; siz, kimi enayi zannediyorsunuz! Anayasanın 100 üncü maddesinde, bakan veya Başbakan hakkında, ancak, Meclis soruşturması yoluyla yargıya gidilebileceğini siz bilmiyor musunuz; bu arkadaşlarım bilmiyor mu; kamuoyu bilmiyor mu?!

Savcı, iddianamesini tanzim ederken, 100 üncü madde sebebiyle, Sayın Bakan hakkında, bir sanık sıfatıyla isim kullanmadı; ama, sanıkların pek çoğunun sorgularında, ne gerekiyorsa, Sayın Bakanın ismi geçiyor.

Değerli arkadaşlarım, birincisi, Meclis soruşturması engeldir ki, iddianamede ismi yoktur; ikincisi, bu sayın savcı biraz ibret almışa benziyor. Daha önce, Talat Şalk diye bir savcı vardı, başına gelmeyeni herhalde kimse duymamış olmalı! Şimdi, onun isminden kimse bahsetmiyor. Ola ki, böyle bir ibretlik hadise sebebiyle de "niye başımı derde sokayım canım, 100 üncü maddenin gereğini Meclis yapsın" diye de düşünmüş olabilir; ama, şu iddianamede bakın neler var:

Bu iddianamede 361 sanık var. Burada, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının tam 24 personeli sanık durumunda. 1 müsteşar yardımcısı var; 1 müşavir danışmanı var, çok marifetli; 2 genel müdür yardımcısı var, yapı işlerinde görevli, birisini Sayın Bakan atamış, Erdal Kaya'yı, öbürü İlkutlu Gönülal; 1 daire başkanı var; 2 şube müdürü var; 12 -en önemlisi bu- yeterlilik komisyonu üyesi var, 6 üyesini de, çok garip, Sayın Bakan atamışlar; 4 memur var; 1 de hizmetli var, müsteşar yardımcısının hizmetlisi, ama, ne hizmetli, 10 müsteşara bedel! (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir bakanlıkla ilgili vurgun operasyonu sonucunda, 361 sanıklı dava açılacak, hatta, bazı sanıklar hakkında da soruşturmanın devam ettiği belirtilecek, bunların 24'ü, Bayındırlık Bakanlığının, üst düzeyden alt düzeye kadar personeli olacak "biz, bu işte yokuz arkadaş" diyeceksiniz! Eh, pes vallahi! Diyebiliyorsak diyelim; ama, o zaman, Anayasanın 112 nci maddesini nereye koyacağız; Bakanlığın sorumluluğundan bahsediliyor. 112 nci maddenin Danışma Kurulundaki görüşmeleriyle ilgili notları çıkardım. Soruyorlar o zaman, Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı'ya: "Bakanın buradaki sorumluluğu hangi sorumluluktur" diyorlar "Efendim, denetim sorumluluğudur; maiyetindeki memurların yaptığı işlemlerden sorumludur" diyor. Aynı zamanda, 1983 tarihli, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı kanun hükmünde kararnamesinin de, zaten, bakana yüklediği bir sorumluluk var.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu kadar bürokratın yargılandığı bir davada, Sayın Ersümer aklımıza geliyor. O zaman da, Sayın Bakanın dışında, Müsteşar Yardımcıları da dahil olmak üzere, açılan bir dava vardı. Bugün, ondan çok fazla farkı olmayan bir olayla karşı karşıyayız. Orada gösterilmiş olan hassasiyeti, elbette, burada göstermemek mümkün değil. Bakınız, burada, iddianameden, sadece bir ibare okuyayım size, tüylerimiz diken diken olsun: "İlan edilen ihaleyi almak isteyen şirket yetkilisinin, Sedat Aban'la görüşerek, keşif bedelinin yüzde 5'i oranındaki miktarı kurum içi organizasyona vermek koşuluyla anlaştığı; bazen, yapılan görüşmelerde, ihalenin istenilmesine karşın, fiyat konuşulmadığı; ancak, her iki tarafın da, yapılan konuşma sonucu ihalenin verilmesinin kabul edildiği takdirde, Bakanlık içinde yerleşmiş teamül gereği ne kadar para ödeneceğinin belirlendiği belirtilmiştir." Bakanlık içinde teamüller belirmiş...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kim diyor bunu?

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ...yani, bu işte, iki taraf kafa salladığı zaman ne anlama geliyor, ne alınacak, ne verilecek, sanık ifadelerinde geçiyor.

Bu sanık ifadeleri, polis ifadesi değil; ya savcı ifadesi ya yedek hâkimlikte verilen ifadeler. Avukatlar bunu bilirler; sanık karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar diye bir şey biliriz. Mahkemede, karakol ifadesini inkâr eder "dövdüler, sövdüler, ayağımı bağladılar, falakaya yatırdılar; vallahi doğru değil hâkim bey..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içerisinde toparlayınız; buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama, siz, savcı önünde ifadeyi vermişseniz, hâkim sıfatıyla ifadenizi alan birisine bunları konuşmuşsanız, dövülmekten, sövülmekten bahsedemezsiniz.

Bu ifadelerin tahlilini yapmaya vaktim yok; ama, şuna dikkat edin arkadaşlar. Burada, pek çok konuşmalar var, ifadelerde geçen pek çok sözler var. Bunların, hatta, tekrar edilmesinde... Bazı milletvekili arkadaşlarımın da isminin geçmesi sebebiyle, meselenin anlaşılmış olabileceğine binaen, şunu söylemek istiyorum: Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun, suiistimal, ihale yolsuzluklarıyla ilgili olarak DGM savcılığının açtığı dava derdesttir. Bu davada Sayın Bakanın olmaması, Anayasanın 100 üncü maddesinin gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Sayın Bakanın yargılanması suretiyle aklanmasına yol açmanın tek yolu, 100 üncü madde sebebiyle Meclis soruşturmasına imkân vermektir.

Hukuktan kimse korkmasın. Sayın Bakanı da, Milliyetçi Hareket Partisini de, bu Parlamentoyu da, bizi ve bizden sonra gelecek milletvekillerini de, paydası dürüstlük olan bir yerde buluşturabileceksek, bu soruşturmaya hepimizin "evet" demesi lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Aksi takdirde, bugün, bu soruşturma açılması talebi reddedilirse, Sayın Bakan, bırakınız bakan veya grup başkanvekili olarak kalmayı, partisine genel başkan olsa, halkın, kendisi üzerindeki şaibesinden kurtulamaz.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geç o işleri...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Bakana bu fırsatı verelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arınç.

Önerge sahibi ve şahısların konuşmaları tamamlanmıştır.

Şimdi, son söz, hakkında soruşturma açılması istenilen Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Sayın Koray Aydın'da. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aydın.

KORAY AYDIN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının hakkımda vermiş oldukları önerge sebebiyle huzurlarınızdayım; önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Şahin ve 55 arkadaşı 6.11.2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş oldukları önergeyle, Bakanlığım döneminde usulsüzlüklere, suiistimallere yol açtığım ve göz yumduğum, bu hususlarla ilgili gerekli tedbirleri almayarak görevi kötüye kullandığım belirtilerek, hakkımda Meclis soruşturması açılması istenmiştir; ancak, bu önergenin gerekçesinde ise, Bayındırlık Bakanlığında meydana gelen ve yargıya intikal eden olayların içinde bulunduğum belirtilmektedir. Öncelikle, görevi kötüye kullanmak, usulsüzlüklere ve suiistimallere yol açmakla, bizzat çıkar amaçlı suç örgütü kurmak veya bu örgütle beraber hareket etmek çok farklıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen önergenin özüyle, bu önergenin gerekçesi arasındaki bu farklılık bile bu önergenin siyasî amaçlı bir önerge olduğunu göstermektedir; çünkü, bir önerge verilirken, konu, bütün yönleriyle incelenir, irdelenir ve net bir şekilde ortaya konur ve buna göre talepte bulunulur; ama, önerge siyasî amaçlı olursa, masa başında çalakalem yazarsınız. Maksat, bir önerge vermek ve propaganda yapmak olduğundan dolayı, iyi bir araştırmaya bile gerek duymazsınız; çünkü, iyi bir inceleme ve araştırma yapılmış olsaydı, bu 56 milletvekili arkadaşımız, bırakın bu önergeyi vermek, benim karşılaştığım haksızlıklar karşısında bile sadece üzülürlerdi.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, bütün iddiaları tek tek cevaplayacağım; ama, bu önergenin tamamen siyasî amaçlı bir önerge olduğunu öncelikle ve özellikle belirtmek istiyorum; çünkü, Yüce Meclisin kürsüsünde söylenilenlerin hiçbiri gazete haberlerinden öteye geçmemiştir. Halbuki, bu önergeyi verenlerin; yani, Meclis soruşturması isteyenlerin, hiç olmazsa bir parça araştırma ve inceleme yapmış olmaları gerekirdi; fakat, gazete haberlerinden öteye ortaya koydukları bir şey olmamıştır. Bu gazete haberlerinin hepsinin yanlış, yalan olduğunu sizlere birazdan açıklayacağım; ama "gazeteler niçin yazdı?" sorusuna da bir hatırlatma ve cevap vermek gerekir diye düşünüyorum. Ben, zaman zaman çoğumuzun rahatsız olduğu, hatta bu Meclis kürsüsünden bile dile getirdiği siyasetçi-medya ilişkilerindeki çarpıklıkları ve medyanın siyasetçilere bazen yapmış olduğu haksızlıkları dile getirmeyeceğim. Gerçi, basın, yani dördüncü kuvvet, çok ciddî manada ve tek bir gündemle muhakkak ele alınmak durumundadır; ancak, böyle bir durumu anlatarak konu başka yerlere çekilsin istemiyorum; ancak, basının neden bazı şeyleri yazdığını anlatmak istiyorum.

Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğüne polisler DGM savcısının emriyle girene kadar, basında, ne benim ticaretimle ne de iş yerlerimle ilgili tek bir satır yer almamıştı. Ne zamanki, DGM savcılığı Bayındırlık Bakanlığından bazı bürokratları tutuklamaya başladı, ben hedef oldum; hedef olunca da, hakkımda kim ne demişse, kim ne bilgi vermişse gazetelerde yer almaya başladı. Tabiî, gündem müsait olunca, gazeteler de, kendi haber merkezlerine gelen haberlerin doğru olup olmadığına bakmaya bile gerek duymadılar, incelemediler, araştırmadılar. O zaman, Koray Aydın hakkında ne yazılırsa gittiği için, ne geldiyse yazdılar. Burada, ben, basını suçlamıyorum; basının, bundan sonra da bir siyasetçi tarafından suçlanmasını da doğru bulmuyorum; çünkü, biz, her şeyi kendimize göre uyarlamaya çalışıyoruz. Şimdi, benim, bu Meclis çatısı altında beraber çalıştığım 56 milletvekili arkadaşım, hiçbir şeyi incelemeden, araştırmadan öylesine önerge verebiliyorsa, bu aksaklıklar bu kutsal çatının altında yapılabiliyorsa, basına kızmaya kimin hakkı var.

Hakkımda önerge veren milletvekillerimizin çoğu AK Partili. AK Partiyi destekleyen Yeni Şafak Gazetesinin sahipleri tutuklandığında veya gözaltına alındığında, bir medya patronuna ve yayın organlarına ateş püsküren, bunları tetikçilikle suçlayanlar, yani siz AK Partili arkadaşlarım, şimdi, bu suçladığınız kişinin sahibi olduğu gazetelerin haberlerini, üstelik, biraz önce izah ettiğim bir dönemdeki haberlerini esas alarak hakkımda soruşturma açılmasını istiyorsunuz. Ben, basını, basın mensuplarını niye suçlayayım ki, onlara niye sitem edeyim ki; aynı çatı altında beraber çalıştığımız arkadaşlarımız, böyle, çok adil olduktan sonra.

Sayın milletvekilleri, bu önerge, devletin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olmuş olsaydı, ihale sistemleriyle ilgili olmuş olsaydı, mevcut sistemimizle ilgili olmuş olsaydı ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki olaylar, diğer bakanlıklardaki ve kurumlardaki yolsuzluklar örnek olarak gösterilmiş olsaydı, bu önerge, benim de altına imza atabileceğim bir önerge olurdu; çünkü, bugün, ülkemizde meydana gelen bazı yolsuzluk olayları, sistemin meydana getirdiği olaylardır ve yöneticilerin bunlara müdahale etmesi çok zordur. Bazı olaylar ise, tamamen yöneticilerden kaynaklanan olaylardır. Bugün, ülkemizde, sistemden kaynaklanan yolsuzluk olayları çok önde gelmektedir. Onun içindir ki, sorgulamamız gereken, öncelikle sistem olmalıdır.

Sistemin aksaklıklarını gidermeden, sistemi oturtmadan, yolsuzluklarla mücadele etmek, yöneticilerin eksikliklerini ve aksaklıklarını tam olarak belirlemek çok zordur. Şimdi, AK Partililere ve hakkımda bu önergeyi veren sayın milletvekillerine soruyorum: İstanbul Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen yolsuzluklar, AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan'ın eseri midir, yoksa, sistemin eseri midir? Bunun da bir cevabının verilmesi lazımdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; soruşturma önergesinin gerekçesinde "Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun operasyonu" diye anılan davayla ilgili olarak hazırlanan iddianamede ismimim geçmemesi, Anayasanın 100 üncü maddesine bağlanmaktadır, yani, önerge sahipleri demektedirler ki; "aslında Koray Aydın suçludur; ancak, DGM Savcılığı, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyle hazırlamış olduğu iddianamede ismine yer vermemiştir"

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 100 üncü maddesinde "Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile, soruşturma açılması istenebilir" denilmektedir. Ancak, Anayasanın hiçbir maddesi, savcılık, bir bakan hakkında suç duyurusunda bulunamaz, bir bakan hakkında Meclisten dokunulmazlığının kaldırılması için talepte bulunamaz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına dosya gönderemez diye bir madde yoktur; yani, iddianamede ismimin geçmemesinin 100 üncü maddeyle bir ilgisi yoktur. Benim çıkar amaçlı bir çeteyle ilişkim görülmüş olsaydı, savcılık, bunu, tespit eder, bu tespite iddianamede yer verir ve arkasından da önerge sahibi 56 arkadaşımızın istediğini DGM savcılığı isterdi.

Hatırlayınız, hiçbir mahkeme konusu olmadığı halde, DGM savcılığı, bir başbakan yardımcımız hakkında suç duyurusunda bulunmadı mı? Ortada hiçbir şey yokken suç duyurusunda bulunan savcılık, yüzlerce kişinin çağrılıp ifadesinin alındığı bir davada, beni suçlu bulacak ve benim hakkımda suç duyurusunda bulunmayacak, Meclise bir müracaatta bulunmayacak, böyle bir şey olur mu?! Yoksa, çoğu AK Partili olan bu 56 arkadaşımız, Ankara DGM Savcılığının Türkiye Büyük Millet Meclisi şubesi midir de, biz, bunu, bilmiyoruz; bu arkadaşlarımız, DGM'yle birlikte mi çalışıyorlar?! Bakınız önergedeki cümlelerine: "İddianamede eski Bakan Koray Aydın'ın isminin geçmemesi Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyledir." Ne ilgisi var 100 üncü maddenin iddianamede ismimin geçmemesiyle?! İsmim iddianamede yoktur; çünkü, şu anda muhakemesi yapılan olaylarla hiçbir ilgim ve alakam yoktur da ondan.

361 sanıklı davada benimle bir çıkar ilişkisi içerisinde olduğunu söyleyen, iddia eden tek bir kimse yoktur, tek bir ifade yoktur; olamaz da zaten. Özetle, iddianamede benim ismimin yer almamasının sebebi Anayasanın 100 üncü maddesi değil, benim olaylarla hiçbir ilişkimin olmamasındandır. Başta önerge sahipleri olmak üzere, sayın milletvekillerimizin ve bütün kamuoyunun bunu böyle bilmesi gerekmektedir. (MHP sıralarından alkışlar)

Garip olan şudur ki, hukukun üstünlüğünü esas alan ülkelerde, yargılanan insanlar bile, yargı neticeleninceye kadar suçsuz kabul edilirken, bizde, iddianamede ismi geçmeyenler bile suçlu ilan edilebiliyor.

Sayın milletvekilleri, önce suçlu, suçlularla irtibatlı bir anlayışı sergileyen; ancak, arkasından da suçlu olmasa da maiyetindekilerin işlediği suçlardan sorumludur mantığını ortaya koyup propaganda taktiklerini iyi kullanmak isteyen önerge sahipleri, Anayasanın 112 nci maddesine göre benim işlenen suçlardan sorumlu olduğumu belirtmektedirler; bu, doğru değildir.

Anayasanın 112 nci maddesinde söz konusu olan sorumluluk, bakanların siyasî, cezaî ve hukukî sorumluluklarından sadece siyasî sorumluluğu kapsamaktadır; çünkü, bilindiği gibi, ceza hukukunda şahsî sorumluluk esastır. Bir kişinin başka kişilerin eylemlerinden dolayı itham edilmesi ancak ilkel toplumlarda söz konusu olabilir ve böyle bir itham veya yaklaşım Anayasamızın ve ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu açıdan, önerge sahiplerinin, hem Anayasanın 100 üncü maddesine göre yargılamayla ilgili bir vasıtayı kullanmak isteyip, arkasından da sadece ferdî siyasî sorumluluğu işaret eden Anayasanın 112 nci maddesine dayanması çok büyük bir çelişkidir.

Ayrıca, önerge sahipleri, önergelerindeki gerekçe sebebiyle de, bu önergeleriyle Anayasanın 138 inci maddesinin de çiğnenmesine sebep olmuşlardır; çünkü, Anayasamızın 138 inci maddesinin üçüncü fıkrası aynen şöyledir: "Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz." Bu hususu da özellikle belirtmekte Anayasaya uygunluk açısından yarar vardır.

Sayın milletvekilleri, savcılık, iddianameyi hazırladıktan sonra ve Yüce Mecliste oylarınızla istifamın kabul edilmemesi, aslında Bayındırlık Bakanlığında yürütülen operasyon sırasındaki tavrıma Yüce Meclisin katılması anlamını taşımaktayken, bu önergeyle bir partizanlık örneği verildiği kanaatindeyim. Operasyon sırasında tavrımız neydi; Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki operasyon sırasındaki tavrımız, her şeyden önce, 57 nci hükümetin protokolüne, 57 nci hükümetin ilkelerine uygundu; çünkü, 57 nci cumhuriyet hükümeti, önerge sahiplerinin iddialarının aksine, yolsuzluklarla mücadelede en başarılı bir hükümettir. 57 nci hükümet, yolsuzluklarla mücadeleyi ilke edinmiş, bu ilkesini yaptığı hükümet protokolüne koymuş, açıklıktan, şeffaflıktan yana bir hükümettir. 57 nci hükümet, hiçbir yolsuzluk olayını örtbas etmek durumuna girmemiştir. Bilakis, yolsuzlukların üzerine gidilmiştir.

Bu hükümet zamanında, yaklaşık 38 ciddî operasyon düzenlenmiştir ve bu operasyonlar hükümetin direktifleri doğrultusunda, ilgili birimlerin aylar süren çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu yolsuzluklar, eşlerinin, sekreterlerinin itiraflarıyla tesadüfen ortaya çıkmış yolsuzluklar değildir; takiple, incelemeyle, araştırmayla ortaya çıkmış yolsuzluklardır. Bayındırlık Bakanlığındaki operasyon da uzun süre yapılan takipler sonunda gerçekleştirilmiştir. Bu hükümeti, ekonomik krizler sebebiyle tenkit edebilirsiniz, başka meselelerden dolayı da tenkit edebilirsiniz; ancak, yolsuzluklar konusunda bu hükümeti, Başbakanı ve kabineyi tenkit etmek çok büyük bir haksızlık olur.

Özetle, bu hükümet, yolsuzluklarla mücadeleyi ilke edinmiş bir hükümettir. Ben de, hem bu hükümetin bir üyesi olarak hem de yolsuzluklarla mücadele konusunda kamuoyuna taahhütte bulunmuş partimin mensubu olarak, soruşturma sırasında bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettim. İstifa ettim; çünkü, yargı ve emniyet mensuplarının baskı altında oldukları şeklinde, kamuoyunda bir intiba olsun istemedim. Hukukun önünün açık olduğunu, olması gerektiğine inanıldığını anlatmak istedim. Ayrıca, milletvekili dokunulmazlık zırhına girmeyeceğimi belirttim ve en önemlisi, kamu vicdanını rahatlatmak istedim.

Şimdi, bir düşünelim: Ben istifa etmemiş olsaydım,  yine, iddianamede ismim olmayacaktı; ancak, o zaman, bir sürü şey söylenecekti. Yargıya baskıdan bahsedilecekti, emniyet mensuplarına baskıdan söz edilecekti; ancak, ben bu istifayla, hem bu söylentileri ortadan kaldırmak istedim hem de yolsuzluklara muhatap oldukları halde koltuklarına yapışanlara bir örnek teşkil etmek istedim. Kendinden emin olanlar, suçsuz olanlar, bu tür olaylar karşısında hemen koltuklarını terk etmelidirler. Bu, gelenek haline gelmelidir. Bundan sonra da, bütün siyasetçilerin izleyecekleri bir yol olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Bayındırlık Bakanlığı ve ihalelerle ilgili bazı bilgileri de sizlere arz etmek istiyorum: Bayındırlık Bakanlığı, en çok ihalenin yapıldığı bir bakanlık. Türkiye'nin en gelişmiş sektörlerinden biri olan müteahhitlik sektörünün en çok iş yaptığı bir bakanlık. Kazanç elde etmek isteyenlerin en çok aşındırdığı bir kapı; yani, kazanç elde etmek isteyenlerin çok yönlü gayretleri ve bu gayretlerin zorladığı hepimizin az çok bildiği bir sistem ve yapı mevcut. Kazanç elde etmek isteyenlerin çok yönlü gayretleri, mesela, Kültür Bakanlığını belli bir oranda zorlarken, bu zorlama, Bayındırlık Bakanlığında kat be kat fazla olmaktadır. Siyaset tarihimizde, Bayındırlık Bakanlığının en çok gensoruya muhatap bir bakanlık olması da, bu bakanlık üzerinde nasıl bir mücadelenin olduğunun ayrı bir göstergesidir.

Yine, Bayındırlık Bakanlığına yönelenlerin, her zaman kötüleyen ve kötülenen gruplardan oluşmuş olduğu gerçeği de, belki, liberal ve kapitalist felsefenin bir ayrı ürünü olmaktadır.

İşte, sistem bu açılardan önemli olmaktadır. Ben, bakanlık koltuğuna oturduğum ilk gün "ilk yapacağım şey İhale Yasasını değiştirmek olacaktır" dedim. 26 Haziran 2000 tarihinde Maliye Bakanımız Sayın Sümer Oral'la birlikte kamuoyuna yeni ihale yasasını takdim ettik. 21 Şubat 2001 tarihinde de yeni ihale yasasının taslağını sivil toplum örgütleriyle tartıştık. Daha sonra, yasanın Avrupa Birliği normlarına uygunluğunu sağlamak için, Avrupa Birliği Komiserliğine gönderdik. Bilahara da, Bakanlar Kurulu tarafından imzalanıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş oldu; şu an Mecliste. Bu yeni ihale yasası Meclisten geçip kanunlaştıktan sonra, Yüce Meclisimizin gerçekleştirdiği en büyük yapısal reformlardan biri olarak tarihteki yerini alacaktır. Bu şekilde, bugüne kadar sistemden kaynaklanan yolsuzluklar çok büyük ölçüde ortadan kalkmış olacak ve böylelikle şaibesiz bir ihale sistemi bundan sonra işlemiş olacaktır. Bu da, ülke olarak, en büyük kazancımız olacaktık.

Sayın milletvekilleri, mevcut ihale sisteminde tartışma konusu yapılan iki ihale usulü vardır. Bunlardan birincisi, ilanla yapılan açık ihale sistemidir. Bu sistemde, ihale ilan ediliyor, ihaleye girmek isteyen firmalar müracaat ediyor, ilgili makam, müracaat eden firmaların bir bölümüne yeterlilik veriyor, bir bölümüne yeterlilik belgesi vermiyor. Yeterlilik belgesi alan firmalar, ihaleye girip fiyat teklifi veriyor. Bu teklifi verenlerden ortalama kırımı tutturan ihaleyi kazanmış oluyor. Bu ihale usulünde bazı durumlarda firmalar, ortalama kırımı tutturmak için, 50'li, 60'lı, 70'li gruplar haline geliyorlar ve bu şekilde ortalama kırımı tutturmaya çalışıyorlar. Firmaların bu gruplaşmalarını organize edenler de, genelde, yeterlilik veren makamlarla özel irtibat kurmak istemektedirler. İşte, bugün, Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğünde sürdürülen soruşturmalara esas olan ihaleler, bu usulle yapılan ihalelerdir. Bu tip ihalelerde bakanın hiçbir yetkisi olmaz; çünkü, ortalama kırım denilen şey, bütün firmaların verdikleri tekliflerin toplanıp, firma sayısına bölünerek tespit edilmektedir. Burada firmalar kendi aralarında anlaşıp fiyat vermeden bir ihalenin başka birine verilmesi mümkün olmaz. İşte, bunun içindir ki, Bayındırlık Bakanı Koray Aydın iddianamede yer almadı, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyle değil.

İhalelerde ikinci usul ise, davet usulüyle yapılan ihalelerdir. Bu ihale usulünde, kanun, bakana ve yetkililere geniş haklar vermektedir. Bu usulde, ihaleye girmek isteyen firmalar arasında, en az üç olmak üzere belli sayıda firma seçilmekte ve bu seçilen firmalar ihaleye davet edilmektedir. İhaleye çağrılan firmalar arasında en yüksek kırımı veren firma ihaleyi almaktadır. Bu sistemde bakanın ve ilgili bürokratların geniş yetkilerini bilenler, bakanları ziyaret etmekte ve firmalarının ne kadar kuvvetli, tecrübeli firma olduğunu anlatmakta ve kendilerine de davetiye çıkarılması talebinde bulunmaktadırlar. Bana da bu şekilde yüzlerce firma yetkilisi gelmiştir; ben de "bunlara bir bakın, bunları bir değerlendirin" demişimdir. Yani -önergede de bahsedilen- müsteşar yardımcısının bahsedilen sözü, biraz önce anlattığın değerlendirmeleri kapsamaktadır. Yoksa "şu firmaya ihaleyi verin" diye bir talimatı ne yazılı ne de sözlü olarak verdiğimi hiç kimse ifadelerde söylememektedir. Yani, benim, müsteşar yardımcısına veya müsteşara veya bir genel müdüre verebileceğim talimat "şu firmayı bir inceleyin, durumu uygunsa ihaleye davet edin" talimatıdır. Bu konuda verilmiş olan bütün ifadeler de bu şekildedir; zaten, başka şekilde olması da mümkün değildir.

Davet usulü ihale şekli en çok AK Partili belediyelerce yürütülmektedir; bu önergede imzası bulunan milletvekillerinin mensup olduğu siyasî partiye bağlı belediyelerce. Önergede ismi bulunan arkadaşlar ve özellikle AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, bu ihale usulündeki talepleri çok iyi bilirler. Onlara da yüzlerce firma "bizi de değerlendirin ve ihaleye davet edin" diye talepte bulunmuşlardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda yargıda bulunan -Bayındırlık Bakanlığının birkısım bürokratının tutuklu bulunduğu- 361 sanıklı davanın konusu nedir; bunu size arz ederek, bu önergenin boş bir önerge olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Bayındırlık Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğündeki ihalelerde menfaat temin etmek için bir çete oluşturulduğu iddiası var. DGM savcılığı, bu iddiayla ilgili olarak 500 civarında müteahhidi çağırmış, bunların ifadesini almış ve çok kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Şu anda 361 sanık vardır, bunlardan bir kısmı da tutukludur.

İddia nedir? İddia şudur: Dışarıda müteahhitleri organize eden bir büro vardır. Bu büro, ihalede, ortalama kırımı tutturacak ve dolayısıyla, ihaleyi alacak firmayı tespit ediyor ve bu firmanın kazanması için de diğer firmaları organize ediyor. Bu arada, organizesi içine girmeyen firma olursa, bunu da Bayındırlık ve İskân Bakanlığında ilişkiye girdiği bürokratlar vasıtasıyla yeterlilik verdirtmeyerek, devredışı bıraktırıyor. İddiaya göre, ortada bir çete var. Çetenin organizatörü, dışarıda bürosu olan bir işadamı. Bunun yardımcıları da birkaç bürokrat. İddia bu.

Bu iddiayla ilgili yapılan soruşturma sırasında, ifadesi alınan kişiler, bir kısmı da işkence altında olduğunu söylemelerine rağmen, bakan olarak benim adımın geçtiği tek bir ifade dahi vermemişlerdir. Bu durum da, olayın bizim dışımızda cereyan ettiğini göstermektedir. Onun içindir ki, Koray Aydın iddianamede yer almamıştır, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyle değil.

Sayın milletvekilleri, ben, dün istifa ederken ne söylemişsem, şimdi de aynı şeyi söyleyeceğim: "Bir yolsuzluk mu var, sonuna kadar gidilsin." Ama, bu önergeyi veren milletvekili arkadaşlarımız ve AK Partili arkadaşlarımız, siz, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığında meydana geldiği iddia edilen olaylarla ilgili benim söylediğimi söyleyebiliyor musunuz?

Bakınız, bu önergede imzası bulunan AK Parti Grup Başkanı Sayın Bülent Arınç, İstanbul Belediyesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine neler söylemiş: "Bu hareket, siyasî linç girişimidir." "Ayağınızı denk alın." "Sayın Rüştü Kâzım Yücelen, İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve İstanbul DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, bu kişiler takibimiz altındadır." "Hükümet içerisinde bir ismi de özellikle telaffuz edeyim" diyor Sayın Arınç: "Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz." "Bütün bu olayları, kişileri takip ediyoruz" diyor. Sanki dedektiflik bürosu kurmuş. (MHP sıralarından alkışlar) "Bu olaylardan, başta hükümeti, ikinci derecede de ismi geçenleri hedef alıyoruz" diyor. Dikkat edin: "Hedef alıyoruz." Yani, tehdit ediyor, korkutmaya çalışıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, evet, büyük bir telaşla savrulan bu tehditler söz konusu olmuştur; ama "bir yolsuzluk iddiası mı var, sonuna kadar gidilsin" diyememiştir, söyleyememiştir. Ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen yolsuzluklar sebebiyle, AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, genel başkanlıktan istifa edebiliyor mu?! (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Niye istifa etsin, dokunulmazlığı mı var?!

KORAY AYDIN (Devamla) - Sayın Erdoğan'ın genel sekreteri kayıp, bir türlü bulunamıyor, yer yarıldı yerin içine girdi, hâlâ kayıp.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Bulun, bulun...

KORAY AYDIN (Devamla) - Bu durumda, Sayın Tayyip Erdoğan'ın yapması gereken, genel başkanlıktan istifa ederek, bu kayıp ve kaçak kişilerin önünü açmaktır. Belki o zaman çok kimse polise teslim olur ve bu kaçak kişilerle de çok şey aydınlanır.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Belediye başkanı değil ki kardeşim; dört yıl önce belediye başkanıydı.

KORAY AYDIN (Devamla) - Belki adamcağız teslim olacak; ama, bir siyasî partinin genel başkanından korkuyor; ama, genel başkanlıktan istifa ederse, o zaman çok kimse polise teslim olacak, olabilecek ve inanıyorum ki, çok şey de aydınlanacak.

Ne gariptir ki, ben bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğim sırada ilk tepkiyi Sayın Erdoğan vermişti. O zaman, ilk anda bu menfi tepkinin sebebini anlayamamıştım; ama, sonraları anladım ki, benim istifamdan Sayın Erdoğan rahatsız; çünkü, kendisinin yapması gereken de istifaydı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Siz kendinizi savunun, kendi yaptıklarınızı savunun.

KORAY AYDIN (Devamla) - Kendi yapmadığını, yapamadığını başkası yapınca rahatsız oldu ve bizi şov yapmakla suçladı. Haydi bir de sen şov yap da görelim Sayın Erdoğan! (MHP sıralarından alkışlar) Ya da marifetleri ta Singapur'a kadar uzanan eski genel sekreterini buldur ve adalete teslim et, o zaman anlayalım şu meseleleri. Genel sekreter yardımcısının poliste verdiği ifadeler ile bunlar bütünleştiğinde neler meydana gelebilecek, belki o zaman çok daha iyi anlaşılacak.

Sayın milletvekilleri, hakkımda en çok konuşulan ve yıpratılmak istendiğim husus kendi işyerimle ilgili olmuştur. Verilen soruşturma önergesinde de bu hususa değinilmiştir. Şimdi, bu konudaki gerçekleri açıklayayım:

Sayın milletvekilleri, ben, ticarete 26 Mayıs 1982'de başladım. 1987 yılına kadar beş yıl petrol işi ve nakliyecilik yaptım. 1987 yılında, mülkiyetini 1985 yılında aldığım, şahsıma ait Ulus Rüzgârlı Sokaktaki işyerinde inşaat malzemeleri satıcılığı ve kat karşılığı konut yapım işine başladım. 1995 yılında, inşaat malzemeleri satan işyerimin Sincan'da bir şubesini açtım; 1998 yılında da, Büyük Sanayide fayans ve seramik toptancılığı yaptığım ikinci bir şubesini açtım. Sonra, bu fayans ve seramik toptancılığı yapan şube 2000 yılında şirket haline dönüştürüldü. İşte "bakan olduktan sonra şirket kurdu" haberlerinin aslı astarı budur. Ne şirketi kuracağım?! Benim zaten işyerlerim var; bu da gizli saklı değil, mal beyanıma kadar yazılmış... Yeni kuruldu denilen şirket de, 1998 yılında; yani, bakan olmadan önce şube olarak kurduğum işyeridir.

Özetle, ticarî hayatımla ilgili olan tarihleri tekrar ediyorum: 1982, 1987, 1995, 1998.

Sayın milletvekilleri "bakan olduktan sonra makamında iş bitirdi" haberleri de şirket kurma işinden daha enteresandır, daha trajikomiktir. Bakın, makamımda bitirdiğim iş nedir: Ben, 9 Aralık 1993 tarihinde, tekrar ediyorum, 9 Aralık 1993 tarihinde kat karşılığı olarak arsa sahipleriyle bir anlaşma yaptım. 1997 yılında da, 9 parsel arsadan 6 parsel üzerinde inşaata başladım. Bakan olduktan sonra, bu işlerle artık uğraşamayacağım kararıyla, kalan parselleri arsa sahiplerine iade etmek istedim. Bu talebimi ilettim. Bu devir işlemi için, noter, Bakanlık makamına geldi. Ben de imzamı attım ve kalan arsaları, arsa sahiplerine iade ettim. Yani "Bakan, makamında iş bitirdi" haberi, aslında, benim Bakan makamında iş yapmama işini bitirmiş olduğumdan dolayı doğdu.

Şimdi böyle şöyle olur mu sayın milletvekilleri?! Ben, Bakan olduğumdan dolayı, inşaat yapamayacağım sebebiyle, daha önce almış olduğum arsaları arsa sahiplerine devrediyorum, bu devir işlemi için noter Bakanlığa geliyor, 1 dakikayı bulmayan bir imza atıyorum, bu durum "Bakan, makamında iş bitirdi"ye dönüyor. Yani, bir kere hedef olmaya gör, her şey tersine çevrilebiliyor.

Aslında, benim o fırtınalı dönemde yaşadığım bu olaylar, sadece siyasete atılmak isteyenler için değil, hepimiz için de bir ibret vesikası olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, ben, çok açıkkalple hareket ettim ve bu orta dereceli işyerlerimi ve şirketteki payımı devretmeyi düşünmedim. Hisselerimi devretmedim; ama, hiçbir mesaim de söz konusu olmadı; yani, durum, kâğıt üzerinde bir ticaret haliydi. Hisselerimi devretseydim, kime devredecektim; yakınlarıma. O zaman da, yine, söylenti çıkaran çıkaracaktı.

Aslında, bu konuda, Meclis olarak, milletvekillerinin yapacakları yapamayacakları, kanunen ortak olup olamayacakları, fiilen çalışabilecekleri çalışamayacakları gibi konuları belirlememiz gerekiyor; çünkü, sanmayın ki, bir siyasî, rakip siyasî partiden diye yıpratılınca, bu size ulaşmayacak. Siyasetçinin gereksiz yere yıpranmasını önlemek için, bu bakımdan hepimize düşen görevler vardır.

Yüce Meclise bir hususu da anlatmak istiyorum. Şimdi, benim işyerlerimle ilgili olarak niçin daha önce bir şey yazılmadı? Yani, Bayındırlık Bakanlığındaki soruşturma gündeme geldi, ondan sonra alabildiğine yazıldı, çizildi, konuşuldu. Bunlar doğru şeyler değil. Bakınız, bu iddialar basında yer alınca, ben bir inceleme yaptım. Deprem bölgesinde 200 civarında firma iş yapmış. Bu 200 civarındaki firmanın sadece 6'sı benim işyerimden alış veriş yapmış. Bu 6 firmadan da 3 tanesi, zaten benim yıllardan beri, çok eskiden beri işyerimizin müşterisi. Geriye 3 firma kalıyor, bu 3 firma, 200 firmanın yaklaşık yüzde 1,2'sini teşkil ediyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu mu deprem bölgesi müteahhitlerinden zengin olma?! Benim gözüm gibi koruduğum ve yaptığım işle, yürüttüğüm işi birbirinden ayırt etmek için, kılı kırk yararak yürütmeye çalıştığım konuda, o dönemin fırtınalı ortamında her şey söylendi ve çizildi. Aslında, biz siyasîler bunlara çokça muhatap oluyoruz. Dönem dönem hepimizin başına böyle şeyler gelebiliyor; ama, bu konuda, bu konunun etik açıdan sorgulanıp, gereğinin yapılmasının da yine bizlere, hepinize düştüğüne inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu deprem bölgesi müteahhitleri niçin işin içine karıştırıldı? Maksadın bu bölgede bizim yapmış olduğumuz büyük hizmetleri gölgelemek olduğu kanaatindeyim; çünkü, biz, deprem bölgesinde gerçekten büyük işler yaptık. Dünya tarihinin en büyük imar ve konut hareketini yürüttük ve bütün bu işleri -başlanması ve bitirilmesiyle- bir yıl içerisinde yaptık. Bu yapılan işler, 57 nci cumhuriyet hükümetinin en büyük hizmetlerinden biridir. Şimdi, bu bölgelerde yepyeni şehirler yükseliyor, dünya izliyor, dünya takdir ediyor. Tarihe geçecek bu büyük başarıyı, bu çirkin sözler ve ithamlarla kimsenin gölgelemeye hakkı yoktur değerli arkadaşlarım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gelin, soruşturma, araştırma önergelerini, gensoru açma haklarını yerinde kullanalım. Yoksa, Meclisimiz, gelmiş geçmiş bütün bakanlar hakkında önergeler verilen, kısır çatışmaların yer aldığı bir Meclis haline gelir. Bu durumdan da, siyasetçi olarak hepimiz yara alırız; demokrasi, siyaset, Meclis yara alır.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının vermiş bulunduğu soruşturma önergesinin reddini Yüce Meclisten talep ediyor ve ayrıca, Başkanlıktan, Anayasanın 138 inci maddesine göre bu önergenin değerlendirilmesi uyarısıyla hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederiz Sayın Aydın.

Sayın Arınç, buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Sayın Bakan, konuşması sırasında ismimi de zikretmek suretiyle... Müsaade ederseniz, 2 dakika içerisinde bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN- Buyurun efendim.

KORAY AYDIN (Ankara)- Böyle bir usul yok.

BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Var, var!..

BAŞKAN- 3 dakika içerisinde toparlayınız Sayın Arınç.

V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın, Ankara Milletvekili Koray Aydın’ın konuşması sırasında Partisine ve şahsına sataşması nedeniyle konuşması

BÜLENT ARINÇ (Manisa)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; önce şu konuyu arz edeyim: Sayın Bakan 35 dakika konuştu, savunma yaptı. Savunma hakkı kutsaldır; ancak, konuşma süresi açısından bu ilk görüşmede ben 10 dakika konuşuyorsam, Sayın Bakanın da 10 dakika konuşması icap eder. (MHP sıralarından gürültüler)

Okuyacaksınız... İçtüzüğün 112 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "süre sınırlandırılamaz" konusu, soruşturma komisyonu raporunun görüşülmesi sırasındadır. MHP'li arkadaşlarımızın İçtüzük üzerinde biraz daha eğitim yapmalarında yarar var. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN- Sayın Arınç, lütfen...

Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla)- Ancak, Sayın Başkan, çok da haklı olarak, Sayın Bakanın sözünün kesilmemesi noktasında bir davranış gösterdi, ben de buna hak veriyorum. Keşke ben de 35 dakika konuşabilsem ve bazı şeyleri size daha rahat söyleyebilseydim.

Değerli arkadaşlarım, şimdi Sayın Bakanımız, ismimi de zikretmek suretiyle, "AK Partili milletvekilleri" demek suretiyle, "bu 56 arkadaşımız, gazete kupürlerine dayalı olarak önerge verdiler, vah vah yazık oldu" diyor. Ben gazete kupürlerini önünüze getirmedim, kocaman bir iddianameyi, dava dosyasını getirdim, buna göre de konuşmaya çalıştım.

Değerli arkadaşlarım, onun için, AK Partili milletvekillerinin çoğunluğu böyle bir önerge vermişse, bu, iftihar verici bir olaydır; ben de iftihar ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Bakanın konuşmasından sonra, hiç konuşulan konulara temas etmediği için, bir savunma yaptığını da düşünmüyorum; ama, siyasette temizlik ve dürüstlük lafları varsa, Sayın Bahçeli'nin ya siyaset ya ticaret ikilemi varsa, Sayın Bakanın, en sonunda "benim hakkımda soruşturma açın, gereğini yapın" demesini beklerdim; o, aksini yaptı.

Bakın, sadece Tayyip Erdoğan'a, sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesine atfederek bir yere gidemezsiniz. Buraya her çıkan arkadaşımız Tayyip Erdoğan'dan bahsediyorsa, o zaman, ben, şunu söyleyeceğim: Milliyetçi Hareket Partisini, Tayyip Erdoğan ve AK Parti korkusu iyice sarmış. (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Tayyip Erdoğan'ın "yer yarıldı da içine girdi" diye bahseden Sayın Bakan için söylüyorum. Başkanımız kaçıyormuş, yer yarılmış içine girmiş, bulunamıyormuş... Siz bu dünyada yaşamıyor musunuz; siz uzayda mısınız?! Daha üç gün evvel, Trabzon meydanında onbin kişiye konuşuyordu, Rize meydanında konuşuyordu. (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yalan!.. Yalan!..

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Daha dün Çankırı'da konuştu, daha önce Artvin'de konuştu. Siz bu dünyada değil misiniz?! Yani, yakalama zorluğu mu var Tayyip Erdoğan'ı?! (MHP sıralarından gürültüler) Adres mi istiyorsunuz? Trabzon meydanına sizin çıkmaya yüzünüz olsaydı, Tayyip Erdoğan'ı orada görecektiniz, kendisini dinleyecektiniz. (MHP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, benim basın toplantımdan bahsediyor da, İçişleri Bakanı hakkında şunları şunları söylemişim. Ne söylediysem, tutanaklara ne geçtiyse, altında hangi imzam varsa, onların sahibiyim.

Biz, bu siyasî partiler konusunda, Mecliste, denetim mekanizmasının sulandırılmasına karşıyız; ancak, hakkında soruşturma açılması istenilen bakan Koray Aydın... (MHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, teşekkür ediyoruz.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sinirlenmenize gerek yok. Gereğini yapın, Milliyetçi Hareket Partisinin seçimlerde halkın önüne çıkacak gücü olsun.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Arınç.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Genel sekreteriniz...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Çık da, orada konuş gücün yetiyorsa! (MHP sıralarından gürültüler) Mikrofonlar hasret kaldı size.

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

B) öngörüşmeler (Devam)

1.– İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Meclis soruşturma önergesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Anayasanın 100 üncü maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, oylamayı, gizli oylama şeklinde yapacağız.

Oylamaya başlamadan önce, oylama yöntemiyle ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunacağım.

Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum: Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan Kâtip Üyelerden komisyon sırasındaki Kâtip Üye, Adana'dan başlayarak İstanbul'a kadar, hükümet sırasındaki Kâtip Üye ise, İstanbul'dan Zonguldak'a kadar ad okuyacaktır. Adı okunan milletvekiline, biri beyaz, biri  yeşil, biri de kırmızı olmak üzere 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarf verilecek ve pul ve zarf verilen milletvekili ad defterine işaretlenecektir. Milletvekilleri belirlenmiş bulunan bu yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır.

Vekâleten oy kullanacak bakanlar da, yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını kullanacaklardır.

Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimserdir.

Oyunu kullanacak sayın üye, Kâtip Üyeden 3 yuvarlak pul ile mühürlü  zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra oy hücresine girecek, oy kullanacağı pulu hücrede zarfın içerisine koyacak, diğer 2 pulu ise hücre içerisinde bulunan ıskarta kutularına atacaktır. Bilahara, hücreden çıkacak olan üye, oy pusulasını, pulunun bulunduğu zarfı, Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.

Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul ve zarf  verilmeyecektir.

Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun yerine Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan, Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın yerine Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı, Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in yerine Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz, Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun yerine Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in yerine Maliye Bakanı Sümer Oral, Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez'in yerine Ulaştırma Bakanı Oktay Vural oy kullanacaklardır.

Şimdi, gizli oylamaya Adana İlinden başlıyoruz.

(Oyların toplanmasına başlanıldı)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı?.. Yok.

Oylama işlemi sona ermiştir.

Oy kupaları kaldırılsın.

(Oyların ayırımına başlanıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergenin gizli oylamasının sonucunu açıklıyorum:

Katılan üye: 443

Kabul:         231

Ret:            196

Çekimser:    11

Boş:             1

Geçersiz:      4

Bu sonuca göre, Meclis soruşturması açılması kabul edilmiştir.

Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince, soruşturma, siyasî partilerin güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının 3 katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak 15 kişilik bir komisyon tarafından yürütülecektir. Soruşturma komisyonunun görev süresi iki aydır.

Bu sürenin, komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi tarihinden başlamasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

VI. –KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili Komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

2. – Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı : 724)(1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Tasarı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi, Saadet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Doğru Yol Partisi Grupları adına konuşmalar yapılmıştı.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Perihan Yılmaz'a aittir.

Buyurun Sayın Yılmaz. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Türk Medenî Kanununun yürürlük maddesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Medenî Kanununun yerini almak üzere hazırlanan Türk Medenî Kanunu Meclisimizden geçmiştir. Kadın erkek ayırımı yapmadan, bu kanunda emeği geçen herkesin mücadeleleri önünde eğiliyor, teşekkürlerimi sunuyorum.

Eski Medenî Kanunumuzu yetmişbeş yılda ancak değiştirebildik. Türkiye Büyük Millet Meclisimizden geçen, Türk kadınının epeyce erozyona uğramış toplumsal statüsünü değiştirecek olan yeni Medenî Kanunumuz belki de yüz yıl uygulanacak; eskisine göre daha adil, önemli, daha çağdaş bir kanun; her ne kadar, bugün görüştüğümüz yürürlük maddesi içimize sinmese de.

Bilindiği gibi, kabul edildiği dönemde çağının toplumsal ve kültürel koşullarında çok ilerici bir nitelik taşıyan Türk Medenî Kanununun, Türk toplumu ve Türk kadını için çok özel bir anlamı vardır; ancak, aradan geçen uzun yıllardan sonra, günümüzde ortaya çıkmış olan gereksinimleri karşılamada yetersiz kalmıştır. Bu nedenle, Medenî Kanunun, özellikle aile hukuku bölümünde eşlerin eşit haklara sahip olması ilkesi çerçevesinde değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu zorunluluk, başta, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi olmak üzere uluslararası taahhütlerimizden ve hem de Anayasamızın kanun önünde eşitlik ilkesinden kaynaklanmaktadır; bu doğrultuda, Medenî Kanunda en önemli değişiklikler aile hukuku bölümünde yapılmıştır. Bunlardan bazılarına, örneğin 186 ncı maddeye değinecek olursak, burada "birliği eşler beraberce yönetir, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılırlar ve eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler" denilmektedir. Bu düzenlemeyle, konutun seçimini kocaya tanıyan hüküm, eşlerin seçimi birlikte yapacakları şeklinde değiştirilmiş ve tek başına erkeğin konutu seçme olanağı ortadan kaldırılmıştır.

Bütünüyle yapılan değişiklikler çok önemlidir. Ancak, bizce, kanunun içerik açısından en önemli düzenlemesi, eşler arasındaki mal rejimini düzenleyen 202 nci maddesidir. Bilindiği üzere, 1926 tarihli kanunda, yasal mal rejimi olarak, mal ayrılığı rejimi kabul edilmişti; bu rejim, kısaca, evlilik birliği içerisinde elde edilen malların kimin tarafından alındığına bakılmaksızın, evlilik sona erdiğinde mal kimin üzerine kayıtlıysa onda kalmasını öngören bir rejimdi.

Sayın milletvekilleri, bu yeni mal rejiminin boşanmaları artıracağı söylenmektedir. İddiaların tam aksine, yeni kanunî mal rejimi yürürlüğe girdiğinde, boşanmalar ve davalar azalacak, yargının yükü de hafifleyecektir. Zira, erkek "çık, git" derken, kadının, en doğal hakkı olan, evlilik birliği

                                                          

(1) 724 S. Sayılı Basmayazı 28.11.2001 tarihli 27 nci Birleşim Tutanağına eklidir.

içinde edinilen tüm malların, birikimlerin yarısını alacağını düşünecektir, ikinci hayatını bugünkü kadar rahat kuramayacaktır. Üstelik, kadınları da, erkekleri de zengin koca ya da zengin kadın bulmaya itmeyecektir.

Boşanma sonucu, çocukların, genellikle annede kaldığı da bilinen bir gerçektir. Maddî anlamda problem yaşamayan, ayaklarının üzerinde kalabilen, haklarını alan kadınların, çocuklarını daha sağlıklı yetiştirdiklerini biliyoruz; bu çocukları, maddî sıkıntıları olan bir anneye bıraktığınız zaman, çocuklarda anne-baba ayrılığının verdiği psikolojik bunalımların yanı sıra, maddî sıkıntıların yarattığı bunalımlar da problemlerini daha çok artıracaktır. Boşanma sonucu kadının olduğu kadar çocukların da mağdur edilmemesi, yeni Medenî Kanundaki edinilmiş mallara katılma rejimiyle sağlanacaktır.

Daha önceki Medenî Kanunda, eşlere, evlenirken, başka mal rejimi seçme imkânı verildiği halde, hemen hemen hiç kimsenin, hatta, hukukçu kadınların bile, mal rejimlerini seçmek için sözleşme yapmadıklarını ve otomatik olarak kanunî rejime tabi olduklarını biliyoruz. Bizde, ananelerimizin bir sonucu, öyle bir kurumdur ki evlilik, maldan ziyade, sevgi ve saygıya, en önemlisi de güvene dayanır. Talepte bulunmak, bana şu mal yapılsın demek ayıp sayılır ve erkeğe hürmetten, alınan şeyler, kadın çalışsa bile, erkeğin üzerine kayıtlı olur; çünkü, hiçbir kadın boşanmak için evlenmez.

Değerli arkadaşlar, bu yasanın arkasında, evli olan milyonlarca kadının mücadelesi ve emeği vardır; fakat, bu emek ve mücadele, yürürlük maddesiyle yok sayılmıştır. Biz kadınlar, sevinçleri, kederleri, çocukların sorumluluklarını evlilik birliği içerisinde paylaştığımız gibi, elde edilen malları da paylaşmak istiyoruz. Bu, bizim en doğal hakkımızdır. Kimseden, fazladan bir şey talep etmiyoruz; hele hele, servet avcılığı gibi bir düşüncemiz asla söz konusu olamaz. Ailesinden kalan mirası istemiyoruz; sadece, emeğimizin karşılığını istiyoruz. Bunu da, aslında, yine ailemiz adına, çocuklarımız adına istiyoruz. İşte bu nedenle, Medenî Kanunun bu maddesi gündeme geldiğinde, tüm kadın kuruluşları ve kadınlar, yeni yasaya sahip çıkmışlardır. Bu konuyu düşünerek, ben ve arkadaşlarım, hükümetten geldiği biçimde çıkmasını istediğimiz için, bir önerge verdik.

Esasında, yasaların düzenlenmiş olması da, sorunları çözmeye yetmiyor. Tam tersi, bundan sonra yapacağımız işler daha önemli. Örneğin, eğitimsizlikten kaynaklanan cehaletin yok edilmesi, öncelikli görevimiz olmalıdır. Eğitimle, insan hakları ve demokrasi kriterleri anlaşılır. Toplumsal, kültürel, kurumsal ve yasal alanlarda engeller ortadan kalkar. Kadın ve erkek, sahip olduğu kapasiteyi tam anlamıyla kullanır. Yaşamını, insan onuruna yaraşır bir şekilde sürdürür.

Değerli milletvekilleri, sözlerimi bitirirken, kadının özgürlüğü gerçekleşmeden, erkeğin özgürlüğünün de olası olmayacağını; Atatürk'ün çok sevdiği, Tevfik Fikret'in "Elbette değil nasibi mezellet kadınlığın/Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer" dizelerini, kadın, erkek herkesin aklından çıkarmamasını; tüm insanlığın özgürlüğünün biricik teminatının yine laiklik olduğu bilincinin bir an bile unutulmamasını; özellikle, tarih duyarlılığı yüksek siyaset arkadaşlarımızdan bekliyorum.

Kadın ve erkeğin el ele yaşamın güzelliklerini paylaşacağı umuduyla, yasanın hayırlı olmasını diliyor, önergemizin kabulü dileklerimizle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.

Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yetmişbeş yıllık Türk Medenî Kanununun elli yıldır değişimi konusunu tartıştık ve Türk Medenî Kanununu, 21 inci Yüzyılın değerleri ve şartlarına uygun hale getirdik, Türk Medenî Kanununun özüne dokunmaksızın, 21 inci Yüzyıl koşullarına göre daha çağdaş bir noktaya taşıdık.

Türk Medenî Kanunu kabul edildi ve tabiî ki, bu kanun, kabul edildikten altı ay sonra yürürlüğe girecek. Şimdi, bu kanunun uygulanmasının ve yürütülebilmesinin sağlanabilmesi için, şu anda görüştüğümüz tasarının da yasalaşması gerekiyor.

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önceki olayları hangi kanunla irdeleyeceğiz; bu sualin cevabını, görüştüğümüz bu kanun tasarısı veriyor. Hukukî sonuca hangi kanunla ulaşacağız? Yürürlükten kaldırılan Türk Kanunu Medenisi, nereye kadar, nasıl, hangi hukukî sonuçları etkileyecek? Vatandaşın, ihtilafını hangi kanunla çözeceğini, hangi kanuna tabi olacağını bilmesi gerekecek ve bilmek durumundadır. Tabiî ki, hâkimlerimiz hangi olaya, hangi yasayı uygulayacak konusunda da anahtarı bizim yasa koyucusu olarak hâkimlerimize vermemiz gerekiyordu. İşte, bu soruların cevabı olan 6 bölüm ve 25 maddeden oluşan Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını görüşüyoruz. İşin hukukî boyutu ve uygulama pratiği ve ihtilafın çözümlenmesi için bu tasarının Türk Medenî Kanunuyla birlikte yürürlüğe girmesi zorunluluğu vardır.

Tasarının 1 inci bölümü 4 maddeden oluşmakta ve hukukun genel kurallarındaki uygulama şekli burada dile getirilmektedir. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylar, hangi kanun zamanında meydana gelmişse o kanun uygulanacaktır; bu, genel kuraldır. Yine, bir diğer genel kural: Kamu düzeni ve genel ahlaka yönelik kurallar bütün olaylarda uygulanacaktır; yani, olayın, eski kanunun ya da yeni kanunun uygulanması konusunda bir problem olmayacak, kamu düzeni ve genel ahlakı ilgilendirdiği için olay ne zaman meydana gelirse gelsin, bu kamu düzeni ve genel ahlak kuralları uygulanacaktır. Yine, içerikleri tarafların iradelerine bağlı olmayan, kanunun doğrudan hüküm koyduğu konularda Türk Medenî Kanunu uygulanacaktır. Eski hukuk zamanında meydana gelip de henüz bir hak doğurmamış olaylar hakkında da Türk Medenî Kanunu uygulanacaktır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, tasarıda bir eski kanundan bahsediliyor -Türk Kanunu Medenîsinden- bir de Türk Medenî Kanunundan. Şimdi, bunu halkın anlaması gerçekten zor. Şimdi, eski kanun deyince, biz, 1926'dan önceki kanunu kastediyoruz; yani, Mecelleyi kastediyoruz. Türk Kanunu Medenîsi deyince; yani, 1926'da yürürlüğe giren ve geçenlerde değiştirdiğimiz yasayı, Türk Medenî Kanunu deyince de şimdi yürürlükte olan yasayı kastediyoruz. Bu terimler birbirine yakın olduğu için, bizi dinleyen halkımız da karıştırabilir; bu yüzden, bunu açıklama zarureti hissettim.

Bu tasarının ikinci bölümü, fiil ehliyetine, gaipliğe, derneklere ve vakıflara ilişkin hükümleri düzenliyor. Fiil ehliyetinde, her durumda, Türk Medenî Kanunu uygulanacaktır; ancak, eski kanuna göre fiil ehliyetine sahip olup da, yeni kanuna göre fiil ehliyetinde olmayanlar, eski kanun döneminde kazandıkları fiil ehliyetini devam ettireceklerdir. Örneğin, eğer 16 yaşında evlenmişse ve evlilikle bu ehliyeti kazanmışsa, yeni kanunla evlenme yaşını değiştirmiş olmamız burada etkili olmayacak ve eski kazandığı fiil ehliyeti devam edecektir.

Eski kanuna göre verilen gaiplik kararları, yine, yeni Türk Medenî Kanununa göre aynı sonuçları doğuracaktır; ancak, gaiplik nedeniyle açılan evliliğin feshi davalarında durum değişik olacak ve bu nedenle uygulanacak hükümler yeni Türk Medenî Kanunu hükümleri olacaktır.

Gerek dernekler gerekse vakıflar eski Türk Kanunî Medenîsine göre kimlik kazanmışsa, bu, Türk Medenî Kanuna göre de, yani, yeni kabul ettiğimiz kanuna göre de devam edecektir; ancak, kamu hukuku nitelikli hükümler, derneğin kurulma zamanı ne zaman olursa olsun, bütün dernekler ve vakıflar hakkında uygulanacaktır. Yani, kamu hukuku nitelikli hükümler dernek ve vakıflarda, derneğin kurulma zamanına bakılmaksızın uygulanacak hükümlerdir.

Üçüncü bölüm, aile hukukuna ilişkin konuları, evlenme, boşanma, evlenmenin genel hükümleri, mal rejimleri, soy bağı, velayet, vesayet konularını ele alır. Türk Kanunu Medenisine göre verilen kesinleşmiş velayet, vesayet  kararları aynen geçerlidir. Kesinleşmiş boşanmalar ve onların hükümleri yine aynen geçerlidir. Bu bölümde -gerek komisyonda gerek kamu oyunda gerekse kulislerde- arkadaşlarımızın en çok tartıştığı konu, 10 uncu maddedeki mal rejimleridir. Yeni kabul ettiğimiz Türk Medenî Kanununda, edinilmiş mallara katılma, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiştir. Eski kanunda, yani -eski kanun deyince yanlış tabir kullanıyorum- Türk Kanunu Medenisinde ise, mal ayrılığı rejimi yasal rejimdi. Şimdi, bu kanunda edinilmiş mallara katılma, yasal mal rejimidir.

Bunun yanında, yine bu kanunda, mal ayrılığı, mal ortaklığı, paylaşımlı mal ayrılığı rejimleri de ayrıca düzenlenmiştir.

Edinilmiş mallara katılma rejiminde iki türlü mal vardır. Bir, eşlerin kendi şahıslarına ilişkin olan mallar, bir de evlilik birliği içerisinde edinilmiş mallardır. Yasa koyucu, bu her iki konuyu da ayrı ayrı düzenlemiştir.

Tabiî, bu kanun, Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girdikten sonra yasal rejim, artık edinilmiş mallara katılma rejimidir, bir problem yoktur; ancak, eşlere şu imkân verilmiştir: Bu kanun yürürlüğe girdikten sonra, bir yıl içerisinde, eşler, dilerlerse, diğer mal rejimlerini seçebilecekler, yani, evlilik akdinde, akit sırasında, akitten sonra,  biz, edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiyoruz, mal ayrılığı, mal ortaklığı ya da paylaşımlı mal ayrılığı rejimlerini seçiyoruz diyebilecekler.

Şimdi, burada problem nedir: Burada problem, bu kanun yürürlüğe girmeden önce ki -Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girmeden önceki- evlilikleri ilgilendiriyor olmasıdır. Tasarıda en çok tartışılan konu da bu. Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girmeden önceki evlilikler, bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde bir başka mal rejimini seçmezlerse; yani, mal ayrılığını, mal ortaklığını ya da paylaşımlı mal rejimini seçmezlerse, o zaman eski evlilikler, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacaklar. Burada tartışılan konu nedir: Burada tartışılan "eski evliliklerin edinilmiş mallara katılması kanunun yürürlüğe girmesinden sonra olmasın da, evlilik tarihinden başlasın" şeklindeki düşüncedir "edinilmiş mallara katılım, hiçbir sözleşmeye, tarafların iradesine bakılmaksızın, evlilik tarihinde başlamalıdır; eşler 30 yıl önce evlenmişlerse, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra, tarafların iradesine bakılmaksızın, 30 yıldan bu yana edinilmiş mallara ortak olmalıdırlar; yani, edinilmiş mallara katılma rejimi uygulansın" demektedirler.

Şimdi, aksi görüşte olanlar da "bunun altyapısı yoktur, evlilik tarihinden başlayarak edinilmiş mallara katılma olamaz; ancak, yürürlük tarihinden itibaren sözleşme yapmaları halinde edinilmiş mallara katılma rejimi uygulansın" demektedir. Tabiî, zannediyorum, bu konuda, her partiden arkadaşlarımız önerge verdiler; yani, bu üçüncü bölümün 10 uncu maddesiyle ilgili edinilmiş mallara katılmanın, hiçbir sözleşmeye gerek kalmaksızın, evlenme tarihinden başlamasına ilişkin önerge verdiler. Tahmin ediyorum, önerge sahipleri bu konuda görüşecekler, görüşlerini açıklayacaklar. Kamuoyundaki sivil toplum örgütleri, özellikle kadın kuruluşlarımız da bu konuda çok hassaslar ve bu konunun desteklenmesi halinde, edinilmiş mallara katılma evlilik tarihinden başlayacaktır. Tabiî ki, bu, Yüce Meclisin iradesiyle ortaya konacak bir konudur.

Dördüncü Bölüm, mirasçılık ve mirasın geçiş şeklini açıklıyor.

Beşinci Bölümde eşya hukukuna ilişkin hükümlerin uygulanması düzenleniyor. Burada, eski kanun zamanında; yani, 1926 tarihinden önceki kanun zamanında kurulmuş olan ve Türk Kanunu Medenîsi yürürlüğe girdiğinde varlıklarını korumuş olanlar Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girdikten sonra da varlıklarını sürdürecekler; yani, aynî haklar yönünden daha önce Türk Kanunu Medenîsi eski kanunu korumuş, biz de Türk Kanunu Medenîsi döneminde korunan aynî hakları yeni Türk Medenî Kanununda da koruyacağız.

Bu tasarının son bölümü, işlemeye başlayan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı sürelerini düzenlemektedir. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlayan süreler var, bir de Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra işleyen süreler var. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra işleyen sürelerde problem yok, zaten açıkça hükümler ortada. Türk Kanunu Medenîsi zamanında işlemeye başlayan süreler, bu kanun yürürlüğe girdiğinde süre bitmemişse, o zaman hukukun genel kuralı işleyecek ve Türk Medenî Kanunundaki süre daha uzun ise, Türk Medenî Kanunundaki süre geçerli olacak, burada süre yönünden, hak düşürücü süre ve zamanaşımını önleme yönünden, vatandaşın lehine olan hüküm uygulanmış olacak. Bu da çok yerinde bir düzenlemedir.

Yine, Türk Medenî Kanununu kabul ettik, bu tasarıyı da kabul ettikten sonra, çıkarılması gereken tüzük ve yönetmelikler olacak. Bu tüzük ve yönetmeliklerin, bu kanunun kabul edildiği tarihten itibaren bir yıl içinde çıkarılması da, görüştüğümüz ve biraz sonra inşallah oylarımızla kabul edeceğimiz bu tasarının amir hükmüdür.

Ben, tekrar, Türk Medenî Kanununun ve şu anda görüştüğümüz Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının yasalaştıktan sonra hayırlı olmasını diliyorum. Bu konuda, mutlaka, Adalet Bakanlığımız eğitim seminerleri düzenleyecek, hâkimlerimizin eğitimini sağlayacaktır; çünkü, önümüzde bir geçiş dönemi vardır. Hakkın, hukukun gerçekleştirildiği ve halkın tatmin olduğu bir kanunu inşallah çıkarmışızdır diye düşünüyorum. Arkasından gelecek olan, Aile Mahkemeleri Kanunu Tasarısının da bu kanunla bütünleşeceğini düşünüyorum. Bu kanundaki düzenlemelerin, çağın standartlarını yakalayacağı konusundaki kanaatimi belirtiyorum. Tekrar, bu kanunun hayırlı olmasını dileyerek, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aslan.

Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun, Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu gibi geniş bir hukuk alanını tümüyle düzenleyen kanunların yürürlük ve uygulama şeklini ayrıca düzenleyen kanunlar yapılması, yerleşmiş bir yasama geleneğidir. Bu tür kanunlar, özellikle hukuk sisteminde köklü değişiklikler yapıldığı zaman önem kazanır; çünkü, eski hukukla yeni hukukun zaman itibariyle uygulama sınırlarını çizmek, değişiklikle ortaya çıkacak sorunları çözecek geçiş hükümleri koymak gerekir. Nitekim, 17 Şubat 1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi için de 29 Mayıs 1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medenînin Sureti Merîyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun çıkarılmıştı.

Şimdi görüşmekte olduğumuz Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısıyla, yeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki olayların hukukî sonuçlarının hangi kanuna tabi olacağı; başka bir deyişle, bu olayların hukukî sonuçlarının yürürlükten kalkmış bulunan Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine göre mi, yoksa yürürlüğe girecek yeni Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mi belirleneceği konularına açıklık getirilmektedir.

Büyük ölçüde 864 sayılı Kanunun sistematiği ve bugün de önemlerini koruyan hükümleri gözönünde bulundurularak hazırlanan tasarı, 6 bölüm içinde 25 maddeden oluşmaktadır.

Genel Hükümler başlığını taşıyan birinci bölümde, geçmişe etkili olmama ilkesiyle, bu ilkenin uygulanamayacağı ayrık durumlar açıklanmıştır. Geçmişe etkili olmama, eski terimle makabline şamil olmama ilkesi hukukî istikrarın gereğidir.

Tasarının ikinci bölümü "Kişiler Hukuku" başlığı altında fiil ehliyeti, gaiplik, dernek ve vakıflar konularını düzenlemektedir.

Üçüncü bölümde, aile hukukuna ilişkin konular, özellikle, evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ile mal rejimleri, soybağı, velayet ve vesayet konuları ele alınarak, hangi kanun hükümlerinin uygulanacağı gösterilmiştir.

Üçüncü bölümde yer alan ve kamuoyunda tartışmalara yol açan 10 uncu maddede, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce evlenmiş olan eşler arasında, bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejiminin devam edeceği; eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere, kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma ve iptal davalarının retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, kanunun yürürlük tarihinden geçerli olmak üzere, yasal mal rejimini, yani, edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılacakları belirtilmiştir. Eşlerin aynı süre içinde yapacakları bir mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal rejiminin evlenme tarihinden geçerli olmak üzere hüküm ifade edeceğini kabul etmelerine yönelik bir önerge, bu konuda ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeyi amaçlamaktadır.

Kayda değer ki, 1926'da 864 sayılı Kanunu Medenînin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanunun, karı koca mallarının idaresine ilişkin 10 uncu maddesi de, eski ve yeni hükümlerin uygulama sınırlarının belirlenmesi bakımından aynı ilkelere dayalı bir düzenleme getirmiştir.

Başka ülkelerden örnek vermek gerekirse, evlilikten sonra edinilmiş mallarda katılmayı, paylaşmayı öngören sistemlerin öncüsü sayılabilecek olan, evlilikten sonra kazanılmış mal ortaklığı sistemini getiren Eşit Haklar Kanunu da 1957'de, Almanya'da, aynı ilkelere dayalı bir düzenleme getirmişti. İsviçre'de, mal birliği rejiminden edinilmiş mallara katılma rejimine ise dört yıla yaklaşan bir geçiş süresi tanınmıştı. Şüphesiz, Yüce Meclis, bu konuda en isabetli kararı verecektir.

Bu arada, benim kişisel tutumum hakkında bazı eleştiriler yapıldı. Hemen şunu ifade etmek isterim ki, başlangıçtan beri, Adalet Bakanı olarak, ülkemizde, evlilik birliğinde çağın anlayışına en uygun, ülkemizin yararlarına en uygun, kadın-erkek eşitliğine en uygun mal rejiminin yasal mal rejimi olarak kabul edilmesi konusunda çaba gösterdim. Kişisel olarak öteden beri taşıdığım düşünceler de bu merkezdedir; bu doğrultudan ayrılmadım. Sonuç itibariyle, Türk Medenî Kanunu, bu sistemi, çağdaş sistemi benimsemiştir; bunu görmekten mutluluk duyuyorum. Ancak, parlamenter rejimlerde, demokratik uzlaşma da, bazen yasal düzenlemelerin yaşama geçirilmesi bakımından önem taşımaktadır. O nedenle, böyle bir demokratik uzlaşma çerçevesinde kabul edilen, ulaşılan çözümü de savunmak yine Adalet Bakanı olarak benim görevimdir.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının Dördüncü Bölümünde "Miras Hukuku" başlığı altında mirasçılık ve mirasın geçişi açıklanmaktadır. Eşya hukukuna ayrılmış bulunan Beşinci Bölümde aynî haklarla ilgili hükümler getirilmiştir. "Diğer Hükümler" başlıklı Altıncı Bölümde ise hak düşürücü ve zamanaşımı süreleriyle kanunlara yapılan yollamalara ilişkin hükümlere yer verilmiştir.

22 Kasım 2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunuyla birlikte bir bütün teşkil eden bu tasarının hazırlanmasında da özveriyle çalışan değerli bilim adamlarımıza, yüksek yargı mensuplarına, meslek kuruluşları temsilcilerine, Bakanlığımız elemanlarına ve emeği geçen herkese içten teşekkürlerimizi ifade etmeyi, yerine getirilmesi zevkli bir görev sayıyorum.

Her iki kanunla ilgili tasarıları Türkiye Büyük Millet Meclisine sunan 57 nci hükümetin Başbakanına ve sayın üyelerine, Yüce Meclisin Başkan ve başkanvekilleri ile tasarıyı büyük bir titizlikle görüşen Adalet Komisyonunun Sayın Başkan ve değerli üyelerine, her iki tasarının bir Medenî Kanunun gerektirdiği uzlaşma anlayışı içinde yasalaşması yolundaki katkı ve destekleri için bütün siyasî partilerin gruplarına içtenlikle teşekkür etmeyi de, yine, zevkli bir görev sayıyorum.

Her iki tasarının Yüce Meclisçe bir bütünlük içinde ele alınarak yasalaştırılmasıyla, Türkiye, 1926'da gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı niteliğinde ve 21 inci Yüzyıl koşullarına uygun yeni bir Medenî Kanun kazanmış bulunmaktadır.

Her iki kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Şahsı adına, Sayın Şadan Şimşek?.. Yok.

Sayın Melek Denli Karaca?.. Burada.

Buyurun Sayın Karaca. (MHP sıralarından alkışlar)

MELEK DENLİ KARACA (Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilen Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu raporu üzerinde şahsım adına görüş ve düşüncelerimi bildirmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Türk hukuk hayatında önemli bir devrim sayılan Türk Kanunu Medenîsi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmış ve 4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girmişti.

İsviçre Medenî Kanunundan örnek alınarak hazırlanan; ancak, Türk toplumunun sosyal, kültürel, töresel yapısı göz önünde bulundurularak bünyemize adaptasyonu yapıldıktan sonra meriyete sokulan Türk Kanunu Medenîsi, millet hayatımızda yetmişbeş yıllık bir uygulama alanı bulmuştu; ancak, kabul etmek gerekir ki, yaşayan her şey, zamanla değişen ve gelişen dünya şartlarına, çağın gereklerine, uygarlığa uymak ve kendini yenilemek zorundadır. Tıpkı canlı varlıkların ve hücrelerin zamanla yaşlandığı ve aynı hayatiyeti idame ettirmelerinin mümkün olmadığı gibi, sosyal hayatımızı tanzim eden kanunların da, zamanın ve günün sosyal akışı içerisinde, çağın ve teknolojinin gereklerine uygun yeni düzenlemelere ihtiyacı vardır. Nitekim, birçok ülkede, örneğin, İsviçre'de, Almanya'da bu yola gidilmiştir.

İşte, arz olunan nedenlerle Türk Kanunu Medenîsi, Adalet Bakanlığı nezdinde bilim adamları ve uzman uygulayıcılardan oluşan bir Medenî Kanun Komisyonu tarafından incelenmiş ve yeni bir tasarı olarak Meclise sunulmuştu.

Yüce Meclis bünyesi içerisindeki Adalet Komisyonunda, Anayasamızda yapılan değişikliklerde olduğu gibi, toplumsal hayatımızı tanzim eden, edecek önemli bir yasa olan Medenî Kanun değişikliğinde de tasarının toplumsal ihtiyacı karşılaması yönünde önemli kararlar alınmıştı. Burada bir parantez açarak, büyük bir özveri ve uzlaşma kültürü çerçevesindeki olumlu çalışmalarından dolayı başta Sayın Bakanımız olmak üzere, Komisyon üyesi bütün arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurulduğu günden bugüne değin, demokratik yaşam tarzımızda Türk Devletinin ve milletinin muasır medeniyetler seviyesine yükseltilmesi için çıkarılan yasaların başında herhalde Türk Medenî Kanunu gelir. Beşer ilişkilerini en medenî şekilde düzenleyen Türk Medenî Kanunu, temel bir kanundur ve kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku olmak üzere dört bölümden oluşmuştur. Özellikle aile hukuku bölümünde önemli ve köklü değişiklikler getirilmiş, kadın-erkek eşitliği önplana çıkarılmıştır. Toplumumuzda, aileyi cemiyetimizin çekirdeği ve biyolojik hücresi kabul eden temel bir felsefe hâkimdir ve bu felsefe doğrudur da.

Türk Milletinin, birliği, dirliği, düzeni ve geleceği, çekirdek sayılan aile yapılarının her konuda, sağlıkta, eğitimde, varlıkta ve yoklukta sağlam bir temele oturtulmasıyla kaimdir ve unutulmaması lazımdır ki, devletimizin ve milletimizin bekası, güçlü devlet idealini gerçekleştirecek, millî şuurla bezenmiş, imanlı gençlerimizin mimarı olacak olan ve ailenin iki temel direğinden birini teşkil eden anaların elindedir. Bu itibarla, Türk Medenî Kanununun kabulünde ailenin esasını teşkil eden kadın ve erkeğin eşit haklarda sayılması, kadınlara karşı olan haksızlığın giderilmesi olumlu bir gelişmedir. Kadın-erkek arasında yaşamın her safhasında ve birlikteliğin devamı süresince eşitlik ilkesinin korunmasına özen gösterilmesi insan hakları açısından da olumlu bir gelişme olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda üzerinde hassasiyetle durulan ve eşlerden özellikle kadınlarımızı ilgilendiren en önemli yeniliklerinden birisi de, hiç şüphesiz ki, Medenî Kanunun "Mal Rejimi" bölümüdür. Yeni Medenî Kanuna göre, İsviçre Kanunundan da mülhem olarak, edinilmiş mallara katılım, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiştir. Kanunen, yasal mal rejiminin yanında, akdî rejim olarak, mal ortaklığı, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı rejimleri de seçime tabi tutulmuştur. Yani, kabul edilen Medenî Kanuna göre, eşler, evlenmeden önce veya evlilik devam ederken, kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini evlenme memuruna bildirerek ve noter huzurunda seçebileceklerdir. Şayet, bir seçim yapmazlar ise, aralarında, yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılım rejimi geçerli olacaktır.

Burada önemli bir hususa da parmak basmak istiyorum. Bu kanuna göre, kanunen yasal olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılım rejiminin kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki evliliklerde geçerli olması hedeflenmiştir. Oysaki, şehirlerde erkeğiyle omuz omuza çalışarak hayat mücadelesi veren, köylerde ise nasırlı elleriyle hem tarlasında hem de evinde uğraşarak ailesinin geçimini temine çalışan Anadolu kadınının bihakkın hak ettiği hakları nasıl korunacaktır?

İşte, burada, her ne kadar, kanunların geriye işleyişi zor görülüyor ise de, kanunun kabulü ve yayımlanmasından evvel başlayıp bugüne kadar evliliği süregelen, sayıları tahminen 17 000 000'u bulan evli kadınlarımızın durumu da büyük önem arz etmektedir. Ben şahsen, mademki, bu yasanın çıkarılmasında toplumun temel öğesi olan ailenin mal varlığının yapısındaki eşitsizliklerin giderilmesi amaçlanmıştır, o halde, bu amaca uygun hareket edilmeli ve tahminen 17 000 000'u bulan evli kadınlarımızın mağduriyetinin giderilmesi ve netice olarak da, yeni mal rejiminin, evliliğin başlangıç tarihinden itibaren değerlendirilmesi ve yürürlüğe girmesi gerekirdi diye düşüncemi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni Medenî Kanunla, bunların dışında, velayet, vesayet, nesebin tashihi, vakıflar, miras hukukuyla ilgili çok önemli, yenilikçi ve reformist karakterli hükümler de getirilmiştir. Bu itibarla, yetmişbeş yıldan beri uygulanmakta olan Türk Kanunu Medenîsi ve Uygulama Tasarısını büyük ölçüde değiştirerek yürürlüğe koyan 57 nci hükümetimizi bu başarısından dolayı tebrik etmeyi ve şükranlarımı sunmayı bir borç biliyorum; zira, gelmiş geçmiş iktidarların başaramadıkları bir ilki Türkiye Cumhuriyetinin 57 nci hükümeti gerçekleştirmiş, Türk medenî hukukunu yenilemek suretiyle, büyük bir reformist yapılanmaya imza atmıştır. Hiç şüphesiz ki, değişen, gelişen ve globalleşen dünyada çağdaş uygarlığa uyum sağlamak ve benimsemek kararıyla yürüyen ve büyüyen büyük Türk Milleti, güçlü devlet idealini gerçekleştirmeye kesenkes kararlıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanununun getirmiş olduğu yenilikler ve düzenlemelerin her biri ayrı ayrı birer reform niteliğindedir. Nüfusumuzun yüzde 52,5'ini kadınların teşkil ettiği ülkemizde, bu kadınlarımızın büyük çoğunluğunun da kırsal kesimlerde yaşadıkları göz önüne alınırsa, erkeklerden çok daha fazla yaşam mücadelesi verdikleri, sosyal, kültürel ve ekonomik olumsuz şartlardan ve de karı koca arasındaki eşitsizliklerden fazlasıyla etkilendikleri bilinen bir gerçektir.

İşte bu edinimler nedeniyle, kadınlarımızın yeni Medenî Kanunun kabulü ile sahip oldukları haklar çok büyük önem arz etmektedir ve hiç şüphe yok ki, kadınlarımız bu edinimlerin çok daha fazlasına layıktırlar ve hak etmişlerdir.

Tarihimizin derinliklerinde hakanın yanında hatun olarak hükmeden, İstiklal Harbimizde erkeği ile omuz omuza mücadele veren, mermi taşıyan Türk kadını, bugün, artık, göklerde savaşan şahinlerin korkusuz pilotları, vatanı için şehit düşen şehitlerimizin ve gazilerimizin annesidir, Büyük Atatürk'ün de annesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; netice itibariyle, konumuz olan Türk Medenî Kanununun Yürürlülüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun Tasarısı, bu kanunun şümulü ve uygulanması alanındaki düzenlemelerin nasıl ve ne şekilde tatbik edileceğini göstermektedir. Örneğin, Türk Medenî Kanununun yasalaşarak yürürlüğe girmesinden sonra, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarının hangi kanuna tabi olacağı veyahut bu olayların hukukî sonuçlarının yürürlükten kalkmış olan Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine mi yoksa yeni yürürlüğe girmiş olan Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mi belirleneceği sorunlarına açıklık getirmesi amacıyla tasarı hazırlanmıştır.

Tasarı, genel hükümler, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve diğer hükümler adı altında 6 bölümden oluşmuştur. İlgili bölümlerde belirlenen maddelerin uygulama alanları tespit edilip, izah edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MELEK DENLİ KARACA (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika rica ediyorum.

BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim; zaten uzatmıyoruz.

MELEK DENLİ KARACA (Devamla) - Buna göre, her hukukî olaya, yürürlükte olduğu dönemdeki kanun hükmümün uygulanması ilke olarak benimsenmiştir. Keza, Türk Medenî Kanunundan önce yürürlüğe girmiş olan dernekler ve tüzel kişiliklerini kazanmış olan vakıflar da varlıklarını sürdürebileceklerdir.

Hükümet tasarısı olarak Meclise ve oradan da Adalet Komisyonuna sunulan bu tasarı, komisyon tarafından aynen benimsenmiştir.

Tasarı, ileride doğması melhuz ihtilaf ve çelişkili konuların hiçbir iltimasa mahal verilmeyecek şekilde çözüm yollarını ve mercilerini göstermiştir. Gerekli tüzük ve yönetmelikler de hazırlandıktan sonra, uygulama alanı daha bariz olarak anlaşılacaktır.

Yeni Medenî Kanunun yürürlüğü ve uygulama şekli hakkında kanunlaşmasını istediğimiz tasarı, Türk toplumunun ihtiyaçlarına rahatlıkla cevap verebilecek bir kanun olarak anılacaktır. Diğer ülkeler camiasında da makes bulacağından eminiz.

Konuşmama burada son verirken, şahsım adına tasarıya olumlu oy kullanacağımızı arz ediyor, yeni Medenî Kanunumuzun, nüfusumuzun yüzde 52,5'ini teşkil eden hanımlarımıza ve bütün milletimize hayırlı olmasını Cenabı Allah'tan diliyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Karaca.

Adana Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek... (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Gülek, bu yasa, özellikle hanımlar tarafından bayağı ilgiyle karşılandı. Hocamız da yasanın bir an önce çıkmasını istiyor. Hocanın o isteğine herhalde itibar edersiniz konuşmanızda.

Buyurun efendim.

TAYYİBE GÜLEK (Adana)- Edeceğim efendim. Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu hakkında konuşmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

17 Şubat 1926'da kabul edilen Medenî Kanunumuz, Ulu Önder Atatürk'ün devrim niteliğindeki kanunlarının en önemlilerinden biridir. Toplumun her bireyini yakından ilgilendiren Medenî Kanun, çıkarıldığı yıllarda, hem hukuk tekniği hem stili açısından o zamanın en yeni, devrimci ve halkçı olarak nitelendirilen İsviçre Medenî Kanunundan esinlenerek çıkarılmıştır.

Cumhuriyet Türkiyesinin, laik hukuk sistemini benimseyerek, bu kadar kapsamlı ve ileri görüşlü bir kanunu çıkarması, Türkiye'nin çağdaşlaşmasında, medenî dünyada yer almasında önemli bir rol oynamıştır. Bu kanun tasarısının yürürlüğe girmesinden birkaç yıl sonra, 1933 ve 1934 yıllarında, Türk kadınına, önce yerel, sonra ulusal seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmesi de, halen, bugün, dünyanın her yerinde, gururla, övünerek hatırlattığımız bir konudur. Zira, birçok Avrupa ülkesinde, kadınların oy kullanma hakkı bizden çok sonra, Fransa'da 1944, İtalya'da 1945, Belçika'da 1960 ve hatta, İsviçre'de 1971 gibi geç bir tarihte ancak gerçekleşebilmiştir.

Çıkarıldığı yıllarda çok kapsamlı ve reform niteliğinde olan bu kanun, tabiî ki, o günün ihtiyaçlarına en iyi şekilde cevap verebilmiştir. Ancak, sosyal hayatın sürekli değişimine paralel olarak hukukî sistemlerin de yeniliklere ve toplumdaki değişimlere ayak uydurması, toplumun hukuk ihtiyaçlarının tam olarak karşılanması bakımından gereklidir.

Zamanla, toplumsal gelişmeler ve değişen dünya koşulları karşısında günümüzün ihtiyaçlarına daha yeterli bir şekilde cevap verilebilmesi için, Medenî Kanunda yapılması gereken değişikliklerin, gereken biçimde, en kapsamlı bir şekilde ele alınması, son elli yıldan beri süregelen teşebbüslerin ve son birkaç yılın yoğun çalışmaları sonucunda bu hükümete nasip olmuştur.

Gerek bu tasarının hazırlanması aşamasında gerekse Genel Kurul görüşmelerinde, toplumun da memnuniyetle karşıladığı, partilerarası uzlaşmanın da tasarıya katkıya yol açmış olması, memnuniyet vericidir.

Gelişen demokrasi kültürümüzün bir temel taşı olan uzlaşma örneklerine sık sık rastladığımız bu son dönemlerde, uzlaşmanın, bu kadar önemli bir tasarıya da yansıması çok önemlidir.

Toplumun sabırsızlıkla beklediği bu kapsamlı değişikliklerin, toplumumuzun değişen ihtiyaçlarına cevap verirken, Türk aile yapısının gerçeklerini de dikkate aldığı bir gerçektir.

Tabiî, bu tasarıyla gelen değişiklikler, son yıllarda ve de özellikle bu Meclisin, cumhuriyet tarihinin en çalışkanı olan bu Meclisin, çalışmaları sırasında yaptığı diğer gerekli değişikliklerle, çıkardığı yasalarla ve de takip ettiği reformlarla bir bütün oluşturduğu unutulmamalıdır.

Çıktığından beri kırsal kesimde kız çocuklarının okula gitme oranlarında yüzde 167'lik bir artışa sebep olan sekiz yıllık eğitim reformu gibi yenilikler, Medenî Kanunumuzla kadınlara tanınan çok taraflı eşitlik ilkeleriyle de bütünleşince, kadınlara her alanda -eğitimde, sosyal alanda, iş hayatında, aile hayatında- hakları olan eşitlikten en iyi şekilde faydalanma olanağını getirecektir.

Geçen haftalarda Anayasamıza da dahil ederek, artık, cumhuriyetin bir temeli haline getirdiğimiz kadın-erkek eşitlik ilkesi, artık, en temel kanunumuzda da yerini alacaktır. Bu ilkeye itiraz etmek zaten mümkün değildir, düşünülemez.

Bu tasarının en önemli özelliklerinden biri, tasarının dilinin sadeleştirilerek, anlaşılabilir hale getirilmiş olmasıdır. Türk Dilinde son yetmişbeş yıldan beri yaşanan değişikliklere paralel olarak, Anayasamızda kullanılan dil esas alınarak, tasarıda, bu doğrultuda değişiklikler olmuştur.

Değerli milletvekilleri, unutmamak gerekir ki, burada yaptığımız, devrim niteliğinde bir çalışmadır; çok kapsamlı, günümüzün şartlarına uygun ve kamuoyunda da olumlu değerlendirilen değişiklikleri içermektedir. Biraz evvel bahsettiğimiz uzlaşı ve çok yoğun çalışmalar sayesinde yapılan bu değişiklikler, özellikle, mal rejimi konusunda, evlilikte edinilen mallara inkâr edilemez katkısı olan kadınların haklarını korumaya ve de bugüne kadar meydana gelen haksızlıkları önlemeye yönelik, çok gerçekçi ve adil düzenlemeler getirmektedir.

Şu anda görüşmekte olduğumuz Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı da "Genel Hükümler", "Kişiler Hukuku", "Aile Hukuku", "Miras Hukuku", "Eşya Hukuku" ve "Diğer Hükümler" başlıkları altında altı bölümden oluşmaktadır.

Ancak, şüphesizdir ki, kamuoyunda en çok tartışılan ve en çok üzerinde durulan Üçüncü Bölümdeki 10 uncu maddedir; yani, tasarının, mal rejimine ilişkin maddenin yürürlüğüyle ilgili olan. Bu tasarının 10 uncu maddesine yönelik olarak, uygulamada aksaklıklara ve karışıklıklara neden olacağı şeklinde farklı görüşler ileri sürülmektedir, tartışmalar yaşanmaktadır. Bu tür görüşler, siz sayın milletvekillerine de çeşitli yollardan ulaşmıştır. Bu konuyla ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli husus, bu tür tartışmaların, yapılan bu çok kapsamlı ve önemli değişikliklere gölge düşürmemesidir. Takdir tabiî ki, siz sayın milletvekillerinindir; ancak, bu kadar emek ve tartışmadan sonra varılan uzlaşı ve nihaî şekil, mevcut olan, var olan evlilikleri ve bu doğrultuda beklentileri olan kadınlarımızı da kapsayacak şekilde uygulanabilmelidir, uygulanmalıdır.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bravo.

TAYYİBE GÜLEK (Devamla) - Bunu sağlamak amacıyla yapılan bazı öneriler doğrultusunda, ümit ederim ki, toplumumuzun beklentileri, yanlış anlaşılmalara ve gereksiz tartışmalara yol açmadan ve de tekrar vurgulamak gerekir ki, yapılan bu çok kapsamlı değişiklikleri etkileyemeden en iyi şekilde karşılanacaktır. Bu doğrultuda, mevcut evliliklerin de bu yasada yer alan bu olumlu değişikliklerden faydalanması yönünde arkadaşlarımızın verdiği önergeyi destekleyeceğimi belirtmek isterim.

Medenî Kanun değişiklikleri, toplumumuzda son yetmişbeş yıldan beri yaşanan değişimi yansıttığı için, günün ihtiyaçlarına en iyi şekilde cevap verecektir. Bu değişikliklere paralel olarak, toplumun her yerinde daha eşit bir yapıda temsil edilen kadınların, Meclis çatısı altında da, demokratik Sol Partinin örneği doğrultusunda, daha yüksek sayılarda temsil edilmelerini dilemek yerinde olacaktır.

Bu vesileyle de, bu tasarının, Genel Kurula gelene kadar, gerek tasarının hazırlanmasında gerek alt komisyon ve komisyon çalışmaları esnasında yoğun emeği geçen ve özveriyle çalışan Sayın Bakanımıza, değerli milletvekili arkadaşlarımıza, katkılarından dolayı değerli profesörlerimize, yüksek yargı mensuplarına, sivil toplum örgütlerine ve diğer kuruluşlara şükranlarımızı dile getirmek isterim.

Bu yasanın, ülkemize, milletimize hayırlı olması dileklerimle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım.

Teşekkür ederim (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gülek.

Konuşmalar tamamlanmıştır.

Tasarı üzerinde, hükümetçe 1, komisyonca 1 ve sayın milletvekillerince 4 olmak üzere verilmiş toplam 6 önerge vardır. Bu önergelerden 5'ini işleme alacağım. Ancak, son gelen 2 önerge aynı saatte verilmiş. Aslında, Sayın Turhan Güven ve arkadaşları tarafından verilen önerge ile Sayın Mehmet Ali Şahin ve arkadaşları ile Sayın Yücel Erdener ve arkadaşlarının verdiği önergeler, aynı saatte Başkanlığa ulaşmış ve motamo aynıdır, hiçbir farklılık yoktur. Beşinci ve altıncı önergelerle ilgili olarak arkadaşlarımızın konuşma istekleri vardır. Ben şimdi önergeleri okutacağım. Beşinci ve altıncı sıralardaki önergelerle ilgili olarak hangi arkadaşımızın konuşacağı konusunda eğer, Sayın Mehmet Ali Şahin, hanımefendiler lehine feragat ederse kabul edeceğiz, yoksa kura çekeceğiz.

Önergeleri okutuyorum, o arada düşünün efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Kiminle konuşacağız?

BAŞKAN - Sayın Yücel Erdener ve Sayın Turhan Güven'le.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - O zaman kura çekeceksiniz.

BAŞKAN - Tamam.

Buyurun.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun  Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasından sonra aşağıdaki fıkranın eklenmesini saygılarımla arz ve teklif ederim.

Hikmet Sami Türk

  Adalet Bakanı

"Şu kadar ki eşler, yukarıdaki fıkralarda öngörülen bir yıllık süre içinde mal rejimi sözleşmesiyle yasal mal rejiminin evlenme tarihinden geçerli olacağını kabul edebilirler."

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 20 nci maddesinin ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Orhan Bıçakçıoğlu

Erol Al

Emin Karaa

 

Trabzon

İstanbul

Kütahya

 

Salih Erbeyin

Sevgi Esen

Işılay Saygın

 

Denizli

Kayseri

İzmir

 

İsmail Aydınlı

Yekta Açıkgöz

Ali Günay

 

İstanbul

Samsun

Hatay

"Ancak söz konusu süreler, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur."

BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                       

    Işılay Saygın

Ersin Taranoğlu

Nesrin Nas

 

 

İzmir

Sakarya

İstanbul

 

Sefer Ekşi

 

Burhan İsen

 

Kocaeli

 

Batman

"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş ve mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde , evlenme tarihinden geçerli olmak üzere, yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar."

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Bu önergeyi okuttuktan sonra, diğer önergelerde sadece imza sahiplerinin isimlerini okuyacağım; çünkü, motamo aynı dedim.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 Sıra Sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Turhan Güven

Hasan Ekinci

Celâl Adan

 

İçel

Artvin

İstanbul

 

Saffet Arıkan Bedük

İbrahim Konukoğlu

Erdoğan Sezgin

 

Ankara

Gaziantep

Samsun

Madde 10.- Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka bir mal rejimi seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.

Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal birliği rejimini seçmemiş olan eşler, altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar.

Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar eşler arasında tabi oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma ya da iptal kararlarıyla sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini izleyen altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.

Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin yasal mal rejimine dönüştüğü hallerde, Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona ermesine ilişkin hükümleri uygulanır.

BAŞKAN - Şimdi ismini okuyacağım arkadaşlarımızın verdiği önergelerle biraz önce okunan önerge birbirinin aynısıdır.

İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin, Bolu Milletvekili Sayın İsmail Alptekin, Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik, Diyarbakır Milletvekili Sayın Osman Aslan.

Diğer önergedeki imzası olan arkadaşlarımın isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener, İzmir Milletvekili Sayın Güler Aslan, İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye Serbest, İstanbul Milletvekili Sayın Perihan Yılmaz, Amasya Milletvekili Sayın Gönül Saray, Ankara Milletvekili Sayın Melda Bayer, Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gürocak.

Şimdi, bu iki önerge için kura çekeceğiz ve hangi arkadaşımızın konuşacağını belirleyeceğiz; çünkü, anlaşma sağlanmadı.

İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener konuşacak; kura ona çıktı; onu işleme alacağız; yani, o önergeleri birleştirdik. Aslında, işleme almamıza gerek yok; çünkü, diğer önerge de aynı; o önergede, sadece arkadaşımız konuşacak ve oylama yapılmayacak; çünkü, biraz sonra oylanmış olacak.

Şimdi, en aykırı önergeden başlıyoruz:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 724 sıra sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Turhan Güven

                (İçel)

   ve arkadaşları

 

Madde 10- Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak altı ay içinde başka bir mal rejimi seçilmediği takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.

Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mal birliği rejimini seçmiş olan eşler, altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, kendiliğinden yasal mal rejimine tabi olurlar.

Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar eşler arasında tabi oldukları mal rejimi devam eder. Dava boşanma ya da iptal kararıyla sonuçlanırsa, eşler arasındaki malların tasfiyesi bağlı oldukları mal rejimine göre yapılır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini izleyen altı ay içinde başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar.

Mal birliği veya mal ortaklığı rejiminin yasal mal rejimine dönüştüğü hallerde  Türk Kanunu Medenîsinin bu rejimin sona ermesine ilişkin hükümleri uygulanır.

BAŞKAN -Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya)- Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN -Sayın Hükümet ?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Katılmıyoruz.

BAŞKAN -Sayın Güven, gerekçeyi mi okuyalım ?

TURHAN GÜVEN (İçel)- Evet.

BAŞKAN - Evet efendim, önergenin gerekçesini okutuyorum :

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon)- Önergeyi oylamadan önce karar yetersayısı aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Efendim, önergenin gerekçesini okutayım, karar yetersayısını arayacağım.

" Gerekçe :

Türk Medenî  Kanunu, mal rejimleriyle ilgili eşler arasında tam eşitliği sağlayan, eşleri mağdur etmeyen farklı ve yeni hükümler getirmektedir. Maddeyle, yeni düzenlemelerin Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte olduğu dönemde yapılan evlilikler için geçerli olup olmadığı konusu açıklığa kavuşmaktadır.

Maddenin birinci fıkrasında, eşlere, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde mal rejimlerinden birini seçme imkânı verilmiş ve herhangi bir seçim yapılmazsa bu sürenin sonunda evlendikleri tarihten geçerli olmak üzere eşlerin yasal mal rejimine tabi olacakları öngörülmüştür

Yasal mal rejiminin, mevcut evliliklere evliliğin başlangıç tarihinden itibaren uygulanmaması sonucunu doğuran düzenleme, boşanma olsa da olmasa da, milyonlarca evli kadının geçmiş emeklerinin, bu yasanın yasalaşması için yaptıkları mücadelenin boşa gitmesini sağlar.

Mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi olarak uygulandığı ülkemizde elde edilen mallar çok büyük bir nispette erkeğin üzerine kayıtlıdır. Kadını mağdur eden yasal mal rejiminde yapılan değişiklik bu haksız uygulamanın sona erdirilmesini amaçlamıştır. Buna rağmen Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girmeden önceki evlilikleri eski Madenî Yasaya tabi tutmak hukukun genel prensiplerine ve kanunî mal rejiminin değişmesinin amacına uygun düşmemektedir.

Kanunun yayımı tarihinden altı ay sonra yürürlüğe gireceği göz önüne alınınca, verilen yürürlük tarihinden itibaren altı aylık süre de eklenince, bir yıl, eşlere istedikleri mal rejimini seçmek üzere düşünmek için yeterli bir süredir. Tasarıdaki gibi, yürürlük tarihinden itibaren bir yıl süre verilmesi süreyi bir yıl altı aya uzatmaktadır ki, bu da çok uzun bir süredir.

Maddenin ikinci fıkrasında, Türk Medenî Kanununun kaldırmış olduğu mal birliği rejimini eskiden seçmiş olan eşlere de, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay, mal rejimi seçmeleri için süre verilmiş ve seçmedikleri takdirde yasal mal rejimine tabi olmaları öngörülmüştür.

Maddenin üçüncü fıkrasında, Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdiği sırada boşanma veya iptal davaları devam eden eşlerin boşanmalarına veya evliliklerinin iptaline karar verildiği takdirde, eşlerin eski kanuna tabi olacakları, davaları reddedildiği takdirde ise kararın kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde eşler mal rejimlerinden birini seçmezlerse evlilik tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasal mal rejimine tabi olurlar.

BAŞKAN - Diğer önerge ile bu aynı olduğu için, Sayın Yücel Erdener'in görüşlerini de aldıktan sonra -sanıyorum, önergesi üzerinde konuşacak- önergeleri birleştirmek suretiyle, oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını elbette ki arayacağım.

Bu önergenin oylamasının bitimine kadar sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Erdener. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üyeleri olmaktan onur duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihî bir dönemi yaşıyor. Cumhuriyet devrimimizin en önemli yapıtlarından olan Medenî Yasa Tasarısı, kadın, erkek tüm üyelerin katkısıyla daha ileri ve çağdaş bir yapıya kavuşturuluyor. Şu ana kadar tasarının üzerinde hemfikir olduğumuz biçimde Genel Kurulumuzda kabul edilmiş olması sevinç vericidir; ancak, yürürlüğe ilişkin yasa tasarısının 10 uncu maddesi, bu sevincimize gölge düşürüyor. Bu tasarı, tek tek hepimizin, gruplarımızın, tüm kadınlarımızın ve onların kuruluşlarının çabasını boşa çıkarıyor.

Bildiğiniz gibi, tasarının ruhunu ve belkemiğini oluşturan maddelerden biri, edinilmiş mallara katılma rejimidir. Yasal mal rejimi olarak da bu kabul edilmiştir. Medenî Yasa Tasarımızın gerekçesinde, edinilmiş mallara katılma rejiminin kabul edilmiş olması şu sözlerle açıklanmaktadır: "Evlilik birliği sona erdiğinde, mal ayrılığı rejiminin eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı, özellikle meslek sahibi kocanın lehine işlediği ve ev işlerini yapan, hatta, kocasına, mesleğinin icrasında yardımcı olan kadının durumunun hiç nazara alınmadığı, meslek çevrelerinde ve kamuoyunda ağır eleştiriliyor ve edinilmiş mallara katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak da kabul ediliyor."

Genel Kurulumuz, edinilmiş mallara katılma rejimini kabul ederek, öncelikle, evlilik birliğinin, eşler arasındaki demokratik bir birlik olduğunu kabul etmiştir. Meclisimizin altını çizdiği diğer önemli kabul, kadının emeğini görünür kılmak ve layık olduğu hakkı teslim etmektir. Bu kabuller, son derece önemlidir. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz "dünya yüzünde gördüğünüz her şey, kadının eseridir." diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün, yüksek bilincini özümsediğini kanıtlamış olacaktır.

Ancak, yürürlükle ilgili 10 uncu maddenin birinci fıkrasına göre, kadının emeğini teslim eden bu düzenleme, halen evli olan eşler yönünden geçmişe etkili olacak biçimde uygulanmayacaktır. Eşler, ancak yasanın yürürlüğe girişinden sonra edindikleri malları eşit paylaşabileceklerdir. Bu durumu, açıkça bir haksızlık olarak görmekteyiz.

Biz, bu rejimi, yukarıda sunduğum gerekçede de görüldüğü gibi, mevcut yasal düzenlemeyi, özellikle kadınların mağdur olduğu düşüncesiyle onların bu mağduriyetini ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirmek istiyoruz. Çünkü, ülkemizde tapulu malların ancak yüzde 8'inin kadınlar üzerinde olduğunu ve yüzde 92'sine de erkeklerin sahip olduğunu çok iyi biliyoruz. Şu anda orta yaşlı binlerce kadının da, salt ev düzeni ve evliliğinin huzuru için, meslek sahibi olmalarına karşın, evlerini tercih ettiklerini, böylece kişisel kazançtan yoksun olan kadınlarımızın da ne durumda olduğunu çok iyi biliyoruz.

Erkek eşin sahip olduğu tüm maddî ve manevî değerlerde kadının emeğinin olduğunu ve bu emeğin, bir boşanma halinde yok sayıldığını, sıfırlandığını da çok iyi biliyoruz.

Edinilmiş mallara katılma rejimi, evliliğin, birlikte kazanılmış ortak başarısından, tarafların eşit oranda yararlanma hakkını güvenceye aldığı için tercih edilmiş bir rejimdir. Bilindiği gibi, aile hukuku alanına giren ilişkilere, süreklilik ve birlik ilkesi egemendir. Egemen olan diğer anlayış, zayıfın korunması ilkesidir. İlişkilerdeki süreklilik, evlilik birliğinin ahlakî bir birlik olmasından kaynaklanmaktadır. Mevcut yasamızda aile hukukuna ilişkin hükümler, tümüyle emredici hükümlerdir. Bu emredici özellik, aile hukuku ilişkilerinde ahlak ve kamu düzeni düşüncelerinin egemen olmasından kaynaklanmaktadır. Meclisimiz, yeni düzenlemeleri de ayrı bir anlayışla oluşturmuştur. O halde, aile birliği içindeki ilişkilerin, şimdi de ahlaka ve kamu yararına uygun düzenlenmesi zorunludur. Aile hukuku ilişkileri, kamu yararı ilkesinden hareketle oluşturulduğu için, hukuk tekniği açısından da yasanın geriye yürümemesi, açıkça bir hukuk ihlalidir.

Bu konuda son sözlerim şudur: Bizler, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, hukukçu olmayabiliriz; hangi meslekten olursak olalım, hepimizin bildiği gibi, bir hukuk kavramı vardır: Adalet. Adaletsizliği görmek için, vicdanımızı ve aklımızı dinlemek yeterlidir. Yürürlük maddesi, şu andaki yapısıyla, adaletli değildir. Yapılan araştırmalara göre, kamuoyunun yüzde 86'sı, bu maddenin geriye doğru yürümesi gerektiği görüşündedir. Ulusumuzun temsilcileri olarak, hepinizin, bu sese kulak vererek, adaletli olarak çalışmanızı ve oylarınızı adaletli vermenizi diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Birleştirilen önergeleri oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı birleştirilen önergeleri kabul edenler... Etmeyenler... Karar yetersayısı bulunamamıştır.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Bu kararınızla bütün aileleri kurtardınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - İlk defa, hükümet tarafından böyle bir oy çıktı, ama...

Alınan karar gereğince, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 3 Aralık 2001 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

 

Kapanma Saati: 16.08

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.